"Regulations and the Diffusion of Environment Technologies in the

advertisement
MÜHENDİSLER VE ÇEVRE
Doç. Dr. Dilek Çetindamar
Yönetim Bilimleri Fakültesi, Sabancı Üniversitesi
T: 212- 292 49 39 (dahili 1407); F: 212-252 32 93
E-mail: [email protected]
Özet
Bu yazının amacı hızla yayılmaya başlayan bilincinin ve çevre
teknolojilerinin mühendisler açısından anlamını tartışmak ve mühendislerin
çevre konusunda karşılaştıkları sorunları Türk gübre endüstrisindeki bir
ampirik çalışma bağlamında göstermeyi hedeflemektedir. Yazı öncelikle
endüstrileşme ve mühendisler ilişkisinden bahsedecek, ardından çevre
teknolojilerinin endüstriyel bazda uygulamalarına ait sorunları Türk gübre
endüstrisindeki bir ampirik çalışmaya dayanarak inceleyecektir. Yazının sonuç
bölümü çevre teknolojilerinin yaygınlaşması ve bu konuda mühendislere
düşen görevlerle ilgili bir genel tartışmayla sona erecektir.
1. Endüstrileşme, Mühendisler ve Çevre
19 ve 20nci yüzyıllar boyunca modernleşme sanayileşmeyle özdeş olarak
algılanmıştır. Bu nedenledir ki gelişmeye çalışan ülkeler başta ağır sanayi olmak
üzere birçok yatırımlar yaparak sanayileşmeye çalışmıştır. Bu süreçte özellikle
mühendislere büyük görevler düşmüş ve toplumu geri kalmış tarım ekonomilerinden
sanayileşmiş yapıya dönüştürmeye yönelik yeni toplum inşasının ana taşıyıcı aktörü
haline sokmuştur. Sanayileşme ideolojisi bir anlamda taşıyıcı olarak gördüğü
mühendise bir ‘teknisizm’ şemsiyesi altında tüm yapılanları rasyonelleştirme yetisi
vermiştir.
Oysa sanayileşmek amacıyla yapılan yatırımların birçok yan etkileri 20nci
yüzyıl sonlarında ortaya çıkmaya başlamıştır. Özellikle sanayileşmenin doğada
oluşturduğu tahribatların 1980’li yıllardan başlayarak kamuoyunda geniş şekilde yer
almasıyla beraber sanayileşme politikaları büyük bir sorgulama ile karşı karşıya
kalmıştır. Günümüzde çevreye duyarlı tüketicilerin gittikçe artması ve sivil örgütlerin
etkin mücadeleye girişmeleri sonucunda şirketler üretimlerini çevre faktörünü göz
önünde tutarak yapmak zorunda kalmaktadırlar. Bu değişimlerden mühendisler de
etkilenmiştir.
Her ne kadar endüstrileşme yine bir amaç olarak yerini korusa da artık
alternatif endüstrileşmenin söz konusu olduğunun altı çizilmekte ve topluma ve
doğaya en az zararlar verecek türden ve sürdürülebilir endüstrileşme uygulamalarına
yönelmeye başlanmıştır. Ayrıca bu strateji değişimi sadece gelişmekte olan ülkelerde
değil gelişmiş ülkelerde de yaşanmakta hatta fiili olarak bu ülkelerde çok daha fazla
çevre yatırımı olmaktadır. Başlangıcını Almanya’nın çektiği birçok gelişmiş ülke hem
çevre teknolojilerinin üretiminde hem de bunların sanayi alt sektörlerinde
uygulanmasında öncülüğü ellerinde bulundurmaktadırlar.
