dünya çocuk hakları günü´ne özel forum

advertisement
DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ´NE ÖZEL FORUM
Portal
Adres
: www.arcaajans.com
İçeriği : Gündem
Tarih : 19.11.2014
: http://www.arcaajans.com/haber/guncel/dunya-cocuk-haklari-gunu-ne-ozel-forum/521317/
Dünya Çocuk Hakları Günü´ne özel forum Çocuk ve Haklarını Koruma Platformu, 19 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü´nü, önemli bir
forumla karşılayacak. Çocuk Hakları Sözleşmesi´nin yürürlüğe girişinin 20´nci senesinde , çocuklar için önemli bu sözleşmenin
maddeleri, uzmanlarca değerlendirilecek. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Vezneciler kampusunda, gün içerisinde saat 09.30-15.00
arasındaki forumda, Çocuk Hakları Sözleşmesi´nin 20´nci Yılında Neredeyiz´, `Çocuk Hakları Konusunda Uygulama ve Öneriler´
başlıklı konuşmalar yapılacak olan . Dünya Çocuk Hakları Günü´ne özel forum Kaynak: hurriyet
PREMATÜRE BEBEKLER IÇIN BIR UMUT DOGUYOR
Portal
Adres
: www.ankayasam.com
İçeriği : Gündem
Tarih : 19.11.2014
: http://www.ankayasam.com/yasam/saglik/premature-bebekler-icin-bir-umut-doguyor/
Prematüre Bebekler İçin Bir Umut Doğuyor Tarafından Yayınlandı 19 Kasım 2014 | 0 yorumlar Anne ve Bebek Vakfı adına İ.Ü.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD Öğretim Üyesi Neonatolog Prof. Dr. Yıldız Perk 17 Kasım 'Dünya
Prematüre Günü'ne dikkat çekti. Anne ve Bebek Sağlığı Vakfı ile yirmi dört gönüllünün başlattığı 'İlk Nefes' sosyal sorumluluk
projesinde, prematüre bebeklerin ilk nefeslerini daha iyi şartlarda alması hedefleniyor. Proje kapsamında erken doğan bebeklerin ihtiyaç
duydukları tıbbi donanımın sağlanması, eksiklerin tamamlanması ve prematürelerin ailelerine sağlıklı bebekler olarak kavuşturulmaları
amaçlanıyor. ?İlk Nefes• sosyal sorumluluk projesi kapsamında Anne ve Bebek Sağlığı Vakfı adına konuşan İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD Öğretim Üyesi Neonatolog Prof. Dr. Yıldız Perk, D.S.Ö. verilerine göre Türkiyenin
%12´lik erken doğum oranıyla dünyada 56. sırada olduğuna ve yenidoğan kayıplarının %70´inin erken doğum nedeniyle gerçekleştiğine
Serebral Palsi (spastik çocuk) ve çocukluk çağı körlüklerinin genellikle prematüriteden kaynaklandığına dikkat çekti. Prof. Dr. Yıldız
Perk verdiği demeçte: ?Her yıl ülkemizde doğan binlerce prematüre bebek için kuvöz ve tıbbi ekipman gereksinimi oldukça fazladır. ?İlk
nefes´ projesi ile dünyaya zor şartlarda adım atmış prematüre bebeklere, daha iyi şartlar sağlamak, ailelerine sağlıklı olarak kavuşturmak
ilk amacımız. Aynı zamanda toplumda farkındalık yaratarak projenin devamını sağlamak erken doğan tek bir bebeği bile
kaybetmeyeceğimiz günlere ulaşmak arzusundayız' dedi. Prof. Dr. Perk, 17 Kasım 'Dünya Prematüre Günü'ne de dikkat çekerek, 'Tüm
dünyada erken doğum nedeniyle bebek kayıplarının bittiği bir dünya hayal ediyoruz' temennisinde bulundu.
BALIKESIR ÜNIVERSITESI'NIN YENI REKTÖRÜ KERIM ÖZDEMIR OLDU
Portal
Adres
: hadber.com
İçeriği : Haber
Tarih : 19.11.2014
: http://hadber.com/haber/464355370/balıkesir-üniversitesinin-yeni-rektörü-kerim-özdemir-oldu.htm
BALIKESİR ÜNİVERSİTESİ'NİN YENİ REKTÖRÜ KERİM ÖZDEMİR OLDU Balıkesir Üniversitesi'nde (BAÜ) yeni rektörlük
görevine Prof. Dr. Kerim Özdemir atandı. Üniversitede 30 Ekim tarihinde yapılan ve 517 akademik personelin oy kullandığı seçimlerde
Özdemir, 97 oy almıştı. Seçimlerde mevcut rektör Prof. Dr. Mahir Alkan 137 oyla en çok oy alan isim olmuştu.7 adayın yarıştığı
seçimlerde diğer adaylar Prof. Dr. Bedriye Tunçsiper 123 oy, Prof. Dr. Kerim Özdemir 97 oy, Prof. Dr. Turgut Kılıç 60 oy, Prof. Dr.
Hilmi Namlı 40 oy, Prof. Dr. İbrahim Türkmen 40 oy, Prof. Dr. Ahmet Keleş ise 15 oy almıştı. En çok oy alan 6 isim aday arasından
Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK), Prof. Dr. Kerim Özdemir'i birinci, mevcut rektör Prof. Dr. Mahin Alkan'ı ikinci, tek kadın aday olan
Prof. Dr. Bedriye Tunçsiper'i de üçüncü sırada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın onayına sundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan,
Özdemir'i BAÜ' nün yeni rektörü olarak atadı. Prof. Dr.Kerim Özdemir, 28 Kasım tarihinde mevcut rektör Prof. Dr. Alkan'dan görevi
devralacak.KERİM ÖZDEMİR KİMDİR?Prof. Dr. Kerim Özdemir, 1953 yılında Balıkesir'in Sındırgı ilçesinin Alacaatlı Mahallesi'nde
doğdu. Orta, lise ve üniversite öğrenimini Ankara'da tamamladı. 1976 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun
oldu. Doktora çalışmasını İstanbul Üniversitesi'nde tamamladı. Çalışma hayatına 1977 yılında Teşvik Uygulama Genel Müdürlüğü'nde
uzman yardımcısı olarak başladı. 1978 yılında asistan oldu. İTÜ Sakarya Mühendislik Fakültesi Endüstri Mühendisliği bölümünde
öğretim görevlisi ve yardımcı doçent olarak görev yaptı. Sakarya Üniversitesi İİBF İktisat Bölümü'nde doçent oldu. Marmara depremi
ertesinde 2000 yılı başında Balıkesir Üniversitesi Bandırma İİBF İktisat bölümünde doçentlik kadrosuna atandı. Aynı fakültede 2004 yılı
başında profesör oldu.10 Eylül 2009 tarihinde Balıkesir Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'ne dekan olarak atandı. Özdemir,
evli ve 3 çocuk babası.
