güzel ahlâk - Somuncu Baba Dergisi

advertisement
T
Edebiyat
asavvuf, Cenab-ı Allah (c.c.)’ın rızasını kazanmak ve ebedî saadete ulaşmak için nefsi terbiye etme,
ahlâkı güzelleştirme, içi ve dışı tenvir etme, suret
ve sîreti tezkiye etmeden bahseden bir ilimdir.
Musa TEKTAŞ
GÜZEL İNSLANLAR ve
GÜZEL AHLÂK
Hz. Peygamber (s.a.v.), “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderil­dim.”1 buyurmakla,
son peygamber olarak gönderilişinin gayesini
belirtmiş­tir. Tasavvufun gayesi de, ahlâkın kemâl
mertebesine ulaşmak için her hu­sus­ta Hz. Peygamber (s.a.v)’in gösterdiği yolu takip ederek, iç
ve dış olgun­luğu itibariyle onun gerçek vârisi olmanın yolunu göstermektir.
Tasavvufun gayesi, Hakk (c.c.)’ın rızasını kazanmak için nefisleri temiz­le­mek, güzel ahlâk sahibi olmaya çalışmak, kısaca Allah ve Rasûlü’nün
ahlâkı ile ahlâklanmaktır. Altın Silsile’nin bütün
halkaları güzel ahlâk numunesi olarak hayatlarını bu minval üzere yaşamışlardır. Bunlardan
biri de yirminci pirimiz olan Muhammed Zâhid
Hazretleri’dir.
Muhammed Zâhid Hazretleri, bugün Tacikistan sınırları içinde bulunan Hisar (Duşenbe)
kenti yakınındaki Vahşuvar köyünde dünyaya gelir. Onun Yakub-ı Çerhî (k.s.)’nin soyundan geldiği rivayet edilmektedir.2
Muhammed Zâhid (k.s.), zâhirî ilimlere ait ilk
dersleri memleketinde tahsil eder. Daha sonra
ileri düzeydeki dersleri ve ilimleri bölgedeki tanınmış bazı âlimlerden tahsil ederek zahir ilimlerine dair eğitim-öğretim sürecini tamamlar.
Muhammed Zâhid (k.s.) gençliğinden itibaren
tasavvufî hayatla ilgilenir. Onun genelde zühd
ehli bir zât olduğu ve münzevî bir hayat yaşadığı kaydedilmektedir. Zâhirî ilimleri tahsilinin ardından belli bir usulde tasavvufî terbiyeyi almak
üzere arayışa başlar. Bu doğrultuda çeşitli tarikatlara mensup bazı şeyhlerden ders alır. Ancak
bu ilk arayışlarından beklediği neticeyi alamayan Muhammed Zâhid, mânevî bir işaretle Nakşbendiyye silsilesinin önemli isimlerinden biri
30
Eylül 2013
olan Ubeydullah Ahrâr’a intisap etmek niyetiyle
Semerkand’a gider. Semerkand’a yaklaştığı sırada Muhammed Zâhid’in geleceği mânevî işaretle kendisine bildirilen Ubeydullah Ahrâr da onu
karşılamak üzere beldenin girişine kadar gelir.
Bu iki büyük zât karşılaştıklarında tanışıp sohbet ederler. Ahrâr’a intisap etme isteğini ileten
Muhammed Zâhid’i sülûka hazır görür ve onun
intisabını kabul eder. O, Ahrâr’ın rehberliğinde
Nakşbendiyye usûlüne göre sülûkünü tamamlar.
O, yaşadığı pek çok mânevî tecrübe ve tasavvufî
hayattaki gayretinden dolayı şeyhi Ahrâr’ın iltifatına mazhar olur.
Muhammed Zâhid (k.s.) belli bir süre devam
eden tasavvufî eğitim ve terbiyesi esnasında birçok mânevî tecrübe yaşar. Yetkin bir aşamaya
geldiği fark edilen Muhammed Zâhid’e üstadı
Ahrâr tarafından tarikatta hilafet ve irşad icazeti
verilir. O, üstadının iltifatına mazhar olup kendisine tevdi edilen irşad göreviyle memleketine döner. Muhammed Zâhid (k.s.), 936/1529’da vefat
eder ve doğum yeri olan Vahşuvar’a defnedilir.
