anadolu selçuklu veziri sahip ata fahreddin ali`nin mimari eserleri

advertisement
T.C
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
SANAT TARİHİ ANABİLİM DALI
ANADOLU SELÇUKLU VEZİRİ
SAHİP ATA FAHREDDİN ALİ’NİN MİMARİ ESERLERİ
Doktora Tezi
Alptekin YAVAŞ
Ankara–2007
T.C
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
SANAT TARİHİ ANABİLİM DALI
ANADOLU SELÇUKLU VEZİRİ
SAHİP ATA FAHREDDİN ALİ’NİN MİMARİ ESERLERİ
Doktora Tezi
Tez Danışmanı;
Doç.Dr. Kıymet GİRAY
Alptekin YAVAŞ
Ankara–2007
T.C
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
SANAT TARİHİ ANABİLİM DALI
ANADOLU SELÇUKLU VEZİRİ
SAHİP ATA FAHREDDİN ALİ’NİN MİMARİ ESERLERİ
Doktora Tezi
Tez Danışmanı: Doç. Dr. Kıymet GİRAY
Tez Jürisi Üyeleri:
Adı ve Soyadı
İmzası
………………………………………………
…………………
………………………………………………
…………………
………………………………………………
…………………
………………………………………………
…………………
………………………………………………
…………………
Tez Sınav Tarihi:
-İÇİNDEKİLERÖNSÖZ
1- GİRİŞ …………………………………………………………………………….1
2- SAHİP ATA HOCA FAHREDDİN ALİ’NİN YAŞAMI ……………………12
3- SAHİP ATA FAHREDDİN ALİ’NİN MİMARİ ESERLERİ ……………….28
3.1- Afyon-İshaklı’daki Sahip Ata Yapıları ………………………………...28
3.1.1- Han………………………………………………………………..29
3.1.2- Hamam ve Mektep………………………………………………..49
3.2- Akşehir’deki Sahip Ata Külliyesi ……………….……………………..55
3.2.1- Medrese (Taş Medrese)…………………………………………...56
3.2.2- Mescit……………………………………………………………..79
3.2.3- Hânkah, Matbah ve Çeşme…………………….………………….82
3.3- Konya Larende Kapısı Yakınındaki Sahip Ata Külliyesi……………....90
3.3.1- Cami………………………………………………………………92
3.3.2- Hânkah…………………………………………………………..132
3.3.3- Hamam…………………………………………………………..156
3.3.4- Türbe…………………………………………………………….171
3.4- Konya Sultan Kapısı Yakınındaki Sahip Ata Külliyesi………….…...205
3.4.1- Medrese (İnce Minareli Medrese)……………………………….205
3.4.2- Mescit……………………………………………………………242
3.5- Konya Çeşme Kapısındaki Sahip Ata Külliyesi…………..…………..258
3.5.1- Mescit (Tahir İle Zühre Mescidi) ……………………….……...259
3.5.2- Darü’l-Huffaz ve Çeşme…………….…………………………...277
3.6- Kayseri’deki Sahip Ata Külliyesi …………………………….………283
3.6.1- Medrese (Sahibiye Medresesi)……..……………………………284
3.6.2- Çeşme……………………………………………………………310
3.6.3- Mescit……………………………………………………………312
3.7- Konya-Ilgın’daki Sahip Ata Yapıları…..……………………………...320
3.7.1- Hamam………….………………………………………………..320
3.7.2- Han ve Zaviye…………………….……………………………...336
3.8- Sivas’taki Sahip Ata Külliyesi ………….…………………………….341
3.8.1- Medrese (Gök Medrese)…………………………………………342
3.8.2- Çeşme………….…………………………………………………411
3.8.3- Darü’l-Ziyafet………….………………………………………...413
3.9-Konya’daki Sahip Ata Buzhaneleri ………………….………………..420
3.9.1- Tekli Buzhane……..……………………………………………...422
3.9.2- Çiftli Buzhane………..…………………………………………...425
3.10- Konya’daki Sahip Ata Evleri, Sikâyesi ve Su Arkları ........................434
4- KARŞILAŞTIRMA VE DEĞERLENDİRME ……………………………...436
5- SONUÇ ………………………………………………………………………...557
ÖZET………………………………………………………………………......568
SUMMARY………………………………………………………….……...…573
BİBLİYOGRAFYA….……………………………………………………..…579
ÖNSÖZ
Anadolu Selçuklu Dönemi’nin en uzun siyasi kariyerine sahip kişiliklerinden
biri Sahip Ata Fahreddin Ali’dir. Yaklaşık kırk yıllık devlet görevi esnasında tüm
önemli görevlerde bulunan Sahip Ata, dönemin, en görkemli yapılarından bazılarının
da banisidir. Sahip Ata, baniliğini üstlendiği mevcut onyedi, ayrıca, günümüze
ulaşamayan, varlığını kaynaklardan öğrenebildiğimiz onbir yapısıyla, Anadolu
Selçuklu vezir veya emirleri içinde en fazla eser bırakan kişidir ve bu anlamda
“Ebu’l-Hayrat (Hayırların Babası)” unvanını da hak etmektedir. Elinizdeki çalışma,
Ortaçağın bu kudretli vezirinin mimari faaliyetlerini bütüncül bir bakışla ele almaya
çalışmaktadır. Bir Ortaçağ banisini, salt binalarının mimari ve süsleme özelliklerini
dayanarak, onu içinde bulunduğu sosyo-kültürel, hatta politik hayatın dışında tutarak
ele almak, konuyu sadece bir yönüyle değerlendirmek olacaktı. Biz devrin en önemli
siyasi kişiliklerinden biri olan Sahip Ata’nın, ülkenin görece hâkimi Sultan veya
gerçek hâkimi Moğollarla, ayrıca sosyal hayatın yönlendiricisi din adamlarıyla olan
ilişkisini, yeri geldikçe bu çalışmaya konu ettik. Zira bu ilişkilerin baninin mimari
faaliyetlerine doğrudan bir tesiri olduğu kanaatindeyiz. Ayrıca Sahip Ata binalarının,
Ortaçağ kent kültürüne katkısını da eldeki verilerin, imkân verdiği oranda
değerlendirmeye çalıştık. Bizce Ortaçağ şehirlerini dünden bugüne tasavvur etmenin
yegâne yolunun, devrin kamu binalarının, yer aldığı çevreyle ilişkisinin
kurulabilmesine bağlı olduğu düşüncesindeyiz. Sahip Ata yapıları kuşkusuz devrin
en görkemli binalarıdır.
Ülkenin Moğol tahakkümü altında bulunduğu yıllarda inşa edilmişlerdir. Söz
konusu yıllarda, Moğol baskısıyla ülkelerinden kaçıp Anadolu’ya gelen Orta
Doğu’nun
en
yetenekli
sanatçılarının,
Yakın
Doğu’nun
tüm
mimari
ve
süsleme repertuarını, yepyeni bir sentezle yorumladığı bir kültür-sanat ortamı
mevcuttu. Dolayısıyla XIII. yüzyılın ikinci yarısına ait bu binalar, Anadolu Selçuklu
Sanatının o yıllara kadarki mevcut birikimiyle, Yakın Doğu’dan Anadolu’ya taşınan
yeni kazanımların yoğrulduğu bir sanat ortamının ürünleridir. Sahip Ata yapıları ise
bu
devrin
mimari
ve
sanat
özelliklerini
tüm
karakteristik
özellikleriyle
yansıtmaktadır. Bu anlamda, çalışmamız, özelde bir baninin mimarlık ürünlerini
irdelemekle birlikte, aynı zamanda, söz konusu dönemin kültür ve sanat
hususiyetlerini konu etmektedir.
Bu çalışmanın yöneticisi ve yönlendiricisi Doç.Dr. Kıymet Giray, akademik
hayatımın en zor günlerinde yardım elini uzatmıştır. Onun yönlendirmeleri, bu
çalışmanın nihayetlenmesinin başlıca sebeplerinden biridir. İki yılı aşkın çabaların en
umutsuz anlarında, çıkışı gösteren hocama teşekkürü bir borç bilirim. Tezin isim
babası ise Doç.Dr. Mehmet Tunçel’dir. Hem ulaşamadığım yayınların temininde,
hem de çalışmanın sıkıştığı noktalarda görüşleriyle yardımlarını esirgememiştir.
Yard.Doç.Dr. Rüstem Bozer, daima ufuk açıcı fikir ve görüşleriyle çalışmamızın
şekillenmesinde büyük katkısı olmuştur. Kadim dostum, ağabeyim, Araş.Gör.
Mehmet Ekiz, çalışmanın her anında maddi manevi emeğini esirgememiştir.
Öğr.Gör. Dr. Muharrem Çeken, Araş.Gör. Mesut Dündar, Araş.Gör. Serkan Sunay,
hayatım boyunca unutamayacağım yardımlarını sundular. Oğuz Önder, onca
sıkıntısının içinde çalışmanın çizimlerini büyük bir sabırla tamamladı. Ayrıca, arazi
çalışmaları sırasında ve Vakıfların tozlu raflarında istediğim belgeyi bulmam
hususunda yardımlarını gördüğüm isimsiz kahramanlara teşekkür ediyorum.
Ve tabii ki ailem… Olağanüstü bir sabırla bu uzun çalışmanın kahrını, her an
benimle birlikte yaşadılar. Ne yapsam emeklerini ödeyemem… Alptekin YAVAŞ
1
1- GİRİŞ
Vezir Sahip Ata Fahreddin Ali, Anadolu Selçuklu Devletinin XIII. yüzyılın
ikinci yarısına damgasını vurmuş bir devlet adamıdır. Devlet kademesinde üstlendiği
çeşitli görevler sonrası vezirlik makamına yükseltilen Sahip Ata, ülkenin Moğol
tahakkümü altında bulunduğu 1258–1285 tarihleri arasında tüm yetkileri tekelinde
toplamış ve önemli karaların tamamına tek başına imza atmıştır. Söz konusu dönem,
sultanın şahsında merkezi yönetimin zayıfladığı, buna karşın emir ve beylerin Moğol
desteğiyle maddi ve siyasi güçlerinin arttığı yıllardır. Sahip Ata, devletin bu karmaşa
yıllarının en önemli siyasi figürlerinden biridir. Siyasi kariyeri sırasında “Fahreddin
(Dinin öğüncü)”, “Kavvamü’l-mülk (Devletin dayanağı)” gibi sıfatlarla anılacak
kadar başarılı olan ünlü vezirin, yaptırdığı hayır eserleri, halk arasında “Ebu’l-Hayrat
(Hayırların babası)” olarak anılmasına sebebiyet vermiştir.
Gerçektende Sahip Ata, günümüze ulaşabilen 17 hayır eserinin yanı sıra,
bugüne gelememiş ancak yayınlardan haberdar olduğumuz 10 binasıyla bu unvanı
hak etmiş bir Ortaçağ banisidir. Söz konusu eserler, dönemin mimarlık ürünleri
arasında en fazla yayınlara konu edilmiş yapılar olmalarına karşın, tamamını ele alıp,
bütüncül bir gözle değerlendirmeye tabii tutan bir çalışma gerçekleştirilmemiştir.
Ortaçağ Anadolu Türk dönemi çalışmaları arasında, münhasıran bir baninin mimarlık
faaliyetlerini konu olan çalışmalar ne yazık ki yetersizdir. Bu çalışma, ünlü vezirin
ülkemize kazandırdığı mimarlık ürünlerinin ayrıntılı bir tahlilini yapmaktan başka, –
Sahip Ata özelinde- dönemin banilerinin, bina yapımı veya hayır eseri kazandırma
konularındaki yaklaşımlarını da analiz etmeyi hedeflemektedir.
Osmanlı sanatına ilişkin “Fatih Dönemi Eserleri” veya “I. Ahmet Dönemi
Eserleri” gibi dönem çalışmalarıyla çok sık karşılaşılmasına karşın, Anadolu
2
Selçuklu sanatına ilişkin bu türden çok az çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmaların
azlığı, Selçuklu dönemine ait birçok yapının tarihinin veya banisinin kesin olarak
bilinememesinden de kaynaklanmaktadır. Buna karşın, Sahip Ata Fahreddin Ali’nin
yaptırdığı eserlerin, bazı vakfiye kayıtları ile beraber günümüze büyük ölçüde sağlam
olarak ulaşmış olması, Anadolu Selçuklu döneminin bu karakteristik örneklerinin
tahlil edilip, dönemin üslubu üzerine çıkarımlar yapabilmeye olanak vermektedir.
Bu çalışma, vezir Sahip Ata’nın yaşamı ile sınırlı olduğu için bir dönem
çalışmasıdır. Sahip Ata Fahreddin Ali’nin vezir olarak banisi olduğu ilk eserin tarihi
(1249) ile son yaptırdığı eserin tarihi (1285) arasında gerçekleştirdiği mimari
faaliyetleri bu çalışmanın esasını teşkil etmektedir. Baninin kişiliği ile binalara bunun
ne kadarının yansıdığı, dönemin siyasi durumu ve sanat ortamına etkisi, ayrıca bu
sanat ortamında Sahip Ata Fahreddin Ali’nin yaptırdığı eserlerin yeri ve önemi, bu
çalışmada incelenecek diğer konuları oluşturmaktadır.
Sahip Ata’ya ait binaların bir kısmı Ortaçağ Anadolu Türk Mimarisine ilişkin
genel kapsamlı çalışmalara1, bir kısmı Sahip Ata’nın yapı veya yapı grubunu
1
A.Gabriel, Monuments Turcs D’Anatolie I (Kayser-Niğde), Paris 1931; A.Gabriel, Monuments Turcs
D’Anatolie II (Amasya-Tokat-Sivas), Paris 1934; M.Yusuf Akyurt, Resimli Türk Abideleri(Türk Tarih
Kurumu Arşivindeki Yazma), 1. cilt, Konya 1940; F.Soyman-İ.Tongur, Konya Eski Eserler Kılavuzu,
Konya 1944; C.E.Arseven, Türk Sanatı Tarihi, İstanbul 1954-59; T.T.Rice, The Seljuks, London
1961; K.Erdmann, Das Anatolische Karavansaray des 13. Jahrhunderts,Vol.I. Berlin 1961; M.Oluş
Arık, “Erken Devir Anadolu Türk Mimarisinde Türbe Biçimleri”, Anadolu (Anatolia), S.XI, 1967,
s.57-100; A.Kuran, Anadolu Medreseleri, C.I, Ankara 1969; M.Sözen, Anadolu Medreseleri,
Selçuklular ve Beylikler Devri, C.II, İstanbul 1970, Z.Bayburtluoğlu, “Anadolu Selçuklu Devri Büyük
Programlı Yapılarında Önyüz Düzeni”, Vakıflar Dergisi, S.XI, Ankara 1977, s.67-106; O.C.Tuncer,
Anadolu Selçuklu Mimarisi ve Moğollar, Ankara 1986; O.Aslanapa, Türk Sanatı, (2.Basım) İstanbul
1989; Y.Önge, Anadolu’da XII-XIII. Yüzyıl Türk Hamamları, Ankara 1995; H.Önkal, Anadolu
Selçuklu Türbeleri, Ankara 1996; Y.Önge, Türk Mimarisinde Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerinde Su
Yapıları, Ankara 1997; D.Kuban vd., Selçuklu Çağında Anadolu Sanatı, İstanbul 2001.
3
inceleyen araştırmalara2, bazıları patronajlık3 veya Ortaçağ mimar ve ustalarına4
2
A.S.Ünver, “Konya’da Selçuklular Zamanındaki Hamamlara Dair”, İstanbul Üniversitesi Tıp
Fakültesi, Tıp Tarihi Enstitüsü 1940-41 Ders Yılı Çalışma Hulâsası VIII, İstanbul 1941, s.83-86;
O.Aslanapa, “İnce Minareli Medrese”, Ülkü, C.IX, S.105, Ankara 1946, s.12-13; S.Oktay, “Sivas’ta
Gök Medrese”, Arkitekt, C.17, İstanbul 1948, s.113-115; J.M.Rogers, “The Çifte Minare Medrese at
Erzurum and Gök Medrese at Sivas”, Anatolian Studies, S.XV, London 1965, s.63-85; M.Katoğlu,
“13.Yüzyıl Konyasında Bir Cami Grubunun Plân Tipi ve Son Cemaat Yeri”, Türk Etnografya Dergisi,
S.IX, (1966), Ankara 1967, s.81-100; A.Özdural, Sivas-Gök Medrese, (M.E.T.U Faculty of
Architecture Department of Restoration, Yayınlanmamış Lisans Tezi), Ankara 1968; M. Katoğlu,
“13.Yüzyıl Konyasında Bir Cami Grubunun Plân Tipi ve Son Cemaat Yeri”, Türk Etnografya Dergisi,
Sayı IX, (1966) 1967, s.81–100; M.Akok, “Kayseri’de Gevher Nesibe Sultan Darüşşifası ve Sahabiye
Medresesi Rölöve ve Mimarisi”, Türk Arkeoloji Dergisi, C.XVII, S.1, Ankara 1968, s.133-142;
M.Akok, “Konya’da İnce Minareli Medresenin Rölöve ve Mimarisi”, Türk Arkeoloji Dergisi,
C.XXIV, S.1, Ankara 1970, s.5-36; S.Dilaver, “Anadolu’daki Tek Kubbeli Selçuklu Mescitlerinin
Mimarlık Tarihi Yönünden Önemi”, Sanat Tarihi Yıllığı IV (1970-71), (Malazgirt Zaferinin 900. ncü
Yıldönümü Özel Sayısı), İstanbul 1971, s.17-28; S.Taşkın, “Anadolu Selçuklularında Çinili Lâhitler”,
İstanbul Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Yıllığı IV (1970-71), (Malazgirt Zaferinin 900. Yıldönümü
Özel Sayısı), İstanbul 1971, s.237-257; S.Eyice, “İshaklı Kervansarayı”, Türk Ansiklopedisi, C.XX,
Ankara 1972, s.237; M.Akok, “İshaklı Kervan Sarayı”, Türk Arkeoloji Dergisi, C.21, S.2, Ankara
1974, s.5-21; N.İlhan, “Le Buzhane’ de Konya”, Fifth International Congress of Turkish Art (21-2
Sept. 1975), Budapest 1978, s.423-432; M.Akok, “Konya’da Restore Edilme Yoluyla Kurtarılması
Düşünülen Üç Selçuklu Eseri. Sırçalı, Karatay ve İnce Minareli Medreselerin Restorasyon Projeleri”,
Türk Arkeoloji Dergisi, C.XXIV, S.1, Ankara 1977, s.41-69; H.Akmaydalı, “Konya-Merkez Tahir İle
Zühre Mescidi”, Rölöve Restorasyon Dergisi, 3. sayı, Ankara 1982, s.101-121; M.Sözen, “Sivas Gök
Medrese ve Düşündürdükleri”, Rölöve ve Restorasyon Dergisi 4, (I. Restorasyon Semineri 6-7 Mayıs
1982 Özel Sayı), Ankara 1982, s.93-100; H.Karamağaralı, “Sahip Ata Camii’nin Restitüsyonu
Hakkında Bir Deneme”, Rölöve ve Restorasyon Dergisi, S.III, Ankara 1982, s.49-75; O.C.Tuncer,
“Birkaç Selçuklu Taçkapısında Geometrik Araştırmalar”, Vakıflar Dergisi, S.XVI, Ankara 1982, s.6176; Y.Önge, “Konya Sahip Ata Hankâhı”, Suut Kemal Yetkin’e Armağan, Hacettepe Armağan Dizisi
I, Ankara 1984, s.281-292; Y.Önge, “Konya ve Çevresindeki Mukarnaslı Şadırvanlar”, Vakıflar
Dergisi, S.XIX, Ankara 1985, s.95-108; M.Kayademir, Restoration Project of Ishaklı Caravanserai in
Sultandag, (Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Restorasyon Bölümü, Yayınlanmamış Master Tezi),
Ankara 1986; O.C.Tuncer, Kayseri Sahip Ata Medresesi, Ankara 1988; H.Karpuz, “Sahip Ata’nın
Yaptırdığı İshaklı Han”, Antalya 3. Selçuklu Semineri (10-11 Şubat 1989)Bildiriler, İstanbul 1989,
s.82- 90; N.B.Bilget, Gök Medrese, Ankara 1989; T.Samur Akşehir’de Türk Mimari Eserleri, (Selçuk
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya 1990; C.M.Hersek,
Fetihten Osmanlı Dönemine Kadar Sivas Şehri Anıtları, (G.Ü.Fen Bilimleri Enstitüsü, Mimarlık
Anabilim Dalı Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara 1993; Selim Sarp Tuncoku, The Restoration
4
ilişkin yayınlara konu edilmiştir. Bunun dışında Sahip Ata yapıları süsleme ve el
sanatlarına yönelik5 veya münhasıran mihrap veya kapı kanatları gibi mimari
Project Of A XIII Century Anatolian Seljuk "Mescid" İn Konya With The Emphassion The Materials
And Related Problems, (O.D.T.Ü. Fen Bilimler Enstitüsü, Mimarlık Tarihi Anabilim Dalı,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Ankara, 1993; Y.Demiralp, Akşehir ve Köylerindeki Türk
Anıtları, Ankara 1996; N.B.Bilget, “Sivas Gök Medrese 1995-1996 Yılı Çalışmaları”, VII.Müze
Kurtarma Kazıları Semineri, (7-9 Nisan 1997) Ankara 1998, s.607-616; O.Eravşar, Ortaçağ’da
Kayseri Kent Dokusunun Gelişimi, (Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi
Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya 1998; Y.Kahya vd., “Sivas Gök Medrese
Üzerine Yeni Bir Değerlendirme”, I.Uluslar arası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi Bildirileri,
C.I, (11-13 Ekim 2000) Konya 2001, s.441-449; C.M.Hersek, “Sivas’taki Selçuklu Dönemi
Medreselerinin Restitüsyonu ve Restorasyonu Sorunları Üzerinde Genel Bir Değerlendirme”,
I.Uluslararası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi Bildirileri, C.I, (11-13 Ekim 2000) Konya
2001, s.387-395; H.Glück, “İslam Hamamının Menşe ve Tekamülü”, Türk Yurdu, C.19-5, S.188-27,
Onaltıncı Sene (Mart 1927), Ankara 2001, s.129-133; O.C.Tuncer, “Sahip Ata (Gök) Medrese İle
İlgili Çalışmalar”, Vakıflar Dergisi, S.XXVIII, Ankara 2004, s.121-139;
3
M.Ferit-M.Mesut (Sahip Ata İle Oğullarının Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1934) isimli eserlerinde,
Sahip Ataya ait tüm yapıları ele almış, eksik de olsa genel bir değerlendirmede bulunmuştur. Ancak
mimari değerlendirmelerdeki eksik, ayrıca bazı Osmanlı dönemi belgelerine henüz o yıllarda
ulaşamamış olmaları yazarların bazı değerlendirme hatalarına yol açmıştır. B.Brend, “The Patronage
Of Fahraddin Ali Ibn Al-Husain and the Work of Kaluk Abd Allah ın the Development of the
Decoration on Portal sın Thırteenth Century Anatolia”, Kunst des Orient, C.X, S.1-2, Berlin 1975,
s.160-187; H.Crane, Materials For The Study Of Muslim Patronage In Saljuq Anatolia; The Life And
Works of Jalâl-Al-Dîn Qaratâi, Harvard University, (The Department of Fine Arts, Yayınlanmamış
Doktora Tezi), Harvard 1975; M.Rogers, “Waqf And Patronage In Seljuk Anatolia The Epigraphic
Evidence”, Anatolia Studies, S.XXVI (1976), s.69-103;H.Crane, “Notes on Saldjug Architectural
Patronage in Thirteenth Century Anatolia”, Journal of the Economic and Social History of the Orient,
Vol, XXXVI, Leiden 1993, s.1-57.
4
L.A.Mayer, Islamic Architects and Their Works, Geneve 1956; O.C.Tuncer, “Mimar Kölük ve
Kâluyan”, Vakıflar Dergisi, S.XIX, Ankara 1985, s.109-118; Z.Bayburtluoğlu, Anadolu’da Selçuklu
Dönemi Yapı Sanatçıları, Erzurum 1993; Z.Sönmez, Başlangıcından 16. Yüzyıla Kadar Anadolu
Türk-İslam Mimarisinde Sanatçılar, Ankara 1995.
5
E.Diez, “The Zodiac Reliefs at Portal of the Gök Medrese in Siwas”, Artibus Asie, C.12, Hellerau-
Dresden 1949, s.99-104; S.Ögel, “Bir Selçuk Portalleri Grubu ve Karaman’daki Hatuniye Medresesi”,
Yıllık Araştırmaları Dergisi II, (1957), Ankara 1958, s.115-119; S.Ögel, Anadolu Selçuklularının Taş
Tezyinatı, Ankara 1966; G.Öney, “Anadolu Selçuklu Sanatında Hayat Ağacı Motifi”, Belleten,
C.XXXII, S.125, Ankara 1968, s.25-36; Ö.Bakırer, “Anadolu’da XIII. Yüzyıl Tuğla Minarelerinin
Konum, Şekil Malzeme ve Tezyinat Özellikleri”, Vakıflar Dergisi, S. IX, Ankara 1971, s. 337-361;
5
detayları6 konu alan araştırmalarda yer almıştır. Sahip Ata binalarından ikisinin
vakfiyeleri günümüze ulaşabilmiştir7. Osmanlı dönemine ilişkin Tahrir Defteri, Kadı
Sicil gibi bazı resmi kayıtlar8, Sahip Ata binalarının günümüze ulaşamamış vakıfları
konusunda bizlere bilgi vermektedir. Bunun dışında Osmanlı dönemi ait bazı onarım
kayıtları aslî durumlarına ilişkin bilgiler sunarken, XVI-XVI yy.lara yönelik şehir
G.Öney, “Anadolu Selçuklu Mimarisinde Avcı Kuşlar, Tek ve Çift Başlı Kartal”, Malazgirt
Armağanı, Ankara 1972, s.139-172; Ş.Yetkin, Anadolu’da Türk Çini Sanatının Gelişmesi, İstanbul
1972; J.M.Rogers, “Seljuk Architectural Decoration at Sivas”, The Art of Iran and Anatolia from the
11th to the 13th Century A.D., (Ed. W.Watson), London 1974; M.Meinecke, Fayence-Decorationen
Seldschukischer Sakralbauten in Kleinasien, C.2, Tübingen 1976; Ö.Bakırer, Selçuklu Öncesi ve
Selçuklu Dönemi Anadolu Mimarisinde Tuğla Kullanımı, Ankara 1981; G.Öney, Anadolu Selçuklu
Mimari Süslemesi ve El Sanatları, (2. Baskı), Ankara 1988.
6
Y.Önge, “Anadolu’da Bilinen En Büyük Selçuklu Havuzu”, Önasya, C.3, S.25, Ankara 1967, s.16,
25; Ö.Bakırer, “Anadolu’da XIII. Yüzyıl Tuğla Minarelerinin Konum, Şekil Malzeme ve Tezyinat
Özellikleri”, Vakıflar Dergisi, S. IX, Ankara 1971, s. 337-361; H.R.Ünal, Osmanlı Öncesi AnadoluTürk Mimarisinde Taçkapılar, İzmir 1992; R.Bozer, 15. Yüzyılın Ortasına Kadar Anadolu Türk
Sanatında Ahşap Kapılar, (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Arkeoloji-Sanat Tarihi
Bölümü Sanat Tarihi Anabilim Dalı Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 1992; Ö.Bakırer, Onüç
ve Ondördüncü Yüzyıllarda Anadolu Mihrabları (2. Baskı), Ankara 2000.
7
S.Bayram-A.H.Karabacak, “Sahip Ata Fahrü’ddin Ali’nin Konya, İmaret ve Sivas Gök Medrese
Vakfiyeleri”, Vakıflar Dergisi, C.XIII, Ankara 1981, s.31–61.
8
F.Nafiz Uzluk, Fatih Devrinde Karaman Eyaleti Vakıfları Fihristi, Ankara 1958; S.Ünver, “Yetmiş
Yıl Önce, Konya”, Belleten, C.XXXI, S.121-124, Ankara 1964, s.201-220; M.Erdoğan, “Osmanlı
Devrinde Anadolu Camilerinde Restorasyon Faaliyetleri”, Vakıflar Dergisi, S.VII, İstanbul 1968,
s.149-205; Y.D.Özırmak, Tahrir ve Evkaf Defterlerine Göre Kayseri Vakıfları, Kayseri 1992;
Z.Atçeken, “Konya Şer’iyye Sicil Kayıtlarına Göre Sahip-Ata Külliyesi’nin Osmanlılar Zamanında
Tamirleri ve Caminin Bazı Bilinmeyen Yönleri”, Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S. 6,
Konya 1992, s.101-110; S.Kucur, Sivas, Tokat ve Amasya’da Selçuklu ve Beylikler Devri Vakıfları –
Vakfiyelere Göre-, (Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Tarih Bölümü Ortaçağ
Tarihi Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1993; Z.Atçeken, Konya’da Selçuklu
Yapılarının Osmanlı Devrinde Bakımı ve Kullanılması, Ankara 1998; C.Arabacı, Osmanlı Dönemi
Konya Medreseleri, Konya 1998; Z.Atçeken, “Konya Şer’iyye Sicil Kayıtlarına Göre İnce Minareli
Darü’l Hadis’in Osmanlılar Zamanında Bakımı ve Kullanılması”, Yeni İpek Yolu, Konya Ticaret
Odası Dergisi, Özel Sayı III, Konya 2000, s.37-47, Evliya Çelebi (Haz:S.A. Kahraman-Y.Dağlı),
Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, 3. Kitap, İstanbul 2004.
6
monografileri9 de, yapıların şehir içindeki konumları ve mahalle teşekkülündeki
önemleri gibi konularda ayrıntılar sunmaktadır. Öte yandan XIX. yy seyyahlarının10
9
R.Nafiz Edgüer-İ.H.Uzunçarşılı, Anadolu Türk Tarihi Tedkikatından Sivas Şehri, İstanbul 1928;
İ.H.Konyalı, Nasrettin Hoca Şehri Akşehir (Tarihi Turistik Kılavuz), İstanbul 1945; İ.H.Konyalı,
Abideleri ve Kitâbeleri İle Konya Tarihi, Konya 1964; M.Önder, Mevlâna Şehri Konya, (2.Baskı)
Ankara 1971; Y.Oğuzoğlu, 17.yy. Konya Şehir Müesseseleri ve Sosyo-Ekonomik Yapısı Üzerine Bir
Araştırma, (Ankara Üniversitesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara 1980; Halil Edhem (Eldem)
(Haz:K.Göde), Kayseri Şehri, Ankara 1982; Ahmed Nazif (Yay: M.Palamutoğlu), Mir’at-ı Kayseriyye
veya Kayseri Tarihi, Kayseri 1987; Y.Küçükdağ, Lale Devrinde Konya, (Selçuk Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya 1989; M.Karagöz,
XVIII. Asrın Başlarında Kayseri (1700-1730), (Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bil.Enst., Tarih AnaBilim
Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Kayseri 1993; M.İnbaşı, XVI. yy’da Kayseri, Kayseri 1993;
M.Tuş, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya (1756-1856), (Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara 1993; A.Ceylan, Kanûnî
Zamanında Akşehir Kazâsı, (Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı,
Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya, 1993; Ö.Ergenç, Osmanlı Klasik
Dönemi Kent Tarihçiliğine Katkı, XVI. yüzyılda Ankara ve Konya, Ankara 1995; Ö.Demirel, Osmanlı
Vakıf-Şehir İlişkisine Bir Örnek: Sivas Şehir Hayatında Vakıfların Rolü, Ankara 2000.
10
Katip Çelebi, Cihannüma, İstanbul 1145; W.J.Hamilton, Reseraches in Asie Mineure, Pontus and
Armenia with some Account on their Antiquities and Geology, C.1-2, London 1842; C.Huart,
Epigraphie Arabe d’Asie Mineure, Paris 1895; F.Sarre, Reise in Kleiasien-Sommer 1895-Forschungen
zur Seldshukischen Kunst und Geographie des Landes, Berlin 1896; C.Huart, Konia, La Ville des
Derviches Tourneurs, Souvenirs D’un Voyage en Asie Mineure, Paris 1897; F.Sarre, Reise in
Kleiasien-Sommer 1895-Forschungen zur Seldshukischen Kunst und Geographie des Landes, Berlin
1896; M.F.Grenard, “Notes sur les Monuments du Moyen Age de Malatia, Divrighi, Sivas, Darendah,
Amasia et Tokat”, Journal Asiatique, n.17, 1901, s.549-558; J.Löytved, Konia: Inschriften der
Seldchukischen Bauten, Berlin 1907; G.Mendel, Les Monuments Seldjokides en asie Mineure, Paris
1908; F.Sarre, Denkmaeler Persischer Baukunst IV: Die Seldschukischen Baudenkmaeler von Konya,
Berlin 1910; Max van Berchem-Halil Ethem, Materiaux pour un Corpus Inscriptionum Arabicarum.
Troisieme partie. Asie Mineure Fasc. I .Sivas et Divriği, Le Caire, 1910, E.Hébrard, “Les Monuments
Seldjoucides de Konia”, Le Monde Illustre, 14 Mart 1914, Paris s.178-179; E.Hébrard, “Les
Monuments Seldjoucides de Konia”, Illustration, 25 Ağustos 1921, Paris, s.166-171; G.de Jerphanion,
Melanges d’Archeologic Anatolienne, Beyrouth 1928; C.Huart (Çev: N.Uzel), Mevlevîler Beldesi
Konya, İstanbul 1978, (Kadı İbn Abdül-zahirin risalesi için) F.Sümer, Yabanlu Pazarı-Selçuklular
Devrinde Milletlerarası Büyük Bir Fuar, İstanbul 1985; Evliya Çelebi (Haz:S.A. Kahraman-Y.Dağlı),
Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, 3. Kitap, İstanbul 2004; St. Quentin’li seyyah Rahip Simon (Simon de
St. Quentin (Çev: E.Özbayoğlu), Bir Keşişin Anılarında Tatarlar ve Anadolu (1245–1248), Alanya
2006.
7
tespitlerinden, söz konusu yapıların yüzyıl önceki durumlarına yönelik bilgi ve
görüntüler elde edebilmekteyiz. Sahip Ata’nın yaşamına yönelik çalışmalarımız
sırasında devrin orijinal kaynaklarından11 detaylı bilgiler elde edebildik.
Bu durumda göstermektedir ki, Sahip Ata yapılarıyla ilgili münferit yapı
değerlendirmeleri bulunmakla birlikte, hepsini bir arada değerlendiren sistematik bir
çalışma gerçekleştirilmemiştir.
“Anadolu Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahreddin Ali’nin Mimari Eserleri”
başlıklı tezimizde, ünlü vezirin günümüze ulaşabilmiş ve Ortaçağ Türk Döneminin
abidevi eserleri arasında yer alan mevcut yapıların yanı sıra, yayınlardan tespit
edebildiğimiz, ancak günümüze ulaşamamış binaları da incelenerek genel bir
değerlendirmesi yapılmaya çalışılmış; ayrıca bu eserlerin dönemindeki diğer
yapılarla karşılaştırılması yapılarak, Türk Sanatındaki yerlerinin belirlenmesine
çalışılmıştır.
Çalışmamıza öncelikle kütüphane ve arşiv araştırmalarıyla başlanılmış,
konumuza dâhil olan yapılarla ilgili belge, doküman çizim ve görüntüler taranarak,
mevcut bilgilerin derlemesi yapılmıştır. Bu çalışmalar sırasında, özellikle XIX.
yüzyıl seyyahların sunduğu bilgi ve görüntülerle, XVI. yy.dan başlayarak XIX. yy.ın
11
Hasan Fehmi Turgal, Anadolu Selçukîleri Müneccimbaşı’ya Göre, İstanbul 1935; Anonim
Selçuknâme (Yay.: Feridun Nâfiz Uzluk), Anadolu Selçukluları Devleti, Ankara 1952; Ahmet Eflaki
(Çev.: T.Yazıcı), Âriflerin Menkıbeleri, C. I, Ankara 1964; N. Kaymaz, Pervane Mu’înü’d-din
Süleyman, Ankara 1970; Mevlana Celaleddin Rumî (Yay. Haz.; Abdülbâki Gölpınarlı), Fîhi Mâ-Fîh,
Mektuplar ve Mecâlis-i Seba’dan Seçmeler, İstanbul 1972; M.A.Köymen, “Türkiye Selçukluları
Tarihine Dair Yeni Bir Kaynak, El-Veledü’ş Şefik”, Belgeler, C.XVI, S.19, Ankara 1993, s.1-22; İbn
Bibi (Yay. Haz.: Mürsel Öztürk), El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye (Selçuk Nâme), C. I-II,
Ankara 1996; Gregory Abû’l Farac (Bar Hebraeus) (Türkçe’ye Çeviren: Ö.R.Doğrul), Abû’l Farac
Tarihi, C.II, Ankara 1999; Aksarayî Kerîmüddin Mahmud-i (Çev.: Mürsel Öztürk), Müsâmeretü’lAhbâr, Ankara 2000.; Anonim (Türkçe’ye Çeviren: Şerefüddin Yaltkaya), Baybars Tarihi (Al-MelikAl-Zahir (Baybars) Hakkındaki Tarihin İkinci Cildi), Ankara 2000.
8
sonuna kadarki süre içinde, tezimiz kapsamındaki binalarla ilgili Osmanlı resmi
kayıtlarında yer alan bilgilerin toplanması çok uzun bir bölümü teşkil etmiştir.
Ayrıca binaların geçirdiği onarımların tespiti için, Vakıflar Genel Müdürlüğü
arşivinde gerçekleştirdiğimiz çalışma, çoğu, –ne yazık ki – karmaşık ve birbiri içine
girmiş belge ve görüntünün ayıklanıp istiflenmesi gibi zaman alıcı bir süreci
gerektirmiştir. Her biri Ortaçağ Anadolu Türk Sanatının en görkemli binalarından
meydana gelen Sahip Ata eserleriyle ilgili, kitap ve makalelerin derlenmesi de uzun
bir zaman diliminde gerçekleşebilmiştir. Binaların yerinde tespiti ve toplanan
bilgilerle, mevcut durumlarını karşılaştırmak üzere 2004–2006 yılları arasında Sivas,
Kayseri, Konya, Akşehir, Ilgın ve İshaklı’ya gidilmiş; eserler tek tek incelenmiş,
mevcut durumları rölöve çizimleri ve fotoğraflarla belgelenmiştir. Böylece, tüm
binaların tarihi kaynakları, arşiv belgeleri ve yayınlardan elde edilen bilgileri, yanı
sıra çizim ve fotoğrafların yardımıyla, tüm hususiyetleri mimari ve süslemeye
yönelik tanıtımları gerçekleştirilmiştir. Tezimiz tek ciltte düzenlenmiştir.
Çalışmamız, “Giriş”, “Sahip Ata Fahreddin Ali’nin Yaşamı”, “Sahip Ata
Fahreddin Ali’nin Mimari Eserleri”, “Karşılaştırma ve Değerlendirme”, “Sonuç”
başlıkları altında düzenlenmiştir. Girişten sonra gelen ve Sahip Ata’yla ilgili kişisel
bilgilerin yanı sıra siyasi kariyeri ve mimarlık faaliyetlerine ilişkin bilinenlerin
irdelendiği bölüm, devrin yerli ve yabancı kaynaklarında yer alan bilgilerle teşkil
edilmiştir. “Sahip Ata Fahreddin Ali’nin Mimari Eserleri” başlığı altında sunulan
bölümde, ünlü vezirin banisi olduğu yapılar, tüm özellikleriyle tanıtılmıştır. Arşiv
çalışmalarımız sırasında elde ettiğimiz bilgiler, bağımsız bir bina şeklinde bugüne
ulaşan bazı eserlerin, aslî halinde, zaman içinde yıkılıp yok olmuş diğer binalarıyla
birlikte bir yapı topluluğuna ait olduğunu ortaya koymuştur. Bu durum, Sahip
Ata’nın, Larende Kapısı yakınlarında yer alan ve cami, hankâh, türbe, hamamdan
9
müteşekkil külliyesinin12 dışında, Sivas’ta sadece medrese ve çeşmesi bugüne
gelebilmiş, Darü’l-Ziyafet’i yıkılmış; Kayseri’de medrese ve çeşmesi mevcut,
mescidi yıkılmış; Konya Çeşme Kapısı yakınlarında mescidi mevcut, Darü’lHuffaz’ı ve çeşmesi yıkılmış, Konya Sultan Kapısı yakınlarında medrese ve mescidi
mevcut; Akşehir’de medrese ve mescidi mevcut, hankâhı, matbahı ve çeşmesi
yıkılmış külliyeleri olduğunu ortaya koymuştur. Bu sebeple, yapılar “Sivas’taki
Sahip Ata Külliyesi”, “Kayseri’deki Sahip Ata Külliyesi” gibi başlıklar altında
incelenmiştir. Diğer külliyeler bulundukları şehrin ismiyle adlandırılmışken,
Konya’da, Sahip Ata’nın üç külliyesinin bulunması sebebiyle, anılan yapı
toplulukları, Ortaçağ’da yakınında yer aldıkları kale kapılarının isimleriyle “Konya
Larende Kapısı Yakınındaki Sahip Ata Külliyesi”, “Konya Çeşme Kapısı
Yakınındaki Sahip Ata Külliyesi” ve “Konya Sultan Kapısı Sahip Ata Yakınındaki
Külliyesi” gibi başlıklarla çalışmamızda yer almıştır. Anılan yapı topluluklarının
dışında Sahip Ata’nın Konya-Ilgın’daki Hamamının
bitişiğinde günümüze
ulaşamamış bir hanı, Afyon İshaklı’daki Hanın yakınında da yakın tarihlerde
yıkılmış bir Hamamı ve Mektebi olduğu tespit edilmiş, ancak bu yapıların bir külliye
mantığı içinde inşa edilmesi konusundaki kanaatlerimizi kesinleştirecek bilgilerden
yoksun olmamız nedeniyle, çalışmamızda bu yapılar, “Konya-Ilgın’daki Sahip Ata
Yapıları”, “Afyon-İshaklı’daki Sahip Ata Yapıları” başlıkları altında irdelenmiştir.
12
Manzume” veya “Heyet” gibi isimlerle de tanımlanan ve çeşitli fonksiyonel yapı birimlerinin bir
arada planlanıp inşa edildiği sosyal kuruluşlar olan külliyelerin isimlendirilmesinde değişik görüşler
bulunmaktadır. Farklı tarihlerde inşa edilmiş yapılardan oluşan yapı topluluklarının “manzume”
şeklinde isimlendiren görüş bunlardan biridir. Sahip Ata’nın Konya Sultan Kapısı yakınındaki
külliyesi, vakfiyede “mescit, medrese ve minareden oluşan imaret” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu
durum “imaret” tabirinin külliye anlamında kullanıldığını işaret etmektedir. Biz, henüz bir fikir
birliğine varılmamış bu konuda külliye tabirini, farklı veya aynı tarihte inşa edilmiş olsun olmasın,
çeşitli bina tiplerini içeren yapı topluluğu anlamında kullandık.
10
Her külliyenin bünyesinde yer alan farklı fonksiyonlardaki yapılar, bugüne ulaşan
veya ulaşamamış olanlar ayırt edilmeksizin alt başlıklar halinde incelenmiştir.
Dolayısıyla, günümüze ulaşamayan yapılar, bağımsız bir başlık altında değil, aslî
kuruluş düzenine benzer bir şekilde –yani külliye içerisindeki yeriyle- çalışmamızda
yer alması tercih edilmiştir. Herhangi bir külliye dâhil olmayan buzhaneler,
“Konya’daki Sahip Ata Buzhaneleri” başlığıyla, günümüze ulaşamamış evleri,
sikâyesi ve su arkları “Konya’daki Sahip Ata Evleri, Sikâyesi ve Su Arkları” başlığı
altında incelenmiştir. “Sahip Ata Fahreddin Ali’nin Mimari Eserleri” başlığı altında
incelenen külliye ve yapılar, kronolojik bir düzenle çalışmamızda yer almaktadır.
Külliyelerin alt başlıklarını teşkil eden binalar da, yine her biri kendi içerisinde
kronolojik bir sırayla anlatılmıştır. Eserlerin anlatımında öncelikle inceleme tarihleri
verilmiş, daha sonra, şehirdeki yeri, konumu, tarihi, banisi, geçirdiği onarımlar ve
günümüzdeki durumu belirtilmiş, ardından plan, malzeme, mimari ve süsleme
özellikleri ayrıntılı bir biçimde ele alınmıştır. Çizimler, her yapı topluluğunun
tanıtıldığı bölümün sonunda verilmiştir. Yapı topluluklarının şehir planlarındaki
yerlerini gösteren haritalar ve binaların ayrıntılı fotoğrafları, okuyucunun mimari
tanımlamaları daha iyi kavrayabilmesi için metin içerisine yerleştirilmiştir.
“Karşılaştırma ve Değerlendirme” bölümünde eserlerin her biri, yapı tiplerine
göre, plan tipleri, örtü sistemleri, cephe, malzeme ve süsleme özellikleriyle öncelikle
kendi içlerinde daha sonra diğer yapılarla karşılaştırılarak Türk Mimarisi içindeki
yerleri belirlenmeye çalışılmıştır. Bunun dışında, külliye ve yapıların şehir içindeki
konumlarına ilişkin tespitler yine bu bölümde verilmiştir.
“Sonuç” bölümünde, Sahip Ata yapılarının genel özellikleri ve Ortaçağ Türk
Mimarisi içindeki yerleri konusundaki tespitlerimiz genel bir yorumla belirtilmiştir.
11
Çalışmamızda
yararlandığımız
tüm
kaynaklar,
ilgili
yerlerde
numaralandırılarak, sayfa altlarındaki dipnotlarda tam künyesi verilmiş, tamamına ait
liste ise yazar soyadına göre alfabetik bir sıralamayla “Bibliyografya” başlığı altında
sunulmuştur.
12
“Anadolu’yu Sivas’a kadar bir yığın abide ile donatan ve
şimdi kendi camiinde yatan sabırlı, hâkim, nekbet anlarına tahammüllü,
hadiselerin azdığı zamanlarda kendini korumayı bilen Sahip Ata…”
“A.H.Tanpınar, Beş Şehir”
2- SAHİP ATA HOCA FAHREDDİN ALİ’NİN YAŞAMI
Sahip Ata Fahreddin Ali, Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluş devresinde
çocukluk, en parlak dönemi olan I.Alaeddin Keykubat zamanında ise gençlik
yıllarını geçirmiştir. Devletin gerileme ve çöküş dönemine, emir-i dâd ve vezirlik
görevleri sırasında tanıklık etmiştir. Onun hayatını yazmaya çalışmak, ancak
Anadolu Selçuklu devletinin kargaşa dolu gerileme ve çöküş yıllarını bütünüyle
ortaya koyabilmekle mümkündür. Bu ise, devrin yazılı kaynakların eksikliği
nedeniyle, zorluklarla doludur.
Bu konuyla ilgili birinci el kaynaklar, İbn Bibi13, Aksarayî14, Anonim
Selçuknâme15 Kadı Ahmed Tarihi16 gibi Selçuklu dönemi tarihî kaynakları başta
olmak üzere; çağdaşları Arap kaynakları Baybars Tarihi17, Abû’l-Farac Tarihi18 ile
Osmanlı döneminden Müneccimbaşı Tarihi19dir. Ayrıca, başta Sahip Ata Vakfiyesi20
13
İbn Bibi (Yay. Haz.: Mürsel Öztürk), El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye (Selçuk Nâme),
Cilt: II, Ankara 1996.
14
Aksarayî Kerîmüddin Mahmud-i (Çev.: Mürsel Öztürk), Müsâmeretü’l-Ahbâr, Ankara 2000.
15
Anonim Selçuknâme (Yayınlayan: Feridun Nâfiz Uzluk), Anadolu Selçukluları Devleti, Ankara
1952.
16
M.A.Köymen, “Türkiye Selçukluları Tarihine Dair Yeni Bir Kaynak, El-Veledü’ş Şefik”, Belgeler,
Cilt:XVI, Sayı:19, Ankara 1993, s.1-22.
17
Anonim (Türkçe’ye Çeviren: Şerefüddin Yaltkaya), Baybars Tarihi (Al-Melik-Al-Zahir (Baybars)
Hakkındaki Tarihin İkinci Cildi), Ankara 2000.
18
Gregory Abû’l Farac (Bar Hebraeus) (Türkçe’ye Çeviren: Ö.R.Doğrul), Abû’l Farac Tarihi, Cilt II,
Ankara 1999.
19
Hasan Fehmi Turgal, Anadolu Selçukîleri Müneccimbaşı’ya Göre, İstanbul 1935.
20
S.Bayram-A.H.Karabacak, “Sahib Ata Fahrü’d-din Ali’nin Konya İmaret ve Sivas Gök Medrese
Vakfiyeleri”, Vakıflar Dergisi, Sayı: XVII, Ankara 1981, s. 31-61.
13
olmak üzere dönemin vakfiyeleri21 ile Mevlana Celaleddin Rumî’nin Mektubatı22 ve
Eflakî’nin Ariflerin Menkıbeleri23 gibi Mevlevî kaynakları, konuyla ilgili önemli
bilgiler sunmaktadır. Bunların dışında, Osman Turan24 ve Mehmet Altan
Köymen25’in Anadolu Selçuklu Tarihi ile ilgili eserlerinde, Fahreddin Ali’nin
hayatıyla ilgili bilgiler bulabilmekteyiz. M.Ferit Uğur ile M.Mesut Koman’ın
“Selçuklu Veziri Sahip Ata İle Oğullarının Hayat ve Eserleri”26 isimli yayını, vezirin
hayatı ve yaptırdığı eserleri tanıtan önemli bir çalışmadır.
21
O.Turan, “Altın-aba ve Vakfiyesi”, Belleten, Cilt: XI, Sayı: 42, Ankara 1947, s.197-237., O.Turan,
“Celâleddin Karatay ve Vakfiyeleri”, Belleten, Cilt: XII, Sayı: 45, Ankara 1948 s.17-173., A.Temir,
Cacaoğlu Nureddin’in Arapça-Moğolca Vakfiyesi, Ankara 1959.
22
Mevlana Celaleddin Rumî (Hazırlayan; Abdülbâki Gölpınarlı), Fîhi Mâ-Fîh, Mektuplar ve Mecâlis-
i Seba’dan Seçmeler, İstanbul 1972.
23
Ahmet Eflaki (Çeviren: T.Yazıcı), Âriflerin Menkıbeleri, Cilt: I, Ankara 1964.
24
Osman Turan, Selçukluları Zamanında Türkiye, İstanbul 1998.
25
Mehmet Altan Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara 2004.
26
M.Ferit Uğur-M.Mesut Koman, Selçuklu Veziri Sahip Ata ile Oğullarının Hayat ve Eserleri,
İstanbul 1934.
14
“Sahip Ata”27 ve “Hoca28” lakaplarıyla tanınan Fahrettin Ali’nin nerede ve ne
zaman doğduğuna dair bir bilgi mevcut değildir. Tarihi kaynaklardan29 ve
vakfiyesinden30 Konyalı olduğu anlaşılan Fahreddin Ali’nin kitabelerinden31 ve
vakfiyesinden32 babasının adının Hüseyin, dedesinin isminin ise El-Hac Ebû Bekir
olduğunu tespit edebilmekteyiz. Ancak, tarihî kaynaklarda, bu iki şahsa ait herhangi
27
Sahip kelime anlamıyla bir kimsenin arkadaşı anlamına gelmektedir. Özellikle Peygamberimiz ile
yakından münasebette bulunan ve İslamiyet için ölenler için kullanılmıştır.Bkz., T.C.Gordon, “Sahib”
Maddesi, M.E.B. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 10, İstanbul 1967, s.66. Hindistan’da seçkin kişiler için
kullanılan bu kelimenin, Selçuklu döneminde divanda, mektubat ve nişancılık vazifesini görenlere
verildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca vezire Sahibi âzam veya sadece Sahib de denilmekte idi. Fahrettin
Ali’ye de bu ünvanın vezir olduktan sonra verildiği anlaşılmaktadır. Nitekim vezir Şemseddin İsfahanî
için de Sahip ünvanının kullanıldığı görülmektedir. Fahreddin Ali’nin bu ünvanına sadece vezir
olduktan sonra yaptırdığı tek eser olan Sivas Gök Medrese’sinde rastlanması da bu iddiayı destekler
niteliktedir. “Ata” ise baba anlamına geldiği gibi ihtiyar, aziz ve muhterem manalarını da ifade
etmektedir. Uğur - Koman, a.g.e., s.24 dpn:1. “Âta” lakabının tıpkı “Ebu’l Hayrat” gibi, servetini
hayır işleri ve halka ihsanlar için kullanmış olduğundan Fahreddin Ali’nin asıl adına baskın çıkarak
bugüne kadar yaşadığı ve birçok şehirdeki yapıtlarının da bu ünvanlarla anıldığı anlaşılmaktadır.
Turan, Selçuklular Zamanında... s.591.
28
Bu ünvanın sadece Anonim Selçuknâme’de bir yerde kullanıldığını görmekteyiz. Ananim
Selçuknâme, a.g.e., s.36. Vakfiyesinde de kullanılmayan bu ünvanın nereden kaynaklandığı
bilinmemektedir. Hind-Müslüman kast’ının adı olan hoca, XIV. yüzyılda İsmaîliye mezhebine giren,
lohana müridleri için kullanılmaktaydı. Bkz. W.İvanow, “Hoca Maddesi”, M.E.B. İslam Ansiklopedisi,
C. 5/1, İstanbul 1967.s.550-552. Fahreddin Ali’nin, okur yazar olmadığı yolundaki Kalkaşandi ve ElÖmerî gibi arap kaynaklarında yer alan bilgiler de göz önünde bulundurulursa bu ünvanın bir saygı ve
hürmet bildiren bir tabir olduğu anlaşılmaktadır. Bu tabirin banisi olduğu binaların kitabelerinde yer
almaması da bunun kendisine tıpkı “Ebu’l-Hayrat” ünvanı gibi sonradan uygun görülen bir lakap
olduğunu göstermektedir.
29
Turan, a.g.e., s.492., Uğur –Koman, a.g.e., s.24.
30
Bayram- Karabacak, a.g.m., s.52.
31
Konya Sahip Ata Camii ve Hanikâhı’nın portallerindeki kitabelerinde, Türbesindeki sandukası
üzerinde yer alan çini yazıda, Akşehir Taş Medrese portalindeki kitabede Sultandağı-İshaklı Hanının
portalindeki kitabede, Sahibiye Medresesi portalindeki kitabede ve çeşme kitabesinde, Sivas Gök
Medrese portalindeki kitabede babasının ve dedesinin isimlerine rastlamaktayız.
32
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.52.
15
bir kayda rastlanmamaktadır. O.Turan33, herhangi bir kaynak göstermeksizin,
Fahreddin Ali’nin Konyalı eski bir aileden geldiğini belirtmektedir.
Fahreddin Ali’nin, Emir-i Dâd (adliye bakanı) olana kadar yaptıklarıyla
ilgili tarihi kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Fahreddin Ali’den tarihi kaynaklarda
ilk kez, Emir-i Dâd olarak bahsedilmektedir. Fahreddin Ali, 14 Haziran 124934
yılında II. İzzeddin Keykavus ile IV. Rükneddin Kılıçarslan’ın saltanat mücadeleleri
dolayısıyla Aksaray Sultan Hanı yakınlarında yaptıkları savaş sırasında Emir-i Dad
görevinde bulunmaktadır. Ancak, Fahreddin Ali’nin, Emir-i Dâd’lığa getiriliş tarihi
kesin olarak bilinmemektedir. Tarihî kaynaklardan, Fahreddin Ali’den önceki Emir-i
Dâd’ın isminin Nusret olduğunu öğrenmekteyiz. Bu kişi, Has Oğuz ve Ruzbe’nin
öldürülmesinde Pervane Ebu Bekir ile birlikte sorumlu tutulmuştur. Vezir İsfahanî
tarafından, devlet içinde oldukça güçlü olan ve birlikte hareket eden bu ikilinin
güçlerini bölebilmek için Nusret’in, 1246’da Güyük Han’ın tahta çıkış törenine
gidecek olan IV.Kılıçarslan’ın heyetine katılmasına karar verilmiştir35. Konya’da
kalan Pervane Ebu Bekir ise Emir Yavtaş tarafından hapsedilmiş, Emir-i Dâd Nusret
de Moğolistan’a gidemeden Vezir İsfahanî tarafından Sivas’da tutuklanmıştır.
1246’da gerçekleştirilen bu olaydan sonra, Fahreddin Ali, Güyük Han’a gidecek olan
IV.Kılıçarslan’ın
heyetine
-büyük
ihtimalle
Nusret’in
yerine-
katılmıştır36.
Kanaatimizce, Fahreddin Ali Emir-i Dâd görevine, Karakorum dönüşünden sonra
getirilmiş olmalıdır. Nitekim Aksarayî’deki “o (Fahreddin Ali) daha önce Güyük
Han’ın huzuruna ve sefir olarak Mengü Han’ın ordusuna gitmiş, hakanların
33
Turan, a.g.e., s.492.
34
İbn Bibi, a.g.e., C.II, s.123., Turan, a.g.e., s.468.
35
Söz konusu olay için bkz. Turan, a.g.e., s.460-461.
36
Anonim Selçuknâme, a.g.e., s. 36, Aksarayî, a.g.e., s.31.
16
yarlıgını elde etmiş, ülke işlerinin yönetiminde diğer emirlere ortak olmuştu”37 bilgisi
bu düşünceyi doğrular niteliktedir. Dolayısıyla, Fahreddin Ali’nin ilk görevi olan
Emir-i
Dâd
(Adliye
Bakanlığı)lığa
1246–1249
yılları
arasında
getirildiği
anlaşılmaktadır. Nitekim Akşehir’de yaptırdığı 1250 tarihli medresesinin kitabesinde
de Emir-i Dâd ünvanıyla anılmaktadır.
Fahreddin Ali’nin Emir-i Dâd olarak tarihi kaynaklarda ikinci kez
bahsedildiği olay, Moğol komutanı Baycu’nun, Anadolu’ya gelerek askerleri ve
masrafları için anlaşma dışı taleplerde bulunmasıyla ilgilidir38. Bu ağır yeni vergi
talepleri üzerine divan, Emir-i Dâd Fahreddin Ali’yi Batu Han’a ağır hediyeler ve
100.000 sultanî dirhem ile göndermiş; Batu Han’dan alınan yarlıg ile Baycu’nun söz
konusu isteklerinden vazgeçmesi sağlanmıştır.
Fahreddin Ali’yi Emir-i Dâd görevinden sonra Saltanat Naibi olarak
görmekteyiz. Fahreddin Ali, H.657/M.1258-5939’da, II.İzzeddin Keykavus’un
Hülagu Han’ın yanında savaşa katılmak üzere Bağdat’a gitmesi sırasında, Emir-i
Dâd’lıktan Saltanat Naib’liğine getirilmiştir.
Fahreddin Ali’nin Saltanat Naibliği’nde uzun süre kalmadığı, bir-iki yıl sonra
vezir olduğu anlaşılmaktadır. II.Keykavus ile kardeşi IV.Kılıçarslan’ın ülkeyi
beraber yönettiği bu dönemde, II.Keykavus, Şemseddin Tuğraî’nin öldürülmesinden
sonra kendi vezirliğine Fahreddin Ali’yi getirmiştir40. Nitekim Fahreddin Ali’nin
37
Aksarayî, a.g.e., s.31.
38
İbn Bibi, a.g.e., C.II, s.123., Anonim Selçuknâme, a.g.e., s.36., Turan, a.g.e., s.476., N. Kaymaz,
Pervane Mu’înü’d-din Süleyman, Ankara 1970, s.52, 61. Kaymaz, herhangi bir kaynak göstermeksizin
bu olayın 1253 tarihinde gerçekleştirildiğini belirtmektedir.
39
Aksarayî, a.g.e., s.45., Kaymaz, a.g.e., s.75-76.
40
İbn Bibi, a.g.e., C.II, s. 156., Aksarayî, a.g.e., s.47., Anonim Selçuknâme, a.g.e., s. 36., Turgal,
a.g.e., s.70., Turan, a.g.e., s.492.
17
Akşehir’de medresesinin karşısına yaptırdığı, bugün sadece kitabesi kalabilmiş olan
1260/61 tarihli hanikâh’ın kitabesinde de bu ünvan ile anılmaktadır.
Bu tarihten bir yıl sonra (1261), Fahreddin Ali’nin ülkenin genel veziri
olduğunu tespit etmekteyiz41. Fahreddin Ali, bu olayda Pervane Mü’înü’d-dîn
Süleyman ve Moğol beyleri ile işbirliği yaparak, veziri olduğu II.Keykavus’un
tahttan uzaklaştırılmasını sağlamıştır42. Böylece ülkenin genel veziri olan ve Pervane
Mü’înü’d-dîn Süleyman ile ülkeyi yöneten Fahreddin Ali, gücünün zirvesine
ulaşmış, ayrıca oğulları Taceddin Hüseyin ile Nusrettin’in de uç emirliği
kazanmasını sağlamıştır43. Vezirin iki oğluna hassa olarak Kütahya, Sandıklı,
Beyşehir ve Akşehir’in verildiği görülmektedir. Bu çevrenin sonraki yıllarda Sahip
Ata ve Oğulları’nın hakimiyeti altında kaldığını, Germiyanoğulları’nın bu ahaliyi
fethine kadar Sahip Ata Oğulları adında beylik olarak hüküm sürdüklerini
saptamaktayız. Nitekim Afyon, bu isimle adlandırılana kadar Sahib-i Karahisar
olarak anılmıştır44.
Bu
olaydan
sonra
tarihi
kaynaklarda
Fahreddin
Ali’nin
ismine,
IV.Kılıçarslan’ın Moğollar tarafından öldürülmesi olayında tanık olmaktayız. Bu
41
Olayın gerçekleştiği tarihi Abu’l Faraç, (a.g.e., C.II, s.582.) 1261 yazı, Turan, (a.g.e., s. 495.) 1261
baharı olarak verir. Anadolu Selçuklularında iki niyabet makamı vardı. Birincisi ülkedeki bütün
gelişmelerden Moğol Kağanını haberdar eden Niyabet-i Hazret, diğeri ise Selçuklu devletinin sultanın
olmadığı zaman işlerini yürüten naib’i, Niyabet-i Saltanat’dır. (bkz. İ.H.Uzunçarşılı, Osmanlı Devlet
Teşkilatında Medhal, Ankara 1988, s. 93-94.) Fahreddin Ali, Niyabet-i Saltanat makamını, (kavamü’l
mülk/ülkenin dayanağı) unvanıyla birlikte, Cimri hadisesindeki başarısından dolayı elde etmiştir (İbn
Bibi, a.g.e., C.II, s. 239.). O yıllarda vezir olmasına rağmen, bu ünvanın verilmesi, söz konusu
makamın vezirlikten daha üst bir rütbeyi ifade ettiği anlaşılmaktadır.
42
Aksarayî, a.g.e., s.51-52., İbn Bibi, a.g.e., C.II, s.159., Turan, a.g.e., s.494., Kaymaz, a.g.e., s. 85-
86, 106.
43
Aksarayî, a.g.e., s.56.
44
Uğur- Koman, a.g.e., s.126-131., Turan, a.g.e., s.518.
18
konuda Aksarayî45, Fahreddin Ali’yi Moğollarla işbirliği yapmasından ötürü birinci
derecede suçlu bulurken, İbn Bibi bu konuda yorumda bulunmamaktadır. Aksarayî46,
öldürülen sultan ile Fahreddin Ali arasındaki ihtilafın, IV.Kılıçarslan’ın ona ağır para
cezası yüklemesi ve ağır hakaretlerde bulunmasından doğduğunu belirtmektedir.
1266 yılında gerçekleşen bu olaydan sonra, çocuk yaştaki III.Gıyaseddin
Keyhüsrev’i tahta çıkaran Pervane Mü’înü’d-dîn Süleyman ile Fahreddin Ali,
ülkenin gerçek hakimleri haline gelmişlerdir.
1271-72 yılına kadar ülkenin en kudretli iki isminden biri olarak görevini
sürdüren Fahreddin Ali’nin, bu tarihte görevinden azledilmiştir. Buna sebep olan
olay ise şöyledir: Tahttan ayrılmasından sonra, önce İstanbul’a oradan da Kırım’a
kaçan II.Keykavus, eski vezirine mektup yazarak, maddi açıdan çok sıkıntılı
olduğunu kendisine yardım etmesini ister. Fahreddin Ali devletin gerçek yöneticisi
Pervane Müiniddiin Süleyman’ı da durumdan haberdar ederek eski sultanına para
yardımında bulunur. Ancak Pervane, bu olayı Fahreddin Ali’yi ortadan kaldırmak
için adeta bir koz gibi kullanıp Moğollara durumu yanlış aksettirir. Moğol Kağanı da
Fahrettin Ali’yi görevden alarak Çorum’daki Osmancık kalesine hapsettirir. Bu
sırada iki oğlundan küçük olanı Nusrettin kaçarak kağanın yanına gider ve bir takım
hediyelerle babasını hapis hayatından kurtarır47. Aksarayî48, Pervane ile Fahreddin
Ali arasındaki ihtilafın, güç mücadelesinin dışında, devlet üst kademesinin
tamamının Pervane’nin yakını ve akrabalarından oluşması ve Fahreddin Ali’yi de bu
yüzden yabancı olarak görmelerinden kaynaklandığını belirtmektedir. Nitekim
45
Aksarayî, a.g.e., s. 65.
46
Aksarayî, a.g.e., s. 62.
47
İbn Bibi, a.g.e., C.II, s.171-174., Aksarayî, a.g.e., s.71-72., Turgal, a.g.e., s.77., Turan, a.g.e., s.533-
534., Kaymaz, a.g.e., s.133-136. Nusrettin Abaka Handan babasının emlâkına yapılacak tecavüzleri
önlemek için bir yarlığ da almıştır. Kaymaz, a.g.e., s.134, dpnt.139.
48
Aksarayî, a.g.e., s.71.
19
Fahreddin Ali’nin vezirlikten azledilmesinin ardından, Pervane tarafından göreve
kendi damadı getirilmiştir.
Fahreddin Ali 1271–74 yılları arasında Konya’daki evinde kalmış bu sırada
emlâk ve vakıflarının düzenlenmesi işleriyle meşgul olmuştur49. Bu tarihlerde,
Sivas’ta yaptırdığı Medrese’nin inşası da tamamlanmıştı50. Fahreddin Ali’nin bugüne
bir kopyası ulaşabilen ve 1264, 1265, 1280 yıllarında tanzim edilmiş vakfiyesinin51
de, bu yıllarda düzenlendiği anlaşılmaktadır. Aksarayî52, azledildiği yıllarda
kendisine karşı olanlar tarafından malları konusunda tartışmalar çıkarıldığını
belirtmektedir. Fahreddin Ali de hem bu tartışmalar, hem de vezirlikten
uzaklaştırılması sebebiyle malları üzerinde bir tehdit oluştuğunu görmüş;
doğabilecek tehditleri gidermek için de, emlâklarının düzenlenmesi işleri ile meşgul
olmuştur. 1274 yılına kadar süren evindeki hapislik hayatı, Fahreddin Ali’nin Moğol
Kağanı’nın yanına giderek ona çeşitli hediyeler ve yüklü miktarda para vermesi ve
vezirlik menşuruyla Anadolu’ya dönmesiyle son bulmuştur53. Böylece, Fahreddin
Ali yeniden vezir olurken, oğulları da Denizli, Afyon ve çevresinin subaşılığını elde
etmişlerdir.
49
İbn Bibi, a.g.e., C.II, s.175., Aksarayî, a.g.e., s.71-72., Turan, a.g.e., s.534. Kaymaz, a.g.e., s.134.
50
1271 yılında Sivas’da tamamlanan üç eser vardır. Bunlardan Çifte Minareli Medrese Moğol Veziri
Cüveyni’ye, Buruciye Medresesi Anadolu Moğol Valisi Muzaffer Burucerdi’ye, Gök Medrese ise
Fahreddin Ali’ye aittir. Anadolu’ya kısa bir süre gelen ünlü Moğol veziri Cüveyni’nin ve Anadolu
Moğol Valisi Burucerdi’nin eserleri yanında büyüklük ve gösteriş bakımından yarışabilecek bir eser
olan Gök Medrese, Fahreddin Ali’nin Moğollara karşı bir güç gösterisi olarak nitelendirilebilir.
51
Bayram- Karabacak, a.g.m.
52
Aksarayî, a.g.e., s.72.
53
İbn Bibi, a.g.e., C.II, s.175., Aksarayî, a.g.e., s.72-73., Turgal, a.g.e., s.77., Turan, a.g.e., s. 534.
Kaymaz, a.g.e., s.136. Vezirliği kazanan Fahreddin Ali’nin Abaga Han’a her yıl 200 altın para ve 700
at tahsis etmesi de kararlaştırılmıştır.
20
1276 yılında, Elbistan yakınlarında gerçekleşen savaşta Memlük Sultanı
Baybars, Moğol-Selçuk ordusunu yenmiş; Baybars, Kayseri’ye girip adına hutbe
okutmuştur. Bu savaşta Moğollar yanında yer alan Selçuklu Sultanı ve vezir
Fahreddin Ali, Pervane Mü’înü’d-dîn Süleyman ile birlikte Tokat’a kaçarak Moğol
Kağanı’nın gelmesini beklemiştir. Moğolların bütün Anadolu’yu tekrar yakıp
yıkmasına neden olacak bu olayda, Baybars’ın yanında seyahat eden tarihçisi Kadı
İbn Abdi’z-zahir, önemli bir bilgi vermektedir ki bu Fahreddin Ali’nin zenginliğini
ortaya koyması açısından dikkat çekicidir. Kadı54, okuma yazma bilmediğini
söylediği Fahreddin Ali’nin, Kayseri’deki medresesinde (Sahibiye Medresesi) yer
alan otak ve çadırlara, en büyük hükümdarların dahi sahip olamayacağını; onun
kendisine ait ikda’larından başka, günlük gelirlerinin 7000 sultanî dirhem olduğunu
ve her zaman arkasında 200 kölesinin beklediğini belirtmektedir. Bu savaşta
Moğollarca ihaneti tespit edilen Pervane Mü’înü’d-dîn Süleyman öldürülmüştür.
Onun ölümünün ardından Fahreddin Ali, adeta tek adam olarak yıkılan devleti ayakta
tutmaya çalışmıştır55. 1277 yılında ortaya çıkan Karamanlı-Cimri isyanı sırasında,
Moğol Kağanı yanında bulunan Fahreddin Ali, Afyon’dan gelerek Konya’yı savunan
iki oğlunu bu savaş sırasında kaybetmiştir56. İki oğlu da Konya’daki Sahip Ata
Türbesi’nde yatmaktadırlar. Oğullarının ölümü sonrası yapımını istediği anlaşılan
türbe ise 1283 yılında yenilenmiştir.
Moğolların ağır mali tahakkümü altında ezilen Selçuk devletini neredeyse tek
başına
54
yöneten
Fahreddin
Ali,
vergilerin
artması
ve
hazinenin
bunu
Faruk Sümer, Yabanlu Pazar, Selçuklular Devrinde Milletlerarası Büyük B ir Fuar, İstanbul 1985,
s. 87.
55
Turan, a.g.e., s.558.
56
İbn Bibi, a.g.e., C.II, s.239.
21
karşılayamayacak durumda olmasından ötürü, söz konusu vergilerin bir kısmını
kendi hazinesinden ödemek zorunda kalmıştır.
Geyhatu’nun 1285 yılında Erzincan’ı yaylak ve kışlak olarak kullanmak
istemesi ve bunun için gerekli para ve erzak teminini sadece Fahreddin Ali’nin
üstlenmiş, diğer divan üyelerinden hiçbiri ona bu para temininde yardım etmemiştir.
Bunun nedeni Moğollar tarafından divan üyelerine sorulduğunda “Divan ferman ve
menşûrlarda sade onun imzası var, bu yüzden ordu masraflarını da yalnızca
kendisine ait olması”57 gerektiği cevabı verilmiştir. Bu, diğer divan üyeleri ile
Fahreddin Ali arasındaki açık anlaşmazlığın bir göstergesidir.
Yaklaşık 35 yıl, tüm divan kararlarını neredeyse tek başına alan ve imzalayan
Fahreddin Ali’nin siyasi ve ekonomik bu gücü, anlaşılan, diğer yöneticiler arasında
bir düşmanlık ve kıskançlık oluşturmuştur. Tarihi kaynaklarda belirtildiğine göre
Fahreddin Ali bu yıllarda çok fazla para ve mal kaybetmiştir. Örneğin, sadece bir
seferde Karahisar’dan 400.000 dirhem kadar bir parayı Moğollara vermek zorunda
kalmıştır58.
1288 yılında Moğolların malî baskıları sebebiyle, Fahreddin Ali ile
Moğolların Anadolu’daki işlerini yürüten Mücirüddin Emir-Şah’ın araları açılmıştır.
Moğollar, bunun üzerine Fahreddin Ali’yi azledip, yerine Fahreddin Kazvini’yi vezir
yapmışlardır59. Bu siyasi gelişmelerin yanı sıra hasta olan yaşlı vezir, Akşehir’in
Nadir Köyü’nde 25 Şubat 1288 yılında ölmüştür60.
57
Aksarayî, a.g.e., s.115., Turan, a.g.e., s.587.
58
Aksarayî, a.g.e., s.115., Turan, a.g.e., s.587.
59
Aksarayî, a.g.e., s.118-119., Turgal, a.g.e., s.85., Turan, a.g.e., s. 591-592.
60
Bu tarihi Aksarayî ve Müneccimbaşı doğru verir. Aksarayî, a.g.e., s.119., Turgal, a.g.e., s.85.,
Osman Turan’da vezirin ölümün bu tarih olarak kabul eder. Turan, a.g.e., s. 591-592. Anonim
Selçuknâme ise 25 Şevval yerine 5 Şevval olarak vermiş bu ayın 20. günü de cenazenin Konya’ya
22
Anadolu Selçuklu Devletinin yaklaşık 35 yıllık dönemine vezir olarak siyasi
hayatına, bani olarak da kültür ve sanat ortamına damgasını vuran Sahip Ata
Fahreddin Ali’nin hayatının önemli bir kısmı bilinmezliklerle doludur.
Fahreddin Ali’nin öncelikle nereli olduğu konusunda bazı tartışmalar vardır.
N.Kaymaz61, Anadolulu olarak bilinen62 Fahreddin Ali’nin buraya eskiden göçmüş
bir İranlı aileden gelmiş olabileceğini belirtmektedir. Bu düşünceyi destekleyen
bilgilerden biri de Fahreddin Ali’nin vezir olduktan sonra, divana ait yazıların
tamamını Arapça’dan Farsça’ya çevirtmesidir63. Fahreddin Ali’nin okuma-yazma
bilmemesine64 rağmen böyle bir uygulamada bulunması, onun aslen İranlı olduğu
yolundaki söylemleri güçlendirmektedir.
İ.H.Uzunçarşılı65, Selçuklularda vezaret makamına geçecek kişinin kalem
erbabı veya katiplikten yetişmesi gerektiğini; bunların dışında, erbab-ı seyf denilen
kılıç erbabı ümera arasından da vezir tayin edilebildiğini belirtmektedir.
Uzunçarşılı66, Fahreddin Ali’yi, Müîniddin Süleyman ve Sadeddin Köpek ile birlikte
kılıç erbab-ı ümerâ arasında zikreder. Nitekim, Fahreddin Ali’nin ilk görevi olan
Emir-i Dâd (Adliye Bakanlığı)’lık da daha çok askeri kişiliklere verilen bir
makamdır. Bu anlamda, Fahreddin Ali’nin asker kökenli olduğu söylenebilir.
getirildiğini belirtmiştir. Ölüm yılını doğru veren Anonim Selçuknâme, vezirin ishalden öldüğünü
söylemektedir. Anonim Selçuknâme, a.g.e., s.49.
61
Kaymaz, a.g.e., s.134, dpnt. 139.
62
Aksarayî, a.g.e., s.121., Turan, a.g.e., s.492., Uğur- Koman, a.g.e., s.24., Bayram- Karabacak, a.g.m.,
s. 52.
63
Aksarayî, a.g.e., s.48., Turan, a.g.e., s.493.
64
Aksarayî, a.g.e., s.47., Arap kaynakları, Kalkaşandî, el-Ömerî ‘de Sahip Ata’nın okuma yazması
olmadığını belirtirler.Bkz., Turan, a.g.e., s.493.
65
Uzunçarşılı, a.g.e., s.91.
66
Uzunçarşılı, a.g.e., s.91, dpnt. 5.
23
Uzunçarşılı67, Fahreddin Ali’yi Anadolu Selçuklu vezirlerinin en zengini
olarak belirtir. Gerçekten de Fahreddin Ali’den bahseden tarihi kaynaklar68, onun
zenginliği konusunda hemfikirdiler. Bilindiği gibi onun yaptırdığı ilk eser 1246
tarihli İshaklı han’dır. Selçuklu dönemi hanlarının banilerine bakıldığında sultan
veya vezir, atabey, pervane gibi üst düzey saray görevlilerinden oluştuğunu
görmekteyiz. Fahreddin Ali, bu hanı yaptırdığında Emir-i Dâd’dır. Böylesi bir prestij
yapısını yaptıracak kadar büyük maddi birikime, henüz devlet kademesinin ilk
basamağında ulaşmış olması Fahreddin Ali’nin, devlet yönetiminden önce de hatırı
sayılır bir zenginliğe sahip olduğunu göstermektedir. Devlet kademesinde
yükseldikçe zenginliğinin de arttığı açıktır.
Nitekim, onun son yaptırdığı eser olan Sivas Gök Medrese, maddi imkanı ile
eş değer bir görkemi sergiler niteliktedir. İsmi Afyon olarak değiştirilene kadar
Sahib-i Karahisar şeklinde bilinen bölge, Fahreddin Ali ve oğullarının yıllarca –
neredeyse devletten bağımsız- yönetiminde kalmış, bölgenin tüm vergileri vezirin
hazinesine akmıştır. Bu da, vezirin zenginliğini besleyen en önemli kaynaklardan
birini oluşturmuştur.
Dönemin diğer bir önemli ismi Pervane Mü’înü’d-dîn Süleyman da, Tokat ve
çevresinde, oğullarına bırakabileceği, bu türden yarı bağımsız bir güç oluşturmuştu.
Bu durum, temlik yoluyla elde edilmiş büyük arazilerin, emirlere, hem ekonomik,
hem de oğullarına devredebileceği büyük bir siyasi güç sağladığını göstermektedir.
67
İ.H.Uzunçarşılı, a.g.e., s.92.
68
İbn Bibi, a.g.e., C.II, s. 240-241., Aksarayî, a.g.e., s.115., Anonim Selçuknâme, a.g.e., s. 46-47.,
Turan, a.g.e., s.492., Kaymaz, a.g.e., s.134 dpnt. 139., Sümer, a.g.e., s.87.
24
Tarihi kaynaklar69, Fahreddin Ali’nin hayır müesseselerinin çokluğu
konusunda da aynı düşünceyi paylaşmaktadırlar. Bu çalışmanın konusunu teşkil eden
ve büyük bir kısmı günümüze ulaşamayan, cami, medrese, hânikah, türbe, han,
hamam, çeşme, kaplıca, buz-hane gibi çeşitli yapılar ve onların vakıfları, Fahreddin
Ali’nin Ortaçağ sanat ve kültür ortamına bani olarak özellikle XIII. yüzyılın ikinci
yarısına damgasını vurduğunu göstermektedir. Yukarıda bahsedildiği gibi, 12711274 yıllarında vezirlik görevinden azledildiği günleri hayır eserlerinin tamiri, vakıf
ve emlâkının vakfiye işleri ile geçiren Fahreddin Ali’nin, bu konuya çok önem
verdiği görülmektedir. Vezirlikten azledilip hapsedildiği günlerde oğlu Nusrettin,
Abaka Handan babasının hapisten çıkarılması, malları ve emlâkına zarar
gelmeyeceğine dair güvence almıştır70. Aksarayî71, azledildiği günlerde Fahreddin
Ali’nin hayır malları ve gayri menkulleri konusunda rakipleri tarafından, bazı
tartışmalar çıkartıldığını belirtmektedir. Tarihi kaynaklardan nakledilen bu iki bilgi,
evinde geçirdiği bu dönemde, Fahreddin Ali’nin malları konusunda oldukça
endişelendiğini göstermektedir. Fahreddin Ali’nin mallarının ve gayri menkullerinin
teminatı için iki yolu seçtiği görülmektedir. Birincisi, oğlu tarafından Abaka Han’dan
alınan mallarına herhangi bir saldırı olmayacağına dair güvence; ikincisi söz konusu
mallarını ve gayri menkullerini vakıf kurumu içine alarak kanuni bir teminat altına
almaktır.
69
İbn Bibi, a.g.e., C.II, s. 240-241., Aksarayî, a.g.e., s.115., Anonim Selçuknâme, a.g.e., s. 46-47.,
Turan, a.g.e., s.492., Kaymaz, a.g.e., s.134 dpnt. 139., Sümer, a.g.e., s.87.
70
Arap tarihçisi Yunini’den atıfla Kaymaz., a.g.e., s.134, dpnt. 138.
71
Aksarayî, a.g.e., s.72.
25
İslam hukukuna göre, vakıf kurumu içine dahil olan mallar ve gayri
menkuller, vergiden ve müsadere72den muafiyet kazanıyordu73. Fahreddin Ali de,
azledildiği yıllarda mallarını vakıf kurumu içine almaya çalışmıştır. 1280 yılında
tamamlanan tek vakfiyesinin de bu yıllarda düzenlendiği anlaşılmaktadır. Bu yolla
Fahreddin Ali, vakıf kurumu içine aldığı mallarını hukuki bir teminat altına almış
oluyordu.
Fahreddin Ali’nin yaptırdığı eserlerin mevcut olanın dışında günümüze
ulaşamayan başka vakfiye kayıtlarının da olduğu muhakkaktır. Ortaçağ’da bir kişiyi
vakıf kurmaya iten başlıca nedenlerden biri, Allah rızası için amel işleme ve bu salih
amelleri kendisinden sonra gelenlere miras bırakma arzusudur74. Vakıf kurumu,
Ortaçağ’da, bugünkü kamu sektörünün yerine getirdiği pek çok hizmeti üstlenmiştir.
Bu anlamda vakıf, devlet yöneticilerinin ekonomik politikaları açısından da çok
önemliydi.
Bunların dışında bazı kişisel sebepler de vardır. Baninin vergiden ve
müsadereden muafiyetin dışında; erkek çocuğun aşırı israfta bulunmasının önüne
geçebilmek, ilim adamlarına vakıf gelirlerine bağlanmış kürsüler tahsis ederek
onların bağlılığını kazanabilmek, bu yolla da halk arasındaki desteğinin zeminini
mümkün olduğunca genişletebilmek75 gibi sebepleri de bulunmaktadır. Bu anlamda,
Fahreddin Ali’nin de dinsel inançlarının yanı sıra, gerek devrin ekonomik
politikaları, gerekse sahip olduğu malları korumak ve vergiden muafiyet gibi bir
72
Malın veya gayri menkulün sultan tarafından herhangi bir gerekçe olmaksızın ele geçirilmesi.
Bkz.F.Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara 1962, s.879.
73
G.Makdisi (Çeviren: A.H.Çavuşoğlu-H.T.Başoğlu), Ortaçağ’da Yüksek Öğretim, İslam Dünyası ve
Hıristiyan Batı, İstanbul 2004, s.86.
74
Makdisi, a.g.e., s.86-87.
75
Makdisi, a.g.e., s. 86-87.
26
takım kişisel sebeplerden ötürü ona “Ebu’l Hayrat” ünvanı kazandıran hayır
tesislerini yaptırdığı anlaşılmaktadır.
Ariflerin
Menkıbeleri76’nde,
Sahip
Ata
Fahreddin
Ali’nin
Mevlana
Celaleddin Rumî’nin özel sohbetlerinde sıklıkla bulunduğu belirtilmektedir. Ancak,
burada yer alan ifadelerin bazıları77 Mevlana ile Fahreddin Ali’nin ilişkilerinin,
devrin diğer önemli şahsiyetleri -örneğin Pervane Müiniddin Süleyman- kadar iyi
olmadığını belirtmektedir. S.Bayram ile A.H.Karabacak78, Sahip Ata’nın vakfiyesini
konu alan makalelerinde, Fahreddin Ali’nin Şafiî olduğunu ifade etmektedirler. Bu
açıklamaya temel teşkil eden sebep; vakfiyedeki, Sivas Gök Medresesi müderrisi’nin
öncelikle Şafiî olması gerektiğine dair bilgi olmalıdır79. Ancak bizce, bu yöresel
inançlar göz önünde bulundurularak yapılan bir uygulama olmalıdır. Nitekim
vakfiyedeki “…bu medrese bir mezhep ehline has olmayıp, herhangi mezhep ehline
açık bulunması…”80 şeklindeki açık ifade de bu durumu açıklar niteliktedir. Ayrıca
son yıllarda yayınlanan bir çalışma81, Eşarî ve dolayısıyla Şafiî geleneğinin, Anadolu
medreselerinin eğitim-öğretim tedrisatında Maturidî ve Hanefi geleneğine göre, daha
etkili olduğunu ortaya koymaktadır. Vakfiyeyi onaylayan Ebu Bekir bin Ahmed
Urmevî82’nin Şafiî geleneğinin Anadolu’daki en önemli ismi Fahreddin Razî’nin
76
Ahmet Eflaki, a.g.e., s.124-125, 485-486, 531-532.
77
Mevlana, Fahreddin Ali için bir seferinde “dertsiz ve gafil biri, uyanık ruhlu değil, manâ aleminden
de habersiz” ifadelerini kullanmaktadır. Bkz. Ahmet Eflaki, a.g.e., s.531-532.
78
Bayram-Karabacak, a.g.m., s. 37.
79
Bayram-Karabacak, a.g.m., s. 53.
80
Bayram-Karabacak, a.g.m., s. 53.
81
A.Ocak, “Osmanlı Medreselerinde Eş’arî Geleneğinin Oluşmasında Selçuklu Medreselerinin
Tesirleri”, XIII. Türk Tarih Kongresi, (Kongreye Sunulan Bildiriler 4-8 Ekim 1999), Cilt: III/2,
Ankara 2002, s.763-776.
82
Bayram-Karabacak, a.g.m., s. 40, 52.
27
öğrencisi olması83, vakfiyedeki Şafiî müderris vurgusuna sebebiyet vermiş olabilir.
Bu anlamda günümüze ulaşan bulgular, Fahreddin Ali’nin Şafiî olduğunu ortaya
koyacak yoğunlukta ve kesinlikte değildir.
83
Ocak, a.g.m., s.771.
28
3-SAHİP ATA FAHREDDİN ALİ’NİN MİMARİ ESERLERİ
3.1- Afyon-İshaklı’daki Sahip Ata Yapıları
İnceleme Tarihi: 20–21 Ağustos 2005, 10–11 Şubat 2007.
Vezir Sahip Ata Fahreddin Ali’nin banisi olduğu Afyon-İshaklı’daki han,
gerek ölçüleri gerekse planı açısından Anadolu Selçuklu döneminin en dikkat çekici
yapılarından biridir. Afyon-Akşehir yolunun 28. kilometresinde, İshaklı (Sultandağı)
kasabasında yer alan (Harita:1) hanın, hemen kuzeybatısında yakın tarihlere kadar bir
hamam bulunmaktaydı. Uğur-Koman’ın hanın müştemilatı olduğunu belirttiği
hamam’ın henüz ayakta olduğu yıllarda çizilmiş bir de planı mevcuttur (Çizim:4).
Hamamın dışında Osmanlı dönemi kayıtlarında hanın bir de mektebi olduğu
belirtilmektedir. Fatih dönemi tahrir kayıtlarında84, Sahip Ata’nın Akşehir’deki
külliyesine ait binalarla beraber aynı vakıf içersine alınan ve Saklu (İshaklı) daki
eserleri arasında zikredilen mekteple ilgili başka bir bilgiye sahip değiliz. Söz konusu
hamam ve mektebin hanla birlikte, bir külliye fikri çerçevesinde mi inşa edildiği,
yoksa handan bağımsız münferit yapılar mı oldukları tartışmaya açıktır.
Harita 1: Konya-Afyon Kervan Yolu ve Üzerinde Yer Alan Binalar
(Kaynak: earth.google.com/)
84
F.Uzluk, a.g.e., s.42.
29
3.1.1- Han
Yapı, çeşitli araştırmalarda85 bulunduğu kasabanın ismi ile “İshaklı
Han/Kervansarayı” anılmıştır. Afyon-Akşehir yolunun 28. kilometresinde yer alan
(Harita: 1) İshaklı (Sultandağı) kasabasında yer alan binayı, batıda, kasabayı
baştanbaşa kat eden Zübeyde Hanım caddesi (Foto:1), doğu, güney ve kuzey yönden
Selçuk sokağı çevrelemektedir. Han, Anadolu Selçuklu döneminde Konya’yı
Afyon’a, oradan da Kütahya ve Bursa yoluyla İstanbul’a bağlayan kervan yolu
üzerinde yer almaktaydı86. Doğu-batı doğrultusunda uzanan dikdörtgen planlı bina,
ahır ve avlu olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır (Çizim:1).
Bina, avlu ve ahır portalleri üzerinde
yer alan iki farklı kitabede yer alan bilgilere
göre, II. İzzeddin Keykavus döneminde,
H.647/M.1249 yılında Hüseyin oğlu Ali
tarafından yaptırılmıştır87.
Foto 1: İshaklı Sahip Ata Kervansarayı,
Ön Cephe (Onarım Sonrası)
85
C.Huart, Epigraphie…,s.16–17, 20–21, Nr. 11-12.; F.Sarre, Reise in…, s. 20-21.; C.Huart, Konia…,
s.101-103.; K.Erdmann, a.g.e., Vol.I., s.61-62, 143-146.; Eyice, “İshaklı Kervansarayı…, s.237.;
Akok, “İshaklı Kervan Sarayı…, s.5-21.; M.Kayademir, a.g.t.; H.Karpuz, “Sahip Ata’nın Yaptırdığı
…, s.82- 90.
86
M.Kemal Özergin, (Anadolu Selçukluları Çağında Kervan Yolları, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat
Fakültesi, Tarih Bölümü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1959, s. 142–144.) bu yol hattını
Konya’dan itibaren, Konya, Horozlu Han, Dokuzun Kervansarayı, Kadın Hanı, Ilgın, Arkıt Hanı,
Akşehir, Sahip Ata Kervansarayı, Çay Taş Han, Afyon, Altıgöz Köprüsü, Eğret Han, Döğer Han,
Kütahya ve Bursa şeklinde belirler.
87
Binanın her iki kitabesinin Arapça yazılışı, Türkçe okunuşu ve Transkripsiyonu için bkz. Uğur-
Koman, a.g.e., s.97–98. Huart, (Epigraphie…, s.16.) avlu kitabesinin tarihini H.607, sultanın ismini de
I.İzzeddin Keykavus olarak yanlış okumuştur.
30
Burada ismi geçen şahıs Vezir Sahip Ata Fahreddin Ali’dir88. İki kitabeden avlu
kapısında olanı (Foto:3), enine dikdörtgen formda mermer blok bir taşa işlenmiş
olup, dört yönden dar bir silmeyle sınırlandırılmış sülüs hatlı üç satırdan
oluşmaktadır. Burada, II. Keykavus’un unvanları dışında kapalı kısım kitabesinden
farklı olarak H. Cemazi-el Ahirin 647/M. Eylül-Ekim 1249 şeklinde kesin bir tarih
yer almaktadır. Enine dikdörtgen mermer bir taşa işlenmiş olan kapalı kısım portali
üzerindeki (Foto:14) altı satırlık sülüs hatla yazılmış kitabede ise sadece
H.647/M.1249 tarihi bulunmaktadır. Hanlarda ahır bölümünün önce, avlu
bölümünün daha sonra inşa edildiği düşünülürse, Eylül-Ekim 1249’ı binanın
inşasının tamamlandığı
tarih
olarak
kabul
edebiliriz.
Mimarı
bilinmeyen
binanın,
vakfiyesi de günümüze
ulaşamamıştır.
karşın,
dönemine
Buna
Osmanlı
ait
kayıtlarından,
evkaf
Foto 3: İshaklı Sahip Ata Kervansarayı, Avlu Portali Kitabesi
Sahip Ata’nın Akşehir’deki külliyesinin hânkahı, türbesi, mescidi, çeşmesi,
imaretinin de dâhil olduğu ve içinde vezirin İshaklı’daki han ve mektebini de içine
alan bir vakfın var olduğunu öğrenmekteyiz. Hanın batısında yer alan ve yakın
88
Kitabede, hanın inşa edildiği yıllarda Emir-i Dad görevinde bulunan (bkz. bu çalışmanın Sahip Ata
Fahreddin Ali’nin Yaşamı bölümüne) Sahip Ata’nın bu unvanından bahsedilmemesi dikkat çekicidir.
31
tarihlere kadar ayakta olan hamamdan (Çizim:4) bu kayıtlarda bahsedilmemektedir89.
Bu vakfa dair ilk bilgi, Fatih dönemi tahrir kayıtlarında bulunmaktadır. Bu kayıtta
vakfın mütevellisinin Abdurrahman isminde bir şahıs olduğunu öğrenmekteyiz90.
Bunun dışında belgede Akşehir ve Saklu (İshaklı)daki Sahip Ata eserlerine gelir
olarak kaydedilen yerin isimleri bulunmaktadır. Binanın vakfı hakkında başka bir
bilgi bulunmamaktadır
Binanın geçirdiği onarımlara dair ilk bilgi R.1300/M.1884–1885 yılına aittir.
Karahisarlı Sadettin Efendi tarafından gerçekleştirilen91 onarımda, ahır kısmının
kubbesi yenilenmiştir. Bina, 1925 yılına kadar zahire anbarı olarak kullanılmak üzere
kiraya verilmiştir92. H.Karpuz, uzun yıllar bakımsız kalan hanın, onarım öncesi
kapalı kısmının tekel binası, avlusunun ise hükümet binası olarak kullanıldığını herhangi bir kaynak göstermeksizin- belirtmektedir93. Handa, 1964 yılında Akok
tarafından aslî planının ortaya çıkarabilmek için sondajlar yapılmış, 1965–1975
89
Karpuz (a.g.m., s.90, Res.6) hamamın yıkılmadan önceki bir fotoğrafını ve Önge’den aldığı bir
planını yayınlamıştır. Buna karşın Yılmaz Önge’nin V.Milletlerarası Türk Kongresindeki yayınlanan
tebliği başka bir konudadır. Dolaysıyla rahmetli Önge’nin hamamla ilgili tespitlerine birinci elden
ulaşamadık. H.Karpuz’un Önge’den naklettiği bilgilerle yetinmek zorunda kaldık. Hamamdan bu
çalışmanın “Günümüze Ulaşamayan Yapılar” bölümünde ayrıntılı olarak bahsedilecektir.
90
F.N.Uzluk, a.g.e., s.42–43. Abdurrahman’ın Fatih dönemi tahrir kayıtlarında, Sahip Ata’nın
Konya’daki Darü’l-Hadisi ve bitişiğindeki mescidine, Larende Kapısındaki külliyesine ve Çeşme
Kapısı’ndaki Darü’l-Huffâz ve mescitten oluşan külliyesine ait vakıflarının da mütevelliliğini
üstlendiğini bilmekteyiz. (Bkz. çalışmanın bu binalarla ilgili bölümlerine) Bu bilgiler hanın, ya
bağımsız ya da kendisinden bir yıl sonra yaptırılan Akşehir’deki Sahip Ata Medresesiyle birlikte ortak
bir vakfının var olduğu; Osmanlı döneminde, bu vakfın mütevellisinin, aynı zamanda Konya’daki
Sahip Ata eserlerinin mütevellisi olan Sahip Ata’nın torunlarından Abdurrahman olduğu
anlaşılmaktadır.
91
Uğur-Koman, a.g.e., s.99.
92
Aynı yer.
93
Karpuz, a.g.m., s.84.
32
yılları arasında ise kısmi bir onarım gerçekleştirilmiştir94. Binada 2003 yılında
başlatılan çalışmalarda ise öncelikle restorasyona temel teşkil edecek rölöve projesi
hazırlanmış, bunun için de hanın avlu bölümünde, giriş doğu ve batı duvarlarında ve
köşk mescit çevresinde, ayrıca ahır bölümünde ayakların aralarında sondajlar
gerçekleştirilmiştir95. Hazırlanan rölöve projesine göre 2005 yılında restorasyona
başlanılmıştır. Halen süren restorasyon çalışmalarıyla (Çizim: 3) hanın, çarşı ve çay
salonu amaçlı kullanılması planlanmaktadır96.
Binada ağırlıklı olarak açık kahverengi kesme taş malzeme kullanılmıştır.
Kesme taş dışta, cephelerde ve her iki portalde, içte ise avlunun revak ayaklarında ve
kapalı kısımda ayak ve kemerlerinde kullanılmıştır. Avlu portalinde bu açık
kahverengi kesme taş ile nöbetleşe olarak sarı renkli kesme taş kullanılmıştır. Çift
renkli taş kullanımı avlunun ortasındaki köşk mescitte de görülmektedir. Binada
yoğun olarak spolien malzeme kullanıldığı dikkati çekmektedir. Özellikle köşk
mescidin dört cephesinde ve kapısının lentosunda, çevredeki antik kalıntılardan
getirilmiş spolia malzemenin kullanıldığı görülmektedir. Bunun dışında avlu
portalinin iç yüzündeki lentoda spolia malzeme kullanılmıştır. Tuğla, ahır kısmının
yıkılan kubbesinin pandantiflerinde, ayrıca tonoz ve duvarlarda dolgu malzemesi
olarak moloz taş malzemeyle birlikte kullanılmıştır. Ahır bölümünde ayak ve
kemerlerle, kemerlerin aralarındaki bölümler ve takviye kemerleri kesme taştan,
duvar ve tonozlar ise kaba yonu taş malzemeden inşa edilmiştir.
94
Vakıflardaki binayla ilgili dosyada (V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:03.16.01/02) bu
onarım ile ilgili bir bilgi bulunmamaktadır. Buna karşın bu onarım sonrasına ait fotoğraflar
incelendiğinde, tamirlerin, avlu revaklarının kuzeybatıdaki bölümünde, ahır ayaklarında, ahır
taçkapısında, tonozlarında ve beden duvarlarında gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.
95
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:03.16.01/02 nolu dosyada yer alan ve Selçuk
Üniversitesi Öğretim elemanları tarafından hazırlatılan restitüsyon ve restorasyon raporu.
96
Aynı yer.
33
Bina beş kademe halinde algılanmaktadır (Çizim:2). İlk kademeyi avlu
bölümünün beden duvarları oluşturur. İkinci kademeyi avlu portali, üçüncü kademeyi
ahır kısmının beden duvarları ihtiva etmektedir. Dördüncü kademeyi ahır bölümünün
orta sahnı oluştururken son kademe, ahır portali ve avlunun ortasındaki köşk
mescitten ibarettir. Binanın ahır kısmının orta sahnında aslî halinde bulunması
gereken kubbesinin aslî halinde hanın son kademesini ihtiva edeceği kuşkusuzdur.
Buna karşın aydınlık kubbesinden günümüze bir iz kalmamıştır.
Yaklaşık 38 x 61 m. ölçülerindeki dikdörtgen bina, avlu ve ahır olmak üzere
iki bölümden oluşmaktadır. Ahır kısmına göre daha fazla tahrip olmuş vaziyette
günümüze ulaşabilen doğudaki avlu bölümü 39 x 38 m. ölçülerinde olup, kazılar
sonucunda ortaya çıkarılan planı, doğu ve güney kenardaki kapalı (mekân)
birimlerle, kuzey kenardaki yarı açık (revaklı) düzenlemelerden ibarettir(Çizim:2).
Avlunun ortasında, akstan yaklaşık 20° güneye kaymış fevkani mescit binası yer
almaktadır. Ahır bölümü 24 x 24 m. ölçülerinde olup, doğu-batı doğrultusunda
uzanan sivri beşik tonoz örtülü ortada olanı diğerlerinden daha enli, beş sahından
oluşmaktadır (Çizim: 1).
Mevcut durumuyla binanın kuzey ve doğu97 (giriş) cephesinde herhangi bir
açıklığa yer verilememiş olup, batı cephesinde üç, güney cephesinde ise iki açıklık
bulunmaktadır. Binadaki tüm pencere açıklıkları içten dışa doğru şevlenen mazgal
biçimli olup, cephenin ortaya yakın bir bölümüne hizalanmıştır.
Binanın mevcut güney cephesinin (Foto:4) büyük bölümünün onarımlarla
yenilendiği, taş ve duvar dokusundaki farklılıklardan rahatlıkla anlaşılmaktadır.
Yenilenen bölüm doğu köşeden itibaren 39m lik (avlunun güney cephesi) bölümdür.
97
Anlatım kolaylığı olması açısından binadaki kuzeybatı- güneydoğu yönündeki hafif çarpıklığı göz
ardı ederek ana yönleri ifade edeceğiz.
34
Cephenin
halini
aslî
koruyabilmiş
olan batıdaki 24m. lik
kısmında iki mazgal
açıklığı bulunmaktadır.
Pencerelerden
batıda
olanının
hemen
üzerinde yarım daire
biçimli taş bir
Foto 4: Güney Cephe (Onarım Sonrası)
çörten yer almaktadır. Pencereler, bölümün tam ortasındaki yarım kare biçimli
payandanın iki yanında ve eşit mesafede yer almakta olup, aynı hizadadır. Bu
cephede yer alan iki payandadan batı köşede olanı binadan ¾ oranında taşıntı yapan
kare biçimli, diğeri ise yarım dikdörtgen biçimlidir.
Batı cephe aslî
halini
büyük
ölçüde
koruyabilmiştir
(Foto:5). Cephede yer
alan
üç
payandadan
kuzey ve güney köşede
olanları kare, tam aksta
bulunanı
dikdörtgen
planlıdır.
Güney
köşedeki payanda
Foto 5: Batı Cephe (Onarım Sonrası)
büyük ölçüde tahrip olmuş, ortadaki payanda ise 1970’li yıllardaki onarımlar
sırasında yenilenmiştir. Batı cephedeki üç mazgal pencere aynı hizaya sıralanmış
35
olup, bunlardan ikisi cephe aksına göre simetriktir. Diğeri ise ortadaki dikdörtgen
payandanın kuzey kenarının hemen bitiminde yer almaktadır98. Cephedeki iki çörten,
pencerelerin yaklaşık 50 cm. üzerinde, aynı hizada ve köşelere eşit uzaklıkta
bulunmaktadır. Bunlardan kuzeyde olanı tahrip olduğu, güneyde olanının ise
onarımlar sırasında yenilendiği, taş ve duvar dokusundaki farklılıklarından
anlaşılmaktadır.
Herhangi bir açıklığın bulunmadığı masif kuzey cephenin doğu köşesinden
itibaren 39 m.lik (avlu) bölümü yaklaşık 4 m. cepheden taşıntılıdır (Foto:6).
Cephenin doğudaki bu bölümünde dört payanda olup, doğu ve batı köşedekiler
binadan ¾ oranında taşıntı yapan kare biçimli, ortadaki yarım daire, batı köşeye
yakın olanı ise yarım dikdörtgen biçimlidir. Cephenin batıdaki bölümünde ise iki
payanda
vardır;
bunlardan batı köşede
olanı
binadan
¾
oranında taşıntı yapan
kare biçimli, diğeri ise
yarım
dikdörtgen
biçimlidir. Cephenin
batı bölümündeki iki
çörtenden batıda olanı
tam aksta
98
Foto 6: Kuzey Cephe (Onarım Sonrası)
Bu pencere iç mekânda orta sahnı aydınlatmaktadır. Ancak cephede payandanın kuzey köşesine
adeta sonradan açılmış gibi duran düzensiz konumu, pencerelerin ve payandaların yeri konusunda
planlanma aşamasında mimar tarafından bir hata yapıldığını düşündürmektedir. Ayrıca bu durum
cephe duvarlarının inşası sırasında, iç mekândaki sahınlar ve onları aydınlatacak pencereler
konusunda planlamanın tam olarak yapılmadığına işaret etmektedir.
36
yer alırken diğeri taşıntılı bölümün batı duvarında bulunur. Cephenin taşıntı yapan
doğudaki bölümünün önemli bir kısmı onarımlarla yenilenmiş olup, yarım daire
planlı payandanın olduğu bölüm haricindeki yerlerde binanın ilk inşaatına ait üç
kesme taş sırası kalabilmişken, diğer bölümler onarımlarla tamamlanmıştır.
Giriş (doğu) cephesinde (Foto:1), aksta yer alan portalin dışında herhangi bir
açıklık yoktur. Cephedeki dört payandadan iki köşede yer alanı binadan ¾ oranında
taşıntı yapan kare biçimli, diğer ikisi yarım daire biçimlidir. Yarım daire biçimli
payandalar
cephede,
portalin
ikiye
ayırdığın
bölümlerin
tam
ortalarına
yerleştirilmiştir. Bu anlamda giriş cephesinde -diğer cephelerin aksine- simetrik bir
düzenleme dikkati çekmektedir. Cephe duvarları, 1970’li yıllarda yapılan onarıma
kadar zeminden itibaren birkaç taş sırasına kadar yıkık durumdaydı. Bu onarım ve
2003 yılında yapılan onarımlarla
cephe ve yıkık portal yükseltilmiştir.
Cephenin tam aksında yer
alan portal (Foto:2), bina kitlesinden
1.60 m. taşıntılıdır (Çizim:1). Portal,
onarımlar öncesi kuşatma kemerine
kadar yıkık durumdaydı. Yaklaşık 20
cm.lik bir kaide üzerinde yükselen
portalde, açık kahve, sarı ve beyaz
mermer bir arada kullanılarak plastik
etki artırılmıştır. Portalin iki dış
kenarında yarım daire biçimli köşe
Foto 2: Avlu Portali (Onarım Sonrası)
37
sütunceleri yer alır. Bunu, içe doğru süslenmeden bırakılmış dar bir silme takip eder.
İçbükey üçüncü enli bordürde, düşey konumda sıralanmış yarım yıldızlardan oluşan
açık bir geometrik komposizyon bulunur. Bunu, süslenmeden bırakılmış, enli
dördüncü bordür takip eder. Daha sonra içbükey dar bir silmeyle kademelenen
yüzeyin, kuşatma kemerinin oturduğu sütuncelere kadar dar ve boş bir bordürle
devam ettiği görülür. Başlığı bulunmayan köşe sütunceleri, süssüz ve zeminde
doğrudan kaideye oturmaktadırlar. Portal kuşatma kemerinin üzerinde, simetrik
olarak iki yana sıralanmış, sekiz adet gülbezek motifi bulunur. İkinci mukarnas
sırasıyla başlayan gülbezeklerin üçü, dairesel biçimli olup, içinde farklı geometrik
şemalar uygulanmıştır. Alttan itibaren dördüncü mukarnas sırasındaki gülbezekler ise
kare çerçeve içinde birbirinin tekrarı dört küçük kareden teşkil edilmiştir. Mukarnaslı
kavsaranın günümüze altı sırası ulaşabilmiştir99. Kavsara nişleri, alt sıra hariç üçgen
veya yelpaze şeklinde biçimlendirilmişken, alt sıradakiler, gemi teknesi kemer ve
içbükey üçgen şeklindedir. Kavsaranın altında enine dikdörtgen iki beyaz mermer
taştan müteşekkil inşa kitabesi yer alır (Foto:3). Sülüs hatlı üç satırlık kitabe, dıştan
enli bir silme ile çevrelenmiştir. Kitabe ile kapı kemerinin arasında, kareye yakın sarı
ile koyu gri renkli taşların, yarım yuvarlak dişli kenarlarından birbirlerine geçmeli
olarak tutturulduğu, düz atkılı bir tahfif bölümü yer almaktadır. Portal kütlesinin iki
yanındaki mihrabiyeler son derece sade olup, güneyde olanı daha sağlam günümüze
sağlam gelebilmiştir. Biri düz diğeri içbükey iki dar bordürün üstten ve iki yandan
sınırladığı mihrabiyelerin üç sıradan meydan gelen mukarnaslı kavsaraları, iki
yandan ince iki sütunceye oturur. Mihrabiyelerin üzerindeki bölümler, üç sıra sade
kesme taş sırasından sonra, portal kavsarasının başladığı ilk sıraya kadar yükselen
99
Mevcut haliyle en üstte üç gözlü bir sıra olduğuna göre aslî halinde en fazla bir sıra daha mukarnas
dizisi olması gerekir.
38
dört sıra mukarnaslarla doldurulmuştur. Portal kavsarası, bu bölümden ince bir
silmeyle ayrılır. Portal açıklığının basık kemeri birbirlerine geçmeli olarak tutturulan
ve iki kenarları zigzag şeklinde biçimlendirilmiş sarı ve gri renkli mermerlerden
meydana gelmektedir. Sarı ve gri mermerlerin nöbetleşe dizildikleri bu düzen
kapının yan sövelerinde de izlenir. Kapının iki yanında, üzengi seviyesinde, içe
doğru taşıntılı yarım daire biçimli iki konsol yer alır.