TÜRK SINEMASI MOSKOVA'DA TANITILACAK
Portal
Adres
: www.ajans34.com
İçeriği : Gündem
Tarih : 19.11.2014
: http://www.ajans34.com/guncel/turk-sinemasi-moskova-da-tanitilacak-h344563.html
Türk sineması Moskova'da tanıtılacak Türkiye sinemasının sanatsal, sektörel ve akademik yönünün güçlendirmesi, dünya akademi
literatürüne girerek kalıcı hale gelmesi amacıyla yapılan 'Türkiye Sineması Dünya Akademik Buluşmaları'nın ilki, 19-23 Kasım'da
Rusya'nın başkenti Moskova'da tertip edilecek . Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından desteklenen, İstanbul Üniversitesi İletişim
Fakültesi ve All-Russian State University of Cinematography (VGIK) işbirliğiyle yapımcı Elif Dağdeviren tarafından yaşama önceki
'Türkiye Sineması Dünya Akademik Buluşmaları' çerçevesinde 3 Türk filminin gösterimi yapılacak olan . Etkinlik çerçevesinde
yönetmen Kutluğ Ataman'ın 'Kuzu' adlı filminin Rusya prömiyeri, 21 Kasım'da yapılacak olan . Yönetmen Ataman, prömiyerin peşinden
'Türkiye Sinemasına Farklı Bakışlar' başlıklı seminerde izleyicilerle buluşacak. Akademik Buluşmalar için seçilen 'Bir Zamanlar
Anadolu'da' filminin yapımcısı Zeynep Atakan Özbatur, 'Patron Mutlu Son İstiyor' filminin başrol oyuncusu Ezgi Mola'nın da katılacağı
seminerin moderatörlüğünü Elif Dağdeviren üstlenecek. 'Kuzu', Türkiye sinemalarında önümüzdeki ay vizyona girecek. Dünya
prömiyerini Uluslararası Berlin Film Festivali'nde yapan ve Uluslararası Sanat ve Deneme Sineması Konfederasyonu (CICAE) ödülü
kazanan 'Kuzu', 51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde 'En İyi Film' dahil 6 ödülün sahibi oldu. Film, İspanya'da
yapılan 59. Uluslararası Seminci Valladolid Film Festivali'nin ana yarışma bölümünde 'En İyi Senaryo' ve 'En İyi Görüntü Yönetmeni'
dahil 4 ödül aldı.
AKCIGER KANSERI ÖLÜMCÜL OLMAKTAN ÇIKACAK
Portal
Adres
: www.ankayasam.com
İçeriği : Gündem
Tarih : 19.11.2014
: http://www.ankayasam.com/yasam/saglik/akciger-kanseri-olumcul-olmaktan-cikacak/
Akciğer kanseri ölümcül olmaktan çıkacak Tarafından Yayınlandı 19 Kasım 2014 | 0 yorumlar Akciğer kanserinde ilk kişiye özel tedavi
2004 yılında kullanılmaya başlandı. On yıl sonra bugün, artık akciğer kanserlerinin yarısından fazlasının genetik şifresi çözüldü.
Uzmanlara göre 5-7 yıl içinde akciğer kanserinin ölümcül bir hastalık olmaktan çıkıp, yüksek tansiyon ve diyabet gibi kronik bir
hastalığa dönüşmesi bekleniyor. Avusturya Graz Üniversitesi Patoloji Enstitüsünden Prof. Helmut Popper, sürdürülen çalışmalar
sayesinde, önümüzdeki 5-7 yıl içinde akciğer kanserinin ölümcül bir hastalık olmaktan çıkıp kronik bir hastalığa dönüştürüleceğini de
ifade ederek şöyle konuştu: 'Geçmişte elimizde sadece kemoterapi vardı. Ne yazık ki hastaların çoğu kemoterapiden yarar elde
edemiyordu. Ama artık hastaları seçiyoruz. Her kanserin genetik bir profili var. Bu kanserlerle mücadele etmekte olan hastalara genetik
profile özel hedefli tedaviler veriliyor. 2004´te akciğer kanserinde ilk kişiye özel tedavi kullanılmaya başlandı. Bu hedefli tedavilerle
klasik kemoterapiye göre daha iyi sonuçlar elde ediyoruz. Neredeyse her altı ayda bir akciğer kanserinde yeni bir hedefi keşfediyoruz.
Önümüzdeki 5-7 yıl içinde akciğer kanseri içinde EGFR, ALK, ROS gibi farklı gen mutasyonları taşıyan 20 farklı hasta grubuna özel 20
farklı ilaç grubundan bahsedeceğiz' dedi. Prof. Popper, kişiye özel tedavilerle hastaların yaşamlarında diğer tedavilere göre yaklaşık 12
aylık bir uzama kaydedilebildiğini vurguladı. 'Bu sürenin sonunda bu ilaçlara direnç gelişse de bunu takiben etkili olan yeni hedefli
ajanlar da geliştiriliyor. Böylece hayatın tekrar uzatılabilmesi için ikinci bir şans elde ediliyor. Bu tedaviler hastaların her gün ağızdan
kullandığı tabletler şeklinde. Böylece hastalar evden tedavilerine devam edebiliyor. Halbuki damardan uygulanan kemoterapileri
aldıkları zaman hastanede kalmaları gerekiyor' dedi. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Büge Öz
akciğer kanserinin en yüksek oranda görülen kanserler arasında olduğunu belirterek 'Erken fark edildiğinde tedavi seçeneklerinin başarı
şansı artmaktadır' şeklinde konuştu. Son yıllarda kanser tedavisinde tek bir tedavi uygulamasından 'kişiye özgü tedavi' yaklaşımına
geçildiğini vurgulayan Prof. Dr. Büge Öz 'Akciğer kanserlerinin yarısından fazlasında tümör gelişiminde rol oynayan genetik
değişiklikler artık bilinmektedir. Böylece hastalara etkili ve çok daha az yan etkisi olan tedaviler uygulanabiliyor' dedi. Prof. Dr. Öz yeni
nesil kişiye özel ilaçların avantajlarını şöyle özetledi: 'Bu ajanlar klasik kemoterapi ilaçlarının aksine sadece hedef tümör hücrelerine etki
ediyor ve vücudun savunma ve diğer hücrelerini yok etmiyor. Böylece hastalar tedavi süresince normal yaşamlarını sürdürebiliyorlar.
Kanser teşhisi ve tümörün genetik tipinin belirlenmesi için gerekli moleküler-genetik testler, onkolog ile patoloğun yakın ilişkide
olmasıyla daha kolay ve daha kısa sürede gerçekleşebiliyor. Bu sayede hasta açısından da zaman kaybı önlenmiş oluyor.' Hızlı teşhis ve
tedavi için genetik test yapılmalı Prof. Helmut Popper onkoloğun istemesini beklemeden adenokarsinom olduğunu anladığı anda
patologların direkt olarak genetik test uygulamasının daha doğru olduğunu belirtti. 'Bazı hastaların durumları ciddi ve cerrahi
olamayacak durumda hastalar olabiliyor. Tedavisiz bir hafta bile geçirme lüksleri yok. Eğer patolog hemen test etmez ve onkologdan bu
kararı beklerse bu hastaya vakit kaybettirecektir. Bu nedenle biz Avusturya´da onkologlar ve patologların ortak kararıyla hemen anında
`refleks´ test uygulamasına geçtik' diyerek tanıda gecikme yaşanmaması ve tüm hastaların yeni nesil tedavilerden faydalanması için
sosyal sağlık sisteminin önemini vurguladı. Sigara içen kadınlarda kanser riski daha fazla Prof. Helmut Popper sigara içen erkeklere göre
kadınlarda akciğer kanserinin daha hızlı geliştiğini vurgulayarak bağımlıları uyardı. Erkeklerde sigaraya başladıktan 25-30 yıl sonra
akciğer kanseriyle karşılaştıklarını söyleyen Prof. Popper, kadınlarda kanserin 15 yıl gibi kısa bir sürede ortaya çıkabildiğini belirterek
'12 yaşında sigaraya başlayan bir kız çocuğunda, 30 yaşında akciğer kanseri gelişebilir' dedi. Akciğer kanserlerinin yaklaşık %80´i sigara
içiciliğiyle ilgili Küçük bir grup dışında tüm akciğer kanserlerinde sigarayla ciddi bir ilişki olduğunu vurgulayan Prof. Helmut Popper
'Sigara bırakmak kolay bir şey değil. Nikotin eroin gibi bağımlılık yapan bir madde. Özellikle de ağır içiciler için bırakmak daha zor.
