tc ankara üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü sosyoloji anabilim

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI
TÜRKİYE'DE NEOLİBERAL İSTİHDAM POLİTİKALARI
VE BEYAZ YAKALI İŞSİZLİĞİ
"Ankara'da AtamasıYapılmayan Öğretmenler Üzerine Bir Araştırma"
Yüksek Lisans Tezi
Bedri Özdemir
Ankara – 2014
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI
TÜRKİYE'DE NEOLİBERAL İSTİHDAM POLİTİKALARI
VE BEYAZ YAKALI İŞSİZLİĞİ
"Ankara'da AtamasıYapılmayan Öğretmenler Üzerine Bir Araştırma"
Yüksek Lisans Tezi
Bedri Özdemir
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Nilay Çabuk Kaya
Ankara - 2014
TEZ ONAY SAYFASI
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI
TÜRKİYE'DE NEOLİBERAL İSTİHDAM POLİTİKALARI
VE BEYAZ YAKALI İŞSİZLİĞİ
"Ankara'da AtamasıYapılmayan Öğretmenler Üzerine Bir Araştırma"
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Nilay Çabuk Kaya
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı
İmzası
Prof. Dr. Nilay Çabuk Kaya
........................................
Doç. Dr. Kezban Çelik
........................................
Doç. Dr. Feryal Turan
........................................
Tez Sınavı Tarihi:..................................................
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ’NE
Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun
olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada
bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca
beyan ederim. (06.01.2014)
Tezi Hazırlayan Öğrencinin
Adı ve Soyadı
Bedri ÖZDEMİR
İmzası
ÖNSÖZ
Öncelikle bu tezin oluşturulması sürecinde bana her türlü desteği sağlayan, sağduyulu
davranışlarıyla beni sürekli sürece motive eden değerli tez danışmanım Prof. Dr. Nilay
ÇABUK KAYA’ya gönülden teşekkür ediyorum. Ayrıca tez jürimde yer alan, değerli
vakitlerini bana ayırıp çalışmamı mikroskobik bir titizlikle inceleyen, değerli yorumlarını
benimle paylaşan hocalarım Doç. Dr. Kezban ÇELİK'e ve Doç. Dr. Feryal Turan’a çok
teşekkür ediyorum.
Tez sürecinin her noktasında benimle tartışmaktan sıkılmayan, takıldığım yerlerde bana
yardımcı olan, moral desteğiyle her zaman beni cesaretlendiren canım dostum Aslı
AKÇAYÖZ'e, tez yazım sürecinde yaşadığım dert ve sıkıntıları üşenmeden dinleyen ve hep
yanımda olan sevgili dostum Alpaslan ÇELİKDEMİR'e, zor zamanlarımda hep yanımda olan,
fikir ve düşünceleriyle her zaman bana yol gösteren diğer değerli dostlarım; Hanefi ACAR'a,
Harun DİNÇOĞLU'na, Okşan GÜRTUNA ve Mahmut TANER'e teşekkürlerimi bir borç
bilirim. Ayrıca, hemen hemen her günümü birlikte geçirdiğim ve samimi desteğini eksik
etmeyen, bana mutlu ve huzurlu bir iş ortamı sağlayan çalışma arkadaşlarımın her birine çok
teşekkür ederim.
Son olarak, tez yazım sürecinin tamamında sevgisiyle, hoşgörüsüyle beni motive eden, uygun
fiziksel koşulların oluşması için olağanüstü bir çaba ortaya koyan, bu süreci atlatmam
konusunda elinden gelen her türlü desteği benden esirgemeyen biricik sevgilim, değerli eşim
Özgün Çakar ÖZDEMİR'e sonsuz teşekkürü bir borç bilirim.
KISALTMALAR
AB
Avrupa Birliği
ABD
Amerika Birleşik Devletleri
AKP
Adalet ve Kalkınma Partisi
Akt.
Aktaran
AÖF
Açık Öğretim Fakültesi
AYÖP
Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu
DB
Dünya Bankası
Der.
Derleyen
DTCF
Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi
Ed.
Editör
FAK
Fakülte
IMF
Uluslararası Para Fonu
İİBF
İktisadi ve İdari Birimler Fakültesi
İK
İnsan Kaynakları
İŞ-KUR
Türkiye İş Kurumu
KPSS
Kamu Personeli Seçme Sınavı
KTÜ
Karadeniz Teknik Üniversitesi
MEB
Milli Eğitim Bakanlığı
ODTÜ
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
OECD
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü
OPEC
Petrol İhraç Eden Ülkeler
ÖSYM
Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi
PEP
Plaza Eylem Platformu
PDR
Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik
Ünv.
Üniversite
STK
Sivil Toplum Kuruluşu
TUİK
Türkiye İstatistik Kurumu
TÜSİAD
Türkiye Sanayicileri ve İşadamları Derneği
YÖK
Yüksek Öğretim Kurumu
İÇİNDEKİLER
1. GİRİŞ .................................................................................................................................. 1
1.1. Araştırma Problemi ....................................................................................................... 8
1.2. Amaç ........................................................................................................................... 11
1.3. Önem ........................................................................................................................... 13
2. KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE ......................................................... 21
2.1. Neoliberal İstihdam Politikaları ve İşgücü Piyasalarına Yansımaları ......................... 21
2.1.1. Refah Devletinin Çöküşü ve Devletin Değişen Yapısı ........................................ 26
2.1.2. Yeni Ekonomik Düzen ve Geleceksizlik ............................................................. 29
2.1.3. Esneklik, Enformelleşme ve Güvencesiz İstihdam Rejimleri ............................. 32
2.2. Türkiye'de Neoliberalizm ve Beyaz Yakalı İşsizliği ................................................... 34
2.2.1. Beyaz Yakalılar Kimlerdir? ................................................................................. 34
2.2.2. Türkiye'de Beyaz Yakalı İşsizliği ........................................................................ 37
2.2.3. Eğitsel Sermayenin Dönüşümü ve Prekaryalaşan Beyaz Yakalılar ..................... 42
2.2.4. Meritokratik Bir Kültürde Büyüyememek ........................................................... 48
3. METODOLOJİ ................................................................................................................ 52
3.1. Araştırma Modeli ........................................................................................................ 52
3.3. Sınırlılıklar .................................................................................................................. 56
3.4. Zamanlama .................................................................................................................. 59
4. TARTIŞMALAR VE BULGULAR ............................................................................... 60
4.1. Giriş ............................................................................................................................ 60
4.2. Öğretmenlerde Mesleki Aidiyet, Değer ve Refah Algıları ......................................... 61
4.3. Entellektüel Emeğin Dönüşümü: Nostaljiden Bugüne Öğretmenlik .......................... 70
4.4. Kliental Ağlar ve İş Bulma Çilesi ............................................................................... 79
4.5. Gündelik Yaşam Pratikleri, Geçici İşler ve İşsizlikle Mücadele ................................ 83
4.6. Sosyal Parazitler: Bumerang Kuşağı........................................................................... 88
4.8. KPSS: Yeniden Hortlayan Kabus ............................................................................... 94
5. SONUÇ VE ÖNERİLER ............................................................................................... 101
KAYNAKÇA ...................................................................................................................... 107
ABSTRACT ........................................................................................................................ 114
ÖZET .................................................................................................................................. 115
EK 1: ÖĞRETMEN GÖRÜŞME FORMU......................................................................... 116
EK 2: ÖĞRETMEN GÖRÜŞME SORULARI ................................................................... 117
EK 3: AYÖP GÖRÜŞME FORMU .................................................................................... 121
EK 4: AYÖP GÖRÜŞME SORULARI .............................................................................. 122
EK 5: ÖRNEK MÜLAKAT GÖRÜŞMESİ ........................................................................ 124
EK 6: KATILIMCI LİSTESİ .............................................................................................. 135
1. GİRİŞ
Çalışmaya yüklenen anlam ve önem, tarihin farklı dönemlerinde insanın
doğayla girdiği mücadeleye göre biçimlenmiştir. İnsanın yükselme arzusu, kendini
aşma ve yaşamını kendi emeği üzerinden kurgulama çabası, özgürlüğünün ve
varoluşunun serüvenini kendi alın teri üzerinden üretmesi tarihin akışını sürekli
değiştirmiş, onun düz-çizgisel bir yönde ilerlemesinin önüne geçmiştir. Ancak
zamanın ruhu, üretenlerin elinde yükselen bir dünyayı değil, yoksulluğu ve sefaleti
yapısallaştıran bir paradigmayı öne çıkartmakta, çalışmanın kişiye verdiği doyumdan
yığınları mahrum bırakmaktadır. Burjuva ideolojisi, insan talihinde özlem çekmek ve
yetersizlik için doğal bir yer ayırmayı reddederek, bizi ters giden evliliklerimizden ya
da kullanılmamış heveslerimizden ötürü kolektif
bir teselli bulma olanağından
yoksun bırakmaktadır ve bizleri, kimsek o olamama konusunda hiç bitmeyen
yeteneksizliğimizden ötürü, utancın ve zulmün münzevi duygularına mahkum
etmektedir (Botton, 2008:131).
Hayatımızı ürettiğimiz, bizleri toplumun üretken bir üyesi haline getiren iş
nedir, insan için iş ne anlama gelmektedir? Yaşantımızı borçlu olduğumuz bir döngü
mü; yoksa basit bir zorunluluk mu? Temel olarak iş; zaman ve mekana göre sabit bir
evreni olmayan ve sosyal olarak yapılanmış bir fenomendir. Bazı aristokratik
toplumlarda ve eski anti-demokratik Yunanlılar'da hor görülen ve kölelikle eşit
tutulan çalışma, diğer toplumlarda demokrasinin temel taşı olarak müjdelenmektedir
(Grint, 1998:55). İşin ne olduğuna ilişkin ilk yazılı kaynak taraması Eski Yunan’a
kadar gitmektedir. Eski Yunan’da iş özgür olmayanların yapmaları gereken, acı
1
verici bir etkinlik olarak ele alınır ve yaşamak için çalışmak zorunda kalmak
aşağılanırdı. Kişinin toplumsal alandaki değeri ne yapmadığı üzerinden şekillenirdi
(Çelik, 2006:361). Bu anlamda iş, bireyin sosyalizasyonundan toplumsal kimliğinin
inşasına kadar hayatının her döneminde etkili bir tecrübedir. Bir işte çalışmak, çoğu
insan için önem arz etmekte ve çoğu zaman kişisel değerin bir ifadesi olarak kabul
görmektedir.
Çalışmanın insan doğasındaki tartışmasız önemi, üretilen emek karşısında
kişinin ödül ve takdir kazanma dürtüsünden gelir, çünkü çalışma ile statü, ekonomik
ödül, dini inanış ve kişisel potansiyelin bir şekilde ortaya konulması sağlanmış olur
(Grinth, 1998:1). Ancak, günümüz dünyasında çalışma fiiliyatının çok daha teknik ve
mekanik bir arka planı vardır. Günümüz koşullarında çalışmanın toplumsal olarak
tanımlanabilen, toplumsal bütünün üretim ve yeniden üretiminde norma bağlı,
standart bir işlevi yerine getiriyor olması da gerekmektedir (Gorz, 2001:12). Modern
kapitalizmde işgücü piyasalarının uzmanlaşma ve profesyonelleşmeye bağlı olarak
çeşitlenmesi, istihdamı basit bir eylemlikten daha fazlası, kendi içinde pek çok
kompartımana ayrılmış bir olgu olarak görmeye yöneltmektedir. Bu nedenle çalışma;
içerdiği yetki ve yetenekler, prosedürler ve ihtiyaçlar türdeşleştirilmiş olduğundan
yeni normların, ihtiyaçların, yeni yetki ve yeteneklerin bireysel ve kolektif olarak
keşfedilmesini, yaratılmasını ve öz belirlenimini baskı altına alan ya da sınırlayan
etkili bir toplumsallaştırma, norma bağlama ve standartlaştırma aracıdır (Gorz,
2001:13).
2
Çalışma olgusunun insan hayatında kapladığı yer şüphesiz çok büyüktür;
ancak günümüz dünyasında ulusların ve toplumların en önemli sosyo-ekonomik
sorunlarının başında işsizlik olgusu gelmektedir. Kavramsal anlamda işsizlik;
çalışma kabiliyeti ve arzusu olup, ücret karşılığında herhangi bir işte çalış(a)mayan
işgücüne verilen isimdir. Daha teknik bir terminoloji ile ifade edersek; işsizlik, bir
ekonomide emek talebinin emek arzını karşılayamaması olarak da tanımlanabilir;
ancak küresel dünyamızın karmaşık istihdam yapısını anlamak açısından bu ortodoks
tanım fazlasıyla yetersizdir. Tek başına emek arzının emek talebine eşit olması
işsizlik olgusunu ortadan kaldırmaz. İstihdamın gerçekleşebilmesi için emek arzının
talep edilen işçinin niteliklerine de uygun olması gerekmektedir, aksi takdirde
piyasada istihdam söz konusu olamaz (Güney,2009:135). İşsizlik, 1970'li yıllardan
itibaren nüfus artış hızı yüksek, buna karşın ekonomik gelişmesi yavaş ülkeler başta
olmak üzere, aynı zamanda sanayileşmiş batı ülkelerini de önemli ölçüde etkileyen
bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır (Gündoğan, 1999:65). İşgücü piyasasının
mevcut haliyle dünya ekonomisinde işsizliğin artmasına neden olan yapısal
özellikleri; ekonominin kuralsızlaştırılması, üretim yapısındaki değişim, işgücündeki
yapısal değişim olarak ortaya çıkmaktadır. Bu gelişmeler dünya genelinde istihdamı
olumsuz bir biçimde etkileyerek işsizliği kronik bir problem haline getirmektedir
(Uyanık, 2008:214).
Gelişmekte
olan
ülkelerde
işsizlik,
daha
çok
yoksullukla
iç
içe
deneyimlenirken, gelişmiş ekonomilerde otomatizasyona ve gelişen teknolojilere
bağlı olarak işgücüne katılma oranlarında belirgin düşüşler yaşanmaktadır. Refah
sistemlerinin işssizlik yarattığı ve ekonomik büyüme oranlarının işsizlikle doğru
3
orantılı olduğu tezlerini tartışmaya açan Therborn, işsizlik düzeyinin belirlenmesinde
her ülkenin izlediği kendi iş politikasının önemli olduğunu ifade etmektedir.
İngiltere'de işsizlik, özellikle de uzun dönemli işsizlik tamamen erkeklerin
karşılaştıkları bir problem iken, İtalya ve Fransa'da öncelikle kadın ve gençleri
etkilemektedir. Teknolojik gelişmelerin de beraberinde kaçınılmaz bir biçimde
işsizliği getirdiği kesinlikle söylenemez, çünkü bu konuda verilebilecek en iyi örnek
en yüksek teknolojik gelişme ve en düşük işsizlik oranına sahip olan Japonya'dır
(Therborn, 1986 akt. Grint, 1998:52).
Tüm dünyada sürekli artan işsizlik oranları 21. yüzyılda devletlerin ve
toplumların kâbusu olmuş durumda. 2008 yılında ABD'de patlak veren küresel
ekonomik krizin etkilerinin her geçen gün daha fazla görünür olduğu, emek gücünü
baskı altında tutmaya dönük küresel ekonomi politikalarının her defasında daha da
belirginleştiği bir süreçten geçmekteyiz. Ülkeler, özellikle teknolojik olarak
gelişirken, üretim sistemleri de buna paralel olarak değişmekte ve mevcut işgücünün
bu gelişmelere ayak uydurması zorlaşmaktadır. Bunun sonucunda da, nüfus artışına
bağlı olarak artan işgücüne istihdam imkanları yaratmak sorun haline gelmektedir
(Güney, 2009:135). İçinde bulunduğumuz dönemi diğerlerinden ayırt eden en
dramatik fark, kapitalist ekonomik sistemin kitlesel işsizliği giderek yapısallaştıran
bir rotada ilerlemesidir (Bora ve Erdoğan, 2011:30). Küresel sermayenin girdiği dar
boğazdan kurtulması için yürürlüğe konulan neoliberal ekonomi-politikalar, yaşamı
her geçen gün daha fazla olanaksızlaştırmakta ve yeryüzündeki kaynakların büyük
bir bölümünün özel teşviklerle sermayeye transfer edilmesine neden olmaktadır. Bu
durumun doğal sonucu olarak ortaya; işsizlik ve yoksulluk dışında başka bir manzara
4
çıkmamaktadır. Çünkü, global kapitalizm, dar bir tüketici nüfusuyla kendini
döndürmeye ayarlı. Bu yapı, yedek emek gücü ordusunu hep yedekte bekletebilecek
bir yapı. Toplumun en alt sınıf katmanında yer alanları, üretim süreci dışındaki
pozisyonları ve mutlak yoksunlukları, dışlanmışlıkları üzerinden tanımlayan
yoksulluk kavramının gündemi kaplamasının manası ve lüzümu da daha çok bununla
igilidir (Bora ve Erdoğan, 2011:30).
Kamuda istihdamın yeniden yapılandırılması, bürokrasinin azaltılarak batı
tarzı girişimcilik kültürünün kitlelere dayatılması, özellikle de gelişmekte olan
ekonomileri adeta belirsiz bir geleceğe doğru sürüklemektedir. Son 30 yıllık süreç
içinde, neoliberal ekonomi politikalarının küresel boyutta daha hissedilir hale
gelmesiyle birlikte işsizlik, vahşi kapitalizm dönemlerini aratmayacak bir seyir
izlemektedir. Tunus, Mısır gibi Kuzey Afrika ülkelerinden Arap Yarımadası'na kadar
uzanan geniş bir coğrafyadan, Yunanistan, İtalya ve İspanya'daki ve Amerika'daki
Wallstreet eylemlerine kadar isyanlar ve direnişler kapitalist birikim sürecinin nasıl
işsizlik yarattığını gözler önüne sermesi açısından oldukça önemlidir (Değirmenci,
2011:514). Söz konusu süreç; İngiltere ve Amerika'da Thatcher ve Reagan ile
başlayan, Türkiye'de ise Özal ile devam eden, sosyal devlet kazanımlarının önce
törpülendiği ve sonra giderek yok edildiği, dünyadaki eşitsizliğin herhangi bir fırsat
eşitliğine dahi yer vermeyecek bir biçimde derinleştirildiği, kamusal sorumluluk
fikrinin budandığı bir dönemi kapsamaktadır (Peker, 2005). Anlaşılan şu ki; refah
devletinin en başarılı sosyal politikalarından biri olan "tam istihdam" paradigması
günümüz koşullarında tamamen çökmüş durumda. İşgücünün boşa çıkması ile ayırt
edilebilecek bu yeni kapitalizm sürecinde, tam istihdam ulaşılabilir bir hedef
5
olmaktan çoktan çıkmıştır. Halen çalışmakta olanların koşullarını iyileştirme
taleplerinin önünü kesmeye yarayan bir yedek işgücü ordusu ise sistemin ve hayatın
çeperlerinde varlığını sürdürmeye devam etmektedir (Bora, 2011:304).
Dünya sisteminde başlayan bu yeniden yapılanma süreci, neoliberal siyasal
reformlar ve özellikle son dönemlerde yaşanan küresel ekonomik krizler Türkiye’de
de işsizlik oranını azımsanmayacak derecede arttırmıştır. Özellikle de genç işgücü bu
süreçten olumsuz anlamda etkilenmektedir. Türkiye nüfusu içinde genç nüfus
oranının yüksek ve çalışabilir durumda olduğu düşünüldüğünde genç işsizliği, büyük
bir sosyo-ekonomik sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Genç işgücünün
mobilitesinin yüksek olması, genç işgücüne olan talebin daha çok kısa dönemli,
geçici ve düşük ücretli işlerde yoğunlaşması ya da istihdam piyasasından tamamen
dışlanması sonucunu doğurmaktadır (Gündoğan, 1999:69). TUİK'in (Türkiye
İstatistik Kurumu) 2013 Temmuz döneminde yaptığı hanehalkı işgücü araştırmasına
göre; geçen yılın aynı dönemiyle karşılaştırıldığında Türkiye'de işsiz sayısı 363 bin
kişi artarak 2 milyon 686 bin kişiye yükselmiş ve işsizlik oranı 0.9'luk bir puan artışı
ile %9.3 seviyesinde gerçekleşmiştir.1 Ancak ölçülebilen, kayıtlı işsizlik verileri
ülkemizdeki gerçek işsiz sayısını ve işsizlik oranlarını ortaya koymaktan çok uzakta
görünüyor. Bunun nedeni kayıt dışı işsizliğin ülkemizde yaygın bir biçimde tecrübe
ediliyor olmasıdır. Devletin, genellikle her konuda tanımlayıcı bir cevaba sahip
olduğu görülür. İşsizlik hususunda devlet, nüfusu ekonomik açıdan aktif olanlar ve
ekonomik açıdan aktif olmayanlar arasında bölmüştür. Eğer, insanlar vergilerini,
sigortalarını vs. ödüyorlarsa, çalışıyorlardır; aksi durumda ise yaptıkları şey çalışma
1
http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=13607
6
değildir (Grint, 1998:10). Devlet politikalarının yığınları istatistik olarak görmesi ve
onları katı, ceberrut bir bakış açısıyla sınıflandırması işsizlik çalışmalarında reel
gerçekliğin ne olduğu konusunda da çeşitli zorlukları gündeme getirebilmektedir.
Neoliberal transformasyon, işgücü piyasalarında taşeronlaşma ve esnekleşme
gibi yeni ve güvencesiz çalışma örüntülerini yaygınlaştırmasının yanı sıra, ücretlerde
korkunç düşüşlere ve çalışma koşullarında da kölelik uygulamalarını aratmayacak
manzaraların yaşanmasına neden olmaktadır. Güvencesiz emek ve hayat rejimi
geleceğin sürekli rehin bırakılması, asla tümüyle hak edilememesi ve garantiye
alınamaması demektir. Sürekli ve uzun süreli bir iş sözleşmesinin yokluğu, insanın
şimdiki zamandaki çabasını iş piyasasındaki rekabet gücünü arttırmak ve kapasitesini
genişletmek üstünde yoğunlaştırmasına yol açtığı ölçüde geleceğin sömürülmesini
daha da şiddetlendirmektedir. Böylece, sermayenin zamanı sömürgeleştirmesi daha
da derinleşmektedir (Erdoğan, 2011: 99).
Şüphesiz işşizliği her toplumda farklı cinsiyet, meslek ve yaş gruplarından
pek çok kimse farklı şiddet ve şekillerde tecrübe etmektedir; ancak bu çalışmada
işsizlik olgusu beyaz yakalı işsizliği ile sınırlandırılmaktadır. Tahsilli olup, alanında
uzmanlaşmış profesyoneller olarak beyaz yakalılar; küresel işgücü piyasalarında
yaşanan değişim ve dönüşümlerden şiddetli bir biçimde etkilenen heterojen bir kitle.
Üniversite eğitimin ardından girilen onca sınava rağmen beyaz yakalılar işsizlik ve
geleceksizlik kabusuyla karşı karşıya. Günümüz koşullarında, doktorundan
mühendisine diploma sahibi beyaz yakalıların büyük bir bölümü üretim araçlarına
sahip değillerdir ve eskiden olduğu gibi diploma edinerek sınıf değiştirme şanslarını
7
yitirmişlerdir. Beyaz yakalı mesleklerde parçalanma dinamikleri hangi şekillerde
ortaya çıkmaktadır, beyaz yakalıları işgücü piyasalarında değersizleştiren, onları
proleterleştiren yeni ekonomik düzenin ve ideolojik söylemin sınırları nelerdir? Bir
zamanların parlak çocukları şimdilerde neden hayata tutunmak için daha fazla
çabalamak zorunda? Bu çalışmada genel anlamda bu sorular üzerinde durularak
beyaz yakalı mesleklerin ne uzayan ne de kısalan boyutuna oluşturan öğretmenliğin
son zamanlarda düştüğü durum, yani öğretmen emeğinde yaşanan dönüşüm
Ankara'da
yürütülen
saha
çalışmasından
elde
edilen
veriler
ışığında
değerlendirilecektir.
1.1. Araştırma Problemi
Kamuda istihdam konusunda Türkiye'nin büyük bir dönüşümden geçtiği, özel
sektörde de çalışma koşulların giderek kötüleştiği, ceberrut yeni istihdam
rejimlerinin ortaya çıktığı ve bu süreçte sınıfsal pozisyonların, daha doğrusu
toplumun sınıf haritasının değiştiği görülmektedir. Bir toplumda sağlam bir
ekonomik sistemin oluşabilmesi ve onun yapısallaşması için bugüne kadar hep orta
sınıfın güçlü kalması yönündeki genel kanı ve inanışlar, 2008 yılında ABD'de patlak
veren ve tüm dünyaya yayılan finansal krizle adeta yerle bir oldu. Daha çok orta sınıf
profesyonellerin işsiz kaldığı bu krizde bir çok ekonomist, orta sınıf balonunun
patladığını ve bunların bir kısmının sınıf piramidinin üst basamaklarına tırmanırken,
geri kalan büyük çoğunluğun ise aşağıya düşeceğine dair çözümlemelerde
bulundular. Geleneksel ekonomi politikaları orta sınıfın güçlü olması gerektiğini ve
bunun da devlet eliyle organize edilmesini elzem olarak görürken, yeni kapitalizmin
8
ruhu ise tam tersi yönde işlemeye devam etmektedir. Marx; kapitalizm geliştikçe
pazarın gereksinim duyduğu işgücü talebinin sermaye birikimine bağlı olarak
artmayacağını, bunun sonucunda da yedek işsizler ordusunun ortaya çıkacağını ve
bununda; ücretlerin istikrarlı bir biçimde düşmesine, emeğin değersizleşmesine yol
açacağını belirtmişti. Henüz kabul görmesede gelinen son noktada orta sınıf gençler
yedek
işsizler
ordusuna
eklemlenerek
yoksullaşmış,
mülksüzleşmiş
ve
proleterleşmiştir. Orta sınıfı derinden etkileyen, hatta onu çözülmenin eşiğine getiren
bu dönüşümün eğitim ve sağlık alanında kendini daha çok hissettirdiği, bu alanlarda
kamu hizmetlerinde belirgin bir niteliksizleşmenin ve hızlı bir metalaşmanın
yaşandığı çok açık bir şekilde görülmektedir. Eğitim ve sağlık alanında istihdam
edilen kitlelerin daha çok beyaz yakalı olduğu dikkate alındığında, bu süreçten en
çok etkilenen gruplardan birinin de beyaz yakalılar olduğu konusunda şüpheye yer
kalmamaktadır. Son derece düşük ücretlerle hatta birçok durumda ücretsiz,
güvencesiz, geçici süreli çalışma koşulları, çalışıyor olmakla işsizliğin arasında
kırılgan bir istihdam rejimi oluşturmaktadır. İşsiz beyaz yakalılar, kâh asgari
geçimlik bir gelir uğruna, kâh gerçek bir işe kavuşma umuduyla, kâh salt çalışıyor
olma statüsünü önemsedikleri için bu koşullara katlanmak durumunda kalabiliyorlar
(Bora, 2011:210).
Bu bağlamda, bu tez çalışmasında Türkiye'de son 30 yıldır etkisini tüm
dünyada ve Türkiye'de hissettiren neoliberal dönüşümün işgücü piyasalarına
yansımalarını beyaz yakalıları, bihassa bu kategoride yer alan öğretmenler referans
alınarak incelenmektedir. Çalışmada cevap aranılan başlıca sorular; İşsizlik
öğretmenlerin sınıfsal konumlarında ne gibi bir etki yaratmaktadır, öğretmenler
9
işsizlik sürecinde yaşamlarını nasıl düzenliyorlar ve bunu yaparken daha çok hangi
mekanizmaları kullanıyorlar? Kötü işlerde çalışan öğretmenlerin durumu nasıl
değerlendirilmelidir? Çünkü; burada da bir tür işsizlikle mücadele deneyimi ortaya
çıkmaktadır. Beyaz yakalıların dünyasında çalışmanın temel referansının para
olmadığını, daha çok kariyer ve başarıyı öne çıkaran bir yaşam tarzının temsilcileri
olarak zihinlerde kodlandığı gerçeğinden yola çıkarak öğretmenlerde yaptıkları işe
yönelik olarak tatminsizlik duygusunu yaratan temel dürütünün ne olduğunu
araştırmak, bu tezin esas gündemini oluşturmaktadır.
Kuramsal çerçevenin yer aldığı ikinci bölümde; Keynesyen refah devletinden
neoliberal modele uzanan tarihsel süreç irdelenmektedir. Neoliberal politikaların
ekonomik sonuçları neredeyse her yerde benzer şekillerde ortaya çıkmaktadır.
Ekonomik eşitsizlikte büyük artış, dünya halklarının ekonomik durumlarının giderek
kötüleşmesi, mülksüzleşme ve tüm yeryüzünde işsizliğin ürkütücü boyutlarda tavan
yapması şeklinde yansımaları olmaktadır. Bu anlamda, neoliberal aklın küresel
bağlamda ülkelerin istihdam politikalarına ne şekilde yön verdiği, bu dönüşümün
orta sınıf üzerinde nasıl bir parçalanmaya ve ayrışmaya neden olduğu ikinci bölümün
ana temasını meydana getirmektedir.
Bilindiği üzere; Türkiye'de öğretmenler, yıllarca toplumsal dönüşümün ve
modernleşme sürecinin aktif özneleri, taşıyıcıları olarak görülmüş, bu nedenle
öğretmen imajı geleneksel yaşam tarzlarının
ve dinsel kimliklerin karşısında
konumlandırılmıştır (Ertürk, 2010:113). Yeniliğin, bilginin, aydınlanmanın ve
muassır medeniyetin sembolü haline gelen öğretmenlik; enformasyon devrimi ile
10
birlikte bilgiye erişimin kolaylaşması, yeni ve daha çok gelir getiren mesleklerin
popülerleşmesi, eğitim kurumunun piyasalaşarak metalaşması gibi nedenlerden
dolayı sıradan bir meslek haline gelmiştir. Öğretmenlik, Cumhuriyet’in yükselen
şehirli sınıfları içinde yer almaktan, saygın bir toplumsal misyonu taşımaktan artık
bir hayli uzakta görünüyor. Daha çok orta sınıfların pek de seçkin olmayan bir
kesiminde daha aşağıya düşmeme durumuna işaret etmektedir (Üstün, 2011:276). Bu
bağlamda, tezin üçüncü bölümünde Ankara'da işsizliği deneyimleyen öğretmenlerle
yürütülen çalışamanın metodolojisine ilişkin bilgiler yer alırken, dördüncü bölümde
de Ankara'da öğretmenlerle yürütülen araştırmanın sonuçları değerlendirilmekte,
Türkiye konteksinde öğretmen işsizliğinin temel dinamikleri sorgulanarak özel
eğitim kurumlarında öğretmenlerin karşılaştığı güçlükler de paylaşılmaktadır.
1.2. Amaç
Bir işe sahip olmak; bir ülkedeki mevcut işgücünün o ülkenin ekonomik
faaliyetlerinde nakdi ücret karşılığında çalıştırılması olarak tanımlanabilir; ama
çalışmanın bireyin dünyasındaki karşılığı yalnızca bu basit tanım ile sınırlı kalmıyor.
Genel olarak çalışmak; yetişkinlerin toplum içinde üretken gençlik rollerini
benimsemesi, sorumluluk almasını sağlayan, sosyalizasyon sürecinin önemli bir
basamağı olarak görülmektedir. Bu bakımdan çalışmak, gençlere yalnızca mesleki
tecrübe sağlamaz, aynı zamanda aile ve akranlarının dışındaki insanlarla etkileşime
girme fırsatı sunar. Ayrıca, çalışma ortamları gençlere sorumluluk ve bağımsızlık
duygusu kazandırarak onları çeşitli koşullar altında karar almaya zorlamaktadır
(Petersen ve Mortimer, 2006:19). Çalışma yaşamına ilişkin sorunların birikerek
11
çoğaldığı modern zamanlarda işsizliği, akla gelen ilk ve basit formlarıyla görmek
onun kendi içinde ne kadar da büyük bir sorun silsilesi barındırdığını görmemizi
engellemektedir. Bu nedenle işsizlik; yalnızca geçinme güçlüğü, borçlanma ve yaşam
standardının düşmesi anlamına gelmez, aynı zamanda insanların duygu dünyalarını
ve kendilik algılarını da etkiler ve dönüştürür (Bora, 2011:117).
Sonuçta, insanı doğa karşısında anlamlı bir aktör haline getiren şey yine onun
üretkenliğidir. Çalışıp üreterek, terleyerek doğanın ve yaşamın devamlılığını
sağlayan insan için çalışmak, fazlasıyla kutsal bir deneyimdir. Bu anlamda, bu tezin
temel amacı; anlamacı bir yaklaşımla çalışma hayatına ilişkin güçlükleri genel bir
çerçeve içinde aktarmak ve neoliberal ekonomi politikaların kıskacında Türkiye'de
beyaz yakalı işsizliğini ele almak, neoliberalizmin beyaz yakalı mesleklerde yarattığı
kırılganlığı ve prekarizasyonu tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktır.
Dünyada
neredeyse bütün toplumların ekonomi politikalarına yön veren bir fenomen olarak
neoliberalizmin, Türkiye'de özel sektörde ve kamuda istihdam yaşamını nasıl
biçimlendirdiği, işsizliğin yapısallaşması ve güvencesiz çalışma biçimlerinin
yaygınlaşması sürecinde nasıl bir rol üstlendiğini beyaz yakalı işsizliği kapsamında
tartışmaktır. Türkiye'de üniversite mezunlarının, yani belli alanlarda uzmanlaşmış,
profesyonelleşmiş beyaz yakalılar'ın işsizliği nasıl deneyimledikleri, işsizlik
sürecinde ne tür mücadele stratejileri geliştirdikleri, beyaz yakalı işsizliğini üreten ve
onu besleyen ideolojik mekanizmaların neler olduğunu ortaya koyabilmektir.
Bilhassa, bu süreci en şiddetli biçimde yaşayan ve süreçten en çok zarar gören
meslek kolllarından biri olan öğretmenliğin emek süreçleri bağlamında dönüşümünü
irdelemek, ataması yapılmayan öğretmenlerin gündelik yaşamlarını nasıl idame
12
ettirdiği ve işsizlik sürecinde hangi mücadele biçimlerine tutunduğunu saptamak öne
çıkarmaktadır. Bu kapsamda, Ankara'da yaşayıp işsizliği farklı şekillerde
deneyimleyen 30 öğretmenin durumu yapılan alan araştırmasıyla tezin ilerleyen
bölümlerinde ele alınacak, onların mevcut durumları ve konumları hakkındaki
düşünceleri sorgulanacaktır.
1.3. Önem
İnsanoğlu yaşamını devam ettirebilmek ve yaşamını düzenleyebilmek için
çalışmak ve üretmek zorundadır. Bir işe sahip olma, bireyi toplumsal hayata
kazandırmanın en önemli yoludur. Günümüzde "çalışma hakkı" bireylerin en önemli
toplumsal hakları arasında sayılmakta olup toplumlar, yeteneklerine uygun bir işte
çalışmak isteyen vatandaşlarına bu olanağı sağlamakla yükümlüdür (Gündoğan,
1999:64). Devletin akla gelen ilk anlamı da; refah üretmek, çok boyutlu planlamalar
dahilinde vatandaşlarını işgücü piyasasına kazandırmak ve onların kendi yaşamlarını
üretebildiği koşulları yaratmaktır. Bu, bütün devletlerin asli görevleri arasındadır.
Özellikle de, gençleri ilgi ve yetenekleri doğrultusunda istihdam etmek, onların belli
bir kariyer ve gelecek bilincine sahip olması için gerekli tedbir ve önlemleri almak
zorundadır; çünkü, bir ekonomik düzenin düzgün bir şekilde işleyip işlemediği,
geçerli ücret karşılığı çalışmak isteyen herkese iş temin edilip edilemediği ile
ölçülmektedir ve bir ülkede bazı kişilerin çalışmak istedikleri halde iş bulamamaları,
doğrudan mevcut ekonomik politikaların kusuru olarak görülmelidir (Aren,
1975:17). Bu bakımdan, devletlerin sosyal ve ekonomik geleceği işsizliğin kontrol
edilebilir bir biçimde azaltılmasına ya da tamamen ortadan kaldırılmasına bağlıdır.
13
Bu anlamda, işsizliğin terörizmden daha tehlikeli olduğunu, işsizliğin yoğun olarak
görüldüğü, istihdam kapasitesinin düşük olduğu ekonomilerde zamanla ciddi
toplumsal riskler oluşabileceğini öne süren yaklaşımlar literatürde yoğun bir şekilde
ağırlığını hissettirmektedir.