2. Son Dönemdeki Gelişmeler: Çevre Teknolojileri ve Organizasyonel Teknikler
Gittikçe yaygınlaşmaya başlayan çevreye duyarlı üretim felsefesi beraberinde
bir takım yeni çevre teknolojilerini ve organizasyonel yada yönetim biçimlerini
getirmektedir. Çevre teknolojileri iki gruba ayrılmaktadır: temizleyici 1(cleaning)
teknolojiler ve temiz (cleaner) teknolojiler. Literatürde bahsi geçen çevre yönetim
biçimlerinden bazıları ise çevre auditi, çevre eğitimi, çevre maliyet muhasebesi, ve
çevre standartları (ISO 14000) uygulamalarıdır [1]. Ayrıca, hem kirlenme olduktan
sonra bu kirlenmeyi temizleyen çevre teknolojileri hem de üretim esnasında
kirlenmenin oluşumunu azaltan yada engelleyen yeni üretim teknolojilerinin yönetimi
de çevre yönetim sisteminin bir parçasını oluşturmaktadır.
3. Ampirik Çalışma
Çevre teknolojileri ve yönetim teknikleri endüstriyel bazda uygulama
aşamasında birçok sorunla karşı karşıya kalmaktadır. Dolayısıyla bu sorunları Türk
gübre endüstrisindeki bir ampirik çalışmaya dayanarak inceledik [2]. Hem genel
olarak çevre bilinci ve yapılan uygulamalar hakkında bilgi almak hem de bu genel
süreç içinde mühendislerin rolünü araştırdığımız için iki tür aktörü araştırmak gereği
1
Bu tür teknolojilerin bir diğer ismi de üretim-sonu (end-of-pipe) teknolojilerdir.
duyduk. Bunlardan ilki üretim yapan, dolayısıyla çevreyi kirleten üretici gübre
firmaları, diğeri ise kurumlardır.
Türkiye gübre endüstrisini oluşturan toplam 6 firmanın hepsi ile 1998 yılı
içinde görüşmeler yapıldı. Bu firmaların yarısını devlet, diğer yarısını da özel firmalar
oluşturmaktadır. Devlete bağlı firmalar 1998 yılı rakamları ile sektöre ait üretimin
60%’ını ve işgücünün 82%’sini oluşturmaktadırlar.
Kurumlar olarak çevre konusunda söz sahibi olan ve kamuoyu oluşumunu
etkileyen örgütleri seçmeye çalıştık. Bu amaçla firma dışındaki görüşmeler aşağıdaki
11 adet kurumdan oluşmaktadır: Çevre, Tarım, ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığı,
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırmalar Kurumu (TÜBİTAK), Devlet Planlama
Teşkilatı (DPT), Boğaziçi Üniversitesi, Gübre Üreticileri Derneği, Çevre Teknolojisi
Derneği, Türkiye Çevre Vakfı, Çevre Mühendisleri Odası, ve Ekolojik Tarım
Derneği.
Bu çalışmaya dayanarak çok detaylı sonuçlar elde edilmiştir. Önce genel
olarak endüstri bazında çıkan sonuçlar aktarılacak, ardından mühendislerin konumuna
yönelik analizlerimiz sunulacaktır.
Araştırmamızın ortaya çıkardığı başlıca sonuçlar kısaca 6 noktada
özetlenebilir.
•
Çevre teknolojilerine yapılan yatırım birer maliyet artırıcı faktör olarak
algılanmaktadır. Bu yüzden Türk gübre endüstrisinde üretim yapan firmalar
sadece yasaların gerektirdiği ölçüde kirlenme düzeylerine inilmesine yarayacak
yatırımlar yapmışlardır. Bunun en açık örneği hava, su ve kara kirlenmesine yol
açan firmalar yasalar tarafından düzenlenen hava ve su kirlenmesine
yönetmeliklerine uygun yatırımlar yapıp, oldukça tehlikeli olan katı atıklarına
(fosfojips) yönelik çözümler üretmemişlerdir.
•
Hiç bir firmada tüm üretimi kapsayan çevre teknolojileri yatırımı yapılmamıştır,
sadece üretimin belli aşamalarındaki kısmi yatırımlarla yetinilmiştir.