Basık kemerli kapıdan dâhil olunan avlu kısmı büyük ölçüde tahrip olmuştur.
Günümüze ulaşabilen kısımlar, kuzey kanattaki revaklı bölümün batıdaki bir bölümü
ve avlu ortasındaki köşk mescittir. Diğer bölümler temel seviyesine kadar yıkılmıştır.
Vakıflar tarafından restorasyona temel teşkil etmek üzere yapılan kazılar sonucunda
avlunun aslî planına ilişkin bilgilere ulaşılmıştır100(Çizim:3). Buna göre, kapının
hemen ardında yer alan giriş holünün kuzeyinde bir, güneyinde iki kapalı mekân yer
alıyordu. Her biri avluya bağımsız kapılarla açılan mekânların Vakıfların hazırlattığı
restorasyon
raporunda
kuzey-güney
yönlü
tonoz
örtüye
sahip
oldukları
belirtilmiştir101(Çizim:3,
Foto:8).
Foto 8: Avlunun Giriş
kanadı (Onarım Sonrası)
100
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:03.16.01/02 nolu dosyada yer alan ve Selçuk
Üniversitesi Öğretim elemanları tarafından hazırlatılan restitüsyon ve restorasyon raporu.
101
Aynı yer.
39
Giriş holünün güneyinde yan yana iki mekân yer alıyorken, kuzeyde, giriş holünden
sonra bir mekân ve kuzeydoğu köşedeki son revak sırası yer alır(Foto:7). Bu
anlamda, hölün kuzeyinde bir kapalı, bir de yarı-açık mekân bulunur102(Foto:9).
Avlunun kuzey kanadında çift sıra revaklı bir bölüm yer almaktadır. Revağın batıdan
itibaren ilk üç sahnı ve bu bölümdeki ayaklar günümüze sağlam olarak ulaşmış olup,
diğer kemer ayakları kazıları sonucunda ortaya çıkarılmıştır(Foto:8). Buna göre,
avlunun kuzey kanadı, çift sıra halindeki kare kesitli ayakların kuzey-güney yönünde
kemerlerle birbirine bağlandığı, avluya dik uzanan sivri beşik tonoz örtülü yedi
sahından oluşmaktadır.
Foto 8: Avlu Kuzey Kanat (Onarım Öncesi)
Foto 9: Avlu Kuzey Kanat (Onarım Sonrası)
Doğudaki son sahında tek ayak olup, güneyindeki ikinci sıra kemer ayağının
yerinde, giriş holünün kuzeyindeki mekân yer almaktadır. Aslî halinde ayağın,
mekânın kuzeybatı köşesine bir kemerle bağlandığı benzer örneklere bakarak
rahatlıkla söylenebilir103. Sahınların sivri beşik tonoz örtüsü ortadan bir takviye
kemeri ile desteklenmiştir. Ayak ve kemerler, kesme taş, duvar ve tonozlar ise moloz
taştandır.
102
Bu tür bir uygulamaya Aksaray ve Kayseri Sultan Hanı ile Nevşehir Sarı Handa rastlamaktayız.
103
Benzer bir örnek için bakınız Aksaray Sultan Hanı avlunun güneydoğu köşesi.
40
Bu
bölümün
tahrip olmuş örtü ve
ayakları 1970 yılındaki
onarımda
tamir
edilmiştir104 (Foto: 8).
Ayakları birbirine
Foto 10: Avlu Güney Kanat (Onarım Sonrası)
bağlayan sivri kemerler dıştan ikinci bir kemerle kuşatılmış olup, asıl kemer
dıştakine göre daha kalındır. Ayaklar, taş kaideler (sömel) üzerinde yükselir. Gerek
bu bölüm gerekse hanın sağlam olarak bugüne gelebilmiş ahır kısmında, yağmur
sularının, tonoz aralarına tesadüf edecek şekilde yerleştirilmiş olan su kanalları
vasıtasıyla çörtenlere iletilip tahliye edildiği anlaşılmaktadır105.
Avlunun güney kanadında yer alan birimler temel seviyesine kadar yıkılmıştır
(Çizim:1, Foto:10). Burada gerçekleştirilen kazılar neticesinde ortadaki eyvan olmak
üzere toplam yedi mekânın bulunduğu anlaşılmıştır106 (Çizim:3). Buna göre,
güneydoğu köşede yer alan ve diğerlerine göre daha enli olan dikdörtgene yakın
mekânın dışındaki diğer altı mekân, birbirine hemen hemen eşit genişlikte ve kareye
104
Bu onarım sırasında bu bölümün tonozlarının üstleri sal taşlarıyla beşik çatı biçiminde
kaplanmıştır. V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:03.16.01/02 nolu dosyada yer alan ve
Selçuk Üniversitesi Öğretim elemanları tarafından hazırlatılan restitüsyon ve restorasyon raporu.
105
Binanın restitüsyon ve restorasyon raporunun müellifleri örtünün en dışta toprak kaplı olduğunu
belirtmektedirler. Bkz. V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:03.16.01/02 nolu dosyada yer alan
ve Selçuk Üniversitesi Öğretim elemanları tarafından hazırlatılan restitüsyon ve restorasyon raporu.
106
Akok (a.g.m., Planj 1) yaptığı sondajlar neticesinde hazırladığı planda, avlunun güney kanadında
birbirine eşit genişlik ve derinlikte altı mekân ve diğerlerinden daha büyük doğu köşedeki mekânın
var olduğunu belirtir. Buna karşın mekânların mevcut durumu 2003 kazısı neticesinde ortaya
çıkarılmış planın, daha doğru ve aslına uygun olduğunu göstermektedir.
41
yakın plandadır. Ortadaki mekân, avluya eyvan şeklinde açılır. Güneybatı köşedeki
mekâna batı duvarında yer alan bir açıklıktan girilir. Bunun batısındaki iki kare
mekândan ilki, avluya kuzey duvarındaki bağımsız bir kapıyla açılıyorken, diğerinin,
batısındaki eyvanla içten bir kapı vasıtasıyla irtibatlıdır.
Eyvanın kuzeyindeki mekânın da eyvana içten bir kapıyla açıldığı
düşünülürse, burada, eyvan ve iki yanındaki mekânın ortak bir işlevi yerine getirdiği
söylenebilir107. Bu kanattaki diğer iki mekândan doğuda olanı, batıda yer alan
mekânla içten bir kapıyla irtibatlıdır. Dolayısıyla, bu iki bölümün de ortak bir işleve
sahip olduğu iddia edilebilir. Batıdaki mekân ise avluya bağımsız bir kapıyla açılan
kareye yakın bir birimdir. Bu mekânın batı duvarında kalabilmiş olan tonoz
başlangıcı, avlunun bu kanadındaki mekânların örtüsü hakkında fikir verir. Buna
göre mekânlar, avluya dik, beşik tonozlarla örtülüdür (Çizim:3). Avluda yapılan
sondajlar, zemininin kesme taş kaplı olduğunu ortaya
koymuştur108.
Foto 11: Köşk Mescit (Onarım Öncesi)
(Ege.Ünv.Sanat Tarihi Böl. Arşivinden)
107
Ne yazık ki, binanın Vakıflardaki dosyasında yer alan bilgiler, kazılarda elde edilen bulguları
detaylı olarak yansıtmamaktadır. Örneğin su tesisatıyla ilgili herhangi bir veri bu bilgiler arasında
bulunmamaktadır. Hanın dışında bir hamamın bulunması temizlikle ilgili gereksinimlerin burada
karşılandığını düşündürmektedir. Buna karşın kazılar sırasında elde edilmiş olan kullanım eşyalarının
varlığı, mekânların fonksiyonu tespit etmek için bizlere önemli bir bilgi sunacaktı. Ancak bu
bilgilerden bugün için mahrumuz.
108
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:03.16.01/02 no.lu dosyada yer alan ve Selçuk
Üniversitesi Öğretim elemanları tarafından hazırlatılan restitüsyon ve restorasyon raporu.
42
Günümüze ulaşabilen Anadolu Selçuklu Hanları içinde avlu ortasında
bağımsız bir bina olarak köşk mescitlerin son örneği Sahip Ata Kervansarayında
bulunmaktadır109. Köşk mescit, kuzeydoğu-güneybatı yönündeki avlunun ortasına
yakın bir bölümünde yer almakta olup, avlunun yatay ekseninden kıble yönüne doğru
yaklaşık 20° kaydırılmıştır110(Çizim:1). Fevkâni mescit, dört yönde kemerlerle
birbirine bağlanan “L” biçimli dört ayak üzerinde yükselmektedir.
Zemindeki ayakları birbirine bağlayan
kemerler üzerinde yükselen bir manastır
tonoz, hem alt mekânın örtüsünü, hem de
mescit katının zeminini oluşturur. Giriş
dışında,
ayakları
birbirine
bağlayan
kemerlerin dışa bakan yüzeyi, eğri boyunca
yarım yıldızların yan yana sıralanmasından
müteşekkil, açık geometrik kompozisyonla
süslüdür. Köşk mescidin dört köşesinde de
yuvarlatılmış silmeler yer alır.
Foto 12: Köşk Mescit (Onarım Sonrası)
İçte ensiz ve süslemesiz bir bordür bu silmeyi takip eder. Bordürden sonra yüzey
ince bir içbükey silme ile kademelenir. Sonraki bordürde dikey konumlanmış yarım
yıldızlardan meydana gelen açık bir kompozisyon bulunur. Bunu aynı genişlikte boş
109
Diğer örnekler, Aksaray (1229) ve Tuzhisarı (1230) Sultan Hanları ile Ağzıkara Han (1239-
1240)dır.
110
Diğer köşk mescitlerde bu türlü bir çarpıklık yoktur. S.Ögel (Anadolu Selçuklu Sanatı Üzerine…, s.
82.) bu çarpıklığı, “…sultan hanlardakinden anlam düzeyinde farklılık oluşturmak istenmesi”
şeklinde yorumlar. Ancak bizce bu durum, mimarın, binanın yönüyle kıble yönü arasındaki
uyumsuzluğu geç fark etmesinden kaynaklanmış olmalıdır. Köşk mescitteki bu çarpıklık, daha önce
batı cepheyi anlatırken de belirttiğimiz, hanın tasarımındaki hatalardan biri olarak karşımıza
çıkmaktadır.
43
bir bordür takip eder. Daha sonra iki içbükey ince silmeyle cephe yüzeyinde ikinci
kademe teşkil edilmiştir. Bu ince silmeler altta, kuşatma kemerleriyle birleşir111.
Güney hariç, diğer üç yüzün akslarında birer açıklık yer alır. Bunlardan, doğu ve
batıdakiler pencere, kuzey (giriş) cephedeki kapıdır. Köşk mescidin tüm cephelerinde
de dikkati çeken bir başka nokta çok sayıdaki spolia taştır. Tamamı beyaz mermer
spolia taşların en dikkat çekici olanı, doğu cephede pencerenin hemen güneyinde yer
alan, üstünde üçgen bir alınlığı olan ikiz pencereye benzer biçimli taştır. Doğu ve
batı cephelerin akslarında yer alan benzer formdaki pencereler eş yüksekliktedir.
Pencereleri, üstten ve iki yandan bordürler kuşatır: Şöyle ki en dışta yüzeyi
kademelendiren ince bir silmeyi, enli süslenmeden bırakılmış bir bordür takip eder.
Daha sonra içbükey bir silmeyle ikinci kez yüzeyi kademelendirir. Bordürlerle
çevrelenmiş bu boyuna dikdörtgen alanın ortasında, beş sıra halinde mukarnaslı
kavsara yer alır. Kavsara, pencere lentosu hizasında içe doğru çift profil yaparak
sonlanır. Kavsaranın altında ise boyuna dikdörtgen pencere açıklığının taş lento ve
söveleri yer alır. Kuzey cephedeki köşk mescit kapısına bugün basamakları yok
olduğu için sadece cephede izleri kalabilmiş, çift kollu bir merdivenle
ulaşılmaktaydı112(Foto:11). Mescit kapısı, en dışta, üç ince silmeyle kademe
yapılarak cephe yüzeyinin hareketlendirildiği üç süssüz ve enli bordürle
kuşatılmıştır. Mukarnaslı kavsarayı kuşatan kapı kemeri, iki yanda dairesel iki
sütunceye oturmaktadır. Beş sıralı mukarnaslı kavsaranın altındaki atkı, sütuncenin
üzerinde, içe doğru profilli bir taşıntı yapar. Kapı açıklığının lentosu beyaz
111
Cephelerdeki silmelerin köşk mescidin üst bölümleri yıkıldığı için nasıl tamamlandığını kesin
olarak bilmiyoruz. Buna karşın diğer köşk mescit örneklerine bakarak cephe yüzeyindeki silme ve
bordürlerin üst bölümde de devam ederek üç yönden kuşattıkları söylenebilir.
112
Yıkılmış olan merdiven basamaklarının, cephe yüzeyindeki izlerine bakarak yedi basamaklı olduğu
anlaşılmaktadır. Onarımlarda bu tespite uygun gerçekleştirilmiştir.
44
mermerden bitkisel karakterli süslenmenin yer aldığı spolia bir friz parçasıdır. Kapı
sövelerini meydana getiren taşlar, lentonun aksine sadedir. Boyuna dikdörtgen kapı
açıklığından girilen kare planlı mescit mekânında, güney duvarın ortasında taş
mihrap, doğu ve batı duvarlarının ortasında birer pencere açıklığı yer alır. Kapıdan
sonra doğuya doğru yükselen üç basamaklı bir merdiven ve sahanlık bulunmaktadır.
Burası basık kemerli bir açıklıkla girilen
duvar içinden mescit damına ulaşılan ve
minare işlevinin yerine getirildiği bir geçit
yeriydi113. Girişin tam karşısında yer alan
mihrap duvar kalınlığı içerisinde yer alır
(Foto:13). Önemli ölçüde tahrip olmuş
mihrabın yüzeyi, üstten ve iki yandan ince
silmelerle kademelendirilmiş olan üç sade
bordürle
kuşatılmıştır.
İki
yanda
ince
dairesel sütuncelere oturan mukarnaslı
Foto 13: Köşk Mescit Mihrabı (Onarım Öncesi)
(Ege. Ünv. Sanat Tarihi Böl. Arşivi’nden)
kavsara, beş sıralıdır. Mescidin taş zemini büyük ölçüde tahrip olmuştur. Mescidin
mukarnaslı örtüsüne, duvarlarından dört yönde dolaşan enli bir kornişle
geçilmektedir. Bu korniş, iki yandan düz ortada içbükey üç silmeden müteşekkildir.
Bugün ilk üç sırası kalabilmiş mukarnaslı örtünün üst bölümleri yıkılmıştır. Akok
aslî halinde yedi kademeli olan örtünün, kornişten sonra başlayıp, ikinci ve üçüncü
kademede sekizgene ve son orta yıldızda da altıgen ve onikigene bölündüğünü
113
Akok, a.g.m., s.10.
45
belirtir114. Köşk mescidin zemininde kazı yapılmamış115, bu anlamda çağdaşı diğer
köşk mescitlerde olduğu gibi bu bölümün şadırvan gibi bir işleve hizmet edip
etmediği anlaşılamamıştır.
Kapalı kısmın giriş cephesinin tam ortasında yer alan taşıntılı portal, avlu
portaline göre daha sadedir (Foto:14). Portal, iç iki köşesinden yükselen yarım daire
biçimli kalın silme, üstte ve yanlarda kuşatma kemerini çevrelemektedir. Dıştaki
silmeyle portal yüzeyinde ikinci bir kademe teşkil edilmiş olup, silmenin ayırdığı
yüzeyler süslenmeden bırakılmıştır. İçteki yarım daire biçimli silmenin sınırladığı
alan içinde bulunan kavsara kemeri, bilinenlerin aksine116 mukarnaslı değildir.
Boyuna dikdörtgen ve şevli taşların, portal
yüzeyiyle 45°lik bir açıyla -tonoza benzer
biçimde- örülerek teşkil edildiği kavsara
kemeri
daireseldir.
Kemerin
üzengi
hattında iki köşede istiridye motifine
benzer biçimlidir117. Kemeri teşkil eden
taşların portal yüzeyiyle birleştiği yerde
oluşturduğu
yuvarlak
kemerli
alanın
ortasında, enine dikdörtgen biçimli bir
çerçeve içersined altı satırlık kitabe yer
alır. İçbükey bir bordürün dört yönden
Foto 14: Ahır Bölümü Portali
114
115
Aynı yer. Köşk mescit, örtüsüyle çapraz tonoz örtülü diğer örneklerden farklılaşmaktadır.
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:03.16.01/02 no.lu dosyada yer alan ve Selçuk
Üniversitesi Öğretim elemanları tarafından hazırlatılan restitüsyon ve restorasyon raporu.
116
Portal, kavsara kemerinin biçimiyle çağdaşı örnekler arsında ünik bir örnektir.
117
Bu süslemenin bir benzerini Nevşehir Sarı Han ahır portali mihrabiyelerinde görmekteyiz.
46
sınırladığı kitabenin, tarihin verildiği altıncı sırası, bu içbükey çerçevenin alt
kenarına yerleştirilmiştir. Kitabenin altında geçmeli taşlardan oluşan bir sıra taş örgü
bulunur. Kapının iki yanındaki mihrabiyeler son derece
sade olup, dört sıradan oluşan mukarnaslı kavsara, ince bir sütunceye oturmaktadır.
Mihrabiyeleri
çevreleyen
herhangi bir sime ya da
bordür yoktur. Kapı ise
kenarları
dilimli
farklı
renkteki taşların birbirine
geçmesi
şeklinde
nöbetleşe
oluşturulduğu
Foto 15: Ahır Kısmı Orta Sahnı
ve
dizilerek
basık
bir
kemerle örtülüdür. Kemerin
üzengisinde, iki yanda içe doğru taşıntılı yarım daire biçimli konsollar yer alır.
Yaklaşık 24 x 24 m. ölçülerindeki ahır kısmı, giriş aksına dik beş sahna bölünmüştür
(Çizim:1). Ortadaki diğerlerinden daha enli olan bu sahınları kare kesitli taş ayaklar
ayırır. Sahınları örten sivri beşik tonozlar, hem her sıradaki dörder ayaktan
birbirlerine, hem de duvarlara atılmış sivri kemerlere oturmaktadır. Ayrıca, düzenli
aralıklarla atılmış takviye kemerleri de tonozu desteklemektedir (Çizim:2, Foto:16).
Ahır kısmında ayaklar ve kemerler kesme taş, duvarlar ve örtü ince yonu
taştandır118(Foto:16). Anadolu Selçuklu dönemi Hanlarında sık olarak görülen seki
118
Ahır kısmı duvarlarının ve örtüsünün 1960’lı yıllardaki tamir edildiği yukarıda belirtilmişti. Bu
anlamda aslî halinde duvar ve örtünün hangi malzemeyle inşa edildiğini kesin olarak bilmiyoruz.
Fakat ayak ve kemerlerde, cephelerdekilere benzeyen bir malzeme görülmesine karşın, örtü ve
duvarlarında hiçbir kesme taşın bugüne ulaşmamış olması, aslî halinde de bu bölümlerin yonu taşlı
olduğunu düşündürmektedir.
47
düzenine ait bir iz günümüze ulaşamamıştır. Buna karşın Vakıfların restorasyona
yönelik sondajları sırasında, ayakların oturduğu taşıntılı topuk (sömel) ve ayak
aralarını bağlayan duvar kalıntılarına rastlanmış, aslî halinde burada seki düzeninin
mevcut olduğu anlaşılmıştır. Sekilerin düzeni konusunda sondaj sonuçlarında net bir
bilgi bulunmamaktadır. Buna karşın proje müellifleri, sondaja ait bazı bulgulara ve
dönemin benzer beş sahınlı kervansaray örneklerinden yola çıkarak sekinin,
kuzeyden itibaren ikinci sırada başladığı, orta sahının iki yanında dolaşarak, son
sahnın, batı duvara saplandığı yerde bittiğini ve bu haliyle U biçimli olabileceğini
belirtmiştir119. Aslî halinde zeminden bir miktar yüksek olduğu bilinen bu sekilere
ulaşımı sağlayacak merdivene ait bir ize sondajlar sırasında rastlanmamıştır. Ayrıca,
bu döneme ait hanların ahır kısımlarında seki kenarında ya da duvar yüzeylerinde
görülen yemlik ve yalaklara dair bir iz de bulunamamıştır120. Ahır kısmı genel
olarak loş bir mekândır(Foto:15). Kuzey duvarda hiçbir açıklık bulunmazken, batı
duvarda üç, güney duvarda iki pencere mekânı aydınlatmaktadır. Pencereler mazgal
biçiminde olup, dar uzun ve içe doğru şevlidir. Üst kısımları yuvarlak biçimli bu
119
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:03.16.01/02 no.lu dosyada yer alan ve Selçuk
Üniversitesi Öğretim elemanları tarafından hazırlatılan restitüsyon ve restorasyon raporu.
120
Ahır kısmında tıpkı yemlik ve yalak gibi hayvan bağlamak için herhangi bir halka veya kanca
izinin kalmamış olması, tekel binası olarak kullanıldığı dönemin ve onarımların ahır kısmını aslî
halinden önemli ölçüde uzaklaştırdığını göstermektedir.
48
pencereler –biri hariç- duvarların, tonoz üzengi hattı hizasında yakın bir yüksekliğe
sıralanmıştır. Orta sahında yer alan pencere ise diğerlerine göre daha enli ve yüksek
tutulmuştur. Orta sahnın tam ortasına denk gelen açıklıkta kare planlı bir açıklık
bulunmaktadır. Bu açıklık dönemin diğer örneklerinde de sıklıkla rastlanan aydınlık
feneridir. Vakıfların 1970’li yıllardaki onarımında burada, dökülmüş yerler moloz
taşlarla dolgulanmış, betonarme hatıllar üzerine de demir profillerle bir
konstrüksiyon yerleştirilmiştir121. Bugün bu kare alanın köşelerinde tuğladan
pandantif parçaları görülmektedir. Restorasyon projesi müellifleri, aydınlık fenerinin
aslî halinde kesme taştan, içte kubbe dıştan konik külah biçimli olduğunu, kubbeye
de mevcut durumdan yola çıkarak tuğla pandantiflerle geçildiğini öngörmüştür122.
Kervansaray,
yıllarda
daha
Afyon
ve
sonraki
çevresini
egemenliği altına alacak Sahip
Ata ailesinin bu yöredeki ilk
imar
faaliyetidir.
bina,
XIV.
kadar
Afyon
Dolayısıyla
yüzyıl
ve
başlarına
çevresinde
sürecek olan Sahip Ata Oğulları
Foto 16: Ahır Bölümü Orta Sahnı
121
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:03.16.01/02 no.lu dosyada yer alan ve Selçuk
Üniversitesi Öğretim elemanları tarafından hazırlatılan restitüsyon ve restorasyon raporu.
122
Aynı yer. Buna karşın 2005 yılındaki tesitlerimiz sırasında ahır kısmının çeşitli yerlerine gelişi-
güzel atılmış olan bazı mukarnaslı kesme taş parçaları, aslî halinde kubbeye –tıpkı Aksaray Sultan
Hanında olduğu gibi- mukarnaslı köşe dolgularıyla geçilmiş olabileceğini düşündürmektedir. Bunun
dışında aslî halinde kubbe kasnağında çeşitli sayıda pencerenin olduğu söylenebilir.
49
hükümranlığının bu çevreye yaptığı ilk yatırımdır. Sahip Ata Fahreddin Ali’nin
yaptırdığı ve Eylül/Ekim 1249 yılında tamamlanan hanın, ünlü vezir tarafından,
Akşehir’deki 1250’de yaptırdığı külliyesiyle aynı vakıf içerisine alındığı Osmanlı
dönemi kayıtlarından anlaşılmaktadır123.
Hanın bir külliye şeklinde, yakın tarihlerde yıkılan hamam ve mekteple
birlikte inşa edildiği anlaşılmaktadır. Önge, yıkılmadan önce hamamın planını
yayınlamıştır124 (Çizim:4). Bugüne ulaşamayan mektep ise II. Bayezid zamanında
yıkılmıştır125. Her iki binadan günümüze herhangi bir başka bilgi ulaşmamıştır. Ünlü
vezirin Akşehir’in bir köyünde ömrünün son yıllarını tamamladığı126 düşünülürse
Afyon ve Akşehir yöresinin Sahip Ata ve ailesi için daima önemini koruduğu
anlaşılmaktadır.
Hanın avlu portaliyle Akşehir Sahip Ata Medresesinin portali arasındaki
yakın benzerlik dikkat çekicidir. Yan bordürlerdeki yarım yıldızlar kavsarayı dıştan
kuşatan dairesel madalyonlar, belli belirsiz kuşatma kemerleri, kapı açıklığının
kemeri ve farklı renkte taş kullanımı, Sahip Ata’nın 1249 Eylül/Ekim’inde
tamamlanan hanıyla, 1250 Nisan/Mayısına tarihlenen Medresesinde aynı ustaya
görev vermiş olabileceğini düşündürmektedir. Konya’yı Akşehir yoluyla İstanbul’a
bağlayan ana yollardan biri üzerinde yer alan kervansaray, yakın tarihlere kadar
ayakta olduğu bilinen hamamı ile birlikte inşa edilmişti.
3.1.2- Hamam Ve Mektep
Sahip Ata’nın Afyon İshaklıdaki kervansarayının kuzeybatısında yakın
tarihlere kadar bir hamam mevcuttu. Nitekim H.Karpuz, 1980’li yıllarda bu hamamın
123
F.N.Uzluk, a.g.e., s.42-43.
124
Karpuz, a.g.m., Çizim 2.
125
Konyalı, Nasrettin Hoca Şehri…, s.282.
126
Bakınız bu çalışmanın “Sahip Ata Fahreddin Ali’nin Hayatı” başlıklı bölümü.
50
kalıntılarını tespit etmiştir127. Yapıyı 1930’lı yıllarda harap bir vaziyette gören UğurKoman, bu hamamın Hanın müştemilatı olduğunu belirtir128. H.Karpuz’un,
Y.Önge’den naklettiği plana göre doğu-batı doğrultusundaki hamam, dikdörtgene
yakın bir şemaya sahip olup, dört bölümden meydana gelmekteydi (Çizim:4). Kapısı
doğu yönden bulunan binanın kapıdan sonra gelen ilk kısmı soyunmalık olduğu
anlaşılmaktadır. Dikdörtgene yakın ve plana göre tavanla örtülü bu mekândan daha
küçük ölçülerdeki, boyuna dikdörtgen ve beşik tonoz örtülü bir başka mekâna
ulaşılmaktaydı. Bu mekânın ılıklık olduğu tahmin edilebilir. Buradan bir kapıyla
geçilen ve duvarla iki kısma ayrılmış mekân ise sıcaklık olmalıdır. Birbirleriyle bir
kapı vasıtasıyla irtibatlandırılmış bu iki bölüm, birer kubbeyle örtülüdür. Sıcaklığa
kuzeyden bitişen ve batıda bir penceresi bulunan boyuna dikdörtgen planlı ve beşik
tonoz örtülü bölümün ise su deposu olduğu anlaşılmaktadır. Mekânın kuzey
duvarının ortasında yer alan niş ise suyu ısıtan ocağın ağzı olmalıdır. Ne yazık ki bu
binayla ilgili günümüze maddi bir iz kalmamıştır. Fatih dönemi tahrir kayıtlarında129
Sahip
Ata’nın
Saklu
(İshaklı)daki
eserleri
arasında
bir
de
mektepten
bahsedilmektedir. Ancak binayla ilgili bir bilgiye sahip değiliz.
127
Karpuz (a.g.m., s.90, Res.6) hamamın yıkılmadan önceki bir fotoğrafını ve Önge’den aldığı bir
planını yayınlamıştır. Buna karşın Yılmaz Önge’nin V.Milletlerarası Türk Kongresindeki yayınlanan
tebliği başka bir konudadır. Dolaysıyla rahmetli Önge’nin hamamla ilgili tespitlerine birinci elden
ulaşamadık. H.Karpuz’un Önge’den naklettiği bilgilerle yetinmek zorunda kaldık.
128
Uğur-Koman, a.g.e., s.99.
129
F.Uzluk, a.g.e., s.42.
51
Çizim 1: Afyon-İshaklı Sahip Ata Kervansarayı (Onarım
Öncesi) Planı (Akok’tan İşlenerek)
52
Çizim 2: Afyon-İshaklı Sahip Ata Kervansarayı Kesitleri
(VGM.Abd.Yp.İş.Dai.Bşk.Arşivi’nden)
53
Çizim 3: Afyon-İshaklı Sahip Ata Kervansarayı (Onarım
Sonrası) Planı (VGM.Abd.Yp.İş.Dai.Bşk.Arşivi’nden)
54
Çizim 4: Afyon-İshaklı Sahip
Hamamının Planları (H.Karpuz’dan)
Ata
Kervansarayı
ve
55
3.2- Akşehir’deki Sahip Ata Külliyesi
İnceleme Tarihi: 20–21 Ağustos 2005, 10–11 Şubat 2007.
Sahip Ata’nın Akşehir’de bir külliye fikri çevresinde tertiplenmiş
yapılarından günümüze medrese ve mescidi ulaşabilmiştir. Külliyenin diğer yapıları
olan hânkah, matbah ve çeşmenin ise bugünkü medresenin tam karşısındaki metruk
arazide yer aldığını, XX. Yüzyılı başlarına ait tespitlerden130 öğrenmekteyiz. Bugün
müze olarak kullanılan medrese 1250, günümüze sadece kitabesi kalabilmiş olan
hânkah ise, 1260 tarihlidir. Külliyenin diğer yapıları matbah, çeşme ve mescidin inşa
tarihleri ise bilinmemektedir. Bilinen tarihlere göre külliye 1250–1260 tarihleri
arasında tamamlanmıştır. Külliye, Akşehir’i, Nadir Köyüne oradan da İshaklı’ya131
bağlayan ana yolun üzerinde yer almaktadır(Harita:1)
Harita 2: Sahip Ata Külliyesinin Akşehir’deki Yeri (Demiralp’ten)
130130
131
Uğur-Koman, (a.g.e., s.94.) imaretin mutfak ocağını zikredilen yerde tespit ettiklerini belirtirler.
Bilindiği gibi Nadir, Sahip Ata’nın öldüğü yerdir. İshaklı’da ise bir hanı bulunmaktadır.
Medresenin, Akşehir’i bu iki yere bağlaya yol üzerinde olması, Ortaçağ’da bu çevrenin sahibi olduğu
anlaşılan Fahreddin Ali’nin, binalarını, belirli bir yol güzergâhını gözeterek inşa ettirdiğini
düşündürmektedir.
56
Binanın
Ortaçağ’da,
Akşehir
Kalesinin
önemli
bir
noktasında
olduğu
anlaşılmaktadır. Nitekim medresenin yakınlarında yapılan inşaat hafriyatlarında sur
kalıntılarına rastlanmıştır132. Bunun dışına Konyalı, medrese ve mescidin, “…kalenin
methalinde…”133 olduğunu belirtir(Harita:2). Mescitle medresenin kuzeybatı
köşesine eklenmiş, hânkah ve çeşmenin ise bu iki yapının teşkil ettiği yapı bloğunun
–arada bir yol bırakacak şekilde- karşısında (batısında) yer aldığı anlaşılmaktadır.
Külliyenin vakfiyesi günümüze ulaşamamıştır. Buna karşın, Osmanlı dönemine ait
evkaf kayıtlarından134, medresenin de dâhil olduğu ve içinde Akşehir’deki külliyenin
hânkahı, türbesi, mescidi, çeşmesi, imaretinin; ayrıca Sahip Ata’nın İshaklı’daki han
ve mektebini de içine alan bir vakfın varlığını öğrenmekteyiz.
3.2.1- Medrese (Taş Medrese)
Ortaçağ’da Kale’nin dışında135 ve kale kapılarından birinin karşısında yer
alan medrese, birçok farklı isimle anılmıştır. Yaygın ismi “Taş Medrese”nin dışında
bina, halk arasında “Halkalı”136, Osmanlı kaynaklarında ise “Halkalı” ve “Atabek
132
Yayınlara geçmemiş bu bilgiyi halen İnce Minareli Müzesi Müdürü olan ve bir önceki görevi
Akşehir Taş Medresesi Müzesi Müdürlüğü olan Sn. Yusuf Benli iletmiştir.
133
Konyalı, a.g.e., s.279.
134
Uzluk, a.g.e, s.42–43. Abdurrahman’ın Fatih dönemi tahrir kayıtlarında, Sahip Ata’nın Konya’daki
Darü’l-hadisi ve bitişiğindeki mescidine, Larende Kapısındaki külliyesine ve Çeşme Kapısı’ndaki
Dârü’l-Huffâz ve mescitten oluşan külliyesine ait vakıflarının da mütevelliliğini üstlendiğini
bilmekteyiz. XVI yy. kayıtları için bkz. Ceylan, a.g.t., s.34.
135
Konyalı, Akşehir… s.279.
136
Sözen, a.g.e., s.22., Demiralp, a.g.e., s.57.
57
Gazi”137 gibi değişik adlarla anılmıştır. Kanunî dönemine ait Akşehir Evkaf
defterlerinde ise binanın ismi, “Sahip Ata Medresesi” olarak geçmektedir138.
Bugün Konya ili, Akşehir ilçesi Altunkalem Mahallesinde yer alan mescit ve
medreseyi doğudan Afyon Caddesi, batıdan ise Dr.Aziz Perkun Caddesi
sınırlamaktadır (Harita:2). Güneyinde müzenin bahçesi bulunan medrese ve mescidin
kuzeyinde ise günümüz konutları yer almaktadır.
Foto 17: Binanın XIX. yy.’daki durumu (Sarre’den)
Foto 18: Onarım Sonrası bina.
137
C.Baltacı, XV-XVI. Asırlar Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1976, s.349.
138
Konyalı, a.g.e., s.285.
58
Medrese, portalin üzerinde yer alan üç satırlık kitabesi139ne göre, “Hüseyin oğlu
Ali” tarafından H.Muharrem 648/ M. Nisan/Mayıs 1250140 tarihinde yaptırılmıştır.
Kitabede unvanı “Emir-i Dad (Adliye Bakanı)” olarak belirtilen kişi, daha sonra
vezir olacak olan Sahip Ata Fahreddin Ali’dir. Mescidin ise kitabesi yoktur.
Mimarı bilinmeyen binanın vakfiyesi günümüze ulaşamamıştır. Buna karşın,
Osmanlı dönemine ait evkaf kayıtlarından, medresenin de dâhil olduğu ve içinde
Akşehir’deki külliyenin hânkahı, türbesi, mescidi, çeşmesi, imaretinin; ayrıca Sahip
Ata’nın İshaklı’daki han ve mektebini de içine alan bir vakfın var olduğunu
öğrenmekteyiz. Bu vakfa dair ilk
kaydı,
Fatih
dönemi
tahrir
kayıtlarında bulmaktayız. Bu kayıtta
medresenin müderrisinin Muhittin,
vakfın
mütevellisinin
de
Abdurrahman isminde bir şahıs
Foto 20: Medresenin Kitabesi
olduğunu öğrenmekteyiz141.
139
Kitabenin Arapça yazılışı ve Transkripsiyonu için bkz. Demiralp, a.g.e, s.64.
140
Kitabeyi ilk kez okuyan Huart, (Konia…, s.107-110. ve Epigraphy…, s.28-34) tarihi yanlış bir
şekilde H.613/M.1216 olarak tespit etmiş, yazıtta zikredilen Keykavus’unda I.İzzeddin Keykavus
olabileceğini belirtmiştir. Bu yanlış tespiti, Sarre (Reisen in…,s. 22) ve Löytved (Konia…s.120-121.)
Huart’ı kaynak göstererek tekrarlamıştır. Kuran (a.g.e., s.80) bu yanlışı Huart’ı kaynak göstererek
tekrarlamış, M.1250 yılındaki kitabenin, binanın ikinci müdahalesine ait bir yazıt olduğunu şeklinde
bir sonuç çıkarmıştır. Buna karşın kitabeyi doğru okuyan Konyalı (a.g.e., s.290), Akok (KonyaAkşehir’de Taş Medrese…, 6.), Soyman-Tongur (a.g.e., s.168-169), Samur (a.g.t., s.74.) ve Demiralp
(a.g.e., s.64) medresenin M.1250 yılında yapıldığını belirtmişlerdir.
141
Uzluk,a.g.e., s.42–43. Abdurrahman’ın Fatih dönemi tahrir kayıtlarında, Sahip Ata’nın Konya’daki
Darü’l-hadisi ve bitişiğindeki mescidine, Larende Kapısındaki külliyesine ve Çeşme Kapısı’ndaki
Darü’l-Huffâz ve mescitten oluşan külliyesine ait vakıflarının da mütevelliliğini üstlendiğini
bilmekteyiz.
59
Bunun dışında evkaf kaydında, Akşehir ve Saklu (İshaklı)daki Sahip Ata eserlerine
gelir olarak kaydedilen yerin isimleri bulunmaktadır. II. Beyazıt dönemine ait
Akşehir vakıflarında ise medresenin müderrisinin ismini ve gelir yerlerini
öğrenmekteyiz142. Kanunî dönemi kayıtlarından, Eğriköy ve Azarıköy’ün gelirlerinin
medreseye ve Sahip Ata’nın Dâr’ül-Huffâzı’na vakfedildiği yazılıdır143. Bu dönemde
medresenin müderrisi Deli Birader Mehmed bin Durmuş Efendi idi144. III. Murat
dönemindeki kayıtlarda binaya, gelirleri vakfedilen yerlerin isimleri dışında, II.
Beyazıt dönemine kadar hânkah olarak kullanılan binanın medreseye çevrildiği
bilgisine rastlamaktayız145. Bu medrese 1522–38 yılları arasında fıkıh, kelâm ve
hadis derslerin okutulduğu elli akçeli Harici medreselerden biriydi146. Mescit ve
medresenin Osmanlı dönemine ait son kaydı, Konya Evkaf Defterlerinde yer alan
H.1286/M.1869 tarihli binaların gelir-giderlerini gösteren belgedir. Buradaki vakfın
mütevellisiyle evkaf görevlileri tarafından çıkarılan gelir-gider kayıtlarından, XVI.
yüzyıldaki gelirlerinin bu yıllara kadar değişmeden geldiğini öğrenmekteyiz. Bunun
dışında kayıtlar arasında müderris ve mescidin imamına ödenecek maaşların masraf
cetvelinde yer alıyor olmasından, bu yıllarda her iki binanın da faal durumda olduğu
anlaşılmaktadır147. Buna karşın binayı ziyaret eden ilk yabancı seyyah olan Huart,
1891 yılında binayı gördüğünde medrese ve mescit harabe halindeydi. Bu anlamda,
medrese ve mescidin 1869–1891 yılları arasında bilemediğimiz bir nedenle, aslî
142
Ceylan, a.g.t., s.34.
143
Aynı yer.
144
Baltacı, a.g.e., s. 350.
145
Konyalı, a.g.e., s.282-284.
146
Baltacı, (a.g.e., s.39-40) Fatih döneminde bu tipe giren medreselerde Hidâye (Hanef-i fıkıh)
derslerinin okutulduğunu belirtmektedir.
147
Uğur-Koman, a.g.e., s.93.
60
fonksiyonlarını sürdüremeyecek bir duruma kavuştuğu anlaşılmaktadır. UğurKoman148 1930’lı yıllarına ait tespitlerinde, medresenin uzun yıllardır tedrisattan
mahrum bulunduğun belirtirken, 1922 yılına kadar binanın sadece birkaç hücresinin
kullanıldığını, bu hücrelerin de diğer medreselerde okuyan öğrencilerin ikametine
tahsis edildiğini belirtir.
Medreseye ait 1869 tarihli gelir-gider kayıtlarında minare için de bir masraf
kalemi bulunmaktadır149. Bu kayıt, medresenin Osmanlı dönemindeki ilk onarım
kaydıdır. Ancak yapılan onarımın niteliği hakkında ne yazık ki bir bilgiye sahip
değiliz. Bunun dışında medrese, 1910 yılında zamanın müftüsü tarafından onarılmak
istenmiş, bu maksatla gerekli para tahsisi için başvurularda bulunulmuştur. Fakat
müftü bu paranın çıkmasını beklemeden, yıkılmakta olan portalin taşlarını
numaralandırarak sökmüş ve medresenin avlusuna istifletmiştir. Buna karşın gerekli
tahsisat verilmemiş, portal söküldüğü gibi kalmıştır150. Medrese, 1950 yılında İmaret
Camiinde yer alan bir takım eserlerin buraya taşınmasıyla beraber müze işlevini
üstlenir. Bu tarihte başlayan onarım çalışmaları151, 8 Haziran 1965 tarihine kadar
sürmüş, bu tarihte bina Arkeoloji Müzesi olarak ziyarete açılmıştır. Medrese 1985
yılında tescil edilip, 1989 koruma alanı kapsamına alınmıştır. Binadaki son onarım
148
Uğur-Koman, a.g.e., s.90.
149
Uğur-Koman, a.g.e., s.93.
150
Konyalı (a.g.e., s.294-295), bu taşların bir kısmının Akşehirli Rüştü Beyin Konağında ve
Cumhuriyet mektebinin inşasında kullanıldığını belirtir.
151
Binanın Vakıflar’daki dosyasın (V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-02-01./ 1.) da yer
alan bilgilere göre bu onarım çalışmalarında kuzey revaklarının ve ana eyvanın yenilendiğini tespit
edebiliyoruz.
61
çalışmaları ise 1997–2001 yılları arasında gerçekleştirilmiştir152. Bugün bina müze
olarak kullanılmakta olup, ziyarete açıktır.
Binada mermer kullanımı yoğundur. Bugün, kısmen günümüze ulaşabilmiş
portalde yer alan kırmızı damarlı beyaz mermer, Sarre’nin fotoğraflarında portal
dışında, ön cephe eyvan, minare kaidesi ve Dârü’l-Kurrâ153 kapısında kullanılmıştır.
Özellikle türbe eyvanında çift renkli mermer kullanımı dikkat çekicidir. Bunların
dışında beyaz mermer ana eyvan ve avlu revaklarının sütunlarında görülmektedir.
Sütunlar, Roma ve Bizans dönemine ait spolia başlıklara sahiptir. Spolia malzeme
bunun dışında, Dâr’ul-Kurrâ denen mekânın kapısında da kullanılmıştır. Medrese ve
mescidin duvarları moloz taştandır. Tuğla malzeme ise minare gövdesi, avlu
revaklarının kemerleri, odaların tonozları, mescidin kubbe ve son cemaat mahallinde
ve türbenin kubbesinde kullanılmıştır. Çini malzeme tuğla ile birlikte minare
gövdesi, türbenin kubbe kasnağı ve geçiş öğeleri kubbe göbeğinde görülür. Bunların
dışında onarımlar sırasında yapılan sıva raspaları sonucunda caminin mihrabının ve
152
Binanın Vakıflardaki kayıtlarına (V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-02-01./ 1.) göre
1997 onarımında şu işlemler yapılmıştır: Portalin orijinaline uygun olarak tamamlanması, mescidin
kubbesinin üzerindeki muhdes eklentilerin temizlendikten sonra kurşunla kaplanması, mescidin
duvarlarındaki çimento harçlı sıvaların raspa edilerek, horasan harcıyla yenilenmesi, mescit ve son
cemaat yerinin orijinal döşemelerinin açığa çıkartılıp, harimin ahşap, son cemaat yerinin döşemesinin
taş malzemeyle kaplanması, minaredeki eksik bölümlerin aslına uygun olarak tamamlanması, ayrıca 1.
şerefe üzerine demir korkuluk yapılması, son cemaat yerindeki muhdes doğramaların sökülerek aslına
uygun olarak tamamlanması. Vakıflardaki dosyada belirtilen bu bilgilerin dışında, binada, avlunun her
iki yanındaki odaların duvarlarının ve türbe’nin kubbe eteğinde ve merkezinde yer alan çinili
süslemelerin yenilenmesi gibi dosyada yer almayan işlemlerin, bu onarım sırasında gerçekleştirildiği
anlaşılmaktadır.
153
Demiralp, (a.g.e., s.57.) bu mekânın sonradan eklenmiş ve Osmanlı dönemi kayıtlarında Darü’l-
Kurrâ olarak zikredilen bir yer olduğunu belirtmektedir.
62
son cemaat yeri ile kuzeye açılan pencerelerin köşeliklerinde de çini malzeme
bulunduğu anlaşılmıştır154.
Medresenin XIX. yüzyıla ait fotoğraflarında (Foto:18) sağlam olarak tespit
edilen portalin beden duvarlarını aşan bir yüksekliğe sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak o günkü beden duvarlarının da aslî durumlarını yansıtmadığı aynı
görüntülerden anlaşılabilmektedir. Onarımlar sonrası mevcut durumda ise beden
duvarları, portal ve mescidin son cemaat yeri aynı yükseklikte olup ilk kademeyi
meydana getirmektedirler(Çizim:6). İkinci kademeyi ana eyvan, üçüncü kademeyi
türbe ve mescidin kubbeleri oluştururken, minare yüksekliği son algılanan mimari
öğedir.
Doğu-batı
doğrultusunda
uzanan medrese, dikdörtgene
yakın bir şemaya sahip olup,
açık avlulu ve dört eyvanlıdır
(Çizim:5)155. Medresenin giriş
cephesinin
mescidin,
kuzey
güney
Dârü’l-Kurrâ denilen
ucuna
ucuna
da
Foto 19: Medresesinin portali
mekânın eklenmesiyle dikdörtgen şema, ters “T” biçimine dönüşmüştür.
Avlunun doğu ucunda ve ana eyvanın kuzey ve güneyinde yer alan mekânlar
temel seviyesine kadar yıkılmıştır. Eski fotoğraflarından buraların aslî durumlarında
kubbe ile örtülü oldukları anlaşılmaktadır(Çizim:7). Avlunun güney ucunda eş
154
155
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-02-01./ 1. no.lu dosyada bulunan fotoğraflar.
Giriş eyvanı günümüze ulaşamamıştır. Ancak mevcut izlerden aslî halinde var olduğu
anlaşılabilmektedir.
63
genişlikte beş mekân yer alırken bunlardan ortada olanı bir eyvan olup, bilinmeyen
bir tarihte daraltılarak odaya dönüştürülmüştür. Nitekim bu yöndeki revak
kemerlerinden bu odanın hizasında olanı diğerlerinden daha geniştir. Avlunun
güneybatı köşesinde ise batısına, bir kapıyla açılan ve sonradan eklendiği anlaşılan
kareye yakın bir mekân bulunmaktadır. Giriş eyvanı ve iki yanındaki mekânlar
günümüze ulaşamamıştır. Avlunun kuzey kanadında, ortadaki eyvanın doğusunda
bulunan birbirinden farklı ölçülerde iki mekân ve batısında yer alan türbe mekânı ile
eyvan bulunmaktadır.
Kuzey cephe aynı düzlemde yer almayıp, doğu köşeden batıya doğru
kademelenmektedir (Foto:23-24, Çizim:6). Bu kademelenme, cepheden taşıntı yapan
kuzey eyvanının doğusundaki mekânla medresenin kuzeybatı köşesine eklenen
mescit ve minareyle oluşmuştur.
Cephedeki
mevcut
pencerelerin
tamamı, kuzeydoğu köşede yer alan
mescidin doğu ve kuzey duvarlarında
bulunan
açıklıklardır156.
Mescidin
kuzey ve doğu duvarlarında aynı kotta
yer alan pencereler duvarların dikey
Foto 21: Güney Cephe
akslarında ve üst kısma yakın bir
konumda yer almaktadır. Düşey dikdörtgen formlu ve lentoları sivri kemer biçiminde
düzenlenmiş bu açıklıkların dışında, yine mescidin doğu duvarında, alt kotta, düşey
156
Demiralp (a.g.e., s.57, Şekil 42) ve Samur (a.g.t., s.75.) cephenin doğu köşesinde, ana eyvanın
kuzeyinde yer alan mekânın kuzey duvarında da bir pencere olduğunu belirtmiş olsalar da, bu görüş,
araştırmacıları hal-i hazırı yansıtmayan aslî haline ilişkin görüşleri olmalıdır. Bizde aslî halinde bu
mekânın kuzey duvarında bir pencere açıklığı olduğunu düşünmekteyiz.
64
aksın güneyine kaymış vaziyette, üçüncü bir açıklık daha bulunmaktadır. Pencere
düşey dikdörtgen formlu taş lentolu bir açıklıktır.
Medresenin doğu cephesi (Foto:22), ana eyvan kemeri dışında yıkık olarak
günümüze ulaştığından, cephenin aslî haline ilişkin bilgilerimiz çok azdır. Buna
karşın medrese hakkında bilgi veren yayınlar, aslî halinde ana eyvanın iki yanındaki
mekânların, kuzey duvarlarının tam düşey aksında birer pencere açıklığı
olabileceğini belirtmiştir157.
Güney cephede (Foto: 21), batı
köşedeki mekân taşıntı yapmaktadır.
Bu mekânın dışında aynı düzlemde
yer
alan
cepheye,
onarımlar
sırasında çift sıra tuğla saçak ve beş
adet çörten eklenmiştir.
Foto 22: Medresenin doğu cephesi
Bugün cephede herhangi bir açıklık bulunmamakla birlikte, Medreseyi inceleyen
araştırmacılar, ana eyvanın güneyindeki mekânın güney duvarında bir pencere
açıklığı olabileceğini belirtir158.
157
Sözen, a.g.e., s.23, Şekil 5., Akok, a.g.m., Planş 1., Samur, a.g.t., s.75., Demiralp, a.g.e., s.57, Şekil
42.
158
Sözen, a.g.e., s.23, Şekil 5., Akok, a.g.m., Planş 1., Samur, a.g.t., s.75., Demiralp, a.g.e., s.57, Şekil
42.
65
Batı (giriş) cephesinin, eski fotoğraflarından159 büyük kısmının kesme taş
malzemeyle yapıldığı anlaşılmaktadır. Cephenin ortaya yakın bölümünde yer alan
portalin güneyinde, medresenin güneybatı köşesinde yer alan mekânın kapısı dışında
herhangi bir açıklık bulunmamaktadır (Foto:17). Kuzeyinde ise eski fotoğraflardan
bu yöne doğru açılan bir eyvan
olduğu
anlaşılan,
ancak
son
onarımlar sırasında kapatılarak bu
yöndeki duvarına iki kare pencere
açılan mekân ile mescidin son cemaat
yeri vardır. Sivri beşik tonozla örtülü
olduğu anlaşılan
Foto 23: Medresenin kuzey cephesi
eyvanın, Sarre’nin yayınladığı fotoğrafta (Foto:18) çift renkli taş örgüsüne sahip
olduğu tespit edilmektedir. Ancak bu mekânın cepheye bakan yüzüne bir duvar
örülerek bilahare kapatıldığı ve aslî fonksiyonundan uzaklaştırıldığı XIX. yy.
Foto 23: Medresenin kuzey cephesi
görüntülerden160 anlaşılmaktadır. Mekânın doğu duvarında bulunan kapı vasıtasıyla
türbenin cenazelik katına ulaşılmaktaydı. Mescidin son cemaat yeri ise üç sütun
159
Sarre,a.g.e., Taf. XI.
160
Aynı yer.
66
üzerine oturan iki bölmeli bir açıklıktan ibarettir. Bu bölüm, cephenin diğer
bölümlerinin aksine tuğla malzemeyle inşa edilmiştir161. Son cemaat yerinin doğu
duvarında, duvarın düşey aksının güneyinde boyuna dikdörtgen bir pencere ile
kuzeydoğu köşesinde hem harime hem de minareye açılan aynı formda bir kapı
açıklığı bulunmaktadır. Kuzeybatı köşede ise minare yer almaktadır.
Minare, kesme taştan kare kesitli kaide üzerine
tuğla silindirik gövdeden ibarettir (Foto:25-26).
Kaideden
gövdeye
pabuç
kısmı
olmaksızın
geçilmektedir. Kaidenin zeminden yarısına kadar
olan kısmı kesme taş üst bölümü ise tuğladandır.
Burada tuğlalar yatay istiflenmiş olup, her sırada
½
oranına
atlamalı
olarak
yerleştirilmiştir.
Kaidenin batı yüzünde merdiven dehlizini
Foto 25: Minare (Onarım Sonrası)
aydınlatan dar mazgal bir pencere bulunmaktadır.
Düzensiz aralıklarla gövde üzerinde de pencereler
yer almaktadır. Silindirik gövde tuğladan olup,
şerefe üzerinde devam edip, onun da bir şerefe ile
nihayetlenmesi
döneminin
açısından,
nadir
Anadolu
örneklerden
Selçuklu
biridir162.
Şerefelerden ilki mukarnaslı bir korniş olmadan
gövdeye otururken, diğeri üç sıra mukarnaslı bir
Foto 26: Minare (detay)
bölüm üzerinde yer almaktadır. Sarre’nin fotoğrafında (Foto:18), şerefelerden ilkinin
korkuluğunun dışarı doğru çıkma biçiminde ve bir korniş olmadan gövdeye
161
Onarımlar sırasında son cemaat yeri aslına uygun olarak tamir edilmiştir.
162
Bakırer, “Anadolu’da XIII. Yüzyıl Tuğla Minarelerinin…”, s.350–351.
67
bağlandığı görülmektedir. İkinci şerefe ise dışarı doğru kavis yapmakta ve üç sıra
mukarnaslı bir korniş üzerine oturtmaktadır163. Genişlikleri birbirinden farklı dört
yatay bordür, minarenin gövdesini dört bölüme ayırır. Kaidenin hemen üzerinden
başlayıp birinci şerefeye kadar yükselen ilk bordürde boyuna gelişen ve baklava
dilimlerinden olun bir kompozisyon yer alır. Burada yatay istiflenmiş tuğlaların
aralarındaki baklava motifleri turkuaz renkli çinilerle oluşturulmuştur. Bu ilk bölümü
I. şerefenin altında çini mozaiklerle oluşturulmuş dar bir şerit sınırlamaktadır164.
Sarre’in fotoğraflarından burada altıgen veya beşgen turkuaz ve siyah renkli
çinilerden oluşan bir kompozisyonun yer aldığı anlaşılmaktadır165. I. Şerefeyi takip
eden dar bordürde ise kilit örgü166 yer alır. Bu örgü I. şerefeye açılan sivri kemerli
kapının üst hizasında nihayetlenmektedir. Üçüncü geniş bordürde ise yatay
istiflenmiş tuğlaların aralarındaki 45° lik açı yapan eğik çizgiler şeklinde
düzenlenmiş turkuaz renkli çinilerin oluşturduğu geometrik bir kompozisyon vardır.
Son bordürde ise birinci bordürde olduğu gibi baklava motiflerinden oluşturulmuş bir
kompozisyon vardır. Ancak burada farklı olarak baklavaların ortalarında turkuaz
renkli çinilerden oluşan küçük baklavalar yer almaktadır. Çift sıra kirpi saçalı bir
korniş üzerine oturan II. şerefeye güney yüzünde yer alan sivri kemerli bir kapıyla
ulaşılmaktadır. Minarede şerefelerde yer alan kapıların dışında üçüncü bir kapıda
minarenin kaideden gövdeye geçilen kısmın hemen üzerinde doğu yüzde yer alır. Bu
163
Bugün ikinci şerefenin tuğla korkuluğu yerinde metal bir korkuluk vardır.
164
Onarımlar sırasında minarenin aslî halinde çini mozaik veya sırlı tuğla olması gereken yerleri
tamamlanmıştır. Buna göre kaideden gövdeye geçilen ölümün hemen üzerinde ve I. şerefenin altında
çini mozaikli iki kuşak yer almaktadır. Bu tamamlamalar kalem işi ile gerçekleştirilmiştir.
165
Samur (a.g.t., s.80) burada çinilerden oluşturulmuş bir yazı kuşağı olduğunu iddia etmişse de biz
eski fotoğraflarda böyle bir veriye rastlamadık.
166
Bakırer, a.g.m., s.359.
68
kapı mescidin ve medresenin çatısına çıkışı temin ediyor olmalıdır167. Minarenin
petek kısmı gövdeden daha dardır. Mevcut durumu ve Sarre’nin fotoğraflarındaki
görüntüsü muhdes olduğunu düşündürmektedir168. Onarımlar sırasında kurşun külahı
yenilenmiştir.
Günümüz aslî durumunu kısmen koruyarak gelebilmiş olan portal (Foto:19),
batı cephenin ortaya yakın bir bölümünde yer almaktadır. Kırmızı damarlı beyaz
mermer malzemeden olan ve cepheden taşıntı yapmayan portalin, bugün, sadece
kavsara başlangıcına kadar olan kısmı günümüze ulaşabilmiştir. Sarre’nin
fotoğrafı169 ve Huart’ın çiziminde170 1910 yılında Müftü Hacı Efendi tarafından
tamir ettirilmek için sökülmeden171 önceki durumunu tespit edebildiğimiz portalin,
mukarnaslı kavsarası kemer köşeliklerinde portal kemeri çevresindeki rozetlerle, en
dıştan kuşatan bordürü sağlam olarak ayaktaydı. Bordürlerin üst kısımdaki bölümleri
yıkıktır. Buna göre portali en dışta, süslemesiz düz bir silme, bunu bir kenarı kavisli
daha dar bir silme takip etmektedir. Üçüncü bordürde ise kenarları yivlendirilmiş
yarım yıldızların oluşturduğu boyuna gelişen bir kompozisyon yer almaktadır. Bu
bordürü süslemesiz enli bir bordür takip ederken portal kemerinin oturduğu
sütuncelerle bu bordür arasında ince, içbükey üç silme bulunmaktadır. Portal kemeri
ince bir hat şeklinde yüzeyde algılanmakta olup, yedi sıra halindeki mukarnaslı
kavsaranın kenarlarında on adet içleri farklı geometrik şekillerle süslü ve birbirinden
167
168
Demiralp, a.g.e., s.32.
Demiralp, aynı yer. Minarenin 1869 yılında tamir gördüğü (Uğur-Koman, a.g.e., s.93.)
düşünülürse, 1895-96 yılında binayı ziyaret eden Sarre’nin fotoğraflarındaki petek kısmının tamir
sonrası görüntüsü olduğu söylenebilir.
169
Sarre, a.g.e., Taf.XII.
170
Huart, Souveniers…, s.107.
171
Konyalı, a.g.e., s.294. Müftünün kapıyı onartma işlemi gerçekleşmeyince, portalin sökülen taşları
medresenin bir köşesine yığılmıştır.
69
farklı büyüklükte rozet yer almaktadır. Kavsara köşeliklerinde ise bu rozetlerden
daha büyük boyutlarda iki rozet daha bulunmaktadır. Mukarnas sıralarının altında
bugün portalin üstüne tek taş olarak konulmuş olan kitabe yer almaktaydı (Foto:20).
Üç satırlık kitabede medresenin 1250 Nisan/Mayıs’ında Emir-i Dad Hüseyin oğlu
Ali tarafından yaptırıldığı yazılıdır172. Yarım daire profilli sütunceler su basmana zar
biçimli başlıklarla oturmaktadır. Sütuncelerin iki katlı başlıkları saksı biçimli olup
süslemesizdir. İki kenarda yer alan mihrabiyeler günümüze ulaşabilmiştir. Dört sıra
mukarnaslı bir kavsaraya sahip olan mihrabiyelerin köşeliklerinde ise portaldakilere
benzer geometrik geçmelerden oluşan iki rozet bulunmaktadır. Mihrabiyeleri üç
yönden çift sıra süslemesiz iki bordür kuşatmaktadır. Portal kapısını boyuna
yerleştirilmiş ve birbirine geçmelerle bağlanan mermer blokların meydana getirdiği
basık kemer örtmektedir. Kapı üzengi seviyesinde yarım daire biçimli ve profilli
konsollarla içe taşıntı yapmaktadır. Basık kemerle kitabe kuşağı arasında ise birbirine
yine geçmelerle bağlanan çift renkli mermerlerin meydana getirdiği atkı taşı
bulunmaktadır. Gerek Huart gerekse Sarre’nin fotoğraflarında portal nişini muhdes
bir ahşap kapının örttüğü görülmektedir.
Bugün portal nişinden avluya doğrudan geçilmesine karşın, gerisindeki giriş
eyvanının temel izleri tespit edilebilmiştir (Çizim:5)173. Giriş eyvanının her iki
yanındaki mekânlar yıkılmıştır. Mevcut izlerden giriş eyvanının kuzeyinde bir
güneyinde iki mekânın bulunduğu anlaşılmıştır174. Söz konusu mekânların örtüleri
172
Kitabenin transkripsiyonu ve Türkçe açıklaması için bkz. Demiralp, a.g.e., s. 63-64.
173
Samur, a.g.t., s.74., Demiralp, a.g.e., s.59.
174
Kuran, a.g.e., s.81., Sözen, a.g.e., s.29., Samur, a.g.t., s.74., Demiralp, a.g.e., s.59.
70
hakkında fikir verebilecek bir iz görülmemektedir. Giriş eyvanından 8 x 17 m.
ölçülerindeki avluya geçilmektedir175.
Avlunun kuzey ve güney kanadında dörder silindirik sütunun taşıdığı beşer
kemer gözü açıklıktan ibaret revaklar bulunmaktadır. Her revak gözü, avluya dik
uzanan sivri beşik tonoz ile örtülüdür. Ancak, güney kanattaki revak gözlerinden
ortadaki hariç, diğerlerinin yuvarlak beşik tonozla örtülü olduğu tespit edilmektedir.
Güney ve kuzey kanattaki revakların ortalarındaki kemer açıklıkları diğerlerine göre
daha geniştir. Sütun başlıklarından ikisi Bizans döneminden VI. Yüzyıla, ikisi Roma
döneminden 3–4 yüzyıla ait korint kompozit taşlardır176. Revaklarda, sütunlardan
hücre duvarlarına yuvarlak kemerler uzanmaktadır.
Güney
revağının
gerisinde
yaklaşık eş büyüklüklerde beş
hücre sıralanmaktadır (Çizim: 6,
Foto:
33).
Kuzey
-
güney
doğrultusunda uzanan hücreler,
sivri beşik tonozlarla örtülüdür.
Her mekânda boyuna dikdörtgen
Foto 33: Avlunun güney kanadındaki mekân ve revaklar
175
Medrese planının geneline bakıldığında bazı asimetrik ve çarpık bölümler olduğu görülür. Buna
karşın kimliğini bilemediğimiz mimarın, portal ile ana eyvanı aynı aksa yerleştirmek ve tam
dikdörtgen ölçülerdeki avlunun da bu aksa uygun hizalanmasında azami dikkat gösterdiği
anlaşılmaktadır. Ayrıca yan eyvanların önündeki revak açıklıklarının da eşit olmasına da çok önem ve
öncelik verdiği hemen dikkati çekmektedir.
176
Akok, a.g.m., s.7. Peter Kuniholm (Dendrochronologically Dated Otoman Monuments”, in
U.Baram and L.Carroll, eds., A Historical Archaeology of the Otoman Empire: Breaking New
Ground, New York 2000, pp. 93-136 (127)) yaptığı dendrokronolojik analizin sonuçlarına göre, söz
konusu kirişleri birbirne bağlayan ahşap hatıllarn 1197 tarihinde kesildiğini belirtmektedir.
71
formlu birer pencere ve kapı bulunmaktadır. Pencereler basık, kapılar ise yuvarlak
kemerli olup, kapı kemerlerini boyna yerleştirilmiş tuğlalardan yuvarlak bir çerçeve
kuşatmaktadır. Mekânların güney duvarlarının ortalarında muhdes177 birer ocak nişi
yer almaktadır. Ortadaki hücrenin önündeki revak açıklığının diğerlerine göre geniş
tutulmuş
olması
bu
mekânın
aslî
halinde
eyvan
olduğunu
düşündürmektedir178(Çizim:7).
Foto 27: Darü’l-Kurra Kapısı
Binanın güneybatı köşesindeki mekân batı cepheye bağımsız bir kapı ile
açılmaktadır. Dikdörtgene yakın planlı mekân, giriş eyvanının güneyinde bulunan
mekânla içten bir kapı ile irtibatlıdır. Batı cepheye açılan boyuna dikdörtgen formlu
kapısının ise lento ve söveleri spolia malzemedendir. Kapı bugün molozlarla
doldurularak iptal edilmiştir (Foto:27). Mekânın kuzey duvarı ile avlunun
177
178
Aynı yer.
Mekânlardaki ocak nişlerinin muhdes olduğu dikkati çekmektedir. Bu kanattaki mekânlardan
ortadakinin de önündeki revak açıklığının simetriğindeki eyvanınkiyle eş ve iki yanındakilerden daha
büyük ölçülerde olması aslî halinde bir eyvan iken bir mekâna dönüştürüldüğünü göstermektedir.
Ayrıca güney kanattaki mekânların kapı ve pencere formları, kuzey kanattakilerden farklıdır. Bu
durum bizce tarihini tam olarak bilemediğimiz bir onarım sonrası gerçekleştirilmiş değişikliklerdir.
Medresenin Cumhuriyetin ilk yıllarında aslî fonksiyonunu kaybetmesine rağmen, başka medreselerin
öğrencilerine barınak olarak kullanıldığı düşünülürse (bkz. Uğur-Koman, a.g.e., s.90.), güney eyvanın
mekâna dönüştürülmesi, odalarda ocak nişleri açılması, oda kapılarının yanlarına birer büyük boyutlu
pencere açılması gibi müdahalelerin bu kullanım için yapıldığı söylenebilir.
72
güneybatısındaki mekânın bitiştiği yerdeki dilatasyon, bu duvarın muhdes olabileceği
izlenimini uyandırmaktadır179.
Araştırmacıların Dârü’l-Kurrâ veya
Dârü’l-Huffâz
belirttiği180
olabileceğini
mekânın
örtüsü
yıkılmıştır. Avlunun doğu kanadını,
ana eyvan ve kuzeyiyle güneyinde yer
alan birer mekân teşkil etmektedir
Foto 30: XIX. yy.da ana eyvan (Sarre’den)
(Çizim:6). Ana eyvanın iki yanındaki mekânlar Sarre’nin fotoğrafında da (Foto:30)
kapıları moloz malzemeyle doldurularak iptal edilmiş görülmektedir. Bu durum
XIX.yüzyılın sonlarında bu iki mekânın kullanılamaz bir durumda olduğunu
göstermektedir. Bu fotoğraflarda mekânların sivri kemerli kapılara sahip olduğu
görülmektedir. Kare planlı mekânlar onarımlar sırasında Türk üçgenleriyle geçilen
kubbelerle kapatılmıştır. Onarımlar sonrasında mekânların doğu, güney ve kuzey
duvarlarında birer pencere açıklığı eklenmiştir. Onarımlar sırasında aslî durumuna
yakın bir şekilde onarılan ana eyvan, portaldeki gibi kırmızı damarlı beyaz
mermerden yapılmıştır (Foto:31). Günümüze ulaşamayan eyvanın mermer beşik
tonozlu örtüsü181, 1965 onarımları sırasında tuğla malzemeden yenilenmiştir. Avluya
doğru hafif taşıntı yapan eyvanın cephesinde en dışta süslemesiz ince bir bordür yer
alırken, onu, enli bir bordür takip eder. Burada her birinin tepelerinde altı kollu birer
179
Demiralp (a.g.e., s.57, dipnot 240) eski müze müdüründen aldığı bilgiye göre tesisat için yapılan
kazıda bu duvarın temeline ait orijinal izler tespit edildiğini belirtmektedir.
180
Mekânın örtüsünü, Kuran (a.g.e., Şekil 42) ve Akok (a.g.m., s.7, Planş 1) kubbe, Sözen (a.g.e.,
Şekil 5) ise sivri beşik tonozlu olarak restitüsyonlarına yansıtmışlardır.
181
Samur, a.g.t., s.74-75.
73
yıldız bulunan yarım yıldızların yer aldığı boyuna gelişen geometrik açık bir
kompozisyon bulunmaktadır. Bu bordürü iki içbükey, süslemesiz dar silme takip
eder. Portalin sivri kemeri yüzeyden biraz içerlek tutulmuş olup bunun
köşeliklerinde, üzerinde, yıldız ve dörtgenlerden oluşan açık geometrik bir
süslemenin yer aldığı iki kabara bulunmaktadır. Kemer köşelerde zar şekilli başlık ve
kaideye sahip iki silindirik sütunceye oturmaktadır. Kemer üzengi seviyesinde içe
doğru taşıntı yapan iki konsola sahiptir. Ana eyvana tek basamakla ulaşılmaktadır.
Bugün herhangi bir açıklığa sahip olmayan ana eyvanın yüzyılın başlarına ait
fotoğraflarında182 doğu duvarında boyuna dikdörtgen formlu bir pencereye sahip
olduğu tespit edilmektedir. Bu görüntülerde eyvanın içinde bazı ahşap bölmeler ve
bu bölmelerin kapı ile pencereleri dikkati çekmektedir. Biz, bu muhdes eklemelerin,
binanın başka medreselerin öğrencilerine yatakhane görevi üstlendiği183 XX.
Yüzyılın başlarına ait bir düzenleme olduğunu düşünmekteyiz.
Avlunun
kuzey
kanadı,
ortadaki eyvan ile bunun iki
yanındaki ikişer mekândan
ibarettir
(Çizim:5).
Mekânların önündeki tuğla
malzemeli
revaklardan
eyvanın
diğerlerinden daha
Foto 31: Onarımlar Sonrası ana eyvan
182
Türk Tarih Kurumu arşivinden bulduğumuz bu fotoğraf yaklaşık 1910 lı yıllara aittir.
183
Uğur-Koman, a.g.e., s.90.
önündeki
74
geniştir (Foto:32). Sivri beşik tonozlu revaklar mekânların duvarlarına
yuvarlak kemerlerle bağlanmakta olup, revak kemerleriyle duvarlar arasında ahşap
gergiler mevcuttur. Eyvan kare planlıdır ve beşik tonoz örtüye sahiptir. Mekânın batı
duvarında,
sağlayan
türbeye
bir
geçişi
açıklık
yer
almaktadır. Eyvanın önünde
eyvan
başlangıç
kemerinin
bulunduğuna dair konsol izleri
bulunmaktadır184.Eyvanın
doğusundaki
iki
mekândan
doğuda olanı kareye yakın
Foto 32: Onarımlar Sonrası kuzey eyvan.
planlı olup, beşik tonoz örtüye
sahiptir. Mekânın kapısı basık kemerlidir ve aynı aksta, üstte bir sivri kemerli
pencereye sahiptir. Üç yönden tuğladan bir bordürün çevrelediği pencere, onarımlar
sırasında tuğladan bir şebekeyle kapatılmıştır. Bunun batısındaki dar dikdörtgen
planlı mekân, avlu ile bağlantısını sağlayan basık kemerli kapısının genişliğindedir.
Mekân, bursa kemeri kesitli bir tonoz ile örtülüdür185. Eyvanın batısında türbe ve aslî
halinde batı cepheye eyvan şeklinde açılan bir mekân bulunmaktadır. Söz konusu
eyvan şeklindeki mekânın doğu duvarında türbenin kriptasına geçişi sağlayan açıklık
yer almaktadır. Ayrıca bu mekândan güneyinde bulunan ancak günümüze
184
Demiralp, a.g.e., s.60.
185
Demiralp (a.g.e., s.60.) bu mekânın kuzeyindeki dış avluyla iç avlunun bağlantısını sağlayan dar
bir dehliz izlenimini uyandırdığını belirtmektedir. Biz mekânın, herhangi bir açıklığa sahip olmaması
ve dar ölçülerde olmasından ötürü depolamaya ilişkin bir birim olduğu kanaatindeyiz.
75
ulaşamayan giriş eyvanının kuzeyindeki mekâna ve son cemaat yerine geçişi
sağlayan iki açıklık186 daha bulunmaktaydı (Çizim:7).
Foto 35: Türbe kubbe göbeğindeki
çini madalyon
Foto 36: Türbe kubbe geçiş öğelerindeki
sırlı tuğla süsleme.
Kare planlı türbe, Türk üçgenleriyle geçilen bir kubbeyle örtülüdür(Foto:36). Kubbe
onarımlar öncesinde çamur harçla sıvalı iken, tamirler sonrasında üzerine kurşun
kaplama yapılmıştır. Güney duvarında basık kemerli bir kapı ve kapının üstünde aynı
düşey aksta yer almak üzere sivri kemerli bir pencere bulunmaktadır. Mekânın
kuzey187 ve batı duvarlarında ise dikdörtgen kesitli birer niş yer almaktadır. Türbenin
beden duvarları moloz taştan, geçiş öğeleri ve kubbesi ise tuğladandır. Yetkin,
186
Söz konusu açıklıklar, daha sonra örülerek niş haline getirilmiştir. Özellikle son cemaat yerine
geçiş temin eden kapının gereği tartışmalıdır. Zira aslî halinde bir eyvan olan mekândan son cemaat
yerine geçiş zor olmamalıdır. Bu kapının, Sarre’nin fotoğraflarında görüldüğü şekliyle eyvanın batı
yüzünün örülerek kapatılması sonrası açılmasına lüzum hissedilmiş olmalıdır. Nitekim eyvanın güney
duvarındaki açıklığın da bu müdahale sırsında tanzim edildiği düşünmekteyiz. Biz, bu düzenlemenin
Sarre’nin ziyareti olan 1895’den önce olduğunu iddia ediyoruz. Uğur-Koman (a.g.e., s.90) ın haber
verdiği ve binanın başta minare olmak üzere birçok bölümünde düzenlemelerin gerçekleştirildiği
1869, bu müdahaleler için uygun bir tarihtir.
187
Samur (a.g.t., s.77.) kuzey duvardaki nişin aslî halinde mescitle bağlantıyı sağlayan bir kapı
olduğunu belirtmektedir. Araştırmacı, mescitten türbeye geçişi kontrol için bilahare kapatılmış ve niş
haline dönüştürülmüş olabileceğini iddia etmektedir. İz mekânın batı duvarında da benzer formda bir
niş bulunmasından yola çıkarak, aslî halinde niş şeklinde düzenlenen kuzey duvardaki açıklığın,
bilemediğimiz bir tarihte, mescitle bağlantısının sağlanmak için kapıya tahvil edildiği, Samur’un
incelemelerini yaptığı yıllara bu durumuyla ulaştığı onarımlar sonrasında da tekrar niş haline
dönüştürüldüğünü düşünmekteyiz.
76
onarım öncesinde mekânın duvarlarının turkuaz ve mor renkte çinilerle kaplı
olduğunu belirtir188. Türk üçgenleri şeklindeki geçiş öğelerinde yatay istiflenmiş
tuğlaların aralarında turkuaz sırlı tuğlalar (Foto: 36) yer almaktadır. Burada sırsız ve
sırlı tuğlalar nöbetleşe dizilerek üçgenli kuşaktaki her üçgenin ortasında bir baklava
birimi meydana getirmektedir189. Kubbe eteğini, yaklaşık 50 cm. genişliğinde
turkuaz ve patlıcan moru çini mozaik parçalarla oluşturulmuş örgülü kûfî yazıya
benzeyen bir bordür süslemektedir (Foto:37). Burada beyaz renkte alçı zemin üzerine
patlıcan moru çinilerle merkezindeki daireden, kolları, üstteki yazıya benzeyen
bölüme uzayan ve aralarındaki bölümlerin ise turkuaz çini mozaiklerle doldurulduğu
geometrik karakterli bir süsleme yer almaktadır.
Geometrik karakterli enine gelişen bu
açık
kompozisyondaki
boşluklara
patlıcan moru çini mozaiklerle damla
motifleri yerleştirilmiştir. Bu çini frizi
2/3 ü günümüze harap bir durumda
ulaşabilmiştir. Kubbe yüzeyinde yer yer
Foto 37: Türbe kubbe kasnağındaki çini süsleme
rastlanan çini kırıkları, aslî
halinde yatay istiflenmiş tuğlaların aralarında çini süsleme olduğunu göstermektedir.
Kubbe göbeğinde ise turkuaz ve patlıcan moru çini mozaiklerle oluşturulmuş kapalı
geometrik bir kompozisyon yer almaktadır(Foto:35). Burada merkezdeki sekiz kollu
yıldızdan uzayan turkuaz renkli şeritlerin aralarda oluşturduğu sekiz adet bölüme
beşgen patlıcan moru çini parçaların yerleştirilmesinden meydana gelen bir süsleme
bulunmaktadır. Madalyonun çevresi turkuaz sırlı tuğlalarla oluşturulmuş iki dairesel
188
Yetkin, a.g.e., s.59.
189
Bakırer, Tuğla Kullanmı…, s.401.
77
bordürle kuşatılmıştır. Onarımla öncesi türbenin batı duvarına dik bir şekilde yan
yana konumlanmış üç toprak sanduka yer alıyordu. Uğur-Koman, bu sandukaların
Sahip Ata’nın ailesinden kişilere ait olabileceğini belirtmektedir190. Türbenin kripta
bölümüne batısındaki eyvanın batı duvarından ulaşılmaktadır. Kapı ve merdiven
yarıya kadar zemine gömülmüştür.
Medrese’nin tarihi portalin üzerinde yer alan kitabeye göre 1250’dir.
Mescidin ise kitabesi yoktur. Samur191, mescidi genel planı ve çini süsleme
özelliklerine dayanarak yüzyılın ilk yarısına tarihlemektedir. Biz, gerek medreseyle
bitişme tarzı gerekse malzeme özelliklerine dayanarak aynı inşa dönemin ait
olduğunu düşünmekteyiz.
Onarımların yapıldığı yıllara, büyük oranda tahrip olmuş bir şekilde ulaşan
yapı bloğu, açık avlulu bir plana sahip medreseyle, onun kuzeybatı köşesine
eklenmiş mescit ve minareden oluşmaktadır. Giriş cephesi, aslî halinde anıtsal portal,
eyvan, iki bölümlü son cemaat yeri ve minare gibi bölümlere sahip olmasının
dışında, mermer ve tuğla (bazı bölümlerinin çinili olduğu anlaşılmakta) malzemenin,
aynı cephe düzenlemesinde kullanılması açısında da dikkat çekicidir. Girişin iki
yanında bulunan günümüze ulaşamamış mekânların doğu-batı doğrultusunda uzanan
sivri beşik tonozlu iki mekânı ihtiva ettiği, onarım öncesine ait tespitler ve izlerden
anlaşılabilmektedir (Çizim 7). Medresenin güneybatı köşesinde bulunan ve ön
cepheye bağımsız bir kapı ile açılan kareye yakın planlı mekânın ise kubbe ile örtülü
olduğu anlaşılmaktadır. Bu mekânın, girişin güneyindeki mekâna açılan kapısında
görülen dilatasyon, girişin muhdes olduğu ve mekânın doğusundaki avluya açılan bir
190
Uğur-Koman, (a.g.e., s.89-90.) bu üç sanduka nedeniyle halk arasında bu türbeye “Üçler”
denildiğini belirtmektedir.
191
Samur, a.g.t., s. 79.
78
tahliye kapısının dışında medrese ile bağlantısı olmadığı anlaşılmaktadır. Kuran192,
mekânın Dâr’ül-Kurrâ veya Dâr’ül-Huffâz olarak kullanılmış olabileceğini iddia eder
ki, Osmanlı kayıtlarında da geçmektedir193. Avlunun güney kanadının yapılan
müdahalelerle zaman içinde aslî halinden uzaklaştırıldığı anlaşılmaktadır. Bu
yöndeki revak gözlerinden ortada olanının diğerlerinden geniş olması, bu açıklığın
gerisindeki mekânın aslî halinde tıpkı simetriğindeki mekân gibi eyvan olduğunu
ortaya koymaktadır (Çizim 7). Avlunun güney kenarındaki mekânların kapı ve
pencere düzenlemelerinin diğer oda girişlerinden farklı oluşu, burada geç dönemde
bir müdahale olduğunu göstermektedir. Nitekim XX. yüzyılın başlarına ait
fotoğraflarda bu kullanıma ait veriler tespit edilebilmektedir. Aynı görüntülerde ana
eyvanda da muhdes eklemelerin olduğu görülmektedir. Ahşaptan paravanlarla eyvanı
üç gözlü bir mekâna dönüştüren bu müdahalenin güney kanattaki odalarla birlikte ve
Uğur-Koman’ın ifade ettiği şekliyle, Akşehir’deki diğer medreselerin öğrencilerin
ikametine tahsis edildiği yıllara ait olmalıdır. Güney kanattaki mekânlarda bulunan
muhdes ocak nişleri de bu kullanımı destekler nitelikte detaylardır. Aynı
görüntülerde avlunun kuzey kanadında bu türlü bir müdahale görülmemektedir.
Bunun sebebi bu kanattaki mekânların azlığı ve şekilleri olmalıdır. Bu kanatta
eyvanın doğusunda iki oda bulunmaktadır. Bunlardan eyvanın doğusundaki ilk
mekânın, herhangi bir açıklığı bulunmayan dar bir dehliz şeklinde planlandığı
görülmektedir. Bu haliyle mekânın ikamete uygun bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ana
eyvanın yanındaki mekânlar bugün yıkılmıştır. Mevcut izlerden bu mekânların
kubbeyle örtülü ve avluya birer kapıyla irtibatlı iki mekân oldukları anlaşılmaktadır.
Türbede onarımlardan önce üç sanduka vardı. Bu sandukaların kime ait olduğu
192
Kuran, a.g.e., .81.
193
Ceylan, a.g.t., s.34.
79
bilinmemektedir. Uğur-Koman194, bunların Sahip Ata’nın ailesinden kişilere ait
olabileceğini belirtmektedir. Türbenin özellikle geçiş öğeleri kubbe eteği ve kubbe
göbeğinde, Konya’daki Türbesi ve Mescidinde özellikle görülen süslemelerin
benzerlerinin bulunduğu mevcut izlerden anlaşılmaktadır. Mescidin ise Sahip
Ata’nın Tahir İle Zühre Mescidi diye tanınan bina ve Konya’da birçok mescitlerde
görülen plan ve süsleme özelliklerine sahip olduğu tespit edilmektedir. Mescidin
hariminin kubbe eteği ve göbeği ile geçiş öğelerindeki süslemelerin kalan izlerden
türbedekilere benzediği görülmektedir. Onarımlar öncesi herhangi bir sanat özelliği
taşımayan yağlı boya ile kapılı mihrabının ise, yapılan raspalar sonrası çinili olduğu
anlaşılmıştır. Kuzeybatı köşesinde yer alan minare ile mescidin bitişme tarzı Sahip
Ata’nın Konya’daki İnce Minareli Mescit diye tanınan binadakini hatırlatmaktadır.
Burada da minareye son cemaat yerinden geçilmekte ve minare, mescitle birlikte
medresenin güneydoğu köşesinde yer almaktadır.
3.2.2- Mescit
Medresenin kuzeybatı köşesine eklenmiş olan mescit, Türk üçgenleriyle
geçilen kubbeli harim ile bunun batısındaki ortadaki kemer ile ikiye ayrılan son
cemaat yerinden oluşmaktadır. Sivri beşik tonoz örtülü son cemaat yerinden bir kapı
ile geçilebilen minare ise yapının kuzeydoğu köşesinde bulunmaktadır. Medresenin
kuzeybatı köşesine yerleştirilmiş olan mescit, kare planlı harim ve onun batısına
eklenmiş iki bölümlü bir son cemaat yerinden ibarettir (Çizim:5). İki bölümlü son
cemaat yerini kuzeyden minare kaidesi güneyden türbenin eyvanı sınırlamaktadır.
Son cemaat yerinde, iki sivri kemer, üç sütun üzerine oturmaktadır. Son cemaat
yerinin, onarımlar sonrası tamamıyla tuğlayla tamir edilmiş olan duvar yüzeyleri
194
Uğur-Koman, a.g.e., s. 90.
80
Sarre’nin fotoğrafında sıvalıdır(Foto:28). Onarım öncesine ait bazı tespitlerde195
revağın cephesinde, duvar yüzeylerinde ve pencere sövelerinde çini süsleme
bulunduğu belirtilmektedir.
Foto 28: XIX. yy.da mescit (Sarre’den)
Foto 29: Onarım sonrası mescit
Ortadaki sütundan harim duvarına uzanan sivri bir kemer ile ikiye ayrılmış olan son
cemaat yerinde, bu bölümlerden kuzeydeki kırık kemerli bir tonoz güneydeki ise
beşik tonozla örtülüdür (Foto:29). Harimin batı duvarından son cemaat yerine açılan
üç açıklık bulunmaktadır. Bunlardan ikisi güneydeki kemer gözünün ortaya yakın bir
bölümüne,
bölümüne
almaktadır.
duvarın
aynı
orta
aksta
Alttaki
yer
boyuna
dikdörtgen formlu, üstteki ise
sivri kemerli196 bir penceredir.
Üstteki
açıklık,
Sarre’nin
fotoğrafında doldurularak
Foto 38: Onarım sonrası mescidin iç mekânı
195
Uğur-Koman, a.g.e., s.91.
196
Uğur-Koman (Aynı yer) bu pencerenin çini süslemeye sahip olduğunu tespit etmiştir.
81
kapatılmıştır. Diğer açıklık ise kuzeybatı köşede yer alan boyuna dikdörtgen forma
sahip kapıdır. Mermer lento ve sövelere sahip bu kapıdan harime geçilirken, bu
girişin kuzey duvarı üzerindeki kapıyla minareye ulaşılmaktadır.
Kare planlı harim, Türk üçgenleriyle geçilen bir kubbeyle örtülüdür. Onarımlar
sonrasında kurşunla kaplanmış olan kubbenin, yapılan raspa çalışmaları sırasında
çamur sıvalı ve muhdes bir tambura sahip olduğu, bunun kaldırılması sonrasında
tuğla malzemeli kubbenin piramidal bir
biçimde yükselen bir forma sahip olduğu
anlaşılmıştır197. Aslî halinde moloz taştan olan
harimin bugün duvarları sıvalı ve badanalıdır.
Mekânın doğu duvarında aynı hizada, duvar
aksının biraz güneyine kaymış şekilde iki
pencere vardır. Bunlardan altta olanı boyuna
dikdörtgen
formlu
zemine
yükseklikte bulunmaktadır.
yakın
bir
Foto 39: Onarım sonrası mihrap
Yüzeyden biraz içerlek tutulmuş olan üstteki ise sivri kemerli olup dikdörtgen bir
pano içine alınmıştır. Bununla aynı yükseklikte ve formda yer alan kuzey
duvarındaki açıklık ise duvarın düşey aksında bulunmaktadır. Bu sivri kemerli
pencerelerle aynı hizada, mekânın batı ve güney duvarlarında aynı formda iki niş
vardır. Mekânın doğu duvarında ise son cemaat yerine açılan biri kuzeybatı köşedeki
kapı, diğerleri batı duvarının ortasına aynı hizada altlı-üstlü sıralanmış iki pencereden
oluşan üç açıklık yer almaktadır. Son yıllarda mekânın kuzey duvarına demir bir
kirişle taşınan ahşap bir mahfil eklenmiştir. Güney duvarının ortasında yer alan
197
Bkz. V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-02-01./ 1 no.lu dosyada yer alan 8-9-10 nolu
fotoğraflar.
82
mihrap onarımlara kadar yağlı boyalı idi. Onarımlar sırasında yapılan sıva raspası
sonucunda orijinal mihrabın çini süslemeli olduğu anlaşılmıştır198 (Foto:38–39).
Buna göre tuğla mihrabın, sivri kemerli bir kavsaraya en dışta palmet-rûmî
kombinasyonuna dayanan bitkisel süslemeli bir bordürle kuşatıldığını; kavsaranın
mukarnas sıralarından en üstte olanının da altıgen çini mozaik parçalardan oluşan
geometrik süslemeye sahip olduğu tespit edilebilmektedir. Onarım öncesi bulunan
muhdes minber ve ahşap döşeme çalışmalar neticesinde kaldırılmıştır. Mescidin
kubbe eteğinde yaklaşık 50 cm.lik bir boşluk göze çarpmaktadır. Yüzeyden içerlek
bu bölümün kalan bazı izlerden aslî halinde -tıpkı türbede olduğu gibi- çinili bir
kuşağı ihtiva ettiği anlaşılmaktadır199. Bunun dışında, kubbede geçiş öğelerinin aslî
halinde çinili olduğu kalan bazı izlerden tahmin edilebilmektedir. Kubbe göbeğinde
ise nispeten sağlam kalabilmiş bir süsleme bulunmaktadır. Burada, on kollu
yıldızdan gelişen, turkuaz renkli çini mozaik parçalardan oluşan geometrik bir
süslemenin yer aldığı tespit edilebilmektedir. Bunların dışında, batı ve güney
duvarlarda üst kotta yer alan sivri kemerli nişlerin içlerinin de, vaktiyle çinilerle
süslü olduğu kalan izlerden anlaşılabilmektedir.
3.2.3- Hânkah, Matbah Ve Çeşme
Bugün Taş Eserler Müzesi olarak hizmet veren Akşehir Sahip Ata
Medresesinin avlusunda 1.91 x 0.63 m. ölçülerinde bir kitabe yer almaktadır. Sülüs
hatla üç satır halinde yazılmış olan kitabede H.659/1260–1261 yılında Vezir Hüseyin
oğlu Ali tarafından yaptırılmış hânkahtan bahsedilmektedir200(Foto:34). Vezir201
198
Bkz. V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-02-01./ 1 no.lu dosyada yer alan 29-30 nolu
fotoğraflar.
199
Samur, a.g.e., s.79.
200
Kitabenin Arapça yazılışı ve Transkripsiyonu için bkz. Demiralp, a.g.e, s.64.
83
Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından Akşehir’deki medresesinden 11 yıl sonra
yaptırıldığı anlaşılan binadan herhangi bir iz günümüze ulaşmamıştır. Hânkaha dair
ilk kayda Kanuni Sultan Süleyman dönemine ait Karaman Evkaf Defterlerinde
rastlamaktayız. Burada, “Sahip Ata Hânkah Medresesi”202 ne gelir olarak vakfolunan
Akşehir ve çevresindeki köylerin isimleri bulunmaktadır203. Osmanlı dönemindeki
bir başka kayıt, III. Murat dönemine aittir. Burada, hânkahın daha önceki gelirlerine
Emir Yavi Medresesininkilerin eklendiği belirtilir204. Huart 1890’lı yıllardaki
araştırmaları sırasında, binanın harap durumda olduğunu ifade etmekle yetinmiştir.
Kitabesini
okuduğu
özelliklerinden
Koman,
XX.
binanın
mimari
bahsetmez205.
Uğur-
yüzyılın
başlarında,
Medresenin karşısında yer alan hânkahın
yıkıldığını, portaline ait taşların ise
Foto 34: Hânkahın kitabesi
201
Sahip Atanın yapılarında “Ulu Vezir” tabiri ilk kez Hânkah kitabesinde görülmektedir. Sahip Ata
1258–59 yıllarında Saltanat Naibi, 1260 yılında ise Vezirlik görevine getirilmişti (Bkz. bu çalışmanın
“Sahip Ata Hoca Fahreddin Ali’nin Yaşamı” bölümüne). Bu açıdan Hânkahın inşa tarihinin, Sahip
Ata’nın vezirlik görevine başladığı tarihle çakışması dikkat çekicidir.
202
“Hânkah Medresesi” tabiri dikkat çekicidir. Belgedeki bu ifade ilk bakışta acaba hangi binadan
bahsediliyor sorusu uyandırsa da, Osmanlı dönemi kayıtlarında, özellikle külliye düzeninde inşa
ettirilmiş ve aynı vakfa ait binalar için bu tabirin sıklıkla kullanıldığını görmekteyiz. Örneğin Sahip
Ata’nın Konya Larende Kapısındaki Camisine, XVIII. Yüzyılda yapılan bir imam tayinine ait
vesikada “hânkah camii” tabiri kullanılmıştır.(Bkz. Atçeken, a.g.e, s109.) Sahip Ata Camine güney
yönden bitişik hânkahın mescit olarak kullanımı XX. yüzyılın başlarına aittir.(Bkz bu çalışmanın
Sahip Ata Hânkahı bölümüne) Dolayısıyla buradaki kasıt camiidir. Bizce, gerek Akşehir’de gerekse
Konya’da, şehirdeki diğer camilerden veya medreselerden yapıları ayırmak için bu tabirler kullanılmış
olmalıdır.
203
Konyalı, a.g.e., s.284-285.
204
Konyalı, a.g.e., s.283.
205
Huart, Souvenirs…, s.111.
84
medrese bahçesinde bulunduğunu belirtirken, bu taşların medrese portalindeki gibi
beyaz mermerden ve üzerlerinin geometrik süslemeli olduğunu ifade etmişlerdir206.
Konyalı, 1940’lı yıllardaki tespitinde medresenin karşısında yer alan hânkahın
yıkıldığını ve yerine evler yapıldığını belirtir207. Uğur-Koman’ın bahsettiği hânkaha
ait süslemeli taşlar, halen müzenin bahçesinde bulunmaktadır. Hânkahın yeri olarak
ifade edilen yerde ise günümüz konutları yer almaktadır. Binaya dair başka bir bilgi
bugüne ulaşmamıştır.
Kaynaklar, hânkahın yanında bir de matbah (mutfak) olduğunu ifade eder.
Uğur-Koman, matbahın, hânkahın yanında olduğu ve o tarihte sadece ocağının
kalabildiğini belirtir208. Matbaha dair Osmanlı dönemindeki tek kayıt 1890 tarihli bir
evkaf zaptıdır. Kayıtta, Sahip Ata vakfından olan binanın harap durumda olduğu
belirtilir209. Kaynaklarda, medresenin karşısında ve hânkahın yanında olduğu
belirtilen binanın, öğrencilerin ve dervişlerin yemek ihtiyaçlarının karşılanması için
yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
Konyalı, hânkahın yanında, üstünde iki iri balık kabartması bulunan bir
çeşmeden bahseder210. Ne yazık ki bu çeşmeden de günümüze herhangi bir iz
kalmamıştır. Günümüze ulaşamayan bu binalar, Sahip Ata’nın Akşehir’de medrese,
mescit, hânkah, imaret ve çeşmeden oluşan bir külliye yaptırdığını göstermektedir.
Külliyeye ait ilk binalar olan medrese ve mescit 1250 yılında yaptırılmış olup,
bunlara 1260 yılında hânkah ve diğer binaların eklenmiştir. Külliyeye ait yapılar, aslî
halinde yolun iki kenarında ve farklı iki yapı bloğu şeklinde yer almaktaydı. Bu türlü
206
Uğur-Koman, a.g.e, s.94.
207
Konyalı, a.g.e., s.294.
208
Uğur-Koman, a.g.e., s.94.
209
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.61.
210
Konyalı, a.g.e., s.293.
85
bir külliye düzeni, Sahip Ata’nın Kayseri’deki medresesi ve mescidinde211 de
uygulanmıştır.
Bugün şehir merkezinin dışında yer alan külliye, Ortaçağ’da kalenin
girişinde(Harita:2)212 ve Sultandağı (İshaklı)-Akşehir-Ilgın yol güzergâhının
üzerinde, önemli bir mevkide bulunmaktaydı(Harita:1). Bilindiği gibi Sahip Ata’nın
hem Ilgın’da hem de İshaklı’da banisi olduğu iki yapı daha vardır213. Akşehir’deki
külliyesini de dâhil ettiğimizde, bu üç yapının inşasında, yol güzergâhının bani
tarafından göz önünde bulundurduğu görülmektedir. Sahip Ata’nın ömrünün son
yıllarını Akşehir ile Sultandağı arasındaki Nadir Köyünde geçirmesi de bu bölgedeki
emlak ve gayrimenkulleri konusunda bilgi vericidir. Sahip Ata’nın inşa tarihlerine
bakarak doğudan batıya doğru önce İshaklı’daki kervansarayını (1249), sonra
Akşehir’deki külliyesini (1250–1260) inşa ettirdiği görülür. Söz konusu bu iki
yapının da vakfiyeleri günümüze ulaşamamıştır. Buna karşın Osmanlı dönemi
mahkeme kayıtlarından vakfiyelerin içeriklerine dair bilgiler bulabilmekteyiz. Bu
bilgilerde, gerek Medrese’ye gelir olarak bağlanan köylerin Saklu (İshaklı)da olması,
gerekse bu kayıtlarda han ve medresenin aynı ifadelerin içinde kullanılıyor olması,
vakfın Osmanlı döneminde birleştirildiği ya da kuruluş aşamasında, inşa tarihleri
birbirine çok yakın bu iki binanın aynı vakfiyenin içine alındığını gösterir.
Osmanlı dönemi kayıtlarından ve bugün medresenin avlusunda bulunan bir
kitabeden, Sahip Ata’nın Akşehir’deki külliyesinin sadece medrese ve mescitten
ibaret olmadığı, bunların dışında hankah, imaret (matbah) ve çeşmeden oluştuğunu
öğrenmekteyiz. Konyalı, günümüze ulaşamayan külliyenin diğer yapılarına ait
211
Bkz. bu çalışmanın Kayseri “Sahibiye Medresesi ve Çeşmesi” bölümüne.
212
Konyalı, a.g.e., s. 279.
213
Bkz. bu çalışmanın katalog kısmında yer alan, “Ilgın Sahip Ata Kaplıcası” ve “İshaklı Sahip Ata
Kervansarayı” başlıklı bölümler.
86
kalıntıları medresenin karşısında gördüğünü belirtmektedir214. Bu durum, külliyenin,
bugünkü ismi Dr.Aziz Perkun Caddesi olan ve İshaklı’ya bağlanan ana yolun iki
kenarına inşa edildiğini göstermektedir ki, aynı külliye düzeni, Sahip Ata’nın gerek
Kayseri’deki gerekse Konya Larende Kapısı karşısındaki külliyelerinde de
uygulanmıştır. Külliyenin Hânkahına ait kitabenin 1260 tarihli olması inşaatın 10
yıllık bir sürece yayıldığını gösterir.
214
Konyalı, a.g.e., s. 280.
87
Çizim 5: Akşehir Sahip Ata (Taş) Medresesi (Onarım Öncesi) Planı
(VGM.Abd.İş.Dai.Bşk. Arşivinden İşlenerek)
88
Çizim 6: Akşehir Sahip Ata (Taş) Medresesi Kesitleri
(VGM.Abd.İş.Dai.Bşk. Arşivinden İşlenerek)
89
Çizim 7: Akşehir Sahip Ata (Taş) Medresesi (Onarım Sonrası) Planı
(Demiralp’ten)
90
3.3- Konya Larende Kapısı Yakınındaki Sahip Ata Külliyesi
İnceleme Tarihi: 02–03 Ekim 2005, 10–11 Şubat 2007.
Vezir Sahip Ata Fahreddin Ali’nin Konya’da bilinen en erken tarihli yapısı
olan cami, güneyine eklenmiş olan hânkah, türbe ve bu üç binadan müteşekkil yapı
bloğunun batısındaki hamam ile daha sonraki yıllarda bir külliye halini almıştır
(Çizim: 8). Şehrin batısında yer alan yine Sahip Ata’nın yaptırdığı buzhanelerin,
XIX. yy. Osmanlı resmi kayıtlarından gelir getirmesi için bu külliyeye bağlandığı
anlaşılmaktadır. Külliye, bugün yıkılmış bulunan kalenin güney yönündeki
kapılarından
Larende
(Karaman)
Kapısının
güneyinde
yer
almaktaydı(Harita:3,Çizim:8-9).
Harita 3: Ortaçağ Konya’sında Kale Kapıları, Surlar ve Sahip Ata Külliyelerinin yerleri
(Kaynak: earth.google.com)
Kapı, Larende yolu ile Meram yollarının bağlandığı noktada bulunmaktaydı.
Cami ise bu iki yolun kesiştiği köşede yer alıyordu. Cami 1258 yılında tamamlanmış
91
olup, bunun güneyine dıştan bitişen hânkah 1269/70 tarihlidir. Türbe Hânkahın
kuzey eyvanı daraltılarak, hânkahla cami arasına yerleştirilmiş olup, 1283 tarihli
yenileme kaydı mevcuttur. Bu binaların teşkil ettiği yapı bloğunun doğusuna,
hânkahla -arada bir yol bırakacak şekilde- karşı karşıya konumlanmış (Çizim:89)olan hamamın ise kitabesi bulunmamaktadır. Buna karşın, hamamın Kırşehir
Cacabey vakfiyesinde (1272) zikrediliyor olması215, bu tarihten öncesine ait
olduğunu gösterir. Sahip Ata’nın, Hamamın suyunun temin için, Meram Çayı’ndan
üstü açık bir kanal veya arkla ayrılan ve Şehir (Sahip Ata) Irmağı adı verilen
suyolunu yaptırdığı216, ayrıca hamamın yakınından geçen bu kanaldan su deposuna
dolaplarla su çıkarıldığı belirtilir 217. Larende Kapısının karşısında yer alan ve 1258–
1283 tarihleri arasında tamamlanan külliyenin günümüze vakfiyesi günümüze
ulaşamamıştır. Ancak H.1280/M.1863 tarihli bir şer’iyye sicil kaydından218, vakfın o
yıllardaki mütevellilerinin, külliyenin H.677/M.1278 tarihli vakfiyesini ellerinde
bulundurdukları öğrenmekteyiz. Bugün, söz konusu vakfiyenin akıbeti hakkında bir
bilgiye sahip değiliz.
215
Temir, a.g.e., s.116.
216
Uğur-Koman, a.g.e., s.77.
217
Önge, …Türk Hamamları, s.41.
218
Şer’iyye Sicil Defteri Cilt 93.den nakleden Atçeken, a.g.e., s.110-111. Bunun dışında, Konyalı,
(a.g.e., s.513-515) binaya ait olduğunu belirttiği bir vakfiye sureti yayınlamıştır. Ancak Konyalı’nın
yayınladığı vakfiye suretleri camiye değil Konya Sahip Ata Medresesine aittir. Nitekim BayramKarabacak (a.g.m.) bu vakfiyenin camiye değil medreseye ait olduğunu ortaya koymuşlardır. Bunun
dışında Fatih tahririnde cami, hânkah ve türbenin vakfiyesi ile evkaf gelirlerinden bahsedilmekte ve
mütevellisinin Sahip Ata evladından Abdurrahman olduğu belirtilmektedir. Ayrıca II.Bayezid
tahririnde de vakfın mütevellileri zikredilmektedir. III. Murat dönenme ait H.992/M.1584 tarihli
Konya Evkaf Defteri’nde külliyenin vakfiyesi ve evkafından bahsedilmiştir (Bkz. Konyalı, a.g.e., s.
512) Bu bilgiler külliyenin günümüze ulaşamamış bir vakfiyesi olduğuna işaret etmektedir.
92
3.3.1- Cami
Aslî halini büyük ölçüde kaybetmesine karşın, günümüze ulaşabilen
bölümleriyle, hem mimari hem de mimari süsleme alanlarında yeni uygulamaların
görüldüğü cami, bu özellikleriyle Anadolu Selçuklu Sanatı araştırmacılarının,
çalışmalarına219 en çok konu ettiği yapılardan biri olmuştur.
Bina Konya kalesinin güney kapılarından Larende Kapısının hemen
yakınında yer almasından dolayı Larende Cami220 olarak da tanınır. Sarre221, binayı
“Energe Cami” olarak ifade etmiştir. Bu tabir, caminin güneyindeki Hânkahın
isminin, bozulmuş bir söylenişi olmalıdır. Nitekim XVIII. yüzyıl Kadı Şer’iyye
sicilinde bina, “Sahip Ata Hanikâh Cami” olarak kayıtlıdır. Binadan, XVIII. yüzyıla
ait imam tayinlerinde de “Hânkah Camii” olarak bahsedilmiştir. Dolayısıyla
219
Huart, Epigraphie…, s.75, Nr. 49.; Sarre, Reise in Kleiasien…, s. 33, 46, 54, 56, 66-67, 127.;
Löytved, Konia…, s.50-56, Nr.74-77.; Mendel, Les Monuments…, s.113-114.; Sarre, Denkmaeler
Persischer…, s.132.; Hébrard, “Les Monuments…,s.171.; Uğur-Koman, a.g.e., s.43-45.; SoymanTongur, a.g.e., s..55-57.; K.Erdmann, “Beobachtungen auf einer Reise in Zentralanatolien im juli”,
Archäologischer Anzeiger des Deutschen Archäologischen Institus, 1954, s.185.; Mayer, a.g.e, s.77.;
Önder, a.g.e., s.86-90.; İ.H.Konyalı, Konya Tarihi…, s.505-515.; Ünver, a.g.m., s.201-220.; Ögel, Taş
Tezyinat…,s. 53-56.; Bakırer, “Anadolu’da XIII. Yüzyıl Tuğla Minarelerinin..., s. 337-361.; Akok,
“Konya’da Sahip Ata Hanikah…, s.5-38.; Arseven, a.g.e., s. 61-62.; Brend, a.g.m., s.160-187.;
Meinecke, a.g.e., C.2, s.305-306.; Bayburtluoğlu, a.g.m.,96.; Huart Mevlevîler Beldesi..., s.115-116.;
Oğuzoğlu, a.g.t., s.46.; Ö.Yörükoğlu, “Sahip Ata Araştırması”, VIII.Türk Tarih Kongresi (11-15 Ekim
1976) Kongreye Sunulan Bildiriler, II. Cilt, Ankara 1981, s.899-907, Levha, 401-404.; Bakırer, Tuğla
Kullanımı…, s.407-409.; H.Karamağaralı, “Sahip Ata Camii’nin Restitüsyonu…, s.49-75.;
O.C.Tuncer, “Orantı ve Modül Üzerine Selçuklu Yapılarından Bazı Örnekler” , Vakıflar Dergisi,
S.XIII, Ankara 1981, s.451.; O.C.Tuncer, Anadolu Selçuklu Mimarisi…, s.10-12.; Yetkin, a.g.e.,
s.73.; Aslanapa, a.g.e., s.134-135.; Küçükdağ, a.g.t., s.33.; Atçeken, “Konya Şer’iyye Sicil Kayıtlarına
Göre Sahip-Ata Külliyesi’nin…, s.101-110.; Ergenç, a.g.e., s.32, 41.; Atçeken, a.g.e, s.99-102, 109113.; R.Duran, Selçuklu Devri Konya Yapı Kitabeleri, Ankara 2001, s.58.; Texier, a.g.e., s. 304.
220
Löytved, a.g.e., s.50.
221
Sarre, a.g.e., s. 33, 54, 66-67,127.
93
Sarre’nin bina için kullandığı tabirin, XVIII. yüzyıla kadar giden bir geçmişi olduğu
anlaşılmaktadır.
Bugün Meram İlçesi Furgan Dede Mahallesinde bulunan bina, kuzeyden
Sahip Ata Caddesi, doğudan Taş Camii-Uzun Harmanlar Caddesi ile sınırlanmıştır.
Güneyinde Sahip Ata Hankâhı bulunan binanın batısında, Arkeoloji Müzesi’nin
buradan kaldırılması sonrası metruk bir alan bulunmaktadır(Harita:3, Çizim:8). Kare
plana sahip bina, kuzey-güney doğrultusunda uzanmaktadır (Çizim: 10).
Bina, portali üzerinde yer
alan,
sülüs
hatlı
tek
satırlık inşa kitabesi222
göre “Hacı Ebu bekir
oğlu Hüseyin oğlu Ali”
Foto 40: Sahip Ata Camii İnşa Kitabesi (R.Duran’dan)
tarafından H.656/M.1258
yılında yaptırılmıştır. Kitabede, unvanı belirtilmeyen kişi Anadolu Selçuklu veziri
Sahip Ata Fahreddin Ali’dir. Bina mimarının adı ise portalin her iki yanındaki
minare kaidelerinde yer alan sivri kemerli nişlerden batıda olanın, mukarnaslı
kavsarasının köşeliklerine dairesel birer madalyonla işlenmiştir. Bunlardan batıda
olanında “Amel-i Keluk ”, doğuda olanında ise “bin Abdullah223” yazılıdır.
222
Kitabenin Arapça yazılışı, Türkçe okunuşu ve Transkripsiyonu için bkz, Duran, a.g.e., s.58.
223
Sahip Ata’nın Konya Sahip Ata Medresesi ve günümüze ulaşamayan Konya’daki Nalıncı Baba
(Emir Nizameddin) Türbesi veya Nizamiye Medresesinin mimarı olan Kölük bin Abdullah, Z.Sönmez
(a.g.e., s.272) tarafından, muhtemelen Selçuklulardan önce Anadolu’ya gelen ve Hıristiyan dinini
kabul eden bir Türk aileden gelmiş olmalı şeklinde değerlendirilmektedir. Sönmez, (aynı yer) 1250
yılına doğru Müslüman olduğunu belirttiği mimarın, günümüze ulaşan üç kitabesinin de Konya’da
olması ve II.Bayezid Devri Tahrir Defterleri’nde, “Kölük” adını taşıyan bir mahalleden ve mülkiyeti
daha sonra Sadreddin Konevî vakıfları arasında sayılan “Mimar Kölük” isimli bir bağdan söz
edilmesinden dolayı Konya’da yaşamış olabileceğini belirtir. Sönmez, Ş.Uzluk’un “Yazma Anonim
Karaman Tarihi”ni kaynak göstererek Kölük’ün, Mimar Yusuf bin İbn Abdulgaffar el-Cuhî’nin
94
Binanın
günümüze
ulaşabilmiş
bir
vakfiyesi
bulunmamaktadır.