Ama akciğer kanseri tanısı konduktan sonra bile sigarayı bırakmanın faydası var. Eğer akciğer kanseri tedavisi için ameliyat olacaksanız,
sigarayı bırakmak cerrahi sonrası iyileşmeyi de hızlandırabilir, tekrarlama oranlarında da düşüş sağlayabilir' diyerek sigarayı bırakmanın
önemini vurguladı.
YUMURTA KABUGU ZARI KIREÇLENME AGRISINI AZALTIYOR
Portal
Adres
: www.sozcu.com.tr
İçeriği : Gündem
Tarih : 18.11.2014
: http://hayat.sozcu.com.tr/yumurta-kabugu-zari-kireclenme-agrisini-azaltiyor-21019/
Yumurta kabuğu zarı kireçlenme ağrısını azaltıyor Modern yaşam koşulları geliştikçe bilim dünyası da beraberinde gelen hastalıklara
çare bulmak için aralıksız çalışıyor. Bu yıl 5incisi düzenlenen Ulusal Osteoporoz Kongresinde 500 uzman ağrısız yaşam için yapılan
çalışmaları masaya yatırdı. Amerika ve Almanyada yapılan 4 bilimsel çalışma sonucunu İstanbul Tıp Fakültesi Fiziksel ve
Rehabilitasyon Anabilim Dalı Üyesi Prof. Dr. Fatma Nurten Eskiyurt ve Köln Üniversitesi Biokimya-Endokronoloji Uzmanı Dr. Cem
Aydoğan açıkladı. Araştırma sonuçlarına göre yumurta kabuğu zarındaki değişik proteinlerin ağrıyı 7 ve 10 gün arasında yüzde 40
oranında azalttığı saptandı. 5. Ulusal Osteoporoz Kongresinde halk arasında kireçlenme tıp dünyasında Osteoatrit olarak adlandırılan
hastalık için 500 uzman biraraya geldi. Kongrede ağrısız bir yaşam için bilim dünyasında yapılan çalışmalar masaya yatırıldı. İstanbul
Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Fiziksel ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Üyesi Prof. Dr. Fatma Nurten Eskiyurt kireçlenmenin bir
yaşlılık hastalığı olmadığını söyleyerek şöyle devam etti: ?Eklemler vücuttan daha önce yaşlanır. Dünya Sağlık Örgütü yaşlılığı 65 yaş
üstü olarak tanımlıyor.
Kireçlenme yaşlı hastalığı değildir Bu nedenle kireçlenme-osteoartrit aslında yaşlılık hastalığı değildir.
Kireçlenme 50 yaş üstü kişilerde sıklıkla rastlanan bir rahatsızlıktır. Eklemler daha erken yaşlandığı için kişide kas-iskelet sistemi
özellikle de eklem ve çevresindeki yumuşak doku ağrıları gelişir. ?Dizim çok ağrıyor, çömelirken, merdiven çıkarken zorlanıyorum.
Namaz kılamıyorum. Bel-boyun tutukluğu, dirsek-el bileğimde ağrı var¦ gibi şikayetler ve eklem veya sabah tutukluğu ileri evrelerde ise
hareket kısıtlılığı oluşur. Bu aşamada öncelikle yapılması gereken yaşam tarzını değiştirmek, ekleme binen yükü azaltmak, sağlıklı
beslenmektir. Böylece hastalığın ilerlemesi önlenir.• Ağrısız yaşamın sırrı yumurta kabuğu zarında saklı ?Kireçlenmeye yönelik
ilaçlar 50-60 yaş üstü kişilerin kullandığı diğer ilaçlarla etkileşim yapıp, mide ve bağırsakta emilimi azaltabilir. Bu nedenle Nutrasetik
adı verilen bitkisel ilaçlara dönüldü. Amerikada 2009 yılında tamamlanan ağrı ve tedaviye yönelik bilimsel çalışmada yumurta kabuğu
zarının eklem aşınmalarındaki tedavi edici etkisi tesadüfen ortaya çıktı. En son 2014 yılında Almanyada tamamlanan dördüncü
çalışmada yumurta kabuğu zarından elde edilen desteğin vücuttaki kireçlenmeyi hem tedavi ettiği hem de ağrıyı giderdiğine karar
verildi. Yumurta kabuğu zarının içindeki değişik moleküllerin sadece kireçlenmedeki ağrıyı gidermediği ayrıca tedavi edici özelliği
olduğu saptandı. Tüm bu bilimsel çalışmalar bize ağrısız yaşamın mümkün olabileceğini gösterdi. Hastalığın başlangıcında kişi eğer
yaşam tarzını değiştirir, kilo verir, doğru beslenir, spor yapar, eklem yumuşak dokuyu kuvvetlendirirse hastalık ilerlemez ve olduğu
seviyede kalır.• Cem Aydoğan: İlk tedavi yöntemi kilo vermektir Köln Üniversitesi Biokimya ve Endokronoloji Uzmanı Dr. Cem
Aydoğan kireçlenme hastalığında ilk yapılması gerekenin kilo vermek olduğunu söyledi. Tedavi ile ancak hastalığın durdurulabileceğini
sözlerine ekleyen Dr. Cem Aydoğan sözlerine şöyle devam etti: ?Kireçlenme kıkırdakların zamanla aşınmasından ortaya çıkan bir
rahatsızlıktır. Değişik dereceleri vardır. Derecesine uygun olarak tedavi uygulanır. Birinci derecede ağrılar günlük hayatı etkilemediği
için kişi doktora başvurmaz. Sabah ağrısı gün içinde geçer Sabah hissettiği ağrı gün içinde geçer. Ağrılar çoğaldığı zaman sabah
tutukluluğu, diz veya kalçada hareket kısıtlılığı gözlenir. Merdiven çıkarken, eğilirken, düzelmeye ya da kalkmaya çalışırken zorluk
varsa artık hastalık üçüncü dereceye gelmiştir. Kişi artık kireçlenme hastasıdır. Hasta ikinci veya üçüncü derecede tutukluk veya sancı
çoğaldığı zaman doktora başvurur. İlk tedavi yöntemi genelde kilo vermektir. Kıkırdaklarda aşınma olduğu için ağrıdan kurtulmak
mümkün olsa bile eski hale dönüş mümkün değildir. Halk arasında kireçlenme olarak adlandırılan osteoartrit genellikle orta yaş üstü (50
yaşın üzerinde) kadınlarda görülen bir hastalıktır. Neler yapılmalı? Hastalığın gelişimini hızlandıran faktörler: Kilonun fazla
olması, Hareket azlığı, İlaçların yan etkilerine dikkat! Ağrıyı tetikleyen unsurlar genelde kıkırdakların aşınmasıdır. Hastalığın üçüncü
evresinde ilaç tedavi başlar. Verilen ilaçlarda amaç ağrıyı azaltmaya yöneliktir. Hastalığın dördüncü evresinde artık ameliyat ile tedavisi
uygulanmak zorundadır. Verilen ilaçların yan etkileri olabilir. Bu etkiler mide bağırsaklarda kendini hissettirir. Bu açıdan bilim dünyası
değişik alternatifler aramaya çalıştı. Amerikada yapılan bir çalışmada tesadüfen yumurta kabuğu zarının kıkırdaktaki sancıya ve
tutukluğa iyi geldiği keşfedildi. Amerika ve Almanyada başta olmak üzere toplam 4 bilimsel çalışma yapıldıktan sonra yumurta kabuğu
zarındaki değişik proteinlerin ağrıyı 7 ve 10 gün arasında yüzde 40 oranında azalttığı saptandı.•
Yumurta kabuğu zarı
kireçlenme ağrısını azaltıyor Ballı kahve öksürüğe birebir Regl sancısına son A kan grubunda mide kanseri riski daha fazla Kepekli
tahıllar bağışıklığı güçlendiriyor
EGZAMAYI, MANTARLA KARISTIRMAYIN
Portal
Adres
: www.aktifmedya.com
