islam tarihi ve medeniyeti-1

advertisement
İSLAM TARİHİ VE
MEDENİYETİ-1
TAR103U
KISA ÖZET
DİKKAT…Buarada ilk 4 sahife gösterilmektedir.
Özetin tamamı için sipariş veriniz…
www.kolayaof.com
1
1. ÜNİTE İslamiyet Öncesi Arabistan
ARABİSTAN’IN COĞRAFİ ÖZELLİKLERİ
İslâm’ın doğup geliştiği Arabistan, insanlık tarihi bakımından yeryüzündeki en önemli
bölgelerin başında gelir. Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının kesişme noktasında yer alan dünyanın en büyük yarımadalarından fiibhü Cezîreti’1-Arab’a Türkçe’de Arap yarımadası veya Arabistan denilir. Doğuda Basra Körfezi ve Uman Denizi, güneyde Arap Denizi ve Aden Körfezi,
batıda Kızıldeniz ve Akabe Körfezi ile çevrilidir. Genellikle Tihâme, Hicaz, Necid ve Yemen adlarıyla dört bölüme ayrılır.
Kuzeyde Ürdün’ün liman şehri Akabe’den güneyde Yemen sınırındaki Asîr’e ve doğuda
Necid çöllerinden Irak’a kadar uzanan Hicaz, Arabistan’ın en önemli ve müstakil bölgesidir.
Arabistan’ın büyük kesimi sıcak ve kurak kuşakta yer alır. Arabistan tamamen susuz, bitkisiz ve
çöllerle kaplı bir alan değildir. Arabistan’daki tarım ürünlerinden hurmanın özel bir yere sahip
olması gibi evcil hayvanlardan devenin de ayrı bir yeri vardır.
Arabistan’ın Sakinleri
Yarımadanın esas sakinleri günümüzde dünyanın en kalabalık Sâmî kavmi Araplardır.
Arapların tarihin eski devirlerinde yaşayan daha sonra çeşitli sebeplerle yok olan kısmı Arab-ı
bâide hakkında çok fazla bilgi yoktur. Kur’an-ı Kerim’de adları geçen Âd, Semûd başta olmak
üzere Medyen, Casîm, Amâlika vb. bunlardandır.
Arapların soyları devam eden kısmı Arab-ı bakiye ise Arab-ı âribe ve Arab-ı musta’ribe
olmak üzere iki ana kola ayrılır. Bu ayrım dil ve kültürden kaynaklanır.
Arab-ı Âribe
Kahtânîler adı verilen bu kabileler grubunun anavatanı Yemen’dir. Bu sebeple Güney
Arapları olarak da bilinirler. Cürhüm ve Ya’rub olmak üzere önce iki büyük kola ayrılır.
Ya’rub’dan da Kehlân ve Himyer adında iki ayrı koldan birçok alt kol meydana gelmiştir.
Arab-ı Müsta’ribe
Aslen Arap olmayıp sonradan Araplaşan kabilelerden meydana gelir. Kuzey Arapları
adıyla da bilinen bu kabilelerin soyu Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’e dayandığı için İsmailîler
veya soyundan uzak torunlarına nispetle Adnânîler, Meaddîler, Nizârîler diye de anılır. Kadim
tarihleri Arabistan’ın tarihiyle iç içe olan Arapların ilk devirleri hakkında çok fazla bilgi yoktur.
GÜNEY ARABİSTAN’DA KURULAN DEVLETLER
Maîn Devleti
Merkezi San’a’nın doğusunda harabeleri bulunan Maîn şehridir. Maîn Krallığı m. ö.
1400-650 yılları arasında Yemen’de hüküm sürdü. Yedi tabakadan oluşan Maîn hükümdarlarının sayısı yirmi ikidir.
Sebe Devleti
Güney Arabistan’da Maîn Devleti’nden sonra hüküm süren devletlerin ikincisi Sebe
Devleti’dir. Başkenti San’a’nın doğusunda ticaret yollarının kavşağında yer alan Me’rib’dir. Kuruluş tarihi bilinmeyen Sebe Devleti’nin m.ö. X. yüzyıl öncesinden itibaren mevcut olduğu tahmin edilmektedir. Tarihçiler Sebe Devleti’ni Mukarribler Dönemi (m.ö. ? -m.ö. 650) ve Melikler
Dönemi (m.ö. 650-115) olmak üzere iki devreye ayırır. Sebelilerin mühendislik alanındaki gelişmişliğinin bir sembolü olan Me’rib Barajı çok meşhurdur. Kur’an-ı Kerim’in otuz dördüncü
suresinin adı Sebe’dir.
