İnsan Evrimi: Üzgünüz, 1000 Yıl Sonra Nasıl Görüneceğimize Dair

advertisement
İnsan Evrimi: Üzgünüz, 1000 Yıl Sonra Nasıl
Görüneceğimize Dair Bilimsel Bir Görüş Yok
İnsanlar muhtemelen halen evrim geçiriyorlar; yakın zamandaki üç adaptasyon ve diğer
kanıtlar.
Evrim hakkında düşünün; aklınıza ne geliyor?
Düşünceleriniz muhtemelen uzun zaman önce unutulmuş olan türlerin fosil kalıntılarına
uzanıyor veya aslında bir “safsata” olan evrimin kayıp halkası aklınızı kurcalıyor. Ancak işin
doğrusu şu ki, araştırmacılara göre doğal seçilim insanlar için bugün hâlâ etkisini sürdürüyor. .
Binlerce yıl sonraki torunlarımız, büyük ihtimalle bugün dünya üzerinde yaşayan insanlardan
farklı olacak. Fakat, nasıl görüneceklerini kestirmek neredeyse imkânsız.
Berlin’deki Yaban Hayatı ve Hayvanat Bahçesi Araştırma Enstitütüsü’nden evrimsel genetikçi
Alexandre Courtiol, “Bence insanların artık evrim geçirmediğini varsaymak yüksek perdeden
atmaktır” diyor.
Oysa ki bu, aralarında Sir David Attenborough veya Steve Jones gibi tanınmış isimlerin de
bulunduğu bazı bilimcileri insanların kendilerini doğal seçilimin dışına çıkardıklarını söylemekten
alıkoymuş değil. Bu bilimcilere göre insanların evrimi sona erdi.
Evrimsel olarak yolun sonuna geldiğimizi
söyleyenler bu savı geçmişe nazaran
günümüzde dibe vurmuş olan çocuk ölüm
oranlarına dayandırıyor. Antik çağlarda, bir
çiftin çocuklarının yarısının 20 yaşına
ulaşmadan ölmesi beklenirdi. Ancak,
günümüzün gelişmiş dünyasında 21 yaşını
geçen çocukların hayatta kalma oranı yüzde
98.
Doğal seçilimin elindeki en etkili aygıt
ölümdür; fakat ne açıdan bakılırsa bakılsın
teknolojik gelişmeler erken ölümlerin seçici
baskısını ortadan kaldırmış bulunuyor.
Courtiol’a göre, doğal seçilimin bizim için
sona erdiğini savunan insanların çoğu, gıda
teminini kolaylaştırarak yetersiz beslenmeyi
azaltması sayesinde tarım devriminin bu
sonun başlangıcı olduğunu söylüyor.
Yine bu sava göre en güçlü olanın hayatta
kalması ilkesi önemini yitirmiş bulunuyor;
zira neredeyse her insan üreme çağına
gelene kadar hayatta kalmayı başarıyor.
Bunun da anlamı, neredeyse her insanın kendi genlerini bir sonraki kuşağa aktarma
potansiyelinini olması. Eğer nesillerin genetik yapısı değişmiyorsa, evrim nasıl gerçekleşecek ki?
Ancak, Courtiol bütün resmin bundan ibaret olmadığını söylüyor: “Erişkinliğe değin hayatta
kalabilmek güçlü bir seçici baskıydı; fakat bundan anlıyoruz ki, şu anda en önemli özellik kaç
çocuğunuzun olduğu.”
Çocuk sahibi olmamayı seçenlerin sayısının her zamankinden daha fazla olduğu, yani genlerinin
bir sonraki kuşağa geçmediği, bir gerçek. Tıpkı erişkinliğe ulaşamadan hayatlarını kaybetmeleri
halinde olacağı gibi.
Courtiol’e katılan başkaları da var: “Günümüz dünyasında seçilimin çoğu çocuk sayısı üzerinden
gerçekleşiyor” diyor Yale Üniversitesi’nde ekoloji ve evrimsel biyoloji profesorü olan Stephen
Stearns.