•
Firmaları çevre yatırımlarına yönelten esas faktörün çevre düzenlemeleri olduğu
belirlenmiştir. Bununla birlikte görülmüştür ki firmalarca yapılan çevre yatırımları
yeterli değildir ve iki firma hariç diğer tüm firmalar Çevre Bakanlığının verdiği
izinlerin çok üzerinde çevre kirliliği yaratarak üretimlerine devam etmektedir.
•
Firmaların ihracat hedeflerinin olmaması nedeniyle uluslararası çevre
uygulamalarını önemsemedikleri ve yerel yönetimler yada sivil örgüt baskısı
olmadan çevreye yönelik örgütsel bir yapılanmaya ve altyapı yatırımına
yönelmedikleri görülmüştür.
•
Firmalar tarafından kullanılan sistematik ve kurumsallaşmış bir çevre yönetim
sisteminin olmadığı gözlenmiştir.
•
Sivil toplum örgütleri oldukça değişik amaçlarla kurulmuş, küçük boyutlu ve
oldukça yeni kurumlardır. Çoğunluğu 1990’lı yıllarda kurulmuştur. Bu kurumlar
çok farklı görevler yerine getirmektedirler. Bu görevlerden en önemlileri
şunlardır: çevre bilinci uyandırmak, çevre eğitimi sağlamak, kirlenme ve çevre
tahribatları hakkında kamuoyunu bilgilendirmek, konferans türü geniş katılımlı
aktiviteler aracılığı ile kamuoyu yaratmak, bireyler arası haberleşmeyi sağlamak,
ve toplumun desteğini alarak bazı toplu eylemleri gerçekleştirmek.
Mühendisler ve çevre ilişkisi açısından çalışmadan çıkan sonuçlara gelince
onlar da yine aşağıdaki gibi özetlenebilir:
•
Firmalarda çalışan ve yönetim kadrosunda olmayan mühendisler firma
üretiminden kaynaklanan kirlenmenin farkında ve rahatsızlar fakat çoğu zaman
yetkileri olmadığı için bunu önlemek için girişimde bulunamamaktadırlar.
•
Yönetimde bulunan mühendis kökenli yöneticiler ise kirlenmenin farkında
olmakla birlikte bunun azgelişmiş ülkeler için kaçınılmaz olduğu görüşü ile
konunun önemli olmadığını ileri sürmektedirler.
•
Her kademede yönetici olsun mühendis olsun birçok görüşme yaptığımız kişi
çevre maliyeti konusunda eğitimsizler ve bu konuda oldukça yanlış bilgilere
sahipler. Hemen hemen tüm yöneticiler çevre yatırımlarını ‘kirlilik temizleyici’
teknolojiler olarak algılamakta ve üretim esnasında kirliliğin önlenmesine yönelik
teknolojilerin getireceği maliyet faydalarından habersizler. İlginçtir ki, çevre
yatırımlarını maliyet olarak görmekle beraber hiç bir firmada kirlilik ve bunun
temizlenmesine ait maliyet hesabı yapılmamaktadır.
•
Firmalarda çevre yasalarını izleyen yıllarda artan oranda çevre mühendisi
istihdam edilmeye başlanmıştır, ondan önceki yıllarda üretim kirliliği ile ilgili
konular çoğunlukla kimya mühendisleri tarafından yapılmıştır. Bununla birlikte
çevre mühendislerinin görev tanımları çok belirsizdir ve yapısallaşmış bir çevre
mühendisliği aktivitesi yoktur.