İçeriği : Gündem
Tarih : 18.11.2014
: http://www.aktifmedya.com/saglik/egzamayi-mantarla-karistirmayin-h264465.html
Egzamayı, mantarla karıştırmayın Sık rastlanan bir ten hastalığı olan egzamayı İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Dermatoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ertuğrul Aydemir e sorduk. İşte egzama türleri, belirtileri ve egzamadan
korunmanın yolları...Egzama nedir ve belirtileri nelerdir?Kaynak:Haberturk
TÜRKIYEDE ANTIBIYOTIK KULLANIMI ENDISE VERIYOR
Portal
Adres
: www.tnthaber.net
İçeriği : Haber
: http://www.tnthaber.net/turkiyede-antibiyotik-kullanimi-endise-veriyor/
Tarih : 18.11.2014
Türkiyede antibiyotik kullanımı endişe veriyor Türkiyedeki antibiyotik kullanımının bir çok Avrupa ülkesini geride bırakarak, 2-3 kat
daha fazla tüketildiği belirtildi. Uzmanlar, yersiz ve gereksiz kullanılan antibiyotiklerin insan sağlığı için büyük tehlike oluşturduğuna
dikkat çekti. Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneğinde 18 Kasım Avrupa Antibiyotik Farkındalık Günü
münasebetiyle basın toplantısı düzenlendi. Toplantıda konuşan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik
Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oral Öncül, 2013te Türkiyede yazılan reçetelerdeki ilaçların yaklaşık yüzde 40ı
antibiyotikler oluşturduğunu söyledi. Antibiyotik kullanımının toplum arasında giderek bilinçsiz bir şekilde yaygınlaştığına dikkat çeken
Prof. Dr. Öncül, Güneydoğuda antibiyotik kullanımının oranının yüzde 55lere dayandığına dikkat çekti. Öncül, antibiyotiklerin gereksiz
ve yersiz kullanılmasının insan sağlığını tehdit eder duruma geldiği uyarısında bulundu. Vatandaşın antibiyotik mazeretleri! Türkiyede
antibiyotiklerin kolay elde edildiğini ifadee den Öncül, ?Türkiye Cumhuriyeti olarak antibiyotikleri son derece yaygın ve gereksiz
kullanıyoruz. Bu konuda Avrupada ne yazık ki başı çeken bir ülkeyiz. Sağlık Bakanlığının 2013 reçete bilgilendirme sistem sonuçlarına
göre Türkiyede yazılan reçetelerdeki ilaçların yaklaşık yüzde 40ı antibiyotikler oluşturmakta. Bu da yüksek bir oran. Özellikle Şanlıurfa,
Gaziantep ve Diyarbakır gibi illerimizde bu oran yüzde 55lere kadar ulaştığını görüyoruz. Gereksiz antibiyotik kullanımı bakterilerde,
antibiyotik direncini artıran bir faktör.• dedi. Antibiyotik direncinin artması ile ilgili Prof. Dr. Öncül, ?Peki antibiyotik direnci gelişirse
ne olur? Eskiden çok daha kolay tedavi edebildiğimiz enfeksiyonu artık direnç sayesinde kolayca tedavi edemiyoruz. Elimizde oluşan
direnci kıracak yeterince antibiyotik olmaması bu enfeksiyonları tedavide sıkıntılı bir duruma düşürüyor. Bazen öyle durumlar olabiliyor
ki bütün antibiyotiklere direnç gösterebilen enfeksiyonla karşılaşabiliyor ve çaresiz kalabiliyoruz.• diye konuştu. Bu ilaçlar reçetesiz
satılmayacak! Aşırı antibiyotik kullanımına çare olarak Öncül, akılcı antibiyotik kullanımının yaygınlaştırılmasının ve vatandaşların
bilgilendirilmesinin gerektiğini sözlerine ekledi. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji
Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Willke ise tepkilerinin antibiyotiklere değil, antibiyotiklerin yanlış ve yersiz kullanımına
olduğunu söyledi. Prof. Dr. Ayşe Willke, ?Yerinde antibiyotik kullanmak hayat kurtarıcıdır. Bizim karşı olduğumuz gereksiz, uygunsuz
ve aşırı antibiyotik kullanımına karşıyız. Bunun bir çok kötü sonucu var. Bugün klinikte, hastanelerde bizi zora sokan bakterilerdeki
antibiyotik direncidir. Direnç nedeniyle kaybettiğimiz hastalar oluyor. Bu direncin oluşmasının en önemli sebebi gereksiz ve yaygın bir
şekilde antibiyotik kullanmaktır. Biz antibiyotiğe değil, yayın ve gereksiz antibiyotiğe karşıyız.• şeklinde konuştu. Türk Klinik
Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı Prof.Dr. Önder Ergönül ise antibiyotiklerin aşırı kullanımından bünyenin
enfeksiyonlara karşı önemli bir direnç oluşturduğunu dernek olarak amaçlarının halkı bu yönde bilgilendirmek olduğunu ifade etti.
Antibiyotik değil çorba için! CİHAN Haberin alındığı kaynak » www.haberturk.com Etiketler: haber » haberi » haberler » haberleri
GENÇLER, DENIZI TANIYIP KORUMAYI ÖGRENIYOR
Portal
Adres
: www.sonsoz.com.tr
İçeriği : Haber
: http://sonsoz.com.tr/details.php?id=9346&rewrite=true
Tarih : 18.11.2014
Gençler, denizi tanıyıp korumayı öğreniyor 17.11.2014 15:41 ORTA Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Deniz Bilimleri Enstitüsü nün
3 yıl önce hayata geçirdiği ve TÜBİTAK tarafından da desteklenen Denizi Tanıyorum ve Koruyorum III adlı bilim ve toplum projesi,
olumlu tepkiler alınca İstanbul, Trabzon ve İzmir de de uygulanmaya başlandı Projenin İzmir yürütücülüğünü üstlenen Dokuz Eylül
Üniversitesi (DEÜ) Deniz Bilimleri ve Teknoloji Enstitüsü, dezavantajlı 5 ortaokuldan 100 öğrenciye alanında uzman olan
akademisyenler tarafından denizlerde iyi Çevresel duruma ulaşmaya ve bu iyi Çevresel durumu sürdürebilmeye katkı sağlamak amacıyla
teorik ve uygulamalı bilgiler verildi. ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü tarafından hazırlanan 'Denizi Tanıyorum ve Koruyorum' adlı
bilim ve toplum projesi, TÜBİTAK'ın da desteğiyle yaklaşık üÇ yıl önce hayata geÇirildi. Yaptıkları araştırmalarda, deniz suyu
kalitesinde, canlıların tür Çeşitliliğinde ve toplam canlı biyokütlesinde azalmalar tespit eden ODTÜ'lü bilim insanları, insanların deniz
üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmak ve doğal kaynakları kirletmeden, tüketmeden gelecekte de kullanabilmek bilinciyle yola Çıkıp
bilimsel araştırmalarla kazandıkları bilgi ve deneyimlerini genÇ kuşaklara aktardıkları proje büyük beğeni topladı. Denizleri tanıyıp onu
nasıl koruyacaklarını öğrenen öğrencilerden alınan olumlu tepkiler üzerine, projenin diğer illerde de hayata geÇirilmesi kararlaştırıldı.