Hz. Peygamber Sevgisi
Tasavvufî sistemde ulaşılmak istenen gaye,
ahlâkın kemal mertebesine varmak için her hususta Hz. Peygamber (s.a.v.)’in gittiği ve gösterdiği yoldan yürüyüp, iç ve dış olgunluğu itibariyle
insanlığın kema­line en güzel örnek olan Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hakikî vârisi olmaktır.
Sünnete ittiba ve takva ehli olmak Muhammed Zâhid (k.s.)’in tasavvuf anlayışının özünü
oluşturan unsurlardandır.3 Ona göre Hz. Peygamber (s.a.v.) her Müslüman için örnek alınması gereken biricik rehberdir. Mü’minler her
hâllerinde onu örnek almalı ve onun gibi muttakî
olmalıdırlar. Bu sebeple sufîlik iddiasında bulunanlar Hz. Peygamber (s.a.v.)’in uygulamalarını
yaşayarak kendilerine kadar ulaştıran mânevî veraset sahibi mürşidlere uymalıdırlar. Çünkü onlar, insan-ı kâmillerin en mükemmeli olan Hz.
Peygamber (s.a.v.)’in ahlâkı ve sünnetini nesilden nesile aktarmaktadırlar.
31
H. Hamidettin Ateş Efendi’nin huzurunda bir
sohbette Hz. Peygamber sevgisiyle ilgili şunlar
anlatılmıştır:
“Osmanlı padişahlarından Sultan Ahmed Peygamberimizin “Nakş-ı Kadem”ini Mısır’da bulunan Kayıtbay Türbesi’nden aldırıp İstanbul’a
getirtir. Onu önce Eyüp Camii’ne, inşaatı tamamlanınca da kendi adına yaptırdığı Sultan
Ahmed Camii’ne koydurtur. Bu işlem tamamlanır ki bir rüya görür. Bütün padişahların toplandığı bir divanda Hz. Muhammed (s.a.v) kadı ma-
kamındadır. Kayıtbay, “Nakş-ı Kadem”in kendi
türbesinden alınıp İstanbul’a getirilmesinden
dâvâcı olur. Tarafları dinleyen Peygamber Efendimiz, Kayıtbay’ı haklı görerek bu emanetin yerine teslimi kararına varır. Sultan Ahmed gördüğü bu rüyayı ertesi gün aralarında Aziz Mahmud
Hüdâî’nin de bulunduğu âlimlere, şeyhlere anlatır. Onlar da bu rüyayı, emanetin geldiği yere
gönderilmesi gerektiği şeklinde yorumlarlar. Bunun üzerine Nakş-ı Kadem-i Şerif, Mısır’a gönderilir. Sultan Ahmed çok üzülür. Üzüntüsünü hafifletmek için hilâfet sarığına bir sorguç yaptırır.
Sorgucun üzerine de Nakş-ı Kadem resmedilir.
Sultan I. Ahmed’in, dillere destan sevgisi ise
asırlarca “baştacı” edilmeye değer. Çünkü Sultan
Ahmed, sarığına taktırdığı sorgucun içine Pey-
32
Eylül 2013
gamberimizin ayak izinin resmini koydurmuş ve
üzerine de şu muhteşem dörtlüğü yazdırmıştır:
N’ola tacım gibi başımda götürsem daim
Kadem-i resmini ol Hazret-i Şah-ı Rusûl’ün.
Gül-i gülizâr-ı nübüvvet o kadem sahibidir
Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün.
yamızda Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz teşrif etti,
‘Benim Nâbî’m geliyor, bu sabah bu nat’ı okuyun.’
diye buyurdu, biz de onun emri üzerine okuduk.”
derler. Bunun üzerine Paşa, Nâbî’den özür diler,
hatasını anlar.”
Bu nefsi katledip ey cân selâmet ber-kenâra çık
Anın katline tevhîd gibi bir keskin sinân olmaz4
Nefsin öldüren kişinin bahtı âlîdir yarın
Katl-i nefs etmek sana âlî gazâdır ey gönül5
İnsanı günah işlemeye sevk eden nefistir. Nefis,
insanda bulunan kötülüklerin kaynağıdır.
