Mizanpaj 1 - Faculty of Architecture

advertisement
DOSYA: XI
PAZARLARDAN, MERKEZLER’DEN,
MALL’LARA VE NİHAYET FORUM’LARA….
ALIŞVERİŞ MEKANLARI
> Sayfa 7-8-9-10
DOSYA: XI
NACİYE DORATLI – TÜRKAN ULUSU URAZ
YAŞAM- MEKAN- YORUM
Karpaz’ı tarif etmek...
> Sayfa 2
YONCA HÜROL
BİR MİMAR – BİR BİNA
> Sayfa 3
Konuşmasındaki çoşkuyu binalarına aktaran
mimar: Hüseyin Ateşin
UĞUR DAĞLI
GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI
> Sayfa 4
Mağusa Suriçinde Kullanılmayan Kiliseler:
St Peter ve Paul Kilisesi (Buğday Camisi)
NACİYE DORATLI
Konuk Yazar: Hülya Yüceer
KONUT VE YAŞAM
> Sayfa 5
Mimarlığın, her şeyden önce yaşantının bir ürünü
olduğu bugün çoğu zaman unutulmaktadır
Konuk Yazar: Zeynep Onur
HERA-C
GELENEKTEN EVRENSELE
> Sayfa 6
Kengo Kuma’nın Kendi ‘Gelenekselinden’
Evrensel Mimariyi Okumak
KAĞAN GÜNÇE
Konuk Yazar: Banu T. Çavuşoğlu
KENTİN TADI TUZU
> Sayfa 11
Orientalist Ressamlar Gözü ile Mağusa’da
Osmanlı Dönemi Saray Meydanı
ŞEBNEM HOŞKARA
Özür
Konuk Yazar: Netice Yıldız
AL GÖZÜM SEYREYLE
Girit Adasının En Güzel Kenti: Hanya
> Sayfa 12
TÜRKAN ULUSU URAZ
Konuk Yazar: Naciye Doratlı
PROVO-K-İTAP
> Sayfa 13
İkuynen Taystelu / Sonsuz Mücadele - Beyaz
Zambaklar Ülkesinden’in Düşündürdükleri
BERİL ÖZMEN MAYER
SORULAR – CEVAPLAR
Doğrular - Yanlışlar
> Sayfa 14
ERCAN HOŞKARA
GÜNCEL HABERLER
Geçmişten Günümüze Uzanan Çizgiler
> Sayfa 15
KUTSAL ÖZTÜRK & BEGÜM MOZAİKÇİ
Konuk Yazarlar: Hülya Yüceer - Zeynep Onur - Banu Tevfikler Çavuşoğlu - Netice Yıldız - Naciye Doratlı
Sizlerle9Ocak
2011’de
buluşması
gereken
MekanPerest,
teknik
nedenlerden
ötürübugün
sizlerle...
Gecikmeve
düzensizlikiçin
özürdileriz...
.(17 0ø0$5/,. YH
7$6$5,0
7
$6$5,0
$
*$=(7(6ø
*
<$<,1/$1,5
*h1'( %ø5 <$<,1/$1,5
(.ø02011
6$
<,
6$<,
23Ocak
Sayı
19
EDİTÖR’DEN...
Naciye Doratlı
[email protected]
Herkese Merhaba,
21. yüzyılın ilk on yılını geride bıraktığımız
bu günlerde, MekanPerest’i 19. Sayıya ulaştırabilmenin mutluluğunu yaşıyor, 2011 yılının hepimize, mutluluk, sağlık ve başarı
getirmesini diliyoruz. Birinci sayımızın Sizinle
buluştuğu 21 Şubat 2010’dan itibaren, elde
olmayan nedenlere bağlı olarak yaşanan
aksaklıklar dışında, on beş günde bir sizlerle
buluştuk. Okur için ‘Alt tarafı bir sayfacık
yazı’ gibi görünse de, Mimarlık eğitimi vermekte olan akademisyenlerin ağır ders
yükü, ve yayın akışını aksatmamak için yazıyı ‘zamanında’ yetiştirmek zorunda olunması göz önünde bulundurulduğunda, bu bir
sayfacık yazıyı hazırlamak hiç de kolay
değil. Geçen gün ekibimizin değerli elemanlarından, deneyimli ve kıdemli mesai arkadaşım Türkan Ulusu Uraz’la sohbet
ederken, arkadaşımın: ‘Bana birisi geçtiğimiz yıl neler yaptın diye sorarsa, Mimarlık
Bölümü akreditasyon çalışması çerçevesinde katkı koyduğum MİAK raporu ve MekanPerest yazıları ile uğraştım.’ derdim.’
şeklindeki yarı şaka yarı ciddi saptaması,
hem tüm ekip elemanları hem de konuk
yazar olarak katkıda bulunan arkadaşlarımız
için de geçerli. Gerçekten MekanPerest yaklaşık bir yıldır hepimizin ajandasında önemli
bir yer tuttu. Ama bu bir gönül işi. Biz bunu
zaman zaman zorlansak da severek yaptık.
2011- KKTC’de Çevre Yılı,
Türkiye’de KKTC Yılı
Ülkemiz için iyi şeyler yapılacağına inanmak
istiyorum. ‘Çevre Yılı’ ilan edilmiş olması,
konu eğer bütüncül bakış açısı ve ‘stratejik’
bir planlama anlayışı ile ele alınırsa, geçen
sayımızda da belirttiğim üzere sadece bir yıl
değil, toplum olarak her yıl ve yaşadığımız
her gün çevre bilinci ile hareket etmemize
vesile olabilir. Yok eğer sadece birkaç toplantı ya da ‘Temizlik Kampanyası’ adı altında
orayı burayı temizlemekle yetinilecekse, çok
bir şey beklememek gerek. ‘Balık verip karın
doyurmak yerine balık tutmayı öğretmek’ tabirini çevreye uyarlayacak olursak, elbette
çevreyi temizlemek için seferberlik başlatalım ama daha da önemlisi ‘Çevreyi temiz
tutma, çevreye zarar vermeme bilincinin toplumun her bireyine kazandırmak’ temel misyonumuz olmalı.
2011’in ‘Türkiye’de KKTC yılı’ ilan edilmesi
ile ilgili basın toplantısını gerek görsel gerekse yazılı medyadan izledik. Bu toplantıda
iki ülkenin ilgili Bakanlarının sözleri çok güzeldi ama Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın ‘Kuzey
Kıbrıs'ın çok önemli doğası, tarihi, Türkiye'nin Akdeniz'inde ne varsa onu içselleştiren insan, doğa yapısı var. Bu zenginliği bir
berekete, istihdam kapısına, gelişim kapısına kavuşturma konusunda işbirliği yapmak
istiyoruz.’ sözü acaba nasıl hayata geçirilebilecek? Biz kendi evimizde daha çok turisti
ağırlamaya ne kadar hazırız? Konu ne
olursa olsun ‘bütüncül’ bir bakış açısı gerektiği ve bunu genel olarak ne yazık ki başaramadığımız için her iki soruya da olumlu yanıt
verilemeyeceğini düşünüyorum. Ama her
şeye rağmen ülkem adına iyi işler yapılmasını ümit etmek istiyorum.
2011’in güzel bir yıl olması dileklerimle.....
Naciye Doratlı
CMYK
23 Ocak
2011
Sayı 19 6$
+$9$'ú6
+$
$9$'ú6
$
*$=(7(
*$=(7(6ú
(6ú (.ú (.ú0
6$<,
$<,
< 02 <$
<$ù$00(.$1<2580
<
$ù$0
$ù$00(.$
$
0(.$
$1 <2580
$1<2580
<21
21&$
&$ +h52
h52/
2/
:eök
ö 7aZ[d_
eök
7aZ[d_p
_p {d_l[hi_j[i_
SAYFA
SA
AYFA
AYF
DV× .DUL\HU úoLQµ
´8OXVODUDUDV×
´8OXVODUDUD
KARPAZ’I TARİF ETMEK
[email protected]
yonca
[email protected]
al@emu edu
u.tr
tr
Mimarlar herhangi bir binayı sadece
tasarlamak değil, aynı zamanda kapsamlı bir biçimde değerlendirmek ve bu
düşüncelerini yazılı ya da sözlü bir
biçimde dile getirebilmek üzere de eğitilirler. Belki sizlere tuhaf gelebilir ama bir
bina üzerine kitaplar yazılabilir. O bina
ne işe yarar, nasıl ayakta durur, hangi
nedenlerle göze güzel gözükür, nasıl
inşaa edilmiş olabilir gibi pek çok soruya
cevap aranabilir bu gibi düşünce süreçlerinde. Ama bir binanın neden göze
güzel gözüktüğü diğer sorulardan daha
farklı bir sorudur. Diğer soruların cevapları bilgiye dayanır ve analitik yaklaşım
yolu ile bina çözümlenip anlaşılabilir.
Yani binayı parçalarına ayırırsınız ve
herbir parçanın adını koymaya, sonrada
bu parçalar arasındaki ilişkileri tanımlamaya çalışırsınız.
Bir diğer deyişle bir bütünü parçalarına
bölersiniz. Oysa güzellikle ilgili soruları
cevaplamak için öncelikle bütüncül bir
yaklaşıma gereksinim vardır. “Böl ve
yönet” politikası bir işe yaramaz artık.
Tam tersine sizin de tüm kalbinizle anlamaya çalıştığınız bina ya da objeye dahil
olmanız onu hissetmeniz gerekir.
Ben de nezaman bir bina hoşuma
gitse onun neden hoşuma gittiğini dile
getirmeye çalışırım. Tıpkı bir egzersiz
gibi. Belkide uygulamacı bir mimar değil
de mimarlık eğitimcisi olduğum için birikmiş bir özlem nedeni ile, ya da bir gün bir
öğrenci önüme adını koyamadığım bir
proje getiriverirse ne olur endişesi ile
bunu yapıyor olabilirim. Eğer bir binayı
neden güzel bulduğumu ifade etmeyi
başaramazsam bu eksikliğin mutlaka üzerine giderim ve bu konuda bilinçli
düşünmeye ve bu düşünceyi de dile getirmeye kendimi zorlarım.
Ama son birkaç yıldır bu ilgi sadece binalara değil daha başka objelere, hayvanlara ve doğal ortamlara da
yönelmeye başladı. Bunlar arasında
güzelliğini dile getirme konusunda beni
en uzun süre zorlayanlar kediler ve
Karpaz bölgesi oldu. Bugün burada size
Karpaz bölgesini neden güzel bulduğumu anlatmaya çalışacağım.
Geçmişte her Karpaz’a gittiğimde
yolun belli bir yerine geldiğimiz andan
itibaren artık Karpaz’da olduğumu hissetmeye başlardım. Kendime hep neden
böyle hissettiğimi sorardım. Tarlalardan
mı kaynaklanıyor bu duygu? Yoksa
zeytin ağaçlarından mı? Zamanla tepelerin şekilllenişinin de çevreye kendine
özgü bir özellik kattığını farkettim. Birkaç
tepe türü tekrar ediyordu. İyice dağlık bir
yerdeysek Beşparmaklar gibi keskin ve
yukarı doğru bitişler olabiliyordu. Ama
Karpaz Yarıımadası
odacıklarının içinde yer alıyordu ama
uzayıp giden tepeler üzerine yerleşen
köyler ya da binalar da vardı.
Karpaz'ın Özgün Peyzajı
Karpaz Deyince
Karpaz'da Günbatımı
Karpaz'da Topoğrafya Odacıkları
En Kavrayıcı Odacıktaki Köy-Kaleburnu
nispeten daha düz bir bölgede isek ya
çok düzgün ve yukarı doğru daralan bir
yuvarlak oluşturan tepeler ya da yerden
kalkıp yükselerek uzayıp giden ve en sonunda da daha hızla sönümleniveren tepeler çevreye hakim oluyordu.
Sonraları başka ülkelere gittiğimde ya
da o ülkelerin resimlerini gördüğümde
oralarda da kendine özgü tepeler
olduğunu farkettim. Fakat bu kavrayış
sorunumu çözmüyordu, çünkü Kıbrıs’ın
her yerinde bu tepelerden vardı ve ben
özellikle Karpaz’ı neden tanıdığımı bulup
çıkarmaya çalışıyordum. Daha sonraki
Karpaz’a gidişlerimde araba ile yol üzerinde seyahat ederken çevremde
oluşan mekanları kavramaya çalıştım.
Mağusa bölgesinde iken geniş bir düzlük
içindeydim.
Oysa kendimi Karpaz’da hissetmeye
başladığım ilk yer tepelerle çevrili bir
mekandı. İçinde tarlalar, zeytin ağaçları
ve köylülerin birşeyler satmak için oluşturdukları ahşaptan ve sazdan gölgelikler (galifler) vardı. Bu mekana tepelerin
arasında yer alan bir kapıdan geçerek
geliniyordu ve yine daha başka tepelerin
arasındaki bir başka kapıdan geçerek de
buradan çıkılıyordu. Çıktığınızda ya
başka bir mekana –artık onlara odacık
demeye başlamıştım- geçiyordunuz ya
da uzun bir geçiş süreci, yani birtülü bitmeyen bir kapı içinde yol alıyordunuz.
Tepeler sanki çok kalın duvarlar oluşturuyorlardı. Karşı karşıya geldiklerinde
hızla geçilen kapılar meydana getiriyorlar, yanyana geldiklerinde ise bir türlü
sona ermeyen geçitlerden geçiyordunuz.
Bazen bir kapıdan geçip karşınızda
denizi buluveriyordunuz aniden. Bunlar
seyahatin sihirli ve herkesin sustuğu anlarını oluşturuyordu. Bazense kendine
özgü bir odacıkla karşılaşıveriyordunuz.
Kimi odacıklarda belli tür bir ağaç grubu,
kimilerinde belli tür bir tarla olabiliyordu.
Her odacık farklı bir yönden daha fazla
ışık alıyor ve kuzeyin beyazı ya da
güneyin sarısına boyanmış olabiliyordu.
Güneşli ve gölgeli yerlerin etkisi de unutulmaz etkiler yapıyordu. Köyler ve binalar çoğu zaman bu topoğrafya
Karpaz’ın uç kısımlarına doğru
Karpaz’da olma duygusu daha da
güçleniyordu. Bu güzel yere gide gele,
bu duygunun güçlenmesinin sebebinin
de az önce size sözünü ettiğim odacıkların giderek küçülmesi olduğunu keşfettim zamanla. Tepelerin arasında döne
döne inip çıkarken aynı zamanda da
giderek daha küçülen odacıkların içinde
ve daha kalın duvarların arasında kalıyordum.
Karpaz’a hem güney hem kuzey
sahilinden giden heriki yolda da aynı
durum sözkonusuydu. En kavrayıcı
odacık ise güneyden gidilen yol üzerindeki Kaleburnu köyünün içine yerleştiği odacıktı. Oraya ilk gittiğimde
kuvvetli bir yağmur yağıyordu. Üç
arkadaş bir Kıbrıs haritasında
gördüğümüz Cila Adası’nı arıyorduk.
Araba kayacak korkusu ile bu tepelerin
arasından inip çıkar ve onların oluşturduğu odacıklardan geçerken kendimizi
Kaleburnu’nun sarıcı yüksek tepelerinin
arasında buluverdik. Herhalde yağmurdan dolayı olacak çeşit çeşit insanlarla
dolu kemerli bir restoranda meşhur
hırsız kebabından yedik. Eskiden eli
silah tutan eşkiyaların çobanları koruduğu dönemlerde, hırsızların hiç
duman çıkartmadan kaçırdıkları hayvanları bu şekilde pişirdiklerini öğrendik.
Cila Adası çok küçük bir kaya
parçasıydı ama Kaleburnu’nu keşfetmek
çok güzeldi. Seneler sonra gazetede
orada bir ev satıldığını duyacak ve satın
almakta tereddüt etmeyecektim. Bu
vesile ile sık sık Karpaz’a gidecek,
odacıklarından geçecek ve en son ise
küpün yere gömülmesi ile yapılan
meşhur kebaptan yiyecektim. Bu odalar
silsilesinden geçmenin beni günlük hayatın sıkıntılarından uzaklaştırdığını ve
geri döndüğümde ise başka bir dinginlik
içinde olduğumu keşfedecektim.
Monarga, 6.1.2011
Resimlerin alındığı kaynaklar:
http://asunundefterinden.com/KIBRIS/4Girne.
htm
http://www.hotelsempati.com/Turkish/
kuzeykibris/kktc/kibrisin-daglari.php
http://tr.wikipedia.org/wiki/Karpaz_Yar%C4%B1
madas%C4%B1
http://www.flickr.com/photos/34097425@N05/37
12205201
http://www.ufg.unituebingen.de/index.php?id=152
http://studytour2009.wordpress.com/category/
water-desalination/
0(.$13(5(67
0(.$13(5(67
7 +$9$'ø6 *$=(7(6ø
*$=(7(6
6ø (.ø
Proje Koordinatör
Koordinatörü
rü / Editör 1DFL\
1DFL\H
H 'RU
'RUDWOÕ
DWOÕ 3URMH .RRUGLQDW|U <DUGÕP
<DUGÕPFÕODUÕ
PFÕODUÕ &HUHQ %R÷Do 8÷XU 'D÷OÕ ùHEQHP +RúNDU
+RúNDUD
D
*UD¿N 7DVDUÕP YH 6D\ID ']HQL &HUHQ %R÷Do
%R÷D
Do <D]Õ øúOHUL (NLEL $OIDEH
$OIDEHWLN
HWLN 1HVLO %D
%D\WLQ
\WLQ 8÷XU 'D÷
'D÷OÕ
÷OÕ .
.D÷DQ
D÷DQ *QoH (UFDQ +Rú
+RúNDUD
úNDUD ùHEQHP +RúNDU
+RúNDUD
D %H
%HULO
ULO g]PHQ 0D
0D\HU
\HUU
%HJP 0R]DLNFL .