Bu kapsamda, İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi İstanbul'da, Mersin Üniversitesi ile İl Milli Eğitim Müdürlüğü Mersin'de,
Trabzon Su Ürünleri Merkez Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü Trabzon'da, DEÜ Deniz Bilimleri ve Teknoloji Enstitüsü de İzmir'de
projenin yürütücülüğünü üstlendi. 5 OKULDAN 100 ÖĞRENCİ PROJEYE DAHİL EDİLDİ DEÜ Deniz Bilimleri ve Teknoloji
Enstitüsü bünyesinde, kentin Çeşitli noktalarında bulunan dezavantajlı 5 ortaokuldan belirlenen toplam 100 öğrenciye, deniz
ekosisteminin nasıl Çalıştığı, deniz araştırmalarının nasıl yapıldığı, sualtı fotoğrafının nasıl Çekildiği, aşırı avcılığın deniz canlılarını
nasıl etkilediği, sahillerin bilinÇsiz kullanımı ve betonlaşmanın deniz ekosistemini nasıl etkilediği, nesli tehlikede altındaki türlerin
koruma Çalışmaları, koruma altındaki türler, denizdeki canlı ve cansız denizel ortama dair bir Çok bilgi aktarıldı. PROJE
YAYGINLAŞMALI İzmir'deki ekibin başında, ünlü şair Can Yücel'in kızı DEÜ Deniz Bilimleri ve Teknoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi
DoÇ. Dr. Güzel Yücel Gier bulunuyor. Proje hakkında bilgi veren DoÇ. Dr. Güzel Yücel Gier, 'Bu proje deniz bilimlerinin denizle ilgili
daha iyi bir Çevrenin olması ve bunun korunmasını sağlamak iÇin Çocuklara yönelik bir Çalışma. Tanımadan koruma olmuyor. Daha
küÇük yaşta bu eğitimin verilmesi gerekliliğinden yola Çıkılarak böyle bir proje hayata geÇirildi. Bizim hedefimiz dezavantajlı
okullardaki 20'şer kişilik öğrenci gruplarına deniz bilimleri, canlı cansız denizel ortamları hakkında uygulamalı eğitim vermek. Grubu
saat 09.00'da alıp saat 16.00'ya kadar, teorik, uygulamalı ve yaratıcılıklarını da tetikleyen bir program gerÇekleştiriyoruz. Kitaplarımız
var, oyunlarımız var ve mikroskopla bakıyoruz. Bir Çeşit, oyun, eğitim, bilgi ve eğlence hepsi iÇiÇe girmiş durumda. Burada en önemli
faktörlerden biri, bizde araştırma yapan öğretim üyeleri bu projenin iÇinde yer alıyorlar. Öğretim üyeleri, öğrencilerimiz gönüllü bir
şekilde bu dersleri veriyor. Öğrenciler, okul havasında buraya geliyor, ama gün boyunca öğrenmenin ne kadar zevkli olduğunu
anladıklarında gün sonunda Çok keyif aldıklarını belirtiyorlar' dedi. Proje kapsamında eğitim alan öğrencilerden duygularını yazmaları
ve resmetmelerinin de istendiğini kaydeden DoÇ. Dr. Güzel Yücel Gier, 'Öğrenciler, 'Böyle okullar istiyoruz, sorulara cevap aldık, soru
sorabiliyoruz. Bunlar dünyaca yaygınlaşmalı, tekrar gelmek istiyoruz. Belki biz de deniz bilimci oluruz' diyerek bizi gelecek yıllarda bu
projenin gelişmesi iÇin teşvik ediyor' diye konuştu.
TARIHTE BUGÜN
Portal
Adres
: www.kanalben.com
İçeriği : Haber
: http://www.kanalben.com/haber/175271/tarihte-bugun.html
Tarih : 18.11.2014
Tarihte Bugün Yayınlanma Tarihi : 18.11.2014 : 11:56 Tarihte bugün neler oldu
1601 - Tiryaki Hasan Paşa komutasındaki Osmanlı
ordusu, HaÇlı ordusunu yenerek Kanije Zaferi'ni kazandı.
1928 - Walt Disney'in yarattığı Çizgi film Mickey Mouse'un ilk gösterimi
yapıldı.
1933 - İstanbul Darülfünunu İstanbul Üniversitesi olarak aÇıldı.
1978 - Jim Jones'un liderlik ettiği Halkın Tapınağı adlı
tarikatın 913 üyesi intihar etti.
2013 - Nejat Uygur hayatını kaybetti.
48 BIN ÖGRENCININ TERCIHI TÜRKIYE OLDU
Portal
Adres
: www.a24.com.tr
İçeriği : Gündem
Tarih : 18.11.2014
: http://www.a24.com.tr/haber/48-bin-ogrencinin-tercihi-turkiye-oldu-40005986.html?h=42
48 bin öğrencinin tercihi Türkiye oldu Batı ülkelerinden 48 bin öğrenci eğitim hayatlarını devam ettirmek için ülkemizi tercih ediyor.
Türkiye eğitim alanında tercih edilen ülkeler arasında üst sıralarda yer almaya devam ediyor. Dünyanın farklı coğrafyalarındaki 191
ülkeden 48 bin öğrenci, lisans, lisansüstü ve doktora eğitimini Türkiye de alıyor. Dünyanın hemen hemen her yerinden Türkiye ye gelen
yabancı öğrenciler, 157 devlet ve vakıf üniversitesinde öğrenim görüyor.Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı nın (YÖK) verilerinden
derlenen bilgilere göre, Türkiye de 2013-2014 öğretim döneminde 13 bin 196 sı yeni kayıt, 33 bin 431 i erkek, 14 bin 752 si kız olmak
üzere 48 bin 183 yabancı öğrenci eğitim alıyor.Türkiye yi tercih eden yabancı öğrenciler arasında dünyanın önde gelen üniversitelerini
bünyelerinde barındıran ülkelerden öğrenciler de yer alıyor.ABD den 246, Rusya dan 825, Çin den 691, Almanya dan 396, İngiltere den
85, Fransa dan 44, Japonya dan 28 öğrenci de Türkiye deki çeşitli üniversitelerde yüksek öğrenim görüyor.SURİYELİ BİN 784
ÖĞRENCİ ÜNİVERSİTE EĞİTİMİ ALIYORTürkiye de yüksek öğrenim tercihinde bulunan öğrencilerin ülkeleri sıralamasında ise
Türkmenistan ve Azerbaycan ilk iki sırada yer alıyor. Türkmenistan dan 6 bin 945, Azerbaycan dan 6 bin 906, İran dan 4 bin 342,
Afganistan dan 2 bin 333, Suriye den bin 784, Yunanistan dan bin 500 öğrencinin tercihini Türkiye oluşturuyor.Uzakdoğu ülkesi
Vietnam, Güney Amerika ülkesi Uruguay gibi binlerce kilometre uzaklıkta bulunan ülkelerden de öğrenciler de Türkiye nin farklı
kentlerindeki üniversitelere eğitime geliyor.YABANCI ÖĞRENCİLERİN İLK TERCİHİ İSTANBULYabancı öğrencilerin tercihinde
İstanbul Üniversitesi ilk sırada yer alıyor. İstanbul Üniversitesi nde 3 bin 51 yabancı öğrenci öğrenim görürken, bu eğitim kurumunu 2
bin 146 öğrenciyle Marmara Üniversitesi, 2 bin 78 öğrenciyle Anadolu Üniversitesi takip ediyor.Ankara Üniversitesi nde 2 bin 18,
Ortadoğu Teknik Üniversitesi nde bin 817, Gazi Üniversitesi nde bin 695, Trakya Üniversitesi nde bin 329, Ege Üniversitesi nde bin
316, Fatih Üniversitesi nde bin 214, Uludağ Üniversitesi nde bin 124, İstanbul Teknik Üniversitesi nde bin 75, Hacettepe Üniversitesi
nde bin 42 yabancı öğrencinin kaydı bulunuyor.Yabancı öğrencilerce az tercih edilen yüksek öğretim kurumları arasında ise 1 öğrenciyle
Tunceli Üniversitesi, 3 öğrenciyle Siirt Üniversitesi, 13 öğrenciyle Iğdır Üniversitesi, 25 öğrenciyle Mardin Artuklu Üniversitesi yer
alıyor.