Ancak
H.1280/M.1863 tarihli bir şer’iyye sicil kaydında224, vakfın o yıllardaki
mütevellilerinin, külliyenin H.677/M.1278 tarihli vakfiyesini ellerinde bulundurduğu
belirtilir. Bugün, söz konusu vakfiye veya vakfiye suretinin akıbeti hakkında bir
bilgiye sahip değiliz.
Foto 41: Sahip Ata Camii Usta Kitabesi
Foto 42: Sahip Ata Camii Usta Kitabesi
Cami, zaman içerisinde çeşitli dış etkenlerle tahrip olmuş, birçok onarım geçirmiş ve
aslî halini büyük ölçüde kaybetmiştir. Tamirlerle ilgili ilk belge Konya Kadısına
öğrencisi olduğunu, ayrıca bugün ortadan kalkan Felekabad Sarayının yapımında ve Konya Sarayı’nın
Selamlık Köşkü’nün onarımında bulunduğunu belirtmektedir. Ancak bu bilgileri doğrulayacak
bilgilere bugün sahip değiliz. Bunun dışında Sahip Ata’nın Konya’daki Medresesinin vakfiyesinde
(Bayram-Karabacak, a.g.m., s.40) “…mimarın, vakıfın (baninin) azatlı (köle)larından emin kişi”lerden
biri olduğunun belirtilmesi, Kölük’un Sahip Ata ile olan ilişkisi ve kimliği konusunda bilgi veren bir
ifadedir. Bu cümleden olarak Kölük bin Abdullah’ın sonradan Müslüman olmuş biri olduğu
söylenebilir.
224
Şer’iyye Sicil Defteri Cilt 93.den nakleden Atçeken, a.g.e., s.110-111. Bunun dışında, Konyalı,
(a.g.e., s.513-515) binaya ait olduğunu belirttiği bir vakfiye sureti yayınlamıştır. Ancak Konyalı’nın
yayınladığı vakfiye suretleri camiye değil Konya Sahip Ata Medresesine aittir. Nitekim BayramKarabacak (a.g.m.) bu vakfiyenin camiye değil medreseye ait olduğunu ortaya koymuşlardır.
Fatih dönemi tahrirlerinde cami, hânkah ve türbenin vakfiyesi ile evkaf gelirlerinden
bahsedilmekte ve vakfın mütevellisinin Sahip Ata evladından Abdurrahman olduğu belirtilmektedir.
Ayrıca II.Bayezid tahririnde de vakfın mütevellileri zikredilir. III. Murat dönemine ait H.992/M.1584
tarihli Konya Evkaf Defteri’nde ise külliyenin vakfiyesi ve evkafından bahsedilmiştir (Bkz. Konyalı,
a.g.e., s. 512) Bu bilgiler külliyenin günümüze ulaşamamış bir vakfiyesi olduğunu ortaya koyar.
95
gönderilen H.15 Rebiülahir 978/M. 16 Eylül 1570 tarihli fermandır225. Bu fermanda
mütevelli Mehmet Subaşı, Divan’a başvurarak, Sahip Ata’nın Camisi ve Hamamının
tamire muhtaç olduğunu belirterek tespit yapılmasını talep etmektedir. Söz konusu
fermanın yer aldığı şer’iyye sicil defterinde yer alan başka bir kayıttan anlaşıldığına
göre mütevelli’nin bu talebi üzerine, sur dışında olduğu belirtilen cami ve
yakınındaki hamamın, tamire muhtaç olduğu tespit edildiği ve hamam için 10.000
akçe, caminin sakfı (damı), döşeği (zemini) ve duvarının tamiratı için 50.000 akçe
olmak üzere toplam 60.000 akçe lâzım geldiği belirtilerek anılan paranın cami vakfı
ve hamamının mahsullerinden dört yılda hâsıl olacak miktardan karşılanacağı ifade
edilmiştir226. Cami tamirine ilişkin sonraki belge H.1114/M.1702 tarihli bir kadı
şer’iyye sicil kaydıdır227. Bu belgede yapılan işin niteliği belirtilmeksizin caminin
onarıldığı ifade edilir. Caminin bir sonraki tamiri H.1240/M.1825 yılına aittir.
Caminin tamiri için padişahtan izin isteyen Konya Naibi, “Sahip Ata Caminin
tamamıyla tamire muhtaç bulunduğunu, buranın tamiri için vakıf malının fazlasının
kullanılmasını” talep etmiştir. Şer’iyye Sicil defterindeki H.9 Şaban/M.29 Mart
tarihli kayıt, bu izin isteği ve bunun uygun görülüp gerekli keşfin yapılmasına ait
Sultan II. Mahmut’un fermanını içerir228. Şer’iyye sicil defterlerindeki bir başka
kayıtta229 bu ferman üzerine H.13 Şaban/M.2 Nisan 1825 tarihinde, hassa
mimarlardan Lökoğlu İsmail ve yapıcı ustası es-Seyyid Hasan Usta ile bina ve çatı
meselelerine vakıf bazı kişilerle birlikte mütevelli Derviş Mustafa’nın camiye
225
Y.Ceylan, Konya Ser’iyye Sicillerinden İkinci Defterde Kayıtlı Olaylar Ve Hükümleri, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bil. Enst. Tefsir-Hadis Anabilim Dalı (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi),
Konya 1991, s.94-95.
226
Aynı yer.
227
Kadı Şer’iyye Sicil Defteri no.c.27’den nakleden, Küçükdağ, a.g.t., s.33.
228
Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F-31), s.150/1.
229
Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F-31), s.23/1.
96
giderek keşif yaptıkları belirtilir. Keşif sonunda binanın doğu ve kuzey duvarları ile
kıble duvarının mihraba kadar harap olduğu, sakfının ise tamamen kaldırılarak biraz
yeni öz ağacı ilave edilmesi lazım geldiği, ayrıca caminin ve türbenin içinin beyaz
sıva ile sıvanması gerektiğine karar verilir. Bu iş için çeşitli malzeme, ustalık ve
işçilik karşılığı 20.065 kuruşa ihtiyaç olduğu tespit edilir. Bu tamirden sonra H. 21
Şaban 1264/M. 23 Temmuz 1848 tarihinde binada yeniden tamir ihtiyacı hissedildiği
anlaşılmaktadır. Aynı tarihli şer’iyye sicil kaydında230, vakfın mütevellisi, mimar
Mehmet Usta ve diğer bilirkişilerin, harap olduğu belirtilen Hânkah cami, Vakfın
Türbesi, Çifte Hamam ve şehir dışındaki Türbek Buzhanesine giderek keşifte
bulunduğu, keşfin sonunda 7918 kuruşa ihtiyaç olduğu belirtilir. Sonuç olarak
Osmanlı dönemine ait şer’iyye ve kadı sicil kayıtlarından binanın, 1570, 1702, 1825
ve 1848 tarihlerinde dört kez tamir gördüğü, bunlar içinde tahsis edilen paralara
bakılırsa ilkinin en kapsamlı onarım olduğu anlaşılmaktadır. Resmi kayıtların dışında
Uğur-Koman231, “… kadim mescit iki defa kazaen vuku bulan harik (yıldırım
düşmesi) esnasında yanmış ve mescidin ancak mihrabı yerinde kalmış…” olduğunu
belirterek, bu yangınlardan sonuncusunun takriben 1878232 yılında gerçekleştiğini, o
güne kadarki caminin ön cepheye kadar uzandığını, biraz çukurda kaldığını ve
tavanının düz olup ortasında Beyşehir Eşrefoğlu Cami gibi bir açıklık bulunduğunu
ifade etmiştir. Ahmed Tevhid Bey233 16 Temmuz 1897 yılında gördüğü camiyi “…
dört köşe tulânî (boyuna), üstü müstevî(düz)…” şeklinde tasvir eder. Konyalı, asıl
caminin zelzele veya yıldırım düşmesi sonucu harap olduğunu yerine bugünkü
230
Şer’iyye Sicil Defteri C. 80 (F-39), S.132/1
231
Uğur-Koman, a.g.e., s.43.
232
Uğur-Koman, (aynı yer) bu tarihi “… 94 sene maliyesine tesadüf ettiği…” şeklinde verir ki, bu
tarihin H.1294 olduğu anlaşılmaktadır.
233
Ünver, a.g.m., s.206.
97
caminin yapıldığını belirtir. Bunun dışında Mimar Muzaffer Beyin yaptığı
tetkiklerini aktaran yazar, caminin “…kısmen açık hava mabedi…” ne benzediğini,
“…ortasında havuzlu ve üstü açık bir kısım…” bulunduğunu, “…kıble tarafının
sağını ve solunu kubbeli revakların sardığını ve geniş bir dehlizinde tak kapıya
uzandığını…” ifade eder234. Konyalı235 bugünkü caminin H.1288/M.1871 yılında
yapıldığını, yapan ustanın isminin Muhiddin olduğunu belirterek, “…bahçede toprak
tesviyesi yapılırken eski mabedin tak kapıya doğru uzanan kalın ve harçlı temellerine
rastlandığını…”, caminin şimdiki durumuna o tarihte dönüştürüldüğünü ve iki defa
düşen yıldırım sonucu yıkılan minarenin de tamir edildiğini, caminin yanındaki
Larende Medresesi müderrisi Hacı Ali’nin ifadelerinden bize aktarmaktadır. Sarre236,
Texier’in geldiği yıllarda binanın askeri depo olarak kullanıldığını belirtir ki, bu
durum Konyalı’nın ifade ettiği 1871 onarımı öncesi binanın bir süre aslî
fonksiyonunun dışında kullanıldığını ortaya koyar. Camide onarımlara neden olan
olayları tam olarak tespit edememekteyiz. Ancak hem Uğur-Koman’ın hem de
Konyalı, yıldırım düşmesiyle oluşan yangınlardan bahseder. Uğur-Koman son
yangının 1878 yılında olduğunu belirtir ki, bu tarih, Konyalı’nın caminin bugünkü
haline dönüştürüldüğünü belirttiği müdahaleden sonraki bir tarihtir. Ancak hem
Konyalı hem de Uğur-Koman’ın ifadelerinin nakil olduğu düşünülürse bu
birbirleriyle çelişen onarım ve yangın tarihlerinde bazı yanlışlıklar bulunduğu
rahatlıkla söylenebilir. Ancak 1570 ve 1825 tarihlerinde caminin özellikle örtüsünde
duvarlarında büyük ölçekli tamiratlar gerçekleştirildiği düşünülürse Konyalı ve
Uğur-Koman’ın ifade ettiği tarihlere kadar zaten büyük değişikler geçirdiği
234
Konyalı, a.g.e., s.511-512.
235
Konyalı, a.g.e., s.512.
236
Sarre, Reise in…, s.55.
98
anlaşılabilir. Özellikle 1825 onarımından önce yapılan tespitlerde caminin doğu,
kuzey ve kıble duvarının mihraba kadar yıkık olduğunun belirtilmesi, daha XIX.
yüzyılın ilk çeyreğinde caminin büyük bir tahribata uğradığını ortaya koyar.
Camide, 1944–1945 yıllarında, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından niteliği
bilinmeyen bir onarım gerçekleştirilmiştir237. H.Karamağaralı, 1964 yılında bugünkü
cami ile asıl caminin portali arasında kalan alanda bazı sondajlar gerçekleştirmiş;
sondaj sonuçlarına ilişkin makalesinde238, binanın orijinal durumuna ilişkin
tespitlerde bulunmaya çalışmıştır. Ö.Yörükoğlu, 4–20 Eylül 1974 tarihleri arasında
caminin orijinal planını ortaya çıkarabilmek için avluda ve cami içinde yeniden
sondaj çalışmaları gerçekleştirmiştir. Yörükoğlu’nun çalışmaları239 sonunda çok
sayıda küçük buluntu ele geçirilmiştir. Caminin aslî halini belirlemek için bir başka
çalışmayı 1978 yılında O.C.Tuncer240 gerçekleştirir. Karamağaralı’nın avluda tespit
ettiği temellerin dışında, cami içinde de çeşitli araştırmalar gerçekleştiren Tuncer,
özellikle mihrap duvarında yaptığı sıva raspası ile orijinal duvardaki tuğla örgü,
mihrabın orijinal kodu gibi konuları aydınlatmış ve bu tespitlerin ışığında caminin
237
Z.Oral, “Konya’nın Tarihi Eserleri ve Bugünkü Durumları”, Konya, C.X, S.84, Konya 1945, s. 32–
40 (38)
238
Karamağaralı, a.g.m. Yazar sondajların ilk sonuçlarını Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü’nün
1973’de Konya’da düzenlediği sempozyumda “Sahip Ata Caminin Restitüsyonu Meselesi” başlıklı
bildiri ile bilim dünyasına açıklamıştır.
239
Yörükoğlu, a.g.m. Ayrıca Ö.Yörükoğlu, “Sahip Ata Araştırması Buluntuları”, Vakıflar Dergisi,
S.XI, Ankara 1977, s.217–220. Buluntular neticesinde üçayaklar, kandil kırıkları okunamayacak
durumda sikkeler, bir mezar taşı ele geçirilmiştir. Bunun dışında dikkat çekici bezemeli çini parçaları
bulunmuştur. Türbe’nin yakınlarında ele geçirilen kömür haline gelmiş ağaç parçaları ile çini ve
kandil parçaları, camide yaşanan yangınların etkilerini göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Yörükoğlu, caminin avlusunun yıllarca sebze meyve yetiştirmek için ekilmesi ve şadırvan ile helâ
yerinin üç kere yer değiştirmesi sonucu oluşan tahribata dikkat çeker. Yazar, avlunun kimi yerlerinde
birçok küçük buluntunun doldurulduğu çukurlardan bahsederek, cami avlusunda zaman zarfında
birçok müdahalede bulunulduğunu tespit etmiştir.
240
Söz konusu çizimler V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./ 2. da mevcuttur.
99
rekonstrüksiyon çizimlerini yapmıştır. Caminin aslî durumunu aydınlatmaya ilişkin
bu çalışmalar dışında, V.G.M. tarafında gerçekleştirilen onarımlar, 1981 yılından
günümüze kadar sürdürülmüştür. Camide 1981 yılında bahçe duvarlarının yapımı,
minarenin petek, külah, seren, korkuluk ve şerefelerinin tamiri ve çeşmenin üzerine
siperlik yapımı gibi çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Bunun dışında camide, 1991
yılında avluya abdest musluklarının yapılması, 1994 yılında çeşitli boya ve badana
işlemleri, 2003 yılında ise pencere doğramalarının yenilenmesi gibi çalışmalar
nihayetlendirilmiştir241. Camide 2007 yılının ilk aylarında tekrar onarım çalışmaları
başlatılmış olup, muhdes ahşap döşemesi ve duvarlardaki sıvalar kaldırılmıştır.
Çalışmalar halen devam etmekte olup, bina kullanıma kapalıdır.
Orijinal camiden günümüze ulaşabilen kısımlar, mihrap ve mihrabın iki
yanındaki yarım yıldız kesitli gömme ayak ile çifte minaresinden biri tamamıyla
yıkılmış olan portalin ön yüzüdür (Çizim: 10). Bunlardan mihrap çinili, gömme
ayaklar ise kesme taştandır. Portalin zemine yakın kısımlarında Roma dönemine ait
spolie mermer taşlar kullanılmıştır. Kapı kemerinde mavi ve beyaz mermer nöbetleşe
olarak kullanılmışken, yazılı yan bordürler ve mukarnaslı kavsara bölümleri koyu
sarı renkli kesme taştan inşa edilmiştir. Portalin iki yanındaki sivri kemerli nişler ve
nişlerin üzerindeki sivri kemerli minare pencereleri beyaz mermerden, diğer kısımlar
koyu sarı renkli kesme taştan inşa edilmiştir. Minarenin kaide ve gövde kısımlarında
tuğla malzeme kullanılmıştır. Caminin duvarları moloz taş242, sütunları, orijinal kapı
kanatları ve tavanı ise ahşaptandır.
241
242
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./ 2.
O.C.Tuncer’in mihrap çevresinde yaptığı raspa sırasında duvarların orijinal kalabilmiş
bölümlerinin tuğla malzemeden inşa edildiği anlaşılmaktadır. Detaylı fotoğraflar için bakınız
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./ 2.
100
Orijinal caminin mihrap önünde bulunduğu söylenen243 kubbenin ise benzer
örneklere bakarak tuğla ve moloz taştan olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Foto 43: Caminin XIX. yy.daki durumu.
(TTK. Arşivinden)
Foto 44: Cami Portalinin bugünkü durumu.
Mevcut camiden daha yüksek boyutlardaki portal dışında bina, tek kademe olarak
algılanmaktadır(Çizim:15). Onarımlar sırasında eklenen, doğu, batı yönlerde
bugünkü camiyi kuşatan ve kuzeyde asıl caminin portaline bağlanan bir çevre duvarı
bulunmaktadır. Caminin portali ile bugünkü bina arasında yaklaşık 20 m. lik bir avlu
meydana gelmiştir. Çevre duvarı ile binanın doğu ve batı cepheleri arasında da
yaklaşık 3 m. lik bir alan mevcuttur. Kare planlı bugünkü cami, 21 x 21 m.
ölçülerindedir. On iki ahşap direkle, mihraba dik beş sahna bölünmüş olan harim,
üzeri kiremitlerle kaplanmış kırma çatı ile örtülüdür. Giriş aksında yer alan orta
sahın, diğerlerinden daha enlidir. Caminin kuzey bölümünde ise ahşap muhdes bir
mahfil yer almaktadır(Çizim: 10).
243
Karamağaralı, a.g.m., s. 50-53.
101
Caminin, hankahın yapımıyla kapatılmış olan güney cephesinin dışındaki
diğer üç cephesinde altışar pencere yer alır. Cephe akslarına göre simetrik
düzenlenmiş bulunan pencereler iki sıra halinde olup, bunlardan kare formlu ve daha
küçük boyutlu olanlar saçağa yakın bir yükseklikte yer alırken, düşey dikdörtgen
formlu ve daha büyük ölçülerdeki diğer üç açıklık cephenin ortaya yakın bir
bölümünde hizalanmıştır (Çizim:15).
Her iki sıradaki pencerelerden ortada
olanları, cephelerin düşey aksına denk
gelirken, diğer iki açıklık simetrik
olarak iki yanına eşit uzaklıkta yer
almaktadır. Giriş (kuzey) cephesinde
diğer cephelerden farklı olarak, düşey
aksta ve alt hizada yer alan pencerenin
yerini kapı almıştır. Caminin XIX.
yüzyılın sonlarına ait fotoğraflarında244
giriş cephesinin, ahşap direklerle taşınan
bir sundurma ile örtülü olduğu
Foto 45: Sahip Ata Camii Portali
görülmektedir. Güney cephede üç açıklık bulunmaktadır. Bunlardan biri mihrabın
üzerinde yer alan kare formlu dıştan içe doğru şevlenerek açılan bir mazgal pencere
iken, diğeri ikisi mihrabın doğusunda bulunan kare formlu iki açıklıktır. Bunlardan
mihraba uzak olanı türbenin inşa edildiği yıllarda pencere fonksiyonunu kaybederek
kapıya
dönüştürülmüştür245.
Orijinal
caminin
portali,
mimari
ve
süsleme
244
A.S.Odabaşı-H.Özönder-H.Karpuz, Eskimeyen Meram, Konya 2000, s.9.
245
Karamağaralı, a.g.m., s.51. Yazarın söz konusu kapıya ait yayınladığı fotoğrafta (a.g.m., Resim 21)
ahşap bir kapı kanadı görülmekteyse de bugün yerinde yoktur. Kapı kanadının yerine açıklık bir
kilimle kapatılmıştır.
102
özellikleriyle birçok açıdan yenilikleri içermektedir (Çizim: 11, Foto:45). Cami,
portalde çifte minareli kompozisyonun Anadolu’da kullanıldığı ilk örnektir. Portalin
iki yanına eklenen minarelerden doğuda olanı kaide kısmına kadar yıkılmış, batıda
olanının ise gövdesinin bir kısmı ve şerefe kısmı geç dönemde yenilenmiştir246.
Portalin eni, yaklaşık olarak yüksekliğine eşittir247. Karamağaralı’nın 1964 yılında
yaptığı sondajlar neticesinde, portal orijinal caminin esas kütlesinden ayrı bağımsız
bir ünite şeklinde inşa edildiği anlaşılmıştır248(Çizim:12). Portal açıklığı, bugünkü
246
Binaya ait XIX. yüzyılın sonlarına ait fotoğraflarda (A.S.Odabaşı vd., a.g.e., s.9.) bile ikinci
minarenin olmayışı, batı minarenin tamamının yıkılmasının ve doğu minarenin tamirinin bu
tarihlerden önceki bir zamanda gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Yörükoğlu (a.g.m., s.218) nun
bugünkü caminin avlusunda ele geçirdiği çini parçalar, minare parçalarının Koman-Uğur (a.g.e.
s.43)ın yıldırım düşmesiyle oluştuğunu belirttiği tahribat sonucu avluya dağıldığını göstermektedir.
Söz konusu yıldırım tahribatının ne zaman olduğu bilinmemektedir. Bu yüzden minarelerin mevcut
görüntüsüne ne zaman kavuştuğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Ancak 2 Nisan 1825 tarihli
tamirde (Şeriyye sicid Defteri Cilt 71 (F–31), s.23/1) tek bir minareden bahsedilmesi ve minarenin
külahının kurşunla kaplanacağının belirtilmesi, söz konusu tarihte bilemediğimiz bir nedenle batıdaki
minarenin tamamen, diğerinin ise külahının kurşunla kaplanmasıyla yetinildiği anlaşılmaktadır. Bu
anlamda doğudaki minarenin 1825 tarihinde yıkıldığını söyleyebiliriz. Batıdaki minarenin ise külah
kısmına kadar sağlam olduğu, 1825 ile 1900 tarihleri arasında başka bir tesir ile mevcut görüntüsüne
kavuştuğu anlaşılmaktadır. Konyalı (a.g.e., s.512) nın Larende müderrisi Hacı Ali Efendi’den
naklettiği “… iki defa düşen yıldırımdan yıkılan minarenin tamir edildiği…” şeklindeki bilgi, batıdaki
minarenin 1825’den sonraki ikinci bir tahribatla bugünkü durumuna kavuştuğunu ortaya koyar
niteliktedir.
247
Portalin eni yandaki kısımlarla beraber 9.45 m.dir. Mevcut yüksekliği ise 9.16 m.dir. Portalin
yıkılan üst bölümleri de düşünüldüğünde, aslî halinde en ve boyun eşit olduğu, böylece tam kare bir
modül elde edildiği anlaşılmaktadır. Bu konudaki ayrıntılı çalışma için bkz. Tuncer , “Orantı ve
Modül Üzerine…”, s.451–452.
248
Karamağaralı, a.g.e., s.51.
103
caminin girişi ile aynı akstadır. Portalin üstü geç dönemde249 ilave edilmiş, ahşaptan
kırma çatılı bir sundurma ile örtülüdür. Portalin camiye bakan yüzüne, ihtimalle,
Konyalı’nın bildirdiği 1871 tarihli onarım sırasında, batı minaresine çıkışı sağlayan
taş bir merdiven eklenmiştir (Foto:46). Portalin iki yanındaki bölümler, dörde
ayrılmış olup, simetrik bir düzenleme
göstermektedir
(Çizim:11).
Bu
bölümlerin zeminden itibaren ilki
boyuna
dikdörtgen
çerçeveli,
mukarnaslı kavsara ve sivri kemerli
açıklık;
ikincisi,
bırakılmış ve silmelerle
sınırlandırılmış
enine
süslenmeden
Foto 46: Portalin güney yüzündeki muhdes merdiven
dikdörtgen
pano;
üçüncüsünde
düğüm
motifleriyle
çerçevelenmiş sivri kemerli birer pencere ve dördüncüsü ise aynı zamanda minare
kaidesi olan tuğla zemin üzerine turkuaz ve patlıcan moru mozaik çinilerle kûfî
yazıların oluşturulduğu kare panodur.
Yan kanatların zemininde enine yerleştirilmiş
roma dönemine ait250 beyaz mermerden iki
spolia parça yer alır (Foto:47). Bu taşların
doğuda
olanı,
süslemesiz
iki
bordürle
sınırlanmış ve iki yandaki süslemeli
Foto 47: Portalin kaidesindeki spolia malzeme
249
Söz konusu sundurma Löytved (a.g.e., s.50) 1904 tarihli in fotoğrafında görülmemektedir.
Dolayısıyla sundurmanın vakıfların yaptığı müdahaleler sırasında ilave edilmiş olmalıdır.
250
Akok, a.g.m., s.9., Uğur-Koman, a.g.e., s.41.
104
bölümlerin ortadaki kare bölümden daha enli
tutulduğu üç kısma ayrılmıştır. Enine dikdörtgen
biçimli
iki
yan
bölüm,
ortalarında
baklava
motiflerinin yer aldığı ve birbirlerini ½ oranında
kesen dairelerden oluşmuş açık bir kompozisyonla
süslenmiştir.
Batıda
olanı
ise
yine
enine
yerleştirilmiştir. Buradaki üç bölümden, ortadaki
enine dikdörtgen saha yanlardaki kare iki sahadan
daha enlidir. Ortadaki enine saha biri daha enli iki
bordürle
sınırlandırılmıştır.
kenarlarının
iki
köşesi
Bu
ve
bölüm
kısa
ortalarının
volütlendirildiği enine
Foto 48: Portaldeki çeşme nişleri
dikdörtgen bir pano ile süslenmiştir. Bu bölümün alt kısmında bir delik
bulunmaktadır251. Spolia taşın kare biçimli iki yan bölümde ise benzer bir süsleme
bulunmaktadır. İçbükey bir bordürle sınırlanan kare sahanın ortasında baklava motifi
yer alırken, köşelerdeki dört üçgen bölümde birer kuş motifi yer alır. Baklava
motiflerin ortasında ise birer Medusa başı bulunur. Spolia taşların doğu ve batıya
bakan yüzlerinde de aynı motifler görülür.
Spolia malzemeli subasmanların üstünde dikdörtgen çerçeveli mukarnas
kavsaralı nişler yer almaktadır(Foto:48). Subasmanla niş arasında enine yerleştirilmiş
beyaz mermer bir taş yerleştirilmiştir. Söz konusu nişlerden batıda olanı, iki yanda ve
üstte devam eden üç bordürle sınırlandırılmıştır. Bordürler süslemesiz silmelerle
251
Akok, (aynı yer) spolia malzemeli bu bölümlerin çeşmelerin hazneleri olduklarını belirtir. Bu
anlamda, söz konusu deliğin zaman zaman haznenin temizlenmesi için yapılmış bir tahliye olduğu
söylenebilir.
105
sınırlandırılmıştır. Bunlardan diğerlerin göre daha enli olan dıştaki bordürde enine
işlenmiş, sülüs hatla Kuran-ı Kerim’de yer alan su ile ilgili ayetler doğu kenardan
başlayarak ardı ardına sıralanmıştır. Bunlardan ilki Enbiya Sûresinin 30 ayetinin son
cümlesidir. Sonra gelen sûreler, Furkan Sûresinin 48. ve 49. ayetleri, Nebe Sûresinin
14, 15, 16. ayetleri ve Zümer Sûresinin 21. ayeti, Dehir Sûresinin 5, 6. ayetleri ile
aynı sûrenin 15, 16, 17, 18. ayetleridir. Ayetlerin tamamı su ile ilgilidir. Bordürün üst
iki köşesinde içleri girift şekilde birbirine ulanmış geometrik kompozisyonla
süslenmiş dairesel iki madalyon yer almaktadır. Bunun ardından gelen içbükey
bordürde enine gelişen zencirek motifli açık bir kompozisyon vardır. Üçüncü
bordürde birbirlerine kıvrım dallarla bağlanmış rumîlerden teşkil bitkisel, açık bir
kompozisyon bulunmaktadır. Beş sıradan oluşan mukarnaslı kavsaranın her iki
yanında dairesel madalyonlar içerside, batıdakinde “Amel-i Kölük”(Foto:41),
doğudakinde “Bin Abdullah” (Foto:42) yazılıdır. Bunların üzerinde tek satır halinde
Çiçekli Kufî hatla Enbiya Sûresinin 30. ayetinin son cümleleri yazılı bulunan bir
yazıt vardır. Kavsaraların iki yanındaki sütunlar, zar başlıklı kaide ve başlığa
sahiptir. Sütunların gövdeleri ise düşey olarak ve birbirini her sırada ½ oranında
takip edecek şekilde yerleştirilmiş palmetlerden oluşan açık bir kompozisyonla
süslüdür. Sivri kemerli açıklık iki yanda ve üstte süslenmeden bırakılmış bir bordürle
kuşatılmıştır. Açıklığın üstünde tek satırlık bir yazıt yer alır. Burada İnsan Sûresinin
21. ayetinin son cümlelerini içeren Kuran-ı Kerim ayetleri yazılıdır. Yazıtı üstte ve
iki yanda kuşatan kaval silme, altta, sivri kemerli açıklığın iki köşesinde düğüm
yaparak iki yanından devam eden ve açıklığı kuşatan silme ile birleşerek zemine
ulaşır. Doğudaki nişin batıdakinden farkı, dıştaki bordür sayısı ve usta isminin yazılı
olduğu madalyonların yerinde bulunan gülbezeklerdir. Doğudaki nişi dışta sınırlayan
enli iki bordürden kûfî hatla dışta olanında besmele ile Bakara Sûresinin 255. ayeti
106
Kürsî ayeti yazılıdır. Yazıtın doğu koldaki son bölümleri oldukça tahrip olmuştur.
İçteki bordürde ise on kollu yıldızların etrafında kapalı poligonların yer aldığı
geometrik açık bir kompozisyon yer alır. Batıdaki nişte olduğu gibi sivri kemerli
açıklığın ve mukarnaslı kavsaranın üstünde kûfî hatlı tek satırlık yazıtlar vardır.
Burada yer alan yazılar doğu nişindekilerle aynı ayetleri içerir. Batıdaki usta isminin
yazılı olduğu madalyonların yerinde ise, iç içe halkalanan yarım poliganların
birbirine ulandığı geometrik bir kompozisyonun süslediği yarım kürecikler bulunur.
Portalin iki yanındaki bölümleri ortadaki daha enli olmak üzere üç bordür
dolaşır. Bu bordürler yan kanattaki dört bölümü de dolaşıp altta, spolia subasmanın
hemen üstünde kıvrılıp dairesel bir ilmik şeklinde nihayetlenir. Ortasında bir dairesel
bir boşluk olan bu bölüm Karamağaralı tarafından su alınan bir göz olduğu ifade
edilir252(Foto:53). Bu üç bordürden iki yanda dar olanları enine gelişen meandıra
benzer bir motifle oluşturulmuş bir geometrik kompozisyonla süslenmiştir. Ortada ve
daha enli olanı ise, düşey olarak sıralanan ve birbirine düğüm şeklinde bağlanan,
baklava motifinden teşkil açık geometrik bir kompozisyondur. Bordürler ilmikten
sonra sebillerin yer aldığı boyuna dikdörtgen nişleri dolaşır ve dış kenarda yükselip
tekrar portale doğru devam ederek bu alanda enine dikdörtgen bir saha meydana
getirir. Bu sahalar süslenmeden bırakılmıştır. Bordürler bu dikdörtgen sahadan sonra
düşey olarak yan kanatların diğer iki bölümünü kat ederek saçağa ulaşır. Yan
kanatlardaki bu iki kare sahadan altta olanında, bir kaval silmenin çeşitli noktalarda
ilmikler ve ortada sivri kemerli bir açıklık meydana getirdiği kapalı geometrik
kompozisyon bulunur. Kaval silmenin araları, yerleştirileceği alana uygun olarak
kesilmiş mozaik çinilerle doldurulmuş olup; bu çinilerin büyük kısmı bugün
dökülmüştür. Minareleri aydınlatan pencereleri ihtiva eden bu bölümler, her iki
252
Karamağaralı, a.g.m., s.66-67, Resim 25-26.
107
kanatta da birbirine benzemekle beraber, doğuda olanında batıdakinden farklı olarak
sivri kemerli açıklığın üstünde bir düğüm motifi yer alır (Foto:49–50). Batıdaki
beyaz mermerden yapılmış iken, doğuda olanının, portalin genelinde kullanılan
malzemeden inşa edildiği görülmektedir253. Bu bölümün üzerindeki saha da tuğla
zemin üzerine mozaik çinilerden oluşturulmuş bir bölüm vardır. Bölümü dört yönden
patlıcan moru renkli mozaik çinilerden oluşan bir bordür kuşatmaktadır.
Foto 49: Minare pencereleri (Doğudaki)
Foto 50: Minare pencereleri (Batıdaki)
Sırsız tuğlaların uzun kenarları yatay birim olarak kullanılmış, kare çini birimler bir
turkuaz, bir patlıcan moru olmak üzere üst üste gelerek düşey birimleri teşkil
etmiştir. Çini birimlerin kayma ve yön değiştirme düzeni ile kûfî yazılı kelimeler
biçimlendirilmiştir. Aralarındaki kare mozak çinilerle oluşturulan kûfî hatlı
yazılardan doğuda olanında “Ebu Bekir”, batıdakinde “Ali” yazılıdır. Yazılar kare
sahaya 45° bir eğimle işlenmiş olup tekrar edilerek açık bir kompozisyon halinde
işlenmiştir. Yazıların aralarındaki uygun boşluklara baklava ve haç biçimli patlıcan
253
Bu durum batıda olanının sonraki bir dönemde müdahale görmüş olabileceğini düşündürmektedir.
108
moru ve turkuaz mozaik çiniler yerleştirilmiştir. Yazılı kompozisyonların üstündeki
bölümler onarımlar sırasında tuğlalarla doldurulmuş olup, bu bölümlerden
minarelerin gövdesine nasıl geçildiğini bugün için tespit edememekteyiz.
Portali yanlarda ve üstte254 üç bordür kuşatmaktadır. Bunlardan dışta ve
diğerlerine göre daha dar olanında, merkezdeki baklava dilimli motifin çevresinde
yer alan altı kollu yıldızlardan oluşturduğu açık geometrik bir kompozisyon yer
alır(Foto:45,
51).
Boyuna
gelişen
kompozisyonda altı kollu yıldızlar, her
sırada bir öncekini ½ oranında keserek
devam eder. Bu bordürün altta sonlandığı
kısım
çeşme
emziğinin
yuvarlatılmış
kısmına denk gelmesi sebebiyle kesilmek
zorunda kalmıştır. Ortadaki bordüre sülüs
hatla, Besmele-i Şerif ve Fetih Sûresinin
1-13. ayetleri yazılmıştır255. Yazı batı
koldan
başlayarak
doğu
kolda
sonlanmaktadır.
Foto 51: Portal bordürleri
Üçüncü bordür ise Divriği hariç başka bir Selçuklu portaline benzemeyen bir
süsleme bulunmaktadır256.
254
Bordürlerden yazı ve dıştaki olanının üstteki kısımları yıkılmıştır.
255
Portalde görülen Kuran sûrelerinin Sahip Atanın Konya’daki medresesindekilerle benzerliği dikkat
çekicidir. Örneğin, Fetih Sûresinin sadece 13. ayete kadarki kısmının kullanılması her iki binada da
ortaktır.
256
Ögel, a.g.e., s.55.
109
Bu düğümler bordürün yatay ve düşey eksenlerine simetrik olarak eşit mesafelerle
yerleştirilmiştir. Bu iki şeridin arasında profilli ince uzun çubuklar yer alır.
Çubukların alt kısımları iki yanda, mukarnas hücresine benzer bir başlığı olan ve
sütun gibi şekillendirilmiş bir biçimle sonlandırılmıştır. Sütun biçimli bu kısımlar
yüzeysel işlenmiş bir geometrik süslemeye sahiptir (Foto:52).
Portalin
oturduğu
subasman,
beyaz mermerdendir. Mukarnaslı kavsara
ise on dört sıralıdır. Üst kısımları sivri
kemeri
bir
şekilde
sonlanmış
olan
mukarnas hücreleri sade işlenmiştir. Üst
sıralarda
mevcuttur.
sarkıt
biçimli
Mukarnaslı
stalaktitler
kavsarayı
kaval
silme
kuşatır.
Foto 52: Enli bordürdeki düğüm motifi
Süslenmeden bırakılmış olan silmeler, iki yanda köşe
sütuncelerine oturan portalin sivri kemerini oluşturur.
Kemer ile üzerinde yer alan inşa kitabesinin arasında
kalan üçgen sahalar kaval silmeler teşkil
Foto 53: Çeşmenin emziği
iki
110
edilmiş düğüm motifiyle doldurulmuştur (Foto:45). Düğümlerin orta noktalarında
dairesel boşluklar mevcuttur. Tek satırlık inşa kitabesi257 sülüs yazı ile işlenmiştir
(Foto:40). Sivri kemer ile kavsaranın arasında kalan boşluklarda yüzeyi tahrip olmuş
iki dairesel rozet bulunur. Kavsarayı kemerinin oturduğu köşe sütuncelerinin
başlıkları akantustur ve iki katlıdır (Foto:52). Subasmana oturan köşe sütuncelerinin
silindirik gövdeleri gamalı haçlı bir meandır258la süslenmiştir. Boyuna dikdörtgen
biçimli mihrabiyeler simetrik düzenlenmiştir (Foto:54). Üstte ve yanlarda, rumî ve
kıvrım dallardan oluşan geometrik açık bir kompozisyonla süslü bir bordür yer alır.
Beş sıralı mukarnasın, iki yanındaki dairesel madalyonlar ve zar biçimli başlıklara
sahip sütunceleri süslenmeden sade bırakılmıştır. Kavsaranın altında çiçekli kûfî
hatla oluşturulmuş ve üstte, altta üç ince şeritle
sınırlandırılmış
bir
yazıt259
yer
alır.
Mihrabiyelerin üç dilimli gövdesine uygun
olarak düzenlenmiş bu bölümün altında on
kollu yıldızdan teşkil edilmiş açık geometrik
bir kompozisyon bulunur.
Sivri kemerli kapı açıklığı, beyaz ve
mavi renkli taşların nöbetleşe dizilmesiyle
oluşturulmuştur (Foto:55). Taşların kenarları,
zik-zak’a benzer biçimli olup,
Foto 54: Mihrabiye
dişler oluşturularak birbirine kenetlenmiştir. Sivri kemeri altta ve yanda kuşatan
süslemesiz profilli kaval silmeler, kemer alınlıklarında benzer bir örneğini sebilin
257
Duran, a.g.e., s.58.
258
Ögel, aynı yer.
259
Burada, Kuran-ı Kerim’in Cin Sûresinin 18. ayeti -son bölümleri eksik olarak- yazılıdır.759. Bu
yazı, sadece batıdaki mihrabiye de vardır.
111
sivri kemerinin köşeliklerinde gördüğümüz köşeli geçmeler meydana getirir. Portalin
kapı açıklığı sanat değeri taşımayan çift kanatlı bir kapı ile örtülüdür. Caminin
orijinal ahşap kapı kanatları ise bugünkü caminin kapı açıklığı üzerinde yer
almaktadır.
Günümüze
ancak
batıda
olanı
ulaşabilmiş olan minare, payanda
vazifesi gören küp şeklindeki bir
kaideye oturur. Kaideyle pabuç
arasında bir şekil ayrıntısı yoktur.
Kaidenin üzerinde tuğla ile çininin
beraber kullanıldığı küp şekilli
Foto 55: Portal kapısı
pabuç kısmı yer alır.
Kaideden gövdeye geçiş pabuç kısmının üst köşelerine oturan yarım piramidal
çıkıntılarla temin edilmiştir (Foto:56). Bu piramidal dört çıkıntı, kübik kütleyi takip
eden ikinci bir kütle meydana getirerek, küpün sekizgene dönüşmesini ve gövdeye
yumuşak bir geçişle bağlanmasını sağlar260.
260
Bakırer, a.g.m., s.346.
112
Foto 56: Minare (Batıdan)
Foto 57: Minare (Kuzeyden)
Gövde, yarım daire dilimi ile aynı genişlikteki prizmal çıkıntılı sahaların nöbetleşe
dizildikleri on altı dilime bölünmüştür. Tuğla gövdede, sırsız tuğla şeritler üst üste ve
yan yana birbirine eklene gamalı haç motiflerini biçimlendirecek şekilde
düzenlenmiştir (Foto:57). Şeritler arasında kalan ince boşluklar, tuğla zemine
nazaran 1–1,5 cm daha derine yerleştirilen turkuaz ve patlıcan moru çini mozaiklerle
doldurulmuştur. Bu süslemenin hemen üstünde bugün çok az kısmı kalabilmiş
turkuaz ve patlıcan moru çini mozaiklerden oluşturulmuş üçgen biçimli süslemeler
fark edilebilmektedir. Solakyan261ın XIX. yüzyılın sonlarına ait fotoğrafında
(Foto:43) bu çiniler daha net görülebilmektedir. Gövdenin dilimli yapısına uygun
olarak her dilimde zik-zak biçimli teşkil edilmiş çinilerin, günümüze çok az bir
bölümü ulaşabilmiştir. Üstte yatay turkuaz renkli bir bordürle sonlanan bu bölümün
üstünde turkuaz zemin üzerine siyah çini mozaiklerle oluşturulmuş çiçekli kûfî hatlı
bir bölüm yer alır. Burada esası yazı olmayıp, kimi geometrik örgünün aralarına
stilize yazı biçimi verilmiş süslemeler bulunmaktadır. Bu çinilerin de büyük kısmı
261
A.S.Odabaşı vd., a.g.e., s.9.
113
dökülmüş olup tam olarak biçimleri algılanamamaktadır. Bugün minareye giriş, geç
dönemde ilave edilen taş merdivenden ulaşılan ve pabuç kısmının doğu yüzünde yer
alan kapı ile sağlanmaktadır. Gövdenin şerefeye kadar olan kısmı, ayrıca şerefe ve
petek muhdestir. Bu bölüm Solakyan262ın fotoğrafında da orijinal değildir; ancak
malzemesi bugünkünden farklıdır. Dolayısıyla daha sonraki müdahalelerle tekrar
düzenlediği
anlaşılmaktadır.
Şerefe
altının
bugünkü
durumu
Solakyan’ın
fotoğrafındakiyle aynıdır. Üç sıra halindeki süsleme dizileri tuğladandır ve en altta
kavsara biçimi verilmiş kemerli hücreler şeklinde bir bezeme vardır. Onun üstündeki
iki sıra da testere dişi şeklinde bir süsleme görülür. Metal şerefe korkuluğunun son
onarımlar sırasında değiştirildiği anlaşılmaktadır. Külah’ın 1825 onarımında
kurşunla kaplandığını biliyoruz263. Ancak Solakyan’ın fotoğrafında kurşun külahın
olmadığını görmekteyiz. Dolayısıyla 1825 tarihi ile XIX. yüzyılın sonları arasındaki
bir vakitte külahın tekrar değiştirildiği anlaşılmaktadır. Bugün külah son onarımlar
sırasında eklenen kurşunla kaplıdır. Portalden avluya geçilir. Bugünkü cami ile portal
arasında yaklaşık 8.00 m. uzunluğunda bir avlu bulunmaktadır(Çizim: 10). Avluda
kuzey-güney yönünde atılmış beton bloklar dikkati çeker. Bunlar, Karamağaralı’nın
1964’te tespit ettiği, 1974 yılında Tuncer’in restorasyonlar sırasında beton
262
Aynı yer.
263
Şer’iyye Sicil Defteri C. 71 (F-31), s.23/1.
114
döktürerek, mevcut avlu kotunda algılanabilmesini sağladığı caminin orijinal sahın
duvarlarıdır264. Mevcut caminin kapısına, onarımlar sırasında eklenen ve üzeri
alimunyum kaplamalı bir sundurma ile örtülü, camekânlı ahşap bir bölme ile
ulaşılmaktadır. Mevcut caminin kapısı, portalin girişi ile aynı aksta yer alır. Giriş
açıklığında, orijinal camiye ait çift kanatlı ahşap kapı yer almaktadır (Foto:58). Ceviz
ağacında yapılmış olan boyuna dikdörtgen şemalı kapının yapım tekniği geçme ve
kündekâri’dir. Kanatlarda, seren ve başlıklar süslenmemiştir. Orijinal bininin yerine
geç dönemde yenisi eklenmiştir. Kapı kanatlarının her biri, yatay iki kayıtla üç
panoya
ayrılmıştır.
Panolar
arasındaki
kayıtların üzerinde yatık baklava ve altı
yapraklı
çiçek
motiflerinin
dizilerek
oluşturdukları
metal
nöbetleşe
kuşaklar
bulunur. Hakiki kündekâri ve yuvarlak
satıhlı oyma teknikleriyle
süslü ve üç panolu bir şemaya sahip kapı
kanatlarının ölçüleri, 1.60 x 2.12 m. dir. Alt
ve üst panolar yekpare levhadan, ortadaki
Foto 58: Caminin orijinal kapı kanatları.
panolar kündekâri’dir. Üst panolarda
sülüs yazı ile tek satır halinde iki hadis yazılıdır265. Sağda “En doğru söz Allah’ın
Kitabıdır”, soldakinde ise “İyiliğin en sağlamı takvadır” anlamındaki hadis-i şerif
yazılı panolarda, harflerin arasındaki kimi boşluklar palmet ve rumî motifleriyle
dolgulanmıştır.
264
Bkz. caminin vakıflardaki (V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./ 2.) dosyasında
yer alan O.C.Tuncer’in kazı sonuçlarını ve restorasyon konservasyon çalışmalarını içeren raporu.
265
Uğur-Koman, a.g.e., s.43.
115
Orta panolar kündekâri tekniğinde yapılmıştır. İki kanat birbirinin
simetriğidir. Bu panolarda yüzey profilli, enli çıtalarla geometrik parçalara
ayrılmıştır. Her iki kanattaki kompozisyon, bordür ve bini kaldırıldığında tek bir
geometrik şemayı oluşturacak şekilde tasarlanmıştır. Kompozisyonun ana motifleri,
profilli çıtalarla oluşturulmuş beşgenler, üçgenler ve baklava biçimindeki
dörtgenlerdir. Bu motiflerin içerisine daha küçük boyutlu beşgen, dörtgen ve
üçgenler yerleştirilmiştir. Bu geometrik parçaların her birinin yüzeyine, geometrik
formuna uygun olarak farklı motifler işlenmiştir. Yüzeydeki bu süslemeler, her bir
geometrik parçanın kendi yüzeyinde oyularak yapılmış şeritlerle sınırlandırılır.
Geometrik parçaların yüzeyinde yer alan her biri farklı formlardaki bitkisel motifler,
kıvrak ve hareketli olup, ışık-gölge tesirini artırmaktadır. Bu bitkisel süslemeler
üçgenlerde palmettir ve bu palmetin üst yaprağı üçgenin tepe noktasına doğru uzanır.
Palmetin çanak yapraklarında düğmeler bulunur. Dörtgenlerde birbirine daire
oluşturacak şekilde bağlanan ve iki ucunda birer rumî bulunan bir kompozisyon
vardır. Beşgenlerde tek eksene göre simetrik düzenlenen bir palmet-rumî
kombinasyonu yer alır. Alt panolar, yine yuvarlak satıhlı oyma tekniği ile düşey
eksende, palmet-rûmî ve rumîlerden oluşan iki merkezli bir kompozisyonun tekrar
edilerek ve enine gelişerek devam ettiği bitkisel süslemeyle işlenmiştir. Kapı
kanatlarının bazı parçaları dökülmüştür. Sol kanat orta panoda 12, sağ kanat orta
panoda 2 olmak üzere toplam 14 geometrik parça eksiktir. Bunlardan sol kanat orta
panoda bulunan beşgenin yerine basit bir süslemeye sahip olan yenisi
yerleştirilmiştir. Diğer eksik olan parçaların yerlerine ise kontrplak çakılmıştır.
Onarımlar sırasında eksik olan sağ kanadın orijinal alt panosunun yerine ise, yüzeyi
profilli bir ahşap parça yerleştirilmiştir. Tarihi belli olmayan kapı kanatlarının
116
süsleme ve yapım tekniğiyle camiyle aynı tarihlere ait olabileceği ifade
edilmektedir266.
Bugünkü camiye taş lentolu kapıdan girilir. Cami, on iki ahşap direkle,
mihraba dik beş sahna bölünmüştür. Mihrap aksındaki sahın diğerlerinden daha enli
tutulmuştur. Ahşap lambrilerle kaplanmış olan tavanı, birbirlerine bursa tipi
kemerlerle bağlanmış olan ahşap direkler taşımaktadır (Çizim:10, Foto:59–60).
Silindirik kaidelere oturan poligonal biçimli direkler son onarımlar sırasında açık sarı
ve pembe renkle boyanmıştır. Mihrabın iki yanında yarısı duvara gömülü, yıldız
planlı iki kargir ayak bulunmaktadır.
Foto 59: Caminin iç mekânı (Güneye Bakış)
Foto 60: Caminin iç mekânı (Kuzeye Bakış)
Caminin giriş kanadına, 1970’li yıllarda ahşap bir mahfil ilave edilmiştir
(Foto:60). Caminin kuzey kanadında ve doğu-batı doğrultusundaki mahfil, giriş
üzerinde yer almakta olup, eliptik bir şemaya sahiptir. Girişin doğusundaki ahşap bir
merdivenle ulaşılan mahfil, son onarımlar sırasında açık sarı ve pembe renkle
boyanmıştır. Son yıllarda caminin kuzeybatı köşesine alimunyum doğramalı
camekânlı müezzin bölmesi ilave edilmiştir. Caminin güney hariç diğer duvarları
muhdestir267. Doğu, batı ve kuzey duvarlarının her üçünde simetrik düzenlenmiş, bir
sırası tavana yakın kotta, diğeri, daha büyük ölçülerde ve duvarın ortaya yakın
266
Bozer, a.g.t., s.110.
267
Akok, a.g.m., s.6-7., Karamağaralı, a.g.m., s.50.
117
bölümüne hizalanmış üçerli iki sıra halinde altışar pencere bulunmaktadır.
Pencerelerden üst sırada olanlar kare, alt sırada olanlar ise boyuna dikdörtgendir. Alt
sırada olanlar üst sıradakilere göre daha büyük boyutludur. Güneybatı köşede yer
alan minber ve mihrabın batısındaki vaaz kürsüsü, geç dönem ilavesi olup herhangi
bir sanat değeri taşımamaktadır. Kıble duvarında ise üç açıklık vardır(Foto:59).
Bunlardan mihrabın üstünde yer alanı orijinal olup, üst sıradaki pencerelerle aynı
kotta ve formdadır. Diğer iki açıklık ise mihrabın doğusundadır. Bunlardan mihraba
yakın olanı türbeye açılan bir pencere, diğeri
ise türbenin doğudaki koridoruna açılan bir
kapıdır (Foto:61).
İlk yapıldığında pencere olan ve türbenin
yapımı
sırasında
kapıya
dönüştürülen
açıklık, tek kanatlı ahşap bir kapı ile
örtülüdür.
Yapım
tekniği
geçme
ve
kündekâri olan kapının ölçüleri 0.85 x 1.78
m.dir. Bir panolu şemaya sahip kapı, hakikî
kündekâri ve yuvarlak satıhlı
Foto 61: Hankaha açılan kapının ahşap kanadı
oyma teknikleriyle süslenmiştir. Cami içindeki halıları çalmak isteyen bir hırsız,
1981 yılında hânkah ve türbe tarafından içeri girmek için bu kapı kanadını
kırmıştır268. Bu nedenle, panoda 39 adet geometrik parça olması gerekirken sadece
18’i kalabilmiştir. Kapı kanadının eski fotoğraflarında269 da 5 parçanın eksik olduğu
ve bu kısımların alelade ahşap parçalarla kapatıldığı görülür. Kanattaki orijinal
parçalar arasında oyma tekniğiyle işlenen ancak süslemesi çok farklı olan altıgen bir
268
Bozer, a.g.t., s.125.
269
Karamağaralı, a.g.m., s.64, Resim 21.
118
parça dikkati çeker. Bu parça caminin kapı kanatlarında olduğu gibi bu kanatta da
eskiden bir onarım yapıldığını düşündürür270. Bugüne gelebilen süslemeler, özellikle
alt kısımda olanlar, aşınmış ve bozulmuştur. Kapı, seren ve başlıkların geçme
tekniğinde birleşmesiyle meydana gelmiştir. Seren ve başlıkların süslenmeden
bırakıldığı panoda, geometrik kurgu ön plandadır. Geometrik şema, altı köşeli yıldız
ve bunun etrafında radyal bir düzende sıralanmış altıgenlerden oluşmaktadır. Bu
bölmelerin içleri de bitkisel bezemeyle doldurulmuştur. Geometrik örgüyü teşkil
eden çıtalar üç profillidir. Ortadaki profil kompozisyonun bütününü dolaşır. İki
yandakiler ise komşu bölmelerin çerçevesini meydana getirir. Hem yıldızlar hem de
altıgenlerin içi, yuvarlak satıhlı oyma tekniğiyle, tek eksene göre simetrik palmetrumî kombinasyonlarıyla işlenmiştir. Sapları ortadaki yuvarlak bir şeklin içinden
geçen yay gibi gerilmiş rumîler, yaprak uçlarından bir palmete bağlanmakta ya da bu
palmeti iki taraftan sarmaktadır. Yapraklarında düğmeler görülen bu motifler,
hareketli bir kompozisyon ortaya koyar. Profilli çıtalar, bitkisel motifler ve bunların
oyma işçiliği caminin kapı kanatları ve Konya Beyhekim Mescidi’nin kapı
kanatlarıyla büyük benzerlik gösterir. Yerleştirildiği açıklığın, türbenin inşası
sırasında kapıya dönüştürülmüş bir pencere olduğu düşünülürse kapı kanadının
yapımı için inşa tarihi bilinmeyen türbe’nin yenilendiği 1283 tarihi271 “termınus
poste quem” olarak verilebilir. Sözkonusu kapı kanadı bugün müzeye dönüştürülen
hânkahta sergilenmektedir. Bunun dışında 1981 yılındaki hırsızlık olayı esnasında,
hırsızın türbeden camiye geçerken yaptığı tahribat neticesinde oluşmuş molozların
270
Bozer, a.g.t., s.126.
271
Bozer, a.g.t., s.127., Karamağaralı, (a.g.m., s.51) 1283’i türbenin inşa tarihi gibi ifade etmiştir.
Buna karşılık türbedeki çini kitabedeki ifade “tecdit” yani yenilemedir.(Kitabe için bkz. Uğur-Koman,
a.g.e., s.54) Bu anlamda türbenin ve dolayısıyla ahşap kapı kanadının 1283’ten önceki bir tarihe ait
olması gereklidir.
119
arasında tesadüf edilen ve XIII. yy. a tarihlene bir çift kapı kanadı vardır272. Son
derece harap durumda olan kanatların sadece ortadaki madalyonu seçilebilmektedir.
Söz konusu ahşap kanadın pencere kanadı olması muhtemeldir273. Giriş aksında ve
güney duvarının tam ortasında yer alan mihrabın niş derinliği duvar kalınlığı içinde
kalır. Çerçevesi yan duvara nazaran 10 cm.lik bir çıkıntı yapar. Muhdes ahşap
döşeme nedeniyle, mihrabın zeminden itibaren 50 cm kadarlık kısmı gömülmüş
vaziyettedir. Son onarımlar sırasında döşeme kaldırılmış, mihrabın orijinal
yüksekliği ortaya çıkmıştır. Mihrap (Foto:62), Selçuklu çini sanatının en olgun
örneklerinden biri olarak kabul edilir274. Turkuaz, patlıcan moru ve lacivert renkli
çiniler ince şeritler ve küçük geometrik şekillerde, kompozisyona uygun olarak
kesilmiştir. Bordürlerde beyaz harç zeminde ince hatlar olarak görülür. Mihrabın
3.10 x 4.65 m. ölçülerindeki boyuna dikdörtgen çerçevesini, iki yanda ve üstte,
genişlikleri farklı üç bordür dolaşır. Bordürlerin her birini kendi içinde patlıcan moru
ve düz turkuaz levha çinilerden oluşturulmuş silmeler sınırlamaktadır. Dıştaki
bordürü, turkuaz ve patlıcan moru mozaik çinilerle oluşturulmuş ve iki palmetli dalın
272
Bugün Konya Etnoğrafya Müzesinde yer ala ahşap kapı kanattan ilk defa bahseden Y.Önge
(“Konya’da Yeni Bulunan İlginç Bir Kapı Kanadı”, XI. Sanat Tarihi Araştırmaları Haberleşme
Semineri, 3-7 Haziran 1991, Seminere Sunulan Bildiri.) Bunun dışında R.Bozer (a.g.t., s.7, Resim 3)
ahşap kanadı kısaca tanıtmıştır.
273
Bozer, a.g.t., s.7.
274
Yetkin, a.g.e, s.75.
120
uçları bir sonrakine bağlanmasıyla oluşan açık bir kompozisyon süslemektedir. Enine
gelişen bitkisel kompozisyonda, palmetler bir turkuaz, bir patlıcan moru çinilerden
teşkildir. Bordürün iki kenardaki düşey bölümlerinin köşe sütuncelerine kadar olan
kısmı dökülmüş, üstteki yatay bölüm ise tamamen yok olmuştur. Düşey bölümde
eksik kısımlar alçı ile doldurulmuşken, üstteki yatay kuşağın yerine son yıllarda
eklemlenmiş, ortasında kartuş içerisinde Kuran-ı Kerim’den bir ayet yazılı olan enine
dikdörtgen çini bir pano yerleştirilmiştir. Ortadaki içbükey bordürde, patlıcan moru
ve turkuaz mozak çinilerle, uçları yarım palmetlerle nihayetlenen kıvrım dalların
birbirine dolanmasıyla açık bir kompozisyon meydan getirilmiştir.
Enine gelişen açık kompozisyonda, patlıcan moru ve turkuaz renkli çinilerde, her bir
motif nöbetleşe kullanılmıştır. Bordürün
düşey kısımlarından doğudaki, sağlam
olarak günümüze gelebilmişken, batıdaki,
zeminden köşe sütuncuğu hizasına kadar
yok olmuştur. Bunun dışında bordürün
düşey batı kenarının yatay kısmıyla
birleştiği köşeye yakın bir konumda,
üzerine
uyuşmayan
bordürdeki
ve
bu
kompozisyonla
haliyle
sonradan
eklendiği anlaşılan bir çini parça yer alır.
Bir ters bir düz palmetlerin uçlarından
Foto 62: Mihrap
kıvrım dallarla birbirine bağlandığı bu ek parçadaki kompozisyonda, patlıcan moru
ve turkuaz renkli mozaik çiniler kullanılmıştır. Bu kompozisyon, mihraptaki başka
bir yerde görülmemektedir. Bu haliyle tarihini bilemediğimiz bir onarım sırasında
121
başka bir yerden buraya yerleştirildiği anlaşılmaktadır. Löytved275in mihrap
fotoğrafında bu ek parça görülmektedir. Bu anlamda, müdahalenin 1890’lı yıllardan
önce gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Diğerlerinden daha enli olan ve iki pahlı silme ile
çerçevelenmiş olan üçüncü bordür de enine gelişen açık bir geometrik kompozisyon
yer almaktadır. Sütunce başlığı üzerinden başlayan bordürde lacivert çiniden ince
şeritler çeşitli yönlerde kesişerek örgüyü meydana getirirler. Şeritler arasındaki
çokgen formlu bölümler turkuaz çinilerle doldurulmuştur. Bu bordürün üstteki enine
bölümü ile düşey kesiminin kesiştiği yerde kompozisyona uymayan bir ek vardır.
Löytved’in fotoğrafında bu ek göründüğüne göre ortadaki bordürde görülen yama
çinili bölümler için yaptığımız tespitleri burası için de yapabiliriz. Kavsara’nın
köşeliklerinde yer alan üçgen sahalar, ana motifi altı kollu yıldız olan açık bir
kompozisyon ile süslenmiştir. Burada altıgenlerin kollarını patlıcan moru çinilerin
meydana getirdiği kancalı baklava276lar oluşturur. Bunların aralarındaki bölümler,
çeşitli yönlerde kesişen turkuaz renkli dikdörtgen mozaik çinilerle dolgulanmıştır.
Turkuaz şeritlerin aralarında kalan bazı üçgen sahalar ise patlıcan moru üçgen
kesilmiş çini mozaiklerle oluşturulmuştur. Genel görünüşüyle fırıldak277 motifini
hatırlatan yıldızların merkezindeki altıgenlerin içlerinde, patlıcan moru bir altı kollu
yıldız daha yer alır. Merkezdeki altıgenlerin içteki yıldızdan arta kalan bölümleri
beyaz alçılıdır ve böylece içteki patlıcan moru altıgen ortaya çıkarılmıştır. Bu motif,
kavsara’nın üçgen köşeliklerinde bazen tam bazen yarım olarak tekrar edilmiştir. Bu
bölümün üstünde yer alan ve enine dikdörtgen bir sahayı kaplayan köşelik
275
Löytved, a.g.e., s. 133, Abb. 188.
276
Yetkin, a.g.e., s.75.
277
Aynı yer.
122
tablası278dört yönden patlıcan moru bir bordürle sınırlandırılmıştır. Buraya hâkim
olan şema, sekiz kollu yıldızların oluşturduğu geometrik kompozisyondur. Ancak
dikdörtgen sahanın kısa kenarlarında, iki taraftan turkuaz bordürle sınırlandırılmış,
enine gelişen bitkisel açık bir kompozisyon vardır. Burada uçları rûmîlerle son bulan
birbirine dolanmış kıvrım dallardan oluşan şema turkuaz ve patlıcan moru çinilerle
oluşturulmuştur. Tablanın geneline ise turkuaz ve patlıcan moru çinilerle
oluşturulmuş geometrik açık bir kompozisyon hakîmdir. Burada patlıcan moru
çiniler, şeritler halinde hem merkezdeki sekizgeni, hem de onun dışta kollarını
oluşturan altıgen çinileri teşkil eder. Kompozisyon, sekizgenin her bir aksına denk
gelecek şekilde dış tarafa yerleştirilmiş beş kollu yıldızlar ve üçüncü bir halka olarak
sekizgenin dört ana aksına birer adet yerleştirilmiş altı kollu yıldızlarla son bulur.
Tabla, bu şemanın enine bir düzenle bazen tam bazen yarım bir şekilde
tekrarlanmasıyla oluşturulmuştur. Altıgen ve beşgenler, turkuaz mozaik çinilerle
oluşturulmuşken beşgenlerin ortasında küçük birer altıgen daha yer almaktadır.
Patlıcan moru çinilerin oluşturduğu şeritlerin aralarındaki üçgen sahalar beyaz harçlı
olarak bırakılmıştır. Mukarnaslı kavsara birbirine eş genişlikte altı sıradan oluşur.
Dıştaki patlıcan moru içteki turkuaz renkli çinilerden oluşan iki bordürle
sınırlandırılmıştır. Mukarnas sıraları, üstte sivri bir şekilde sonlanan, yayvan, üçgen
sahalardan oluşur. Köşelere doğru nişlerin yayvanlıkları artar. Üstteki ilk üç sıra tek
tek dizilmişken, diğer üç sırada nişler köşelerde gruplaşırlar. Ortada kenarları
basamaklı üç sırada devam eden üçgen bir bölüm bulunur. Sıra araları enine patlıcan
moru bordürlerle birbirinde ayrılmıştır. Özellikle köşelerdeki üçgen hücreler kendi
278
Bakırer, (… Anadolu Mihrabları, s.173, dipnot 143.) çinili mihraplarda genellikle köşelik tablası
mevcut olduğunu, yalnız Sahip Ata Camine özgü olmak şartıyla tablanın geometrik kompozisyonla
bezendiğini, diğer örneklerde bitkisel örgü üzerine kufî yazı şeridi yer aldığını belirtir.
123
içlerinde turkuaz şeritlerle iki, üç bazen dört bölüme ayrılmıştır. En üstteki sıra tek
olmak üzere ikincisi beş, üçüncüsü dokuz, dördüncüsü sekiz diğer iki sıra dörder
hücrelidir. Mukarnas sıralarda düşey aksa denk geleni farklı olmak üzere bunun iki
yanında yer alanlar süsleme ve biçim olarak simetriktirler. Hücrelerdeki süslemeler
düşey eksende gelişen zik-zak, beşgen, altıgen gibi değişik kompozisyonlarla
süslenmiştir. Kompozisyonlarda motifler patlıcan moru, aralarındaki bölümler
turkuaz renkli mozaik çinilerden oluşmaktadır. Nişlerin aralarındaki üçgen bölümler
bulunduğu yere uygun olarak kesilmiş turkuaz ve patlıcan moru renkli çinilerden
oluşturulmuş baklava motifleriyle süslüdür. Kavsaranın merkezinde yer alan bitkisel
süslemeli üçgen dilimli sahada ise turkuaz zemin üzerine patlıcan moru çinilerden
oluşturulmuş kapalı bir kompozisyon yer alır. Beyaz alçı zemin, bitkisel süslemenin
etrafını dekorlar. Burada, boyuna gelişen palmet-rumî kombinasyonunun değişik bir
varyasyonu bulunur. Bu dilimli sahanın etrafındaki üçgen bölümler, kâşitraş (sahte
mozaik) tekniğiyle üretilmiş, palmetlerden oluşan bir kompozisyonla süslüdür.
Kavsara ile altındaki kısmı yanlarda ve üstte sınırlayan bordür, lüster çinilerin
kesilmesiyle elde edilmiş koyu kahverengi renkli levhalardan oluşmaktadır. Bazı
izlerden lüsterlerin figürlü oldukları anlaşılmaktadır. Kavsaranın altındaki kısım,
altıgen ve aralarında üçgenlerden oluşan geometrik açık bir kompozisyonla
süslenmiştir. Üçgenler, patlıcan moru mozaik çinilerden, bu üçgenlerin içindeki daha
küçük boyutlardaki üçgenler ve altıgenler ise turkuaz mozaik çinilerden oluşmuştur.
Burada, alt kısımdaki çiniler dökülmüş, yerleri onarımlar sırasında alçı ile konserve
edilmiştir. Silindirik gövdeli sütunceler mihrap nişinin köşelerine yarı yarıya
gömülüdür. Gövde, boyuna gelişen geometrik bir kompozisyonla süslenmiştir.
Burada patlıcan moru ince dikdörtgen mozaik çiniler dikey olarak yerleştirilmiş ve
baklava dilimi oluşturacak şekilde yan yana ve üst üste dizilmişlerdir. Aralarındaki
124
bölümler
yine
düşey
olarak
yerleştirilmiş
turkuaz
dikdörtgen
çinilerle
doldurulmuştur. Sütuncelerin zar biçimli başlıkları, turkuaz renkli dörtgenler ve
aralarındaki üçgen bölümler patlıcan moru mozaik çinilerle süslenmiştir.
Sahip Ata Caminin aslî durumuna ilişkin çok sayıda fikir öne sürülmüştür.
Bunlar çoğunlukla Karamağaralı’nın 1964 yılı sondajlarına dayanır (Çizim:10).
Karamağaralı’dan önce gerek Konyalı, gerekse Uğur-Koman caminin aslî haline
ilişkin bazı tespitlerde bulunmuşsa da bunlar, rivayetten veya nakillerden öteye
geçmemiştir. Karamağaralı, caminin aslî halini tespit için gerçekleştirdiği
sondajlarda, bugünkü binanın doğu ve batı duvarlarının eski temeller üzerine
yapılmış olması ihtimalinden hareket etmiştir. Nitekim mevcut yapının kuzeydoğu ve
kuzeybatı köşelerinde gerçekleştirdiği sondajlar, mevcut doğu ve batı yan duvarların,
eski sahınların üzerine kurulduğunu göstermiştir (Çizim: 12). Bu haliyle taçkapı
yüksekliğini de dikkate alarak en ve boy nispetlerini uygun bulmayan yazar ilk
caminin daha geniş ölçülerde olması gerektiğini düşünmüştür279.
Karamağaralı, bu fikirle, öncelikle eski caminin sahın açıklığını hesaplayarak
mevcut yapının doğu ve batı yönlerinde birer sahın açıklığı mesafede ilk binanın dış
duvarlarını aramıştır. Nitekim mevcut ahşap direklerin eski ayak veya direklerin
üzerine kurulmuş olabileceğinden hareket ederek, mevcut yan sahınların genişliğini
(yaklaşık 4 m.) tespit eden Karamağaralı, mevcut yapının kuzeydoğu köşesinden 4
m. uzaklıktaki eski caminin doğu dış duvarını, sondajları neticesinde tespit
etmiştir280. Araştırmacı, ilk caminin batı duvarını bulabilmek için farklı bir yol
deneyip, orijinal kalabilmiş olan kıble duvarının temelini dıştan açıp batıya doğru
dönüş yaptığı köşeyi ortaya çıkarmıştır. Böylece ilk caminin doğu ve batı duvarlarını,
279
Karamağaralı, a.g.m., s.50.
280
Aynı yer.
125
mevcut caminin doğu ve batı duvarlarına eşit uzaklıkta olmak üzere içten 29.40 m.
ölçüsünde ve toplam yedi sahından oluştuğunu tespit eden281 yazar, kuzey duvarını
ise tespit edilen ilk caminin doğu ve batı duvarlarını içten takip ederek ortaya
çıkarmıştır. Buna göre kuzey duvar, kıble duvarından 35 m. uzaklıkta yer
almaktaydı282(Çizim: 12). Karamağaralı, portal ile orijinal kuzey duvarın nasıl
bağlandığını öğrenebilmek için gerçekleştirdiği sondajlarda, taçkapı bakiyesinin, ilk
caminin kuzey duvarından 3.50 m. uzaklıkta bulunduğunu ortaya çıkarmıştır.
Kazılarda ortaya çıkan taçkapı temelleri, giriş açıklığı ile aynı hizada başlamakta,
burada, batıya doğru devam edip, taçkapının batı köşesi hizasında kuzeye
yönelmekteydi283. Bu haliyle taçkapının, uzunluğu 7.20 m, genişliği 9.50 m. ve
yüksekliği 9.40 m. olan, camiden ayrı olarak inşa edilmiş, başlı başına bir ünite
olarak tasarlandığını ortaya koymuştur. Bu tespitlere göre aslî halinde portal, Sahip
Ata’nın Konya ve Sivas’taki Medreselerinin kapılarında olduğu gibi bir koridordan
geçilerek binaya ulaşılabilen, ayrıca içinden hem iki yandaki merdivenlerle mahfile
ve minare önündeki sahanlığa, hem de dama çıkışı temin eden kapıları barındırıyor
olmalıydı. Karamağaralı, taçkapı ünitesinin çapraz tonoz veya kubbe ile örtülü
olabileceğini belirtmiştir284(Çizim: 12).
Bugün mihrabın iki yanında bulunan yarım yıldız biçimli ayakların, aslî
halinde, karşılığında bulunması gereken parçaların benzerleri, Tuncer’in 1978
281
Karamağaralı, a.g.m., .50-51.
282
Karamağaralı, a.g.m., .50.
283
Karamağaralı, a.g.m., Şekil 2.
284
Karamağaralı, a.g.m., s.51.Benzer örneklerden Sivas Sahip Ata Medresesinin giriş koridoru aynalı
tonoz, Konya Sahip Ata Medresesinin ki çapraz tonozla örtülüdür. Biz, caminin giriş koridorunun da
aslî halinde kubbeden ziyade tonozla örtülü olduğunu düşünmekteyiz.
126
kazılarında ortaya çıkarılmıştı285. Bu durum, mihrap önünün, yıldız biçimli ayaklara
binen kemerlerin taşıdığı bir kubbe ile örtülü olduğunu ortaya koymuştur. Bugünkü
şekline büyük oranda 1871 müdahalesiyle kavuşmuş olan camide, mihrap önü
kubbesinin ne zaman yıkıldığı tespit edilememiştir. Camide gerçekleştirilen
onarımlara ait en detaylı kayıt 1825 tarihli şer’iyye sicilidir. Burada sakfın dört
köşesinin de yeniden açılıp yenileceğinin belirtilmesine karşın, kargir olması gereken
mihrap önü kubbesinden hiç bahsedilmemektedir. Bizce mihrap önü kubbesinin
kaldırılmasıyla caminin küçültülmesi eş zamanlı olmuş olmalıdır. Zira mihrap önü
kubbesine ait yıldız ayakların parçaları bugünkü avluda kazılar sonucunda ele
geçirilmiştir. Bugünkü bilgilerimizle kesin olarak tespit edemesek de biz, 1825
onarım kayıtlarında286 diğer detayların ayrıntılı olarak anlatılmasına karşın mihrap
önü kubbesinin varlığından dahi söz edilmemesinden dolayı, 1825 yılından önce
yıkılmış olabileceğini tahmin etmekteyiz. Ser’iyye sicil kaydında çatısının tamamen
açıldığının ifade edilmesi, binanın kubbeli olmadığını düşündürmektedir. Ayrıca
Konyalı ve Uğur-Koman287’ın XIX. yüzyıla ait ilettikleri rivayet ve nakillerin
hiçbirinde kubbenin olmaması da, caminin kubbeli halinin çoktan hatıralardan
silindiğine işaret eder niteliktedir.
Bunun dışında Karamağaralı, aslî halinde caminin orta sahnında küçük bir
avlu mahiyetinde bir açıklık da bulunduğunu belirtmiştir(Çizim: 12). Konyalı288 ve
Uğur-Koman289, görgü tanıklıklarının şahitliğine dayanarak, caminin bugünkü
285
Bkz. caminin vakıflardaki (V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./ 2.) dosyasında
yer alan Tuncer’in kazı sonuçlarını ve restorasyon konservasyon çalışmalarını içeren raporu. Ayrıca
Karamağaralı, a.g.m., s. 61, Resim 18.
286
Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F–31), s.23/1.
287
Konyalı, a.g.e., s.512., Uğur-Koman, a.g.e., s.43.
288
Konyalı, a.g.e., s.512.
289
Uğur-Koman, a.g.e., s.43.
127
şekline kavuşmadan önce altı havuzlu üstü açık bir bölüm olduğu belirtmektedir.
Binanın tamiri ile ilgili olarak 1825 tarihli Şer’iyye Sicili’nde “…ekseni derunu cami
olan karlık tamiri için 1600 kuruş…”290 şeklinde bir tabir vardır ki, bu kışın kar
saklanan ve benzerini Beyşehir Eşrefoğlu Camiinde de gördüğümüz bir kar kuyusu
olmalıdır. “Karluk Kuyusu”nun, 1825 tarihinde tamire ihtiyacı olsa bile ayakta
olduğu kayıttaki ifadelerden anlaşılmaktadır.
Karamağaralı, caminin aslî halinde doğu ve batı cephelerde birer kapısının
daha yer alması gerektiğini belirtir(Çizim: 12). Ayrıca herhangi delil göstermeksizin,
bu ölçüdeki caminin bir de Emir Mahfelinin olması gerektiğini ifade eder291. Bunun
dışında, caminin üst kısımda bulunan pencerelerle aydınlatıldığını ifade eden
Karamağaralı, aslî haline ön cephede, tıpkı Sahip Ata’nın Sivas’taki Medresesinde
olduğu gibi portalin iki yanında pencerelerin bulunması gerektiğini belirtir292.
Caminin orijinal pencereleri, mihrabın doğusunda bulunan ve biri türbenin
yapımında kapıya dönüştürülmüş, diğeri bilinmeyen bir tarihte örülmüş, üçüncüsü ise
mihrabın üzerinde yer alan diğerlerine göre daha küçük ölçekli penceredir. Bizce,
onarımlarla bugünkü görüntüsüne kavuşmuş mevcut pencereler, orijinal pencerelerin
konum ve ölçüleri dikkate alarak yapılmış olmalıdır. Orijinal kalabilmiş olan
mihrabın üstündeki açıklık ile mihrabın doğusundaki boyuna dikdörtgen açıklıklar –
sonradan müdahale görmüş olsa bile- mevcut doğu ve batı pencereleri ile form, ölçü
ve duvarda yer alış düzenleri açısından benzeşmektedir. Dolayısıyla aslî halinde
pencereler, caminin güney, doğu ve batı duvarlarında, biri üst sırada ve daha küçük
290
Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F–31), s.23/1.
291
Karamağaralı, a.g.m., s.51.
292
Aynı yer.
128
ölçülerde olmak üzere iki sıra halinde ve muhtemelen mazgal biçimli olarak yer
almaktaydılar. Ön cephede de portalin iki yanında pencerelerin olması muhtemeldir.
Karamağaralı sondajları sırasında, yanmış ahşap parçalarına rastlamıştır.
Gerek Konyalı ve Uğur-Koman’ın nakilleri gerekse şer’iyye sicil kayıtlarındaki
onarıma ait bilgiler, caminin onarım öncesi yapısının ahşap direkler üzerine oturan
ahşap kirişlemeli bir tavana sahip olduğunu göstermektedir. Caminin 2 Nisan 1825
tarihli şer’iyye sicilinde bulunan tamir kayıtlarında en dikkat çekici nokta “kel evvel
(daha önceki gibi)” tabiridir. Burada caminin eski yapısını koruyarak “… harap sakfı
tamamen açılıp, çarkuşeler (dört köşe) kaldırılarak biraz cedit öz ağacı…” ile tamir
edilmesi gerektiği ifade edilmektedir. Kayıtta “… sakfı mezbura yüz elli öz ağacı
lazım olduğu”293 ifade edilir. Bu bilgi tavanın yatay ve düşeyde sıralanmış ahşap
kirişlerle teşkil edildiğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla caminin 1825 tarihli
onarım öncesinde de ahşap direkli ve kirişlemeli olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Ahşap tavan aslî halinde ahşap direklerle taşınıyor olmalıydı. Nitekim şer’iyye
sicilinde “… on adet yuvarlama dikme…” ihtiyacından bahsedilmesi bu duruma
karine teşkil eder. Önge294, caminin çakma stiliyle yapılmış, stalâktit başlıklı eski
ahşap direklerinden ikisinin yakın zamanlara kadar hankahın kapısını örten
sundurmayı taşıdığını ifade eder. Bugün camideki sütun sayısı 12’dir. Caminin
yukarıda açıklanmaya çalışılan aslî hali düşünüldüğünde, daha fazla sütuna sahip
olduğu açıktır. Bu durum, söz konusu onarımda ya kısmi bir müdahale
gerçekleştirildiği, ya da caminin o yıllardaki ölçüsünün bugünkü mevcut ölçüsüne
yakın olduğunu gösterir. Bir başka ihtimal ise, mevcut camideki sütunların eklenecek
293
Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F–31), s.23/1.
294
Y.Önge, “Anadolu’da Mimari Sanatında Ahşap Stalâktitli Sütun Başlıkları”, Önasya, C. IV, S.37,
Ankara 1968, s.11.
129
olanlarla beraber yeterli sayıyı ulaşabilir olmasıdır. Bunu açıklığa kavuşturmak ne
yazık ki bu bilgilerimizle mümkün değildir. Bu hususta, özellikle 1570 tarihinde
gerçekleştirilen kapsamlı onarımın niteliğine dair bilgilerimizin eksikliği konuyu
aydınlatabilmemize engel teşkil etmektedir. Söz konusu onarımda “…camiin
sakfında, döşeğinde ve damında…”295 bazı tamiratlar gerçekleştirildiğinin dışında
herhangi bir bilgi ne yazık ki yoktur. Binanın 1702 yılındaki onarımın296içeriği
hususunda ise hiçbir bilgiye sahip değiliz. Konyalı’nın tarihini 1871, Uğur-Koman’ın
1878–1879 olarak verdiği, son onarım konusundaki bilgilerimiz sarih olmayıp,
nakillere dayanmaktadır. Konyalı, onarımı gerçekleştiren Muhyiddin Ustanın sağ
olduğunu belirterek, eski caminin ortasında havuzlu ve üstü açık bir kısım olduğunu,
kubbe tarafının sağını ve solunu kubbeli revakların sardığını ve geniş bir dehlizle de
taçkapıya ulaşıldığını belirtir297. Biz 1825 yılındaki onarımda karlık kuyusunun tamir
edildiğini yukarıda ifade etmiştik. Dolayıyla Konyalı’nın bu naklinin doğru olduğu
anlaşılmaktadır. Ancak kubbeli revaklar konusunda herhangi bir kayıt veya delile
rastlamadık. Konyalı onarımlara, iki defa düşen yıldırımın sebep olduğunu ifade
eder. Fakat bunların hangi tarihlerde gerçekleştiği belli değildir. Karamağaralı’nın
sondajlarında, yanmış ahşap parçaları bulduğunu düşünürsek, yangının ve ona sebep
olabilecek yıldırım felaketinin doğru olduğu söylenebilir. Bu felaketlerin 1825, 1848
ve 1871 müdahalelerinden hangisinin öncesinde gerçekleştiğini ise tespit
edememekteyiz.
Karamağaralı, kubbeyi taşıyan ayakların arasındaki mesafenin, kemerler için
belli bir yüksekliği zorunlu kılmasından yola çıkarak, mihrap önündeki kemerin
295
Ceylan, a.g.t., s.94-95.
296
Kadı Şer’iyye Sicil Defteri no.c.27’den nakleden, Küçükdağ, a.g.t., s.33.
297
Konyalı, a.g.e., s.512.
130
açıklığını ölçmüş ve buradan da orta sahnın yüksekliğini hesaplamıştır298. Yazar orta
sahnın tavan kaplamasına kadar yüksekliğinin 8 m. yi aştığını, diğer sahınların
yüksekliğinin yanlara doğru eğimli bir kirişleme ile azaldığını belirtmiştir (Çizim:
14). Bunun dışında Karamağaralı, Kayseri Hunat Külliyesi, Sivas Sahip Ata
Medresesi ve Sivas Çifte Minareli Medrese gibi örneklere bakarak, caminin ön
cephesinin dendanlı olabileceğini ifade eder299. Bizim bu konuda bir tespitimiz
bulunmamaktadır.
Minarenin 1825 de külahının kurşunla kaplandığını belirtmiştik. Şer’iyye
sicilinde, “…minare-i şerifin külahı üzerine kurşun…”300 kaplanacağından
bahsedilmesi, ikinci minareden hiç bahsedilmemesi 1825 tarihine gelindiğinde doğu
minaresinin çoktan yıkıldığına işaret eder. Texier yaptığı çizimde taçkapıyı iki
minareli resmetmiştir301. Ancak camiyi iki minareli gördüğüne dair bir bilgi yoktur.
Şer’iyye sicilinde, yeni minber, iki çift yeni ahşap kapı ve ser-mahfil lazım
olduğu, ayrıca cami tabanındaki tuğla döşemenin ihya edilmesi gerektiği ifade
edilir302.
Caminin 1825 onarımına ilişkin kayıtlarında “…tamire muhtaç duvarların
eskiden olduğu gibi yarısına kadar taş, arasına sıva…”303 yapılması gerektiği ifade
edilir. Bu durum caminin aslî halinde, belli bir seviyeye kadar taş olduğunu gösterir.
Binadaki bazı özeliklerin, Anadolu Selçuklu Mimarisi için ilkleri barındırdığı
görülmektedir. Bunlardan biri, ilk defa bu binada görülen çifte minare uygulamasıdır.
Daha sonraki yıllarda Sivas’taki Sahip Ata ve Çifte Minareli Medreselerinde
298
Karamağaralı, a.g.m., s.51, Şekil 5-6.
299
Karamağaralı, a.g.m., s.51.
300
Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F–31), s.23/1.
301
Texier, a.g.e., s.304.
302
Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F–31), s.23/1.
303
Aynı yer.
131
görülecek olan çifte minare uygulaması, Kölük’ün Anadolu Selçuklu Mimarisinin ön
cephe düzenlemesi ve tasarımına getirdiği önemli bir yeniliktir. Bugüne ulaşabilmiş
olan minarede görülen dilimli gövde ise, bu tip gövdeye sahip minarelerin ilki olması
açısından dikkati çekicidir304. Cami, sebillerin ön cephe tasarımına eklenmesi
açısından da bir ilk olma özelliğini taşımaktadır.
Bir başka husus ise caminin, bilinen en eski ahşap destekli cami oluşudur305.
Yapı harimin planı başta olmak üzere, örtü sistemi, mukarnaslı kavsarası, ahşap giriş
ve türbe kapısı ile mihrabı dikkate alındığında Beyşehir Eşrefoğlu Süleyman Cami
(1296–99) ile büyük benzerlikler göstermektedir. Sahip Ata Caminin aslî hali ve
tarihi dikkate alındığında, Anadolu Selçuklu dönemine ait bilinen ahşap camilerin en
büyük olan Eşrefoğlu Caminin, birçok açıdan Sahip Ata Cami örnek alınarak
yapıldığı ortaya çıkmaktadır.
Büyük tahribata uğramış olmasına karşın, günümüze ulaşabilmiş olan
caminin kapı kanadı, süslemelerinin yanı sıra hem geçme hem de hakiki kündekâri
tekniği uygulanan kapıların, Anadolu’da bilinen en erken tarihli örneği olması
açısından da dikkate değerdir306. Anadolu Selçuklu çiniciliğinin seçkin örneklerinden
biri olan mihrapta, süsleme ve tasarım açısından oldukça gelişmiş işçiliğin yanı sıra,
kâşitraş üçgen bölümler ve lüster çinilerin kesilmesiyle oluşturulmuş bordür gibi çok
sık görülmeyen iki uygulamaya bulmaktayız.
Banisi Sahip Ata Fahreddin Ali’nin, Saltanat Naibi olduğu 1258 yılında
yaptırdığı caminin, onun bu görevinin bir hatırası olarak, hem siyasi hem de bani
kişiliği için çok önemli bir yere sahip olduğu anlaşılmaktadır.
304
Bakırer, “…Tuğla Minarelerin…”, s.348–349.
305
Karamağaralı, a.g.m., s.52.
306
Bozer, a.g.t., s.125.
132
3.3.2- Hânkah
Sahip Ata Fahreddin Ali’nin Larende Kapısı karşısında yer alan külliyesinin
camiden sonra yaptırılan ikinci binasıdır. Anadolu Selçuklu Mimarisinin hânkah,
tekke, zaviye türünün en olgun ve gelişmiş örneklerinden biri olan yapı, birçok
çalışmaya307 konu olmuştur. Günümüze kadar Tekke308, Hânkah Medresesi309 gibi
çeşitli isimlerle bilinen bina, kitabesinde
Foto 63: Sahip Ata Hânkahı (Ön cephe)
Foto 64: (Onarım Öncesi) (VGM. Arşv.den)
Hângah olarak anılmaktadır. Bunun dışında bina çeşitli tarihlerde, kuzeyinde yer
alan külliyenin ilk yapısı cami ile birlikte anılmıştır. Nitekim XVIII. yüzyıl Kadı
Şer’iyye sicilinde, “Sahip Ata Hânkah Cami”, XVIII. yüzyıla ait bir imam tayininde
307
Huart, Epigraphie..., s.76–77, Nr. 50.; Huart, Konia…, s.176–178, Nr. 36.; Sarre, Reise in
Kleiasien…, s. 55.; Löytved, Konia…, s.63-64, Nr.56-55.; Sarre, Denkmaeler Persischer…, s.130131.; Uğur-Koman, a.g.e., s.46-51.; Soyman-Tongur, a.g.e., s.57.; Önder, a.g.e., s.92-93.; Konyalı,
a.g.e., s.927-934.; Ünver, a.g.m., 207.; Yetkin, a.g.e., s.76.; Akok, “Konya’da Sahip Ata Hanikah…,
s.5-38.; Arseven, a.g.e., s. 63.; Meinecke, a.g.e., C.2, s.305-306.; Huart, Mevlevîler Beldesi…, s.115116.; Oğuzoğlu, a.g.t., s.113.; Bakırer, …Tuğla Kullanımı, s.467-468.; Karamağaralı, a.g.m., s.49-75.;
Önge, a.g.m., s.281-292.; Tuncer, a.g.e., s.113-114.; Küçükdağ, a.g.e., s.68.; Atçeken, “Konya
Şer’iyye Sicil Kayıtlarına Göre Sahip-Ata Külliyesi’nin…, 106.; Tuş, a.g.t., s.170-171.; Ergenç, a.g.t.,
s.32, 41.; Atçeken, a.g.e., s.102-103, 109-113.; Duran, a.g.e., s.61.
308
Ünver, (a.g.m., s.207.) Binayı 16 Temmuz 1897 tarihinde ziyaret eden Ahmed Tevhid Bey,
binadan “tekke” olarak bahseder ve son zamanlarda “mescid” olarak anıldığını kaydeder. Ayrıca Lale
döneminde binanın Halveti tekkesi olarak kullanıldığını (Küçükdağ, a.g.t., s.68) bilmekteyiz.
309
Atçeken, (a.g.m., s.106.) Konya Şer’iyye sicil defterlerindeki 1644 tarihli bir kayıtta, binadan
Hânkah medresesi olarak bahsedildiğini kaydeder.
133
ise “Hânkah Camii” şeklinde isimlendirilmiştir310. Bunların dışında binanın 1930’lu
yıllarda Sahip Ata Mahallesinin mescidi olarak kullanıldığını biliyoruz311.
Bugün Meram İlçesi Furgan Dede Mahallesinde
bulunan bina, kuzeyden Sahip Ata Camisi, doğudan Taş
Camii-Uzun
Harmanlar
Caddesi
ile
sınırlanmıştır
(Foto:63-64). Güneyinde Fahreddin Ali Sokağı bulunan
binanın
batısında,
Arkeoloji
Müzesi’nin
buradan
kaldırılması sonrası metruk bir alan bulunmaktadır
(Harita:3, Çizim:8-9). Dikdörtgen yakın bir plana sahip
Foto 65: İnşa Kitabesi (Duran’dan)
olan bina, doğu-batı doğrultusunda
uzanmaktadır (Çizim: 13).Portal üzerindeki kitabe, içbükey silmeli, yüzeyde bir
miktar içerlek tutulmuş, üç dilimli kemerden ibaret bir kartuşla sınırlandırılmıştır. Bu
kartuş içersinde yer alan sülüs hatlı sekiz satırlık inşa kitabesi312nden anlaşıldığı
kadarıyla bina, “Hacı Ebu Bekir oğlu Hüseyin oğlu Ali” tarafından H.668/M.1269–70
310
Atçeken, a.g.e., 109. Buradaki imam tayininin camiye yapılmış olması muhtemeldir. Ancak bu
tayinin sonradan eklenmiş mihrabıyla mescit olarak kullanılmış olan Hânkah’a da yapılmış olabileceği
ihtimal dâhilindedir. Bunların dışında Uğur-Koman’ın, 1930’lu yıllarda yapıda namaz kılındığını,
hatta kuzey eyvanının önüne bayanların teravih namazlarını kılabilmesi için ahşaptan bir mahfil
yaptırıldığını belirtmesi yakın tarihlere kadar binanın cami olarak kullanıldığına işaret etmektedir.
311
312
Uğur-Koman, a.g.e., s.50.
Kitabenin Arapça yazılışı ve Transkripsiyonu için bkz. Duran, a.g.e., s. 61. Binanın tarihi
konusunda araştırmacılar iki ye bölünmüştür. Konyalı (a.g.e., s.928-929.), Huart (Epigraphy…s.77) ve
Sarre (Reise in Kleinasien… s.55), kitabedeki tarihi H.668/M.1269–1270 şeklinde doğru okumuştur.
Buna karşın, Löytved (a.g.e., s.63), Koman- Uğur (a.g.e., s.46-47), Önder, (a.g.e., s.92), Önge (a.g.m.,
s.281) ve Bakırer (a.g.e., s.467), kitabedeki tarihin belirtildiği kısımda yer alan ve Arapçada “altmış”
anlamına gelen (‫ )ﺳﺘﻴﻦ‬kelimesini, (‫“ ) ﺳﺒﻌﻴﻦ‬yetmiş” şeklinde yanlış okuyarak, hânkahın
H.
669/M.1279-1280 tarihlerinde inşa edildiğini ifade etmişlerdir. Kitabeyi okuyan Sn. Prof. Dr. Kazım
Yaşar Kopraman, tarihin ancak H.668 şeklinde okunabileceğini belirtmiştir. Kendisine yardımlarından
ötürü teşekkür ederiz. Bu ve ileride zikredilecek olan kimi mimari detaylar sebeple, binanın tarihini
H.668/M.1269–1270 olarak kabul edeceğiz.
134
yılında yaptırılmıştır (Foto:66). Kitabede, unvanı belirtilmeyen kişi, Anadolu
Selçuklu veziri Sahip Ata Fahreddin Ali’dir. Binanın mimarı ise bilinmemektedir.
Binanın,
günümüze
ulaşabilmiş
bir
vakfiyesi
bulunmamaktadır.
Ancak
H.1280/M.1863 tarihli bir şer’iyye sicil kaydında313, vakfın o yıllardaki
mütevellilerinin,
külliyenin
H.677/M.1278
tarihli
vakfiyesini
ellerinde
bulundurdukları belirtilir. Akıbeti hakkında bugün herhangi bir bilgiye sahip
olmadığımız vakfiyenin XVIII. yüzyılın ortalarında mütevellilerin ellerinde oldukları
anlaşılmaktadır.
Hânkaha ait kaydını bulduğumuz en eski belge Fatih tahririnde yer alır314.
Burada külliyenin cami, büyük hankâh ve türbesinin vakfiyesi ile evkaf gelirlerinden
bahsedilmekte ve mütevellisinin Sahip Ata evladından Abdurrahman olduğu
belirtilmektedir. Diğer belge ise H.1074/M.1664 tarihine aittir. Burada Hânkaha
tayin edilen Mevlana Mehmed Efendi’nin vakıf malından verdiği bir borç üzerine
açılan dava anlatılmaktadır315. Binanın Lale devrine ait şer’iyye sicil kayıtlarından
Halvetî tekkesi olarak kullanıldığını bilmekteyiz. Aynı Şer’iyye Sicil kaydında diğer
313
Şer’iyye Sicil Defteri Cilt 93.den nakleden Atçeken, a.g.e., s.110-111. Bunun dışında, Fatih
tahririnde cami, hânkah ve türbenin vakfiyesi ile evkaf gelirlerinden bahsedilmekte ve mütevellisinin
Sahip Ata evladından Abdurrahman olduğu belirtilmektedir. Ayrıca II. Bayezid tahririnde de vakfın
mütevellileri zikredilmektedir. III. Murat dönemine ait H.992/M.1584 tarihli Konya Evkaf Defteri’nde
külliyenin vakfiyesi ve evkafından bahsedilmiştir (Bkz. Konyalı, a.g.e., s. 512) Bu bilgiler, külliyenin
günümüze ulaşamamış bir vakfiyesi olduğuna işaret eder. Hânkaha H.1074/M.1644 tarihinde evkaf
mütevellisi tarafından yapılan bir ödemenin yol açtığı bir alacak davası, külliyenin vakfına ilişkin
XVII. yüzyıla ait bir kaydını oluşturmaktadır. Başka bir şer’iyye sicil kaydında ise H.1103/M.1691
tarihinde vakfın arazileriyle ilgili itilaflı bir arazi davasına ait kayıt buluyoruz.(Bkz. Atçeken, a.g.e.,
s.108.) XVII. yüzyıla ilişkin bir başka şer’iyye sicil kaydında ise Mehmed oğlu Ahmed isimli kişinin
hem Hânkah ve Dârü’l-Hadis’in hem de Akşehir’deki Çelikli (Taş ) Medrese’nin mütevellisi olduğu
yazılıdır. (Bkz. Atçeken, a.g.m., s.106) Bu bilgiler vakfın ve günümüze ulaşmayan vakfiyenin
varlığına işaret eder.
314
Konyalı, a.g.e., s.512.
315
Şer’iyye Sicil Defteri C.12, S.123/1’den nakleden Atçeken, a.g.e., s.108.
135
görevlilerden başka binada, “ders-i âm atamalarının” da yapıldığının belirtilmesi
aynı
zamanda
üst
düzey
müderrisler
tarafından
ders
okutulduğunu
da
göstermektedir316.
Hânkah, zaman içerisinde bazı dış etkenlerle tahrip olup çeşitli onarımlar
geçirmesine karşın aslî halini büyük ölçüde koruyabilmiştir. Binanın Osmanlı
dönemindeki tamirlerine ilişkin tek belge H.21 Şaban 1264/M. 23 Temmuz 1848
tarihi taşımaktadır. Yapılan işlemler hakkında bilgi verilmeyen Şer’iyye Sicil
kaydında317, binanın, vakfın Türbesi, Hamamı ve Buzhane’si ile birlikte onarım
gördüğü yazılıdır. Binadaki bir sonraki onarım 1960’lı yıllarda gerçekleştirilmiştir.
Bu onarımda, sondajlarda ortaya çıkarılan yıkık köşe odalarının temelleri, muhdes
duvarlarla konserve edilmiş, ayrıca binanın kubbe ve tonozlarının üstündeki toprak
tabakalar kaldırılmış, tuğla döşemedeki eksiklikler tamamlanmış, aydınlık feneri
onarılmış, ön cephedeki dükkânların dondurularak koruma altına alınması
sağlanmıştır318. Binada, 1976 yılında, Vakıflardaki dosyasında sonuçlandırılmasına
dair
herhangi
bir
gerçekleştirilmiştir.
bilgiyi
Binada
bulamadığımız
1981–82
bir
yıllarında
konservasyon
tekrar
çalışması
başlatılan
onarım
çalışmalarında özellikle portalin eriyen taşları, süslemesiz taşlarla yenilenmiş,
üzerine geçici bir örtü yapılması; 1983–84 yıllarında ise muhdes giriş tonozunun
yıkılarak yeniden tuğla ile örülmesi ve dış yüzünün taş olarak düzenlenmesi
kararlaştırılmıştır. Binanın, açık hava sergi alanına dönüştürülmesi amacıyla 1998–
316
Kadı Şer’iyye Sicil Defteri C.36, s.246’den nakleden, Küçükdağ, a.g.t., s.68. Larende’de XIX.
yüzyılda bir medreseden bahsedilmektedir. Faal durumda olan ve 18 odası olduğu belirtilen (Tuş,
a.g.t., s.155) binanın son müderrislerinden Kiçi Muhsineli Hacı Ali Efendi Sahip Ata Caminin eski
haline ilişkin rivayetlerini Konyalı (a.g.e., s.512) aktarmaktadır. Bu binanın Hânkah mı yoksa onun
dışındaki başka bir medreseyi mi ifade ettiğini, bugünkü bilgilerimizle tespit edememekteyiz.
317
Şer’iyye Sicil Defteri C.80 (F-39), s.132/1’den nakleden Atçeken, a.g.e., s.113.
318
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./ 2.
136
99 yıllarında başlatılan çalışmalarda, öncelikle çevre düzenleme projeleri
hazırlanmıştır. Bu amaçla binada derz, tuğla, çini analizleri gerçekleştirilmiştir.
Konunun uzmanları tarafından hazırlanan birçok raporda öne çıkan sorunlardan biri
olan ve binanın özellikle güney ve batı yönlerindeki temel duvarlarını tehdit eden
nemi gidermek için uygun bir su yalıtımının ve temel takviyesinin yapılması
istenmiştir. Bunun dışında muhtelif onarımlarda kullanılan çimentonun tuzlanma
gerçekleştirmesi sonucunda çinilerin bulundukları duvardan blok halinde ayrıldıkları
tespit edilmiştir. Bu çinilerden 437 adet toplanarak Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne
teslim edilmiş; 2003 yılında söz konusu çinilerin bir envanteri çıkarılmıştır. Bunun
dışında asıl duvarların çıkarılması amacıyla yeniden sondajlar gerçekleştirilmiş, bu
arada Önge’nin 1960’lı yıllarda yaptırdığı muhdes duvarlarda yıkılmıştır319.
Restorasyon ve konservasyon çalışmaları sürdürülürken 02.08.2005 tarihinde
çalışmaları devam ettiren ehliyetsiz kişilerin ihmali sonucu hânkahın duvarlarındaki
çiniler sökülerek zemindeki boşlukları doldurmak için dolgu malzemesi olarak
kullanılmıştır. Büyük bir tahribata sebep olan olayla ilgili adli sürecin devam etmesi
nedeniyle bina, 2007 Ocak ayına kadar mühürlü ve kullanıma kapalı kalmış olup,
restorasyon işlemlerin tamamlandığı bu tarihten sonra ziyarete açılmıştır.
Binanın restorasyon öncesi günümüze ulaşabilmiş kısımları portal, iç avlu ve
eyvanlardı. Köşe odaları yıkılmış, ancak sondajlarla temelleri ortaya çıkarılmıştı
(Çizim: 13). Portalin iki yanındaki dükkânlar ise onarımlar sırasında mevcut temel
duvarlarına göre yenilenmiştir320. Portalde kullanılan açık sarı renkli kesme taş,
Sahip Ata’nın Konya’daki Medresesi ve Camisinde de gördüğümüz, Konyalı’nın
319
V.G.M. Abd. Yap. İşl. Dai. Bşk. Dosya No:42–01–01./ 2. Bizim çalışmamız için geldiğimiz Eylül
2005 tarihinde bina, bu adli olay sebebiyle kapalıydı.
320
V.G.M. Abd. Yap. İşl. Dai. Bşk. Dosya No:42–01–01./ 2.
137
“Kiçi Muhsinenin yumuşak taşı”321 şeklinde tarif edip Sille civarından çıkarıldığını
belirttiği taşla inşa edilmiştir. Bunun dışında kesme taş, köşe odalarının kapıları ve
eyvan kemerlerinin üzengi seviyesinin altındaki kısımlarında görülür. Beden
duvarları kaba yonu taştandır. Tuğla ise eyvan tonozları, iç avluyu örten kubbe ve
giriş eyvanının örtüsünde görülür. Bunun dışında tuğla malzeme, hânkah ile cami
arasında kalan ve türbeye geçişi sağlayan dar koridorun beden duvarlarında
görülmektedir. Kapı üstlerindeki pencerelerin şebeke ve alınlıklarında, kubbe
kasnağındaki kûfî karakterli süslemede, iç mekân duvarlarının eyvan kemerlerinin
altında kalan kısımlarında çini malzeme kullanılmıştır.
Bina üç kademe halinde algılanmaktadır (Çizim: 15). İlk kademeyi, ana
eksenlerde yer alan eyvanların alaturka kiremitlerle örtülü olan beden duvarları
oluşturur. İkinci kademeyi portal, üçüncü kademeyi ise iç avlunun kubbesi teşkil
etmektedir.
Foto 66:XIX. yy.da Portal (A.Odabaşı’ndan)
321
Konyalı, a.g.e., s.512.
Foto 67: Portal
138
Onarımlar sırasında yapılan ve kuzeydeki camiyi batı yönde kat eden çevre duvarı,
hânkahı batı, güney, doğu yönlerinden kuşatır. Hânkah, kapalı avlulu ve üç eyvanlı
plan şemasına sahiptir (Çizim: 13). Binanın kuzey ve güney aksında bulunan
eyvanlar, eş genişlikte olup kuzey-güney doğrultusundaki sivri beşik tonozlarla
örtülüdürler. Doğu ve batı aksında yer alan giriş eyvanı ile ana eyvan ise doğu batı
doğrultulu sivri beşik tonozlara sahiptir. İç avlunun ara yönlerinde yer alan mekânlar
ise temel duvarlarına kadar yıkılmıştır. Bunun dışında giriş eyvanının kuzey ve
güneyinde, kuzey güney doğrultulu dikdörtgen planlı üçer mekân bulunmaktadır.
Simetrik planlı bu mekânlar, temel duvarına kadar yıkılmış olup, sondajlarla ortaya
çıkarılmış322, son onarımlar sırasında asli durumuna göre yenilenmiştir (Foto:68-69).
Boyuna dikdörtgen şemalı mekânlardan ortada olanı, giriş eyvanına açılan dar bir
dehliz biçimindedir. Bu mekân giriş eyvanıyla birleştiği noktada bir çapraz tonoz
meydana getirmektedir. Bu üçlü mekânlardan doğu ve batıda olanlar ise giriş
eyvanına açılmayıp, kuzeydeki avluya, güneydeki ise batısındaki mekâna
açılmaktadır. Hânkahın kuzey eyvanının daraltılmasıyla cami ile arasına sonradan
yerleştirilen türbeye, kuzey-güney doğrultulu ve bir ucu camiye, bir ucu hânkaha
açılan dar koridor vasıtasıyla ulaşılmaktadır. Bu koridora hânkahın kuzeydoğu
çapraz ekseninde yer alan kapıyla geçilmektedir. Bunların dışında, binanın ön
cephesinde portalin iki yanına eş büyüklükte ve simetrik biçimde sıralanmış olan dört
mekân yer almaktadır (Foto:63-64). Derinliği az, basık kemerli ve birer eyvan
biçimindeki mekânlar külliyeye dâhil olan dükkânlardır323 (Çizim: 14).
322
V.G.M. Abd. ve Yap. İşl. Dai. Bşk. Dosya No:42–01–01./ 2.
323
Önge, a.g.m., s.282.
139
Foto 68:Giriş koridorunun kuzeyindeki mekânlar Foto 69: Giriş koridorunun kuzeyindeki
(Onarım Öncesi)
mekânlar (Onarım Sonrası)
Onarımlar öncesi binanın çapraz eksenlerindeki ve giriş eyvanının iki yanındaki
mekânların temel seviyesine kadar yıkılmasından ötürü, cepheler, aslî görüntüsünden
büyük ölçüde uzaklaşmıştır. Güneyde, iki yanındaki mekânların yıkılmasından ötürü
cepheden öne çıkmış gibi görünen kütlenin üzerinde düşey aksa göre simetrik bir
şekilde
konumlandırılmış
boyuna
dikdörtgen
formlu
iki
pencere
bulunmaktadır(Foto:72–73). Batı cephede de iki yanındaki mekânların yıkılmasından
ötürü öne çıkmış gibi görünen kütlenin üzerinde üç pencere yer almaktadır(Foto:70–
71). Kütlenin düşey aksına aynı hizada sıralanmış olan pencerelerden alttaki ve
üstteki boyuna dikdörtgen formdadır. Ortadaki açıklık ise dairesel formlu (okuli)
olup, onarımlar sonrası sivri kemerli alçı şebekeyle kapatılmıştır. Kuzey cephenin
büyük kısmını türbe bölümü oluşturmaktadır. Cephenin türbenin dışında kalan doğu
ve batıdaki kısımları ise temel seviyesine kadar yıkılmış olup, onarımlar sırasında
tamamlanmıştır. Batı (ön) da cephenin ortasındaki portal ve iki yanında simetrik
olarak düzenlenmiş, derinliği az, basık kemerli, eyvan şeklinde dört mekân
bulunmaktadır (Çizim:14, Foto:63–64).
140
Foto 70:Batı Cephe (Onarım Öncesi)(VGM.Arşv)
Foto 71:Batı Cephe (Onarım Öncesi)
Onarımlar öncesi bu mekânların temel seviyesindeki duvarları, çamur sıva ve kireç
badanayla konserve edilmiş, 2007 onarımlar sonrasında aslî haline göre
tamamlanmıştır. Bu nişlerden biri, XX. yy. başlarında ahşap bir sundurma ile
örtülüydü ve basit bir türbeye dönüştürülmüştü (Foto:66). Uğur-Koman324 burada
yatan şahsın Sahip Ata’nın oğullarının oğullarıyla beraber öldürülen Emineddin
Mikail olduğunu belirtir.
Foto 72:Güney Cephe (Onarım Öncesi)(VGM.Arşv)
Foto 73: (Onarım Sonrası)
Bu türbe, caddenin düzenlenmesi sırasında kaldırılmıştır. Onarımlar sırasında dükkân
mekânlarının içleri temizlenmiş üst bölümleri tuğla ile tamamlanmıştır. Bunlardan
portalin güneyinde olanları, biri demir diğeri alimunyum doğramalı kapılarla
kapatılmıştır. Hem çapraz eksenlerdeki mekânlar, hem de giriş koridorunun iki
324
Uğur-Koman, a.g.e., s.47.
141
yanındaki mekânlar 2007 onarımlarıyla, asli durumuna göre tamamlanarak
yenilenmiştir.
Portalin üstü 1940’lı yıllara kadar
ahşaptan, kırma çatılı ve mukarnas
başlıklı iki ahşap sütuna325 oturan
bir
sundurma
ile
örtülüydü.
Onarımlar sırasında bu sundurma
kaldırılmıştır326. Yaklaşık 7.00 m.
yüksekliğindeki portalin
Foto 74: Güney Cephe
üst kısımları tamir sırasında yenilenmiştir. Boyuna dikdörtgen portali, yanlarda ve
üstte beş bordür kuşatmaktadır(Foto:67). Dıştaki iki bordürün üst kısımdaki
bölümleri yıkılmış, tamirler sırasında süslemesiz olarak yenilenmiştir. Bordürler
birbirlerinden süslemesiz dar silmelerle ayrılmaktadır. En dıştaki bordürde, enine
gelişen açık bir kompozisyon yer almaktadır. Buradaki geometrik kompozisyon,
kenarlarda yarım ortada tam olmak üzere beş kollu ve altı kollu yıldızlardan oluşur.
Yivli şeritlerin oluşturduğu yıldızlar, bir altı bir beş kollu yıldız sıralanmıştır. Bunu
takip eden, diğerlerine göre daha enli bordürde, oniki kollu yıldızların oluşturduğu
enine gelişen açık bir kompozisyon bulunmaktadır. Oniki yıldızların aralarındaki
boşluklar iki kenarda yarım yıldızlar ve beş kenarlı çokgenlerle doldurulmuştur.