.XWVDO
X
XWVDO
g]WUN +ÕIVL\
+ÕIVL\H
H 3XOKDQ
3XOKDQ 7UNDQ 8OXVX 8U
8UD]
D] 3URMH
H 5HVPL 6DKLEL 'R÷X $NGHQL]
$NGH
HQL] hQLYHUVLWHVL
hQLYHUVLWHVL 0LPDUOÕN )D
)DNOWHVL
D
DNOWHVL
*D]LPD÷XVD
Tel:
T
el: 630 PHN
PHNDQSHUHVW#HPXHGXWU
NDQSHUHVW#HPXHGXWU <D\
<D\ÕQFÕ
\ÕQFÕ .XUXOXú +D
+DYDGLV
YDGLV *D]
*D]HWHVL
H
HWHVL
/HIN
/HINRúD
RúD
CMYK
23 Ocak
2011
+$9$'ú6
+$9$
+$
$9$
$'ú6 *$=
*$=(7(6ú
=(7(6ú (.ú (.ú0
Sayı 19 6$
6$<,
$<,
< %ø5 %ø1$
%ø1$
$ %ø5 0ø0$5
5
:eök
eök 7aZ[d_p
Z[ {d
{d_l[hi_j[i_
[ i [i
SA
SAYFA
S
AYF
Y A
03
UUö8
ö85
5D
$ö/,
ö/,
UĞUR
LAŞ
D$
AĞLI
.DUL\HU úoLQµ
´8OXVODUDUDV× .
KONUŞMASINDAKİ COŞKUYU BİNALARINA
AKTARAN MİMAR:HÜSEYİN ATEŞİN “Mimarlık dünyaya bir ilave yapmaktır.”
[email protected]
ugur
.d
d
dagli@emu
[email protected]
edu tr
Konuşmalarıyla tanınmış insanlar vardır. Onları dinlemek başlı başına bir
zevktir.. 0 söylerken siz dinlersiniz. Saatlerce hiçbir şey söylemezseniz bile o
tatlı sözlerle siz konuşmuş gibi olursunuz. Hani bazı insanlar için "ağzından
bal akıyor." derler. İşte bu ağzından
akan bal, tatlı dilin balıdır. Tatlı dil insan
için başlı başına bir kuvvettir. (1)
Gençlik heyecanı ile Kıbrıs’a döndüğümde kendisini ilk kez Mimarlar odasında bir konuşma yaparken
tanımıştım. O konuşurken içindeki
enerjinin nasıl açığa çıktığını fark etmiştim o gün. Ve konuşurken çevresindekileri nasıl kuşattığını, herkesi
nasıl etkisi altına aldığını. Düşünmüştüm o gün acaba liderlik – etkileme konularında bir eğitim mi almıştı yoksa
öyle bir yeteneğe sahip miydi. Bir misyon adamı olduğunu biliyordum. Kendisiyle, ateist olan benim yaşam
felsefem, siyasi ideolojim ile çok farklı
noktalardaydık. Ancak mesleki anlamdaki sunumlarını her dinlediğimde hep
haz duymuştum.
İki toplumlu projelerde çalışmıştık birlikte. İlginçti ama zıt iki insan olduğumuz halde ortak projede – ki bunlar o
dönem toplum için hasas olan çalışmalardı – uyumlu ve barışcıl bir tutum ile
çalışmıştık. Kıbrıslı rumlara nasıl barışcıl, humanist ve dost bir tutum ile yaklaştığını görmüştüm…
Siyasi bir ideoloji taşımasına rağmen
mesleğindeki evrensel doğruları ve
meslek etiğini hep içinde taşıdığını hissetmiştim. Onun için de yaptığı birçok
mimari eserde bir kimlik arayışı vardı.
Evrensel bir kimlik. O, cami mimarisini
Kıbrıs’ta ilk ve tek modernleştirerek tasarlayan ve inşa ettiren kişiydi. Mimari
geçmiş değildi onun için gelecekti.
YAŞAMI
14 Ağustos 1942 yılında doğan Ateşin,
ilk ve orta eğitimini Kıbrıs İngiliz
Okulu’nda tamamladıktan sonra yüksek lisansını İngiltere’de alarak, genç
bir mimar olarak Kıbrıs’a geri döndü.
1970 yılında Beyrutlu Ruvan Hanım’la
hayatını birleştirdi. Üç çocuğu da Beyrut’ta dünyaya geldi. Hüseyin Mehmet
Ateşin, 1980 yılına kadar Güney Kıbrıs
başladığımda kampüs 3 – 4 binadan
oluşan küçük bir alandı. O dönemd
kampüs içinde bir bina sevimli bir şekilde köşede yeni bitmiş halde etrafa
gülücükler dağıtıyordu. Hemen dikkatimi çekmişti. Evet bu bina hem yapıldığı dönem hem de şimdi DAÜ’nün
tekdüze kampüs binaları arasında insana yakın ölçeği ve sıcak malzemesi
ile her zaman gülümseyerek ön plana
çıkmıştı ve hala daha çıkmaktadır. İki
kütleden oluşan binayı, gökyüzüne
kucak açan cam tavanlı bir giriş koridoru bağlamaktadır. Dikdörtgen mekan
bankaya, kare mekan ise kayıt kabule
ev sahipliği yapmaktadır. Burada iki
ana geometrik şeklin uyumu algılanmakta, iki ana fonksiyonun içine almaktadır. Dikdörtgen şeklindeki merkezi
bir toplanma mekanı ise iki ana geometrik şekle sahip mekanı birbirbirne
bağlamaktadır.Yığma tuğla strüktür ile
kırmızı kiremit yer ile bütünleşen bir
anlam yüklemekte yapıya. İç mekan,
kemerin tematik kullanımı, ışık – gölge
oyunu ile gizemli bir atmosphere bürünmektedir. (3)
Atalasa Teknik okulunda teknik elemanlar yetiştirdi.1980 yılında Suudi
Arabistan’da Kral Abdülaziz Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak görev
yaptı. Hayatını bilime ve öğretime adayan Ateşin, 1987 yılında ülkeye kesin
dönüş yaptı. Lefke Üniversitesi’nin de
kurucularından biridir. (2)
HAYATINI ÖĞRENCİLERİNE ADADI
Birçok mimari esere imza atan, Hüseyin Mehmet Ateşin’le, son günlerine
kadar birlikte aynı koridorda mimar yetiştirmeye devam etmiştik. Öğrencileri
ile ilişkileri hep arkadaş seviyesinde
kalmıştı. Jürilerde hiçbirzaman öğrencilerin onurunu kıracak bir yaklaşım içine
girmemişti.
KERPİÇ MİMARİ
Mısırlı Mimar Hassan Fathy hayranıydı. Kerpiç mimarisinin uzmanı olan
Fathy için hep hayranlıkla söz ederdi.
Yöresel malzememiz olan Kerpiçi modern anlamda yaygınlaştırma düşüncesine taşırdı ve Kıbrıs’a kerpiç ile
modern binalar yapmayı hayal ederdi.
DAÜ KAYIT KABUL VE
BANKA BİNASI
1991 yılında DAÜ Mimarlık bölümüne
Son söz
Hüseyin Ateşin herzaman bilimsel bilgilerin şeffaf olması, şeffaf olarak aktarılmasını söylerdi. Toplumla iletişim
içerisinde ortak değerlere dayalı yaşam
biçimi oluşturulması gerektiğini belirttirdi. Doçentliğe başvurumuz aynı döneme denk gelmişti. Benim jürim bana
bu ünvanı verirken onun için oluşturulan jüri siyasi duruşundan dolayı
“hayır” demişti. O gün sevinememiştim.
Kendisi bana “ ben üzülmedim, sen sanırım benim yerime de üzülüyorsun.
Bunlar önemli şeyler değil” demişti.Çok
kızmıştım. Çünkü mimari bilim alanında o ünvanı almaya yeterliliği olduğuna inanıyordum. “Doçent” ünvanı
mimari meslek anlamında toplumsal bir
duruş ise o bunu almayı çoktan hak etmişti ancak siyasi görüşü onu engellemişti…
Kaynaklar:
(1) zhayat.blogcu.com
(2) www.starkibris.net
(3) http://archnet.org/library/sites/onesite.jsp?site_id=4269
CMYK
23 Ocak
2011
Sayı 19 6$
+$9$'ú6
+$
$9$'ú6
$
*$=(7(
*$=(7(6ú
(6ú (.ú (.ú0
6$<,
$<,
< GEÇMøùø1
G
ÇMøùø1 6(6
6(66ø=
66ø= 7$1,./$5,
7$1,./$
$
$5,
04 GE
NACiYE DORA
ORATLI
ATLI KONUK YAZAR:HÜLYA YÜCEER
:eök
7aZ[d_p
p {d_l[hi_j[i_
eök
ö 7aZ[d_
7aZ[d_p
7aZ[d_
_p
{d_l[hi_j[i_
SAYFA
SA
SAYF
AYFA
´8OXVODUDUD
DV×
´8OXVODUDUDV×
´8OXVODUDUDV×
.DUL\HU úoLQµ
úoLQµ
´8OXVODUDUD
DV× .DUL\HU
MAĞUSA SURİÇİNDE KULLANILMAYAN KİLİSELER:
ST PETER VE PAUL KİLİSESİ (BUĞDAY CAMİSİ)
naciye doratli@emu edu tr
[email protected]
St Peter ve Paul Kilisesi Batı giriş cephesi- Restorasyon sırasında (Batu Odabaş)
Birçok yazımda vurguladığım üzere Gazimağusa Sur-içi, sahip olduğumuz kültür
varlıkları açısından çok zengin bir tarihi
kentsel alan. Burada yer alan, bir zamanlar
365 adet olduğu söylenen, ve bugün sadece bir kısmı ayakta kalan kiliseler önemli
bir yer tutmakta. Bu sayımızda restorasyon
uzmanı değerli bir mesai arkadaşım, Hülya
Yüceer, Sur-içi’nde kullanılmayan ancak şu
anda müdahale edilmekte olan St. Peter ve
Paul kilisesi, Osmanlı dönemi sonrasındaki
ismiyle Sinan (Buğday) Camisi ile sizinle
birlikte olacak.
11. yy sonunda Kutsal Topraklara düzenlenen Haçlı Seferleri’nin Kıbrıs için ne tür sonuçlar doğuracağı, geçen son 900 yıldaki
gelişmeleri düşünürsek, o dönem kimsenin
aklına bile gelmezdi sanırım. Bu giriş cümlesi, yine Doğu Akdeniz Üniversitesi, sanat
tarihi bölümü hocalarımızdan Michael
Walsh’ın St Peter ve Paul Kilisesi üzerine
yazdığı bir yazıda ayrıntılarıyla vurgulanmış.Gerçekten bugün Kıbrıs genelinde
sahip olduğumuz ve iyi ya da kötü ayakta
kalabilmiş kültür mirası yapıların büyük kısmının, Haçlı Seferleri ardından yaşanan
gelişmeler sonucunda ortaya çıkmış mimari ürünler olduğunu söyleyebiliriz. Bu seferleri takip eden yüzyıl içinde KıbrısFransız Guy de Lusignan’ın idaresine geçtiği için- Lüzinyan olarak adlandırılan ve
yaklaşık üç yüzyıl süren döneme girmiş
oluyor. Dolayısıyla, o dönem Avrupa’da
hüküm süren Orta Çağ ve onun ürünü
Gotik mimari özellikle de Fransız etkisiyle
adaya taşınmakta, Fransa’da aynı dönemlerde yapılmış Notre Dame-Rouen, Amiens
Katedrallerine atıfta bulunarak, Mağusa’da
St. Nicholas Katedareli gibi dini yapılar ortaya çıkmaktadır. Kısaca, bugün Mağusa’da kullanılan, kullanılmayan, kısmen ya
da tamamen yıkılmış pek çok kilise bu dönemde inşa edilmiştir. 1571 de onüç ay
süren kuşatma sonrası Osmanlılar tarafından alınan Mağusa’daki kiliselerin bir kısmı
kuşatma sırasındaki top atışları ve tarihi
belgelerde 1568 olarak söz edilen ve pek
çok yapıya hasar verdiği bilinen depremler
nedeniyle yıkılmıştır. Ayakta kalan kiliselerin ne amaçla kullanıldığı hakkında ayrıntılı
bilgiye sahip olmasak da St. Nicholas Katedrali’nin Lala Mustafa Paşa Vakfına verilerek camiye çevrildiği ve çok yakınındaki
St Peter ve Paul Kilisesi Batı giriş cephesiRestorasyon öncesi (Tuncer Bağışkan)
St Peter ve Paul’unde bir dönem Sinan
Paşa ismiyle cami olarak kullanıldığı bilinmektedir. Kiliseden camiye dönüştürülen
bu iki yapıdan Sinan Paşa Cami, daha
sonra yapısal sorunları nedeniyle -minaresinin yıkılması da bunun bir göstergesidirtehlike arz ettiği düşünülerek cami
işlevinden arındırlmış, bir dönem buğday
ambarı olarak kullanılmıştır. Hatta halk arasında bu işlevden dolayı Buğday Cami ismiyle de anılmaktadır. İngiliz yönetimi
döneminde 1916 ya kadar yine yiyecek
ambarı, bu tarihten sonra benzin deposu,
portakal paketleme atölyesi gibi pek çok
işlev verilmiştir yapıya.Bugün pek çok tarihi
kent için sorun niteliğinde olan, kent merkezinde büyük alana sahip yapıların, kamu
yararına kullanımı Mağusa için de çözüm
gerektiren bir sorun olmalı ki kiliseye
1964’den sonra Halk Evi ve kütüphane işlevi verilmiştir. Tüm bu işlevsel değişiklikler
sırasında farklı sorunlar için onarım yapıldığını biliyoruz. Ancak tüm bu çabalar kilisenin zaman içinde çatı örtüsünün ve iç
mekandaki ahşap balkonunun yıkılma sinyalleri vermesine engel olamadığı için yapı
uzunca bir süredir kullanılmamaktadır. Son
bir kaç aydır yapı çevresine kurulan iskeleler ve hızlıca devam eden onarım çalışmaları büyük merak ve heyecanla izleniyor.
Çalışmaların ne zaman sonuçlanacağı, ya-
St Peter ve Paul Kilisesi Güney cephesi- Restorasyon sırasında (Batu Odabaş)
St Peter ve Paul Kilisesi Güney cephesi- Restorasyon öncesi (Tuncer Bağışkan)
pının ne amaçla kullanılacağı hakkında ise
pek çok rivayet dolanıyor. Aslında bu yazının amaçlarından biri de ilgili soruları aydınlatmak ve bu sayede konuya ilgi çekmekti.
3 aylık bir süre içinde tamamlanması öngörülen ve SAVE yürütücülüğünde Halken İnşaat Şirketi tarafından uygulanan proje,
sadece strüktürel (yapısal) güçlendirme ve
onarım çalışmalarını içermektedir. Eylül
sonu gibi başlayan çalışmaların kısa bir
süre sonra sona ereceğini söyleyebiliriz.
Bugün devam eden çalışmalar aslında Mağusa Belediyesi ve aşağıda referanslarını
verdiğim çok değerli araştırmacıların çabaları üzerine kurulmuştur. Mağusa Belediyesi tarafından hazırlatılmış Mağusa’nın
kültür mirası ve koruma çalışmalarını anlatan ‘Against the Clock’ (Zamana Karşı)
isimli belgesel filimde Buğday Cami için yapılan yapısal analiz çalışmaları da yer alıyor. Bu ve daha öncesinde hazırlamış olan
‘The Stones of Famagusta’ (Mağusa’nın
Taşları) filmlerini kültür mirası bilincinin
daha geniş kitlelere ulaştırılması ve yurt dışında tanıtımı bakımından önemli buluyorum. Peki onarımdan sonra yapı ne
olacak? Ne amaçla kullanılacak? Bu sorulara doğru yanıtları bulmak için yapının mimari özelliklerinin yanısıra Mağusa halkının
ihtiyaçları, sur içinin değişen sosyal ve eko-
nomik yapısını da göz önünde bulundurmak gerekli. Teknik olarak iyi korunmuş,
ancak ne halk ne turist tarafından kullanılan tarihi yapıların örnek alınması ve aynı
hataların bu yapıda da tekrarlanmaması diliyorum.
Hülya Yüceer
[email protected]
Not: Bu yazının sizlere ulaşması gereken 9
Ocak sonrasında 12 Ocak 2011 tarihinde,Buğday Camisi törenle ziyarete açılmıştır.
Kaynakça:
Against the Clock, DVD, Directed by Dan Frodsham, Gazimagusa Belediyesi, Bağışkan, T. Ot-
toman, Islamic and Islamised Monuments in
Cyprus, Publication of Cyprus Turkish Education
Foundation, Nicosia-Cyprus (2009).
The Stones of Famagusta: the Story of a Forgotten City, DVD, Directed by Dan Frodsham and
Allan Langdale, Land of Empires and Black Dog
Media Productions, 2008.
Walsh, M. ‘Saint Peter and Paul Church (Sinan
Pasha Mosque), Famagusta: A Forgotten Gothic
Moment in Northern Cyprus,’ Inferno (2005).
Walsh, M. J. K., ‘The Re-emergence of The
Forty Martyrs of Sebaste in the Church of Saint
Peter and Paul, Famagusta, Northern Cyprus’, Journal of Cultural Heritage 8 (2007).
http://cyprus.usembassy.gov/usaid_stpaul_stpeter_sep10.html
CMYK
23 Ocak
2011
+$9$'ú6
+$
$9$'ú6
$
*$=
*$=(7(6ú
=(7(6ú (.ú (.ú0
Sayı 19 6$
6$<,
$<,
< +$9$
.2187
.218
87 9( <$
<
<$ù$0
$ù$0
$
0
eök 7aZ[d_p
Z[ {d
[ i [i
:eök
{d_l[hi_j[i_
d_l[hi_j[i_
d_l[hi_j[i_
KONUK YAZAR: ZEYNEP ONUR
´8OXVODUDUDV× .DUL\HU
.
