"Hakikat-i Muhammedi" kavramını açar mısınız?

advertisement
Sorularlarisale.com
"Hakikat-i Muhammedi" kavramını açar mısınız? Şirk ve
tevhid dengesini kurmakta zorlanıyorum. Bazı sitelerde
buna şirk diyorlar. İddiaları ile birlikte açar mısınız?
Bu çok yönlü ve hilkatin yaratılışına ve devam eden varlığının sebeplerine ve
mahiyetine ışık tutacak sorunun anlaşılabilmesi ve şirke girmeden tevhid
mefkuresine zarar vermeden anlatılabilmesi için, soruyu birkaç kısma bölmek icab
eder. Şöyle ki;
1. Vücûd-ı Mutlak’ın taayyün ettiği ilk mertebeye (taayyün-i evvel) ‘hakîkat-i
Muhammedî’ adı verilir. Vücûd-ı mutlak açısından bakıldığında bu mertebe var
oluşun başlangıcıdır.
Cevap: Allah’tan başka hiçbir varlık "vücud-u mutlak" tabiri dâhilinde kullanılmaz.
Kullanılması ise itikadi açıdan çok yanlış kapılara zemin hazırlayabilir. -Haşamahlukata da İlahi vücudun bir parçası nazarıyla bakmaya vesile olabilir. İslam dini
içerisinde olan bir kısım mutasavvıfların zannettiği ve değerlendirdiği gibi, bir yanlış
akideye insanları sürükleyebilir.
“La mevcude illa hu” diyen "vahdet-ul vücud" mesleğinin fikrine insanları
götürebilir. Oysa masivanın Allah ile irtibat ve ilgileri mahlukiyet-halıkiyet
ilişkisinden öteye gidemez. Ezeli olan ancak Allah’tır. Üstad Bediüzzaman Hazretleri
mevcudatı şöyle ifade eder:
“Ehl-i vahdetü’l-vücudun dedikleri gibi mevcudat evham ve hayalât
değil. Görünen eşya dahi Cenâb-ı Hakkın âsârıdır. 'Heme ost' değil,
'Heme ezost'tur. (Yâni, “Her şey o değil, belki her şey ondandır.”)
Çünkü, hadisat ayn-ı kadîm olamaz...”(1)
Bu meseleye şu hadis, çok güzel bir şekilde izah getirmiştir:
“Allah vardı ve onunla birlikte başka hiçbir şey yoktu. Arşı da su
üzerindeydi.”(2)
2. Mevcûdat açısından bakıldığında ise, gerçek "yaratma" fiili, vücûd-ı mutlakın,
hakîkat-i Muhammedî mertebesine tenezzülünden sonra olmuş ve her şey ondan
page 1 / 5
yaratılmıştır.
Cevap: Evet, varlıklar içerisinde ezeliyete malik olan sadece Allah’tır. Allah
varlıkları yaratmayı irade ettiğinde ezeli ilminde, ilmi vücudları olan varlıklara vücudu harici giydirmeyi irade ettiğizman, yaratma fiilinde değişmeyen bir kaide ile
mahlukatı yaratmayı irade etti. Yani ağaçların yaratılışını çekirdeğe bağladığı gibi,
kainat ve hilkat ağacını da Nur-u Muhammedi çekirdeğinden yaratmayı irade etti.
Üstad Bediüzzaman’ın şu ifadesi bunu çok güzel bir şekilde ortaya koymaktadır:
“Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, Nuru Muhammedî (sallallâhu aleyhi ve sellem) o kitabın kâtibinin
kaleminin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebir, bir şecere tahayyül
edilirse, Nur-ı Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur.”(3)
Bu konuya ışık tutacak iki hadis-i şerifi de bu makamda zikretmekte fayda vardır:
a. Hz. Cabir anlatıyor: “Ey Allah’ın Resulü! Anam-babam sana feda olsun, Allah’ın
her şeyden önce ilk yarattığı şeyi bana söyler misiniz?” diye sordum. Şöyle buyurdu:
“Ey Cabir! Her şeyden önce Allah’ın ilk yarattığı şey senin
peygamberinin nurudur. O nur, Allah’ın kudretiyle onun dilediği
yerlerde dolaşıp duruyordu. O vakit daha hiçbir şey yoktu. Ne Levh,
ne kalem, ne cennet, ne ateş / cehennem vardı. Ne melek, ne gök,
ne yer, ne güneş, ne ay, ne cin ve ne de insan vardı."(4)
b. Cenâb-ı Hak, insanlığın babası Hz. Âdem'i yaratmıştı. Allah kendisine “Ebu
Muhammed” künyesini ilham etmişti. Âdem bunun hikmetini sorunca da
Allah: “Başını kaldır Arşa bak.” dedi. O da başını kaldırıp bakınca Arşın
sütunlarında “Muhammed”in nurunu gördü. "Ya Rabbi, bu nur nedir?" diye sordu.