Takip eden dar bordürde, baklava şekline benzer düğümlerin, kompozisyonu tam
ortadan ikiye böldüğü enine gelişen bir kompozisyon bulunmaktadır. Dördüncü
325
Önge (a.g.m., s.282, dipnot 12) bu sütunların Sahip Ata Caminin XIX. yüzyıldaki yangından
kurtarılabilmiş olan ahşap desteklerinden ikisi idi. Önge sundurma ile kaldırılan bu sütunların
akıbetinin ne olduğunun bilinmediğini ifade etmektedir.
326
V.G.M. Abd. ve Yap. İşl. Dai. Bşk. Dosya No:42–01–01./ 2. Bu fotoğraf için bkz. VGM.’deki
binanın dia ve fotoğraf arşivi.
142
bordürde yine enine gelişen palmet-rûmî kompozisyonu bulunur. Bir ters bir düz
olarak yerleştirilmiş palmetler, kollarından gelişen kıvrım dallarla birbirine bağlanır.
İçbükey son bordür, zeminden köşe sütuncuğuna kadar yer alır. Burada yivli
kaytanların çeşitli noktalarda çokgenleri teşkil ettiği enine gelişen geometrik açık bir
kompozisyon vardır. Sivri kemerli portal kuşatma kemerini, palmet-rûmî
kombinasyonundan gelişen bitkisel açık bir kompozisyon süsler. Süslemesiz dar iki
silme ile sınırlandırılmış olan kuşatma kemerini üstte enli süslemesiz sivri bir kemer
kuşatır. Kuşatma kemeri, saksı biçimli çift kat başlığa ve altta zar biçimli kaidelere
sahip sütuncelere oturur. Sütuncenin gövdesi, palmet-rûmî kombinasyonundan
gelişen bitkisel açık bir kompozisyonla süslüdür. Başlıklarda ise boyuna
yerleştirilmiş akantus yaprakları vardır. Kuşatma kemerinin üstündeki bölüm,
süslenmeden bırakılmıştır. Portalin dik aksına gelen noktada yüzeyden bir miktar
içerlek tutulmuş ve içbükey dar bir silmeyle sınırlandırılmış olan inşa kitabesi
bulunmaktadır. Üç dilimli kemerden oluşan bir kartuş içersindeki sülüs hatlı sekiz
satırlık inşa kitabesinde327 binanın, “Hacı Ebu bekir oğlu Hüseyin oğlu Ali”
tarafından H.668/M.1269–70 yılında yaptırıldığı ifade edilir(Foto:65). Kitabenin
altında kalan kısım boyuna dikdörtgen bir çerçeve içine alınmış olup, portalin basık
kemerli kapısını içine de alan bu çerçeve dışta süslemesiz daha enli, altta içbükey dar
bir silmeden müteşekkildir. Giriş açıklığının basık kemeri ise, boyuna yerleştirilmiş
dikdörtgen taşların yan yana dizilmesiyle oluşturulmuş olup, önemli bir kısmının
yenilendiği taşların doku ve renk farklılığından anlaşılabilmektedir328. Kapı basık
327
Kitabenin doğru olarak Arapça yazılışı ve Türkçe okunuşu için bkz. Duran, a.g.e., s. 61. Bina tarihi
ile ilgili tartışma için bakınız dpnt.6.
328
Solakyan’ın XIX. yüzyılın sonlarına ait fotoğrafı (Odabaşı-Özönder-Karpuz, a.g.e., s.10).nda
portalin görüntüsünün bugünküyle benzeşmesi, yenilenmenin daha önceki yıllarda gerçekleştirildiğini
düşündürmektedir.
143
kemerinin üzengi taşları, açıklık tarafına taşıntılı ve alt kısmı üç dilimli kesitli ve
kabaca işlenmiştir. Bugün kapıyı örten çift kanatlı ahşap kapı sanat değeri taşımayıp,
geç dönemde ilave edilmiştir. Kapının metal zıvanaları ise üstte, yarım daire kesitli
taş yuvalara bağlanır.
Kapıdan zemini taş döşeli, beşik tonoz örtülü, doğu-batı doğrultulu bölüme
geçilir (Çizim: 13). Yaklaşık 9.50 m. uzunluğundaki giriş eyvanının tam ortasında,
örtü, çapraz tonoza dönüşmektedir (Foto:75). Çapraz tonoz örtülü bölümün kuzey
duvarında, üstünde, sivri kemerli bir pencere bulunan boyuna dikdörtgen bir kapı yer
almaktadır. Bu kapının simetriğinde, güney duvarda ise, zeminden yaklaşık
1.00 m. yükseklikte, boyuna
dikdörtgen formlu bir pencere bulunur.
Önge, 1965 yılında burada yaptığı sıva
raspasında pencerenin, simetriğindeki
gibi, üstü pencereli bir kapı açıklığı
olduğunu tespit etmiş, giriş eyvanının
aydınlatılmasının
daha
önce
tonoz
sırtına açılmış tepe pencereleri ile
sağlanmışken,
kapının
pencereye
dönüştürülmesi
sonrası,
bu
tepe
açıklıklarının kapatıldığını ifade
Foto 75: Giriş Koridoru (Onarım Sonrası)
etmiştir329. Giriş eyvanı duvarlarının,
güney duvara nispeten daha orijinal kalabilmiş olan kuzey duvarına bakarak, kapı
üstündeki pencerenin başladığı seviyeye kadar kesme taş, bunun üst kısmının tuğla
malzemeli olduğu anlaşılmaktadır. Giriş eyvanının kuzey ve güneyindeki mekânlar
329
Önge, a.g.m., s.283.
144
temel seviyesine kadar yıkılmıştır. Önge330nin yaptığı sondajlar sonucunda, aslî
halinde, bu bölümün her biri kuzey-güney doğrultulu ve simetrik olarak düzenlenmiş
üç birimden oluştuğu anlaşılmıştır(Foto:68-69). Bu üçlü mekân gruplarından ortada
olanları, uzunlamasına dar bir koridor şeklinde yukarıda zikredilen kapılar vasıtasıyla
giriş koridoruna bağlanmaktadır. Bu mekânların giriş eyvanının tonozuna bağlanış
şeklinden sivri beşik tonozla örtülü oldukları anlaşılmaktadır. Vakıfların sondajları
neticesinde bu koridorlardan güneyde olanının sonraki bir müdahaleyle ortadan
kaldırılmış olduğu tespit edilmiştir331. Bu koridorların doğu ve batısında, aynı
doğrultuda uzanan, ancak daha enli iki mekân daha bulunmaktadır. Sondajlar
neticesinde bu mekânlardan doğuda olanlarının, ortadaki koridorlara, batıdakilerin
ise -güneydeki iç avluya332, kuzeydeki333 türbe
koridoruna- birer kapıyla açıldığı tespit edilmiştir.
Mevcut izlerden bu mekânların da sivri beşik tonoz
örtüye
sahip
olduğu
anlaşılmaktadır.
Giriş
koridorunun iki yanındaki mekânlar, bu tespitler
ışığında son onarımlarla yenilenmiştir (Foto:69–
74). Giriş eyvanından basık kemerli bir kapıyla
binanın iç avlusuna girilir (Foto:76). Avlunun
Foto 76: Avlu (Onarım Öncesi) (VGM.Arşivinden)
330
331
Aynı yer.
V.G.M. Abd. ve Yap. İşl. Dai. Bşk. Dosya No:42–01–01./ 2. Bizce kapısının pencereye
dönüştürülmesi sırasında, güney koridoru da ortadan kaldırılmış olmalıdır.
332
Önge restitüsyon teklifinde (a.g.m., Şekil 1) güneybatıdaki mekânın doğrudan avluya değil, dar
tonozlu bir mekâna açıldığını belirtmiştir.
333
Kuzeybatı’daki mekânın hem türbenin doğusundaki koridoruna, hem de bu koridoru hânkahın orta
mekânına bağlayan koridora açılan iki kapısı vardır. Söz konusu iki kapıyı, binanın mühürlü olması
vesilesiyle göremediğimizden, orijinallikleri hususunda bir tespitte bulunamadık.
145
yönlerinde, avluya bakan duvarlarının köşeleri pahlı diyagonal kapılar bulunur. Bu
kapılar, eyvanların arasında kalan mekânlara girişi sağlar. Bunlardan kuzeydoğu
köşede olanı türbenin doğusundaki bölüme geçişi sağlayan bir ara mekândır. Diğer
kapılar temel seviyesine kadar yıkılmış olup, son onarımlarla kapılar ve gerisindeki
köşe mekânları yenilenmiştir. Kuzey, güney ve batı yönlerde farklı derinliklerde,
sivri beşik tonozlu üç eyvan ile genişletilmiş olan kare planlı iç avlu, köşe
üçgenleriyle duvarlara oturtulmuş tuğladan bir kubbe ile örtülüdür. Kubbenin
merkezinde bugün dairevi bir açıklık yer alır. Bunun düz bir dam örtüsü ile kapalı
olduğu eski fotoğraflardan334 anlaşılmaktadır. Bunun yerine XX. yüzyıl başlarında,
bağdadî tekniğinde, sekizgen prizma biçiminde, pencereli bir fener inşa edilmiştir.
Onarımlar sırasında bu açıklık ahşap konstrüksiyonlu bir camekânla kapatılmıştır335.
Kubbede tam tuğlalar yatay olarak istiflenmiştir. Tuğlalar her yatay sırada ½ tuğla
boyu kaydırılarak aralarına, dik olarak istiflenen ve bir turkuaz bir patlıcan moru
sıralar halinde düzenlenmiş olan zikzak süslemeler yer almaktadır(Foto:84-86).
Kubbe kasnağında örgülü kufî hatla336, “El- Mülkilillah” (Mülk Allah’ındır) yazısı
tekrar ederek dolaşır(Foto:83). Yazı, zeminindeki turkuaz çini mozaiklerin üzerine
siyah çini mozaik parçalarıyla teşkil edilmiştir. Vakıfların araştırmaları sırasında
334
Önge, a.g.m., Resim 2.
335
V.G.M. Abd. ve Yap. İşl. Dai. Bşk. Dosya No:42–01–01./ 2.
336
Z.Şimşir, “Konya’daki Selçuklu Çini Dekorasyonunda Kûfî ve Ma’kılî Yazı”, I.Uluslararası
Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi, Bildiriler (11-13 Ekim 2000), C.II, Konya 2001, s.311-331
(323-324).
146
üstteki muhdes ahşap kaplamanın altında orijinal taş döşeme ve aydınlık fenerinin
düşey aksına denk gelen sekizgen havuz ortaya çıkarılmıştır337(Foto:77). Avlunun
çapraz eksenlere denk gelen kapılardan kuzeydoğu’da olanı hariç tamamı molozlarla
örülüydü. Avluya diyagonal biçimde açılan kapılar aynı form ve ölçüdedir. Üstten ve
iki yandan sivri kemerli bir kuşatma kemeri ile çevrili olan kapıların üzerinde
tuğladan sivri kemerli birer pencere bulunmaktadır. Turkuaz çini mozaiklerle
oluşturulmuş kafesli birer şebekeye sahip açıklıkların, köşeliklerinde çevresini
patlıcan moru çinilerle oluşturulmuş bir bordürün sınırladığı geometrik kompozisyon
yer alır(Foto:87-88). Şebekede, çapraz eksenler boyunca sıralanan altı kollu
yıldızların ve aralarında ince çini
mozaik şeritlerin bulunduğu açık bir
kompozisyon bulunur. Patlıcan moru
çinilerle oluşturulmuş bordür şebekeyi
sınırlar. Kompozisyon, patlıcan moru
altı kollu yıldızların araları turkuaz çini
Foto 77: Havuz (Onarım Sonrası)
mozaiklerle doldurularak oluşturulmuştur.
Bu alçı panolar son onarımlar sırasında tamamen yenilenmiştir. Güneybatı ve
kuzeybatı köşe odalar 2007 onarımları sırasında, duvarları camekânla kaplı ve düz
tavan örtülü bir şekilde yenilenmiştir.
337
V.G.M. Abd. ve Yap. İşl. Dai. Bşk. Dosya No:42–01–01./ 2. nolu dosyadaki plan ve fotoğraflar.
Havuza gelen suyun giriş ve çıkış yönlerini ne yazık ki bugün için bilemiyoruz.
147
Foto 78: Kuzey Eyvanı (Onarım Öncesi)
(VGM.Arşivinden)
Foto 79: Kuzey Eyvanı (Onarım Sonrası)
İç avlunun orijinal döşemesinden birer tuğla boyu yükseltilmiş olan eyvanların,
orijinal altıgen tuğla döşemesi sondajlar neticesinde ortaya çıkarılmıştı338. Eyvan
kemerleri dışta yüzeyden bir miktar taşıntılı kuşatma kemerleriyle çevrelenmiştir.
Eyvan
duvarları
zeminden
tonoz
üzengilerine
kadar
kısımları
çinilidir.
Kompozisyon, dışta siyah çini bordürlerle sınırlanmış olan ve her bir sırada, ½
oranında kaydırılarak yerleştirilmiş olan yeşil altıgen çini plakalardan oluşmaktadır
(Foto:81).
Foto 80: Güney Eyvanı (Onarım Sonrası)
338
Önge, a.g.m., s.283.
Foto 81: Mihrap (Onarım Sonrası)
148
Güney eyvanı iki pencere ile aydınlatılmaktadır(Foto:80). Güney duvarında yer alan
boyuna dikdörtgen formlu iki pencere339, eyvanın düşey aksına göre simetrik olarak
yerleştirilmiştir. Düşey aksın tam ortasına yer alan mihrap duvar kalınlığı içinde kalır
ve çerçevesi mekâna doğru taşıntı yapmaz. Alçı mihrap, altıgen çini yüzeyine uygun
bir boşluk oluşturularak yerleştirilmiştir(Foto:81). Tepeliği bulunmayan mihrabın,
nişi prizmatik üç dilime ayrılmıştır. Köşelikleri balıksırtı motifinin yer aldığı bir
bordür çevreler. Köşelikler, boş bırakılmış olup, altta yer alan çini plakalar
görülebilmektedir. Mihrabı üstte ve yanlarda birbirinden farklı genişlikte üç bordür
dolaşır. Dıştaki oluk silmeli olup, dış kenarını ince bir şerit, iç kenarını ince kaval bir
silme sınırlar. Diğer bordürü ise meandır motifli bir silme kuşatır. Yüksek kabartma
halindeki nesih yazının süslediği bordürde, hükümdarların vasıflarını metheden ve
birkaç kelimeden meydana gelen
kompozisyon
tekrarlanarak
bordürü dolaşır340.
Giriş eyvanının karşısına denk
gelen batı eyvanı, en derin eyvan
olup, düşey aksına aynı hizaya
sıralanmış, üstteki dairesel olmak
üzere
Foto 82: Batı Eyvanı (Onarım Sonrası)
üç
pencereyle
aydınlatılmıştır. Pencerelerden ortada
olanı sivri kemerli köşe odaları üzerindekilere benzer, kafes tekniğindeki çinili bir
şebekeyle örtülüdür(Foto:82). Üstteki dairevi pencere son onarımlar sırasında
339
Önge (a.g.m., s.284), yerinde yaptığı tespitler neticesinde pencerelerin, yan yana iki küçük dairevî
açıklığın genişletilmesiyle oluşturulduğunun açık olduğunu belirtmektedir.
340
Mihrabı Önge (a.g.m., s.284) süsleme ve yazı özellikleri ile XVI. yüzyıla tarihlerken, Ö.Bakırer,
(…Anadolu Mihrabları…s. 189-190.) bina ile çağdaş olduğunu belirtir.
149
dikdörtgen bir açıklığa dönüştürülmüştür. Alttaki boyuna dikdörtgen açıklığın ise
orijinalliğini koruyabildiği anlaşılmaktadır. Bu eyvanın, güney341 ve kuzey
duvarlarının ortaya yakın bölümlerinde birer dikdörtgen niş yer almaktaydı. Bu nişler
onarımlar sırasında kaldırılmıştır
Foto 83: Kubbe kasnağındaki çini bordür
Foto 84: Kubbe yüzeyindeki süsleme
Kuzey’deki eyvan derinliği en az olan eyvandır(Foto:78–79). Eyvanın kuzey
duvarında düşey aksa aynı hizada sıralanmış iki pencere bulunur342. Dikdörtgen bir
çerçeve içine alınmış olan sivri kemerli açıklık, patlıcan moru ve turkuaz çini
mozaiklerle oluşturulmuş kafes tekniğinde bir şebekeye sahiptir. Şebekede beş köşeli
bir yıldızın etrafında gelişen geometrik açık bir kompozisyon yer alır.
Çeşitli yönlerde birbirlerine bağlanan
beşgenlerin
oluşturduğu
girift
kompozisyonda (Foto:85), ortada yer
alan ongen ve onun ortasındaki beş
kollu yıldız, patlıcan moru çinilerle
Foto 85: Kuzey eyvandaki çinili pencere
şebekesi (Onarım Sonrası)
341
Önge (a.g.m., s.284) bunlardan güneyde olanının, aslî halinde bir mihrap olduğunu; ancak, gerek
güneyindeki mekânların yıkılması gerekse, iç avlunun diğer eyvanlarla birlikte bir mescit haline
dönüştürülmesi sonrası, dolap olarak kullanılan kuzeydeki ile birlikte kapatılıp iptal edildiğini ifade
etmektedir.
342
Bu pencere 1981 yılında bir hırsızın buradan geçmeye çalışması sırasında tahrip olmuştur.
150
oluşturulmuş kompozisyonda diğer kısımlarının farklı algılanması sağlanmıştır.
Kafesli şebekeyi dışta patlıcan moru çinili bir bordür ve en dışta dama ve çifte ok
başı343 şekilli iki ince şerit sınırlamaktadır. Bu şeritlerde zemin turkuaz, motifler
patlıcan moru çinilerle teşkil edilmiştir. Dıştaki bordür, kemerin kilit noktasında
yukarı doğru, dikdörtgen çerçeveye kadar uzatılarak patlıcan moru dört ilmikle
taçlandırılmıştır. Sivri kemerin köşelikleri, altı yapraklı rozetlere benzeyen turkuaz
renkli çini mozaik motifler ve aralarındaki üçgen sahaların patlıcan moru çinilerle
doldurulduğu geometrik açık bir kompozisyon ile dekore edilmiştir. Dikdörtgen
panoyu dışta dört yönden iki bordür kuşatır. Patlıcan moru ince silmelerle
sınırlandırılmış bordürlerden dışta olanı, patlıcan moru ince çini şeritlerin çeşitli
yönlerde
birbirini
keserek
oluşturduğu
bölümlerin
beşgen
kesilmiş turkuaz renkli çinilerle
doldurulduğu geometrik açık bir
kompozisyonla süslenmiştir. İçteki
bordür ise daha dardır ve düz
turkuaz çinilerle dekore edilmiştir.
Eyvanın diğer penceresi ise üstteki
Foto 86: Avlu Kubbesi (Onarım Sonrası)
ile aynı aksta yer alır. Boyuna
dikdörtgen formlu pencere XIX. yüzyılda, ahşaptan basit bir şebekeye sahipken, XX.
yüzyılın başında bunun yerine metal parmaklıklı şebeke takılmıştır344.
Eyvanın zemininde türbenin mumyalığına inen bir merdiven boşluğu yer alır.
İç avlu ile eyvanların mescit olarak kullanıldığı yıllarda bu eyvan, kadınların namaz
343
Yetkin, a.g.e., s.76.
344
Önge, a.g.m., s.284.
151
kılması için bir mahfile dönüştürülmüş olup, bunun avluya bakan yüzüne, üst kısmı
geometrik bir şebekeye sahip ahşap bir bölme yerleştirilmiş, bunun girişi de
kuzeydoğu köşede yer alan kemerli bir kapı vasıtasıyla sağlanmıştı345.
Günümüze kısmen ayakta ulaşabilmiş binada, giriş eyvanının iki yanındaki
mekânlar ve iç avlunun çapraz eksenlerinde yer alan köşe odaları temel seviyesine
kadar yıkılmıştır (Çizim:13). Bunlardan kuzey ve güney batı köşe odalarının, avluya
diyagonal kapılarla açılan, boyuna dikdörtgen iki mekân olduğu yapılan sondajlar
sonucunda anlaşılmıştır. Önge346, araştırmaları sırasında kubbe bingileri ile bunların
aralarında tespit ettiği sağır birer pencerenin varlığına işaret eden tuğla kalıntılara
dayanarak bu iki mekânın kubbe ile örtülü olduğunu belirtir. Gerek mekânların
dikdörtgen planlı olması, gerekse yeterli verinin bulunmaması nedeniyle bu görüşe
iştirak edemeyeceğiz.
Foto 87: Köşe odalarının kapıları üzerinde
yer alan çinili pencere şebekesi (Onarım Sonrası)
Foto 88: Aynı pencerenin XIX. yy’daki
durumu (Solakyan’dan)
Kuzeydoğu köşedeki kapı, türbeye geçişi sağlayan dehlizli bir koridora açılır.
Önge347, güneydoğu köşe odanın kapısının da simetriğindeki mekân gibi, dar dehlizli
345
Aynı yer.
346
Önge, a.g.m., s.285.
347
Önge, (a.g.m., s.285, Şekil 1.) güneydoğu köşedeki kapının açıldığını söylediği aralığın
simetriğindeki dehlizli koridor gibi bir tepe penceresi ile aydınlatılan veya havalandırılan bir yer
olduğunu belirtir.
152
bir koridora açıldığını belirtir. Buna karşın Vakıfların sondajlar fotoğraflarında bu
mekânın varlığına işaret edecek bir mimari detay görülmemektedir. Bu anlamda, iç
avlunun
güneydoğu
köşesindeki
mekânın
ölçüleri
ve
planı
tam
olarak
bilinmemektedir. Sondajlar neticesinde, giriş eyvanının güneyinde yer alan
mekânların, doğusundaki kare, batısındaki dikdörtgen olmak üzere iki birimden
oluştuğu anlaşılmıştır. Ancak bu durumun bir müdahale neticesinde oluştuğu
anlaşılmaktadır. Zira bugün pencere olan giriş eyvanının güney duvarındaki açıklığın
aslî halinde bir kapı olduğu ve eyvandan gerisindeki dar dehliz biçimli bir koridora
açıldığı anlaşılmaktadır. Giriş eyvanının güney duvarında yer alan kimi tonoz
kalıntıları da buradaki dar mekânın varlığına işaret eder. Bu durumda giriş eyvanının
güneyinde, –tıpkı kuzey bölümdekiler gibi- ortadaki dehliz biçimli koridorun doğu
ve batısında yer alan üçlü mekân grubu olduğu düşünülmelidir. Güney bölümdeki
sondajlarla ortaya çıkarılan iki mekânlı mevcut durum ise giriş eyvanının güney
duvarında yer alan kapının pencereye dönüştürülmesi ile eş zamanlı bir müdahaleyle
gerçekleştirilmiş olmalıdır. Önge, giriş eyvanının iki yanındaki birimlerin simetrik
planlamasından yola çıkarak, güneydoğu köşedeki kapının -tıpkı kuzeydoğu
köşedeki gibi- koridor şeklinde dar bir aralığa açıldığı, oradan bilahare, giriş eyvanın
güneyindeki mekânlara içten bir kapı ile bağlandığını düşünmüştür ki, bu, planında
azami ölçüde simetriye riayet edilen bina için doğru bir yaklaşımdır. Yukarıda da
belirtildiği gibi, kuzey bölümde, ortada tonozlu dehliz şeklindeki bir koridorla giriş
eyvanına açılan ve bunun iki yanında boyuna dikdörtgen iki mekân bulunan üç
mekânlı bir bölüm bulunduğu sondajlarla ortaya çıkarılmıştır. Bu mekânlardan
doğudakinin ortadaki koridora, batıdakinin ise türbeye geçişi sağlayan tonozlu bir
aralığa açıldığı anlaşılmıştır. Söz konusu mekânın batı duvarında türbenin
153
doğusundaki mekânla irtibatlanan diğer bir açıklık görülüyorsa da bunun türbenin
hânkaha eklenmesi sırasında oluşmuş bir dilatasyon aralığı olduğu anlaşılmaktadır348.
Portalin üzerinin, Berggren’in XIX. yüzyıla ait fotoğrafında349 görüldüğü gibi
daha önce düz damlı olduğu, bilahare, XX. yüzyılın başlarında üzeri üçgen alınlıklı
ahşap sundurma ile örtüldüğü anlaşılmaktadır(Foto:64).
Güney eyvandaki mihrap (Foto:81), Öney350 tarafından binayla çağdaş olarak
tarihlenir. Buna karşın yer aldığı duvardaki çinilerle mihrabın ilişkisi muhdes
olduğunu düşündürür. Zira mihrabın açık bırakılmış olan tepeliğinden duvarda yer
alan çiniler görülmektedir. Mihrabı ve çinileri eş zamanlı bir tasarımının sonucu
olarak düşünsek bile söz konusu bölümdeki çinilerin, mihrabın genel süsleme
programına uygun bir düzenle yer alması beklenirdi. Buna karşın çiniler herhangi bir
düzen fikri göstermeksizin tepelik yüzeyinde yer almaktadır. Bizce mihrap muhdestir
ve binanın “hânkah cami”351 şeklinde anılarak aslî fonksiyonunun dışında mescit
olarak kullanılmaya başlandığı döneme ait olmalıdır. Buna karşın, söz konusu
mihrabın yapımına kadar batı eyvanının güney duvarındaki nişin, sınırlı sayıdaki
hânkah kadrosunun ibadet görevlerini yerine getirmesine yettiği söylenebilir. Ancak,
binanın tamamıyla mescit olarak kullanılmaya başlandığı tarihlerde ise bu eyvan
yetmemiş, kıbleye yönelişi ve ibadet mekânına iç avluyu da dâhil etme isteği ile
muhdes mihrabın güney eyvanına eklendiği anlaşılmaktadır. Nitekim kuzey
eyvanının önüne kadınların teravih namazını kılabilmesi için ahşap bir bölme
348
Önge (a.g.m., s.285) türbenin hankahtan önce yapıldığını düşündüğü için bu dilatasyon aralığını
hânkahın türbeye eklenmesi sırasında oluştuğunu belirtmiştir. Adli sürecin devam etmesi nedeniyle
söz konusu duvarı yerinde tespit edemedik.
349
Önge, a.g.m., Resim 2.
350
Öney, a.g.e., s.189-190.
351
Binaya yapılan bir imam tayini vesilesiyle, “hânkah cami” tabiri ile karşılaşmaktayız. Şer’iyye
Sicil Defteri C.48, s.246/2 ‘den nakleden Atçeken, a.g.e., s.109.
154
yapılması da binanın hânkah kadrosunun dışındaki, mahalle halkına da mescit olarak
hizmet verdiğini göstermektedir.
Sondajlar neticesinde, iç avlunun düşey aksında aydınlık fenerinin tam altında
bir havuz tespit edilmiştir(Foto:77). Sekizgen planlı havuzun batı eyvanı ve giriş
eyvanı ile bağlantılı olduğu sondajlar neticesinde ortaya çıkarılmıştır. Ancak suyun
nereden getirilip nereden tahliye edildiğine dair bir bilgimiz yoktur. Hânkahta, Sahip
Ata’nın Konya ve Sivas’taki medreselerinde de görülen avlu ortasının havuzla
değerlendirilme fikri dışında diğer bir ortak özellik de, oda kapılarının üstünde yer
alan, köşeleri çinilerle süslenmiş olan pencerelerdir(Foto:87). Pencerelerin
köşeliklerinde yer alan çini süsleme, Konya Sahip Ata Medresesindekilerle aynıdır.
Bir başka benzerlik, binanın orta mekânını örten kubbenin piramidal yapısı ile kubbe
kasnağındaki süsleme ve yazının içeriğiyle ilgilidir. Dışta kübik kaidesinden itibaren
kademelenerek, piramidal bir şekilde incelerek yükselen ve farklı yönlerde tuğladan
iki dış sırası kuşak ile çevrelenmiş olan kubbelerin kasnağında yer alan çini süsleme
ve süslemenin arasında tekrar edilen yazı aynıdır. Bugün sekizgen bir aydınlık feneri
ile örtülü olan kubbenin merkezinde bugün dairevi bir açıklık bulunmaktadır. Onarım
öncesi fotoğraflarda352 ahşaptan, sekizgen bir bağdadi tekniğinde bir pencereli bir
fener ile kapalı olduğu anlaşılan açıklığın, XIX. yy.daki fotoğraflarda353 düz dam ile
örtülü
olduğu
anlaşılmaktadır.
Kubbe
son
onarımlar
sonrasında
kurşunla
kaplanmıştır.
Binanın tarihi ile ilgili olarak araştırmacılar arasında itilaf bulunduğunu;
kitabedeki tarih kısmını bir grup araştırmacının 1279–80, bir grup araştırmacının ise
352
V.G.M. Abd. ve Yap. İşl. Dai. Bşk. Dosya No:42–01–01./ 2.
353
Önge, a.g.m., Resim 2.
155
1269–1270 olarak okuduğunu belirtmiştik354. Bu durum, hânkah ile onun kuzey
eyvanına yerleştirilen türbenin mimari ilişkisinin değerlendirilmesinde de yanlış
yorumlara yol açmıştır. Biz kitabedeki tarih kısmını konunun uzmanlarının
görüşlerini alarak H.668/M.1269–1270 olarak tespit ettik355. Önge, binanın tarihini
1279–80 olarak tespit etmesinden ötürü, hânkahın giriş eyvanının kuzeybatı
köşesindeki mekân ile bunun batısında yer alan ve türbenin doğusundaki mekânın
bitiştiği yerdeki dilatasyonu, hânkahın türbeye eklenmesinden ötürü oluştuğunu
belirtir356. Bugün, dilatasyonun ortadan kaldırılması sebebiyle bu hususta kesin bir
yargıya varmak mümkün değildir. Ancak Önge’nin planı üzerinden yapılacak tespite
göre durum tam tersi gözükmektedir. Binanın sondajlarla, güney, batı ve kuzey
cephelerinin dış çizgileri ortaya çıkarılmıştır. Buna göre iç avlunun kuzeybatı
köşesindeki mekânın kuzey duvarı ile giriş eyvanının kuzeyindeki mekânların kuzey
duvarlarının hemen hemen aynı doğrultuda olduğu görülmektedir. Bu iki mekânın
arasındaki binanın en dar eyvanı olan kuzey eyvanının, türbe çıkarıldığı zaman, hem
söz konusu kuzey çizgiyi tamamlayan hem de diğer iki eyvanın derinliğine yakın bir
ölçüye ulaştığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla türbenin, cami ile hânkahın arasına,
kuzey cephesinin ortaya yakın bir bölümüne ve bu yöndeki eyvanı daraltarak daha
sonradan eklendiği tespit edilmektedir.
Külliyenin ikinci binası olan ve 1269–70 tarihinde inşa edilen Hânkah, gerek
ön cephesindeki dükkânlar gerekse 1277 yılında kuzeyine eklenen türbe ile Sahip
Ata’nın Larende Kapısının karşısında yaptırdığı külliyenin en önemli parçalarından
birini oluşturmaktadır. D. Kuban357ın yaygın zaviye tipolojisi içinde yer
354
Bkz. dipnot 6.
355
Aynı yer.
356
Önge, a.g.m., s.285.
357
Kuban vd., Selçuklu Çağında… s.211.
156
alınamayacağını ve anıtsal ve törensel bir Sünni tekkesi olduğunu belirttiği yapının,
bu ifadeye karşın ilk inşaat döneminde hangi tarikat mensuplarını barındırdığını
mevcut bilgilerimizle tespit edememekteyiz. Buna karşın Lale devrinde binanın,
Halvetî tekkesi olarak kullanıldığını şer’iyye sicil kayıtlarından öğrenmekteyiz358.
Kitabesinde “…suffa ehli muttaki kullarına mesken”359 şeklinde tarif edilen bina,
XVI. yüzyılda, dönemin meşhur âlimlerinden Konyalı Abdurrahman bin İbrahim’in
şeyhlik yaptığı bir zaviyeydi360. Bina zaman içerisinde birbirine yakın bina
düzenlemelerine sahip olan tekke, hânkah, zaviye gibi çeşitli yapı isimleri ile
anılmıştır. Eyice361nin zaviyeli camiler tipinin doğuşu ve gelişiminin öncüsü olarak
bahsettiği bina, gerek planındaki simetrik anlayış, gerekse ölçüleri ile Anadolu
Selçuklu dönemi tekke ve hânkahları arasında en dikkat çekici olanlarından birini
teşkil etmektedir.
3.3.3- Hamam
Vezir Fahreddin Ali’nin Larende Kapısının karşısında yer alan külliyesinin
bir parçası olarak inşa edilen bina, Anadolu Selçuklu dönemi içersinde bilinen çifte
hamamlarının en büyüğüdür. Bina simetrik planıyla, dönemin hamam mimarisine
ilişkin çalışmalara çok sık konu edilmiştir362. “Sultan”363, “Hamam-ı Sultanî”,
358
Kadı Şer’iyye Sicil Defteri C.36, s.246’den nakleden, Küçükdağ, a.g.t., s.68.
359
Duran, a.g.e., s.61.
360
Uğur-Koman, a.g.e., s.50.
361
S.Eyice, “İlk Osmanlı Devrinin Dini-İçtimai Bir Müessesi Zaviyeler ve Zaviyeli Camiler”, İstanbul
Üniversitesi, İktisat Fakültesi Mecmuası, 23. cilt, No. 1-2, Ekim 1962-Şubat 1963, s.3-80 (21).
362
Glück, a.g.m., s.129-133.; Ünver, “Konya’da Selçuklular Zamanındaki…, s.83-86.; Önder, a.g.e.,
s.93.; Konyalı, a.g.e., s.1069.; Oğuzoğlu, a.g.t., s.29.; Küçükdağ, a.g.t., s.69.; Atçeken, “Konya
Şer’iyye Sicil Kayıtlarına Göre Sahip-Ata Külliyesi’nin…, s.101-110.; Ergenç, a.g.t., s.43.; Önge,
…Türk Hamamları, s.229-236.; Atçeken, a.g.e., s.105, 107-113.
363
Bina ilk olarak 1272 tarihli Cacabey vakfiyesinde (Temir, a.g.e, s.116) Sultan Hamamı ismiyle
zikredilen bina, daha sonra, Fatih Tahririnde (Konyalı, a.g.e., s.1069.), 1570 tarihli tamir kaydında
(Konya Şer’iyye Sicil Defteri C.2, s.11/5, 12/6’den nakleden Y.Ceylan, a.g.t., s.94-95.) 1691 tarihli
157
“Larende”, “Larende Kapısı Hamamı” gibi çeşitli isimlerle bilinen bina, Konyalı’nın
ziyaret ettiği yıllarda “Şifa Sultan Hamamı” ismiyle anılıyordu.
Bugün Meram İlçesi Furgan Dede Mahallesindeki bina, batıdan, Taş CamiiUzun Harmanlar Caddesi güneyden Sultan Hamamı Sokağı ile sınırlanmıştır. Kuzey
ve doğudan günümüz yapılarıyla sınırlandırılmış olan bina, külliyeye bağlı
hânkahının doğusunda yer almaktadır (Harita:3, Çizim:8). Enine dikdörtgen plana
sahip bina, doğu-batı doğrultusunda uzanmaktadır (Çizim:17).
Kitabesi bulunmayan binanın, tarihi ve banisini kesin olarak tespit
edememekteyiz. Buna karşın, Cacabey vakfiyesinde bahsedilmesinden364 ötürü 1272
tarihini bina için terminus poste quem olarak kabul edebiliriz. Binanın, Fatih
tahririnde gelirlerinin Sahip Ata Vakfına bağlı olduğunun belirtilmesi ve 1570
yılındaki onarımın Sahip Ata Vakfının mütevellisi eliyle gerçekleştirilmiş
olmasından; ayrıca Ilgın’daki kaplıcası ile benzerliklerinden ötürü banisinin Sahip
Ata Fahreddin Ali olduğu anlaşılmaktadır. Binanın mimarı bilinmemektedir. Sahip
Ata Külliyesinin günümüze ulaşamamış vakfiyesinin varlığından, H.1280/M.1863
tarihli bir şer’iyye sicil kaydında365, vakfın o yıllardaki mütevellilerinin, külliyenin
H.677/M.1278 tarihli vakfiyesini ellerinde bulundurdukları bilgisiyle haberdar
onarım kaydında (Oğuzoğlu, a.g.t., s.29), Lale devrindeki bir Şer’iyye Sicil kaydında (Küçükdağ,
a.g.t., s.69) ve XIX. yüzyıla ait bir tamir kaydında (Şer’iyye Sicil Defteri C.80., S.132/1’den nakleden,
Atçeken, a.g.e., s.113.) bu isimle anılmaktadır.
364
Temir, a.g.e., s.116. Binanın inşası için Ünver (a.g.m., s.84) 1279 tarihini önerirken, Konyalı
(a.g.e., s.1069.) ve Önge (a.g.e., s.230.) 1258-1279 tarih aralığını önerir.
365
Şer’iyye Sicil Defteri Cilt 93.den nakleden Atçeken, a.g.e., s.110-111. Bunun dışında Fatih
tahririnde hamamın gelirlerinin Sahip Ata Vakfına bağlı olduğundan bahsedilmekte ve mütevellisinin
Sahip Ata evladından Abdurrahman olduğu belirtilmektedir. II.Bayezid tahririnde ise vakfın
mütevellileri zikredilmektedir. III. Murat dönenme ait H.992/M.1584 tarihli Konya Evkaf Defteri’nde
külliyenin vakfiyesi ve evkafından bahsedilmiştir (Bkz. Konyalı, a.g.e., s. 512) Bu bilgiler külliyenin
günümüze ulaşamamış bir vakfiyesi olduğuna işaret etmektedir.
158
olmaktayız. Ancak, bugün söz konusu vakfiye veya vakfiye suretinin akıbeti
hakkında bir bilgiye sahip değiliz.
Aslî halini büyük ölçüde koruyarak günümüze ulaşmış olan hamam, zaman
içerisinde birçok onarım geçirmiştir. Tamirlere ilişkin ilk belge, Konya Kadısına
gönderilen H.15 Rebiülahir 978/M. 16 Eylül 1570 tarihli fermandır366. Bu fermanda,
mütevelli Mehmet Subaşı Divan’a başvurarak, ceddi Sahip Ata’nın Camisi ve
Hamamının tamire muhtaç olduğunu ve bu konuda tespitin yapılmasını talep
etmektedir. Söz konusu fermanın yer aldığı şer’iyye sicil defterindeki başka bir
kayıttan, mütevelli’nin bu talebi üzerine, sur dışında olduğu belirtilen cami ve
yakınındaki hamamın tamire ilişkin tespitlerin gerçekleştirildiğini öğrenmekteyiz.
Kayıtta, hamam için 10.000 akçe lâzım geldiği belirtilerek anılan paranın, cami vakfı
ve hamamın mahsullerinden dört yılda hâsıl olacak miktardan karşılanacağı ifade
edilmiştir. Binanın bu yazışmalardan sonra onarıldığı, 1571 tarihli bir kayıttan367
anlaşılmaktadır. Bu kayıtta ayrıca, binanın 10.500 akçe karşılığında kiraya verildiği
de yazılıdır. Konya Şer’iyye Sicil Defterlerindeki diğer bir kayıttan368 binanın, 8
Cemâziye’l-âhir 1102/ M. 8 Şubat 1691 tarihinde su yolunun onarıldığını
öğrenmekteyiz. Binanın Lale devrinde faal ve kullanılabilir durumda olduğunu bir
başka sicil kaydından369 öğrenebilmekteyiz. Dolayısıyla külliyenin diğer binaları gibi
hamamın da, 26 Aralık 1706 tarihinde Konya’da yaşanan büyük depremden370
etkilenmediği anlaşılmaktadır. Hamamda, Osmanlı döneminde gerçekleştirilen son
366
Konya Şer’iyye Sicil Defteri C.2, s.11/5, 12/6’den nakleden Ceylan, a.g.t, s.94–95.
367
Konya Şer’iyye Sicil Defteri C.2, s.178’den nakleden Ergenç, a.g.t., s.43.
368
Konya Şer’iyye Sicil Defteri C.14, s.47, 81’den nakleden Oğuzoğlu, a.g.t., s.29.
369
Konya Şer’iyye Sicil Defteri C.30, s.102 ve C.15, s. 44’den nakleden Küçükdağ, a.g.t., s.69.
370
N.N.Ambraseyss-C.F.Finkel, The Seismicity of Turkey and Adjacent Areas, A Historical Review,
1500-1800, İstanbul 1995, s.98.
159
onarım 1848 tarihlidir. Şer’iyye Sicil Kaydında371, külliyenin diğer binaları Hankah
Cami, Vakfın Türbesi ve Türbek Buzhanesi ile birlikte hamamın, 7918 kuruş
karşılığında onarıldığı yazılıdır. Hamamın 1930’lı yılların başında faal durumda
olduğunu belirten Uğur-Koman372, erkekler kısmının güneyi ile kadınlar kısmının
kuzeyine isabet eden bazı soğuklu ve sıcaklık kısımlarının, tadil edilerek, erkekler
kısmının soyunma mahallinden ayrı bir kapı ile girilen bir keçehane olarak
kullanıldığını ifade etmiş, bu durumu gösteren planını da yayınlamıştır.
C.E.Arseven373, “Konya’da Keçeçiler Hamamı” ismiyle binayı incelemiş, hamamın,
sadece erkekler kısmı ile keçehanesini gösteren bir planını yayınlamıştır.
Keçehane’nin ne zaman binaya eklendiğini tespit edemiyoruz. Cumhuriyet
döneminde yapılan tek onarım, 1960–62 tarihlerinde gerçekleştirilmiştir. Bu
restorasyon sırasında374 keçehanenin muhdes duvarları kaldırılmış, ayrıca her iki
kısmın soyunmalık kısımlarının ara duvarlarıyla doğu duvarları sabit kalmak üzere,
diğer duvarları yeniden inşa edilmiş ve bu bölümlerin ortası aydınlık fenerli,
betonarme bir tavanla örtülmüştür. Bu arada, iç ve dış sıvalar, döşemeler ve dam
kaplamaları, su ile elektrik tesisatları yenilenmiştir. Tamirlerden sonra bina, bugün
kiralama yöntemiyle kullanıma açık ve faal bir durumdadır.
Hamamın duvarları moloz taştan, kemer, tonoz, kubbe ve geçiş öğeleri
tuğladan inşa edilmiştir. İç mekânda bütün yüzeyler sıvalı iken, batı cephe dışındaki
diğer cephelerin sıvaları dökülmüştür. Soyunmalık kısımları ve külhan betonarme
tavanlı olup, soyunmalık kısımları kiremitle örtülü kırma çatıya sahiptir. Damın
371
Konya Şer’iyye Sicil Defteri C.80, s.132/1’den nakleden Atçeken, a.g.e., s.113.
372
Uğur-Koman, a.g.e., s.77, 39. resim.
373
Arseven, a.g.e., s.527, Şekil 1050.
374
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01/59.
160
örtüsü çimento şaptır375. Soğukluk ve sıcaklık kubbeleri tuğladan poligonal
kasnaklara çevrilmiş, üzerileri çimento şaplı, basık külahla örtülmüştür. Işıklıkların
üzerlerinde, madeni çerçeveli piramidal cam muhafazalar bulunmaktadır.
Bina üç kademe halinde algılanmaktadır (Çizim: 18). Birinci kademeyi
soğukluk ve sıcaklık kısımları, külhan ise ikinci kademeyi teşkil etmektedir. Son
kademeyi ise kırma çatılı soyunmalık kısmı oluşturmaktadır.
Doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen
bir alanı kaplayan binada, kuzeydeki
erkekler kısmı ile güneydeki kadınlar
kısmı
simetrik
bir
anlayışla
planlanmıştır. Buna göre, her iki
Foto 89: Sahip Ata Hamamının Batı Cephesi
kısımda da girişten sonra gelen batıdaki kare
planlı soyunmalıktan dar bir kapı ile elips
biçimli ve kubbeyle örtülü aralık kısmına,
oradan da daha büyük ölçülerdeki kare planlı
soğukluğa
geçilmektedir.
helâlara ve sıcaklık kısımlarına
Soğukluktan,
Foto 90: Kuzey Cephe
ayrı kapılarla ulaşılmaktadır. Sıcaklık bölümleri merkezî kubbeli bir hacim etrafında
aksiyal bir şekilde tertiplenmiş dört eyvan ve bunların aralarındaki köşe
halvetlerinden oluşmaktadır. Kuzey-güney doğrultulu bir sivri beşik tonoz ile örtülü
külhan ise binanın doğu cephesi boyunca uzanmaktadır.
375
Önge, a.g.e., s.230.
161
Hamamın kuzey cephesinde toplam dört açıklık bulunmaktadır (Foto:90). Üç
açıklılığın yer aldığı cephenin batı yarısı doğu bölümüne göre daha yüksektir ve bu
haliyle cephe iki kademe halinde algılanmaktadır. Onarımlar sırasında cephenin
yüksek olan batı yarısı sıvanmış ve boyanmışken diğer bölümlerin sıvasız olduğu
görülmektedir. Cephenin batı köşeye yakın bir bölümünde yer alan üç açıklıktan
doğuda olanı muhdes servis kapısıdır. Boyuna dikdörtgen taş lentolu bu açıklığın
batısında, cephenin ortaya yakın bir bölümüne aynı hizada sıralanmış iki pencere
bulunmaktadır. Boyuna dikdörtgen formlu bu açıklıklar dört yönden taş bir çerçeve
içine
alınmıştır.
Açıklıklar,
birbirlerine köşeleri pahlanmış kare
biçimli demir lokmalarla tutturulmuş
yan ve alt sövelerle lentoların duvar
kalınlıkları içine yerleştirilmiş olan
demir bir şebekeyle kapatılmıştır.
Dördüncü
açıklık
cephenin
köşesinde yer alıp, boyuna
doğu
dikdörtgen
Foto 91: Güney Cephe
biçimlidir. Doğu cephede sonradan oluştuğu anlaşılan düzensiz üç açıklık
görülmektedir.
Güney cephede tek bir açıklık bulunur
(Foto:91). Boyuna dikdörtgen formlu kapı
açıklığı batı köşeye yakın bir konumdadır.
Cephenin doğu yarısında doğu ve batı
köşeye eş mesafede ve ortaya yakın bir
bölümde iki çörten yer alır. Cephenin doğu
Foto 92: Erkekler Kısmının Kapısı
162
bölümü sıvasızdır. Batı cephede toplam altı açıklık vardır(Foto:89). Bunlardan
boyuna dikdörtgen formlu ve kuzey köşeye yakın olanı hamamın erkekler kısmı
kapısıdır. Diğer beş açıklık ise kuzey cephedekilerle aynı hizada, eş ölçülerde ve
formdadır.
Hamamın kadınlar ve erkekler bölümlerine iki ayrı kapı ile girilmektedir
(Çizim: 17). Batı cephede bulunan erkekler kısmının kapısı (Foto:92) boyuna
dikdörtgen biçimli olup, muhdes çift kanatlı bir kapı ile örtülüdür. Kapıyı yanlarda
ve üstte dıştaki daha enli ve düz içteki daha dar ve içbükey iki silme dolaşmaktadır.
Kapının üstünde alimunyumdan bir sundurma vardır. Herhangi bir süsleme
unsurunun bulunmadığı kapıda, açıklığın hemen üzerinde hamamın “Şifa Sultan
Hamamı” şeklinde isminin yer aldığı tanıtıcı bir levha vardır.
Kapıdan iki basamakla bir aralığa, oradan da üç basamakla binaya girilir.
Binaya girişte ahşap çift kanatlı bir kapı daha yer alır. Kapıdan sonraki ilk mekân
olan kare planlı soyunmalık(Foto:93), ikisi kuzey, ikisi de batı cephede olmak üzere
toplam dört pencere ve betonarme tavanın
ortasındaki
aydınlatılmaktadır.
aydınlık
Mekânın
feneriyle
ortasında,
aydınlık fenerinin tam düşey aksında kare
planlı bir şadırvan bulunmaktadır. Taş
şadırvanın ortasında silindir biçimli bir
sütunun üzerine oturan oniki kollu fıskiyesi
yer alır. Son yıllarda mekânın dört
Foto 93: Erkekler kısmının Soyunmalık bölümü
duvarınında önüne yaklaşık 1.50 m. genişliğinde ahşap soyunma kabinleri ve raflar
eklenmiştir. Mekânın güney ve kuzey kenarına dört, batı kenarına da üç olmak üzere
toplam onbir ahşap kabin yapılmış; ayrıca asma kat inşa edilip bu kata da aynı sayıda
163
bölmeler inşa edilmiştir. Bu asma kata mekânın kuzeybatı köşesinde yer alan onbir
basamaklı ahşap merdivenle ulaşılmaktadır. Mekânın doğu kısmında ise hamam için
gerekli malzemenin yer aldığı ahşap raflar bulunmaktadır. Mekânın kuzeydoğu
köşesinde yer alan kapıdan üç adet taş basamakla dışarı çıkılır. Bu, muhdes376 bir
servis kapısıdır. Önge, her iki kısmın soyunmalık bölümlerinin aslî halinde, direklere
oturan birer ahşap tavanla örtülü olduğu belirtir. Bu bölümlerin, bugüne aynen
ulaşabilen doğu duvarları ile ortak ara duvarlarının bir kubbeyi taşıyacak ölçüde
olmamasına ve bu duvarlar üzerinde de hiçbir köşe bingisi izine rastlanılmamasına
işaret eden Önge377, her iki kısmın soyunmalık mekânlarının da ortadaki şadırvanın
çevresinde sıralanan ahşap direklere oturan ahşap kirişlemeli bir tavanla örtüldükleri
ve bu ahşap tavanın 1960 onarımları sırasında kaldırıldığını belirtir.
Hamamın tüm iç kapıları duvar kalınlığı boyunca devam eden, dar sivri
kemerli
açıklıklar
şeklindedir.
Açıklıklar
alimunyum
doğramalı
kapılarla
kapatılmaktadır.
Soyunmalıktan dikdörtgen planlı ve
elips biçimli bir kubbeyle örtülü aralığa
geçilir. Tam düşey aksında yer alan
dairesel planlı bir tepe penceresiyle
aydınlatılan kubbe, köşe üçgenleriyle
duvara
Foto 94: Ilıklıktan soğukluğa geçilen kapı
oturtulmuştur.
Köşe
üçgenlerinin arasında kalan bölümlerin,
doğu ve batı aksa denk gelen kısımlarında, yüzeyden 7–8 cm. içerlek tutulmuş sivri
376
Önge, a.g.e., s.229.
377
Önge (a.g.e., s.21.), Kastamonu Vakıf Hanı ve Beyşehir Eşrefoğlu Süleyman Bey Hamamlarının
benzer biçimde soyunmalık bölümlerine sahip olduğunu belirtir.
164
kemerli nişler bulunmaktadır. Aralığın kuzeydoğu köşesindeki kapıdan soğukluk
kısmına geçilir (Foto:94). Kare planlı mekân, kubbeyle örtülü olup, köşelerdeki
üçgen bölümler doğrudan duvarlara oturmaktadır. Köşe üçgenlerinin arasında,
akslara denk gelen bölümlerde, yüzeyden içerlek tutulmuş sivri kemerli nişler yer
alır. Hamamın bölümlerin içinde en büyük kubbeli mekân olan soğukluk, kubbesinin
merkezindeki diğerlerine göre büyük dairesel planlı ışık gözü ve bunun çevresinde
yer alan kare planlı üç açıklıkla aydınlatılır. Mekânın kuzey yarısında zeminden
yaklaşık 1.00 m. yükseklikte muhdes bir havuz bulunur. Batı kenarında yer alan dört
basamaklı bir merdivenle ulaşılan havuz günümüz fayanslarıyla kaplıdır. Soğukluğun
doğu duvarından sıcaklığa, güneydoğu köşesinden başka bir kapıyla da tuvalet
kısmına geçilir. Kare planlı tuvalet, aralık ve soğuklukla aynı örtü tertibatına sahiptir.
Kubbenin ortasında dairesel bir ışıklık bulunur. Mekânın batı yarısına muhdes üç
bölümlü bir kabin eklenmiştir. Soğukluk kısmının doğu duvarında, akstan biraz
güneye kaymış bir kapı ile sıcaklık kısmına geçilir. Sıcaklık, merkezi bir mekân
çevresinde aksiyal olarak tertiplenmiş eyvanlar ve bunların arasında kalan ve ara
yönlere denk gelen noktalardaki köşe halvetlerinden ibarettir (Foto:95-96).
Foto 95: Sıcaklık kısmı
Foto 96: Sıcaklık kısmı
Sivri beşik tonozlu eyvanlar altıgen, köşe üçgenleriyle duvara oturmuş kubbelerle
örtülü olan halvet hücreleri ise kubbelerin merkezindeki dairesel planlı tepe
165
ışıklıklarıyla aydınlatılmaktadır. Halvet hücrelerine binanın diğer iç kapılarıyla aynı
biçimdeki köşe kapılarıyla girilir. Sıcaklığın merkezi kubbesi köşe halvetlerinin
kapıları üstünden itibaren genişleyerek yukarıya doğru yükselen ve ters üçgen
biçimli bingilerin yardımıyla eyvan tonozlarına oturmaktadır (Çizim: 18). Merkezi
kubbenin ortasında dairesel biçimli bir ışıklık ve çevresinde dıştan içe şevlenen
mazgal biçimli dört ışık gözü bulunur. Kubbenin altında sekizgen göbek taşı yer
vardır. Batıdaki eyvanı dışında, diğerlerinin önüne iki açıklığı bulunan muhdes bir
duvar örülmüş, halvet hücreleri ve eyvanların duvarlarının ortalarına denk gelen
bölümlerine birer kurna yerleştirilmiştir. Batı eyvanında zeminden yaklaşık 30 cm.
yüksekliğinde bir muhdes seki bulunur. Halvet hücrelerinde 10 m. genişliğinde ve
zeminden 15 cm. yüksekte bir seki dolaşmakta, duvarların ortasına denk gelen
bölümlerde birer kurna yer almaktadır. Doğudaki eyvanının doğu duvarında, boyuna
dikdörtgen biçimli zeminden 1.50. m yükseklikte, gerisindeki su deposuna açılan bir
pencere bulunmaktadır.
Foto 97: Binanın batı ve güney cepheleri
Foto 98: Kadınlar kısmının kapısı
Her iki bölümü ayıran duvara göre erkekler kısmının simetriği olan kadınlar kısmına,
güney cephenin batı köşesine yakın bir kısımda bulunan kapıyla girilir (Çizim:17,
Foto:97-98). Boyuna dikdörtgen biçimli kapı üç yönden enli bir bordürle
kuşatılmıştır. Kapının üst tarafında hamamın ismini ve kadınlar bölümü olduğunu
166
belirten bir tabela bulunur. Açıklığı çift kanatlı, geç dönemde ilave edildiğini anlaşın
ahşap bir kapı örter. Kapıdan yedi basamaklı taş merdivenle soyunmalık bölümüne
girilir.
Kare planlı soyunmalık (Foto:99),
güney
duvarınki
betonarme
aydınlık
üç
pencere
ve
tavanın
ortasındaki
feneriyle
aydınlatılır.
Mekânın ortasında, aydınlık fenerinin
tam düşey aksında kare planlı bir
Foto 99:Kadınlar kısmı soyunmalık bölümü
şadırvan bulunur. Taş şadırvanın
ortasında silindir biçimli bir sütunun üzerine oturan oniki kollu fıskiyesi vardır.
Mekânın içindeki muhdes kabin sayıları ve formları erkekler kısmının soyunmalık
bölümüyle aynıdır. Önge, mekânın erkekler kısmında olduğu gibi aslî halinde ahşap
direklere oturan birer ahşap tavanla örtülü olduğunu378, bu ahşap tavanın 1960
onarımları sırasında kaldırılarak yerine bugünkü betonarme tavanın yapıldığını
belirtir.
Foto 100:Kadınlar kısmı aralık bölümü
378
Önge, a.g.e., s.21.
Foto 101:Kadınlar kısmı soğukluk bölümü
167
Soyunmalığın kuzeydoğu köşesine yakın bir kısımdan aralığa geçilir (Foto:100).
Aralık dikdörtgen planlı ve elips biçimli bir kubbeyle örtülüdür. Mekânı örten kubbe,
erkekler kısmının aralığına örten kubbeden daha basıktır. Tam düşey aksında yer
alan dairesel planlı bir tepe penceresiyle aydınlatılan kubbe, köşe üçgenleriyle duvara
oturtulmuştur. Aralığın güneydoğu köşesindeki kapıyla soğukluk kısmına geçilir
(Foto:101). Kare planlı mekân, köşe üçgenleriyle duvara oturtulmuş kubbeyle
örtülüdür. Köşe üçgenlerinin arasında, akslara denk gelen bölümlerde yüzeyden
içerlek tutulmuş sivri kemerli nişler yer alır. Soğukluk, kubbesinin merkezindeki
dairesel planlı ve diğerlerine göre daha büyük ışık gözü ve bunun çevresinde yer alan
kare planlı iki açıklıkla aydınlatılmaktadır. Mekânın güney, batı ve kuzey duvarlında
30 cm. yüksekliğinde, 15 cm. genişliğinde taş bir seki yer alır. Soğukluğun doğu
duvarından sıcaklığa, kuzeydoğu köşesinden başka bir kapıyla da tuvalet kısmına
geçilir. Kare planlı tuvalet, aralık ve soğuklukla aynı örtü tertibatına sahiptir.
Kubbenin ortasında dairesel bir ışıklık bulunur. Mekânın doğu yarısına muhdes ve üç
bölümlü bir kabin eklenmiştir. Soğukluk kısmının doğu duvarında tam aksta bulunan
bir kapı ile sıcaklık kısmına geçilir. Sıcaklık merkezi bir mekân çevresinde aksiyal
olarak tertiplenmiş eyvanlar ve bunların arasında kalan ve ara yönlere denk gelen
noktalardaki köşe halvetlerinden ibarettir. Sivri beşik tonozlu eyvanlar altıgen, köşe
üçgenleriyle duvara oturmuş kubbelerle örtülü olan halvet hücreleri ise kubbelerin
merkezindeki dairesel planlı tepe ışıklıklarıyla aydınlatılmaktadır.
168
Foto 102:Kadınlar kısmı sıcaklık bölümü
Foto 103:Kadınlar kısmı sıcaklık bölümü
Halvet hücrelerine binanın diğer iç kapılarıyla aynı biçimdeki köşe
kapılarından girilir. Bu kapılardan kuzeydoğu ve güneydoğu köşede olanları örülerek
iptal edilmiştir. Sıcaklığın merkezi kubbesi(Foto:102-103), köşe halvetlerinin
kapıları üstünden itibaren genişleyerek yukarıya doğru yükselen ve ters üçgen
biçimli bingilerin yardımıyla eyvan tonozlarına oturtulmuştur (Çizim:18). Merkezi
kubbenin ortasında dairesel biçimli bir ışıklık bulunur. Kubbenin altında kare biçimli
bir göbek taşı yer alır. Erkekle kısmının aksine buradaki eyvanların önünde bölme
duvarları bulunmaz. Halvet hücreleri ve eyvanların duvarlarının ortalarına denk
gelen bölümlerine dairesel biçimli birer kurna yerleştirilmiştir. Eyvan ve
hücrelerinde zeminden yaklaşık 10 cm. yüksekliğinde ve 30 cm. genişliğinde bir
muhdes seki bulunur. Halvet hücrelerini, 10 m. genişliğinde ve zeminden 15 cm.
yüksekte bir seki dolaşmakta, duvarların ortasına denk gelen bölümlerde ise birer
kurna yer alır. Doğudaki eyvanının doğu duvarında, boyuna dikdörtgen biçimli
zeminden 1.50. m yükseklikte, gerisindeki su deposuna açılan bir pencere bulunur.
Hamamın doğusunda yer alan kuzey-güney doğrultusundaki sivri beşik
tonozlu külhan doğu cepheden 1.00 m. taşıntı yapan ve ortasında sivri kemerli bir
ocak nişi bulunan payanda ile desteklenmiştir (Çizim:17, Foto:104). Sivri beşik
tonozla örtülü su deposunun altında bulunan külhanın zeminindeki ocak ağzının
169
açıldığı kısma onbir basamakla inilmektedir. Ocak kapağı açıldığında külhancıyı
yakmaması için yapılmış379 bir alev bacası, ocak nişinden itibaren binanın damına
doğru yükselmektedir.
Uğur-Koman380,
yıllarda
binanın
1930’lu
keçehanesi
olduğunu belirtir. Önge’nin 1960
onarımı
sırasında
kaldırıldığını
belirttiği381 bu keçehane, UğurKoman’ın
tespitleri
C.E.Arseven382in yayınladığı
ve
Foto 104: Külhan
plandan anlaşıldığı kadarıyla erkekler ve kadınlar hamamının bir kısmının üzerine
inşa edilmiş muhdes bir bölümdür. Buna göre keçehane, erkekler bölümünün
tuvaleti, sıcaklığın güneybatı halvet hücresi ve güney eyvanını; kadınlar kısmının ise
aralık, tuvalet, sıcaklığın kuzeybatı, kuzeydoğu halvet hücreleri, kuzey eyvanı ile
merkezi kubbeli bölümün bir kısmını işgal ediyordu. Bu bölüme erkekler hamamının
soyunmalığından girilmekte ve aralıktan bir kapı ile birbirine paralel iki uzun
dikdörtgen planlı bölüme geçilmekteydi. Bu bölümler, su deposuna paralel iki uzun
dikdörtgen planlı, üçüncü bir mekâna açılmaktaydı. Arseven’in planındaki
işaretlemelerinden, kadınlar kısmının aralığının keçecilerin soyunma yeri, uzun
dikdörtgen planlı bölümler ise keçe dövülen yerler olduğu anlaşılmaktadır. Planda,
kadınlar kısmı sıcaklığının merkezi kubbeli mekânına doğru uzayan kısımda da
379
Önge, a.g.e., s.27.
380
Uğur-Koman, a.g.e., s.77.
381
Önge, a.g.e., s.230.
382
Arseven, a.g.e., s.527, Şekil 1050.
170
keçecilerin yıkandığı
belirtilir383.
Keçehanenin
ne
zaman
ilave
edildiğini
bilemiyoruz. Önge384, kesin olarak bilinemese de bu müdahalenin XVII-XVIII
yüzyıllarda gerçekleştirilmiş olabileceğini belirtir. Anadolu’da keçeciliğinin yaygın
olduğu, hamamlardaki özel bölümlerde de keçelerin pişirildiği bilinmektedir385.
Sahip Ata Hamamında da kesin olarak bilemediğimiz bir tarihte keçe yapımına
başlandığı; bunun için de binanın bazı bölümlerinin tadil edildiği anlaşılmaktadır.
Sahip Ata Hamamının su ihtiyacının, Meram Çayından üstü açık bir kanal
veya arkla ayrılan ve Şehir (Sahip Ata) Irmağı adı verilen suyolundan karşılandığı,
ayrıca hamamın pis sularını toplayan kanalın da, batı taraftaki vakıf arsasından
geçtiği bilinmektedir386. Önge387, hamamın yakınından geçen bu kanaldan su
deposuna dolaplarla su çıkarıldığını belirtir.
Vezir Sahip Ata’nın Larende Kapısının karşısındaki külliyesine gelir
sağlamak için yapıldığı anlaşılan hamamın, 1272 tarihli Cacabey vakfiyesinde
zikredilmiş olması, bu tarihten önce, büyük bir ihtimalle de hemen batısında yer alan
1269–70 tarihli külliyenin hânkahıyla
eş
zamanlı
olarak inşa
edildiğini
göstermektedir. Anadolu Selçuklu dönemine ait bilinen çifte hamamlarının en
büyüğü olan bina, köşe halvetli merkezi mekân şemasının uygulanması ve simetrik
planı açısından dikkat çekicidir.
383
Aynı yer.
384
Önge, a.g.e., s.28.
385
H.Gürçay, “Keçe ve Keçecilik”, Türk Etnografya Dergisi, S.IX, (1966), Ankara 1967, s.21–32
(22).
386
Uğur-Koman, a.g.e., s.77.
387
Önge, a.g.e., s.41.
171
3.3.4- Türbe
Sahip Ata’nın kendisi dışında oğulları kızları ve torunlarının yer aldığı türbe,
Anadolu Selçuklu Çini Sanatının en gelişmiş örneklerinin yer aldığı süslemesiyle
dikkat çekicidir388.
Sahip Ata’nın Larende Kapısındaki külliyesinin en son inşa edilen binası olan
türbe, hânkahın kuzey eyvanı ile caminin güney cephesinin doğu yarısı arasında
teşkil edilmiş boşluğa yerleştirilmiştir. Türbe’nin doğusundaki koridor, birer kapıyla
hânkaha ve camiye bağlantıyı sağlamaktadır. Dikdörtgen planlı yapı, doğu-batı
doğrultusunda uzanır(Çizim: 8-9).
Türbenin inşa kitabesi yoktur. Ancak türbe ile doğusundaki koridoru ayıran
sivri kemerin batı yüzünde, Kuran-ı Kerim’den ayetlerin yer aldığı yazıtın sonuna,
binanın H.682 Muharrem/M. Nisan 1283 tarihinde yenilendiğini ifade eden bir kitabe
bulunur389. Nesih yazılı kitabe, kemer alnında yer almakta olup turkuaz zemin
üzerine patlıcan moru çini mozaiklerden müteşekkildir. Bugüne, yenileme tarihi
ulaşabilen
388
binanın,
ilk
inşaatının
1277–1278
tarihlerinde
gerçekleştirildiği
C.Huart, Epigraphie…, s.78, Nr. 51.; Löytved, Konia…, s.66-68, Nr.61-72.; Sarre, Denkmaeler
Persischer…, Abb. 184.; Uğur-Koman, a.g.e., s.52-60.; Soyman-Tongur, a.g.e., s.55-57.; Mayer,
a.g.e., s.59.; Önder, a.g.e., s.91-93.; Konyalı, a.g.e., s.719-727.; Ünver, a.g.m., 206-207.; Arık,
“…Türbe Biçimleri”, s.57-100.; Taşkın, a.g.m., s.249-251.; Yetkin, a.g.e., s.73.; Akok, “Konya’da
Sahip Ata Hanikah…, s.5-38.; Meinecke, a.g.e., C.2, s.364-375.; Huart, Mevlevîler Beldesi…, s.115116.; Bakırer, …Tuğla Kullanımı, s.475-477.; Önge, “…Sahip Ata Hânkah, s.281-292.; Aslanapa,
a.g.e., s.166-167.; Atçeken, “Şer’iyye Sicil Kayıtlarına Göre Sahip-Ata Külliyesi’nin…”, s.101-110.;
Önkal, a.g.e., s.364-373.; Atçeken, a.g.e., s.103-105.; Şimşir, a.g.m., s.324-325.
389
Kitabe metini transkripsiyonu ve Türkçesi için bkz. Uğur-Koman, a.g.e., s.54. Metindeki “tecdit”
(yenileme) tabiri binanın daha önceki bir tarihte inşa edildiği, bilahare yenilendiğini göstermektedir.
Binanın inşa tarihi ve adı geçen yenilemeyi gerektiren sebepleri bugün için tespit edememekteyiz.
Uğur-Koman, (aynı yer) kitabede kullanılan kimi ifadelerden bu yenilemenin sadece türbeyi ihtiva
etmemesi gerektiğini belirtirken, Konyalı, (a.g.e., s.721) bu ifadeyle sadece türbenin kastedildiğini
ifade eder.
172
anlaşılmaktadır390. Türbedeki toplam altı sandukanın, üzerindeki yazıtlardan, Sahip
Ata Fahreddin Ali, oğulları, kızları ve torunlarına ait olduğu anlaşılmaktadır. Mimarı
bilinmeyen binanın, günümüze ulaşabilmiş bir vakfiyesi de bulunmamaktadır. Ancak
H.1280/M.1863 tarihli bir şer’iyye sicil kaydında391, vakfın o yıllardaki
390
Türbenin tarihini Huart (a.g.e., s.78), Meinecke, (a.g.e., s.366) 1277 olarak verirken, Arık (a.g.m.,
s.79) 1268, Önkal (a.g.e., s.372) ve Uğur-Koman (a.g.e., s.54) ise tarih vermeden, oğullarının ölüme
üzerine yapıldığını belirtirler. Buna karşın Löytved (a.g.e., s.66) ve Aslanapa(a.g.e., s.167), aslında
yenileme tarihi olan 1283’ü inşa tarihi olarak vermektedir.
Türbede bulunan Sahip Ata’nın küçük oğluna ait sandukanın üzerinde yer alan tarih, H.21
Zilhecce 675/M. 26 Mayıs 1277’dir. Anadolu Selçuklu Tarihinde “Cimri” hadisesi olarak bilinen ve
Karamanoğullarının Konya’yı işgal ettiği olay esnasında, Sahip Ata’nın iki oğlu, Abaka Han’ın
yanında olan babalarının yerine, başkenti savunmak üzere harekete geçmişti. İki taraf arasında
gerçekleşen savaşı Cimri ve Karamanoğulları kazanmış, Sahip Ata’nın iki oğlu öldürülmüştü. Yapılan
bu savaşı Anonim Selçuknâme, (a.g.e., s.39) 21 Zilhecce 677 olarak vermektedir. Buna karşın eseri
günümüze kazandıran Feridun Nafiz Uzluk (a.g.e. s.39, dipnot *) bu tarihin yanlış olduğunu
belirterek, ele geçen Cimri’ye ait sikkelerin tarihinin H.675 olduğunu, dolayısıyla anılan olayın 21
Zilhecce 675 olacağını belirtir. O.Turan (a.g.e., s.565) ise savaşın tarihini vermemesine karşın,
Cimrinin savaştan sonra gittiği Konya’ya ulaştığı tarihi 676 yılı başı/ Haziran 1277 olarak verir ki,
gerek sandukalardaki gerekse Uzluk’ta verilen Mayıs 1277 tarihine uygun düşmektedir. Bunun
dışında türbe’nin çeşitli bölümlerinde yer alan ve şehitliğin faziletlerini anlatan ayet ve hadisler, anılan
olaya vurgu yapar niteliktedir. Ayrıca, külliyenin günümüze ulaşamayan vakfiyesinin (bkz. Şer’iyye
Sicil Defteri Cilt 93.den nakleden Atçeken, a.g.e., s.110-111.) tarihinin de 1278 olması, külliyenin son
yapısı olan türbenin, 1277-1278 arasında inşa edilmiş olabileceğini göstermektedir.
391
Şer’iyye Sicil Defteri Cilt 93.den nakleden Atçeken, a.g.e., s.110-111. Bunun dışında, Fatih
tahririnde cami, hânkah ve türbenin vakfiyesi ile evkaf gelirlerinden bahsedilmekte ve mütevellisinin
Sahip Ata evladından Abdurrahman olduğu belirtilmektedir. Ayrıca II. Bayezid tahririnde de vakfın
mütevellileri zikredilmektedir. III. Murat dönemine ait H.992/M.1584 tarihli Konya Evkaf Defteri’nde
külliyenin vakfiyesi ve evkafından bahsedilmiştir (Bkz. Konyalı, a.g.e., s. 512) Bu bilgiler külliyenin
günümüze ulaşamamış bir vakfiyesi olduğuna işaret etmektedir. Hânkaha H.1074/M.1644 tarihinde
evkaf mütevellisi tarafından yapılan bir ödemenin yol açtığı bir alacak davası, külliyenin vakfına
ilişkin XVII. yüzyıla ait bir kaydını oluşturmaktadır. Başka bir şer’iyye sicil kaydında ise
H.1103/M.1691 tarihinde vakfın arazileriyle ilgili itilaflı bir arazi davasına ait kayıt buluyoruz. (Bkz.
Atçeken, a.g.e., s.108.) XVII. yüzyıla ilişkin bir başka şer’iyye sicil kaydında ise Mehmed oğlu
Ahmed isimli kişinin hem Hânkah ve Dârü’l-Hadis’in hem de Akşehir’deki Çelikli (Taş) Medrese’nin
mütevellisi olduğu yazılıdır. (Bkz. Atçeken, a.g.m., s.106) Bu bilgiler vakfın ve günümüze ulaşmayan
vakfiyenin varlığına işaret etmektedir.
173
mütevellilerinin, türbenin dâhil olduğu külliyenin H.677/M.1278 tarihli vakfiyesini
ellerinde bulundurdukları belirtilir. Vakfiyenin akıbeti hakkında bugün bilgiye sahip
değiliz.
Türbe’nin Osmanlı dönemine ait en eski kaydı Fatih tahririnde yer
almaktadır392. Burada külliyenin cami, büyük hânkah ve türbesinin vakfiyesi ile
evkaf gelirlerinden bahsedilmekte ve mütevellisinin Sahip Ata evladından
Abdurrahman olduğu belirtilmektedir.
Türbe, zaman içerisinde bazı dış etkenlerle tahrip olup çeşitli onarımlar
geçirmesine karşın aslî halini büyük ölçüde koruyabilmiştir. Binanın Osmanlı
dönemindeki tamirlerine ilişkin ilk belge H. 13 Şaban 1240/M. 2 Nisan 1825 tarihi
taşımamaktadır. Bu belgede, camideki büyük onarıma karşın, türbenin sadece
duvarlarının beyaz sıva ile kaplanması istenmektedir393. Diğer belge ise 21 Şaban
1264/M.23 Temmuz 1848 tarihine ait şer’iyye sicil kaydıdır394. Yapılan işlemler
hakkında bilgi verilmeyen belgede, Vakfın Türbesi’nin, Hânkah Camii, Hamam ve
Buzhane ile birlikte onarım gördüğü yazılıdır.
Vakıflardaki kayıtlara göre Cumhuriyet döneminde Hânkah’taki uzun ve
sürekli onarım faaliyetine karşın, türbede herhangi bir işlemin gerçekleştirilmediği
anlaşılmaktadır. Vakıfların yetersiz kayıtlarından 1964–65 yıllarında hânkahla
birlikte türbenin kubbesinin yenilendiğini öğrenmekteyiz. Buna karşın, türbenin
sahipsizliği ve bakımsızlığı uzun yıllar sürmüş, külliyenin diğer binaları olan cami,
hânkah ve hamam defalarca onarım görmesine karşın binada yeterli koruyucu
tedbirler alınmamıştır. Nitekim 14 Mayıs 1981’de metruk hânkahın penceresinden
392
Konyalı, a.g.e., s.512.
393
Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F-31), s.23/1.
394
Şer’iyye Sicil Defteri C.80 (F-39), s.132/1’den nakleden Atçeken, a.g.e., s.113.
174
türbeye
giren
hırsız,
buradaki
kapının
örülü
olmasından
ötürü
camiye
geçemeyeceğini anlayınca, çinili pencere kafeslerini tahrip ederek kendisine yol
açmış, büyük bir tahribata neden olmuştur395. Bu ve kayıtlara geçmemiş diğer
tahribatlarla türbenin çinileri dökülmeye başlamış, 2003 yılında dökülen çinilerin
envanteri çıkarılması gereği hissedilmiştir. Burada 167 adet parça çininin yanı sıra,
üçayaklar ve çanak çömlek kırıklarının bulunması, türbenin zaman içinde atık depo
gibi kullanılmış olmasını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Bu çalışma esnasında
duvardan kalıp halinde ayrılmış olan çini plakaları396 oldukları yerde muhafaza
edilmesi uygun görülmüştür397. Bu tarihten sonra hânkah ve türbenin onarımına
temel teşkil etmek üzere çeşitli harç ve sıva analizleri yaptırılmış; daha sonra da bir
onarım
projesi
hazırlatılmıştır.
Restorasyon
ve
konservasyon
çalışmaları
sürdürülürken 02.08.2005 tarihinde, hânkahta çalışmaları devam ettiren ehliyetsiz
kişilerin eliyle, hânkahın ve türbenin duvarlarındaki çiniler sökülerek zemindeki
boşlukları doldurmak için dolgu malzemesi olarak kullanılmıştır. Adli bir takibata
395
Önge, a.g.m., s.284, dipnot 16. Y.Önge, bir başka tebliğinde (“Konya’da Yeni Bulunan İlginç Bir
Kapı Kanadı”, XI. Sanat Tarihi Araştırmaları Haberleşme Semineri, İstanbul, 3-7 Haziran 1991,
Seminere Sunulan Bildiri.) tahribat sırasında nereye ait olduğu bilinmeyen bir ahşap kapı veya
pencere kanadının varlığından haber olunduğunu belirtmiştir. Çift kanatlı olan kapı/pencere kanadı
son derece harap durumda olup sadece ortasındaki madalyon seçilebilmektedir. R.Bozer, (a.g.t., s.4,
Resim 3-4.) şeması anlaşılamayan eserin bir pencere kanadına ait olabileceğini belirtir. Sn. Bozer,
yaptığımız sözlü mülakatta, madalyonlu tipin XIII. yüzyılda daha çok pencere kanatlarında
görüldüğünü ifade etmiştir.
396
Vakıflardaki dosyasında (V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./ 2.) Hânkahın
onarımına ilişkin çeşitli analiz raporlarını içeren bir çalışma çok dikkat çekici bir gerçeği ortaya
koymaktadır. Burada hânkah ve türbede yer alan çinilerin önceki müdahaleler sırasında çimento harç
kullanımı sebebiyle plakalar halinde yerinden ayrıldığı belirtilmektedir. Bu durum tarihini
bilemediğimiz yıllarda yapılan müdahalelerin yanlışlığını ortaya koyarken, bir başka açıklı durum, bu
müdahalelerin Vakıflarda kaydının olmamasıdır.
397
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./ 2. Dosyadaki konuyla ilgili raporda Sanat
Tarihçisi E.Altıntaş ve arkadaşları, yapının güvenliğinin yeterli olmamasından dolayı çinilerinin
çalınması konusunda duydukları endişeyi vurgulamaktadır.
175
neden olan bu olay sonrası, restorasyon çalışmalarına yeniden başlanmış, türbe,
hânkahla birlikte çalışmaların tamamlandığı 2007 ocak ayından itibaren kullanıma
açılmıştır.
Türbenin, kripta kısmı tamamen, sandukaların bulunduğu kısım ise, zeminden
2.5 m. ye kadarki bölümü yonu taş malzemeyle inşa edilmiştir. Duvarların üst
bölümleri ve kubbe ise tuğladandır. Kubbe dıştan kurşuna kaplıdır. Türbenin
doğusundaki koridor, alt pencereleri seviyesine kadar yonu taş, üst bölümlerin
tuğladan inşa edilmiştir. Mekânın doğu cephesindeki mevcut görüntüsünden tuğla ve
taş bölümlerin yatay ahşap bir hatılla ayrıldığı anlaşılmaktadır. Çini, türbenin
koridorun kapı ve pencere seviyesinin üst kısmında, sanduka bölümünde ise
zeminden pencerelere kadarki kısmı ile pencere şebekeleri ve kubbenin ortasındaki
dairesel bölümde kullanılmıştır.
Bina iki kademe halinde algılanmaktadır (Çizim: 16). Beden duvarları ilk,
kubbe ise ikinci kademeyi oluşturmaktadır. Türbe bölümü kubbe ile doğusundaki
koridor ise kiremitle kaplı bir kırma çatıyla örtülüdür. Bina, kare planlı kubbeli ana
mekân ile bunun eyvan tarzında bir kemerle açıldığı ve doğusuna bitiştirilmiş doğubatı doğrultulu tonozlu bir koridordan müteşekkildir. Bu dehliz biçimindeki koridor,
hânkah ve cami ile kuzey ve güney ucunda yer alan birer kapı vasıtasıyla irtibatlıdır.
Kubbeli kısmın altında, hânkahın bu yöndeki eyvanının kuzey duvarından yedi
basamaklı bir merdivenle inilen, kuzey-güney yönlü ve sivri beşik tonoz örtülü
mezar hücresi bölümü yer alır.
Türbe’nin kare planlı ana mekânının kuzey duvarı camiye, güney duvarı ise
hânkaha bitişmiştir (Çizim: 9). Doğu yönden sivri bir kemerle koridora açılan bu
mekân, batı yönden üç açıklıkla aydınlatılmıştır. Batı cephenin ortasında düşey aksa
göre hizalanan açıklıklardan üstteki boyuna dikdörtgen formlu iken, ortadaki akstan
176
biraz kuzeye kaymış bir mazgal penceredir. Altta yer alan ise diğerlerinden daha enli
olup boyuna dikdörtgen formlu bir kapıdır. Türbenin dıştan doğu cephesini teşkil
eden, dar koridorun doğu duvarında toplam dört pencere bulunmaktadır (Foto:112).
Bunlardan üçü üstte, saçağa yakın bir
kotta yer alırken diğerlerinden daha
büyük
boyuttaki
boyuna
dikdörtgen
formlu dördüncü pencere alt kottadır.
Üstteki üç pencereden ortadaki tam
düşey aksa denk gelmekte; diğer ikisi ise
düşey aksa göre simetrik ve birbirine eşit
mesafede bu açıklığın iki yanında yer
almaktadır. Her üç pencere de dairesel
formda olup, forma uygun olarak dıştan
Foto 105: Sahip Ata Türbesi (Onarım Öncesi)
metal bir şebeke ile kapatılmıştır398.
Alttaki yer alan ve cephenin düşey aksında yer alan boyuna dikdörtgen formlu
açıklık ise muhdes tek kanatlı ahşap bir kanat ile örtülüdür399. Türbenin hânkaha
bakan güney cephesinde ise cephenin ortasına, düşey aksa göre sıralanmış iki
pencere açıklığı vardır(Foto:113-120). Bunlardan boyuna dikdörtgen formlu olup
üstte olanı, alt kenarının ortasına yerleştirilmiş sivri kemerli bir açıklıktan ibarettir.
Pencere, çini mozaiklerden oluşturulmuş geometrik bir kompozisyona sahip, kafesli
bir şebeke ile kapatılmıştır. Alttaki ise üstteki ile aynı hizada ve boyuna dikdörtgen
398
Pencerelerin dairesel biçimli mevcut dış görünüşünün muhdes, aslî halinde dıştan içe doğru
şevlenen mazgal biçimli bir açıklık olduğu rahatlıkla söylenebilir. Nitekim son onarımlarda bu forma
uygun olarak restore edilmişlerdir.
399
Söz konusu ahşap kapı kanadı için ayrıntılı bilgi bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Cami
bölümüne.
177
formda, yan söveleri türbeye doğru şevli bir açıklıktır. Açıklık, geç dönemde ilave
olunmuş, geometrik kompozisyona sahip ahşap bir şebeke ile kapatılmıştır. Türbenin
kuzey duvarının ortasında yer alan açıklık düşey aksta ve türbenin alt seviyesindeki
diğer pencerelerle aynı hizada olup boyuna dikdörtgen formdadır. Camiye açılan ve
türbeye doğru yan söveleri şevlendirilmiş
pencere, caminin bu yöndeki açıklığının
türbenin yapılışı sırasında değiştirilerek
yeniden
düzenlenmesiyle
oluşmuştur
(Foto:113).Türbenin doğusundaki dehliz
biçimli dar koridor, hânkah ve cami ile
birer kapı vasıtasıyla irtibatlı
olup,
her
iki
binadan
Foto 106: Onarım öncesi çinilerin durumu
türbeyi
geçişi
sağlayan
bir
ön
bölüm şeklinde
tasarlanmıştır(Çizim:13, Foto:107-108). Koridoru hânkaha bağlayan diyagonal kapı,
tonozlu bir aralığa açılır. Koridora ise bu aralıktan ikinci bir kapı ile ulaşılır. Bu
durum, hânkahla türbenin, söz
konusu tonozlu aralıkla bilinçli bir
şekilde
kopartıldığını
göstermektedir. Ayrıca koridorun
çok
zengin
çini
süslemesine
karşın, bu ön bölümün süslemesiz
oluşu, mekân tasarımındaki
Foto 107: Onarım sonrası koridor bölümü
bilinçli bir ayrıma da işaret eder. Dar
tepe pencereleri ile aydınlatılan bu hazırlık mekânı doğu duvarındaki bir kapı
vasıtasıyla
hânkahın
giriş
eyvanının
kuzeyindeki
mekân
grubu
ile
irtibatlandırılmıştır. Koridorun camiye açılan kapısı düz atkılıdır. Hânkaha açılan
178
kapısı ise sivri kemerlidir. Bu kapının koridora bakan yüzü tamamen çinilerle
süslüdür. Kapıyı üstte ve iki yanda enli bir bordür dolaşır. Burada turkuaz zemin
üzerine patlıcan moru çini mozaiklerle teşkil edilmiş, açık geometrik süsleme
bulunmaktadır. İç içe geçmiş altıgen
ve
beşgenlerden
oluşan
kompozisyonu düz turkuaz renkli dar
iki silme sınırlamaktadır. Kapının yan
sövelerini kaplayan süslemeyi dışta
patlıcan moru ve turkuaz çinilerden
oluşan iri bir zencirek motifi sınırlar.
Zeminden itibaren yukarıda doğru
yükselen motif, kemerin üzengi hattı
seviyesinde ikiye ayrılmaktadır. Bir
kolu kemer eğrisini takip eden
Foto 108: Onarım sonrası koridor kapısı
motifin, diğer kolu dik olarak yükselip,
üstteki yazıtı kuşatarak aşağıya inmekte ve diğer yan söveye bağlanmaktadır.
Zencirek motifli silmenin yan sövelerden itibaren kemer eğrisini takip eden kolu
kemerin kilit taşı hizasında birbirini kesip, kemer köşeliklerini sınırlamaktadır.
Zencirek motifinin sınırladığı ve kapının yan sövelerini kaplayan bordür, patlıcan
moru mozaik çinilerden kıvrık bir dal üzerinde ters ve düz yerleştirilmiş küçük
palmetlerle süslenmiştir. Uçlarından iki yöne doğru çıkan sapların zarif rumîlerle
nihayetlendiği süslemede, aralardaki boşluklar, turkuaz çini
mozaiklerle doldurulmuştur. Zencirek motifli bordürün yan sövelerden yükselen iki
kolu kemerin kilit taşının hizasında birbirini kestikleri bölümde üçgen bir alan
oluşmuştur(Foto:108). Burada turkuaz zemin üzerine patlıcan moru çini mozaiklerle
179
bitkisel bir süsleme görülür. Süslemenim beyaz alçı zemini, kontur halinde görülür.
Kemer köşeliklerinde ise patlıcan moru çini mozaiklerden kıvrık bir dal üzerinde
zarif kıvrımlı rumîlerden açık bitkisel bir kompozisyon yer alır. Kompozisyonda
boşluklar turkuaz çini mozaiklerle dolgulanmıştır. Bu bölümün üzerinde tek satırlık
sülüs hatlı bir yazıt400 bulunur. Yazılar patlıcan moru, aradaki boşluklar ise turkuaz
çini mozaiklerle oluşturulmuştur. Koridorun güney ile doğu duvarlarında, kapı ve
aynı hizadaki doğu duvardaki pencerenin üstünden başlamak üzere tuğla ve çiniden
oluşan bir süsleme yer almaktadır. Söz konusu bölümü dört yandan bir bordür
sınırlamaktadır.
Bordür,
patlıcan
moru
çinilerle
oluşturulmuş
palmet-rumî
kombinasyonuna dayalı bitkisel açık bir kompozisyonla süslenmiştir (Foto:112).
Foto 109: Koridorun batı duvarındaki çiniler
Foto 110: Koridorun batı duvarındaki çiniler
Bordürde arada kalan boşluklar turkuaz çinilerle doldurulmuştur. Bordürün
sınırladığı alan içerisinde ise sırsız tuğlalar ve aralardaki çinilerle oluşturulmuş bir
süsleme yer almaktadır. Burada sırsız tuğlaların uzun kenarları yatay, çini birimlerin
uzun kenarları düşey birim olarak kullanılmıştır (Foto:112).
400
Uğur-Koman, a.g.e., s.52.
180
Foto 111: Türbe kubbesinden
Foto 112: Koridorun doğu duvarındaki çinilerden
Düşey konumlanmış tuğlalar her sırada bir birim kalınlığında iki yana kayarak ve
belirli sıralarda yön değiştirerek kûfî yazı ile “Ali”ve “Allah” kelimelerini
biçimlendirir (Foto:112). Kelimeler arasında oluşan boşluklara baklava biçiminde
kesilmiş turkuaz çiniler yerleştirilmiştir. Ayrıca çapraz şekilde yerleştirilmiş olan
yarım tuğlalar zemini doldurur401. Doğu ve güney yönde tekrar ederek sıralanan
süslemede yazılar Ma’kıli402 hat ile teşkil edilmiştir. Ortadaki eşkenar dörtgenin
etrafında dörder “Ali” isminin tekrarından oluşan kompozisyonda turkuaz ve patlıcan
moru çinilerden oluşan yazının kalınlığı ile sırsız yatay tuğlaların oluşturduğu boşluk
birbirine eşittir. Günümüzde düz ahşap bir çatı ile örtülü olan koridorun örtüsünün
aslî halinde yıldız tonoz olduğu belirtilir403.
Foto 113: Sandukalar (Doğudan)
401
Bakırer, a.g.e., s.476-477.
402
Şimşir, a.g.m., s.324.
403
Önge, a.g.m., s.285.
Foto 114: Sandukalar (Batıdan)
181
Kare planlı asıl türbe bölümü, doğusundaki koridora eyvan tarzında sivri bir kemerle
açılır (Çizim:13, Foto:109). Kemerin iç ve iki yan yüzü çinilerle süslenmiştir.
Kemerin koridora bakan yüzü ve köşe dolguları dekoratif şerit ve geçmelerle dekore
edilmiştir. Kemer kavsi boyunca uzanan en dıştaki eğimli silme, turkuaz zemin
üzerinde patlıcan moru mozaik çinilerden oluşturulmuş ve üç bölümlü palmetlerle
süslenmiştir(Foto:109). Bu palmetlerden biri tamamen patlıcan moru çiniden,
diğerleri ise aynı renkli çiniyle sadece konturları çizilerek hazırlanmış ve bordür
üzerinde münavebeli bir şekilde sıralanmıştır. İkinci ve üçüncü bordürler rumî
geçmelerinden oluşur. Kemer kavsinin köşelerindeki üçgen sahalar ise bulunduğu
satıhtan taşıntılı ve ağaç dalı geçmesi denilen, turkuaz ve patlıcan moru renkli
çinilerden girift bir geçme ile süslenmiştir. Kemer karnı ise iki kenarda ince bir silme
ile sınırlanan geometrik bir kompozisyonla süslenmiştir. Kemer içi turkuaz zemin
üzerine patlıcan moru çinilerden kesilmiş şeritler ve çokgenlerden oluşan geometrik
açık bir kompozisyonla tezyin edilmiştir. Burada, çokgenlerin birbirleriyle
kesişmesinden ve baklava motifleriyle birleşmesinden meydana gelen girift bir örgü
vardır. Bu onikigen geçmelerin içindeki sekizgen sahada, kazıma tekniği ile yapılmış
ve lotus palmetlerin zıt istikamette yönelmelerinden meydana gelmiş zarif bir dolgu
vardır. Zemindeki sır kazınmış örnek, koyu mor kısmıyla bırakılmıştır404. Ayrıca
kemerin içinde iki tarafta karşılıklı olmak üzere oniki kenarlı birer çini levha yer
almaktadır. Kemerin türbeye bakan yüzünü dıştan sınırlayan bordür koridora bakan
yüzdekiyle aynıdır. Bunu takip eden kemer kavsine uygun frizde, Kuran-ı Kerimden
ayetler ve türbenin yenilendiğini belirten kitabe yer alır (Foto:115).
404
Yetkin, a.g.e., s.78.
182
Foto 115: Koridora açılan eyvan kemeri
Foto 116: Eyvan kemerinden detay
Turkuaz zemin üzerine patlıcan moru çini mozaiklerle oluşturulmuş olan tek satırlık
sülüs hatlı yazı frizinde, güneyden başlayarak önce Kuran-ı Kerim’in Ali İmran
Sûresinin 169. ve 170. ve Nisa Sûresinin 100. ayetleri ile hadisler yer alır405. Yazı
frizi, inşa kitabesi ile nihayetlenmektedir406. Söz konusu yazı frizinin, kilit
noktasında ve üzengi seviyelerinde dairesel biçimli birer rozet bulunur. Kemerin
üçgen köşelikleri kabartma yuvarlak silmelerin kesişerek meydana getirdiği
madalyonlar ve geometrik geçmelerden meydana getirilmiştir. Kıvrım dallarından
oluşan bitkisel bir kompozisyonla süslü olan silme, üçgenin alt köşesinden iki kol
halinde çıkmakta ve önce altı köşeli daha sonra ortada oniki köşeli ve son olarak
elips biçimli bir alan oluşturacak şekilde kesişerek sahayı kat etmekte, kemerin kilit
noktasına ulaşmaktadır. Silmenin ve bu sahaların aralarındaki bölümler palmetler
rumîler ve kıvrım dallarıyla süslenmiştir. Söz konusu motifler patlıcan moru, zemin
ise turkuaz renkli çini mozaiklere oluşturulmuştur. Oniki köşeli sahanın ortasında
turkuaz renkli çiniden yüzeyden taşıntılı yarım küre biçimli kabara bulunmaktadır.
Oniki köşeli sahanın geri kalan bölümü ortadaki kabaranın çevresinde yer alan
405
Ayet ve hadislerin Arapça transkripsiyonu ve Türkçe açıklaması için bkz., Önkal, a.g.e., s.366.
Ayet ve hadislerin şehitlik ve gaza konularını içermesi dikkat çekicidir.
406
Kitabenin Arapça transkripsiyonu ve Türkçe açıklaması için bkz., Uğur-Koman, a.g.e., s.54.
183
palmet-rumî kombinasyonundan oluşan bitkisel bir süsleme yer almaktadır
(Foto:116).
Foto 117: Güney duvardaki çinili pencere
Foto 118: Kubbe göbeğindeki çini madalyon
Türbenin kare planlı asıl mekânının duvarları, zeminden yaklaşık 2,5 m. ye kadar
olan kısımları turkuaz renkli altıgen çinilerle süslenmiştir (Foto:105, 113-114). Her
sırada ½ oranında birbirini takip ederek oluşturulmuş kompozisyonu, dışta patlıcan
moru çini mozaik bir bordür sınırlandırmıştır. Onarımlar öncesi çinilerin bazı
bölümleri blok halinde duvardan ayrılmıştı (Foto:106). Kare planlı ve kubbe ile
örtülü mekânın duvarları çinili bölüme kadar kesme taş, üst bölümü tuğladır.
Tuğlalar yatay konumlanmış ve her sırada ½ oranında birbirini takip ederek
sıralanmıştır. Geçiş öğesini oluşturan üçgen sahaları ise turkuaz zemin üzerine
patlıcan moru çini mozaiklerden kesilmiş palmetlerin dik olarak konumlandığı kapalı
bir kompozisyon süslemektedir. Geçiş öğelerinin ana akslara denk gelen
bölümlerinde, doğuda ve batıda boyuna dikdörtgen bir çerçeve içine alınmış sivri
kemerli birer pencere yer almaktadır(Foto:119). Bunlardan doğuda olanı sağır niş
halinde iken batıdaki çini mozaik parçalardan oluşturulmuş ajurlu birer şebekeye
sahiptir. Boyuna dikdörtgen bir çerçeve içine alınmış olan sivri kemerli açıklığı, dışta
turkuaz zemin üzerine patlıcan moru palmetlerle oluşturulmuş bir bordürle
sınırlandırmış, bordürün sınırlandığı alan ise patlıcan moru ve turkuaz çini
184
mozaiklerden meydana getirilmiş ve çokgenlerin kesişmesinden oluşan geometrik bir
kompozisyonla süslenmiştir. Batı duvarda bu açıklığın dışında iki pencere açıklığı
daha yer alır(Çizim:16, Foto:114). Bunlardan üstte olanı düşey akstan biraz kuzeye
kaymış, sivri kemerli bir mazgal penceredir. Altta olanı ise düşey aksta yer alan
boyuna dikdörtgen bir açıklıktır. Güney duvarda ise düşey aksa sıralanmış olan iki
açıklık vardır(Foto:107). Üstte olan pencere 1981 yılındaki hırsızlık olayına407 kadar
sağlam olarak gelebilmişken, bu olay sırasında önemli ölçüde tahribata
uğramıştır(Foto:117). Açıklık üstte ve iki yanda turkuaz zemin üzerine geometrik bir
bordürle sınırlandırılmıştır. Boyuna dikdörtgen açıklığın ortasına yerleştirilmiş olan
sivri kemerli bölüm dışta turkuaz zemin üzerine, patlıcan moru kare çini
mozaiklerden oluşan bir bordürle sınırlandırılmıştır. Daha sonraki bordür bir ters bir
düz olarak yerleştirilmiş olan palmetler ve aralarındaki kıvrım dallardan müteşekkil
bitkisel açık bir kompozisyonla süslenmiştir. Bu bordürde zemin turkuaz, motif
patlıcan moru çinilerden oluşturulmuştur. En içteki ince bordürde ise rumîlerden
oluşan bir süsleme vardır. Açıklığı kaplayan ajurlu şebeke ise turkuaz renkli
çinilerden oluşan ve sekiz köşeli yıldızdan gelişen geometrik açık bir kompozisyona
sahiptir. Düşey aksta yer alan sekiz kollu yıldızlar ve yandaki boşluklarda yer alan
dört köşeli yıldızlarda, motif, zemine kazılmak suretiyle yapılmıştır. Sivri kemerin
köşeliklerinde kıvrım dallardan ve rumîlerden oluşan bitkisel bir süsleme bulunur.
Burada zemin turkuaz, motif patlıcan moru çinilerden oluşmuştur. Bunun üstünde ise
sülüs hatlı tek satırlık bir yazıt vardır. Turkuaz zemin üzerine patlıcan moru
çinilerden oluşturulmuş yazıtta Firdevsî Tusî’den bir beyit yer alır408. Yazıtın tam
ortasında bitkisel dekorlu dairesel bir madalyon yer alır. Güney duvarda bulunan
407
Söz konusu olayın geniş açıklaması için bakınız dipnot 404.
408
Beyitin Arapça transkripsiyonu ve Türkçe açıklaması için bkz., Uğur-Koman, a.g.e., s.56.
185
açıklıklardan altta olanı ise üstteki ile aynı hizada ve boyuna dikdörtgen formda, yan
sövelerinin türbeye doğru şevlendirildiği bir açıklıktır. Mekânın batı duvarında düşey
aksa hizalanmış açıklıklardan üstte olanı, yukarıda zikrettiğimiz geçiş öğeleri ile aynı
seviyede yer alan boyuna dikdörtgen formlu bir penceredir. Ortadaki açıklık akstan
biraz kuzeye kaymış bir mazgal penceredir. Altta yer alan pencere ise diğerlerinden
daha geniş, boyuna dikdörtgen bir açıklıktır. Güney duvarının ortasında, düşey aksa
ve türbenin alt seviyesindeki diğer pencerelerle aynı hizada yer alan açıklık, boyuna
dikdörtgen formdadır(Foto:114). Camiye açılan ve türbeye doğru yan söveleri
şevlendirilmiş pencere, caminin, bu yöndeki açıklığının, türbenin yapımı sırasında
düzenlenmesiyle oluşmuştur. Kubbe kasnağını, örgülü kûfî hatla oluşturulmuş çini
mozaik bir kuşak süslemektedir. Enli kuşağı altta ve üstte dar iki silme
sınırlandırmaktadır.
zemin
üzerine
Bordürde,
patlıcan
turkuaz
moru
çini
mozaiklerle rumîlerden oluşan bir süsleme
yer almaktadır. Enli kuşakta ise turkuaz
zemin üzerine patlıcan moru çinilerle
örgülü kûfî hatla Kuran-ı Kerim’in Al-i
İmran Sûresi yazılıdır. Güneyden başlayan
yazıda, Besmele-i Şerif’ten sonra Al-i
İmran Sûresinin 18. ayetinin tamamı, 19.
ayetinin
Foto 119: Kubbe kasnağındaki çinili bordür
186
ise ilk durak yerine kadar; ayrıca 26. ve 27. ayetlerin tamamı ve 28. ayetin ilk durak
yerine kadarki kısmı yer almaktadır409. Kûfî örgü, turkuaz zemin üzerine patlıcan
moru çinilerle oluşturulmuştur (Foto:119). Kuşağın alt kenarına sıralanmış yazının
harflerinden çıkarak, üstte, palmetlerle nihayetlenen ve kıvrım dallarından oluşan
kompozisyonun ortadaki düğüm noktalarında, beyaz alçıdan altı köşeli yıldızlar
bulunmaktadır. Kubbe yüzeyi, tam tuğlaların balıksırtı tarzında süslenmesiyle
örülüdür. Kubbenin ortasında ise dairesel
bir madalyon yer alır. Ortadaki çiçekli
kûfî hatla oluşturulmuş yazının çevresini
enli bir bordür kuşatır. Bordürü, turkuaz
zemin
üzerine
patlıcan
moru
çini
mozaiklerden kesilen palmetlerin bir ters
Foto120: Sandukalardan detay (Kuzeyden)
bir düz olarak yerleştirilmesiyle
oluşturulmuş kapalı bir kompozisyon süslemektedir. Madalyonun merkezi turkuaz
zemin üzerine patlıcan moru çini mozaik parçalarla oluşturulmuştur. Madalyonda
örgülü kûfî hatla, merkezdeki beş kollu yıldızın kollarının uzatıldığı beş hat üzerinde
“Muhammed, Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali” isimleri yazılıdır. Harflerin uçları rumî
motifleriyle süslenmiştir410(Foto:118).
Türbede üçerli iki sıra halinde ve doğu-batı doğrultulu sıralanmış altı sanduka
yer almaktadır (Foto:113-114, 120). Güneybatı köşede ve diğerlerinden daha yüksek
409
Ayetlerin Arapça transkripsiyonu için bkz., Şimşir, a.g.m., s.324-325. Şimşir, (a.g.m., s.325.)
yazının tasarlanan ölçüye sığmadığı için yazı kuşağının sonundaki iki harfin üst üste alındığını ve
örgülü bölümün ortasındaki yayların kesişmesinden oluşan altı köşeli yıldız yerine zorunluluktan
ötürü dört köşeli yıldız yapıldığını belirtir.
410
Yazıların transkripsiyonu ve Türkçe karşılıkları için bkz. Şimşir, a.g.m., s.324. Bu bölümü Uğur-
Koman (a.g.e., 56.) Kuran-ı Kerim’in İsa Sûresinin 84. ayeti olarak okumuş, Löytved (a.g.e., s.67.) ise
burada beş kez “Elhamdülillah” duasının tekrar edilerek yer aldığını belirtmiştir.
187
olan 2.30 m. boyunda ve 0.80 m. genişliğindeki sanduka Selçuklu Veziri Sahip Ata
Fahreddin Ali’ye aittir. Tamamıyla çini kaplı sandukada, çiniler tek renk sırlı, düz
levha ve kabartma yazılı çiniler olmak üzere üç farklı tiptedir. Enine dikdörtgen
formlu lahdin doğu yüzünde, turkuaz zemin üzerine patlıcan moru kabartmalı
çinilerle bir hadis vardır. Bu yazıtın altında Besmele-i şerif ile başlayan yazıtta,
Ayet’ül-Kürsi’nin 256. ayetin sonuna kadar ki bölümü sandukanın etrafını dolaşır.
Bittiği yerden itibaren Amener-Resulu ayeti 286. ayetin sonuna kadar devam eder.
Ayetlerin bittiği yerden itibaren bir dua bulunmaktadır.411. Batı yüzünde ise aynı
şekilde ölünün kimliğini tanıtan bir yazıt vardır412. Sandukanın kaidesi, yüksekliğinin
üçte ikisine kadar turkuaz levha çinilerle kaplıdır. Bunların üzerinde patlıcan moru
kabartma çinilerden kitabe kuşağı yer alır. Sandukanın üst kısmında ise kaidedeki
yerleşme düzeni görülür413. Sahip Ata’nın sandukasının doğusundaki ikinci lahit,
çinilerin renk ve lahit üzerindeki yerleşme düzeni bakımından birincisi ile aynıdır.
Baş ve ayakucundaki kitabelerin büyük kısmı dökülmüştür. Sandukanın başucundan
başlayan Ayet’ül Kürsî, Bakara Sûresinin 256. ayetine kadar ve sonra Ali-İmran
Sûresinin 18. ayeti ile devam eder. Bu sûrenin 19. ayetinin durak yerinde sonlanan
yazı Nisa Sûresinin 100. ayeti ile durak yerinden başlayıp sonuna kadar sürer.
411
Hadisin, ayetlerin ve duanın transkripsiyonu ve Türkçe karşılıkları için bkz. Uğur-Koman, a.g.e.,
s.57.
412
Hadisin transkripsiyonu ve Türkçe karşılıkları için bkz. Taşkın, a.g.m., s.249. Burada Sahip
Ata’nın ölüm tarihi olarak H. 684 yılı Şevval/M. Kasım-Aralık 1285 sonları verilmektedir. Ancak biz
Sahip Ata’nın ölüm tarihini Aksarayî (a.g.e., s.119.) ve Müneccimbaşı (Turgal, a.g.e., s.85.) dan 25
Şevval 687/.M22 Kasım 1288 olarak öğrenmekteyiz. Turan, (a.g.e., s. 591-592.) da vezirin ölümün bu
tarih olarak kabul eder. Anonim Selçuknâme (a.g.e., s.49.) ise 5 Şevval 687’de ishalden öldüğünü
belirttiği vezirin bu ayın 20. günü cenazesinin Konya’ya getirildiğini ifade etmiştir.. Tarihi
kaynaklarda bu denli kesin olarak belirtilen göre ölüm tarihinin, sanduka’da bir yazım hatası sebebiyle
farklı yazıldığı anlaşılmaktadır. Önkal, a.g.e.,s.370, Taşkın, a.g.m., s.249., Yetkin, a.g.e., s.80.
413
Taşkın, a.g.m., s.249.
188
Burada yatan kişinin Sahip Ata’nın büyük oğlu Taceddin Hüseyin olduğu tahmin
edilmektedir414. Bunun doğusundaki sanduka da, ilk ikisi ile aynı tipte ve süsleme
düzenindedir. Sandukanın baş (doğu) yüzünde yer alan kitabenin ilk iki satırı
dökülmüştür415. Ayak (batı) ucunda ise yatan şahsın ne zaman öldüğünü belirten beş
satırlık tarih yazıtı bulunmaktadır ki bu kişi, ağabeyi ile aynı savaşta ölen Nusrettin
Hasan’dır. Yazıtta burada yatan kişinin H.675 senesinin Zilheccesinin 21. Cuma
günü öldüğü belirtilir ki bu tarih, kaynaklarda her iki kardeşin Karamanoğulları ve
Cimri ile yaptıkları savaşın tarihidir. Kuzeydeki ikinci sırada yer alan sandukalardan
Sahip Ata’nın lahdi ile aynı hizada olanının, başucunda kitabe yoktur. Ayakucundaki
dört satırlık kitabesinden burada yatan kişinin H.691 Şaban /M.1292 Mayıs’ta ölen
Sahip Ata’nın kızı Melike Hatun olduğunu öğrenmekteyiz416. Sanduka’nın kaide
kısmının günümüze kalabilen çini parçalarından, örgülü kûfî ile Ayetü’l-Kürsi yazılı
bir yazı bordürünün yer aldığı tespit edilebilmektedir417. Sandukanın üst kısmı, üzeri
turkuaz zemin üzerine patlıcan moru çinilerden kesilmiş girift bir geometrik geçme
ile kaplıdır. Bu geometrik örgülü bölümü, kıvrık dallarla birbirine bağlanmış ve
rumîlerden oluşan bir çerçeveyle sınırlandırmıştır. Sandukanın kaidesindeki örgülü
kûfî yazılı kabartma bordürün alt kısmında, bir zamanlar lotus-palmet frizi
dolanmaktadır418. Bu frizin altında, çini mozaik tekniğinde, geometrik geçmelerin
arasında bitkisel motiflerin de yer aldığı daha geniş bir bordür vardır. Burada
414
Kitabenin ayetlerin ve duanın transkripsiyonu ve Türkçe karşılıkları için bkz. Uğur-Koman, a.g.e.,
s.58. Sahip Atanın büyük oğlu Taceddin Hüseyin, H.675/M. 1277 yılında Akşehir’in Kozağaç
köyünde Cimri ve Karamanoğulları ile savaşarak öldüğünü bilmekteyiz. (Turan, a.g.e., s.565.)
415
Kitabenin ayetlerin ve duanın transkripsiyonu ve Türkçe karşılıkları için bkz. Önkal, a.g.e., s.371.
416
Kitabenin ayetlerin ve duanın transkripsiyonu ve Türkçe karşılıkları için bkz. Uğur-Koman, a.g.e.,
s.59.
417
Taşkın, a.g.m., s.250.
418
Aynı yer.
189
geometrik açık bir kompozisyon yer almaktadır. Oniki köşeli yıldızların köşeleri bir
uzun bir kısa olarak uzatılmış, kısa kenarların uçları palmetlerle nihayetlendirilmiştir.