úoLQµ
MİMARLIĞIN, HER ŞEYDEN ÖNCE YAŞANTININ
BİR ÜRÜNÜ OLDUĞU BUGÜN
ÇOĞU ZAMAN UNUTULMAKTADIR
05
HERA-C
6$<)$
6$
$<)
$<
< $
[email protected]
he
era-c@emu
e
ra [email protected]
edu tr
Konut ve Yaşam sayfasının bu
haftaki konuğu GAÜ Mimarlık Bölümü öğretim üyesi Zeynep Onur
bu yazısında konutun yaşantı ile
ilişkisinin üzerinde duruyor ve bir
anlambilimci olarak, çevremizi kuşatan konut biçimlerinin anlamsızlığının nedenlerini teşhis etmeye
çalışıyor. Bilimsel terminolojiden
uzak kalmayı başarmış bu akıcı
metnin, sizler için iyi bir pazar
okuması olacağını ümit ediyoruz.
İnsanoğlunun barınma ile ilgili ilk deneyimini, yapı kelimesini bir an için aklımızdan uzaklaştırarak düşünmeye çalışalım.
Açık havada kısa ya da uzun bir süre için
‘bir yerde olmak’ zorunda kalan insanı
hayal edelim. Yapacağı ilk şey uygun bir
“zemin” bulmak ya da bulduğu zemini
uygun hale getirmek olacaktır. Daha
sonra felsefeciler bunu, barınma eylemi
“orada yani o yerde olmak” tır diye onaylayacaklardır.
Bu yerin temel insani eylemlere –oturma,
yatma, gibi- uygun olması beklenir,
bunun için yapılacak ikinci iş ise, büyük
ihtimalle bir ateş yakmak olacaktır, O da
korunmak için, soğuktan ve vahşi hayvanlardan korunmak. Burası aynı zamanda da yemeğin pişeceği yerdir. Bu
sebeplerden dolayı ateş, oraya yerleşmenin merkezi olacaktır. Daha sonra bu
merkezin etrafında belki yakacak malzemesi biriktirmek, yiyecek depolamak ya
da yatmak için ayrı ayrı yerler düzenleyecek; oluşacak alanlar, eylemlere ve onu
çevreleyen malzemenin özelliklerine
göre biçimlenecektir. Oysa ki mimarlara
göre, konutun temelini oluşturan da bu
eylemlerdir zaten; duvarlar ve çatılar
değil! Mimarlığın, her şeyden önce yaşantının bir ürünü olduğu bugün çoğu
zaman unutulmaktadır.
Başka bir grup uzman da, tüm merakı ve
vahşiliği ile, soğuk ve yağmur ile karşı
karşıya kaldığında, bir yandan hayvanlardan öğrendikleri bir yandan iç güdüleri ile
karışmış durumdaki bu taş devri adamının mağaraya sığındığını ileri sürer.
Soğuk ve yağmurdan korunduğunda
mağarayı gün ışığı ve/veya ateşin ışığı
ile birlikte ilk önce bir sığınak olarak deneyimler. Fırtına dindiğinde mağarayı
terk eder ve onu dışarıdan tanır. Böylece
mağara fikri biçimlenir. En azından yağmur yağdığında sığınılacak bir yer olarak
hafızasına kayıt olur. bir başka mağarayı
gördüğünde bu ilk deneyimiyle, onu bir
“sığınma yeri” olarak kullanır ve yeniden
tanımlar.
Bu en temel beşeri etkinlik bugün bilimsel bir bakışla şöyle tanımlanmaktadır:
‘Çevre koşullarını kabullenmek yerine,
aktif girişimleri ile o koşulları denetlemek,
kendi yaptığı öğeleri ve emeğini de katarak çevreyi değiştirmek ve yeni yapay
çevreler oluşturmak, dış ortamdaki
uygun olmayan koşullardan, farklı ve istenilen koşulların geçerli olacağı yeni bir
ortam elde etmek amacı ile boşluğu sınırlandırmak ve onu çevresinden yalıtarak ayırmak, yapı eyleminin ve konutun
ilk adımını oluşturur’.
Bütün bunların ötesinde, belirli bir kimliğe
sahip olmak, somut "burası olmak" konutu ortaya çıkarır. Konut, “korunan bir
yerde huzur içinde olmak demektir" .
İnsan, dünyayı yapılar olarak somutlaştırabildiğinde mesken edinir. Gök ve yer
arasında mesken edinmek, "çok çeşitlilik
içinde" "yerleşme" anlamına gelir.
Yerler üzerinde kültürler zaman içinde
kendi karakterlerini, kimliklerini simgelerini oluşturuyorlar. Kıbrıs söz konusu olduğunda ise bir Akdeniz kültüründen söz
ediyoruz.
Akdeniz, bin bir peyzaj, birbirini izleyen
birçok deniz, üst üste yığılmış birçok uygarlık. Bin yıllardan beri her şeyin ona kavuştuğu, onu zenginleştirdiği bir yol
kavşağı. Akdeniz tarihini bir bütün olarak
ele aldığımızda, altı-on bin yıllık bir tarih
çıkıyor karşımıza. Yoğun katmanların birikiminden oluşmuş bir tarih. Akdeniz’e ait
mimari unsurların coğrafyaya göre çeşitlilik gösterdiğini söyleyebiliriz. Ancak yine
de iklimin ve coğrafyanın önemli bir şekillendirici olduğunun; yerel malzeme kullanımının; toprağa, yere ve geleneğe
saygının; insan ölçeğine yakınlığın; kapalı ve açık alanların bütünlüğünün aslında doğudan batıya Akdeniz’in
belirleyicileri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Geleneksel Kıbrıs konutunda da bu unsurlar geçerlidir. Konutu dış mekânından
koparıp tek bir yapı olarak düşünmemiz
olası değildir. İç, yani çekirdek, yer yer
kendi özelinde dışarı açılır. Konutun özel
sınırından dışarı, konutlar arası yarı özel,
dış alanlarda konut sosyalleşmeye başlar. Özel ve yarı özel dış mekânlar yaşama zenginlik katan unsurlardır.
Konutun dışına yapılan fırınlar, mutfaklar
hatta wc mahalleri bu durumun göstergeleridir. Avlular, konutun mahremiyetinin
devam ettiği, güneşin yakıcı sıcaklığından korunma sağlamak amacıyla oluşturulmuş dış mekânlar, bazen de tek bir
yapıya ait olmayan, birkaç bina ile çevrili,
Akdeniz yaşamının önemli bir parçası
olan komşuluk ilişkilerinin sürdürüldüğü,
ölçekli mekânlardır. Ne var ki bugün
diğer tüm yapılarda hatta daha da fazla
olarak özellikle konutta denenmiş biçimlenmelerin plan şemalarının, yapı gereçlerinin, strüktür dizgelerinin, yapı
yöntemlerinin ve ayrıntıların kökten değiştiğini izliyoruz.
Aslında bu, 2003 den beri Kıbrıs genelinde yaşanan hızlı yapılaşmada çok net
gözlenmekte. Bu zamana kadar yöresel
karakterdeki mimaride ‘yere’ karşılık
gelen, ve karakterini yerden alan bir mimari varken, yeni yapıların var olanı tamamen göz ardı ederek, nereye
yapılırlarsa yapılsın, aynı plan şeması ve
biçimlerin her yere yapıştırıldığını izliyoruz. Bu durum, ister bungalovlar ister
apartmanlar isterse de villalar söz konusu olsun, çoğunlukla değişmiyor. Sürmekte olan “yeni yapılaşma” kendini
kentin tarihinden, geleneğinden ve hatta
coğrafyasından soyutlamış gözükmekte,
artık var olan, geçerli ortak dilde, yapıların birbirleriyle olan ilişkisinde, ölçekte,
dış mekân kullanımında, varılan nokta
terk edilmiş, yerine ne kenti ne kullanıcıyı
ne toprağı gözeten bir yeni yapılanma ve
mimari giderek her yeri kuşatmakta.
Bahçe içinde ev tanımı ortadan kalkmış,
bahçe ancak garaj ve jakuzili havuz gibi
satış fiyatını artıran bir unsura dönüşmekte. Aslında yapılan şey, konutun tek
başınaymış gibi bağımsız olarak tasarlanması, sonra da bu tekil ünitenin arazinin ve metrekare kullanımının elverdiği
ölçüde çoğaltılmasından ibaret. Ortaya
çıkan durum da doğal olarak bir bütün olmayan, yan yana, sıra sıra dizilmiş konut
birimleri olmaktan öteye gidemeyen yerleşimler ve “ortak alan” adı altında geriye
kalan tanımsız alanlar. Ağaçlık alan tamamen yok edilip yapılar yerleştirildikten
sonra artakalan çorak alan “bahçe” olarak konut sahiplerine sunuluyor. İşin trajikomik tarafı, talan edilen bu yerlerin daha
sonra, kullanıcı ya da üretici tarafından
“doğalmış gibi” tekrar yeşillendirilmeye
çalışılacak olması. Kimi inşaat firmalarının aynı konutu –konutun kendi içinde
barındırdığı nitelikleri şimdilik bir tarafa
atsak bile – kentin hangi yöresinde
olursa olsun, gerektiğinde m² de yapılan
bazı değişikliklerle her bölgeye aynen
inşa ettiğini görüyoruz. Dağ ve denizin
görsel açıdan iç mekâna yapacağı katkıyı bile göz ardı ederek yapının giriş kapısının yol ile kurduğu ilişkiye göre yapı
parsele yerleştiriliyor.
Bu dikdörtgen kutular yöresel mimarinin
sunduğu yaşam çeşitliliğine karşıt olarak
dikte edilen bir yaşam biçimi sunuyor. Bu
şekilde tasarlanmış konutlarda daha
önce hiç tanımadığınız bir ailenin zilini
çalarak televizyonunu koyduğu yeri elinizle koymuş gibi bulup karşısındaki koltuğa oturup seyredebilirsiniz.
Dergilerdeki konut reklamlarına baktığımızda da bilgisayar veya cep telefonu
reklamlarından farklı olmadığını, ev tanımlamalarının, “3 oda, 1 salon, yanında
da bir havuz” a indirgenmiş olduğunu görüyoruz. Oysa mekân dediğimiz şey beş
duyuya birden hitap etmektedir. Işık,
renk, doku, ısı, ses, koku hatta tat alma
mekânı oluşturan kavramlardandır. Bahçeden gelen bir ağacın kokusu ya da
taze toplanan bir portakalın tadı bile o
mekânı var eden öğelerdir.
Çok uzaktan görülen denizin kendisi
değil ama görüntüsü de o mekâna aittir.
Bu demektir ki, bir konut, onu çevreleyen
dış duvarlarla sınırlanamayacağı gibi,
kendisine ait dış mekânın sınırlarıyla da
sınırlanamaz. Bu durum bizi tekrar mekânın, yaşantının ürünü olma durumuna
geri götürüyor. Bu gerçek, konut üretimin
baş aktörleri olan kullanıcılar, mimarlar ve
müteahhitler tarafından fark edilirse belki
o zaman metrekareler ve büyüklükler yerine mekansal kaliteler, ilişkiler ve yaşantılar tartışılmaya başlar ve konut
tasarımına bunlar yön verir diye umuyoruz.
Zeynep Onur
Girne Amerikan Üniversitesi,
Güzel Sanatlar ve Mimarlık Fakültesi,
Mimarlık Böl. Öğretim Üyesi
[email protected]
CMYK
23 Ocak
2011
Sayı 19 6$
+$9$'ú6
+$
$9$'ú6
$
*$=(7(
*$=(7(6ú
(6ú (.ú (.ú0
6$<,
$<,
< 06 GE
GELENEKTEN
G
LENEKTEN
N (95(16(/(
( 0ø0$5ø
KONUK YAZAR:BANU T. ÇAVUŞOĞLU
K$$ö$1
ö$1 GÜNÇE- NEVZA
EVZAT
T Ö0(5 S$$
$$7&,2ö/8
$7
7&,2ö/8
:eök
eök
ö 7aZ[d_
7aZ[d_p
_p {d_l[hi_j[i_
6$<)$
6$
$<)
$<
< $
DV× .DUL\HU úoLQµ
´8OXVODUDUDV×
´8OXVODUDUD
KENGO KUMA’NIN KENDİ ‘GELENEKSELİNDEN’
EVRENSEL MİMARİYİ OKUMAK
N
NDJDQJXQFH#HPXHGXWU
#
G W QVDDWFLRJOX#LNXHGXWU
QVDDWFLRJOX#LNX
W L O #LNXHGXWU
G W
[email protected]
Chokkura Plaza (Int.4)
‘Doğa ile bütünleşen yapı’ ifadesi dile getirildiği zaman ilk akla gelen yapılar, mimarı belli olmayan anaonim olarak
tanımlanabilen geleneksel yapılardır. Bu
yapılar, gerek mimari formu ile gerek kullanılan malzemesi ile ‘doğadan yapılar’,
‘doğanın doğurduğu yapılar’ olarak bilinirler. Geleneksele alternatif olarak, özellikle
sanayi devrimi sonrası kullanımı ve popülaritesi hızla artan çağdaş yapı malzemeleri ile değişik üsluplarda mimari
üretim patlaması yaşanır. 20’nci yüzyılın
son çeyreğinde başlayıp yaklaşık 20’nci
yüzyılın sonlarına kadar süren bir mimari
üretim patlaması ile özellikle tüm Japonya’yı kasıp kavuran, sonradan balon yıllar olarak anılan dönemdeki ‘kimliksiz’ ve
‘içeriği şişirilmiş’ yapılara karşıt bir tavır
sergileyen mimarların başında Kengo
Kuma gelmektedir. Kuma, sıra dışılığı ve
ahşap, cam, çelik, bambu gibi doğal malzemeler kullanarak, doğayla bütünleşen,
peyzaj içinde kamufle olan tasarımları ile
kısa sürede dünyaca tanınan, takdir
gören, önemli ve değerli bir mimar olur.
Yapı - Endüstri Merkezi (YEM) ve Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi'nin
davetlisi olarak ‘Nesneye Karşı’ başlıklı
konferansta Kengo Kuma, “Dünyanın
20’nci yüzyıla dek farklı doğal malzeme
ve geleneksel yapım yöntemleri ile uygulanan bir mimarlığa sahne olduğunu belirterek, 20’nci yüzyılda beton
kullanımının bu çeşitliliği öldürdüğünü”
dile getirir ve “21’nci yüzyılda sürdürülebilirlikten bahsetmek istiyorsak, bunu yeni
açılımlar ve yerel malzemelerin yorumlanması ile başarabiliriz” şeklinde ifade
eder. Farklı bakış açılarıyla farklı yaklaşımları temsil eden birçok tasarımcı,
özellikle günümüz çeşitliliği içerisinde mimariyi zenginleştiren örnekleriyle tasarım
dünyasında yer bulmaktadır. Bu anlamda, Kengo Kuma yerel malzemelerin
kullanımının yararlarına atıfta bulunurken; örneğin 20’nci yüzyıl Mısır mimarisinde oldukça ağırlığı olan ve üslubu ile
dünya literatüründe de adından çokça
söz ettiren mimar Hassan Fathy (1900 –
1989), çok farklı söylemler ve uygulamalar içerisindedir. Fathy “bir yerde yapı
yapmak değil, bir yerden yapı oluşturmak” gerektiğini vurgular ve bir başka
‘yer’in teknolojisini, olanaklarını o yerin
kültürel özelliklerine uydurmak değil, o
Tropolism Buildings: The De Young
Museum of Art (Int.5)
Irving Hung – Hui Huang (Int.6)
yerin mevcut teknolojik olanaklarını kullanarak yapı yapmak onun mimarlığında
önemli yer tutar (Özkan, 2000). Fathy’e
yöneltilen eleştirilerden en önemlilerinden
biri “acayip, yabansı, rustik manzaralar,
kubbeler, tonozlar, kemerler ve kerpiç”
kullanmasından ötürü ‘romantik’ olduğudur. Bu eleştiri, O’nun geleneksele olan
doğrudan bağlılığından kaynaklanmaktadır (Steele, 1988). Kuma ise, gelenekselin ve geleneksel olanın doğrudan alınıp
kullanılmasının sakıncalı olabileceğini,
çağımızda kullanılırken çağın gerekleri ile
yorumlanıp kullanılması gerekliliğine inanır. 1954’te doğan Kengo Kuma, kendi
tasarım şirketini 1990’da Tokyo’da kurdu
(Kengo Kuma & Associates). Değişik
üniversitelerde dersler veren, başta Japonya, ve Finlandiya, İtalya gibi ülkelerde
pekçok anlamlı ödül kazanan Kengo Kuma’nın Japonya’da bulunan 50 kadar binası (konut, müze, ticari yapı, vs.),
kendisini ‘öne çıkan bir mimar’ konumuna getirmiştir. ‘Mimariyi silmek’ ana
motifini oluşturur; mimarinin kendi çevresinde, doğal veya şehir aynı şekilde,
sanal olarak ortadan kaybının gerekliliğine inanır. Sözde ‘zayıf’ binaları için
Kuma toprak, ahşap, bambu, ve taş gibi
geleneksel malzemeler kullanır, ama
bunları yenilikçi konstrüktif kompozisyonlar kurgusunda biraraya getirir. Burada,
‘zayıf’ ifadesi yaygın olarak bilinen anlamından çok öte ve derin bir anlam içermektedir. Kengo Kuma bu kavramı,
geleneksel Japon felsefesinden bir uyarlama olarak mimarisine atfetmiştir. Söz
konusu felsefede doğaya sonsuz bir
saygı vardır. Kuma da mimarlık mesleğini insan yapısı bir yaratıyı dünyaya yerleştirmek olarak gördüğünden,
bulunduğu çevreye saygı çerçevesinde
yaratısını sakin tutar. Bu anlamda kendi
değişiyle ‘zayıf’ mimari doğaya ya da
‘bağlam’a entegre bir eylemin ifadesidir.