İşsizliğin birey ve toplum üzerindeki olumsuz etkileri, 1930’lu yılların
başından bu yana araştırılmaktadır. Araştırma bulguları, öğretmenlerin işsiz
kalmanın hem yoksulluğa; hem de bireysel, ailevi, sosyal sorunlara, fizyolojik,
psikolojik, psiko-somatik rahatsızlıklara yol açtığını göstermektedir. Bu sorunların
kaynağı, işsizliğin, zorunlu yaşamsal giderlerini karşılayacak bir gelirden yoksun
kalmanın ötesinde, bireye kendi yaşamını ve durumunu etkileme gücünü kaybettiğini
hissettirmesidir (Promberger, 2008 akt. Mütevellioğlu ve Çizel, 2010:281). Bu
nedenden ötürü bir toplumda sağlıklı, huzurlu ve özgür bir yaşamın teminatı, o
toplumda uygulanan istihdam politikaları ile doğrudan doğruya ilişkilidir. Ayrıca,
yaygınlaşan işsizlik demokratik rejim karşıtı siyasal akımları da beslemektedir.
Demokrasi karşıtı rejimlerin iktidara gelişinde ekonomik bunalımın neden olduğu
kitlesel işsizliğin önemli bir rol oynadığını hatırlamak gerekir (TÜSİAD, 2004:15).
Tarihin farklı dönemlerinde işsizliğin ortaya çıkardığı toplumsal riskler büyük ve
dramatik olayların vuku bulmasına, insanlığın yüzünü kızartacak gelişmelerin
yaşanmasına neden olmuştur. Batı Avrupa'da, 1930'ların büyük buhranı sonucu
meydana gelen yoğun işsizlik; faşizmin, nasyonel sosyalizmin ve sonunda holocast'ın
ve de dünya savaşının büyük dehşetini iyice doruğa çıkarmıştır (Overbeek, 2003:1).
Bugünlerde de benzer bir durum söz konusu. Çalışmak için Avrupa'ya giden
göçmenlere karşı ırkçı tutumların refah toplumlarında arttığı bilinmektedir. Ayrıca,
14
istihdamın
durmadan artan
genç nüfusun ihtiyaç ve beklentilerine göre
düzenlen(e)miyor olması daha farklı riskleri de beraberinde getirmektedir. Özellikle
de gençler arasında işsizliğin yüksek oluşu, toplumda siyasi şiddet ve hatta bir
başkaldırıya bile neden olabilir. Tehlike yalnızca eğitimsiz işsizlerle ilgili değildir.
Aynı zamanda eğitimli ve büyük hedefleri olan gençler için de geçerlidir. Bu açıdan
hiçbir toplum işsizliğe karşı gençlerin göstereceği ciddi tepkiyi gözardı edemez
(Casson, 1979:3 akt. Gündoğan, 1999:71). Çünkü işsizlik; gençlerde başarısızlık
duygusunun giderek perçinleşmesine, toplumsal aidiyetin zamanla kaybolmasına
neden olabilir.
İşsiz kalmanın en vahim sonucu olarak karşımıza umutsuzluk çıkmaktadır.
Kierkegaard'ın ölümcül hastalık olarak nitelediği umutsuzluk; bugün gençlerin,
özellikle de üniversite mezunu olduğu halde işsiz kalan, niteliksiz ve geçici işlerde
çalışmak zorunda bırakılan genç beyaz yakalıların kâbusu olmuş durumda. İşsizlik,
geçimle ve yaşam standardıyla ilgili sıkıntıların yanında veya orta ve üst sınıftan
işsizlerin durumunda, sınıfsal konum bu sıkıntıları görece katlanılır kılsa bile önemli duygusal ve manevi krizlere yol açmaktadır. Bu krizler, öz değer duygusunun
aşınmasına, hayatın ve varoluşun anlamını sorgulamaya kadar varabilmektedir. Bu
anlamda, beyaz yakalı işsizlerin, tahsille edindikleri kültürel sermayenin işe
yaramaması, değersizleşmesi nedeniyle özel bir duygusal ve manevi yıkım
yaşadıklarını varsayabiliriz (Bora, 2011:69). Amerika Psikoloji Merkezi tarafından
yapılan bir araştırma sonucuna göre beyaz yakalılarda antidepresan ilaçların
kullanılmasında yüzde 80’lere varan artışlar görüldüğü tespit edilmiş. Bunun en
önemli sebepleri arasında; aşırı çalışma, iş stresi ve işsizlik korkusu yer almaktadır.
15
Ortalama çalışma süresi son 20 yıl içerisinde ortalama 700 saat artış göstermiş ve
gün başına yaklaşık 3,5 saatlik fazla çalışma yapılmakta. Diğer taraftan işsizlik
korkusu, taşeronlaşma ile oluşan işsizlik ve ücret azalmaları, işten çıkarılmalarda
daha düşük ücretli yerlerde çalışılmaya başlanması beyaz yakalıların depresyon
içerisinde yaşamasının en temel sebepleri arasında gösterilmektedir.2
Araştırmanın esas gündemini oluşturan öğretmen işsizliği, beraberinde
bambaşka bir sosyal problem olan intihar vakasınıda gündeme getirmektedir.
Şüphesiz bu durum diğer meslek kollarında da yaygın bir biçimde gözlenmektedir.
İşsizlik ve diğer sosyal sorunlar bir araya geldiğinde bireyi intihara sürükleyen
koşullar kolaylıkla ortaya çıkabilmekte, kişi o süreçte kendisine bırakılan tek seçenek
olarak intiharı tercih etmektedir. Bugüne kadar intihar ve işsizlik arasındaki ilişkiyi
açıklamaya dönük olarak pek çok akademik çalışma ortaya konuldu ve ortaya çıkan
sonuç; işsizliğin intar riskini arttırdığı, kişinin işsizlik sürecinde intihar etmese bile
ağır psikolojik sorunlarla karşı karşıya geldiğidir. Global ölçekte, farklı ülkelerde
işsizliğe bağlı olarak meydana gelen intihar vakalarını ölçen kapsamlı komperatif bir
çalışma literatürde henüz mevcut değil, ancak Amerika'da yürütülen bir çalışmaya
göre; 2009 yılında meydana gelen, "Büyük Durgunluk" olarak bilinen küresel
ekonomik kriz, o dönemde ciddi intihar vakalarına yol açtı ve yalnızca o yıl içinde
yaklaşık 5000 kişi işsizlik nedeniyle hayatına son verdi.3 Türkiye'de de işsizlik
nedeniyle 30'un üzerinde öğretmenin intihar ettiğini göz önünde bulundurduğumuzda
işsizliğin ürkütücü sonuçlarıyla karşılaşmaktayız.
2
http://www.birgun.net/worker_index.php?news_code=1262781256&year=2010&month=01&day=06
3
http://www.latimes.com/science/sciencenow/la-sci-sn-great-recession-economic-crisis-suicide
20130917,0,4608835.story
16
21. yüzyıla ilişkin emek ve iş gücü söylemlerinde beyaz yakalıların yoğun bir
biçimde yer tuttuğunu söylemek pekala mümkün. Yakın dönemde, beyaz yakalı
işsizliği, bir toplumsal-politik mücadelenin konusu olarak da daha fazla görünür
olmaya başlamıştır (Bora, 2011:70). Slovaj Zizek'e göre; günümüzde grev yapanların
kimliği değişmiştir. Düne kadar grev denilince dünyanın her yerinde akla gelenler
işçi sınıfıydı. Gelin görün ki; artık işçi sınıfı için işçi olabilmek bile ayrıcalıktır ve
dışarıda işsiz benzerlerine bakınca durumlarından daha fazlasını isteyecek güçleri
bile kalmamıştır. Grev yapma eylemi, daha eğitimli bir sınıfa kaymıştır. Doktorlar,
mühendisler, öğretmenler ve hatta polisler…4 Zizek, yeni dünya düzeninin ruhunu
çözümlerken bizleri bir bakıma geçmişten kalan ön yargılarımızla yüzleştiriyor.
Refah devletinin akla gelen en belirgin meslek imgelerinde yaşanan dönüşümü ve
değişimi ortaya koyuyor. Zizek'in ingiltere'de 2011 yılında Londra'da başlayan isyan
ve yağma olayları için yaptığı bu çözümleme bizleri orta sınıf üzerinde yeniden ve
farklı bir biçimde düşünmeye zorlamaktadır. Makineleşmenin ve otomasyonun
sistemli bir biçimde yaygınlaşması, küresel finans sisteminde patlak veren ekonomik
krizler, neoliberal ekonomi politikalarla dünya genelinde kamuda istihdamın
azalması ve iş güvencesinin artık nostaljik bir talebe dönüşmesi, şu sıralar bizleri
beyaz yakalıları her zamankinden daha çok anlamak zorunda bırakıyor. Dünyanın
pek çok yerinde beyaz yakalılar ayaklanıyor ve kendilerine sunulan yerleşik rolü
reddediyorlar. Bugün İngiltere'de, Amerika'da ve son zamanlarda Brezilya ve
Türkiye'de patlak veren kitle hareketlerine baktığımızda bir çoğunun orta sınıf
4
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1077061&CategoryID=97
17
reaksiyonlar olduğunu, beyaz yakalıların artık belirgin ve sistemli bir direniş
ruhaniyeti üzerinden yeni toplumsal hareketlere eklemlendiğini görmekteyiz.
Bugün, beyaz yakalıların büyük çoğunluğu, çalışma koşulları bakımından
mavi yakalılardan farklı görünmemektedir. Hem nitelik gerektiren işlerin
vasıfsızlaşması, hem de okul bitiren ve söz konusu alanlarda iş yapabilir duruma
gelen insanların sayısının yoğun bir şekilde artması, geçmişte ayrıcalıklı olan
meslekleri değersizleştirmektedir. Koşulları görece iyi olan azınlıktaki beyaz
yakalıların ise, mevcut koşulları her geçen gün mavi yakalılara daha çok
yaklaşmaktadır (Erdayı, 2012: 65-80). Çalışma ilişkilerinde meydana gelen bu
transformasyon akademide beyaz yakalı literatürünü yeniden gözden geçirmeyi
zorunlu hale getirmektedir. Bilindiği gibi beyaz yakalı meslekler kategorisinde
Türkiye'de kamuda en büyük istihdam profilini öğretmenler oluşturmaktadır.
Güvencesizleş(tir)me ve değersizleş(tir)me sorunu öğretmenlerin dünyasında daha
belirgin ve daha dramatik bir formda karşımıza çıkmaktadır. Tarihsel süreç içerisinde
değişen ekonomik koşullar öğretmenlik mesleğine ilişkin algı ve beklentileri
olumsuz anlamda değiştirmiştir. Son yirmi yıldır dünyanın pek çok ülkesinde ulusal
eğitim sistemleri reform sürecine tabi tutulmakta. Müfredat değişiklikleri, istihdam
biçimlerinin esnekleşmesi, eğitim yönetimi ve finansmanındaki dönüşümler olarak
karşımıza çıkan reform sürecinin en önemli boyutu piyasa mekanizmasının ve piyasa
aklının eğitim alanına tercüme edilmesidir (Ertürk, 2010: 115). Bu manzaranın arka
planında muhakkak dünyanın sürüklendiği ekonomik ve politik konjektürün etkisi
vardır; ancak eğitimin metalaşan bir alana dönüşmesi, eğitimde yaşanan bu krizi
tarihin hiçbir döneminde bu kadar gün yüzüne çıkarmamıştı.
18
Bugün öğretmenlerin istihdam sorunlarına kulak kabarttığımızda ortada
korkunç bir toplumsal sancıyla karşılaşmaktayız. Her yıl üniversitelerin eğitim
fakültelerinden mezun olup yaklaşık 300.000 kişi olduğu söylenen işsiz öğretmenler
ordusuna katılan binlerce öğretmen var. Öğretmen adaylarının devlet okullarına
öğretmen olarak atanmak umuduyla girdiği KPSS (Kamu Personeli Seçme Sınavı),
bu kesimde, üniversite sonrası işe yerleşme şansını sürekli azaltarak işsizliği
yaygınlaştırmaktadır. Devlet okullarına çok az sayıda kadrolu öğretmen ataması
yapılırken, umutlarını bir sonraki sınava erteleyenlere her yıl binlerce aday daha
eklenmekte, böylece sınava girenlerin ve atama bekleyenlerin sayısı her geçen yıl
artmaktadır (Demirer, 2012: 178). Özel sektörde de ücretlerin düşük, çalışma
saatlerin fazla olması, ayrıca insanı hiçleştiren baskıcı ve saldırgan çalışma
kültürlerinin yaygınlaşması öğretmenleri daha farklı alternatiflere yönlendirmekte,
onları girişimci olmaya itmektedir. Öğretmen emeğinde yaşanan dönüşümün işsizliği
ve iş tatminsizliğini arttırdığı, mesleki aidiyet duygusunu körelttiği açıkça ortadadır.
Sürekli tekrarlanan benzer tecrübeler, yılgınlık ve yorgunluk yaratmaktan öteye
gitmeyen sınavlar öğretmenlerin değer dünyasında kırılgan bir duygu durumu
yaratmış durumda. Şimdi, binlerce öğretmen; işsizliğin soğuk, ölümcül duygusundan
uzaklaşmak ve kendi geleceğini kurgulayabilmek için tek çıkış yolu olarak kamuda
öğretmenliği görmekte, imkanı olanlar ise başka alanlarda ticaret yaparak bu zorluğu
aşmaya çalışmakta; ancak MEB'in (Milli Eğitim Bakanlığı) neoliberal istihdam
stratejileri mevcut sorunu her geçen gün daha çetrefilli bir noktaya sürüklemektedir.
Bu anlamda, gelişmekte olan bir ekonomi olarak Türkiye'nin temel tartışma
konularından biri olan bu travmatik sorun, bu tezin esas gündemini oluşturmaktadır.
19
Türkiye'de diplomalı işsizlerin sorunlarına dikkat çekmek açısından bu çalışma önem
arz etmektedir. Ayrıca, Türkiye gibi ekonomisi dışa bağımlı, merkez ülkelere ham
madde satıp dışarıdan teknoloji ve yenilik ihraç eden üçüncü dünya toplumlarının
kronik problemlerinden biri olan işsizliğe yeni, proaktif, insanı referans alan
politikaların geliştirilmesi açısından da bu çalışma yol gösterici bir nitelik
taşımaktadır.
20
2. KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE
2.1. Neoliberal İstihdam Politikaları ve İşgücü Piyasalarına Yansımaları
Ekonominin değişen doğasında çoğu zaman sabit kalan, asla değişmeyen bir
şey varsa eğer o da; eşitsizliğin ve sömürünün doğrudan kendisidir. Kapitalist
ekonomik sistemde sarsılmaz bazı parametreler vardır ve bunlardan biri de;
eşitsizliğin kurumsallaşmasıdır. Dev kalkınma projeleri, milyar dolarlık büyük
yatırımlar küresel ekonomiyi biçimlendirirken, öte taraftan emekçiler terlemeye ve
üretmeye devam etmektedirler. Bu bölümde, herşeyin muazzam boyutlarda değiştiği
günümüz dünyasında, küresel istihdam politikalarında yaşanan kırılganlık ele
alınarak neoliberal hegemonyanın çalışma hayatını nasıl biçimlendirdiği üzerinde
durulacaktır.
İkinci dünya savaşı sonrasında, hem soğuk savaş ve komünizm tehdidine
karşı politik bir önlem olarak, hem kitlesel tüketim için gelir dağıtma stratejisi
çerçevesinde, hem de emekçi sınıfların yüz küsür yıllık sosyal mücadelelerinin
basıncı altında kapitalist sistem bir sosyal refah rejimini kurumlaştırmak zorunda
kalmıştı (Bora ve Erdoğan, 2011:14-15). Tam istihdama dayalı refah devleti
modelinde; yoksulluğun azaltılması, sosyal güvenliğin toplumun her katmanını
kapsayacak şekilde inşaa edilmesi ve kamu sübvansiyonlarıyla sosyal yaşamı var
eden kurumların (eğitim, sağlık, ulaşım) modernize edilmesi öngörülen ülküler
arasındaydı. Ancak, 1970'li yıllarda ortaya çıkan petrol kriziyle birlikte baş gösteren
ekonomik durgunluk, artan uluslararası rekabet, finansal krizler, teknolojik
gelişmeler ve hizmet sektöründe yaşanan büyüme dünya sisteminde yer alan aktörleri
21
farklı bir ekonomi politika arayışına sürükledi. Piyasanın kendi kendini
düzenleyeceğine dair yaygın keynesyen gelenek, yerini kontrole ve baskıya dayalı
olan neoliberal modele bıraktı. Neoliberalizm, yayılımcı büyümenin sona ermesi ve
soğuk savaş döneminden kalma eski sömürü pratiklerinin terk edilmesiyle ortaya
çıkmıştır. Soğuk savaş döneminde ABD'nin yaptığı askeri harcamalar ve 70'li
yıllarda başlayan OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler) petrol krizi onu yeni bir
hegemonya arayışına sürüklemiştir. Dünya üzerindeki hegemonik konumunu
Japonya, Almanya ve Sovyetler gibi ülkelere kaptırmak istemeyen ABD, Keynesyen
yeniden dağıtım projesinden farklı olarak yeni bir eko-politik model olarak
Neoliberalizm ile dünyayı yeniden biçimlendirme çabasına girmiş ve neoliberal
devlet formasyonuna yönelik ilk deneme Şili'de General Pinochet'nin yaptığı askeri
darbeden sonra uygulamaya konulmuştur. Darbe, devleti ve toplumu sosyalizme
doğru sürükleyen politikalar izlediği için demokratik yollarla iktidara gelen Salvador
Allende hükümetine karşı gerçekleştirilmiştir (Harvey, 2005:7). Şili'de başlayan
neoliberal dönüşüm, Allende hükümeti döneminde kamulaştırılan ve halkın
hizmetine sunulan hizmetlerin yeniden metalaştırılması şeklinde gerçekleşmiştir.
Neoliberalizm yapısı gereği, ulusal kalkınmacılığı hedef alan bir çizgidedir.
Bu yönüyle, domestik bir ekonomide devletin müdahaleci karakterinin değişmesinde
önemli bir kırılma noktasıdır (Cerny, Soederberg ve Menz, 2005:17). Bu nedenle,
neoliberalizmin yıkıcı sonuçları ulusal kalkınmacılığın hala etkin olduğu gelişmekte
olan ekonomilerde (Emerging Economies) daha yoğun bir şekilde görülmektedir.
Gelişmekte olan ekonomilerde üretim ve verimlilik artışları yaşanmasına rağmen
istihdamdaki artış paralel bir biçimde gerçekleşmemekte; işsizlik oranları üçüncü
22
dünya toplumlarında giderek artmaktadır. Küresel ölçekte talep azalmasını da
beraberinde getiren küresel kriz, bu durumu daha da vahimleştiren bir etken olarak
öne çıkmaktadır. Bu nedenle, önümüzdeki dönemlerde kriz boyunca küresel finans
şirketlerini kurtarmak ve finans piyasalarını canlı tutmak amacı ile trilyonlarca dolar
sübvanse eden hükümetler, iş sosyal politikalar, emeğin kayıplarının azaltılması,
istihdam politikaları gibi alanlara geldiğinde borç sürdürülebilirliği, mali
imkânsızlık, mali disiplinin önemi, finansal problemler gibi tartışmaları emekçi
sınıfların önüne sürmekte, işsizliğin uzun vadede iyileştirilmesinin güç bir değişken
olduğu tezini öne sürmektedirler (Voyvoda, 2009:48).
İlk bakışta neoliberalizmin, ikinci savaş sonrası refah devletinin toplumsal ve
siyasi düzenlemelerine karşı bir eleştiri olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Oysa,
neoliberalizm, refah devleti eleştirisinin ötesinde ya da nezninde refah devletinde
sınırlarına dayanmış olan temel modern-demokratik değer ve pratiklerin tümüne
karşı radikal bir saldırıyı temsil etmektedir. Yani, artık neo-liberalizm kendine
düşman olarak, selefinde olduğu feodal beyler ve mutlakiyetçi düzen değil, 18. ve
19. yüzyılın mücadeleleri sonucunda varılmış olan toplumsallık ve siyaset
kavrayışının bizzat kendisini almak zorundadır (Özkazanç, 2005). Ekonomide ve
sosyal sistemde neoliberal modeli savunan düşünürler, neoliberalizmin erdemlerini
temellendirirken artan işsizliği, küreselleşmenin kaçınılmaz bir sonucu olarak ulusal
ekonomilerde başlayan yangını ve ulusal değerlerin yozlaşarak global değerlerin
içinde kaybolmasını birer başarı olarak görmekte ve hayatın her alanında karlılığı
yücelten ideolojik bir paradigmayı öne çıkartmaktadırlar. Bu düşünürlerden biri de
Venezuella'lı ünlü düşünür Fernando Coronil'dir. Coronil'e göre; pek çok üçüncü
23
dünya ülkesinde vuku bulmasından dolayı neoliberal küreselleşme, ekonomik
büyümeyi, hatta bu ülkelerde ulusal aidiyet duygusunun aşınmasını kolaylaştırmıştır
Arjantin'de ulusal petrol şirketinin özelleştirilmesi, büyük çapta işten çıkartmaların (o
dönemde 5000 işçinin işine son verilerek işçi sayısı 500'e düşürüldü) yanı sıra,
işletmede karlılığı önemli ölçüde arttırarak, 1982 ve 1990 yılları arasında 6 milyar
dolar zarar eden işletme, 1996 yılında özelleştirildikten sonra 9 milyon dolar kar elde
etmiştir(Coronil, 2001:73). Coronil, küresel kapitalist söylemin havariliğini her ne
kadar üstlense de neoliberalizmden bizlere miras kalan şey yalnızca eşitsizlik, büyük
çapta yoksulluk ve toplumlarımız arasındaki informalite değil, aynı zamanda
kaynakları elinden alınmış ve değersizleştirilmiş, kurumsal yapısı parçalanmış ve
kamu teşebbüsleri özelleştirilmiş, yolsuzluk ve aşırı dış borç ile uluslararası finans
kurumlarının ağırlığı altında ezilen devletlerdir (Buono ve Lara, 2007:25). Ulusal
aidiyetin aşındırılması,
kalkınmacılığın
aynileştirilerek
yeryüzünün
tek
bir
organizmaya dönüştürülmesi, neoliberal idelogların en büyük arzusu olarak ortaya
çıkmaktadır. Neoliberalizmin savunucuları arasında ağzı en iyi laf yapanlar, bir
yandan varlıklı azınlık yararına politikalar uygulamaya koyarlarken, bir yandan da
yoksullara,
çevreye
dünya
yüzündeki
herkese,
hizmetlerin
en
büyüğünü
sunuyorlarmış gibi konuşurlar (Chomsky, 2000:8)
Neoliberalizm esas olarak yoksulluğu ve nedenlerini doğrudan yoksulun
üzerine yıkmaktadır. Neoliberal söylem, devletin sosyal güvenlik harcamalarının
yoksulları tembelleştirdiğini ve onları, emek güçlerini satmak için emek piyasasına
girmekten alıkoyduğunu vurgular (Özçelik, 2013:426). Yoksulların yoksul olmasının
kendi kabahatleri olduğu tezi öne sürülmektedir. Gerekli yetenek, zeka ve hırstan
24
yoksun insanlar olarak onları damgalamaktadır. Piyasa, bu açıdan, ahlakî bir rol
üstlenmiş olur ve bu rol, rekabetçi olamayanların elenmesi şeklinde kendini gösterir
(Kurmuş, 2010:24). Çünkü neoliberal modelde işsizlik insanın bütün dünyayla,
içinde yaşadığı zamanla ve mekanla ilişkisini kötüleştiriyor; en önemlisi de insanın
umutlarını, geleceğe olan inancını ve beklentilerini aşındırıyor ve hatta köreltiyor.
İşin güvencesizleşmesi, geçicileşmesi ve işsiz kalma tehlikesi, emekçileri sürekli bir
olağan üstü hale, genelleşmiş bir güvensizlik durumuna mahkum etmeyi ve böylece
sömürünün kabulünü sağlamayı hedefliyor. Kolektif mücadele için insanın geleceğe
ilişkin
bir
umudunun
ve
inancının
olması
gerektiğini
düşündüğümüzde,
neoliberalizmin tam da bunu hedef aldığını ve sistematik bir dayanışmayı veya
kolektifliği yıkma programı olduğunu söyleyebiliriz (Erdoğan, 2011:113).
Güvencesiz çalışma, son otuz yılda hem gelişmiş hem de gelişmekte olan
kapitalist ülkelerde hızla artmış ve çalışma yaşamında bir istisna olmaktan çıkarak
norm haline gelmiştir (Oğuz, 2011:8). Kişinin neoliberal modelde çalışma yaşamı
boyunca becerilerini değiştirmeden ilerlemesi mümkün değil artık. Günümüzde, en
az iki yıllık üniversite eğitimi almış genç bir Amerikalı, çalışma yaşamı boyunca en
az on bir defa iş değiştirmeye ve bu kırk yıllık sürede de en az üç defa temel
becerilerini
yenilemeye
hazır
olmalıdır
(Sennett,
2005:21).
Bu
anlamda,
neoliberalizm ve küreselleşme, dünya çapında çağdaş bir metalaştırma biçimini
temsil etmektedir (Bush, 2007:206). Bu yapısal dönüşüm, şüphesiz en çok da
gençlerin canını yakmış durumda. Bir çoğu, ömrü boyunca güvenceden yoksun bir
biçimde, durmadan iş değiştererek ve niteliklerini sürekli yenileyerek çalışmak
zorunda olduğunun farkında. Amerika Birleşik Devletleri'nde ve Britanya'da geçici
25
emek, emek gücünün en hızlı büyüyen sektörü; emeklilik ve sağlık sigortası olan
geçici işler bugün ABD'nin emek gücünün %8'ine denk geliyor. Perakende satış
alanında, restoranlarda ve diğer hizmet işlerinde sigortasız ve kısa süreyle istihdam
edilen insanların sayısı da eklendiğinde bu Amerikan emek gücünün beşte biri gibi
bir orana tırmanıyor (Sennett, 2009:40-41). Sonuç olarak; neoliberal öğretilerin
somut yaşamda iyice belirginleşmeye başlamasıyla birlikte yoksulların eğitim, sağlık
gibi temel kamu hizmetlerine erişimi iyice zorlaşmıştır ve işsizlik kurumsallaşarak
dünyanın her yerinde
olağan bir fenomen haline gelmiştir. Emek süreçlerinde
yaşanan bu dönüşüm, geçmişi nostalji ile hatırlayacağımız bir deneyim olarak
zihinlerimize kazımış görünmektedir.
2.1.1. Refah Devletinin Çöküşü ve Devletin Değişen Yapısı
Teorik arka planını John Maynard Keynes'in attığı refah devletinin temelleri
18. yüzyılda sanayi devriminin yaşandığı İngiltere'de atılmıştır. Refah devleti olgusu,
Keynes'in büyük buhran sonrası klasik liberal öğretilere yönelttiği eleştiriler ile
biçimlenmeye başlamıştır. Keynesyen ekonomik politikalar, kapitalizmin kendi
kendine sağlıklı ve pürüzsüz bir biçimde dengeye gelemeyeceğini, bu nedenle
devletin ekonomiye müdahale etmesi ve düzenlemelerde bulunması gerektiği
savından hareket etmekteydi (Sapancalı, 2001:115). II. Dünya Savaşı'nın hemen
ardından mevcut siyasal ortam, devletin piyasa ekonomisinde etkin olması gerektiği
yönündeki kanıları güçlendirmişti. Buna paralel olarak refahın dağıtımında ve
bölüşümünde en belirgin katalizör olarak devlet olgusu ağırlığını hissetirmekteydi.
Keynes, devletin ekonomiye müdahale ederek refah üreten bir aygıt olması
26
gerektiğini, serbest piyasa anarşizminin refahın dağıtımında sorunlu bir yönelim
olduğunu, refahın toplumun her katmanında hissedilen bir gerçekliğe dönüşmesi
gerektiğini kendi adıyla anılan kalkınma modelinde sistemleştirmişti. Bu model; II.
Dünya savaşından çıkan üzgün ve umutsuz Avrupalı'ların sürüklendiği sosyal ve
ekonomik bunalımı aşmak, daha nitelikli koşullarda insanları istihdam etmek,
yoksulluğu ve eşitsizliği minimize etmek amacıyla yürürlüğü konulan bir takım
sosyal politikaları içermekteydi. Savaş sonrası süreçte kamu politikasının temel
amacı; ekonomik büyüme, endüstriyelleşmenin hızlı bir biçimde genişlemesi, tam
istihdamın sağlanması, refah devleti ve vergi sistemi aracılığıyla gelirin ve
zenginliğin belli bir dereceye kadar yeniden dağıtımıydı. Bu modelle birlikte,
özellikle sosyal politikayla ilgili olarak büyük bir eşitlik taahüdü söz konusuydu.
Merkez-sağ ve sağ kanatlı partiler bile bir zamanlar, özellikle büyük bunalımın ve
ikinci dünya savaşının eşiğindeyken bu amaca sözde bağlılık göstermişti (Cerny,
Menz ve Soederberg, 2005:17).
Keynes, mevcut politik sorunların iktisadi etkinlik, bireysel özgürlük ve
sosyal adaleti tesis etmekle ortada kalkacağını savunmuştur. Çağdaş refah devleti
anlayışının özellikle Avrupa'da yerleşik kalkınma anlayışı haline gelmesiyle
ülkelerin ekonomik, politik ve kültürel süreçlerinde nitelikli kalkınma, yasal ve
kurumsal gelişme ağırlığını daha fazla hissettirmiştir. Altın Çağ olarak da bilinen bu
dönemde devletlerin
sosyal
politikalarını;
yurttaşların
yaşam
standartlarını
geliştirmek, nitelikli eğitim ve sağlık hizmetlerinden faydalanmalarını sağlamak,
emeklerini satarak yaşamını kazanmaktan başka bir olanağı olmayan işçi sınıfının
koşullarının iyileştirilmesi oluşturuyordu. Bu süreçten sonra Avrupa, adeta bir refah
27
imgesi haline gelmiştir. Ancak, refah devletinin ömrü 70'li yıllarda ortaya çıkan
petrol krizine kadar sürmüştür. Gelişmiş refah ekonomileri, bu kriz ile birlikte
sarsılarak
yeniden
bir
yapılanma
sürecini
deneyimlemiştir
ve
hala
da
deneyimlemektedir. Avrupa ruhu, yurttaşlarına yayılımcı emperyalizm ile sunduğu
konforu şimdi neoliberal küreselleşme ile geri almaktadır. O zamandan bu yana
güvencesiz istihdam, sosyo-kültürel çalışmalarda sıklıkla üzerinde durulan bir
fenomen haline gelmiştir. Neo-liberal istihdam politikalarıyla gelecekte kadrolu
istihdamın artık nostaljiye dönüşeceği, refah devletine ilişkin hiç bir örüntünün
çalışma yaşamında yer almayacağına ilişkin tezler sosyal bilimciler tarafından
sıklıkla gündeme getirilmektedir. Peki gelecekte neler olacak, çalışma hayatına
ilişkin
trend
istihdam
politikalar
gelecekte
emekçilerin
yaşamını
nasıl
biçimlendirecek?
Neoliberal derin siyaset, sınıfsal yapıların ve 80 kadar sınıfsal yapı ve
ittifakların parçalanmasına dayanmaktaydı. Bu minvalde sermayenin, öncelikle, işçi
sınıfının bütünlüğünü parçalamaya yönelik çeşitli stratejileri devreye soktuğunu
söylemek mümkün. Bunun en belirgin sonucu da, sosyal adalet ilkesinin
zedelenmesidir. Teorik olarak piyasa kuralları ekonomide kaynakların nasıl
dağıtılacağını düzenlerken, bu dağıtımda kimin ne kadar kaynaklardan faydalandığı
gibi konuları göz ardı etmektedir (Bozdağlıoğlu, 2008:61). Bu bağlamda neoliberal
toplum inşasında refahın organize edilerek eşit bir biçimde toplumsal alana yayılması
olanaksız gözükmektedir. Çünkü, neoliberal modelde istihdam dinamik bir olgu
olarak görülmemektedir. Ekonomik sistem istihdam yaratmadan, tam tersine
28
istihdamı azaltarak ve düzensiz bir biçimde büyüme eğiliminde olduğundan sistemli
ve adil bir refah rejimi ortaya çıkamamaktadır.
2.1.2. Yeni Ekonomik Düzen ve Geleceksizlik
Neoliberalizm’in tanımını yapmak kolay değil. Nereden baktığınıza bağlı
olarak birçok tanım türetebilirsiniz. Hangi tanımı yaparsanız yapın, neoliberalizme
başka bir açıdan bakan başka bir kişinin bu tanımınızı eksik veya yanlış bulacağına
emin olabilirsiniz (Kurmuş, 2010:15). Kısaca neoliberalizm; tüm ekonomik
etkinlikleri piyasa mekanizmaları tarafından belirlenmesine öngören yeni bir
ekonomik ve politik anlayıştır (Apple, 2004:1). Yeni kapitalizm kültüründe sermaye
birikimini sağlamanın, karlılığı arttırmanın en akılcı yönü neoliberal modeldir.
Neoliberal yaklaşım, devletin yeniden yapılandırılmasına ilişkin reform programını
savunurken asıl olarak devletin zenginlik dağıtan bir kurum olmaktan çıkartılması
gereğini öne sürmekte, bunun yolu olarak da özelleştirme ve devletin küçülmesi
yolunu göstermektedir. Yani, devlet ekonomiye müdahale etmemeli, ekonomik
girişimlerde bulunup üretici konumunda yer almamalı, buna karşılık piyasanın
düzenlenmesine yönelik daha etkin önlemler almalıdır (Ataay, 2006:181).
Günümüzün
egemen
akılsallığı
ve
yeni
ekonomik
düzeni
olarak
neoliberalizm, doğrudan çağdaş kapitalizmin aklıdır. Neoliberalizm, kendini tarihsel
oluşum olarak ve yaşamın genel normu olarak
tamamen kabul etmiş ve
arkaikleştirici referanslarından kurtulmuş bir kapitalizmin aklıdır (Dardot ve Laval,
2012:2). Neoliberal hegemonya halen devam eden bir süreçtir. Neo-liberal toplum
29
projesinde eğitim, sağlık, ulaşım vb. gibi kurumların sermaye birikim süreçlerine
eklemlenecek bir biçimde metalaştırılması ve piyasa kurallarına uygun bir şekilde
yeniden yapılandırılması öngörülmektedir. Neoliberal modelde baskın öğreti,
özelleştirmelerle devletin sistematik bir biçimde deregülasyona tabi tutulması ve
serbest finansal piyasalardan oluşan bir ekonomik alanın inşaa edilmesidir.
Böylelikle, kamuda istihdamın küçülmesi, özel sektör içinde yedek işgücü
havuzlarının oluşturulması ve esnek istihdam yoluyla güvencesiz, sendikasız
istihdamın yaygın bir hale getirilmesi amaçlanmaktadır. Neoliberal dizgenin sermaye
birikim süreçlerinde öngördüğü bu model, aynı zamanda yapılan işin niteliğini ve
bireyin mesleğiyle arasında kurduğu tutkulu-idealist bağlaşıklığı da söz konusu
dönüşümün bir parçası haline getirmektedir.
Küreselleşmenin hızlandığı, ekonomilerin karşılıklı bağımlılığının arttığı ve
ulusal ekonomilerin yoğun olarak dış rekabete maruz kaldığı 1980 sonrası dönemle
birlikte, refah devletinin, yapısal ve finansal nedenlerden kaynaklı bir kriz yaşadığı
yaygın biçimde kabul görmektedir (Öztürk, 2011:101). Bu dönem, devletin yapısal
anlamda değiştiği, özellikle de yeni bürokrasi anlayışlarının "Kamu Yönetimi
Reformu" adı altında ortaya çıktığı, pazar fetişizminin tüm sürece damgasını vurduğu
bir dönem olarak adlandıırlmaktadır. Hiç tereddüt etmeden ve açık yüreklilikle kabul
edilmesi gerekir ki son 30 yılın neredeyse tümü, neoliberalizmin toplum hayatının
her cephesinde, uluslararası ilişkilerde, insan düşüncesinde ve günlük hayatımızdaki
egemenliği altında geçmiştir. Bu öyle bir egemenliktir ki, konuştuğumuz dilden
okuduğumuz kitaplara, ailemizden diğer insanlarla olan ilişkilerimize, çalışma
hayatımızdan düşünme biçimimize, davranışlarımıza, yeni alışkanlıklar edinmemize
30
kadar hayatımızın tüm yönlerini etkilemiş ve değişik derecelerde biçimlendirmiştir
(Kurmuş, 2010:15). Neoliberalizm, özellikle 1970’lerin sonunda bir yandan ulusal
ekonomilerde mali dengelerin bozulması, diğer yandan da üretim süreçlerinin
kitleselleşmesi ve sermayeler arası rekabetin artışı ile şekillenmiş, özellikle merkez
ekonomilerde
güçlü
örgütlülük
geleneği
karşısında
ücret
maliyetlerinin
azaltılamaması, kâr oranlarında düşüş ve buna karşılık sermayenin yeni taleplerinin
oluşması ile küresel bir nitelik kazanmıştır. Durgunluğun karşısında üretimin
uluslararasılaşması, kârlılığın azaldığı ulusal ekonomilerin dışa açılma yoluyla
devletin düzenlemeci işlevinin ortadan kaldırılması, fiyat kontrollerinin yok edilmesi,
ticaret engellerinin azaltılması ya da tamamen ortadan kaldırılması, özelleştirilme ile
kamunun ekonomideki rolünün dönüştürülmesi, kamu harcamalarının kısıtlanması ve
mali disiplinin sağlanması, enflasyonun düşürülmesi gibi uygulamalar bu sürecin
temel belirleyicileri haline gelmiştir (Voyvoda, 2009:40).