Burada değişik ve Selçuklu dönemi için ünik olan419, üçgenlerle birleşen yıldızların
uçlarının yuvarlak hatlı rumîlerle taçlandırılmış olmasıdır. Bu sandukanın
doğusundaki beşinci sanduka’da herhangi bir kitabe yoktur. Ancak Ahmet Tevhid,
H.1313/M.1896 yılında bu yazıtı okumuştur420. Buna göre, burada yatan şahsın
Sahip Ata’nın torunu (Taceddin Hüseyin’in oğlu) Şemseddin Mehmed olduğunu ve
H.686 Cemaziyeli’nin başlarında öldüğü anlaşılmaktadır421. Altıncı sandukanın kime
ait olduğu bilinmemektedir. Bu sandukanın çinileri dökülmüştür.
Türbenin kripta kısmına, hânkahın kuzey eyvanında yer alan yedi basamaklı
bir merdivenle ulaşılır (Çizim:16). Sivri beşik tonoz örtülü ve 6.20 x 5.30 m.
ölçülerindeki mekânda, mumyaları bozulmuş ve dağınık iskeletler haline gelmiş yedi
adet ceset bulunmaktadır. Türbede altı sanduka olmasına karşın kripta kısmında yedi
cenaze bulunması dikkat çekicidir. Yedinci cesedin kime ait olduğunu ve buraya
nasıl konulduğunu bilinmemektedir422. Batı duvarda cephe aksına göre simetrik
konumlanmış iki, doğu duvarında ise dikey aksın ortasında yer alan bir havalandırma
penceresi yer almaktadır. Konyalı, II. Dünya Savaşına kadar Sahip Ata’nın
419
Yetkin, a.g.e., s.81.
420
Ünver, a.g.m., s.207.
421
Buradaki yatan kişi olan Sahip Atanın torunu Şemseddin Mehmet M. 1287 yılında Germiyanlılarla
yaptığı savaşta ölmüştür. (Turan, a.g.e., s.590.) Kaynaklardaki ile kitabedeki tarih bu anlamda
uyuşmakta, dolayısıyla, burada yatan kişinin de Şemseddin Mehmed olduğu anlaşılmaktadır.
422
Konyalı, tabip Ebu Bekir’in Sahip Ata’nın oğlu Nusreddin Hasan’a yazdığı mektuptan, Sahip
Ata’nın daha önce ölen iki oğlu daha olduğunu ve isimlerinin Şücaeddin Günak ve Şemseddin Kayser
olduğunu öğrenmekteyiz. Bu bilgiyi Ravzat Al-Kuttab ve Hadikat Al- Albab’tan aktaran Önkal
(a.g.e., s.368), burada yatan yedinci kişinin Sahip Ata’nın daha önce ölen oğullarından biri
olabileceğini belirtir.
190
mumyasının sağlam ve yerinde olduğunu ancak İtalyanlar tarafından çalındığını
rivayet etmektedir423.
Sahip Ata’nın bir aile türbesi şeklinde inşa ettirdiği anlaşılan yapının inşa
kitabesi bulunmamaktadır. Buna karşın çinili yenileme kitabesine göre 1283
tarihinde “tecdit” olunmuştur. Uğur-Koman424, “tecdit” kelimesinin buradaki
kullanılışının, yapılan yenilemenin sadece türbeyi değil, hânkahı da kapsadığını ifade
ettiğini belirtir. Konyalı425 ise yenilemenin sadece türbeyi kapsadığını belirtir.
Hânkah ve türbede yer alan ajurlu çini pencerelerin çini süsleme açısından birbiriyle
benzediği açıktır. Ancak çini süslemede kullanılan teknik ve süslemelerin, farklı
birçok Selçuklu yapısında kullanıldığı düşünüldüğünde, bu benzerliğin tek başına
hânkahla türbenin aynı tarihte inşa edildiği veya yenilendiğini göstermeye
yetmeyeceği açıktır.
Türbenin 1981 yılında maruz kaldığı hırsızlık olayı sırasında ortaya çıkan
ahşap kanadın, bir pencereye ait olabileceğini belirtmiştik426. Mevcut pencere
açıklıkları düşünüldüğünde ahşap kanadın ya türbenin kuzey duvarındaki pencereyi,
ya da koridorun doğu duvarındaki açıklığı kapattığı anlaşılmaktadır.
Mevcut bilgilerimizle türbenin 1283’ten önce yapıldığı kesindir. Türbede
yatan kişilerin ölüm tarihleri incelendiğinde en erken tarihli sanduka 1277’de ölen
Sahip Ata’nın iki oğlu Taceddin Hüseyin ve Nusrettin Hasan’a aittir. Bu anlamda
binanın, Sahip Atanın oğullarının ölüm tarihi 1277 ile yenileme tarihi olan 1283
423
Konyalı, (a.g.e, s.727.) Konyalı, kripta kısmında Sahip Atanın üstü açık, Mısır tabutları biçiminde
itina ile yapılmış bir tabutu olduğunu ifade eder. Cesetlerin dağınık bir vaziyette yer aldığını belirttiği
kriptanın, rutubetten etkilendiğini belirten Konyalı, Sahip Ata’nın tabutundan anlaşıldığı kadarıyla
“ufak tefek” olduğunu zikretmektedir.
424
Uğur-Koman, a.g.e., s.54.
425
Konyalı, a.g.e., s.721-722.
426
Bakınız. 395. dipnot
191
arasında başlanıp tamamlandığı söylenebilir. Başka bir ihtimal de türbenin,
güneyindeki hânkah ile eş zamanlı olarak tasarlanıp bitirildiği, 1283’te
gerçekleştirilen yenileme ile mevcut görüntüsüne kavuşmuş olabileceğidir. Ancak
her iki binanın birleşme tarzı incelendiğinde, türbenin, hânkahın kuzey eyvanının bir
bölümü üzerine konumlandığı, kriptaya iniş merdiveninin, hânkahın eyvanını bir
anlamda işlevsiz hale getirdiği, ayrıca asimetrik bir plana yol açtığı görülmektedir.
Hânkahın planlanışında özellikle giriş eyvanının iki yanındaki mekân grubu, iç avlu
ve çevresindeki eyvan ve odaların mekân kuruluşu son derece simetrik bir biçimleniş
göstermektedir. Bu simetrik planı bozan kuzey eyvanıdır. Bu eyvanının kuzeyindeki
türbe olmaksızın, binanın kuzey cephesine kadar olan derinliği hesaplandığında,
diğer eyvanlarla eşit bir ölçüye ulaştığı; dolayısıyla simetrik bir planın ortaya çıktığı
görülür. Bu durum türbenin hânkahın kuzey eyvanına sonradan ilave edildiğini, iki
binanın eş zamanlı bir tasarımın ürünü olmadığını göstermektedir.
Biz mevcut veriler ışığında türbenin Sahip Ata’nın oğullarının ölümü üzerine
1277–78 yıllarında inşa edilmiş olabileceğini düşünmekteyiz. Bugün akıbeti
hakkında bir bilgiye sahip olmadığımız, ancak varlığını XIX. yüzyıla ait bir şer’iyye
sicilinden öğrendiğimiz külliyenin vakfiyesinin de 1278 tarihli olması, Sahip
Ata’nın, Larende kapısının karşısındaki külliyesine anılan tarihlerde bazı eklemeler
gerçekleştirdiğini gösterir. Ünlü vezir külliyesinin son binası olan türbenin
tamamlanmasıyla birlikte, buradaki binaların tüm gelirlerinin belirli bir malî
düzenleme ihtiyacının doğması sebebiyle vakfiyeye son şeklini bu tarihte verilmiş
olabilir. Ancak bugünkü bilgilerimizle bunları doğrulama şansımız ne yazık ki
bulunmamaktadır. Bizce, 1283’te gerçekleştirilen yenileme, türbeyi Anadolu
Selçuklu Çini Sanatının en olgun örneklerinin sergilendiği bir yapı olma hüviyeti
kazandıran müdahaledir. Oğullarının ani ölümü üzerine hızlı bir inşaat ile binaya ilk
192
şeklinin verildiği söylenebilir. Nitekim türbenin, hânkah ve caminin planını zorlayan
tasarımı bu aceleciliğe de işaret eder. Buna karşın son derece görkemli çini
süslemesi, özenli ve zaman gerektirecek bir işçiliğin ürünüdür ve türbeye ikinci bir
müdahaleyle gerçekleşmiş olmalıdır. Nitekim yenileme kitabesi de çini süslemenin
en güzel örneğinin verildiği türbenin koridora açıldığı kemer üzerinde yer alır.
Dolayısıyla, 1283 yenilemesi türbenin, bazı tasarıma yönelik değişikliklerinin yanı
sıra, daha çok çini süslemeye ilişkin eklemelerin yapıldığı tarih olmalıdır.
Külliye, Larende (Karaman) yolu ile Meram yolunun kesiştiği köşede, Konya
Kalesinin
güney
kapılarından
olan
Larende
kapısı
karşısında
yer
almaktaydı427(Harita:3, Çizim:8). Külliyenin ilk yapısı olan cami, bu yöndeki sur dışı
yerleşimlerinin ilkini teşkil etmekteydi. Burada, XVI. yüzyılda “Hoca Sâhib” adıyla
bir mahallenin bulunması428 külliyenin, aynı isimle anılacak bir mahalle teşekkülüne
sebebiyet verdiğini gösterir. Söz konusu mahallenin “Sahib Ata” adıyla XVII.
yüzyılda da var olduğunu Osmanlı kayıtlarından tespit edebilmekteyiz429. Bu
anlamda, külliyenin bulunduğu alanın, önemli bir yol güzergâhında yer aldığı ve bu
önemini Osmanlı döneminde de koruduğu anlaşılmaktadır. Nitekim XVI. yüzyıl
kayıtlarında, Karaman-Adana yolundan, Larende Kapısından başlayan bir cadde ile
şehrin Bedesten’ine ulaşılıyor430 olması külliyenin konumunun bu yıllarda da
önemini koruduğunu göstermesi açısından dikkat çekicidir. Konya’nın XVII. yüzyıla
ait şer’iyye sicil kayıtlarında, Larende de ticaret yapan Acem topluluğundan
427
U.Tanyeli, Anadolu Türk Kentinde Fiziksel Yapının Evrim Süreci (11–15 yy.), İstanbul Teknik
Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1987, s.56.
428
Ergenç, a.g.e., s.47.
429
Oğuzoğlu, a.g.t., s.46.
430
Ergenç, a.g.e, s.34.
193
bahsedilmesi431, bu alanın, şehrin önemli ticari merkezlerinden biri olma vasfını
sürdürdüğünü gösterir. Hânkahın ön cephesindeki nişlerin de bir zamanlar dükkân
olarak değerlendirdiği düşünülürse, külliyenin, Larende Kapısı ve çevresinde,
Ortaçağ’dan başlayarak XVIII. yy.a kadar ticari ve dini bir alanın teşekkül etmesine
neden olduğu ortaya çıkmaktadır.
431
Konya Şer’iyye Sicil 26/193 ve 18/359’dan nakleden Oğuzoğlu, a.g.t., s.133, dipnot 113.
194
Çizim 8: Konya Sahip Ata Külliyesi Vaziyet Planı
(H.Karamağaralı’dan)
195
Çizim 9: Konya Sahip Ata Camii, Hânkahı ve Türbesinin Planı
(VGM. Abd.Yp.İş.Dai.Bş.Arşivi’nden)
196
Çizim 10: Konya Sahip Ata Camii Planı (Kazı Sonrası Durum)
(H.Karamağaralı’dan)
197
Çizim 11: Konya Sahip Ata Camii Portali (O.C.Tuncer’den)
198
Çizim 12: Konya Sahip Ata Camii Asli Planı
(H.Karamağaralı’dan)
199
Çizim 13: Konya Sahip Ata Hânkahı ve Türbesinin Planı
(VGM. Abd.Yp.İş.Dai.Bş.Arşivi’nden)
200
Çizim 14: Konya Sahip Ata Hânkahı Ön Cephe Elevasyonu
(O.C.Tuncer’den)
201
Çizim 15: Konya Sahip Ata Camii, Hânkahı ve Türbesinin Kesitleri
(VGM. Abd.Yp.İş.Dai.Bş.Arşivi’nden)
202
Çizim 16: Konya Sahip Ata Türbesinin Kesitleri
(VGM. Abd.Yp.İş.Dai.Bş.Arşivi’nden)
203
Çizim 17: Konya Sahip Ata Hamamı Planı
(VGM. Abd.Yp.İş.Dai.Bş.Arşivi’nden İşlenerek )
204
Çizim 18: Konya Sahip Ata Hamamı a-a Kesiti
205
3.4- Konya Sultan Kapısı Yakınındaki Sahip Ata Külliyesi
İnceleme Tarihi: 02–03 Ekim 2005, 10–11 Şubat 2007.
Vezir Sahip Ata Fahreddin Ali’nin tarihi Alâeddin Tepesinin eteklerine inşa
ettirdiği medrese, mektep, mescit ve minare’den oluşan külliye, mimari ve süsleme
alanlarındaki gerek kimi yeni denemeler, gerekse XIII. yy. Selçuklu Mimarisinin en
olgun örneklerini bünyesinde barındırır. Vakfiyesinde “mescit, medrese ve
minareden oluşan imaret”432 olarak tanımlanan külliye, Osmanlı dönemi tahrir
defterlerinde433 “medrese-i dârü’l-hadîs maa mescid ve minâre ve mektephâne-i
Sahib” şeklinde isimlendirilmektedir. Medrese aslî durumuna yakın bir halde
günümüze ulaşmışken, mescit, son onarımlarla orijinal durumuna göre yenilenmiştir.
Osmanlı kaydında geçen “mektephane” ise külliyenin ilk inşaatına ait olmayıp, daha
sonra medreseye eklenmiştir. Külliye, Konya İçkalesi’nin batısındaki Sultan Kapısı
yakınlarında yer almaktaydı (Harita:3). Nitekim vakfiyesin434de külliyenin yeri
“…Sultan Kapısı yolunda Odun pazarı yakınında ve hendek hizasında” şeklinde
belirlenmiştir.
3.4.1- Medrese (İnce Minareli Medrese)
Ortaçağ Sanat Tarihi yazıcılığımızın en önemli yapılarından biri olan
medrese, bu önemine paralel olarak da Anadolu Selçuklu dönemi çalışmalarına435 en
432
Bayram-Karabacak, a.g.m., 38.
433
Atçeken, a.g.e., s.252-253.
434
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.38.
435
W.J.Hamilton, Reseraches in …, s.205.; Huart, Epigraphie…, s.65, Nr. 36.; Sarre, Reise in…, s.56,
184.; Löytved, Konia…, s.69-73, Nr.74-77.; Mendel, Les Monuments…, s.114-116.; Sarre,
Denkmaeler Persischer..., s.133-134.; Hébrard, “Les Monuments…, s.178-179.; Hébrard, “Les
Monuments Seldjoucides..., s.166-171.; Uğur-Koman, a.g.e., s.61-73.; Soyman-Tongur, a.g.e., s.44-
206
fazla konu edilen binalardan biri olmuştur. Günümüzde “İnce Minareli Medrese”
olarak bilinen binanın, ne kadar zamandır bu isimle anıldığını kesin olarak
bilememekteyiz. Bina, H.1293/1876 tarihli tamir kaydı436na göre o yıllarda “Sahip
Ata Dârü’l-Hadis” i olarak anılıyordu. Buna karşın, 1840 yıllarda Konya’yı gezen
Hamilton437 binadan “İnce Minareli Medrese” şeklinde bahseder. Bu durum, tamir
gibi resmi kayıtlarda hâlâ orijinal ismiyle zikrediliyor olsa bile binanın, XIX.
yüzyılın başlarından itibaren halk arasında zarif minaresinden dolayı bugünkü ismi
ile anıldığını ortaya koymaktadır.
Bugün,
Selçuklu
ilçesi
Beyhekim Mahallesinde bulunan bina,
doğudan Alâeddin Keykubat Caddesi,
batı, güney ve kuzeyden ise İnce
Minare
sokağı
ile
sınırlanmıştır.
Kareye yakın plana sahip medrese,
doğu-batı doğrultusunda uzanmaktadır
Foto 121: Konya Sahip Ata (İnce Minareli) Medrese
(Çizim:19, Foto:121).
45.; Aslanapa, “İnce Minareli…, s.12-13.; Konyalı, a.g.e., s.802-818; Ünver, a.g.m., s.201-220.; Ögel,
…Taş Tezyinatı, s. 52-54.; Kuran, a.g.e., s.54-55.; Akok, “Konya’da İnce Minareli…, s.5-36.; Sözen,
a.g.e., s.69-74.; Dilaver, a.g.m., s.17-29.; Önder, a.g.e.; Yetkin, a.g.e., s.84-91.; Arseven, a.g.e., s.6366.; Brend, a.g.m., s.160-187.; Meinecke, a.g.e., s.313-320.; Akok, “Konya’da Restore Edilme…,
s.41-69.; Bayburtluoğlu, “…Önyüz Düzeni”, s.100-101.; Huart, Mevlevîler Beldesi…, s.104.;
Oğuzoğlu, a.g.t., s.33.; Bayram-Karabacak, a.g.m., s.31-61; Bakırer, ...Tuğla Kullanımı, s.422-427.;
Ünal, …Taçkapılar; Bakırer, “…Tuğla Kullanımı”, s.77-84.; Tuncer, “Mimar Kölük…, s.109-118;
Tuncer, Anadolu Selçuklu Mimarisi…, s.10-12.; Aslanapa, a.g.e., s.138.; Küçükdağ, a.g.t., s.49, 136,
137.; Tuş, a.g.t., s.170-171.; Ergenç, a.g.e., s.43.; Atçeken, a.g.e.; Arabacı, a.g.e., Atçeken, “Konya
Şer’iyye Sicil Kayıtlarına Göre İnce Minareli..., s.37-47., Kuban vd., Selçuklu Çağında…, s.170-172.
436
Uğur-Koman, a.g.e., s.69-70.
437
Hamilton, a.g.e., s.205.
207
Binanın günümüze ulaşabilmiş bir kitabesi yoktur438. Bu sebeple kesin tarihi de
bilinmemektedir439. Buna karşın vakfiyesinden440 hareketle 1261–1262 yılları
438
Bu bina dışında Sahip Ata yapılarının tümünde inşa kitabesi portalin üzerinde yer almaktadır.
Binanın görkemli portalinde usta kitabesi olmasına karşın inşa kitabesinin olmaması ilginçtir.
Bilindiği gibi portalin süslemesine hâkim olan ayetlerin üst bölümde bulunması gereken bölümleri
eksiktir. Bu da portalin üst bölümünün bilinmeyen bir tarihte yıkıldığına işaret eder. Eğer durum
böyleyse aslî halinde kitabenin Sahip Ata’nın Sivas ve Kayseri’deki medreseleri ile Konya’daki
Caminde olduğu gibi portalin üst bölümünde yer aldığı söylenebilir. İ.H.Konyalı, (“Konya’da Çalınan
Eserler”, Yeni Konya, S. 6575) yüzyılın başında medrese’nin kitabeli çinilerinin Alman
Konsolosluğuna taşındığını belirtir. Konyalı (Konya Tarihi..., s.810) kitabenin, minarenin kaidesinde
ve çinili bir bordür şeklinde olduğunu belirtir. Ancak Anadolu Selçuklu döneminden, minare
kaidesinde çinili kitabe bulunan bir örnek bize ulaşmamıştır. Minarenin kaide kısmının üzerindeki
tuğla bölümde çerçeve içine alınmış yatay dikdörtgen bir bölüm bulunmaktadır. Sadece doğu ve
güney kısımda dolaşan bu çerçeveli bölümün, XIX. yy.a ait fotoğraflarda minarenin diğer bölümlerine
göre farklı renkte olduğu görülmektedir. Bizce Konyalı’nın çalındığını belirttiği “kitabeli çinilerin”
burada yer almış olması gerekir. Ancak çinilerin üzerinde binanın künyesi niteliğinde bazı bilgiler mi,
yoksa örneklerini Anadolu’da gördüğümüz dekoratif amaçlı kûfî karakterli yazılar mı yer alıyordu
bunu bilemiyoruz. Bu sorular, çalınan çinilerin ortaya çıkacağı güne kadar cevapsız kalacaktır.
439
Binanın inşa tarihi ile ilgili çeşitli iddialar olsa da, yaygın kanaat, 1258–1265 zaman dilimi
içersinde yapıldığı şeklindedir. Bina için Löytved (a.g.e., s.69) 1252-1285, Sarre (a.g.e., s.134),
XIII.yy. ikinci yarısı, Uğur-Koman (a.g.e., s.73), 1263-1264, Arseven (a.g.e., s.63) 1262, Sözen
(a.g.e., s.69), 1260-1265, Kuran (a.g.e., s.55), 1258-1279, Meiecke (a.g.e., s.313), 1264-1265,
Aslanapa (a.g.e., s.138) 1260-65, Bayburtluoğlu (a.g.m., s.100) 1258, Ögel, (a.g.e., s. 52) 1258,
Tuncer, (a.g.e., s.10) 1258, Kuban (a.g.e., s.170) 1260-1272 tarihlerini vermişlerdir.
440
Binanın vakfiyesinde H.660 Ramazan/M.1262 Temmuz, H.663 Şaban/M.1265 Mayıs, H. 4
Cemaziye’l-ahiri 664/13 Mart 1266 ve H.666 Recep/M. 1268 Mart tarihlerinde üç ayrı düzenleme
kaydı vardır. Günümüze ulaşabilmiş Anadolu Selçuklu vakfiyelerini incelediğimizde, bina ile vakfiye
tarihleri arasında her zaman doğrusal bir ilişki görememekteyiz. Örneğin Cacaoğlu vakfiyesinde
medrese ile vakfiyenin tarihleri 1272’dir. Buna karşın Sivas Keykavus Şifahanesi ve Sahip Ata
Medresesinde bina tarihi ile vakfiye tarihleri farklıdır. Şifahane’de bina 1217, vakfiye 1220 tarihli
iken, Sahip Ata Medresesinde bina 1271, vakfiyesinde ise en erkeni 1280 olmak üzere üç farklı tarih
vardır. Yine Ertokuş’un vakfiyesi 1271 iken medresesi 1223 tarihlidir. Celaleddin Karatay’ın
medresesinin tarihi 1251 iken vakfiyesi 1253, Kayseri’deki hanının tarihi 1241 iken vakfiyesi
1247’dir. Dolayısıyla günümüze ulaşan Anadolu Selçuklu dönemi vakfiyelerinden hiçbiri, binadan
önce düzenlenmemiştir. Başka bir deyişle vakfiyeler binadan sonra tanzim edilmektedir. Bu anlamda
Konya Sahip Ata Medresesi için “1262 Temmuz” tarihini terminus poste quem olarak kabul edebiliriz.
Bunun dışında vakfiyede geçen (a.g.m., s.38) “bina ve tesis ettiği imaret” şeklinde, 1262
Temmuz’unda, yani vakfiyenin yazıldığı tarihte binanın tamamlandığını düşündürten bir ifadenin
208
arasında yapıldığı söylenebilir. Binanın banisi, vakfiyesinde441 “Ali bin-i Hüseyin ElHac Ebu Bekir Konevî” şeklinde anılan Anadolu Selçuklu Devleti veziri Sahip Ata
Hoca Fahreddin Ali’dir. Portali süsleyen yazı bordürünün üstte saçak yaptığı
bölümün hemen altında, her iki yanda, birer dairesel madalyonun içinde bina
mimarının adı yazılıdır. Kuzeydeki madalyonda “Amel-i- Kelûk”, güneydekinde ise
“bin Abdullah” yazmaktadır442. Binanın günümüze ulaşabilmiş vakfiyesi orijinal
mevcudiyeti bu fikrimizi destekler mahiyettedir. Vakfiyede medrese ile ilgili herhangi bir mimari
betimleme olmamasına karşın “birbirine bitişik bulunan Medrese ve Mescid ve minare” şeklinde,
külliyenin vaziyet planını gösteren bir ifadeye rastlanmaktadır. Bu ibareye göre, vakfiyenin yazıldığı
tarih olan 1262 Temmuz’unda, külliyenin inşaatının tamamlanmış olması gerekir. Bu da binanın tarihi
için düşündüğümüz “1262 Temmuz’u öncesi” fikrimizi destekler niteliktedir. Bunun dışında bilindiği
gibi Sahip Ata 1261 yılında ülkenin genel veziri olmuştur (Bkz. bu çalışmanın “Sahip Ata Hoca
Fahreddin Ali’nin Yaşamı” bölümüne). Sahip Ata, daha önce ülkenin batı yarısına hükmeden
II.İzzeddin Keykavus’un veziri iken Pervane Muiniddin Süleyman ile anlaşarak, bu tarihte, kardeşini
Moğolların yardımıyla tahttan uzaklaştırarak hem doğu hem de batı kısmının hakimi olan
IV.Rükneddin Kılıçarslan’ın vezirliğini üstlenmiştir. Vakfiyede Sahip Ata’nın unvanlarının sıralandığı
bölümde (a.g.m., s.38) “…doğu ve batı vezirlerinin hâkimi” şeklinde bir ifade bulunmaktadır. Vezirin
yeni görevi ve unvanına vurgu yapıldığı anlaşılan bu ifadenin, vakfiyede özellikle vurgulanması,
medresenin, bu yeni atamanın bir hatırası veya anısına yapılmış olabileceğini düşündürtmektedir.
Buradan yola çıkarak, atama ile medresenin inşa tarihlerinin birbirine çok yakın olduğu söylenebilir.
Bu da 1261–1262 zaman aralığına işaret etmektedir.
441
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.38.
442
Sahip Ata’nın Konya Sahip Ata Camiini ve günümüze ulaşamayan Konya’daki Nalıncı Baba (Emir
Nizameddin) Türbesi veya Nizamiye Medresesinin mimarı olan Kölük bin Abdullah, Z.Sönmez
(…Sanatçılar, s.272) tarafından, muhtemelen Selçuklulardan önce Anadolu’ya gelen ve Hıristiyan
dinini kabul eden bir Türk aileden gelmiş olmalı şeklinde değerlendirilmektedir. Sönmez, (aynı yer)
1250 yılına doğru Müslüman olduğunu belirttiği mimarın, günümüze ulaşan üç kitabensin de
Konya’da olması ve II.Bayezid Devri Tahrir Defterleri’nde “Kölük” adını taşıyan mahalleden ve
mülkiyeti daha sonra Sadreddin Konevî vakıfları arasında sayılan “Mimar Kölük Bağı”ndan söz
edilmesinden dolayı Konya’da yaşamış olabileceğini belirtmiştir. Sönmez, Ş.Uzluk’un “Yazma
Anonim Karaman Tarihi”ni kaynak göstererek Kölük’ün, Mimar Yusuf bin ibni Abdulgaffar elCuhî’nin öğrencisi olduğunu, ayrıca bugün ortadan kalkan Felekabad Sarayının yapımında ve Konya
Sarayı’nın Selamlık Köşkü’nün onarımında bulunduğunu belirtmektedir. Ancak bu bilgileri
doğrulayacak bilgilere bugün sahip değiliz. Konya Sahip Ata Medresesi ve Mescidinin vakfiyesinde
(a.g.e., s.40) “…mimarın, vakfın (baninin) azatlılarından (köle) emin kişi”lerden biri olduğunun
209
olmayıp, 1899 yılına ait kopya nüshadır. İlk tanzim tarihi, H.660 Ramazan’ın ilk 10
günü /20–30 Temmuz 1262 olan vakfiye443, H.663 Şaban/Mayıs 1265, H. 4
Cemaziye’l-ahiri 664/M.13 Mart 1266 ve H.666 Recep/M. Mart 1268 yıllarında
yapılan ilavelerle son halini almış, 1899 de ise Gök Medrese vakfiyesi ile birlikte
aynı deftere kaydedilerek tek nüsha haline
getirilmiştir.
Eser, asıl halini büyük ölçüde korumakla
beraber çeşitli dış etkenlerle tahrip olmuş ve
bu sebeple de birçok onarım geçirmiştir.
İnşasından XX. yüzyılın başlarına kadar
geçen zaman zarfında, medresenin giriş
koridoru ile ana eyvan ve kubbeli iç
avlusunun, medreseye bitişik mescidin de önü
revaklı, kubbeli harimi ile minaresinin, çeşitli
onarımlar sayesinde aslî halini kısmen de olsa
Foto 122: Medresenin XIX.yy’daki durumu
koruyabildiği, XIX. yüzyılın sonlarına ait bazı
(Sarre’den)
fotoğraflardan444 anlaşılabilmektedir. Binaya ait XIX. yy öncesi Osmanlı dönemi
kayıtları çoğunlukla, vakfın gelirlerine ait evkaf bilgileri445 ile müderris ve imam
belirtilmesi, Kölük’ün Sahip Ata ile olan ilişkisi ve kimliği konusunda bilgi veren bir ifadedir. Bu
cümleden olarak Kölük bin Abdullah’ın sonradan Müslüman olmuş biri olduğu söylenebilir. ( Bu
konuda ayrıntılı bilgi için bakınız bu çalışmanın “Değerlendirm”e bölümü)
443
Vakfiyeye göre vakıf hayatta iken mütevelli kendisi olacak, tevliyat ve nezaret hakkı olarak evkaf
gelirinin 1/3’ini alacaktır. Ayrıca gelirlerden her ay 30 dirhem, mimara verilecektir.
444
Löytved, a.g.e., s.134-135, Abb.189-190. Hebrard, Les Monuments… s.178-179
445
Medrese ile ilgili ilk bilgi H.881/M.1476 tarihine aittir. Burada “Vakf-ı dârü’l-hadis ve mescidi
maa minare ve mektephâne-i Hoca Fahreddin sahib-i Sultan Alâeddin…” (Ankara Eski Kayıtlar
Arşivi, Defter No.: 255’den nakleden Atçeken, a.g.e., s.252.) şeklinde tanımlanan medresenin, hadis
210
tayinleri446
ile
ilgili
bilgilerinden
oluşmakta;
tamirlere
ait
bir
bilgiye
rastlanmamaktadır. Konya’da 26 Aralık 1706 günü yaşanan büyük deprem447den
binanın önemli ölçüde etkilendiği anlaşılmaktadır. Zira binanın bildiğimiz ilk
tamiri448 H.1126/M.1714 tarihinde gerçekleştirilmiştir449. Medrese’deki tamirlere
ilişkin bilebildiğimiz ikinci belge H.27 Cemaziye’l-ahiri 1226/M.18 Temmuz 1811
tarihine aittir. Bu onarımda avluyu örten büyük kubbenin ve ana eyvanın iki
yanındaki kubbenin bazı yerleri, mescidin saçak ve damının üzerileri tamir edilmiş,
ahşap dershane sıvanmış, duvarları ihya olunmuş, diğer hücrelerin de kapıları
yenilenmiştir450. Daha sonraki onarım belgesi H.1293/M.1876 yılına aittir. Konya
okutan hocasının genel gelirin üçte birini aldığı yazılıdır. II. Bayezid dönemine ait Konya tahrir
defterinde ise “Vakf-ı medrese-i dârü’l-hadis maa mescid, minare ve mektephâne-i Sahib…” (Ankara
Kuyud-i Kadime arşive defter No.: 255’den nakleden Konyalı, a.g.e., s.815-816) olarak tanımlanan
binanın, iki muidi bir müezzini ve imamı olduğu yazılıdır. III. Murat’ın H.992/M.1584 tarihli
Karaman İli vakıf kayıtlarında binadan “Vakf-ı medrese-i dârü’l-hadîs maa mescid der cenb-i kapan,
inşa sahib-i âzam Fahreddin Al bin Hüseyin, vezir-i Sultan Alâeddin es Selçukî der nefs-i Konya”
(Ankara Kuyud-i Kadime arşive defter No.: 255’den nakleden Konyalı, a.g.e., s.816.) şeklinde
bahsedilmektedir. Kanuni dönemi, H.927/M.1520-21 tarihli evkaf defterinde ise Dârü’l-hadîs ve
mescidin muallim ve müstahdemlerinin gündelikleri yazılıdır (Konyalı, a.g.e., s. 817). Bina, Konya
Şer’iyye Sicillerinin XVI. yüzyıl kayıtlarında (Ergenç, a.g.e., s.43) “Darü’l-Hadis Medresesi” adıyla
ve faal durumda olduğu bildirilmektedir. Bunlar dışında XVII. Yüzyıla ait Şer’iye Sicillerinde
(Oğuzoğlu, a.g.t., s.33) faal durumdaki Dârü’l-Hâdis medresesinden bahsedilmekte ayrıca mescidin
imamının maaşına ilişkin bilgiler yer almaktadır. Küçükdağ (a.g.t., s.49), Lale devrinde medresenin
“sahn”a yükseltildiğini belirterek Osmanlı ülkesinin en üst düzey medreselerinden biri haline
geldiğini ifade etmiştir.
446
Konya Şer’iyye Sicil Defterlerinden nakleden Atçeken, a.g.e., s. 253-256.
447
Ambraseyss-Finkel, a.g.m., s..98.
448
Kuniholm (a.g.m., s.125-126.) medresenin güney odalarından aldığı ahşap bir parçanın
dendrokronolojik analizlere göre kesim tarihinin 1549 olduğunu belirtmektedir. Bu analizin
sonuçlarını doğru olarak kabul edersek binanın bu tarihte, şu an bizim yazılı kaydını tespit
edemediğimiz bir onarım geçirdiği ortaya çıkmaktadır.
449
Kadı Şeriyye Sicillerinden nakleden Küçükdağ, (a.g.t., s.49), tamirin niteliğine ilişkin bilgi
vermemektedir.
450
Konya Şer’iyye Sicil Defterlerinden nakleden Atçeken, a.g.e., s. 256-257.
211
eşrafından
Tahir
Paşa’nın
Evkaf
muhasebeciliği
sırasında
gerçekleştirilen
müdahalenin niteliğine ait bir bilgimiz yoktur. Müdahaleyi Mahbup Efendi isimli bir
şairin şiirinden öğrenmekteyiz451. Ancak bu şiirde tamir sırasında yapılan işlemlere
ilişkin bilgi yoktur. Konya valisi Ferit Paşa’nın emriyle H.1317/M.1899 yılında
gerçekleştirilen onarımda ise ana eyvana dıştan batıdan iki, güneyden bir takviye
payandası yapılarak sağlamlaştırılmaya çalışılmıştır452. Minare, H.15 Şaban 1319 /M.
27 Kasım 1901 Çarşamba günü yıldırım isabet etmesi nedeniyle birinci şerefesine
kadar yıkılmış, bu sırada, batısındaki mescidin kubbesini de tahrip etmiştir453.
Mevlana Müzesi Arşivi’ndeki bir belgeye göre 1910 yılında dönemin valisi Arif
Paşa’nın onarım için sadrazamlık makamına “tamir ve ihya için acil” başvurusu
olmuştur454. Bu başvurunun nasıl sonuçlandığına ilişkin bir bilgimiz yoktur.
Konya’daki yerel bir gazetede çıkan 1922 tarihli bir haber o yıllarda binanın harap
451
Uğur-Koman, a.g.e., s.69-70. Bu manzum metinde Tahir Bey’in harap durumdaki Darü’l-Hadisi
tamir ettirdiği söylenmekte ancak yapılan işler konusunda bilgi bulunmamaktadır. Buna karşın UğurKoman, (a.g.e., s.64-65) medresenin muhdes ahşap kapısının bu onarım sırasında yapılmış
olabileceğini herhangi bir kaynak göstermeksizin belirtmektedir.
452
Arabacı (a.g.e., s.148-149) İrade-i Vakıf’taki Keşif defterlerine dayanarak medrese ve mescidin
1900 tarihinde tamir edildiğini ifade etmektedir. Ancak, Arabacı onarımın içeriğine ilişkin bilgi
vermemektedir. Bu konuda şer-i sicillerinde bir bilgi bulunmamasına (Atçeken, a.g.e., s.257) karşın,
Uğur-Koman (a.g.e., s.70) da tamiratta neler yapıldığına dair bilgiler bulabilmekteyiz. Binanın bir
önceki onarımda müdahale gören ana eyvanın iki yanındaki kubbeli mekânların, aradan geçen 23 yıl
içinde tamamen tahrip olup yıkıldığı ve buna neden olan durumun, artık ana eyvanı da tehdit eder
duruma geldiği ve onarımın da bu nedenle gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Bu durum, binanın batı
bölümü ile ilgili statik bir probleme işaret etmektedir. Bu problemin sebebini bugünkü bilgilerimizle
tespit edememekteyiz. Konyalı (a.g.e., s.812) 1944 yılında ana eyvanın batı duvarında oluşan
çatlaklardan bahsetmesi buradaki problemin bir önceki yüzyıldan kaldığını ve 1899 onarımının çok
etkili olmadığını ortaya koymaktadır.
453
Uğur-Koman, a.g.e., s.69, Konyalı, a.g.e., s.811. Her iki yazarda bu kesin tarihi nereden
naklettiklerini belirtmemektedir. Bu konuda Soyman-Tongur, (a.g.e., s.45) 1899 tarihini verir. Ancak
25 Aralık 1900 tarihli mescit imamının tayini (Atçeken, a.g.e., s.256) ile ilgili belge, bu iddianın
yanlış olduğunu ortaya koymaktadır.
454
Mevlana Müzesi Arşivi No:12/2’den nakleden Arabacı, a.g.e., s.149.
212
durumda olduğunu göstermektedir455. Dolayısıyla medresenin 1901’deki yıkımdan
sonra bir tamir görmediği anlaşılmaktadır. Uzluk456, Cumhuriyetin ilk yıllarında isim vermeden- bir üst düzey görevlinin medreseyi yıktırmak istediğini belirtmiştir.
Uğur-Koman457, 1929 yılında harap durumdaki mescit ve son cemaat yeri
duvarlarının tamamen yıkıldığını ifade eder. Mevcut bilgilerden 1930’lı yıllara kadar
binanın bu harap durumunu koruduğu görülür. Atatürk’ün Konya gezisinden sonra,
içinde medresenin de bulunduğu birçok eski eserin tamir edilmesine ilişkin talimatı,
uzun yıllar sürecek olan restorasyon çalışmalarının başlangıcını oluşturmuştur458.
455
Babalık, 27 Şaban 1340/25 Nisan 1338/1922, s.877’den nakleden Arabacı, a.g.e., s.149. Bu
haberde “Darü’l-Hadis’in kubbesinin senelerden beri akmakta olduğu” belirtilmekte ve eğitimöğretimin yapılamamakta olduğu ifade edilmektedir. Arabacı (aynı yer) medresenin bu yıllarda silah
deposu olarak kullanıldığını o yıllara ait bir hatırattan nakletmektedir. Medresenin silah deposu olarak
kullanılmasının yeni olmadığını, 1910 yıllarına kadar uzandığını Konya’daki İntibah gazetesinde
çıkan bir haberle öğrenmekteyiz. Buna göre bir gayri Müslim “İnce Minare Camiinde bulunan
cephaneliği” havaya uçurmak istemiştir. İntibah, 25 Mart 1335, S.5, s.4’den nakleden Arabacı (aynı
yer).
456
F.N.Uzluk, “Konya Abideleri Nasıl Yıkıldı”, Yeni Konya, 5 Kasım 1951, s.2. İ.Aczi Kendi (Konya
Mezar Folkloru, Konya 1959, s.18) ise olayı şöyle aktarmaktadır. “Bundan 36 yıl önce (1923) İnce
Minare ardına ev yaptıran bir zat, evinin önünü açmak için o vaktin belediyesin göz yummasıyla bu
mimari eserin iki tarafındaki çinilerle süslü hücreleri yıktırdığı halde kimse seslenmiyor. İş minareye
yaklaşınca o vakit Babalık Gazetesinde çıkan bir yazı üzerine yıkım durdurulmuş fakat ne çare ki
hücreler gitmişti.” Hem Uzluk’un hem de Kendî’nin ifadelerinden yerel ve Avrupa’daki gazetelerde
olayla ilgili yapılan duyuruların etkili olduğu ve bu vahim olaydan vazgeçildiği anlaşılmaktadır.
Burada bizi asıl ilgilendiren medrese odalarının çini ile süslü olduğuna dair bilgidir. Bu bilgi, aynı
zamanda 1923 yıllarına kadar medrese odalarının ayakta da olduğunu göstermektedir. Nitekim
Arabacı’ nın (a.g.e., s.150-151, dnt. 620) Merkez Emlâk Esas Defteri’nden naklettiği bilgiler XX.
yüzyılın başlarında medrese odalarının ve mescidin ayakta olduğunu gösterir niteliktedir. Defterde
“Mescid-i Şerif’in 1, medresenin ise 8 müştemilatı” olduğu bildirilmektedir. Buradaki “8” sayısının
avlunun iki yanındaki medrese odalarının toplam sayısına işaret ettiği kolaylıkla söylenebilir.
457
Uğur-Koman, a.g.e., s.69. Konyalı (a.g.e., s.811) ise bu 1929 yılındaki yıkımın bir “tecavüz”
neticesinde olduğunu belirtir. Ancak bunun kimin tarafından ve nasıl gerçekleştirildiği konusunda
bilgi vermez.
458
Z.Oral, “Konya’nın Tarihi Eserleri…, s.32, 36–37.
213
Dönemin Konya Müzesi Müdürü Oral459 1930–1945 yılları arasında binada
gerçekleştirilen onarımların masraflarına ilişkin bilgiler vermektedir. Ancak Oral,
onarımın
binanın
nerelerinde
gerçekleştirildiğini
belirtmez;
sadece
masraf
cetvellerini verir. Bu konuda Medresenin Vakıflardaki dosyasında460 da bilgi yoktur.
Foto 123: Medresenin XX. yy. başlarındaki
durumu (G.Bell’den)
Foto 124: Medresenin XX. yy. başlarında
durumu (E.Hebrard’dan)
Niteliğini bilemediğimiz bu müdahaleler neticesinde medrese, 1956 yılında Konya
Müzesi Selçuklu Devri Taş ve Ahşap Eserler Seksiyonu olarak hizmete açılmıştır.
Binanın bu yıllara ait fotoğraflarından ana eyvanın iki yanındaki mekânların ve
güney kanattaki medrese odalarının tamamen yıkılmış olduğu; ayrıca 1901 yılında
minare ile beraber yıkılan mescitten geriye de sadece mihrabın kalabildiği
görülmektedir (Çizim:19). Dolayısıyla 1930–1956 yılları arasında medresenin portal
ve iç mekân onarımı dışında; ne medresenin ne de mescidin yıkılmış bölümlerine
herhangi bir müdahalede bulunulmadığı anlaşılmaktadır.
Binada 1972 yılından itibaren yeniden onarım çalışmaları başlamıştır. Bu
onarımda medrese odaları, mescit ve köşe odalarının yeniden inşası amaçlanmıştır.
Bu onarımın öncesinde yapılan tespit raporlarında, portalde zeminden 2 m.
yüksekliğe kadar varan rutubet izlerine özellikle değinilmiş, bina zeminin su ile
459
Oral, a.g.m., s.38-39.
460
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01/59.
214
temasının kesilmesi yolunda önlemler teklif edilmiştir461. Uzun yıllar süren bu
onarımda mescit ve yıkılan medrese odaları yeniden inşa edilmiş (Çizim:21),
minarenin aslî haline uygun tamamlanması düşünülmüş ancak statik kaygılar
sebebiyle bundan vazgeçilmiştir462. Çeşitli çevre düzenlemeleri neticesinde bina
bugünkü görüntüsüne kavuşmuştur. Medrese açık olup, halen Konya Müzesi
Selçuklu Devri Taş ve Ahşap Eserler Seksiyonu olarak hizmet vermektedir.
Medresenin günümüze onarım görmeden ulaşabilen kısımlarından portal,
minare kaidesi ve ön cephesinin sarıya yakın düzgün kesme taştan yapıldığı
anlaşılmaktadır. Cephelerden kısmen aslî halini koruyabilen batı cephede ise
köşelerde yonu taşı ve araları kireç harçlı derzle örülü olmak üzere, moloz taş
kullanılmıştır463. Geçen yüzyıla ait bazı fotoğraf ve bilgilerden anlaşıldığına göre
kuzey ve güney kesimlerde bulunan odalar moloz taştan yapılmıştı. İç mekânda
odaların kapı seviyesi, ana eyvan ve yanındaki iki odanın örtüye kadarki bölümleri
kesme taş, onun üzerindeki bölümleri ve kubbe tuğla malzemedendir. Tuğla
malzeme, bunun dışında ana eyvan ve yanındaki iki mekânın örtülerinde ve
minarenin, kaidesi dışındaki bölümlerinde kullanılmıştır. İç mekânın zemini ve
avlunun ortasındaki havuz kesme taştandır. Minare basamaklarının, kaide kısmına
461
Bkz., V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01/59. daki 1980 tarihli rapor. Anılan
raporda 1930–1956 yılları arasındaki onarımlarda bu rutubet tehlikesine karşın duvarlar boyunca
toprağın açılarak çürümüş ahşap hatıl boşluklarının doldurulduğu ve temellerin dış yüzlerinin sikalı
şapla sıvandığı; ayrıca dam kenarlarına oluk ve borular konarak yağmur suyunun zemine verilmesi
sağlandığı belirtilmektedir. Ancak raporda önceki onarımda alınan tüm bu önlemlerin rutubet
sorununun çözümüne yeterli olmadığı ifade edilmektedir. Burada belirtilen portalde ve minare
kaidesindeki rutubetin neden olduğu çürümelerin XIX. yüzyıldan beri sürdüğü; bu yıllardaki
onarımlarda bu sorunun çözümüne ilişkin müdahalelerde bulunulduğu, o yıllara ait fotoğraflarda
rahatlıkla görülebilmektedir. Nitekim Sarre ve Löytved’in fotoğraflarında özellikle portalin kemer
üzengisinden itibaren alt kısımlarındaki taşların yenilendiği renk farkından anlaşılabilmektedir.
462
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01/59.
463
Akok, a.g.m., s.9.
215
denk gelenleri taş, onun üzerinde bulunanları tuğladandır464. Medreseye bitişik olan
ve 1920’li yıllarda yıkılan mescidin, “duvarlarının yarısına kadar çinili” olduğu
rivayet edilir465. Bunun dışında oda kapılarının üzerindeki pencerelerde, kubbe
kasnağında ve yelpaze şekilli geçişlerinde, ana eyvan kemerinin avluya bakan
yüzünde ve minarede çini malzeme kullanılmıştır. Mescidin yıkılmış görüntülerinden
kubbesinin tuğladan, son cemaat yerinin ise taş olduğu anlaşılmaktadır. Mescidin
günümüze ulaşan mihrabı ise tuğladandır.
Medrese, kapalı bir koridordan geçilerek girilen, aksiyal bir ana eyvan ve
çevresindeki hücrelerle çevrilmiş kubbeli bir iç avludan ibarettir (Çizim:19). Kapalı
avlulu ve tek eyvanlı medresenin tam bir kareyi ihtiva eden havuzlu orta mekânı
kubbe ile örtülüdür. Avlunun kuzey ve güney kenarlarında simetrik dörder mekân
yer alır. Giriş aksının tam karşısındaki sivri beşik tonozlu eyvanın kuzey ve güney
yanında XIX. yy.a ait görüntülerden kubbeli iki mekânın bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bu iki mekânın kubbelerin geçiş öğesi Türk üçgeni iken (Foto:127) orta mekânın
kubbesinde, düz yüzeyli pandantiflerin çinilerle dört eş parçaya bölünmesiyle elde
edilmiş yelpaze biçimli pandantifler bulunmaktadır(Foto:141-142). Dıştan medreseye
ilk bakışta hâkim olan iki ünite, piramidal biçimli kubbe ve taşıntılı portaldir. Beden
duvarlarını aşan yükseklikteki portalin, kuzey yanında bir mekân olmasına karşın
güney yanının boş olması asimetrik bir görüntüye sebep olmuştur.
Portal güney cepheden yaklaşık 5.50 m. taşıntılıdır ve bu boyutta cepheden
taşan bir portal örneği çağdaşları arasında yoktur. Eyvana 1899 onarımında466 dıştan
bitiştirilen payandalardan(Foto:125), son onarımlar sonrasında batıda olan ikisi
464
Akok, a.g.m., s.12.
465
Konyalı, a.g.e., s.811.
466
Söz konusu onarım ile ilgili detaylı açıklama için bkz. dipnot 452.
216
kalmış, güneyde olanı medresenin güneybatı köşesindeki mekânın restorasyonu467
sırasında kaldırılmıştır (Çizim:21).
Foto 125: Güney cephe (Onarım Öncesi)
(VGM.Abd.İş.Dai.Bş.Arşivinden)
Foto 126: Güney cephe (Onarım Sonrası)
Medresenin cepheleri asimetrik bir düzendedir. Kuzey cephe ön cepheye dik olarak
bağlanmamaktadır ve bu sebeple planda kısmen bir yamukluk tespit edilmektedir.
Cepheler, taşıntılı portal dışında süsleme açısından sadedir. Medresenin beden
duvarları dört kademe halinde algılanmaktadır. Medrese odalarını ihtiva eden kuzey
ve güney kenardaki bölümler ilk, eyvanın iki yanındaki kubbeli birimler ikinci,
eyvan ve portal üçüncü kademeyi oluşturmaktadır. Binada beden duvarlarından sonra
kuzey ve güneybatı köşelerdeki odaların kubbeleri ve daha sonra avlu kubbesi ile
aydınlık feneri bir üst kademeyi oluşturmaktadır.
Son onarımlar sırasında cephelerin tamamı yenilenmiş, giriş cephesindeki
portal ve minarenin dışında aslî özelliklerini kısmen de olsa günümüze kadar
koruyabilmiş başka bir öğe kalmamıştır.
Güney cephenin (Foto:125, 127), batı köşesinden itibaren doğuya doğru
yaklaşık 7.00 m. lik bölümü, cepheden 1.50 m. kadar taşıntılı yapmaktadır468.
467
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01/59.
217
Taşıntılı bölümün ortasında, zemine yakın bir seviyeden başlayıp beden duvarının
orta yakın bölümünde sonlanan düşey dikdörtgen formda taş lentolu bir pencere
bulunmaktadır469. Süslenmeden bırakılmış, içte ince, dıştaki daha enli iki bordür ile
çevrelenen pencerenin üstünde tuğladan sivri bir tahfif kemeri yer almaktadır. Tahfif
kemerinin ortası altıgenlerden oluşan bir alçı şebeke ile kaplı iken pencere açıklığı
birbirlerine demir lokmalarla tutturulmuş, yan sövelerde sekiz, lento ve alt sövelerde
yer alan altı demir çubuğun oluşturduğu bir şebeke ile kapatılmıştır. Cephenin doğu
bölümünde, beden duvarının orta kısmına yakın bir yükseklikte, aksa göre simetrik
düzenlenmiş ve birbirine eş mesafede dört mazgal pencere bulunmaktadır470. Düşey
dikdörtgen formlu pencerelerin lentosu sivri kemerlidir. Pencereler, çevresi kesme
taştan düşey dikdörtgen bir pano içine alınmış; bu panonun içine yerleştirilmiş demir
bir şebekeyle de kapatılmıştır. Pencerelerin üstünde, saçağın hemen altına
yerleştirilmiş iki taş çörten471, bölümün eksenine göre simetrik bir konumla yer
almaktadır. Muhdes çörtenlerden doğu köşeye yakın olanı 1. ve 2. pencerenin, batı
köşeye yakın olanı ise 3. ve 4. pencerenin ortasına denk gelecek bir şekilde
yerleştirilmiştir. Çörtenlerin etrafı tıpkı mazgal pencereler gibi kesme taş bir pano ile
468
Bu taşıntı son restorasyonlar sırasında gerçekleştirilmiştir. Buna karşın gerek binanın yıkılmadan
önceki planını veren Sarre de gerekse konuyla ilgili diğer yayınlarda güney cephe tek düzlem halinde
verilmiştir. Biz onarımdaki bu tasarrufun hatalı olduğunu düşünmekteyiz. Nitekim bu yüzden avlunun
güney kanadındaki odalar, simetriğindeki kuzey kanadındaki odalardan daha dar restore edilmek
zorunda kalmıştır ki Löytved’in planında bu iki kanattaki odaların genişlikleri arasında böylesi bir
farklılık görülmemektedir.
469
Löytved’in planında burada bir pencere açıklığı görülmemektedir. Pencere, restorasyon sırasında
eklenmiştir.
470
Restorasyon sırasında yapılan bu pencereler Löytved’in planında bulunmaktadır.
471
Medresenin aslî durumunda çörtenlerin bulunup bulunmadığını bugün için bilememekteyiz. Ancak
binanın su alması dolayısıyla oluşan kimi problemleri, ayrıca Löytved’in fotoğraflarında ön cephede –
orijinalliği tartışmalı olsa bile- çörtenler görülüyor olması sebebiyle, biz aslî halinde de medrese ve
mescidin çeşitli yerlerinde çörtenlerin olması gerektiğini düşünmekteyiz.
218
çerçevelenmiştir. Cephenin saçak altları, köşeleri ve pencere bordürleri portaldakine
benzer açık sarı renkli kesme taştan iken, diğer bölümler moloz taştandır. Bugün
cephenin doğu bölümünün hemen önünde doğu-batı doğrultusunda uzanan ve
bodrum kata indiği söylenen üstü kapalı bir bölüm bulunmaktadır472. Doğu-batı
doğrultusunda uzanan sivri beşik tonozla örtülü bu mekân, kuzey duvarında dört
mazgal pencereyle aydınlatılmıştır. Söz konusu mekânın kuzey duvarındaki
açıklıklarından beslenen bir sarnıç olduğu anlaşılmaktadır. Binanın kubbeli orta
mekânının güney cephesinde ise ortaya yakın bir bölümde ve birbirine yakın
mesafede iki düşey dikdörtgen pencere yer almaktadır. Cephenin aksına göre
asimetrik düzenlenmiş olan pencerelerin, bugün, onarım öncesi fotoğraflardaki
durumunu aynen koruduğu herhangi bir müdahale görmediği anlaşılmaktadır. Söz
konusu bölümün duvarlarının, V.G.M.473 de bulunan 1940’lı yıllara ait eski
fotoğraflarında (Foto:125) bazı yerlerinin tuğla474, bazı yerlerinin moloz taşlı olarak
örülü olduğu, son onarımlarda bu halinin korunduğu görülmektedir. Ayrıca bu
fotoğraflarda, bugün cephenin taşıntılı bölümünü ihtiva eden kesimde, ana eyvanı
güney yönünden destekleyen bir payandanın var olduğu görülmektedir. Son
onarımlarda bu payandanın kaldırılmıştır.
472
Bu türlü tonozlu bir mahzen Karatay Medresesinde de bulunmaktadır.
473
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01/59.
474
Bizce bu tuğla bölümler de aslî durumu yansıtmamaktadır. Bunlar, 1899 onarımının ilavesi
olmalıdır.
219
Foto 127: Güneybatı köşe oda (Onarım Öncesi) Foto 128: Batı cephe (Onarım Sonrası)
(VGM.Abd.İş.Dai.Bş.Arşivinden)
Batı cephe (Foto:128) diğer cepheler gibi büyük ölçüde onarım görmüştür. Pencere
söveleri cephenin köşeleri ve saçak altları açık renkli kesme taştan, diğer bölümler
moloz taştan inşa edilmiştir. Cephenin orta kısmında 1899 onarımında yapılan iki
takviye payandası bulunmaktadır. Payandaların olduğu cephenin bu bölümünün
duvarlarındaki moloz taş örgünün bir kısmının daha eski yıllara ait olduğu
derzlerdeki renk ve doku farklılığından anlaşılmaktadır. Cephede toplam beş pencere
açıklığı bulunmaktadır. Bunlardan tam aksta ve iki payandanın arasında yer alan
pencere dışındakiler son onarımlar sırasında eklenmiştir. Aksta yer alan düşey
dikdörtgen bu açıklık, kuzey ve güneyinde yer alan iki pencere ile aynı hizada
bulunur. Kuzey ve güneydeki pencereler, güney cephenin taşıntılı bölümünde yer
alan ve onarım sırasında inşa edilmiş olan pencere ile aynı formdadır. Bu
pencerelerin her ikisinin de hemen üzerinde, aynı aksta sivri kemerli ve daha küçük
boyutlarda açıklıklar bulunmaktadır. Üstte ve yanlarda tuğladan bir silme ile çerçeve
içine alınmış bu pencerelerin ortası altıgenlerden oluşturulmuş alçıdan bir şebeke ile
kapatılmıştır. Aksta yer alan pencerenin lentosunun hemen üzerinde yatay olarak
konumlanmış bir ahşap parça bulunur.
220
Foto 129: Kuzey cephe (Onarım Öncesi)
(VGM.Abd.İş.Dai.Bş.Arşivinden)
Foto 130: Kuzey Cephe (Onarım Sonrası)
Kuzey cephe (Foto:129-130), taşıntı yapan mescit sebebiyle iki bölüm halinde
algılanır. Cephenin doğu yarısında toplam iki pencere bulunmaktadır. Cepheden
taşıntı yapan mescidin batı cephesindeki pencere akstan güneye doğru kaymış ve üst
kesime yakın bir konumda olup, sivri kemer
biçimlidir. Ortası altıgenlerden oluşan bir alçı
şebeke ile kapalı olan pencere iki yanda ve
üstten tuğla bir çerçeve içine alınmıştır. Aynı
hizada ve aynı formda olan diğer pencere
taşıntılı bölümün kuzey cephesinde yer alır.
Söz konusu kuzey cephenin son
Foto 131: Kuzey Cephe (Onarım Öncesi)
(VGM.Abd.İş.Dai.Bş.Arşivinden)
onarımlar sırasında doğu yarısı –mescidin
son cemaat kısmını ihtiva etmektedir- beyaza yakın bir renkteki kesme taştan diğer
yarısı -mescidin kuzey cephesini oluşturmaktadır- diğer cephelerde de gördüğümüz
moloz taş ile inşa edilmiştir. Moloz taşlı bölümün saçak altlarında ve köşelerinde
kesme taş kullanılmıştır. Binanın kuzey cephesinin batı yarısında toplam üç pencere
bulunur. Bunlardan ikisi doğu köşeye yakındır. Birbirine yakın konumdaki bu iki
221
açıklık, dıştan içe doğru şevlenen mazgal pencere şeklindedir. Güney cephedeki
olanlarla aynı formdaki mazgal pencerelerin üzerinde muhdes bir çörten yer
almaktadır. Cephenin batı köşesine yakın konumda olanı ise diğerlerinden daha
büyük boyutlarda ve batı cephesindekilerle aynı formdadır. Kubbeli orta avlunun
kuzey cephesinde bulunan iki pencere ise güney cephedekilerle aynı formda ve
konumda yer almaktadır.
Giriş (doğu) cephesinde tamamıyla
asimetrik bir düzenleme söz konusudur
(Foto:121). Cephenin kuzey yarısı,
portal, minare, son cemaat yeri gibi
bölümleri ihtiva ederken portalin güney
kısmı
tamamen
boş
bırakılmıştır.
Ayrıca portal ve onun kuzeyindeki
birimlerin
olduğu
kuzey
bölüm,
cephenin diğer kısmından yaklaşık 5.00
m.
kadar
taşıntı
yapmaktadır.
Dolayısıyla cephede tüm görüntü
Foto 132: Giriş (Doğu) Cephesi
kuzey yarıda yoğunlaşmış, güney yarısı
ikinci planda kalmıştır. Portal birçok Selçuklu yapısının aksine giriş cephesinin
ekseninde yer almamaktadır. Sadece medresenin doğu cephesi ele alınsa –mescidin
doğu cephesi göz ardı edilirse- bile portal yine de akstan kuzeye doğru kaymış bir
durumdadır. Ayrıca portal, cephede yüksek ve gösterişli minarenin gölgesinde ikinci
planda kalmıştır. Portal güney yönünden bakıldığında cepheden 5.30 m ileri taşıntı
yapmışken, kuzeyden, cephenin kuzey yarısındaki son cemaat yeri, minare gibi diğer
birimleriyle aynı düzlemde, neredeyse hiç taşıntı yapmayan bir görüntüye sahiptir.
222
Portale kuzey yönünden eklenen mektephâne475nin Osmanlı dönemi eki olduğunu
düşünsek bile minare ile portal arasındaki yamuk planlı açıklığın asimetrik bir durum
ortaya çıkaracağı kuşkusuzdur. Tüm bu durum, portalin cepheden bağımsız, adeta
heykel gibi, sonradan eklenmiş bir kütle gibi algılanmasına neden olur. Nitekim
portalin kuzey ve/veya güney yüzünden başlayıp cephenin diğer bölümlerini dolaşan
ve böylelikle cephenin bir bütün halinde algılanmasını sağlayacak herhangi bir
bordürde yoktur. Bu nedenle cephe ve portalin bir bütün halinde algılanmasında
mimarın çok da başarılı olmadığı söylenebilir476. Cephede tüm vurgu portal ve
minare üzerine yoğunlaşmaktadır.
Son onarımlarla şekillenen cephenin mevcut
görüntüsü, XIX. yüzyıla ait fotoğraflardaki durumuna çok yakındır. Son onarımda
eklenen son cemaat yeri ve portal ile minare arasındaki bölüm beyaz kesme taştandır.
Portal ve minare ise açık sarı renkli kesme taştandır. Onarım sırasında eklenen
kuzeydoğu köşedeki bölümde düşey dikdörtgen bir kapı açıklığı ve üstündeki
pencere ile bunların güneyinde yer alan, ortadaki sütunla ikiye ayrılmış camekânlı bir
açıklık bulunur. Bunun güneyinde minare kaidesi yer almaktadır. Minare ile portal
arasında ise onarımda eklenen bölüm yer alır ki bunun ortaya yakın bölümünde
düşey dikdörtgen iki pencere açıklığı bulunmaktadır.
475
Sarre (a.g.e., Abb. 190–191) nin planında ve fotoğrafında mektephâne görülmektedir.
476
Oysaki diğer Sahip Ata medreselerinin cephe düzenlemelerinde en önemli bölümü giriş cephesi ile
portalin birbiriyle uyumu ve simetrik düzenlemesi oluşturmaktadır. Sahip Ata’nın Konya’daki
medresenin giriş cephesindeki uyumsuzluğa en önemli gösterge, cephenin günümüze asıl halini
bütünüyle koruyabilmiş iki birimi olan portal ile minare su basmanı arasındaki kod farkıdır. Oysaki
diğer Sahip Ata medreselerinde su basman kodu giriş cephesinin tamamında eş seviyede olup
aralarında da bir bordür veya silme vasıtasıyla organik ilişki tesis edilmeye çalışıldığı görülmektedir.
Burada su basmanın yüksek tutulduğu görülmektedir. XIX. yüzyıl fotoğraflarında da su almasından
ötürü portalin kimi yerlerinde oluşmuş renk ve doku farklılıkları dikkati çekmektedir. Ayrıca sonraki
onarımlarda da binanın su almasından ötürü daimi bir problem yaşadığı görülmektedir. Bu durum
mimarın binanın su alması problemine karşı bir çözüm arayışı olabilir. Ama ne yazık ki bu önlemin de
çare olmadığı görülmektedir.
223
Bu
bölümün
süslemesiyle
güneyinde
Anadolu
ise
Selçuklu
döneminin en seçkin örneklerinden
biri
olan
portal
yer
almaktadır.
Portalin cephenin diğer bölümleriyle
bağlanış şekli ayrı bir mimari ünite
olarak
Kuzey
tasarlandığını
ve
güney
düşündürür.
yüzlerinin
süslenmeden boş bırakılmış olması
portalin başlı başına bir kitle olarak
cepheden öne çıktığını
Foto 133: Portal
göstermektedir477.Portali süslemesine
hâkim olan unsur yazıdır (Çizim:22,Foto:133). Yazılar, biri portalin kuzey
kenarından başlayarak yükselen ve yıkılmış olan üst bölümden aşağıya inerek
kapının kilit taşı hizasında ikinci bir düğümle devam ederek güney sövesinde son
bulan, diğer ise kapının kuzey sövesinde başlayıp yükselerek üst bölümdeki
düğümün altından geçerek portalin güney bordüründe nihayetlenen Kuran ayetleridir.
Portal süslemesinin bu ana kompozisyonunu, iki yanda ve -yıkılmış olsa da- üstte,
biri diğerlerine göre daha enli üç bordür sınırlamaktadır. Bu bordürlerden en dışta
olanı zemindeki kare biçimli bir kaideden çıkan iki kaval silmeden oluşmaktadır.
Profilli bu silmeler, yatay eksene yakın bir yerde girift bir motif oluşturarak
yükselişini sürdürür. Plastik etkili bu motif, birbirine kolları girift bir şekilde
bağlanmış yatay konumla iki palmetten oluşur. Bu motif, hem yan yüzlere hem de
içteki enli bordüre taşıntı yapan bir iriliktedir. Bunu içte takip eden enli bordürde
477
Akok, a.g.e., s.10.
224
boyuna gelişen bir kompozisyon yer alır. Burada yan yana iki rumîden çıkan kollar S
şeklinde aşağıya doğru uzamakta, bu sırada hem karşısındaki rumîden çıkan kolla
ortada daha dar bir düğüm, hem de altta bir sonraki rumî ikilisinin ortada meydana
getirdiği düğümü de içine alacak daha geniş ikinci bir düğümü oluşturmaktadır.
Bunu takip eden dar bordürde ise düşey konumlu meandır motifi ile oluşturulmuş bir
kompozisyon yer almaktadır. Meandır motifli dar bordür onu takip eden enli yazı
bordürünü en altta yatay olarak da sınırlamıştır. Bu bordürü takip eden enli
bordürlerde ise portalin ana süsleme unsurunu oluşturan yazı çerçeveleri
bulunmaktadır. Güney ve kuzeyden yükselen yazı şeritleri üstte kesintiye uğrayıp
daha sonra kapının tam dik aksında birbirlerini kat ederek ve ortada bir düğüm
yaparak iki kol halinde aşağıya uzanmaktadır.
Kapı kemerinin kilit taşı –aynı
zamanda kapının düşey aksı- hizasında bir düğüm daha yapan yazı şeritleri, kapının
sivri kemerini takip ederek sövelerde nihayetlenmektedirler. Sülüs hatlı iki yazı
kuşağından ilki güney bordürde başlamaktadır. Zeminden yukarı doğru devam eden
yazı Besmele-i Şerif ile başlamakta ve devamında Fetih Sûresi yer almaktadır.
Güney bordürünün alttaki başlangıç kısımları zamanla tahrip olmuştur478. Sûrenin 6.
478
Binanın zemininden aldığı su yüzünden oluşan bir rutubet sorunu olduğunu daha önce belirtmiştik.
Bu problemden en fazla zarar gören yerlerden biri de ‘portal’dir. Binanın XIX. yüzyıla ait
fotoğraflarında portalin kimi yerlerinde görülen renk farklılıkları rutubet sorununun başlangıçtan
itibaren yaşandığını; bunu gidermek için onarımlar sırasında portalin tahrip olan bazı taşlarının
yenilendiğini göstermektedir. Özellikle yazı kuşaklarının kapı kemerinin yan sövelerindeki başlangıç
ve bitiş bölümlerinde görülen eksikler kapıdaki rutubetten oluşan zararları gidermek amaçlı yapılan
müdahalelerin XIX. yüzyılın öncesine gittiğine işaret etmektedir.
225
ayeti son bulmadan bordür üstte saçağa dayanmaktadır. Sûrenin saçağın altındaki
düğüm yaparak aşağıya iki şerit halinde uzanan kollardan güneydekinden itibaren
devam ettiği görülür. Burada sûre 10. ayetten itibaren devam etmektedir. Dolayısıyla
sûrenin 6 ile 10. ayetlerinin arasındaki bölümlerinin portalin yıkılmış üst bölümünde
devam ediyor olması gerekir. Yazı şeritlerinin, üstte kapının tam dik aksında birbirini
kat ederek ve ortada bir düğüm yaparak iki kol halinde aşağıya uzandığını
belirtmiştik. Fetih Sûresi, bu iki şeritten güneydekinde devam etmektedir. Portalin
yan bordürleri ve üstte saçağın
altındaki düğümlü bölümü ile orta
bölümünün
zemini
arasında
yaklaşık 10 cm.ye varan bir derinlik
farkı
vardır.
Dolayısıyla
yazı
şeritleri bu düğümlü bölümden orta
bölüme geçişte kimi yerlerde 90
dereceye yakın bir eğimle orta bölümün
Foto 134: Portalden detay
zeminine ulaşmaktadır. Bu durum, oluşturulan ışık gölge oyunlarıyla daha güçlü
plastik
etki
bırakmaktadır
(Foto:134).
Portalin,
diğer
Anadolu
Selçuklu
medreselerinde görmeye alışık olduğumuz yarım daire biçimli mukarnaslı bir
bölümü yoktur. Burada onun yerini, konturları sepetkulpu kemer etkisi veren bir
bölüm almıştır. Yazı şeritleri, orta bölümden bu bölüme de yüksek bir eğimle
geçmektedirler. Fetih Sûresi kapının, kilit taşının –ki burası portalin tam düşey
aksına denk gelmekte-479 üstünde ikinci bir düğümle kuzey sövede 13. ayetle
nihayetlenmektedir480. Diğer yazı şeridi, kapının kuzey lentosundan ve ilk iki ayeti
479
Bu durum mimarın, portalde ne kadar kesin bir simetrik anlayışa sahip olduğunu göstermektedir.
480
Sûredeki eksik kısımlardan yazı şeridinin söveyi takip ederek eşiğe kadar devam ettiği söylenebilir.
226
eksik olarak üçüncü ayetten başlayan481 Yasin Sûresidir. Kilit taşının üzerindeki
düğümden sonra kuzeydeki kol olarak yükselen yazı şeridi saçağın altındaki ikinci
düğümde 13. ayette kesilmektedir. Portalin güney bordüründe 19. ayetten itibaren
devam eden sûre aşağıya doğru devam etmekte ve 31. ayette nihayetlenmektedir482.
Yazı
şeritlerini
takip
eden
içbükey bölümde yan yana iki
sütun yer alır. Bir bölümü
duvara gömülü olan sütunlar
aşağı doğru incelmekte ve kum
saatine benzer483 bir motifle
zemine oturmaktadır. Sütunların
gövde ve başlıklarında, birbirini
½ oranında takip ederek düşey
konumla
yerleştirilmiş
ve
şematik palmet motiflerinden
oluşturulmuş kompozisyon yer
alır
(Foto:135).
üzerinde üstte stilize
481
Sütunların
Foto 135: Portalden detay
Yasin Sûresinin üçüncü ayetten başlaması da tahribat sonucu oluşan bozulma ve onun neticesinde
gerçekleştirilen onarımlar sayesinde olmuş olmalıdır. Aslî halinde Sûrenin birinci ayetten ve büyük
ihtimalle eşik seviyesinden itibaren başladığı anlaşılmaktadır. Ayrıca yazı şeritlerinin lentolardaki
kollarının birbirine eşit olmayan seviyelerde başlaması ve/veya nihayetlenmesi portalin tamamında
kesin simetrik kurallara uyan mimarın gerçekleştireceği bir uygulama olmasa gerektir.
482
Uğur-Koman (a.g.e., s.62) Sûrenin 32. ayetini içeren bölümün tahrip olduğunu, aslî halinde bu
kısmın olduğunu belirtmektedir . Bizce de mevcut izler bu durumu doğrular niteliktedir.
483
Ögel, a.g.e., s.52. Bu motifin benzerlerini Sahip Ata’nın Konya’daki Camiinde, Sivas’taki
Medresesinde de görmekteyiz. Bu motif aynı zamanda perde püskülüne benzemektedir.
227
bir palmetten çıkan iki kaval silmenin ortada birbirini çapraz kat ederek altta, daha
şematize bir palmeti oluşturduğu dikine yerleştirilmiş motif bulunmaktadır. Motif,
oldukça yüksek bir kabartmaya sahiptir; özellikle üstteki stilize palmet, portal
zemininden ileri doğru fırlamış gibi algılanmaktadır. Bu motifin zemini, boyuna
gelişen ve kıvrım dallarından oluşmuş sathî –bu haliyle motifi öne çıkartan- bir
kompozisyon ile işlenmiştir.
Motifin üzerinde, yatay eksenin hemen
üzerinde başlayıp üst bölümü çepeçevre
dolaşan bir kaval silme yer alır. Silmenin
üzerinde, tek sıralı palmetlerin birbirlerine
çapraz
kollar
vasıtasıyla
bağlandığı
boyuna gelişmiş bir kompozisyon vardır.
Foto 136: Portalden detay
Yatay eksenin hemen üzerinde enine
dikdörtgen bir kaideden başlayarak yükselen silme, üstte yuvarlak kemerli dört
sahaya ve ortadaki madalyona benzeyen yarım daire şekilli bölümü kat ederek diğer
kenarda nihayetlenir484. Söz konusu madalyon biçimli bölüm, kapının düşey aksında
aynı zamanda yazı şeritlerinin düğüm yaptığı yassı satıhtır. Bu madalyon biçimli
bölümün kuzey ve güneyindeki ikiz kemerli bölümlerin altında iki dairesel
madalyon485 yer alır. Bu dairesel sahaların içinde mimarın adı yazılıdır.
Madalyonların altında, her iki yanda yer almak üzere, alt kısımları üçgen biçimli
484
Portalin üst kısmının aslî halinde nasıl tamamlandığına dair çeşitli öneriler bulunmaktadır.
Bunlardan Akok (a.g.m., s.35, Res.24), yıkılmış olan üst bölümün, bir kolları yan bordürden gelişen
yazı şeritlerinin, diğer kolları ile düğümlü bölüme inen iki sivri kemerden oluştuğunu düşünmüştür.
Tuncer (a.g.e., s.11) ise yan bordürleri üstte tamamlamakla yetinmiştir. Akok’un hayali
tamamlamalarıyla portal beden duvarlarının çok üstünde neredeyse kubbeyi gölgeleyecek bir
yüksekliğe sahip olacaktı.
485
Kuzeyde “Amel-i Kölük”, güneyde ise “bin Abdullah” yazılıdır.
228
sonlanan bir şema görülür. Buradaki şema, profilli silmelerin çeşitli ilmikler yaparak
oluşturduğu iki motifin birleşmesinden meydana gelmiştir486. Söz konusu şemayı
sathî işlenmiş boyuna gelişen ve kıvrım dallar geçmesinden oluşan bir bordür
sınırlamaktadır. Bu bordür aşağıda köşe sütununa kadar inmektedir. Söz konusu yan
bordürler ikiz sütunlarla aynı hizadadır. Saksı biçimli çift kat başlığı bulunan sütun,
eşik hizasında zemine oturmaktadır. Sütunun gövdesi, profilli silmelerle birbirine
bağlanan ve ½ oranında birbirini takip ederek yükselen palmetlerden oluşan bitkisel
bir kompozisyon ile süslenmiştir. Portalin merkezinde yer alan ve konturlarıyla
sepetkulplu bir kemeri andıran bölümün iki köşesinde yüksek kabartma halinde
işlenmiş bir motif487 bulunur(Foto:137). Motif prizmatik bir kaideden çıkar. Sapı
hilal biçimli bir halkaya tutturulmuş olan motif, simetrik olarak iki yanda da yer
almış yaprak çiftlerinden oluşur. Bu yaprakların arasında yer yer haşhaş veya meyve
biçimli motifler bulunur. Motif üstte zambağa benzeyen üç yapraklı bir palmetle
sonlanır. Her iki köşedeki motifin, içinde bulundukları eğimli zemin sebebiyle üst
kısımları hafifçe öne doğru eğiktir. Yüksek kabartma olarak işlenmiş motif, bu
nedenle neredeyse zemine sonradan yerleştirilmiş gibi algılanır.
486
Uğur-Koman (a.g.e., s.64) bu şeklin kufî hatla “Muhammed” şeklinde okunabileceğini
belirtmektedir. Söz konusu şeklin benzerlerini Konya Sahip Ata Cami, Konya Karatay Medresesi,
Aksaray Sultan Hanı (avlu) kapılarında görmekteyiz.
Sahip Ata Camiindeki örnekte profilli
silmelerin aralarındaki bölümlerde çini plakalar görülmektedir. İki eserin de mimarı olan Kölük
burada çini süslemeyi tercih etmemiştir. Uğur-Koman (a.g.e., s.63)ın “onun seciyesi sadelik içinde bir
azamettir” şeklinde tarif ettiği portalde, kendi içindeki ahengin ve güçlü plastik etkinin tesirini
hafifletebilecek her türlü ayrıntıdan kaçınıldığı görülür.
487
Söz konusu motif enginar olarak da isimlendirilmiştir.
229
Motiflerin bulunduğu iki köşedeki prizmatik üçgen sahalar, söz konusu motifi de
sınırlayacak
biçimde
düşey
eksen
üzerinde
gelişen
ve
palmet-rumî
kompozisyonundan oluşan bordürlerle kaplıdır. Sathî işlenmiş bordürler bu
özelliğiyle yüksek kabartmalı
motifin daha fazla öne çıkmasına
sebep olmaktadırlar. Kapının iki
yanında,
gereken
sahayı
mihrabiye
boyuna
üstte
ve
olması
dikdörtgen
iki
yanda
meandır motifli bir silme dolaşır.
Girinti yapmayan silme, üstte
sivri
kemerli
bir
biçimle
sonlanmaktadır. Sivri kemerli
kapının iki köşesindeki üçgen
sahalar yüksek kabartma olarak
tasarlanmış ancak iç bölümleri
Foto 137: Portalden detay
süslenmeden bırakılmıştır. Bu üçgen
sahaların ortasında süslenmeden bırakılmış birer küre bulunur488. Genel olarak
portalde kompozisyon, sathî işlenmiş süsleme ile karşıtlık teşkil edecek şekilde
düzenlenmiş plastik şekillerle kurulmuştur(Çizim:22). Ancak yoğun olan yüzeysel
süslemelerdir. Yüksek kabartmalar ise çok ölçülü bir tezat ve denge oluşturur489.
488
Ögel (a.g.e., s.53) bu kürelerin yüzeylerinin kazınmış veya bitmemiş olabileceğini belirtmektedir.
489
Ögel, (aynı yer) buradaki esas başarının, “…portalin önemli bir kısmı küçük sahalara ayrılmış
olmasına rağmen gerek yazı şeridinin toplayıcı rolü, gerekse her motifi sınırlayan çerçevelerin
dağılma intibaına yol açmamasından” kaynaklandığını belirtir.
230
Medrese, bugün sanat değeri taşımayan, çift kanatlı metal bir kapı ile
örtülüdür. Kapıdan sonra 3.75 x 3.75 m. ölçülerindeki giriş koridoruna dâhil
olunmaktadır. Çapraz tonoz örtülü mekânın kuzey ve güney duvarlarının ortaya
yakın bölümünde 70 cm. derinliğinde sivri kemerli nişler bulunur. Nişlerin sivri
kemerlerinin üzerinde birer sivri tahfif kemeri vardır. Bu bölümden iç avluya, tam
giriş aksında yer alan sivri kemerli bir kapı ile geçilir. Kapının üzengi hizasında içe
doğru taşıntı yapan profilli konsollar bulunmaktadır. Bugün kapının koridora bakan
yüzünde, kapı kemerinin üst iki köşesinde yer alan zıvana yuvaları muhdestir490.
Kapı söz konusu zıvanalara oturtulmuş iki kanatlı demir kapı ile örtülüdür. Kapının
avluya bakan yüzü ise iç mekân duvarlarının yüzeyinden taşıntı yapan dikdörtgen bir
çerçeve içine alınmıştır. İki yanda ve üstte devam eden bordürlerden dışta olanı
enlidir. Onu takip eden dar bordür ise içbükey kavislidir. Kapının sivri kemerinin
üzerinde tahfif görüntüsü verilmiş bir kemer vardır. Kapının üzengi hattının
üstündeki ile altındaki bölümlerin taşları arasında farklılıklar dikkati çeker. Dıştaki
enli bordürün üzengi hattının altında sathî işlenmiş, şematize bir sütun motifi vardır.
Motifin üst kısımda devam etmemesi ayrıca üst bölümdeki taşlarla alt kısımdaki
taşlar arasındaki malzeme farkı, üst bölümün restorasyon sırasında yenilendiğini
düşündürmektedir491. Bunun dışında kapının aslî halini koruduğu anlaşılan alt
bölümlerindeki taş malzeme ile iç avlunun zeminden kapı lentoları seviyesine
kadarki taş kaplamaları arasında da farklılıklar dikkati çekmektedir. Medresenin
490
Kapının zıvana yuvalarından başka üzengi seviyesinden itibaren alt kısımdaki bölümlerinin de
onarımlar sırasında yenilendiği anlaşılmaktadır.
491
Binanın Vakıflardaki dosyasında (V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01/59) yer
alan bir raporda da, bu farklılığa dikkat çekilerek gerçekleştirilen bu müdahalelerin müze
teknisyenlerince hatırlandığı belirtilmektedir. Bu bilgi kapıdaki müdahalenin medresenin müze haline
getirildiği 1936–56 yılları arasında onarımda gerçekleştirilmiş olabileceğini akla getirmektedir.
231
Vakıflardaki dosyasında bu bölümde de taş kaplamaların yenilendiğine dair bilgiler
bulunmaktadır492.
Binanın
avlusu
tam
kare
ölçülerdedir (Çizim:19). İç mekânda
her birim simetrik ölçülere uygun
inşa edilmiştir (Foto:138). Avlunun
ortasındaki
havuz,
karenin
tam
merkezine yerleştirilmiştir. Avlunun
kuzey ve güney kenarında yer alan
Foto 138: İç Avlu
kapı ve pencereler aksa göre simetrik
yerleştirilmiştir. Kesin simetrik ve geometrik düzen, ayrıca çini süslemesinin ölçülü
tutarlı kullanım, iç mekânda hafiflik ve ferahlık etkisi bırakmaktadır. Avluyu örten
yüksek kubbenin üst kısmında bir aydınlık feneri bulunmaktadır. Havuz ile aydınlık
fenerinin düşey aksta yer almaları iç mekândaki simetrik anlayışı vurgular
niteliktedir (Çizim:20). Son onarımlarda yenilenen sekizgen aydınlık feneri her
köşenin ortasına yerleştirilmiş bir pencere ile aydınlatılmıştır. Kubbe yüzeyi sırsız
tuğla ve çinilerle oluşturulmuş geometrik bir kompozisyon ile süslenmiştir. Söz
konusu kompozisyon düşey ve yatay zikzaklar ile onların aralarında uzanan kırık
çizgi dizileri, baklava ve X biçimli motiflerle oluşturulmuştur493. Kompozisyonun
yer aldığı zemini oluşturan sırsız tuğlalar uzun kenarları ile yatay, süslemeyi
meydana getiren turkuaz ve patlıcan moru renkli çiniler ise yine uzun kenarlarıyla
düşey olarak yerleştirilmiştir. Buradaki kompozisyonun ana şemasını düşey olarak
492
Bkz. Medresenin Vakıflardaki (V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01/59)
dosyasında yer alan tarihsiz tespit raporunda medresenin müze haline getirilmesi sırasında bu
yenilemenin yapıldığı ifade edilmektedir.
493
Bakırer, a.g.e., s.426-427.
232
yerleştirilmiş zikzaklar oluşturur. Patlıcan moru renkli düşey zikzaklar, aynı zamanda
yatay zikzaklarla bağlanır. Yatay ve düşey zikzakların aralarındaki bölümlerde
turkuaz renkli çinilerden oluşturulmuş baklava motifleri vardır. Bu motifin her
kenarının dik olarak uzatılmasıyla ilginç bir motif elde edilmiştir. Kompozisyondaki
boşluklar ağırlıklı olarak turkuaz renkli daha küçük ölçüdeki baklava motifleriyle
dolgulanmıştır (Foto:139–140).
Foto 139: Avlu kubbesinden detay
Foto 140: Kubbe eteğindeki çini süsleme
Kubbe eteğinde çiçekli kûfî ile “Elmülkilillah” (Mülk Allah’ındır) lafzının tekrarıyla
teşkil edilmiş bir yazı bordürü vardır(Foto:140). Kompozisyon altta ve üstte ince bir
bordürle sınırlandırılmıştır. Aradaki bölüm ise turkuaz renkli çinilerden oluşturulan
zeminin üzerine patlıcan moru renkli çini mozaiklerden çiçekli kûfî yazı yer
almaktadır. Kubbeye, yüzeyi çinili bordürlerle dört eşit parçaya ayrılmış olan yelpaze
biçimli pandantiflerle geçilmiştir. Pandantifleri eşkenar üçgen alanlara bölen çini
bordürlerde turkuaz zemin üzerine siyah renkli çinilerle teşkil edilmiş palmetlerden
oluşan bir süsleme yer alır. Pandantiflerin bu dilimli yapısı sebebiyle kasnak
yirmigene dönüşmüştür. Kasnak enine gelişen çinili bir kompozisyonla süslüdür.
Buradaki açık kompozisyon, birbirlerine dairesel kıvrım dallarla bağlanan palmet ve
rumîlerden oluşur. Süslemede zemin turkuaz renkli çinilerden motifler ise siyah
renkli çinilerden meydana getirilmiştir.
233
İç mekânın kuzey ve güney duvarlarında kare planlı iki pencere yer
almaktadır. Düşey eksene göre simetrik olarak aynı hizada bulunan açıklıklar yatay
eksenin hemen üzerinde yer almaktadırlar. Beden duvarlarının tuğla yapısına uygun
bir şekilde devam eden yarım tuğlaların yatay ve düşey konumlu olarak
yerleştirilmesiyle örülen pencereler, dışta dar, içte daha enli süslemesiz bordür ile
dört yönden çevrelenmektedir. Giriş (doğu) duvarında pencereler ile aynı hizada ve
aynı formda iki sağır niş yer almaktadır. Hem sağır nişler hem de pencereler
bulundukları duvarın tam ortasında bulunur. Açıklıkların ve nişlerin pandantiflere
olan uzaklıkları eşit olup, bu anlamda kesin bir simetrik biçimlenme vardır
(Çizim:20). Aydınlık fenerinin tam düşey aksında yer alan kare planlı havuz,
yaklaşık 30 cm. derinliktedir ve ortasında muhdes bir fıskiyesi bulunmaktadır494. Son
onarımlar sırasında batı eyvanının zeminin altından geçen ve havuza su getiren
yaklaşık 30 cm. genişliğindeki suyolu ortaya çıkartılarak üzeri camekânla kapatılarak
koruma altına alınmıştır. Burada su
getiren
ve
götüren
seramik
künklerin iki yanı ve üstünün blok
kesme
taşlarla
kapandığı
görülmektedir. Bu taşların üzerinde
de muhtemelen eyvan zemini495 yer
almaktaydı (Foto:141). Giriş
Foto 141: Batı eyvanı
aksında yer alan eyvana üç basamaklı ve iki kollu bir merdivenle çıkılmaktadır. Sivri
beşik tonozla örtülü eyvanın kuzey, güney ve batı duvarında boyuna dikdörtgen
494
Havuzun kesme taş malzemesinin yapısı onarımlarda yenilendiği göstermektedir.
495
Bugün taş olan eyvan zemini Uğur-Koman (a.g.e., s.67) tespitleri sırasında tahta ile kaplı idi.
Ancak eyvan zemininin aslî halinde de taş olduğu rahatlıkla söylenebilir.
234
biçimli birer pencere yer alır. Güneydeki pencerenin yerinde Löytved’in planında496
bir mihrap görülmektedir. Eyvanın sivri beşik kemerinin üzengi hattına kadar olan
kısmı kesme taş, –bugün üzeri beyaz badana ile boyanmıştır- üzerindeki kısımlar
tuğla malzeme ile oluşturulmuştur. Eyvanda yatay istiflenmiş yarım tuğlaların,
birbirini ½ oranında takip ettiği bir düzenleme görülmektedir. Eyvanda çini
kullanımı sadece kemerin iç ve avluya bakan yüzlerinde görülürken, tonoz yüzeyinde
bulunmaz. Kare kesilmiş turkuaz renkli mozaik çiniler, yatay istiflenmiş tuğlaların
derz
aralarına
denk
gelecek
bölümlerde yer alır (Foto:141).
Avlunun güney ve kuzey yanında
dörder
kapı
açıklığı
almaktadır(Çizim:20).
yer
Kapılar,
bulundukları cephe aksının her iki
yanına simetrik olarak hizalanmıştır.
Avlunun zeminden itibaren
Foto 142: Avlunun güney kanadındaki mekânlar
kapıların lentolarına
kadar olan bölümlerinin kesme taş olduğunu ve bu taşların onarımlar sırasında
yenilendiğini belirtmiştik. Kapıların lento ve sövelerindeki Uğur-Koman497’ın “gök
mermer” olarak tasvir ettiği mermer ile duvarlardaki taş arasında belirgin bir fark
izlenmektedir. Kapı lentolarının üzerinden itibaren tuğla bölüm başlar. Her kapının
üzerinde sivri kemerli birer pencere yer alır(Foto:143). Yatay istiflenmiş yarım
tuğlalardan oluşan pencerelerin ortası, onarım sırasında eklenen geometrik örgülü bir
vitray ile örtülüdür. Pencerelerin alınlık kısımlarında ise turkuaz ve siyah mozaik
496
Löytved, a.g.e., Abb.190.
497
Uğur-Koman, a.g.e., s.64.
235
çinilerden meydana getirilmiş geometrik ve bitkisel kompozisyonlar bulunur.
Alınlığın üzerindeki enine dikdörtgen kartuş içerisinde ise; altta, turkuaz renkli çini
zemin üzerine siyah mozaik çinilerle çiçekli ve kufî hatla oluşturulmuş yazı kartuşu,
onun üstünde ise boyuna gelişen ve dört ara yönde yer alan palmetlerden çıkan
şeritlerin ortada dörtgen saha oluşturduğu bir bölüm görülür. Bunların da üstünde,
merkezde, yer alan daha büyük ölçüdeki bir palmete bağlandığı bitkisel açık bir
kompozisyon yer alır. Yazılar, eyvanın iki yanındaki mekân ve kuzey ile güney
kenarlardaki toplam sekiz mekânda birbirini takip ederek işlenmiştir. Eyvanın
kuzeyindeki mekânın kapısında Besmele-i Şerif ile başlayıp, kuzeyindeki mekânın
kapısında sonlanan çiçekli kufî ile ve Bakara Sûresinin 255. ayeti olan Ayet-el-Kürsî
yazılıdır498. Çiçekli kufîli yazıda, kimi harfler üstündeki bitkisel süslemeye
bağlanarak yazı ile bitkisel kompozisyon arasında bir bütünlük oluşturulmak
istenmiştir499. Her kartuşta yazı değişmiş, fakat üzerindeki bitkisel süsleme tekrar
edilmiştir. Bunun dışında pencerelerin alınlıklarında, turkuaz mozaik çini zemin
üzerine siyah ve patlıcan moru mozaik çinilerle oluşturulmuş geometrik ve bitkisel
süslemeler görülür.
498
Şimşir, “…Ma’kılî Yazı”, s.325–326.
499
Konyalı, (a.g.e., s.808-809) “… Hattat, yazı ahengine ve insicamına o kadar dikkat etmiştir ki
bazen bir panoda bitmeyen bir kelimenin harflerini diğer panoya almak mecburiyeti duymuştur”
diyerek, sûrenin 10 kapı arasında nasıl bölüştürüldüğüne işaret etmektedir.
236
Foto 143: Mekan kapıları ve pencerelerinden detay Foto 144: pencerelerden detay
Alınlıklardaki süslemeler farklı tiptedir. Bu alınlık süslemeleri, orta mekânın kuzey
ve güney kenarına simetrik olarak yerleştirilmiş pencerelerin paralellerinde birbirini
tekrar eden şekilde oluşturulmuştur. Dolayısıyla, eyvanın iki yanındaki mekânın,
giriş bölümün iki yanındaki sivri kemerli nişlerin ve kuzey ile güney kenarda
karşılıklı olarak yer alan mekânların pencerelerin alınlıklarındaki süslemeler
birbirinin aynısıdır (Foto:143-144). Bu durum mimarın iç mekânda uyguladığı kesin
simetrik kaidelerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu süslemeleri tek
tek ele alırsak, eyvanın iki yanındaki kapıların üzerindeki pencerelerin alınlıklarında,
merkezdeki patlıcan moru altıgenleri, turkuaz renkli kırık hatların çeşitli noktalarda
kesişmesiyle, çevresinde, yine altıgen oluşturacak şekilde sardığı enine gelişen açık
bir kompozisyon görülür. Kuzey ve güney kanattaki batıdan itibaren ilk mekânların
ve giriş bölümünün her iki yanındaki nişlerin alınlıklarındaki açık kompozisyonda
ise patlıcan moru altı kollu yıldızlar ve yıldızların aralarındaki bölümlerin turkuaz
renkli çeşitli yönlerden yıldızlara bağlanan üç kollu ara motifler bulunmaktadır.
Kuzey ve güney kanatta batıdan itibaren ikinci mekânların alınlıklarında ise
237
merkezindeki patlıcan moru renkli dairesel madalyonun çevresinde gelişen bir
çarkıfelek motifi kompozisyonun ana motifini oluşturur. Enine gelişen bu açık
kompozisyonda motif alınlıktaki üçgen bölümde ½ oranında birbirini takip edecek
şekilde yerleştirilmiştir. Kuzey ve güney kenardaki batıdan itibaren üçüncü
mekânların pencere alınlıklarındaki enine gelişen açık kompozisyonda, merkezinde
patlıcan moru renkli dairesel bir madalyon bulunan turkuaz renkli altı kollu yıldızlar,
½ oranında birbirini takip edecek şekilde yerleştirilmiştir. Kuzey ve güney kanatta
karşılıklı olarak yer alan doğudan itibaren ilk mekânın alınlıklarında ise kazayağı
kompozisyonun ana motifini oluşturur. Enine gelişen açık kompozisyonda, motif bir
ters bir düz olarak yerleştirilmiş, aralardaki boşluklara patlıcan moru altıgen yıldızlar
yerleştirilmiştir.
Avlunun güney kenarında yer alıp aslî halinde dört ayrı kapıyla avluya açılan
mekân500, bugün, doğu-batı doğrultusunda uzanan sivri bir beşik tonozla
örtülüdür(Foto:145).
Onarım öncesi fotoğraflarda501 bu mekânların kapıya kadar yıkılmış olduğunu
görmekteyiz. Löytved’in planında502 ise bu mekân kuzey-güney doğrultusunda
uzanan dört bağımsız birimden oluşmaktadır.
Uğur-Koman503, “…bu mekânların her birinin, biri sokağa diğeri sahna
açılır iki kapısı bulunduğunu” belirtir. Bu anlamda Uğur-Koman’ın tespitte
bulunduğu yıllarda, henüz dört bağımsız birimden oluşan aslî özelliğini korusa bile
önemli ölçüde müdahaleye uğradığı anlaşılmaktadır.
500
Bugün söz konusu dört odadan sadece batıda olanından mekâna geçilebilmektedir. Diğer
mekânların kapıları Medresenin müzeye dönüştürülmesi sırasında teşhir için camekânlı bölümlere
dönüştürülmüştür.
501
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01/59.
502
Löytved, a.g.e., Abb.190.
503
Uğur-Koman, a.g.e., s.66.
238
Nitekim Uğur-Koman504 “…mururu zamanla bunlar yıkılmış ve yerlerine
üstleri direklerle örtülü adî hücreler yapılmıştır” diyerek mekânların geçirdiği
değişimi ifade eder. Löytved’in planından da anlaşılacağı üzere avlunun güney ve
kuzey kanadında toplam sekiz hücre yer almakta idi. Nitekim XX. yüzyılın başlarına
ait Merkez Emlak defterinde binanın “Mescid-i Şerif’in 1, medresenin ise 8
müştemilatı”505 olduğu bilgisi de bunu
doğrular
niteliktedir.
Medrese
odalarının aslî halinde yapısı hakkında
fazla bir bilgiye sahip değiliz. Bu
konuda Uzluk’un506 “…bu mimari
eserin iki tarafındaki çinilerle süslü
Foto 145: Avlu Güney kanadındaki oda
hücrelerini yıktırdı…” şeklinde ilettiği
bilginin dışında herhangi bir bilgimiz yoktur. Avlunun kuzeyindeki mekânların aslî
durumları konusunda da bilgimiz sınırlıdır. Simetriğindeki mekânlar gibi avluya dört
kapı ile açılan kuzey kanattaki mekânlar bugün, doğu-batı doğrultusunda uzanan
sivri beşik tonoz örtülü kare iki mekândan507 ibarettir. Bunlardan batıda olanı
batısındaki mekâna içten bir kapı ile açılmakta, aynı zamanda iki mekânı ayıran
duvar üzerinde kapatılmış vaziyette bir pencere dikkati çekmektedir. Aynı şekilde
kapatılmış bir pencere de güney kanattaki mekânı batısındaki kubbeli mekândan
ayıran duvarın üzerinde yer almaktadır. Bir kapalı mekândan kapalı diğer bir mekâna
pencere açılması mantıklı değildir. Bu kapatılmış pencereler binanın kuzey ve
504
Uğur-Koman, aynı yer.
505
Arabacı, a.g.e., s.150-151, dnt. 620.
506
Bu konudaki geniş açıklamalar için bkz. 22. dipnot.
507
İki kapıya sahip olan söz konusu iki mekân avluya doğu ve batı köşelerdeki kapılarla açılmaktadır.
Diğer kapıları camekânla kapatılarak teşhir amaçlı kullanılmaktadır.
239
güneybatı köşelerinde yer alan ve onarıma kadar sadece kubbe geçiş öğelerinin bazı
bölümleri kalabilmiş olan mekânların, harap durumda oldukları zamana ait olmalıdır.
Dolayısıyla eyvanın güney ve kuzeyindeki mekânlarda yer alan bu açıklıklar,
batısında kapalı bir mekânın olmadığı ve tarihini bilemediğimiz bir onarım sırasında
yapılmış olmalıdır. Löytved’in planında da bu mazgal pencereler yoktur. Kuzey
kanattaki odaların aslî halinde dört bağımsız mekân oldukları Löytved’in planında
açıkça görülmektedir. Mevcut durum onarımlar sayesinde oluşmuştur. Bu kanattaki
mekânlardan batıda olanının doğu duvarında tuğladan sivri kemerli bir niş/ocak
görülmektedir. Söz konusu mekân iki mazgal pencere ile aydınlatılır. Bu nişin
özgünlüğü konusunda bir bilgiye sahip değiliz. Bu kanattaki diğer mekân pencere
açıklığına sahip değildir. Bu mekânın kuzeyinde mescit bulunduğu için orijinalinde
de pencere açıklığına sahip olmadığı anlaşılmaktadır.
Eyvanın her iki yanındaki mekânların XX. yüzyılın başına büyük ölçüde
harap bir olduğu, sadece Türk üçgeni geçiş öğelerinin bazı parçalarının kalabildiği o
yıllara ait fotoğraflardan508 (Foto:125, 127) görülmektedir. Bu bölümlerin,
Löytved’in planında509 da, Türk üçgenleriyle geçilmiş kubbeli ve kare planlı iki
mekân olduğu tespit edilmektedir. Söz konusu iki mekân son onarımlarda kare planlı
ve Türk üçgenleriyle geçilen kubbe ile örtülü olarak restore edilmiştir. Onarım
sırasında, güneybatı köşedeki mekânın batı ve güney duvarlarına, kuzeybatı köşedeki
mekânın kuzey ve batı duvarlarına birer pencere eklenmiştir. Löytved’in planında ise
bu pencereler yoktur. Ayrıca bu iki mekândan doğusundaki mekânlara açılan kapı
veya pencere de görülmemektedir. Dolayısıyla restorasyonlar sırasında kapatılan
508
Bkz. V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01/59 nolu dosyadaki binaya ait
fotoğraflar.
509
Löytved, a.g.e., Abb.190.
240
mazgal pencerelerin, Löytved’in geldiği 1850’li yıllardan sonra eklenmiş muhdes
açıklıklar olduğu anlaşılmaktadır.
Medresenin kuzeydoğu köşesinde ve minare ile portal arasında yer alan
dikdörtgene yakın mekân, avluya bir kapı ile açılmaktadır(Foto:132). Dikdörtgen
mekânın kuzeydoğu bölümünde minare kaidesi yer almaktadır. Mekân, doğu
duvarındaki iki pencere ile aydınlatılmaktadır. Bu bölüm son onarımlar sırasında
yeniden inşa edilmiştir. Binanın XIX. yüzyıla ait fotoğraflarında var olduğu görülen
mekânın(Foto:123-124), mescit ve minarenin yıkıldığı XX. yüzyılın başlarına ait
görüntülerde de ayakta olduğu ancak 1940 ve 1950’li yıllara ait fotoğraflarda
yıkıldığı tespit edilmektedir.
Medrese ile ilgili önemli tartışmalardan birisi bu mekânın muhdes olup
olmadığı ile ilgilidir. Uğur-Koman510, müderris odası şeklinde isimlendirdiği
mekânın sonradan ilave olduğunu belirtir. Sözen511, kapının bütün özelliklerini
yansıtabilmek için mimarın, özellikle kapının iki yanına mekân koymadığını ifade
eder. Akok512da portal kitlesinin bilinçli bir şekilde iki yanının boş bırakıldığını,
dolayısıyla aslî halinde bu bölümlerde mekân bulunmadığını belirtir. Kuban513, aslî
halinde, portalin kuzeyinde bir mekân olmasının ön cephe simetrisine aykırı bir
durum olacağından bahseder. Söz konusu mekânın özgünlüğü konusundaki
tartışmalar genellikle, portalin güneyinde de bir mekân olması veya olmaması
üzerinden yapılmıştır. Gerçektende gösterişli portalin aslî halinde bu ölçüde taşıntılı
olup olmamasının başlıca ölçütü kuzey ve güneyinde mekânlardır. Bu konuda,
510
Uğur-Koman (a.g.e., s.66) bu mekâna üç basamakla girildiğini belirtir. Bu bilgi, bugün eşit
seviyedeki avlu ve mekânın 1930’lu yıllardaki zemin kodunun farklı olduğunu göstermektedir.
511
Sözen, a.g.e., s.72.
512
Akok, a.g.m., s.10.
513
Kuban, a.g.e., s.170.
241
araştırmacılar aslî halinde portalin kuzeyinde bir mekân olması halinde güneyinde de
bir mekânın olması gerektiğini ifade eder. Bunun aksi bir durum olması halinde ön
cephenin simetrisinde büyük bir çarpıklığa neden olacağı açıktır. Bilhassa iç
mekânda kesin simetrik kurallara uyan mimarın bu kadar iddialı bir portalin yer
aldığı cephede bu çapta bir düzensizliği uygulamış olması akla yakın gelmemektedir.
Portalin kuzeyindeki mekâna avludan, sivri kemerli nişin ortasına sonradan açıldığı
her halinden belli bir açıklıkla dâhil olunur. Mekânın minarenin varlığından dolayı
oluşmuş U planlı yapısı diğer medrese odalarının düzenleriyle tezat bir durum
oluşturur. Ayrıca mekânın kapısı da medresenin diğer oda kapı düzenlemesinden
farklı; nişin ortasına bir açıklık oluşturarak düzenlenmiş olduğu dikkati çeker. Eski
fotoğraflarından söz konusu müderris odasının düz çatılı olduğu görülmektedir ki bu
da, binanın mimari anlayışına aykırı bir başka durumdur. Medresenin vakfiyesinde514
binayla ilgili olarak medrese, mescit ve minareden bahsedilmektedir. Oysaki Sahip
Ata’nın bir başka eseri olan Sivas Sahip Ata Medresesinin vakfiyesinde515 ise
medresenin yazlık, kışlık odaları ve abdestliği, minare ve mescidiyle beraber
zikredilmektedir. En eskisi 1476 yılına ait Osmanlı kayıtlarında binadan “Vakf-ı
dârü’l-hadis ve mescidi maa minare ve mektephâne-i Hoca Fahreddin sahib-i Sultan
Alâeddin…”516 şeklinde bahsedilmesi ve vakfiyedeki mescit, medrese (Dârü’l-Hadis)
ve minareden oluşan birimlere bir de mektephâne eklenmiş olması dikkat çekicidir.
Bu durum XV. yüzyılda görülen lüzum üzerine binaya, mektephâne bölümünün
eklenmiş olabileceğini; söz konusu mekânın da bu bölüm olabileceği ihtimalini akla
getirmektedir. Bilahare mekân müderris odasına dönüştürülmüş olabilir. Bize göre bu
514
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.39.
515
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53.
516
(Ankara Eski Kayıtlar Arşivi, Defter No.: 255’den nakleden Atçeken, a.g.e., s.252.)
242
mekân Osmanlı döneminde ilave olunmuştur. Dolaysıyla aslî halinde portalin iki
yanında mekân bulunmamakta; Sözen’in de belirttiği gibi mimar, muhteşem portali
daha fazla öne çıkarmak için cepheden taşıntılı bir düzenlemeyi tercih etmiştir.
Medrese bu haliyle örneğini başka bir Anadolu Selçuklu binasında
göremediğimiz bir ön cephe ve giriş düzenlemesine sahiptir. Bu haliyle portal ve
ardındaki kare planlı giriş koridoru adeta binadan bağımsız bir kütle hissi
uyandırmaktadır. Ancak özellikle ön cephenin portalin güneyindeki kısımlarında
görülen renk ve doku farklılıkları, cephenin portalin aksine bu sade görüntüsünün
aslî halini yansıtmadığını, zaman içerisinde gördüğü müdahalelerle bugünkü
durumuna kavuştuğunu göstermektedir.
Binanın en dikkat çeken özelliklerinden biri de iç ve dış mekân arasındaki
tasarım farklılığıdır. Simetrik kaidelere uygun mekân düzenlemeleri ve tuğla üzerine
çini ile abartıya kaçmadan kendi içinde uyumlu ve orantılı süslemeye sahip bir iç
mekâna karşın dış mekânda özellikle portalde ortaya çıkan plastik karakterli,
yenilikçi süslemeler tezat oluşturur.
3.4.2- Mescit
Mescit ve minare, medresenin kuzeydoğu köşesine dıştan eklemlenmiştir.
Mescit, önünde iki veya üç gözlü bir son cemaat yeri ve kubbeli kübik bir harimden
oluşurken517, aslî halinde iki şerefeli olan silindirik gövdeli minare ise günümüzde
tek şerefeli olarak mescidin güneydoğu köşesinde yer alır (Çizim:21). Mescidin, aslî
halini kısmen de olsa koruyabildiği, XIX. yüzyılın sonlarına ait bazı fotoğraflardan518
517
Burada medrese ve mescit ile ilgili yapılacak olan mimari tarifler, mescit ve minare yıkılmadan
önce binanın planını çıkarmış olan Sarre (a.g.e., Abb.190) nin tespitlerine dayalı olarak yapılacaktır.
Nitekim binada gerçekleştirilen son restorasyon da bu tespitlere dayalı olarak gerçekleştirilmiştir.
518
Löytved, a.g.e., s.134-135, Abb.189-190. Hebrard, Les Monuments… s.178–179
243
anlaşılabilmektedir. Minare, H.15 Şaban 1319 /M. 27 Kasım 1901 Çarşamba günü
yıldırım isabet etmesi nedeniyle birinci şerefesine kadar yıkılmış, bu sırada,
batısındaki mescidin kubbesini de tahrip etmiştir519. Uğur-Koman520, 1929 yılında
harap durumdaki mescidin son cemaat yeri duvarlarının tamamen yıkıldığını ifade
eder. Mevcut bilgilerden 1930’lı yıllara kadar binanın bu harap durumunu koruduğu
görülür. 1930–1956 yılları arasında medresenin portal ve iç mekân onarımı dışında,
ne medresenin ne de mescidin yıkılmış bölümlerine herhangi bir müdahalede
bulunulmadığı anlaşılmaktadır. Mescidin yıkılmış görüntülerinden (Foto:146)
kubbesinin tuğladan, son cemaat yerinin ise taş olduğu anlaşılmaktadır. Mescidin
günümüze ulaşan mihrabı tuğladır.
Mescide giriş, doğu yönünden olup
son cemaat yerinin girişi ile hemen
hemen aynı aksta yer alan bir kapı
ile
harime
geçilir
(Çizim:21).
Mescidin güneydoğu köşesindeki
minarenin girişi ise son cemaat
Foto 146: Mescidin XX. başlarındaki durumu (VGM.Abd.İş.Dai.Bş.Arşivinden)
519
Uğur-Koman, a.g.e., s.69, Konyalı, a.g.e., s.811. Her iki yazarda bu kesin tarihi nereden
naklettiklerini belirtmemektedirler. Bu konuda Soyman-Tongur, (a.g.e., s.45) 1899 tarihini verir.
Ancak 25 Aralık 1900 tarihli mescit imamının tayini (Atçeken, a.g.e., s.256) ile ilgili belge, bu
iddianın yanlış olduğunu ortaya koymaktadır.
520
Uğur-Koman, a.g.e., s.69. Konyalı (a.g.e., s.811) ise bu 1929 yılındaki yıkımın bir “tecavüz”
neticesinde olduğunu belirtir. Ancak bunun kimin tarafından ve nasıl gerçekleştirildiği konusunda
bilgi vermez.
244
yerine açılmaktadır. Mescitte ilk kademeyi son cemaat yeri, ikinci kademeyi harimin
beden duvarları, üçüncü kademeyi ise harimin kubbesi oluşturmaktadır. Aslî halinde
iki şerefeli olan minare (Foto:122) ise hem medreseyi hem de mescidi aşan
yüksekliği ile külliyenin son kademesini oluşturan birimini ihtiva ediyordu.