•
Kurumlar içindeki mühendisler incelendiğinde ise daha farklı gözlemler ortaya
çıkmaktadır. Çevre mühendisliği dışındaki bakanlıklarda çok az mühendis görev
almakta ve çevreye yönelik çalışmalarda bulunmamaktadır, buna sanayi bakanlığı
da dahildir. Çevre bakanlığında çalışan mühendisler ise genelde yasal
düzenlemelerin oluşumunda çalışmaktadır. Diğer devlet kurumlarında çalışanlar,
özellikle TÜBİTAK ve DPT’nda görev alan mühendisler ise direkt olarak çevre
konularında çalışmaktadırlar. Yasal düzenlemelerle özel konuma getirilen
TÜBİTAK yeni kurulacak fabrikaların Çevre Etki Değerlendirme raporlarını
yaptığı için bilimsel araştırmanın ötesinde fiilen çevre projelerinin oluşumu ve
uygulanması proseslerinde bulunmaktadırlar. Devlet kurumları dışında kalan çok
geniş yelpaze içeren sivil toplum örgütlerinde ise her branştaki mühendislerin
aktif katılımını gözlemledik. Bunların içinde kuşkusuz en önemli örgüt Çevre
Mühendisleri Odasıdır. Bu odaya üye olan mühendislerin çok bilgili ve bilinçli
oldukları gözlenmiştir. Bu mühendisler araştırmadan, yasal düzenlemelere yönelik
alternatifi hazırlığına, ve sivil eylemlerin organizasyonuna kadar çok yönlü
aktivitelerde bulunmaktadırlar.
4. Sonuç Yerine: Genel bir Tartışma
Gübre sektöründeki çalışmamızdan çıkan tüm olumsuz sonuçlara rağmen sivil
örgütler ve bakanlıklarla yaptığımız görüşmelerden edindiğimiz genel kanı çevre
duyarlılığın Türkiye’de çok yeni olduğu ve bu konuda olumlu gelişmelerin
kaydedildiği oldu. Tüm Türkiye’yi içeren Milli Çevre Hareket Planı da ancak 1998
yılında tamamlandı [3]. Bu program dahilinde bundan sonraki dönemlerde kapsayıcı
çevre politikalarının gündeme gelmesi beklenmektedir. Sanırım bu çalışmadan çıkan
ve tartışılması gereken konuları 4 ana başlık altında toplayabiliriz:
1. Devletin rolü
Devletin Türk gübre endüstrisinde iki önemli rolü vardır: birincisi yasal
düzenlemeleri bizzat yapmak ve uygulamak, ikincisi ise direkt olarak gübre
endüstrisinde üretim yapmak.
Yasal düzenlemeler açısından Türkiye’nin oldukça başarılı olduğu yaptığımız
görüşmelerde ortaya çıkmıştır. Çevreye yönelik devlet kurumları ve hazırlanan
yasalar oldukça yenidir. Türkiye’de ilk çevre yasası 1983 yılında çıkmakla beraber,
yasal düzenleme ve standartların oluşumu 1980’li yılların sonunda ve 1990’lı yıllarda
olmuştur. Çevre bakanlığı 1992 yılında kurulmuştur. Yoğun şekilde o dönemden
itibaren Avrupa Topluluğuna uyum sağlamak için yeni yasalar çıkarılmaktadır. 2001
yılında her tür yasal düzenleme açısından benzer bir yapı oluşturulmak
hedeflenmiştir. Tüm bu yasal düzenleme cephesindeki olumlu gelişmelere rağmen
esas sorunun kontrol ve ceza mekanizmalarının işleyememesinden kaynaklandığı
görülmektedir. Politik olarak zayıf olan bakanlık az bütçesi ve eğitim düzeyi düşük
kadrosuyla gerekli kontrol ve ceza sistemini geliştirememiştir. Buna ek olarak politik
yapıdaki yolsuzluk olayları da yasaların adil uygulanmadığı konusunda bir rahatsızlık
da gündeme getirmektedir.