Yakın zamana ait (evrimsel ölçekte)
birkaç adaptasyon, çok da uzak olmayan
atalarımızın da evrim geçirmiş olduğunu
gösteriyor.
Süt içebiliyor olmamız buna en iyi
örneklerden biri.
Bebekler anne sütünden kesildikleri
zaman insanların sütteki laktozu
sindirebilmelerini sağlayan genler de
etkinliğini yitiriyordu. Stearns’e göre, bu
durum yaklaşık 4000 yıl önce sığırların
evcilleştirilmesiyle değişmeye başladı.
Etkinliğini sürdürerek laktoz sindiriminin
erişkinlikte de devam etmesini sağlayan bu gen çeşidine sahip
olmak büyük bir beslenme avantajı getiriyordu. Bu durum bazı
insanlara üstünlük sağladı; daha açıkçası, onların bu erişkin laktoz
genine sahip olmayan insanlara göre yüzde 3 ihtimalle daha fazla
çocuk sahibi olmalarını sağladı. “Bu oran fazla büyük
görünmeyebilir; fakat aslında bu oldukça güçlü bir seçici baskı” diye
açıklıyor Stearns.
“Sütü sindirebilmek gibi basit bir şeyin gelişmesi bile çok uzun
zaman alır” diyor Stearns. “Evrim yavaş bir süreçtir; dolayısıyla bu
sürecin düşen ölüm oranlarıyla sona erdiğini söylemek oldukça
cüretkâr bir sav olur” diye ekliyor.
Kısa süre önce Courtiol ve bir grup araştırmacı, Finlandiya’da tarım devriminden sonra ve
endüstri devrimi sırasında, , diğer bir deyişle kimilerine göre insan evriminin durma noktasına
yaklaşmış olduğu aşamaya denk gelen zamanda toplanmış olan verileri incelediler. Courtiol,
doğum ve ölüm oranlarıyla birlikte, çift başına düşen çocuk sayısını ölçtü. Bu değerler arasında
görülecek büyük bir farklılığın, her insanın genlerini bir sonraki nesile aktarmakta eşit şansa
sahip olmadığına işaret etmesi beklenir. Bu da evrim sürecinin devam ettiği anlamına gelir.
“Toplam farklılık değerinin bu popülasyonda yüksek olduğunu gördük,” diyor Courtiol; “Bu ayrıca
diğer birçok türle eşit seviyedeydi.” Farklılığın çoğu insanların erişkinliğe değin hayatta
kalabilmelerinden kaynaklanıyordu, fakat bir kısmı insanların farklı sayılarda çocuk sahibi
olmalarından ileri gelmekteydi. “Bu, doğal seçilimin etkisinin günümüzde azaldığını gösterir,
ama, sona erdiğini değil” diyor Courtiol.
Ne Amaçla?
Bir yandan insanların hızlı sayılamayacak bir tempoda olsa da doğal seçilim ile evrim geçirmeye
devam ettiğini biliyor olsak da, , bilimciler günümüzden bin yıl sonra yüzlerimizin neye
benzeyeceğini kestiremiyorlar.
“Bu sorunun cevabı aslında kültürümüzün birkaç bin yıl sonra neye benzeyeceğini sormakta
saklı”diyor Stearns. Ayrıca, “Orta ve antik çağların en parlak zihinlerinin günümüzde evrimi
etkileyen şeyleri -doğum kontolü, tüp bebek, çocuk yetiştirmenin ekonomik bedeli gibi- tahmin
öngörebişmeleri neredeyse imkânsızdı. Öyleyse, gelecekte evrimi neyin şekillendireceğini nasıl
tahmin edebiliriz?” diye ekliyor.
