Kur`ân-ı Kerim, günahların cezası veya hayırların

advertisement
Sorularlarisale.com
"Kur'ân-ı Kerim, günahların cezası veya hayırların
mükâfatı hakkında zikrettiği âyetlerde tahsisat
yapmamış, âmm bir şekilde bırakmıştır ki, herkes
zevkine göre fehmetsin." cümlesini izah eder misiniz?
"S - Belâgat ve hidayetten maksat, hakikati vâzıh bir şekilde
gösterip fikirleri ve zihinleri ihtilâflardan kurtarmak iken,
müfessirlerin bu gibi âyetlerde yaptıkları ihtilâfat, gösterdikleri
ihtimaller, beyan ettikleri ayrı ayrı, birbirine uymayan vecihler
altında hak ve hakikat ne suretle görülebilir?"
"C - Malûmdur ki, Kur'ân-ı Azimüşşan, yalnız bir asra değil, bütün
asırlara nâzil olmuştur. Hem bir tabaka insanlara mahsus değil,
bütün tabakat-ı beşere şümulü vardır. Hem bir sınıf insanlara ait
değil, bütün beşerin sınıflarına râcidir. Binaenaleyh, herkes, her
tabaka, her zaman, fehmine, istidadına göre Kur'ân'ın hakaikinden
hisse alabilir ve hissedardır. Halbuki nev-i beşer derece itibarıyla
muhtelif ve zevk cihetiyle mütefavit; ve keza meyil, istihsan, lezzet,
tabiat itibariyle birbirine uymuyor. Meselâ bir taifenin istihsan
ettiği birşey, öteki taifenin zevkine muhaliftir. Bir kavmin meylettiği
birşeyden öteki kavim nefret ediyor. Bu sırra binaendir ki, Kur'ân-ı
Kerim, günahların cezası veya hayırların mükâfatı hakkında
zikrettiği âyetlerde tahsisat yapmamış, âmm bir şekilde bırakmıştır
ki, herkes zevkine göre fehmetsin."
"Hülâsa, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, âyetlerini, cümlelerini öyle bir
şekilde nazmetmiş ve vaz etmiştir ki, her cihetten ihtimal yolları
bulunsun ki, muhtelif fehimler ve istidatlar, zevklerine göre
hisselerini alabilsinler. Binaenaleyh, ulûm-u Arabiyenin kaidelerine
muvafık ve belâgatın prensiplerine uygun ve ilm-i usule mutabık
olmak şartıyla, müfessirlerin birbirine muhalif olan beyanatı ve
ihtimalleri, zamanlara, tabakalara ve fehimlere göre murad ve
câizdir diye hükmedilebilir. Bu nükteden anlaşıldı ki, Kur'ân'ın i'câz
vecihlerinden biri odur ki, nazmı öyle bir üslûptadır ki, bütün
asırlara, tabakalara intibak edebilir."(1)
Burada tahsisat yapılmayan sevap ve cezalar farzlarda değil içtihada ve yoruma
açık nafilelerdedir. Yoksa Kur’an’ın farzları açık ve seçiktir, bu hususta içtihat ve
yorum yapılamaz. Ama Kur’an her asra ve her coğrafyaya hitap eden ezeli bir kelam
page 1 / 5
olmasından dolayı, her asrın ve her iklimin ihtiyaç ve gereksinimlerini de tatmin
etmek için içtihat ve yorum kapısını da açık bırakmıştır.
Ehl-i sünnet dairesinde olan her meslek ve meşrep haktır ve istikamet üzeredir. Ehli sünnet ise, itikadda İmam Mâtürîdi ve İmam Eş'ari, amelde ise Hanefi, Şafi,
Maliki ve Hanbeli mezhebinden olanlara denir. Tabi amelde müşterisi kalmamış ve
tarihte hak olan bir çok mezhepler de vardır, onlar bahsimizin dışındadır. İmam
Evzai, Ebu Leyla gibi hak mezhepler buna örnek olarak verilebilir.
İtikat ve amelde bu mezhep ve ekollerin çizdiği dairede olan her meslek ve meşrep
haktır. Bunların dışında olan meslek ve meşrepler ise batıl ve bidat yolundadır.
Ölçümüz Ehl-i sünnetin çizdiği dairedir.
Hak mezheplerin ihtilaf ettiği kısım, dinin muhkem ve esas kısmı değil dinin
teferruat ve detay kısımlarıdır. Kur’an ve sünnetin yüzde doksanlık kısmı muhkem
ve esas olup -ki yoruma kapalıdır- burada ihtilaf ve farklılık caiz olmaz. Bunlar iman
ve farz olan kısımlardır. Kimse bu alanda fikir yürütemez, herkes bu alanda ittifak
etmek zorundadır. Faizin haram olması gibi.