Himyerî Devleti
Arapların Kahtânîler koluna mensup olan Himyerîler kısa zamanda bütün Yemen’i ele
geçirdiler. Devletin başkenti Reydân daha sonra Zafâr adıyla meşhur oldu. Himyerîlerin birinci
hâkimiyet devri IV. yüzyılın başına kadar devam eden feodalite dönemidir.
KUZEY ARABİSTAN’DA KURULAN DEVLETLER
2
Nabatî Devleti: Milattan önce IV. yüzyılın sonlarında kuruldu. Filistin’in güneyinde Akabe körfezi ile Lût gölü arasında hüküm sürdü. Devletin merkezi Akabe körfezinin biraz kuzeyindeki
Petra’dır. Bir ara Fırat nehri ile Kızıldeniz arasında geniş bir alana yayılan Nabatîler Kuzey Hicaz’a da hâkim oldu.
Tedmür Devleti: Kuzey Arabistan devletlerinin ikincisi Tedmür Krallııı’dır. Palmyra adıyla da
anılan uluslarası ticaretin önemli merkezlerinden birisi olan Tedmür şehri Suriye çölünün ortasındaki bir vahada, Şam’ın 260 km. kuzeydoğusunda yer alır.
Gassânî Devleti: Arapların Kahtânîler koluna mensup olan Gassânîler III. yüzyılda Yemen’den
Suriye’ye göç ederek Cefne b. Amr liderliğinde Dımaşk merkezli bir devlet kurdular. Hem kendi
hem de Bizans İmparatorluğu lehine Sâsânîler ve Hîre’de devlet kuran Lahmîler ile mücadele
ettiler. Gassânîler, Yemen ve Sebe ile Suriye ve Bizans medeniyetlerini birbirleriyle kaynaştırıp
önemli mimarî eserler yaptılar. Saray ve evler, zafer takları, su kemerleri, kilise, hamam ve
tiyatrolar inşa ettiler.
Lahmî (Hîre) Devleti: Kuzey Arabistan’da hükümdarlarının soyları Arapların Kahtânîler koluna
mensup Lahm b. Adî’ye dayandığı için Lahmîler, başkentlerinden dolayı da Hîreliler adıyla bilinir. Lahmîler, Me’rib Barajı’nın yıkılmasından sonra Cüzam, Âmile ve Tenûh kabileleriyle birlikte Yemen’den göç ederek III. yüzyılın başlarında Irak’a yerleştiler.
Kinde Devleti: Kuzey ve Orta Arabistan’da hüküm süren Kindelilerin genellikle Kahtânîlerden
oldukları yaygın kanaattir. Sürekli bir yerde oturmamalarından dolayı Kahtânî ve Adnânî Arapların bir karışımı olarak da kabul edilirler.
ARABİSTAN’IN KALBİ: HİCAZ BÖLGESİ
Arap Yarımadasının İslâm tarihi bakımından en önemli bölgesi Hicaz’ın da yer aldığı
Orta Arabistan’dır. Sözlükte ‘iki şeyi birbirinden ayıran sınır, engel’ anlamına gelen Hicaz’a bu
ad iki bölgeyi birbirinden ayırdığı için verilmiştir. Hicaz Kızıldeniz’in doıusunda, kuzeyde Ürdün’ün liman şehri Eyle’den (Akabe) güneyde Yemen sınırındaki Asîr’e ve doğuda Necid çöllerinden Irak’a kadar uzanır. İslâm’dan önce Hicaz’ın en önemli şehri Mekke’nin dinî ve ticarî
öncülüıü üç şehri birbirine bağlamıştı. İslâm’dan önce Orta Arabistan’ın tarihini Eyyâmü’l-Arab
denilen kabileler arasındaki savaşlar teşkil eder.