Ancak, insanların evrimsel
geleceğini değerlendirirken
dikkate alabileceğimiz birkaç
faktör var. Bunlardan biri iklim
değişimi. “Bu, belli bir yerde
yetiştirebileceğimiz ürün türlerini
değiştirecek. Ayrıca bizim
çevremizi de değiştirecek, çünkü
birçok bitki ve hayvan türü yer
değiştirecek ya da tükenecek” diye
açıklıyor Courtiol.
Sıcaklık değişimleri ile beraber
hastalıklar da yer değiştirecek.
Sivrisinekler daha sıcak bir
Avrupa’ya göç ettikçe sıtmanın da
Afrika’dan kuzeye doğru yer
değiştirmesi bekleniyor.
“Sözü dinlenir genetikçiler, sıtmanın insan tarihinin son 10.000 yılında en etkin seçici kuvvet
olduğunu düşünüyorlar” diyor Courtiol. Dolayısıyla, sıtma Avrupalıların bağışıklık sistemlerini ve
kan yapılarını belirleyici rol oynayacak; zira kırmızı kan hücrelerinin belli biçimlerinin, sıtma
parazitine karşı avantajlı bir dayanıklılığı var.
Bazı sosyologlar her zamankinden daha çok görülen ırklararası evlilik ve yoğunlaşan göç
nedeniyle gelecekte insanların etnik özelliklerinin belirsizleşeceğini öne sürüyorlar. Ancak bu,
Courtiol’un reddettiği bir görüş, “Göç, insanları cinsel birleşme için kendilerine benzeyen
insanları seçmekten tümüyle alıkoymayacak” diyor Courtiol,“ Yani, uzun vadede herkesin
birbirine benzeyeceğini öngörmüyorum.”
Courtiol ve Stearns gibi uzmanlar, hastalıklara karşı direnç hakkında konuşmanın ötesinde iddialı
öngörülerde bulunmaktan kaçınıyorlar; sonuçta evrim son derece yavaş bir süreç. Kim bilir, belki
de günümüzün seçici baskılarının bazıları etkili olacak kadar uzun süreler var olmayacak.
Ancak bu, kimilerini daha spekülatif tavırlar almaktan alıkoymuyor. Ressam Nicolay Lamm ve
hesaplamalı genetik alanında doktorası olan Alan Kwan şu soruya kafa yordular: İnsanlar on
binlerce yıl sonra nasıl görünebilir?
İkili, uzak gelecekteki torunlarımızın temsili görünümlerini üretti. Ancak, bu çalışmanın bir
bilimsel öngörüden ziyade, bir eğlenceli tahmin olarak kabul edilmesi gerektiğine de vurgu
yapıyorlar.
20.000 Yıl
Görsel: NickolayLamm.com
İnsan başının, zamanla artan bilgi ve keşiflerimize yer sağlamak için giderek büyüyeceğini tahmin
ediyorlar. Ancak 20.000 yıllık evrimden sonra bile günümüzden o kadar da farklı
görünmeyeceğiz; olsa olsa, biraz daha büyük alınlara sahip olabiliriz. Yine de Lamm’ın
öngörülerine temkinli yaklaşmak gerek. Örneğin, bazı evrim uzmanlarına göre baş ölçümüzün
büyümesi, doğum sırasında meydana getireceği dezavantajlardan ötürü pek olası değil.
60.000 Yıl
Görsel: NickolayLamm.com
Bu görseldeki değişimler, insanların gelecekte Güneş Sistemi’nin derinliklerine koloniler ile
yayılmış olması tahminine dayanmakta. Bu da Güneş’ten uzak daha karanlık ortamlara
uyarlanmış daha büyük gözlere sahip olmamız demek oluyor. Ayrıca, dünyanın koruyucu ozon
tabakasından uzakken Güneş’in zararlı etkilerinden bizi korumaya yardımcı olması için derimizin
de koyulaşacağı tahmin ediliyor.
Benjamin Plackett
Çeviren: Murat Güneş
Download