Devletin üretici olması nedeniyle gübre endüstrisindeki kirlilik ve çevre
uygulamaları üzerinde önemli etkileri vardır. Özellikle kirlilik açısından 1960’larda
kurulmuş olan eski üretim tesisleri nedeniyle bu fabrikalarda devletin kendi izin
verdiği kirlilik oranlarının çok üzerinde kirliliğin ortaya çıktığını gözlemledik. Buna
rağmen bu kamu şirketleri cezalandırılmamaktadır. Hem kirleten hem de kontrol ve
ceza verecek olan devletin kendisi olunca büyük suistimallerin ortaya çıktığı
gözlenmiştir. Özel şirketler bu yüzden kendilerine haksızlık yapıldığını
savunmuşlardır. Dolayısıyla kontrol ve ceza mekanizmalarının yeniden düzenlenmesi
gerekmektedir. Fakat daha önemlisi devlet bütçesindeki kısıtlamalar ve politik
kaygılarla kamu sektörlerinin hemen hepsinde olduğu gibi yatırım kısıtlamaları gübre
fabrikaları için de geçerlidir. Hatta karlı olmalarına rağmen karlarını fabrika içindeki
yenileme yada yeni ekipman yatırımlarına yapamamaktadırlar. Görüşme yaptığımız
mühendisler bunun teknolojik yenilenmeyi tıkadığından yakınmışlardır.
Ayrıca, 1980’li yıllardan beri hiç bir yatırımın olmadığı sektörde sadece kapasite
genişletme maksatlı yatırımların olması, özel gübre şirketler tarafından devletin gübre
piyasasına müdahalesi ile açıklanmaktadır. Oy deposu olarak görülen çiftçilere ucuz
satılan ve sübvansiye edilen gübre fiyatları nedeniyle sektörde kar oranlarının çok
düşük kaldığı ve fiyatlardaki belirsizliklerin gübre üreticilerini yatırımdan caydırdığı
bahsedilmiştir. Kamu şirketleri ise politikacıların müdahalesinden rahatsız olduklarını
ve kendilerine yöneltilen eleştirileri haklı bulmaktadırlar. Ayrıca kendi
otonomilerinde üretim ve yatırım kararlarını almaları durumunda üretim ve çevre
teknolojilerine yatırım yapan rasyonel üretici olabileceklerini söylemektedirler.
Dolayısıyla kamu şirketlerinin ciddi anlamda yeniden yapılandırılması gündeme
gelmek zorundadır.
2. Sivil toplum örgütlerinin rolü
Sivil toplum örgütleri Türkiye için oldukça yeni bir olgu olduğu için bu alanda
Avrupa gibi özellikle yeşiller partisi türü çevre ile ilgili baskı grupları yeterli sayıda
ve güçte henüz değildir. Bununla birlikte 17 Ağustos 1999 depreminden sonra da
ortaya çıktığı gibi bu tür örgütlenmeler oldukça önemlidir. Çevre konusunda da bu tür
çevre faciaları yada tehditleri çerçevesinde sivil örgütlenmeler oluşmakta ve toplumun
eğitimi, bilinçlenmesi konusunda oldukça önemli görevlerde bulunmaktadırlar.
Ayrıca hem devlet kurumları hem de firmalar üzerinde gözetleyici ve hak arayan
organizasyonlar haline gelmektedirler. 1990’lu yıllarda özel medya kuruluşlarının
(özel radyo ve televizyon kanalları) da ortaya çıkmasıyla beraber bu tür örgütlerin
aktiviteleri ve yaşanan çevre olayları daha geniş kesimlere haberdar edilmektedir.
Önemli çevre kurumları arasında Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) özel bir
konuma sahiptir. Her ne kadar bir meslek kuruluşu olsa da teknik açıdan olayların
analizi ve takibini yaparak bu kurum, çevre ile ilgili hemen her konuda halkın
aydınlatılması ve yasaların hazırlanması ve uygulamasında önemli bir baskı grubu
olmuştur. Üyeleri aracılığı ile bu üyelerin çalıştıkları firmalarda çevre duyarlılığının
arttırılmasını sağlamaktadır.