Ando Hiroshige Müzesindeki (Bato, 1998
– 2000) ‘washi’, yani Japon Kağıdı kullanması; ya da Taş Müzesi’nde (Nasu,
1996 – 2000) malzeme olarak taş kullanması, ama bunu yaparken de ince taş
blok katmanlarının tekrarıyla cepheyi
ajur, ya da kafesoyma strüktürü gibi oluşturması bu tavrına örnek gösterilebilir.
One Omotesando Binası (Tokyo, 200103) cephe boyunca devam eden dikey
bir dizi ahşap şeridin tekrarından oluşur;
Stone Museum (Int.8)
V&A Project – Museum
and the Tay River (Int.7)
boşluk ve doluluklarla lekelenmiş binanın
bu sürekli derisi, oblik olarak bakıldığında
tamamen şeffaflaşır. Bu nedenle Kengo
Kuma için malzeme herzaman için, mimarinin estetik ve sembolik değerlerine
yönelik bir konstüksiyon prensibidir.
Marco Casamonti’nin kendisiyle yaptığı
bir söyleşiden, çalışma şekli ve yöntemi
olarak malzemeyle ‘deney yapması’ konusunda çıkarımlar yapmak mümkündür.
Örneğin, “malzemeyi kullanma şeklinizle
tanınıyorsunuz, projelerinizde çok fazla
modernlik de çok güçlü gelenek imajları
da bulunmakta, gelenekle ilişkinizi anlatabilir misiniz?” sorusuna verdiği yanıttan
da anlaşılacağı gibi gelenek Kuma için
çok önemlidir, ama detaylarına yapışıp
kalmaz, yenilikçi kullanım biçimleri geliştirir. Geleneğin felsefesini alır. Japon geleneğinde en önemli şey çevreye saygıdır.
Bu bağlamda mimari sakin ve sessiz olmalıdır. Yine, geleneksel Japon kültüründe mimarın temel fikri izole objeler
tasarlamak yerine, varolan doğal çevreye
nasıl cevap vermesi gerektiğiydi; Kuma
da bu metod üzerinde çalışır ve bu metodu modernleştirerek bütünlüklü tasarım
bağlamında uygular. Doğa ile bütünleşen yapılar tasarlar. Sınırların yokoluşuyla (!) birlikte dünyanın pekçok
yerinde, başta Japonya olmak üzere Avrupa, Amerika ve Çin’de bu felsefeyle
eserler ortaya koymuştur. Diğer bir deyişle, geleneği evrensele dönüştürmüştür. Geleneksel malzemenin çok
yönlülüğü / değişkenliği Kuma’nın ele aldığı ana temadır. Bunu ‘mimarlığın maneviyatı’ ya da kendi ifadesiyle
‘önemsizliği’ gibi paradoksal bir yorum
alanında gerçekleştirir. ‘İnşa edilmiş maneviyat / önemsizlik’ bakışaçısında Kengo
Kuma mimarisinde malzeme ve ışık, hisler, formun inşasına yönelik anlamlar
ahenk içerisinde hep birliktedir.
Bu yazıda gündeme taşıdığımız mimarın
yaklaşımları örnek alınarak; öneminin
sıklıkla vurgulandığı geleneksel mimarinin yorumlanarak ‘doğa ile bütünleşen’,
‘doğanın reddedemeyeceği’ çağdaş boyutlara taşınması mümkündür. Bütünlüklü ve sorgulayan bir bakış açısıyla bu
hiç de zor değildir.
Banu T. Çavuşoğlu
Kağan Günçe
Kaynakça:
Özkan, S., "Hassan Fathy'nin Çabası ve Mimarlığı Üzerine." İstanbul: Boyut Yayınları (Çağdaş Dünya Mimarları/5), 2000.
Steele, J., Architectural Monographs Hassan
Fathy, Academy Editions, St. Martin's Press, Londra, 1988.
Ultav, Z.T. & Sahil, S., “Hassan Fathy Mimarlığı’nda Tasarım İlkeleri Üzerine Eleştirel Bir İnceleme”, Gazi Üniv. Müh. Mim. Fak. Der., Cilt 19,
No 4, 365-374, 2004.
Int1.http://www.yapi.com.tr/HaberDosyalari/dogaile-butunlesen-yapilarin-mimari-kengo-kuma turkiyede_66698.html
Int2.http://www.yapi.com.tr/Haberler/Iliskili_kengo
-kuma-nesneye-karsi-durusunu-yemde paylasti_1097.html?KaynakID=72729
Int3. http://www.egodesign.ca/en/article.php?article_id=137
Int4. http://www.architetturadipietra.it/wp/?p=915
Int5.http://www.tropolism.com/celebutantes/index
.php?page=10
Int6. http://www.mimdap.org/w/?p=5346
Int7.http://www.bustler.net/index.php/article/va_at
_dundee_unveils_shortlisted_designs
Int8. http://www.architetturadipietra.it/wp/?p=915
CMYK
23 Ocak
2010
Sayı 18 6$
+$9$'ú6
+$
$9$'ú6
*$=(7(6ú
=(7(6ú (.ú 6$<,
$<
<, $
*$=
(.ú0
+$9$
07 ù$0
21&$
h52/
NACİYE
DORATLI
–$5$
TÜRKAN
ULUSU
URAZ
.876$/ g=7h5
=7h5.
. '(5
(5<$
5<$ 2.
.7$<
7$
< ù(%1
(%1(0
1(0
+2ù.
2ù.$5$
%<
(*h0
(*h
h0 0+
2=$
2
=$
iKÇi '26<$
'2
6<$
<$
:eök
eök 7aZ[d_p
Z[ {d_l[hi_j[i_
{d
[ i [i
d_l[hi_j[i_
d_l[hi_j[i_
.DUL\HU úoLQµ
´8OXVODUDUDV× .
SAYFA
SA
AYFA
AYF
PAZARLARDAN, MERKEZLER’DEN, MALL’LARA VE
NİHAYET FORUM’LARA… ALIŞVERİŞ MEKANLARI
[email protected]
NXWVDOR]WXUN#HPXHGXWU
NXWVDO
NXWVDOR]WXUN#HPXHG
R]WXUN#HPX HG
GX
G
XWU
WU GHU\DRNWD\#HPXHGXWU
GHU\D RNWD\#HPX HG
GHU\DRNWD\#HPXHG
GX
G
XWU
WU VHEQHPKRVNDUD#HPXHGXWU
VHEQHP KRVNDUD#HP
VHEQHPKRVNDUD#HP
PX
P
XHGXWU
HGX WU EHJXPPR]DLNFL#FFHPXHGXWU
EHJXPPR]DLNF
EHJXP PR]DLNF
FL#FF
F
L#FFHPXHGXWU
HPX HGX WU
ÇRFXNNHQPLRNXGXPELULVLPLDQOD
ce yaşamak
, bir zamanlar sade
Alışveriş etkinliği yulan ürünleri almak için yapıiçin gereksinim du odern toplumlarda tüketim
m
lırken, şimdilerde ıştıran ‘sosyal statü ve kimlikğr
tanımlamasını ça inlik alanı’ haline gelmiştir.
etk
merkezinde
leri belirleyen bir
anlarının aynı kentzuncu yüzyıl
tm
ka
ve
ıf
Tüm sın
ku
do
on
,
merkezli
toplanabildiği, tek ğımız “çok merkezli” kentler
Ça
kenti artık yoktur. ininin, yalnızlığını sınayacağı
zg
çağıdır ve kent ge erkezi, artık kredi kartı olmam
pek çok alışveriş ecek kadar sterilize olmuştur.
ey
yanlarla yüzleşm
Tüketim süreçleri ve tüketim alışkanlıklarında ortaya çıkan değişim ve dönüşümler, kent mekânı açısından büyük
bir önem taşır. Bu değişimlerin en iyi
gözlemlenebileceği yerler ise, şüphesiz
kentlerin
alışveriş mekânlarıdır. GünüK
müzde biraz da eleştirel bir bakış açısıyla “tüketim katedralleri” ne dönüşen
alışveriş mekânlarının son 10 yıldaki
gelişimi, alışveriş alışkanlıkları açısından yaşanan değişimin en çarpıcı göstergesidir.
Çoğumuz günlük özel hayatımızda
özellikle de hafta sonlarında mutlaka bir
alışveriş merkezine uğruyoruz. Sadece
ihtiyacımız olanları almak için değil, sinemaya gitmek için yemek yemek için
hatta çay ya da kahve içmek için bile
buralara gidiyoruz artık. Arkadaşlarımızla buluşmak, zaman geçirmek ve
daha çok da sosyalleşmek için çoluk
çocuk ailemizle gidebildiğimiz neredeyse tek yer alışveriş merkezleri.
Doğaldır ki bu talep yatırımcılar tarafından çok iyi değerlendiriliyor. Kentlerimize ve hayatımıza her gün daha
büyük ve gözalıcı bir yeni merkez kazandırılıyor. Adları, önceleri alışveriş
merkeziyken, sonra mol (mall), şimdilerde de ‘forum’ oldu. Kelime olarak
‘Forum’, Eski Romalılar döneminde kişilerin biraraya gelip sosyalleşmek için
kullandıkları alan anlamına geliyor. Bu
kavram alışveriş merkezlerimizi tam anlamıyla ifade edebilir mi? Bilemeyiz
ama, 2005 yılından bu yana Türkiye’nin çeşitli kentlerinde 8 forum/alışveriş merkezi açıldı. Bünyesinde prestijli
ofis ve konut ünitelerini de içeren bu
dev komplexler bu nedenle olsa gerek
‘alışveriş ve yaşam merkezi’ olarak da
adlandırılıyor. Artık her kentin bir FORUM’u var, kentlerin isimleriyle anılıyorlar. İstanbul Forum, Trabzon Forum,
Mersin Forum gibi ve yakında Lefkoşa’da da bir Lefkoşa Forum açılacağı
konuşuluyor.
Bu binaların sahibi küresel bir yatırımcı firma, 14 Avrupa ülkesinde gerçekleştirdiği 176 gayrimenkul projesi ve
yönettiği 41 alışveriş merkeziyle Avrupa’nın bir numaralı parekende devi
olan ‘Multi Development’(1). Türkiye’de
inşa edilen ‘Forum’ binalarının sahibi
Multi Development Türkiye adlı bir alt
kuruluş. Böylece bu binalar bir uluslararası ekonomik birikimin, ticari deneyimin, kültürün, mimarinin ve hatta mekan
dilinin kısaca global bir senaryonun bir
parçası olmak üzere tasarlanıyor, işletiliyor ve kullanılıyorlar. Bu konudaki eleştirel bakışımızı daha da
derinleştirmeden önce alışveriş mekanlarının geçmişine doğru kısa bir yolculuk yapmakta fayda var.
Alışveriş Mekanlarının Geçmişi….
Alışveriş etkinliği neredeyse insanlık
tarihi kadar eski. İnsanoğlu para bulunmadan önce bile Barter sistemi denilen
takas yöntemi ile bir çeşit alış veriş yapmaktaydı. Lidyalılar tarafından paranın
bulunması ile takas yöntemi yerine para
karşılığında alışveriş yapılmasına başlandığını biliyoruz.
Alışveriş mekanlarının tarihi insanoğlunun yerleşik düzene geçtiği ilk yıllara
dayanıyor. Kent tarihi ile ilgili önemli
kaynaklarda, Mısır-Hitit döneminde alışveriş etkinliklerinin Tapınakların çevresindeki açık mekanlarda
\RNVD¿OPLQLIDODQPÕVH\UHWWLPKLo
KDWÕUODPÕ\RUXPDPD.LEULWoL.Õ]PDV
GHQLQFHDNOÕPDLONJHOHQúH\oRNVR÷
YHNDUOÕELUQRHOJHFHVLQGHELUHNPHN
DODELOPHNLoLQPLWVL]FHNLEULWVDWPD\
oDOÕúDQ\RNVXOELUNÕ]oRFX÷XQXQVH
±GRNX]\DúODUÕQGDROPDOÕEDFDVÕQG
GXPDQWWHQELUHYLQÕúÕNOÕSHQFHUHVL
LoHUL\HNLPVHJ|UPHNVL]LQEDNÕúÕYH
LoHULGHQJHOHQP]L÷LYHDKHQNOLLQVD
VHVOHULQLGLQOH\LúLGLU'DKDVRQUDVR÷
GDKDID]ODGD\DQDPD\ÕSNLEULWOHULQL|
ELUHULNLúHUVRQUDEHúHURQDU\DNPD\
EDúOD\DFDNYHD\QÕJHFHQLQVDEDKÕR
SHQFHUHQLQ|QQGH|OEXOXQDFDNWÕU
gerçekleştirildiği; Antik Yunan ve Roma
dönemlerinde alışveriş etkinliğinin mimari bir biçim alarak kentin ayrılmaz bir
parçası haline geldiği ve ilk planlı alışveriş mekanlarının Agora (Antik Yunan)
ve Forum (Roma) olduğu belirtiliyor (2).
Böylece bu antik kentsel formlar aynı
zamanda ticari bir kentsel mekan, yani
Pazaryeri olarak da kullanılıyorlar.
Ortaçağ Avrupa’sında ise pazaryerlerinin seyyar olarak katedrallerin çevresinde ve meydanlarda kurulduğunu
görüyoruz. 12. Yüzyıl sonrasında alışveriş etkinliği seyyar birimlerden özel
pazarlara, üstü kapalı tekil dükkanlara
dönüşüyor. Zemin katta dükkan ve deposu, üst katta tüccarın evinin yer aldığı
yapılar bu dönemde kent dokusunun
önemli bir parçasını oluşturmuş. Hatta
Floransa’daki Ponte Vecchio gibi köprülerin üzerine bile dükkanlar inşa edilmiştir.
Batı dünyasındaki alışveriş eyleminin
kent dokusunda kendi mekanlarını oluşturması ya da kent dokusunun şekillenmesindeki sözünü ettiğimiz bu etkisine
karşın, Osmanlı kentlerinde ilki zanaat
ürünlerinin alışverişinin yapıldığı han ve
kapalı çarsılar, diğeri yiyecek maddelerinin satıldığı yerler olmak üzere iki ayrı
ticari eylemden söz etmek mümkündür
(3). Sanayi öncesi toplumlarda kentleşmeyi ifade eden en önemli gösterge
alışveriş merkezleridir. Alışveriş merkezleri “yapısız veya açık”, “yapılı veya kapalı” olmak üzere iki ana başlık altında
toplanmaktaydı. Hafta da bir ya da birkaç kez kurulan veya sürekliliği olan pazarlar açık alışveriş yerleridir. Bedesten,
han, çarsı gibi yapılar kapalı alışveriş
gQFHOLNOHELU$QGHUVHQPDVDOÕRODQE
PDVDOÕQNRQXVXQXQoD÷GDúELUNHQWW
\]\ÕOGDN|\OHUGHQJ|oHWPLúROD
LúoLOHULQRGDNODQPD\DEDúODGÕ÷Õ$YUX
NHQWOHULQGHQELULQGHJHoL\RUROGX÷XQ
GúQ\RUXP.oNNÕ]Lú\HULQGHQ
G|QHQHULúNLQOHUHNLEULWVDWDELOPHNLo
YDUVÕODLOHOHULQ\DúDGÕ÷ÕEL]LPEDNÕú
DoÕPÕ]DJ|UHWDULKLHYOHULQEXOXQGX÷X
PDKDOOH\HJHOPLúWLU.HQWHJ|oYHNH
\RNVXOOX÷XKHQ]\HQLROGX÷XLoLQSH
JQP]NHQWOLVLQLQDNVLQHKÕUVÕ]OÕN\
GDFDQJYHQOL÷LJLELVRUXQODUÕROPD\
EXYDUVÕOODUDDLWPDKDOOHGH\DEDQFÕOD
ELQDODUD\DNODúPDVÕQÕHQJHOOH\HFHN
JYHQOLNWHGELUOHUL\RNWXU.LEULWoLNÕ]
H÷HUJQP]GH\DúDPÕúROVD\GÕQH
GHPLUSDUPDNOÕNOÕYLOODODUDQHNDSÕVÕQ
JYHQOLNWHQVRUXPOXNDSÕFÕODUÕQEHNOH
DSDUWPDQODUDQHGHoHYUHVLGLNHQOLW
yerleridir. Bu yapılar
ve meydanlar kenoHYULOLVLWHOHUH\DNODúDELOHFHNWL%\
tin fiziki dokusunu
doğrudan etkiler koRODVÕOÕNODJQG]J|]\OHNHQWPHUNH
numdadır (4). O\DGDE\NELUVSHUPDUNHWLQ\DNÕQ
kadar ki kentsel
boşluklar ve bunların
morfolojik çeşitliliği
NLEULWGH÷LOoDNPDNKDWWDEHONLGHVLJ
LoHQOHUD]DOGÕ÷ÕLoLQND÷ÕWPHQGLOIDOD
bu kapalı alanların
içinde de devam etVDWPD\ÕWHUFLKHGHFHNWL
tiği için, çoğu kez
kadınlar için güvenli,
ve herkes için korunmuş kestirme yol
%|\OHVLQH\D\JÕQYHGHULQELU
alternatifleri sunmaktadırlar.
