ÖN SÖZ - Nobel Akademik Yayıncılık

advertisement
ÖN SÖZ
Dünya’daki uluslararası göç hareketlerine baktığımızda, bulunduğu coğrafi konum itibariyle Türkiye’nin hem doğu batı hem
de kuzey güney göç rotaları için merkezi bir konumda olduğunu
görmekteyiz. Bu merkezi konumuyla 1980’lere kadar Türkiye
transit bir ülke iken, 1980’lerden sonra ulusal ve uluslararası gelişmelerin de etkisiyle bir hedef ülke olmuştur.
Toplumsal değişimin temel olgusu olan göçler, Türkiye’nin
toplumsal yapısını anlamamız için de üzerinde hassasiyetli durmamız gereken bir konudur. Anadolu, yüzyıllardır farklı toplumsal
ve etnik grupların birlikte yaşadığı, savaşlar, mübadeleler, sürgünlerle içeriye ve dışarıya göçlerin eksik olmadığı bir ülke, coğrafya
olmuştur. Özellikle Osmanlı Devleti’nin gerilemeye başlamasıyla,
kaybedilen topraklardan Anadolu’ya göç akınları başlamıştır. Balkanlar, Kafkaslar ve Kırım’dan 1821-1922 yılları arasındaki dönemde 5 milyondan fazla Müslüman Anadolu’ya sürgün edilmiştir.
Cumhuriyet’in kurulmasından sonra da bu göçler devam etmiştir.
Sosyolojinin bir alt dalı olarak göç sosyolojisi, toplumu anlamayı ve toplumsal hareketleri yorumlamayı kolaylaştıracak önemli
bir enstrüman olarak karşımızdadır. Ne yazık ki bu enstrümanın
bugüne kadar yeterince ve doğru biçimde kullanıldığını söylememiz
zordur. 2015 itibariyle nüfusunun yüzde 92,1’i kentlerde yaşayan
Türkiye, toplumsal yapısı önemli ölçüde iç ve dış göçlerle şekillenmiş bir ülkedir. Türkiye’yi, Türk toplumunu yaşadığı göç süreçleri
dışında tutarak analiz etmek mümkün değildir. Nüfus mübadeleleri,
gayrimüslimlerin göçleri, 1950’lerden itibaren kırdan kente göçler,
1960’lardan sonra yurt dışına işçi göçleri, 1980’lerden sonra İran ve
Irak’taki savaşlardan kaçan sığınmacılar, 1980 ihtilali ve 1990’larda
artan terör olayları nedeniyle Türkiye’den Avrupa’ya iltica hareket-
iii
leri, son yıllarda ise Suriye’den göçler vb. olaylar yaşadığımız ülkede göçlerin ne kadar önemli bir toplumsal değişim olgusu olduğunu
anlamamız için yeterli olacaktır.
Göç çalışmaları özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaygınlaşan bir akademik alandır. Türkiye’de ise özellikle 2000’li
yıllardan sonra üniversiteler bünyesinde Göç Araştırma Merkezleri
kurulmaya başlamıştır. Türkiye Devleti ise, yurt dışındaki vatandaşları ve/veya akraba toplulukları için çalışmalar yapmak üzere
yeni kurumlar ihdas etmeye başlamıştır. 2013 yılında ise göç yasasını çıkararak İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak, Göç İdaresi Genel
Müdürlüğü’nü kurmuştur. Böylece daha önce jandarma ve emniyet
teşkilatı tarafından ilgilenilen Türkiye’deki yabancıların işlemleri,
sivil bir kuruma devredilmiştir. 2011 yılından itibaren kitlesel olarak Türkiye’ye akın eden Suriyelilerin kalıcılaşma beklentisi, göç
alanındaki akademik ve kamusal çalışmaları yoğunlaştırmıştır.
Artık göç, sadece akademisyenlerin veya bu alanda çalışan
uzman kişilerin değil, sıradan insanların da gündelik hayatında
karşılığı olan bir konudur. İnterdisipliner bir alan olarak, sosyolojiden siyasete, iktisattan uluslararası ilişkilere kadar olabildiğinde
geniş bir çalışma alanıdır. Bu kitapta öncelikli olarak sosyoloji
disiplininin ilgi alanında yoğunlaşan konulara odaklanılmış olmakla birlikte, doğal olarak diğer bilimsel disiplinlerin de çözümlemeye çalıştığı sorunlara da değinilmektedir. Sözgelimi, uluslararası
bir sorun olarak son yıllarda iyice gün yüzüne çıkan mültecilik
sorunu, göç sosyolojisi kadar, uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimini de yakından ilgilendirmektedir.
Dünyada yaşanan savaşlar, adaletsiz gelir dağılımı ve insanların ‘daha huzurlu bir yerde yaşama isteği’ olduğu sürece göçler,
gündemimizdeki yerini korumaya devam edecek, araştırma yapma
ve bilgi üretme gerekliliği de hep olacaktır.