İhtilafın ve farklılaşmanın olduğu kısım ise, daha çok Kur’an ve sünnetin yüzde
onluk mütaşabih ve yoruma açık olan kısmı içindir. Mezheplerin gezindiği noktalar
Kur’an ve sünnetin yoruma açık olan bu yüzde onluk kısmıdır.
Mezhepler insanların farklı karakter, farklı iklim şartları, farklı kültürlerinin bir
neticesi bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Mezhep ekollerinin içtihat karakteri de
bulunduğu toplumun kültür ve coğrafi şartlarına göre biçimlenmiştir.
İnsanlığın, basma kalıp aynı anlayış ve kültür kalıbına girmesi, aynı iklim ve coğrafi
koşullara adapte olabilmesi mümkün olamayacağı için mezheplerin de ortadan
kalkıp birleşmesi mümkün değildir. Yani mezhepler fıtratın bir gereğidir.
Kırsal hayatın gerçeklikleri ile şehir hayatının gerçekleri birbirinden farklı
olmasından dolayı mezhepler de buna bağlı olarak farklılık arz ediyor.
İki örnek ile bu meseleyi somutlaştıralım:
Birisi; başların mesh edilmesinde üç ayrı içtihat ve üç farklı mezhep görüşü vardır.
Maliki mezhebine göre başın tamamı mesh edilir, Hanefi mezhebine göre ise başın
dörtte biri mesh edilir, Şafi mezhebine göre ise parmak ucu ile ıslatmak kafidir.
Şimdi kutuplarda yaşayan bir Müslüman için en kullanılabilir görüş Şafi mezhebinin
görüşüdür. Zira Maliki mezhebini tatbik etse hasta olur. Aynı şekilde Afrika'da
yaşayan bir Müslüman için de en mutabık görüş Maliki mezhebinin görüşüdür. Zira
sıcak memlekette başın tamamının meshi güzeldir. Coğrafya ve iklim olarak vasat
olan yerlerde de Hanefi mezhebinin görüşü mutabıktır.
Şimdi mezhepler nasıl cem olur ya da mezhepsizlik nasıl olabilir?.. Afrika ve
page 2 / 5
kutuplarda yaşayanları vasat olan bir coğrafyaya cem edebilirsek ki bu imkansız bir
şeydir, ancak o zaman mezhepleri de cem edebiliriz, yoksa mezhepleri birleştirmek
ya da ortadan kaldırmak fıtrat ve sosyal açıdan muhaldir.
İkincisi, her toplumun yemek ve içmek kültürü farklıdır. Bir toplum için leziz olan
bir yemek, başka bir toplum için tiksindirici olabilir. Mesela; Tayland ve Afrika gibi
toplumlarda haşerat ve böcek yemek gayet normaldir. Ama Türkiye ve Arap
toplumunda bunlar gayet itici ve tiksindirici bir durumdur.
Şimdi hangi kalıbı ölçü alıp herkesi bu kalıp içine sokacağız da mezhepler cem
olacak?.. Maliki mezhebinde haşerat yemek caiz görülmüştür. Hanefi mezhebinde
ise kerih ve mekruh sayılmıştır. Her toplum kendine uyan bir mezhebi İslam içinde
bulabilir. İşte mezheplerin rahmet ve zenginlik olması buradan ileri geliyor.
Mezhepler sosyolojik bir gerçektir, toplumsal farklılıkların bir
neticesidir. Allah ve Resulü, bu gerçeklere rahmet olsun diye ayet ve sünnetlerini
içtihada müsait bir kıvamda tayin etmiştir. Yoksa bir kalıp koyup, bütün milletleri o
kalıp içine sıkıştırmak gerçekçi ve fıtri olmazdı. İşte İslam’ın fıtrata uygunluğu
buradandır.
Mezhep imamları içtihatlarını hariçten İslam‘a sokmamışlar, İslam’ın içinde
var olan ama; herkesin göremediği hafi manaları ve hükümleri içtihat vasıtası ile
açığa çıkarmışlardır. Böyle olunca, bu mezheplerin hepsi haktır ve şeriatın bir
meselesidir. Diğer bir tabir ile mezhepler, İslam’ın aslı ve esasından nebaen eden
şeylerdir. Yoksa hariçten İslam içine sokuşturulan yabani maddeler değildirler.