Nefisle Mücadele
İlahî Edeb / Güzel Ahlâk
Peygamberimizin ayak izlerinden birisi Mukaddes Emanetler dairesinde bulunduğu gibi, birer numuneleri Suriye’nin Halep şehrinde Adiliye Medresesi’nde, birisi de Hindistan’daki Cuma
Mescidi’nde bulunmaktadır. H. Hamidettin Ateş Efendi 2007 yılındaki
Suriye ziyaretinde burayı ziyaret ettiği gibi, Hindistan ziyaretlerinde de;
Cuma Mescidi’nde “Nakş-ı Kademi
Peygamberî’yi” ziyaret etmişlerdir.
Hulûsi Efendi Hazretleri de her
fırsatta Peygamberimize ve hatır­
lattıkları de­ğer­lere bile saygı duy­
muştur. Bir sohbette buyurur ki:
“Urfalı Nâbî Hazretleri vardı. Padişah IV. Meh­met döneminde bir kısım
devlet erkânıyla yola çı­karlar. Kafile
Medine-i Mü­nevvere’ye yaklaştığı zaman, kafiledeki bir paşanın ayaklarını kıbleye doğru uzatarak uyuduğu­nu
gören Nâbî buna razı olmaz. Fakat bir
şey de diyemez. Biraz sonra Nâbî içinden gelen bir ilhamla
Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-i Hudâ’dır bu
Nazargâh-ı ilâhîdir makam-ı Mustafâ’dır bu
diye başlayan nat’ı şerifi irticalen okumaya
başlar. Paşa bunu duyunca, kalkar, fakat bakar ki,
kendisine ikaz için söyleniyor, hiddetlenir. “Eğer
bu okuduğun şeyi, bir başka yerde duyarsam, senin kelleni vurdururum.” der. Bir müddet sonra
Medine-i Münevvere’ye varırlar. Paşa bir de bakar ki, Ravza-i Mutahhara’nın minarelerinden,
Nâbî’nin okuduğu nat’ı şerif oku­nuyor. Paşa şaşırır, namazdan sonra bütün müezzinleri çağırır.
“Bu okudu­ğunuz nat’ı şerif, kimindir niçin okudunuz?” diye sorar. Müezzinler de: “Bu gece rü-
Muhammed Zâhid (k.s.), tasavvufî edeplere uyma konusunda hassas bir zâttır. Çünkü ona
göre bu edepler tasavvufî alanda ilerlemek isteyen kişinin yolunu aydınlatacak meşalelerdir.
Her kim mânevî seyrinde ilerlemek
ve hâl yükseltmek istiyorsa mutlaka
bu yolun önderlerinin ortaya koyduğu tasavvufî edeplere riayet etmelidir.
Zühde ve fakra çok önem veren Muhammed Zâhid, müridlerinin dünyaya tamahtan uzak durmasını öğütler.
Nefsin kötülüklerinin dünyevî hırslarla birlikte arttığını belirtir. Ona göre
bu yönüyle dünya malına tamah etmek kötülüklerin anasıdır. Gerçek zenginlik mutlak varlığa sahip olan Allah
(c.c.)’a aittir. Bütün yaratılanlar ancak
O’nun gücüyle kaimdir. Mutlak Varlık
karşısında kendisinde varlık görmeyen
ve bu yönden kendilerini muhtaç addeden tasavvuf yolunun üstadları fakrı tercih etmişlerdir.
Kalbin mâsiva kirlerinden arındırılması ve
Allah (c.c.)’ın zikriyle doldurulması onun önem
verdiği hususlardan bir diğeridir. Mânevî hallere ulaşmak ve seyr ü sülûkun her aşamasındaki makamları geçebilmek için mücahedeyi
terketmemek gerekir. Çünkü kötülüklerin kaynağı olan nefis ve onu tahrik eden şeytan teyakkuz hâlindedir. Dolayısıyla nefsin taarruzlarına
karşı sürekli uyanık olmak ve mücahede etmek
gerekmektedir.
Dîvân-ı Hulûsî-i Darendevî’de, Hulûsi Efendi (k.s.) nefsi terbiye etmek, yani öldürmek hususunda şu beyitlere yer verir:
Sufiler, tasavvufu bütünüyle ihlâs, yakînî
iman, Kur’an ve sünnet çizgisinde ilahî edebi
elde etme ve güzel ahlâk olarak tarif etmişler;
Sulejman MURADOVİC
hedefini marife­tullah ve ilahî rıza olarak göstermişlerdir. Allah, Rasûlü ve ashabının ruh
haya­tını tedvin ederek değişen toplum yapısı ve
şartlarına göre, aslî hüvi­yetini bozmadan, tasnif
ederek uygulamışlardır.
