Yenı̇ Yıla Farklı Gündem

advertisement
Finans Politik & Ekonomik Yorumlar 2014 Cilt: 51 Sayı: 587
7
YORUM
Yeni̇ Yıla Farklı Gündem
Yeni yılın 2013'ten kötü olmayacağına ilişkin
beklentiler giderek tarih oluyor. Nedeni de
aynı düzeydeki bir büyüme hedefinin, tüketimi
sınırlayıp yatırımı arttırarak gerçekleşmesi
ihtimalinin yılın son iki haftasında ortaya çıkan
siyasi gerilim ve hukuk krizi dolayısıyla çok
azalması. Aslında süratle herkesin tatmin olacağı
bir eylem planıyla konunun üzerine gidilmesi
halinde ekonomi üzerindeki hasar etkisi makul
bir düzeyde tutulabilirdi. Nitekim biraz gecikerek
de olsa geniş çaplı hükümet revizyonu gibi
doğru bir adım böyle bir umut da vermişti, ancak
gerilimin niteliğinin başka çabuk adımlara pek
izin vermeyeceği, hatta aksine artçı şokların uzun
süreceği anlaşılıyor. Bu durum da önümüzdeki
dönem ekonomi politikalarının, tezcanlı ve
tepkisel alışkanlıklarımıza ters düşen bir titizlik
ve dikkat ile yürütülmesini zorunlu kılıyor.
Üstelik aynı dönemde üç kritik seçim de sahne
alacak. Oldukça zor elde edilmiş yatırım notunu
koruma kaygısı, cari açık ve son gelişmelerle
neredeyse ondan bağımsızlaşan döviz kurunda,
ayrıca enflasyon ve işsizlik kontrolünde ortaya
çıkan kırılganlıklarla birlikte sürekli sırat köprüsü
sendromu yaşamamıza yol açabilir.
Yatırımlara hukuk ve döviz engeli
Bu dönemi mümkün olan en az hasarla atlatmanın
birinci gereği, Türkiye'nin zaten çok iyi durumda
olmayan "hukuk güvenliği" algısını tümüyle
bozacak çekişmelerin bir an önce demokratik
standartlardan sapmayacak bir şekilde çözüme
kavuşturulması. Onca uluslarararası anket ve
araştırmada küresel planda yatırım sermayesinin
bir numaralı önceliğinin hukuki güven arayışı
olması boşuna değil. Güçlü ve tarafsız bir yargı
erki ve bunun sağlayacağı kurallar karşısında
eşitlik ve adalet duygusu, yatırım kararlarının
gerektirdiği öngörülebilirlik açısından çok önem
taşıyor. Eskiden sadece eksik işgücü ve bilgi
kalitesiyle ve eşitlik ilkesinden uzaklığıyla bazı
zaaflar taşıdığı düşünülen hukuk sistemimizin,
şimdi çok daha temel nitelikler, yani bağımsızlık
ve tarafsızlık yönünden kendi içimizde dahi yaygın
kuşkularla çevrilmiş bulunması, Türkiye’nin yeni
Adnan NAS
[email protected]
yılda küresel fonların menzilinde geriye atılması
riskini ciddi şekilde arttırabilir.
Kaldı ki risk yalnızca dış yatırım sermayesi
açısından değil, yerli yatırım sermayesi açısından
da söz konusu. Özellikle siyasal ve hukuksal
gerilimin doğurduğu belirsizliklerin tetiklediği
döviz kuru sıçraması, şirketlerin bütçe sürecini ve
yatırım planlarını zora sokması, hem de bilanço
yükümlülüklerini şişirerek savunma pozisyonuna
geçmelerine yol açması açısından özel yatırımlarda
bir canlanma olasılığını sıfırlıyor. Sonuç olarak,
hem de seçim konjonktüründe, tüketim ve
ithalatı azdırarak cari açığı yükseltme seçeneği
düşünülemeyeceğine, ayrıca mali disiplini bozma
riski de alınamayacağına göre 2013'ten daha düşük
bir büyümeye razı olmak daha akılcı hale gelebilir.
Düşük büyümede yapısal onarıma dönmek
mümkün
Belki de daha mütevazi bir büyüme dinamiği,
gelinen noktada, 2007'den bu yana odaklanmaktan
vazgeçtiğimiz asıl gündeme yani yapısal onarım
çabasına geri dönmeyi kolaylaştırabilir. Diğer
alternatiflerin hepsinde duvara çarpma riski
arttıkça ve ancak bu takdirde bu yola girdiğimiz,
80'deki 24 Ocak kararları ya da 2001 krizi sonrası
reform süreçleri ile kanıtlandı. Ama bu iki örnekte
de olduğu gibi reform süreçlerini yarıda bırakma
eğilimimiz de güçlü. Bu yüzden yapısal dönüşüm
performansımız uzun yıllar boyunca mehter takımı
temposunda seyrediyor.
Bunun taze bir örneği geçen gün yeni atanan
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı'nın araştırma
geliştirme konusundaki açıklamasında ortaya
çıktı. Bakan Işık, bu projeler için ayırdıkları 1.4
milyar liralık nakit ödeneğin bir bölümünün proje
yetersizliği sebebiyle harcanamadığını söyledi.
Bir bakıma yeni bir Bakan'ın böyle bir tespit ile
işe başlamasına sevinmek te mümkün; ancak öte
yandan on yıldır gündemde olan ve hem yurtiçi
üretimin katma değerini arttırmak, hem de cari
açığı azaltmak yönünden hayati önem taşıdığında
ittifak bulunan böyle bir konuda hala sorunun
8
teşhisi ile uğraştığımızı göstermesi açısından da
hayal kırıcı. Başarı hikayesi yaratan ülkelerin
milli gelirin yüzde 3'ü düzeyinde arge harcaması
yaptığını, bizim ise ilk defa odaklanmış olmamıza
rağmen hala yüzde 1 çıtasını dahi aşamadığımızı
bildiğimiz halde retoriği aşıp stratejilerimizi
netleştirmediğimiz,
projelerin
seçiminde,
fonlanmasında ve yönetiminde kamu ve özel kesim
ile üniversiteler arası eşgüdümü sağlayamadığımız
anlaşılıyor. Bakan, şimdi TBMM'ye sunulan yeni
bir yasa ile yüzde 50 Kurumlar Vergisi muafiyeti
ve kamu ihalelerinde yüzde 15 fiyat avantajı
gibi yeni teşvikler verileceğini belirtiyor ama
muhtemelen uygulamada esas önem taşıyan diğer
detaylar aynı kaldıkça önemli bir ilerleme görmek
yine mümkün olmayacak.
Düşük büyümenin cari açığı azaltma dışında
bir diğer olumlu sonucu daha olabilir.
Tüketim ve ithalattaki azalış, son yıllarda mali
disiplinin sigortası haline gelen dolaylı vergi
hasılatını azaltarak yıllardır bekletilen Gelir
Vergisi reformuna zorunlu olarak daha ciddi
bakılmasını sağlayabilir. Başta kentsel rantlar
olmak üzere atıl kalan dolaysız vergi potansiyeli
değerlendirebilir. Bunun kaynak tahsisindeki
çarpıklığın düzelmesine, yatırım sermayesinin
ranta akmasının caydırılmasına ve hatta rant
avcılığında yoğunlaşan yolsuzluk potansiyelinin
törpülenmesine de pekala katkısı olabilir.
Download