Mekke’nin Şehir Olarak Ortaya Çıkışı
Sadece İslâm tarihi bakımından değil dünya tarihi bakımından da Hicaz’ın en önemli
şehri Mekke’dir. Şehir hayatı için elverişli bir iklimi olmamasına ve iskânı zor bir vadinin üzerinde yer almasına rağmen, Mekke’nin yerleşim birimi olarak seçilip plânlanmasında belirleyici
en mühim unsur merkezinde yer alan Kâbe’dir.
Yeryüzünde Allah’a kulluk maksadıyla yapılmış ilk mabet olan Kâbe, inşa edildiğinden
günümüze kadar Kur’an-ı Kerim’de de ifade edildiıi gibi Allah’ın evi olarak bilinen en kutsal ve
en güvenilir mekândır. Mekke’nin meşhur adları arasında el- Beledü’l-emîn (güvenli belde), elBeledü’1-harâm (kutsal ve dokunulmaz topraklar), kısaca Harem sayılabilir. Bu çerçevede Kâbe
de, el-Beytü’1-harâm (kutsal ve dokunulmaz ev), el-Beytü’l-atîk (eski veya şanlı ev); çevresindeki mescit ise el-Mescidü’l-harâm (kutsal ve korunmuş ibadet yeri) gibi adlarla anılır.
Mekke’ye Putperestliğin Girişi
Başlangıçta Hz. İsmail tarafından yürütülen Mekke ve Kâbe’nin idaresi ondan bir nesil
sonra Cürhümlüler’in eline geçti. Önceleri Hz. İsmail’in tebliğ ettiği dini benimseyen Cürhümlüler zamanla bunu terk ettiler. Kâbe’ye saygı göstermeyip takdim edilen hediyelere el koydukları gibi hac amacıyla şehre gelenlere kötü davranmaya başladılar. Huzaa kabilesinin ileri
gelenlerinden Amr b. Luhay, Mekke ve Kâbe idaresini üstlenince tevhid geleneğini bozup şe-
3
hirde putperestliıin başlamasını sağladı. Amr, bahîre, vasîle, sâibe ve hâmî adlarıyla bazı vesilelerle belirli hayvanların putlara kurban edilmesi veya putlar adına serbest bırakılması geleneğini de başlattı.
Câhiliye döneminde hac en yaygın, köklü ve düzenli bir ibadetti. Amr b. Luhay’dan
sonra hac ibadetine putperestlik unsurları karıştı. Mekkeliler edindikleri putları Kâbe’nin içine
ve çevresine yerleştirmekte, putların önünde fal okları çekerek yapacakları işler konusunda
karar vermekteydiler. Hac mevsimi savaşın haram kabul edildiıi eşhürü’l-hurum’da olduğu için
bir barış ve esenlik dönemiydi.
Kusay b. Kilâb’ın Mekke Hâkimiyeti ve Yönetimi
Huzaâlılardan sonra Mekke idaresi ve Kâbe hizmetleri Kureyş kabilesinin eline geçti. Hz.
İsmail’in torunlarından Adnan’ın soyundan gelen Kureyşliler, uzun süre Benî Kinâne’den olan
akrabalarıyla birlikte dağınık gruplar halinde Mekke dışındaki çadırlarda yaşadı. Kureyş’e adını
veren Fihr (Kureyş) b. Mâlik’in altıncı kuşaktan torunu ve Hz. Peygamber’in beşinci kuşaktan
dedesi Kusay b. Kilâb’ın Mekke tarihinde çok önemli bir rol üstlendiği görülür.
Dârünnedve: Kureyş kabilesinin önemli meseleleri görüşüp karara bağladığı toplantı yeri olan
Dârünnedve ilk defa Kusay tarafından oluşturuldu.
Kıyâde: Sözlükte ‘reislik, önderlik ve kumandanlık’ gibi anlamlara gelen kıyâde, Câhiliye döneminde Mekke’de ordu kumandanlığı ve kafile başkanlığını ifade etmek için kullanılıyordu.
Hicâbe: Sözlükte ‘örtmek, birinin bir yere girmesine engel olmak’ anlamındaki hicâbe Kâbe’nin
bakımı, kapısının ve anahtarlarının muhafazası görevi için kullanılan bir terimdir. Hicâbe kaynaklarda ‘Kâbe’ye hizmet etmek’ anlamındaki sidâne (sedâne) ile birlikte yer alır.