Birleşmiş Milletler 2015 Göç Raporu’na göre, dünya genelinde uluslararası göçmenlerin sayısı her geçen gün artmaktadır. 2000
yılında 173 milyon olan göçmen sayısı, 2010’da 222 milyona,
iv
2015’te ise 244 milyona ulaşmıştır. Uluslararası Göç Örgütü rakamlarına göre, iç göçlerle birlikte günümüzde her yedi kişinden
biri göçmen durumundadır.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK)
2014 sonu verilerine göre, dünyada zorla yerinde edilmiş insanların
sayısı 60 milyonu aşmıştır. Bu sayı İkinci Dünya Savaşı’ndan beri
en yüksek değeri ifade etmektedir. Bunlardan 19,5 milyonu mülteci, 1,8 milyonu sığınmacı, 38,2 milyonu ise ülke içinde yerinden
edilmiş kişilerden oluşmaktadır.
Göç olgusu üzerine oluşturulmuş olan göç tanımları belirli düzeylerde farklılaşsa da, temel olarak, bireyin/ topluluğun yaşadığı
coğrafyayı değiştirmesi üzerinden tanımlamalar yapılmaktadır.
Devletlerarası sınırların aşılmasıyla gerçekleşen uluslararası göç,
sürekli veya belli bir süre yaşamak üzere, bir ülkenin siyasi sınırlarını aşarak, bir diğer ülkeye geçmeyi ifade etmektedir. Göç, sadece
fiziksel bir yer değiştirme değil, psikolojik ve sosyal boyutları da
olan karmaşık bir süreçtir. Zira göç, bir toplumdan bir başka topluma yapılmaktadır. Bu yönüyle göç, coğrafî mekân değiştirme
sürecinin sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasi boyutlarıyla toplum
yapısını değiştiren nüfus hareketleri olarak ortaya çıkmaktadır.
Göç Sosyolojisi kitabında konuları işlerken yerelden küresele
doğru bir seyir izlenecektir. Önce Türkiye’de iç göç süreçleri, kentleşme ve hemşehrilik ilişkileri incelenecek, daha sonra ise Türkiye’den yurt dışına göçleri ve Türkiye’ye yurt dışından yönelen
göçler ele alınacaktır.
Küreselleşen dünyada göç hareketlerini ele alırken, önce genel
olarak küresel düzensiz göç görünümünü, daha sonra Avrupa’ya
düzensiz göçleri işleyeceğiz. 11 Eylül olaylarının ardından güvenlik temelli bir göçmen ve sınır politikası izleyen Avrupa ülkeleri,
son yıllardaki yasadışı/ düzensiz göçler ile özellikle sınırlarını daha
da güçlendirerek bir Avrupa Kalesi oluşturma yoluna gitmiştir.
Güvenlikçi göç politikaları ve Avrupa’nın göçmen akımlarıyla
değişen yeni toplum yapısını bu kitapta incelediğimiz konular arasında olacaktır.
v
Küreselleşme, diaspora kavramının da çerçevesinin değişmesine
neden olmuştur. Modern diaspora yaklaşımına göre diasporalar,
klasik anlayıştan farklı olarak ‘zorunlu göç veya sürgünle’ oluşmak
zorunda olmayıp, işçi göçleri ile de oluşabilmektedir. Bu durumda
işgücü anlaşmalarıyla misafir işçi olarak başlayan göç süreci de Avrupa’da bir diaspora oluşmasına neden olmuştur. Klasik diaspora
yaklaşımında, anavatanlarından uzakta yaşayanlar, ‘geri dönüş’ fikrini hep canlı tutmakta ve kuşaktan kuşağa aktarmaktadır. Kitabın
modern diasporalar bölümünde, göç çalışmalarında genellikle ihmal
edilen ‘geri dönüş göçleri’ de ele alınacaktır.
Uluslararası göçmen dayanışma ağları ve göçmenler tarafından kurulan sivil toplum kuruluşları ve bu kuruluşların işlevleri de
bu kitabımızda bulacağınız konulardan olacaktır. Kitabımızın son
bölümünde ise, düzensiz göç alanında çalışan kurum ve kuruluşlar
hakkında bilgi verilecektir.
Göç, son yılların en popüler konularından biri olmakla birlikte,
akademik eserlerin çok az olduğu bir alandır. Göç Sosyolojisi kitabı, üniversitelerin sosyoloji, hukuk, siyaset bilimi ve uluslararası
ilişkiler disiplinleri başta olmak üzere tüm sosyal bilimler alanındaki öğrenci ve akademisyenler için önemli bir başvuru kaynağı
olacaktır.
Hiç kimsenin zorunlu olarak evini ve yurtlarını terk etmek zorunda kalmadığı, adalet, barış ve huzurun egemen olduğu bir dünya
dileğiyle.
İstanbul, 2016
Yusuf Adıgüzel
vi
Download