Mescidin son cemaat bölümü ile harimi son onarımda yeniden inşa
edilmişken, mescidin kuzeydoğu köşesinde yer alan minare ise, 1901 yılında yıldırım
isabet etmesi521 nedeniyle birinci şerefeye kadar yıkılmıştır (Foto:123-124).
Yıkılmadan önce yaklaşık 55 m. yüksekliğindeki522 minareyi tahrip olmadan
önce gören Huart523, “…minare’nin kubbeden (mescit) çok yüksek” olduğunu
vurgularken, “…yapısında meydana gelen bir yanılma sonucu doğuya doğru eğik”
olduğunu belirtir. Bu eğilmenin bir takım statik problemlerin dışında, minare ile
çevresindeki binaların yükseklikleri arasındaki büyük farktan dolayı oluştuğu
anlaşılmaktadır. Kare kaide ve dilimli bir gövdeye sahip minarenin yıkılmadan önce
iki şerefe ile üç bölüme ayrılmış bir gövdeye sahip olduğu eski fotoğraflardan524
tespit edilmektedir(Foto:122). Söz konusu fotoğraflardan, gövdenin birbirinden farklı
süslemeye sahip üç bölüme ayrıldığı ve aşağıdan yukarı doğru incelen bir yapısı
olduğu anlaşılmaktadır. İki şerefeden birincisinin alt kısmı sıvalıdır. Bu durum,
minarenin 1901’den önce de bir onarım gördüğünü göstermektedir. Ancak mevcut
bilgilerimizle bu onarımın ne zaman gerçekleştiğini bilmiyoruz. Minarenin kaidesi,
portalde kullanılan açık sarı renkli kesme taştan yapılmışken, diğer bölümleri
tuğladandır. Minare basamaklarının, kaideye kadar olan kısmı kesme taş, üst
bölümleri tuğla malzemedendir.
521
Uğur-Koman, a.g.e., s. 69.
522
Konyalı, a.g.e., s. 811.
523
Huart, Mevleviler Beldesi…, s.104.
524
Löytved, a.g.e., Abb. 189.
245
Minare (Foto:147), portal ile mescidin
son cemaat yeri arasında bulunur.
Minareye bugün, son cemaat yerinden
ulaşılabilmektedir.
Kare
planlı
kaidenin doğu yüzünde kapalı bir
geometrik
bir
bulunmaktadır.
kompozisyon
Burada
boyuna
dikdörtgen bir sahayı meydana getiren
kalın
silme,
oluştururken
aynı
dıştaki
zamanda
panoyu
yatay
eksende, köşelerde düğüm ve
Foto 147: Minare (Onarım sonrası)
geçmelerle birbirine bağlandığı ve içteki
iki sivri kemerli sahayı kat ettiği görülmektedir. Sivri kemerli sahanın ortasında
isemerkezde bulunan, dik eksen üzerinde, üst üste konumlanmış palmetlerden
rumîlerin çıktığı, boyuna gelişmiş, açık bir bitkisel kompozisyon yer alır (Foto:148).
Burada dikkati çeken palmetlerin alttan yukarıya doğru gittikçe daha kabarık
işlenmesidir. Alttan itibaren gitgide daha kabarık işlenen palmetlerden yatay eksende
olanı, diğerlerine göre daha büyük ve tepesine doğru eğilmiş525 bir şekilde işlenmiş,
esas itibarıyla sathî bir bitkisel süsleme olan kompozisyonun en dikkat çekici
noktasını oluşturmuştur.
525
Portalde görülen sathi zemin üzerine plastik karakterli motiflerle kompozisyon teşkil etme
anlayışını burada da görmekteyiz.
246
Bu kompozisyonun üzerinde, boyuna dikdörtgen formlu minare penceresi yer alır.
Pencere dıştan içe doğru kalın süslemesiz silmelerle kuşatılmış, en içteki silmenin üst
kısmı, kemerli bir şekilde sonlandırılmıştır. Kare planlı pabuç kısmında üst üste iki
yatay düzenlenmiş bölüm yer alır.
Altta,
yatay
istiflenmiş
tuğlaların
oluşturduğu zemin, üstten, alttan ve
yanlardan silme ile sınırlandırılmıştır.
Kartuşta, her yüzünde ikişer tane
olmak üzere turkuaz sırlı tuğlaların
yatay
olarak
beş
yerleştirilmesiyle
sıra
teşkil
halinde
edilmiş
baklava dilimi motifli bir süsleme
vardır. Bunun üzerinde yer alan daha
dar kartuşun içi süslemesizdir.
Dört yönden çift sıra silme ile
sınırlandırılmış olan kartuş, sadece
Foto 148: Minare kaidesinden
doğu ve güney yüzde devam eder. Pabucun diğer yüzleri süslemesiz düz tuğla
satıhlar halindedir. Konyalı bu kartuşun bir zamanlar çinilerle süslü olduğunu ve
bunların çalındığını belirtir. Konyalı’nın belki de -kitabesi bulunmayan- külliyenin
inşa
kitabesinin
bulunduğunu
söylediği526
bölümün
XIX.
yüzyıla
ait
fotoğraflarından527, çinili olduğuna ait bir iz görülmemektedir. Ancak resimlerden
kartuşun sıvalı olduğu anlaşılmaktadır. Sekiz dilimli gövdenin oturduğu bölüm
köşelerde yer alan prizmatik üçgenlerle onikigene dönüştürülmüştür. Gövdenin ilk
526
Konyalı, a.g.e., s. 810.
527
Löytved, a.g.e., Abb. 190.
247
şerefeye kadar olan kısmı turkuaz çinilerden oluşan kaval silmelerle sekize
ayrılmıştır (Foto:149). Bu bölümlerin dördü üçgen prizma, dördü ise yarım daire
planlı olarak düzenlenmiştir. Bu bölümlerde yer alan geometrik açık kompozisyonlar
boyuna gelişir. Buradaki kırık çizgi, zikzak ve baklava motifleri, çini kabaraların her
sırada bir kabara genişliğinde kaydırılmasıyla biçimlendirilmiştir528. Motifleri
patlıcan moru ve turkuaz renkli prizmatik çini mozaik parçalar teşkil eder. Birinci
şerefe altının, XIX. yüzyıl ortalarına
ait
fotoğraflarından
kadarıyla
sıvalı
belirtmiştik.
Vakıfların
yıllardan
anlaşıldığı
olduğunu
itibaren
1930’lu
başlayan
onarımları sırasında bu sıvalı tabaka
kaldırılmış, asli halinde çini
Foto 149: Minare gövdesinden detay
mozaiklerden oluşan bir süslemeye
sahip olduğu anlaşılmıştır. Kalabilmiş bazı çini parçalarından anlaşıldığı kadarıyla,
altta ve üstte enine dikdörtgen iki çini bordürün sınırladığı alanda, bitkisel dekorlu ve
turkuaz zemin üzerine siyah dekorlu çini mozaik çinilerden oluşan bir süsleme
görülmektedir. Üstteki enine dikdörtgen çinili bordürün üzerinde sivri kemerli niş
biçimli bir çini bordür daha bulunmaktadır. Buradaki sivri kemerli nişlerin dış
konturunu turkuaz renkli bir silme dolaşırken, içte kafes taklidi bir geometrik bir
kompozisyon yer almaktadır. Nitekim eski fotoğraflardan (Foto:122) üstteki
şerefenin altının mukarnaslı bölümünün altında da bu şekilde çinili bir kısmın olduğu
528
Bakırer, a.g.e., s.425. Buradaki motifin benzeri medresenin avlu kubbesinde görülür. Ayrıca bir
başka Sahip Ata eseri olan Sivas Sahip Ata Medresesinin minarelerinde de bu kompozisyon
bulunmaktadır.
248
görülür. Löytved529in fotoğraflarından anlaşıldığı kadarıyla, gövdenin birinci
şerefenin üzerindeki bölümü sekiz dilimlidir. Dilimlerin arasında ise kaval silmeler
yer almaktadır. Löytved530in çizimine göre bu bölümde kaval silmelerin arasındaki
dilimli bölümlerin üzerinde boyuna gelişmiş zikzak ve baklava motiflerinden oluşan
açık bir kompozisyon vardır. Burada süslemelerin çinilerle oluşturulduğu
anlaşılmaktadır. Gövdenin diğerlerine göre daha kısa olan üçüncü bölümünün ise
enine gelişen ve zikzak motiflerinden oluşan açık bir kompozisyonla süslüydü.
Burada kaval silmeler bulunmamaktadır. Uğur-Koman531, şerefelerin geometrik
kompozisyonlu taş korkuluklarının olduğunu belirtir. Eski fotoğraflardan ikinci
şerefenin altının mukarnaslı olduğu görülür. Uğur-Koman532, şerefe kapılarının batı
yönde olduğunu belirtir. Minarenin gövdesindeki mevcut mazgal pencere ise kuzey
yüzde bulunmaktadır.
Son onarımlarla XIX. yüzyıldaki görüntüsüne uygun bir biçimde yeniden inşa
edilen mescit, kare planlı kubbeli harim ve ona doğu yönden bitişmiş enine
dikdörtgen planlı bir son cemaat yerinden oluşmaktadır (Çizim:21, Foto:150-151).
Foto 150: Mescit (Onarım Sonrası)
529
Löytved, a.g.e., Abb. 189.
530
Löytved, a.g.e., Abb. 193.
531
Uğur-Koman, a.g.e., s. 68.
532
Uğur-Koman, aynı yer.
Foto 151: Mescit ön cephe (Onarım Sonrası)
249
Düz çatılı son cemaat yerine, doğu cephenin kuzey köşesine yakın boyuna
dikdörtgen bir kapı ile girilmektedir. Kapının üzerinde aynı aksta boyuna dikdörtgen
bir pencere açıklığı yer almaktadır. Saçağın altında muhdes bir çörten vardır.
Mescide bu kapı ile aynı aksta yer alan diğer bir açıklıkla ulaşılmaktadır. Son cemaat
yerinin giriş (doğu) cephesinde, ortadaki bir sütunla ikiye ayrılmış boyuna
dikdörtgen iki pencere açıklığı bulunmaktadır. Minarenin kapısı son cemaat yerine
açılmaktadır.
Son
cemaat
yeri,
onarımlar
sırasında
Löytved’in
planı
ve
fotoğraflarına533 uygun olarak yenilenmiştir. Löytved’in fotoğraflarında son cemaat
yeri ön yüzünün, iki boyuna dikdörtgen açıklıktan meydana geldiği, bu açıklıkların
üzerinin de düz bir atkıyla geçildiği tespit edilmektedir. Ancak bugün minarenin
pabuç kısmında yer alan bir mimari detay aslî halinde son cemaat yerinin farklı
biçimde bir örtüye sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Pabuç kısmında yer alan ve
kuzeye doğru açıldığı anlaşılan bir kemer başlangıcı, son cemaat yerinin aslî halinde,
iki kemerle biçimlendirilmiş bir ön yüz düzenlemesine sahip olduğuna işaret
etmektedir534. Nitekim 18 Temmuz 1811 tarihinde gerçekleştirilen tamirde
“…mescidin saçak ve damının üzerlerinin tamir edildiğini”535 öğrenmekteyiz ki, bu
müdahale sırasında mescitle beraber son cemaat yerinin de Löytved’in planında
tespit ettiğimiz şekline dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır. Ortadaki sütundan yan
duvarlara atılmış iki kemerli açıklığa sahip olduğu anlaşılan son cemaat yerinin
üzerinin, aslî halinde düz çatılı olduğu söylenebilir. Nitekim son cemaat yerini örten
bu çatının bitişen bölümlerinin pabuç kısmı üzerindeki izlerini bugün görebilmek
mümkündür. Bu durum, son cemaat yerinin aslî halinde bugünkü yüksekliğini aşan
533
Löytved, a.g.e., Abb. 189, 190.
534
Sahip Ata’nın Akşehir’deki medresesinde bulunan mescidin son cemaat yerinin de bu türden bir
düzenlemeye sahip olduğunu biliyoruz.
535
Konya Şer’iyye Sicil Defterlerinden nakleden Atçeken, a.g.e., s. 256-257.
250
bir kotta sonlandığını gösterir. Dolayısıyla Löytved ve Sarre gibi seyyahların binayı
ziyaret ettiği yıllarda onarımlarla son cemaat yerinin aslî görüntüsünden farklı bir
duruma kavuştuğu anlaşılmaktadır. Minare ve mescidin yıkılmasından sonraki yıllara
ait fotoğraflarda son cemaat yerinin batı duvarında, üst kotta düzenli ahşap kiriş
yuvaları dikkati çekmektedir. İzler son cemaat bölümünde bir ahşap konstrüksiyonun
varlığını düşündürtse de bunu destekleyecek başka bir veri yoktur. Vakıfların 1940‘lı
yıllara ait fotoğraflarında, artık sadece güney ve batı duvarının temel seviyesindeki
bölümleri kalabilmiş son cemaat yerinin, kesme taşla inşa edilmiş olduğu
görülmektedir. Dolayısıyla, kiriş izlerinin de bugün bilemediğimiz bir onarım
sırasında yapılmış başka bir eklenti olduğu, aslî halinde son cemaat yerinin düzgün
kesme taşla inşa edildiğini söyleyebiliriz.
Mescidin, kare planlı hariminin, XIX. yüzyıl fotoğraflarında kasnaksız536 bir
kubbe ile örtülü olduğu görülür (Foto:122). Löytved’in planında537 pandantifle
geçilmiş bir kubbeyle örtülü harimin doğu duvarına açılmış bir pencere ile
aydınlatıldığını tespit etmekteyiz. Buna karşın mescidin yıkıldıktan sonraki yıllara ait
fotoğraflarında, kuzey ve batı duvarlarında da birer pencere yer aldığı görülür.
Onarımlar sonrasında yenilenen harimin batı ve kuzey duvarlarına iki pencere
yerleştirilmiştir. Minarenin tesiri ile önce tahrip olan daha sonra da bakımsızlıktan ve
diğer dış tesirlerle tamamen yıkılan mescitten günümüze sadece tuğla mihrabı
kalabilmişti. Yatay istiflenmiş yarım tuğlalarla oluşturulmuş sivri kemerli mihrabın
iki kenar bordürü mevcuttur. Bordürler üstte devam etmemektedir. Tuğlaların
üzerinde sıva kalıntıları olmasına karşın herhangi bir süsleme görülmemektedir. Bu
536
Katoğlu (a.g.m., s.87), tek kubbeli mescitleri incelediği makalesinde, konumuz olan mescidin de
aralarında bulunduğu yapıların ortak özelliklerinden birinin de kubbelerinin, kasnaksız olarak
duvarların içine gömülü bir şekilde inşa edilmesi olduğunu belirtmiştir.
537
Löytved, a.g.e., Abb. 190.
251
durum medresenin son derece görkemli taş ve çini süslemesiyle tezat oluşturan bir
durumdur. Aslî halinde mescit mihrabının zengin bir çini dekorasyona sahip
olduğunu söyleyebilir. Nitekim Uğur-Koman ve Konyalı’nın, mescidin yıkılmadan
önceki durumuna ilişkin verdikleri bilgiler bunu doğrular niteliktedir. UğurKoman538, “…mescidin bir metre yüksekliğine kadar çini tuğlalarla kaplanmış idi”
derken, Konyalı539, harim duvarlarının çinili olması dışında, “… kıble duvarına
güzel sülüs ile yazılan levhaların izleri yer yer göze çarpar” diyerek kalem işi
süslemelerin varlığını düşündürtecek bilgiler sunmaktadır. Ancak bu bilgileri
kanıtlayabileceğimiz günümüze ulaşabilen başka bir veri bulunmamaktadır.
Mescidin, 1900 tarihine kadar faaliyette olduğunu, bu yıla ait bir imam tayini
vesilesiyle öğrenmekteyiz540. Çeşitli onarımlar ve müdahalelerle aslî işlevini XX.
yüzyıl başlarına kadar sürdürdüğü anlaşılan mescidin tarihi konusunda kitabesinin
günümüze ulaşmaması sebebiyle kesin bir bilgimiz yoktur. Bu konuda, Osmanlı
dönemine ait bütün şerî sicil ve tahrir kayıtlarında medrese ile beraber anılan
mescidin, vakfiyesinde de bu şekilde zikredilmesi541, mescidin sonradan ilave
edilmiş olabileceği yolundaki iddiaları542 ortadan kaldırmaktadır. Vakfiyesinde
“…birbirine bitişik bulunan Medrese ve mescit ve minare”543 şeklinde açık bir ifade
ile bahsedilen mescidin, medrese aynı tarihte inşa edildiğini düşünmekteyiz. Nitekim
minarenin pabuç kısmında görülen son cemaat yerine ait parça, aslî halinde minare
538
Uğur-Koman, a.g.e., s. 69.
539
Konyalı, a.g.e., s. 811.
540
Atçeken, a.g.e., s. 256.
541
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.38-39.
542
Kuban, (a.g.e., s.170, dpnt. 20.) yanına küçük bir mescit eklenmiş medrese örneği olmadığını
belirterek mescidin sonradan ilave edildiğini ifade eder. Mescitli medreseler konusunda akla ilk gelen
örnek Akşehir Taş Medrese Mescidi’dir.
543
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.39.
252
ile son cemaat yerinin (ve dolayısıyla mescit) aynı inşaat programının ait olduklarını
gösterir niteliktedir. Medresenin 1261–1262 tarihlerinde yapılmış olabileceğini
belirtmiştik544. Biz mescidin de bu tarihler arasına ait olduğunu düşünmekteyiz.
Nitekim
P.Kuniholm,
minareden
aldığı
ahşap
bir
parçaya
uyguladığı
dendrokronolojik analize göre, söz konusu ahşap parçanın kesim tarihinin 1259
olduğunu belirtir545. Yapıda kullanacak olan ahşabın yapımdan bir iki yıl önce
kesildiğini düşünürsek bu analizin sonucunun da bizim öngördüğümüz tarihe uygun
olduğu ortaya çıkmaktadır.
Külliye, Alâeddin Tepesinin batısında yer almaktadır. Vakfiyesinde “Sultan
Kapısı yolunda Odun pazarı yakınında ve hendek hizasında” şeklinde tarif olunan
bina, gerek ticari gerekse saray gibi kamu yapılarının bulunduğu çok önemli bir alanı
işgal etmekteydi. Dış sura bitişik olan ve bir takım askeri hizmetlerin görüldüğü
Ahmedek tepenin batısında yer almaktaydı546. Vakfiyede de bahsedilen Odun Pazarı
dışında şehrin bu kısmında bir de Buğday Pazarı olduğunu bilmekteyiz547(Harita:3).
Vakfiyede geçen Sultan kapısı’nın şehrin kuzeyinde olduğu ve Karatay Medresesine
açıldığını Karatay vakfiyesinden548 öğrenmekteyiz. Ortaçağ’da yönetim merkezinin
yer aldığı Alâeddin Tepesinin şehre açıldığı kapı Sultan kapısıydı. Bu durum,
külliyenin şehrin en önemli ekonomik ve politik alanlarından biri üzerine
kurulduğunu
göstermektedir.
U.Tanyeli549,
XIII.
yüzyılın
ikinci
yarısında,
Konya’daki yapılaşmanın surların dışına taşmaya başladığını belirtir. Sahip Ata
Medresesinin 1260’lı yıllarda, sur içinde, önemli ekonomik ve politik bir alanda inşa
544
Geniş tartışma için bakınız dipnot 449.
545
Kuniholm, a.g.m., s.125.
546
Tanyeli, a.g.t., s. 55.
547
Turan, “Karatay…, s. 81.
548
Turan, aynı yer.
549
Tanyeli, a.g.t., s.56.
253
edilebilmiş olması, Sahip Ata Fahreddin Ali’nin siyasi ve ekonomik gücüne işaret
eder. Sahip Ata’nın ülkenin genel veziri olduğu yıllara denk gelen550 külliye, şehrin
önemli bir alanında inşa edilmiş olması, hem banisinin siyasi kariyerindeki yeni
rütbesinin bir hatırası, hem de mimarının yepyeni denemelere giriştiği bir başyapıt
olarak Konya’nın Ortaçağ dokusu içerisindeki yerini almıştır.
550
Bu konudaki geniş tartışma için bakınız dipnot 449.
254
Çizim 19: Konya Sahip Ata Medresesi Planı (Onarım Öncesi)
(VGM.Abd.İş.Dai.Bş.Arşivi’nden)
255
Çizim 20: Konya Sahip Ata Medresesi Kesitleri (Onarım Öncesi)
(VGM.Abd.İş.Dai.Bş.Arşivi’nden)
256
Çizim 21: Konya Sahip Ata Medresesi Planı (Onarım Sonrası)
(VGM.Abd.İş.Dai.Bş.Arşivi’nden)
257
Çizim 22: Konya Sahip Ata Medresesi Portali
(Tuncer’den)
258
3.5- Konya Çeşme Kapısı Yakınındaki Sahip Ata Külliyesi
İnceleme Tarihi: 02–03 Ekim 2005, 10–11 Şubat 2007.
Konya Beyhekim Mahallesinde bulunan ve “Dön Baba Tekkesi”, “Tahir İle
Zühre Mescidi”, “Arzu İle Kanber Tekkesi” gibi değişik isimlerle tanınan mescit,
Osmanlı dönemi kayıtlarından Sahip Ata’ya ait külliyenin yapılarından biri olduğu
anlaşılmaktadır. Fatih dönemi Konya evkaf defterlerinde Sahip Ata’ya ait “Dârü’lHuffâz”, “Mescit” ve “Çeşme”den bahsedilir. Kayıtta, bu eserlerin Çeşme Kapısı
civarında olduğu yazılıdır551. II. Bayezid devri evkaf kayıtlarında bu binalarla ilgili
daha ayrıntılı bilgiler vardır. Burada, Dârü’l-Huffâz’ın Karamanoğulları devrinde
yıkılmasından ötürü vakfın gelirlerinin Konya Sahib Ata Dârü’l-Hadisi’nin (İnce
Minareli Medrese) müderrisine tahsis edildiği; gelirleri Dâr’ül-Hadis’e devredilen
vakfa ait binaların ise, Dârü’l-Huffâz, Mescit ve Çeşmeden (Kırk Çeşme-i Sahip)
müteşekkil olduğu ifade edilmektedir552. Kayıtlarda yer alan Dârü’l-Huffâz ve Kırk
Çeşme isimli yapılardan günümüze herhangi bir iz kalmamıştır. Söz konusu külliye,
Orta Çağ’da Konya Dış Kale Surlarının içinde, kalenin batı yöndeki kapılarından
Çeşme Kapısının yakınlarında yer alıyordu (Harita:3). Diğer yapıları günümüze
ulaşamadığından külliyeye ait binaların nasıl konumlandığını tespit edememekteyiz.
551
Konyalı, (a.g.e., s.518.) nın naklettiği bu evkaf kayıtlarında binalara vakfedilen Konya’daki arazi
isimleri de yer almaktadır.
552
Aynı yer. Önkal (a.g.e., s.434.) sadece, kayıtta yer alan “Sahip” tabirinden yola çıkarak binanın
Sahip Ata Fahreddin Ali’ye mal edilemeyeceğini belirtir. Konyalı’nın bildirdiği kayıtta vakfın
mütevellisi olarak Abdurrahman isimli bir kişi zikredilir. Bu kişinin II.Bayezid tahririnde, Larende
Kapısının karşısındaki Sahip Ata külliyesinin vakfının da mütevellisi olduğunu görüyoruz.(Bkz. Bu
çalışmanın Sahip Ata Cami bölümüne) Bu durum, “…Sahip evladından Abdurrahman…” ın
mütevellisi olduğu bu iki külliyenin de Fahreddin Ali’ye aidiyetini, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde
ortaya koymaktadır.
259
3.5.1- Mescit (Tahir İle Zühre Mescidi)
Beyhekim Mahallesinde bulunan mescit553, “Dön Baba Tekkesi”, “Tahir İle
Zühre Mescidi”, “Arzu İle Kanber Tekkesi” gibi değişik isimlerle tanınmaktadır554.
Bina, bugün, Meram İlçesi, Beyhekim Mahallesinde, Gazi Lisesinin kuzeyindedir.
Batıdan, İmam Bağavi Sokağı, güneyden ise Muzaffer Hamit Sokağının sınırladığı
bina, bu iki sokağın kesiştiği köşede yer alır (Harita:3). Binanın doğusunda ve
kuzeyinde günümüz konutları bulunur. Binanın kitabesi bulunmadığı için banisi,
tarihi ve mimarına ilişkin kesin bilgilerimiz de yoktur. Buna karşın Fatih dönemi
Konya evkaf defterlerinde, Sahip Ata’ya ait bir Dârü’l-Huffâz, Mescit ve Çeşme’den
bahsedilir ve bu eserlerin Çeşme Kapısı civarında olduğu yazılıdır555. İncelediğimiz
mescidin de kalenin çeşme kapısı civarında olması, söz konusu binanın Sahip Ata’ya
aidiyetini ortaya koyar. Sahip Ata’nın diğer binaları, ayrıca Konya ve çevresindeki
benzer tipteki mescitler de dikkate alındığında XIII. Yüzyılın üçüncü çeyreğine
tarihlendirilebilir556. Dikdörtgene yakın planlı bina doğu-batı doğrultusunda
uzanmaktadır (Çizim: 23).
553
M.Önder, a.g.e., s.194.; Konyalı, a.g.e., s.516-519.; Katoğlu, a.g.m., s.81-100.; Dilaver, a.g.m.,
s.17-28.; Bakırer, …Tuğla Kullanımı, s.469-473.; Akmaydalı, “Konya-Merkez Tahir İle Zühre…,
s.101-121.; Yetkin, a.g.e., s.104-105.; Tuncoku, a.g.t.; Önkal, a.g.e., s.434-435.; Atçeken, a.g.e.,
s.156-157.
554
Konyalı, (a.g.e., s.517.) bu isimlerin yeni olduğunu, hatta bu isimlerin bir veya birkaçını uyduran
kişinin de yakın zamana kadar hayatta olduğunu belirtir.
555
Konyalı, (a.g.e., s.518.) nın naklettiği bu evkaf kayıtlarında binalara vakfedilen Konya’daki arazi
isimleri de yer almaktadır.
556
Binayı, Öney, (a.g.e., s.98.) ve Akmaydalı (a.g.m., s.101.) XIII yy. sonu XIV. yy. başına; Katoğlu
(a.g.m., s.85.) XIII. Yüzyılın son 25-30 yılı içinde; Bakırer, (a.g.e., s.469.) 1280, Yetkin, (a.g.e.,
s.105) XIII. Yüzyılın sonları, Konyalı, a.g.e., s.517.) XIII. yüzyıla tarihlemektedir.
260
Aslî halini büyük ölçüde korumuş olan binanın, Osmanlı döneminde geçirdiği
tamirlere ilişkin herhangi bir kayda rastlamamaktadır. Cumhuriyet döneminde ise
bina kapsamlı iki onarım geçirmiştir. Konyalı557, 1944 yılında incelediği binanın
uzun süredir ibadete kapalı olduğunu belirtir. Vakıflardaki ilgili dosyada 1958
yılında gerçekleştirildiği belirtilen onarımın niteliğine ilişkin herhangi bir kayıt
yoktur558. Bina 1986 yılında kamulaştırılarak çevresindeki konutlar yıkılmıştır559.
V.G.M. tarafından 1991 yılında kapsamlı bir onarım faaliyeti gerçekleştirilen560 bina,
bugün kullanılabilir durumda ve ibadete açıktır.
Binanın beden duvarları, -kuzey cephe hariç; bu cephede, moloz taş yerine
düzgün blok taşlar kullanılmıştır- zeminden 2.00 m. seviyeye kadar moloz taş
örgülüdür. Bunun üzerinde tuğla malzeme yer alır. Bunun dışında tuğla, mescit ve
557
Konyalı, (a.g.e., s.517) binanın mülkiyetinin Sütçü Mehmet isimli bir şahsın elinde olduğunu, 1884
yılında şahsın kayınpederi tarafından satın alındığını ve o yıldan 1944’e kadar ibadete kapalı olduğunu
belirtmektedir.
558
Bu müdahaleyle ilgili bilgilerimiz 1991 onarımına ilişkin raporlarda yer alan bazı tespitler ve
Akmaydalı’nın verdiği bilgilerle sınırlıdır. Buna göre, 1958 onarımında, beden duvarını
nihayetlendiren bir taş silme eklenmiş (Akmaydalı, a.g.m., s.101), çatıya beton dökülmüştür
(V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42.01.01/54 numaralı dosyada yer alan ve 1991 yılına ait
onarıma ilişkin raporlarda yapılan tespitler.)
559
560
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./54.
Bu onarımda (V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./54.) harimin kubbesinin
eksik tuğla bölümleri tamamlanmış, damı, çamur sıva üzerine kurşun ile kaplanmış, yonu taşından
saçak kornişleri yenilenmiş, cephelerdeki boşalan derzler, aslına uygun olarak doldurulmuş, son
cemaat yerinden dama çıkışı temin eden merdivenin orijinal tuğla basamaklarından eksik olanları
tamamlanmış ve bu merdivenin üzerine dama çıkış kapağı eklenmiş, ayrıca doğu cephedeki çinili
kapının eksik bölümleri sıva ile tamamlanıp, ahşap saçak ile korunması sağlanmış, kubbe geçiş
öğelerinin eksik derzleri tamamlanmış, hem harim hem de son cemaat yerinin geçiş öğelerine kadar
olan bölümleri sıvaları yapılmış, türbe ve son cemaat yerinin zemini traverten ile kaplanmış harimin
ise orijinal tuğlaların eksik kısımları tamamlanmış, mescidin kuzeydeki muhdes kapısı iptal edilerek
pencereye dönüştürülmüş, harim ve son cemaat yerindeki mihrapların eksik bölümleri aslına uygun
olarak alçı ile tamamlanmış, avlu döşemesi yenilenip, avludaki yağmur sularını drene edecek
düzenlemeler gerçekleştirilmiştir.
261
türbenin kubbesiyle son cemaat yerinin örtüsünde kullanılmıştır. Mescidin orijinal
zemin döşemesinin de tuğla olduğunu onarımlar561 sırasındaki tespit edilmiştir.
Ayrıca, giriş kapısının iki kenarındaki süsleme kuşağında tuğla ile geometrik bir
düzenleme vardır. Çini malzeme ise alçı mihrap, mescit kubbe göbeğindeki
madalyonda ve son cemaat yerinin tonozunun göbeğinde ve kapının bordürlerinde
kullanılmıştır.
Bina iki kademe halinde algılanmaktadır. İlk kademeyi beden duvarları
oluştururken, ikinci kademeyi mescidin ve türbenin örtüleri oluşturur. Hem mescidin
hem de türbenin kubbesi, doğrudan beden duvarına oturmaktadır. Onarımlar
sırasında kurşunla kaplanmış olan mescidin kubbesinde, daha önceki yıllara ait
fotoğraflardan, tek sıra halinde ve yatay eksen boyunca sıralanmış, “S” profilli
dişlerin yer aldığı görülmektedir. Doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen bir alanı
kaplayan bina, tek kubbeli ve kare planlı mescide kuzeydoğudan eklenmiş tonozlu
son cemaat yeri ile güneydoğu yönünde eklenmiş kubbeli mekândan ibarettir.
Cephelerdeki tuğlalar, yatay olarak ve her sırada ½ oranında atlamalı olarak
sıralanmıştır. Tuğla cepheler, üstte taş bir silmeyle nihayetlenir. Binanın güney
cephesinde herhangi bir açıklık bulunmaz (Foto:152-153). Zeminden 2.00. m.
seviyeye kadar moloz taşın, bunun üzerinde de tuğla malzemenin kullanıldığı562
cephenin, zeminden itibaren ilk sırasında, iki monolit blok mermer taş, iki köşede yer
alır. Cephenin düşey aksına göre asimetrik konumlu, birbirinden farklı büyüklüklerde
ve biri doğu, diğeri batı köşeye yakın konumda iki sağır sivri kemer bulunur.
Bunlardan doğu köşeye yakın olanı, cephenin ortasına denk gelen bir konumda,
561
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./54.
562
Vakıflardaki dosyasında yer alan eski fotoğraflarında, cephenin saçağa yakın üst kısımlarında tek
sıra halinde düzenli kiriş yuvaları görülmektedir. Binanın diğer cephelerinde de görülen bu kirişler,
binaya geç dönemde dıştan bitişmiş binaların varlığını düşündürmektedir.
262
diğeri, moloz taş örgünün arasında yer almaktadır. Bu kemerin alt hizasında cepheyi
yatay olarak kat eden tuğla bir hatıl kuşağı vardır. Kemerlerin tuğlaları, cephedeki
düzenin aksine düşey olarak istiflenmiştir.
Foto 152: Konya Sahip Ata Mescidi
(Güney ve doğu cephe, onarım sonrası)
Foto 153: Binanın onarım öncesi
güney ve doğu cepheleri (VGM. Arşivinden)
Güney cephedeki gibi alt kısımları belli bir seviyeye kadar moloz taş onun
üzerindeki kısımları tuğla örgülü olan batı cephede, tek açıklık vardır (Çizim:26,
Foto:154-155). Cephenin düşey aksında ve moloz taş örgünün bittiği kotta yer alan
boyuna dikdörtgen formlu pencere sivri kemerlidir. Pencere üstte ve yanda boyuna
dizilmiş tuğla bir kuşak ile çerçeve içine alınmıştır. Uçları sövelerine ve lentosuna
tutturulmuş metal bir şebekeyle kapatılmış olan pencere onarım sırasında beyaz
badana ile boyanmıştır.
Foto 154: Batı cephe (Onarım Sonrası)
Foto 155: Batı ve güney cephe (Onarım Sonrası)
263
Kuzey cephenin (Foto:156-157), zeminden yaklaşık 1.75 m. yüksekliğe kadarki
bölümü, büyük blok taşlarla örülmüştür. Üst bölüm tuğla malzemedendir. Batı
köşesinden itibaren yaklaşık 6. 00 m. lik kısmı, cephenin diğer bölümünden 1.50 m.
kadar içerlek tutulmuştur. Masif tutulan doğusundaki bölümün aksine, bu kısımda üç
pencere açıklığı bulunur. Bu bölümün düşey aksından biraz doğuya kaymış olarak ve
aynı hizadaki üç pencereden altta olanı onarımlar sırasında pencereye dönüştürülmüş
olan bir kapıdır563. Boyuna dikdörtgen formlu açıklığı, dört yönden enli taş bir silme
kuşatır. Pencere onarımlar sırasında metal şebekeyle kapatılmıştır. Pencerenin
üzerinde yuvarlak kemerli bir açıklık yer alır. Cephe yüzeyinden bir miktar içerlek
tutulmuş olan pencere açıklığını, boyuna dizilmiş bir sıra tuğla kuşatmaktadır.
Pencere açıklığını, onarımlar sırasında boyanmış olan metal bir şebeke örtmektedir.
Bu açıklığın üzerinde, doğu cephedeki ile aynı form ve ölçülerde bir pencere yer
almaktadır. Bu pencere doğu cephedekinden farklı olarak dikdörtgen bir çerçeve
içine alınmıştır. Pencere açıklığı, cephe yüzeyinden 5 cm. içerlek tutuluştur.
Foto 156: Kuzey cephe (Onarım Sonrası) Foto 157: Kuzey ve batı cephe (Onarım Öncesi)
Doğu (giriş) cephe (Foto:158), kuzey cephede olduğu gibi zeminden belli bir
seviyeye kadar büyük blok taşlarla, onun üzerindeki bölümleri ise tuğla
563
Aynı dosya.
264
ile inşa edilmiştir. Cephede düşey aksa göre simetrik, köşelere ve birbirlerine eşit
uzaklıkta
sivri
kemerli
iki
açıklık bulunur.
Bunlardan güneyde olanı sivri
kemerli bir penceredir. Beyaz
badana ile boyanmış metal bir
şebekeyeörtülü olan pencere,
sivri
kemer
kavsine
uygun
boyuna tek sıra tuğla bir
Foto 158: Ön (Doğu) cephe (Onarım Sonrası)
bordürle kuşatılmıştır. En dışta boyuna dikdörtgen bir çerçeve içine alınmış olan
pencerenin üzerinde, binanın adını, yapım ve restore tarihini belirten bir tabela
bulunmaktadır. Pencerenin üçgen alınlıkları, turkuaz ve patlıcan moru çini
mozaiklerden oluşturulmuş geometrik bir kompozisyonla süslenmiştir. Pencerenin
tam alt hizasında boyuna dikdörtgen biçimli taş lentolu bir kapı bulunmaktadır.
Bugün tek kanatlı demir bir kapı ile örtülü olan kapı, onarımlar sırasında örülerek
kapatılmıştır. Cephenin kuzeyinde yer alan ve diğerine göre daha büyük ölçülerdeki
sivri kemerli açıklık dıştan boyuna dikdörtgen bir çerçeve içine alınmıştır. Bu
çerçeve içindeki bölüm cephenin yüzeyinden 5 cm. içerlek tutulmuştur. Bir sıra
boyuna yerleştirilmiş tuğla dizisiyle kuşatılmış olan açıklığın üzengi hattından
itibaren üst kısmı, ahşap bölmeli cam bir panoyla örtülmüş, alt kısmı ise tuğla ile
örülerek doldurulmuştur. Onarım öncesi fotoğraflarından çok daha açık bir şekilde
görülebileceği
gibi564
aslî
halinde
sivri
kemerli
bir
açıklık
olan
bu
bölümün(Foto:159), sebebini ve tarihini bilemediğimiz bir müdahaleyle, esas
yerinden alınan çini portalin üzerine yerleştirilmesi için alt kısmının tuğla ile
564
Bakınız, aynı dosyada yer alan onarım öncesine ait fotoğraflar.
265
doldurularak iptal edildiği anlaşılmaktadır. Portalin aslî halinde, son cemaat yerinden
mescide girilen kapı üzerinde yer aldığı, sebebini bilemediğimiz bir nedenle565,
portalin buradan son cemaat yerinin doğu yüzündeki sivri kemerli açıklığının üzerine
taşındığı anlaşılmaktadır (Foto:160).
Foto 159: Portal (Onarım Öncesi)
565
Foto 160: Portal (Onarım Sonrası)
Tuncoku, (a.g.t., s.90-92.) portalin bugünkü yerine taşınmasıyla ilgili olarak dört ihtimalden
bahseder. İlk ihtimal olarak portalin bugünkü yerinde olabileceğini, ikinci ihtimal olarak geç tarihte
aslına uygun olarak bugünkü yerinde yeniden yapılmış olabileceğini, üçüncü olarak da mescidin
kapısından bugünkü yerine taşınmış olabileceğinden bahseden Tuncoku, son olarak yıkılan Darü’lHüffaz kapısının buraya taşınması ihtimali üzerinde durur. Yazar, bunlar arasında en güçlü ihtimalin
üçüncü olasılık oğlunu belirterek, mevcut portalin aslî halinde mescit kapısında yer aldığını ve
mescidin artık kullanılmadığı bir dönemde bugünkü yerine taşınmış olabileceğinden bahseder. Biz,
günümüze birkaç parçası kalabilmiş olan portalin, aslî halinde mescidin girişi üzerinde yer aldığını,
mescidin kuzeydeki penceresinin kapıya dönüştürüldüğü müdahale sırasında, bugünkü yerine taşınmış
olabileceğini düşünmekteyiz.
266
Bu kapının yerleştirilebilmesi için, son cemaat yerinin sivri kemerli açıklığı da
tuğlayla örülerek doldurulmuştur. Sonradan örülmüş olan bu bölümün ortasında yer
alan ve cepheden bir miktar taşıntı yapan portalin üzeri, onarım sırasında ahşap bir
sundurmayla örtülmüştür. Sadece süsleme bordürlerinin bir kısmı günümüze
kalabilmiş olan portalin diğer kısımları onarım sırasında alçı malzemeyle yeniden
yapılmış, orijinal kalabilen süsleme bordürleri bu muhdes kapının üzerine
yerleştirilmiştir. Onarımlar sonrası portal, basık kemerli bir kapı açıklığıyla, onu
yanlardan kuşatan ve dışta olanı enli ve düz, içte olanı içbükey iki bordürden oluşur.
Portalin
orijinal
kalabilen
kısımları kuzey yan bordürlere
yerleştirilmiştir
(Foto:161).
Orijinal portal tuğladandır ve
günümüze
kısımlarından
bordürün,
ulaşabilen
dıştaki
enli
beşgenlerden
müteşekkil geometrik bir
Foto 161: Portal detay (Onarım Sonrası)
kompozisyona sahip olduğu görülür. Beşgenler, turkuaz renkli dikdörtgen kesilmiş
çini mozaiklerden, bunların ortasındaki daha küçük boyutlu beşgenler ise patlıcan
moru çinilerden teşkil edilmiştir. Orijinal portalin içbükey biçimli diğer bordürünün
günümüze ulaşabilen kısımlarından aynı şemanın tekrar edildiği anlaşılmaktadır.
Bugün, basık kemerli kapı açıklığının alınlığında, orijinal portale ait bir takım
parçalar bulunmasına karşın, şemanın aslî halini anlayabilmemiz mevcut parçalarla
mümkün görünmemektedir.
267
Basık kemerli kapı açıklığından son cemaat yerine566 geçilir. Kuzey-güney
doğrultusundaki dikdörtgen planlı son cemaat yeri, basık bir tonozla örtülüdür
(Çizim:23, Foto:162). Güney duvarında zeminden 15 cm. yükseklikte alçı mihrap yer
alır (Foto:163). Mihrap nişinin alt
kısmına sonradan boyuna dikdörtgen
formlu bir hacet penceresi açılmıştır.
Aslî halinde çinili567 olduğu belirtilen
mihrap
Foto 162: Giriş bölümü tonozu
onarımlar
sırasında
yenilenmiştir.
Mihrap, beş sıra mukarnas dizisine sahip sivri kemer formlu
kavsara ve alttaki boyuna dikdörtgen bölümden oluşur.
Mekânın batı duvarında iki açıklık vardır. Bunlardan
güneyde olanı sivri kemerli bir penceredir ve güney kenarının
bir kısmı türbe denilen mekânla mescidi ayıran duvarın
arasında kalmıştır568. Pencere, onarımlar sırasında ahşap
doğramalı bir çerçeve ile örtülmüştür.
Foto 163: Giriş bölümündeki mihrap
Bu duvardaki ikinci açıklık kapı açıklığıdır. Boyuna dikdörtgen formlu kapının
üstünde basık kemerli bir açıklık yer alır. Onarımlar sonrasında pencere ahşap
566
Bu mekândan Konyalı (a.g.e., s.516.) ve Katoğlu (a.g.m., s.85) son cemaat yeri olarak bahsederken
Önder (a.g.e., s.157.) bu bölümü dehliz şeklinde isimlendirmiştir. Dilaver (a.g.m., s.20) ise bu bölümü
son cemaat yeri olarak isimlendirmenin yanlış olacağını, Batı Anadolu Beylikleri devrinde
karakteristiğini bulacak olan son cemaat mekânı için öncü birer giriş bölümü olduğunu belirtir.
567
Akmaydalı, a.g.m., s.102.
568
Planından da anlaşılacağı gibi türbe ile son cemaat yerinin ortak duvarının batı köşesi pencereyi
kapatmaması için pahlanmıştır. Ancak bu önem bile pencerenin bir bölümünün duvar içinde kalmasını
engelleyememiştir.
268
doğramalı bir çerçeve, kapı açıklığı ise çift kanatlı bir kapı ile örtülmüştür569. Onarım
öncesi fotoğraflarında, bu iki açıklığın cephenin aksına göre simetrik düzenlenmiş
aynı formda ve fakat kuzeyde olanı daha geniş ölçülerde olduğu görülmektedir. Buna
göre bu iki açıklığın üstte sivri kemerli bir pencere, altta ise boyuna dikdörtgen
formlu bir kapı olmak üzere iki kısımdan oluştuğu ve bu iki bölümü ahşap bir hatılın
ayırdığı görülmektedir570. Hatılın üst kısmı tuğla, alt kısmı ise kaba yonu taş
malzemeyle oluşturulmuştur. Üstteki pencereleri boyuna dizilmiş tek sıra tuğla bir
çerçeve dolaşmaktadır. Bu iki açıklıktan kuzeyde olanı, yani mescide giriş kapısının
eşik taşı, onarımlar sırasında ortaya çıkarılmıştır. Konyalı, bu kapının, binanın 1944
yılındaki kullanıcısı tarafından kapatıldığını ve son cemaat yerinin bir kiler haline
getirildiğini belirtmektedir571. Mekânın batı duvarında dama çıkışı sağlayan boyun
dikdörtgen formlu bir açıklık yer almaktadır. Dama ulaşımı sağladığı anlaşılan
merdiven duvar kalınlığı içinde yer almakta olup, onarılar sırasında yenilenmiştir.
Onarım öncesi fotoğraflarından bu açıklığın hemen altında mekânın tüm duvarlarını
dolaşan ahşap bir hatıl görülmektedir. Onarımlar sırasında bu hatılın alt kısmı beyaz
badanayla boyanmış, üst kısmı tuğlayla örülerek tamir edilmiştir. Güney duvarda bu
hatılın üst kısmında kalmak üzere, sağır bir sivri kemer bulunmaktadır. Sivri kemeri
oluşturan tuğlalar tek sıra halinde düşey olarak sıralanmıştır. Mekânın doğu
bölümünün ise aslî halinde dışa bir sivri kemerli açıldığı, bilahare portalin buraya
taşınması sırasında örülerek kapatıldığı mevcut dilatasyon izlerinden anlaşılmaktadır.
Mekânın duvarlarındaki tuğla örgü, tuğlaların yatay olarak dizilmesi ve her sırada
569
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./54.
570
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./54. no.lu dosyada yer alan fotoğraflar.
571
Konyalı, a.g.e., s.516. Bu kapının kapatılmasıyla mescidin kuzey duvarındaki pencerenin kapıya
dönüştürülmesi işlemi aynı tarihte yapıldığı anlaşılmaktadır. Binanın orijinal çinili kapısının sökülerek
son cemaat yerinin doğu duvarına taşınması işlemi de Konyalı’nın bahsettiği bu müdahale sırasında
gerçekleştirilmiş olmalıdır.
269
yarım tuğla boyu kayırılmasıyla oluşturulmuştur. Buna karşın mekânın tonoz
örtüsündeki tuğla örgü daha farklı bir düzendedir. Dört yönden iki sıra düz silmenin
sınırladığı tonoz örtüde örgü, tuğlaların hem yatay hem de düşey sıralanmasıyla elde
edilmiştir. Tuğlalar, her sırada bir tuğla kalınlığı ve düşey derz arası genişliğinde
sağa, sola kayarak yükselir. Tuğlaların kayma ve yön değiştirme düzeniyle balıksırtı
örgüde içice baklavalar biçimlenmiştir. Tonoz göbeğindeki geometrik motif, ilk
baklava sırası patlıcan moru, bunu çerçeveleyen ikincisi ise turkuaz sırlı çinilerden
biçimlendirilmiştir572. Son cemaat yerinin batı duvarındaki açıklıktan mescit kısmına
geçilir.
Kare planlı mescit, Türk üçgenleriyle
geçilen kubbeyle örtülüdür (Çizim:23,
Foto:164).
Mescit
duvarlarının
geçiş
öğesiyle örtüsü tuğla, beden duvarları
kaba yonu taştandır. Geçiş öğesinin alt
hizasından itibaren ahşap bir hatıl iki
Foto 164: Mescit kubbe geçiş öğeleri
bölümün sınırlarını belirlemektedir. Geçiş
öğelerinin ana akslara denk gelen bölümlerinde, güneyde ve doğuda sivri kemerli
sağır birer niş, batı ve kuzeyde ise yine sivri kemerli birer pencere bulunur
(Çizim:25). Nişleri ve pencereleri, üstten ve her iki yönden boyuna dizilmiş tuğla bir
çerçeve kuşatır. Pencereler onarımlar sırasında cam bir şebekeyle kapatılmıştır. Geçiş
öğesindeki tuğla örgü, cephe ve son cemaat yerindekiyle aynıdır. Onarımlar sırasında
mekânın orijinal kare tuğla döşemesine ait izler ortaya çıkarılmış573, daha sonra üstü
ahşap döşemeyle kaplanmıştır. Mekânın batı duvarında aksa göre asimetrik
572
Bakırer, a.g.e., s.472.
573
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./54. no.lu dosyada yer alan fotoğraflar.
270
düzenlenmiş, kuzeydeki diğerlerine göre daha enli üç açıklık yer alır. Bu açıklardan
güneyde ve ortada yer alan aynı ölçü ve formda olup, birincisi mescide diğeri son
cemaat yerine açılan iki penceredir. Kuzeydeki üçüncü açıklık ise son cemaat
yerinden mescide geçilen kapıdır. Bu açıklıklar bugün ahşap çerçeveli şebekelerle
örtülüdür. Mekânın kuzey duvarında, tam aksta, sivri kemerli düşey dikdörtgen bir
pencere yer alır. Bu açıklık, 1991 onarımına
kadar dışa açılan bir kapı olup, tamirler
sırasında
pencereye
Mescidin
güney
dönüştürülmüştür574.
duvarının
ortasında
yüzeyden taşıntılı mihrap bulunur (Foto:165).
Boyuna dikdörtgen formlu mihrap, alçı ve
çini malzemedendir. Mihrabın harap olmuş
bölümleri,
onarımlar
sırasında
alçı
ile
tamamlanmıştır. Bu anlamda, mihrabın yatay
Foto 165: Mihrap
eksene göre alt bölümü tamamıyla yenidir. Orijinal
mihraptan kalabilen bölümler ise mukarnaslı kavrasanın ilk üç sırası ve köşelikleri,
ayrıca iki yandan ve üstten kuşatan bordürlerin mihrabın üst yarısındaki kısımlarıdır.
Mihrabı yanlarda ve üstte dört bordür kuşatır. Dıştaki dar bordürden günümüze batı
kenarının üst bölümündeki parçaları kalabilmiştir. Burada altıgen turkuaz çinilerle
574
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./54. Gerek açıklığın dış cephedeki mevcut
durumu, gerekse Konyalı (a.g.e., s.516) nın verdiği bilgilerden, aslî halinde pencere olan açıklığın
kapıya dönüştürülme işleminin geç dönemde yapıldığı anlaşılmaktadır. Biz bu pencereden kapıya
düştürülme işleminin Konyalı’nın bildirdiği ve mescit kapısının kapatılarak son cemaat yerinin kilere
dönüştürüldüğü müdahale sırasında gerçekleştirildiğini düşünmekteyiz. Nitekim onarım öncesine
kadar ayakta olan ve binanın doğu cephesini kapatan konutun varlığı da düşünüldüğünde binaya girişi
sağlayabilecek tek açıklığın kuzey cephedeki bu açıklık olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle açıklığın
aslî halinde pencere olduğunu düşünmekteyiz.
271
aralarındaki üçgen biçimli patlıcan moru renkli çinilerden oluşturulmuş, boyuna
gelişmiş, geometrik açık bir kompozisyon yer alır. Bunu izleyen içbükey bordürün
üstte enine ve yanlardaki boyuna kısımların üst kesimlerdeki parçaları, günümüze
ulaşabilmiştir. Yanlarda geometrik karakterli, iki ince silmeyle sınırlananbordür,
beşgenler geçmesinden oluşan boyuna geometrik bir kompozisyonla süslenmiştir.
Üçüncü bordürü, dıştan iki silme kuşatmaktadır. Bunlardan dışta olanı süslemesiz dar
bir silme olup, ölçülerdeki içteki silmeyi ise beşgenlerden oluşan boyuna bir
kompozisyonla, birbirlerine uç kısımlarından bağlanmış rumîlerden oluşan diğer bir
kompozisyon birbirini takip ederek tezyin etmektedir. Diğerlerin göre daha enli
bordürü, aralarda beşgen ve beş kollu yıldızlardan oluşan ve boyuna gelişen
geometrik bir kompozisyon süslemektedir. Beşgen ve beş kollu yıldız şeklindeki alçı
boşluklar turkuaz renkli çini mozaik çinilerle doldurulmuştur. Kompozisyonu
oluşturan silmenin üzeri ise kabartma halinde işlenmiş gülbezekler, rumîler ve
beşgenler geçmesinden oluşan kompozisyonla süslenmiş olup, bu farklı şemalar, alçı
silmenin oluşturduğu beşgenlerin her koluna biri gelecek şekilde yerleştirilmiştir.
Son bordürde içbükey saha boyuna gelişen ve beşgenler geçmesinden oluşan
geometrik bir kompozisyonla süslenmiştir. Üçgen biçimli kavsaranın kenarları
beşgenlerden teşkil edilmiş geometrik bir kompozisyona tezyin edilmiştir. Bu
bölümle, prizmatik üçgen biçimli mukarnaslı nişlerin arası, kavsaranın üçgen şekline
uygun, turkuaz renkli çini mozaik parçalarla doldurulmuştur. Kavsaranın üstten dört
sırası, sağlam olarak günümüze ulaşabilmiş, diğer bölümleri onarımlar sırasında
tamamlanmıştır. Kavsara, üstteki ilk sırasında bir, ikinci sırasında beş, üçüncü sırada
yedi son sırada ise 9 adet sivri kemerli nişten oluşur. Aslî halinde niş dizilerini enine
çini bordürlerin ayırdığı, kalabilen izlerden anlaşılabilmektedir. Mescidin kubbesinde
son cemaat yerinin tonozundakine benzer bir tuğla örgü vardır. Yatay ve düşey
272
olarak sıralanmış tuğlaların kısa kenarları düşey birim olarak kullanılmış, her yatay
sırada bir tuğla kalınlığı ve bir düşey derz aralığı genişliğinde sağa ve sola
yükselerek belirli sıralarda yön değiştirip yatay yönde kırık çizgileri biçimlendirir.
Burada kubbe merkezinden kasnağa kadar içice oniki kırık çizgili çember dizilidir
(Foto:166). Kubbenin merkezinde dairesel çinili bir madalyon vardır.
Foto 166: Mescidin kubbesi
Foto 167: Kubbe merkezindeki madalyon
Madalyonu dışta patlıcan moru dairesel bir bordür sınırlamaktadır. Madalyonun
ortasında ise beyaz zemin üzerine, turkuaz renkli çini mozaik parçalarla
oluşturulmuş, kûfî hatlı bir yazı vardır. Merkezde bir beşgen oluşturacak şekilde
düzenlenen bu yazı kompozisyonunda, Allah ve dört halifenin (Ebu Bekir, Ömer,
Osman, Ali) isimleri yer almaktadır (Foto:167). Yazı kompozisyonun aralarında
kalabilmiş rûmîler ve palmetlerden, aslî halinde yazıların aralarının bitkisel
süslemelerle dolgulandığı anlaşılmaktadır. Mescidin onarımları sırasında, geç
döneme ait künk parçalarıyla karşılaşılmıştır575. Bu veri, havuz ihtimalini
düşündürüyorsa da, buna dair bir veriye rastlanmamıştır. Vakıfların onarım öncesi
raporlarında bina zemininde nemin oluşturduğu tahribat sıklıkla vurgulanır576. Bizce,
575
576
Tuncoku, a.g.t., s.53, 97, Fig.17f.
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-01-01./54. no.lu dosyada bulunan 1991 tarihli
rapor.
273
bu künkler, Osmanlı döneminde binanın bu sıkıntısını gidermek için alınan
önlemlerin bir parçası olmalıdır.
Mescidin doğusundaki kare planlı mekân, kubbeyle örtülüdür (Çizim:23,
Foto:169). Mekânın Türk üçgenleriyle geçilen kubbesi, mescidin örtüsünden daha
sivridir. Mekânın dört duvarında, yaklaşık 30 cm. derinlikte sivri kemerli dört niş yer
alır. Duvarlar zeminden niş kemerlerinin üzengi noktasına kadar moloz taş, geçişler
ve kubbe tuğla örgülüdür. Kubbedeki örgü düzeni mescidinkiyle aynıdır. Mekânın
her duvarında her biri farklı kotlarda ahşap hatıllar yer alır. Onarımlar sırasında
moloz taşlı bölüm beyaz badanayla boyanmıştır ayrıca zemini de betonla
kaplanmıştır. Mekânın güney duvarında herhangi bir açıklık bulunmazken, kuzey
duvarında, son cemaat yerinin mihrabının ortasına sonradan açılmış boyuna
dikdörtgen bir pencere yer alır. Doğu ve batı duvarlarında ise karşılıklı birer açıklık
vardır. Bunlardan batıda olan ve düşey akstan biraz güneye kaymış vaziyetteki
açıklık, bugün mekâna girişi sağlayan kapıdır. Boyuna dikdörtgen biçimli bu
açıklığın üzerinde, sivri kemerli bir pencere bulunmaktadır. Mekânın doğu
duvarında, tam aksta yer alan açıklığın ise aslî halinde batıdakiyle benzer bir
düzenlemeye sahip olduğu, alttaki boyuna dikdörtgen kapının onarımlar sırasında
kapatıldığı, üstteki sivri kemerli açıklığın ise onarımlar sırasında muhdes bir
şebekeyle tamir edilerek günümüze ulaştığı görülmektedir. Mekânda doğu-batı
doğrultulu yan yana iki ahşap sanduka yer almakta olup (Foto:168), kimlere ait
olduğu bilinmemektedir577. Türbe diye nitelenen bu mekânın kripta bölümü yoktur.
577
Konyalı (a.g.e., s.517) burada, “…Selçuk paralarının üstüne şîr ile Hurşîdi koyduran hükümdarla
sevgilisinin medfun olduğu…” rivayetini Ahmed Tevhid’den aktarmaktadır.
274
Foto 168: Mescidin doğusundaki mekanda
yer alan sandukalar
Foto 169: Mescidin doğusundaki mekanın
örtüsü
Bugün Tahir İle Zühre Mescidi olarak bilinen ve kitabesi günümüze ulaşamayan
binanın banisi, tarihi ve mimarına ilişkin kesin bilgilerimizin bulunmamaktadır. Fatih
ve II. Bayezid dönemine ait Konya evkaf defterlerinde, Çeşme Kapısı civarındaki
Dâr’ül-Huffâz, Çeşme ve Mescitten müteşekkil külliyenin Sahip Ata’ya aidiyetinden
bahsedilir578.
Osmanlı
dönemine
ait
bu
kayıtlardan,
Dâr’ül-Huffâz’ın
Karamanoğulları tarafından yıkıldığını ve külliyeye ait Çeşme (Kırk Çeşme-i sahip)
nin de bu yöndeki kale kapılarından birine ismini (Çeşme Kapısı) verdiği tespit
edilmektedir579. Bugün Tahir İle Zühre Mescidi olarak tanınan binanın, konumu
itibariyle, kayıtlarda Çeşme Kapısı civarında olduğu söylenen külliyenin mescidinin
olduğu anlaşılmaktadır. Kitabe ve vakfiyesi günümüze ulaşmayan bina, Sahip
Ata’nın diğer binaları, ayrıca Konya ve çevresinde yer alan benzer plan şemasındaki
diğer mescitler de dikkate alındığında XIII. Yüzyılın üçüncü çeyreğine
tarihlendirilebilir580.
578
Konyalı, a.g.e., s.518.
579
Aynı yer.
580
Binayı, Öney, (a.g.e., s.98.) ve Akmaydalı (a.g.m., s.101.) XIII yy. sonu XIV. yy. başına; Katoğlu
(a.g.m., s.85.) XIII. Yüzyılın son 25-30 yılı içinde; Bakırer, (a.g.e., s.469.) 1280, Yetkin, (a.g.e.,
s.105) XIII. Yüzyılın sonları, Konyalı, (a.g.e., s.517.) ise XIII. yüzyıla tarihlemektedir. Kuniholm
275
Binanın girişi, 1958 yılındaki ilk onarımı öncesi kuzey cepheden
sağlanmaktaydı. Onarım öncesi fotoğraflarından bu açıklığın sonradan oluşturulduğu
rahatlıkla anlaşılabilmektedir. Ayrıca doğu cephedeki çini portalin varlığı da bu
açıklığın muhdes olduğunu ortaya koymaktadır. Konyalı 1940’lı yıllarda, son cemaat
yerinin depo olarak kullanıldığını, binanın da uzun bir süredir mescit işlevini
yitirdiğini belirtmektedir581. Biz girişin kuzey cephesine alınması işleminin,
Konyalı’nın bahsettiği bu yıllarda gerçekleştirilmiş olduğunu düşünmekteyiz.
Nitekim binaya doğu yönden bitişmiş olup, onarım sırasında istimlâk edilen edilerek
yıkılan ev, bu cepheyi ve portali kullanılamaz hale getirmekteydi. Dolayısıyla bu
konutun yapıldığı ve Konyalı’nın verdiği bilgiye göre son cemaat yerinin de depo
haline getirildiği yıllarda, binaya girişin de kuzey cepheden sağlanmaya başlandığı
anlaşılmaktadır. Doğu cephedeki sivri kemerli açıklığın kuzey kenarında bulunan
çini portalin onarım öncesi fotoğraflarından ve mevcut izlerden buraya sonradan
yerleştirildiği anlaşılmaktadır. Nitekim bugün portalin üzerinde yer aldığı bölümün
de, aslî halinde kemerli bir açıklık olup, bilahare üzengi seviyesine kadar tuğlayla
doldurulduğu, mevcut dilatasyon izlerinden tespit edilebilmektedir. Dolayısıyla
portal de sivri kemerli açıklığın kapatılması sırasında buraya getirilmiş olmalıdır.
Portal aslî halinde, son cemaat yerinden mescide geçişi sağlayan açıklığın üzerinde
bulunuyordu (Çizim:24). Nitekim portal ve bu açıklığın genişlikleri birbirine eşittir.
Portalin doğu cephedeki bugünkü yerine ne zaman taşındığı bilinmemektedir. Bu
verilerden aslî halinde doğu cephede sivri kemerli bir açıklığın olduğunu ve bu
tonozlu ön bölümden portale ulaşıldığını anlamaktayız. Bu ön bölümün güney
(a.g.m., s.127.), mescit ve kuzeydeki kapıdan aldığı ahşap parçaların dendrokronolojik analize göre
1233 tarihinde kesildiğini belirtmektedir.
581
Konyalı, a.g.e., s.517.
276
duvarında bulunan mihrap, namaz kılınan bir yer olduğunu göstermektedir. Son
cemaat yeri olarak isimlendirdiğimiz bu ön bölümde, saf düzeni açısından
uygunsuzluk dikkati çeker. Zira son cemaat yerinin, uygun bir saf düzeni
oluşturulabilmesi için doğu-batı olması gereken doğrultusu, kuzey-güney yönlüdür.
Bu, namaz kılınabilmesi için sıkıntı doğuracak bir durum olmasına karşın, biz, yine
de bu tonozlu ön bölümün son cemaat yeri olarak kullanıldığını düşünmekteyiz.
Güney duvarındaki mihrabın ortasına açılan pencere, geç dönemde, mescitle beraber
son cemaat yerinin artık namaz kılınan bir yer olmadığını gösterir.
İçinde iki sanduka bulunan mekân türbe olarak isimlendirilir. Kriptası
olmayan mekânın içindeki sandukaların kime ait olduğu bilinmemekle birlikte
Konyalı, sandukaların geç tarihte buraya konulduğunu belirtir582. Bu mekânın aslî
halinde türbe fonksiyonuna sahip olduğunu gösteren herhangi bir delil yoktur.
Binanın doğu cephesinde yer alan ve üzerinde bir de sivri kemerli pencere bulunan,
örülerek kapatılmış kapı, mevcut yol kodunun yükselmesi sebebiyle, kriptaya açılan
bir kapı gibi bir görüntü doğursa da bu kapı mekâna açılmaktadır. Ayrıca, mescidin
aslî halinde bir külliye içinde yer aldığı düşünülürse, kriptasının olmayan bu
mekânın, külliyenin diğer binaları olan Dâr’ül-Huffâz ve Çeşmeyle birlikte
değerlendirilmesinin daha doğru olacağını düşünmekteyiz.
582
Aynı yer.
277
3.5.2- Dârü’l-Huffâz ve Çeşme
Fatih dönemi Konya evkaf defterlerinde Sahip Ata’ya ait Dâr’ül-Huffâz,
Mescit ve Çeşme’nin, kalenin Çeşme Kapısı civarında olduğu yazılıdır583. II.
Bayezid devri evkaf kayıtlarında bu binalarla ilgili daha ayrıntılı bilgiler vardır.
Burada, Dâr’ül-Huffâz’ın Karamanoğulları devrinde yıkılmasından ötürü vakıf
gelirlerinin Sahip Ata Dâr’ül-Hadisinin müderrisine tahsis edildiği belirtilmektedir.
Kayıtta, gelirleri Sahip Ata’nın Konya’daki Dâr’ül-Hadisine devredilen vakfa ait
binaların, Dâr’ül-Huffâz, Mescit ve Çeşmeden (Kırk Çeşme-i sahip) oluştuğu ifade
edilir584. Konyalı Karamanoğulları döneminde Dârü’l-Huffâz ve çeşmelerin
yıkıldığını, bu yüzden gelirlerinin Osmanlı döneminde Sahip Ata’nın Konya’daki
diğer eserlerine aktarıldığını belirtmektedir585. Kayıtlarda yer alan Dâr’ül-Huffâz ve
Kırk Çeşme isimli yapılardan günümüze herhangi bir iz kalmamıştır. Kayıtlarda
Tarihi Konya Kalesinin Çeşme Kapısında olduğu belirtilen mescidin Konya’da,
Tahir İle Zühre Türbesi veya Dönbaba Mescidi olarak bilinen yapı olduğu
anlaşılmaktadır586. Dârü’l-Huffâz’a dair herhangi bir maddi delil ise ne yazık ki
günümüze ulaşmamıştır. Vakıf kayıtlarında mescit ve çeşmeyle beraber anılıyor
olması, binanın bir külliye düzeninde inşa edildiğini ortaya koymaktadır. Dârü’lHuffâz’ın mescide göre nasıl konumlandığını bugün için kesin olarak bilemiyoruz.
583
Uzluk, a.g.e., s.15.
584
Konyalı, a.g.e., s.518. Önkal (a.g.e., s.434.) sadece, kayıtta yer alan “Sahip” tabirinden yola çıkarak
binanın Sahip Ata Fahreddin Ali’ye mal edilemeyeceğini belirtir. Konyalı’nın bildirdiği kayıtta vakfın
mütevellisi olarak Abdurrahman isimli bir kişi zikredilir. Bu kişinin II.Bayezid tahririnde, Larende
Kapısının karşısındaki Sahip Ata külliyesinin vakfının da mütevellisi olduğunu görüyoruz.(Bkz. Bu
çalışmanın Sahip Ata Cami bölümüne) Bu durum, “…Sahip evladından Abdurrahman…” ın
mütevellisi olduğu bu iki külliyenin de Fahreddin Ali’ye aidiyetini, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde
ortaya koymaktadır.
585
Konyalı, a.g.e., s.952.
586
Bu konuyla ilgili ayrıntılı tartışma için bkz. bu çalışmanın “Konya Sahip Ata Mescidi” bölümüne.
278
Buna karşın Sahip Ata’nın Konya’daki ve Akşehir’deki külliyelerine bakıldığında
bitişik bir düzende yer aldıkları görülür. Eğer durum böyle ise Dâr’ül-Huffâz’ın,
mescide, tamamıyla sağır güney cephesine bitişik şekilde konumlandığını iddia
etmek akla en yakın ihtimal olarak karşımıza çıkmaktadır. Külliyenin çeşmesinin ise
nerede olabileceğini dair bir veri yoktur.
Ortaçağ’da Dârü’l-Huffâz, Mescit, Çeşme’den müteşekkil külliye, Sahip
Ata’nın diğer eserleri gibi kale kapılarından birinin yakınında çok ve önemli bir
konumdaydı. Dolayısıyla Sahip Ata Mescidinin, “Mahalle Mescidi” olduğu
yolundaki değerlendirmelerin587 tam aksine, inşa edildiği dönemde şehrin önemli
mevkiini işgal eden külliyenin yapılarından biri olarak değerlendirmenin daha doğru
olacağını düşünmekteyiz. Bu durum, kubbeli kübik mescitler şeklinde gruplanan
yapıların asli durumlarını yeniden gözden geçirmemizi gerektirecek bir sonuçtur.
587
Kuban, a.g.e., s.151.
279
Çizim 23: Konya Sahip Ata (Tahir İle Zühre) Mescidi Planı
(Onarım Sonrası) (H.Akmaydalı’dan)
280
Çizim 24: Konya Sahip Ata (Tahir İle Zühre) Mescidi Planı
(Restitüsyon) (H.Akmaydalı’dan)
281
Çizim 25: Konya Sahip Ata (Tahir İle Zühre) Mescidi a-a Kesiti
(H.Akmaydalı’dan)
282
Çizim 26: Konya Sahip Ata (Tahir İle Zühre) Mescidi
(Batı cephe elevasyonu) (H.Akmaydalı’dan)
283
3.6- Kayseri’deki Sahip Ata Külliyesi
İnceleme Tarihi: 02–03 Ekim 2005, 10–11 Ocak 2006.
Sahip Ata Fahreddin Ali’nin Kayseri’deki Kalesinin kuzey kapısının
karşısında yer alan külliyesinden günümüze, medrese ve çeşme gelebilmişken,
mescidi, XX. yy. başlarındaki yol çalışmaları sırasında yıkılmıştır. Çeşme, önceleri
mescitle beraber medresenin karşısında yer alırken, anılan çalışmalar sırasında
kaldırılarak medresenin ön cephesindeki bugünkü yerine taşınmıştır. Bu anlamda
külliyenin, aralarında bir yol geçecek şekilde, karşılıklı konumlanmış iki yapı
bloğundan oluştuğu anlaşılmaktadır. Ortaçağ’da külliyenin güneyinde Dış Kale
surlarının, kuzeydeki ilave bölümü bulunmaktaydı. Ayrıca şehrin önemli ticari ve
sosyal merkezlerinden At (Bugünkü Cumhuriyet) Meydanı külliyenin güneyinde
bulunuyordu. Kalenin kuzeybatı kapılarından Odunpazarı (Meydan) Kapısı
külliyenin güneybatısında yer almaktaydı (Harita:4).
Harita 4: Kayseri Kalesi Surları, Kale Kapıları ve Sahip Ata Külliyesinin Yeri.
(Kaynak: earth.google.com/)
284
3.6.1- Medrese (Sahibiye Medresesi)
Diğer Sahip Ata eserlerinde olduğu gibi bu bina da çok sayıda incelemeye588
konu olmuştur. Halk arasında “Sahabiye Medresesi” olarak da anılan bina XVI.
yüzyıl’a ait bir evkaf kaydında589 “Vakf-ı Medrese-i Sahibiye” ismiyle anılmaktadır.
Medrese, şehir merkezinde, tarihi kalenin kuzeyinde Sahabiye Mahallesinde
yer almaktadır. Güneyden Ahmet Paşa Caddesi, batıdan İstasyon Caddesi doğudan
ise Mete Caddesi ile sınırlanan binanın kuzeyinde bir Roma Tapınağı590
bulunmaktadır. Güney-kuzey doğrultusunda uzanan bina, dikdörtgene yakın bir
plana sahiptir.
Kapının sivri kemerli kuşatma kemerinin üstünde yer alan çift satırlık mermer
kitabesine591 göre, III. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında, H.666/M.1267 yılında
Hüseyin oğlu Sahip Ali tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
Eser, asıl halini büyük ölçüde korumakla beraber zamanla tahrip olmuş ve
kimi bölümleri çeşitli onarımlarla yenilenmiştir. Binadan ilk bahseden, 1277 yılında
Memlük Sultanı Baybars’ın Anadolu seferine katılan tarihçi Kadı Muhyiddin İbn
Abdüz-Zahir’dir. Kayseri’yi tasvir ettiği bölümde Sahip Ata’nın zenginliğini ifade
ederken“… Medresesinde otak ve çadırlarından bazılarını gördüm ki bunlar en
588
Halil Edhem, a.g.e., s.120-128.; Gabriel, Monuments Turcs D’Anatolie I…, s.64-66, (Pl: XV-XVI);
Uğur-Koman, a.g.e., s.102-104; Ögel, …Taş Tezyinatı, s. 56-57; Akok, “Kayseri’de Gevher Nesibe…,
s.133-142; Kuran, a.g.e., s.88-90; Sözen, a.g.e., s.29-33; Sümer, a.g.e., s.86-87; Tuncer, Anadolu
Selçuklu Mimarisi… s.12-14.; Ahmed Nazif, a.g.e.; Tuncer, Kayseri Sahip...; Özırmak, a.g.t., s.81-82.;
Karagöz, a.g.t., s.96-97.; İnbaşı, a.g.e., s.59.; Eravşar, a.g.t., s.252-254.
589
590
Özırmak, a.g.t., s.81-82.
Roma dönemine ait bu anıtta, mezar taşından anlaşıldığı kadarıyla H.1317/M.1899,
H.1318/M.1900 tarihli, Mesut ve Ayşe Hatun isimli iki şahsın mezarı bulunmaktadır.
591
Kitabenin Arapça yazılışı, transkripsiyonu ve Türkçe okunuşu için bkz. Halil Edhem, a.g.e., s.121.
285
büyük hükümdarların sahip olamayacağı şeylerdir”592 şeklinde binadan bahsetmiştir.
Külliyenin vakfiyesi günümüze ulaşamamasına karşın, XVI. yüzyıl’a ait bir evkaf
kaydında593 “Vakf-ı Medrese-i Sahibiye” başlığı altında binaya tahsis edilen
gelirlerinden bahsedilmesi, kayıp bir vakfiyesi olduğunu ortaya koymaktadır.
Mütevellisi Abdüllatif Efendi’nin 24 Temmuz 1702’de Abdülselim Efendi’yi
müderrisliğe teklif ettiğine dair belge594, binada XVIII. yüzyılda eğitim-öğretimin
sürdüğüne işaret etmektedir. Binadaki onarıma ilişkin ilk belge yine XVIII. yüzyılın
başlarına aittir. Bu belgede595 4 Ekim 1726 tarihinde “…medresenin harap olduğu ve
müderris olan Mahmud kendi hevâ ve hevesine uyub ta’mir ve terhimi ve ta’lim ve
tedrisi terk…” ettiği belirtilmektedir. Bu belge binanın XVIII. yüzyılın başlarında
harap durumda olduğu ve tamire muhtaç olduğunu kanıtlar niteliktedir. Söz konusu
onarımın, Kayseri ve çevresinde 9 Mayıs 1717 günü büyük bir yıkıma yol açan
depremin596 hemen ardından gelmesi dikkat çekicidir. Bu depremin binada önemli
tahribatlara yol açtığı anlaşılmaktadır. Ancak bu belgede mescitten ve çeşmeden
bahsedilmemesi dikkat çekicidir. Medreseye dair bu yüzyıldaki diğer evkaf
592
Sümer, a.g.e., s.86-87.
593
Özırmak, (a.g.t., s.81-82.) Konya Evkaf Defterlerinden aldığı bilgilere göre binanın 1500 yılında
yıllık 6855, 1584 yılında 4760 akçe geliri bulunduğunu belirtmektedir. Yazar, aynı defterde binanın
yakınlarında bulunduğunu bildiğimiz ancak günümüze ulaşamayan “Sahibiye Mescidi”nin 1584’de
toplam 899 akçe geliri olduğunu iletmektedir. İnbaşı (a.g.e., s.59) ise XVI yüzyıl Başbakanlık Tahrir
Defterlerinden aldığı bilgilere göre yüzyılın başında medreseye toplam 6680 akçe gelir vakıf olarak
verildiğini belirtmektedir.
594
Karagöz, a.g.t., s.96.
595
Aynı yer.
596
Ambraseyss-Finkel, a.g.e., s.101–103. Bu depremin Kayseri’deki birçok tarihi eserin yıkımına
sebep olduğunu biliyoruz. Bunlardan biri 1722–1723 yıllarına ait bir onarım kitabesi bulunan Kayseri
Ulu Camii’dir.
286
kayıtlarında597 müderris ve mütevelli tayini konularına ait bilgiler bulabilmekteyiz.
Ahmed Nazif Efendi’nin 1900’lü yılların başında yayınladığı Mir’at-ı Kayseriyye
(Kayseri Tarihi)598 isimli eserinde binadan “… çoğu kısmı harap bir halde olup
talebenin ikâmetine elverişli olabilen ancak on iki odası kalmıştır.” şeklinde
bahsetmesi, ayrıca, mütevellisi ve müderrisinin ismini de zikretmesi, medresenin
harap durumda olduğunu ancak eğitimin devam ettiğini belirtmektedir. UğurKoman599, medresenin perişan bir durumda olduğunu belirtirken, “…hücre,
eyvanların kubbeleri, tavanları çökmüş, avlusunun üç cihetinde bulunan revaklar
kâmilen mahvünâbut olmuştur” ifadelerini kullanmıştır. Halil Edhem “Kayseriyye
Şehri”600 isimli eserinde binanın harap durumda olduğunu ifade ederken, girişin
önünde de bir takım duvarlar ve evlerden söz etmektedir. Binanın, Vakıflardaki
onarım öncesi fotoğraflarında özellikle doğu ve batı cephelerindeki yenileme izleri,
bugün kayıtlarına ulaşamamış olmamıza rağmen binada çeşitli onarımların
gerçekleştiğini göstermektedir. Y.Akyurt601, bina için “…müzeler mimarı macit
tarafından tamir edilmiş ise de asarî atikanın tamir kaidesince eksik tamir etmiş ve
adeta tahrip eylemiştir” derken yüzyılın başlarında gerçekleştirilen ancak başarılı
olamamış bir onarımdan bahseder. Buna karşın, binadaki en kapsamlı onarım
Vakıflar Genel Müdürlüğünce602 1960’lı ve 1970’li yıllarda gerçekleştirilmiştir. Bir
597
Karagöz, (a.g.t., s.97.) 30 Nisan 1729 tarihli bu belgede, mütevellilik konusunun geniş tartışmalara
yol açtığı ve bu sebeple birkaç kez el değiştirdiği anlaşılmaktadır. Bu durum ve mütevellilik gibi
doğrudan baninin ve onun ailesine ait bir görevin medresenin müderrisine verilmesi, bu tarihlerde
binanın vakıf şartlarının artık unutulduğu ve bir anlamda sahipsiz olduğuna işaret etmektedir.
598
Ahmed Nazif, a.g.e., s.36.
599
Uğur-Koman, a.g.e., s.102-103.
600
Eldem, a.g.e., s.121.
601
Y.Akyurt, Kayseri Şehri ve Civarı, Kayseri 1946, s.20.
602
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:38.01.01/07 nolu dosyada binada, 1968 yılında
portalin üst kesimleri tamamlanmış, eski izlerine göre revakların ayak ve kemerleri tamamlanmış,
287
süre Öğretmenler Lokali olarak kullanılan bina, restorasyon çalışmalar sonunda
bugün, kitapçılar çarşısı olarak kullanılmaktadır.
Medresenin cephelerinde sarı bazalt ince yonu taşları kullanılmıştır. Onarım
öncesi fotoğraflarından, revaklarının ve eyvan yüzeylerinin kesme taş ve hücre
odaları ile bölme duvarlarının içinde de moloz taş örgünün bulunduğu görülür.
Duvarların iç dolguları bol kireç harç ve kırma taşlıdır. Tonozlarda dolgu olarak
tuğla malzeme kullanılmıştır. Medresenin ve çeşmenin kitabe taşları ise beyaz
mermerdendir.
Sahibiye Medresesi, açık avlulu ve dört eyvanlı plan şemasına uygun olarak
tek katlı inşa edilmiştir (Çizim: 27). Dikdörtgene yakın planlı bina, sağır ve kalın dış
duvarları ile prizmatik bir kütle halindedir. Ön cephede (Çizim: 29) hiçbir açıklığın
bulunmaması, diğer cephelerdeki açıklıkların ise dar mazgal biçiminde açıklıklar
olması binaya sağır bir kütle görüntüsü verir603. Ana eyvan ve portalin, dışta en
yüksek bölümler olarak algılandığı yapıda, dikdörtgen avlunun -ana eyvan tarafı
hariç- üç tarafını, dört köşeli on iki ayağın taşıdığı revaklar kuşatmakta ve bunların
gerisinde de çeşitli ölçülerdeki hücreler sıralanmaktadır. Revaklar tamamen ortadan
kalkmış ancak ayakların mevcut izlerine göre 1960’lı yıllarda tekrar inşa
edilmiştir604. Ön cephenin iki köşesindeki dairesel planlı iki payanda ve sağır dış
hücrelerin yıkılan tonoz ve damları onarılmıştır. Bunun dışında güneydoğu köşedeki mekânda hafriyat
yapılmış ve helâ olarak kullanılan bu hacmin onarımı gerçekleştirilmiştir. Vakıfların 1970’li yıllarda
gerçekleştirdiği onarımlarda, dama çıkış merdiveni, ana eyvanın batısındaki mekânın kubbesi
betonarme olarak yeniden yapılmış ve ana eyvanın doğusundaki mekânın dam örtüsü de yenilenmiştir.
Bunların dışında binadaki pencerelerin onarımı, sıva yapılması ve cephelerdeki dökülen taşların
yenilenmesi gibi çalışmalar gerçekleştirilmiştir.
603
Tuncer (a.g.e., s.23), yol kodunun giderek yükselmesi, ayrıca cephelerin üst kısımlarının yıkılmış
olmasının, yapıda yatay bir etkiye neden olduğunu, ancak bu etkinin avluda yerini düşeye bıraktığını
belirtir.
604
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:38.01.01/07 nolu dosya.
288
duvarlarıyla bina bir Ortaçağ Kervansarayını hatırlatır605. Bina ön yüz dışında tek
kütle halinde algılanırken, bu cephede (Çizim: 29) taşıntılı portal ikinci kademeyi
oluşturmaktadır.
Avlunun planı (Çizim:27), kenarları
arasındaki 10–20 cm. lik farklılık
sebebiyle tam bir dikdörtgen değildir
ve bu durum binanın planına da
yansır. Yan eyvanlar, avlu ekseninden
0.90 m. güneye kaymıştır606. Revak
Foto 170: Kayseri Sahibiye Medresesi (Ön Cephe)
kemerlerinin doğu ve batı
kenarlardaki kuruluşu, simetrik düzende olmasına rağmen eyvanların kuzeyinde
bulunanların, diğer revak açıklıklarına göre daha geniş tutulduğu görülür. Revakların
derinlikleri, yüksekliklerine göre çok dardır. Bu durum, odalar önünde gölgelik
oluşturmaktan ziyade, avluda bir mimari düzen kurmak isteğiyle oluşturulmuş
olmalıdır607. Hücrelerin aksine revaklar avluya dik tonozlarla örtülüdür (Çizim: 28).
Çift sıralı geometrik bir süsleme çerçevesi yanlarda, üstte ve altta giriş cephesini
dolaşırken, diğer cephelerde608, böyle bir süslemenin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Masif güney (ön) cepheyi yanlarda, altta ve üstte, halat örgülü, profilli bir
silme kuşatır (Çizim: 29, Foto:170, (Foto:176). Bu süsleme kuşağı, halat örgüye
605
Tuncer, a.g.e., s.20.; Ögel, a.ge., s.36., ve Kuran, (a.g.e., s.89) yapının “…muhkem bir kale” yi
andırdığını ifade eder.
606
Tuncer (a.g.e., s.17), bu durumun ayaklar arasındaki mesafelerin eşit olmamasına yol açtığını
belirtir.
607
608
Akok, a.g.m., s.140.
Bugün batı cephenin üst kesiminde bu süsleme bulunmasına rağmen, cephenin onarım öncesi
fotoğraflarından (Tuncer, a.g.e., Foto: 5) burada böyle bir süsleme kuşağının bulunmadığı
anlaşılmaktadır.
289
benzer motifli kalın şerit ve onu altta ve üstte sınırlayan süslenmeden bırakılmış
kaval silmeden oluşmaktadır. Portali de iki yanda kuşatan bu silme, aynı zamanda iki
köşedeki payandayı da dolaşır. Cephenin tam ortasında yer alan portal, cepheyi iki
eşit parçaya böler. Portalin iki yanındaki alanların tam ortalarında da simetrik, aslan
başlı çörtenler yer alır. İki köşedeki payanda, tam ortadaki portal ve aralarındaki
süsleme şeridi ile aksta yer alan çörtenlerden oluşan ön cephe düzeni Sahip Ata
binalarındaki simetrik tasarım anlayışını yansıtır. Binada sadece ön cephenin iki
köşesinde yer alan payandalar kare kaideye oturmaktadır. Köşe pahlarıyla sekizgene
dönüşen kaideden silindirik gövdeye geçilmektedir. Gövdenin alt, üst ve binaya
bağlandığı iki köşesinde cepheyi tamamen kuşatan süsleme şeridi bulunur.
Payandalardaki süsleme şeridi cephedekiyle aynı olmakla birlikte, bağımsız, kapalı
bir kompozisyon ile üstte tamamlanır. Bu durum portal için de geçerlidir. Dolayısıyla
süsleme şeridi portal, payanda ve onların aralarındaki bölümlerde birbirine
bağlanmadan, her bölüm için farklı tasarlanmıştır. Payandaların üst noktada nasıl
sonlandığını bugün için bilememekteyiz609. Ön cephe bugün, üstte süsleme şeridi ile
nihayetlenir. Cephe duvarları ile portalin bugünkü yükseklikleri Anadolu Selçuklu
Medreselerinin ön cephe düzenlerinde çok sık da görülmeyen bir uyumsuzluğu
gösterir. Tuncer610, restitüsyon önerisinde bu uyumsuzluğu, beden duvarını süsleme
şeridinden sonraki enli bir kuşak ve onun üzerindeki dendan sırası ile yükselterek,
dengelemeye çalışmıştır. Ön yüzde süsleme çerçeveleri zeminden 0.20 m. yukarıda
609
Tuncer (a.g.e., s.57, Çizim: 10-11), restitüsyon önerisinde payandaları, üst noktada mevcut süsleme
kuşağından sonra bir düz ve sonra süslemeli iki silme ve onun üzerine yerleştirilmiş birer konik
külahla sonlandırmıştır.
610
Tuncer (a.g.e., s.57, Çizim: 11) beden duvarlarının bu şekilde olmasıyla bugün dıştan algılanabilen
avlu ile eyvanların kalkan duvarlarının gizlenmesinin de sağlanabileceğini belirtmektedir.
290
başlar. Böylece temel duvarı da görüntüye dâhil edilerek, ön cephenin yatay
etkisinde etkili olmuştur611.
Batı cephede toplam yedi
pencere
açıklığı
(Foto:171).
Bunlar
şevlenen
mazgal
bulunur
dıştan
içe
biçimindeki
açıklıklardır. Pencereler cephede
aynı hizada fakat asimetrik olarak
Foto 171: Batı Cephe
yer alırken kuzeyden itibaren üçü,
birbirine eşit mesafede ve cephenin kuzey yarısında bulunurken, diğer dört açıklık
yine birbirine eşit mesafelerde ve güney yarıdadırlar. Cephede bulunan iki aslan başlı
çörtenden kuzey yarıda bulunanı cephenin ortasına yakın bir konumdayken, diğeri
cephenin güney yarısının ortasında bulunur. Güney yarıdaki çörten, onarım sırasında
yenilenmiştir. Ayrıca cephenin güneybatı köşeye yakın bölümünün üst kesimi
onarım sırasında, tıpkı ön cephedeki süsleme şeridine benzer bir saçakla
sonlandırılmıştır. Bunun dışında cephedeki bazı taşların onarım sırasında yenilendiği
anlaşılmaktadır612.
Kuzey cephede (Foto:172) kapatılmış kapı ve/veya pencere izleri, yenilenmiş
taş kaplamalar ve tamamlanmış derz izleri ile aslî halinden oldukça uzak bir
görünümdedir. Bugün biri cephenin tam ortasında, diğer ikisi de doğu ve batı
yarılarının ortasına denk gelen üç açıklık bulunmaktadır. Ayrıca doğu köşeye yakın
açıklığın doğu yanında kapatılmış bir açıklık daha mevcuttur. Bu açıklıklar bugün
Kitapçılar Çarşı olarak kullanılan medresenin, yan kapıları olarak işlev görmektedir.
611
Tuncer, a.g.e., s.24.
612
Bkz., V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:38.01.01/07 nolu dosya.
291
Açıklıklara alimunyum doğramalı çerçeveler eklenmiştir. Bu düşey dikdörtgen
formlu açıklıklardan batıda ve ortada olanı dışta içbükey süslenmeden bırakılmış bir
silme ile kuşatılmıştır. Diğer açıklığı alimunyum kapı tamamen örtmüştür. Tuncer613,
bu açıklıkların muhdes olduğunu belirtir. Ne yazık ki bu açıklıkların özgünlüğü
konusunda yorum yapabilmemizi sağlayacak bir veri bulunmamaktadır614.
Foto 172: Kuzey Cephe
Foto 173: Doğu Cephe
Doğu cephede (Foto:173) toplam altı pencere açıklığı vardır. Bu açıklıklar, asimetrik
olarak üçerli iki grup halinde cephenin kuzey ve güney yarılarının aksa yakın
bölümlerinde, birbirlerine eşit mesafelerde, aynı hizada yer almaktadır. Pencereler
dıştan içe şevlenen mazgal biçimdedir. Güneybatı köşedeki pencerenin hemen
güneyinde bugün kapatılmış bir muhdes kapı açıklığı da bulunmaktadır615.
Vakıflardaki onarım öncesi fotoğraflarda616 doğu cepheye dıştan bitiştirilmiş, daha
sonra kaldırılmış bazı bina kalıntılarına ait sıva ve kiriş izleri görülmektedir. Bunun
613
614
Tuncer, a.g.e., s.19.
Açıklıkların bugünkü durum ve yol kodu düşünüldüğünde kapı görevi gördüğü söylenebilir.
Ancak, binanın kuzeyinde bir Roma Tapınağının bulunuyor olması kuzey cephede -hem de- üç adet
kapının yapılmış olamayacağını düşündürmektedir. Bu anlamda bizce de açıklıklar muhdestir.
Bilinmeyen bir müdahale sırasında –büyük ihtimalle Osmanlı döneminde- bu açıklıklar meydana
getirilmiş olmalıdır.
615
Yerli halkla yaptığımız sözlü mülakattan bu muhdes kapının, açıldığı binanın bu yöndeki
mekânının tuvalet olarak kullanılmasını sağladığı ve onarım öncesine kadar bu işlevi sürdürdüğü
anlaşılmıştır.
616
Bkz., V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:38.01.01/07 nolu dosya.
292
dışında bugün binaya doğu yönden bitişmiş olan çeyrek daire planlı bir bina kalıntısı
dikkati çekmektedir (Çizim: 27). Medresenin ön cephesi ile aynı hizada yer alan bu
kalıntının önüne, sonradan külliyenin çeşmesi yerleştirilmiştir. Fonksiyonu tespit
edilemeyen bu kalıntının içerisinde sekiz adet, yuvarlak kemerli niş bulunmaktadır.
Bu kalıntıyı dışta -doğu yönde- tek bir pencere aydınlatmaktadır. Ayrıca kalıntının
medreseyle bitiştiği köşede bir mihrap kalıntısı yer alır617. Mihrabın önündeki bölüm,
tek kişinin namaz kılabileceği genişliktedir. Bugün, -medrese gibi- kitapçılar çarşısı
olarak işlev gören bina kalıntısının, onarım öncesi fotoğraflarından ve Akok’un618
verdiğe bilgilerden, yuvarlak kemerli çeyrek daire planlı ve içinde bir takım nişleri
de ihtiva eden bir yapı olduğu anlaşılmaktadır (Foto:174–175). Medrese ile aynı
tarihlerde onarılan kalıntının restorasyonunu yapan Erol Yurdakul buranın divanhane
olabileceğini belirtir619.
Foto 174: Doğu Cephedeki kalıntı
617
Foto 175: Doğu Cephedeki kalıntı
Bu mihrap kalıntısını, bugün önü kapatılarak iptal edildiği için tespit edememekteyiz. Tuncer
(a.g.e., Çizim: 2) in planında bu kalıntıyı tespit edebilmekteyiz.
618
Akok (a.g.m., s.142.), binada “…Bu binada mihraplı, nişli ve kırma duvarlı bir takım bölmeler
görülmektedir” bulunduğunu belirtir.
619
Tuncer, (Anadolu Selçuklu Mimarisi…, s.13, dpnt.:2), de Yurdakul’un bu iddiasını –hiçbir neden
belirtmeksizin- dile getirirken, burası ile ilgili projelerin V.G.M arşivinde yer aldığını belirtmesine
rağmen, V.G.M.arşivinde medrese ve bu yapı kalıntısı ile birtakım elektrik projeleri dışında ciddi bir
çizime rastlanmamıştır.
293
Tuncer620 ise Sahip Ata’nın diğer medreselerinin Hânkah, Darü’l-Ziyafe, İmaret gibi
yapılarla beraber inşa edildiğinden yola çıkarak medreseyle aynı tapu içinde yer alan
bu kalıntının aynı inşa inşaat dönemine ait olabileceğini, çeşmenin de buraya bu
sebeple taşınmış olabileceğini ifade eder. Bu kalıntının medreseyle ilişkisi bir yana
mevcut durumuyla aslî planından çok farklı olduğu açıktır. Nitekim kalıntının ön
cephesinin doğu yönde devam ettiğini gösterir izler günümüze kalabilmiştir.
Dolayısıyla çeyrek daire planlı hali ile bilinen hiçbir yapı tipine benzemeyen
kalıntının –hangi dönemde yapılmış olursa olsun- bugün, aslî halinden çok farklı bir
duruma kavuştuğu anlaşılmaktadır. V.G.M fotoğraflarından621 ön cephesindeki kiriş
yuvası izleri, kalıntının geçen yüzyılın ortalarında artık fonksiyonunu kaybettiğini ve
dıştan konutların bitiştiğini göstermektedir. Kalıntı, medreseyle malzeme açısından
benzerlik taşır. Ancak her iki yapıda Kayseri yöresinde çok sık kullanılan bir
malzemeyle inşa edilmiş olması, aynı döneme ait olduklarını söylemek için yeterli
kanıtı oluşturmaz. Kalıntının özellikle dairesel doğu bölümünün temelinde görülen
kimi büyük blok taşlara, yapımında başta Kayseri Kalesi ve medresenin kuzeyindeki
Roma mezar anıtı olmak üzere birçok binada rastlamak mümkündür. Ayrıca
kalıntının medreseyle bitişme noktalarındaki düzensizlik bir organik ilişkiyi işaret
etmez. Kalıntının güney cephesinde yer alan mihrabın gerek formu gerekse
gerisindeki namaz kılma alanının çok dar oluşu, muhdes olduğuna işaret etmektedir.
Nitekim mihrabın önündeki alanın –daha sonradan bir duvarla bölünmesine rağmenmedresenin doğu kanadındaki, dışarı kapı açılarak tuvalete dönüştürülmüş mekâna
çok yakın oluşu bu nizamsızlığı gösterir niteliktedir. Bu anlamda kalıntının, tahrir
defterlerinde bahsi geçen Sahip Ata Mescidi olma ihtimali bulunmamaktadır. Ancak
620
Tuncer, “Kayseri Sahip Ata…”, s.49-50.
621
Bkz., V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:38.01.01/07 nolu dosya.
294
biz kalıntının, bugün, çeşitli müdahalelerle aslî özelliklerini kaybetmiş geç döneme
ait bir bina olduğunu düşünmekteyiz. Bu binanın aslî halinde hangi fonksiyona ait
olabileceğine dair bir bilgiye sahip olamadık. Bir zamanlar yıkılan mescit ile beraber
medresenin karşısında yer alan çeşme ise yol çalışmaları sırasında bu kalıntının ön
cephesine taşınmıştır622.
Medresenin en süslü bölümü kuşkusuz portaldir (Foto:178). Binadan taşıntılı
portalin üst bölümü yıkık olduğu için onarım sırasında yenilenmiştir. Portalin yan
yüzlerinin beden duvarı ile birleştiği köşesi, giriş cephesinde de görülen zencirek
motifi ile süslenmiştir(Foto:177). Böylece cephe ile portal arasında bir uyum
sağlanmak istenmiştir. Ancak bu motif portalin üst bölümünün yıkılmasından ötürü
beden duvarından daha aşağıda bir noktada kesilmiştir. Aslî halinde bu motifin
portalin üst kesimine kadar devam ettiği tahmin edilebilir. Onarım öncesi
fotoğraflarda623 görülen su basman bugün yol kodunun altında kalmıştır. Portal de su
basmandan sonra süslemesiz olarak bırakılmış bir bölüm vardır. Dıştan itibaren
portal kütlesinin iki köşesinde dairesel yarım payeler bulunmaktadır.
Foto 176: Ön cepheden detay
Foto 177: Ön cephedeki bordürden detay
Payeleri oluşturan taşlar kalın zikzak yivlerle süslenmiş624, olup sarmal bir süsleme
oluşturacak şekilde düzenlenmiştir. Bu bitkisel bordürü enli geometrik bir bordür
622
Bakınız 601. dipnot.
623
Kuran, a.g.e., Resim: 229.
624
Benzerleri Konya Alâeddin Cami portalinde bulunmaktadır.
295
takip eder. Kırık çizgilerle oluşturulan sonsuz karakterli enine gelişen kompozisyon,
kaytanlarla ikiye ayrılmış çokgenlerden müteşekkildir. Bu bordürden sonra içbükey
dar silme gelir. Burada çeşitli ilmikler yapan kırık iki hat, iki kenara paralel uzanır.
Portalin kuşatma kemerini dışta ters U şeklinde saran bu beşli çerçevelerin hemen
altında tek parçalık inşa kitabesi yer alır. Sülüs hatlı ve iki satır halindeki inşa
kitabesine625 göre binanın H.666/M.1267 yılında III. Keyhüsrev zamanında Hüseyin
oğlu
Sahip
Ali
tarafından
yaptırıldığı
anlaşılmaktadır
(Foto:180). Kemer
köşeliklerinde tahrip olmuş iki kabara626 bulunur. Kemer alınlığı, haçvari düzenle627
sıralanmış bir rumî sistemi ile süslüdür. Kemer, köşe sütuncelerine kadar inmez.
Sivri kemerin kırık formu sonraki bir müdahaleyle oluştuğunu gösterir628(Foto:179).
625
Eldem, a.g.e., s.121.
626
Gabriel (a.g.e., s.65), bu kabaraların Sünniler tarafından tahrip edilmiş iki arslan başının kalıntıları
olduğunu belirtmektedir. Biz, yarım küre biçiminde bu kabaraların doğal nedenlerle aşındığını
düşünmekteyiz.
627
628
Ögel, a.g.e., s.57.
Portalin geçen yüzyılın başlarına ait fotoğraflarından kuşatma kemerinin bu şekilde olduğu
görülmektedir. Dolayısıyla kemerin bu gayri nizamsızlığı onarım öncesi oluşmuştur. Ancak
kemerdeki bu müdahalenin ne zaman gerçekleştiğini bugün için bilememekteyiz.
296
Foto 178: Portal
Foto 179: Portalden detay
Nitekim kemer alınlığının aslî haline ilişkin bazı izler de portal yüzeyinde
izlenebilmektedir. Kemerin bu gayri nizamsız hali yedi sıra halindeki mukarnaslı
kavsaranın da uzamasına neden olmuştur. Nitekim mukarnaslı bölümün en üst sırası
ile altındaki sıra arasındaki uyumsuzluk dikkati çekmektedir. Kuşatma kemerindeki
bu düzensizlik ayrıca kavsaranın kazayağı motifi ile süslü yüzeyini de etkilemiştir.
Yeniden düzenlendiği anlaşılan bu bölümde taşlar kompozisyonun gerektirdiği sıra
içinde birbirini takip etmemektedir. Konsolvari, sivri kemerli nişler halindeki
mukarnasların altında, yanlarda ikişer, cephede dört adet, yayvanlaşmış sepetkulplu
kemerler
içinde
kapalı
palmet-rumî
kompozisyonu
bulunan
bir
bordür
bulunmaktadır. Bu bordürün altında, yanlarda da devam eden ve kırık hatlı
çizgilerden oluşan dar geometrik bir bordür ve nesih yazılı bir yazı şeridi yer alır.
297
Foto 180: İnşa Kitabesi
Foto 181: Sütunce başlıklarında yer alan figür
Köşe sütuncelerinin bitiminde başlayan ve yanlarda mihrabiyelerin üzerinde de
devam eden bu yazı şeridinde ilim yapmanın fazileti ile ilgili bir hadis629 yazılıdır.
Mihrabiyelerin üzerinde kırık hatlı çizgilerin ortada tam, yanlarda on iki kollu
yıldızların oluşturduğu geometrik kompozisyonlu bir bölüm bulunmaktadır
(Foto:182). Basık sivri kemerli mihrabiyeleri dışta ters U şeklinde bitkisel süslemeli
bir şerit çevreler. Mihrabiyelerden doğuda
olanının kemer alınlığı, köşeleri -tahrip
olmuş-
iki
batıdakinin
kabara
kemer
ile
süslü
köşeliği
iken,
kazayağı
motifli ile süslüdür. Her iki mihrabiyenin
çerçeve şeridinde de birbirine grift şekilde
ulanmış
bir
rumî
kompozisyonu
görülürken, kavsara yüzeylerinin, doğuda
olanında kazayağı, batıdakinde ise üst
kesimde bir rumî ile sonlanan kırık hatlı
çizgilerden oluşan geometrik bir süsleme
dikkati çekmektedir. Portalin süslemesiz
Foto 182: Mihrabiye
629
Eldem, a.g.e., s.120.
bırakılan alt bölümüne uygun olarak
298
mihrabiyelerin alt bölümü de sade bırakılmıştır. Köşe sütunceleri silindirik gövdeli
ve iki kat halinde akantüs başlıklara sahiptir. Sütuncelerin gövdeleri, kırık hatlı
çizgilerin beş kollu yıldızlar oluşturduğu ve bu geometrik örgünün zemininin
rumîlerle doldurulduğu bir kompozisyonla süslenmiştir. Sütuncelerden batıda
olanının gövdesi tahrip olmuştur. Gövdenin üzerinde yastık şeklinde tasarlanmış ve
batıda olanı balıksırtı, doğuda olanı halat biçimli süslemeler bulunur. Çift kat
halindeki başlıklar, dışa doğru zarif bir taşıntı yaparlar. Başlıkların güneyde ve
birbirlerine bakan yüzeylerinin üst bölümündeki volütlerin arasında insan/arslan
başı630 motifi bulunur (Foto:181). Kapı kemerinin üzerinde zikzak şeklindeki
taşlardan oluşturulan yatay bir kuşak yer alır. Sade bırakılmış bu bordürün altında
kapı açıklığı yer alır.
Birbirinden
şekillerde
farklı
kesilmiş
konumda
oluşturulan
geometrik
taşların
dik
yerleştirilmesiyle
basık
kemerli
kapı
açıklığını, uçları spirallerle sonlanan
içice geçmiş dairelerden oluşan bir
Foto 183: Giriş eyvanından detay.
friz kuşatmaktadır. Bu frizin sövelerde
de devam ettiği günümüze ulaşabilen izlerden anlaşılmaktadır. İşlemeli birer taş
herhangi bir kompozisyona bağlı olmaksızın kapı sövelerinin iç yüzlerinde yer alır.
Yakın tarihlere ait çift kanatlı ahşap bir kapı açıklığı örter. Portalden, sivri beşik
tonozlu giriş eyvanına geçilir. İki yanında derinliği az sivri kemerli birer niş bulunan
giriş eyvanının avluya bakan yüzünü, benzerine ön cephede rastladığımız kalın bir
silme dolaşır. Giriş eyvanının avluya bakan yüzünde ve eyvan kemerinin birbirine
630
Ögel (a.g.e., s.57, Şek.38), bu motifi aslan başı olarak zikretmektedir.
299
bakan yüzlerini zeminden tepeye kadar dolaşan bu kalın silme (Foto:183), iki yanda
zencirek motifi ile aralarındaki daha yüzeysel işlenmiş ve başka tür bir zencirekten
oluşur. Giriş eyvanı avluya açılırken yanlarda daralmakta, böylelikle revak
ayaklarına bağlanabilmektedir. Boyuna dikdörtgen biçimindeki avluya, girişin tam
karşısındaki ana eyvan ve bundan biraz daha küçük boyutlardaki yan eyvanlar
hâkimdir (Çizim: 28). Onarım öncesinde sadece ayaklarının kökleri kalabilmiş
revaklar, onarım sırasında yeniden inşa edilmiştir (Çizim: 30). Ana eyvan hariç
avluyu üç yönden dolaşan sivri beşik tonozlu revak, her üç kenarda kare planlı dört
ayağın birbirlerine ve mekânların avlu duvarlarına kemerlerle bağlanmasıyla
oluşmuştur. Revak iki yanda beş, giriş kanadında üç gözlüdür (Foto:184). Yan
eyvanlara rastlayan revak açıklıkları, diğerlerine göre daha geniş tutulmuştur. Revak
açıklıkları, yan eyvanlara rastlayan bölümler dışında birbirine eşit ölçüdedir. Ancak
yan eyvanların kuzeyindeki odalara rastlayan revak açıklıkları diğerlerine göre daha
büyük
tutulmuş
ölçüleriyle
farklılık gösterir.
Binayla
ilgili
çalışmalarda
çeşitli
verilen
planlarda631, iki yan ve giriş
bölümlerindeki
odaların
sayısıyla ilgili farklı tespitler
Foto 184: Avlu revaklarından detay (Giriş Eyvanına doğru)
görülür. Giriş eyvanın
batısında kalan bölümü Gabriel, iki kapılı tek bir mekân, Akok, güneybatı köşeye
631
Gabriel, a.g.e., s.65, Fig:40; Akok, a.g.m., Planj 1; Tuncer, a.g.e., s.18; Çizim:2; Kuran, a.g.e., s.88,
Şekil 48; Sözen, a.g.e., s.30, Şekil 6. Bu çalışmalar içinde Tuncer’in tespitleri, restorasyon
çalışmalarında bulunması sebebiyle daha detaylı ve doğru bilgileri içermektedir.
300
kadar uzanan ve üç kapı ile avluya açılan, enine dikdörtgen planlı uzun tek mekân
olarak göstermiştir. Buna karşın Sözen bu bölümü, batı eyvanından güneye doğru
uzanarak L biçimli bir uzun mekâna doğudan bitişen daha küçük tek mekân olarak
belirtmiştir. Tuncer ise bu bölümü, üç kapının açıldığı biri diğerlerine göre daha
büyük boyutlu üç mekân olarak göstermiştir. Ayrıca Sözen ve Gabriel bu bölümü iki
kapılı olarak gösterirken diğer araştırmacılar üç kapı ile avluya açıldığını
belirtmişlerdir. Bugünkü mevcut durumda, giriş eyvanının batısında her biri, birer
kapı ile avluya açılan üç ayrı mekân bulunmaktadır. Bunlardan ortada olanı
kitapçıların deposu olarak kullanıldığı için kapalı vaziyettedir. Kapılardan632
doğudan itibaren ilk ikisi, esas yüzeyden az taşıntılı bir kütle halindedir. Birbirinden
farklı geometrik şekillerde kesilmiş taşların ikişer ikişer yerleştirilmesiyle
oluşturulan basık kemerli kapı açıklığı, dikdörtgen biçiminde hazırlanan yüzeysel
dar-ince bir kademe halindeki bordürle kuşatılarak çerçevelenmiştir. Kapının basık
kemerinin üzengi taşları, açıklık tarafına taşıntılı ve alt kısmı çeyrek daire kesitli
kabaca işlenmiş basit bir profil görünüşündedir. Bu yöndeki kapılardan batıda olanı
ise genel şema olarak aynı olmakla birlikte, farklı olarak yuvarlak kemerli dar ve
ince bir kademe halindeki bordürle çerçeve içine alındığı görülür. Bu üç mekândan
doğudan itibaren ilk ikisi doğu-batı yönlü beşik tonoz ile örtülüdür. Doğuda olan
632
Binanın iç kapılarının onarım sırasında neredeyse tamamen yenilendiği mevcut izlerden ve onarım
öncesi fotoğraflardan anlaşılmaktadır. Ancak yine onarım öncesi fotoğraflardan anlaşıldığına göre
sağlam kalabilmiş kapılar, bugünkü durumlarına paralel bir şemadadırlar. Yine binayı onarım öncesi
gören Akok (a.g.m., Planj: 7, Res: 27-28.) un çizdiği kapı formları da onarım sonrasındaki durumları
ile paralellik arz etmektedir. Bu anlamda, iç kapıların yenilenmiş durumunun aslî hallerine uygun
olduğunu kabul etmek gerekir.
301
mekân diğerine633 göre daha enlidir. Güneybatı köşedeki mekân ise kuzey-güney ve
doğu-batı yönlü birbirine dik konumda iki beşik tonozla örtülüdür (Çizim:30).