Allah cevap olarak şöyle buyurdu: "Bu senin zürriyetinden bir peygamberin
nûrudur ki, onun ismi göklerde Ahmed ve yerlerde Muhammed'dir. Eğer, o
olmasaydı, seni yaratmazdım!"(5)
3. Şevahidün nübüvvede: Allah Teâlâ zâtından başka bir şeyin bulunmadığı sonsuz
öncelerde, önce kendi zât-ı mukaddesine, arada vâsıta olmaksızın yapdığı ilk
tecellîde, her şeyin aslı önce Allah Teâlâ'nın kendisinde idi.
Cevap: Bu gibi değerlendirmeler elbette bir hakikate dayanıyor. Ama izah ve
tefsirler bazen hakikati rencide edecek seviyede olabilir.
page 2 / 5
Cabir (r.a)'dan şöyle bir hadis nakletmektedir:
"Babam anam sana feda olsun ya Resulullah, Allah'ın eşyadan önce yarattığı
ilk şeyin ne olduğunu bana haber ver." dedim. Resuûlullah (a.s.m) şöyle
dedi:
"Ey Cabir! Allah Teâlâ, eşyayı yaratmadan evvel kendi nûrundan
senin nebînin nûrunu yarattı."(Acluni).
Bu rivayette ifade edilmek istenen manaları bulmak için elbette ayet, hadis ve icma
dediğimiz alimler topluluğunun vermek istediği mesaja göre değerlendirme ihtiyacı
vardır.
Hz. Peygamber (asm)'in nurdan yaratılmış olması, onun mahiyetinin isim ve
sıfatların azami derecedeki nurani tecellilerine mazhar olması anlamına
gelmektedir. Aslında Allah’ın bütün isim ve sıfatları, mahiyeti meçhul birer nurdur.
Bu açıdan bakıldığı zaman yarattığı her şey nuranidir, bu nurlu isimlerin cilveleridir.
Ancak, Hz. Muhammed (asm)’in nuraniyetine özel vurgu yapılması, O'nun nezd-i
uluhiyetteki kadr-u kıymetine işarettir. Çünkü, yaratıklar arasında hiçbir varlık Hz.
Muhammed (asm) kadar bu ilahi nura mazhar olmuş değildir.
“İşte şu sırdandır ki; mahiyeti nur ve hüviyeti nuraniye olan Hazret-i
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyada bütün ümmetinin
salavatlarını birden işitir. Ve kıyamette bütün asfiya ile bir anda
görüşür. Birbirisine mani olmaz. Hattâ evliyadan, ziyade nuraniyet
kesbeden ve ebdal denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde
müşahede ediliyormuş.”(6)
4. Bu mertebede, mevcûdâtın hakîkatleri zât-ı ilâhîden ayrı olmadıkları gibi,
birbirinden de farklı değil idi. Bu mertebeye "te’ayyün-i evvel" veyâ "Hakîkat-i
Muhammedî" denir.
Cevap: Mahlukatın, kesinlikle nur ve nurani olan Cenab-ı Hak ile irtibatı, mahiyet ve
cevher birliği itibariyle değildir. Buradaki irtibat, mevcudatın Cenab-ı Hakk'ın isim ve
sıfatlarının bir tezahürü ve tecellisi olarak meydana geldiği ve yaratıldığı hakikatidir.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu konuda; “Sâni-i Âlem, âlemde dahil olmadığı
gibi, âlemden hariç de değildir. İlmi ve kudretiyle her şeyin içinde olduğu
gibi, herşeyin fevkindedir. Birşeyi gördüğü gibi, bütün eşyayı da beraber
page 3 / 5
görür.”(7) demekle, meseleyi net bir şekilde ifade etmektedir. Bu konuya açıklık
getirmek sadedinde On Altıncı Söz’de güneş misalini vermektedir.