SANATSEVERLER SANKO DA BULUSUYOR
Portal
Adres
: www.gaziantepgunes.com
İçeriği : Gündem
: http://www.gaziantepgunes.com/haberdetay.asp?haber=38714
Tarih : 18.11.2014
Sanatseverler Sanko da buluşuyor
18.11.2014 tarihinde eklenmiştir.
Paylaş Paylaş Paylaş Yazdır
Gaziantepin gözde kültür sanat merkezlerinden Sanko Sanat Galerisi, resim sergilerine ev sahipliği yapmaya devam ediyor. Ressam
Galip Özgören, Sanko Sanat Galerisinde 21 Kasım Cuma kişisel resim sergisi açarak, sanatseverlerle buluşacak. Gaziantepte 1948
yılında doğan sanatçı Özgören, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (Mimar Sinan Üniversitesi) Grafik Sanatlar Bölümünü bitirdi.
Öğrencilik yıllarından başlayarak 17 yıl süreyle uluslararası bir reklam ajansında grafik sanatçısı olarak çalışan Özgören, aynı zamanda
bu yıllarda grafik yönelimli resim çalışmalarına da başladı. Sanatçı çalışma hayatının ileri aşamasında İstanbul Üniversitesi İşletme
Fakültesinde MBA derecesini aldı. Kurmuş olduğu Nicetomeetyou Advertising Reklam Ajansının sahibi ve yöneticisi olarak 16 yıl
reklam sektörüne girişimci olarak hizmet verdi. Sanatçı halen, Nicetomeetyo Advertising and Management Consultancy kimliği ile proje
bazında reklamcılık ve yönetim danışmanlığı da yapmaktadır. Son yıllarda resim çalışmalarına ağırlık veren sanatçı, çalışmalarında
?insan unsurunu öne çıkarmayı tercih ederken, mekan olarak İstanbulun hemen her köşesini kullanmayı hedefliyor. 2013 Innsbruck
Avusturya Art Faire de katılan sanatçı, fuarda üç yapıtını sergiledi. Özgörenin, 21 Kasım Cuma günü saat 17.30da Sanko Park Alışveriş
Merkezi 3üncü katta bulunan Sanko Sanat Galerisinde açılacak sergisi, 12 Aralıka kadar her gün 10:00-22:00 saatleri arasında
gezilebilecek. ¶ Etiketler
EGZAMAYI, MANTARLA KARISTIRMAYIN
Portal
Adres
: cicegim.net
İçeriği : Haber
: http://cicegim.net/haber/205746/egzamayi-mantarla-karistirmayin.html
Tarih : 18.11.2014
Egzamayı, mantarla karıştırmayın Prof. Dr. Ertuğrul Aydemir egzamayı ve egzamadan korunmanın yollarını anlattı Bu haber
2014-11-18 18:19 eklenmiş ve 2 kez görüntülenmiştir.
Tweetle
Sık rastlanan bir cilt hastalığı olan egzamayı İstanbul
Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ertuğrul Aydemir e sorduk. İşte egzama
türleri, belirtileri ve egzamadan korunmak için alınması gereken önlemler...Egzama nedir ve belirtileri nelerdir?Egzama yaygın olarak
görülen kaşıntılı bir hastalıktır. Egzama halinde ciltte kaşıntı, kızarıklık ve bazen de sulanma görülebilir. Egzama kronikleştiğinde ise
kimi zaman deride kalınlaşma, kaşıntıya ikincil gelişebilen bir belirti olabiliyor. Kış aylarında egzamaya dikkat Kaç tür egzama
vardır?Egzamanın iki farklı türü vardır. Kontakt egzama (temas egzaması) ve atopik egzama (kalıtsal ve yapısal egzama)Cilde dışarıdan
temas eden maddelerin yaptığı egzamalara kontakt egzama diyoruz yani temas egzaması. Bu tür egzamalar alerjik de olabiliyor veya bir
temas sonrası tahriş nedeniyle gelişebiliyor. Ev hanımlarının el egzamaları bunun tipik örneğidir.Atopik egzama ise bünyeseldir ve
tamamen kişinin kalıtsal özelliklerine bağlı olarak gelişen bir egzama türüdür. Genellikle bebeklikte başlar ve ilerleyen yaşlara doğru
şeklini değiştirerek devam eder. Atopik Egzamanın önemli bir bölümü ilk iki yaşta kaybolur. Bir grup 5-7 yaş, bir grubu ise ergenlikte
kaybolur. İyileşmeyen -ki düşük orandadır- egzamalar 40 yaş üzerine kadar sürebiliyor. Güzel bir cilt için bakım önerileri Mevcut atopik
egzamayı birçok faktör de tetikleyebiliyor; sıcak, soğuk, dıştan temas eden tahriş edici her türlü malzeme, yünlü giysiler, stres neden
olabiliyor ve bazen kaşıntı evresi çok rahatsız edici boyutlara ulaşabiliyor. Bu da kişinin yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürebiliyor.
İstikrarlı bir tedavi süreci egzamada önem taşıyor, ancak iyilik haline erişse bile egzamanın tekrarlama riski her zaman vardır.Belli bir
meslek grubu var mıdır egzamaya yakalanan?Kontakt yani temas egzaması, bazı meslek gruplarında daha yoğunlukla görülebiliyor.
Örneğin, inşaat işçilerinde çimento temasından ileri gelen egzamalara sık rastlanıyor. Temas egzamasında kişide hangi maddenin etkili
olduğunu bulup ondan uzaklaştırmak gerekiyor. Ancak atopik egzama tamamen yapısaldır, kişinin kalıtsal yapısıyla ilgilidir.Dış etkenler
atopik egzamada değil, kontakt egzamada etkilidir. Ancak kontakt (temas) egzamasında olay ciddi tahriştir. Her türlü su, sabun, deterjan
bunların sık teması tahrişe neden olur. Bu tahriş de yavaş yavaş gelişerek egzamaya zemin hazırlar ancak bu uzun vadeli bir
durumdur.Egzamadan korunmak için yapılabilecek bir şey var mı?Egzamanın türüne bağlı olarak korunma yolları olabilir. Alerjik temas
egzaması ise o zaman söz konusu tetikleyicilerden uzak durmak gerekir. Alerjiyi yapan maddeyle temastan kaçınmak gerekir. Örneğin,
alerjik egzama en çok nikel temasında görülür. Bunun dışında değişik ilaçlar, metaller, boyalar neden olabilirler.Kimi zaman parfümler
bile sebep olabilir. Kişide hangi maddenin etkili olduğunu bulup ondan uzaklaştırmak en iyi korunma şekli olacaktır. Kuaförlerde saç
boyası teması nedeniyle sık görülür. Bunun yanı sıra temas egzamasının diğer nedeni olan tahrişe bağlı egzamada doğrudan
temizleyiciler, çözücüler, su, sabun, deterjan gibi maddeler etkilidir. Sonuçta bu temizleyicilerin kiri alabilmesi için muhakkak bunları
eritmesi gerekir. Bunları eritirken cildin de doğal yağını, nemini erittiğini söyleyebiliriz. Cilt buna bir süre dayandıktan sonra direncini
yitirir ve kronik egzama başlar. Bu deodorantlardan uzak durun!Bu tür egzamaların tedavisi bazı ürün ve ilaçlarla yapılabilir ancak bu
maddelerden uzak durulmaz ise tekrarlar. Böyle durumlarda eldiven ile iş yapılmasını öneriyoruz ancak Türk kadınları eldiven
kullanımını tercih etmiyorlar. Hatta bulaşık makinesine bile bulaşıkları yıkayarak koyuyorlar, sürekli deterjan teması da tabii ilerleyen
dönemlerde egzamaya zemin hazırlıyor.Atopik egzamada kişinin yatkınlığı vardır ancak çevresel faktörler de değişik şekillerde etkiler.