Çevre mühendisliği bölümü olan üniversiteler de yine ÇMO gibi teknik olarak
yetkin olup çevre kirliliklerinin azaltılması yolunda bilimsel çalışmalarda
bulunmaktadırlar ve basın aracılığı ile buldukları sonuçları ve önerileri halka
iletmektedirler. Fakat üniversiteler bir çatı altında örgütlü olmadıklarından ortak bir
baskı grubu oluşturmamaktadırlar.
Diğer sivil toplum örgütleri ise daha çok belirli alanlarda uzmanlaşmış küçük
gruplardan oluşmaktadır. Örneğin Ekolojik tarım derneği Türkiye’de ekolojik tarımın
yaygınlaşmasını hedeflemiştir ve bu konuda çiftçilerin ve tarım ile ilgili devlet
kurumlarının eğitilmesine yönelik aktivitelerde bulunmaktadır.
3. Mühendislerin rolü
Mühendislerin rolü çok yönlü olarak karşımıza çıkmaktadır. Her şeyden önce
gübre üretici firmalarında görev yapan mühendisler direkt olarak üretim aşamasında,
kirliliğin olduğu noktada görev yapmaktadırlar. Bununla birlikte mühendisler sivil
toplum örgütlerinde aktif rol almakta yada devlet kurumlarında bizzat yasal
düzenlemelerin oluşturulması ve/veya uygulamasında bulunmaktadırlar.
Gübre sektörü özelinde mühendisler maalesef üretim aşamasında etkili
olamamışlar ve iki firma haricinde çevre kirliliğinin çok yüksek düzeylerde
gerçekleştiği ortamlarda çalışmaktadırlar. Bununla birlikte sivil toplum örgütlerinde
aktif olarak çalışan gönüllü birçok mühendis bulunmaktadır. Mühendislerin
oluşturduğu sivil toplum örgütleri özellikle de ÇMO çerçevesinde ciddi bir baskı
grubu olarak görev yapmakta ve çevre konusunda bilgilendirme konusunda büyük bir
sorumluluğu yerine getirmektedirler. Bu örgütler ayrıca çevre teknolojileri hakkında
da firmaları bilgilendirmeyi amaçlamakta fakat bu aktiviteler henüz geniş bir
yaygınlığa ulaşmamıştır.
4. Geleceğe yönelik politikalar
Yazımız çerçevesinde çıkan çevre teknolojilerinin yaygınlaşması için yapılması
gerekenleri başlıca 4 ana başlıkta toplayabilmek mümkündür:
•
Kalkınma politikası: Her şeyden önce karar verilmesi gereken önemli noktalardan
biri Türkiye’nin 2000’li yıllarda nasıl bir ekonomik büyüme programı
oluşturacağıdır. Diğer birçok az gelişmiş ülkede olduğu gibi doğanın tahribatını
göz önüne almadan tüm kaynakların kullanıldığı sanayileşme mi yoksa sağlıklı,
doğaya saygılı, ve sürdürebilir kalkınma politikaları mı uygulanmalıdır. Bunun
kararı ülke içinde oluşacak toplumsal ve politik güçler arasındaki mücadele
sonucunda şekil alacağından bugün için herhangi bir öngörüde bulunmak oldukça
güçtür.
•
Çevre politikaları: Çevre politikalarının oluşumunda sadece devlete değil sivil
toplum örgütlerine de oldukça önemli roller düşmektedir [4]. Dolayısıyla çevre
politikalarının oluşumunda bundan etkilenecek tüm aktörlerin (bireyler, firmalar,
ve devlet kurumları) bu politikaların oluşumuna aktif katılımı gerekmektedir. Tüm
üretim sektörlerini kapsayan gerçekçi çevre yasal düzenlemelerinin oluşturulması
gerekmektedir. Fakat unutulmamalıdır ki yasalar kadar yasaların uygulanmasını
sağlayacak denetleme ve kontrol mekanizmalarının işlerlik kazanması
gerekmektedir. Ayrıca uluslararası arenada gerçekleşen gelişmeler takip edilmeli
ve oluşturulan örgütlerle ortaklıklara girilmelidir.