Rifâde: Sözlükte ‘yardım etmek, desteklemek’ gibi anlamlara gelen rifâde, İslâm’dan önce hac
günlerinde Kâbe’yi ziyaret için gelenlerin yemek ihtiyaçlarının karşılanması ve ağırlanması demektir.
Sikâye: Sözlükte ‘sulamak, su kabı, sulama yeri, suculuk’ gibi anlamlara gelen sikâye, terim
olarak Mekkelilerin ve hac günlerinde Kâbe’yi ziyaret için gelenlerin su ihtiyaçlarının karşılanması görevi demektir. Önceleri şehrin ve Kâbe’yi ziyaret edenlerin su ihtiyacı halktan toplanan
yardımlarla karşılanıyordu.
Mekke’nin Ticari Bir Merkez Olarak Yükselişi
Mekke kuruluşundan Kusay b. Kilâb zamanına kadar her hangi bir siyasi gücü olmayan
dinî bir merkezdi. Kur’an-ı Kerim’de “ekin bitmeyen bir vadi” olarak nitelenen (İbrâhîm 14/37)
Mekke sakinlerinin ticaretten başka seçenekleri de bulunmuyordu. Ticaretteki ilk deneyimlerini Himyerîler ve Lahmîler’in vesayeti altında kazanan Mekkeliler, hac ve umre amacıyla şehirlerine gelenlerle ve çevredeki Araplarla yaptıkları sınırlı ticaretle yetiniyorlardı. Mekke ticareti, şehrin coğrafi ve dinî konumunun sağladığı avantajlarına ek olarak ‘ilâf’ ve buna bağlı olarak gelişen ‘rihleteyn’ mekanizmalarıyla desteklenerek gelişimini sürdürdü.
Arabistan Ticaretinin Can Damarı Panayırlar
İslâm öncesinde Arap yarımadasının en geniş ticarî faaliyetleri büyük ölçüde panayırlarda cereyan ediyordu. Siyasî, sosyal ve kültürel açıdan da oldukça önem taşıyan, bir kısmı
uluslararası mahiyetteki bu panayırlarda çeşitli milletlere mensup tüccarlar ile Arap kabileleri
bir araya gelirdi. İslâm öncesinde Arabistan’ın çeşitli bölgelerinde kurulan panayırların en
önemlisi Ukâz’dır.
Fil Vak’ası: Ebrehe’nin Kâbe’yi Yıkma Teşebbüsü
İslâm öncesinde şehir hayatı için gerekli kaynaklara sahip olmayan Mekke, coırafi konumu, dini ve ticari bir merkez olmasından dolayı Roma, Bizans, İran ve Habeş imparatorlarının
zaman zaman dikkatini çekerek, hâkim olmak için çeşitli teşebbüslerde bulunmalarına sebep
olmuştur. Habeş Necâşîsi tarafından 525’te Eryât kumandasında Yemen’e gönderilen orduda
4
Ebrehe el-Eşrem adlı bir asker de vardı. Araplar Ebrehe’nin beklentisinin aksine davetine ciddî
bir ilgi göstermediler. Hatta Kinâne kabilesinden birinin kiliseyi pislemesi gibi saygısızca davranışlar yapmaya başladılar.
Ebrehe’nin ordusuyla Kâbe’ye saldırısı ve helak oluşu Fîl suresinde şöyle anlatılır:”Görmedin mi Rabbin neler etti fil sahiplerine? Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı? Onların
üstüne sürü sürü kuşlar saldı. O kuşlar onların üzerlerine pişkin tuıladan yapılmış taşlar atıyorlardı. Böylece onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi.”(Fîl 105/1-5). Burada Fil Vak’ası hakkında
bilgi vermekten daha çok, Mekke müşriklerine bildikleri bir olayın acı sonucu hatırlatılarak
İslâm’a ve Hz. Peygamber’e karşı düşmanca tavır sergilemeyi sürdürmeleri halinde kendilerinin
de böyle bir cezaya çarptırılabileceklerine dikkatleri çekilmektedir. Bu olaya Fil Vak’ası, meydana geldiği yıla da Fil yılı adı verilmiştir.