Sonuç olarak, istihdamın ağırlıklı olarak 1980'li yıllardan itibaren hizmetler
sektörüne kayması ile birlikte mavi yakalıların istihdamdaki payı azalırken beyaz
yakalıların istihdamdaki payı artış göstermiştir; ancak beyaz yakalıların işgücü
içerisindeki payının artışına koşut olarak yüksek ücret, iş güvencesi, iş verenle
kurulan yakın ilişkiler, özerklik, saygınlık gibi tarihsel olarak görece sahip oldukları
imtiyazları tedrici olarak aşınmıştır (Erdayı, 2012:65-80). Çünkü, çağdaş
kapitalizmin mantığı yığınları bir işten başka bir işe savrulan ve bunu özgürlük
şeklinde etiketleyen yeni bir ideolojiden beslenmektedir. Daimi istihdam bu anlamda
yerini daimi işsizliğe ve iş arayışına bırakmaktadır.
31
2.1.3. Esneklik, Enformelleşme ve Güvencesiz İstihdam Rejimleri
Küresel kapitalist ekonomik sistemde yaşanan krizler ve neoliberal öğretiler,
beraberinde yeni istihdam biçimlerini ve saldırgan, acımasız iş kültürlerini
doğurmaktadır. Her defasında koşulların daha da kötüye gittiği, modern köleleğin
kurumlaştığı bir yapısallaşma döneminden geçmekteyiz. 1950'lerle 1970'ler arasında
altın çağını yaşamış olan sosyal devletin hızla tasfiye edilmesi kapitalizmin vahşi
yüzüyle yeniden karşı karşıya getiriyor bizleri. Teknolojik gelişmelerle birlikte
istihdamın giderek enformelleşmesi ve esnekleşmesi sadece sistem dışı kalan insan
sayısını arttırmamakta, aynı zamanda içeridekiler için de çalışma koşullarını kökten
değiştirmektedir. Güvenceli ve istikrarlı bir çalışma hayatı, yirminci yüzyılın güzel
anılarından biri haline gelmiştir (Bora, 2011:304). Kapitalizmin dönemsel
ihtiyaçlarına paralel olarak, yaşamın her alanına girmekte olan neoliberal politika,
uygulama ve tarzları, gerçekliğin, neoliberalizmin diliyle yeniden inşası için çeşitli
işlevler üstlenmektedir. Bu süreçte devlet, sermaye için yeni kâr olanakları yaratma
potansiyeline sahip olan eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve çevre gibi alanları
piyasaya dahil edecek kurumsal çerçeveyi yaratmakta ve korumaktadır (Harvey,
2005:2). Harvey'in de altını çizdiği şekliyle yeni ekonomik sistemin kurumsal
çehresi, sosyal alanlarda da başlayan bir metalaşma ve piyasalaşma eğilimleriyle
biçimlenmektedir ve bu alanlarda başlayan metalaşma süreci, gündelik hayat
pratiklerinden kültüre kadar her alanda hızlı bir değişim sürecini ortaya
çıkarmaktadır. Neoliberalizm bu yönüyle elbette yoksulluk ve sefalet yaratmaktadır,
fakat siyaseten bundan daha önemli olan, bunu emek eksenli bir hegemonik hat
oluşturabilmenin koşullarını ortadan kaldırarak yapıyor olmasıdır. Zira neoliberal
bölme ve parçalama stratejilerinin yapıp ettikleri emeğin birleşik bir özne olabilme
32
potansiyelini akamete uğratmaktan ibarettir. Bu da, doğrudan doğruya siyasi sonuçlar
doğuran temel bir saldırı stratejisidir.5
Esnek istihdam, modern finansal kapitalizmin adeta dinamosu durumda.
Esneklik kavramı, sermayenin işçileri istediği zaman, istediği kadar ve istediği
biçimde istihdam etme serbestisine sahip olmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla esneklik
somut ifadesini, işgücü piyasasının kuralsızlaştırılması ve parçalanması yoluyla kısa
süreli, yarı-zamanlı, geçici, sözleşmeli, mevsimlik, düzensiz çalışma gibi farklı
istihdam biçimlerinin yaygınlaştırılmasında bulur (Çerkezoğlu ve Göztepe, 2010:82).
Çalışma hayatında esneklik; çalışanlara evden, ofisten ya da başka bir yerden çalışma
kolaylığı sağlıyor, çalışma deneyimini rutinden kurtarıp onu bir eğlenceye
dönüştürüyor görünse de esneklik, yeni bir sömürü pratiğinden başka bir şey değildir.
Esnek çalışma rejiminin yığınlarda tutku ve heyecan şeklinde algılanması, çalışanları
özgürleştiriyor gibi görünmesi onu her geçen gün daha da popüler bir deneyim haline
getirmekte; ancak bürokratik rutine karşı isyan ve esneklik arayışı, bizi
özgürleştirmek yerine aslında yeni ve farklı kontrol yapıları üretmektedir (Sennett,
2005:48-49).
Prekarizasyonun yaygın mekanizmalarından biri, uzun ve ucu belirsiz deneme
süreleriyle çalıştırmadır. Bu deneme sürelerinde boğaz tokluğuna, hatta bazen
ücretsiz çalışmak söz konusudur (Bora, 2011:210). Artık gündelik dilde kült haline
gelen "ne iş olsa yaparım" cümlesinde belirginleşen çaresizlik duygusu tam da bu
manzarayı resmektedir. Yedekte bekleyen işsizler, emeğini satarak yaşamaya çalışan
5
http://toplumsaldayanisma.org/Article/Detail/35
33
proleteryanın burjuvazi karşısındaki mücadelesini de sekteye uğratmaktadır.
Bilhassa, fabrikalarda her yıl yapılan toplu sözleşmelerde burjuvazinin, yani
sermayenin proleteryaya olan alışıldık tavrı, işçiyi bir hiç olduğuna ikna etmek, onun
yokluğunu aratmayacak çaresiz bir işgücü ordusunun zaten kendisi için hazırda
beklediğini onlara hissettirmek ve bunu yaparak karlılığını maksimize etmektir.
Bugün ucuz işgücü denildiğinde akla gelen ilk ülkelerden biri olan Çin'de
üniversite mezunları mavi yakalılardan daha az kazanıyor ve iş bulma konusunda bir
adım önde oldukları da söylenemez. Üniversite mezunu olup; ancak çalışmaya hazır
olmayan genç fazlası büyüyen, gelişmekte olan ekonomilerde tavan yaratmış
durumda. Türkiye'de bunlardan sadece biri. Nitelikli bilgiyi öğrenemeden mezun
olan gençler meslek hayatlarına atıldıklarında gençleri işe alıp çıkarmadan para
kazanan endüstrilere yem olmaktadırlar. Bu anlamda, esnek istihdam rejimi
çalışanlara herhangi bir gelecek vaad etmemektedir, aksine köleliği yeni bir formda
ezilenlere sunmaktadır.
2.2. Türkiye'de Neoliberalizm ve Beyaz Yakalı İşsizliği
2.2.1. Beyaz Yakalılar Kimlerdir?
Emek çalışmalarında adını sıklıkla duyduğumuz beyaz yakalılar kimlerdir?
Kimlere beyaz yakalı denir, onları beyaz yakalı yapan şey tam olarak nedir? Kendi
başına bir sınıf mı; yoksa kendi içinde heterojen bir topluluk mu? Daha çok hangi
işlerde çalışırlar, sınıfsal pozisyonları neye göre belirlenir? Beyaz yakalılar
denildiğinde akıllara gelen temel, karakteristik özellikler nelerdir? Şüphesiz bu
34
sorulara cevap vermek önemlidir; ancak ücretli emek içerisindeki en önemli çalışan
gruplarından birisi haline gelen ve 21. yüzyılda öneminin artması muhtemel görünen
beyaz yakalıların net bir tanımının yapılması güçtür. Bu güçlüğün en önemli nedeni,
beyaz yakalıların yürüttükleri işlerin heterojen bir yapıya sahip olmasıdır (Erdayı,
2012:78). Bu çok boyutluluğuna rağmen en klasik anlamıyla beyaz yakalıları belli
bir ücret karşılığında kafa işçiliği yapan büro emekçileri (Clerical Workers) olarak
tanımlayabiliriz. Beyaz yakalıların çalıştıkları sektörler; finans, sigorta, reklamcılık,
bankacılık gibi işlerden avukatlık, mali müşavirlik, doktorluk gibi spesifik
mesleklere kadar uzanan geniş bir alanı kapsamaktadır. Beyaz yakalılar daha çok
idari işlerde, zihin ve beyin gücüne bağlı işlerde çalışmaktadırlar. Beyaz yhakalıların
karşısında konumlandırılan mavi yakalılar ise en genel anlamıyla mal ve hizmetlerin
üretim
sürecinde
kas
gücüyle
mesleğini
icra
eden
kimseler
olarak
tanımlanmaktadırlar. Ancak, günümüz ekonomisinin karmaşık yapısı istihdam
profillerinde de düz-çizgisel sınıflamaların yapılmasını olanaksızlaştırmaktadır.
Örneğin, beyaz yakalılar denildiğinde mimarlar, mühendisler, teknisyenler gibi
teknik işlerde çalışanlar ya da yöneticiler ve denetçiler gibi üst düzey çalışanlar veya
büro işçileri gibi rutin işleri yürüten çalışanlardan sadece biri ya da bir kaçı akla
gelebilmektedir. Yine, beyaz yakalılardan bazen kamu çalışanları anlaşılırken, bazen
de hizmet sektörü çalışanlarının tümü anlaşılabilmektedir (Erdayı, 2012:69). Korkut
Boratav'ın da söylediği gibi; orta sınıf bloğunun içine tıkıştırılan önemli bir
katmandan söz etmemiz gerekiyor: Hekim, avukat, danışman, mimar, mühendis,
mali müşavir gibi genellikle eğitim yoluyla edinilmiş becerilerini işverenlere değil,
müşterilere satarak geçimlerini sağlayan bağımsız profesyonel gruplar… Bu katman,
nitelik, ideoloji, değer sistemleri ve hayat tarzları bakımından eğitimli, beyaz yakalı
35
işçi sınıfı ile benzerlikler taşımaktadır; ama üretim ilişkileri açısından sınıfsal
farklılıklar ağır basmaktadır.6 Üniversite mezunu olmanın sadece meslek edinme ve
iş garantisi değil, toplumsal statü ve misyon anlamına da geldiği zamanlar sona ermiş
görünüyor (Bora, 2011:304). Mavi yakalılardan farklı olarak beyaz yakalıların eğitim
görmüş olmalarından dolayı kendilerini ayrıcalıklı hissetmeleri, çalışma ortamlarında
da bunu pekiştiren ideolojik bir söylemin olduğu yadsınamaz; ancak reel anlamda
düşünüldüğünde, çoğu beyaz yakalıyı mevcut koşullarında mavi yakalılardan
ayrıştıran herhangi bir kriterin olmadığını rahatlıkla söylenebiliriz.
Beyaz yakalıları daha çok hizmet sektöründe çalışan kimseler olarak gören
bazı yaklaşımlar vardır; ancak kapitalist gelişmeye paralel olarak hizmet sektörü,
bugün artık oldukça geniş bir alanı kapsamaktadır ve bu genişleme bu sektörde
çalışanları homojen bir yığın olarak görmeyi güçleştirmektedir.7 Bu bağlamda hizmet
endüstrisini yalnızca beyaz yakalıların çalıştığı bir alan olarak değerlendirmek
yanıltıcı olabilir. Bir danışmanlık şirketinde kafa işçiliği yapan bir beyaz yakalı da,
yine aynı şirkette kas gücüyle çalışan bir mavi yakalı da aynı şekilde hizmet
sektöründedir ve çoğu zaman benzer ücretlere çalıştıkları da görülebilmektedir. O
nedenle sınıfsal kategorizasyonu doğrudan çalıştıkları sektör üzerinden kurmak
doğru değildir. Yaşam tarzı düzeyindeki farklılıklar, gündelik yaşam habitusları,
kısacası kültürel ve sosyal sermayeleri de bir sınıf kategorizasyonu yapmak için
yeterli değildir. Kişilerin sınıfsal durumlarını belirleyen şey en nihayetinde üretim
araçlarıyla kurdukları ilişkidir. Bu bağlamda, çoğu beyaz yakalının nesnel
konumlarının gereği işçi sınıfına aidiyet olduğu söylenebilir.
6
http://www.e-skop.com/skopbulten/korkut-boratav-yanitliyor-gezi-direnisi-sinifsal-bir-baskaldirimi/1352
7
http://marksist.net/utku_kizilok/beyaz_yakalilar_orta_sinif_mi_isci_sinifinin_bir_kesimi_mi.htm
36
2.2.2. Türkiye'de Beyaz Yakalı İşsizliği
İşgücü piyasasını diğer piyasalardan farklı kılan önemli bir özellik de bu
piyasanın insan unsurunu içermesidir. Dolayısıyla emeğin alınıp satıldığı bir
piyasanın bir mal piyasası gibi değerlendirelemeyeceği tartışma götürmez bir
gerçektir. İşgücü piyasasında ortaya çıkabilecek bir dengesizlik insanı hem ekonomik
hem de sosyal açıdan mağur edecek bir işsizlik sorununu ortaya çıkaracaktır
(Ataman, 1998:59). Bir toplumda sağlıklı, huzurlu, güvenli kısacası mutlu bir
yaşantının tesisi pek çok bağlamda ekonomik özgürlük ile, o toplumda uygulanan
refah politikalarıyla doğrudan ilişkilidir. Bu anlamda, ekonomik gelişmenin ve
refahın önündeki en büyük engel olarak işsizlik yer almaktadır. Ekonomik gelişme,
aynı zamanda tüm aktif işgücünün de istihdam edilmesini gerektirmektedir. İşsizlik
de üretimin temelinde yer alan en önemli kaynağın israf edilmesi, bir toplumun en
değerli varlığı olan insan gücünün yeteri ve gereğince değerlendirilememesi ile eş
anlam taşımaktadır. Toplumda işsiz olanlar, milli gelire katkıda bulunmamalarına
rağmen, milli gelirin bölüşümünden pay almaktadırlar. Diğer bir ifade ile, işsizler
istihdam olunan nüfus üzerinde bir yüktür. Bir başka yönden işsizlik, kurulu sosyal
güvenlik ve endüstri ilişkileri sistemlerini de sarsmaktadır (Bozdağlıoğlu, 2008:59).
Ondokuzuncu
yüzyılda
endüstriyel
kapitalizmin
gelişmesi
avarelik,
mülksüzlük ve eksik istihdam temelinde ortaya çıkan yoksulluğun karakterini işsizlik
şeklinde dönüştürmüştür (Perry, 200:11). Yani, yoksulluk modern zamanlarda yerini
işsizliğe bırakmıştır. Özellikle, iki dünya savaşı arasında bu durum daha sistematik
bir hal almıştır. Kapitalist gelişim, bilim ve teknolojinin de üretime uygulanmasıyla
emeği
organizasyonel
anlamda
yapılandırmış
37
ve
onu
parçalara
ayırarak
değersizleştirmiştir. Ancak, günümüzde bir işe sahip olmak yoksulluk riskini
doğrudan ortadan kaldırmamaktadır, aksine istihdam çoğu zaman yoksullukla iç içe
deneyimlenmektedir. Bu durum, mesleki yaşamlarına yeni başlayan gençlerin
dünyasında daha görünür bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Küresel ekonominin
kırılgan ve oynak yapısı, işsizlik riskini sürekli gündeme getirmekte, kariyerine yeni
başlayan gençleri işgücü piyasalarından dışlayan yeni bir ekonomik aklı
yaygınlaştırmaktadır. Mevcut ekonomik sistem, dünyanın bir çok yerinde gençlerin
büyük bir bölümünü istihdam edemezken, istihdam edilenler de daha çok kayıt dışı,
geçici ya da part-time gibi güvencesiz koşullarda çalıştırılmaktadır. Dünya ölçeğinde
yaklaşık 75 milyon gencin işsiz olduğu tahmin edilmektedir.
İşsizliğin kıskacında olan bu gençler eğitim sürelerini uzatarak, sürekli göç
ederek ya da diğer mücadele stratejilerine (Coping Strategies) başvurarak mevcut
süreçten en az zararla çıkma çabası içerisinde. Ayrıca, günümüzde "Junk-Job" olarak
bilinen, yani mesleki tatmin sağlamayan, kısacası kişide kariyer ve gelecek bilinci
uyandırmayan abur cubur işler giderek yaygınlaşmakta ve çoğu endüstriyelleşmiş
ülkede bu işler daha çok gençlerin yapması gereken işler şeklinde karakterize
edilmektedir (Petersen ve Mortimer, 2006:38). Bu nedenle, işsizlik olgusu gençlerin
dünyasında yalnızca geçim sorunu ya da dışlanma deneyimi olarak ele alınmamalıdır
(Bora, 2011:305). Gündelik hayatın tüm kompartmanlarında etkisi hissedilen, kişinin
en basit gündelik yaşam pratiklerinden anlam dünyasına kadar tüm yaşantısını
biçimlendiren
bir
olgu
olarak
işsizlik;
bireyde
ölümcül
bir
çaresizliğin
belirginleşmeye başladığı, ideallerin ve hedeflerin küçüldüğü, sınırlı bir yaşamın
içinde yaşanılan zamanın yakalanmaya çalışıldığı, hastalıklı varoluşsal bir duruma da
38
karşılık gelebilmektedir. Bu bağlamda, bu araştırmada öğretmen emeğinde yaşanan
yapısal dönüşümün yanı sıra, öğretmenlerin çalışma yaşamında nasıl bir psikolojik
savaşın içinde olduğu sorunu üzerinde de durulmaktadır. Özellikle, iş bulma
sürecinde karşılaşılan güçlükler, özel eğitim kurumlarında ortaya çıkan baskıcı,
saldırgan çalışma rejimleri de ele alınmaktadır.
Levin'e göre gençleri işsizliğe sürükleyen dört önemli faktör söz konusudur.
Bunlar; işgücü piyasasına dahil olmaya çalışan genç nüfusun artması, gençlerin
üretken emeğini patronlara kâr biçiminde transfer etmenin ötesine geçmeyen zorunlu
asgari ücret uygulamaları ve benzeri sosyal politikalar, yetersiz eğitim ve genel
anlamda gençlerin ileri yaşta olan diğer gençlere göre daha ağır ekonomik koşulların
etkisi altında olmalarıdır (Levin, 1983:231-247 akt. Petersen ve Mortimer, 2006:21).
Levin'nin üzerinde durduğu söz konusu etkileri öğretmenlerin çalışma koşullarında
da görmek pekala mümkün. Öğretmen yetiştiren yüksek öğretim kurumlarının
yaygınlaşması ve buna paralel olarak öğretmenlik mesleğinin kitleselleşmesi
beraberinde öğretmen işsizliğini gündeme getirmektedir, ancak profesyonel
mesleklerde yaşanan bu dönüşüm yalnızca öğretmenlikle sınırlı değildir. Bu çalışma,
öğretmen işsizliğini mikroskobik bir çerçevede ele alsa da, beyaz yakalı işsizliğine
yönelik olarak da makro bir bakış açısı sunmaktadır.
Türkiye'de de işsizlik olgusu, bir şekilde herkesin tecrübe ettiği bir fenomen
olarak karşımıza çıkmaktadır. İşsizlik, uzun zamandan bu yana Türkiye'nin
kemikleşmiş, kronik milli sorunları arasında yer almış, pek çok siyasal parti lideri
işsizliği minimize etmeye, onu ortadan kaldırmaya dönük vaatlerle seçmenden oy
alarak iktidara gelmiştir. Ancak gelinen son durum itibariyle Türkiye'de işsizlik
39
ürkütücü boyutlara ulaşmış durumda. Türkiye'de 1994 ekonomik krizi, başta
bankacılık sektörü olmak üzere, vasıflı işgücüne kitlesel bir işsizlik darbesi vurarak
beyaz yakalı işsizliğini gündeme getirmiştir. 1994 krizi, şiddetliydi fakat görece kısa
sürdü. Sadece ekonomik değil, siyasal düzlemde de sarsıcı sonuçlara yol açan 2001
ekonomik krizi de, beyaz yakalı işsizliğinin patlaması, daha doğrusu görünür hale
gelmesi bakımından yüksek bir eşik olmuştur (Bora, 2011:51). Beyaz yakalı
mesleklerde işsizlik deneyimi, daha çok hizmetler olarak adlandırılan sektörlerde
yoğun olarak ortaya çıkmaktadır. Geleneksel bir işgücü kategorisi olarak beyaz
yakalılar, geçmişte daha güvenceli çalışma alanlarında istihdam edilirken, son
dönemlerde neoliberal reformlar ile çalışma alanları daraltılmıştır.
Türkiye'de istihdam planlamaları yapılırken işsizliğin kendini gerçekleştirdiği
farklı haller çoğu zaman üzerinde durulmaya değer görülmememiştir. İşsizlik;
bireyin kendisiyle ilgili bir sorun olarak yığınlara yansıtılmış, iş gücü piyasasındaki
yapısal yetersizlikler eleştiri konusu bile yapılmamıştır. Türkiye'de işsizliğin yapısına
bakacak olduğumuzda temel sorunun yalnızca işsizlik oranlarının yüksekliğiyle ve
işsizlik rakamlarıyla ilgili olmadığını görürüz. Mevcut işlerin niteliksizleşmesi ve
nitelikli iş türlerinde meydana gelen azalma, insanı dışsallaştıran, üretkenliği ve
kalkınmayı referans almayan çalışma kültürülerinin yaygınlaşması gibi değişkenler
de mevcut iş gücünü istihdam piyasasının dışına doğru savurabilmektedir.
Türkiye'de işsizliğin dramatik başka bir boyutunu da beyaz yakalı işsizliği
oluşturmaktadır. Artık nitelikli iş gücünün, yani eğitimli profesyonel grupların da
işsizliği travmatik bir biçimde tecrübe ettiği bir döneme tanıklık ediyoruz. Burjuvazi,
şimdiye dek saygı duyulan ve saygılı bir korkuyla bakılan bütün mesleklerin
40
halelerini söküp attı. Doktoru, avukatı, rahibi, şairi, bilim adamını kendi ücretli
emekçisi durumuna getirdi (Marx & Engels, 1848:25). Marx ve Engels'in "Komünist
Parti Manifestosu" adlı çalışmasında da üzerinde durduğu gibi bir dönem saygıyla
anılan mesleklerin bugün can çekiştiğini görüyoruz. Bu noktaya gelinmesinde
şüphesiz küresel çapta yaşan ekonomik krizlerin etkisi vardır; ancak Türkiye'de
beyaz yakalı işsizliğini besleyen, onu yapısallaştıran bir diğer faktör de çalışma
çağına gelen genç, aktif nüfusun sürekli artmasıdır. Maaşlı çalışanların sosyal
seviyesi, özellikle bu grubun sürekli artan genişlemesiyle birlikte düşmüştür. Beyaz
yakalı çalışanların proleterleşmesi şeklinde terimleştirilen bu nitelik değişimi, pek
çok şekilde kendini göstermektedir (Braverman, 1998:241). Büro işlerinde emek
süreçlerinde yaşanan bu kırılma, şüphesiz iyi eğitimli, profesyonel büro
çalışanlarında iş tatminsizliğinden aidiyetsizliğe değin pek sorunu da gün yüzüne
çıkardı. Bu durum, onları sendikalaşmaya ve saldırgan istihdam politikaları
karşısında daha fazla mücadeleye etmeye zorladı.
Şirketlerin kurumsal yapısında meydana gelen değişiklikler işsizliği ve
güvencesizliği yaygınlaştıran iş modellerini, çalışma kültürlerini çalışanlara
dayatmaktadır. Burada esas olan karlılığın en rasyonel haliyle maksimize edilmesi ve
maliyetlerin azaltılması. Bugün şirketler bürokrasi katmanlarını azaltmaya, daha düz
ve esnek organizasyonlar haline gelmeye uğraşıyor. Bu durum, atama ve işten
çıkarmaların net ve sabit kurallara bağlı olmadığı ve işteki görevlerin de pek net
tanımlı olmadığı anlamına geliyor; network kendi yapısını sürekli değiştiriyor
(Sennett, 2005:22). Bu durum, doğal olarak beyaz işsizliğini dinamize ederek
yaygınlaştırıyor. Beyaz yakalı çalışanların kalıcı ve üretken olabilecekleri iş
41
pozisyonları esnek çalışma adı altında aşındırılmaktadır. Esneklik, bir tür özgürlük
deneyimi olarak çalışanlara sunuluyor. Esneklik, kapitalizmin üzerindeki laneti
silmenin başka bir yolu olarak kullanılıyor. Katı bürokrasi biçimleri eleştirilip, risk
almaya vurgu yapılarak, esnekliğin insanlara kendi yaşamlarını şekillendirmede daha
fazla özgürlük tanıdığı söyleniyor. Oysa yeni düzen, sadece geçmişin yürürlükten
kaldırılmış kurallarının yerine yeni kontrol biçimlerini hayata geçiriyor (Sennett,
2005:10). Karmaşık mesleklerde, artık kişinin aynı temel üzerine daha fazla tuğla
koyarak bilgi birikimini büyütmesi mümkün değil; yeni alanların ortaya çıkışı her
şeye baştan başlamayı gerektiriyor ve bunu da en iyi genç çalışanlar yapabiliyor
(Sennett, 2005:100).
2.2.3. Eğitsel Sermayenin Dönüşümü ve Prekaryalaşan Beyaz Yakalılar
İstihdamın niteliği, süresi, edinilen ücret, statü gibi değişkenler kişinin
mesleki aidiyetinin oluşmasında belirleyici unsurlardır. Bu durum, özellikle de beyaz
yakalıların dünyasında daha çok belirgindir. Çünkü, işsizlik 1970'lerden bu yana
bütün dünyada sürekli artarken, eğitimin-öğrenimin iş bulmada sağladığı avantaj
giderek göreceleşmektedir. Vasıflı işgücü için, yani beyaz yakalılar için de, işsizlik
istisnai bir durum olmaktan çıkmaktadır (Bora, 2011:7). Beyaz yakalılar 20. yüzyılın
sonuna kadar gelir düzeyi yüksek, orta sınıf içerisinde yer alan bir grup olarak
akıllara gelmekteydi. Ancak değişen ekonomik ve politik koşullar, neoliberal
istihdam stratejilerinin hem kamu hizmetlerinde hem de özel sektörde yaygın bir
paradigmaya dönüşmesi tüm dengeleri bir anda değiştirdi. Başarısızlık, artık sadece
en yoksul ve çaresiz kesimleri bekleyen bir kader olmaktan çıkarak, orta sınıfların
yaşamında da daha sık karşılaşılan, sıradan bir olay haline geldi (Sennett, 2005:125).
42
Bugüne kadar eğitim yoluyla sınıf piramidinde yükselen, zenginleşen orta sınıf
meslekler için mevcut dengeler değişmiş gözükmektedir. Günümüzde eğitim; dikey
yönlü bir sınıfsal hareketliliğin katalizörü olarak değilde, daha çok yatay yönlü bir
sınıfsal hareketliliğin referansı olarak değerlendirilebilir. Entellektüel emeğin
sıradanlaşması ve standardize edilmesi daha çok bununla ilgilidir. Eğitsel sermaye,
kişiyi içinden geldiği alt sınıflardan formel olarak ayırsa da, başka bir sınıf
konumuna geçmesine artık imkan vermemektedir (Erdoğan, 2011:79).
Üniversiteli olmak, bir diploma sahibi olmak 21. yüzyılda basit bir tatmin
duygusundan daha fazlası olamamaktadır. Üniversiteli olmanın sunduğu iş olanakları
ise; hiç de genç mezunların hayal ettiği gibi değil. Bir çoğu düşük ücretlerin ve
yoğun çalışma saatlerinin çevrelediği bir istihdam piyasasında kaderlerine terk
edilmiş durumdalar. Geçmiş zamanlarda alt sınıftan gelip üst sınıfa tırmanmanın akla
gelen ilk yolu üniversite okumak ve bir diploma sahibi olmaktı, yani kendini sınıfsal
anlamda dönüştürmenin, toplumun seçkin ve özel bir üyesi olmanın tek yolu kısacası
eğitimdi. Ancak, şimdi üniversiteler endüstriye işçi yetiştiren, endüstriyel
kapitalizmin işgücü açığını kapatan kurumlar haline getirilmiş durumda. Bu değişim
ve dönüşüm ister istemez eğitimin niteliğini düşürerek, elde edilen diplomayı da
değersizleştirmektedir. Beyaz yakalıların dünyasında üniversiteyi bitirmenin,
herhangi bir uzmanlık alanında diploma edinmenin anlamı, yine onun onun sınıfsal
pozisyonuna göre değişebilmektedir. Eğitsel sermayenin temel kaynağı olarak
diploma, bu farklı sınıf konumlarını kesmektedir. Ancak, formel bir nitelik olarak
diplomalılık eğitsel sermayenin dağılımı açısından homojen bir etki üretmemektedir.
Zira diplomayı geçer akçe haline getiren koşullar vardır. Aynı alandaki iki lisans
43
diplomasından biri proleterliğin yeni biçimlerine dahil olmaya hizmet ederken, diğeri
soylular sınıfına dahil olmanın gereklerinden biri olarak iş görebilmektedir (Erdoğan,
2011:79).
Entellektüel emeğin değersizleşmesi, beyaz yakalıları emek çalışmalarının
yeni gündemi haline getirmiştir. Sermayenin yakın dönmede ve global olarak
uygulanan birikim stratejisi bir yandan kalıcı işsizlikle karakterize olan yeni
yoksulluk biçimlerini üretirken, bir yandan da geleneksel proleteryanın yanında
prekarya veya fleksitarya adı verilen yeni emek biçimlerini de yaygınlaştırmaktadır
(Erdoğan, 2011:76). Prekarya kelimesi, neoliberal ekonomi politik sistemlerde,
özellikle geçici, güvencesiz işlerde çalışan yeni işgücünü tanımlamak için
kullanılmaktadır. Bu işgücü sınıfı fabrikalarda olduğu gibi kolektif
çalışma
koşullarının aksine daha çok dağınık, örgütsüz, bireysel ortamlarda çalışmaktadırlar.
Bu yönüyle postmodern bir sınıftır prekarya. Güvencesiz işlerde ve düşük ücretlerle
çalışan beyaz yakalıların artık yeni bir adı var: Prekarya. Zamanımızın proleteryası
perekaryadır (Bora veErdoğan, 2011:30). Prekarya kavramı, 2000’li yılların başından
itibaren Avrupa’da güvencesiz çalışmaya karşı verilen toplumsal mücadele
deneyimlerinde ortaya çıkmıştır. Precarious (güvencesiz) ve Proleterya sözcüklerinin
biraraya getirilmesiyle oluşturulan prekarya kavramı, Türkiye’de de özellikle Tekel
direnişinden sonra güvencesiz çalışmaya ilişkin tartışmalarda kullanılmaya
başlanmıştır (Oğuz, 2011:7). Sınıfları maddi proleterleşme koşulları bağlamında ele
alan Braverman, beyaz yakalı çalışmanın ayrı bir sektör olarak geliştiğini üzerinde
durmaktadır. Bununla birlikte, beyaz yakalıların büyük bir bölümünün bu süreçte
niteliksizleştiğine ve işçi sınıfının bir parçasını oluşturduğuna dikkat çekmektedir
44
(Braverman, 1998 akt. Öngen, 1996:196). Ancak, prekarya kavramının bir sınıf
şeklinde tanımlanması konusunda ciddi tartışmalar yaşanmaktadır. Çünkü, prekarya
kavramını, güvencesizliğe karşı politik bir hareketi tetikleme işlevinin ötesinde yeni
bir sınıf tanımlamasının temeli olarak görmek yanıltıcıdır (Oğuz, 2011:20). Öte
taraftan, endüstriyel alana göre daha hiyerarşik bir yapılanma gösteren beyaz yakalı
sektör içinde öyle konumlar vardır ki bunları işçi sınıfı içinde değerlendirmek hiç te
kolay değildir. Örneğin; idari ve teknik kademelerde çalışan ve meslek hiyerarşisi
içinde olan ücretlililerin kendilerini genellikle işçi sınıfından çok orta sınıfla
özdeştirdikleri
bilinmektedir
(Öngen,
1996:195).
Bu
anlamda,
prekarya
örgütlenmelerinin sınıf bilincinden ve devrimci metodolojiden uzak, dağınık, savruk,
küçük faydalar için mücadele veren post-modern örgütlenmeler olduğu yönünde
eleştiriler oldukça yaygındır. İşsizliğin yapısal etkisi olan yalıtılma ve pasifizasyon,
kolektif eylem ve dayanışmadan uzak durma ile iç içe geçmektedir. Eğitimli, orta
sınıf işsizlerin anlatılarına bakıldığında, ağırlıkla kendi kendisiyle meşgul, kendine
dalmış, toplumsal ontolojisi kendiliği ile kolektif kişilikler arasına çekilen duvarda
temellenen, kendini yalıtık bir monad olarak kuran bir özne ortaya çıkmaktadır
(Erdoğan, 2011:113). Bourdieu sosyolojisinin önde gelen temsilcilerinden biri olan
Wacquant’a göre de; prekarya baştan ölü doğmuş bir gruptur; çünkü amacı
üyelerinin güvenceli bir iş bularak ya da devlet desteği gibi mekanizmalarla çalışma
dünyasından tamamen çıkarak gruptan kurtulabilmelerini sağlamaktır. Dolayısıyla,
ona göre; marksizmde proletaryaya yüklenen misyonun aksine, prekarya ancak
kendisini hemen yok ederek var olabilir (Wacquant, 2007 akt. Oğuz, 2011:91).
45
Marx, beyaz yakalı işgücünün diğerlerine göre daha yüksek ücret aldıklarını
kabul etmekle beraber, bunun geçici bir olgu olduğunu ve eğitimli işgücünün
artması, eğitim olanaklarının yaygınlaşması gibi nedenlerle, beyaz yakalı işgücünün
sahip olduğu bu avantajı gelecekte yitireceğini savunmuştur. Weber'e göre ise;
özellikle uzmanlığa ve yönetim işlevlerine duyulan gereksinim eğitilmiş işgücünün
önemini artırmaktadır. Diplomaya sahip olan işgücü, diğerlerine göre daha farklı ve
üstün bir konum sağlamaktadır. Bu tür işgücü, elde ettiği görece yüksek ücretin
yanında, işyerinde sahip olduğu yetki ve görece özerklik ve daha elverişli yükselme
olanakları gibi avantajlardan yararlanabilmektedir. Weber, Marx’dan farklı olarak
sınıfı, üretimde değil, tüketimde, daha doğrusu pazar karşısındaki konuma göre
belirlemektedir (Şengönül, 2008:171-208). Geçmişten bu yana marksist geleneğin
büyük kısmı proletaryayı sadece işçi sınıfına indirgeyerek hatalı bir yoruma
düşmüştür. Klasik anlamdaki proleterleşme, üretim araçları elinden alınmış,
feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde mülksüzleşmiş ücretli emeğin sömürüsü
ile elde edilen artı-değer sürecine veya kapitalist sermaye birikimine gönderme
yapmaktaydı, ancak bugünün endüstriyel toplumunda proleterleşme, artık sadece
üreten emekçinin sömürüsü ile sınırlı kalmıyor; bireylerin dünyayı kavrama,
algılama, arzulama, hayal etme kapasitelerinin ellerinden alınmasını içerecek şekilde
genişlemektedir.8 Bu nedenle, beyaz yakalıları, fabrikada çalışan mavi yakalılardan
farklı bir sınıfmış gibi göstermeye çalışmak artık literatürde kabul gören bir
paradigma değildir. Değişen yaşam koşulları doktorları, mühendisleri, öğretmenleri
ve diğer meslek kollarından beyaz yakalıları zor şartlarda çalışmaya zorlamaktadır.
Yetenekli fakir oğlanın-ya da nadiren kızın- doktor ya da avukat olma buhran-
8
http://birgun.net/haber/proleterlesen-gencligin-isyani-1040.html
46
dönemi hayali bugün adeta alışılmış bir hayal gibi görünüyor. Kaba tahminler, anne
ve babası vasıfsız emekçi olup da kendisi orta sınıfın alt basamaklarına yükselen
çocukların oranının Britanya'da ve Amerika'da %20, Almanya'da yaklaşık %15 ve
Çin'de yaklaşık %30 olduğunu göstermektedir (Sennett, 2009:64).