Bu durumlarda kişileri bu çevresel koşullardan uzak tutmak gerekir. Yünlü giysiler, cildi kurutucu her türlü durum tetikleyicidir. Kuru
cilt atopiklerin başlıca özelliklerinden biridir. Mevcut kuru cilt üzerine bir de kurutucu, tahriş edici etkenler eklendiğinde egzama
alevlenmesini çok daha aktif hale getirebilirler. Bilinen her hangi bir tetikleyici alerjik olay var ise bebeklerde yiyecekler nedeniyle
görülebiliyor, erişkinlerde bu ev tozu akarlarından söz ediliyor olabildiğince bunlardan uzak durulmasını tavsiye ediyoruz. Stres de
tetikleyici bir faktör. Eğer çok etkiliyorsa psikiyatrik bir destek alınması önem taşımaktadır.Bunun dışında atopik egzamalarda özellikle
bahsedilen kuru cildin yumuşatılması çok önemlidir. Cildin kesinlikle nemli tutulması gereki. Bu hastalarda gündelik nemlendirme bir
koruyucu ilaç kadar etkili olabilir. Cildinizi 7 adımda koruyun!Mantar ve egzama arasındaki farklar nelerdir?Bu ikisi halk arasında hep
karıştırılır. Mantar mikrobik bir olaydır. Bağımsız mikrobik bir olaydır. Bitkilere yakın bir mikrop cinsidir. Daha çok büklüm yerlerini
sever, nemli ortamları sever, parmak araları, kasıklar, kalçalar gibi. Çok daha somut ve kolay tedavi olan bir şeydir. Egzama ise
tekrarlayan bir özelliğe sahiptir. Nedenler ortaya çıktığı zaman tekrarlar. Bununla ilgili radikal bir çözümümüz ise yok.Özellikle son
yıllarda bebeklerde çok rastlanıyor atopik egzamaya. Anne karnında bebeği atopik egzamadan korumanın bir yolu var mıdır? Hamilelere
bununla ilgili bir tavsiyeniz olur mu?Bununla ilgili hamilelik döneminde alınabilecek bir önlem bulunmuyor. Bazı değişik söylem ve
varsayımlar mevcut ancak kanıtlanmış değil. Örneğin, anne sütü alanlarda daha az olduğu söyleniyor. Bu eski bir söylemdir. Ağaz
sütündeki bazı koruyucu maddelerin bebeğe geçmesinin katkısı öne sürülüyor. Fakat bunlar tartışma aşamasında. Onun dışında tavsiye
edebileceğimiz bir yöntem bulunmuyor, tamamen yapısal ve genetik bir durum. Örneğin, bu kişilerde astım ve alerjik nezle, bahar
nezlesi de daha sık görülüyor. Son zamanlarda ileri sürülen bir başka sav da bebekleri çok fazla mikroptan korumamanın, çok steril
büyütmemenin önemli bir koruyucu olduğu ileri sürülüyor. Bebekleri fanus içinde büyüttüğümüz zaman, sonradan karşılaştığı dış
etkenlere çok daha fazla reaksiyon gösterebiliyorlar. Örneğin, evde hayvan bulunmasının bünyelerde bu tür reaksiyon gösterilmesini
azalttığı bile öne sürülüyor.Gündelik hayatta vücudu nemlendirerek egzamadan korunulabilir mi?Atopik egzamada bunu yapabilmek
mümkün. Çünkü bütün yüzey (özellikle büklüm yerleri diz arkası, dirsek içleri gibi) aday halinde. Nemlendirme bütün vücut için
gündelik olarak uygulanmalı. Özellikle banyo sonrasında yapılması daha etkili. Riski sıfır yapmaz ancak en azından azaltır. Kuru ciltte
çatlak oluşumu ve bu çatlaklarda kaşıntı hissi ile beraber bir kısır döngü halinde egzama başlayabiliyor. Haberin alındığı kaynak »
www.haberturk.com
DOGUM SONRASI DEPRESYON BELIRTILERI
Portal
Adres
: www.f5haber.com
İçeriği : Gündem
Tarih : 18.11.2014
: http://www.f5haber.com/gazetesiz/dogum-sonrasi-depresyon-belirtileri-haberi-5028027/
Doğum sonrası depresyon belirtileri GAZETESİZ - 18 Kasım 2014 Salı, 12:04 Yapılan çalışmalar doğum sonrası dönemin hamilelik
dönemine kıyasla 3-4 kez daha riskli olduğunu ortaya koymaktadır.Prof.Dr.Sedat Özkan: Doğumu takip eden ilk 6 ay, kadın hayatındaki
diğer dönemlere oranla psikiyatrik bozuklukların görülme sıklığı oldukça yüksektir.Doğum sonrası ruhsal reaksiyonların ortaya
çıkışında, biyolojik,hormonal nedenler, ailesel faktörler psikososyal çerçeve birlikte ele alınmalıdır.dedi.İstanbul Üniversitesi İstanbul
Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Humanite Psikiyatri Tıp Merkezi Direktörü Prof. Dr. Sedat Özkan Doğum
sonrası depresyon hakkında bilgi verdi.Doğum sonrası erken dönemde ruhsal durumu etkileyen değişkenler arasında özgeçmişte
psikiyatrik bozukluk, tıbbi hastalık olması, gelir düzeyinin düşük olması, gebeliğin plansız olması, sosyal desteğin yetersizliği olarak
bulunmuştur.Eşin Desteğinin Eksikliği doğum sonrası depresyon riskini arttırır.Anne sütü vermeyenlerde doğum sonrası depresyonun
biraz daha sık olduğu belirtilmiştir. Sosyoekonomik yetersizlikler, anne ve çocuk sağlığı ile ilgili sorunlar depresyonu arttırmaktadır.
Bebeğin bakımı, ev işleri varsa diğer çocukların bakımı, anne için ciddi zorluklar oluşturur. Sosyal desteğin, özellikle eşin desteğinin
eksikliği doğum sonrası depresyon riskini arttırır. Doğum sonrası depresyon özellikle tedavi edilmediğinde yeni doğanın iyiliği,
duygusal, psikolojik, zihinsel gelişimi üzerinde önemli etkiye sahiptir.Doğum sonrası depresyonun varlığının bilinmesi ve fark edilmesi
tedavide en büyük, en önemli aşamadır.Doğum sonrası depresyon teşhisinin yetersizliğinin doğumu takiben anneden ziyade bebeğin
iyiliği üzerine odaklanmaktan doğabilir.Halbuki bu durum annenin depresyonun ilerlemesine neden olabilir, hem de depresyonun fark
edilmesini engelleyebilir. Ayrıca adet öncesi gerginlik sendromu yaşayan annelerde doğum sonrası depresyon riski daha
fazladır.Annenin duygusal olgunluğu ve doğuma psikolojik olarak hazırlanması doğum sonrası yaşayacağı hayatın kabusa dönüşmesini
azaltacaktır.Annenin kendi annesiyle geçmişteki ilişkisi , uyumu, doyumu ve özdeşleşmesi, annenin kendisiyle ilişkisi, kadınlık ve
annelik rollerini içselleştirmesi, annenin bebekle olan ilişki biçimi, annenin eş ile olan ilişkisi, eşin yaklaşımı, annenin sosyo-kültürel
durumu ve dünya ile ilgili bireysel bağlarının ne kadar iyi ve işlevsel olduğu ile ilişkilidir.Çalışan annelerde doğum sonrası depresyon
riski azdırKlinik gözlemlerimiz çalışan annelerde postpartum depresyonun daha az olduğunu aktaran Prof.Özkan ?Anne bebeği ile otistik
bir yaşama yönelmemeli, kendini ve hayatı ihmal etmemelidir• dedi.Anne, anneliğini ön plana çıkarırken, eşliğini, kadınlığını,
bireyselliğini de unutmamalı. Eş ve aile de bebeğe odaklanıp, anneyi unutmamalıdır.Psikolojik ve sosyal destek, yardım ve birçok
olguda ilaç (antidepresan) tedavisi gereklidir. Psikiyatrik tedaviye başlamadan önce tiroit fonksiyon bozukluğu,kansızlık gibi duygu
durum bozuklukların tıbbi nedenleri dışlanmalıdır. Anneden beklentiler, annelik rolü, hamilelik, doğum ve çocuk yetiştirme ile ilgili aile
içi ve toplumsal bakış açıları gerçekçi, bilimsel olmalı ve insancıllaştırılmalıdır. Eğitim ve desteğin artmasıyla depresyon azalacaktır.