2. ÜNİTE İslâm’ın Doğuşu ve Mekke Dönemi
HZ. MUHAMMED’İN PEYGAMBERLİK ÖNCESİ HAYATI
Soyu, Ailesi, Doğumu ve Çocukluğu
İslâm Peygamberi’nin soyu yirmi birinci kuşaktan atası olan Adnân vasıtasıyla Hz. İbrahim’in oılu Hz. İsmail’e dayanır. Bu sebeple Hz. Muhammed’in de mensup olduğu Kuzey Araplarına İsmâilîler veya Adnânîler gibi isimler verilir. Hz. Muhammed’in babası, Kureyş’in Benî
Hâşim kolundan Abdullah b. Abdülmuttalib, annesi ise Kureyş kabilesinin Benî Zühre koluna
mensup Vehb b. Abdümenâf’ın kızı Âmine’dir. Hz. Muhammed büyük atası Hz. İbrahim’in duası
ve kendinden önceki peygamber Hz. İsa’nın müjdesi olarak Arap yarımadasının batısındaki Hicaz bölgesinde yer alan Mekke’de dünyaya geldi.
Hz. Muhammed’in Gençliği
Câhiliye döneminde Arap kabileleri arasında sık sık çeşitli sebeplerle savaşlar çıkardı.
Hatta kan dökmenin yasak olduğu haram aylarda bile savaşların yapıldığı olur ve bu aylarda
cereyan eden savaşlara Ficâr adı verilirdi. Hz. Peygamber Mekke’deki birçok Kureyşli gibi ticaret ile meşgul olmuştur. Mekke yakınlarındaki Ukâz panayırının yanısıra Mekke’nin güneyinde
Yemen yolu üzerinde on günlük mesafedeki Hubâşe panayırına, bir veya iki defa Yemen’e, ayrıca Doğu Arabistan’daki Muşakkar ve Debâ panayırlarına gittiği tespit edilebilmekte hatta Habeşistan’a gittiği tahmin edilmektedir.
Hz. Hatice ile Evliliği
Hz. Hatice, Kureyş’in ileri gelenlerinden Huveylid b. Esed’in kızı olup soyu, dedelerinden
Kusay’da Hz. Muhammed’in nesebiyle birleşir. Hz. Peygamber’den önce iki defa evlilik yapmış
olan Hz. Hatice soylu, güzel ve zengin bir hanımdı. İkinci kocasının ölümünden sonra Kureyş’in
ileri gelenlerinden evlilik teklişeri almakla birlikte olumlu cevap vermemekteydi. Ebû Tâlib ve
diğer amcaları, babası vefat etmiş olduğu için Hz. Hatice’yi amcası Amr b. Esed’den istediler ve
alınan olumlu cevapla evlilik gerçekleşti.
Kâbe Hakemliği
Hz. Muhammed’in otuz beş yaşlarında iken gerçekleştirilen Kâbe tamiri sırasında Kureyşliler arasında yaptııı hakemlik önemli bir mahiyet taşımaktadır. Kureyşliler, 605 yılında yangın ve sel baskınlarından zarar gören Kâbe’yi yeniden inşa etmek istediler.
HZ. MUHAMMED’İN PEYGAMBERLİĞİ VE İSLÂM’IN MEKKE DÖNEMİ
İlk Vahyin Gelişi
Hz. Muhammed’in Allah tarafından peygamberlikle görevlendirilişi kırk yaşında olmuştur. Kâbe’nin tamiri ve Hacerülesved’in yerine konulmasından sonra, Allah hakkında düşünmeye, O’na nasıl iman ve ibadet edileceıini araştırmaya daha fazla yöneldiıi fark ediliyordu.