Görüldüğü gibi Kur’an ve sünnetten mülhem
olan bir gayenin insan­ları ulaştıracağı nokta Allah
ve Rasûlü’nün ahlâkıyla ahlâklanma olacaktır.
Tasavvufun gayesi de, Hakk’ın rızasını kazanmak
için nefisleri tezkiye etmek, güzel ahlâk sahibi olmaya çalışmak, kısaca Allah ve Rasûlü’nün
ahlâkıyla ahlâklanmaktır.6 Ayrıca tasavvufun insan hayatına getirdiği derin­likte, bütün insan fiillerinde; ihlas, sabır, tevekkül, zühd, kalp zengin­
liği, fedakârlık, cömertlik, edep ve hayâ, namazda
33
huşu, duada tevâzu, dünya anlayışına karşı gösterilen zühd, ahireti fani olana tercih, Allah’a kavuşma iştiyakı, karakter düzgünlüğü, zevk-i selim, bütün mahlûkata karşı şefkatli olma, zayıf
olana acıma, ince bir şuur, yumuşak huyluluk,
tevâzu, cesaret, Allah için sevip buğzetme mertebesi, iyilik ve ihsanın incelikleri, kabahat işleyeni
affetme, senden uzaklaşana kucak açma, senden
esirgeyene senin vermen vs. hususlar yer almaktadır.7
Güzel Ahlâk Sahibi Olmak
Güzel ahlâk sahibi olmanın önemine dikkat
çeken Muhammed Zâhid (k.s.) kendisi de bütün
uygulamalarında bu hususa ehemmiyet göstererek örnek olmuş müridlerine onu muhafaza etmelerini tavsiye etmiştir.
Küçük yaşından itibaren manevî hayata
açık olduğu görülen Es-Seyyid Osman Hulûsi
Efendi’nin bu durumu ile ailesi iftihar etmişlerdir. Mahalledeki diğer çocuk­lardan farklı özellikler taşıyan Osman Hulûsi Efendi’de, te­miz
giyiniş, gü­zel ahlâk üzere yaşantı, ta ço­cukluk
günle­rin­de başlamış ve çevresine bu hâliyle örnek teş­kil etmiştir. Anlatılanlara gö­re bun­dan
dolayı da, yaşa­dığı çev­rede güven timsali olmuş­
tur. Hatta okul yılla­rın­da iken kendi öğretmeninin dahi hâl ve hareket­lerinden et­ki­lendiği kay­
dedilmiştir.8
Bu hasletlerle şeriat, tari­kat, hakikat ve
ma’rifet ilim­lerinde derinleşmiş­tir. Çevre­sin­
dekilerin anlattıklarına göre “hüsn-i ahlâk, her
kemâlin fevkin­de­dir.” demiş daha büluğ çağına
gel­me­den kendisi de güzel ahlâkın timsali olmuştur. Daha o zamanlar müşahade makamına erişmiştir.
H. Hamidettin Ateş Efendi’nin şu öğütleriyle yazımızı taçlandıralım: “Yüce dinimiz, eşref-i
mahlûk olan insanoğlunun toplum içindeki davranışlarını belli bir düzene koyarak, hayatı ahlâk kuralları ve güzellikler üzerine bina
etmiştir. Fert ve toplumun ayakta durabilmesi ahlâk ile mümkündür. Âlemlerin Efendisi (s.a.v.) bir başka hadis-i şerifinde “Ben güzel
ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.” buyurmuştur. Hazret-i Aişe’den Rasulü Ekrem
(s.a.v.)’in ahlâkı sorulduğunda,“Kur’an okumaz
mısın, Rasûlullah’ın ahlâkı Kur’an’dır.” buyurmuştur. Kur’an-ı Kerim bizlere iyi huyları öğretip,
kötü huylardan uzak durmayı emreder.