Batı eyvanının güneyinde kalan iki mekân634, ikişer kapı ile avluya açılmakta
ve
ikişer
pencere
ile
aydınlatılmaktadır (Foto:185). Kuzeygüney yönlü sivri beşik tonoz örtüye
sahip mekânlardan güneyde olanı,
ortadaki
bir
takviye
kemeri
ile
desteklenmektedir. Bu iki mekânın
kapıları da basık kemerlidir. Basık
Foto 185: Avlunun batı kanadı
kemerin üzengi taşları, açıklık tarafına
taşıntılı ve alt kısmı çeyrek daire kesitli kabaca işlenmiş basit bir profilli
görünüştedir. Kapılar dikdörtgen biçiminde hazırlanan yüzeysel dar-ince bir kademe
halindeki bordürle kuşatılarak çerçevelenmiştir. Her iki mekânda da kapılarla aynı
aksta yer alan pencereler, yanlardan ve alt kenarlardan duvarın pahlanarak, dıştan içe
doğru genişletilmesiyle oluşturulmuş, boyuna dikdörtgen formda, dar mazgal
biçimindedir. Bu bölümdeki mekânlardan güneyde olanının ortaya yakın bir
bölümünde doğu-batı yönlü bir takviye kemeri yer alır. Batı eyvanı kuzey-güney
doğrultusunda uzanan sivri beşik tonozla örtülü olup dikdörtgene yakın bir plana
sahiptir. Mekân, iki yan duvarının batıya doğru derinleştikçe daralmasından dolayı
633
Bugün depo olarak kullanılan ortada mekân kapalı durumdadır. Bu yüzden mekânın içine girip
inceleme imkânı bulunamamıştır.
634
Batı eyvanının güneyinde kalan mekânlar Sözen (a.g.e., s.30, Şekil 6) tarafından giriş eyvanının
batısındaki mekândan itibaren “L” planlı uzun tek mekân olarak verilmişken, Kuran (a.g.e., s.88, Şekil
48), Gabriel (a.g.e., s.65, Fig:40), Tuncer (a.g.e., s.18; Çizim:2), Akok (a.g.m., Planj 1) da iki mekân
olarak gösterilmiştir.
302
tam bir dikdörtgen forma sahip değildir. Onarım öncesi fotoğraflarından635
anlaşıldığı kadarıyla batı eyvanı, önüne duvar örülerek bir mekâna dönüştürülmüştü.
Fotoğraflardan, örülen bu duvara alt kotta ortada kapı ve yanlarda kare formlu iki
pencere olmak üzere üç açıklık, üstte ise ahşap şebekeye sahip kare formlu pencere
açıldığı görülmektedir. Ayrıca duvar yüzeyine baca deliği de açılarak eyvanın, bir
yaşama birimi haline dönüştürülmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Bugün dükkân
olarak
kullanılan
eyvanın
girişine
alimünyum
doğramalı
bir
camekân
yerleştirilmiştir636 (Çizim: 28).
Eyvanın kuzeyindeki üç mekân kuzey-güney doğrultulu sivri beşik tonoz ile
örtülüdür. (Foto:185) Bu üç birimin kapısı da esas yüzeyden az taşıntılı bir kütle
halinde düzenlenmiştir. Birbirinden farklı geometrik şekillerde kesilmiş taşların
ikişer ikişer yerleştirilmesiyle oluşturulan basık kemerli kapı açıklığı, diğer oda
kapıları kuruluşlarıyla aynı düzendedir. Onarım öncesi fotoğraflarından637, kapıların
üzerinde kare planlı pencereleri bulunduğu görülmektedir. Bu pencereler bugün
kapatılmıştır. Mekânların batı cephesinde kapılarla aynı aksta mazgal pencereler
vardır. Gabriel ve Sözen, planlarında(Çizim:30)638, mekânın kuzeye yakın
bölümünde bir takviye kemeri göstermişken diğer araştırmacılar buna işaret
etmemişlerdir. Bugün bu üç mekân, birbirinden bağımsız üç ayrı birim halindedir.
635
Bkz., V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:38.01.01/07 nolu dosya.
636
Akok (a.g.m., s.142), restorasyon öncesi tespitlerinde bölme duvarları ile yan eyvanların malzeme
deposu baş eyvanın toplantı salonu haline getirildiğini belirtmektedir. Yukarıda söylendiği gibi
restorasyon öncesi medrese bir süre Öğretmenler Lokali olarak kullanılmıştı. Söz konusu
müdahalelerin de bu kullanım sırasında gerçekleştirildiği söylenebilir.
637
Bkz., V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:38.01.01/07 nolu dosya. Sahip Ata’nın
Sivas’taki ve Konya’daki medreselerinde oda kapılarının üzerinde yer alan pencereler şeması
görülürken Sahibiye medresesinde bu durum sadece batı eyvanının kuzeyindeki üçlü mekân grubunda
rastlanmaktadır.
638
Gabriel, a.g.e., a.g.e., s.74, Şekil 40., Sözen, a.g.e., s.32, Şekil 6.
303
Ancak bu üç mekânın aslî durumuna ilişkin Kuran639 dışında diğer araştırmacılar640
burasının tek uzun bir koğuş şeklinde değerlendirmişlerdir. Kuran, burasının her biri
mazgal pencere ve kapıya sahip üç ayrı mekândan oluştuğunu belirtirken,641 her
mekânın batı duvarında birer niş olduğunu planında göstermiştir. Ancak bugün nişler
ortadan kalkmıştır.
Ana eyvanın iki yanındaki kareye yakın planlı mekânlardan batıda olanı
kubbe ile örtülüdür. Tromplarla geçilen kubbenin zamanla yıkılan bölümleri
Vakıfların onarımı642 sırasında yenilenmiştir. Mekânın kapısı batı kanattakilerle aynı
düzende olup, kuzey duvarında muhdes bir kapı açıklığı bulunmaktadır. Ana eyvanın
doğusundaki mekân ise ortaya yakın bir bölüme doğu-batı yönlü atılmış takviye
kemeriyle ikiye bölünmüş, kuzey-güney yönlü sivri beşik tonoz örtüye sahiptir643.
Basık kemerli kapısı, diğer oda kapılarıyla aynı düzendedir. Mekânın güney
duvarında muhdes kapı ve pencere açıklıkları bulunmaktadır. Pencere açıklığı daha
sonraki
bir
tarihte
doldurularak
iptal
edilmiş
iken
muhdes
kapı
halen
kullanılmaktadır.
Bugün dükkân olarak kullanılan sivri beşik tonozlu ana eyvanın girişine
alimünyum doğramalı bir camekân yerleştirilmiştir. Kareye yakın planlı mekânın
güney yüzünü, iki yanda geometrik iki bordür süslemektedir. Dışta olanı boyuna
gelişen ve yarım yıldızlardan teşkil edilmiştir. İçte olanı ise yine boyuna gelişen ve
639
Kuran, a.g.e., s.89.
640
Gabriel, a.g.e., s.74, Şekil 40.; Akok, a.g.m., Plan 1.; Sözen, a.g.e., s.32, Şekil 6.; Tuncer, a.g.e.,
s.19, Çizim2.
641
Akok, a.g.m., Plan 1.
642
Bkz., V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:38.01.01/07 nolu dosya.
643
Eravşar (a.g.t., s.253-254) eski kartpostallarda bu mekânın tıpkı simetriğindeki mekân gibi kubbeli
olduğunun göründüğünü belirtir.
304
çokgenler geçmesinden müteşekkil geometrik açık bir kompozisyondur (Foto:186–
187).
Foto 186: Ana eyvan
Foto 187: Ana eyvan bordürü
Doğu eyvanının kuzeyindeki mekân dikdörtgen planlı kuzey-güney yönlü tek644 uzun
bir birim halindedir (Foto:188). Dükkân düzenlemeleri sırasında bu birim bağımsız
üç ayrı mekâna dönüştürülmüştür. Bu mekân tıpkı batıdaki paralelinde olduğu gibi
aslî halinde üç kapı açıklığı ile avluya açılmakta ve dar mazgal pencerelerle
aydınlatılmaktaydı (Çizim:30). Kapı düzenlemeleri batı kanadındakilerle paraleldir.
Doğu eyvanı batı’daki paraleli gibi kuzey-güney doğrultusunda uzanan sivri
beşik tonozla örtülü olup dikdörtgene yakın bir plana sahiptir(Çizim:30). Mekân, iki
yan duvarının batıya doğru derinleştikçe daralmasından dolayı tam bir dikdörtgen
forma sahip değildir. Onarım öncesi fotoğraflarından645 anlaşıldığı kadarıyla doğu
644
Akok (a.g.m., Planj 1) ve Kuran (a.g.e., s.88, Şekil 48) bu bölümü iki oda şeklinde göstermişlerdir.
Ancak biz restorasyonda bulunan Tuncer (a.g.e., s.18, Çizim 2)in tespitlerinin doğru olacağı
düşüncesiyle mekânı tek uzun bir birim olarak düşünmekteyiz. Gabriel (a.g.e., s.74, Şekil 40) ve
Sözen (a.g.e., s.32, Şekil 6) in planlarında takviye kemeri şeklinde gösterilen yerlerin Akok ve
Kuran’ın planlarında mekânı ikiye ayıran duvar olarak gösterilmesi dikkat çekicidir. Bu durum Akok
ve Kuran’ın mekânı bölen muhdes duvarın orijinal gibi görmesine neden olduğu anlaşılıyor. Tuncer
ise takviye kemerine planında işaret etmemiştir.
645
Bkz., V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:38.01.01/07 nolu dosya.
305
eyvanı, önüne duvar örülerek bir mekâna dönüştürülmüştü. Fotoğraflardan, örülen bu
duvara alt kotta ortada kapı ve yanlarda kare formlu iki pencere olmak üzere üç
açıklık, üstte ise ahşap şebekeye sahip kare formlu pencere açıldığı görülmektedir.
Ayrıca duvar yüzeyine baca deliği de açılarak eyvanın, bir yaşama birimi haline
dönüştürülmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Bugün dükkân olarak kullanılan eyvanın
girişine alimünyum doğramalı bir camekân yerleştirilmiştir.
Doğu eyvanının güneyindeki bölüm,
Gabriel646 tarafından güney duvarına
kadar uzanan tek uzun bir mekân,
Akok647 tarafından giriş eyvanına
kadar uzanan L planlı tek bir mekân,
Sözen648 tarafından, giriş eyvanının
Foto 188: Avlu doğu kanadı
doğusundaki küçük odaya kadar
uzanan L planlı bir bölüm, Kuran649 tarafından eşit ölçülerde iki dikdörtgen planlı
birim halinde verilmişken, Tuncer650 tarafından üç kapı ile avluya açılan tek bir
mekân olarak plana yansıtılmıştır. Bugünkü durumuyla bu bölüm, Tuncer’in
belirttiği gibi üç ayrı kapı ile avluya açılan ve üç mazgal pencere ile aydınlatılan bir
birim halindedir(Çizim:27). Kuzey-güney yönlü sivri beşik tonoz örtüyü, güneye
yakın bölümde bir takviye kemeri desteklemektedir. Mekânın güneye yakın
bölümüne sonradan bir kapı açılarak doğudan giriş sağlanmıştır651. Bu kapı onarım
646
Gabriel, a.g.e., s.65, Fig:40.
647
Akok a.g.m., Planj 1.
648
Sözen, a.g.e., s.32, Şekil 6.
649
Kuran a.g.e., s.88, Şekil 48.
650
Tuncer, a.g.e., s.19, Çizim 2.
651
Söz konusu kapının açıldığı mekân bir süre tuvalet olarak işlev görmüştür. Bu kapının da bu işlev
nedeniyle sonradan açıldığı anlaşılmaktadır. Medrese de bütün oda pencerelerinin kapı aksında yer
306
sırasında örülerek kapatılmıştır. Mekânın dört kapısı da medresenin diğer oda
kapılarıyla aynı düzendedir. Pencereler ise dıştan içe şevlenen dar mazgal açıklık
şeklindedir.
Giriş eyvanının doğusundaki mekânlar araştırmacılar tarafından farklı
şekillerde plana yansıtılmıştır. Gabriel652 burayı iki kapı ile avluya açılan kare planlı
tek mekân olarak vermişken, Akok653 doğu eyvanının giriş eyvanına kadar L planlı
tek mekân olarak plana yansıtmıştır. Sözen654, doğu eyvanından sonra L planlı uzun
birime batı yönde eklenen tek kapılı bir mekân olarak gösterirken Kuran655 bu
bölümü medresenin güneydoğu köşesinden giriş eyvanına kadar uzanan enine
dikdörtgen planlı tek mekân olarak vermiştir. Araştırmacılardan Tuncer dışındakiler,
giriş eyvanının doğusundaki mekânları, iki kapı ile avluya açıldığını belirtmişlerdir.
Tuncer656 ise bu bölümü üç ayrı kapı ile avluya açılan üç bağımsız mekân olarak
vermiştir. Bunlardan, güneydoğu köşede olanı enine dikdörtgen planlıdır ve doğubatı doğrultusunda uzanan bir beşik tonoz ile örtülüdür. Bu mekânın batısındaki
birim de merdiven kütlesi yer alır. Üçüncü ve giriş eyvanının doğusundaki mekân ise
boyuna dikdörtgen planlı ve kuzey-güney yönlü beşik tonozla örtülüdür. Bugünkü
durum, Tuncer’in belirttiği şekildedir (Çizim:30). Ortadaki merdiven kütlesini,
Tuncer dışında tespit eden olmamıştır. Buradaki durum, muhdes eklentilerin onarım
sırasında kaldırılmasıyla ortaya çıkartılabilmiştir. Onarım sırasında bu duruma
alması ve bu kapı açıklığının da avlu kapısının aksına denk gelmesi nedeniyle, burada aslî durumda,
mevcut pencereden kapıya dönüştürüldüğünü düşündürtmektedir. Bu kapının da pencere olduğu
düşünülürse, mekânın, batıdaki paraleli gibi dört kapı ile avluya açılan ve dört pencere ile aydınlatılan
bir mekân olduğu anlaşılmaktadır.
652
Gabriel, a.g.e., s.65, Fig:40.
653
Akok a.g.m., Planj 1.
654
Sözen, a.g.e., s.32, Şekil 6.
655
Kuran a.g.e., s.88, Şekil 48.
656
Tuncer, a.g.e., s.19, Çizim 2.
307
şahitlik eden Tuncer’de diğer yazarlardan farklı olarak bu mekânın merdiven
kütlesini ihtiva ettiğini tespit edebilmiştir. Bu merdivenin, damın gerektiğinde
temizliği için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Mekânın kapısı diğerleriyle aynı
düzendedir. Ortadaki mekân kapalı ve kullanılmazken, diğer ikisi mekân bugün
dükkân olarak kullanılmaktadır.
Avlunun ortasındaki havuz muhdestir657.
Medresede giriş eyvanından başlayarak yan kanatlarının üzerini örten sivri
beşik tonoz, duvara paralel bir şekilde uzanmaktadır658 (Çizim: 27). Tonozun
mekânlara bağlı kalmaksızın devam etmesi, bölme duvarlarının istenildiği yere
koyulabilme ve istenildiğinde kaldırılarak farklı bir mekân tasarımı elde
edilebilmesine imkân sağlamıştır. Mekânların binayla ilgili neredeyse tüm yayınlarda
farklı şekillerde verilmesi, XX. yüzyıl içersinde de birimlerin kolaylıkla farklı
biçimlere dönüştürülebildiğine işaret etmektedir. Dolayısıyla medrese odalarının,
zaman içinde geçirdiği müdahalelerle aslî halinden uzaklaşıp bugünkü asimetrik
görüntüsüne ulaşmış olduğu anlaşılmaktadır659. Medrese odaları bugün -özellikle
doğu eyvanının iki yanındaki ve batı eyvanının kuzeyindeki mekânlar- uzun birer
koğuş şeklindeki görüntüsü ile örneğini, diğer Anadolu Selçuklu Medreselerinde
bulamadığımız bir şemadadır. Odaların bu şeması, barınma açısından daha az mekân
anlamına gelmektedir. Medresenin bu görüntüsüyle Ahmet Nazif Efendi’nin XX.
657
Tuncer (a.g.e., s.53) V.G.M. restoratörlerinden Yusuf Erdoğan’ın binanın onarımı sırasında yerinde
yaptığı tespitlere dayanarak havuzun muhdes olduğunu belirtmektedir. Ancak diğer Sahip Ata
binalarında da olduğu gibi burada da aslî halinde bir havuz bulunduğunu düşünmek yanlış olmaz
kanaatindeyiz.
658
659
Tuncer, a.g.e., s.56-57., Eravşar, a.g.t., s.253.
Bu değişime kanıt olarak merdiven kütlesinin yer aldığı mekânın, onarım öncesine ait tüm
yayınlarda (bkz. Gabriel, a.g.e., Fig:40., Akok, Planj 1., Kuran, a.g.e., Şekil 48., Sözen, a.g.e., Şekil 6)
aslî durumundan farklı verilmesine karşın orijinal durumun, onarım sırasında mekân içindeki moloz
dolgunun kaldırılması neticesinde ortaya çıkmasını örnek verebiliriz.
308
yy.ın başlarında “…talebenin ikametine elverişli olabilen ancak on iki oda…”660
şeklinde tasvir ettiği durumundan daha az sayıda odayı ihtiva etmektedir. Dolaysıyla
bugün medrese odaları, XX. yy.ın başındaki durumundan bile farklı bir
görünümdedir. Sivas Sahip Ata Medresesinde de güney eyvanının kuzeyindeki ve
kuzey eyvanının güneyindeki bugün dar uzun koğuş şeklindeki mekânların, aslî
durumlarında her biri farklı kapılara sahip bağımsız birer mekân oldukları
anlaşılmıştır661. Bizce Sahibiye Medresesinde de mekânlar aslî durumlarında,
bugünkü görüntünün aksine, her biri farklı bir kapıyla avluya açılan bağımsız
mekânlardı (Çizim:30). Sahip Ata’nın Konya’daki Dâr’ül Hadis’inde odalar farklı
kapılarla avluya açılan bağımsız mekânlardır662.
Bugün Sahibiye medresesinde oda kapılarının üzerinde pencere açıklığı
bulunmamaktadır. Ancak restorasyon öncesi fotoğraflarda663 kapıların üzerinde kare
kesitli pencereler dikkati çekmektedir. Binada, aslî halinde tıpkı Konya ve Sivas’taki
Sahip Ata medreselerinde olduğu gibi mekân kapılarının üzerinde pencerelere sahip
olduğu söylenebilir. Kapı üstlerindeki pencereler, medrese mekânlarının bağımsız
birimler olma ihtimalini artırır. Bu bakımdan medresenin mevcut planıyla, “odaların
biçimlendirilmesinde yeni bir tipi içerdiğine” ilişkin yorum664 da bizce doğru
değildir. Bunun dışında “burada kullanılışını bilemediğimiz değişik bir mekân
boyutlaması vardır” diyerek avlunun iki yanındaki odaların uzun koğuş şeklinde
660
661
Ahmet Nazif, a.g.e., s.36.
Sivas Sahip Ata Medresesi’nde ancak her biri bağımsız kapılara sahip odalarla, vakfiyedeki
personel sayısının barınabileceği oda sayısının uygun bir sayıya ulaşabileceği anlaşılmaktadır Bkz. bu
çalışmanın ilgili bölümü.
662
Ne yazık ki iki yan kanattaki odalar restorasyonda uzun koğuş şeklinde düzenlenmiştir. Bakınız bu
çalışmanın ilgili bölümü.
663
Tuncer, a.g.e., s.55, Foto 16.
664
Sözen., a.g.e., s.33.
309
olduğunu kabul eden D.Kuban665, binanın hangi mezhebe tahsis edildiğini bilemediği
değişik bir programla inşa edildiğini belirtir. Bu yorum, medrese odalarının yapısını
doğru analiz etmeyen bir yaklaşımı içerir. Bizce yapının iç bölümünün aslî halinde,
değişik bir şekil olarak uzun odalardan değil, diğer Sahip Ata medreselerinde de
görüldüğü şekilde bağımsız mekânlardan müteşekkildi. Odaların bugünkü durumu
zaman içerisinde ihtiyaca göre gerçekleştirilmiş çeşitli müdahalelerin neticesiyle
oluşmuştur. Binanın günümüze vakfiye belgesinin de ulaşamaması sebebiyle
fonksiyonu
ve
biçimlenişi
konusunda
kesin
yargılara
varmak
mümkün
görünmemektedir. Ancak mevcut izlerden bazı yorumlarda bulunabilir. Medresenin
yan kanatlarındaki odalar, her biri ayrı kapıya sahip bağımsız birimlerden oluşurken
giriş kanadının iki köşesindekiler, ikili kapılarla avluya açılan L biçimli mekânlar
olmalıdır(Çizim:30). Mekânların pencere açıklığına sahip olmaması servis ile ilgili
birimler olduklarını düşündürmektedir. Yine giriş kanadındaki mekânlardan
merdiven kütlesinin yer aldığı birimin simetriğinde bir benzerinin daha olduğu
söylenebilir. Yine giriş kanadında eyvanın iki yanında eş ölçülerde bağımsız iki
birimin olduğu anlaşılmaktadır. Bu türlü bir düzenleme Sahip Ata’nın yapılarına
hâkim olan simetrik anlayışa da uygundur. Ancak bunların ispatı bugün için mümkün
görünmemektedir. Eravşar666 geçmiş yıllara ait bir kartpostalda bu mekânı kubbeli
olarak tespit etmiş olmasına rağmen bunu da ispat edebilmek bugün için mümkün
değildir. Ana eyvanın iki yanındaki mekânların muhdes pencere açıklıkları bir yana
bırakılırsa kapıları dışında hiçbir açıklığa sahip olmaması ilginçtir.
Bugün medresenin dıştan basık bir görünüş arz ettiğini ve bu haliyle bir
kervansarayı andırdığın yukarıda belirtmiştik. Ancak beden duvarlarının orijinal
665
D.Kuban vd., a.g.e., s.183.
666
Eravşar, a.g.t., s.253-254.
310
yüksekliğinin altında olduğu açıktır ve yayvan görünüş asıl beden duvarı
yüksekliğiyle ortadan kalkacağı anlaşılabilmektedir.
Sahip Ata yapılarının tipik özelliği olan ön cephe tasarımı ve simetrik anlayış
burada da karşımıza çıkmaktadır. Ön cephede portalin iki yanındaki bölümler
birbirine eş genişliktedir. Ayrıca çörtenler için seçilen yer ve cephedeki süsleme
tasarımı bu simetrik anlayışı yansıtır niteliktedir.
3.6.2- Çeşme
Bugün binanın doğusundaki, yarım daire planlı muhdes kalıntının önünde yer
alan çeşme, üzerindeki üç satırlık kitabesine667 göre H.665 Sefer/M.1266 Kasım
yılında Hüseyin oğlu Sahip Ali tarafından yaptırılmıştır. Dolayısıyla çeşme,
medreseden önce tamamlanmıştır. Medresenin karşısındaki yoldan XX. yüzyılın
ortalarında, bugünkü yerine taşınan668 çeşmenin, VGM. Arşivindeki fotoğraflarından,
onarım öncesinde de mevcut yerinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Uğur-Koman669
1934 yılında yayınladıkları eserlerinde, çeşmenin medresenin karşısında olduğunu
belirtmektedir. Dolayısıyla çeşmenin bugünkü yerine nakli, geçen yüzyılın
başlarında gerçekleşmiş olmalıdır. Geçen yüzyılın başında yayınladığı eserinde
667
Kitabenin Arapça yazılışı, transkripsiyonu ve Türkçe okunuşu için bkz. Halil Edhem, a.g.e., s.121.
668
Eravşar, (a.g.t., s.254.) çeşmenin önceleri bağımsız bir haldeyken XX.yüzyılın ortalarında bugünkü
yerine taşındığını ifade eder. Ahmed Nazif, (a.g.e., s.36) çeşmenin medresenin karşı tarafında
bulunduğunu belirtmektedir. Tuncer, (a.g.e., s.35) “…mescidin yıktırılıp meydana katıldığını ve
çeşmenin ise şimdiki yerine alındığını” belirtir. Bu bilgilerden bugün ortadan kalkan mescidin ve
çeşmenin medresenin giriş cephesinin karşısında yer aldığı anlaşılmaktadır. Ancak, yazarlar bu
bilgileri nereden aldıklarını belirtmemektedirler. Uğur-Koman, (a.g.e., s.102) çeşmenin medresenin
tam karşısında yer aldığını ifade ederken, mescidin çeşmenin arkasında olduğunu rivayet etmektedir.
Sözen, (a.g.e., s.29) çeşmenin mescit ile beraber medresenin karşısında yer aldığını, bu bölümün,
meydan haline getirilmesinden sonra çeşmenin kaldırılarak bugünkü yerine taşındığını ifade
etmektedir.
669
Uğur-Koman, a.g.e., s.102.
311
Ahmed Nazif Efendi670, çeşmenin, Kayseri’nin içilebilen sularından olduğunu
belirtir. Yaşlı Kayserililer, çeşme suyunun “değerli” olduğunu, şehirdeki diğer
değerli suyun Gülük Caminin önünde yer aldığını ve “sıtma suyu” olarak bilindiğini
ifade ederler671. Dolayısıyla çeşmenin, yeni yerinde de bir süre işlevini sürdürdüğü
anlaşılmaktadır. Ancak bugün işlevini yitirmiştir. Çeşmenin alınlığının iki
köşesindeki dışa taşkın kabaraların672 ve bazı taşların onarım sırasında eklendiği
tespit edilmektedir
Blok kesme taşlardan inşa edilen, enine
dikdörtgen planlı çeşme (Foto:189), kare
formlu iki büyük ayağa oturan yuvarlak
kemer ve onun sınırladığı çeşme
Foto 189: Çeşme
aynasından oluşur. Üstte ve iki yanda çift
sıra silmenin kuşattığı kemer alınlığının iki köşesinde muhdes kabaralar yer
almaktadır. Çift sıra silmenin düşey sırasından doğuda olanı, en altta ucu kıvrılarak
dairesel bir biçimde sonlanmıştır673. Yuvarlak kemerin kilit taşı bir yaprak motifi ile
süslüdür. Çeşme aynasının ortaya yakın bölümünde beyaz mermerden üç kesme taş
bulunmaktadır. Bunlardan altta olan ikisi, her iki taşta da aynısı bulunan ve ucu bir
670
671
Ahmed Nazif, a.g.e., s.36.
Yerel halkla yaptığımız sözlü mülakat, çeşmenin XX. yy.da bir süre kullanıldığı ortaya
koymaktadır
672
Onarım öncesi fotoğraflarda (Tuncer, a.g.m., Foto: 14) bu kabaraların yerinde dairesel boşluklar
görülür.
673
Bu şema Konya Sahip Ata Camiinin çeşmesini hatırlatmaktadır. Ancak Konya’daki yapıda çeşme
portal kompozisyonu içinde tasarlandığı için Kayseri’deki müstakil çeşme kuruluşundan farklılık arz
eder. Konya’daki çeşmede su ucu yuvarlatılmış küçük delikten temin ediliyordu. Kayseri’deki
çeşmede ise böylesi bir kullanım için uygun bir boşluk bulunmadığı, suyun bugün ortadan kalkmış
musluk lüle gibi elemanlar vasıtasıyla elde edildiği anlaşılmaktadır.
312
rumî ile sonlanan bitkisel motifle bezelidir. Üstte ise beyaz mermerden kitabe taşı yer
almaktadır.
3.6.3- Mescit
Sahip Ata’nın Kayseri’deki bugün mevcut medresesinin gelirlerinin
bildirildiği XVI. yüzyıl’a ait evkaf defterlerinde674 “Vakf-ı Medrese-i Sahibiye”
başlığı altında medrese ve çeşmenin dışında bir de mescidinden söz edilir. Orijinal
vakfiyesi bugüne ulaşmayan, ancak Osmanlı dönemi kayıtlarından aynı vakıf kaydı
içerisine alındığı anlaşılan bu üç yapıdan medrese ve çeşme günümüze ulaşmasına
rağmen mescide dair bir iz bugüne ulaşmamıştır. Uğur-Koman ve Ahmet Nazif,
çeşmenin ve mescidin, medresenin karşısında yer aldığını, mescidin çeşmenin
arkasında bulunduğunu belirtir675. Gerçekten de bugün medresenin giriş cephesinde
yer alan çeşmenin, bulunduğu yere intizamsız yerleştirildiği görülmektedir.
Çeşmenin bu durumu, aslî yerinden bugünkü yerine taşındığını göstermektedir.
Mescit ve çeşmenin medresenin karşısında yer aldığına dair XIX. yy. ve XX.
başlarına ilişkin bilgilerin, medresenin konumu düşünüldüğünde doğru olduğu ortaya
674
Özırmak, (a.g.t., s.81-82.) Konya Evkaf Defterlerinden aldığı bilgilere göre 1500 yılında
medresenin yıllık 6855, 1584 yılında 4760 akçe geliri bulunduğunu belirtmektedir. Yazar, aynı
defterde binanın yakınlarında bulunduğunu bildiğimiz ancak günümüze ulaşamayan “Sahibiye
Mescidi”nin 1584’de toplam 899 akçe geliri olduğunu iletmektedir. İnbaşı (a.g.e., s.59) ise XVI yüzyıl
Başbakanlık Tahrir Defterlerinden aldığı bilgilere göre yüzyılın başında medreseye toplam 6680 akçe
gelir vakıf olarak verildiğini belirtmektedir.
675
Uğur-Koman, a.g.e., s.102.; Ahmed Nazif, a.g.e., s.36. Bunların dışında, Eravşar, (a.g.t., s.254.)
herhangi bir kaynak belirtmeksizin çeşmenin önceleri bağımsız bir haldeyken XX.yüzyılın ortalarında
bugünkü yerine taşındığını ifade etmektedir. Tuncer, (Kayseri Sahip Ata...., s.35) “…mescidin
yıktırılıp meydana katıldığını ve çeşmenin ise şimdiki yerine alındığını” ifade etmektedir. Bu
bilgilerden bugün ortadan kalkan mescidin ve çeşmenin medresenin güney cephesinin karşısında yer
aldığı anlaşılmaktadır. Sözen, (Anadolu Medreseleri…, s.29) çeşmenin mescit ile beraber medresenin
karşısında yer aldığını, bu bölümün, meydan haline getirilmesinden sonra çeşmenin kaldırılarak
bugünkü yerine taşındığını ifade etmektedir.
313
çıkmaktadır. Nitekim medresenin güney ve batı cephelerinin, Ortaçağ’da da kaleye
açılan önemli yol güzergâhlarına açıldığını, kuzeyinde ise bir Roma Tapınağı yer
aldığı görülmektedir. Dolayısıyla çeşme ve mescidin, medreseye bitişik olarak inşa
edilmesi mümkün görünmemektedir. Nitekim Akşehir’deki Sahip Ata Külliyesinde
mescit, minare ve medreseyi aynı plan içinde tasarlayan ortak tasarım anlayışının
getirdiği asimetrik ön cephe ve plandaki diğer geometrik aksaklıklar, Kayseri’deki
medresede görülmemektedir. Çeşmenin, XX. yy. başlarına gerçekleştirilen meydan
düzenlemeleri sırasında bugünkü yerine taşındığını, aslî özelliklerini kaybeden
mescidin ise tamamen ortadan kaldırıldığı anlaşılmaktadır. Eldem676 ve Ahmed
Nazif677’in geçen yüzyılın başlarına ait sunduğu bilgilere bakılırsa mescit ve medrese
karşılıklı yer alıyorlardı ve arasından yol geçiyordu.
Bu iki bina arasında kalan yol, Ortaçağ Kayseri’sinde, At Meydanı olarak
bilinen alana bakıyordu. Ayrıca Odun pazarı veya Meydan denilen kalenin
kuzeydoğu kapısı da her iki binanın hemen güneybatısında yer almaktaydı678
(Harita:4). Mescidin, çeşme ve medreseyle beraber şehrin önemli bir yerinde bir
külliye düzeniyle inşa edildiği anlaşılmaktadır. Mescidin planı veya süslemelerine
ilişkin bir bilgi ne yazık ki bulunmamaktadır.
Eldem679 ve Ahmed Nazif680’in geçen yüzyılın başlarına ait sunduğu bilgilere
bakılırsa mescit ve medrese karşılıklı yer alıyorlardı ve arasından yol geçiyordu. Bu
tasarımın bir benzerine Sahip Ata’nın Akşehir’deki külliyesinde rastlamaktayız.
Medreseyi kuzeyden, halen ayakta olan Roma Tapınağının, batı yönden de
676
Halil Edhem, a.g.e., s.121.
677
Ahmed Nazif, a.g.e., s..36.
678
Bkz. Gabriel (a.g.e., Fig.3.)in şehir planı.
679
Halil Edhem, a.g.e., s.121.
680
Ahmed Nazif, a.g.e., s..36.
314
Ortaçağ’da da aynı güzergâhta yer aldığı anlaşılan yolun sınırladığı düşünülürse ön
cephenin diğer cephelerin aksine neden süsleme ve simetri açılarından farklılık arz
ettiği anlaşılabilir. Binanın ön cephesi, Ortaçağ Kayseri’sinde, At Meydanı olarak
bilinen alana bakıyordu. Ayrıca Odun Pazarı veya Meydan denilen kalenin
kuzeydoğu kapısı da binanın hemen güneybatısında yer almaktaydı681. Binanın
Moğol tahakkümünün en ağır yaşandığı yıllarda, özellikle, böylesi bir merkezde
yapılmış olması anlamlıdır. Şehrin kuzeydoğu bölümünde XIII. yüzyıl başlarında
herhangi bir yapılaşma görülmüyordu682. Bu alandaki surları yaptıran I.Alâeddin
Keykubat’ın sebebiyet verdiği kentsel gelişim, Moğol istilası ve halkın burada
katledilmesiyle kesintiye uğratmıştı683. Sahip Ata’nın medresesi, şehrin bu
bölümünde Moğol istilasından sonra –Hacı Kılıç Cami-Medresesi hariç tutulursayapılan ilk medrese olma özelliğini taşımaktadır. Dolayısıyla Sahibiye Medresesinin,
Moğol yıkımının ardından tekrar canlanmaya başlayan şehrin kuzeydoğu bölümünde,
gerek kale kapılarına, gerekse meydana olan yakınlığı ile önemli bir konuma sahip
olduğu anlaşılmaktadır. Sahip Ata’nın daha önceki yıllara ait Konya’daki Dâr’ül
Hadisi ve Camiinde görülen yoğun çini süsleme, portal yanında minare kullanımı
veya farklı portal tasarımları gibi yeniliklerin aksine, binada, klasik Selçuklu
medrese tipinin plan ve süsleme tasarımlarının uygulandığını görmekteyiz.
Tuncer684, Sahibiye Medresesindeki bu klasik Selçuklu tarzının, yüzyılın üçüncü
çeyreğindeki İlhanlı tahakkümüne karşı, Selçuklu Devleti’nin artık çözülmeye
başlayan maddi ve manevi varlığını yeniden vurgulamak isteğinin bir sonucu
681
Bkz. Gabriel (a.g.e., Fig.3.)in şehir planı.
682
Eravşar, a.g.t., s.254.
683
Aynı yer.
684
Tuncer, a.g.e., s.39-40.
315
olduğunu belirtir. Ancak bu konuda, kimliğini bilemediğimiz mimarın etkisini göz
ardı eden bir yorumun çok doğru olamayacağı düşüncesindeyiz.
316
Çizim 27: Kayseri Sahibiye Medresesi Planı (Mevcut Durum)
(VGM.Abd.İş.Dai.Bşk.Arşivi’nden)
317
Çizim 28: Kayseri Sahibiye Medresesi Kesitleri
(VGM.Abd.İş.Dai.Bşk.Arşivi’nden)
318
Çizim 29: Kayseri Sahibiye Medresesi Ön Cephe Elevasyonu
(O.C.Tuncer’den)
319
Çizim 30: Kayseri Sahibiye Medresesi Planı (Restitüsyon)
(O.C.Tuncer’den)
320
3.7.Konya-Ilgın’daki Sahip Ata Yapıları
İnceleme Tarihi: 02–03 Ekim 2005.
Konya’nın Ilgın İlçesindeki Sahip Ata yapısı, Ortaçağ’dan günümüze
ulaşabilmiş ender kaplıcalardan biridir. Bugüne bağımsız bir bina şeklinde gelen
kaplıca, aslî halinde kuzeyindeki hanla beraber inşa edilmişti. Osmanlı dönemine ait
bir kuyud-u atik kaydında “…kaplıca ve civarındaki han ve zaviye” ye gelir olarak
kaydedilen bazı köy isimleri yer almaktadır685. Belgedeki ifadelerden, han ve
zaviyenin kaplıcayla beraber “Sahip Ata tarafından vakfedildiği”ni öğrenmekteyiz.
Önge’nin yayınladığı686 resim ve plandan, hanın, kaplıcaya kuzeydoğu köşeden
bitişen ve ihtimalle doğu-batı doğrultulu bir bina olduğu anlaşılmaktadır. Kaplıca,
han ve zaviyeden müteşekkil külliye, Ortaçağ’da Akşehir’i Konya’ya bağlayan ana
yolun üzerinde, bugünkü Ilgın ilçe merkezinin 2,5 km. güneybatısında yer almaktadır
(Harita:1).
3.7.1- Kaplıca
Eski Türkçede “kaplıca” anlamına gelen Ilgın, Selçuklu ve Karamanoğulları
döneminde Farsça olan ve “Sıcak Su”687 anlamındaki “Ab-ı Germ” şeklinde
anılmaktaydı688. Bina, bu isimlerden ötürü “Abı-Germ Kaplıcası” olarak da
tanınmaktadır689.
685
Uğur-Koman, a.g.e., s.84.
686
Önge, …Hamamları, Resim 1, Şekil 1.
687
F.Devellioğlu, a.g.e., s. 341.
688
İbni Bibi, a.g.e., C.I. s. 367., C.II, S.150, 212., Abû’l-Faraç Tarihi, a.g.e., C.II, s.486., Eflakî, a.g.e.,
C.I, s.134., Turan, a.g..e., s.223, 274, 293, 355, 451, 460, 483, 559, 566, 590, 603. Anadolu’yu XIII.
Yüzyılın ortalarında ziyaret eden St. Quentin’li Seyyah Rahip Simon (Simon de St. Quentin a.g.e.,
s.49.) ise burasının “Labigarme” şeklinde anıldığını belirtir.
321
Ilıca Mahallesinde yer alan bina, batısında bulunan yaklaşık 50 m.lik bir
tepenin yamacına inşa edilmiştir. Binanın kuzeyinden ise Fatih Altay Caddesi
geçmektedir. Enine dikdörtgen plana sahip bina, kuzey-güney doğrultusunda uzanan
ve iki ayrı kısımdan oluşan çifte kaplıcadır.
Bugün kadınlar kısmı portali üzerinde yer alan ve iki sivri kemerli bölüm
içinde, her bölümde beşer satırlık Arapça kitabesine690 göre bina, H.666/M.1267
yılında Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından yaptırılmıştır. Kitabenin sivri kemerli
bölümünün aralarındaki kemer yüzeyinde, dairesel bir madalyonun hemen altında
“Amel-i Kaluyan”691 tabiriyle, mimarın ismi yer alır. Evliya Çelebi ve Kâtip Çelebi,
689
Eflakî, aynı yer.
690690
Kitabenin Arapça yazılışı için bkz. Y.Önge, Anadolu’da XIII-XIV. yüzyıl Türk Hamamları,
Ankara 1995, s.280. Türkçe okunuşu ise şöyledir: (sağdan sola 1.yazıt)
es-sultanî
Amera bi imêrati hâzihi'l-hammetil mübêrakete fi eyyâm-i devleti's-sultani'l-âzam Gıyasü'ddünya ve'd-dîn ebu'l- feth Keyhüsrev b. Kılıçarslan.Burhan-u emiri'l- mü'minin
(2. yazıt):
Amel-i Kaluyan
(3.yazıt):
el-Mülkilillah
Es-sâhibü'l âzam ebu'l hayrât ve'l- berekât salâhu'l- âlem, Ali bin el- Hüseyin tekabbelallah
a'melühü fi târîhi sene sitte sittîn sitte mie
Transkripsiyonu ise şöyledir;
Bu Ilıcanın binasının yapılmasını devletinin günlerinde, müminlerinin emirinin delili din ve
dünyanın yardımcısı büyük sultan fetih babası Kılıçarslan oğlu Keyhüsrev tarafından emredildi.
Kaluyan’ın eseri
Hayırlar ve bereketler sahibi büyük vezir Ali bin Hüseyin Allah amellerini kabul etsin, sene
666.
( Arş Gör. İsmail. Hacıoğlu, Sn. Doç Dr. Hicabi Kırlangıç ve Doç Derya Örs’e yardımlarından ötürü
teşekkür ederim.)
691
Burada ifade edilen Kaluyan el-Konevî, bilindiği gibi Sahip Ata’nın Sivas’taki Medresesinin de
mimarıdır.
322
binanın I. Alâeddin Keykubat döneminde inşa edilmiş olduğunu belirtir692. Bu
konuyla ilgili olarak önce Y. Akyurt693, sonra S. Ünver694 en son olarak da
O.Özdemir695, bugün kayıp olan ve adı geçen sultanın dönemine ait bir kitabeden
bahsetmişler, binanın ilk inşaatının I.Keykubat dönemine indiğini ifade etmiştir.
Kayıp olan bu kitabe Gaffar Totaysalgır tarafından görülmüş ve bir kopyası
alınabilmiştir. “Ab-ı Germ” ifadesiyle sonlanan ve H.633/M.1236 yılında “…bu
temiz şifa yerini…” , “Cemaleddin” isimli birinin yaptırdığı yazılı Arapça beş satırlık
kitabe696nin, I.Keykubat’ın saltanat yıllarına ait olduğu anlaşılmaktadır. Bunların
dışında soğukluk bölümünün revağının kuzey duvarında XIX. yüzyıla ait bir tamir
kitabesi697 bulunur. Şair Sermet isimli biri tarafından yazılan Osmanlıca kitabede,
tamirin H.1254/M.1838 de, Ilgın eşrafından Hacı Numan Efendi tarafından
gerçekleştirildiği manzum bir anlatımla on satırda ifade edilmiştir. Bunun dışında
revağın güney duvarında, 1951 yılında yapılan onarıma ait Latin harflerinden oluşan
bir yazıt vardır698. Binanın vakfiyesi günümüze ulaşmamıştır. Buna karşın Uğur-
692
Evliya Çelebi, a.g.e., 3. Kitap, s.15., Katip Çelebi, a.g.e., s.619. Hem Evliya hem Katip Çelebi,
I.Keykubat’ın yakalandığı nikriz hastalığının şifalı sularla tedavi olması dolayısıyla burada bir kaplıca
yaptırdığını belirtirler. Eflakî (a.g.e., C.I, s.134.) nin Mevlana Celaleddin Rumî’nin, yıkanmak için bu
kaplıcaya sık sık geldiğini belirten ifadeleri, binanın Selçuklu döneminde yüksek tabakanın oldukça
rağbet ettiğini göstermesi açısından dikkat çekicidir.
693
Akyurt, Resimli Türk Abideleri…, 1. cilt, s.62-63.
694
S.Ünver, Selçuk Tababeti, Ankara 1940, s.101–103.
695
Kitabenin Arapça yazılışı, Türkçe okunuşu ve Transkripsiyonu için bkz O.Özdemir, Ilgın
Kaplıcasının Tarihçesi, Konya 1959, s.10–11.
696
Kitabenin Arapça yazılışı için bkz. Y.Önge, a.g.e., s.280., Türkçe okunuşu ve Transkripsiyonu için
bkz. T.Samur, Ilgın’da Türk Devri Yapıları, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi
Anabilim Dalı, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1985, s.25-26.
697
Kitabenin Arapça yazılışı için bkz. Y.Önge, a.g.e., s.280., Türkçe okunuşu ve Transkripsiyonu için
bkz. T.Samur, a.g.t., s.26-27.
698
Burada “Yüksek Mimar Bekir Güzey’in önerisine göre Müzeyyen Çevikel tarafından restore
edilmiştir. 1951.” ifadesi yer almaktadır.
323
Koman, “Göstere” isimli köyün gelirlerinin bir kısmının, kaplıca ve ona bitişik olan
han699a gelir olarak kaydedilmiş olduğuna dair bir Osmanlı kaydından bahseder700.
Bunun dışında belgede, “Kidanî” isimli bir zaviyeye tahsis edilen gelirlere ilişkin
bilgiler bulunmaktadır. Bugün bu zaviyeden günümüze bir iz kalmamıştır. Buna
karşın kaplıca yakınlarında, halk arasında “Handevî-Kandevî” ismiyle bilinen bir
türbe mevcuttur. Uğur-Koman’ın bahsettiği belgede bu zaviyenin, han ve kaplıcayla
beraber “Sahip Ata tarafından vakfedildiği”nin belirtilmesi, söz konusu yapıların bir
külliye şeklinde tasarlandığını göstermektedir. Bu belge, aslî halinde bir külliye
düzeni şeklinde tasarlanan yapıların bir vakfiyesi olduğunu ancak günümüze
ulaşamadığını ortaya koymaktadır.
Binayı birçok yerli ve yabancı seyyah incelemiş ve tanıtmıştır. Bunların ilki
XVII. yüzyılda Evliya Çelebi ve Kâtip Çelebi’dir. Evliya Çelebi, Ilgın’ın batısında,
Sultan Alâeddin’in nikriz hastalığına şifa bulduğu ve bu yüzden muhtasar bir kubbe,
camekân ve havuzdan oluşan bina inşa ettirip, buraya aslan başlı oluklardan su
getirttiğinden bahseder701. Kâtip Çelebi’deki ifadeler de benzerdir. Buna göre Kâtip
Çelebi, Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat tarafından kaplıcanın kâgir kubbe ve
içindeki havuza iki mevziden aslanağızlı lülelerden su akan heyeti gusül bina
ettirdiğini ifade eder702. Ünlü coğrafyacı binanın tarihini H.660 olarak tespit etmiştir.
Binayla ilgili XVII. yüzyıla ait bir başka bilgi de IV. Murat’ın Bağdat seferi sırasında
699
Bu han günümüze ulaşamamıştır. Ancak Önge (a.g.e., Resim 1 Şekil 1) nin yayınladığı resim ve
çizimde, ayrıca Uğur-Koman(a.g.e., s.84)in ifadelerinden, hanın, kaplıcaya kuzeybatı uçta ve ona dik
bir şekilde konumlandığını anlamaktayız.
700
Uğur-Koman, a.g.e., s.84.
701
Evliya Çelebî, a.g.e., s.15.
702
Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 619.
324
burayı ziyaret etmesiyle ilgilidir703. Buna göre, IV. Murat 1638’de Bağdat’a giderken
kaplıca önünde otağını kurdurduğu ve burada bir köşk inşa ettirdiği belirtilir. Ancak
Osmanlı kayıtlarında yer alan han gibi, bu köşke dair de herhangi bir iz günümüze
ulaşamamıştır. Binayı XIX. yüzyılda ilk ziyaret eden Hamilton olmuştur. Seyyah
1842’de tespit ettiği binayı harap durumda bulmuş, antik dönem taşlarından inşa
edildiğini belirttiği binanın eksik olarak kitabesini okumuş ve yayınlamıştır704.
C.Huart ise antik devirlere ait binanın, Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde tamir
edildiğini belirtir. Seyyah, Kâtip Çelebi’ye atıf yaparak binanın, Sultan Alâeddin
döneminde kubbesinin oturtulduğunu belirtirken, Kâtip Çelebinin verdiği H.660
tarihini yanlış bulur, ancak kendisi bir tarih zikretmez705. F.Sarre’nin 1895 yılındaki
incelemeleri sırasında bina çalışır durumdaydı. Nitekim Sarre, kaplıcanın kadınlar
için ayrılmış günü binayı ziyaret etmek istemiş, bu yüzden içeri girememiştir.
Erkekler bölümü için yazar herhangi bir bilgi vermemektedir. Sarre, Selçuklu yapısı
olduğunu belirttiği binanın duvarlarında, birçok Bizans dönemine ait taşlar
bulunduğunu ifade eder706.
Kaplıca zaman içerisinde birçok tamir ve müdahale geçirmiştir. Bunlardan
ilki Şaban H.1070/Mayıs M. 1660 tarihlidir707. Bu onarımda yapılan müdahalelerin
niteliği ne yazık ki kayıtlarda yer almaz. Binadaki ikinci müdahale 1838 yılında Ilgın
eşrafından Hacı Numan Efendi tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu tamiri gösteren
kitabe kadınlar kısmının girişinin güney revağının kuzey duvarında yer almaktadır.
703
Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi’nin “Ravzatü’l-Ebrar” isimli eserinden aktaran, Özdemir, a.g.e.,
s.15.
704
W.J.Hamilton, Researches …, s.187-188.
705
C.Huart, Konia…, s. 121.
706
F.Sarre, Reisen in…, s. 23.
707
Konya Şer’iyye Sicili 10/276’den nakleden Oğuzoğlu, a.g.t., s.94. Bu belgede, Ilgın’daki hamam
için “ benna, neccar ve seng-traş ve ırgad ve lağımcı ve kereste ve taş ve kireç…” istendiği belirtir.
325
Kitabedeki ifadelerde yer almamasına karşın, bugün kadınlar kısmının girişinde yer
alan revağın bu müdahalede sırasında eklendiği anlaşılmaktadır708. Kaplıca 1906
yılında Maarif Nezaretine devredilmiş, dönemin Konya Maarif Müdür Hulusi Beyin
teşebbüsü ile tamir olunmuş, bu müdahale sırasında erkekler kısmı ilave edilmiştir709.
Daha sonra Vakıfların mülkiyetine geçen kaplıca Ilgın Belediyesi ile Vakıflar Genel
Müdürlü arasında dava konusu olmuştur. Ilgın ve çevresinde 1931 yılında bir
deprem olduğu bilinmektedir, bu deprem ile zarar gören kaplıca, 4.10.1939 tarihine
kadar kapalı kalmıştır710. Binanın 1930-1940’lı yıllar arasında değişik onarım
projeleri hazırlanmış ancak uygulanamamıştır. Kaplıcanın 1950 yılında başlayıp
1951 yılında tamamlanan tamiri en kapsamlı olanıdır. Kadınlar kısmı giriş revağının
güney duvarında yer alan kitabe bu onarıma işaret eder. Onarımda, kadınlar kısmının
soğuk su havuzu ile soyunma yerleri değiştirilmiş, sıcaklık kısmının havuzu
yenilenmiştir. Erkekler kısmında ise soyunma kısmında ayrı kabinler şeklinde
düzenlenmiş odalar kaldırılarak bir koridor haline getirilmiş, sıcaklık kısmındaki
havuz yenilenmiştir711. Kaplıcanın, 1966 yılında eski eser tescili yapılmış, 1991
yılında ise koruma alanı olarak kabul edilmiştir. Binadaki son onarım, 1984–86
yıllarında gerçekleşmiştir. Bu onarımda, iç ve dış duvarlarıyla kubbelerde sıva
raspası yapılarak üzerindeki muhdes eklentiler kaldırılmış, aslına göre onarılmıştır.
Ayrıca döşeme, kurna, sıcak su havuzlarının orijinal kotları tespit edilerek aslî
duruma göre yenilemeler yapılmıştır. Kadınlar kısmının girişinde kemer aralarında
yer alan camekânlar kaldırılarak demir parmaklık yapılmış, batı cephede ihata duvarı
ve drenaj ile elektrik tesisatı tamamen yenilenmiştir. Son olarak 2000 yılında yapılan
708
Önge, a.g.e., s.281.
709
Uğur-Koman, a.g.e., s.84-85.
710
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-11.01/3.
711
Özdemir, a.g.e., s. 15-17.
326
tamirde712, ahşap pencere ve kapıların doğramaları pvc esaslı doğramalarla
değiştirilmiştir. Kaplıca, tamirlerden sonra, kiralama yöntemiyle kullanıma açık ve
faal bir durumdadır. Binanın çevresine son yıllarda, belediyeye ait olan konaklamaya
mahsus tesisler yapılmıştır.
Binayı onarımlar öncesi ziyaret eden birçok araştırmacı duvarlar arasında
yoğun miktarda spolia malzeme görüldüğünü belirtirler713. Bugün duvarların tamamı
beyaz badana ile boyalı olduğundan bunları tespit edememekteyiz. Onarım işlemleri
sırasında çekilen fotoğraflardan714 beden duvarlarının genellikle moloz taş yer yer de
düzdün kesme taşla inşa edildiği görülür. Soyunma ve sıcaklık kısmının kubbeleri
bugün betonla kaplıdır. Ancak onarım sırasındaki fotoğraflardan bunların asli halinde
tuğla malzemeye sahip oldukları anlaşılmaktadır. Su deposunun tonozu ise moloz
taştır. Kadınlar kısmının girişi önündeki muhdes revak kubbeleri tuğladandır.
Sonradan eklenen erkekler kısmında, alt yapı moloz taş, örtü ise tuğla
malzemedendir. Binadaki mekânların döşemeleri mermerdendir. Ayrıca binanın içte
ve dışta tüm duvarları sıvalıdır.
Bina iki kademe halindedir. İlk kademeyi beden duvarları oluşturur (Çizim:32).
Beden duvarlarının kadınlar ve erkekler kısımlarının girişlerinin üstüne denk gelen
bölümleri, diğer kısımlardan biraz daha yüksektir. Süslemesiz dar bir silmeyle
sonlanan beden duvarlarından sonra mekânların örtüleri ikinci kademeyi ihtiva eder.
Aslî halinde doğrudan duvarlara oturduğu, onarım sırasındaki raspalardan anlaşılan
kubbelere, tamirler esnasına poligonal kasnaklar eklenmiş, kubbelerde nem sebebiyle
ortaya çıkan çatlamaların bu yolla önlenmesine çalışılmıştır.
712
V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-11.01/3.
713
Hamilton, a.g.e., s.187-188., Huart, a.g.e. s. 121., Sarre, a.g.e., s. 23.
714
Bkz. V.G.M.Abd. ve Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:42-11.01/3. no.lu dosyadaki fotoğraflar.
327
Foto 190: Ilgın Sahip Ata Kaplıcası
Foto 191: Kaplıca ön cephesi (Onarım Sonrası)
(Onarım Öncesi) (VGM.Arşivi’nden)
Kuzey-güney doğrultusunda uzanan
bina, yan yana iki kısımdan ibaret bir
çifte kaplıcadır (Çizim:31, Foto:190–
191).
Güney
kuzeydeki
kısım
bölüm
ise
erkeklere,
kadınlara
mahsustur. Binanın kuzey, güney ve
Foto 192: Doğu cephenin erkekler kısmına denk gelen kısmı
batı cephelerinde
herhangi bir açıklığa yer verilmemiş, sağır tutulmuştur. Her iki bölümün de giriş
cephesini teşkil eden doğu cephede ise toplam on dört açıklık bulunmaktadır
(Çizim:33, Foto:192). Bunlardan onüçü cephenin güney yarısında yer alır. Cephenin
ortaya yakın bölümüne aynı hizada ve üçerli gruplar halinde sıralanmış olan
açıklıklardan güneydoğu köşede olanı, erkekler kısmının kapısıdır. Bu bölümdeki
diğer oniki açıklık ise üçerli gruplar halinde aynı hizada ve cephenin ortaya yakın
bölümüne hizalanmış olup, boyuna dikdörtgen formda, lentoları basık kemer
şeklinde düzenlenmiş pencerelerdir (Foto:192). Pencereleri ve kapıyı, üstten
lentoların formuna uygun bir çerçeve kuşatmaktadır. Cephenin kuzeydeki
bölümünün güney yarısını kadınlar kısmının girişini kapatan revaklı kısım
328
oluştururken, cephenin kalan bölümünden yaklaşık 1 m. daha içerlek tutulmuş olan
kuzeydeki kısmın ortasında bir pencere açıklığı bulunmaktadır(Foto:191). Duvarın
ortaya yakın bölümünde ve düşey aksta hizalanmış olan açıklık, cephedeki diğer
pencereler gibi boyuna dikdörtgen formlu ve lentosu basık kemer şekillidir.
Onarımdan önce, kadınlar kısmının girişinde yer alan revaklı bölümün kuzey ve
güney kenarları kapalıydı. Revağın üstü, doğuda kare kesitli taş ayaklarla yan
duvarlara ve bunları birbirine bağlayan kemerlerle, üçgen biçimli köşe bingilerine
oturtulmuş üç kubbe ile örtülüydü. Giriş aksına rastlayan orta bölüm ve bunun
kubbesi diğerlerinden daha büyüktü. Onarımlar sonrası bu üç gözlü revak kısmının
da önüne boyuna dikdörtgen formlu ahşap bir paravan eklenmiştir. Üzerinde
bayanlar mahsus bölüm olduğunu belirten bir yazı bulunan bu paravanın, sadece
revağın gözlerinden güneydekiyle aynı aksta basit bir açıklığı bulunmakta olup, diğer
bölümleri kapalıdır.
Çifte Kaplıca’nın güneydeki bölümünü teşkil eden erkekler kısmına,
güneydoğu köşedeki kapıdan girilir (Çizim:31, Foto:192). Kapıdan sonraki giriş
bölümü 1984 onarımında eklenmiştir715. Kapıdan sonraki “L” biçimli bu giriş
bölümü düz tavanlıdır. Girişten sonraki batı bölümde toplam 10 adet soyunma kabini
bulunur(Foto:193). “L” biçimli bölümün uzun –kuzey-kenarı ise sağlı sollu elbise
askılarının yer aldığı uzun bir koridordur. Koridorun sonundaki bir kapıdan
soyunmalık kısmına geçilir. Bu kısım da, 1984 onarımında eklenmiş bir bölümdür.
Kuzey-güney doğrultulu dar uzun bir koridor halindeki bölümde, elbise asmak için
düzenlenmiş askılar ve oturma tabureleri bulunmaktadır. Bu koridorun kuzey
715
Önge (a.g.e., s.279.) in incelediği yıllarda, erkekler kısmına, kadınlar kısmı girişinin önündeki
revaktan bir kapı ile ulaşılmaktaydı. Onarım sırasında bu ara kapı kapatılarak, erkekler kısmına
güneydoğu köşedeki münferit bir kapıdan geçit verilmiştir.
329
ucundaki düz atkılı kapıdan kuzey-güney doğrultulu boyuna dikdörtgen formda ve
beşik tonoz örtülü bir bölüme geçilir. Bu bölümün güney, doğu ve batı duvarında düz
atkılı üç kapı açıklığı yer alır. Bunlardan batıda yer alan kapıdan, soğukluk kısmına
geçilirken, doğudaki kapı bugün kapalı vaziyettedir716. Batıdaki kapıdan soğukluk
kısmına geçilir. Mekân, doğu-batı doğrultusunda yaklaşık 1.50 m. derinliğinde iki
sivri beşi tonozun desteklediği, köşe üçgenleriyle geçilen bir kubbeyle örtülüdür
(Foto:194).
Foto 193: Erkekler kısmı soyunmalık bölümü
Foto 194: Erkekler kısmı soğukluk bölümü
Bu ve sıcaklık kısmının kubbelerinin yükleri, köşelerdeki üçgen satıhlar aracılığıyla
duvarlar ve tonozlarca karşılanmıştır. Biri kubbe merkezinde diğerleri çevresinde bir
altıgen oluşturacak şekilde dizilmiş dairesel biçimli yedi ışık gözü burayı aydınlatır.
Zemini ve 1 m.ye kadar duvarları mermer kaplı mekânın, giriş hariç diğer
duvarlarında 1 00 m. genişliğinde sekiler bulunur. Güney ve kuzey duvarlarda üçer
mermer kurna yer alır. Giriş bölümünün güney duvarındaki kapıdan sıcaklık kısmına
geçilir (Çizim: 31). Sıcaklık iki bölümden teşkildir. Bunlardan batıdaki kısmın
ortasında kare planlı bir havuz vardır. Mekân, güney ve kuzeydeki sivri kemerlerle
desteklenen ve üçgen satıhlarla geçilen bir kubbeyle örtülüdür. Buranın zemini ve
duvarlarının 1 m.ye kadar olan kısmı mermerle kaplı olup, 1 m. genişliğinde sekiler
716
Bu kapı kadınlar kısmının girişinden geçilerek ulaşılan eski kapıdır. Önge (a.g.e., Şekil 1) kapıyı,
erkekler kısmına geçilen kapı olarak tespit etmektedir.
330
yer alır. Kubbede bir sekizgen oluşturacak şekilde dizilmiş sekiz ışık gözü bulunur.
Sıcaklığın batıdaki ikinci bölümü, seki şeklinde yüksek tutulmuş olup, doğu
duvarındaki yaklaşık 3.00 m. açıklığındaki bir teğet kemerle doğusundaki bölüme
açılır. Buranın üzeri de tıpkı doğusundaki mekân gibi, kuzey ve güneyden sivri beşik
tonozlarca desteklenen bir kubbeyle örtülüdür. Kubbenin ortasında bir ışık gözü yer
almaktadır.
Kadınlar kısmına giriş doğudaki üç
gözlü revaklı bölümden sağlanmaktadır
(Çizim:31, Foto:195). Bugün bu revaklı
kısmın önünde bir paravan yer almakta,
buradan revaklı kısma geçilmektedir.
Foto 195: Kadınlar kısmı girişi (Onarım çalışmaları)
Revaklı kısım, iki serbest
ayaktan, kuzey, güney ve batı duvarlara bağlanan sivri kemerlerle teşkil edilmiş üç
bölümlü bir mekândır. Kubbe ile örtülü bu üç gözden ortadaki, hem daha enli hem de
örtüsü diğerlerinden daha büyük ölçülerdedir. Güneydeki revak gözü ile onun
kuzeyindeki bölümün kemeri doldurularak kapatılmış, yeni ihdas edilen duvarın
ortasına da bağlantıyı sağlayacak bir kapı açılmıştır. Güneydeki revak gözü kaplıca
idaresince kullanılan bir odaya dönüştürülmüştür. Revağın iç ve dış tüm duvarları
beyaz badanalıdır.
Foto 196: 1838 onarım kitabesi
Foto 197: 1951 onarım kitabesi
331
Kuzey duvarında 1838 tarihli(Foto:196), güney duvarında ise 1951 tarihli (Foto:197)
iki onarım kitabesi yer alır. Revağın ortadaki gözünde portal bulunur(Foto:198).
Portalin aslî halinde dıştan, dört profilli silmeyle çevrelenmiş boyuna dikdörtgen
formda olduğu, mevcut izlerden anlaşılabilmektedir. Yüzeyden yaklaşık 25 cm.
içerlek tutulmuş olan kavsara bölümünde, üstte, dört yönden ince bir silmeyle
belirlenmiş olan enine dikdörtgen bir saha bulunur. Bunun altında, bir kısmı
dikdörtgen bölümün içine de girmiş bir şekilde, kitabelerin yer aldığı kısım yer alır.
Portalin yatay ekseninin biraz sütünde yer alan, bu yan yana iki bölüm, üç dilimli iki
sivri kemerden oluşmaktadır. Bulundukları yüzeyden yaklaşık 10 cm. içerlek tutulan
bu sivri kemerli nişlerin içlerine, kemer formuna uygun, kitabe717 taşları (Foto:199)
yerleştirilmiştir. Sivri kemerlerin arasındaki yüzeyde, ortasında bir yonca yaprağı
bulunan dairesel bir madalyon ve hemen altında dikdörtgen bir kartuşun içinde
“Amel-i Kaluyan” imzasıyla, usta kitabesi
Foto 198: Kadınlar kısmı portali
717
Foto 199: İnşa ve usta kitabeleri
Kitabenin Arapça yazılışı için bkz. Önge, a.g.e., s.280. Türkçe okunuşu ve Transkripsiyonu için
bkz. Samur, a.g..t., s. 25–26.
332
Bulunur(Foto:199). Portalin düşey aksında,
sivri kemerli bir lentoya sahip kapı açıklığı
yer
almaktadır.
Bu
kapıdan
kadınlar
kısmının soğukluk kısmına geçilir. Kare
planlı soyunmalık köşe üçgenleriyle duvara
oturan ve eteği sade profilli bir silmeyle
süslenmiş bir kubbeyle örtülüdür. Kubbenin
merkezinde
herhangi
bir
düzen
arz
etmeksizin yerleştirilmiş dairesel biçimli
Foto 200: Kadınlar kısmı soyunmalık bölümü
yedi ışık gözü bulunur. Bunun dışında
her biri yaklaşık 15 cm. olan ve kubbe merkezinden radyal biçimde dağılarak kubbe
eteğine doğru dağılan ince şeritler kubbeyi süslemektedir. Bu şeritler kubbe
yüzeyinden içerlek tutulmuştur. Kubbe eteğinde kuzey, batı ve doğu kenarların
akslarına denk gelen noktalarda sağır, ikiz sivri kemerli nişler bulunur. Boyuna
dikdörtgen bir panoyla dört yönden çevrelenmiş olan ikiz sivri kemerli nişler,
bulundukları yüzeyden bir miktar içerlek tutulmuştur. Soğukluğun doğu duvarında
ise üç pencere açıklığı bulunmaktadır. Bunlardan kapının tam üstüne denk gelen
noktadaki açıklık, formu bozulmuş sivri kemerli bir açıklıktır ve yanındaki iki
pencereden daha üst bir noktada –üçgen geçiş öğelerinin arasında- yer almaktadır
(Foto:200). Bu açıklık, üç yönden –alt kenarı hariç- dikdörtgen bir pano içine
alınmıştır. Panonun üst kenarında tek sıra halinde sekiz adet mukarnaslı niş
bulunmaktadır. Mazgal biçimli açıklığın yapılan onarımlar sırasında formu
bozulmuştur. Bu duvardaki diğer iki açıklık, aksa göre simetrik ve aynı hizada
yerleştirilmiş olup, üstteki pencereden 10 cm. daha aşağıdadır. Pencerelerden bugün
demir bir kapakla kapatılmış olan kuzeydekinin, lentosu yuvarlak kemerli,
333
güneydekinin ise basık kemer biçimlidir. Mazgal biçimli iki açıklıkta da herhangi bir
süsleme unsuruna rastlanmamaktadır. Mekânın üç duvarında mermerden sekiler yer
almaktadır. Ayrıca mekânın merkezinde sonradan ilave edilmiş mermer bir çeşme
bulunmaktadır.
Mekânın
güneydoğu
köşesinde, onarımlar sırasında bir niş
açılarak bugün tuvalet olarak kullanılan bir
bölüm teşkil edilmiştir. Bu mekânın kuzey
duvarında, akstan biraz doğuya kaymış düz
atkılı bir kapı vasıtasıyla sıcaklık bölümüne
Foto 201: Soyunmalık kubbesinden detay
geçilir. Sıcaklık köşe üçgenleriyle
geçilen bir kubbeyle örtülüdür (Çizim:31). Kubbe eteği, yaklaşık 10 cm genişliğinde
bir silmeyle sınırlandırılmıştır. Silme, düzenli aralıklarla sıralanmış ve uçları yukarı
doğru olan üçgen biçiminde profillerle hareketlendirilmiştir. Kubbe, merkezde olanı,
daha büyük ölçülerde olmak üzere, herhangi bir düzen arz etmeksizin kubbe göbeği
çevresine yerleştirilmiş, dairesel biçimli dokuz ışık gözü ile aydınlatılmıştır
(Foto:200). Doğu’da, tam aksta ve duvarın ortaya yakın bir bölümünde, bugün
kapatılmış vaziyette boyuna dikdörtgen formlu, lentosu basık kemer biçimli mazgal
bir pencere yer alır. Mekânın kuzey duvarlarının ortaya yakın bölümlerinde ve tam
aksa denk gelen bölümlerde, tıpkı soğukluk bölümünde olduğu gibi ikiz, kemerli
nişler bulunur. Burada da dikdörtgen bir kartuşun alt kenarına oturtulan kemerler,
soğukluk kısmından farklı olarak daha büyük ölçülerde ve kemerler sivri yerine
yuvarlaktır. Mekânın tüm duvarlarında, aynı hizada ve birbirlerine eşit uzaklıkta,
zeminden yaklaşık 1 m yükseklikte nişler yer alır.
334
Foto 202: Sıcaklık kısmı
Foto 203: Sıcaklık kısmındaki nişlerden
Mekânın güney duvarında dört, diğer duvarlarda altışar adet lentoları sivri kemer
biçimli niş bulunmakta olup, her biri 10 cm. derinliğindedir. Sıcaklığın giriş duvarı
hariç diğer duvarlarında mermer yıkanma sekileri mevcut olup, bunlar onarımlar
sırasında birer mermer paravanla bölünüp her bir bölüme, birer muhdes kurna
yerleştirilmiştir. Mekânın zemininde, ortada kare planlı bir havuz yer almaktadır.
Onarımlara kadar sıcaklığın batısında bulunan kuzey-güney doğrultusunda ve
sivri beşik tonoz örtülü su deposu, tamirler sırasında kaplıcanın batısına –tepeden
gelen yağmur sularının yaptığı tahribatı önlemek için- yapılan istinat duvarının inşası
sırasında kapatılmış, erkekler kısmının güneyine yeni bir su deposu inşa edilmiştir.
Eski deponun tonozunun ortasında kare kesitli bir ışık gözü ve kuzeybatı köşesinde
bir kapı açıklığı bulunmaktaydı718.
Ilgın’ın XIII. Yüzyılda ve daha öncesinde Ab-ı Germ, yani sıcak su şeklinde
anılıyor olması, burada çok eski tarihlerden beri sağlık tesisleri olduğuna işaret
etmektedir. Nitekim Eflakî’de, Mevlana’nın burada sık sık yıkanmaya geldiğini
belirtmektedir719. Gerek Kâtip Çelebi gerekse Evliya Çelebi720’nin burada I.
Alâeddin Keykubat tarafından yaptırılmış bir kaplıcanın var olduğunu belirtmeleri,
718
Önge, a.g.e., s.279., Şekil 1.
719
Eflakî, a.g.e., C.I, s.134.
720
Evliya Çelebî, a.g.e., s.15., Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 619.
335
ayrıca bu bilgiyi doğrulayan bir kitabenin de varlığı, binanın Sahip Ata imarının
öncesine giden bir geçmişi olduğunu göstermektedir. Söz konusu kitabede, I.
Alâeddin Keykubat zamanında Cemaleddin isimli biri tarafından H.633/M.1236
tarihinde “…bu temiz şifa yeri…”nin yaptırıldığı yazılıdır721. Burada bahsedilen
Cemaleddin isimli şahsa dair bir bilgiyi, devrin yazılı kaynaklarından ne yazık ki
tespit edemedik722. Bu anlamda binanın ilk inşasının 1236 tarihinde olduğunu
rahatlıkla söyleyebiliriz. Sahip Ata’nın 1267 tarihli müdahalesini gösteren
kitabesinin, üzerinde yer aldığı portalle olan uyumsuzluğu da bu tarihten önceki
inşaatı gösteren bir başka kanıttır. Burada kapı açıklığının üzerindeki alanı dolduran
çift kemer gözünden ibaret kitabelerin, bulundukları portal yüzeyi ve portali
çevreleyen dar silmelerle uyumsuzluğu kitabelerin ve portalin iki farklı tarihe ait
olduğunu gösterir723. Bu anlamda portalin, 1236 inşaatına ait olduğunu, 1267724’de
ise Sahip Ata müdahalesini gösteren kitabelerin yerleştirildiği anlaşılmaktadır.
Binadaki bir sonraki müdahale –XVII. yüzyıldaki niteliği bilinmeyen bir onarımdan
sonra- Müftü Hacı Numan Efendi tarafından gerçekleştirilen 1838 onarımıdır.
Kitabesi mevcut olan bu onarım sırasında, kadınlar kısmının önündeki revaklı bölüm
eklenmiştir. Nitekim bu revaklı bölüm, portalin güney kenarını kısmen kapatmakta,
aradaki dilatasyon rahatlıkla izlenebilmektedir. Binada daha sonra 1906’da bir
müdahale daha yaşanmış, bu onarım sırasında erkekler kısmı ilave edilmiştir.
721
Kitabenin Arapça yazılışı, Türkçe okunuşu ve Transkripsiyonu için bkz Özdemir, a.g.e., s.10–11.
722
Bu konuda kesin bilgilerimiz olmamasına karşın, şimdilik, bahsi geçen Cemaleddin’in, 1210 tarihli
Akıncı Mescidi’nin banisi Emir-i Şikâr Cemaleddin İshak bin Emir Ali olma ihtimalini vurgulamakla
iktifa edeceğiz.
723
Mevcut kitabelerin üzerinde enine dikdörtgen bir saha dikkati çekmektedir ki, biz 1236 tarihli ilk
kitabenin buraya yerleştirilmiş olabileceğini düşünmekteyiz.
724
III. Gıyaseddin Keyhüsrev’i tahta çıkış tarihi olan 1267, Sahip Ata’nın dört yaşındaki yeni sultanın
yetersizliğinden dolayı Pervane Muineddin Süleyman ile birlikte devletin kontrolünü tamamen eline
geçirmesi dolayısıyla çok önemli bir tarihtir.
336
Kadınlar kısmının güneyine eklenen ve aralık, soyunmalık ve sıcaklık bölümlerinden
oluşan erkekler kısmı, XX. yüzyıl içersinde çeşitli müdahaleler geçirmiştir.
3.7.2- Han ve Zaviye
Uğur-Koman, Ilgın’daki Kaplıcasının yakınlarında bulunan bir handan
bahseder725. Önge’nin planında726 kuzeydoğu köşeden kaplıcaya bitişik olduğu
gösterilen binaya dair herhangi bir iz günümüze ulaşamamıştır. Osmanlı dönemine
ait bir kuyud-u atik kaydında “…kaplıca ve civarındaki han”a gelir olarak
kaydedilen bazı köy isimleri yer almaktadır727. Belgedeki ifadelerden, hanın
kaplıcayla beraber “Sahip Ata tarafından vakfedildiği” anlaşılmaktadır. Önge’nin
yayınladığı resim ve plandan hanın, kaplıcaya kuzeydoğu köşeden bitişen ve
ihtimalle doğu-batı doğrultulu bir bina olduğu anlaşılmaktadır. Erdmann, UğurKoman’a atıf yaparak handan bahseder, ancak ayrıntılı bir bilgi vermez728. Zaviye
hakkındaki yegâne bilgi ise Osmanlı dönemine ait bir resmi kayıttaki, kaplıcanın,
yakınında bir han ve Kidanî isimli bir zaviye ile birlikte inşa edildiğini ilişkindir.
Uğur-Koman729 “Göstere” isimli köyün gelirlerinin bir kısmının, söz konusu kaplıca
ve ona bitişik han ile zaviyeye vakfedildiğini belirtir. Bunun dışında söz konusu
zaviyeye dair bir bilgiye sahip değiliz.
725
Uğur-Koman, a.g.e., s.84.
726
Önge, …Hamamları, Resim 1, Şekil 1.
727
Uğur-Koman, a.g.e., s.84.
728
Erdmann, a.g.e., Katalog-Text, s.199. Ayrıca H.Crane, (“Notes on Salduq… s.37) ise Erdmann’a
atıf yaparak, ayakta bulunmadığını belirttiği binanın 1265 tarihli olduğunu ifade etmiştir.
729
Uğur-Koman, a.g.e., s.84.
337
Mevcut izler ve tarihi bilgiler
ışığında
Sahip
Ata
imarı
sonrasında soyunmalık, sıcaklık
ve su deposundan ibaret olduğu
anlaşılan kaplıcanın, XX. yüzyıl
Foto 204: Günümüze ulaşamayan hanın,
kaplıcanın kuzeydoğu köşesindeki kalıntısı (Önge’den)
müdahaleleriyle bugünkü görüntüsüne kavuştuğu anlaşılmaktadır. Önge günümüze
ulaşamayan hanın son kalıntılarını görebilmiş (Foto:204) planında yerini
işaretlemiştir730. Buna göre, hanın kaplıcaya kuzeydoğu uçta ve ona dik bir şekilde
konumlandığını anlamaktayız. Bu anlamda kaplıcanın, diğer Sahip Ata eserleri gibi
han ve zaviyeyle birlikte bir külliye fikri çevresinde tertiplendiği anlaşılmaktadır.
730
Önge, a.g.e., Resim 1, Şekil 1.
338
Çizim 31: Ilgın Sahip Ata Kaplıcası Planı (Önge’den)
339
Çizim 32: Ilgın Sahip Ata Kaplıcası a-a Kesiti
(VGM. Abd. Yp.İş.Dai.BşkArşivi’nden)
340
Çizim 33: Ilgın Sahip Ata Kaplıcası Ön Cephe Elevasyonu
(VGM. Abd. Yp.İş.Dai.BşkArşivi’nden)
341
3.8- Sivas’taki Sahip Ata Külliyesi
İnceleme Tarihi: 29–30 Ekim 2005.
Sahip Ata’nın Sivas’ta günümüze ulaşabilen tek binası vardır. Bu bina, aslî
halinde, çeşme ve yakınındaki Dârü’l-Ziyafet (Konuklar Yurdu) ile birlikte bir
külliye fikri çevresinde tertiplenmiştir. Günümüze XIX. yy. ait bir kopyası
ulaşabilmiş vakfiyesinde külliye, “... Sivas Beldesi içinde Kale kapusu karşısında
ilim adamlarının oturmalarına mahsus yazlık, kışlık odaları, bir abdestliği, biri sağ,
diğeri sol tarafta iki minareyi, girişinde bir mescidi müştemil, Medrese-i Sahibiyye-i
Fahriyye namıyla meşhur binası muhkem ve avlusu geniş bir medrese bina etti.
Suyunu akıttı ve bu medrese haricinde birde Dâr-ı Ziyâfet yaptırdı731” şeklinde tarif
edilir. Dârü’l-Ziyafet’den günümüze herhangi bir iz kalmamış, medrese ve ön
cephesinde yer alan çeşme, aslî halini büyük ölçüde koruyarak bugüne ulaşabilmiştir.
Külliyenin yapılarından çeşme, medresenin ön cephesinde yer alırken, günümüze
ulaşamayan Dârü’l-Ziyafet’in, medresenin muhtemelen doğusunda ve bağımsız bir
yapı olduğu anlaşılmaktadır. Vakfiyesinde külliyenin yeri, “…kale kapusu
karşısında…” şeklinde belirtilir732. “Kale Kapısı”733 diye bilinen bu kapı, şehre
güney yönünden girişi sağlamaktaydı (Harita: 5).
731
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53.
732
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53.
733
Can M. Hersek, “Sivas”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı 2, (Mimarlık ve
Sanat), Ankara 2006, s.273–277 (277), Şekil 8.
342
Harita 5: Sahip Ata Külliyesinin yeri (Hersek’ten)
3.8.1- Medrese (Gök Medrese)
Bina, Anadolu Selçuklu dönemine ait medreseler arasında gerek ön cephe
düzeni, gerek süsleme programı gibi açılardan dikkat çekici özelliklere sahiptir. Bu
durum medrese’ye, Anadolu Selçuklu dönemi çalışmalarına734 en fazla konu edilen
binalardan biri olma özelliğini de kazandırmıştır.
734
Grenard, a.g.m., s.549-558; Mendel, a.g.e., s.122-124., Fig. 6.; Berchem-Halil Ethem, a.g.e., s.18;
Jerphanion, a.g.e., s. 81-85; R.Nafiz Edgüer-İ.H.Uzunçarşılı, a.g.e., s.120-122; Gabriel, Monuments
Turcs D’Anatolie II…, s.155-161; Uğur-Koman, a.g.e., s.107-119; Oktay, a.g.m., s.113-115; E.Diez,
a.g.m., s.99-104; O.Turan, “Selçuklular Zamanında Sivas Şehri”, A.Ü.D.T.C.F. Dergisi, C.IX, S.3-4,
Ankara 1951,s. 447-457; Arseven, Türk Sanatı Tarihi…, s.130-132; Mayer, a.g.e., s.78-79; Ögel, “Bir
Selçuk Portalleri Grubu…, s.115-119; T.T.Rice, The Seljuks, London 1961, s.130-132; Rogers, “The
Çifte Minare…, s.63-85; Erdoğan, a.g.m., s.163, 187.; Ögel, …Taş Tezyinatı, s.150-151; Önge,
“Anadolu’da Bilinen En…, s.16, 25; Özdural, a.g.t.; Kuran, a.g.e., s.92-96; Sözen, a.g.e., C.I, s.40-48;
Bakırer, …Tuğla Minareler”, s.180-182; Yetkin, a.g.e., s.84-91.; Rogers, “Seljuk Architectural…,
s.13-27; Meinecke, a.g.e., C.2, s.438-446.; Bayburtluoğlu, “…Önyüz Düzeni”, s.67-106; Bakırer,
343
Vakfiyesinde
“Medrese-i
Sâhibiyye-i
Fahriyye”735,
Evliya
Çelebi’nin
Seyahatnamesi’nde ise “Kızıl Medrese”736 isimleriyle anılan bina, 1700’lü yıllardan
sonra -çinilerinden ötürü olsa gerek- Gök Medrese737 olarak anılmaya başlanmıştır.
Bina, Sivas ili merkez Kaleardı Mahallesinde, Topraktepe olarak bilinen eski
kalenin doğu eteklerinde bulunmaktadır. Kuzey ve doğu yönden Gök Medrese
Sokak, batı yönünden ise Üçlerbey sokağının sınırladığı binanın, güneyinde bir park
yer alır. Güneydoğu’ya738 meyilli bir arazi üstünde doğu-batı doğrultusunda uzanan
bina, dikdörtgen bir plana sahiptir.
Bina, kapı açıklığının üstündeki sülüs hatlı kitabesine739 göre III. Gıyaseddin
Keyhüsrev zamanında, H.670/M.1271 yılının Muharrem/Ağustos ayında, Sahip Ata
Tuğla Kullanımı, s.447-454; Tuncer, “Orantı ve Modül Üzerine..., s.449-458; Bayram-Karabacak,
a.g.m., s.31-61; Sözen, “Sivas Gök Medrese...”, s.93-100; Ünal, a.g.e., s.31.; Tuncer, “Birkaç Selçuklu
Taçkapısında…”, s.61-76; Önge, “Konya ve Çevresindeki…”, s.95-108; Tuncer, “Mimar Kölük...”,
s.109-118; Eflakî, a.g.e., C.2, s.610; Bilget, a.g.e; Aslanapa, a.g.e., s. 72.; Hersek, a.g.t., s.169-214;
Kucur, a.g.t., s.12-13, 36-37.; Bilget, a.g.m., s.607-616; Evliya Çelebi, s.122-123; Demirel, a.g.e.;
Y.Kahya vd., a.g.m., s.441-449; Hersek, “Sivas’taki Selçuklu Dönemi …”, s.387-395; D.Kuban vd.,
a.g.e., s.185-191; Tuncer, “Sahip Ata (Gök) Medrese ….”, s.121-139.
735
736
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.36, 53.
Evliya Çelebi, (a.g.e., s.122-123.) de “…Evvelâ cümleden Kızıl Medrese derler bir medrese-i
ibretnümâdır kim diyâr-ı İslâmiyyede eyle bir dâr-ı ulûm ne binâ olunmuşdur veya olunur.” şeklinde
tanımladığı bina ile ilgili sınırlı bilgiler vardır. Yazlık ve kışlık kullanımları olan odalardan söz eden
yazar, oda sayısı olarak seksen rakamını vermektedir.
737
Binanın bulunduğu mahallenin 1454-1455 tarihli tahrir kaydına göre, Mahalle-i Mescid-i Medrese,
1519-1520 tarihinde Medrese-i Sahip ve 1700 lü yıllardan sonra Gök Medrese Mahallesi olarak
anılmış olması (Demirel, a.g.e., s.71.), isminin de aynı şekilde bir değişim geçirdiğini
düşündürmektedir.
738
Binanın bulunduğu arazi, hem kuzeyden güneye hem de doğuya doğru meyillidir. Nitekim ön
(batı) cephe ile doğu cephe arasında yaklaşık 2.00 m.lik bir kot farkı vardır. Kuzeyden güneye ise
0.30-0.40 m.lik bir meyil vardır. Bkz., Tuncer, “Sahip Ata (Gök)...”, s.129.
739
Kitabenin Arapça okunuşu, Transkripsiyonu ve Türkçe okunuşu için bkz. Hersek, a.g.t., s.190-
191. Yazarın kimi yerlerde bazı okuma ve yazım hataları mevcuttur. Buna göre Kitabenin ilk kelimesi
olan “Ammera” tabirini “Emera” şeklinde yanlış okumuştur. Ayrıca “azam” tabirini de “ezan”
şeklinde yanlış okumuştur.
344
Fahreddin bin Ali bin Hüseyin tarafından yaptırılmıştır. Portalin iki yanındaki köşe
sütunlarının üzerinde yer alan sekizgen formlu mermer iki panodan güneydekinde,
“Amele-El Üstâd”, kuzeydekinde ise “Kâluyânü’l-Konevî” yazılıdır740. Mevlevi
kaynaklarından Eflakî741de, Mevlana’nın dostu olarak bahsedilen Kâluyan’ın, üstad
düzeyine bu yapıda ulaştığı iddia edilir742. Binanın vakfiyesi bugüne gelebilmiştir.
Binanın genel özelliklerinin de tanımlandığı743 vakfiyenin aslı elimizde bulunmayıp
1899 da kopya edilen nüshası günümüze ulaşmıştır. Vakfiyede, Mayıs 1264 de tesis
edilen vakfiyeye, 1265 ve 1280 yıllarında ilaveler yapıldığı, 1280 yılında ise her
üçünün de tek nüsha haline dönüştürüldüğü ve Konya Kadısı Ebu Bekr bin Ahmed
Urmevi tarafından onaylandığı belirtilmektedir744.
Eser, asıl halini büyük ölçüde korumakla beraber deprem745 ve diğer dış
etkenlerle tahrip olmuş, bu sebeple birçok onarım geçirmiştir. Evliya Çelebi’nin
1650 yılında bina için “felek nice yerlerini bozmuş”746 şeklinde yaptığı tanımlama,
binanın XVII. yüzyıldaki harap durumuna işaret eder. Binanın geçirdiği onarımlara
740
741
Aynı yer.
Eflakî,(a.g.e., s.610.) Kâluyan için “... Resim sanatında ve tasvirde eşi ve benzeri yoktur...”
ifadesini kullanır.
742
Sözen, “Sivas Gök...”, s.94.; Tuncer, “Mimar Kölük...”, s.111.
743
“... Sivas Beldesi içinde Kale kapusu karşısında ilim adamlarının oturmalarına mahsus yazlık,
kışlık odaları, bir abdestliği, biri sağ, diğeri sol tarafta iki minareyi, girişinde bir mescidi müştemil,
Medrese-i Sahibiyye-i Fahriyye namıyla meşhur binası muhkem ve avlusu geniş bir medrese bina etti.
Suyunu akıttı ve bu medrese haricinde birde Dâr-ı Ziyâfet yaptırdı.” Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53.
744
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.32.
745
Sivas ve çevresinin 1668, 1695, 1754 ve 1794 yıllarındaki depremlerle tahrip olduğunu bilmekteyiz
(Bkz.. Ambraseyss-Finkel, a.g.e., s.77-83, 95). Bu depremlerin binaya yaptığın tahribatın ölçüsünü
bugün için tespit edememekteyiz. Buna karşın, binanın, Vakıflardaki dosyasında (V.G.M.Abd. ve
Yap.İşl. Dai.Bşk. Dosya No:58-01-16) bulunan ve Prof.Dr.Müfit Yorulmaz’ ait statik raporuna göre,
kuzeydoğu kuleyi oluşturan taşların oldukları yerde döndüğü, bunun da ancak bir deprem etkisiyle
oluşabileceği belirtilmektedir.
746
Evliya Çelebi, a.g.e., s.123.
345
ilişkin en erken yazılı belge, H. Zilhecce1131 / M. Ekim 1719 yılına aittir. Sultan
tarafından Sivas Beylerbeyi ve Kadısına gönderilen fermanda, medresenin
minarelerinin bazı bölümleri ile şerefelerinin onarımının gerçekleştirilmesi isteği
yazılıdır747. Binanın, H.1239/M.1824 yılının Nisan ayında geçirdiği onarım hakkında
ise ayrıntılı bilgiye sahibiz. Söz konusu onarımın748, müftü Sarı Hatîb Zâde ve
müderris Seyit Abdullah Efendi tarafından yaptırıldığı, ana eyvan’ın doldurulan
bölümü üzerine konulmuş bir kitabeden anlaşılmaktadır749. Bu onarımlarda, yıkılmış
ana eyvan ve iki yanındaki mekânların avluya bakan kesimlerinin bir duvar örülerek
binanın dışında bırakılmıştır. Bunun dışında, onarımda medresenin bir bölümüne
ahşap üst kat ilave edilmiştir750. Ayrıca, avlunun kuzeybatı bölümündeki revaklar ve
arkasındaki mekânlar da bu onarımda sökülerek yeniden örülmüştür751. Bina, 1904’te
Sivas Valisi Reşit Akif Paşa zamanında, Evkaf tarafından bir kez daha niteliği bugün
747
Erdoğan, a.g.m., s.164, 187. Fermanda, beş vakit ezan okunamadığından bahsedilerek, minarelerin
tamir edilmesi gerektiği belirtilir. Bunun dışında konuyla ilgili olarak, Hurufat defterlerinde (Aktaran
Demirel, a.g.e., s.71.) 1717 tarihindeki, medrese’nin mescidi için hatip tayin edilmesi ve böylece
burada Cuma namazı kılınabilmesi hususunda bir belge ile karşılaşmaktayız. Bu iki belge, XVIII.
yüzyılın başlarında özellikle mescidin işler hale getirilmesine çalışıldığına işaret etmektedir. Ayrıca,
Osmanlı dönemi boyunca Gök Medrese Mahallesinde, ikinci bir mescit ya da caminin yapılmaması
da, medrese mescidinin, mahalle halkının bu ihtiyacını karşıladığını göstermektedir.
748
Yukarıda bahsi geçen ve etkisi İstanbul’da bile hissedilen 1794 tarihli depremin 1824 onarımına
yakın bir tarih olması dikkat çekicidir. Binada, depremin etkisiyle oluşmuş tahribatın giderilmesi için
bir onarım ihtiyacı hissedilmiş olabileceği akla yakın gelmektedir.
749
Söz konusu kitabenin Arapça metni, transkripsiyonu ve Türkçe anlamı için bkz Edgüer-
Uzunçarşılı, a.g.e., s.116, 120.
750
Aynı yer. Söz konusu üst kat ilavesinin, binanın hangi bölümlerine gerçekleştirildiği kesin olarak
bilinmemektedir. Ancak, Gabriel, (a.g.e., Resim LIV/1)in yayınladığı 1930’lı yıllara ait bir
fotoğraftan, kuzey eyvanın batısındaki bölümün ve doğu kanadın tamamında üst kat bulunduğu
görülmektedir. Bilget (a.g.e., Resim 6) in yayınladığı XX. yy. başlarına ait başka bir fotoğraftan ise
giriş bölümünün üzerinde yer alan ikinci kata ait odaları görebilmekteyiz.
751
Özdural, a.g.t., s.80-81.
346
için bilinemeyen bir şekilde onarılmıştır752. Özdural’a753 göre, bugün ortadan kalkmış
muhdes ahşap giriş kapısı ve havuz bu müdahaleler sırasında ilave edilmiştir. Bir
dönem askeri depo ve daha sonra İmam Hatip Okulu olarak kullanılan bina, 1Aralık
1926’da Müze haline getirilmiştir754. Sedat Çetintaş755ın, Temmuz 1937’de
restorasyonuna yönelik yapıda temizlik çalışmaları gerçekleştirdiği, Milli Eğitim
Bakanlığına yazdığı bir rapordan öğrenilmektedir. Bina, Ekim 1944’te bazı
çalışmalar gerçekleştirilerek756, kamulaştırılmıştır. Daha sonra, müze yönetimi
tarafından 1951757 ve 1960758 yıllarında binada, bazı küçük ölçekli müdahaleler
gerçekleştirilmiştir. Müzenin, restorasyonu biten Buruciye Medresesine taşınmasıyla,
1967 yılında yeniden Vakıflar Genel Müdürlüğüne teslim edilen binada,
O.C.Tuncer759 tarafından 1978–79 yıllarında kazı çalışmaları gerçekleştirilmiş; çıkan
752
Edgüer-Uzunçarşılı, a.g.e., s.120. Mendel (a.g.e.,s.123, Fig.6)in 1908 yılında yayınladığı bir
fotoğrafta medresenin kapı nişinin ortasında küçük bir boşluk bırakılarak örüldüğü görülmektedir. Bu
müdahalenin de paşanın yaptırdığı onarıma ait olduğu anlaşılmaktadır.
753
Özdural, a.g.t., s.81-82.
754
Edgüer-Uzunçarşılı, a.g.e., s.117.
755
Bu çalışmalar sırasında, muhdes havuzun çevresindeki demir tırabzanlı duvar kaldırılmış; ana
eyvanın üzerindeki iki katlı ev yıkılmış, bu sırada kalıntılar arasında mihraba ait parçalar tespit
edilmiş; ele geçirilen 162 parça süsleme taş avluya istiflenmiştir. Ayrıca, kuzeybatı bölümün üst
katındaki geç dönem ilaveleri kaldırılmış; dershanenin kerpiç bölme duvarları kaldırılıp tonoz ve
kubbe ortaya çıkarılmış (burada sıva altında herhangi bir çini süsleme ile karşılaşılmamış); ana
eyvanın güneyindeki odanın üzerindeki geç dönem evi yıkılmış; güneybatı köşedeki odanın ikinci katı
kaldırılmıştır. Bakınız, Özdural, a.g.t., s.82-83.
756
Bu çalışmalar sırasında giriş cephesinin önü kazılarak taş döşeme ortaya çıkarılmış, ayrıca binanın
temeli için tehlikeli olmaya başlayan çeşme de kapatılmıştır. Özdural, a.g.t., s.83.
757
Müze müdürü tarafından kuzey eyvanın doğusundaki mekânlardan doğu taraftaki iki mekânın
bölme duvarı arasına ocak yeri açılmıştır. Özdural, a.g.t., s.83.
758
Bu onarımda, batı kanadın çatısı onarılmıştır. Özdural, a.g.t., s.83.
759
Tuncer, a.g.m., s.123-128. Bu çalışmalar sırasında, onarım düşüncesiyle kaldırılan çatı, ödeneğin
kesilmesi nedeniyle birkaç yıl açık kalmış, bu nedenle binanın hem malzeme hem de taşıyıcı
sisteminde ciddi problemler ortaya çıkmıştır. Ayrıca her taşın yağlı boya ile numaralandırılması,
347
sonuçlar neticesinde rölöve ve restitüsyon projeleri hazırlanarak korumaya yönelik
bazı müdahalelerde bulunulmuştur. Aynı araştırmacı, 1990 yılında bu kez, binanın
çevresinde760 bazı sondaj çalışmaları gerçekleştirmiştir. Çeşitli onarım projeleri,
bürokratik prosedürlerin uzunluğu sebebiyle uygulanamamış; bina belediye
tarafından 1994 yılında, yap-işlet-devret modelinde onarılmak üzere Vakıflar’dan
geçici bir süreliğine devralınmıştır. Bu amaçla bakım ve onarımdan sorumlu bir vakıf
kurulmuştur761.
Onarım
çalışmaları
öncesi
binada
bir
temizlik
çalışması
gerçekleştirilmiş762. Ancak bu çalışmanın gerekli izinler alınmadan yapılmış olması,
onarımın gecikmesine yol açmıştır. Sivas Gök Medrese Vakfının talebi üzerine
1997–98 yıllarında İ.T.Ü tarafından fotogrametik belgeleme, malzeme analizleri ile
hasar tespitlerini içeren geniş çaplı bir çalışma başlatılmıştır. Ancak çalışmaların
sonuçsuz kalması üzerine, 2004 yılında bina tekrar Vakıflara devredilmiştir. Bu
tarihten sonra, önceki yıllarda hazırlanan onarım ve restorasyon projelerine
dayanarak yeni bir onarım çalışmasına başlatılmış 763 olup, söz konusu çalışmalar
halen sürdürülmektedir.
malzeme üzerinde geriye dönüşü zor bir tahribat oluşturmuştur. Bu dönemde yapılan saç levha kaplı
çatı örtü ise avlu cephesinin taş yüzeyleri üzerinde pas lekeleri oluşmasına sebebiyet vermiştir.
760
Tuncer, (a.g.m., s.129) binada gerçekleştirdiği sondajlar neticesinde, giriş bölümünün özgün
döşeme kodunu; çeşme yalağının ilk durumunu; kuzeydoğu köşe payandasının temelini ve doğu
kanadın sonlandığı sınırı tespit etmiştir.
761
Kahya vd., a.g.m., s.444.
762
Bilget., “Sivas Gök...”, s.607-611. Bu temizlik çalışmalarında, çok sayıda süslemeli taş parçaları
ele geçirilmiş, mekân içleri temizlenmiş, avlunun özgün döşeme seviyesi tespit edilmiş, revaklardaki
sütunların kaideleri açığa çıkarılmıştır.
763
Konu için görüştüğümüz Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden Esin Serttaş, binanın temelinde rastlanan
suyun drene edilememesi halinde yapılacak tüm çalışmaların sonuçsuz kalacağını; bunun için
öncelikle bu işlemin gerçekleştirilmesini daha sonra taşıyıcı sistemin sağlamlaştırılması ve yan eyvan
çinilerini tutan keçe ve iskelenin yenilenmesi gibi önlemlerin uygulamaya geçirilmesinin planlandığını
aktarmıştır.
348
Bina, kaba yonu moloz taşla inşa edilmiştir. Dış ve iç yüzeylerde, kaplama taşı
olarak kesme taş; portalin bezemeli yüzeylerinde mavi-gri kalker taş ile dönüşümlü
olmak üzere ve ana eyvanın günümüze ulaşabilmiş temel taşlarında764 beyaz mermer
taş; dış cephelerde ve mekânın avlu duvarlarında kalker; revaklarda ise kireçtaşı
kullanılmıştır. Tuğla malzeme ise portalin iki yanındaki minarede ve mekânların örtü
sistemlerinde görülmektedir.
Medrese, açık avlulu ve dört eyvanlı
plan şemasına uygun olarak tek katlı
inşa edilmiştir (Çizim:34). Dikdörtgene
yakın şema, güney cephenin doğu
tarafındaki taşıntılı bölüm sebebiyle
yamuk bir plana dönüşmektedir. Giriş
cephesinin iki köşesi ile güney ve kuzey
cephelerde değişen sayılarda dairesel
Foto 205: Sivas Sahip Ata Medresesi (Kuban’dan)
planlı payandalar
bulunmaktadır765. Dikdörtgen planlı avlunun akslara denk gelen bölümlerinde birer
eyvan yer alır. Avlunun uzun kenarlarında bulunan mekânlar, aksa göre asimetrik bir
düzenle yerleştirilmiştir ve önlerinde birer revak vardır. Revakların eyvanlara denk
gelen bölümleri daha geniş ve yüksek tutulmuş olup, bu eyvanların iki yanında
avluya bağımsız kapılarla açılan mekânlar tonoz örtülüdür. Giriş eyvanının her iki
yanında kubbeli iki mekân bulunurken, cephenin köşelerindeki iki mekân, birbirine
764
Yerinde yaptığımız tespitlerde mermer blokların birbirine demir kenetlerle, harçsız bir şekilde
bağlandığı görülmüştür.
765
Bugün yıkılmış durumdaki doğu cephede yapılan kazılar sonucunda payanda bulunmadığı
anlaşılmaktadır. Kuzeydoğu’daki mevcut poligonal payandanın ise tam köşeye denk gelmediği; kuzey
duvarın, payandayı aştıktan sonra doğuya doğru devam ettiği anlaşılmıştır.
349
göre asimetrik yerleştirilmiş tonoz örtülü mekânlardır. Bugün, doğu cephenin avluya
bakan yüzü bir duvarla kapatılmıştır. Yapılan kazılar sonucunda766 doğu kanadın,
ortada olanı daha enli ve eyvan biçimli bir mekân ile bunun kuzeyinde ve güneyinde
yer alanının enine dikdörtgen planlı iki mekândan oluştuğu anlaşılmıştır (Çizim:37).
Bina ön yüz dışında beden duvarından ibaret tek kütle halindeki algılanırken,
ön bölümdeki kubbeli mekânlar ikinci, taşıntılı portal üçüncü, çifte minare ise
dördüncü kademeyi teşkil etmektedir (Foto:205). Giriş cephesini, yanlarda, üstte ve
altta üç sıralı bir bordür dolaşırken, diğer cephelerde böyle bir süsleme bulunmaz.
Foto 206: Kuzey Cephe
Foto 207: Kuzey Cephe (Onarım sonrası)
Onarım Öncesi (VGM. Arşivi)
Medresenin cepheleri, akslar dikkate alındığında asimetrik bir düzendedir.
Güneydoğuya meyilli bir arazi üzerinde yer alan binada, kuzey ve güney cepheler ön
cepheye dik olarak bağlanmamakta; gerek bu nedenden, gerekse güney cephenin
doğu bölümündeki taşıntılı bölüm yüzünden yamuk bir plan oluşmaktadır. Süsleme
ve tasarım düzeniyle yapıya hâkim durumdaki ön cephe, asimetrik pencere ve
payanda kuruluşlu kuzey ve güney cephelerle karşıtlık meydana getirmektedir.
766
Bkz., Tuncer, a.g.m.
350
Masif
görünümlü
kuzey
cephe(Foto:206–207),
payandalar
ve
pencerelerle
hareketlendirilmiştir. Cephe, dört payanda ile hemen hemen birbirine eşit üç aralığa
bölünmüştür. Payandalardan batı köşede olanının tamamı ile bunun doğusundakinin
yarısı süslenmiş; diğerleri sade bırakılmıştır. Batıdan itibaren ilk üç payanda yarım
daire
kesitli
iken
dördüncüsü
poligonal
planlıdır. Cephe aksına göre asimetrik olarak
düzenlenen pencereler, iki sıra halindedir.
Pencere
açıklıkları
onarımlar
sırasında
doldurularak kapatılmıştır. Kuzeybatı köşede
yer alan payanda, binanın, gerek mimari
strüktürü
gerekse
süslemesi
açısında
günümüze aslî halinde gelebilmiş tek destek
kulesidir (Foto:208). Yüksek kabartmalarla
süslenmiş ve ¾ oranında köşeye bağlanan,
yarım daire planlı payanda, iki bordürle üç
bölüme ayrılmıştır. Bugün bir kısmı
Foto 208: Kuzeybatı köşedeki payanda
toprağın altında kalmış olan kaide kısmı, küçük sivri kemerlerden oluşan bir kuşakla
süslüdür. Bu kemerlerin sağlam kalabilenlerinden anlaşıldığına göre, iç kısımları
hayat ağacı motifi; kemer araları ise palmet-rumî kombinasyonu ile bezenmiştir.
Kaideden orta bölüme kadarki ikinci kuşak, yüzeysel bitkisel dekorlu bir zemin
üzerine, yüksek kabartma ve çift tabaka halinde, ters ve düz olarak işlenmiş dokuz
sıra palmetlerle süslenmiştir. Payanda tepeliğine kadarki son bölüm ise, üç bölümlü
kemerciklerin yedi sıra üst üste sıralanmasıyla oluşturulmuştur. Bu payandanın
doğusunda kalan cephenin ilk bölümünde toplam dört pencere bulunur. Bunlardan
üst sırada olanlar, cephenin üst bölümünün yaklaşık 2.00 m. aşağısında yer almakta
351
olup, sağır teğet kemerli bu üç pencereden kuzeybatıdan itibaren ilk ikisi taş,
üçüncüsü ise tuğla malzemeyle doldurularak kapatılmıştır. Profilli ince iki silme ile
kuşatılan pencerelerin, taş alınlıklı kısmının ortasında çarkıfelek motifli bir rozet yer
alır. Bu bölümün alt sırasındaki pencere, ikinci payandanın biraz batısında, zeminin
yaklaşık 2.50 m. yukarısında bulunur. Üzeri sıvanarak tamamen kapatılmış açıklığın,
tespit edilememekle beraber, cephedeki diğer pencerelerden hareketle sivri kemerli
dar bir mazgal şeklinde olduğu anlaşılmaktadır. Alt bölümde pencere ile aynı hizada
köşedeki payandanın hemen doğusunda yer alan açıklığın ise bir pencere değildir767.
Çift sıra silme ile çerçeve içine alınmış dikdörtgen nişin, alt kenarının ortasına
yerleştirilmiş, üstte üç dilimli bir kemerle biten, düşey dikdörtgen formda dar bir
açıklık oluşturulduğu; ancak bilinmeyen bir tarihte bu açıklığın doldurularak
kapatıldığı anlaşılmaktadır. Bu nişin, arkasındaki ıslak mekâna açıldığı düşünülürse,
aslî halinde bir çeşme olduğu söylenebilir768. İkinci payanda, 1/3 oranında
süslenmiştir. Kaideden itibaren 2.00 m. lik süslü bölümde, beş sıra palmet-rumî
kombinasyonundan müteşekkil bir süsleme yer alır. Bu payanda ile üçüncü payanda
arasındaki cephenin orta bölümünde, altta ve üstte iki sıra halinde toplam altı adet
pencere vardır. Üst sıradaki üç pencereden ikisi, çift sıra silme ile kuşatılmış olup,
767
Özdural (a.g.t., s.14), bu nişi pencere olarak adlandırmıştır.
768
Medresenin vakfiyesinde (Bayram-Karabacak, a.g.m., s.55.) iki çeşmeden bahsedilir. Bunlardan
biri, ön cephede yer alan ve üzerindeki kitabeyle varlığı sabit çeşmedir. Diğerinin ise, bugüne
parçaları ulaşmış ve Önge (“Anadolu’da Bilinen...”, s.16) tarafından, restitüsyonu yapılarak
yayınlanan avlunun ortasındaki havuz olabileceği gibi, bahsi geçen sağır niş olabileceği dikkate
alınmalıdır. Bu nişin arkasındaki abdesthâne için vakfiyede (Bayram-Karabacak, a.g.m., s.56), “...Ilkid
veya bezir yağından orayı aydınlatmaya kâfi kandil asılmasının...”istenmesi, mekânın pencerelerle
yeterince aydınlatılmadığını düşündürtür. Bu anlamda, nişin pencere olmadığı; abdest mekânından
dışarıya açılan bir çeşme olabileceği akla gelmektedir. Ayrıca söz konusu nişin, taşların birbirine
bağlanma şekliyle, hiç de sonradan kapatılarak nişe dönüştürülmüş bir pencere açıklığı izlenimi
vermediği mevcut görüntüsüyle de tespit edilebilmektedir.
352
sağır teğet kemerlidir. Taş alınlıklı bölümün ortasında çarkıfelek motifli bir rozet yer
alır. Pencerelerin alınlık kısmının altındaki bölüm moloz taş malzeme ile
doldurulmuştur. Ortada olan pencere ise enli bir silme ile çerçevelenmiş, orta bölümü
moloz taşla doldurulmuştur. Üst bölümdeki pencerelerden ortada ve bunun
doğusundaki iki açıklığın alt kısmında, duvarın sonradan yarılarak yerleştirilmesiyle
teşkil edildiği anlaşılan birer muhdes çörten bulunmaktadır. Alt sıradaki üç
pencereden iki yanda olanı, sivri kemerli dar mazgal pencere şeklindeyken, ortadaki,
biri dar, diğeri enli iki bordürle çerçevelenmiş dikdörtgen nişin alt kenarının ortasına
yerleştirilmiş sivri kemerli bir pencereden ibarettir. Süslenmeden bırakılmış silindirik
üçüncü ve poligonal dördüncü payandanın arasında, toplam yedi pencere vardır. Üst
sıradaki üç pencereden, üçüncü payandaya yakın olan ilk ikisi, çift sıra silme ile
kuşatılmış olup sağır teğet kemerlidir. Taş alınlıklı kısmın altındaki bölümler moloz
taşla doldurulmuştur. Bu iki pencereden payandaya yakın olanının aşağısında
muhdes bir çörten vardır. Üst sıradaki üçüncü pencere diğer iki pencerenin daha alt
seviyesinde ve sivri kemer alınlıklı mazgal bir pencere biçimindedir. Alt sıradaki üç
pencereden batıdan itibaren ilk ikisi sivri kemerli mazgal pencere iken, üçüncüsü,
biri dar diğeri enli iki bordürle çerçevelenmiş ve dikdörtgen nişin alt kenarının
ortasına yerleştirilmiş sivri kemerli bir açıklıktır. Mevcut izlerden, bu pencerenin,
daha sonraki bir dönemde, ahşap çerçeve içine alındığı ve demir şebeke eklendiği
anlaşılmaktadır. Bugün, cephenin doğu köşesini teşkil eden poligonal planlı
payandadan sonra duvarın doğuya doğru devam ettiği yapılan kazılarla769 ortaya
çıkarılmıştır. Bu payandanın bazı taşların aslî yerlerinden deprem tesiriyle oynadığı
769
Tuncer, a.g.m., s.129.
353
tespit edilmektedir770. Son onarımlarla cephe duvarının üstüne iki sıra tuğla örülmüş,
avlunun kuzey yanındaki mekânların üzerini örten sac örtü de buna oturtulmuştur.