•
Teknoloji politikaları: Türkiye’de teknoloji politikaları oldukça yenidir ve hala
efektif bir şekilde çalışmamaktadır. Çevre teknolojileri konusunda ise Türkiye
oldukça geri konumdadır. Çoğunlukla ithal edilen kirliliği temizleyen teknolojiler
az sayıda firma tarafından kullanılmaktadır ama henüz yaygın kullanım söz
konusu değildir. Gübre endüstrisinde gördüğümüz üzere yasal düzenlemeler
teknoloji kullanımını arttırmıştır fakat yeterli olmamıştır. Dolayısıyla yasal
düzenlemelerin tamamlayıcı konumundaki denetleme ve ceza mekanizmalarını
güçlendirerek teknolojinin yaygın kullanımını sağlamak gerekmektedir. Fakat
daha önemlisi kirliliği temizleyen teknolojilerden ziyada kirliliğin oluşumunu
önleyen teknolojilerin yaygınlaşması için gerekli politikalara ihtiyaç vardır.
Sadece ithal edilmeyen, ülke içinde de üretilen çok yönlü çevre teknolojilerinin
oluşturulması ve kullanılmasını sağlayacak teşviklerin oluşturulması
gerekmektedir. Bu amaçla çevre teknolojisi kullanan firmalara sübvansiyonlar da
gündeme gelmelidir.
•
Eğitim politikası: Çevre konusunda eğitim her düzeyde verilmesi gerekmektedir.
Genel olarak ilkokuldan başlayarak verilecek dersler ile çevre bilinci ve
duyarlılığının oluşumu sağlanmalıdır. Bunun yanında tabii ki en önemle üzerinde
durulması gereken eğitim projesi üretimde önemli rolleri olan mühendis ve
yöneticiler için olandır. Sadece çevre mühendislerinin değil tüm mühendislik
dallarında eğitim müfredatının çevre teknolojileri ve çevre maliyetleri konularını
içerir şekilde revize edilmesi gerekmektedir. Böylece mühendislerin üretim
esnasında alternatif projeler geliştirmesi ve çevre teknolojisi uygulamalarının en
etkin şekilde gerçekleştirmesi için gerekli donanıma sahip olmaları sağlanmalıdır.
Bununla beraber karar aşamasında bulunan yöneticilerin de çevre konularına
duyarlı ve bilgili olması gerektiği için özellikle çevre teknolojilerine yapılan
yatırımlarının maliyetleri ve firmaya olan getirileri konusunda oldukça detaylı
derslerin hazırlanması gerekmektedir.
Kısacası, çevre teknolojilerin yaygınlaşması konusunda mühendisler başta olmak
üzere toplumun değişik katmanlarına görevler düşmektedir ve ancak bunların aktif
katılımı ile sonuç alınacaktır. Bu süreçte ise mühendisler sanayileşme politikalarında
olduğu gibi yine önemli bir taşıyıcı rol oynamaya devam edeceklerdir.
5. REFERANSLAR
1) OECD, 1995, Technologies for Cleaner Production and Products. Paris: OECD.
2) ÇETİNDAMAR D., 1999, The Impact of Environmental Regulations on the
Turkish Fertilizer Industry: A Report for the Environmental Regulation, Globalization
of Production and Technological Change Project. Çalışma Raporu, Maastricht:
United Nations University/ Institute of New Technologies.
3) DPT, 1998, National Environmental Application Plan. Ankara: DPT.
4) OECD, 1995, Promoting Cleaner Production in Developing Countries. Paris:
OECD.
Download