\RNVXOOX÷XQoRNúNUJHoPLúWHNDOG
Anadolu’da Selçuklu
- Osmanlı külGúQHELOLUVLQL]DPDPDOHVHIEXGR÷
türü içinde önemli
bir yer tutan çarşılar,
GH÷LOGLU7PGQ\DGDROGX÷XJLEL.X
kentlerde alışverişin
mekan kültürünü
.ÕEUÕV¶WDGDKÕ]ODDUWPDNWDGÕUNHQW
yaratmıştır. Ortadoğu’ya
bakacak olur\RNVXOOX÷X.DKYHKDQHOHUGHLúEHNOH
sak, günümüzünHUNHNOHUVRNDNODUGDoDUúDIPDVD|U
alışveriş merkezlerine
benzer ilk yapının
Suriye’nin Şam kenYVVDWDQNDGÕQODUYHVSHUPDUNHWOHUL
tinde 7. Yüzyılda,
İran’ın İsfahan şeh|QQGHGLOHQHQoRFXNODUDUWÕNEL]GH
rindeki Kapalı Çarşının
ise 10. Yüzyılda
YDU$QNDUD¶\ÕGúQG÷PGHDNOÕPD
inşa edilmiş olduğunu
görüyoruz. GünüKHPHQNHQWPHUNH]LQGHKHU\HUHWH]J
DoPÕúoROXNoRFXNYHRQODUÕQ]DEÕWDG
müze kadar gelen
tarihi kapalı çarşıların
|UJWONDoÕúPHNDQL]PDODUÕJHOL\RU
en büyüklerinden
birisi ve en ünlüsü
%LUÕVOÕNGX\X\RUVXQX]YHELUDQGD\H
olanı, 15. Yüzyılda
inşa edilen İstanbul
\DUÕOÕ\RUYHLoLQHJLULYHUL\RUEXoRFXN
Kapalı Çarşısı bu
bina tipolojisinin en
1HUH\HJLWWLNOHULQLKHUúH\J|]Q]Q
görkemli örneklerinden.
Nuruosmaniye ,
|QQGHROXSELWPHVLQHUD÷PHQVL]
Mercan ve Beyazıt
semtlerini bağlayan
ELOHJ|UHPL\RUVXQX]/RV$QJHOHV¶Õ
Kapalıçarşı 64 cadde
ve sokağı , iki beGúQG÷PGHGHULQOHPHVLQH\RNVX
desteni , 16 hanı+LVSDQLNPDKDOOHOHULQLQRUWDVÕQD\DS
, 22 kapısı ve yaklaşık
3600 dükkanı ileJ|NGHOHQOHUOHoHYULOLELUNHQWPH\GDQ
neredeyse dünyanın
en eski ve en büyük
alışveriş merkezi
N|WJL\VLOL+LVSDQLNOHULQVRNXOPD\ÕúÕ
olarak kabul ediliyor.
Kent tarihi ile birJHOL\RUDNOÕPDg]HOOLNOHPH\GDQLOH
likte aşamalı olarak
gelişmiş, ilk çekir\RNVXOPDKDOOHOHUDUDVÕQGDNLJHoLúOH
NRQWUROHGLOHELOHFH÷LúHNLOGHWDVDUODQ
değinin Bizans’tan
kalma olduğu,
Fetih’ten sonra 1461 de yapılan ilavelerle büyümeye başladığı biliniyor.
17. yüzyılda aydınlanmanın ilk adımlarıyla birlikte batıda Avrupa kentlerinin
nüfuslarının artmasıyla büyük açıklıkları
gerektiren fuar, panayır türü alışveriş etkinliklerinin dökme demirden strüktürlerle örtüldüğü yeni bir mekan ve bina
tipolojilerine tanık oluyoruz. Bu çok katlı
binaların alt katı mağazalar ve yaya soCMYK
:eö
2010
Sayı 18 6$
+$
$9$'ú6
$
*$=(7(
(6ú (.ú 23
Ocak
(.ú0
$<,
< +$9$'ú6
*$=(7(6ú
6$<,
08 '
'26<$
26<
<$
<$
NACİYE
URAZ
K
GgÜNERAZİFE
ZAYONCA
H+
ÜROL
.AĞAN
876$/DORATLI
=7h5.
=7h
h5.–
NTÜRKAN
'
(5<$
(5
5<$ Ö
2ULUSU
.7$<
.
7$<Yù
(%1(0
2ù.$5$
2ù.
$5$ %(*h0 02
2=$
=$LKÇL
6$<)$
6$
$<)
$<
< $
:eök
eök
ö 7aZ[d_
7aZ[d_p
_p {d_l[hi_j[i_
´8OXVODUDUDV×
´8OXVODUDUD
DV× .DUL\HU úoLQµ
PAZARLARDAN, MERKEZLER’DEN, MALL’LARA VE
NİHAYET FORUM’LARA… ALIŞVERİŞ MEKANLARI
NXWVDO R]WXUN#HPX HGX WU GHU\DRNWD\#HPXHGXWU
NXWVDOR]WXUN#HPXHGXWU
GHU D RNWD #HPX HGX WU VHEQHPKRVNDUD#HPXHGXWU
VHEQHP KRVNDUD#
VHEQHPKRVNDUD#
#HPX
#
HPXHGXWU
HGX WU EHJXP
EHJXPPR]DLNFL#FFHPXHGXWU
EHJXPPR]D
PR]D
DLNFL#FF
D
LNFL#FFHPXHGXWU
HPX HGX WU
[email protected]@[email protected]
´
DLNFL#FFHPXHGXWU
kakları, üst katı ise tüccarların ofislerinden oluşmaktaydı. Bu kapalı yapılaşmanın beslediği toplumsal ilişkilerin
sonucunda, kent planının da değişmeye başladığını izliyoruz. 18.yüzyılda
St. Petersburg’daki Gostiny Dvor ve
Oxford’daki Kapalı Pazar bu değişime
ilişkin önemli örnekler arasında sayılabilirler. Aydınlanma Çağı ile birlikte
kentlerdeki planlı gelişmeye paralel
olarak alışveriş mekanlarının ilk planlı
prototipleri ‘Kent pasajları’ ya da ‘Galeryalar’ ortaya çıkıyor. Bunların en
ünlülerinden Milano’daki Galleria Vittorio (1867), merkezi bir kubbeye bağlanan haçvari kollarıyla büyük bir yaya
trafiğinin ortasında konumlanırken,
kentliyi kötü hava koşullarından koruyarak aynı zamanda kestirme yol imkanı sağlıyor ve bu sayede ticari
canlılığı besliyor. Alışveriş etkinliğine
getirdiği bu yeni boyutun yanı sıra,
Galleria Vittorio’nun politik mesajlar da
içerdiğini; kilise ve devlet işbirliğini
sembolize etmek amacına da cevap
vermekte olduğunu da bu arada belirtmek gerekiyor. 19. Yüzyılın sonları ve
20. Yüzyılın başları, Avrupa’nın ve
Amerika’nın çeşitli kentlerinde pasaj ve
alışveriş merkezlerinin giderek arttığına tanıklık eder.
19. Yüzyılın ilk yarısından beri Paris,
çeşitli ölçeklerde pasajlara ev sahipliği
yapmaya başlayacaktır. O dönemin
dar ve döşemesiz sokakları kalabalık
at trafiği ile alışverişi çok zorlaştırmaktadır. Üzeri kapalı bir yaya sokağı olarak pasaj, kirli ve gürültülü sokaktan
uzak, konforlu ve güvenli alışveriş olanağı yaratarak, tekstil ticaretinin yoğunlaşmasına, lüks eşya ticaretinin
artmasına ve pasajların giderek kent
içinde yayılmasına neden olmuştur.
Derin parsellerde bitişik nizam yapılaşma içinde bazen binalar arasında,
bazen de binaların altında uzayarak ve
çoğu kez iki sokağı birbirine bağlayan,
ışığını yukarıdan alan, mermer duvarlı
ve hatta heykelle süslenmiş bu alışveriş geçitlerinin iki yanında en lüks dükkanların yer aldığı gözlenir.
Alışveriş merkezlerinin en yakın esin
kaynağının pasaj ya da galerilerle birlikte gelişen 19. Yüzyılın katlı mağazaları olduğu ileri sürülüyor(5). Katlı
mağaza concepti, tüketimi sadece bir
şey üzerine sınırlamaz, aksine her defasında kasaya uğrama zorunluluğunu
ortadan kaldırarak çeşitli tüketim maddelerini bir defada satın alma olanağını
müşteriye sunar. Tüketicide alışveriş
arzusunun uyanmasını amaçlar ve
işte o zaman onu ele geçirmiş olur. Sonunda alışveriş merkezleri, pasaj ya
da galerilerle katlı mağzaların mekansal ve ticari conceptlerinin birleşmesiyle ortaya çıkarlar. Hatta daha
sonraları bu merkezlerin içinde yer
alan katlı mağazalar onların olmazsa
olmazlarıdır. Çünkü onlar için çekim
gücü ve canlılık kaynağı oluştururlar.
Aslında bütün bu zengin geçmişe
İstanbul Kapalı Çarşı
JDQhQLYHUVLWHVL
Galeria Vittorio - Milano (fotoğraf: Türkan Ulusu Uraz)
h0LPDUOÕN)DNOWHVLg÷UHWLPh\HVL
Galeria Vittorio - Milano- iç mekan
(fotoğraf: Türkan Ulusu Uraz)
rağmen günümüz alışveriş merkezlerinin benzeri ilk bina tipi 1950’lerde
Amerika’da Viktor Gruen tarafından tasarlanmıştır. Mimara göre sağlıklı bir
toplumsal yaşam kurulabilmesi için
antik Yunan agorası, Ortaçağ Pazar
alanı ya da kent meydanlarının görevini üstlenen mekanların yaratılması
ve artık kullanım dışı kalan kent merkezlerinin steril iç mekanlarda yeniden
oluşturulması gerekmektedir(6). Ne
var ki bu ticari merkezler, kent içinde
ya da dışında olsun, giderek içinde yer
aldıkları çevre ile hiçbir bağ kurma hevesi olmayan, içe dönük, yapay çevreler durumuna düşmüşlerdir. Bağlı
olarak da gerçek kentsel çevrelerle bir
rekabet içine girmekteler. Hatta çoğu
kez sundukları aldatıcı konfor bunun
eşitsiz bir rekabet olduğunu da doğruluyor. Yani gerçek kent mekanları giderek bir gözden düşme tehlikesi ile karşı
karşıya. O zaman bu haksız rekabetin
gerçek yüzünü ortaya koymak kaçınılmaz.
Tüketim Mekanları, Tüketilen
Mekanlar ve Mekanın Küresel Dili
Alışveriş merkezleri, küresel serma-
Ponte Vecchio - Floransa (fotoğraf: Şebnem Hoşkara)
yenin dünya üzerindeki akışını sağlayan diğer ortamlarda, havaalanlarında,
temalı tatil köyleri ve otellerde olduğu
gibi mekanla işlev arasındaki ilişkinin
en kopuk olduğu, mekanın ve işlevin
adeta belirsizleştiği ve bağımsızlaştığı
ve bu yolda mimari formun kendinden
başka hiçbir amacı olmadığı bir mimarlık yaklaşımı sergilerler. Bu mekansal
karakter, dünyanın her yerinde karşılaşılabilecek türden, sosyal, kültürel ve
fiziksel olarak içinde yer aldığı bağlamdan tamamen kopmuş, diğer bir deyişle ‘yok-mekan’ özellikleri ortaya
koyar (7). Bu mekanlar bütün karakterlerini, daha doğrusu karaktersizliklerini
kendi öz dinamiklerinden alırlar. Burada tek bir baskın dinamizm sözkonusudur. O da ‘tüketim’ olgusudur, bu
mekanlar da doğrudan bu olguya hizmet etmek için oluşturulmuş ‘tüketim
mekanlarıdır’. Ne var ki günümüzde
alışveriş merkezlerinde gelinen noktada, mekanın kendisinin bir tüketim
nesnesine dönüştüğü, yani ‘tüketilen
mekanlar’ olduğu gerçeğiyle yüzleşil-
mektedir. İşte sorunun büyük bir kısmı
bu noktada başlamaktadır. Alışveriş
merkezleri bağlamında bu tüketim mekanlarının özelliklerine aşağıdaki başlıklar altında açıklık getirmek
mümkündür.
Kolaylaştırılmış Erişim ve Konfor:
Artık alışveriş merkezleri günümüz
metropollerinde geçmişte oldukları
kadar şanslı değillerdir, büyük bir yaya
aksının onlara kucak açması hiç olası
değildir. Hatta çoğu kez kent dışı yaşamın davetlisi olarak kendilerini kentin
dışında bulabilirler. Hem zaten otomobil her ailenin hayatına çoktan girmiştir.
Bu durumda sonsuz açık - kapalı park
imkanı ve kentin ana arterlerinden ücretsiz otobüs servisi ile ziyaretçi toplamak, özellikle İstanbul’da sıkça
başvurulan yöntemlerden biridir. Kapıdan girince ısısı ve nemi ayarlanmış
yazları istenildiği kadar serin, kışın sıcacık bir iç mekan sizleri karşılar; yürüyen merdivenler ve asansörler
emrinize amadedir. Yorulunca sizi bekCMYK
23 Ocak
2010
Sayı 18 6$
+$9$
+$
$9$
+$9$'ú6
$'ú6 *$=
*$=(7(6ú
=(7(6ú (.ú (.ú0
6$<,
$<,
< DOSYA
DOSY
OSYA
:eök
eök 7aZ[d_p
Z[ {d
{d_l[hi_j[i_
[ i [i
d_l[hi_j[i_
d_l[hi_j[i_
SAYFA
SA
AYFA
09
DORATLI
–$5$
TÜRKAN
ULUSU
URAZ
.876$/ g=7h5
=7h5.
. '(5
(5<$
5<$ 2.
.7$<
7$NACİYE
< ù(%1
(%1(0
1(0
+2ù.
2ù.$5$
%(*h
(*h0
h0
02
2=$
=$
iKÇi
´8OXVODUDUDV× .DUL\HU
.
úoLQµ
PAZARLARDAN, MERKEZLER’DEN, MALL’LARA VE
NİHAYET FORUM’LARA… ALIŞVERİŞ MEKANLARI
[email protected]
[email protected]
ozturk@emu ed
du
d
u.trtr- [email protected] oktay@emu ed
du tr- [email protected] hoskara@em
sebnem.hoskara@em
mu
m
u.edu.tredu.tr- [email protected]
ci@cc emu.edu.tr
[email protected]
leyen oturma yerlerinde dinlenip çevreyi seyre dalabilirsiniz. Hatta son zamanlarda bu oturma yerleri o kadar
konforlu ve rahattır ki bir an gözlerinizi
dahi kapatabilirsiniz. Oysa dışarıda bu
mümkün müdür? Bütün dünya markaları, mağazaları ve hatta mutfakları elinizin altındadır. Sizin onlara gitmenize
gerek yoktur, onlar sizin ayağınıza gelmiştir.Burada bireye tanınmış bir imtiyaz, ve belki de tersine işleyen bir
turizm olgusu söz konusudur.
Temalı Mekanlar/Gösteri
Mekanları/Estetikleştirilmiş
Yapay Çevre
Sadece bedeninize değil, gözünüze
kulağınıza da hitap etmek amaçlanmaktadır. Yapay peyzaj ve yapay herşey. Öyleki açık mekanda yani bir kent
caddesinde mi olmayı özlediniz? Bu
özleminiz derhal giderilir, örneğin İstinye Park'ı diğer alışveriş merkezlerinden ayıran en büyük özellik
bünyesinde bir alışveriş caddesi bulundurmasıdır. Dünya'nın en ünlü markalarını bu caddede bulabilirsiniz. Bu
caddeye arabanızla gelebilir, aracınızı
valet park'a bırakır gönül rahatlığıyla
alışverişiniz yaparsınız. Her alışveriş
merkezinde mutlaka bir sosyal çekim
merkezi oluşturulur; hele özel günlerde
orada mutlaka seyirlik bir aktiviteye
şahit olursunuz. Bunun yanında size
nostalji yaşatmaktan da geri durmayabilirler. Dolaşırken aniden kendinizi bir
‘bedesten’de, ‘han’da ya da ‘antik pazar’da bulabilirsiniz. İşte o zaman yerelliğin de size estetikleştirilmiş
ambalajlarda nasıl sunulduğunu görürsünüz. Ne var ki tam tersi de olabilir;
kendinizi aniden bir kasap dükkanı dekorunun bir köşesinde ailece ızgara et
yerken bulabilirsiniz. Ama yine de son
derece steril ve lüks bir gösteri dünyası içindesinizdir, şüpheniz olmasın.
Hele eğer yan masanızda tesadüfen
bir ünlü sima varsa ertesi gün siz de
magazin dünyasında çıktınız demektir.
Sosyal ve Çevresel İlişkilerin
Kurallaşmasında Yeni
Boyut / Bireysel İnisiyatifin
ve Masum Özgürlüklerin
Sınırlandırılması:
Bütün bu yapaylığın, sterilize ve estetize edilmişliğin elbet bir bedeli vardır.
Yalnız unutmayın herşey sizin güvenliğiniz ve rahatınız içindir. Bunun için binaya evcil hayvanınızla giremezsiniz
mesela, bu arada elektronik kontrol
noktasından itirazsız geçmek, güvenlik
görevlilerinin isteklerine itaat etmek,
banklarda otururken çekirdek çitlememek, arkadaşınızın arkasından seslenmemek durumundasınızdır. Aksi halde
bir güvenlik görevlisi yanınıza yaklaşarak sizi uyarır ya da kolunuza girip dışarıya kadar size refakat eder. Biraz
dikkatle çevrenizi gözetlerseniz bu mekanların gizli bir güç tarafından kontrol
edildiğini farkedersiniz. Her köşede ka-
Gordion İç Mekan – Ankara
(fotoğraf: Türkan Ulusu Uraz)
Aktivite Mekanı Kanyon – İstanbul (fotoğraf: Türkan Ulusu Uraz)
Çekim Merkezi İç Mekan Kanyon –
İstanbul (fotoğraf: Türkan Ulusu Uraz)
Aktivite Mekanı İstinye Park – İstanbul (fotoğraf: Türkan Ulusu Uraz)
Cadde Konsepti Istinye Park – İstanbul (fotoğraf: Türkan Ulusu Uraz)
meralar ve güleç yüzlü güvenlik görevlileri sizi gözetlemektedir. Aslında siz
‘biri bizi gözetliyor evi’ndesinizdir. Benjamin 19.Yüzyılda kent aylağının ya da
avaresinin (flâneur) kentin kalabalığında kaybolma ve sokak hayatını gözlemleyerek tüketebilme özgürlüğünün,
ilk kez galeriler ve pasajlarla ortadan
kalktığını söyler(5). Bu mekanlar artık
yozlaşan endüstri kenti merkezinden
kaçan kadınlar için emniyetli sığınaklar
olarak karşımıza çıkarlar. Cinsiyete dayalı ayrımcılığı pozitif anlamda destek-
lemelerine rağmen, günümüzde toplumsal ayrımcılığın başta gelen yerleridir aslında. Bu nedenle tüketim
mekanları sosyal olabilirler ama toplumsal değillerdir. Kamusal olabilirler
ama demokratik değillerdir.