Güneş yeryüzündeki bütün varlıklara ışık, ısı ve renklerini verdiği halde, kendisi
dünyada ışıklandırdığı, ısındırdığı ve renklendirdiği hiçbir yerde değildir. Hem
içindedir. Hem dışındadır. Işığıyla her yerde hazır ve nazırdır. Zatıyla ışıklandırdığı
hiçbir yerde değildir.
5. Nûr-i Muhammediyye anlayışının ilk temsilcisi kabul ettiğimiz Cafer-i Sâdık hurûf-ı
mukattaadan biri ile başlayan Kalem Sûresi’nin ilk âyetini şu şekilde
yorumlamaktadır: “Buradaki ‘Nûn’, Allah’ın varlıkları kendisi sebebiyle yarattığı ve
onu Hz. Muhammed’e (asm) bahşettiği ezeliyet nûnudur. Allah, Hz. Muhammed’in
nûrunda bütün nûrları toplamış ve yaratmıştır.
Cevap: Evet Allah, bütün mahlukatın programını, nurlarını ve mahiyetlerini Nur-u
Muhammedi’de toplamıştır. Ve Bütün mahlukatı da O’nun hürmetine yaratmıştır.
Tasavvufta sık sık kullanılan ve kutsi hadis olarak da rivayet edilen, "Sen
olmasaydın ben kainatı yaratmazdım." (Levlake...)(8) ifadesiyle, varlığın Hz.
Muhammed (asm.) için yaratıldığı anlatılır. Bu noktada Cafer-i Sadık Hazretlerinin
fikri ile Risale-i Nur ve Ehl-i sünnet akidesi arasında herhangi bir sıkıntı ve ayrılık
yoktur. Fakat “Allah’ın Hz. Muhammed’e bahşettiği ezeliyet nuru” ifadesi ehli sünnet akidesine zıttır. Çünkü hiçbir fani ve mahluk, mümkün ve hâdis (sonradan
yaratılan) mertebesinden ezeliyet mertebesine geçemez. Çünkü, sadece Allah (c.c)
ezeli ve ebedidir.
Sonuç olarak; Risalelerde Hakikat-ı Muhammediye şöyle geçmektedir:
“Hem o melek, cin ve beşerin seyyidi olan zat, şu kâinat ağacının en
münevver ve mükemmel meyvesi ve rahmet-i İlâhiyenin timsali ve
muhabbet-i Rabbâniyenin misali ve Hakkın en münevver bürhanı ve
hakikatin en parlak sirâcı ve tılsım-ı kâinatın miftahı ve muammâ-yı
hilkatin keşşafı ve hikmet-i âlemin şârihi ve saltanat-ı İlâhiyenin
dellâlı ve mehâsin-i san'at-ı Rabbâniyenin vassâfı; ve câmiiyet-i
istidat cihetiyle, o zat mevcudattaki kemâlâtın en mükemmel
enmuzecidir. Öyleyse, o zâtın şu evsâfı ve şahsiyet-i mâneviyesi
işaret eder, belki gösterir ki, o zat kâinatın illet-i gaiyesidir. Yani, 'O
zâta şu kâinatın Hâlıkı bakmış, kâinatı halk etmiştir. Eğer onu icad
etmeseydi, kâinatı dahi icad etmezdi.' denilebilir. Evet, cin ve inse
getirdiği hakaik-i Kur'âniye ve envâr-ı imaniye ve zâtında görünen
ahlâk-ı âliye ve kemâlât-ı sâmiye, şu hakikate şahid-i kat'idir.”(9)
Dipnotlar:
page 4 / 5
(1)
(2)
(3)
(4)
(5)
(6)
(7)
(8)
(9)
bk.
bk.
bk.
bk.
bk.
bk.
bk.
bk.
bk.
Mektubat, On Sekizinci Mektub, İkinci Mesele-i Mühimme.
Buharî, Bedul-ahlak, 1.
Mesnevi-i Nuriye, Habbe.
el-Mevahibul-Ledünniye, Aclunî, 1/265-266.
Kastalanî, el-Mevahibü'l-Ledünniye, Kahire, ts.1/47.
Sözler, On Altıncı Söz.
Mesnevi-i Nuriye, Katre.
Acluni, II: 164; Hakim el Müstedrek, II: 615.
Mektubat, On Dokuzuncu Melktup, On Dokuzuncu Nükteli İşaret.
page 5 / 5
Powered by TCPDF (www.tcpdf.org)
Download