Hazret-i Peygamber (s.a.v.) Efendimiz zühd
ve takva, tevazu, vakar, sabr u sebat, ahde vefa,
hukuka riâyet afv u kerem, merhamet ve şefkat
gibi bütün ahlâkî kemâlât üzere yaşamıştır. İnsan
onun bu yüce hallerini düşündükçe hayran kalıyor. Eylül 2013
Kul neylesin tahtı, tâcı?
Gül renginde bul ilâcı!..
Yoğur, arzı tutan harcı;
Bu kaçıncı Tufân böyle?..
Ecel sorar, mühlet biter;
Ömrün yükü, ömre yeter!..
Her bir nefes, bir yol tutar;
Menzil alır irfan böyle!..
And senindir, sende hikmet;
O emanet, onca ni’met!..
Nefsindedir istikâmet;
Oku, şerh et fermân böyle!..
Gönül fark et farkta, farkı;
Kaygı nedir, nedir korku?..
Sende döner umut çarkı;
Sende coşar umman böyle!..
Gel bu özde birlik gerek;
Sevgi, barış, dirlik gerek!..
Hak yolunda erlik gerek;
Usûl, edep, erkân böyle!..
Rıfat ARAZ
Dipnot
1
2
3
Hulûsi Efendi Hazretleri şöyle buyurmaktadır:
34
Gel bu gönül dergâhında,
Aşk eğirir zaman böyle!..
Nefs işlenir tezgâhında,
Beden tanık, burhân böyle!..
Bir Müslüman’ın ahlâkî gayesi dünya ve
dünyevî kazançlar değil, Allah (c.c.)’ın rızasıdır.
Onun için güzellikler içinde yaşamayı manevî
zevk ve şuur ile gerçekleştirmek gerekir. İslâm’ın
gayesi, insanları ahlâkî basamakların en üst noktasına çıkarmaktır. Öyle ise ahlâken yükselmek
için Kur’an’ın gösterdiği nurlu yoldan yürümek,
Kur’an ahlâkıyla ahlâklanmak ve dinimizin güzellikleriyle gönül dünyasını ve davranışları süslemek lazımdır.”10
4
“Bizim dinimiz ahlâk dini, fazilet dinidir. Müslümanlıkta ahlâk, en mü­him bir esastır. Ahlâkî
emirlere riayet etmeyen bir Müslüman ne kadar
âbid, ne kadar zâhid olursa olsun tam Müslüman
değildir.”9
USÛL, EDEP,
ERKÂN BÖYLE!..
İmam Malik, Muvatta, Ebu Hureyre’den rivayet edilmiştir. (Aclunî, Keşfu’ l – Hafâ,
c.1, s.211).
Muhammed Murad el-Kazanî, Nefâisü’s-sânihât fî tezyîli’l-bâkiyyâti’s-sâlihât, (Reşahât
aynu’l-hayât kenarında), el-Mektebetü’l-İslâmiyye, Diyarbakır, ts., s. 5; Necdet Tosun, Bahâeddîn Nakşbend: Hayatı, Görüşleri, Tarikatı, İnsan Yay., İstanbul 2002, s.
189.
Özköse Kadir-Şimşek H. İbrahim, Altın Silsileden Altın Halkalar, ss., 307-309,
Nasihat Yay., Ankara 2009.
Ateş¸ Es-Seyyid Osman Hulûsi¸ Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî¸ (Haz. Prof. Dr.
Mehmet Akkuş-Prof. Dr. Ali Yılmaz) s. 98¸ Nasihat Yay.¸ İstanbul¸ 2006.
5
6
7
Ateş¸ Dîvân¸ s. 167.
Eraydın, Selçuk, Tasavvuf ve Tarikatlar, İst., 1981, s. 56.
Kelâbezî, “et-Taarruf”, (Haz. Süleyman Uludağ), Dergah yay., İst., 1992, ss. 139222.
8
S.B.A.K.M. Arşivi, Röportajlar Dosyası, nr. 9/102.
9
Ateş¸ Es-Seyyid Osman Hulûsi, Şeyh Hamid-i Veli Minberinden Hutbeler, (Haz.
Prof. Dr. Mehmet Akkuş-Prof. Dr. Ali Yılmaz) s. 210, Nasihat Yay.¸ İstanbul¸
2006.
10 H. Hamidettin Ateş, İslam Güzel Ahlâktır, Somuncu Baba Dergisi, Mayıs, 2011,
S. 127, s. 3
35
Download