Sonuç olarak bu mekanların mimari
programları bir tüketim makinasının
parçalarını oluşturmak amacıyla kurgulanır. Malsahibi, ister özel-ulusal ister
uluslararası yatırımcılar olsun son gelinen nokta odur ki: Bu mekanların artık
1 m2 leri dahi satılmamaktadır, her m2
kiralıktır. Malsahipliliğin elden gitmemesinin amacı, bu yerleri her şeyiyle tek
elden kontrol edebilmektir. Hangi mağaza, hangisinin yanında, neyin neyle
birlikte satılacağına işletmeci şirket
karar verir.
Bütün bakım-onarım, kiracı değişikliği ve beraberinde gelen gerekli değişiklik ve tadilatlar hep bu işletme ekibi
tarafından yapılır. Bu nedenle doğal
kentsel-ticari çevreler gibi hayat süre-
mezler, önceden saptanan tüketim çarkına en iyi hizmet vermek üzere o nasıl
isterse ancak o kadar değişebilirler.
Kaynakça:
(1)’Türkiye’de ve Dünyada Forumların Tek
Sahibi MULTİ’, Hürriyet Gazetesi, 19.10.2010
tarih, s.15.
(2) Mumford, L. ‘The City in History: Its Origins, Its Transformation’, Pelican Books, 1961.
(3) Özdes, G. ‘Türk Çarsıları’, Tepe Yayınları,
Ankara, 1998, ss.11-24.
(4) Dogru, H. ‘ XVIII Yüzyıla Kadar Osmanlı
Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Görüntüsü’,
Anadolu Üniversitesi.Yayınları, Eskisehir, 1995,
ss.114-120.
(5)Dovey, K., ‘Framing Places:Mediating
Power in Built Environment’, Routledge, London, 1999.
(6)Aslan, T. V., ‘Yok Mekanlar ve Kimliksizlik:
Alışveriş Merkezleri Örneğinde Yok-(Çok)Mekan Olgusu’, Mimarlık, Mayıs-Haziran 2009,
no. 347, ss.80-83.
(7)Tanyeli, U.,’Kitle Turizmi ve Yok-Mekan
Mimarlığı’, Arredamento Mimarlık, no.171,
ss.74-77.
CMYK
23 Ocak
2010 Sayı 18
+$9$'ú6
*$=(7(6ú
6$<,
+$
$9$'ú6
$
*$=(7
7(6ú (.ú (.ú0
6$
$<
<, SAYFA
SA
AYFA
AYF
10 DOSY
DOSYA
D
YA
YA
NACİYE
TÜRKAN
ULUSU
.876$/DORATLI
g=7h
=7h5.
5.–'
(5<$
(5
5<$ 2.
.7$<
7$< ùURAZ
(%1(0 +2ù.
2ù.$5$
$5$ %(*h0 02
2=$
=$iKÇi
:eök
eök
ö 7aZ[d_
7aZ[d_p
_p {d_l[hi_j[i_
UDV×
´8OXVODUDUDV×
´8OXVODUDUD
DV× .DUL\HU úoLQµ
h
PAZARLARDAN,
MERKEZLER’DEN, MALL’LARA VE
NİHAYET FORUM’LARA… ALIŞVERİŞ MEKANLARI
[email protected]
kutsal.ozturk@emu
ozturk@emu
u edu tr- [email protected]
derya [email protected] edu tr- [email protected]
@emu edu tr- [email protected]
@emu.edu.tr
begum
begum.moza
moza
aikci@cc
a
[email protected]
emu edu tr
LEFKOŞA’NIN ALIŞVERİŞ MERKEZLERİ
Lefkoşa’nın Alışveriş Mekanları
Kıbrıs adasının her iki yarısının başkenti Lefkoşa.... Tarihin derinliklerinde
kurulduğu zamandan bu yana ticari
faaliyetler, alışveriş hep önemli bir yer
tutmuş kentin hayatında. Kentin bir
bütün olduğu dönemlerde ve sonrasında değişen sosyo-ekonomik koşullarla birlikte gelişen ve dönüşen
tüketim alışkanlıkları kent mekanlarına
da yansımış.
‘Alışveriş Kültürü Kent ve Mimarlık’
temalı dosyamızda bir pencere açarak,
tüketim kültürünün değişimini ve alışveriş mekanlarının Lefkoşa’daki gelişim sürecini - geleneksel çarşı ve
alışveriş kültüründen başlayarak günümüze kadar uzanan alışveriş caddelerinin gelişim sürecini sizler için
özetlemeye çalışacağız.
Geçmişten Bugüne
Lefkoşa’nın kıyı kentleri ile ilişkisi
kentteki ticari alanların gelişmesi üzerinde her zaman etkili olmuştur. Adanın
İngilizlere kiralanmasından önce, Venedik Surları ile çevrilmiş kentte ticari
faaliyetler kentin ortasında doğu-batı
aksındaki (Mağusa’ya doğru) bir alan
üzerinde yer almaktaydı.
Mağusa ve Baf Kapılarının konumları da bu ilişkiyi güçlendirmekteydi. Bu
alanın önemli özelliklerinden biri de
Venediklilerin kentin doğu-batı yönünde tam ortasından geçmekte olan
Kanlı Dere’nin yönünü değiştirdikleri,
daha sonra rastlantısal bir biçimde
kenti ikiye ayıran yeşil hattın güzergahı
ile örtüşen dere yatağının kuzeyinde
yoğunlaşan Müslümanlar (Türkler) ve
güneyinde yoğunlaşan Ortodoksların
ve kentteki diğer etnik grupların alışveriş için bir araya geldikleri bölge olmasıydı. Lefkoşa’yı 1873 yılında ziyaret
eden Archduke Louis Salvator of Austria’nın da belirttiği gibi, bütün Türk
kentlerinde olduğu gibi Lefkoşa’da da
Çarşılar (Pazarlar) sosyal yaşamın
merkeziydi ve bu çarşılar/pazarlar yukarıda sözünü ettiğimiz alanda yer almaktaydı. Dükkanların Türk usulü
kepenkleri vardı.
Dükkanların yanı sıra yirmi üç adet
pazarın çoğu açık pazarlardı. Satış
yerlerinin önemli bir bölümünde üst
örtü olarak hasır veya bez kullanılır,
sadece bazılarının düzenli çatısı bulunurdu. Bazı pazarlar sadece Cuma
günleri açıktı.
İngilizlerin 1882’de trafiği rahatlatmak amacıyla kentin güneyinde, Eleftheria Meydanı’nda sur duvarlarında
yeni bir giriş açmaları ile bugün güney
Lefkoşa’daki Sur-İçi’nin en önemli alışveriş caddesi, Ledra Caddesi, gelişmeye başlar.
Osmanlı Dönemi’nin çoğunluğu açık
pazara, ya da kapalı olsa bile genelde
tek kat olan küçük dükkanlarına karşın, bu dönemle birlikte zeminde dükkan, üst katlarda konut olan bir
yapılaşma başlar. Kuzeyde ise Girne
Kapısı’nın sağında ve solunda araç
trafiğine olanak vermek için surların
açılması ile Ledra Caddesi’ne benzer
bir biçimde, Girne Caddesi (o dönemlerde Çakıllık, sonra Girne Sokağı)üzerinde de dükkan dizileri, zemin katta
dükkan, üst katta konutlar olan binalar
Ne yazık ki hayır! 1974 e kadar Lefkoşa’da alışverişin kalbi Sur-içinde
iken, bu tarihten sonra gelişen apartmanlaşma ile uyumlu, zemin katın işyeri (mağaza, restoran, kafe vb.)
olarak kullanımı kentin neredeyse tüm
ana arterleri boyunca hızla yayılmış.
Paralelinde araç mülkiyetindeki artış
ve alışveriş için illa ki gidilecek mağaza
önüne park etme alışkanlığımız nedeniyle de Sur-içindeki işyerlerine pek
gitmez olmuşuz.
Bu durum, iş yerlerinin Sur-içinden
kaçışını artırmış. Bir de kentin birkaç
noktasına açılan Lemar, Metropol gibi
büyük marketler, çevrelerinde alışverişe yönelik yapılaşmayı tetiklemişler.
Değişim sadece kent ölçeğinde alışveriş mekanlarının dağılımı ile sınırlı
kalmamış tabii ki. Bir zamanlar sadece
yaşamak için gereksinim duyulan
ürünleri almak üzere alışveriş yapılırken, şimdilerde modern toplumlarda
tüketim tanımlamasını çağrıştıran ‘sosyal statü ve kimlikleri belirleyen bir etkinlik alanı’ haline gelmiş alışveriş
etkinliği.
Lefkoşa Eski Çarşılar (Salvator of Austria, A.L., 1983, s.52)
Arasta- Lefkoşa (fotograf: Naciye Doratlı)
inşa edilmeye başlar.
Bu dönem, her iki toplumun da alış
veriş, tüketim alışkanlıklarının değişmeye başladığı bir dönem olarak nitelendirilebilir mi?
Bu konuda kapsamlı bir araştırma
henüz yapılmadı ama, açık pazarlara
ek olarak ‘yapılaşmış ve kapalı’ dükkanların sayısının artması, tüketim ve
alışveriş olgusundaki bir değişimin
başladığının işareti olmalı. Bu arada
bazı pazarların da yerlerini bu dükkanlara bıraktığı görülmüştür.
Mesela Lefkoşa Bandabuliyası (Belediye Pazarı). 1914 de ticari bir alan
olarak oluşmuş ve 1932 de üstünün
örtülmesiyle kent dokusu ile iç içe bir
kapalı çarşı olmuş. Çok uzun yıllar
Bandabuliya Lefkoşa
(fotoğraf: Kağan Günçe)
hem Lefkoşa sakinlerine hem de
Cuma günleri alışveriş için kent dışından ‘Şeher’e gelenlerin buluşma noktası olmuş ta ki bizler alışveriş
alışkanlıklarımızı değiştirene dek. Sonuçta modern mahalle marketleri ve
de büyük marketler karşında yenik
düşmüş Bandabuliya. Kasaplar ve manavlar giderek azalmış, yerlerine biraz
turistik biraz başka türden işyerleri gelmiş.
Ve şu anda restorasyonu sürüyor.
Acaba turistler dışında, kent sakinleri
için yeniden bir çekim noktası olabilecek mi? Hep birlikte göreceğiz.
Sadece Bandabuliya mı alışveriş
alışkanlıklarımızın değişmesinden payını alan?
Buna ek olarak sınır kapılarının açılması ile Kıbrıslı Türklerin Güney Kıbrıs’taki Avrupa’yı aratmayan alışveriş
mekanları ile tanışması ve alışveriş,
eğlence-dinlence mekanlarından beklentilerinin artması nedeniyle, rekabet
edebilmek için kuzeydeki işyerleri sahipleri, mekan kalitesini gözden geçirip
belli ölçüde artırma yoluna gitmiş. Şimdilerde daha modern hatta ‘süper modern’ ‘Mall’ ya da ‘Forum’ tarzı alışveriş
merkezleri ile tanışacağımız konusunda haberler okuyoruz yerel basında. Bu yeni eğilim büyük bir
olasılıkla, Kıbrıslı Türklerin akın akın
güney Lefkoşa’daki ‘Cyprus Mall’a gitmelerinin, yatırımcılar tarafından toplumun tüketim, alışveriş alışkanlıklarının
değişimi, bir talep olarak algılanması
sonucunda ortaya çıkmıştır. Ancak,
dikkat edilmesi gereken bir nokta var.
1980’li yıllarda Sur-içi’nde inşa edilen Galeria Alışveriş Merkezi’nin ömrü
çok kısa sürdü. Kaymaklı Bölgesi’nde
daha sonraki yıllarda kent dokusuna
katılan Muhtar Yusuf Galeria hiç bir
zaman öngörülen performansı yakalayamadı.
Bu resmin gerisindeki dinamiklerin iyi
okunması ve Mall ya da Forum tasarım sürecinde dikkate alınması, kente
yeni nirengi noktası olarak katılacak
‘tüketim mabetleri’nin başarılı ve sürdürülebilir olması açısından büyük
önem taşıyor. Kıbrıslıların tüketim, alışveriş alışkanlıkları değişse de cadde
üstü mekanları sevdikleri göz ardı edilmemeli.
Kaynakça:
(1) Salvator of Austria, A.L. ‘Levkosia The
Capital of Cyprus’, Trigraph, London, 1983.
(2) Hikmetağalar, H. ‘Eski Lefkoşa’da Semtler ve Anılar’, İstanbul, 2005.
(3) Doratlı, N. ‘A model for conservation and
revitalization of historic urban quarters in northern Cyprus’, basılmamış doktora tezi, Doğu
Akdeniz Üniversitesi, Gazimağusa, 2000.
CMYK
23 Ocak
2011
Sayı 19 6$
+$9$
+$9$'ú6
+$
$9$'ú6
$
*$=
*$=(7(6ú
=(7(6ú (.ú (.ú0
6$<,
$<,
< .(17ø1
.(17
ø1 7
7$',
7$
$',
$ 78=8
8
eök 7aZ[d_p
Z[ {d
[ i [i
:eök
{d_l[hi_j[i_
d_l[hi_j[i_
d_l[hi_j[i_
SAYFA
SA
AYFA
AYF
11
1
1
Netice
Yıldız
Konuk Yazar:
ùEBNE
EBNEM
EM
HOùù.$5$
.$5$
´8OXVODUDUDV× .
.DUL\HU úoLQµ
ORİENTALİST RESSAMLAR GÖZÜ İLE MAĞUSA’DA
B
OSMANLI DÖNEMİ SARAY MEYDANI
[email protected]
sebnem.hos
[email protected]
s
[email protected]
Bu hafta biraz farklı bir sunumla sizlerleyiz. Mağusa’nın -ne acıdır ki- tek meydanı olan Namık Kemal meydanını,
tarihsel ve sanatsal açıdan ele alan ve
belgelere dayanarak betimleyen değerli
akademisyen arkadaşımız Netice Yıldız,
aynı yazı kapsamında, bir yandan da ülkemizdeki müzecilik anlayışına eleştirel
bir yaklaşımla deyiniyor. Kent mekanlarının vazgeçilmez elemanları olan müzelerimizin de anıldığı bu yazıdan, Mağusa
kentinin tarihine yönelik pekçok bilgi de
edineceğinizi düşünüyoruz.
Günümüzde surlar içi eski Mağusa kentinin en önemli tarihi eserlerinin bulunduğu meydanın, her nedense geçmişte
bir sürü olaya tanık olması sonucu gerçek anlamı ile Saray Meydanı diye isimlendirildiği halde 1953 yılından itibaren
Namık Kemal Meydanı diye isim değiştirdiğini biliyoruz. Bu yazımdaki amacım
meydanın bugünkü ismini sorgulamaktan çok Osmanlı dönemi Mağusa kent
meydanını, yani Saray Meydanı’nı, Orientalist sanatçılar ve Orientalist kopyacılar gözüyle irdelemek ve bu çerçevede
bazı önemli hususlara dikkat çekmektir.
Doğu sahnelerini genellikle 19. yüzyılın
Romantik sanat akımı döneminde fantastik öğelerle betimleyen sanat akımına
Orientalism, bu sanatçılara da Orientalistler denir.
Bunlar geçmişte resim geleneğinin noksanlığında betimlenemeyen yaşam tarzı
ya da tarihi çevre hakkında bazı ipuçları
içermeleri yönleri ile günümüzde Avrupalılardan çok Orta Doğu ülkelerinde sevilen resimlerdir. Sabancı, Koç Müzeleri
yada Arap Şeyhlikleri koleksiyonlarının
önemli bir bölümünü oluşturan Orientalist ressamlar sık sık Avrupa ülkelerinde
olduğu kadar İstanbul’da da sergilenmektedir. Lokum kutuları, armağan paketleri yanında lokanta duvarlarında
kopyalanması da İstanbul’da 20. yüzyılın
yaygın bir modası olur.
Mağusa surlar içini yansıtan Louis François Cassas (1756-1827)’ın 1799’da yayımlanan seyahatnamesindeki
“Mağusa’da Cami” başlıklı 1785 tarihli
gravürü gerçekte Saray Meydanı’ndaki
Medrese binasının önünde duran Venedik sütunları ile günümüzde Venedik Sarayı Kapısı’nın hemen arkasında
sergilenen Roma lahit’ini, sağda cami’inin devasa minaresinin yerden yükselen kaidesi ve sütunlu ve küçük
kubbeli bir yapıyı betimleyen Orientalist
tarzdaki resimler arasında ilklerdendir.
Orientalistlerin her zaman göstermeyi
sevdikleri bir grup peçeli Osmanlı kadını
ve geride de erkekler betimlenmiştir.
Burada ilginç olan Medrese binasının revaklı olmasıdır ki gerçekte bu binanın
orijinal şeklinin ta kendisidir. On dokuzuncu yüzyıl sonu bir kaç fotoğraf da
bunu kanıtlamaktadır.