Duygusal destek ve paylaşım en merkezidir. İlaç tedavisi, psikoterapi ve gerekirse hastaneye yatırılarak tedavi etkin sonuç
sağlamaktadır.Prof.Dr.Sedat Özkan: son olarak ?iyiki doğdum diyenler, iyiki doğurdum da demeliler!•dedi.Haberin alındığı kaynak »
www.gazetesiz.com
DIYABET SALGIN GIBI......
Portal
Adres
: www.antakyagazetesi.com
İçeriği : Gündem
: http://www.antakyagazetesi.com/H6543-diyabet-salgin-gibi.html
18-11-2...
Tarih : 18.11.2014
DİYABET SALGIN GİBİ......
18-11-2014 14:04 DİYABET SALGIN GİBİ......
18-11-2014 14:04
Diyabet farkındalık haftasında ortaya Çıkan ilginÇ görüş: DİYABET SALGIN GİBİ... Türkiye de 7 Milyon diyabetli var, 3 milyon kişi
de Diyabetli olduğundan habersiz
?Diyabet Farkındalık Haftası• kutlamasında ülkemizde 7 milyon kişinin diyabetli
olduğu, ayrıca 3 milyon kişinin de diyabetli olduğundan habersiz olduğu belirtildi.
MKÜ de bu alandaki sağlıkÇıların
katıldığı toplantıda hızla artan diyabetin etkileri ve tedavisi ele alındı.
Mustafa Kemal Üniversitesi Sağlık Uygulama
ve Araştırma Hastanesi Hemşirelik Hizmetleri Müdürlüğü ve Endokrin ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalının 14 Kasım Dünya
Diyabet Günü münasebetiyle ortak olarak hazırladıkları ?14 Kasım Diyabet Farkındalık Haftası Eğitim Toplantısı•, Mustafa Kemal
Üniversitesi Atatürk Konferans Salonu nda, Üniversite Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı DoÇ. Dr. İhsan Üstün, İstanbul Üniversitesi
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Endokrinoloji, Diyabet Ve Metabolizma Bilim Dalı Hemşiresi Dr. Hemşire Emine Kır BiÇer ve Çok sayıda
katılımcıyla gerÇekleşti.
Yapılan bilimsel Çalışmalarla ülkemizde 7 milyonun üzerinde diyabetli olduğu, yaklaşık 3
milyon kişinin ise diyabetli olduğundan haberdar olmadığı tespit edilmiş, diyabet hastalığının görülme sıklığının, obezitenin artışına
paralel olarak hızla arttığı ve 20 yaş üzeri her 7 kişiden birinin diyabetli olduğu ortaya Çıkmıştır. Ülkemizde de diyabetli hasta sayısında
önemli bir artıştan söz etmek mümkündür. Hareketsiz yaşam tarzı, sağlıksız beslenme ve obezitedeki artışın bu sonuca Çok önemli
katkısı olduğu bilinmektedir.
Mustafa Kemal Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi Endokrin ve Metabolizma
Hastalıkları Uzman Prof. Dr. Cumali GökÇe, Diyabet Nedir ve Türkiye de Diyabet Prevelansı yla ilgili sunumunda, diyabetin karmaşık
yapısı, kendini gösterdiği farklı türler ve bunların tedavisi üzerinde durdu. Prof. Dr. Cumali GökÇe, hastalığın son yıllarda görülme
oranının hızla yükseldiğini ve neredeyse bir salgın haline geldiğini, özellikle Akdeniz Bölgesinde ve Hatay da, diyabet ve bunlarla
ilişkilendirilebi-lecek obezite, hipertansiyon gibi rahatsızlıkların Çok yaygın olduğunu belirtti. Hatay bölgesine ait ilk verilerin Mustafa
Kemal Üniversitesi ne ait olduğunu dile getiren Prof.Dr. GökÇe, diyabetin Çeşitli şekillerde ortaya Çıkabildiğini, alt türlerine göre
değişiklik gösterdiğini ve her birine farklı tedavi uygulama gerekliliğinden bahsetti. Ayrıca, kişilere göre bireysel tedavi uygulamanın
önemini vurgulayan ve erken tedavinin doğurabileceği olumlu sonuÇları aÇıklayan Prof.Dr. Cumali GökÇe, erken tedaviye doğru
orantılı olarak komplikasyonların da minimum şekilde ortaya Çıkacağını sözlerine ekledi. Körlük, kalp krizi, böbrek yetmezliği gibi
ciddi problemlerin en büyük tetikleyicilerinden birisinin diyabet olduğunu ifade eden Prof.Dr. GökÇe, geÇ kalındığı taktirde diyabetin
geri dönüşü olmayan kronik bir hal aldığını ve tedavinin hayati önem taşıdığına dikkat Çekti.
Mustafa Kemal
Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi Endokrin ve Metabolizma Hastalıkları Uzman Prof. Dr. Cumali GökÇe nin
ardından söz alan Üniversite Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Endokrin ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı DoÇ. Dr. İhsan Üstün,
İnsülin Çeşitleri yle ilgili sunumunu gerÇekleştirdi. Programa katılan herkese teşriflerinden dolayı teşekkür eden Dekan Yardımcısı
Prof. Dr. Üstün, emeği geÇen herkese ayrıca minnetlerini sundu. İnsülin Çeşitleriyle insülinin tarihÇesine ayrıntılı şekilde değinerek
katılımcıları bilgilendiren Dekan Yardımcısı DoÇ. Dr. İhsan Üstün, pankreas ve Çalışma sistemi, insülininin yapısı, insülinin etkilerini
derin bir şekilde incelerken, diyabetli kişilerin kan şekerindeki dalgalanmaları ve insülin değişimini de ele aldı. Dekan Yardımcısı DoÇ.
Dr. Üstün, insülinin tedavi amaÇlı kullanımı, farklı tedavi yöntemlerinde insülinin kullanılacağı şekil ve doz hakkında da bilgiler verdi.
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Endokrinoloji, Diyabet ve Metabolizma Bilim Dalı Hemşiresi Dr.
Hemşire Emine Kır BiÇer in İnsülin Uygulamaları ve Hemşirelik Yaklaşımı yla ilgili sunumu ile sona eren program, konukların
beğenisini kazandı ve diyabet konusunda farkındalık yaratma yönünde atılmış başarılı bir Çalışma olarak
yorumlandı.
-Haber Merkezi-
Download