Kur'an ve sünnette birlik ve beraberliğe yapılan vurgu ve ihtilafın zemmedilmesi
dinin esasat kısmınadır. Yani dinin yoruma ve içtihada açık olmayan ve manası
muhkem ayet ve hadisler hakkındadır ki Kur'an ve sünnetin yüzde doksanı bu
şekildir. İslam alimleri bu manayı “Mevrid-i Nasda içtihada mesağ yoktur."
şeklinde formüle etmişler. Yani manası açık ve net olan ayet ve hadislerde içtihat ve
yoruma ruhsat yoktur. İşte Kur'an ve sünnette men edilen ve yasaklanan içtihat ve
yorum manası açık olan ayet ve hadisler için geçerlidir.
Lakin bir de yukarıda da izah ettiğimiz üzere insanların fıtri, coğrafi ve örfi,
farklılıklarından hasıl olan farklı yaşam tarzlarına cevap vermek için emredilen veya
cevaz verilen ihtilaf vardır. Bunlar İslam’ın inanç ve temel ibadetlerine nispetle feri
ve detay konulardır. Allah ve Resulü bu feri farklılıkları tatmin etmek ve ihtiyaçlarını
karşılamak için içtihat ve yorum farklılıklarına cevaz vermiştir. İşte mezheplerin çıkış
noktası bu meşru farklılıkların bir gereksinimidir. Bu yüzden ayet ve hadislerin bir
kısmı ihtilafı teşvik etmiştir. Bu manayı İslam alimleri “Ezmanın tagayyürü ile
ahkam dahi tagayyür eder.“ şeklinde formüle etmişler. Yani zamanların
değişmesi ile feri noktada hükümler de ona göre değişebilir. Bu Allah’ın kainata
koymuş olduğu bir sünnet bir kanundur.
Dini metinleri ihatalı olarak anlamakta zorluk çeken bir takım cahil tabaka, birlik ve
page 3 / 5
beraberliğe vurgu yapan ayet ve hadisleri meşru ve caiz olan içtihat ve yorum
sahasına tatbike çalışıyorlar.
İçtihat ve mezhepler hakkında varit olan ayet ve hadisler:
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere de itaat edin ve
sizden olan emir sahiblerine de. Eğer Allah’a ve âhiret gününe
inanıyorsanız, herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, onu
Allah’a ve Rasûlüne götürünüz. Bu hem daha hayırlı, hem de sonuç
itibariyle daha güzeldir.” (Nisâ, 4/59)
"Kim bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim bana karşı
gelirse, Allah’a karşı gelmiş olur. Emire itaat eden, bana da itaat
etmiş olur. Emire isyan eden bana da karşı gelmiş olur.”(2)
Burada emirden maksat, müçtehit alimler olduğu alimler tarafından ittifak ile kabul
edilmiştir.
“Ümmetimin ihtilafı rahmettir.”
Bu hadis-i şerifi İmam-ı Beyheki, İmam-ı Münavi, İmam-ı ibni Nasr ve İmam-ı
Deylemi gibi sözleri dinde senet olan hadis imamları bildirmişlerdir.
Bu hadisdeki ihtilaf manası cahil tabakanın mezhep taassubuna delil değil, müçtehit
alimlerin yorum ve içtihat ihtilafına delildir. Zaten müçtehitlerde içtihatlarını yine
Kur'an ve sünnetin tespit ve tayin ettiği usul üzere yapıyorlar, yoksa hevasına ve
keyfine göre içtihat yapmıyorlar.
Hz. Peygamber (asv) Muaz İbn Cebel'i Yemen'e vali olarak gönderirken ona
sordu.
"Ne ile hükmedeceksin?" O da,
"Allah'ın kitabıyla."
"Onda bulamazsan?.." Muaz:
page 4 / 5
"Rasulullah'ın sünnetiyle hükmederim" dedi.
"Bunların her ikisinde de bulamazsan ne yaparsın?" diye sorunca,
Muaz:
"O zaman re'yimle içtihad ederim." dedi. Rasulullah bu cevaptan memnun
kalarak,
"Rasulünün elçisini, rasulünün razı olacağı bir şeye muvaffak kılan
Allah'a hamdolsun." dedi."
Böylece Rasulullah Kitap ve sünnette hükmü bulunmayan meseleler hakkında
ictihad etmesine izin verdi. Fakih sahabeler de Muaz bin Cebel'in yolunu takip
ettiler.
Dipnotlar:
(1) bk. İşârâtü'l-İ'câz, Bakara Sûresi, 2. Ayetin Tefsiri.
(2) bk. Buharî ve Müslim.
(3) bk. Ebû Dâvûd, el-Akdiye, 11; Ahmed b. Hanbel,Müsned, V/230, 236.
page 5 / 5
Powered by TCPDF (www.tcpdf.org)
Download