Yine bir başka on dokuzuncu yüzyıl Orientalist ressamı olan Francis Arundale
(1807 - 1853) “Mağusa Cami’i” başlıklı
yağlıboya tablosunda kent meydanını
biraz o günkü hali ile kırık dökük, derme
çatma yapılar ve moloz taşlar ile biraz da
kendi hayal gücü ile betimler. Resimde
kentin mihenk taşı olan Cami (katedral)
ve hemen solunda önünde Venedik sütunlarının durduğu Medrese binası ve
ufak yapılar, ön cephede ise harabe halinde çatısı olmayan bir bina kalıntısı, ki
bu da büyük bir olasılıkla Venedik Sarayı’nı betimlemektedir, sağda ise önünde
verandası olan bir Türk kahvehanesi ve
Rumların kullandığı Aziz George kilisesinin kalıntılarını yansıtır. Resimde ön cephede yer alan erkek figürler ise beyaz
pilili Rum dizlikleri giymektedirler.
F. Zannetti tarafından 1854 yılında Venedik Tarihi kitabında yer alan ve gerçekte
Antoine Maria Graziani’nin orijinali Latince olan Kıbrıs Savaşı’nın Tarihi adlı kitabın 1685 tarihli Fransızca çevirisindeki
gravürlerden esinlenen tarih temalı bir
resim de , o yılların Orientalist görüşü ile
betimlenmiş olup, Bragadino’yu cezalandırma esnasında Lala Mustafa Paşa kumandasındaki güçlü bir Osmanlı ordusu
ve komutanlarını simgelemiştir. Burada
betimlenen mekan Venedik sütunu dışında, tamamı ile hayal ürünüdür.
Gelelim bu yazıyı bana yazma gereğini
duyuran günümüz Orientalist ressamına. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi
Doğu ülkelerinde koleksiyoncuların rağbet ettikleri Orientalistler gibi, biz de ısmarlama yapılan böyle bu tarzda bir
resmi yeniden bir fetih müzesi olarak düzenlenen Canbulat Müzesi’ne koyarak
bu modadan geri kalmadık.
Canbulat Müzesi’nde fetih ile ilgili sahneler yanında kentin yaşamını canlandırma
amacı ile bazı yeni öğeler yaptırılıp müzede sergilenmeye konmuştur. Fetih sırasında kullanılan Osmanlı ordu
çadırlarından birini yansıtma amacı ile
Türk çadırı ile hiç ilişkisi olmayan Azeri
Yörük çadırı, tunç taklidi olarak yapılan
aksesuarlar üstündeki Osmanlıca “Kıb-
rıs’ın fethi 1571” yazısı ya da II. Selim’in
bir özlü sözünün yazılı olduğu Türkçe
levhada yazıların kaligrafik değerinin
düşük olmasının ötesinde hatalı yazılımları; Osmanlı büyüklerini yansıtan portrelerde giysilerin özentisizliği ve basitliği ilk
bakışta göze çarpan garipliklerdir. Ancak
burada esas sorgulamak istediğim “18.
Yüzyılda Mağusa” isimli o günlerin
Saray Meydanı’nı yani şimdiki Namık
Kemal Meydanı’nı yansıtma iddiasında
olan Adalet Dadaşev imzalı büyük boyutta Orientalist tarzdaki peyzaj bir resimdir (Resim 1). Son yıllarda KKTC
Müzeleri’nde temsili sergileme yöntemi
amaçlanarak yaptırılan sanatsal değerleri olmayan heykeller ve resimler ile
çağdaş müze bilimi ile bağdaşmayan iç
tasarım yanı sıra, yanlış bilgi aktarımı,
müzelerimizin tasarımı konusunda sorgulama gerekliliğini ortaya çıkarmıştır.
Özellikle burayı ziyaret eden yabancılar
yanında tarih bilinci vermeyi amaçladığımız küçük çocuklara belgelere dayalı olmaktan çok fantezi ürünü tasarım
sonucu ortaya çıkan bu traji-komik sergileme yöntemi ile zaman bilinci ve kültür
tarihi nasıl doğru verilebilir ki! Resimde
bandabulya revakları önünde meyve
satan pazarcılar önünde genç kıza cilve
yapan Osmanlı delikanlısı, kravatlı, modern takım elbiseli ya da redingot ve fötr
şapkalı erkekler ve yanlarında yürüyen,
siyah beyaz çizgili, dar, kolsuz, diz boyundaki elbisesi ve süslü şapkası ile bir
kadın (Resim 2 [detay]), kimi ve hangi
zamanın giyim ve yaşam tarzını temsil
etmektedir? Burada betimlenen Lala
Mustafa Paşa camisi, Medrese, türbe ve
bu meydandan görünmesi mümkün olmayan Akkule Kapısı’nın serpme bir şekilde sağa sola yerleştirilerek simgesel
ifadelerinin yapılmaya çalışıldığını, perspektiften yoksun ve gerçek ölçeği yansıtmadığını izleyici nereden bilebilecek! Bu
resim, müze gibi bir kamu mekanına asılırken geçmişin kimliğini yansıtan bir kent
meydanını doğru yansıtıp yansıtmadığı
düşünülseydi burada yerini alır mıydı?
Böylesi bir müzeye tarihi değeri olan
eserler dururken fantastik imgeler ile yapılan bir resim veya diğer aksesuarların
Yüksek Anıtlar Kurulu süzgecinden geçirilmesi gerekmez mi?
Kısacası, geçmişte peyzaj resim sanatının olmadığı bir ülke olmamızdan dolayı
eski dönemler ya da kent meydanı resimlerle yansıtılacaksa ve bu da Orientalist, Neo-klasik ya da İzlenimci
ressamların eserleri olacaksa, bu konudaki olanaklar taranır, en azından o yılların veya yakın geçmişteki sanatçıların
resimlerinin gerçekleri galerilerden veya
koleksiyonculardan satın veya ödünç
alma yoluyla temin edilir veya en azından reprodüksiyonları kopya olduğu belirtilmek şartıyla yapılabilirdi. Artık
oldukça yetenekli ressamları, fotoğraf
sanatçıları, konu ile ilgili bilgi ile donanmış sanat tarihçileri, mimar ve iç mimarları ile üniversiteleri olan bir ülkenin
müzeciliğinin de daha farklı boyutlarda
olması gerektiği düşüncesindeyim. “Bu
kent hepimizindir” düşüncesi ile Mağusa
Surlar İçi’nin tek müzesi hakkındaki görüşlerimi bu konulara hayatını adamış bir
akademisyen ve vatandaş olarak duyduğum endişe ve sorumluluk duyguları ile
bu gazete sütununda okunması umuduyla yazmayı yeğledim.
Netice Yıldız
Doç. Dr., Sanat Tarihçisi,
DAÜ Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi
[email protected]
23 Ocak
2011
Sayı 19 6$
+$9$'ú6
*$=(7(6ú
6$<,
+$
$9$'ú6
$
*$=(7(
(6ú (.ú (.ú0
$<,
< SEYREYLE
12 AL
A GÖZÜM
AL
GÖZÜM
SE
SEYREYLE
EYREYLE
TÜR
ÜRKAN
KAN ULUS
LUSU
SU URAZ NRQXN \D]DUODU
\D]DUODU
PIN
INAR
ARDU
LUÇAY
LU
ÇAY- BA
AHAR
HAR ULU
LUÇAY
ÇAY
NUACİYE
ORATLI
:eök
eök
ö 7aZ[d_
7aZ[d_p
_p {d_l[hi_j[i_
6$<)$
6$
$<)
$<
< $
ø HANYA
GİRİT ADASININ EN GÜZEL KENTİ:
´8OXVODUDUDV×
´8OXVODUDUD
DV× .DUL\HU úoLQµ
WXUNDQXUD]#HPXHGXWU
WXUNDQ
WXUNDQXUD]#HPXH
XUD]#HPX H
HGX
GXWU
WU
Mekanperest’in yayında neredeyse
bir yılı doldurduğu bu son haftalarda, editörümüz, kent plancısı ve
kentsel koruma uzmanı Naciye Doratlı’yı bu sayfada konuk ediyor ve
Akdenizli Hanya’yı onun gözüyle
seyrediyoruz. Yazar şüphesiz ilgi
alanının da etkisiyle düzenli olarak
birkaç kez ziyaret etme fırsatını
bulduğu bu kenti ve onunla her defasında daha da derinleşerek kurduğu ‘Kentsel Arkeoloji’
deneyimini bize aktarıyor, adeta bir
gezi notu tadında....
Türkan Ulusu Uraz
‘Hanya'yı Konya'yı görmek’ deyimi günlük
hayatta sıkça kullanılsa da "Hanya neresi?" diye sorsak kaç kişi bilir acaba?
Bence çok az kişi. Girit’in en güzel kenti
olarak kabul edilen Hanya 1971’e kadar
adanın başkentiymiş. O tarihte bu ünvanı
Heraklion ’a (eski ismiyle Kandiye) kaptırmış. Ama bir kentin özelliği ve güzelliği
kendisine verilen veya alınan resmi ünvanlarla belirlenemiyor.
Hanya’yla Tanışmak
Akademisyen olmanın önemli avantajlarından birisi, hiç şüphe yok ki bilimsel ya
da mensubu olunan bir topluluğun toplantısına katılmak üzere dünyanın çeşitli yerlerine gitmek, belki de turistik bir gezi için
çok da akla gelmeyen farklı kentleri görmek imkanına sahip olmaktır. Yapılaşmış
çevre ile ilgili olarak çalışan bizler için bu
durum, diğer bilim dallarından akademisyenlere göre çok daha büyük anlam taşır.
Çünkü bizler, toplantı dışında her dakikayı, gittiğimiz kenti okuyarak, yaşamını
anlamaya çalışarak tüketiriz, ve çoğu
zaman kısa sürede çok şeyi görebilmek
uğruna ayaklarımıza kara sular iner. İşte
benim de Hanya’ya gitmem, Hanya ile tanışmam, Hanya’yı yaşamam, DAÜ Mimarlık Fakültesi Dekan Yardımcısı
sıfatıyla katıldığım, her yıl Eylül ayının ilk
hafta sonuna denk gelen ENHSA (Avrupa Mimarlık Okulları Başkanları Grubu)
toplantıları nedeniyle oldu. Ve bu toplantılara katılmak için üç kez Hanya’ya gittim.
Hanya’yı Tanımak
Üç kez Hanya’ya gittiğim için tüm kentin
altını üstüne getirme fırsatım olduğunu
zannetmeyin. Çünkü, üç gün sabahtan
akşamın geç saatlerine kadar süren
yoğun toplantılar olduğu ve benim de toplantıları asla kaytaramamak gibi de bir
huyum olduğu için, ancak arta kalan kısıtlı zaman içinde, kentin her yanını değil
ama benim özel ilgi alanım olan tarihi
kenti karış karış gezdim. Burada sizinle
paylaşacaklarım daha çok bu bölgeyle sınırlı olacak. Ama önce turistik kısa bir bilgi
vermekte yarar görüyorum.
Girit adasının ikinci büyük yerleşim yeri
olan Hanya, adanın kuzey batısında hareketli bir topografya üzerinde yer alan
yaklaşık 60.000 nüfuslu çok sevimli,
güzel bir kent. Ayrıca, Yunan devlet
adamı Eleftherios Venizelos’un Hanya'ya
yakın bir köyde doğmuş olmasının, mezarının da Hanya’ya nazır bir tepede bulunmasının da burayı Yunan halkı için
özel kılan özelliklerden birisi.
Taksi ile yarım saatlik mesafedeki küçük
havalimanından kente giderken gerek
bitki örtüsü gerekse etraftaki yapılaşma
bize hiç de yabancı değil. Kente yaklaştığınızda tepelerden Akdeniz’in mavi sularına uzanan Hanya sizi
heyecanlandırıyor. Osmanlı'nın adada ilk
ele geçirdiği kent olan Hanya, labirenti
andıran kaldırım taşlı sokakları, cumbalı
evleri, aşı boyalı binaların süslediği limanı, rengarenk Kapalı Çarşısı ile tam bir
Akdenizli. Romalılar, Bizanslılar, Venedikliler, Cenevizliler, Osmanlılar ve Mısırlılar
bu kente sahip olabilmek için büyük
uğraş vermişler. En çok da Venedikli’lerinki olmak üzere kentte bu kültürlerin izlerini sürebilirsiniz.
Hanya - Eski Kent
Eski kentte en önemli yerlerden biri hiç
şüphe yok ki Venedik limanı ve bu limanı
çevreleyen Venedik dönemine ait yapı
adaları. Dar sokaklar sürprizlerle dolu. Sıradan ama çok güzel binaların arasında,
Osmanlı dönemine ait, minaresinin 2.
Dünya Savaşındaki bombardımanda yıkıldığını öğrendiğimiz, şu anda sergi salonu olarak kullanılmakta olan Küçük
Mehmet Camisi, katıldığım toplantılara ev
sahipliği yapan Venedik dönemine ait Arsenal (silah deposu), Venedik döneminden kalan deniz feneri, ve tam
karşısındaki Firka Kalesi kentin önemli nirengi noktalarını oluşturuyor.
Gerek limanı çevreleyen gerekse Venedik Surlarının çevrelediği tarihi doku
içinde yer alan birçok bina, günün mimarisinin, Venedik ve Osmanlı’nınkiyle harmanlanmasıyla oluşmuş yapbozlar gibi.
Yenilenmiş ve kimi hediyelik eşya dükkanı, kimi restoran, taverna, bar ya da
kafe, kimi de pansiyon olarak küreselleşmekten payını alıp dünyanın her yanından gelen turistleri ağırlıyor.
Cumbalı evlerin süslediği daracık, gölgeli
sokaklarda yürürken, bir labirentte dolaşıyormuş gibi oluyor insan. Eylül ayında
hálá çiçeklerini dökmemiş begonvillerin
yani cemilelerin sarıldığı cumbalı evleri,
oksit yeşiline boyanmış pencere kepenklerini, çivit mavisi pervazlarla süslü taş binaları görünce, gerçek Akdenizli bir
çevrede olduğunuzu anlıyorsunuz.
Eski kenti dolaşırken, geçmişte farklı etnik
grupların nerelerde, hangi bölgelerde yaşadıklarını, binaların ve o toplumlara özel
bir takım öğelerin izlerini sürerek keşfedebilirsiniz. Ben de öyle yaptım. Kasteli olarak isimlendirilen liman etrafındaki
bölgeden doğuya doğru gittiğinizde karşınıza bir tarafında çan kulesi diğer tarafında külahı düşmüş minaresi olan dini bir
yapı çıkıyor. Sonradan yaptığım araştırma sonucunda edindiğim bilgiye göre
bu yapı, Venedik döneminde Katolik kilisesi olarak inşa edilmiş, Osmanlılar minare ekleyerek ‘Hünkar Camii’ olarak
isimlendirdikleri bir camiye dönüştürmüşler, günümüzde ise Ortodokslar tarafından St. Nikolas kilisesi olarak kullanılıyor.
Splantzia olarak isimlendirilen bu mahallenin Osmanlı döneminde Müslümanların
yoğun bir biçimde yaşadığı bir bölge olduğunu öğreniyoruz.
Tam ters yöne, batıya doğru gittiğinizde
ise, zamanında Osmanlıların tarafından
verilen ismiyle Tophane Mahallesi, Topanas olarak karşınıza çıkıyor. Karşılaştığınız birçok binaların azameti size burada
bir zamanlar daha çok zenginlerin yaşamış olması gerektiğine ilişkin ip uçları da
veriyor. Küçük bir araştırmayla burada
geçmişte Hıristiyan nüfusun yaşadığını
ve konsolosluk binalarının buralarda olduğunu öğreniyoruz. Bu mahallede Firka
Kalesi yanında yer alan Denizcilik Müzesi
de görülmeye değer.
Eski kenti anlatırken, Kasteli ve Splantzia
mahalleleri arasında kalan geleneksel
dükkanların yoğun olarak yer aldığı Stivanadika mahallesinden de söz etmek
gerek. Burası Girit’e özgü hediyelik, turistik objelerin ve deriden yapılmış ürünlerin
satılmakta olduğu ve doğal olarak da turistlerin ilgi gösterdikleri bir bölge. Burada
ayağınızın ölçüsüne göre sandalet yaptırmanız, Girit çakısı, doğal sabun ve daha
bir sürü ürün almanız mümkün.
Hanya’ya üç kez gitmiş olmama rağmen,
kısmen yıkılarak yeni gelişmelere yer
açılmış olan Venedik Surlarının çevrelediği eski kenti, toplantı saatleri dışında
kalan az zamanda gezmekten çok keyif
aldım. Toplantı deyince, toplantılarımızın
yer aldığı Arsenal binasından söz etmem
gerektiğini hatırladım birden. Çünkü bu
binaya her girdiğimde, bizim niçin bu tür
yapıları bu tarzda restore edip hayat veremediğimizi sorguladım hep. Bu yapı 2.
Dünya Savaşında bombalanıp çok büyük
hasar görmüş. Restore edilen bina şu
anda ‘Akdeniz Araştırmaları Merkezi’ olarak kullanılıyor ve ENHSA toplantıları da
her yıl burada yapılıyor. Restorasyon uzmanları kullanılan yöntemleri eleştirebilirler ama, uzman olmasanız bile yapının
dışında ve içinde ne kadar duyarlı ve saygılı davranıldığını görebilirsiniz.
Hanya ile ilgili olarak yaklaşık bin kelimeye sığdırabildiğim izlenimler işte böyle.
Birçok kültürün izlerini taşıyan bu kent,
sadece yapılaşmış çevresi ile değil, mutfağı ile de, ve ayrıca merkezi olduğu adanın batı bölgesinin doğal güzellikleri ile
dünyanın ilgisini çeken bu sevimli Akdenizliyi bir gün ziyaret etmenizi tavsiye
ederim. 2011’de seyahatlerinizin bol olması dileklerimle........