Sonuç olarak, neoliberalizmin ürettiği yeni işgücü olarak prekarya, beyaz
yakalılara ilişkin emek çalışmalarında sıklıkla karşılaştığımız bir kavram. Geçmişte
beyaz yakalılar, okumuş ve eğitim görmüş olmalarından dolayı kendilerini ayrıcalıklı
hissediyorlardı; ancak şimdilerde ise beyaz yakalı işlerdeki nitelik değişimi, onların
kendilerini vasıflı ve seçkin hissetmesini giderek güçleştiriyor (Bora ve Erdoğan,
2011:33).
Geçici
ve
güvencesiz
koşullarda
istihdam
beyaz
yakalıları
prekaryalaştırmakta, onları ön görülemez bir geleceğe doğru savurmaktadır. İşsizlik
deneyimine bağlı olarak beyaz yakalıların bunalımları derinleşmektedir ve işsizlik
krizi, siyasal-kurumsal büyük krizlerle, aidiyet kriziyle, kimlik kriziyle, cinsiyet
kimliğine ilişkin krizlerle, velhasıl bir dizi reaksiyonla krize girmektedir (Bora,
2011:50). Türkiye'de yaşanan gezi olayları bu krizin en somut yansımalarından
biriydi. Alanlarda, çatışma bölgelerinde işsiz, geleceksiz beyaz yakalıların yer
alması, kendilerini bu hareketin birer öznesi olarak kodlamaları ve bunu ideolojik bir
gösteriye dönüştürmeden gerçekleştirmeleri prekaryanın yeni toplumsal hareketler
klasmanında aktif bir sınıf olduğuna yönelik kanıları güçlendirdi. İşsizlikten, düşük
ücretlerle kötü koşullarda çalışmaktan, hor görülmekten ve yaşam tarzına yönelik
baskılardan bunalan gençler, kendilerine bırakılan tek seçenek olarak isyanı tercih
ettiler. Emek düşmanlığına varacak istihdam politikalarıyla, çevreyi ve doğayı tahrip
eden, insanı yaşamdan dışlayan dev-hiper kalkınma projeleriyle, yığınları güvencesiz
47
ve yoksul bir yaşama sürüklemekle tehdit eden siyasal iktidarlara ve vahşi ekonomik
sistemlere karşı prekaryanın da zamanla reaksiyon ortaya koyacağı çok açık ve
yaşanan tüm bu gelişmeler beyaz yakalılar üzerindeki ortodoks algıları kırarak,
onların
anlam
dünyası
keşfetmek
üzere
araştırmacıları
yeni
çalışamlara
sürükleyecektir.
2.2.4. Meritokratik Bir Kültürde Büyüyememek
Eşitlik ve adalet kavramlarının değersizleştiği, özgürlüğün ise güçlünün
‘serbestliği’ olarak algılandığı bir dünyada sayıları giderek artan bir kitle/çokluk
kaybedenler safına itiliyor. Üstelik sonuçlarından bağımsız olarak tanım gereği adil
gibi görünen bu oyunda dışlanmış olmak, kişinin kendi kusuru olarak görüldüğü için
oyun dışına itilme, aynı zamanda kahredici bir tahakküm biçimini almaktadır
(Özkazanç, 2005). 21. yüzyılda gelinen son durumda beyaz yakalıları şüphesiz zor
bir yaşam beklemektedir. Meritokrasi günümüzün baskın ideolojilerinden biri artık
ve
meritokratik
eğilimler
beyaz
yakalılarda
yoğun
bir
biçimde
kendini
hissettirmektedir. Çünkü; çalışma durumu, başarı, yetenek, bir başarı hakkettiğine
dair inanç, bir güvence ve toplumsal aidiyet sağlamanın ötesinde, işin kendisine
ilişkin bir anlam ve doyum da sağlayabiliyor (Bora, 2011:121). İş pozisyonu, beyaz
yakalılarda paradan daha önce gelebiliyor. Çünkü, beyaz yakalılar hiyerarşik bir iş
kültüründe büyüyorlar, meritokratik öğretilere göre geleceklerini ve kariyerlerini
planlıyorlar. Ailelerinden kendilerine şırınga edilen en güçlü duygu çoğu zaman
başarı ideolojisi oluyor. Başarılı olmak, bir işte en iyisi, olmak, kendinden söz
ettirmek orta sınıf ruhaniyeti içerisinde en baskın imgeler olarak karşımıza
48
çıkmaktadır. Orta sınıfların çoçuk yetiştirme biçimlerinin disiplini içselleştirme, yani
suçluluk yaratma üzerine kurulu olduğu hatırlandığında, bu duygular için son derece
verimli
topraklarda
bulunduğumuz
görülecektir.
Dolayısıyla,
kaygısız
ve
bağlanmaktan kaçan bir kuşaktan çok, fazla kaygılı, yetersizlik duygusu güçlü ve
geride kalma endişesi içinde yaşayan genç insanlardan söz etmek daha doğru olur
gibi görünmektedir (Bora, 2011:121).
Çağın popüler ideolojisi olarak meritokrasi terimi ilk kez ingiliz sosyolog
Michael Young tarafından "Amerikan Rüyası" mitiyle de yakından ilişkili olan
"Meritokrasinin Yükselişi" adlı hicivli romanında kullanılmıştır. Meritokratik modeli
bugün başta ABD'de olmak üzere pek çok dünya toplumlarında kanıksanmış
durumda. Meritokrasi, tam da neoliberal paradigmanın üzerine oturduğu saç
ayaklarından biri sadece. Yetenek, başarı, zeka veya çeşitli bireysel üstünlüklerin
referans alınarak ödüllerin dağıtıldığı, kısacası sınıflar arası geçişlerde liyakatın esas
alındığı, bilgi, hırs ve yeteneğin hiyerarşik basamakları tırmanmada önemli derecede
rol oynadığı
bir sosyal sistem. Merit, bireylerin karakteristik özelliklerini ifade
ederken iken, meritokrasi bir bütün olarak toplumların karakteristik özelliklerini
ifade eder. Meritokrasi bir bütün olarak bir toplumda yaşayan bireylerin kendi
bireysel çaba ve yeteneklerine paralel olarak ödüller kazandığı ve hiyerarşik sistemde
ilerlediği bir sosyal sisteme gönderme yapmaktadır (McNamee ve Miller, 2009:2).
Meriktoktarik modelde yapılan işler; adam kayırma, torpil ya da ahbap-çavuş ilişkisi
(Crony Relationships) olmadan, her türlü patronaj ilişkiden uzakta doğrudan bilgi
birikimi, yeteneği ve vizyonuna göre kişilere verilmektedir. Kamu yönetiminde
verimlilik ve performansı maksimum seviyede tutmak, dağıtılan ödüllerle rekabet
49
kültürünü yükseltmek ve yaygınlaştırmak meritokratik sistemde ulaşılması gereken
nihai hedefler olarak öne çıkmaktadır.
Türkiye'nin meriktokrasi deneyimi hangi dinamikler üzerinde duruyor ve
Türkiye'de meritokratik sistem hangi ilkelere göre işliyor? Eğitim ve kişisel
performans ile elde edilen nitelikler kişinin kariyerini ne yönde biçimlendiriyor? Bu
sorulara türk toplumunu referans alarak iç açıcı cevaplar vermek pek mümkün
görünmüyor. Kuşak değişimi uzmanlarının çalışmalarına göre; Türkiye'nin AKP
(Adalet ve Kalkınma Partisi) ile birlikte değişen sosyo-ekonomik ve kültürel
çehresinde yeni nesillerin geleceği her zamankinden daha büyük riskler taşımakta.
Hem emek gücünü ve gündelik yaşamı ağır ekonomik tedbirlerle, kemer sıkma
politikalarıyla (Austerity Plans) baskı altına alan siyasal bir iktidarın, hem de kamu
kaynaklarını fütursuzca yağmalayan menfaat çetelerinin varlığı nitelikli aktif nüfusu
belli bir idealin peşine düşmekten alıkoymaktadır. Çalışma yaşamının yozlaşması,
saldırgan iş kültürlerinin yaygınlaşması ve işsizliğin her zamankinden daha rahatsız
edici olduğu bir noktaya doğru evrilmesi gençlere bırakılan tek seçenek olarak
karşımıza çıkmaktadır. Başbakanın kendisi herhangi bir yabancı dil bilmediği halde
genç bir öğretmenin işsizliğini bununla ilişkilendirebiliyor. Çoğu zaman eğitimliprofesyonellerin geleceği modern-feodal derebeylerinin iki dudağının arasından
çıkacak kelimelere görebelirlenmiştir. Türkiye, çoğu zaman oligarşik örüntülerin
sosyal-ekonomik yapıyı kontrol ettiği, güç savaşların sürekli benzer topluluklar
arasında yaşandığı bir lokasyon olmuştur. Türkiye 16. yy’dan itibaren küresel
modernlik sürecine kendi özgül dinamikleriyle eklemlenen bağımlı kapitalist bir
coğrafya olarak, her evrede Batı modernliğine paralel; ama kendine özgü de bir
50
dönüşüm sergilemiştir (Özkazanç, 2005). Yıllarca eğitim görüp düşük vasıf bile
gerektirmeyen işlerde çalışıyor olmak, düşük ücretlerle istihdam edilmek bugün
beyaz yakalıların düşünü ortadan kaldırmış görünüyor. Bir çoğunun daha iyi bir
geleceği arzulamaya dönük küçücük bir inancı bile kalmamıştır. Yılların kendilerini
öğrettiği tek şey; kendilerine resmedilen hayatın düşündüklerinden çok farklı olması.
51
3. METODOLOJİ
3.1. Araştırma Modeli
Bilimsel bir araştırmanın yürütülebilmesi için gerekli olan tüm prosedürleri
kabaca metodoloji (yöntem) olarak tanımlayabiliriz. Doğayı, toplumu, bireyi, kültürü
ve bunlar arası ilişkileri betimleme, açıklama, kestirme ve yorumlama uğraşısında
bulunmak isteyen insan, sanattan felsefeye, dinden mitolojiye, geleneklerden bilime
kadar yayılan geniş bir seçenekler demeti ile karşılaşır. Her biri bir diğeri kadar aynı
konular hakkında tutarlı ve geçerli betimlemeler, açıklamalar, kestirimler, yorumlar
üretebilen bu etkinlikleri birbirinden ayıran, kullandıkları yöntemdir (Çelebi,
1991:41-45). Metodoloji, yapılan araştırmaya ilişkin kavramların, teori ve temel
düşüncelerin sorgulanmasını sağlayan bir araçtır. Bir araştırmada metodolojik bir
izlek söz konusu değilse, o araştırmanın gerçekliğin bilgisine erişmesi olanaksızdır.
Toplumsal gerçekliğin bilgisine ulaşmak, benzer ya da farklı tecrübe ve yaşantılar
üzerinden karşılaştırmalar yaparak genellemelere ulaşmayı ve nihayetinde de kuram
üretmeyi gerektirmektedir. Toplumsal gerçekliğin tüm boyutları hakkında istatistiki
bilgi toplamak da her zaman mümkün değildir. Bu tür olanaklar mevcut
olmadığından, sosyal bilimcilerin yaptıkları genellemeler benzer olguların farklı
zaman dilimleri ya da mekanlarda sürekli tekrarlamasından yola çıkılarak
karşılaştırma yapılması ve bu olguların bir “örüntü” oluşturup oluşturmadığı üzerine
kuruludur (Toprak, 2008:18).
Beyaz yakalılar da homejen bir sınıf profili oluşturmadıkları için işsizliği
farklı şiddet ve şekillerde tecrübe ederek kendi içinde farklılaşabilen bir güruhtur.
52
Bu nedenle araştırma sürecinde işsizliğe ilişkin farklı tipolojilerin elde edilmesi
kaçınılmazdır. İnsanlar, sosyal hayatta karşılaştıkları olayları anlamlandırırken onları
bir algılama süzgecinden geçirir ve ona göre anlamlandırırlar. Aynı olayı gören,
yaşayan iki kişinin olayı değerlendirme ve anlamlandırmasında iki farklı sonucun
çıkması her zaman karşılaşılan bir durumdur. Çünkü insanlar paradigmalar
yardımıyla düşünür. Tecrübelerimiz, kültürümüz, ailemizden, arkadaşlarımızdan ve
çevremizden edindiğimiz bilgiler bizim paradigmalarımızı oluşturur (Böke, 2009:1011).
Bu çalışma ele aldığı konuyu yorumlama tarzı itibariyle nitel bir araştırmadır.
Nitel araştırmalar çok sayıda yöntem ve kaynak kullanarak insan deneyimlerine
ilişkin sözlü ve yazılı anlatımları inceler. Bilindiği gibi nitel bir araştırmadan bilimsel
sonuçlar elde etmek için o araştırma modeline uygun veri toplama teknikleri
kullanılmalıdır. Nitel bir araştırmada da görüşme, temel veri toplama araçlarındandır.
İnsanların gerçekliğe ilişkin algılarına, anlamlarına, tanımlamalarına ve gerçeği inşa
edişlerine vakıf olmanın en iyi yoludur (Punch, 2005:165-166). Derinlemesine
görüşme, araştırılan konunun bütün boyutlarını kapsayan, daha çok açık uçlu
soruların sorulduğu ve detaylı cevapların alınmasına imkan veren, yüz yüze ve
birebir görüşülerek bilgi toplanmasına imkan veren bir veri toplama tekniğidir.
Derinlemesine görüşmede karşıdaki kişinin duygu, bilgi, tecrübe ve gözlemlerine
görüşme yoluyla ulaşılır (Tekin, 2006:101-116). Nitel araştırmalarda çok sık
başvurulan bir veri toplama tekniği olarak derinlemesine görüşme, görüşülen kişilere
kendilerini birinci elden ifade edebilme fırsatı verirken araştırmacıyı da görüşme
yaptığı kişilerin anlam dünyalarını, bakış açılarını içinde bulundukları özel
53
durumlara ait duygu, düşünce ve tecrübelerini yine onların ifadeleri yardımıyla
derinlemesine anlama imkanı sunar (McCracken, 1988:9).
Bu araştırmada da algı ve beklentilerin doğal ortamında gerçekçi ve bütüncül
bir tarzda ortaya konulması amaçlanmış ve bunun için de veri toplama tekniği olarak
derinlemesine mülakat yöntemi tercih edilmiştir. Bu kapsamda, Ankara ilinde
yaşamakta olan, işsizliği herhangi bir şekilde deneyimleyen öğretmenlerle
derinlemesine mülakat gerçekleştirilmiştir.Yürütülen bu araştırmanın saha çalışması
Haziran ve Temmuz 2013 tarihleri arasında gerçekleştirilmiş olup toplamda 30
öğretmen ile derinlemesine görüşme yapılmıştır. Görüşmeler, görüşülen kişilerin izni
alınarak kayıt edilmiştir. Araştırma sürecinde görüşmelere başlamadan önce
görüşmelerin uygun bir ortamda yapılabilmesi için katılımcılardan önceden randevu
alınmıştır. Derinlemesine görüşme yapılırken işsizliği tecrübe eden öğretmenlerin
hikayeleri dinlenerek işsizlik sürecinde nasıl bir duygu dünyasında yaşadıkları ve
gündelik hayatta karşılaştıkları güçlükler tespit edilmeye çalışılmış, bunun için de
görüşmeye başlamadan önce mülakat yapılacak her bir öğretmene bu araştırmanın
amacı, niçin yapıldığı, neden kendisiyle görüşüldüğü açık ve yalın bir dille
anlatılmıştır.
Mülakat
sırasında
derinlemesine
mülakat
yönteminin
en
önemli
parametrelerinden biri olan "Aktif Pasiflik" durumuna özellikle dikkat edilmiştir.
Aktif Pasiflik; görüşmeyi gerçekleştiren kişinin görüşmecilere müdahale etmeden
onların düşüncelerini, hislerini en gerçekçi şekilde paylaşmaları, doğal ve samimi bir
biçimde karşı tarafa derdini anlatabilmesi ve onu dinleyen, yani mülakatı
54
gerçekleştiren araştırmacının bu ortamın oluşması için gereken çabayı göstermesi
olarak tanımlanabilir. Örneğin; görüşme sürecinde görüşmeleri zenginleştirmek ve
daha çıplak bilgiler alabilmek adına zaman zaman soru formunda yer almayan
sorulara da başvurulmuş, mülakatların belli bir derinlik kazanması hedeflenmiştir. Bu
samimiyet ortamının oluşması içinde araştırma süresince görüşmecilerle mesafeli bir
ilişkiden kaçınılarak empatiye dayanan bir tavır içerisinde olunmuştur.
Araştırma boyunca araştırmanın genel kompozisyonuna uygun olarak farklı
branşlardan işsiz öğretmenlerin görüşmelere katılımına özen gösterildi. Yani amaçlı
bir örneklemin (Purposive Samle) zamanla oluşması sağlandı. Çünkü farklı
branşlarda işsizliğin farklı şekillerde tecrübe edildiği, işsizliğin getirdiği yükün
branşlara göre çeşitlenebildiği gözden kaçırılmaması gereken bir sosyal gerçekliktir.
Sosyal bilimlerde metodoloji tartışmalarında sık sık üzerinde durulan "Selection
Bias", yani örneklemin zaten beklenen sonuçları verecek şekilde belirlenmiş olması,
bu araştırma için söz konusu değildir. Çünkü, görüşmeci profili tek tip, prototip
öğretmenlerden oluşmamaktadır. Görüşmelerde, öğretmenliği idealleştiren, herşeye
rağmen bu mesleği icra etmek isteyen kimselerin yanı sıra, bu mesleği hayatında
yalnızca basit bir seçenek olarak gören öğretmen adaylarıyla da görüşülmüştür.
Ayrıca, görüşme yapılan kimselerin farklı sosyo-ekonomik ve sınıf profilinden
seçilmesine özen gösterilmiştir. Çünkü farklı sınıfsal pozisyonlarda işsizliğin
yarattığı şiddetin derecesi de farklı olacağından, özellikle maddi sıkıntı yaşamayan,
öğretmenlik yaparak hayatını kazanmak zorunda olmayan katılımcılarla da
mülakatlar yapılarak işsizliğin sınıfsal pozisyonla olan ilişkisi kurulmuştur.
Araştırma sürecinde tekrara düşmemek, aynı hikaye ve sorunlarla karşı karşıya
55
kalmamak amacıyla işsizliğin arka planında yer alan ve onunla doğrudan ilgili olan
başka sosyal sorunlarda gündeme getirilmiştir. Örneğin; öğretmenlerin atandıktan
sonra hiç de istemedikleri halde kendi yaşam tarzına ve kültürel habituslarına uygun
olmayan kentlerde yaşanmaya zorlanması, bir anda kendini demografik bir
parçalanmışlığın içinde bulması ya da özel eğitim kurumlarında çalışmayı zorlaştıran
iş hayatı ideolojileri üzerinde de durularak işsizlik olgusunun total bir paradigmadan,
makro bir perspektiften yorumlanması hedeflenmiştir.
Her araştırmanın kendine özgü bir araştırma evreni ve örneklemi vardır;
ancak bu araştırma, nitel bir araştırma olması nedeniyle bir evren ve örnekleme sahip
değildir. Ancak, kartopu örneklem modeli yoluyla görüşmecilere ulaşılmaya
çalışılmıştır. Kartopu örnekleme metodunda ilk önce ulaşılması güç olan o çalışma
evreninden bir öğeye/bireye ulaşılır, sonra o öğrenin yardımı ile diğer bir öğeye,
sonra onların yardımıyla başka öğrelere ulaşılarak, hedeflenen örnek büyüklüğüne ve
çeşitliliğine ulaşılmaya çalışılır (Böke, 2009:129). Görüşmeler sırasında görüşmeci
öğretmenlere yakın çevresinde kendisiyle aynı koşullarda olan, işsizliği Ankara'da
tecrübe eden başka öğretmen eş, dost ya da arkadaşlarının olup olmadığı sorularak
örnek grup genişletilmeye çalışılmıştır. Bunu yaparken, işsizliği farklı şekillerde
deneyimleyen öğretmen tipolojilerine ulaşılmak amaçlanmıştır.
3.3. Sınırlılıklar
Türkiye'de işşizlik araştırmaları daha çok bütüncül karakteristik özellikler
göstermektedir. Özellikle belli bir sınıf ya da belli bir toplumsal grup üzerinde
işşizliğe ilişkin çalışmalar oldukça yetersizdir. İşsizlik, çoğu zaman bütün toplumun
56
yaşayabileceği bir deneyim ve tecrübe olarak görülmüş; ancak işsizlik olgusunun
farklı sosyal ve sınıfsal katmanlarda, farklı kimlik ve statülerde hangi şekillerde
tecrübe edildiği üzerinde pek durulmamıştır. Şüphesiz işsizlik olgusu, toplumsal
organizasyonun bir çok katmanında, farklı sınıf profillerinde insanların karşı karşıya
geldiği çetrefilli bir sorundur; ancak bu çalışmada işsizlik; beyaz yakalılar olarak
bilinen, belli bir meslek kolunda uzmanlaşmış, üniversite mezunu kafa emekçileriyle
sınırlandırılmaktadır. Her ne kadar beyaz yakalı işsizliği ve onun ardındaki
gelişmeler üzerine odaklansa da, araştırmada görüşmeci profili, beyaz yakalı kategori
içerisinde yer alan işsiz öğretmenlerle sınırlı tutulmuştur. Çünkü, beyaz yakalıların
içinde; doktorlar, mühendisler, bankacılar, gazeteciler vb. gibi diğer profesyonel
meslek sahipleri de bulunmaktadır. Ayrıca, burada işsizlik olgusu iktisadi anlamda
işsizlik terminolojisi ile ele alınmamaktadır, deneyim ve algılama anlamında işsizlik
üzerinde yoğunlaşılmaktadır.
Nitel araştırmalarda güven duygusu oldukça önemlidir. Karşı tarafa, yani
görüşmeciye bu duygunun verilmesi araştırmanın objektif bir dayanak noktası
oluşturması açısından elzemdir. Aksi takdirde yanlış bilgiler araştırmanın gerçekle
olan bağına zarar verecektir. İnsan unsurunun söz konusu olduğu bilimsel
araştırmalarda insana özgü hassas konularda çalışma yapmak ciddi anlamda dikkat
gerektirmektedir. Bunlar; özel hayatın gizliliği, kişiye ait mahrem bilgiler ve iletişim
teknolojisinin gelişimi ile önemi artan kimlik bilgileri olabileceği gibi özel
popülasyonlar olarak da bilinen, korumaya muhtaç küçük yaştaki insanlar, akıl
hastaları ya da tutuklu ve hükümlüleri kapsayan bilimsel çalışmaları da içerebilir
(Demir, 2009:35). Bu bağlamda, Öğretmenlerin sosyal, kültürel ve gündelik hayat
57
pratiklerine ilişkin edinilen bilgiler, onların daha çok işsizlik ve geleceğe ilişkin
endişeleriyle, kişisel hikaye ve deneyimleriyle sınırlı tutulmuş, mümkün mertebe
genel izlenim ya da politik tartışmalardan kaçınılmıştır. Ayrıca, öğretmenlerle
yapılan görüşmelerin çoğunda ses kayıt cihazı kullanılmış ve görüşmeye başlamadan
önce tüm görüşmecilere ses kaydı almamızın kendisi açısından sorun teşkil edip
etmediği sorularak onların rahat bir biçimde sorulara motive olmaları sağlanmıştır.
Görüşmeye başlamadan önce tüm görüşmecilere yapılan kaydın dinlenilmesi için
kendisine verilebileceği ve kayıtta yer alan, istenilmeyen kısımların isteği
doğrultusunda silinebileceği söylenmiştir. Ses kayıt cihazıyla kayıt yapmak ilk etapta
görüşmecilerde basit bir tedirginliğe yol açmış olsa da, araştırma ile ilgili elde edilen
bilgilerin araştırma dışında hiç bir yerde kullanılmayacağı, araştırma kapsamında
kimlik bilgilerinin kesinlikle saklı tutulacağı hususunda kendilerine teminat
verilmiştir. Yapılan mülakatlarda görüşmeyi kayıt olmadan yapmak isteyen, bu
konuda ciddi endişeleri olan öğretmenlerle de karşılaşılmıştır. Bu durumda ise
görüşülen kişinin sorulara verdiği cevaplar görüşme formlarına not edilmiştir. Ayrıca
tüm görüşmelerde gözden kaçan detaylar elle not edilerek görüşme formuna
aktarılmıştır.
Araştırma sürecinde yalnızca işsizliği tecrübe eden öğretmenlerin görüşlerine
başvurulmamıştır. Aynı zamanda, onların sorunlarını dile getiren ve bu bağlamda
öğretmenlere örgütlenme olanağı sunan platformlarla da iletişime geçilmiştir. Bu
platformlardan biri olan AYÖP (Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu)
temsilcileri yapılan görüşmelerde; beyaz yakalı işsizliği bağlamında Türkiye'de
başlayan neoliberal dönüşüm süreci gündeme getirilmiş, temsilcilerle mevcut
58
istihdam politikalarının birer beyaz yakalı olarak öğretmenlerin gündelik yaşamını ve
geleceğini ne yönde etkilediği kritik edilmiştir.
3.4. Zamanlama
Şüphesiz zamanlama, işsiz öğretmenlerle yapılan görüşmelerin ne kadar
sürede ve hangi mekanda yapılacağına ilişkin planlamalarda araştırma boyunca elde
edilecek verinin kalitesini, geçerliliğini ve güvenirliğini olumlu ya da olumsuz
şekillerde etkileyecektir. Görüşmeler; en az yarım saat, en fazla ise bir saatle
sınırlandırılmış. Görüşme süresi gereksiz uzatılarak görüşülen öğretmenlerin
konudan kopmaları, düşünce uçuşmasına yakalanmasının önüne geçilmiştir. Ayrıca,
görüşmeler organize edilirken mekân seçiminde görüşülecek kişinin mekân tercihi
baz alınarak, onun kendini daha özgür bir biçimde ifade edeceği, duygu ve
düşüncelerini rahatlıkla karşı tarafa aktarabileceği mekanlar tercih edilmiştir.
59
4. TARTIŞMALAR VE BULGULAR
4.1. Giriş
Bugün sosyal bilimler alanında yürütülen çalışmaların esas konularından biri
de; emek kavramının tanımlanması, emek süreçlerinde yaşanan değişim ve
dönüşümlerin insan toplulukları üzerindeki etkisinin incelenmesidir. Serbest piyasayı
anlamanın başlangıç noktası ücretli emek olduğu kadar, istihdam edilmeyen emek
veya ücretsiz hayattır da aynı zamanda (Bora, 2011:28). Kapitalist ekonomik
sistemin değişen koşullara adapte olma temposu ve kendini sürekli ve yeniden üreten
yapısı emek çalışmalarında araştırmacıları farklı problem kategorileri üzerinde
düşünmeye zorlamaktadır. Bu araştırmada da Türkiye'de neoliberal toplum
tasarımının beyaz yakalı mesleklerde ne gibi bir aşınma yarattığı öğretmenlik
bağlamında değerlendirilmektedir.
Bu kapsamda bu araştırma; saha çalışmalarının yürütülmesinden bulgu ve
değerlendirmelerin ortaya konulması sürecine kadar geçen 6 aylık bir süreci
kapsamaktadır. 2013 Haziran ve Temmuz aylarında Ankara'da yürütülen saha
çalışmasından elde edilen veriler kullanılarak beyaz yakalı işsizliği bağlamında
öğretmenliğin günümüzde yaşadığı mesleki dönüşüm sorgulanmaktadır. Araştırma
kapsamında işsiz ya da kötü koşullarda çalışan 30 öğretmen ile derinlemesine
görüşme yapılmış, öğretmenlere ilişkin işsizlik ve güvencesizlik deneyimleri çeşitli
alt başlıklarda anlatılmıştır. Bu alt başlıklarda; eğitim kurumunda yaşanan
piyasalaşma ve metalaşma pratiklerinin öğretmenlerin dünyasında neye karşılık
geldiği ve öğretmen emeğinde nasıl bir dönüşüm yaşandığı, öğretmen işsizliğini
60
üreten yapısal süreçlerin neler olduğu ve bu yapısal bozuklukların bir türlü neden
giderilemediği, öğretmenlerde mesleki aidiyetin hangi bileşenler üzerinden
kurgulandığı, iş tatminsizliğinin daha çok hangi şekillerde ortaya çıktığı,
öğretmenlerin işsizlik sürecinde ne gibi mücadele stratejileri geliştirdikleri öne çıkan
konular arasında yer almakta olup araştırma sürecinde derinlemesine mülakat yapılan
görüşmecilerin listesi ekler bölümünde EK-6'da yer almaktadır.
4.2. Öğretmenlerde Mesleki Aidiyet, Değer ve Refah Algıları
Çalışma yaşamına ilişkin yürütülen araştırmalarda üzerinde sıklıkla durulan
temalardan biri de; mesleki tatmin duygusu, çalışanların yaptığı işe yönelik olarak
değer ve refah algılarının neler olduğu, hangi bileşenler üzerinden kendi geleceğini,
kariyerini kurguladığıdır. Değer ve refah algıları; kişilerin davranışlarında, herhangi
bir duruma ilişkin tercihlerinde bir bileşen olarak ortaya çıkar ve bireylerin içinde
varolduğu
değer
dünyasına,
sınıfsal
pozisyonlarına,
eğitsel
sermayelerine,
sosyalizasyon-kültürlenme süreçlerine bağlı olarak da farklılaşabilirler. Orta sınıflar
için bu durumun daha özgül boyutları vardır, çünkü orta sınıflar açısından eğitim ve
mesleki aidiyet, toplumsal aidiyetin ağırlıklı bileşenleridir. Öğretmen, mühendis,
bankacı ya da gazeteci olmak, bir işte çalışmaktan çok daha fazlasını ifade
etmektedir. Sahip olunan bu kimlikten mahrum kalmak da çalışmamanın ötesinde,
öncelikle değer ve anlam kaybına uğramak anlamına gelmektedir (Bora, 2011:117).
Günümüzde başarı olgusu giderek önemi artan, giderek bireyselleşen ve kişiselleşen
bir kavram haline gelmektedir. Başarı ideolojisi (Achievement Ideology), orta sınıfın
en görünür katmanlarından biri olan beyaz yakalıların dünyasında karakteristik bir
61
dürtüdür. Başarı ideolojisinde mutlu ve huzurlu olmak doğrudan bireysel başarının
kendisiyle mümkün olacağı için orta sınıfların değer dünyasında eğitimin karşılığı;
bir üst sınıfa geçebilme olanağı, daha iyi bir gelecek, parlak bir kariyer ve daha çok
maddi getiri ile eş anlamlı olabilmektedir. Modern dünyanın değer evreninde başarı;
bir işi gerektiği gibi yapmak ve o işi en iyi şekilde tamamlayarak yalnızca somut
fayda elde etmekten ziyade, yapılan işten hem maddi hem de manevi prestij
sağlamak ve bunun yaşattığı gururu etraftaki diğer insanlarla paylaşabilmektir. Beyaz
yakalılara ailede, okulda, hayatın diğer kategorilerinde sürekli güçlü, ayrıcalıklı
oldukları hissettirilmiş ve beyaz yakalılarda işverene ve işyerine duyulan aidiyet
duygusu o kadar güçlüdür ki, işyeri, yaptıkları işin farkında olarak ya da olmayarak
yaşamlarının doğrudan merkezine oturmaktadır.9
Toplumsal hareketlilik, toplumdaki düzen ve akışı sağlayan temel
dinamiklerden biridir. Bireylerin farklı statü ve sınıf konumlarından başka konumlara
geçme çabası da toplumsal bir hareketliliktir. Toplumsal hareketliliğin eğitim, gelir
ve meslek ile doğrudan ilişkisi vardır ve orta sınıflarda bu hareketlilik daha çok
meslek aracılığıyla ile dinamize olmaktadır. Meslek seçimi, şüphesiz her bireyin
hayatında bir dönüm noktasıdır. Meslek ve kariyer bilinciyle geleceğini planlayan,
kendisi için en doğru mesleği seçen kişilerin ilerleyen hayatlarında daha mutlu,
üretken ve başarılı bir iş hayatına sahip oldukları bilinen bir gerçektir. Ancak, 21.
yüzyılda mesleki idealizm adeta çökmüş durumdadır. Mevcut ekonomik koşullarda
gençlerin mesleki geleceklerini ideallerine uygun bir biçimde düzenlemesi her
zamankinden daha zor. Mesleki koşulların değişmesi ve bir çok mesleğin standardize
9
http://bianet.org/biamag/toplum/114032-yakasi-beyazlar
62
edilerek yeni ekonomik düzenin öğretileriyle paralel bir hale getirilmesi, bireylerin
mesleklerine ilişkin algı ve beklentilerini olumsuz anlamda etkilemektedir. Değişen
yaşam koşulları beraberinde gençleri bu değişimi anlamaya ve herşeye rağmen bu
sürece adapte olmaya zorlamaktadır. Ülkemizde de bir çok genç meslek seçiminde
ideallerini, ilgi alanlarını ve yeteneklerini görmezden gelerek üniversite sınavından
aldığı puana göre ya da çevresindeki insanların yönlendirmeleriyle bilinçsizce tercih
yapabilmekte ve meslek tercihlerinde daha çok; iş bulma kolaylığı, maddi getiri,
toplumsal saygınlık, popülerlik gibi kriterleri öne çıkarmaktadırlar. Ancak, üniversite
sonrasında bu algı genel olarak değişmekte, genç mezunlar yaptıkları işlerde daha
çok para kazanmak yerine; iş yerinde mutlu ve huzurlu olmak, stres ve sansasyondan
uzak, ilgi, beklenti ve becerilerine uygun, daha minimal ve güvenceli bir çalışma
yaşamını arzu etmektedirler. Meslek seçimi konusunda pek çok dışsal değişken söz
konusudur; ancak öğrenciyi ilgi ve yetenekleri doğrultusunda yönlendirecek işlevsel
bir kariyer planlaması mevcut eğitim sisteminde henüz söz konusu değildir. Lise,
hatta ortaöğretim sürecinde kazanılması gereken bir davranışın üniversite sonrasında
edinilmesi mevcut eğitim sisteminde belirgin yapısal bozukluklar olduğuna işaret
etmektedir. Lise dönemi gençler için meslekle ilgili karar vermeleri açısından kritik
bir zaman olarak değerlendirilir. Gençler bu dönemlerinde, meslek olarak seçecekleri
alanları belirlemek ve meslekleri hakkında karar vermek durumundadırlar (Çoban,
2005:40). Meslek bilincinin gençlere erken yaşlarda verilmemesi ileride mutsuz,
anti-üretken ve iş yaşamında başarısız nesillerin yetişmesine neden olabilmektedir.
Bu manzara, öğretmenlik mesleğinde son zamanlarda yaygın olarak görülmektedir.
Öğretmenlik, iş tatminsizliğinin en yoğun olarak görüldüğü mesleklerden biri artık.
İşe yönelik tatmin düzeyinin öğretmenlerde oldukça düşük seviyelerde olduğu
63
yadsınamadığı gibi, bu durum dershane, özel kurs, kolej gibi metalaşmış,
piyasalaşmış eğitim kurumlarında daha dramatik bir noktaya doğru evrilebilmektedir.
Yoğun çalışma temposu, düşük gelir, iş ortamının siyasallaşması, geleceksizlik,
güvencesizlik ve diğer klasik sorunlar bir araya geldiğinde mesleğin cazibesi
kolaylıkla kaybolabilmektedir. Özellikle de, düşük gelir ve çalışma koşullarındaki
uygunsuzluklar bu konuda belirleyici olmaktadır. Toplumda saygınlığın adeta tek
referansı haline gelen para, yeni kuşakları daha çok kazanabilecekleri alanlara doğru
savurmaktadır.
Öğretmenlik, geçmişte çalışma koşullarındaki rahatlık ve iş güvencesinin
olması gibi özelliklerinden dolayı özellikle de alt ve orta sınıflarda yoğun bir biçimde
talep gören bir meslekti. Çünkü o dönemde öğretmen olmak demek; şehirli sınıfa,
kent kültürüne en kestirme yoldan dahil olmak ve sınıf piramidinde bir basamak
yükselmek anlamına gelmekteydi. Şimdilerde ise, durum eskisinden biraz daha
farklı. Çevremize baktığımızda öğretmenliği, yani mesleğini ideal bir paradigmanın
sınırları içerinde değerlendiren çok az öğretmenle karşılaşmaktayız. Öğretmenlerin
bir çoğu geleceksizlik kabusundan kurtulup bir an önce iş hayatına katılmak ve kendi
ayaklarının üzerinde durabilmek için zorlu bir mücadelenin içerisinde kendilerini
görmektedirler. Bu beklenti, yalnızca iş bulmak ve bu işten para kazanmakla da
sınırlı kalmamakta, yaşanılan şehirden hayat standartlarına kadar her parametre
öğretmenlerin dünyasında sık sık kritiği yapılan konular arasında yer almaktadır.