5
Hz. Muhammed’in Hira’da bulunduğu 610 yılı Ramazan ayının son on günü içinde muhtemelen yirmi yedinci gece, bazı rivayetlere göre pazartesi günü sabaha karşı Cebrâil gelerek
ona Allah tarafından peygamber olarak görevlendirildiğini haber verdi. Bu ilk vahyi Hz. Peygamber şöyle anlatır. O gece Cebrâil bana gelerek “Oku!” dedi. Ben okuma bilmediğimi söyledim. Bunun üzerine melek beni alarak dayanabileceıim son noktaya kadar sıktı. Ardından beni
bırakıp tekrar “Oku!” dedi. Cevaben yine “Ben okuma bilmem” deyince tekrar son noktaya
kadar sıktı ve “Oku!” dedi. Ben “Ne okuyayım?” diye cevap verince melek beni üçüncü defa
takatim kesilinceye kadar sıktı ve bıraktıktan sonra şu ayetleri okudu: “Yaratan Rabbinin adıyla
oku. O insanı bir embriyodan yarattı. Oku! Senin Rabbin en büyük kerem sahibidir. Kalemle
yazmayı öıreten, insana bilmediklerini belleten odur” Bu olay üzerine heyecanlanıp korkuya
kapılan Hz. Muhammed, Hira’dan ayrılarak evine gitti, yatağa girerek eşi Hz. Hatice’den üstünü
örtmesini istedi ve uyandıktan sonra başından geçenleri anlattı.
İlk Müslümanlar
Peygamber bir gün Hira mağarasından dönerken Cebrâil’i tekrar gördü, yine korku ve
heyecanla evine gidip yataıına yattı. Cebrâil evinde karşısına çıkarak Müddessir suresinin ilk
ayetlerini okudu. Bu ayetlerde artık ilâhî mesajları insanlara ulaştırma zamanının geldiği belirtilmekte, bu görevi ifa ederken her şeyden önce Rabbine güvenmesi istenmekte, ayrıca maddi
ve manevi kirlerden uzak durması talimatı verilmekteydi. Bu dönemde Hz. Peygamber evinde,
ıssız dağ eteklerinde, öğle tenhalııı sırasında Mescid-i Harâm’da namaz kılıyor, bazen de ibadetlerini Müslümanlarla birlikte yapabiliyordu.
Mekkelileri Davet
Hz. Peygamber bir gün Safâ tepesine çıkarak bütün Mekkelilere İslâmiyet’i tebliğ etmeye karar verdi ve orada toplananlara şöyle seslendi: “ Ey Kureyşliler! Size şu daıın arkasında
bir düşman birliği var desem inanır mısınız?”, “Evet, senin yalan söylediıine şahit olmadık” cevabını alınca konuşmasına şöyle devam etti: “Öyleyse ben büyük bir azaba duçar olacağınızı
size haber veriyorum... Allah bana en yakın akrabamı uyarmamı emretti. ‘Allah’tan başka ilâh
yoktur’ demedikçe size ne bu dünyada ne de âhirette bir faydam dokunur ...”.
Kureyş ileri gelenleri Hz. Peygamber’in İslâm’a davetine önceleri pek karşı çıkmadılar.
Kureyşlilerin ahlâkî durumları da son peygamberin davetini kolayca kabul edebilecek bir seviyede değildi.
Hamza b. Abdülmuttalib ve Ömer b. Hattab’ın Müslüman Oluşu
Mekke dönemindeki tebliğ faaliyetleri sırasında iki kişinin Müslüman olmasının ayrı bir
önemi vardır. Onlardan biri Hz. Peygamber’in amcası Hamza diğeri de Ömer b. Hattâb’dır. Nübüvvetin 6. yılında, Ebû Cehil ve adamlarının Hz. Peygamber’e hakaret ettiıine şahit olan bir
cariye, gördüklerini, av dönüşü Kâbe’yi tavaf etmeye gelen Hamza’ya anlattı. Öfkeye kapılan
Hamza elindeki yay ile orada bulunan Ebû Cehil’in başına vurdu, ardından, “İşte ben de Muhammed’in dinini benimsiyorum, cesareti olan varsa gelsin dövüşelim” diyerek Müslümanlığını ilân etti.
Habeşistan’a Hicret
İslâmiyet Mekke’de yavaş yavaş yayılırken müşriklerin Müslümanlara karşı tavırlarıda
sertleşti, sözlü tepkilere fiilî müdahaleler de eklendi. Ashabının mâruz kaldığı zulüm ve işkencelere son derecede üzülen fakat engellemeye gücü yetmeyen Hz. Peygamber, Müslümanlara,
dinlerini yaşayabilecekleri ve can güvenliğine sahip olabilecekleri bir yer olarak Habeşistan’a
gitmeyi tavsiye etti.
Kureyş’in Boykotu
6
Download