Naciye Doratlı
23 Ocak
2011
Sayı 19 6$
+$9$
+$9$'ú6
+$
$9$'ú6
$
*$=
*$=(7(6ú
=(7(6ú (.ú (.ú0
6$<,
$<,
< :eök
eök 7aZ[d_p
Z[ {d
{d_l[hi_j[i_
[ i [i BERİL ÖZMEN MAYER
d_l[hi_j[i_
d_l[hi_j[i_
.DUL\HU úoLQµ
´8OXVODUDUDV× .
[email protected]
35292
3
5292 .ø7
5292
.ø7$3
7$3
7$
$3
6$<)$
6$
6$<)
$< $
13
Y
BERiL ÖZMEN MAAYER
YER
konuk yazar: YO
ONCA
NCA HÜROL
İKUYNEN TAYSTELU / SONSUZ MÜCADELE - BEYAZ
ZAMBAKLAR
ÜLKESİNDEN’İN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
B
[email protected]@emu.edu.tr- [email protected]
[email protected]
İki dillilik ve özerklik tartışmalarının
gündemde olduğu bugünlerde bu çok
ilginç kitabı okumamın bir tesadüf olmadığını düşünüyorum. Kitap
1900’ların başında Bolşeviklere karşı
duran din adamı Grigoriy Spiridonoviç
Petrov tarafından Finlandiya’da yaşanan ‘kültürel uyanış’ ve ‘yaşam mimarlığı’ndan söz ediyor. Bu tarihi
mücedeleyi sizlere aktarırken, aynı zamanda hastalığını derinden hissettiğim
ve şu anda Helsinki’de hasta yatağında
mücadele içinde olan, Milano günlerimi
paylaştığım Finli arkadaşım sosyoloji
doktoru ve araştırmacı bayan ‘Sari Puustinen’ için yazıyorum: ‘İkuynen Taystelu: Sonsuz Mücadele’.. Lütfen
devam..
‘Beyaz Zambaklar Ülkesinde’ adlı belgesel tadında bu kitap 1924’de Sırpça
‘Zidare Jiveta’adında ilk baskısını yaparken hayatını Belgrad’da kaybeden
1866 doğumlu Petrov, hitabet sanatındaki yetkinliği, ilerici düşünce yapısı ve
yaşama ilişkin konuları dile getirişiyle
Çarlık Rusya’sında ünlenen kırsal kökenli bir çoban çocuğu ve bir küçük
burjuvadır aynı zamanda. Vaizleriyle
halkı uyandıran, heyecan veren, ülke
aşkını onlara aşılamaya çalışırken, Kilise ve Monarşik Hiyerarşi’nin hoşuna
gitmeyen eleştirileri ve felsefesi nedeniyle yediyıl Moskova ve Petersburg’a
girmesi yasaklanan bir kişiliktir. Petrov
bir çok yerde olduğu gibi üniversitelerde de konuşmalar yapmıştır. Öyle
ki, konuştuğu anda çevresinde dünyanın durduğu ve yapılacak tüm konferans ve derslerin yapılmamasına
neden olacak kadar müthiş bir dinleyici
kitlesine sahipliği, hatta bunun usta
Gorki’den bile fazla olduğu dile getirilmektedir.
Rus insanının değişmesi gerektiğini, bu
donanımsız - cahil ve tembel- ‘kendi
deyimiyle çıplak’ vatandaşın bu içinde
olduğu haliyle hiçbirşeyin başarılamayacağını söyler: ‘Öncelikle kendinizden
başlayın’... ilginçtir ki bu onun kendine
özgü söylemi, mevcut rejimi bozma ya
da devrime yönelme gibi bir amaç da
taşımaz. Tamamen ‘halkın yaşamını temize çekmek’le ilgilidir. Halkı çok iyi
tanır ve onları çalışmaya, disipline ve
ciddiyete davet eder. Böylece ülkeyi
Batı’daki endüstriyel ve ekonomik gelişmelerine ayak uydurmaya çağırır.
Kızı Maria Grigoryevna, Petrov’un başarısını; halkı iyi tanıması ve onların
kalbindeki hassas noktaya ulaşması ile
açıklıyordu. O vatan sevgisinin nasıl etkili hale getirilebileceğini, ‘yaşam mimarlığı ilkesi’ ile toplumsal yaralara
nasıl merhem olunacağı ve halkın nasıl
aydınlatılabileceği hakkında konuşuyordu.
Ülkenin geleceği her bir sade vatandaşın elindeydi...
Bu konuyu kitabın ilk bölümü olan
‘Kahramanlar ve Millet’ başlığı altında
inceleyen yazar, kahramanları şimşeğe
ve halkı da içi elektrik yüklü birer buluta
benzeterek, şimşek ve bulut gibi iki tarafta bulunan kalitelerle ancak bir ivmenin ortaya çıkacağı ve çakm eyleminin
olacağını anlatır bize. Bu nedenle de
halkın öğrenmesi, bilenmesi ve yüklenmesiyle ‘kahramanların kitleleri ateşleyebileceği’nden söz eder. Halkta
değerlerin oluşması, halkın aklı, iradesi
ve vicdanının gelişmesi ve dolayısıyla
ülkemizde emeğin gelişiminin sağlanmasının hepimizin ellerinde olduğunu
vurgular.
Bu söylemlere çok iyi bir örnek ise Fin
dilinde ‘ Bataklıklar Ülkesi’ anlamına
gelen ‘Suomi’ diğer bir deyişle ‘Finlandiya’dır. Daha önce 6 yüzyıl İsveç Krallığı’na bağlı olarak yönetilen bu ülkede
Fin dili halk dili olarak kabul ediliyordu
ve resmi dil İsveççe’ydi. O zamanlar
Finli azınlık, kendine ait edebiyatı, gazeteleri ya da yayın organları olmayan
bir konumdaydılar.
1809’da Rusya’dan ayrılarak özerkliğine kavuşan iki milyon nüfuslu bu küçümen ülke; devlet içinde devlet
oluşturarak, kendi dilini, para birimini,
vatandaşlığını, yönetim sistemini tekrar
kurgulamıştı. Psikolojik olarak kendisini
İsveç Krallığı’nın bir parçası gören halk
için başlangıç doğrusu zor bir dönem
olmuştu. ‘Biz İsveçli değiliz. Rus da
olmak istemiyoruz, o zman Finladiyalı
olalım’ diyen Arvidsson, bu milli duygularla Finli olabilmek için çok çaba gerektiğini dile getirmiştir. Özellikle, milli
uyanışın temeli olan dil sorunu üstesinden gelinmesi gereken ilkve önemli
sorun olduğunu belirtmiştir: ‘Atalarımızın dili kaybolursa, halk da kaybolur,
mahvolur’.. 1822’lerde üniversite öğrencisi olan Lönnrot, Runeberg ve
Snelman milli uyanışın genç temsilcileri
oldular. Lönnrot ‘halkın kendi tarihi ve
kökleri olgunlaşmadan millet olunamayacağına’ inancını, şiir sanatına olan
hayranlığı ile pekiştirdi. Fin halkının
epik destanı ‘Kaleva’nın Diyarı’ ya da
‘Kalevala’yı derleyerek önemli bir başarıyı gerçekleştirdi. Daha sonra halk
şiirleri, atasözleri ve ilk kapsamlı Fince
–İsveççe sözlüğü derleyip yayınlayarak
Fin Halk Edebiyatına kazandırdı.
Aslen İsveçli olan şair Roneberg ise,
köylüyü edebiyatın haklı kahramanı düzeyine yükselttiği eserler verdi.
Snelman ise, milli ruhun güçlenmesi ve
siyasi iradenin yapılanmasında aktif rol
oynadı. Ve seslendi: ‘Adaletin ve eğitimin dili İsveççe olduğu sürece, halk
asla bağımsız olmayacak’..
20. yüzyıl başlarında ise tekrar bir değişim yaşanmaya başladı ve tekrar baskıcı bir yönetimin geldiği Rusya’da bir
‘Finlandiya Sorunu’ başgösterdi. Aşırı
sağcılar, milliyetçiler ve ‘Ekim Devrimcileri’ ise Finlandiya sorununa karşı saflarda yer aldılar. Rus liberaller ise
Petrov’la birlikte Suomi’yi savunmaya
başladı. Rusya’nın diğer bölgelerindeki
hasta, fakir ve eğitimsiz duruma kıyasla, derli toplu ve gelişmiş iç düzeniyle vatandaşının sahip çıktığı bu
küçük özerk bölge ‘Küçük Avrupa’ olarak nitelendirildi ve desteklendi.
Finlandiyalı halkın ve aydınlarının
büyük çabalarla üstesinden geldiği, kayalık ve bataklıkların beyaz zambaklara dönüştürüldüğü bu ‘kültürlü emek’
vurgulandı.
Fin Milliyetçiliğinin doğuşuyla, vatandaşlarının emekleriyle hiç yoktan varedilen bu ülke, eğitim düzeni, edebiyatı,
tiyatroları, resim galerileri, müzeleri ile
1920 lerde Petrov tarafından örnek
gösterildi. Günümüzde ise sosyal demokrasisi, üstün kültürü, yazını, çağdaş sanat ve mimarlığa katkıları ile
hepimizin tanıdığı usta mimarı Aalvar
Alto’ya kadar uzanan yetkin eserleriyle
verdiği savaşı ne kadar iyi sonuçlandırdıklarını bir kanıtı olarak kendini göstermektedir.
Yazarın hiçbir gruba dahil olmayan açık
görüşlü demeçleri nedeniyle 1020’lerde
ülkesinden ayrılarak yurtdışına kaçmak
zorunda kalması kitabın basılma serüvenini kendi hayatı kadar ilginç kılmıştır.
Rusça yazılmasına rağmen ilk baskısı
Sırpça yapılan ve Petrov’un yayınlandığını göremediği kitap, 1925’de Bulgarca ve 1928’de Türkçeye çevrilmiştir.
Modern Türkçeye çevrilen ilk kitaplardan olan ve Atatürkçü düşünce tarafından hararetle desteklenen kitap,
Türkiye’de özellikle o dönemlerdeki
ordu mensupları için baştacı yapılan bir
anlam taşımıştır. Daha sonraki yıllarda
Arapça’ya çevrilmiş ve sonunda Fince
yayınlanması ise 1978’i bulmuştur. Ve
yazılmasından 80 yıl sonra ise, Petrov’un kendi ülkesinde ve anadilinde
okunabilirliği sağlanarak 2003’de Rus
okurlarıyla buluşabilmiştir.
Günümüzde, birçok yayınevi tarafından
basılarak Türkçeye kazandırılmaya
devam edilen ve benim Koridor Yayıncılık tarafından 2007’de yayınlanan eksiksik ve tam metin tercümesinden
yararlandığım kitap, fazlasıyla çarpıcı
hatta sarsıcı söylemleriyle gündemdeki
birçok konuya da atıf yapılabilecek
ipuçları sunmaktadır bizlere. Heyecanla tavsiye eder, Kıbrıs’ın Kuzey köşesindeki güzel vatanımız için de bir
esin kaynağı olasılığını vatandaşlar,
gençler, eğitimciler ve yöneticilerimizin
dikkatine sunarım.
23 Ocak
2011
Sayı 19 6$
+$9$'ú6
*$=(7(6ú
6$<,
+$
$9$'ú6
$
*$=(7
7(6ú (.ú (.ú0
$<
<, 6258/$5
258/$5 &(
258/$5
&(9$3/$5
(9
9$
9$
$3/$5 <$1/,ù/$5
<$1/,ù/$5
<$
$
$1/,ù/$5
'2ö58/$5
'2
2ö58/$5
14 6
ERCAN HOù.$
ù.$5$
$ 5$
SAYFA
SA
AYFA
AYF
ø
İNŞAATTA
DOĞRULAR-YANLIŞLAR
:eök
eök
ö 7aZ[d_
7aZ[d_p
_p {d_l[hi_j[i_
´8OXVODUDUDV×
´8OXVODUDUD
DV× .DUL\HU úoLQµ
[email protected]
ercan
ercan.hoskara@em
hoskara@em
mu
m
u.edu.tr
edu tr
.......................................yanlış
Fotoğraf 1, 2: Temel çukuru, kalıp,
çelik donatı ve bodrum su altında.
Kaynak: Baytop, F., 2001.
Fotoğraf:1
Kazıya başlamadan önce yağmur sularının ya da temelde su yükselmelerinin yapıma zarar vermemesi için önlem
alınmalıdır.
Yüzeysel suların temel çukuruna dolmaması için, yanlardan gelecek suyun
kazı tabanına ve temel imalatına zarar
vermemesi için basit bir set ile toplanan
suya yön vermek gerekir. Bazı durumlarda temel kazısının plastik örtü ile de
kaplanması mümkündür.
Fotoğraf:2
..................................yanlış
Fotoğraf 3,4: Betonla sarılmamış
ve yüzeyde kalan çelik donatılar.
Kaynak: Baytop, F., 2001.
Betonarme taşıyıcı elemanlarda çelik
donatı ile kalıp arasında yeterli paspayı
aralığı bulunmaması ve buralara betonun tam olarak girmemesi durumunda,
çelik donatının betonla aderansı (kenetlenmesi) azalacağı gibi açıkta kalan
donatıların paslanması sonucu betonarmenin dayanımı da azalacaktır.
.........................doğru
Fotoğraf 5: Betonarmede, çelik donatıların üzerinde yer alan plastik
pas payı.
Kaynak: Baytop, F., 2001.
Plastik pas payları kullanarak kalıp ile
çelik donatı arasın 2-3cmlik bir boşluk
elde ediliyor. Bu boşluk betonla dolarak
çelik donatıların betonarme yüzeyinde
kalması engellenmektedir. Sağlanması
ve uygulanması çok kolay olan bir uygulama ama betonarmenin mukavemeti açısından hayati öneme sahiptir.
Fotoğraf:3
Fotoğraf:4
Fotoğraf:5
Fotoğraf:7
......................yanlış
Fotoğraf 6: Hatalı yapılmış blok
tuğla duvar..
Kaynak: Baytop, F., 2001.
Tuğla sıraları eğri büğrü, derzler inceli kalınlı ve bir çok tuğlanın delikli
yüzü cephede. Delikli yüzün cepheye
bakması, tuğla duvarın yalıtım özelliğini
ciddi oranda düşürmekte. İnşaatlarda
çokça karşılaştığımız yanlış bir uygulama.
....................doğru
Fotoğraf 7: Düzgün yapılmış blok
tuğla duvar..
Kaynak: Baytop, F., 2001.
Sıralar düzgün, terazisinde, düşey
ve yatay derzler eş kalınlıkta (1012mm). Cephede ise hiç boşluklu tuğla
deliği yok.
............doğru
Fotoğraf 8: Tuğla duvarın betonarme taşıyıcı elemana bağlanması.
Kaynak: Baytop, F., 2001.
Fotoğraf:8
Bir depremde betonarme taşıyıcı elemandan ayrılıp devrilmemeleri için duvarların betonarme taşıyı elemanlara
bağlanmaları gerekir.
Fotoğrafda görülen uygulamada
bu bağlantı çift çubuk demirle yapılmıştır.
Referans:
Baytop, Firuzan. (2001). İnşaat Uygulamalarında Yanlışlar Doğrular. YEM
Yayınları, İstanbul.
Fotoğraf:6
23 Ocak
2011
Sayı 19 6$
+$9$
+$
$9$
+$9$'ú6
$'ú6 *$=
*$=(7(6ú
=(7(6ú (.ú (.ú0
6$<,
$<,
< eök 7aZ[d_p
Z[ {d
[ i [i
:eök
{d_l[hi_j[i_
d_l[hi_j[i_
d_l[hi_j[i_
´8OXVODUDUDV× .
.DUL\HU úoLQµ
GÜNCEL
GÜNCE
L HABERLER
R
SAYFA
SA
AYFA
15
KUT
UTSAL
TSAL ÖZTÜR
ÜRK
K- BEGÜ
EGÜM
ÜM MOZ
OZA
AøøKCø
KC ø
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE UZANAN ÇİZGİLER
kutsal [email protected]
[email protected]
mu edu.tr - [email protected]
mu.edu.tr
ci@cc emu edu tr
[email protected]
Mısırlılar ve Mayalar, inşa edildikleri
dönemin mimarisini zorladıkları piramitlerinin, Dubai’de yapılması planlanan yeni süper yapıya ilham kaynağı
olacağını şüphesiz bilmiyorlardı. Ziggurat diye adlandırılan ve son günlerde mimarlık dünyasında ses
getiren bu proje günümüzde küreselleşen bir çok soruna da tasarımı ve
teknolojisi ile sürdürülebilir yanıtlar
veriyor.
Ziggurat: Dubai’nin Karbon
Salınımsız Piramit’i
Dubai merkezli çevreci tasarım firması Timelinks,6-9 Ekim tarihlerinde
Cityscape Dubai organizasyonu için
yeni eco piramitlerinin renderlarını
yayınladılar.
Bu devasa piramit 2.3 kilometre kare
alanı kaplayacak ve 1 milyon kişilik
bir topluluğu barındırabilecek. Timelinks’in iddiasına göre Ziggurat
suyun,rüzgarın ve diğer doğal kaynakların enerji gücünden faydalanarak dışarıya bağımlılığı olmadan
varolabiliecek.
Bu özenle tasarlanan bina,yatay ve
düşeyde hareketli yüksek verimli
toplu taşıma sistemine,kamusal ve
özel yeşil alanlara ve tarımsal
fırsatlara imkan sağlayan planlara
sahip.
International Institute for the Urban
Environment’a göre Ziggurat’ın sahip
olduğu teknoloji onu yaşanabilir bir
metropolis yapabilir. Bu sebeple Timelinks hızlı bir şekilde çalışmalarına
başlayarak tasarımın patentini aldılar
ve proje için teknoloji üretimine başladılar.
Yazı ve Görseller Kaynak: World
Architecture News
Çeviri: Mimdap
CMYK
CMYK
Download