Araştırma kapsamında görüşülen öğretmenlere; neden bu mesleği seçtiği, mesleğini
seçerken kendisini yönlendiren herhangi birinin olup olmadığını, üniversite
sınavından aldığı puanın meslek seçimine ne yönde etki ettiği ve mesleğini seçerken
64
kendi özgür iradesiyle bir karar alıp almadığını ölçen sorular yöneltildi. Görüşmelere
katılan pek çok öğretmenin doğrudan aslında bu mesleği tercih etmediği, ailesinin ya
da
çevresindekilerin
yönlendirmesiyle
öğretmen
olmak
zorunda
kaldıkları
görülmektedir. Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Sosyal Bilimler Öğretmenliği
Bölümü mezunu olan Ertuğrul öğretmen hayatının belli dönemlerinde işsiz kalmış;
ancak şu anda özel bir eğitim kurumunda idarecilik yapmakta. Öğretmenlerin meslek
seçimiyle ilgili sorumuza; meslek seçiminde ilgi ve beğenilerin değil de; sınav
sisteminde gösterilen somut başarının önemli olduğunu dile getirmektedir.
"Tamamen eğitim sisteminin yönlendirmesi. Ben, aslında bu mesleği
istemedim. Üniversite sınavından aldığım puan bu bölüme yettiği için
mecburen bu bölüme yerleştim. Aldığım puana göre elimden gelenin
iyisi öğretmen olmaktı; ama bazen düşünüyorum, keşke başka bir
meslek seçseymişim..."
Mesleki tatmin öğretmenler arasında söz konusu branşta iş bulma kolaylığı,
atanma kriterleri, yapılan işin nitelik ve konforuna bağlı olarak farklılaşmaktadır.
Ebutalip örneğinde olduğu gibi öğretmenliğin kendi içinde de parçalanma
dinamikleri değişmektedir. Rehber öğretmenler ya da diğer adıyla psikolojik
danışmanlar yaptıkları işin niteliği, iş yerinde konumlanma biçimleri ve iş alanlarının
geniş olması gibi faktörlere bağlı olarak diğer alanlardaki öğretmenlerden daha farklı
bir meslek imajını temsil etmektedirler. Hacettepe Üniversitesi PDR (Psikolojik
Danışmanlık ve Rehberlik) bölümü mezunu olan Ebutalip, özel bir kolejde rehber
öğretmen olarak görev yapmakta. Kendisine bu mesleği neden seçtiği, meslek
tercihinde nelerin etkili olduğunu sorduğumuzda; atanabilme kolaylığı, iş güvencesi,
65
aile baskısı ve mesleğin popülerliği gibi değişkenleri öne çıkarmakta ve diğer
öğretmenlerle benzer sorunları kendisinin yaşamadığını ifade etmektedir.
"Kendimi açıkçası öğretmen olarak görmüyorum, ben daha çok olayın
psikolojik danışmanlık boyutundayım. Dört yıllık lisans eğitimi
boyunca okulda öğretmenliğe dair ne bende ne de yakın çevremde
belirgin bir kimlik oluşmadı. Hatta, hocalarımız her zaman bizlere
"sizler rehber öğretmen değilsiniz, daha çok psikolojik
danışmansınız"derdi. Kısacası okulda böyle bir hava vardı. Bizde bu
atmosferin bir parçası haline gelerek kendimizi diğer öğretmenlerden
farklı ve şanslı görüyorduk. PDR mezunları sizinde bildiğiniz gibi çok
farklı iş kollarında iş bulabilme şansına sahip. Şirketlerin İK
birimlerinden rehabilitasyon merkezlerine kadar bir çok alanda iş
bulabiliyoruz. Bu da, ister istemez mesleğime ilişkin aidiyet
duygumun güçlü ve dinamik kalmasını sağlıyor. Ayrıca, PDR
mezunlarının kamuya atanmasında da herhangi bir sıkıntı da söz
konusu değil. KPSS'ye girip sıfır puan alıp atanan arkadaşlarım bile
var."
Meslek seçiminde ailesinden gelen baskılara direnip, yalnızca kendi ideali
peşinden giden öğretmenler de yok değil. Azize, anne babasının ısrarlarına rağmen
İİBF'ye (İktisadi ve İdari Birimler Fakültesi) gitmeyip hayali ve ideali olan Felsefe
bölümünü kazanmış. Bu bölüme yerleşmek için hem mevcut eğitim sistemine hem
de ailesinin bu konuda kendisini yönlendirme arzusuna karşı uzun soluklu bir
mücadele vermiş. Kaybettiği onca zamana rağmen Felsefe bölümüne yerleşerek bu
bölümden mezun olmuş; ancak diğer genç mezunlar gibi o da mezuniyet sonrası
işsizlik kabusuyla karşılaşmış. İlk başta bir dershanede ücret almadan staj yaparak
meslek hayatına başlamış. Ücretsiz çalışma yerini ücretsiz
bıkkınlığa bırakınca
dershaneden ayrılmış. Şimdilerde ise bir lisede ücretli öğretmenlik yaparak geçimini
kazanmakta. Kendisine bu mesleği neden seçtiği, yaptığı işi özel kılan herhangi bir
66
şeyin olup olmadığını sorduğumuzda meslek seçme sürecinde yaşadığı kargaşayı şu
şekilde özetlemektedir:
"Kendi isteğimle bu bölümü yerleştim, hatta geç girdim, çok geç
girdim bu bölüme... Sınava ilk girdiğimde de Felsefe bölümünü
kazanıyordum; ama annem babam bu bölümü okumamı istemiyordu.
Daha sonrasında ben hiç çalışmadım. Baktılar bizimkiler puanlarım
sadece o kısımlara tutuyor, iktisat falan istediler önce, oralara falan
gideyim diye... Hani KPSS'de uzmanlık sınavlarına girebilmem için
en azından... Ben hiç istemedim. Sosyoloji falan da düşünmedim,
doğrudan Felsefe okumak istedim; çünkü lisede okuduğum şeyler beni
biraz yönlendirdi ve lisedeki felsefe hocamı çok sevmiştim, hep onun
gibi bir kadın olmak istedim her nedense..."
Üniversite sonrasında öğretmenleri bekleyen ucu açık, belirsiz süreç bir tür
panik şeklinde deneyimlenmektedir. Ne yapacağını bilememe hali, seçeneklerin
sınırlı, yetersiz ve tatminsiz oluşu meslek seçimi konusunda nefretle iç içe geçmiş bir
hayal kırıklığına neden olmaktadır. Özellikle, alt sınıflardan gelen, saygın bir
diploma sahibi olmayan veya yaşı ilerlemiş işsizlerde yenilik, serbestlik, kendini
gerçekleştirme, risk alma vb. vurgular yerine güvenlik ve ön görülebilir bir gelecek
kaygısına bırakmaktadır (Erdoğan, 2011:103). Ancak, uzun işsizlik sürecini ailesinin
yardımıyla finanse eden, ekonomik anlamda kötü durumda olmayan ve yıpratıcı bir
işte çalışmaya mecbur olmayan öğretmenlerde kendini gerçekleştirme, kendi
kendinin patronu olma arzusu baskın bir duygu haline gelebilmektedir. Hacettepe
Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği bölümünden mezun olan Güner hayatının bir
döneminde öğretmen olmayı düşünmüş; ancak sınavlarda başarısız olunca hayali
olan çevirmenlik işine girmiş. Uzun zamandan beri freelance çevirmenlik işiyle
uğraşmakta olan Güner de tıpkı Azize gibi meslek seçiminde ailesi tarafından baskı
67
gördüğünü; ancak bu durumun hayatında çok da büyük bir kırılma noktası haline
gelmediğini, zamanla herşeyin yoluna girdiğini dile getirmekte.
"Babam istediği için bu mesleği seçtim; ama sonradan da pişman
olmadım yani. Bu durumu bir şekilde benimsemeye çalıştım ve
sanırım başardımda. Sonuçta, her zaman bir
seçenek
çıkıyor
insanın karşısına, illaki öğretmen olunacak diye bir olay yok. Şu anda
yaptığım işten memnunum, iyiki de öğretmen olmamışım diyorum
bazen. Elbette, bende zaman zaman tıpkı diğer insanlar gibi işime
yabancılaşıyorum; ama dediğim gibi, bu durum hayatımı hiçbir zaman
sekteye uğratmadı..."
Bireyin kendi yaşamı üzerindeki kontrolünü yitirmesi ve bu korkuyu tüm
hayatı boyunca hissetmesi neredeyse tüm çalışma alanlarında karşımıza çıkan bir
olgu. Üstelik bu korku yalnızca işsizlik ve geleceksizlik şeklinde vuku
bulmamaktadır. İşsizlik korkusu zaten kendi başına bile çok büyük bir problemken,
bu süreci bütünleyen diğer risklerde bir araya geldiğinde durum daha vahim bir hal
almaktadır. Yeni ekonomik düzen, zaman içinde oradan oraya, bir işten diğerine
sürüklenen yaşamlardan besleniyor (Sennett, 25-26:2005). Neoliberal model; bir
taraftan kutsal aileyi yüceltirken, öte taraftan da aile kurumuna zarar veren vahşi iş
kültürlerini yüceltmektedir. Bir yaşamdan diğerine sürüklenen göçmen çalışanlar
Türkiye'de de son zamanlarda bilindik bir manzara. İş motivasyonu ve iş aidiyetini
yıpratan bu deneyim çalışanlarda ağır, travmatik problemlere neden olabilmektedir.
Göçmen çalışanlar, istihdamın değişen çehresine ilişkin olarak yersizleşme,
yurtsuzlaşma sorununu gündeme getirmektedir. Çalışanlarını sürekli yer değiştirmek,
oradan oraya hareket etmek zorunda bırakan endüstriler giderek çoğalmakta ve bu
durum, eğitim endüstrisinde daha çok dershane gibi piyasalaşmış özel kurumlarda
68
vuku bulmaktadır. Bir açık öğretim dershanesinde Türkçe öğretmeni olarak çalışan
Mehmet'te bu durumdan muzdarip. Evli olduğu halde sürekli seyahat etmek zorunda.
Fragmantal bir hayatın içinde yaşayan Mehmet'in en büyük hayali bir gün kamuda
öğretmenlik yapmak. Kendisine bu çalışma temposu hakkında neler düşündüğünü,
bu durumun mesleğine ilişkin düşüncelerini ne yönde etki ettiğini sorduğumuzda
yaşadığı çileyi aşağıdaki gibi özetliyor:
"Haftanın dört günü sürekli seyehat halindeyim. Çalıştığım
dershanenin çevre illerdeki şubelerinde öğretmen çalıştırmak dershane
için daha maliyetli olduğu için dershane yönetimi, merkez şubelerde
çalışan öğretmenleri ders vermeleri için o bölgelere yönlendirmekte.
Sürekli seyehat ettiğim için ne kendime ne de aileme vakit
ayırabiliyorum. Ayrıca, geleceğe dönük hiçbir planım yok. Yıllardır
bu böyle devam ediyor. Bazen istifa edip başka işler yapmak
istiyorum; ancak şaşırıp kalıyorum. Yapabileceğim hiçbir şey yok..."
Mehmet örneğinde de görüldüğü gibi çalışma hayatına ilişkin güçlükler
yalnızca işsizlik, düşük gelir ya da güvencesizlik gibi yapısal sorunlarla sınırlı
kalmıyor. Aynı zamanda, mesleki aidiyeti aşındıran yeni çalışma rejimleri de
yaygınlaşıyor. Özellikle, kamuda istihdam edilen evli öğretmenlerin farklı bölgelerde
çalışması, boş zamanlarını ya da tatil günlerini dinlenmek için değil de, birbirileriyle
bir araya gelmek için değerlendirmeleri ülkemizde artık sık sık rastladığımız bir
manzara. Devletin ya da öğretmen istihdamını düzenleyen ilgili birimlerin bu konuda
yürüttüğü ciddi bir çalışma şimdilik söz konusu değil. Anne ya da babasından ayrı
büyüyen bebekler, elde edilen gelirin tasarruf yerine yapılan yolculuklara ve
barınmaya ayrılması, aile bilicinin ve evlilik kurumunun zayıflaması bu sorunun
dramatik boyutlarını oluşturmaktadır.
69
4.3. Entellektüel Emeğin Dönüşümü: Nostaljiden Bugüne Öğretmenlik
Bu bölümde, neoliberal ekonomi politikaların kıskacında Türkiye'de
öğretmenliğin nasıl bir dönüşüme uğradığı ve öğretmenlerin bu süreçte nasıl bir
biçimde konumlandırıldığı, küresel kapitalist eğilimlerin kitlelerde okul ve eğitim
algısını nasıl değiştirdiği, öğretmenliğe ilişkin imaj, algı ve beklentilerin ne yönde
olduğu tartışılmaktadır. Bilindiği gibi her toplumda gelecek nesilleri yetiştiren, onları
çağdaş yaşamın üretken ve uyumlu bireyleri haline getiren aktörler şüphesiz
öğretmenlerdir. Ülkemizde de cumhuriyetle birlikte başlayan aydınlanma ve
kalkınma eğilimlerinin taşıyıcıları çoğu zaman öğretmenler olmuştur. Köy
enstitülerinde yetişen pek çok öğretmen doğduğu yerde, yani köyünde öğretmenlik
yaparak köylünün sorunlarına çözümler bulmuş ve onların gündelik yaşamlarını
bilimsel bilgiye göre düzenlemelerini sağlamıştır. Ancak, değişen ekonomik ve
politik koşullar son 30 yılda eğitime ve öğretmenliğe ilişkin idealist bakış açılarını
değersizleştirerek onu hızlı bir metalaşma sürecine sürüklemiştir. Kapitalizmin
dönemsel ihtiyaçlarına paralel olarak eğitim sistemlerinde çeşitli biçimlerde hayata
geçirilen neoliberal politikalar, eğitimci emeğini de kökten bir biçimde dönüşüme
uğratmıştır. Eğitime ilişkin algıların tümden değişmeye başladığı bu süreç, öğretmen
emeğinin kullanım değerinden değişim değerine doğru dönüşümüne sahne olmuştur
(Demirer, 2012:167).
Neoliberal ekonomi politikaların sosyal alandaki yansımaları yalnızca kamu
hizmetlerinde istihdamın daralması ve prekarizasyona uğratılmasıyla sınırlı değil.
Aynı zamanda, kamuda çalışmayı küçümseyen ve onu değersiz kılan bir retorik de
70
yaratılmıştır. Önce neoliberal, Anglo-Amerikan rejiminde başlayan ve günümüzde
giderek Ren modelindeki politik ekonomilere de yayılan, refah devletine yönelik
saldırı, devlete bağımlı olan kişileri yardıma muhtaç insanlar olarak değil, sosyal
parazitler olarak gösteriyor. (Sennett, 2005:146-147). Kamuda istihdamın daralması
ve güvencesizleşmesi hususunda memurluğu itibarsızlaştıran ideolojik bir söylem
eşlik etmektedir (Bora, 2011:55). Liberal girişimci ruhaniyet, mezun gençlere resmi
ideolojinin ve girişimci kapitalizmin argümanlarıyla her defasında salık verilmekte;
özellikle, memurları uyuyan, yatan asalaklar olarak görme eğilimi her geçen gün
daha da yaygınlaşmaktadır. Daha iyi koşullarda, güvenceli bir biçimde ve ücret
ayrımcılığına maruz kalmadan çalışma talebi, insancıl bir talep olarak değil de;
asalaklık olarak yorumlanmakta. Bu bağlamda, neoliberalizm tipik olarak bireyi
girişimci olarak tahayyül etmektedir.
Girişimcilik, bireyin tüm davranışlarını yönlendirmesi gereken temel bir
haslet olarak ortaya çıkar. Girişimci, kendi hayatı üzerinde girişimde bulunarak
yaşam kalitesini arttırmaya çalışan, aktif, sorumlu, rasyonel, tercih sahibi bireyin
kendisidir. Birey, böylelikle tüketici ve müşteri kimliğinin yanısıra, iş yaşamında
başarılı, toplumsal risklere karşı kendini hazırlayan, kendinin ve ailesinin kaderinden
sorumlu kişi olarak öne çıkarılır. Rekabeti tüm toplumsal yaşama yayarak bireylerin
kendi kendini yönetmelerinin teşvik edilmesi yoluyla yönetim temel strateji hâlini
alır (Özkazanç, 2005). Çalışma hayatına ilişkin bu söylem, orta sınıfta yaygın bir
biçimde kabul görmektedir; çünkü orta sınıflarda manevi prestij meselesi daha şeffaf.
Genç insanların karakter oluşumu sırasında, iş dünyasında kariyer yapmak için risk
alma gerekliliği vurgulanıyor; gençlerin giderek artan bir yüzdesi bu cazibeye
71
kapılarak öğretmenlik ya da memurluk gibi işlerden uzak durmaktadırlar (Sennett,
2009:58).
Arka planı geçmiş yıllara dayansa da, öğretmen emeğinde sistemli dönüşüm
2000'li yıllarda ilk kez uygulamaya konulan KPSS sınavıyla ortaya çıkmıştır. KPSS
ile birlikte öğretmen olma ve atanma kriterleri değişmiş, öğretmen adayları
kendilerini bir anda nitelik ve yeterliklerini ölçmekten uzak bir sınavın içinde
bulmuşlardır. KPSS, aynı zamanda işsizliği meşrulaştıran bir söylem yaratmıştır.
Yeterli puanı alamayan adayların işsizliği hakettiği, öğretmenlik yapamayacak
yeterlikte olduğuna dair bir algı yaratılarak kamuda öğretmen istihdamı
daraltılmıştır. KPSS, tam da neoliberal bir akılsallığın gerektirdiği bir aygıt olarak o
dönemde devreye sokulmuştur. Ayrıca, maliyetleri düşürmek ve ucuz işgücü
sağlamak amacıyla MEB ücretli öğretmenlik, sözleşmeli öğretmenlik gibi yeni bir
istihdam rejimleri yaratarak öğretmen emeğindeki aşınmanın baş aktörü haline
gelmiştir. Kamu hizmetlerinde neoliberal değer ve uygulamaların yaygınlaşması ve
bununla birlikte öğretmen emeğinde başlayan değersizleşme süreci, doğal olarak
eğitim hizmetlerinin kalitesinde de düşüşe neden olmuştur. Ücretli emekçilere
dönüşen öğretmenler, bu süreçte modern dünyanın standartlarına göre kendilerini
yenileyememiş, tam tersine giderek daha da niteliksizleşmişlerdir. Öğretmenlik,
Cumhuriyet’in yükselen şehirli sınıfları içinde yer almaktan, saygın bir toplumsal
misyonu taşımaktan artık bir hayli uzakta görünüyor. Daha çok orta sınıfların pek de
seçkin olmayan bir kesiminde daha aşağıya düşmeme durumuna işaret ediyor (Üstün,
2011:276).
72
Araştırmamızda görüşme yaptığımız öğretmenlerin bir çoğu bu işi yapmaya
mecbur olduğu için yaptığını, önüne daha iyi bir seçenek çıktığında öğretmenlik
yapmak istemediğini belirtmiştir. Öğretmenlerin bir çoğu bu mesleğin artık yapılacak
bir tarafının olmadığı düşüncesinde ve çoğu farklı iş hayalleri kurarak, yeni ticari
formüller deneyerek kendilerine yeni bir beceri ve yaşam alanı yaratma çabası
içerisinde. Konya Selçuk Üniversitesi Biyoloji Öğretmenliği Bölümü'nden mezun
olan Serkan okulunu bitirdikten sonra Ankara'ya yerleşerek burada kendine bir hayat
kurmuş. Evli ve 3 yaşında bir kızı var. Kendisi daha önce özel bir kolejde Biyoloji
Öğretmeni olarak çalışmış; ancak kolej yönetimi KPSS sınavına hazırlandığını
öğrenince Serkan'ı tazminat ödemeden işten kovmuş. KPSS sınavından da istediği
sonucu alamayan Serkan şu anda işsiz ve kariyer sitelerinde kendine uygun iş
ilanlarına bakarak zaman geçiriyor. Kendisine neden bu mesleği seçtiği, mesleki
tatmin düzeyinin ne durumda olduğu, daha önceleri ne gibi işlerde çalıştığı ve
günümüzde bu mesleği icraa etmenin, ideal bir öğretmen olmanın zorluklarının neler
olduğunu sorduğumuzda:
"Üniversite sınavına girdiğim dönemde iş olanakları çok fazlaydı.
Dershanelerde ve diğer eğitim kurumlarında çalışma imkanı çok
fazlaydı, şimdi ise hiçbir şey eskisi gibi değil. Bu mesleği tamamen
kendi isteğimle seçtim. Mesleğim ekonomik anlamda kesinlikle beni
tatmin etmiyor, sosyal anlamda ise ben kendimi hiçbir zaman
öğretmen olarak görmedim, öyle de hissetmedim; ancak kamuda
öğretmen olsaydım bu konuda daha farklı şeyler söyleyebilirdim."
Türkiye'de eğitsel aygıtın hızla metalaşması eğitsel sermaye ile ekonomik
sermaye arasındaki ilişkiyi radikal bir şekilde dönüştürmüştür. Dahası eğitime
yapılan yatırım yoluyla edinilen eğitsel sermaye, Türkiye toplumunun yaşadığı
73
sınıfsal yarılma sürecinde üst ve orta sınıfların kendilerini alt sınıflardan ayırma
stratejilerinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Bu süreçte eğitsel aygıt, 1980'lere
kadar toplumsal-sınıfsal farkları kısmen ve yer yer törpüleyen özelliğini kaybetmiş,
sınıflar arası hareketliliğin bir faktörü olmaktan çıkmıştır (Erdoğan, 2011:78-79).
AYÖP temsilci Hasan bey 2009'dan bu yana öğretmenlerin sorunlarını gündeme
getiren, kamuoyunda AYÖP (Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu) olarak
bilinen bir STK'nın (Sivil Toplum Kuruluşu) Ankara temsilcisi. Kendisi aynı
zamanda bir dershanede coğrafya öğretmenliği yapmaktadır. Hasan beye
öğretmenliğin mesleki saygınlık, imaj ve konum olarak ne durumda olduğunu, bu işi
yapmanın günümüz koşullarında herhangi bir cazibesinin olup olmadığını, mesleğe
ilişkin genel algı ve beklentilerin neler olduğunu sorduğumuzda öğretmenlerin
gelirlerindeki azalmanın mesleğe ilişkin algıları değiştirdiğini ifade etmektedir.
"Ülkemizde öğretmenliğin manevi anlamda saygınlığı tabi ki hala var;
fakat bu manevi saygınlık maddiyatla belli bir düzeyde
desteklenmediği zaman kamuoyu nezdinde ister istemez mesleğin
saygınlığı biraz daha düşmüş durumda. Bunun, birazda kamuoyunun
bu konulardaki algılarıyla ilgili olduğunu düşünüyorum."
Eğitim fakülteleri giderek kan kaybetmektedir. Son on yılda eğitim
fakültelerinin sayısı 54'ten 75'e yükselmiştir. Öğrenci sayısı ise 151.000'den
200.000'ne çıkmıştır. Eğitim fakülteleri, Fen-Edebiyat ve İktisadi ve İdari
Birimler'den sonra üçüncü büyük yüksek öğretim kurumları haline gelmiştir. Eğitime
gerekli ve yeterli yatırımların yapılmayışı ve bu alanda devletin uyguladığı sağlıksız
ve dengesiz büyüme politikaları işgücü ile istihdam arasındaki paralel dengeyi yok
etmektedir. Her yıl eğitim fakültelerinden yaklaşık 50.000 kişi mezun olmakta; ancak
devletin yıllık istihdam kapasitesi ortalama 30.000 ile sınırlı kalmaktadır. Ayrıca
74
önceden mezun olup atamayı bekleyen diğer öğretmenleri de düşünecek
olduğumuzda bu sayı atamayı bekleyen öğretmen sayısı yığılarak her yıl artmaktadır.
Beden Eğitimi Öğretmeni olan Anıl henüz 26 yaşında. Daha önce de Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü'nü okumuş, ancak bu bölümden formasyon alamayacağını
anlayınca ikinci sınıfta eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalmış. Daha sonra Beden
Eğitimi Öğretmenliği Bölümü kazanarak bu bölümden başarıyla mezun olmuş.
Kendisiyle öğretmenliğin sorunları üzerine konuşurken Türkiye'nin eğitim
politikasında neyin değiştiğini, neden öğretmenliğin böylesine kabüllenilmeyen,
çalışma şartları artık çok zor olan, bir çok öğretmenin işsiz kaldığı bir mesleğe
dönüştüğünü, devletin bu konudaki yatırımlarının mı yetersiz olduğunu, yoksa
mevcut istihdam politikalarının mı çok yanlış olduğunu sorduğumuzda:
"Yani saydığınız herşey etkili aslında. İstihdam politikaları da bozuk...
Yani amaç öğretmen yetiştirmek değil bence, sadece işçi yetiştirmek...
Yani, herhangi bir özelliği yok... Eğitim seviyesini düşük seviyede
tutmak... Bunu zaten okullarımızda da görüyoruz, üniversitelerimizde
de görüyoruz. Üniversitelerde de nitelikli bir eğitim yok...".
Bir dershanede asgari ücrete Türkçe öğretmenliği yapan Mehmet de tıpkı
Anıl gibi istikrarsız ve dengesiz eğitim politikalarının öğretmenliği aşındıran,
standartlaştıran bir etkisi olduğu kanısında. Yıllardır kronikleşmiş yapısal sorunların
gelinen
son
noktada
öğretmenliği
ve
öğretmenleri
değersizleştirdiğini
düşünmektedir. Mehmet'e, Türkiye'de kamuda uygulanan istihdam politikaları
hakkında neler düşündüğünü, değişen ekonomik ve politik koşulların öğretmenlerin
gündelik hayatına ne şekilde yansıdığını ve bu değişim ve dönüşümün bir öğretmen
olarak kendisini endişelendirip endişelendirmediğini sorduğumuzda; söz konusu
75
dönüşümün yapısal nitelikli olduğunu, herşeyin plansız ve programsız bir akılla
yürütüldüğünü ifade eden cevaplar alıyoruz:
"Açıkçası, geçmişe oranla kamuda istihdamın azalıp azalmadığı
konusunda herhangi bir bilgim yok. Onun verileri benim elimde yok
zaten; ama üniversiteden mezun olan öğrenci sayısında yaşanan artış
ile ekonomik sistemin ihtiyaç duyduğu işgücü kapasitesi arasında
müthiş bir dengesizlik olduğunu söyleyebilirim. Öğretmenler için
konuşuyorum, her yıl eğitim fakültelerinden binlerce insan mezun
oluyor, ama bunların yalnızca yüzde 10'u kamuda öğretmen olabiliyor,
geri kalanı da benim gibi sağda solda üç kuruşa çalışıyor, işsiz geziyor
ya da başka işler yapıyor."
Öğretmenlik mesleğinde yaşanan niteliksizleşmenin değişen öğrenci profili
ile yakından ilişkili olduğuna yönelik görüşler de öğretmenler arasında oldukça
yaygın. Öğrencilerin, özellikle de metropol şehirlerde yetişmiş öğrencilerin
taşradakilere göre daha şımarık ve daha saygısız olduğu, öğretmenliği küçümseyen
ve değersizleştiren bir okul kültürünün büyük şehirlerde yaygınlaştığı çoğu
öğretmenin ortak düşüncesi. Özel eğitim kurumlarında bu durumun daha travmatik
bir duruma evrildiği de görülmektedir. Öğrencileri potansiyel müşteri olarak gören
kolej, dershane yöneticilerinin onları kaçırmamak adına okuldaki disiplinsiz, anomik
her türlü davranışa göz yumduğu, insiyatifi veliye bırakan, öğretmeni dışsallaştıran
ve çoğu zaman onları günah keçisi konumuna düşüren disiplin anlayışının idareciler
nezdinde yaygınlaştığı, öğretmenlerin öğrenciler karşısında değersizleştirildiği
görüşülen öğretmenlerin dile getirdiği rahatsızlıklar arasında. Anlaşılan şu ki; eğitim
kurumlarındaki
metalaşma
ve
piyasalaşma
pratikleri
öğretmenlerin
anlam
dünyasında doğrudan duygusal bir çöküşe karşılık gelmektedir. Bir dershanede Türk
76
Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak çalışan Aslı'nın bu konudaki düşünceleri
aşağıdaki gibidir:
"Şu zamanda öğretmen olmak salaklık; öğretmenlik kesinlikle saygın
bir meslek değil. Öğrencide bir kere saygı söz konusu değil. Hiçbir
öğrenci bizi öğretmen olarak görmüyor bir kere. Elbette geçmişte
olduğu gibi öğretmen ile öğrenci arasında otoriteye dayanan katı
sınırlar söz konusu değil. Bu iyi bir gelişme; ancak en ufak bir
gerilimde öğrenci çıkıp "hocam sizin maaşınızı ben ödüyorum"
dediğinde çıldırıyorum. Para ödeyerek hocaları satın aldıklarını
düşünüyorlar. Eğitimin metalaşması hem eğitimin kalitesini düşürüyor
hem de öğrenci profilinde ağır bir yozlaşmaya yol açıyor. Öğrenciler
bu süreçte tutkudan, toplumsal realiteden ve idealden uzak bir hayatın
temsilcileri haline geliyorlar. Ayrıca dershanede iş tanımı oldukça
belirsiz. Bir anda kendimi dershaneyi tanıtan reklam broşürlerini
dağıtırken buluyorum. Hatta zaman zaman yol ortasında
öğrencilerimle karşılaşıyorum. Broşür dağıtırken beni gördüklerinde
"hocam sizinki de iş mi, iyisimi siz bu işi bırakın" deyip alaycı alaycı
konuşuyorlar. Bu da ister istemez meslekte soğukluğa neden oluyor."
Aslı gibi çalıştığı iş yerinde benzer rahatsızlıkları yaşayan Harun da özel
eğitim kurumlarında yöneticilerin öğretmenlere vasıfsız işçi gözüyle baktığının,
öğretmenlerin iş tanımlarının belirsiz olduğunun ve çoğu zaman ayak işlerinde
kullanıldıklarının altını çizmektedir.
"Sonuçta öğretmen statüsü ile orada çalışıyorsun; ama öğretmenlik
dışında yaptığın bir sürü şey var. Atıyorum sekreterlik de yapıyorsun
orada, telefonla öğrencileri arıyorsun, dershaneye çağırıyorsun
gelmeleri için. İş tanımı belirsiz yani... Yeri geliyor dershaneyi tanıtan
broşürleri dağıtmak için bile bizi kullanıyorlar..."
77
Öğrenci profilinde yaşanan değişimin yanısıra teknolojik gelişmelerin de
etkisi olduğunu düşünen görüşler öğretmenler arasında mevcut. Teknolojik
gelişmeler her iş kolunda olduğu gibi öğretmenlikte de yapılan işi değersizleştiren
söylemleri ortaya çıkarmaktadır. Bugün 21. yüzyıl eğitim anlayışı teknolojiden
maksimum düzeyde faydalanmayı gerektirirken Türkiye'de hala klasik eğitim
anlayışı sürdürülmektedir. Bu tezatlık, kendini 21. yüzyılın değişen dünyasına
hazırlamak isteyen ve hiçbir şekilde modern dünyanın yeniliklerinden geri kalmak
istemeyen öğrencilerle geleneksel yöntemlerle mesleğini icra eden öğretmenler
arasında belirgin bir çatışmaya neden olmaktadır. Günümüz koşullarında
öğrencilerde iletişim ve öğrenme alışkanlıklarının değişmesi, güvenilir bilgiye
erişimin artık her zamankinden daha kolay olması gibi faktörler öğretmenlerde
endişe verici duyguların kabarmasına yol açabilmektedir. Bir lisede ücretli
öğretmenlik yapan Azize'ye teknolojik gelişmelerin öğrenci profilini ve öğretmenliği
ne şekilde biçimlendirdiğini, öğretmenlikte yaşanan aşınmanın değişen öğrenci
profili ile bir ilgisi olup olmadığını sorduğumuzda:
"Kesinlikle öğrenci profili... Yani nasıl diyeyim... Herşeyin, işte
herşeyin çok hızlı olması, gelişmesi olabilir. İnternet, bilgisayar
teknolojileri... Herşeye çok çabuk ulaşabiliyorlar, işte senin
düşünemeyeceğin şeyleri düşünmeye başlıyor çocuklar. Bilgiye
ulaşmak artık çok kolay. Bu gelişmeler bir noktada öğretmenleri
değersizleştirebiliyor. Ayrıca eski-geleneksel eğitim sistemin devam
etmesi de bu jenerasyon için çok yanlış. Yani, çocukların istedikleri
şey artık görsellik. Sen orada sıkıcı olabiliyorsun ve bu sıkıcılığı
aşamadığın zaman öğrenciler mesleki yeterliliğini sorgulamaya
başlıyor."
78
4.4. Kliental Ağlar ve İş Bulma Çilesi
Geçmişten bu yana, insanların kendilerine sunulan kaderi değiştirmek adına
büyük riskler aldıkları, bunun için olağan üstü bir çaba içerisinde oldukları çoğu
zaman toplumların en belirgin karakteristik özelliklerinden biri olmuştur. Geçmiş
dönemlerde, risk almak, kişinin karakterinin sınandığı zorlu bir test gibiydi. On
dokuzuncu yüzyıl romanlarında Stendhal'in Julien Sorel'i ya da Balzac'ın Vautrin'i
gibi figürler, karşılarına çıkan büyük fırsatları değerlendirip, kendilerini psikolojik
açıdan geliştirirlerdi ve her şeyi riske atma arzuları onları adeta birer kahramana
dönüştürürdü (Sennett, 2005:83). Günümüzde de benzer bir durum söz konusu.
Sennett'in dediği gibi risk almak artık çağımızın yeni söylencesi. Risk almayı, hayata
sıfırdan başlayarak başarı ve statü edinmeyi efsaneleştiren ideolojik bir söylem
medyada, politikada ve iş dünyasında yaygın bir biçimde kitlelerin gözüne
sokulmaktadır. Artık, risk alma isteği sadece girişimci kapitalistlere ya da olağanüstü
maceracı bireylere özgü bir özellik olarak görülmüyor. Risk, kitleler tarafından her
gün omuzlanması gereken bir zorunluluk (Sennett, 2005:84). Çünkü günümüzde
çalışmanın anlamı her zamankinden çok daha farklı. Çalışmak, yalnızca basit bir
ekonomik doyumu mümkün kılmak ve temel ihtiyaçları karşılamak için insanların
arzu ettiği bir deneyim değildir. İnsanlar sadece para kazanmak için iş güç sahibi
olmuyor, çünkü çalışmak başka boşlukları da doldurmaktadır (Bora, 2011:50).
Mezuniyet sonrasında öğretmenlerin karşılaştığı en yorucu, en bunaltıcı
deneyimlerden biri de iş arama etkinliğidir. Yerleşik, geleneksel iş kültürü, bizzat iş
aramayı da iş başvurusunu da bir imaj etkinliği olarak sunmaktadır. İnsan kaynakları
bürolarının, kişisel gelişim el kitaplarının vb. telkin ettiği iş görüşmesi taktikleri,
79
insanların etkili bir imaj ile kendini pazarlaması sürecine odaklanmaktadır (Bora,
2011:63). İş ilanlarında firmaların talep ettiği iş deneyimi ve nitelik beklentileri
üniversiteden
yeni
mezun
olan
öğretmenler
için
dramatik
sonuçlar
doğurabilmektedir. Deneyim ve nitelik konusunda kırmızı çizgileri olmayan
şirketlerde çalışmak ise; uzun süre düşük ücretlere maruz kalmak, hem psikolojik
anlamda hem de ekonomik anlamda şiddete maruz kalmakla eşdeğer bir hal
alabilmektedir. Günümüzde gençleri işe alıp çıkarmaktan para kazanan endüstriler
oldukça yaygın. Ayrıca birçok işletmenin staj ya da daha farklı istihdam modelleriyle
maliyetleri düşürdüğü, işgücünü ucuzlatarak karlılıklarını arttırdıkları bilinmektedir.
Yapılan bir araştırmaya göre; Türkiye'de, yaptığı göreve uygun çalışanların oranı
sadece yüzde 20 düzeyinde. Daha da ilginci, çalışanların yüzde 84’ü yeni bir iş için
kariyer sitelerinde avlanıyor. Çalıştığı şirkete kendini bağlı hissedenlerin oranı ise
sadece yüzde 35.10 İş bulma sürecinde; yabancı dil becerisi, yaşanılan şehrin
olanakları, mezun olunan okulun itibarı ya da itibarsızlığı gibi nedenlerden dolayı
beyaz yakalılarda kariyer beklentileri düşebilmekte ya da buna koşut olarak
artabilmektedir.
Necmi
Erdoğan'ın
(2011)
"diploma
develuasyonu"
olarak
adlandırdığı bu durum, diplomaların denkliğinin yalnızca kağıt üstünde eşit
olduğunu, o diplomadan elde edilen fayda ve beklentilerin de sınıfsal pozisyona göre
değişebildiğini göstermektedir. Türkiye bağlamında diploma develüasyonunun en iyi
örneklerinden biride; taşra üniversitelerinden mezun olan gençlerin, büyük metropol
üniversitelerden mezun olanların girebildikleri işlerin hayalini bile kuramaz hale
gelmeleridir (Erdoğan, 2011:77). Taşra da açılan yeni üniversiteler kalkınma adına
şüphesiz güzel gelişmelerdir; ancak bu üniversitelerden mezun olan gençlerin işgücü
10
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1074449&Date=04.01.
2012&CategoryID=79
80
piyasasına eklemlenmesi, kendine eğitimi ve becerileri doğrultusunda bir kariyer
oluşturabilmesi oldukça zor görünüyor. Diğer taraftan ülkemizde her yıl binlerce
gencin mezun olduğu Açık Öğretim Fakülteleri (AOF) sorunu var. Bu gençleri,
onların tatmin düzeylerini karşılayacak bir biçimde istihdam etmek, hem ciddi bir
istihdam politikasının gerekliliğini, hem de ülkedeki mevcut ekonomik yapılanmanın
buna uygun olması gerçeğini gündeme getirmektedir. Amerika'da da "Community
College" denilen benzer bir üniversital yapılanma söz konusu; fakat Amerika
muazzam bir ekonomi olduğu için bu okullardan mezun olan niteliksiz beyaz
yakalılar kendilerine serbest pazarın uygun kompartmanlarında iş bulabiliyorlar ve
zamanla mesleklerinde yükselebiliyorlar.
Beyaz yakalıların istihdam sorunlarıyla ilgilenen ve bu konuda örgütlü bir
mücadelenin içinde olan Plaza Eylem Platformu da (PEP) beyaz yakalı çalışanların
mobbing, rekabet, stres, performans baskısı, güvencesiz/esnek çalışma gibi ortak
sorunları etrafında mücadele etmek için oluşturulmuş bir platform. PEP'in tohumları
2008’de IBM'deki sendikalaşma sorunu ve işten çıkarmalarda atıldı. Platformda
çoğunlukla sigortacı, reklamcı, bankacı ve araştırma şirketi çalışanları örgütleniyor,
üç senedir 1 Mayıs'ta alanlarda yürüyorlar. Maslak'ta plazaların arasında bildiri
dağıtmanın yanında, deneyim paylaşım atölyeleri ve iş hukuku seminerleri
düzenliyorlar.11 Radikal Gazetesi muhabirinin direnişe katılan beyaz yakalılarla
yaptığı röportajda, o ölümcül gerçekle bir kez daha karşılaşıyoruz. Plaza'da çalışan
beyaz yakalılardan biri ekonomik faşizmin kendileri için yeni bir sınıf atlama
vizyonu sunmadığını şu sözlerle özetlemektedir.
11
http://www.radikal.com.tr/turkiye/beyaz_yakali_capulcular_barikati_maslak_plazalarina_tasidik1136523
81
"Biz Maslak’ta çalışıyoruz, milyon dolarlık plazalar arasındayız; ama
yürüyecek yolumuz yok, yemek yiyecek yer yok. 10 liralık ticket’imiz
var ama 15 liradan ucuza yiyemiyorsun ki..." 2
İş başvurularında kişinin kendini işverene sunma stratejisi de işe alım
süreçlerinde önemli bir değişken olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir başka plaza
çalışanı ise hem iş arama sürecinde hemde çalışırken bu konuda yaşadığı baskıyı
aşağıdaki gibi özetlemektedir:
"İşimiz varken de iş arıyoruz. Bir işe sahipsek bile performans
değerlendirmesi ile işe tekrar alınıyoruz. İş aramak, uzmanlık
alanlarımızdan biri sayılabilir. Her üniversite mezununun iş
bulamayacağını en yetkili ağızlardan duyduk. İstihdam yaratmak artık
bir politika konusu değil, iş arayanın kendisini işe alınabilir kılması
ise yeni politika oldu."12
Uzun süren işsizlik döneminde iş aramak, işsiz kişinin dışarıdan ve ailesinden
gelen baskıları minimize etmesi açısından bir zaman kazanma dönemi olarak da
görülebilir; ancak iş arama etkinliği, yıpratıcı ve yorucu bir süreç olmasının yanın
sıra yaşamın her döneminde çalışanların karşısına çıkabilecek bir kabus. İş
başvurularında talep edilen vasıflar, birçok meslek alanında çıtayı gitgide
yükseltiyor. Dil vs. becerilerini arttırma tembihlerinin, adeta sosyal darvinist bir
ideolojik söylem olarak yayıldığını gözlüyoruz (Bora, 2011:206-207). Kendini
sunma
stratejisi,
iş
görüşmelerinde
adeta
bir
yetenek
savaşı
gibi
gerçekleşebimektedir. Bu manzarayı pek çok meslek kolunda görmek mümkün. En
basit, ciddi birikim gerektirmeyen işlerde bile rekabet oldukça yükse seviyelerde.
Sosyal Bilgiler öğretmeni olan Ömer'in de bu konuda ilginç bir deneyimi var. Uzun
12
http://plazaeylemplatformu.wordpress.com/
82
süre işsiz kalan Ömer son çare olarak çeşitli kafelerde, barlarda garson olarak
çalışmaya karar vermiş. İş arama sürecinde ne gibi güçlükler yaşadığını
sorduğumuzda düşüncelerini yaşadığı bir tecrübe üzerinden bizimle paylaşmaktadır.
"İşsiz kaldığım bir dönem bir kafeye iş için başvurmuştum. Mekan
sahibi özgeçmişimi bırakmamı istedi, ayrıca İtalyanca bilip
bilmediğimi sordu. O an çok şaşırmıştım. "İtalyanca niye ki?" diye
soramadım. Sonuçta mekan öyle turistik bir yere falanda
benzemiyordu. Anlayacağın, en basit işlerde bile iş bulmak giderek
zorlaşıyor."
Sınıfsal yarılmalar sadece saygın metropol üniversiteleri ile değersiz taşra
üniversitelerinin mezunları arasındaki eğitsel sermaye farkında değil, genç
mezunların iş bulma sürecinde devreye sokulan sosyal sermaye farkında da kendini
göstermektedir (Erdoğan, 2011:80). Sosyal sermayesi güçlü olan mezunların iş
arama sürecinde rahatlıkla iş bulabildikleri, en azından işsizliğin
doldurabilecek
çeşitli
projelerde
çalışarak
hayatlarına
yön
yerini
verebildikleri
görülmektedir.
4.5. Gündelik Yaşam Pratikleri, Geçici İşler ve İşsizlikle Mücadele
Türkiye'de de işsizliğin ve güvencesiz çalışma biçimlerinin giderek
yaygınlaştığı, çalışma hayatına ilişkin huzursuzlukların şiddetle arttığı bir
dönemdeyiz.
Peki
işsizlik
sürecinde
neler
yapılmalıdır,
zaman
nasıl
değerlendirilmeli, gündelik yaşam nasıl planlamalıdır? Şüphesiz bu konuda yazılmış
onlarca kitap vardır. Toplumsal değişim, toplumsal bağların daha güçlü olduğu
83
geleneksel yapıdan daha rekabetçi ve daha bireysel bir toplumsal formasyonuna
doğru olunca, bu değişim hayatın tüm kategorilerinde olduğu gibi çalışma yaşamında
da çeşitli değişiklikleri gündeme getirmektedir. Yeni ekonominin değişken doğasına
ayak uydurmak her geçen gün daha da zorlaşırken, işsizlik; küresel ekonominin
durmadan değişen temposuna parelel olarak farklı formlarıyla karşımıza çıkmaktadır.
İşsizlik,
zorunlu
olarak
belli
dışlanma
süreçlerini
de
beraberinde
getirmektedir. İşsizlik, insanın bütün insani nitelik ve kapasitelerini hedef alan bir
kısırlaştırma veya hadımlaştırma sürecidir aynı zamanda. Ekonomik üretim sürecine
sokulmama veya bu süreçten dışarı atılmaya başka toplumsal alan ve pratiklerden
dışlanmak da eşlik etmektedir (Erdoğan, 2011:91). İşsizliğe bağlı olarak gençliğin
normal sosyalleşme süreci bozulur. Her genç insan çalışma hayatına girmekle yeni
bir sosyal kimlik ve statü elde etmeyi bekler. İşsizlik ise bu süreci engeller ve
yalnızca genç insanın yaşamı için gerekli maddi koşulları elde etmesini önlemekle
kalmaz, onun sosyo-kültürel dünyasını da derinden etkiler. Yani, işsiz genç yalnızca
bir gelirden yoksun kalmaz, bunun yanında çalışma hayatının ve iş tecrübesinin
kendisine kazandıracağı sosyalleşme sürecinin de dışında kalır (Forondo, 1991:242)
Ailesinden ya da herhangi bir yakınından ekonomik destek görmeyenlerin bu
anlamda daha zor koşullarda yaşadığı yadsınamaz. İşsizliğin gençlerin anlam
dünyasındaki karşılığı; daha az tüketmek, kendini toplumsal yaşamdan izole etmek,
kendi içine kapanık yaşamak şeklinde gerçekleşmektedir. Başlangıçta, kişi işsiz
kalmanın şokunu bir kere üzerinden attığında işsizliğe, önce yığılmış ev işlerinin
halledilip biraz da dinlenmeye zaman ayırılabilecek geçici bir vakit olarak bakılır.
Sonraki aşama ise; en kısa sürede iş bulma ümidiyle aktif olarak iş arama süresidir.
84
Ancak; altı ay gibi bir zaman sonra insanlar iş bulma konusunda ümitlerini
kaybederek aramaktan vazgeçerler ve bekleme aşamasına geçerler. Bu dönemden
sonra kişi yavaş yavaş yıpranır. En son aşamada ise artık işsizlik işler arasındaki
geçici bir deneyim olmaktan çok bir hayat şekli olarak görülmeye başlanır (Grint,
1998:53)
Araştırmada öğretmenlere mezun olduktan sonra işsiz kalıp kalmadığı,
kaldıysa bu sürecin ne kadar sürdüğü, İşsizliği hangi şekillerde tecrübe ettiği,
işsizken zamanı nasıl değerlendirdiği ve gündelik yaşamlarını daha çok hangi
faaliyetlerin meydana getirdiğiyle ilgili sorular yöneltildi. Görüşmelerden elde edilen
sonuca göre; öğretmenlerin bir çoğu hayatının belli dönemlerinde işsiz kalmış ve iş
ararken daha çok kariyer sitelerini takip ederek zaman geçirmiş. İşsizlik süreci
çoğunda kaygılı ve endişeli geçmiş. Bir çoğu işsizlik sürecinde boşluğa düştüğünü,
psikolojik yorgunluk yaşadığını ve hiç bir hedefe motive olamadığını dile
getirmektedir.
Ayrıca,
işsizlik
sürecinde
öğretmenlerin
çeşitli
erteleme
mekanizmaları geliştirdikleri görülmektedir. Bunlar daha çok; askere gitme,
lisansüstü eğitim görme, yurtiçinde ya da yurtdışındaki çeşitli değişim programlarına
katılma, işsizliği ailenin yanında tecrübe etme gibi deneyimlerden oluşmaktadır. İşsiz
öğretmenlerin gündelik yaşamlarına baktığımızda, pek çoğunun öğrencilikten kalma
yaşam
biçimlerini
ve
alışkanlıklarını
devam
ettirme
eğilimde
oldukları
görülmektedir. İşsizlikle başa çıkma sürecinde mezunlar arasında tercih edilen en
yaygın yöntem, herhangi bir yüksek lisans programına kayıt yaptırmaktır. Yüksek
Lisans yapmak, beyaz yakalılar arasında işsizliği ertelemek anlamında yaygın kaçış
yöntemlerinden biridir. Yüksek Lisans doğrudan veya mutlaka akademisyenlik veya
85
uzmanlaşma hedefinden ziyade, yaygın bir biçimde, öğrencilik hayatını uzatma ve iş
arama zorunluluğundan kaçınma amacına yaramaktadır. Hatta aynı amaçla yapılan
doktoralar bile vardır (Bora, 2011:204). Bu kaçış pratiği, yurtdışına gitmek şeklinde
de deneyimlenebilmektedir. Yurtdışı deneyimi, işsizliğin yaşattığı sıkıntı ve
acılardan kaçınmanın bir yolu olarak gençler arasında oldukça yaygın ve popüler.
Yüksek lisans, doktora için ya da çeşitli değişim programlarıyla yurtdışına kısa ya da
uzun vadede gitmek, en azından yabancı bir dil öğrenmek işsizliğin yarattığı boşluğu
doldurmanın bir başka yolu olarak değerlendirilmektedir. Kimya öğretmenliği
bölümünden mezun olan Aydan'da mezuniyet sonrası ne yapacağını bilememiş. İlk
etapta kendisini tatmin eden bir iş bulamadığı için bir gençlik programına katılarak
bir kaç aylığına Avrupa'ya gitmiş. Orada geçirdiği süreç boyunca yeni arkadaşlıklar
edinmiş, dil becerisini geliştirerek işsizliğin travmatik halinden bir nebze olsun
uzaklaşmayı başarmış.
"Okuldan mezun olduktan sonra yaklaşık 1,5 yıl işsiz kaldım. Sonra
bir arkadaşımın önerisiyle Polonya'da yürütülen, daha çok gençlerin
yer aldığı bir çevre projesine başvurdum. Kabul alınca bu fırsat
kaçmaz deyip Polonya'ya gittim. Harika vakit geçirdim orada. Bize
orada haftalık harçlık da veriyorlardı, keyfim yerindeydi yani, ta ki
Türkiye'ye dönene kadar..."
İşsiz geçirilecek bir dönemi askerlik gibi zorunlu bir görevi aradan çıkararak
değerlendirmek üniversite mezunu gençler arasında yaygın bir davranış biçimi.
Felsefe Grubu Öğretmenliği bölümünden mezun olan Hasan'da iki yıl boyunca
işsizliği aktif biçimde tecrübe etmiş. Zaman zaman küçük işlerde çalışmış; ancak
yaptığı işlerden hem tatmin olamamış hem de anlamlı bir yaşam anlatısı
86
oluşturamamış kendine. Girdiği sınavlardan da herhangi bir sonuç alamayınca askere
gitmeyi, hiç de değilse bu zorunluluğu aradan çıkarmayı denemiş.
"İşsizlik sürecinde bulunduğum şehirden ayrılmak istemedim, ailem
de bunu destekledi, bu nedenle işsizlik sürecinde ailemin yanına
dönmek zorunda kalmadım; ancak kendi başımın çaresine bakabilmek
için de burada Ankara'da çeşitli işlerde çalıştım. Garsonluk, barmenlik
tarzı işler... Bunun dışında, sürekli sınava girip atanma beklemekten
sıkıldığım için askerliği de aradan çıkarttım. Askerden döndükten
sonra da bu kısır süreci tekrar yaşamaya başladım ve halen
yaşamaktayım. Şu anda önümüzdeki KPSS sınavına hazırlanıyorum;
ancak çok umutlu değilim. Çünkü müthiş bir yığılma var, nasıl olur
bilemiyorum..."
İşsiz öğretmenler arasında yaygın kaçış pratiklerinden bir diğeri de; işsizliği
ailenin yanında deneyimlemek. İşsizlik sürecinde gençlerin işsizlikle başa çıkma
stratejilerinden biri olarak anne-baba evine dönmek ülkemizde sık sık başvurulan bir
yöntem. Kira derdinden kurtulmak, evin kişiye yüklediği sorumluluk ve masraflardan
kaçınmak, sınava aile ortamının güven veren, stresden uzak atmosferinde
hazırlanmak sık sık karşılaşılan bir manzara. Sosyal Bilgiler Öğretmeni olan Uğur'da
defalarca sınava girmesine rağmen bir türlü istediği sonucu elde edememiş.
Tekrarlanan benzer süreçler kendisinde yılgınlık ve yorgunluk yaratmasına rağmen
sonuna kadar mücadele etme yolunu tercih etmiş. Çeşitli işlerde çalışarak sınava
hazırlanma sürecini finanse edecek parayı biriktirmiş ve daha uygun bir seçenek
olmadığından Ankara'daki evini kapatarak bir dönem ailesinin yanında yaşamak
zorunda kalmış. O dönem yaşadıklarını şu şekilde özetlemektedir:
"Beni 1 yıl finanse edecek parayı toplayıp köşeye attıktan sonra ancak
sınava hazırlanabilme olanağı bulabildim. Sınava hazırlanma süreci
87
çok masraflı, dershanesiydi, kitaplarıydı, sınav ücretiydi derken
korkunç bir fatura çıkıyor önünüze. Ayrıca sigara içiyorum ve zaman
zaman arkadaşlarımla buluşup onlarla zaman geçirmeyi seviyorum.
Sanırım ailemle kalmayıp, kira ödeyen biri olsaydım herşey daha zor
olacaktı ve yaşam standartım şimdiki gibi olmayacaktı."
4.6. Sosyal Parazitler: Bumerang Kuşağı
Daha çok orta sınıf aile yapılarında görülen bir kavram olarak Bumerang
Kuşağı (Boomerang Generation) kendi yaşamı üzerinde sosyal, psikolojik ve
özellikle de ekonomik kontrolü olmayan, basit bir kriz anında bile ailesinin kendisine
sunduğu refahla yaşamını organize etmek zorunda kalan gençleri tanımlamak için
kullanılmaktadır. Bumerang (Boomerang) kelimesi burada; "geri tepme", "geri tepen
plan" gibi anlamlara tekabül edip, özellikle üniversite aracılığıyla geleneksel aile
yaşantısını terk edip, özgürleşme ve kendi ayaklarının üstünde durma arzusuyla yola
çıkan gençlerin düştüğü çelişkili durumu ifade etmektedir. Yaşları 18 ile 40 arasında
değişen bu kuşağın temsilcilerinde öne çıkan en belirgin özellikler; ilerleyen yaşa
rağmen finansal anlamda özgürlüğe halen kavuşamamış olmak, hiç istemediği halde
halen ailesiyle aynı evde yaşamak, işsiz olmak ya da uzun bir zaman aralığında
düşük ücretli işlerde çalışmaktır. Düşük gelirli, sıradan işlerde çalışan gençler de;
çoğu zaman kendilerini günü kurtarmanın ötesine geçemeyen bir çaresizlik
sarmalının içinde bulmaktadırlar. Bumerang Kuşağı, bugün Amerika'da ve Avrupa'da
popüler kültürün adeta bir parçası haline gelmiş durumdadır.
Toplumdaki çeşitli kurum, süreç ve olguların oluşması ve değişimi de aile
kurumunun yapısını, ailenin üyeleri arasındaki ve aile içindeki kuşaklar arasındaki
88
ilişkileri de değiştirir. Aile toplumun iktisadi, kültürel, siyasal kurum ve süreçlerine
etki ederken, onlardaki değişikliklerden de etkilenir ve o değişikliklere kendisini
uyarlar. Onun içindir ki aile kurumu avcı toplayıcı toplumdan günümüzün sanayi
ötesi toplumuna kadar varlığını sürdürmüş, ama bunun için de kendisini uyarlamış ve
büyük değişikliklere uğramış bir kurumdur (Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu, 2013:3). Aile
kurumu, gelişmiş ekonomilerde büyük bir değişim sürecinden geçmektedir. Özellikle
yoğun işsizliğin görüldüğü ekonomilerde adeta bir sigorta görevi görmektedir.
İşsizlik sürecinde gençlerin son sığınağı aileleri olduğu için, bu süreçte aile, en
önemli kurum haline gelebilmekte ve ailelerin sahip olduğu maddi kaynaklar
gençlerin işsizlik tecrübesini biçimlendirmektedir. Bu bağlamda, özellikle de gençler
açısından iş bulmak; birey olabilmenin, aileden bağımsız yaşamanın, evlenmenin,
ayrı bir evde yaşamanın, kısacası bağımsız bir bireye dönüşmenin tek yolu olarak
görülebilir (Çelik, 2006:1). İşsizlik süresi uzadıkça, işsizliğin yol açtığı sıkıntılar da
ona paralel olarak artacaktır. İşsizliğin sıkıntı kaynağı olması doğrudan yüklediği
maliyetler ile ilgilidir. Bu açıdan işsizliğin hem bireye ve ailesine hem de topluma
önemli maliyetler yüklediği bilinmektedir (Mütevellioğlu ve Çizel, 2011:27). İşsizlik
sürecinde ailenin dinamo işlevi üstlenmesi ve bu süreci finanse eden bir aygıta
dönüşmesi modern refah rejimlerinden görülen bir durum değildir. Bu, daha çok
gelişmekte olan, Türkiye gibi üçüncü dünya ekonomilerine özgü bir manzaradır.
İşsizlik sürecinde gençlerin yaşadığı güçlük; bağımlı olmak ve bunun verdiği acıdır.
Babaya bağımlı olmak acı veren bir şeydir. Belli bir yaştan sonra bu
istenmemektedir. Ama asıl gençler için sorun olan bağımsız olamamak değil, bağımlı
olmak ile aileye verilen yüktür. Bağımsız olmak otonom bir birey olmak için değil,
aileye olan yükü ortadan kaldırmak için istenmektedir (Çelik, 2006:365).
89
Aile ile geçirilen zamanın zorunlu olarak uzaması, aileden transfer edilen
norm ve değerlerin geleneksel bağlamda yeniden üretimi gençlerin değişim odaklı
arzularını
köreltmekte,
onları
yaratıcılıktan
uzak
depresif
bir
ruhaniyete
sürüklemektedir. Bu durum, ister istemez kuşak çatışmasını besleyen bir hal
almaktadır. Değişen ekonomik koşullar işsiz beyaz yakalıları da bu türden zorlama
yaşantının içerisine sürüklemektedir. Giderek daha bağımlı hale gelen beyaz
yakalılar vahşi neoliberal ekonomi politikalarının kıskacında büyük bir çaresizliğin
öznesi haline gelebilmektedirler. Üniversite yaşamıyla birlikte başka bir şehirde,
ailesinden uzakta özgürlüğü ve kendi ayaklarının üzerinde durmayı öğrenen bu
gençler, mezuniyet sonrası hayatın ağır yaşam koşullarıyla ve ekonomik düzenin
acımasızlığıyla karşılaştıklarında ne yapacakları konusunda büyük bir dram
yaşamaktadırlar.
Derinlemesine mülakat yapılan mezun öğretmenlerin bir çoğunda görülen
eğilim; işsizlik süreciyle birlikte ortaya çıkan yaşamsal zorlukları dindirmenin ve bu
zorluklarla baş edebilmenin en pratik yolu olarak ailelerini görmeleri, özellikle;
barınma, beslenme ve diğer zaruri ihtiyaçlarının karşılanması sürecinde aile
desteğinin önemine dikkat çekmeleridir. Görüşmecilerin çoğu geleceğe ilişkin
herhangi somut bir planının olmadığını, günü kurtarmak için bile olağanüstü bir çaba
sarfetmek zorunda kaldıklarını dile getirmektedirler. İlerleyen yaşa rağmen halen aile
desteğiyle ihtiyaçları karşılamanın ve birlikte aynı evde olmanın utanç verici bir
deneyim olduğunu düşünen görüşmeciler bile var. Finansal ve sosyal bağımsızlığını
elde edemeyip, herşeye rağmen ailesiyle birlikte yaşamaya direnen; ancak onlardan
somut destek almayı sürdüren görüşmeciler ise bu rahatlığın fazla uzun
90
süremeyeceğinin farkında. Görüşme yaptığımız işsiz öğretmenlerden biri olan Uğur,
işsizliğin getirdiği psikolojik çöküntüyü sırf yaşamamak için çeşitli işlerde çalışmış.
KPSS'ye defalarca girmiş olmasına rağmen atanmak için gerekli puanı bir türlü
alamamış ve şimdi tekrar sınava hazırlanan uğur 34 yaşında ve ailesiyle birlikte
yaşamakta.
"2007 yılında okuldan mezun oldum. sırf işsiz kalmamak ve aileme
daha fazla yük olmamak adına başka şehirlerde inşaatlarda çalıştım.
Baktım olmuyor, kafe, bar demeden garsonluk yaptım. Muhasebecilik
yaptım... Şimdi bakıyorum da aradan 7 yıl geçmiş ve ben hala işsizim,
hala mesleğimi yapamıyorum. 34 yaşındayım ve ailemle birlikte
kalmak artık tahammül edemediğim bir durum..."
4.7. Ücret Faşizmi ya da Ücretli Öğretmenlik
Emek süreçlerinde başlayan enformelleşme eğilimleri özellikle de genç
mezunları vurmaktadır. Esnek istihdam stratejisi, güvenceli istihdamın kalesi sayılan
kamu sektörünü de etkilemektedir. Kamu sektöründe rasyonelleşme ve bir çok kamu
hizmetinin özelleşmesi, bu sektörü beyaz yakalıların bir güvence sığınağı olmaktan
uzaklaştırıyor (Bora, 2011:54). Öğretmen emeğinde de benzer manzaralar ortaya
çıkmaktadır. Öğretmen emeğine ilişkin çalışmalarda adını sıklıkla duyduğumuz
"ücretli öğretmenler" güvencesiz istihdamın en önemli ayağını oluşturmaktadır. Tam
zamanlı, güvenceli işlerde çalışamayan, prekarizasyona en çok maruz kalan ücretli
öğretmenler; öğretmen sayısının yetersiz olması halinde “Milli Eğitim Bakanlığı
Yönetici ve Öğretmenlerinin Ders ve Ek Ders Saatlerine İlişkin Kararı” nın 9.
maddesi kapsamında görevlendirilen kişilerdir. 11350 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı
ile 01.07.2006 tarihinden itibaren yürürlüğe giren söz konusu kararda, öğretmen
91
sayısının yetersiz olması halinde, yüksek öğretim mezunu olan kişilerden ders ücreti
karşılığında öğretmen görevlendirilebileceği belirtilmiştir (Soydan, 2012:1-13). Bu
öğretmenler girdikleri ders saati oranında ücret almakta olup Türkiye'de istihdam
edilen öğretmenlerin yaklaşık %10'unu oluşturmaktadırlar.
Ücretli öğretmenler, her koşulda işsizlik deneyimiyle iç içe ve mezun sayısı
arttıkça yeni adaylar bu yedek işsizler ordusuna katılmaktadırlar. Her türlü
örgütlenme hakkından mahrum bırakılan ücretli öğretmenlerin mesleklerini
yapabilmeleri MEB tarafından belirlenen kurallara göre şekillenmektedir. Bu
bağlamda,
ücretli
öğretmenlerin
mevsimlik
işçilerden
herhangi
bir
farkı
kalmamaktadır. Bir çoğu iş güvencesinden yoksun bir şekilde istihdam edilmekte
olup, girdiği ek derslerden herhangi bir ücret almamaktadırlar. Okulların
kapanmasıyla birlikte işşizliği yeniden deneyimleyen ücretli öğretmenlere bu
anlamda "devletin taşeron işçileri" demek yerinde bir tespit olur. Kadrolu
öğretmenlerle aynı işi yapmasına rağmen normal öğretmen maaşının yaklaşık üçte
biri kadar maaş alan, yalnızca çalıştığı günler için sigorta primi yatırılan ve
istenildiği anda işine son verilen ücretli öğretmenlerin durumu gerçek anlamda
vahimdir. Yeri geldiğinde okulda kendi meslektaşları tarafından bile mesleki
ayrımcılığa maruz kaldıkları, hatta bir çoğunun okulda öğretmenler odasını bile
kullanamadığı bilinmektedir. Ücretli öğretmenlik konusunda, görüşme yaptığımız
öğretmenlerin çoğu yöneltilen sorulara birbirine paralel cevaplar verdi. Katılımcılara
daha önce ya da şimdi ücretli öğretmenlik yapıp yapmadıkları ve ücretli öğretmenlik
gibi bir istihdam modelinin MEB tarafından neden uygulandığı soruldu. Sorulara
cevap veren öğretmenlerin neredeyse tamamı MEB'in maliyetleri düşürmek ve
92
eğitim endüstrisine ucuz işgücü kazandırmak amacıyla bu modeli uyguladığını dile
getirdiler. Daha önce ücretli öğretmenlik için başvuru yapan Hasan, ücretli öğretmen
olabilmenin bile belli bir yönetmeliği olduğunu, bu işi yapmanın artık eskisinden
daha zor olduğunu ifade etmekte. Kendisine daha önce ücretli öğretmenlik yapıp
yapmadığını, MEB'in neden bu tür istihdam modellerini yaygınlaştıran bir tutum
içerisinde olduğunu sorduğumuzda:
"Yani bunlara başvurdum, fakat şartlarım uygun olmadığı için
başvurumu devam ettiremedim. Bunun faydalı bir politika olduğunu
düşünmüyorum, çünkü bu da yine bahsettiğimiz şeye karşılık geliyor
aslında. Ücretli öğretmenlik belli bir kariyer umuduyla yetiştirilen
gençlerin vasıfsız işçiliğe yönlendirilmesinden başka birşey değil.
Özlük haklarından yoksun, herhangi bir maddi güvenceden yoksun,
tıpkı mevsimlik işçiler gibi görüldükleri için bu modelin faydasız ve
biz öğretmenler için talihsiz bir istihdam politikası olduğunu
düşünüyorum."
Ücretli öğretmenliğe yönelik dışlama mekanizmaları yalnızca yapısal nitelikli
değil. Ücretli öğretmenlik statüsü aşağılayıcı ve ayrıştıcı bir etiket olarak kadrolu
öğretmenler ve okul yöneticileri tarafından da kullanılmakta. Dışlanma deneyimi
yaşayan ücretli öğretmenlerin bir çoğu ders verdiği okullarda öğretmen odasını
kullanamadığını, angarya işler yaptığını, en uygunsuz ders programlarının hep
kendilerine verildiğini ifade etmektedirler. Coğrafya Öğretmenliği bölümünden
mezun olan Kadir işsiz ve ailesinden uzakta Ankara'da yaşayan işsiz bir öğretmen.
İlerleyen yaşına rağmen ailesinden aldığı destekle hayatını sürdürmekte. Zaman
zaman küçük ve geçici işlerde çalışmış ve de hayatının bir döneminde bir lisede
ücretli öğretmenlik yapmış. Ancak, bugüne kadar ciddi ve kalıcı bir işi hiç olmamış.
Kendisi ücretli öğretmenlik konusundaki deneyimini şu şekilde özetlemektedir:
93
"Yani anlamıyorum ben bu olayı... Mazlumun mazluma yaptığını
kimse kimseye bir başkasına yapmıyor...Yaklaşık dört ay kadar bu
çileyi yaşadım. Müdür okula ilk başladığım gün ücretli öğretmen
olmamdan dolayı öğretmenler odasını kullanmamın yasak olduğunu
söyledi, okuldaki öğretmenlerde benimle çok fazla konuşmuyordu.
Kendimi 4 ay boyunca orada bir yabancı gibi hissettim orada. Ayrıca,
okulun angarya işlerini hep üzerime yığdılar, ekmek parasıdır deyip
tahammül ettim; ama bir yere kadar dayanabildim."
Matematik öğretmeni olan Serhat da çok kısa süreliğine de olsa ücretli
öğretmenlik yapmış ve o da gittiği okulda benzer bir dışlanma deneyimini yaşamış.
O süreçte ne gibi güçlükler yaşadığını, ücretli öğretmenlik tecrübesini bizimle
paylaşmasını istediğimizde yaşadıklarını aşağıdaki şekliyle özetlemektedir:
"Yaklaşık iki hafta kadar bir lisede ücretli öğretmenlik yaptım. İşin
gerçeği öğrencilerle çok fazla sorun yaşamadım, diğer öğretmenler de
çok fazla muhattap almadı beni. İdareciler tarafından da çok fazla
ciddiye alınmadığımı hissettim o süreçte. Ya şimdi işsizlik çok fazla,
ücretli öğretmenlerde okuldaki geçici boşlukları dolduran aparatlar
gibi kullanılıyor ev sonra kendi kaderinize terk ediliyorsunuz."
4.8. KPSS: Yeniden Hortlayan Kabus
Ülkemizde eğitime ilişkin sorunlar tarihin farklı dönemlerinden bu yana farklı
şekillerde var olagelmiştir. Bu sorunların bir ayağını da eğitim emekçilerinin çalışma
yaşamına ilişkin huzursuzlukları oluşturmaktadır. Türkiye’de kamu alanında
kapsamlı bir yeniden yapılandırma süreci yaşanmakta ve kamu hizmetleri yeni
liberal yaklaşımın temel argümanları referans alınarak yeniden düzenlenmektedir. Bu
süreç, eğitim alanında da yeni politik yaklaşımları ve düzenlemeleri beraberinde
getirmektedir (Soydan, 2012:1-13). Söz konusu düzenlemelerden biri de kamuda
94
istihdamın ne şekilde, hangi kriterlere göre yapılacağı sorunudur. Memurluk
atamalarında torpil, adam kayırma gibi istenmeyen durumların önüne geçmek
amacıyla 2000 yılında KPSS sınavı uygulamaya konuldu. KPSS ile birlikte
memurluk atamaları, sınavdan alınan puan türüne ve puan üstünlüğüne göre
yapılmaya başlandı. Böylelikle KPSS, kamuda istihdamın adeta tek seçeneği haline
getirildi. Bu anlamda, ortada müthiş paraların döndüğü dev bir sınav endüstrisi
oluşmuş durumda. Merkezi sınav sistemi, sınava hazırlık endüstrisini besleyerek hem
öğretmenin emeğinin giderek daha büyük ölçüde metalaşmasına hem de eğitimin bir
endüstri haline gelmesine neden olmaktadır (Ertürk, 2010:140). Kariyerlerini
kamuda memurluk şeklinde planlayan üniversiteli gençlerin öncelikle KPSS sınavına
girmesi, ilgili puan türünden yeterli dereceyi elde etmiş olması gerekmektedir.
Memuriyetin orta sınıf camiada ne kadar önemli bir kariyer merdiveni olduğu
herkes tarafından bilinmektedir. Osmanlı-Türk toplumsal yaşamında ve devlet
geleneğinde bürokratik elitlerin önemli bir yeri vardır. Bürokratik elitler genelde
topluma yön veren bir zümre olarak ön plana çıkmışlardır. Haliyle devlet ve toplum
hayatında her zaman elitist bir bakış açısının temsilcileri olmuşlardır (Pustu,
2007:198). Türkiye'de kamu bürokrasisi en kaba haliyle gelir ve statüsü yüksek,
alanında
uzman
üst-düzey profesyoneller
ile
gelir
ve
statüsü
üst-düzey
profesyonellerden daha aşağıda yer alan yarı-profesyonellerin olduğu bir yapılanma
şeklindedir.
Bürokrasi
mekanizması
yıllarca
bu
bölünmüşlük
üzerinden
biçimlenmiştir. Özellikle, sosyal bilimler alanında tahsil görmüş, orta sınıf
ideolojisiyle yetişmiş gençler cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devletin kritik
kurumlarında yükselme, kariyer yapma çabası içerisinde olmuş ve bu gelenek
95
kuşaktan kuşağa aktarım şeklinde devam etmiştir. Ancak, günümüzde bu durum
biraz değişmiş görünüyor. Artık, memuriyet toplumsalın inşasında öncü bir rol, kamu
görevi de siyasal işlevleri olan bir konum olmaktan çıkmış, ne uzayan ne de kısalan
güvenceli bir çalışma haline gelmiştir. Küçük memurlar ve alt-orta sınıflar için zaten
hep böyle olan şey, şimdi üst orta sınıfın eğitimli çoçukları için de öyledir (Bora,
2011:122).
Torpil ve kopya skandallarıyla sürekli gündemdeki yerini koruyan KPSS,
öğretmen adaylarının kabusu olmuş durumda. Alan farklılığını dikkate almadan, tüm
branşlardan öğretmenlerin tek, protitip bir sınava tabi tutulması ve bu sınavdan
alınan puana göre atamaların yapılması medyada, kamuoyunda sık sık tartışılmıştı.
ÖSYM'nin 2013 yılında yaptığı değişiklik bir nebze bu mizanseni gidermeye dönük
olsa da, KPSS halen travmatik bir olgu olarak zihinlerdeki sıcaklığını korumaktadır.
Türkiye'de kayıt dışı çalışan kesimin büyük bir bölümünü gençler oluşturmaktadır.
Bu kategoride yer alan binlerce öğretmen bulunmaktadır. KPSS sınavını kazanıp
atanmayan, kalıcı ve güvenceli diğer işlerde de çoğu zaman çalışma olanağı
bulamayan öğretmenlerin ayakta kalmak ve hayatlarını devam ettirebilmek için
yürüttükleri varolma çabası, çoğu zaman dershanelerde sigortasız ve güvencesiz
istihdamla sonuçlanmaktadır. Üstelik asgari ücretten bile daha düşük gelirlere razı
olmak zorunda bırakılmaktadırlar. Prekarizasyon ağlarının içinde olan Gökan
sosyoloji bölümü mezunu ve bir kafede haftanın iki günü garson olarak çalışıyor.
Kendisine daha önce KPSS sınavına girip girmediğini, KPSS'nin bir öğretmeni
ölçme sürecinde uygulanan doğru ve ideal yöntemlerden biri olup olmadığını sorduk.
Mevcut eğitim politikalarına tepkisini koymak amacıyla daha önce KPSS sınavına
96
girmemiş. Ayrıca, herhangi bir eğitim kurumundan pedogojik formasyon almayı da
reddetmiş. Felsefe Grubu Öğretmeni olmak istediğini; ancak bunun mevcut
koşullarda mümkün olmadığının farkında olan Gökan'a göre; "KPSS, bir öğretmenin
yeterliliğini ölçen bir sınav değil. Bütün öğretmenler bu sınava girmeyi reddetmeli,
eşitsizlikler karşısında örgütlü bir mücadelenin içinde olmalıdır" diyerek
düşüncelerini aşağıdaki şekilde özetlemektedir.
"Hayır, girmedim; çünkü bir tür tükenmişlik sendromu yaşıyorum,
girsem ne değişecek sanki! Ayrıca, sınava hazırlanmak için gerekli
maddi imkanlara da sahip değilim. KPSS'yi uygun birşey olarak
görmüyorum. Bu sistemin yıkılması gerektiğini düşünüyorum.
Öğretmen olmak istiyorum; ama bunun yöntemi kesinlikle KPSS
değil. KPSS'nin öğretmen yeterliliğini ölçmek ile herhangi bir ilgisi
yok. KPSS sadece endüstri... KPSS'den elde edilen gelirle o yıl atanan
öğretmenlerin iki yıllık maaşlarının karşılandığını buradan da
söylemek istiyorum. Böyle bir döngü var, herkes bu sınava kanalize
edilmiş durumda, devlete hiç bir maddi yükü yok yani..."
Emek piyasasasında iş bulamayan üniversiteli işsizler için adeta yeni bir
bekleme odası oluşturulmuştur. Üniversiteden sonra alınması gereken sertfikalar ya
da geçilmesi gereken sınavlar... (Değirmenci, 2011:519). KPSS, Gökan'ın da
belirttiği gibi büyük paraların döndüğü dev bir endüstriye dönüşmüş durumda. Öte
taraftan, çeşitli kariyer programlarına, eğitim kurslarına katılarak özgeçmişini
parlatma çabası, işsizler arasında yaygın mücadele formlarından biri olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bir dershanede yarı-zamanlı fizik öğretmenliği yapan Burak da ileride
daha iyi bir iş bulabileceği umuduyla çeşitli sertfika programlarına katılmış. Edindiği
sertfikaların bir işe yaramadığını görünce yeniden KPSS sınavına hazırlanmaya
başlamış. Fizik öğretmenliğinde açılan kadroların sınırlı oluşu, KPSS sınavından
97
alınan yüksek puanlara rağmen atanamayan binlerce fizik öğretmeni olduğunu
söyleyen Burak yaşadığı sıkıntıları aşağıdaki gibi ifade etmektedir:
"Daha önce AB sertfika programlarına katıldım; ancak bir işe
yaramadı. Bu yıl KPSS'ye girmeyi düşünüyorum; ama atanmam için
minimum 91 ya da 92 gibi bir puan almam gerekiyor. Ayrıca, fizik
bölümü için her yıl olduğu gibi bu yıl da kadro açılmama ihtimali var.
KPSS'den başarılı olmak için oturup adam akıllı çalışmak lazım;
çünkü bilgi soruları oldukça fazla. Ancak, böyle bir riski göze
aldığımda bu seferde öbür taraf aksamaya başlıyor, yani bir taraftan da
para kazanmak zorundayım..."
KPSS sınavının öğretmen adaylarında stres ve kaygıyı arttırmak dışında,
nostaljik bir yıkım yarattığı da görülmektedir. Sürekli benzer tecrübelerle
karşılaşmak, benzer sınavlarla test edilmek genç öğretmen adaylarında yorgunluk,
bıkkınlık ve mesleki yabancılaşma dışında başka bir duygu yaratmamaktadır. Ayrıca;
uzun süre eve kapanıp ders çalışmak ve öte taraftan ekonomik dengeleri de paralel
bir biçimde sağlamanın olağanüstü bir çaba gerektirdiğini söylemek yerinde bir tespit
olur. Görüşme yapılan öğretmenlerin çoğu KPSS'nin kendilerini üniversiteye giriş
sınavındaki o travmatik döneme tekrardan sürüklediğini, o dönemdeki kötü hatıraları
yeniden kendilerine yaşattığını belirtmektedir. Hacettepe Üniversitesi İngilizce
Öğretmenliği Bölümü'nden mezun olan Şahika çeşitli dershanelerde yarı zamanlı
olarak çalışan bir öğretmen. Daha önce bir kaç defa KPSS'ye girmiş; ancak istediği
sonucu elde edemeyince kamuda kariyer yapmaktan vazgeçmiş. Kendisine KPSS'nin
kendisi için ne ifade ettiğini, bir öğretmen için ne anlama geldiğini sorduğumuzda:
"Ben KPSS'yi hiçbir zaman sevemedim, benimseyemedim.
Bilmiyorum hani... Benim için gerçekten hiçbir anlamı olmayan bir
sınav. Bir kaç defa girdim; ancak üniversite sınavına hazırlanırken
98
yaşadığım o kötü duyguyu yeniden depreştirdi. İstemiyorum yani, o
duyguyu tekrar yaşamak istemiyorum. Bana acı ve mutsuzluktan
başka bir şey sunmuyor bu sınav..."
Alt sınıflardan gelenler memuriyet gibi güvenceli işler isterken, orta sınıf
ailelerin çoçukları "önlerini kapatacak" güvenceli işler yerine, yeni fırsatları
değerlendirmelerine imkan verecek kariyerler peşinde koşmaya meylediyorlar.
Ancak, yalnızca sınıfsal konum ve ekonomik kaynaklar değil, zamanın ve yaşın
ilerlemesi de burada etkili oluyor. İster ekonomik, ister zamansal nedenler belirleyici
olsun, gelecek endişesi yoğunlaştıkça risksiz bir iş hayatı daha cazip hale geliyor
(Erdoğan, 2011:80). Türkiye'nin prestijli üniversitelerinden biri olan ODTÜ'den
(Orta Doğu Teknik Üniversitesi) mezun olan Hakan bir dershanede matematik
öğretmeni olarak çalışmakta. Hakan'ın durumu diğerlerinden biraz daha farklı.
Kendisine kamuda öğretmen olmayı isteyip istemediğini sorduğumuzda kesin ve
kararlı bir şekilde atanmak istemediğinin altını çiziyor. Başarı ve mutluluğun
yalnızca güvenceli bir iş ile sınırlı olmadığını, içinde yaşanılan mekanın, kentin ve
kültüründe bireyin gelişiminde önemli olduğunu vurgulayan bir sebep sunuyor
bizlere:
"Ya böyle çok salakça gelebilir gerekçesi; ama ben tipime
karışılmasını artık istemiyorum. Yani böyle... Hani geleneksel kurallar
koyulmasını istemiyorum. "Şöyle olsun, şu saatte olsun, böyle
olsun" falan demiyorum; ama mutsuz olacağım bir şehirde, bir
kültürde güvenceli bir işte çalışmaktansa, kendimi daha üretken ve
huzurlu hissedebileceğim, rutinin ve geleneksel eğitim anlayışının
olmadığı metropol bir şehirde kötü koşullarda çalışmayı tercih ederim.
Bu nedenle, KPSS'yi hayatımda bir alternatif olarak bile hiç
düşünmedim."
99
KPSS'ye ve memuriyete ilişkin algılar ekonomik herhangi bir dayanağı
olmayan, bu anlamda ailesinden destek almayan öğretmenlerde daha önemli bir imge
konumunda. Özel sektörün güvencesiz çalışma ortamından kurtulup bir an önce
kamuda öğretmen olma arzusu bu kitlelerde ütopik bir özleme dönüşebiliyor.
Öğretmenlerin sorunlarını kamuoyuna duyuran bir STK olan AYÖP'te çalışan Canan
da gelinen son noktada umutsuz. Aynı zamanda bir dershanede öğretmenlik yapan ve
KPSS'ye
hazırlanan
canan
özel
eğitim
kurumlarında
uygulanan
çalışma
koşullarından dert yanıyor:
"KPSS hazırlanıyorum; çünkü bir an önce daha rahat koşullarda
çalışabileceğim bir işim olsun istiyorum. Bir kere dershanede
öğretmenler hiç insani şartlarda çalıştırılmıyor. Bir öğretmenin bir
günde girmesi gereken maksimum saat dört ya da beştir, en fazla da
altıdır. Ama ben on iki saat derse girdiğim günleri hatırlıyorum ve
bunu altı gün boyunca yaptığınızı düşünürseniz toplamda 72 saat
yapar. Ayrıca dershanede sözleşmeler her yıl yeniden yapılıyor,
mesela gelecek yıl için dershanede çalışıp çalışmayacağım bile belli
değil."
100
5. SONUÇ VE ÖNERİLER
Modern toplumların en önemli sorunlarından birisi, istihdam edilemeyen bir
sınıfın ortaya çıkması ki; bu sınıf genellikle gençlerdir ve bu insanların ekonomik ve
sosyal aktivitelerin dışında kalmasıdır (Gündoğan, 1999). Beyaz yakalılarda bu
bağlamda istihdam edil(e)meyen bir sınıf artık. Beyaz yakalılar denildiğinde
mimarlar, mühendisler, teknisyenler gibi teknik işlerde çalışanlar ya da yöneticiler ve
denetçiler gibi üst düzey çalışanlar ve büro işçileri gibi rutin işleri yürüten
çalışanlardan sadece biri ya da birkaçı akıllara gelebilmektedir. Yine beyaz
yakalılardan bazen kamu çalışanları anlaşılırken, bazen de hizmet sektörü
çalışanlarının tümü anlaşılabilmektedir (Erdayı, 2012:65-80). Ancak, entellektüel
emeğin prekarizasyonu bağlamında düşündüğümüzde, beyaz yakalılı mesleklerde
işsizliği üreten dinamiklerin ve işsizliğe yönelik algıların mesleklerde farklılaştığı
görülmektedir. Bu anlamda, bu çalışma işsizliği öğretmenlerin dünyasındaki karşılığı
ile ele almaktadır. Diğer meslek kollarındaki prekarizasyon deneyimleri ancak başka
bilimsel çalışmaların araştırma konusu olabilir.
İnsanların eğitime yatırımları iyi ve güvenceli iş bulma umuduyla artmakta;
ancak bu artışa karşın maaşlı, güvenceli iş sayısında azalma olmaktadır. Sürekli iş
bulamama korkusuyla yetişen ve üniversitesini bitirse de, yüksek lisans yapsa ya da
doktora yapsa bile işsiz olabileceğini ya da esnek çalışma koşullarına maruz
kalacağını gören gençler artık umutlarını kaybetmeye başlamıştır (Değirmenci,
2011:519). Yaşananlar, yalnızca basit bir işsizlik deneyimi olarak görülmemeli;
çünkü işsizlik beraberinde pek çok olumsuz durumun ortaya çıkmasında da önemli
101
rol oynamaktadır. İşsizliğin, sadece gelir kaybıyla, geçim sıkıntısıyla alakalı olmayan
bir öz değer duygusu kaybına yol açtığıda çok açık. İşsizlik, özellikle beyaz
yakalılarda, bir aidiyet boşluğunu ve kimlik kaybını da beraberinde getiriyor. Çünkü
beyaz yakalılar, aldıkları üniversite eğitimi ve edindikleri diplomayla liyakatlerini
kanıtladıklarına inandıkları oranda, kendilerini seçkin bir konumda görmeye
yatkındırlar (Bora, 2011:64).
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de işgücü piyasaları neoliberal ekopolitik doktrinlere göre şekillenmektedir. Özünde bir ekonomi politik kuramı olan
neoliberal düşünce, uluslararası düzeyde belirlenecek olan özel mülkiyet, serbest
piyasa ve serbest ticaret kurallarının ulusal devletler aracılığıyla hayata
geçirilmesinin toplumsal refahı tesis etmenin en iyi yolu olduğunu savunmakta
(Gambetti, 2009) ve devletin organizasyonel anlamda küçülmesi gerektiği tezini öne
sürmektedir. Ancak, bir şiddet biçimi olarak neoliberalizm, her alanda işsizliği,
yoksulluğu olağanlaştıran, dünya sistemini durmadan krizlere sürekleyen bir mefhum
olarak akıllarda yer almaktadır. Neoliberal istihdam politikaları bağlamında beyaz
yakalı işsizliğine ilişkin en dramatik tablo, şüphesiz öğretmen işsizliği ile ortaya
çıkmaktadır. Çünkü, öğretmenlik, geldiği son durum itibariyle anlam, değer ve statü
kaybına en çok uğrayan mesleklerden biri artık ve işsizlik deneyimi öğretmenlerde
daha uzun süreli, daha yıkıcı şekillerde tecrübe edilmektedir. Öğretmenliğin
esnekleştirilmesi, çoğu özelleştirme biçimlerinde temel bileşendir ve bu durum; hem
öğrencilerin okul içerisinde edindikleri tecrübelerin kalitesini hem de öğretmenliğin
toplum içinde algılanma şekillerini endişe verici bir biçimde değiştirmektedir (Ball
ve Youdell, 2007:9). Neoliberal eğitim politikalarıyla her geçen gün kamusal
102
özelliğini yitiren eğitimin bütçeden aldığı pay sürekli azalmakta, bu da; doğal olarak
öğretmen istihdamını daraltarak, öğretmen işsizliğini yaygınlaştırmaktadır. Bilhassa,
öğretmenlerin çalışma alanlarının oldukça sınırlı oluşu, yani eğitim endüstrisi dışında
başka meslek alanlarında çalışma olanaklarının olmayışı ve işsiz öğretmen sayısının
her geçen gün yığılarak artması bu toplulukta ciddi bir moralsizlik yaratmış
durumda. Küresel ölçekte eğitim politikalarında yaşanan değişimler, eğitimin
metalaşması ve istihdam kapasitesinin daraltılması ve de ücretlerdeki azalma hem
maddi hem de manevi anlamda belirgin bir mesleki prestij kaybını gündeme
getirmektedir.
Ankara'da işsiz öğretmenlerle yürütülen bu araştırmada öğretmenlerin
geleceğe ilişkin beklentileri, işsizlik sürecinde ne gibi geçici işlerde çalıştığı,
kazandığı gelirle yaşam standartlarını ne şekilde oluşturduğu, mesleki ayrımcılığa
maruz kalıp kalmadığı saptanmaya çalışıldı. İşsiz ya da kötü koşullarda çalışan
öğretmenlerin zor zamanlarda ne gibi tutunma stratejileri geliştirdikleri, gündelik
yaşamlarını herşeye rağmen nasıl kurguladıkları, geleceksizlik ve güvencesizliğin
kıskacında kariyerlerine nasıl yön verdikleri tespit edildi. Araştırmadan elde edilen
sonuca göre; görüşülen kişilerin neredeyse tamamına yakınının önceden kafe, bar,
restoran gibi hizmet sektörünün akla ilk gelen sektörlerde çalıştığı görülmektedir.
İşsizlik sürecinden kaçınma stratejileri olarak; askere gitmek, işsizliği ailenin
yanında deneyimlemek, yüksek lisans gibi seçeneklerle eğitimin uzatılması gibi
durumlar ortaya çıkmaktadır. Araştırmanın temel çıktılarından biri de; üniversiteden
yeni mezun, işsiz genç öğretmenlerde mesleki tatminsizlik daha yüksek seviyelerde
olduğudur. Genç öğretmenler, neoliberal modelde yedek işgücü havuzlarında
103
biriktirilerek, özel sektörün ceberrut çalışma rejimine kurban edilmektedir. Çalışma
hayatının içindeki sömürü yalnızca emek sömürüsü ile de sınır kalmayıp, bir çoğu,
özel
eğitim
kurumlarında
eski
Roma
dönemlerini
aratmayacak
kölelik
uygulamalarına maruz bırakılmakta, düşük ücret ve yoğun çalışma saatlerinin dışında
sosyal hakları da kolaylıkla gasp edilebilmektedir. İzin günlerinde bile çalışmaya
zorlanan, gündelik işlerini halletmek için izin alamayan, öte taraftan öğretmenlik
dışında angarya işleri de yürütmeye çalışan, maaşları zamanında ya da hiçbir şekilde
ödenmeyen bu genç öğretmenlerin durumu orta yaş öğretmenlere göre çok daha
kötü. Ayrıca eğitimin politik kaygılarla sürekli suistimal edilen bir alan olması ve
bozuk yapının üstüne gelen her yenilik öğretmenlerde bıkkınlık yaratmış durumda.
Günümüzde pek çok öğretmenin meslek algısı basit bir zorunluluktan öteye
geçememekte, bu da; öğretmenlerin niteliksizleşmesine ve eğitimde kalite
standartlarının düşmesine neden olmaktadır.
Türkiye'de an itibariyle yaklaşık 300.000 öğretmen işsiz bir biçimde atanmayı
beklemektedir. Atama bekleyen öğretmenlerin durumu ne olacak, devletin bu konuda
yürüttüğü herhangi bir program söz konusu mu? Şimdilik bu sorular askıda
durmaktadır. Devlet, neoliberal politikalarla kamuda istihdamı sistemli bir biçimde
sınırlandırmak istiyor; fakat özel sektörde de çalışanların ve istihdam örgütlerinin
makul karşılayabileceği bir revizyona gitmemektedir. Herkesin kendi kaderini
çizmek zorunda olduğu, düzenleme ve denetleme mekanizmasının olmadığı, emek
düşmanlığının yaygınlaştığı kaotik bir piyasada işsizler kendi geleceklerini üretmek
zorunda. Sonuç olarak; fordist üretim sisteminden post-fordizme doğru dönüşüm,
yani refah devleti yaklaşımından rekabet devletine dönüşüm işgücü piyasalarında
104
önemli birçok değişikliği de beraberinde getirmiştir (Uyanık, 2008:213). Eğitim
kurumu da bu değişimden olumsuz manada etkilenmiştir. Eğitim kurumlarında
başlayan özelleşme eğilimleri öğretmenlerin yaşam kalitesi düşürerek, güvencesiz ve
esnek koşullarda çalışmak, geçici ya da kısa süreli istihdam edilmek, demoğrafik bir
parçalanmaşlığın içinde olmak, yani sürekli yer değiştirmek vb. gibi güçlükleri
ortaya çıkarmaktadır. Yeni kapitalizmin esnek ve kısa vadeli zaman anlayışı, kişinin
işinden anlamlı bir anlatı ve dolayısıyla bir kariyer oluşturmasını engellemektedir
(Sennett, 2005:129). Öğretmenler de Sennett'in üzerinde durduğu gibi yaşamlarından
artık anlamlı bir hikaye çıkaramıyor. Bugün kamuda binlerce öğretmen açığı olduğu
halde MEB, maliyetleri düşürmek ve hem kamu hem de özel sektör için yedek bir
öğretmen havuzu yaratmak amacıyla ilkel ve adil olmayan istihdam stratejilerini
yürürlüğe sokmaktadır. Ücretli öğretmenler aynı işi yaptıkları halde kadrolu bir
öğretmenin kazandığı ücretin üçte birini bile zor elde ediyor, ayrıca sigortası
olmadan ve ne zaman işine son verileceğini bilmeden istihdama zorlanıyor. Böyle bir
çalışma rejiminin olduğu bir toplumda hiç bir birey geleceğini sağlıklı bir şekilde
planlayamamaktadır. Sonuç olarak; kamusal hizmet birimi olma niteliği taşıyan
devletin sistemli bir yeniden yapılandırma sürecinden geçmesi eğitim kurumunda
ciddi sorunları gün yüzüne çıkarmaktadır. Eğitimin omurgasını oluşturan
öğretmenlerin istihdam sorunları giderek daha karmaşık bir hale bürünmektedir.
Bugün, öğretmenlerin en büyük sorunlarından biri olarak gösterilen "mesleki itibar
kaybı", genç öğretmen adaylarında büyük bir hayal kırıklığı yaratmış durumda.
Türkiye'de yaklaşık 300 binden fazla öğretmenin kamuda öğretmenlik yapmak için
korkunç bir mücadele verdiği düşünüldüğünde mesleki aşınmanın ne kadar ürkütücü
boyutlarda olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Ayrıca, Türkiye'de öğretmenlik
105
mesleği öğrencilerin başarılarını ya da başarısızlıklarını klişe yöntemlerle ölçmekten
başka birşey yapamaz duruma getirilmiştir. Eskiden öğretmenlerden büyük
edebiyatçılar, büyük yazarlar çıkardı
ve öğretmenler o dönemde hayatı
biçimlendiren, öğrencilerine rol-model sunan öncü kimselerdi. Ancak, şimdilerde
öğretmenlik mesleği işsizlikle cezalandırılan, rutinden ibaret ve basit bir
memurluktan öteye gidemeyen ve az kazandıran bir meslek olarak görülmektedir.
Çünkü, öğretmenlere mevcut eğitim sisteminin sunduğu prosedür bu şekildedir.
Bilindik kalıpların ya da yöntemlerin dışında yeni, güncel ve farklı eğitim
paradigmalarını mümkün kılmaya çalışsalar bile öğretmenler, okullarda sürekli
bürokratik despotizme uğramakta, içlerindeki farklılık arayışı ideolojik baskılarla
köreltilmektedir. Bugün pekçok özel okulda eğitim ve öğretim hayatı rutinden ve
şekilcilikten öteye gidemeyecek kadar yozlaşmıştır. Bu dönüşümün akla gelen ilk
nedeni eğitimin hızlı bir metalaşma sürecine girmesi ve eğitimde niteliğin yerini
tamamen niceliğin almış olmasıdır.
106
KAYNAKÇA
Ataman, B.C. (1998). İşsizlik Sorununa Yeni Yaklaşımlar. Cilt:53(1). Ankara:
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi Yayınları
Aren, S. (1975). İstihdam, Para ve İktisadi Politika. Ankara: Bilgi Yayınevi
Apple, M.W. (2004). Neoliberalizm ve Eğitim Politikaları Üzerine Eleştirel Yazılar.
Ankara: Eğitim-Sen Yayınları
Ball, S.J., Youdell, D. (2007). Hidden Privatisation in Public Education: Education
International 5th World Congress. London: Blackwell Publishing
Bora, T., Bora, A., Erdoğan, N., Üstün, İ. (2011). Boşuna mı Okuduk?: Türkiye'de
Beyaz Yakalı İşsizliği. Ankara: İletişim Yayınları
Botton, A. D. (2008). Çalışmanın Mutluluğu ve Sıkıntısı. İstanbul: sel yayıncılık
Bozdağlıoğlu, E. Y. (2008). Türkiye'de İşsizliğin Özellikleri ve İşsizlikle Mücadele
Politikaları. Sayı:20. ss.46-64. Aydın: Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi
Braverman, H. (1998). Labor and Monopoly Capital: The Degradation of Work in
the Twentieth Century. Newyork: Montly Reviewed Press
Buono, R.A.D., Lara, J.B. (2007). Imperialism, Neoliberalism and Social Struggles
in Latin America. Leiden: Brill Press
Bush, R. (2007). Poverty and Neoliberalism: Persistence and Reproduction in the
Global South. London: Pluto Press
Böke, K. (2009). Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri. İstanbul: Alfa Yayınları
Casson, M. (1979). Youth Unemployment. London: The Macmillan Press
107
Cerny, P.G., Menz, G., Soederberg, S.(2005). Internalizing Globalization: The Rise
of Neoliberalism and the Decline of National Varieties of Capitalism. Newyork:
MacMillan
Chomsky, N. (2000). Halkın Sırtından Kazanç: Neoliberalizm ve Küresel Düzen,
İstanbul: Om Yayınevi
Coronil, F. (2001). Toward a Critique of Globalcentrism: Speculations on
Capitalism’s Nature. Millennial Capitalism and the Culture of Neoliberalism içinde.
Jean Comaroff ve John L. Comaroff (Ed.). London: Duke University Press
Çaroğlu, A., Kalaycıoğlu, E. (2013). Türkiye'de Aile, iş ve Toplumsal Cinsiyet
Araştırması
Çerkezoğlu, A., Göztepe, E. (2010). Sınıfını Arayan Siyasetten Siyasetini Arayan
Sınıfa:Güvencesizler. Tekel Direnişinin Işığında Gelenekselden Yeniye İşçi Sınıfı
Hareketi içinde. Gökhan Bulut (Der.). Ankara: Nota Bene Yayınları
Çelebi, N.(1991). Metodolojik Sorunlara Bir Bakış. Cilt: 35(2). ss. 41-45. Ankara:
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi
Çelik, K. (2006). Unemployment Experience of Youth in Ankara and Şanlıurfa.
Ankara: Doktora Tezi
Çoban, A.E. (2005). Lise Son Sınıf Öğrencilerinin Mesleki Olgunluk Düzeylerinin
Yordayıcı Bazı Değişkenlere Göre İncelenmesi. Cilt:6(10). Malatya: İnönü
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi
Dardot, P., Laval, C.(2012). Dünyanın Yeni Aklı: Neoliberal Toplum Üzerine
Deneme. Işık Ergüden (Çev.). İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
Değirmenci, S. (2011). "Vasıf"-sızlık Sorunu Olarak Üniversiteli İşsizlik. Metalaşma
ve İktidarın Baskısındaki Üniversite içinde. Fuat Ercan ve Serap Korkusuz Kurt
(Ed.). İstanbul: Sav Yayınları
108
Demirer, D.K. (2012). Eğitimde Piyasalaşma ve Öğretmen Emeğinde Dönüşüm.
No:1(32). İstanbul: Çalışma ve Toplum Dergisi
Erdayı, A. U. (2012). Beyaz Yakalıların Tanımlanması Üzerine. Cilt:14(3). ss.65-80.
İstanbul: İŞ-GÜÇ" Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi
Ertürk, E. (2010). Türkiye'de Öğretmenlik Mesleğinin Dönüşümü. Sınıftan Sınıfa:
Fabrika Dışında Çalışma Manzaraları içinde. ss.113-149. Ayşe Buğra (Der.).
İstanbul: İletişim Yayınları
Forondo, O.V. (1991). The Social Sciences and The Problem of Youth
Unemployment in The World. Facing The Future: Young People and Unemployment
Around the World içinde. Paris: Unesco Publication
Gambetti, Z. (2009). İktidarın Dönüşen Çehresi: Neoliberalizm, Şiddet ve Kurumsal
Siyasetin Tasfiyesi. No:40. İstanbul: İ.Ü. Siyasal Bilgiler Dergisi
Grint, K. (1998). Çalışma Sosyolojisi. Veysel Bozkurt (Çev.). İstanbul: Alfa
Yayınları
Gorz, A. (2011). Maddesiz: bilgi, Değer ve Sermaye. Işık Ergüden (Çev.). İstanbul:
Ayrıntı Yayınları
Gorz, A. (2001). Yaşadığımız Sefalet: Kurtuluş Çareleri. Nilgün Tutal (Çev.)
İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Gündoğan, N. (1999). Genç işsizliği ve Avrupa Birliği'ne Üye Ülkelerde Uygulanan
Genç istihdam Politikaları. Cilt No: 54(1). Ankara: Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
Güney, A. (2009). İşsizlik, Nedenleri, Sonuçları ve Mücadele Yöntemleri. Cilt No:
10(4). ss. 135-159. İstanbul: Kamu-İş;İş Hukuku ve İktisat Dergisi
Harvey, D. (2005). A Brief History of Neoliberalism. Newyork: Oxford University
Press
109
Kurmuş, O. (2010). Türkiye'de Neoliberalizm. Cilt No: XXXIV(268). Ankara:
Mülkiye Dergisi
Levin, H. M. (1983). Youth Unemployment and Its Educational Consequences:
Educational Evaluation and Policy Analysis. ss. 231-247. Newyork: Sage
Publication
McNamee, Stephen J., Miller, Robert K. (2009). The Meritocracy Myth, Second
Edition, Maryland: Rowman & Littlefield Publishing
Mütevellioğlu, N., Bato Çizel, R., Güzeller, C. O. (2011). İşsizliğin Psikolojik
Sonuçları: Antalya Örneği. Cilt No:2(1). ss. 26-41.Antalya: Çalışma İlişkileri Dergisi
Mütevellioğlu, N. ve Bato Çizel, R. (2010). İşsizlik ve Sosyal Haklar: Bir Alan
Araştırmasının Bulguları. ss.279-298. Sosyal Haklar Ulusal Sempozyumu II
Marx, K., Engels, F. (1848). Komünist Parti Manifestosu. Erkin Özalp (Çev.).
Ankara: Sol Yayınları
Oğuz, Ş. (2011). Tekel Direnişinin Işığında Güvencesiz Çalışma/Yaşama:
Proletaryadan “Prekarya”ya mı?. Cilt: XXXV(271). Ankara: Mülkiye Dergisi.
Overbeek, H. (2003). The Political Economy of European Employment: European
İntegration and the Transnationalization of the (un)employment Question. Newyork:
Routledge
Öngen, T. (1996). Prometheus'un Sönmeyen Ateşi: Günümüzde İşçi Sınıfı. İstanbul:
Alan Yayıncılık
Özçelik, P. K. (2013). Neoliberal Küreselleşme Süreci ve Yoksulluk. Cilt No:5(2).
Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi
Özen, Y., Gül, A. (2007). Sosyal ve Eğitim Bilimleri Araştırmalarında Evren ve
Örneklem Sorunu. Sayı: 15. ss. 395-420. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Kazım
Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi
110
Özkazanç, A. (2005). Türkiye’nin Neo-Liberal Dönüşümü ve Liberal Düşünce.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Gelişme ve Toplum Araştırmaları
Merkezi Tartışma Metinleri, No.85
Öztürk, Ş. (2011). Sosyal Poltiikada Aktifleşme Stratejisi: Refah Devletinin Çıkış
Yolu mu, Çöküş Yolu mu?. Kamu-İş Dergisi, Cilt No:12(1)
Peker, E.B. (2005). Bitmeyen Çoçukluk, Erken Yetişkinlik ve Yeni Kapitalizm.
Sayı:192 İstanbul: Birikim Yayınları Dergisi
Perry, M. (2000). Bread and Work: Social Policy and the Experience of
Unemployment 1918-39. London :Pluto Press
Petersen, A. C. & Mortimer, J. T. (2006). Youth Unemployment and Society.
Newyork: Cambridge University Press.
Pustu, Y. (2007). Osmanlı-Türk Devlet Geleneğinde Modernleştirici Unsurlar
Olarak Bürokratik ElitlerG Cilt No: 9(2). ss. 197-214. Ankara: Gazi Üniversitesi
İktisadi ve İdari Birimler Dergisi
Punch, K.F.(2005). Sosyal Araştırmalara Giriş: Nitel ve Nicel Yaklaşımlar. Ankara:
Siyasal Kitabevi
Sapancalı, F. (2001). Yeni Dünya Düzeni ve Küresel Yoksulluk. Cilt No: 3(2). İzmir:
Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Sennett, R. (2005). Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerindeki
Etkileri. Barış Yıldırım (Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Soydan, T (2012). Eğitimin Yapısal Dönüşümü Bağlamında Öğretmenlerin
İstihdamı: İstihdam Biçimi Farklılıkları Üzerine Öğretmen ve Yönetici Görüşlerine
Dayalı Bir Araştırma. Cilt No: 2(2). ss.1-13. Edirne: Trakya Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Dergisi
Sennett, R. (2009). Yeni Kapitalizmin Kültürü. Aylin Önocak (Çev.). İstanbul:
Ayrıntı Yayınları
111
Şengönül, T. (2008). Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını Sosyoloji Dergisi.
Sayı:19. ss.171-208, İzmir
Toprak, B. (2008). Türkiye'de Farklı Olmak: Din ve Muhafazakarlık Ekseninde
Ötekileştirilenler. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Projesi
TÜSİAD. (2004). Türkiye'de İşgücü Piyasasının Kurumsal Yapısı ve İşsizlik. Yayın
No: TÜSİAD-T/2004-11/381, İstanbul
Uçkaç, A. (2010). Türkiye'de Neoliberal Ekonomi Politikaları ve Sosyo-Ekonomik
Yansımaları. Sayı 158. Aydın: Adnan Menderes Üniversitesi Maliye Dergisi
Uyanık, Y. (2008). Neoliberal Küreselleşme Sürecinde İşgücü Piyasaları. Cilt No:
10(2). ss.209-22. Ankara: Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Dergisi
Voyvoda, E. (2005). Neoliberal Dönüşüm, Kriz ve Emek. Cilt No:7(27). Eğitim
Bilim Toplum Dergisi
Wacquant, L. (2007). Territorial Stigmatization in the Age of Advanced Marginality
Tekin, H.H. (2006). Nitel Araştırma Yönteminin Bir Veri Toplama Tekniği Olarak
Derinlemesine Görüşme. Cilt No:13. ss.101-116. Sosyoloji Dergisi
112
İnternet Kaynakları
 http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=13607
 http://www.birgun.net/worker_index.php?news_code=1262781256&year=2010&
month=01&day=06
 http://www.latimes.com/science/sciencenow/la-sci-sn-great-recession-economiccrisis-suicide 20130917,0,4608835.story
 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=107706
1&CategoryID=97
 http://toplumsaldayanisma.org/Article/Detail/35
 http://www.e-skop.com/skopbulten/korkut-boratav-yanitliyor-gezi-direnisisinifsal-bir-baskaldiri-mi/1352
 http://marksist.net/utku_kizilok/beyaz_yakalilar_orta_sinif_mi_isci_sinifinin_bir_
kesimi_mi.htm
 http://birgun.net/haber/proleterlesen-gencligin-isyani-1040.html
 http://bianet.org/biamag/toplum/114032-yakasi-beyazlar
 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=107
4449&Date=04.01.2012&CategoryID=79
 http://www.radikal.com.tr/turkiye/beyaz_yakali_capulcular_barikati_maslak_plaz
alarina_tasidik-1136523
 http://plazaeylemplatformu.wordpress.com/
113
ABSTRACT
NEOLIBERAL LABOR POLICIES AND WHİTE COLLAR UNEMPLOYMENT
IN TURKEY
"A Study on Non-Appointed Teachers in Ankara"
Özdemir, Bedri
M.Sc. Department of Sociology
Supervisor: Prof. Dr. Nilay ÇABUK KAYA
January 2014, 137 pages
Neoliberalism as a new economic conjuncture is a multifaceted problem on
literature, but this study aims to analyze the white-collar unemployment in the
context of neoliberal labor policies in Turkey. Nowadays, all kinds of precarious
work is characterized on white collars, and this situation becomes a widespread view
on Turkish labor markets. Especially, non-apointed teachers as a part of white-collar
community have faced with the precarious working conditions in private education
sectors or other working areas. As a result of neoliberal transformation, white collar
jobs have been becoming disreputable in emerging economies such as Turkey. In this
regard, the outcome of this study that find an answer the question of what kind of
coping strategies non-appointed teachers experience in the process of unemployment
or short-term, temporary and insecure working conditions.
Keywords: Neoliberal Labor Policies, White Collar Unemployment, Non-Appointed
teachers, Precarious Employment
114
ÖZET
TÜRKİYE'DE NEOLİBERAL İSTİHDAM POLİTİKALARI
VE BEYAZ YAKALI İŞSİZLİĞİ
"Ankara'da Ataması Yapılmayan Öğretmenler Üzerine Bir Araştırma"
Özdemir, Bedri
Yüksek Lisans, Sosyoloji Bölümü
Tez Danışmanı
Ocak 2014, 137 Sayfa
Yeni bir ekonomik konjoktür olarak neoliberalizm literatürde çok yönlü bir problem;
ancak bu çalışma neoliberal istihdam politikaları bağlamında Türkiye'de beyaz yakalı
işsizliğini analiz etmeyi amaçlamaktadır. Günümüzde, her türlü güvencesiz iş beyaz
yakalılar üzerinde karakterize edilmektedir ve bu durum Türkiye'de işgücü
piyasalarında yaygın bir görünüm haline gelmiş durumda. Özellikle, beyaz yakalı
topluluğun bir parçası olan ataması yapılmayan öğretmenler, özel eğitim
kurumlarında ve diğer çalışma alanlarında güvencesiz çalışma koşullarıyla
karşılaşmaktadırlar. Neoliberal dönüşümün bir sonucu olarak, beyaz yakalı meslekler
Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilerde itibarsızlaşmaktadır. Bu bağlamda, bu
çalışmanın temel çıktısı; işsizlik sürecinde ya da kısa süreli, güvencesiz ve geçici
işlerde ataması yapılmayan öğretmenlerin ne tür mücadele stratejileri geliştirdiği
sorusuna yanıt bulabilmektir.
Keywords: Neoliberal İstihdam Politikaları, Beyaz Yakalı İşsizliği, Ataması
Yapılmayan Öğretmenler, Güvencesiz İstihdam
115
EK 1: ÖĞRETMEN GÖRÜŞME FORMU
TÜRKİYE'DE NEOLİBERAL İSTİHDAM POLİTİKALARI
VE BEYAZ YAKALI İŞSİZLİĞİ
"Ankara'da Ataması Yapılmayan Öğretmenler Üzerine Bir Araştırma"
Görüşmenin Yapıldığı Tarih ve Yer:
Öğretmen Görüşme Formu
1. Adı ve Soyadı
2. Cinsiyeti
□ Erkek
□ Kadın
□ Diğer
3. Yaşı
4. Medeni durumu
5. Öğrenim durumu
□ Bekar
□ Dul
□ Ayrı yaşıyor
□ Evli
□ Boşanmış
□ Lisans
□ Doktora
□ Yüksek Lisans
□ Post-Doktora
6. Mezun olduğu okul
Tarih:
7. Mezun olduğu bölüm
8. Ailenizle birlikte mi
yaşıyorsunuz?
□ Evet
□ Hayır
9. Çalışma Durumu
□ Çalışıyor
(Kiminle:.......................)
□ İşsiz (13. soruya geçiniz)
10. Çalıştığı yer ve görevi
11. Ne zamandan beri çalışıyor?
12. Sosyal Güvence
□ SSK □ Bağkur □ Emekli Sandığı □ Özel
□Yok
13. Kazanç/Gelir
..........................................TL (cevap vermeyebilir)
14. Ne zamandan beri
işsizsiniz?
15. Geçiminizi nasıl
sağlıyorsunuz, ailenizden
ekonomik destek alıyor
musunuz?
116
EK 2: ÖĞRETMEN GÖRÜŞME SORULARI
1-) Biraz kendinizden bahseder misiniz? Neler yapıyorsunuz, kendinizi tanıtmak
adına neler söyleyebilirsiniz?
2-) Neden bu mesleği seçtiniz? Mesleğinizi seçerken sizi yönlendiren herhangi biri
oldu mu; üniversite sınavından aldığınız puan yettiği için mi bu bölüme yerleştiniz;
yoksa kendi isteğinizle yaptığınız bilinçli bir tercih miydi?
3-) Sizce öğretmenlik eski mesleki saygınlığını devam ettiriyor mu? Geçmişten bu
yana meslekte nasıl bir dönüşüm yaşandı? Bu konuda neler söylebilirsiniz.
4-) Mesleğinize ilişkin tatmin düzeyiniz ne durumda? Mesleğiniz; sosyal ve
ekonomik anlamda tatmin edici mi ve gelecekteki kariyer beklentilerinizi karşılıyor
mu? Karşılamıyorsa bunun sebepleri neler olabilir?
5-)
Türkiye'de
kamuda
uygulanan
istihdam
politikaları
hakkında
neler
düşünüyorsunuz? Değişen ekonomik ve politik koşullar öğretmenlerin gündelik
hayatına ne şekilde yansıyor? Bu değişim ve dönüşüm öğretmen olarak sizi
endişelendiriyor mu?
6-) Gezi Parkı Olayları ile Türkiye'de uygulanan gençlik politikaları arasında nasıl
bir bağ kurulabilir? Daha çok orta sınıf mensubu gençlerin, yani beyaz yakalıların
başlattığı bu mücadelenin arka planında hangi bileşenler var, sizce yaşananlar
117
yalnızca yaşam tarzına yönelik baskılar, hükümetin anti-çevreci politikalarıyla mı
ilgili, yoksa gençleri huzursuz eden daha büyük yapısal sorunlar mı söz konusu?
7-) Kendini bu mesleği yapmak zorunda hissediyor musun? Öğretmenler
yeteneklerine ve özel becerilerine bağlı olarak işgücü piyasasında daha farklı iş
alanlarında çalışabilir mi? İşgücü piyasasında öğretmenlerin farklı iş alanlarında
çalışmasını engelleyen dışlayıcı bir mekanizma söz konusu mu?
8-) Sizin daha önce böyle bir girişiminiz oldu mu, başka bir alanda çalışmayı ya da iş
kurmayı hiç düşündünüz mü? Olduysa mesleği ayrımcılığa maruz kaldınız mı? Bu
konudaki deneyimlerinizi bizimle paylaşır mısınız?
9-) Daha önce ücretli öğretmenlik ya da sözleşmeli öğretmenlik yaptınız mı? Ücretli
ve sözleşmeli öğretmenlik hakkında neler düşünüyorsunuz? MEB sizce neden bu tür
istihdam modellerini uyguluyor?
10-) Pedogojik formasyon aldınız mı? Almadıysanız yakın zamanda almayı
düşünüyor musunuz?
11-) Pedogojik formasyon öğretmenlere neler kazandırıyor? Bu eğitimi alan kimseler
bu mesleği daha mı iyi yapıyor? Sizce formasyon öğretmen olmak için elzem bir
koşul mu?
12-) Mezun olduktan sonra işsiz kaldınız mı? Kaldıysanız ne kadar sürdü bu durum?
118
13-) İşsizliği nasıl tecrübe ediyorsunuz? Zamanı nasıl değerlendiriyorsunuz, işsizken
gündelik yaşamınızı daha çok hangi faaliyetler meydana getiriyor? (Şu anda işsiz
olanlar için)
14-) İşsizken hiç memlekete, yani ailenizin yanına dönmek zorunda kaldınız mı? (Şu
anda işsiz olanlar için)
15-) Yaşadığınız işsizlik deneyimi kendi yetersizliğinizle mi ilgili; yoksa bu sorun
tamamen Türkiye'nin ekonomi politik yapısından kaynaklanan yapısal bir sorun mu?
(Şu anda işsiz olanlar için)
16-) İşsizlik nedeniyle yaşanan öğretmen intiharları hakkında neler düşünüyorsunuz?
17-) İş ararken daha çok hangi yöntemleri kullanıyorsunuz?
18-) Çalıştığınız iş yerinde ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz? İş yerinde kendinizi
verimli, üretken ve mutlu hissediyor musunuz ya da iş yerine ilişkin belli bir aidiyet
duygusuna sahip misiniz?
19-) KPSS sınavı hakkında neler düşünüyorsunuz, sizce bu sınav, öğretmenleri
seçme ve belirleme sürecinde uygulanan doğru ve ideal bir yöntem midir? Değilse,
en ideal ve doğru olanı nedir, ne olmalıdır?
20-) KPSS sınavına girdiniz mi? Girdiyseniz kaç puan aldınız? Atanmak için kaç
puan almanız gerekiyor?
119
21-) Kamuda öğretmenlik yaptığınız zaman daha mutlu, daha üretken ve daha rahat
olacağınıza inanıyor musunuz, neden?
120
EK 3: AYÖP GÖRÜŞME FORMU
TÜRKİYE'DE NEOLİBERAL İSTİHDAM POLİTİKALARI
VE BEYAZ YAKALI İŞSİZLİĞİ
"Ankara'da Ataması Yapılmayan Öğretmenler Üzerine Bir Araştırma"
Görüşmenin Yapıldığı Yer ve Tarih:
AYÖP Görüşme Formu
1. Adı ve Soyadı
2. Cinsiyeti
□ Erkek
□ Kadın
3. Yaş
4. Öğrenim Durumu
□ Lisans
□ Doktora
□ Yüksek Lisans
□ Post-Doktora
5. Çalıştığı Yer ve Görevi
121
□ Diğer
EK 4: AYÖP GÖRÜŞME SORULARI
1-) Biraz AYÖP'ten biraz bahseder misiniz? Ne gibi çalışmalar yürütülüyor, kimler
bu platformda görev alıyor ve ne gibi sorumluluklar üstleniyorlar? Öğretmenlerin
sorunlarını ne gibi çalışmalarla kamuoyuna duyuruyorsunuz, bugüne kadar
yürüttüğünüz faaliyetler nelerdir?
2-) Sizce öğretmenlik eski mesleki saygınlığını devam ettiriyor mu? Geçmişten bu
yana meslekte nasıl bir dönüşüm yaşandı, bu konuda neler söylebilirsiniz?
3-)
Türkiye'de
kamuda
uygulanan
istihdam
politikaları
hakkında
neler
düşünüyorsunuz? Değişen ekonomik ve politik koşullar beyaz yakalıların ve
öğretmenlerin gündelik hayatına ne şekilde yansıyor?
4-) Öğretmenler yeteneklerine ve özel becerilerine bağlı olarak işgücü piyasasında
daha farklı iş alanlarında çalışabilir mi? İşgücü piyasasında öğretmenlerin farklı iş
alanlarında çalışmasını engelleyen dışlayıcı bir mekanizma söz konusu mu?
5-) Ücretli öğretmenlik hakkında neler düşünüyorsunuz? MEB tarafından uygulanan
bu istihdam modeli öğretmenlik mesleğine zarar veriyor mu, veriyorsa hangi
şekillerde bu meydana gelmektedir?
6-) Pedogojik formasyon öğretmenlere neler kazandırıyor? Bu eğitimi alan kimseler
bu mesleği daha mı iyi yapıyor? Sizce pedogojik formasyon öğretmen olmak için
elzem bir koşul mu?
122
7-) KPSS sınavı hakkında neler düşünüyorsunuz, sizce bu sınav, öğretmenleri seçme
ve belirleme sürecinde uygulanan doğru ve ideal bir yöntem midir? Değilse, en ideal
ve doğru olanı nedir, nasıl olmalıdır?
8-) Gezi Parkı Olayları ile Türkiye'de şiddetli bir biçimde uygulanan neoliberal
politikalar arasında sizce nasıl bir bağ kurulabilir? Bu olaylarda öğretmenlerin ve
diğer beyaz yakalıların rolü nedir?
123
EK 5: ÖRNEK MÜLAKAT GÖRÜŞMESİ
B.Ö: Biraz kendinizden bahseder misiniz, neler yapıyorsunuz, kendinizi tanıtmak
adına neler söyleyebilirsiniz?
H.Ç.S: Gazi Üniversite'si Eğitim Fakültesi Felsefe Grubu Öğretmenliği bölümünden
beş yıllık bir eğitim sürecinin ardından 2009 yılında mezun oldum. Mezun
olduğumdan bu yana kalıcı herhangi bir işte çalışmadım, sadece alanımla ilgisi
olmayan geçici işlerde çalıştım. Şu anda işsizim ve aynı zamanda KPSS sınavına
hazırlanmaktayım.
B.Ö: Neden bu mesleği seçtiniz? Mesleğinizi seçerken sizi yönlendiren herhangi biri
oldu mu; üniversite sınavından aldığınız puan yettiği için mi bu bölüme yerleştiniz;
yoksa kendi isteğinizle yaptığınız bilinçli bir tercih miydi?
H.Ç.S: Ben bu bölümü puanım yettiği için tercih ettim, ayrıca lisede hocalarımın da
yönlendirmesi oldu; ancak özel olarak bu bölüme yerleşmeyi düşünmemiştim,
idealim öğretmen olmak değildi. Herhangi bir idealim de yoktu açıkçası. Sadece
puanımı değerlendirdim ve bu bölümün benim için uygun olacağını düşündüm. O
nedenle bu bölümü seçtim.
B.O: Sizce öğretmenlik eski mesleki saygınlığını devam ettiriyor mu? Geçmişten bu
yana meslekte nasıl bir dönüşüm yaşandı? Bu konuda neler söylebilirsiniz?
124
H.Ç.S: Yani büyüklerimizden duyduğum kadarıyla ve kendi tecrübelerime göre eski
saygınlığı yok artık öğretmenliğin. Açıkçası ben bu dönüşümün ekonomik
nedenlerden çok, mevcut eğitimin kalitesiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Eskiden
daha disiplinli ve daha bilimsel bir eğitim vardı. Şimdi ise ne öğrencilere birşeyler
öğretmek ne de öğrencilerin gözünde öğretmenlerin saygınlığını arttırmak adına
hiçbirşey yapılmadığı kanaatindeyim. Artık pek çok yerde öğretmenlere kalifiye
olmayan birer işçi gibi davranıldığını söyleyebilirim.
B.O: Devletin eğitim ve öğretmen politikası nasıl olmalı sence?
H.ÇS: Yani, bence devlet öğretmen politikalarını öğrenciye göre belirlemelidir.
Nitelikli öğrenciler yetiştirmek istiyorsa kaliteli öğretmenler yetiştirmeye özen
göstermelidir; ama devletin bu konudaki düşüncesi eğitimin kalitesinden çok
istihdama yönelik olduğu için bu durumda hem öğretmenler hem de öğrenciler
mevcut sistemden mağdur olmaktadırlar.
B.O: Artık üniversiteler öğretmenden çok eğitim endüstrisine işçi yetiştiriyor. Bunu
mu söylemek istiyorsun?
H.Ç.S: Çok bariz bir şekilde işçi yetiştirdiğini düşünüyorum. Ne yazık ki sistem
yetiştirdiği işçiyi en kötü koşullarda bile istihdam etmeyi beceremiyor.
B.Ö: Mesleğinize ilişkin tatmin düzeyiniz ne durumda? Mesleğiniz; sosyal ve
ekonomik anlamda tatmin edici mi ve gelecekteki kariyer beklentilerinizi karşılıyor
mu? Karşılamıyorsa bunun sebepleri neler olabilir?
125
H.Ç.S: Mesleğim beni tatmin etmiyor; çünkü mesleğimi şu an yapamıyorum.
Senelerdir atanamamış vaziyette bekliyorum ve böyle bir durumdan ne gibi bir
kariyer beklentim olabilir, onu bilemiyorum.
B.Ö: Mesleğini neden yapamıyorsun, neden atanamıyorsun?
H.Ç.S: Atanamamamın neden şu; senelerdir KPSS sınavına giriyorum...
B.Ö: Yeteri kadar çalışmadan mı sınava giriyorsun?
H.Ç.S: Hayır, çalışıyorum elbette. Böyle bir süreçte kendimi sınava tamamen
vermem mümkün. değil. Hem sınava çalışıyorum, hem hayatta kalmaya çalışıyorum.
Ailemin yanında değilim. Ekonomik anlamda ayakta durmak ve aynı zamanda sınava
etkin bir şekilde çalışmak çok zor. Kira paramı çıkarmak için aynı zamanda
çalışmam da gerekiyor. Ailemden olabildiğince az destek almaya özen gösteriyorum.
Yıllarca benim için çabaladılar ve 4 yıldır mezun olmama rağmen halen onlardan
ekonomik destek alıyorum. Bu gerçekten kabul edilecek bir durum değil. Bu yüzden
daha önce girdiğim sınavlarda başarısız oldum. Açıkçası, tüm sorun böyle bir sınava
mahkum olmakta.
B.Ö: Ailenle birlikte yaşamadığını söyledin. Ailen başka bir şehirde ve sen
buradasın, yani Ankara'da yaşıyorsun. Aynı zamanda burada bir tür varoluş savaşı
vermektesin, bu da sınava dönük motivasyonuna zarar vermekte, doğrumu?
H.Ç.S: Kesinlikle doğru.
126
B.Ö: Peki, Türkiye'de kamuda uygulanan istihdam politikaları hakkında neler
düşünüyorsun? Değişen ekonomik ve politik koşullar öğretmenlerin gündelik
hayatına ne şekilde yansıyor? Bu değişim ve dönüşüm bir öğretmen olarak sizi
endişelendiriyor mu?
H.Ç.S: Elbette, karşılaştığım her değişim beni ve benim gibileri endişelendiriyor;
çünkü hiçbiri bizim yararımıza olmuyor. Devlet nasıl bir istihdam politikası
izlerimde başım en az şekilde ağrır biçiminde hareket ediyor. Her değişim de bize
negatif bir biçimde yansıyor, müthiş bir istikrarsızlık var. Daha doğrusu kimse
geleceğinden emin değil.
B.Ö: Bir tür geleceksizlik korkusu mu söz konusu?
H.Ç.S: Evet, yani benim buna şahsi bir çözümüm de yok; ama kesinlikle bir korku
ve tedirginlik var.
B.Ö: Müsadenle yeni bir soruya geçmek istiyorum. Sorum şu: Seninde bildiğin gibi
yakın zamanda ülkemizin bir çok bölgesinde gezi parkı olayları yaşandı. Gezi Parkı
Olayları ile Türkiye'de uygulanan gençlik politikaları arasında nasıl bir bağ
kurulabilir? Daha çok orta sınıf mensubu gençlerin, yani beyaz yakalıların içinde
olduğu bu mücadelenin arka planında hangi bileşenler var, sizce yaşananlar yalnızca
yaşam tarzına yönelik baskılar ya da hükümetin anti-çevreci politikalarıyla mı ilgili,
yoksa gençleri huzursuz eden daha büyük yapısal sorunlar mı söz konusu?
127
H.Ç.S: Yani, bahsettiğiniz kesim zaten her fırsatta sıkıntılarını hükümete dile
getirmişti ve her şekilde bastırılmıştı. Gezi eylemlerinden önce gerçekleşen 1 mayıs
olaylarında da devletin halkın tepkilerini ne şekilde bastırmaya çalıştığını hep
beraber gördük. Ben gezi eylemlerinde şunu görüyorum: Bahsettiğiniz etkenler
kesinlikle var, bunun yanı sıra bu olayların patlak vermesinin arka planında bana
göre insanların özel sektörün kölesi haline getirilmesi gerçeği var. Kesinlikle böyle
bir sorun var, insanlar bu durumdan çok rahatsız ve gezi olaylarına değin sesini
çıkarmaya imkan bulamıyorlardı. Gezi parkının yıkılmasıyla birlikte başlayan
protestolar buna bir alt yapı hazırladı diyebilirim. Benim gördüğüm bu şekilde ve
neden bunlar daha önce olmadı bunu kestiremiyorum. Demek ki bu tip başka
duyarlılıklarla ortaya çıkması gerekiyordu. Çıktı da, halk uyandı ve artık sokaklarda
hakkını arayabileceğini biliyor. Halkın devlet tarafından çok sert bir tepkiyle
karşılaştığı doğru; ama en azından bir eşik aşıldı, o korku eşiği aşıldı. Bundan sonra
devamı gelir diye umut ediyorum ve bekliyorum.
B.Ö: Diğer bir soruya geçiyorum, sorum şu: Kendini bu mesleği yapmak zorunda
hissediyor musun? Öğretmenler yeteneklerine ve özel becerilerine bağlı olarak
işgücü piyasasında daha farklı iş alanlarında çalışabilir mi? İşgücü piyasasında
öğretmenlerin farklı iş alanlarında çalışmasını engelleyen dışlayıcı bir mekanizma
söz konusu mu?
H.Ç.S: Yani, bana göre herkesin farklı iş kollarında çalışmasını engelleyen bir
mekanizma var. İnsanlar aslında hiçbir beceri gerektirmeyen işlere alınırken bile
kendisinden diploma, sertfika tarzı şeyler bekleniyor ve atanmayı bekleyen
öğretmenler de buna en çok maruz olan gruplardan biridir. Kendimizi yetiştirdiğimiz
128
alan öğretmenlik ve bu saatten sonra başka bir işi de yapamayız, çünkü başka bir iş
alanda çalışacak kadar vasıflı değiliz. Eğer çalışmamız, hayattta kalmamız gerekirse,
en kötü ve en yorucu işlerde çalışmak zorunda bırakılıyoruz. Ben mesela hayatta
kalabilmek için kafelerde, barlarda çalışıyorum, geç saatlere kadar çalışmak zorunda
kalıyorum ve oldukça komik ücretlere bunu yapıyorum. Yani, bu konuda
karşılaştığım şey bu.
B.Ö: Sizin daha önce böyle bir girişiminiz oldu mu, başka bir alanda çalışmayı ya da
iş kurmayı hiç düşündünüz mü? Olduysa mesleği ayrımcılığa ya da meslek faşizmine
maruz kaldınız mı? Bu konudaki deneyimlerinizi bizimle paylaşır mısınız?
H.Ç.S: Bir iş kurmayı hiç denemedim; çünkü bu hem belli bir tecrübeye, cesareti ve
sermayeye sahip olmayı gerektirir. Diğer işlerle ilgili olarak da şunu söyleyebilirim:
Zaten çalıştığım işler herhangi bir şeye maruz bırakmıyordu, yani ben öğretmen
olduğum için dışlanıcam gibi bir ortama fırsat vermiyordu; çünkü zaten en alt
tabakadan işlerde çalışıyordum. Yani bir yerde garson ya da barmen olarak
çalıştığınız zaman kimse size şey yapmaz, senin asıl mesleğin ne diye sormaz. Zaten
yorucu bir işte ve komik ücretlere çalışan birisinizdir. Bu yüzden bununla ilgili
söyleceklerim bunlar.
B.Ö: Daha önce ücretli öğretmenlik ya da sözleşmeli öğretmenlik yaptınız mı?
Ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik hakkında neler düşünüyorsunuz? MEB sizce neden
bu tür istihdam modellerini uyguluyor?
129
H.Ç.S: Yani bunlara başvurdum, fakat şartlarım uygun olmadığı için başvurumu
devam ettiremedim. Bunun faydalı bir politika olduğunu düşünmüyorum, çünkü bu
da yine bahsettiğimiz şeye karşılık geliyor aslında. Ücretli öğretmenlik belli bir
kariyer umuduyla yetiştirilen gençlerin vasıfsız işçiliğe yönlendirilmesinden başka
birşey değil. Özlük haklarından yoksun, herhangi bir maddi güvenceden yoksun,
tıpkı mevsimlik işçiler gibi görüldükleri için bu modelin faydasız ve biz öğretmenler
için talihsiz bir istihdam politikası olduğunu düşünüyorum.
B.Ö: Eğitim fakültesi çıkışlı olduğun için eğitiminin son senesinde pedogojik
formasyon aldın. Peki sence pedogojik formasyon öğretmenlere neler kazandırıyor?
Bu eğitimi alan kimseler bu mesleği daha mı iyi yapıyor? Sizce formasyon öğretmen
olmak için elzem bir koşul mu?
H.Ç.S: Ben bu konuda bilimsel düşünüyorum. Formasyonun öğretmen olmak için
önemli bir kıstas olduğu kanısındayım ve kesinlikle öğretmenliği meslek olarak
sürdürmek isteyen herkesin bu süreçten geçmesi gerektiğine inanıyorum; fakat
devletin de bu konudaki politikaları yine bahsettiğimiz gibi istihdama gelip
dayanıyor. Bir kaldırılıp tekrar yeniden gündeme getiriliyor. İnsanlar da bu konuda
oldukça şaşkın vaziyette. Artık kimse işin bilimsel ya da işin öğrenci-öğretmen
boyutunda değil, herkes ekmeğinin derdine düşmüş olduğu için pedogojik formasyon
da atladığımız, üzerinde durmadığımız meselelerden biri haline geliyor. Ben
kesinlikle gerekli olduğunu düşünüyorum.
130
B.Ö: Mezun olduktan sonra işsiz kaldınız mı? Kaldıysanız ne kadar sürdü bu durum?
İşsizliği nasıl tecrübe ediyorsunuz? Zamanı nasıl değerlendiriyorsunuz, işsizken
gündelik yaşamınızı daha çok hangi faaliyetler meydana getiriyor?
H.Ç.S: İşsizlik sürecinde bulunduğum şehirden ayrılmak istemedim, ailem de bunu
destekledi, bu nedenle işsizlik sürecinde ailemin yanına dönmek zorunda kalmadım;
ancak kendi başımın çaresine bakabilmek için de burada Ankara'da çeşitli işlerde
çalıştım.
B.Ö: Ne gibi işler?
H.Ç.S: Garsonluk, barmenlik tarzı işler. Bunun dışında, sürekli sınava girip atanma
beklemekten sıkıldığım için askerliği de aradan çıkarttım. Askerden döndükten sonra
da bu kısır süreci tekrar yaşamaya başladım ve halen yaşamaktayım. Şu anda
önümüzdeki KPSS sınavına hazırlanıyorum; ancak çok umutlu değilim. Çünkü
müthiş bir yığılma var, nasıl olur bilemiyorum.
B.Ö: KPSS'nin olumsuz sonuçlanması durumunda neler yapacaksın, bunun için
herhangi bir plan yaptın mı?
H.Ç.S: Herhangi bir plan yapmadım; çünkü yapamıyorum ve bunun nedeni de şu:
Bunu yapabilmem için kendime bir kariyer planı çıkarmam lazım; fakat mevcut
durumda benim tek alternatifim öğretmen olabilmek. Bunu da olamadığım için başka
şansım yok. Bahsettiğim türde işlerde çalışarak hayatımı sürdürmeye çalışıyorum.
Tek başıma yaşamıyorum, ev arkadaşlarımla birlikte yaşıyorum; çünkü buna
131
zorunluyum. Hayatımı bir çok anlamda küçültmek zorundayım. Bir sürü harcamadan
kaçınmak zorundayım. Ben bu şekilde sürdürüyorum hayatımı.
B.Ö: Peki işsiz kaldığın süreçte ailenin yanına dönmek zorunda kaldın mı hiç?
H.Ç.S: Yani, dönmek zorunda kalmadım; çünkü arkadaşlarım parasız kaldığım
dönemde destek oldular. Çünkü benim de onlara destek olacağımı biliyorlardı. Ama
benim kadar şanslı olmayanlar olduğunu da biliyorum. Yani ailesinin yanına dönüp
senelerce, işsiz bir biçimde onların eline bakan insanlar olduğunu biliyorum. Ama
ben öyle bir durumda kalmadım. O bakımdan biraz şanslı görüyorum kendimi.
B.Ö: Yaşadığın işsizlik deneyimi sence kendi yetersizliğinle mi ilgili, yoksa bu sorun
Türkiye'nin ekonomik politik yapısından kaynaklanan yapısal bir sorun mu?
H.Ç.S: Kesinlikle yapısal bir sorun. Yani, bir insanın kendini yetersiz olarak görmesi
çok saçma. Türkiye'de çünkü bu işler beceriyle, yeterlilikle yürümüyor, şansla
yürüyor. Kim bilir belki bir kaç sene sonra doktorlar da bizimle aynı duruma
düşücek. Çünkü onlarda da müthiş bir talep, belki de müthiş bir yığılma var.
Atanamayacaklar falan... Yani bu işler şans eseri oluyor ve ben kendimi suçlamak
istemiyorum. Zaman zaman insan kendini suçluyor tabiki. Niye böyle yaptım, niye
böyle oldu falan... Ama kesinlikle hayır, kesinlikle bu isithdam politikalarıyla ilgili.
B.Ö: Bunu kabul etmiyorsun yani?
H.Ç.S: Tabiki etmiyorum.
132
B.Ö: Peki daha önce çeşitli yerlerde çalıştığını söyledin. Çalıştığın yerlerde ne gibi
zorluklarla karşılaştın? İş yerinde kendini verimli, üretken ve mutlu hissettin mi,
çalıştığın yerlerde herhangi bir aidiyet duygusuyla mı hareket ettin?
H.Ç.S: Çalıştığım yerlerde... Tabi çalıştığın yere göre de değişen birşey bu. Ama
genel olarak insan kendini küçük düşmüş hissediyor böyle bir işte çalıştığı zaman.
Yani, siz karşınıza gelen herkese hizmet etmek zorundasınız. Sizi daha iyiye
götürecek bir iş yapmıyorsunuz ve severek yaptığım birşey de değildi, sadece hayatta
kalmak için...Ve bunun da farkında olarak senelerdir mücadele ediyorum.
B.Ö: KPSS sınavı hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce bu sınav öğretmenleri seçme
ve belirleme sürecinde uygulanan doğru ve ideal bir yöntem midir? Değilse, doğru ve
ideal olan ne olabilir, ne olmalıdır?
H.Ç.S: Kesinlikle ideal bir yöntem değil, hatta bunu öğretmenlerin dışına da
genelleyebiliriz. KPSS insanları kendi uzmanlıklarında sınayan bir sınav değil,
komik bir sınav...
B.Ö: Sınava girdin mi hiç?
H.Ç.S: Elbette, defalarca girdim.
B.Ö: Kaç puan aldın?
H.Ç.S: Yani alanlara göre değişiyor...
133
B.Ö: Öğretmenlik puanın kaçtı?
H.Ç.S: Ben genelde 85'in üstünde falan alıyorum; ama atanmam bir türlü
gerçekleşmiyor.
B.Ö: Peki kamuda öğretmenlik yapmayı isityor musun?
H.Ç.S: Kesinlikle. Çünkü dershanelerden ya da diğer özel eğitim kurumlarından çok
daha avantajlı. Yani sonuçta özlük haklarınız var, sosyal güvenliğiniz var falan...
B.Ö: Öğretmen olduğun zaman daha mutlu, daha üretken bir birey haline mi gelcen?
H.Ç.S: Ya bu noktadan sonra ne olur bilmiyorum. Çünkü, insan bu kadar süre
umutsuzluğa kapıldıktan sonra bir daha kendini nasıl toparlar bilmiyorum.
134
EK 6: KATILIMCI LİSTESİ
AdSoyad
Yaş
Anıl
26
Aslı
28
Aydan
22
Ayla
30
Azize
29
Banu
23
Bengü
30
Burak
24
Burçin
36
Canan
31
Mezun Olduğu
Çalışma Deneyimi
Okul/Bölüm
Niğde Ünv.
Beden Eğitimi ve Spor Okulundan yaklaşık 6 ay önce mezun olan
Yüksekokulu
Anıl şu anda işsiz, bir KPSS dershanesine
Beden Eğitimi
gidiyor, sınava hazırlanıyor.
Öğretmenliği
Okul bittikten sonra bir çok dershanede
Osmangazi Ünv.
çalıştı. Şu anda da bir dershanede Türkçe
Fen-Edebiyat Fak.
öğretmeni olarak görev yapmakta ve aynı
Türk Dili ve Edebiyatı anda pedogojik formasyon eğitimine
devam etmektedir.
Üniversiteden mezun olduktan sonra
Hacettepe Ünv.
KPSS
sınavına
girdi;
sınavı
Eğitim Fak.
kazanamayınca bir dershanede çalışmaya
Kimya Öğretmenliği başladı ve halen aynı dershanede görevine
devam etmekte.
Selçuk Ünv.
Mezuniyetten sonra uzun bir dönem işsiz
Fen-Edebiyat Fak.
kaldı. Şimdilerde ise Ankara'da bir lisede
Sosyoloji Bölümü
ücretli öğretmenlik yapmaktadır.
Şu sıralar işsiz. İŞ-KUR'un açtığı meslek
Sakarya Ünv.
danışmanlığı sertfika programına devam
Fen-Edebiyat Fak.
etmekte. Sertfika alınca meslek danışmanı
Felsefe Bölümü
olmayı planlıyor.
Daha önce çeşitli kolejlerde çalışmış;
Gazi Ünv.
ancak isitkrarlı bir kariyer edinememiş.
Eğitim Fak.
Şimdi ise özel bir dershanede Tarih
Tarih Öğretmenliği
Öğretmeni olarak çalışmakta, en büyük
ideali kamuda memur olmak.
Ankara Ünv.
Son olarak bir dershanede rehber öğretmen
DTCF
olarak çalışırken bir anda işten kovulmuş.
Felsefe Bölümü
Şimdilerde ise ne yapacağını bilmiyor.
Özel bir dershanede fizik öğretmeni olarak
Gazi Ünv.
çalışmakta olup, kazancı yetersiz olduğu
Eğitim Fak.
için barınma ve diğer zaruri ihtiyaçlarını
Fizik Öğretmenliği
gidermek için ailesinden ekonomik destek
almaktadır.
Gazi Ünv.
Bir açıköğretim dershanesinde çalışan
Teknik Eğitim fak.
Burçin yoğun çalışma koşullarına rağmen
Bilgisayar
işinden memnun, kamuda öğretmenliği
Öğretmenliği
artık düşünmüyor.
Ondokuz Mayıs Ünv. Özel sektörde öğretmenlik yapıyor, öte
Eğitim Fakültesi
taraftan kamuya atanmak için KPSS
Türkçe Öğretmenliği sınavına hazırlanıyor.
135
Mezuniyetten sonra kısa bir dönem işsiz
kaldı; ancak şu anda özel bir kolejde
rehber öğretmen olarak görev yapıyor.
Mezuniyet sonrası bir süre işsiz kaldıktan
sonra bir özel okulun akşam lisesi
biriminde ders vermeye başladı. Çeşitli
sebeplerden dolayı Ankara'ya yerleşmek
zorunda kaldı ve şu anda özel bir kolejde
idarecilik yapmaktadır.
Gökan yaklaşık iki yıldır işsiz. Haftanın
iki günü cep harçlığını çıkarmak için bir
kafede part-time garsonluk yapıyor.
Frelance çevirmenlik yapan Güner, uzun
süre kamuda memur olmak için mücadele
vermiş; ancak artık bunu istemiyor. İleride
bir ofis kurma hayaliyle yaşıyor.
Mezun olduktan sonra bir süre özel ders
vererek geçimini sağladı; ancak bunu etik
bulmadığı için bıraktı. Şimdi ise özel bir
dershanede matematik öğretmeni olarak
çalışmakta.
Mezun olduktan sonra uzun bir süre
Palyaçoluk da dahil olmak üzere geçici
pek çok işte düşük ücretlerle çalıştı. Şu
anda bir açık öğretim dershanesinde
Türkçe
öğretmeni.
Aynı
zamanda
müzisyenlik yapıyor.
Ebutalip
25
Hacettepe Ünv.
Eğitim Fak.
PDR
Ertuğrul
33
KTÜ
Eğitim Fak.
Sosyal Bilgiler Öğr.
Gökan
27
Hacettepe Ünv.
Fen-Edebiyat Fak.
Sosyoloji Bölümü
Güner
36
Hacettepe Ünv.
Edebiyat Fakültesi
İngiliz Dil Bilimi
24
ODTÜ
Fen-Edebiyat Fak.
Matematik
Felsefe (Yan Dal)
29
Hacettepe Ünv.
Fen-Edebiyat Fak.
Türk Dili ve Edebiyatı
27
Gazi Ünv.
Eğitim Fak.
Felsefe Grubu Öğr.
Yaklaşık 3 yıldır işsiz, KPSS sınavına
hazırlanmakta.
33
Bülent Ecevit Ünv.
Eğitim Fak.
Coğrafya
Öğretmenliği
AYÖP Ankara temsilcisi, aynı zamanda
özel bir dershanede Coğrafya öğretmenliği
yapmakta.
Hakan
Harun
Hasan
Hasan
Basri
İlksen
28
Kadir
27
Ondokuz Mayıs Ünv.
Fen-Edebiyat Fak.
Matematik Bölümü
Gazi Ünv.
Eğitim Fak.
Coğrafya Öğr
Özel bir kolejde akşam lisesi için
matematik dersleri veren İlksen, aile
desteği ve kolejden kazandığı cüzi
ücretlerle geçimini sağlıyor, aynı zamanda
KPSS sınavına hazırlanıyor.
Yaklaşık iki yıldır işsiz olan Kadir daha
önce garsonluk ve fotoğrafçılık yapmış.
Şimdi ise KPSS sınavına hazırlanıyor.
136
Kenan
26
Mehmet
32
Murat
23
Murat
25
Serhat
32
Serkan
30
Şahika
26
Ömer
Uğur
Vadi
23
33
38
Gazi Ünv.
Eğitim Fak.
Resim Öğretmenliği
Kırıkkale Ünv.
Fen-Edebiyat Fak.
Türk Dili ve Edebiyatı
Gazi Ünv.
Fen-Edebiyat Fak.
Matematik
Gaiz Ünv.
Eğitim Fak.
Türkçe Öğr.
İstanbul Ünv.
Fen-Edebiyat Fak.
Matematik Bölümü
Selçuk Ünv.
Eğitim Fak.
Biyoloji Öğretmenliği
Hacettepe Ünv.
Eğitim Fak.
İngilizce Öğretmenliği
Ankara Ünv.
Eğitim Fak.
Sosyal Bilgiler
Öğretmenliği
Bülent Ecevit Ünv.
Eğitim Fak.
Sosyal Bilgiler
Öğretmenliği
Ankara Ünv.
Eğitim Fak.
PDR
Mezun olduktan sonra bir süre işsiz kalıp,
daha sonra reklam ajansında düşük ücretle
çalıştı. Son altı aydır özel bir kolejde resim
öğretmenliği yapıyor, aynı zamanda
yüksek lisans eğitimine devam etmekte.
Bir dershanenin KPSS biriminde Türkçe
öğretmeni olarak çalışmakta, aynı
zamanda KPSS sınavına hazırlanmakta.
Şu anda ayda 500 TL karşılığında özel bir
dershanede
yoğun
bir
tempoyla
çalışmakta.
Şu sıralar işsiz olan Murat KPSS sınavına
hazırlanıyor, vakit buldukça babasının
kuruyemiş dükkanında çalışıyor.
Yedi aydan beri işsiz. Özel ders vererek
cep harçlığını çıkarıyor ve aynı zamanda
KPSS'ye hazırlanıyor.
Çeşitli dershanelerde biyoloji öğretmeni
olarak çalıştı, şimdi ise özel bir kolejde
biyoloji öğretmeni olarak çalışmakta.
Yüksek lisans eğitimine devam ediyor,
diğer taraftan bir dil dershanesinde parttime olarak çalışıyor.
Bir barda garson olarak çalışan Ömer
KPSS'den ümidini kesmiş. İleride kendi
mekanını açma planları yapıyor.
Şu anda işsiz. Daha önce inşaatlarda da
çalışmış olan Uğur KPSS sınavına
hazırlanıyor.
Çeşitli KPSS dershanelerinde öğretmenlik
yapmanın yanı sıra çeşitli sektörlerde
kendine ait işletmeleri var.
137
Download