Foto 209:Doğu cephe Onarım öncesi(VGM.Arşv)
Foto 210: Doğu cephe (Onarım Sonrası)
Doğu cephe tamimiyle yıkılmıştır (Foto:209-210). Kazılar neticesinde771 ortaya çıkan
temel izlerinden doğu sınır saptanabilmektedir. Temel izlerinden anlaşıldığı
kadarıyla duvar örgüsü, harç kullanmadan demir kenetlerle birbirine bağlanan beyaz
mermer bloklardan teşkil
Foto 211:Doğu cephe Onarım öncesi(VGM.Arşv) Foto 212: Doğu cephe (Onarım Sonrası)
edilmiştir. Binanın güneydoğu köşesi kazılarla ortaya çıkartılmış; güney duvarın bu
köşeden sonra doğuya doğru devam ettiği tespit edilmiştir772. Cephenin kuzey
köşesinde de aynı izlerin varlığı, söz konusu duvarların binayı doğu yönünde kuşatan
770
Bakınız 745. dipnot. Ayrıca, Özdural, a.g.t., s.16.
771
Bkz. Tuncer, ag.m., s.129.; Özdural, a.g.t., s.17-18.
772
Tuncer, a.g.m., s.129.
354
bir çevre duvarına ait olabileceğini; vakfiyede773 bahsi geçen Dârü’l-Ziyafet gibi
günümüze ulaşamamış müştemilat binaların da, bu duvarla sınırlı alan içerisinde
bulunmuş olabileceğini düşündürmüştür774. Kazılar sonucunda775 doğu cephede
takviye payandası bulunmadığı anlaşılmıştır.
Güney cephe doğu yönüne doğru 2.00 m. meyillidir776. Doğu köşesi tahrip
olmuş, ancak kazılar777 sonucunda temel izleri ortaya çıkarılmış cephe, dört payanda
ile hemen hemen birbirine eş büyüklükte üç bölüme ayrılmıştır (Foto:213–214).
Buna göre cephede batıda bir, ortadaki bölümde dört, doğudaki bölümde üç olmak
üzere kapatılmış vaziyette toplam sekiz pencere bulunmaktadır. Cephe aksına göre
asimetrik düzenlenmiş pencereler cephenin alt yarısında aşağı yukarı aynı hizada yer
almaktadır. Cephenin doğu köşesinin bugünkü sınırları ile bitmediği, güney yönünde
doğru açılarak devam ettiği binanın doğu sınırı ile birleştiği anlaşılmaktadır.
Tuncer778, 1990 kazılar sonucunda binanın güneydoğu köşesinden doğu yönüne –
tıpkı kuzeydoğu köşede olduğu gibi- devam eden bir duvar tespit etmiş; söz konusu
duvarın, binayı bu yönde kuşatan bir çevre duvarı veya başka bir yapı bakiyesine ait
kalıntılar olabileceği belirtmiştir. Cephedeki dört payandadan üçü dairesel, bugün
binanın güneydoğu köşesini oluşturan payanda ise poligonal planlıdır. Bu payanda
ile batısındaki yarım daire planlı desteğin arasındaki ilk bölüm, cepheden 2.45 m. lik
773
Bayram-Karabacak, a.g.m., s..53.
774
Tuncer, a.g.m., s.129.
775
Tuncer (aynı yer.), doğu cephede destek olmamasının, medreseye doğu yönünde bitişik bazı
binaların varlığına delil teşkil ettiğini belirtir.
776
Bakınız 738. dipnot.
777
Tuncer, a.g.m., s.129.
778
Aynı yer.
355
bir çıkıntı yapmaktadır779. Bu bölümün üst kesimi büyük ölçüde tahrip olmuş, son
onarımlar sırasında, bu yöndeki mekânların üzerini kapatmak için yapılan örtüyle
cephenin diğer bölümleri, eş seviyeye getirilmiştir.
Foto 213:Güney cephe Onarım öncesi
Foto 214: Güney cephe (Onarım Sonrası)
(VGM.Arşv)
Bugün kesme taş malzemenin büyük ölçüde döküldüğü –sadece payanda ve söz
konusu bölümün köşelerinde kısmen kalabildiği- tespit edilen bölümün alt
seviyesinde, moloz taşla doldurularak kapatılmış ve geç dönemde ahşap bir
çerçeve780 içine alınmış, boyuna dikdörtgen üç pencere açıklığı vardır. Birbirlerine eş
uzaklıktaki açıklıklardan, doğudaki iki pencerenin arasında, daha üst kotta muhdes
bir çörten bulunur. Cephenin orta bölümünün doğu köşesinde, taşıntılı bölümün batı
dış köşesi ile ikinci bölümün doğu köşesinde yer alan781 ve cepheden ¼ oranında
779
Uzunçarşılı, (a.g.e., s.117) “…Medresenin cenup cihetinde bir bostan mevcuttur. Burası vaktiyle
medreseye ait bir hamam arsası imiş…” şeklinde bir bilgi vermektedir. Cephedeki çarpıklığın bu yapı
ile olan ilişkisinden oluştuğu düşünülebilir. Ancak bu yönde yapılan kazılarda böyle bir yapının
varlığına veya taşıntılı bölümle organik bağına ait herhangi bir ize rastlanmamıştır. Bkz. Tuncer,
a.g.m., s.129-130. Bu durumun,
medresenin arazi-parsel olanakları sebebiyle oluştuğunu
düşünmekteyiz.
780
Özdural (a.g.t., s.22), pencerelerde bir zamanlar mevcut demir şebekeye ait yuvaları tespit etmiştir.
Ancak bu şebekeye ait günümüze bir iz ulaşamamıştır.
781
Güney cephede payandalar arasındaki mesafenin kuzey cepheye göre daha yakın olduğu
görülmektedir. Bunun, arazinin doğu yönüne doğru meyilli ve taşıntılı bölüm gibi güney cephede
görülen statik zorunluluklar sebebiyle oluştuğu anlaşılmaktadır.
356
verilmiş süslemesiz payanda konik bir külahla782 sonlanmaktadır. Bölümün alt
yarısında birbirinden eş olmayan uzaklıklarda ve farklı büyüklükte, hemen hemen
aynı hizada, moloz taşla doldurularak kapatılmış dört pencere783 yer alırken, üst
yarısında, doğudaki saçak seviyesinde diğer ikisi bir hizada ve cephenin ortaya yakın
bölümünde birbirine eş mesafede üç muhdes çörten bulunmaktadır. Cephenin doğu
bölümü diğerlerine göre daha masif karakterlidir. Cephedeki diğer pencerelerle
hemen hemen aynı hizadaki boyuna dikdörtgen formlu pencerenin açıklığı moloz taş
malzemeyle kapatılmıştır. Güneybatı köşedeki payanda784 tıpkı simetriğindeki –
kuzeybatı köşedeki payanda- gibi zengin bir dekorasyona sahiptir. Simetriğindeki
payanda da görülen süsleme kompozisyonu ve tasarım bu payanda da tekrarlanmıştır.
Batı cephe, binanın hem tasarım hem süsleme açısından en görkemli
bölümüdür (Çizim:35, Foto:216). Anadolu Selçuklu Mimarisinde ön cephe tasarımı
açısından zirve785 kabul edilen batı cepheye, mutlak bir simetri hâkimdir. Portalin iki
yanındaki minare kaideleri hariç tutulursa, cephe, biri ortadaki portal kuruluşu olmak
üzere üç eş birime ayrılmıştır. Klasik Selçuklu portallerinde görülen en ve boy
782
Söz konusu payandanın malzeme ve strüktür açısından herhangi bir müdahaleye uğramadığı ve
günümüze özgün olarak ulaştığı anlaşılmaktadır. Payandanın konik bir külahla sonlanması, bugün üst
bölümleri yıkılmış binadaki diğer payandaların da bu tür bir külahla nihayetlendiğini
düşündürmektedir.
783
Pencerelerden, bölümün iki köşesinde yer alan açıklıkların payandalara olan yakınlığı ve neredeyse
zorlayarak açılmış olması, medresenin iç mekân ve dış cephe tasarımı arasındaki uyumsuzluğunu
gösterir. Nitekim bu türlü bir zorlama kuzey cephede batıdan itibaren dördüncü payandanın hemen
doğusuna açılmış pencere açıklığında da görülmektedir.
784
Özdural (a.g.t., s.23), güney cephedeki doğudan itibaren üçüncü payandanın kaide kısmında
süslemenin başladığını –tıpkı kuzey cephedeki simetriğindeki payanda gibi- ancak devam
ettirilmediğini belirtir. Ancak biz incelemelerimiz sırasında böyle bir tespitte bulunmadık. Yan
cephelerde yer alan ve süslemenin başladığı ancak tamamlanamadığı payandalar, tasarımın ön
cepheyle sınırlı olmadığı, yan cephelerdeki payandalarında süslenmesinin düşünüldüğü, ancak inşaat
sürecindeki zamanla ilgili problemler yüzünden gerçekleştirilemediğine işaret etmektedir.
785
Tuncer, “Birkaç Selçuklu…”, s.64–65.
357
arasındaki 2/3 oran, burada kesin bir ölçüde sağlanmıştır. Kuzeydeki çeşme dışında
iki yan bölümde de kesin simetri göze çarpmakta, kapı ve minare kaidelerinin her bir
süsleme unsurundaki paralellikle bu kesin simetrik anlayış bütünlemektedir. Ayrıca
portaldeki çift renkli mermer kullanımıyla oluşturulan ışık-gölge etkisi, süslemeleri
daha güçlü bir plastik etkiyle yansıtırken, portalin iki yanında yükselen minarelerdeki
çini kullanımı da bu etkiyi artırmaktadır. Tek şerefeli tuğla minareler portale iki
yandan üçte bir oranında nüfuz eder. Portalin iki yanında ve cephenin orta kısmında
bulunan, simetrik olarak düzenlenmiş boyuna dikdörtgen pencereler aynalı sağır
kemerlidir ve dıştan süslemesiz786 bir bordürle çerçevelenmiştir (Foto:215-216).
Foto 215: Ön (batı) cephe
Foto 216: Ön (batı) cephe
Aynalı kemerlerin ortasında süslemeli birer kabara bulunmaktadır. Pencereler,
bilinmeyen bir tarihte mermer ve tuğlayla doldurularak kapatılmıştır787. Yine
simetrik olarak portale daha yakın bir konumda yer alan büyük boyutlu pencereler
eşik hizasındadır. Boyuna dikdörtgen formlu açıklıkları üstte, iki yanda sütuncelere
binen, mukarnas kavsaralı bir sivri kemer kuşatmaktadır. Güneydeki pencerede kuzeydekinin aksine- sivri kemerli alınlığın iki kenarında gülbezek motifleri yer
786
Açıklıklardan, güneydeki pencerenin alt lentosunda geometrik süslü mermer bir parça bulunur.
Bunun dışında kuzey ve güneydeki bölümlerde yer alan pencereleri üç yönden kuşatan bordür
süslemesizdir.
787
Söz konusu iki pencerenin yakın tarihlere kadar açık olduğu son onarımlar sırasında doldurularak
kapatıldığı anlaşılmaktadır.
358
alırken, sivri kemerli bölümün üstünde de beyaz mermerden bir yazıt788 bulunur.
Yine güney bölümdeki pencereyi üç yönden kuşatan mermer bordürde, bitkisel
karakterli yarım bırakılmış, bir süslemeye vardır. Bu bölümde payandaya ve
cephenin alt kısmına yakın konumda üst kısmı dilimli mazgal biçiminde bir
pencere789 bulunmaktadır. Batı cephede, simetriyi bozan iki unsur, bahsi geçen
mazgal pencere ve kuzey bölümdeki çeşme’dir. Cephenin her iki bölümündeki kenar
süslemelerinde farklılık görülür. Güneyde, dört yandan bölümü çepeçevre dolaşan
çift sıra bordüre karşın, kuzeyde sadece üst bölümde –üstelik güneydekinden farklı
bir süslemeye sahip- süsleme kuşağının yer alır. Güneyde biri enli diğeri daha dar iki
bordür üstte ve iki yan kenarı kuşatırken, alt kenarda, sadece dıştaki dar bordür,
buradaki büyük boyutlu pencereyi de üç yönden kuşatarak kompozisyonu teşkil eder.
Bordürler boyuna olmakla birlikte buradaki süslemeler enine gelişen bir şekilde
kompozisyona sahiptir. Burada Anadolu Selçuklu dönemi için karakteristik palmetrûmî kombinasyonuna dayalı bir süsleme vardır. Bu kenar süslemelerinin payandaya
yakın kenarında ve üst kenarla birleştiği köşede kesintiler görülür. Bu kesintilerin
tıpkı bu bölümdeki pencerenin bordüründe olduğu gibi aşınmadan oluşmadığı, yapım
sırasında eksik bırakıldığı mevcut izlerden790 anlaşılmaktadır. Cephenin kuzey
788
Edgüer-Uzunçarşılı, a.g.e., s.117.
789
Burada mimarın, pencerenin açıldığı uzun tonozlu mekânın yeterince aydınlatılamadığı kanaatiyle
ön cephenin simetrisini bozma pahasına bir açıklık oluşturduğu anlaşılmaktadır.
790
Bu kesintiler, süslemenin cephenin üzerine iskele kurularak bulunduğu yerde oluşturulduğuna
işaret etmektedir. Nitekim H.Karamağaralı, (“Erzurum’daki Hatuniye Medresesinin Tarihi ve Bânisi
Hakkında Bazı Mülâhazalar”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi III, Ankara 1971, s.209–247)de,
Erzurum Çifte Minareli Medresesi’ndeki durumdan yola çıkarak, Selçuklu ve onu takip eden
dönemlerde, süslemenin yerde değil örgü ve kaplama tamamlandıktan sonra yerinde işlendiğini
belirterek, bu konuda tamamlanamamış cephe süslemelerine en iyi örneklerden birinin Bursa Yeşil
Cami olduğunu kaydetmektedir. Karamağaralı, a.g.m., s.211. Sivas Çifte Minareli Medrese portal
bordürlerinde de yarım bırakılmış süslemeler görmekteyiz.
359
bölümünde ise iki yan ve alt kenarda bordür bulunmaz. Üst kenarda ise mukarnas
kavsaralı bir frizin hemen altında bitkisel karakterli biri enli diğeri dar iki bordür
vardır. Bu bordürlerdeki süslemelerin, güney bölümdeki bordür süslemelerinden
farklı bir karakterde olmakla birlikte yine enine gelişmiş bir palmet-rûmî
kombinasyonundan oluştuğu görülür. Mukarnaslı friz791 sadece kuzey bölümde
karşımıza çıkar. Bu durum, giriş cephesinde süsleme ve mimarinin geneline hâkim
simetriye, bordürlerin sayıları ve süslemeleri konusunda çok da uyulmadığını
gösterir792.
791
Giriş cephesinin iki yan bölümünün saçak yükseklikleri kontrol edildiğinde, güney kesimin daha
düşük seviyede bulunduğu, bu durumun tahribat sonucu zamanla oluştuğu, aslî halinde ise güney
kesiminde tıpkı kuzeydeki gibi mukarnaslı bir frizle sonlandığı rahatlıkla söylenebilir. Aynı durumu
Sivas’taki Çifte Minareli Medrese de görmekteyiz. Giriş cephesinin güneyi mukarnaslı bir friz ile
sonlanırken kuzey kesimide üst bölümün yıkılmasından ötürü bu friz görülmez. Kanaatimizce giriş
cephesi, Bayburtluoğlu (a.g.m., s.100) nun, belirttiği gibi dendanlı olarak düzenlenmemiş, dendan
sadece portalin üzerinde yer almıştır. Nitekim çeşitli zamanlardaki kazı ve sondajları neticesinde
sadece bir dendanın –portal eşiğinde- ele geçirilmesi de bu duruma karine teşkil eder.
792
Nitekim aynı tarihli Sivas Çifte Minareli Medresenin giriş cephesinde, portalin iki kenarındaki
gerek payanda süslemeleri, gerekse bordür sayısı ve bordür süslemelerinde asimetrik bir düzenleme
ile karşılaşmaktayız.
360
Foto 217: Portal
Foto 218: Portal yan kanatlarından detay
Portalde (Foto:217) beyaz mermer malzeme nedeniyle ışık-gölge etkisi, genel
görünüme katkıda bulunur793. Silindirik gövdeli minarelerin altında tuğladan iki kare
kaide kısmı yer alır. Bu bölümü mermer kaide bölümünden, portalin en üst yatay
çerçeve kısmından inen bir şerit ayırır (Foto:218). Üst kesimleri sivri kemer
şeklindeki kare sahalardan oluşan bu bordür portalin dış bordürü olmayıp, üst ve yan
satıhları kat eden portal çerçevelerine eşlik eder. İki kaide kısmı portalden farklı
olarak mavi mermerden yapılmıştır. Portal kaideleri iki yanda kalın kaval silme ile
sınırlandırılmıştır.
793
Ögel (a.g.e., s.58.), portalin, yan kanatlarının daraltılması sebebiyle “Konya Sahip Ata Camiindeki
ehemmiyetini yitirdiğini” belirtir.
361
Bu silmeler, zeminden itibaren sivri kemerli bir saha içinde, altta boyuna dikdörtgen
bir bölüm oluşturmaktadır. Bu bölümün içinde altta sekiz kollu mermer bir saha
içinde yazı794 ve onun üstünde kalker taş malzemeden hayat ağacı795 motifi bulunur
(Foto:219). Burada rûmîli üçgen saptan yapraklar, simetrik olarak çifter çifter çıkar.
En alt yaprak, ucu, rûmî yaprağının dairesel kısmına benzeyen bozuk796 şekilli bir
palmettir. Ondan sonraki yapraklar arasında nar meyvesine benzeyen bir motif
görülür. Üst kısımdaki yapraklar arasında da benzer motifler bulunur. Ortadaki
kartalın her iki yanında, narların hemen üzerinde kuş motifleri yer alır.
Foto 219: Hayat Ağacı motifi
794
Güneydeki sekiz kollu pano içinde “kefurû li-yezlikuneke bi absârihim” şeklinde Zuhruf Sûresinin
son ayeti, kuzeydeki panoda ise “lemma semai’uz ismuhu le huz’zikr ve yekulûne lehu’l mecnun”
şeklinde Kalem Sûresinin 52.ayeti yazılıdır.
795
Anadolu Selçuklu Sanatında sıklıkla görülen hayat ağacı motifi, Erzurum Çifte Minareli Medrese
(XIII. Yüzyılın sonları, ağacın altında ejder çifti vardır), Erzurum Yakutiye Medresesi (1310, ağacın
altında aslan çifti vardır), Kayseri Döner Kümbet (1276-77, ağacın altında aslan çifti vardır) de
görülür. Divriği Ulu Camii (1229) ve Niğde Hüdavent Hatun Türbesi (1312) nde ise bitkisel zemin
üzerinde işlenmiş kartallarda, zeminin hayat ağacını temsil ettiği söylenmektedir. Bkz., G.Öney,
a.g.e., s. 44.
796
Ögel, a.g.e., s.58.
362
Heraldik duruşlu kartal, tek başlı797 olup ayakları ile yaprağa tutunur. Kaval silmeler
bu bölümün üstünde, köşelerde “L” şekilli ortada sekiz kollu yıldız oluşturacak
şekilde bir kompozisyon meydana getirir. Yıldızın ortasında sivri kemerli bir açıklık
bulunmaktır ki burası merdiveni aydınlatan pencerelerdir798. Kaval silmeler bu
bölümün üstünde enine dikdörtgen bir saha teşkil eder. Burada tek satır halinde bir
yazıt799 vardır. Kaval silmeler yazıtın üstünde, ortadaki iri palmete iki kenarda
bağlanan yarım bırakılmış rûmîlerden oluşan, yüksek kabartma olarak işlenmiş bir
kompozisyon oluşturur. Palmetin tepe yaprağı içinde küçük bir palmet daha yer
almaktadır. Esas itibariyle kaval silmelerin kaidelerdeki süslemelerin tamamını
meydana getirmesi bu yan bölümleri bir bütün
yapar800. Simetrik portal kaidesinin iç yüzleri
esasında ön yüzlerinin tekrarı gibidir. Üstte iri
kaval silmeli yanlarda yarım iki rûmî ve ortada
palmetten oluşan kompozisyon, zemine kadar iç
yüzleri sınırlayan profilli iki bordür oluşturur ve
altta –tıpkı ön yüzde olduğu gibi- perde püskülü
motifi ile sona erer. Palmet- rûmî kompozisyonun
altındaki boyuna dikdörtgen sahada, tepe
Foto 220: Portalin iç yüzleri
noktasında bir palmet bulunan teğet kemerli bir
kompozisyon vardır. Bu kemerin altında enine dikdörtgen formlu ve beyaz mermer
797
Ögel (a.g.e., s.58), bunun insan başı olduğunu belirtmektedir.
798
Kuzeydeki minare penceresi bilinmeyen bir tarihte kapatılmıştır.
799
Güneydeki yazıtta, “Kâlen nebî aleyhis’selam men hayyere… hayrallahu celle celâluhu innî dâfi
…ani’l” yazılı iken bunun devamı olarak kuzeydeki yazıtta “kabir ve eşeddühu… ve bi kuvveti…
yemşi afvenlehu zunub” şeklinde bir hadis yazılıdır.
800
Ögel, a.g.e., s.58.
363
malzemeli –söz konusu sahadaki mavi renkli mermer malzemeden farklı olarak- bir
bordür yer alır. Bu bordürde çiçekli kûfî hatla bir yazıt801 bulunur. Yazı bordürünün
altında teğet kemerli bir saha bulunur. Zemine kadar inen bu uzun sahanın ortaya
yakın bir kısmındaki, beyaz mermer malzemeli ve sekiz kollu yıldız panonun içinde
bir yazıt802 vardır.
Foto 221: Minare kaidesi süslemesinden detay
Foto 222: Minare pabucundan detay
Portalin iki yanında yükselen minarelerin 1719 yılında, şerefeden itibaren
yenilendiğini belirtmiştik803. Bunun dışında Tuncer804, girişin iki yanındaki
mekânların kubbelerinde yaptığı sondajlarda, minarelere ait çeşitli sırlı tuğla ve
mukarnaslı parçalar ele geçirmiştir. Dolayısıyla, bugünkü güdük görünüşlü
minarelerin şerefeden itibaren üst kısmının muhdes olduğu anlaşılmaktadır. Portalin
dendanlı üst kısmı ile aynı hizada sonlanan minare kaidelerinin, ön ve yan yüzleri
benzer süslemeye sahipken doğuya bakan arka yüzleri süslenmeden bırakılmıştır.
Boyuna dikdörtgen kaidenin, ön ve yan yüzleri iki eşit kare sahaya bölünmüştür
(Foto:221). Söz konusu alanlardan üstte olanında iç kısmındaki süslemeleri
801
Portal kaidelerinin her iki iç yüzündeki enine dikdörtgen yazı bordürlerinde “Allahu Ekber La İlahe
İllallahû” ibaresi bulunmaktadır.
802
Edgüer-Uzunçarşılı, a.g.e., s.118.
803
Bakınız 747. dipnot.
804
Tuncer, a.g.m., s. 125.
364
dökülmüş madalyonlar805 yer alır. Ayrıca mevcut izlerden, her iki kare bölümü dört
yönden kuşatan bitkisel karakterli çini bir bordür olduğu tespit edilmektedir. Bu
bölümde yarım tuğlaların uzun kenarları yatay birim olarak kullanılmış ve düşey derz
aralarına çiniler, uzun kenarları gelecek şekilde yerleştirilmiştir. Her yatay sırada
birimler, altta ve üstteki yatay derz aralarına sarkarlar. Çini birimler bir atlamalı
sıralarda üst üste gelir806. Pabuç kısmının dört ana yönüne gelen noktalarında bugün
içleri tahrip olmuş kare sahalar mevcuttur807. Söz
konusu kare sahalardan güney minarenin doğu
yüzde olanı günümüze sağlam gelebilmiştir. Burada
teğet kemerli bir şema vardır. Kemerin iç yüzü
bitkisel karakterli bir süsleme ile düzenlenmişken,
kemer,
beşgen
çini
mozaik
parçalardan
oluşturulmuştur. Kare sahanın kemer dışındaki
bölümleri ise mevcut izlerden niteliği tam olarak
anlaşılamayan geometrik karakterli çini
Foto 223: Minare gövdesinden detay
805
Minare kaidesinin bu kompozisyonuna en yakın örnekler Sivas ve Erzurum Çifte Minareli
Medreselerinde bulabilmekteyiz. Bu iki örnekle, bina arasındaki fark, kaidedeki saha, ortası
madalyonlu tek kare bölümle oluşturulmuştur. Erzurum’daki örnekte madalyonlar daha sağlam
günümüze gelebilmiştir. Madalyonların ortasındaki sahada çini mozaik süsleme ile oluşturulmuş bir
yazı kompozisyonu yer almaktadır. Dolayısıyla Gök Medresenin minare kaidesindeki madalyonların
içlerinde de çini mozaik ile oluşturulmuş yazı kompozisyonları olduğu söylenebilir. Erzurum ve Sivas
Çifte Minareli Medresenin minare kaidelerinin arka yüzünde sırlı tuğla ile oluşturulmuş kûfî yazı
bulunmaktadır. Minare kaidesindeki yazı ile süslemenin erken bir örneğini ise Konya Sahip Ata
Camiinde görebilmekteyiz.
806
Bakırer, …Tuğla Kullanımı, s.448.
807
Pabuç kısmındaki bu kare bölümlerin benzerlerini Sivas ve Erzurum Çifte Minareli Medreselerde
de görebilmekteyiz. Erzurum’daki örnek Gök Medrese ile birebir aynı iken, Sivas Çifte Minareli
Medresede, pabuç kısmındaki kare bölümler yan yana sıralanmış durumdadır.
365
süslemelerle doldurulmuştur (Foto:222). Burada turkuaz ve lacivert çini mozaik
parçalar kullanılmıştır. Silindirik gövde kısımlarında, sırlı sekiz kaval silme arasına
nöbetleşe dizilen dört üçgen prizma ve dört yarım daire planlı dilimin yüzeylerinde,
çinilerle oluşturulmuş kırık çizgiler ve baklavalar yinelenerek yükselmektedir808.
Kaval silmelerde turkuaz renkli yüzeylerde ise patlıcan moru ve turkuaz renkli kare
çini mozaik parçalar kullanılmıştır (Foto:223). Muhdes şerefe ve petek kısımları ile
gövdeyi ayıran bileziğin, tıpkı Sivas Çifte Minareli Medrese de olduğu gibi çinili
olması muhtemeldir.
Minare kaidelerini portal bloğundan üstü sivri kemere dönüştürülmüş kare
dilimlerden oluşan bir bordür ayırır. Portali çevreleyen beş bordürden en dışta olanı
(Foto:225), dendanların altındaki üst yatay kısmı ve minare kaidesinin altını
dolaştıktan sonra köşede kıvrılıp portal blokunun iç yan satıhlarını kat eder. Portal
bordürlerinin en dışta olanında, palmetlerden oluşan bitkisel dekorlu zemin üzerine iç
içe dairevi poligonlardan oluşturulmuş bir geometrik kompozisyon yer alır. Burada
poligonlardan ancak yarısı kesite girer809.
Foto 224: Portal ön yüzü
808
Bakırer, a.g.e., s.453.
809
Ögel, a.g.e., s.59.
Foto 225: Portal bordürleri
366
Boyuna doğru yerleştirilmesine karşın enine gelişen bu bordürden sonraki ikinci
çerçevede, üç yuvarlak bölümlü kemercikler arasına karşılıklı alınlık yapan yarım
rûmî çiftleri sıralanır. Kemerciklerin orta bölümünün tepesinde palmetler vardır ve
bunlardan sağ ve sola ayrılan spiral kıvrım dallar, rûmîlerin altından geçip tekrar tepe
palmetinde sonuçlanırlar810. Bordür zemininde yer alan bitkisel süsleme, üstteki
palmet-rûmî kombinasyonunu daha plastik bir etki ile ortaya çıkarmaktadır. Portalin
diğer üç811 –ilk ikisine göre daha dar- bordürü içbükey bir profilasyona sahip olup,
boyuna gelişen bir kompozisyonla süslenmiştir. Bu üç çerçevede kompozisyonlarda,
yüksek kabartma şeklinde oyulmuş palmet ve rûmîlerin, bazen kıvrım dallar bazen
de dik eksenlere göre simetrik şekilde düzenlendiği görülür. Buradaki kıvrım dalların
ucundaki
palmetler,
antik
dönem
örneklerini
hatırlatacak
kadar
ayrıntılı
verilmiştir812. Portal profilasyonu ve portali kuşatan bordürlerde görülen süslemeler
Anadolu’daki kimi benzer örneklerinden813 daha ayrıntılı işleniş ve mermer malzeme
kullanımıyla daha gösterişli bir görünüm arz eder. Biri ince diğeri daha kalın iki köşe
sütuncesinde, palmet motifinden gelişen süslemeler görülür. İnce olan köşe
sütuncesinde süslemeler daha yüzeysel işlenmişken, kalın olanında daha taşkın
810
Ögel, “Bir Selçuk Portalleri Grubu…”, s.115.
811
Portalin dıştan itibaren ilk iki çerçevesinin portalin üst kesimindeki bölümleri bugün yıkılmıştır.
Diğer üç çerçeve ise sağlamdır.
812
813
Ögel, a.g.m., s.115.
Portal çerçevelerinden özellikle dıştan itibaren ikincisi Erzurum Çifte Minareli Medrese ve
Beyşehir Eşrefoğlu Cami portallerinin bordürlerinde görülen süslemeyle birebir benzer. Bunun
dışında Gök Medresenin portal profilasyonu Erzurum Çifte Minareli Medrese portali ile çok yakın
benzerlikler gösterir. Rogers, (The Çifte Minare Medrese…, s.73.) Çifte Minareli Medresenin portal
süslemelerinin ve profilasyonunun Gök Medresede denenmiş uygulamalar olduğunu belirtir. Bu
konudaki geniş tartışma için bkz. Rogers, a.g.m., s.73-79.
367
motifler göze çarpar. Köşe sütuncelerinin iki kademeli ve akantus yapraklı
başlıklarının üzerinde, iki yanda usta kitabeleri814 mevcuttur.
Portalin iki yanındaki ongen mihrabiye nişlerini
dışta U şeklinde bitkisel karakterli bir bordür
kuşatır
(Foto:226).
Mihrabiyelerin
boyuna
dikdörtgen dış çerçevesi mukarnasın üstünde bir
düğüm oluşturarak iki yanda bitkisel süslemeli
sütuncelere
oturur.
Mukarnaslı
kavsaranın
köşelerinde birer gülbezek motifi yer vardır.
Kavsaranın altındaki geometrik karakterli kuşak
ve onun da altındaki ongen yüzey, geometrik
Foto 226: Mihrabiye
geçmelerle süslenmiştir815. Mihrabiyelerin üzerini
güneydekinden itibaren başlayıp kapı kemerini dolaşıp kuzeydeki mihrabiyede son
bulan, enine gelişen palmet-rûmî kompozisyonundan oluşmuş bir süsleme bordürü
dolaşır. Bu bordürün üstünde ise –yine güneydeki mihrabiyeden başlayarak kapı
kemerini dolaşıp kuzeydeki mihrabiyede son bulan- binanın inşa kitabesi yer alır.
Sülüs hatla yazılmış kitabe816 tek satır olarak işlenmiştir. Portalin mukarnaslı
814
Güneydeki yazıtta “Amel-i Üstad”, kuzeydekinde “Kâluyan el-Kunevî” yazılıdır.
815
Ögel (a.g.m., s.115.), “…köşe sütunları ve mukarnasları ile bu küçük nişler portali en miniature
tekrarlar.”
diyerek benzerliği vurgulamaktadır. Bunun dışında Çifte Minareli Medrese ile Gök
Medresenin mihrabiye nişlerini ayrıntılı bir şekilde tartışan Rogers (a.g.m., s.75-76), her iki
medresedeki eliptik görünüşlü mihrabiyelerin on kenarlı olmasından ve buradaki her birimin
olağanüstü uyumundan bahsederek, her iki yapının karşılaştırdığı Konya’daki örneklerle arasındaki
farklılığı ortaya koymaya çalışmıştır.
816
Binada iki inşa kitabesi vardır. Kapı kemerinin üzerinde yer alanında hangi sultan zamanında kim
tarafından yaptırıldığı ve kaç tarihli olduğuna dair bilgi vardır. Kitabe için bkz. Hersek, Fetihten
Osmanlı…, s.190. Buna göre medrese 9 Ağustos 1271 tarihinde III. Gıyaseddin Keyhüsrev
368
kavsarasını kuşatıp iki yanda köşe sütuncelerine oturan teğet kemer, bir yazı frizi817
ile süslüdür. Mukarnaslı kavsara on dört sıralıdır ve derin, yelpaze şeklinde
dilimlenmiş hücreciklere sahiptir818. Kavsaranın en alt sırasında, bir atlamalı olarak
yerleştirilmiş ve kemerli bir çerçeve içine alınmış ve yüzeyleri süslenmeden
bırakılmış kabaralardan oluşan friz yer alır. Portal kemeri ile mukarnaslı kavsara
arasındaki satıhlar, bitkisel karakterli süsleme ile doldurulmuştur. Kavsaranın ve
portal kemerinin köşelerinde boş küre yerleri bulunur. Söz konusu kürelerin
çevresinde, merkezden radyal biçimde dağılan bir palmet sistemi görülür. Portal
kuşatma kemerinin üstünde ikinci inşa kitabesi bulunur819. Bugün portalin üzerinde
biri güney, diğeri kuzey uçta yer almak üzere iki dendan bulunur. Dendanların ön
yüzleri tek eksene göre düzenlenmiş kapalı kompozisyonda ve bitkisel karakterli bir
süslemeye sahiptir. Bir parçası da kazılar820 sonucunda ele geçirilen dendanların aslî
hallerinde bütün portalin üzerinde bitişik olarak821 yer aldıkları anlaşılmaktadır.
döneminde Hüseyin oğlu Ali tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Burada Sahip Ata’nın vezirlik
unvanından bahsedilmemiştir.
817
Burada “Amene Resulu” ile başlayan Bakara Sûresi’nin son ayetleri yazılıdır.
818
Ögel, a.g.m., s.115.
819
Sülüs hatla yazılmış tek satırlık kitabede (bkz. Hersek, a.g.t., s.191.) binanın III. Gıyaseddin
Keyhüsrev zamanında yaptırıldığına dair bilgi vardır.
820
Tuncer, a.g.m., s.129.
821
Mevcut dendanların yan yüzlerinin işlenmemiş olması ve birleşme yerlerine işaret eden izlerin
bulunması bitişik olarak yer aldıklarını göstermektedir. Özdural, a.g.t, s.36.
369
Kapı nişi basık kemerli olup, kemer köşeliklerindeki üçgen bölümler kıvrım
dallardan oluşan sonsuz karakterli bitkisel bir süsleme ile dolgulanmıştır. Kapı
kemeri, zemine kadar inen, düşey konumla ve zikzak şeklinde geçmelerle birbirine
tutturulmuş taşlardan oluşur. Üzerinde
süsleme yoktur822. Burada, iki farklı
(mavi ve beyaz) mermer kullanımı,
hem
bitkisel
köşelikleri,
hem
dekorlu
de
kemer
hayvan
başlarından oluşan üzengi
Foto 227: Kapı köşeliğindeki figürlü süsleme
noktalarındaki koyu renkli
kalker taşından figüratif süslemeyle zıtlık meydana getirilmiş; böylece süslemelerin
daha öne çıkması sağlanmıştır. Kilit taşı tahrip olmuştur. Üzengi taşlarında yer alan
süsleme, geniş bir yaprağın üzerindeki hayvan başlarından oluşur. Yuvarlak dilimli
yaprağın içindeki hayvan başları girift bir şekilde düzenlenmiş olup, koç, domuz,
aslan, yılan, ejder gibi hayvan başları görülmektedir823.
822
Ünal (…Taçkapılar, s.47, dpnt.9), “…iki renkli taşın kullanıldığı kapı kemerlerinde süslemenin
görülmediğini” belirterek, bunun, “… taşların iki renkli oluşunun süslemeyi gölgelemesi” nedeniyle
tercih edilmediğini kaydetmektedir. Ünal ayrıca, Gök Medrese’deki kapı kemerinin paralellerinin
Amasya Bimarhane, Karaman İbrahim Bey İmareti, Karaman Nefiszâde Mescidi, Niğde Ak Medrese
ve Karaman Nefise Hatun Medresesi gibi XIV. yy. örneklerinde bulabildiğimizi belirtmektedir.
823
Buradaki hayvan başlarının burç işaretlerini simgelediği yolundaki geniş tartışma için bkz. Diez,
a.g.m. Anadolu’daki burç ve hayvan tasvirleri, Cizre Köprüsü (1164), Erzurum Emir Saltuk Kümbeti
(XII.yy), Kayseri Karatay Han (1249), Denizli Ak Han (1253-54), Niğde Sungur Bey (1335) ve
Bünyan Ulu Camii (XIV.yy) nde görülmektedir. Bkz. Öney, a.g.e., s.53-54. Bu hayvanların Türklerin
on iki hayvanlı takvimlerinde de yer aldığı konusundaki tartışma için bkz. O.Turan, On İki Hayvanlı
Türk Takvimi, İstanbul 1941. Ayrıca on iki hayvanlı Türk takviminin orijini konusundaki yeni bir
çalışma için bkz. A.Vovin, “Some Thougts on the Origins of the Old Turkic 12-Year Animal Cycle”,
Central Asiatic Journal, Vol. 48/1 Weisbaden 2004, s.119-132.
370
Portalden, doğu-batı doğrultusunda uzanan, boyuna dikdörtgen planlı ve yıldız tonoz
örtüye sahip giriş eyvanına geçilir (Çizim:34). Üzeri beyaz badanalı, yıldız tonoz824
örtünün ortasında sarkıt biçiminde bir göbek yer alır. Giriş eyvanının taş kaplamalı
zemini avluya doğru 0.24 m. meyilli825 olup, buradan birer kapı vasıtasıyla güney ve
kuzey yanındaki kare planlı iki mekâna geçilmektedir.
Foto 228: Mescidin mihrabı ve geçiş öğeleri Foto 229: Mescit kubbe kasnağındaki çini pano
Bunlardan
güneyde
olanı
mescittir
ve
medresenin
en
yüksek
mekânını
oluşturmaktadır. Kare planlı mescit, Türk üçgenleriyle geçilen bir kubbeyle
örtülüdür(Foto:228). Duvarları, kapı ve zemini taş, pencereleri mermerden, kubbe ve
kubbeye geçiş sistemleri ise tuğla malzemedendir. Kuzey kenarının ortaya yakın bir
bölümünde yer alan kapının aksından biraz batıya kaymış bir konumda mihrap yer
alır. Doğu duvarında, eksende ve aynı hizada iki pencere bulunur. Batıda ise, biri
güney köşeye diğeri kuzey köşeye yakın konumda iki açıklık vardır ki bunlardan
güneyde olanı girişe bakan bir pencere, kuzeyde olanı ise güneydeki minareye çıkış
kapısıdır. Boyuna dikdörtgen formlu kapı, üstte ve yanlarda süslenmeden bırakılmış
iki bordürle kuşatılmıştır. Kapı nişinin basık kemeri tıpkı portalde olduğu gibi düşey
824
Söz konusu yıldız tonozu A.T.Yavuz, a.g.e., s.34. de üç hatla dört yüze ayrılan yıldız tonozlar
grubunda zikretmiştir. Bu tonozun benzer örneklerini Sivas Keykavus Darüşşifası, Divriği Ulu Camii,
Tuzhisar Sultan Hanı, Alara Hanı, Karatay Han ve Erzurum Çifte Minareli Medresede
görebilmekteyiz. Yavuz, a.g.e., s.34.
825
Özdural, a.g.t., s.36.
371
konumla ve zikzak şeklinde geçmelerle birbirine tutturulmuş taşlardan oluşur.
Kemerin hemen üzerinde tek satır halinde sülüs hatla bir yazıt bulunmaktadır826.
Mekânın duvarlarında, altta koyu gri renkte üstte ise daha açık renkte iki kat sıva
bulunmaktadır. İkinci kat sıvanın üzerinde yeşil renkli bir boya vardır. Kubbenin
üzeri de bilinmeyen bir tarihte açık sarı renk ile boyanmış olup, kubbe göbeğindeki
kalem işi süslemeler de geç döneme aittir827. Mekânın doğu duvarında yer alan iki
pencereden üstte olanı sivri kemerli olup bugün kapatılmış durumdadır. Altta olanı
ise boyuna dikdörtgen formludur ve avluya
açılmaktadır.
Avluya
bakan
yüzünde
boyuna dikdörtgen pencereyi, dışta biri
içbükey ve süslemesiz diğeri daha dar ve
palmet-rumî kompozisyonla süslenmiş iki
bordür kuşatır. İki yanda bitkisel süslemeli
başlıklara sahip sütunlara oturan sivri
kemer
yüzeysel
kavsara
işlenmiştir.
Mukarnas
kesitli
nişçiklerle
üçgen
doldurulmuştur. Pencere açıklığının hemen
üzerinde bir kabara vardır. Pencerenin sivri
Foto 230: Mescit kubbe geçiş öğelerinden detay
kemerinin üzerinde
tek satırlık bir hadis yazıtı yer alır828. Pencerenin lento ve alt sövelerinde yedişer, yan
826
Edgüer-Uzunçarşılı, a.g.e., s.118’de yazı ile ilgili bazı harf ve kelime hataları görülmektedir.
“Karrehun” kelimesi “kar’etü’l “ şeklinde yanlış okunmuştur.
827
Bu müdahalenin minarelerin dolayısıyla mescidin tekrar işlerlik kazandırılmasına çalışılan 1719
yılı onarım sırasında yapıldığı söylenebilir. Ancak mekânın duvarları ile kubbenin farklı renkteki
boyaları farklı yıllara ait müdahalelerle oluşturulduklarını düşündürmektedir.
828
Edgüer-Uzunçarşılı, a.g.e., s.118.
372
sövelerinde ise onbirer adet, bir zamanlar mevcut olan demir şebekeye ait yuvalar
görülür. Alt sövenin, geometrik yıldızlardan oluşan bir süslemeye sahip kesme taştan
oluşması dikkat çekicidir. Mekânın duvarlarında, alt kotta, düzenli yuvalar
mevcuttur829. Portal önündeki kazılar sırasında830 ele geçirilmiş olan beyaz mermer
dendan parçası, mekân içinde gelişi-güzel bir şekilde atılmıştır. Giriş aksında yer
alan mihrabın niş derinliği duvar içerisinde kalır ve çerçevesi duvar yüzeyinden biraz
çıkıntı yapar831. Turkuaz ve manganez moru renkte çinilerle süslenmiş mihrabın,
süslemesinin dökülmüş yerleri, yeşil renge boyanmıştır. Çiniler, bordürlerdeki
bitkisel tezyinata ve yazının harflerine uygun olarak kesilmiştir. Boyuna dikdörtgen
formlu mihrabın, tepeliği, kemeri, alınlığı ve sütunceleri yoktur. Mihrabı, en dışta
palmetli kıvrım dal ve bunla eklenen yarım palmetlerden oluşan bir süsleme bordürü
kuşatır. Patlıcan moru renkte çinilerden oluşan içbükey dar silmeden sonra, düşey
olarak sıralanmış palmetlerin diplerinden çıkan kıvrım dallardan oluşan bir bordür
yer alır. Turkuaz ve manganez moru renkli çinilerden oluşan geniş silmede,
zemindeki bitkisel süslemenin üzerinde kufî hatla Âyetü’l-Kürsî yazılıdır(Foto:228).
Harflerin uçları ve araları palmet ve rumîlerle doldurulmuştur. Yazı kuşağının üst iki
köşesinde altı kollu yıldız kompozisyonundan gelişen geometrik karakterli bir
madalyon bulunur. Yazı bordüründen sonra palmet-rumî kombinasyonundan gelişen
iki bordür artarda sıralanmıştır. Mihrap köşeliğinin üst bölümünde ise kûfî yazıyla
Âyetü’l-Kürsî yazılıdır. Mihrabın yanında sanat özelliği bulunmayan geç döneme ait
bir ahşap malzemeli bir minber vardır.
829
Bu yuvaların zeminle pencerelerin ve merdiven kapısının arasındaki bölümde yer alması, burada
bir zamanlar mevcut olan ve ahşap zeminin üstünde yer alan iskeleye ait olabileceğini
düşündürmektedir.
830
Tuncer, a.g.m., s. 129.
831
Bakırer, …Anadolu Mihrabları, s.179.
373
Kubbeye, Türk üçgenleriyle geçilir(Foto:230). Üçgenler, birinin tabanı aşağı,
diğeri yukarı yerleştirilmek suretiyle biçimlendirilmiştir. Üçgenler, yatay şekilde
yerleştirilmiş tuğlalardan oluşmuştur. Tuğlaların derz araları, turkuaz ve mor renkte
küçük kare çinilerin meydana getirdiği baklavalar ve zikzak hatlara benzer bir takım
geometrik motiflerle süslenmiştir. Bu süslemeler, her üçgende farklı ve bir
kompozisyon anlayışı gözetmeksizin yapılmıştır. Üçgenlerin kenarları ise iç içe
yerleştirilmiş palmetlerden oluşan turkuaz ve mor çinili bir şerit ile çevrilmiştir.
Kasnağın batı yüzünün ortasında turkuaz ve mor çinilerden oluşturulmuş sivri
kemerli sağır kare bir niş bulunur (Foto:229). Kemerin içindeki yüzeyde rumî ve
kıvrım dallardan oluşan kapalı kompozisyonda bitkisel bir süsleme yer alır. Bu
bitkisel kompozisyonu çevreleyen sivri kemer, artarda rumî ve kıvrım dallardan
oluşan iki süsleme bordüründen oluşur. Kemerin köşeliklerinde ise altı kollu
çiçekleri hatırlatan bir süsleme vardır. Türk üçgenlerini üstte sınırlayan bordür ise iki
farklı tip palmetden oluşan bir bitkisel süslemeye sahiptir. Bu bordürün üzerinde ise
beyaz zemin üzerine turkuaz çinilerden oluşturulmuş, birbirlerine spiral uçlarla
bağlanan madalyonlardan ve bu madalyonların çevresiyle içerisine dağılmış
vaziyetteki palmet, rumî ve kıvrım dallardan oluşan bir süsleme kuşağı yer alır. Bu
bitkisel fonun üzerinde üç farklı hadisin yer aldığı manganez moru renkli çinilerden
oluşan bir yazı kuşağı vardır. Harflerin aralarına ve uçlarına palmetler
yerleştirilmiştir. Bu yazı kuşağını alttan ve üstten palmet ve Rumîlerin, kıvrım dala
bağlandığı ince birer bitkisel bordür kuşatır. Kubbede yatay istiflenmiş sırsız
tuğlaların yatay derz aralarına, turkuaz şerit çiniler, düşey derz aralarına ise iki
yanına düşey konumlanmış turkuaz dikdörtgen ve patlıcan moru kare çiniler
yerleştirilmiştir. Zikzak motifine benzer kompozisyonlar oluşturulan kubbede,
374
süsleme sadece alt kısımlarda görülmekte olup, diğer kısımlardaki çinilerin sırları
aşınmıştır.
Giriş eyvanının kuzeyindeki dikdörtgen planlı mekân (Çizim:34), bazı
yazarlar832
tarafından
Dârü’l-Kurrâ,
bazıları833
tarafından
dershane
olarak
isimlendirilmiştir. Doğu-batı doğrultusundaki dikdörtgen planlı mekân batıya atılmış
bir sivri kemerle kareye dönüştürülmüştür. Doğudaki bu kare birim pandantiflerle
geçilen bir kubbe ile örtülmüştür. Mekân mescit ile eş derinlikte olmakla beraber,
daha dar tutulmuştur. Güneyde bulunan kapı, mescit girişinin tam karşısındadır. Batı
duvarında, güney köşeye yakın konumda, kuzey minareye çıkış kapısı, kuzey köşede
ise bir pencere bulunur. Doğu duvarının ortaya yakın bölümünde aynı aksa
yerleştirilmiş iki pencere vardır. Bunlardan üstte olanı, dar ve daha küçük
ölçülerdedir. Mescit girişinin bir kopyası niteliğindeki mekânın boyuna dikdörtgen
formlu kapısı, üstte ve yanlarda süslenmeden bırakılmış iki bordürle kuşatılmıştır.
Kapı nişinin basık kemeri tıpkı portal de olduğu gibi düşey konumla ve zikzak
şeklinde geçmelerle birbirine tutturulmuş taşlardan oluşur. Kemerin hemen üzerinde
tek satır halinde sülüs hatla bir yazıt yer alır834. Mekânın duvarları beyaz badanalıdır.
Boyaların kısmen döküldüğü noktalardan anlaşıldığı kadarıyla, kemer ve kubbenin
tuğladan diğer bölümlerin moloz taştan oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Avluya açılan
doğu duvarındaki iki pencereden üstte olanı, 1960’lı yıllarda yapılan onarım
sırasında, kubbenin çevresinin tuğlalarla örülmesi dolayısıyla bugün fonksiyonsuz bir
832
Özdural, a.g.t., s.56, Kuran, a.g.e., s.93. Medresenin vakfiyesinde Darü’l-Kurrâ’ya dair herhangi
bir ibare bulunmamasına rağmen, yazarların, mekanın kapısında yer alan ve Kurân okuma ile ilgili bir
hadisin yer aldığı yazıttan hareketle böyle bir isimlendirmeye gittikleri anlaşılmaktadır.
833
834
Sözen, a.g.e., s.45, Hersek, a.g.t., s.170.
Edgüer-Uzunçarşılı, a.g.e., s.118’de yazı ile ilgili bazı harf ve kelime hataları görülmektedir.
“Efdal” ve “karrehun” kelimeleri “Efzal” ve “kar’etü’l “ şeklinde yanlış okunmuştur.
375
hale dönüştürülmüştür. Altta olan büyük boyutlu pencere ise boyuna dikdörtgen
formludur ve avluya açılmaktadır. Pencere, beyaz mermer malzemeli giriş
cephesinden, koyu renkli kalker taşından malzemesiyle ayrılır. Mescidin avluya
bakan penceresi ile aynı kuruluş ve süsleme özelliklerine sahip açıklığın, avluya
bakan yüzünde boyuna dikdörtgen pencereyi, dışta biri içbükey ve süslemesiz diğeri
daha dar ve palmet-rumî kompozisyonla süslenmiş iki bordür kuşatır. İki yanda
bitkisel süslemeli başlıklara sahip sütunlara oturan sivri kemer yüzeysel işlenmiştir.
Mukarnaslı kavsarası, üçgen kesitli nişçiklerle doldurulmuştur. Pencere açıklığının
hemen üzerinde bir kabara yer alır. Pencerenin sivri kemerinin üzerinde tek satırlık
bir hadis yazıtı bulunur835. Pencerenin lento ve alt sövelerinde yedişer, yan
sövelerinde ise on birer adet, bir zamanlar mevcut olan demir şebekeye ait yuvalar
görülür. Mekânın taş döşemesinin
orijinal
olmadığı
tespit
edilebilmektedir.
Mescidin
kubbesinde olduğu gibi bu mekânın
örtüsünün
de
1719
onarımında
yenilenmeye ihtiyaç duyacak şekilde
daha önce tahrip olduğu; bu ve diğer
onarımlarla aslî özelliklerini
Foto 231: Abdesthane
kaybetmiş bir şekilde günümüze ulaştığı anlaşılmaktadır. Bugün duvarlardaki beyaz
badana
sebebiyle
çini
dekorasyona
olup
olmadığına
dair
bir
tespitte
bulunamamaktayız. Ancak boyanın bazı dökülmüş kısımlarından anlayabildiğimiz
835
Edgüer-Uzunçarşılı, a.g.e., s.118’de yazı ile ilgili bazı harf ve kelime hataları görülmektedir.
“Efdalüddinil” ve “ver’ul” kelimeleri “Efzalü’l’” ve “fıkh “ şeklinde yanlış okunmuştur.
376
kadarıyla, en azından mescitte görülen ölçülerde bir dekorasyonun bulunmadığını
söyleyebiliriz.
Medresenin en yüksek iki mekânı olan mescit ve Darü’l-Kurra ile giriş
eyvanının üstünün, Tuncer836in yaptığı kazılar sonrasında kubbelerin birbirine bakan
yüzlerinde, kasnakların düz levha çinileri ile kaplı olduğu anlaşılmıştır. Medresenin
kuzeybatı köşesinde yer alan kareye yakın planlı mekân kimi yazarlar837 tarafından
tuvalet, kimileri838 tarafından abdesthane tarafından isimlendirilmiştir.Bugün örtü
sistemi yıkılmış olup, son onarımlar sırasında ahşap bir konstrüksiyonla
kapatılmıştır. Mescit ve dershane mekânlarının daha derin tutulması nedeniyle,
abdesthâne mekânının girişi, doğrudan değil, avludan dar uzun bir dehlizle
sağlanmaktadır839. Nitekim mekânın kapı teşkilatına ait olabilecek izlere avludan
yaklaşık 1.60 m. içerde karşılaşmaktayız. Tuncer840, kapının sol sövesini, eşiğini ve
kırılmış lentosunu tespit etmiştir. Kapının hemen kuzeyinde, mekânın doğu
bölümüne yakın bir noktada, moloz taştan bir duvar kalıntısı dikkat çeker. Bu duvar,
mekânın doğu duvarı ile arasında kuzey-güney doğrultusunda dar uzun bir bölüm
oluşturmaktadır. Tuncer841 kazılar sırasında bu birimin kapısına ait eşiği ve mil
yuvasını ortaya çıkarmıştır. Söz konusu alan basamakları yok olmuş bir merdiven
836
Tuncer, a.g.m., s.127. Giriş bölümünün üstü ile ilgili bilgileri, medresenin iki katlı olduğuna dair
iddiaları ayrıntılı bir şekilde tartışacağımız bölümde ele alacağız.
837
Özdural, a.g.t., s.56-57.
838
Kahya vd., a.g.m., s.447. Tuvalet tabirinin tek bir fonksiyonu, abdesthane’nin ise tuvaletle beraber
abdest alma eyleminin de gerçekleştirilebileceği yer olması bakımından biz ikinci tabiri kullanmayı
tercih edeceğiz.
839
Güneybatı köşedeki mekânda da aynı durum karşımıza çıkmaktadır ki, burada giriş avluya
diyagonal bir şekilde açılmaktadır. Her iki mekândaki bu zorlama kapı girişleri tasarımdaki bir hata
olarak görülebilir.
840
Tuncer, (a.g.m., s.125)de mevcut izlerden, medresenin diğer iç kapılarında olduğu gibi bu mekanın
kapısının üzerinde de ortadan kalkmış bir pencere yer alması gerektiğini belirtmektedir.
841
Tuncer, (aynı yer) kapının mevcut izlerden içe doğru açıldığının anlaşıldığını belirtmektedir.
377
alanıdır842. Tuncer843, basamakların sahanlıktan sonra doğuya doğru dönerek devam
ettiğini, nitekim abdesthâneye, doğu yönünde bitişik olan mekânın tonozunun altında
kalmış altı basamağın da bu duruma delil teşkil ettiğini belirtmektedir. Söz konusu
moloz duvarın merdiven kütlesini abdesthâneden kopardığı tespit edilebilmektedir.
Her iki birimin farklı girişlere sahip olması da farklı işlevlere hizmet veren farklı
üniteler olduklarını doğrular niteliktedir. Bu haliyle mekânların farklı örtülere sahip
olduğunu söyleyebiliriz. Abdesthanenin merdiven bölümü hariç tutulursa kareye
yakın bir plana sahip olduğu, bu anlamda, büyük bir ihtimalle kubbe veya çapraz bir
tonozla örtülü olduğu; merdiven bölümünün ise doğu duvarına paralel kuzeyyönünde bir tonozla örtülü olduğu tahmin edilebilir. Abdesthane mekânının,
kuzeyden güneye doğru ¾ ünü kaplayan taş platform, birbirinden taş bloklarla
ayrılmış dört kabin ile biri batı duvarına ulaşan, diğeri kabinlerin önünden dolaşarak
kuzey bölümünden tahliye olduğu anlaşılan iki bağımsız su kanalından oluşmaktadır
(Foto:229). Bu platform, zeminden844 her biri yaklaşık 20 cm. yüksekliğindeki iki
kademe halinde yükseltilmiştir. Buradaki iki farklı kanaldan birinin temiz su,
diğerinin pis su kanalı olması gerekmektedir. Tuncer ve Kahya çalışmalarında, temiz
suyun, mekâna batı yönden bitişik olan çeşme tarafından gelerek, buradan kuzeye
yöneldiğine işaret eder. Tuncer ve Kahya845, ayrıca pis su kanalını kuzey yönündeki
842
843
Tuncer, aynı yer, Özdural, a.g.t., s.57.
Tuncer, a.g.m., s.125. Bu basamakları mevcut onarım müdahaleleri sebebiyle tespit
edememekteyiz. Ancak aynı tespiti onarım öncesi çalışmasında Özdural (a.g.t., s.57) da yapmaktadır.
Ancak Özdural aslî halinde burada –en azından doğudaki mekânın tonoz seviyesine kadar- ahşap, bu
noktadan sonra taş bir merdivenin olabileceğini düşünmektedir. Her iki yazar arasındaki bir diğer
anlaşmazlık noktası da merdivenin nereye ulaştığı konusundadır ki, Tuncer, merdivenin, ikinci kata
ulaşımı, Özdural ise çatıya çıkışı sağladığını belirtmektedirler.
844
Tuncer, (a.g.m., s.125) kazıları sırasında döşemenin 1.10 m. dolduğunu belirtiyor. Bu muhdes
döşeme kaldırdıktan sonra avlu kodunun yakalanabildiğini belirtmektedir.
845
Tuncer, aynı yer. Kahya vd., a.g.m., s.447.
378
kabinlerin önündeki bölüm olarak belirlemiştir. Kahya846, henüz musluğun gündelik
yaşama girmediği bir dönemde, mekândaki her kabinde sürekli akan bir temizlenme
suyu savağı bulunduğunu belirterek, abdesthânenin temiz su-pis su kanallarıyla iyi
çözülmüş bir tasarıma sahip olduğunu ifade eder. Tuncer847, mekânın girişindeki
kazıları sırasında geç döneme ait birbirine paralel ve üst üste iki künk tespit etmiştir.
Bu künklerin avlunun ortasındaki havuza ulaşan, oradan da, ana eyvanın güneyindeki
odanın girişini kat ederek binanın dışına ulaşan su tesisatına ait parçalar olduğu
bugünkü kanal izlerinden anlaşılabilmektedir. Bu anlamda, binada giriş cephesindeki
çeşmeden, bitişiğindeki abdesthaneye oradan da avlunun ortasındaki havuza ulaşıp,
burada değerlendirildikten sonra avlunun doğu yarısını kat ederek medresenin doğu
cephesine ulaşan geniş ölçekli bir su tesisatını görmekteyiz. Su kaynağı tam olarak
tespit edilemese de yukarıdaki su kanalı istikameti düşünüldüğünde, çeşme yönünden
geldiği tahmin edilebilir. Nitekim Tuncer848in kazı sonrası çeşmeye ait fotoğrafında
alt kotta –büyük ihtimalle çeşmeden abdesthâneye giren kanal ile aynı kotta- geç
döneme ait bir su borusu görülür.
Binanın, geçen yüzyılın başlarına
kadar kullanıldığı düşünülürse, su
tesisatının
da
işlerliğinin
ihya
devam
edilerek,
ettirildiği
söylenebilir. Bu anlamda, fotoğraftaki
Foto 232: Avlunun kuzey kanadı
borunun da, yenilenme sırasında
orijinal künklerin yerine konulan boru olduğu anlaşılmaktadır.
846
Kahya vd., aynı yer.
847
Tuncer, a.g.m., s.125.
848
Tuncer, a.g.m., Resim:21.
379
Medresenin kuzey kanadı (Foto:232), ortadaki beşik tonozlu eyvan ile bunun
batısında üç, doğusunda ise üç ayrı girişe sahip ancak bugün durumu ile tek bir
mekândan ibarettir (Çizim:36). Eyvanın batısındaki üç mekânın kapı kuruluşunda
düzensizlik gözeçarpmaktadır. Ayrıca avlunun revaklara bakan duvarlarında görülen,
üstte ve yanlarda devam eden bitkisel süslemeli çift sıra bordürün bu bölümde
kesintiye
uğradığı
dikkati
çeker.
Dolayısıyla
bu
duvarın
yenilendiği
anlaşılmaktadır849. Nitekim buradaki bazı süslemeli taşlar ters veya dikine
yerleştirilmiştir. Bu bölümdeki üç mekân da kuzey-güney doğrultulu olup sivri beşik
tonozla örtülüdür. Bunlardan batıda olanına, boyuna dikdörtgen formlu ve taş lentolu
bir kapı vasıtasıyla girilir. Lentonun üstünde kare formlu bir açıklık yer alır. Bu
açıklığın üzerinde sülüs hatla yazılmış bir kitabe850 bulunur. Kitabenin üzerinde ise
alttaki açıklığın bulunduğu aksın biraz doğusuna kaymış bir şekilde yer alan kare bir
açıklık daha bulunur. Kapının bu acemice kuruluşunun orijinal olmadığını, kitabenin
konumu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Kitabe taşı, diğer bölümlerdeki iç
kapılarda kapı genişliğini ortalayacak bir biçimde yerleştirilmişken, burada, kapının
doğu kenarını geçip neredeyse doğusundaki mekânın kitabesiyle birleşecek ölçüde
düzensiz bir şekilde konumlanmaktadır. Ayrıca binanın diğer iç kapılarında, kapı ve
onun üzerindeki sivri kemerli pencere kompozisyonu gözlenirken bu bölümdeki
kapılarda gerek pencerenin konumu gerekse formu açısından bariz bir farklılık ve
düzensizlik tespit edilmektedir. Nitekim bu bölümdeki üç mekândan ortada olanın da
kapısı aynı şekilde farklılık arz etmektedir. Boyuna dikdörtgen dar bir açıklıktan
ibaret kapının ortaya yakın bir yerine lento gelişi-güzel bir şekilde yerleştirilmiştir.
849
Tuncer, (a.g.m., s.125.) bu bölümün oda önlerinde, revak altındaki muhdes sekileri söktürdüğünü
belirtir.
850
Ergüder-Uzunçarşılı, a.g.e., s.119.
380
Bu haliyle açıklığın lento altındaki bölümü kapı, üst kısmı ise pencere olarak
değerlendirilmiştir. Pencerenin üzerinde tek satırlık sülüs hatlı bir kitabe851 yer alır.
Buradaki açıklık, orijinal kapı ve pencere kuruluşuna ait yüksekliğini korumuş ancak
gerek kapının gerekse pencerenin formu müdahale sırasında değiştirilmiştir. Bu
bölümün batıdaki son kapısında ise, boyuna dikdörtgen dar bir açıklık ve üzerinde
tek satırlık sülüs hatlı bir kitabe852 yer alır. Doğudaki mekânın kuzey duvarında,
kapatılmış bir mazgal pencere bulunur. Doğu duvarında ise doldurularak kapatılmış
bir niş vardır853. Mekânın batı duvarında ise doğusundaki mekâna açılan ancak
bugün kapatılmış bir açıklık bulunur854. Bu bölümün doğusundaki mekânın kuzey
duvarında kapatılmış bir pencere yer alır. Pencere, arkasına denk gelen payandanın
varlığı sebebiyle biraz batıya kaymıştır. Mekânın kuzey ve batı duvarında iki
kapatılmış niş görülür855. Batıdaki son mekânın kuzey duvarında mazgal bir pencere,
batı duvarında ise kapatılmış bir niş bulunur. Doğu duvarında ise kuzey eyvanına
geçişi sağlayan bugün kapatılmış bir açıklık856
vardır.
Kuzey eyvan (Foto:233), gerek tonoz ve
duvarlarının sırlı kaplamalarıyla gerekse revaka
bakan duvarlarının taş süslemeleri ile farklı bir
tasarım ortaya koymaktadır.
Foto 233: Kuzey eyvanı
851
Ergüder-Uzunçarşılı, aynı yer.
852
Ergüder-Uzunçarşılı, aynı yer.
853
Özdural, (a.g.t., s.58) söz konusu nişi orijinal baca deliği olarak değerlendirmekte ve 1960’lı
yıllarda bu odanın kömür deposu olarak kullanıldığını belirtmektedir.
854
Özdural, (aynı yer) kapatılmış bu açıklığın da orijinal olmadığını ifade etmektedir.
855
Özdural, (aynı yer) kuzeydeki nişlerden doğuda olanının baca deliği olduğunu iddia etmektedir.
856
Özdural, (a.g.m., s.59) bu açıklığın orijinal olmadığını belirtmektedir.
381
Mekânın kuzey cephesindeki pencere bugün kapatılmış vaziyettedir. Kuzey-güney
yönünde uzanan sivri beşik tonoz örtülü mekânın, revaka bakan yüzü özenli bir taş
işçiliğine sahiptir. Kilit taşında düğümlenen meandır motifinin süslediği sivri kemeri,
yanlardan ve üstten yarım yıldız motifli dar bir silme sınırlamaktadır. Kemer karnını
altta ve iki yanda zar biçimli başlıklara binen bitkisel süslemeye sahip bir kuşak ve
onu dış yüzde ve içte iki meandır motifli silme kuşatmaktadır. Bugün eyvanın içi
çinilerin dökülmesini önlemek için yapılmış olan keçe ve keçeyi tutan ahşap
konstrüksiyon ile kapatılmış durumdadır. Dolayısıyla tonoz karnını ve duvarlarını
inceleyebilmek mümkün olamamaktadır. Mekânın eski fotoğraflarından tonoz yüzeyi
ve duvarlarının çini mozaik parçalarla çok ahenkli bir şekilde dekore edilmiş
olduğunu tespit etmekteyiz(Foto:234–235).
Foto 234: Kuzey eyvan (Onarım Öncesi)
(VGM.Arşv)
Foto 235: Kuzey eyvan (Onarım Öncesi)
(VGM.Arşv)
Tonoz yüzeyi turkuaz, lacivert ve sırsız tuğlalardan kesilmiş parçalarla meydana
getirilmiş sekiz köşeli yıldızlardan gelişen geometrik bir kompozisyonla süslenmiştir
(Foto:234). Yıldızlardan çıkan ışınların kesişmesi ile beş köşeli yıldızlar, beşgenler
ve sekizgenler gibi diğer geometrik kapalı şekiller meydana getirilmiştir. Bu sahalara
382
turkuaz zemin üzerine lacivert çiniden kesilmiş sekiz köşeli yıldızlar ve değişik bir
palmet şekli yerleştirilmiştir857. Eyvan tonozunun etrafı, turkuaz ve mor renkte
çinilerden kesilmiş küçük ok başı şekillerin iç içe girmesi ile ortaya çıkan ince bir
şeritle çevrilmiştir. Bu şerit tam eyvan tepesinde iki taraftan içe dönerek ve bir kanal
gibi çukurlaşarak eyvan tonozunun tam ortasında büyük yuvarlak bir madalyon
meydana getirmektedir. Madalyonun etrafı içe doğru uzanan ve mor çinilerden
kesilmiş çifte kıvrım dallı iki bordürle çevrelenmiştir. Bu madalyonun ortasında
patlıcan moru renkli çinilerden oluşan beş kollu bir yıldızın kollarının uzayarak
çiçekli kûfi harflere858 dönüştüğü tespit edilmektedir (Foto:235). Eyvanın kuzey
duvarında ise yine sekiz köşeli yıldızlardan çıkan ışınların gamalı haçlar meydana
getirdiği görülmektedir. Yıldızların içinde mor renkte mozaik çiniden kesilmiş ve
küçük palmetlerle sonuçlanan daha küçük sekiz köşeli yıldızlar bulunur. Burada
süsleme, turkuaz ve mor çinilerden teşkil edilmiştir. Eyvanın arka duvarını tonoz
kemeri boyunca lacivert palmet ve turkuaz lotusların kendi aralarında birleşmesinden
meydana gelen bir şerit çevreler. Kuzey duvardaki bugün kapatılmış pencerenin
çevresi de çiniyle süslüdür. Pencerenin etrafını turkuaz zemin üzerine lacivert
857
Yetkin, (a.g.e., s.88.) bu palmetin Selçuklu dönemi için ünik bir örnek olduğunu belirtmektedir.
858
Yetkin, (a.g.e., s.89) bu madalyonun ortasındaki harflerin okunamadığı belirtmektedir. N.Akgül,
(Anadolu Selçuklu Dönemi Mimarisinde Sırlı Kaplama Kullanımı, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2000, s.424)
güney eyvan tonozundaki madalyonun içinde de kûfî yazılı bir bölüm olduğunu ve burada da Cihâr-ı
Yâr-ı Güzîn yani dört halife (Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali) nin isimlerinin
bulunduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla bugün tahrip olan kuzey eyvanda da bu isimlerin yazılı
olduğu tahmin edilebilir. Sahip Ata’nın eserlerinde sıklıkla düğümler madalyonlara rastlanmaktadır.
İçerisi kûfî yazılı madalyonların benzer örneklerini Sahip Ata eserleri içinde Konya Tahir ile Zühre
Mescidi ve Sahip Ata Türbesinde bulmaktayız.
383
çiniden kesilmiş üç yapraklı palmetlerin ince dallarla zikzak yapacak şekilde
birleşmesiyle meydana gelmiş bir bordür çevirir859.
Eyvanın doğusunda ise avluya üç kapı ile açılan enine dikdörtgen formda bir
mekân bulunur (Çizim:34). Mekân doğu-batı doğrultusunda uzanan sivri bir beşik
tonoz örtüye sahiptir. Bu mekâna açılan kapıların –eyvanın batısındaki mekânların
aksine- büyük ölçüde aslî hallerini korudukları görülür. Nitekim kuzey kanadın
revaka bakan tüm duvarlarında devam eden ve palmet-rûmî kompozisyonundan
oluşan süslemenin bu bölümde büyük ölçüde değişmeden günümüze ulaşabildiğini
tespit edebilmekteyiz. Revaka açılan kapıların çevresini dolaşarak devam eden
süsleme, bu bölümün doğu köşesinde altta ve iki yandan dolaşarak sonlanır. Mekânın
kapılarından batıda olanı bugün boyuna dikdörtgen formda dar bir açıklık halindedir.
Ancak üstte sivri kemerle sonlanan bu açıklığın, orijinalinde, tıpkı güney kanattaki
ve hemen doğusundaki kapıda olduğu gibi üstte sivri kemerli bir pencere altta bileşik
kaş kemerli bir kapıdan oluştuğu, ancak, kapının kaş kemerinin yıkılmasından ötürü
bugünkü görüntünün oluştuğu anlaşılmaktadır. Kapıyı üstte ve iki yanda bitkisel bir
kuşak çevreler. Sivri kemerin üstünde tek satırlık bir yazıt860 yer alır. Bunun
doğusundaki kapı kuruluşu ise bileşik kaş kemerli bir kapı açıklığın üzerinde sivri
kemerli bir pencere açıklığından oluşur. Bileşik kaş kemerin iki köşesinde yüzeysel
işlenmiş iki gülbezek motifi vardır. Yine pencerenin üzerinde tek satırlık bir yazıt861
bulunur. Bu, kuzey kanatta orijinal kalabilmiş tek kapı açıklığıdır. Doğudaki kapının
ise kapı kemeri tahrip olmuştur ve bu sebeple boyuna dikdörtgen bir görünüştedir.
859
Yetkin, a.g.e., s.91.
860
Ergüder-Uzunçarşılı, a.g.e., s.119.
861
Ergüder-Uzunçarşılı, aynı yer.
384
Üstte yine yazıt862 bulunur. Bu mekânın kuzey duvarında girişlerin tam aksında yer
alan üç mazgal pencere vardır. Ortadaki pencere, dıştaki payanda tarafından kısmen
kapatılmıştır. Bugün mekânın içinde Tuncer’in kazılar sırasında bulduğu bir mihrap
kalıntısı yer almaktadır. Ayrıca mekânın doğu duvarında medresenin kuzeydoğu
köşesindeki mekâna açılan ve geç dönemde açılmış bir kapı açıklığına ait izler
bulunur. Bu kapı sonradan örülerek doldurulmuştur863. Ayrıca kuzey duvarda
bugünkü beyaz badananın altından negatif izleri görülebilen ve yine geç döneme ait
olduğu anlaşılan nişler görülür.
Burada, kapıların tam karşısına denk gelecek şekilde pencerelerin yerleştirildiği
ve bu anlamda özel bir tasarım kaygısı dikkati çeker. Buranın aslî halinde tek bir
mekân mı, yoksa her birinin birer kapıyla avluya açıldığı, üç ayrı birimden mi
oluştuğu tam olarak aydınlatılamamıştı. Ancak Kahya864 ve arkadaşlarının mekânda
yaptığı sondajlar sırasında bölme duvarlarına ait izler tespit edilebilmiş ve burasının
üç bağımsız birimden oluştuğu anlaşılmıştır (Çizim:37). Tuncer865, bu bölümde
yaptığı araştırmalar sırasında sıva altında iki farklı tonoz izine rastlamıştır. Bu
durum, mekânın bilinmeyen bir dönemde müdahaleye uğradığını, orijinal örtülerin
yıkılmasını müteakip ikinci tonozun yapıldığını, bu tonozun da yine bilinmeyen bir
dönemde yıkıldığını gösterir. Bu anlamda mekânın bölme duvarlarının da bu
müdahalelere neden olan tahribatlar sırasında yıkıldığı ve onarımlar sırasında da aslî
durumuna göre değil de mevcut duruma uygun düzenlendiği anlaşılmaktadır. Bu
862
Ergüder-Uzunçarşılı, aynı yer.
863
Dönemin diğer medrese örnekleri incelendiğinde köşe odalara açılan bu türlü bir iç kapıya ait
örneğin bulunmadığını görmekteyiz. Bu anlamda kapı muhdestir. Ancak ne türlü bir ihtiyaç için ve ne
zaman açıldığını tespit edememekteyiz.
864
Kahya vd., a.g.m., s.446-447.
865
Tuncer, a.g.m., s.125.
385
durum herhalde 1823 veya 1909 müdahaleleri sırasındaki ihtiyaca binaen
gerçekleştirilmişti. Dolayısıyla bu mekânın aslî halinde kuzey-güney doğrultusunda
uzanan, her birinin avluya farklı kapılarla açıldığı ve kuzey duvarlarının ortasında
birer mazgal pencerenin yer aldığı üç farklı birimden ibaretti866.
Foto 236: Doğu eyvan
Foto 237: Doğu eyvan
Medresenin doğu kanadı binanın en tahrip olmuş alanıdır867(Çizim:34, Foto:236237). Medresenin doğu sınırı kazılarla868 tespit edilebilmiştir. Tuncer, binanın kuzey
duvarının doğu köşedeki payanda ile sonlanmadığı, söz konusu duvarın doğuya
doğru devam ettiğini ortaya çıkarmıştır869. Doğu duvarında yapılan kazılar, burada,
866
Kahya vd., a.g.m., s.448. Buna karşılık, Tuncer (a.g.m., s.125), 1978 de anılan yerde kazı
gerçekleştirmiş ve herhangi bir bölme duvarına rastlamadığını belirtmiştir. Tuncer, V.G.M. için
hazırladığı restitüsyon projesinde de bu bölümü tek tonozlu bir hacim olarak değerlendirmiştir.
867
Medrese, doğuya doğru meyillidir. Tuncer (a.g.m., s.129), kodun en düşük olduğu doğu bölümde,
beden duvarlarının yüksekte kaldıkça daha kolay yıkılmış olabileceğini belirtirken, ayrıca doğu (ana)
eyvanın iki yanındaki büyük mekânların da bu hasarı yıkımı kolaylaştırmış olabileceğini ifade
etmektedir.
868
Tuncer, a.g.m., s.126, Özdural, a.g.t., s.18-20, Kahya vd., a.g.m., s.448.
869
Tuncer, (a.g.m., s.129) kuzeydoğu köşedeki payandanın doğuya doğru kırılarak devam ettiğini
gösteren temel duvarındaki örgü köklerini tespit etmiş, ayrıca payandanın alışılmışın dışında köşe
desteği değil de ara destek şeklinde yapıda yer aldığını belirtmektedir. Tuncer, kuzey duvarın devam
ederek vakfiyede bahsi geçen Darü’l- Ziyafet veya hamam gibi binaları da içine alan bir bahçe duvarı
olabileceğini ifade etmektedir.
386
diğer bölümlerin aksine hiç destek olmadığını göstermiştir870. Güney kanadın, doğu
köşede, bu bölümdeki payandayı aştıktan sonra devam ettiği mevcut izlerden
anlaşılmaktadır871. Müftü ve müderris Abdullah Efendi tarafından 1239/1823 yılı
Mayıs’ında yaptırılan onarım, medresenin Omsalı döneminde gördüğü en kapsamlı
müdahaledir. Bu müdahalede, yıkılmış olan ana eyvan ve yan mekânlarının
oluşturduğu doğu kanat bir duvar örülerek yapının dışında bırakılmış ve bu işlem ana
eyvanın olduğu bölüme konulan bir onarım kitabesiyle872 belgelenmiştir.
Gabriel’in873 fotoğrafları ve Ergüder ile Uzunçarşılı874nın verdiği bilgilerden
onarımla yapının dışında bırakılan doğu kanadın kimi ahşap birimlerle yakın
tarihlere kadar kullanıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim doğu kanatta, özellikle ana
eyvanın iki yanındaki mekânlarda görülen izler, bu geç dönem kullanımına işaret
eder. Doğu kanadın bugün örülü olan avluya bakan yüzünde mavi ve beyaz mermer
870
Tuncer, (a.g.m., s.129) arazi kodunun burada en düşük seviyede olduğunu belirtmektedir. Tuncer,
doğu duvarının diğer üç kanattan daha yüksek olmasına karşın hiçbir ara desteği olmamasının, binaya
(doğudan) bitişik bugün ortadan kalkmış kimi yapıların destek sağlamış olabileceğine işaret
etmektedir.
871
Tuncer, (a.g.m., s.129) güney duvarın tıpkı kuzey duvar gibi doğuya doğru devam ederek çevre
duvarını tamamladığını belirtmektedir
872
Hersek, (a.g.t., s.195) İkinci satırdaki “Keennehu bina” tabirini “kânehû benâhâ” şeklinde yanlış
okumuştur. Ana eyvanda bu kitabenin dışında nereden getirildiği bilinmeyen, ancak, 1823 onarımında
buraya yerleştirildiği anlaşılan iki kitabe daha vardır. Bunlardan birincisi iki satırlıktır. Bkz. Hersek,
(a.g.t., s192-193) ilk satırın sonundaki “ilen nebi… …Ekrem…” ibaresi ve ikinci satırdaki ilk kelime
olan “Kavvâmü’d” den sonra “eyyami” kelimesini eksik okumuştur. Bunun dışında bu satırdaki
“hayral-lâhü” tabiri de eksik okunmuştur. Söz konusu kitabelerin ana eyvanının yıkılışından önce de
burada bulunduğu, bilhare, 1823 onarımında da gelişi-güzel bir şekilde burada konduğu
anlaşılmaktadır. Kitabelerden medresenin, Ağustos 1271 yılında Ali bin El-Hüseyin tarafından
yaptırıldığı yazılıdır. Bunların dışında ana eyvanın güneyindeki mekânının avluya bakan duvarında
“alâ külli bâbin min abul cenneti mektup” şeklinde bir hadisin yazılı olduğu bir kitabe bulunmaktadır.
Ana eyvanın kuzeyindeki mekânın bugün kapalı olan kapısının sivri kemerinin hemen üzerinde
Kelime-i Tevhid yazılı olan bir kitabe yer alır.
873
Gabriel, a.g.e., Levha LII/2, LIV/1.
874
Ergüder-Uzunçarşılı, a.g.e., s.119-120.
387
malzeme kullanılmıştır. Binanın kuzeydoğu köşesindeki mekânın kapısı bugün
kapatılmış durumdadır. Boyuna dikdörtgen bir açıklığın üzerindeki sivri kemerli
çerçeve ve onun üzerindeki kitabe kompozisyonu, yan kanatlardaki kapı düzenini
hatırlatır. Bu kapalı kapının ardındaki (ana eyvanın kuzeyindeki) mekân eyvan
duvarına paralel uzanan bir duvarla ikiye bölünmüştür. Tuncer’in875 kazılarıyla
ortaya çıkarılan bu moloz taştan duvarın güneyindeki dar bölüm, bir aralıktır
(Foto:211).
Taş
döşemeye
sahip
bu
aralık,
kuzeyindeki
bölümü
kareye
dönüştürmüştür. Bugün aralıktan gerisindeki kare mekâna geçişi sağlayan kapının
batı duvardaki söve izleri görülebilmektedir. Kazılar sırasında kapının eşiği ortaya
çıkarılmıştır876. Bu aralığın gerisindeki kare mekân’ın batı duvarında geç döneme ait
kapatılmış durumda pencere ve ocak izleri görülür. Ayrıca bugün, hem kuzey hem de
batı duvarda bu geç dönem kullanımına ait sıva izleri bulunmaktadır. Buradaki
kazılar sırasında bol sayıda çini parçası ele geçmiştir. Bunlar arasında blok olarak
yüzükoyun olarak bulunmuş üzeri mozaik çini ile süslenmiş bir kitle dikkat çekicidir.
Mavi ve siyah renkte mozaik çinilerin yer aldığı 1.40 m. eninde 0.50 m.
yüksekliğindeki bu blok kütle, Tuncer877 tarafından bir sanduka kaidesi olarak
isimlendirilmiştir.
Bu
anlamda
mekân,
Tuncer
tarafından
Türbe
olarak
nitelendirilmiştir. Kazılar sırasında bulunan çinilerin bulunuş şekli mekânın
duvarlarının asli halinde çini ile kaplı olduğunu göstermektedir. Medresenin,
eyvanları ve mescidi dışında çini kaplamalı başka bir mekânı yoktur. Bu anlamda
mekân medrese içinde çok özel bir bölümü ihtiva ediyor olmalıdır. Tuncer’in kazılar
sırasında ele geçirdiği ve sanduka kaidesi878 olması muhtemel buluntu da göz önünde
875
Tuncer, a.g.m., s.126.
876
Tuncer, aynı yer.
877
Tuncer, aynı yer.
878
Tuncer., a.g.m., Resim: 9.
388
bulundurulduğunda buranın aslî halinde türbe mekânını ihtiva ettiği söylenebilir879.
Mekânın güneyindeki ara holün benzerini Sivas Buruciye Medresesinin ana
eyvanının yanındaki mekânlarda görmekteyiz. Buruciye’deki bu dar birimler
merdiven olarak değerlendirilmiştir. Ancak burada merdivene ait olabilecek bir iz
bulunamamıştır880. Bu anlamda, burasının bir geçiş bölümü olduğu söylenebilir.
Dolayısıyla Sahip Ata Medresesinde ana eyvanın kuzeyindeki mekân küçük bir ara
bölümü ve onun gerisindeki kubbe ile örtülü olduğu söylenebilecek bir kare
mekândan ibarettir. Gabriel’in fotoğraflarında881 rahatlıkla görülebilen bina
kalıntıları ise bugüne bazı sıva ve ocak izleri ulaşabilmiş geç döneme ait verilerdir.
Tuncer’in tespit ettiği sanduka izi kare mekânın, duvarları çinilerle süslenmiş bir
türbe882 mekânı olarak düzenlendiğine işaret eder. Bu mekândaki dar koridorun,
medresenin doğusunda bir zamanlar yer alması muhtemel ve vakfiyede sözü geçen
Dârû’l-Ziyafet gibi bir bina ile ilişkiyi sağladığına dair yorumlar883 bulunmakla
birlikte, kazılar sonucunda böylesi bir veri tespit edilmemiştir.
879
Anadolu Selçuklu Medreseleri içinde ana eyvanın her iki yanında yer alan türbe mekânlarına
Konya Karatay Medresesi (1251) (Ana eyvanın güneyinde) ve Sinop Süleyman Pervane Medresesi
(1262) (Ana eyvanın doğusunda)nde görülmektedir. Kırşehir Cacabey Medresesi (1272) ve Akşehir
Taş Medrese (1250) nin yan eyvanlarının güneyinde türbe mekânları yer almaktadır.
880
Tuncer., a.g.m., s.126.
881
Gabriel, a.g.e., Levha LII/2, LIV/1.
882
Bilindiği gibi Sahip Ata’nın türbesi Konya’daki Sahip Ata Türbesi (1285) nde bulunmaktadır.
Sivas’taki 1271 tarihli medresesindeki mekânlardan birinin türbe yeri olarak düzenlenmesi, Sahip
Ata’nın bu görkemli binasında kendisi için bir mezar yeri tasarladığını düşündürmektedir. Vezirin
Akşehir’deki medresesi (1250) nde de bir türbe mekânı bulunmaktadır. Bilindiği gibi vezirin
oğullarının Karamanlılar tarafından öldürülmesi üzerine (Bkz. Bu çalışmanın Sahip Ata’nın Hayatı
bölümüne) Konya’daki külliyesine bir türbe mekânı eklenmiştir. Sahip Ata’yı derinden etkilediği
anlaşılan bu olayın vezirin gömülmek istediği yeri de değiştirmesine neden olduğu anlaşılmaktadır.
Böylece 1271’de Sivas’taki medresesinde planlanan mezar yerinin, oğullarının yanına gömülmek
isteği ile değiştiği ve Konya’daki Türbesi olarak belirlendiği söylenebilir.
883
C.M.Hersek., a.g.t., s.201.
389
Doğu eyvanının olduğu saha bugün batı duvarındaki üç kapatılmış açıklık ve
temel seviyesinde günümüze ulaşabilmiş doğu, kuzey, güney duvarlarından ibarettir
(Çizim:34). Batı duvarı moloz taş malzemelidir ve bazı yerlerinde gelişi-güzel
şekilde yerleştirilmiş süslemeli taşlar bulunmaktadır. Mevcut durumuyla duvarın
yapısı ve kapatılmış üç açıklık sonraki döneme ait bir düzenlemenin varlığını ortaya
koymaktadır. Nitekim eyvanın diğer üç duvarının beyaz mermerden inşa edilmesine
rağmen batı duvarının bu yapısı sonraki dönemde yapılmış bir müdahaleye işaret
eder. Doğu duvarındaki üç açıklık Gabriel’in fotoğraflarında görülen geç dönem
binalarıyla çağdaş kalıntılar olmalıdır. Sadece eyvanda değil bütün bir doğu kanatta
gerçekleştirilen bu müdahalelerin 1824 ve 1904 müdahalelerine yakın tarihlerde
oluştuğu söylenebilir. Düşey dikdörtgen formda ve ahşap lentolu bu üç açıklık daha
sonraki bir dönemde kapatılmıştır. Ana eyvan olduğu anlaşılan doğu eyvanının
avluya bakan cephesinin aslî düzenlemesine ilişkin mevcut durumdan yola çıkarak
bazı tespitler yapılabilir. Sütuncelerin özgün yerinde olduğu düşünülürse kemer
üzengi seviyesinde eyvanı dolaşan süslemenin eyvan içinde bir açıklığın çevresini
dolaştığı iddia edilebilir. Ayrıca bir zamanlar eyvan kemerini oluşturduğu anlaşılan
süslemenin başlangıç taşları da, doğu eyvan duvarı üzerinde mevcuttur. Bunun
dışında süslemeyi tamamlayacak kimi mermer taşlar da –kilit taşı da dâhil- arazide
dağınık bir vaziyette yer alır884. Y.Kahya vd.885, eyvan kemerinin etrafında
dikdörtgen bir çerçeve oluşturan süsleme bandını, köşe başlangıçlarıyla beraber
restitüe etmişlerdir. Ana eyvan’ın XIX. yüzyıldaki onarımı sırasında yüzeye gelişi
güzel yerleştirilmiş olan kitabelerden üstten itibaren ilk satırda, medreseyi yaptıranın
884
Y.Kahya vd.., a.g.m., s.448.
885
Y.Kahya vd.., aynı yer.
390
“Büyük Sahip” olduğu belirtilir886. İkinci satırda887 Sahip Ata’nın unvanları
zikredilirken burada Cimri Hadisesi sonrası Moğol Hanı tarafından verilen
“Kavvâmü’d devlet/mülk (Mülkün devletin dayanağı)” ve “Fahreddin (Dinin Şerefi)”
unvanları zikredilir. Son satırda ise sultanın –isim vermeden- unvanları zikredilir888.
Kahya vd889, buradaki mevcut kitabenin eyvan kemeriyle üst çerçeve arasında yer
aldığının, benzerlerine bakılarak ileri sürülebileceğini, mevcut kûfî yazı bandının ise
üzengi seviyesinde dolaşan ve bezeme şeridi üzerinde ve onunla birlikte eyvanın
içini ve büyük olasılıkla mevcut bir açıklığın çevresini dolaştığını belirtir.
S.Çetintaş’ın 1937 raporunda eyvanın güney duvarı üzerinde yer aldığı belirtilen
mihrap kalıntısı, bugün kuzey kanat odalarından birinin içersine atılmış şekilde
bulunmaktadır. Tuncer890 bunun Şahne kümbetine ait olabileceğini belirtir. Çokgen
planlı, mukarnas örtülü mihrap kalıntısı içinde en dikkat çekici parça büyük bir hayat
ağacını oluşturan taşlardır. Bu parçalar mihrap çokgeninin üç kenarını teşkil eder.
Y.Kahya ve arkadaşları891 mihrabın mevcut durumu ve çevreye atılmış vaziyetteki
886
Kitabenin Arapça Yazılışı için bkz. Hersek, a.g.t., s.192. Türkçe okunuşu;
Ümira bi,inşâi hâzihi’l-medreseti’l-mübareketi tekarruben ilâ’l-l’ahi te’âlâ es-sâhibû’l - a’zam eddüstürl-mu’azzam Mevlâ ilen nebi… ekrem
Transkripsiyonu ise “Bu mübarek medrese büyük sahip, büyük düstur sahibi Allahü Tealaya
yaklaşmak üzere inşasını emretti” şeklindedir.
887
Kitabenin Arapça Yazılışı için bkz. Hersek, a.g.t., s.192. Türkçe okunuşu;
Kavvâmü’d eyyami devleti’l-kahirati ve nizamü’l-milleti’z zâhirati ebül-hayrâti ve’t-tâ’âti ve’lhasenâti fahru’d-devleti ve’d-dînî Alî bin el-Hüseyin hayralahü ehsene’l-lâhü ‘akıbetehü fî gurretti
muharremin sene seb’ine ve sittemieh.
Transkripsiyonu ise; Galip gelen kavimlerin günlerinde, temiz milletin düzeni, iyiliklerin hayırların
babası dinin ve devletin şerefi Ali bin El-Hüseyin Allah hayırlarını kabul etsin muharrem ayının
parlaklığında Allah onun sonunu güzelleştirsin sene 670 (1271 Ağustos)
888
Kitabenin Arapça yazılışı, Türkçe okunuşu ve Transkripsiyonu için bkz. Hersek, a.g.t., s.193.
889
Y.Kahya vd., aynı yer.
890
Tuncer., a.g.m., s.124, Resim: 3.
891
Y.Kahya vd., Çizim: 9.
391
diğer parçalarından yola çıkarak bir restitüsyonunu yapmışlardır. Ö.Bakırer’e892 göre
XIII. yy’ın son çeyreğinden itibaren geometrik ve bitkisel kompozisyonların beraber
kullanıldığı
mihrap
örnekleriyle
karşılaşmaktayız.
Bunun
dışında
mihrap
kalıntısındaki hayat ağacı ile portaldeki hayat ağacı betimlemesi arasında görülen
üslupsal benzerlik bu kalıntının binaya ait olma ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Bu
anlamda, bina tarihi ile mihrabın süsleme özellikleri paralellik arz etmektedir.
A.Özdural893 yaptığı temizlik çalışmaları sırasında eyvanda çini kırıkları ve künk
parçalarına rastlamıştır. Medresenin yan eyvanları ve mescidinin çinili olduğu
düşünülürse ana eyvanının da çinili olduğu varsayılabilir. Ayrıca künk parçalarının
da bu mekânda su ile ilgili -belki de bir havuz- bir birimin varlığına işaret ettiği
söylenebilir.
Binanın güneydoğu köşesi ve ana eyvanın güneyinde yer alan mekân, bugün
avluya sivri kemerli bir kapı ile açılan, güney ve doğu duvarlarının ancak temel
seviyesindeki izlerle tespit edilebildiği, enine dikdörtgen formda bir kalıntıdan
ibarettir (Çizim:34, Foto:209). Mekânın batı duvarında yer yer geç döneme ait
olduğu anlaşılan sıva ve badana izleri görülür. Kuzey duvarının hemen güneyinde
avludan –havuzdan- gelen atık suyun bina dışına tahliyesini sağlayan künk yuvası
tespit edilmektedir. Bu künkün mekânın kapısının altından giriş yaptığı
anlaşılmaktadır. Mekânda tıpkı ana eyvanın kuzeyindeki mekân gibi bir bölme
duvarı olup olmadığına yönelik çalışmalar894 buranın bölüntüsüz, tek mekân olarak
tasarlandığını ortaya çıkarmıştır. Bu anlamda, mekânın sivri beşik bir tonoz ile
örtülmüş olabileceğini düşünülebiliriz. Mekânın batı duvarındaki sıva izlerinin
892
Bakırer., a.g.e., s.110.
893
Özdural., a.g.t., s.20.
894
Tuncer., a.g.m., s.126., Özdural., a.g.t., s.20.
392
Gabriel’895in fotoğraflarındaki bina kalıntılarına ait olduğu anlaşılmaktadır. Mekânın
güney duvarı ve güneydoğu köşesi oldukça tahrip olmuştur. Tuncer896 geç dönemde
konut olarak kullanıldığı anlaşılan bu mekânın,
vakfiyede belirtilen kütüphane
olabileceğini ifade etmiştir.
Güney kanadın (Foto:238) doğudaki
ilk
mekânına,
kuzey
kanattaki
odaların girişlerine benzer şekilde
üstte sivri kemerli pencere, altta
kapıdan oluşan giriş düzenlemesine
sahip iki kapıdan girilir (Çizim:34).
Foto 238: Avlunun güney kanadı
Bunlardan doğuda olan kapı, biri
güney kanadın avluya bakan duvarını çepeçevre dolaşan, diğeri de üstte yazı
bordürünü ve iki yanda kapıyı çevreleyen iki süsleme bordürüyle çevrelenmiştir.
Palmet-rûmî kombinasyonundan oluşan bitkisel süslemeli bordürlerin büyük bölümü
tahrip olmuştur. Mekânın kapısı ile üzerindeki sivri kemerli pencereyi ayıran taş
lento ve kapının kemeri bileşik kaş kemerli olduğu anlaşılan kemeri bugün yıkılmış
durumdadır. Pencerenin üzerinde yine tek satırlık bir yazıt897 yer alır. Batıdaki kapı
ise aynı kuruluş özelliklerine sahip ancak daha sağlam durumdadır. Kapının
üzerindeki sivri kemerli pencere tuğlayla doldurulmuştur. Kapıyı diğer kapılarda da
görülen, bitkisel süslemeli iki bordür kuşağı çevreler. Pencerenin üzerinde ise tek
satırlık sülüs bir yazıt898 bulunur. Kareye yakın ölçülerde ve iki kapı ile avluya açılan
895
Gabriel, a.g.e., Levha LII/2, LIV/1.
896
Tuncer, a.g.m., s.130.
897
Ergüder-Uzunçarşılı, a.g.e., s.118.
898
Ergüder-Uzunçarşılı, aynı yer.
393
bu mekânın örtüsü yıkılmıştır. Güney duvarında kapatılmış vaziyetteki iki pencere
vardır. Ayrıca doğu ve batı duvarlarında restorasyonlar sırasında kapatılmış, nişler
mevcuttur. Kahya vd.899 yaptıkları sondaj çalışmaları neticesinde, mekânın aslî
halinde iki ayrı mekânı ihtiva ettiğini gösterir bölme duvarının temel kalıntılarına
tespit etmişlerdir. Söz konusu bu iki mekânın yıkılan örtülerinin de sivri beşik
tonozlu ve kuzey-güney doğrultulu olduğu söylenebilir. Bu mekânın batısındaki
kuzey-güney doğrultulu ve sivri beşik tonozlu mekânın kapısı, günümüze sağlam
ulaşabilmiştir. Avlu odalarının kapılarıyla –kapı kemeri burada sepetkulpu
şeklindedir- aynı kuruluş özelliklerine sahip kapının üzerindeki pencere tuğlayla
doldurulmuştur. Pencerenin üzerinde tek satırlık bir yazıt900 bulunur. Mekânın batı
duvarında kapatılmış iki niş vardır. Doğusundaki mekâna bugün kapatılmış bir kapı
ile ulaşılır. Ancak bizce bu kapı da muhdestir901. Mekânın güney duvarında
restorasyon sırasında kapatılmış bir pencere yer alır. Güney eyvanının doğusundaki
bu üç mekân, son restorasyon çalışmaları sırasında –tıpkı kuzey eyvanının
doğusundaki mekân grubu ve güney eyvanının batısındaki mekân gibi- ahşap bir
konstrüksiyon ile koruma altına alınmıştır.
Foto 239: Güney eyvandaki çinilerden detay
899
Y.Kahya vd., a.g.m., s. 446-447.
900
Ergüder-Uzunçarşılı, a.g.e., s.118.
901
Özdural., a.g.t., s.63.
Foto 240: Güney eyvandaki çinilerden detay
394
Güney eyvanı kuzeyindekine birebir benzer kuruluş ve süsleme özelliklerine
sahiptir902. Eyvanın çini süslemelerle kaplı tonozu, keçe ve onu tutan ahşap bir
konstrüksiyon ile koruma altına alınmıştır(Foto:239-240). Özdural903, buradaki tonoz
yüzeyindeki ayrılmanın kuzey eyvanına göre daha fazla olduğunu belirtir. Eyvanın
güney duvarındaki pencere sonradan kapatılmıştır. Bunun ne zaman gerçekleştiği
bilinmemektedir. Ancak bu pencerenin tam arkasında, 2/3 oranında açıklığı
kapatacak şekilde cephede yer alan payanda bulunmaktadır. Bu durumda, eğer bu
kapatma işlemi geç dönemde yapıldığı ise, onu büyük oranda kapatacak olan
payanda da sonraki bir dönemin eseri mi? Bugün bu sorunun cevabını tam olarak
veremesek de şunu söyleyebiliriz. Eğer medresenin güney cephesinin doğu kesiminin
sınırları günümüze ulaşan şekilde ise, cephenin, kırılma yaptığı bu noktada strüktürel
bir ihtiyaçtan dolayı buraya bir payanda yapılması doğaldır. Nitekim payandanın
malzemesi de orijinal olduğunu gösterir. Bizce bu payandanın eyvanın penceresini
kapatır şekilde cephede yer alması, medresenin güney bölümünün arazi-parsel
sınırları sebebiyle bu şekilde bir kırılma yaptığı ve bu zorlamanın oluşturacağı
strüktürel kaygının tam kırılma yapan noktaya bir payanda yapma gerekliliği
doğurması sebebiyle oluşmuştur. Bu zorunlulukta, eyvanın penceresinin büyük
oranda kapatılmasına sebebiyet vermiş olmalıdır. Bu durum kuşkusuz bir planlama
hatasıdır.
Eyvanın batısındaki doğu-batı doğrultulu mekân enine dikdörtgen formda olup,
sivri beşik tonozla örtülüdür. Bu mekân avluya dört kapı ile açılır. Güney duvar
üzerinde kapatılmış durumda dört pencere yer alırken batı duvarda sivri kemerli bir
902
Buradaki çini ve taş süsleme kuzey eyvanı ile birebir aynı özelliklere sahip olduğundan yeniden bir
anlatıma gidilmemiştir.
903
Özdural., a.g.t., s.64.
395
pencere açıklığı bulunur. Batı duvarın üst kotunda bugün kapatılmış bir pencere daha
bulunur. Mekânın dört kapısı da medrese odalarının girişlerine uygun bir şema
içindedir. Ancak bunlardan doğuda olan 1. si sepetkulplu, 2. si bileşik kaş, 3. sü
basık kemerli ve en batıda olan 4. kapı, taş lentoludur. Kapılardan batıda olanının
sonraki bir dönemde müdahale gördüğü, diğer kapı kemerlerinin ise medresenin
diğer odalarında görebildiğimiz tipte ve ilk inşaat dönemine ait olduğu söylenebilir.
Hepsinin de kapıları üzerinde yer alan pencereleri tuğlayla doldurularak
kapatılmıştır. Hem kuzey hem de güney kanat odalarının kapı kuruluşlarını kuşatan
süsleme bordürleri burada da karşımıza çıkar904. Her bir kapının –en batıdaki kapı
hariç- üzerinde tek satırlık birer yazıt905 bulunur. Tuncer906, burada bölme
duvarlarına ait hiçbir iz bulunmadığını dolayısıyla buranın tek bir mekân olduğunu
belirtirken, Kahya907, ara duvarların beden duvarlarına saplanması olası noktalarında
yaptıkları sondajlar neticesinde bölme duvarların oturduğu temel duvarlarının ortaya
çıktığını ifade etmektedir. Biz de aslî halinde bu bölümün, tıpkı kuzeybatı bölümdeki
odalarda olduğu gibi her birine ayrı bir kapıyla ulaşılan, dört mekândan ibaret
olduğunu düşünmekteyiz (Çizim:37). Tuncer908, bu uzun mekânın iki farklı kotta
tonoz izi olduğunu, bunlardan üstte olanının mescit kubbesiyle organik bağa daha
uygun olduğunu belirtir. Dolaysıyla bugünkü tonozun yeni olduğu anlaşılmaktadır.
904
Hersek, (a.g.t., s.187) bazı hücre kapılarının çerçevelerinde kalmış olan çini parçalarından
bahseder. Özdural (a.g.t., s.75) bunlardan bir tanesini güneybatı köşe odanın kapısı üzerindeki çerçeve
de olduğunu belirtmektedir.
905
Yan kanatlarda yer alan odaların üzerindeki yazıtlar, eğitim ile ilgili hadisleri içermektedir. Güney
eyvanın batısındaki odaların yazıtları için bkz. Ergüder-Uzunçarşılı, a.g.e., s.118.
906
Tuncer., a.g.m., s.125.
907
Kahya vd., a.g.m., s.447.
908
Tuncer., a.g.m., s.125.
396
Ancak mescit kubbesinin de 1719 yılındaki onarımda yenilendiği909 düşünülürse,
üstteki tonozunda orijinal olmadığı dolayısıyla, bu bölümde birden fazla inşaat
dönemi olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumu, özellikle mekânın batı duvarında
gözlenebilen farklı sıva kalıntıları kanıtlar910.
Avlunun kuzey ve güney kanatları revaklıdır.
Revaklar yedi açıklıklıdır ve ortada eyvanlara
denk gelen gözleri daha geniş tutulmuştur
(Çizim:34, 36). Kare bir kaide üzerine oturan
revak sütunlarının911 monolitik veya silindirik
şekilde yapılmış gövdelerinin bazıları kalkerden,
bazıları da mermerdendir. Bazılarında başlığa
yakın demir bilezikler bulunur. Kuzey kanattaki
revağın sütun başlıkları birbirinden farklıdır.
Foto 241: Revağın güney kanadından detay
Bunlardan batıdan itibaren
1. ve 6. olanı palmet ve yaprak motiflerinden oluşan bir süslemeye sahiptir.
Bozulmuş da olsa palmet-yaprak süslemesine sahip 5. sütunun başlığının aralarında
rûmî motifine de rastlanır. Bunların dışında kalan sütun başlıkları süslemesizdir.
Sütun başlıklarının üzerinde ahşaptan kornişler yer almaktadır. Özdural912, bu
909
Bu onarımda Cuma namazlarının kılınabilmesi için minarelerin şerefelerin yenilenmesi gerektiğini
bilmekteyiz. (Bakınız 747. dipnot) Bunun dışında Tuncer, (a.g.m., s. 127) yıkılan minarelerin kubbeye
zarar verdiğini, nitekim kubbenin çevresindeki temizlik çalışmaları sırasında minareye ait parçalara
rastlandığını belirtmektedir. Dolayısıyla, bu müdahale sırasında yıkılan minarelerin dışında,
minarelerin yıkılırken zarar verdiği kubbelerin de yenilendiği anlaşılmaktadır.
910
Özdural., a.g.t., s.67.
911
Sütunların oturduğu kaidelerin bazılarında ters şekilde konmuş sütun başlıklarına rastlanmıştır.
Bkz. Bilget, a.g.m., Resim:7.
912
Özdural., a.g.t., s.42.
397
kanattaki revakların yenilendiğini belirtir. Nitekim kuzey eyvanının batısındaki
odaların avluya bakan duvarlarının ve revak cephesindeki saçakların üzerindeki
süsleme bordürünün yenilendiğini913 biliyoruz. Dolayısıyla bu bölümünün de aynı
zamanda müdahaleye uğradığı söylenebilir. Güney revak batıdan itibaren yekpare
kum taşından ilk sütun dışında, mermerden tek parça halinde silindirik formda yedi
sütundan oluşur. Bunlardan doğudan itibaren ilki sekizgen gövdeli diğerleri silindirik
gövdelidir. Ortadaki eyvana denk gelen gözün iki yanındaki sütunun başlıkları
stalâktitli iken diğerleri palmet ve iri yapraklı bir süslemeye sahiptir. Beyaz mermer
malzemeli revak kemerlerinin üstündeki saçak kısmında bütün avluyu dolaşan bir
süsleme kornişi yer alır. Enine gelişen süslemenin ana motifi iri palmetlerdir.
Palmetleri aralarındaki lotuslardan çıkan kollar birbirine bağlar. Bu enli bordürün
üzerinde zikzak motiflerinden oluşan dar bir bordür daha yer alır. Bu süsleme
bordürleri revakların dışında batı ve doğu cephenin avluya bakan yüzlerinde de
devam eder. Kuzey revağın batı kesimindeki kimi süslemeli taşların aslî yerinde
olmadığı gelişi-güzel yerleştirildiği; dolayısıyla burada geç dönemde bir müdahale
yaşandığını tespit edilmektedir. Kuzey revağın doğu bölümünde ve güney revağın
tamamında portaldekine benzer içbükey dairesel boşluklar bulunmaktadır. Bunların,
revak kemerlerin iki köşesine bir düzen fikri gözeterek ve süsleme kaygısıyla
yapıldığı anlaşılmaktadır914.
913
914
Tuncer, a.g.m., s.125.
Buradaki süslemeler, Anadolu’da Divriği Emir Kemareddin Türbesi (1196) ve Bayburt Kalesi
(XIII. yy)nde görülen ve “baçini” adı verilen içbükey taş boşluklara çini veya seramik yerleştirilerek
oluşturulan süslemeleri akla getirmektedir. Buradaki ve portaldeki küresel boşluklarda yaptığımız
incelemelerde çini veya seramik kalıntısına rastlamadık. Ancak bunların binanın geçirdiği
müdahaleler sırasında veya zamanla düşmüş olabileceğini düşünülebiliriz. Çağının en önemli çini
veya süsleme unsurlarının kullanıldığı böylesi bir binada bu süsleme tarzının da kullanılmış
olabileceği rahatlıkla söylenebilir.
398
Dikdörtgen avlunun zeminde yapılan temizlik çalışmaları915, asli halinde sal
taşlarlıyla kaplı olduğunu ortaya koymuştur. Bu çalışmalarda avlu ile revak arasında
8 cm, revak ile eyvanların eşiği arasında da 6 cm.lik bir kot farkı olduğu tespit
edilmiştir916. Bugün avlunun ortasında altıgen ve muhdes olduğu anlaşılan bir havuz
yer almaktadır. Ancak yıkık ana eyvanın taşları arasında bulunan ve Y.Önge917
tarafından bir restitüsyon önerisi ile bilim dünyasına tanıtılan orijinal havuzun, 5.60
m. çapında olduğu –bu haliyle Anadolulu Selçuklu döneminin en büyük havuzu olma
özelliğini taşımaktadır- ve 22 parçadan oluştuğu anlaşılmıştır. Poligonal ve 22 köşeli
havuz918, dıştan 5.60 m., içten 5.04 m. çapında ve dış kenarları 56.5 cm., iç kenarı ise
42 cm. yüksekliğindedir. Havuzun 80 cm. genişliğindeki her bir yüzü iki parçadan
oluşmakta ve köşelerden itibaren de yarım aks daha uzamaktadır. Taşların üst
kenarlarındaki izler, bu parçaların demir kenetlerle birbirine bağlandığını
göstermektedir. İç yüzdeki ters stalâktit dilimleri dışta, daha sade bir şekilde üçgen
prizma ve silindirik dilimler halinde tekrarlanmaktadır. Dış yüzlerin alt hizalarındaki
izler havuzun etrafında bir seki döşemesinin olduğunu göstermiştir919.
Tartışmalı konulardan biri binanın ikinci katı olup olmasıyla ilgilidir. İkinci kat
iddiasına temel teşkil edilen en önemli argüman, kuşatma duvarlarının yaklaşık 10.00
m. ye varan yüksekliğidir. Bu konudaki iddiaların en eskisi Gabriel’e aittir. Gabriel,
aslî halinde iki katlı olduğunu söylediği binanın, muhtemelen Timur döneminde
yıkıldığı ve daha sonraki bir dönemde bugünkü görüntüsüne kavuştuğunu belirtir.
915
Bilget., (a.g.m., s.610., Resim:7) bu çalışmaları sırasında avluyu çepeçevre saran muhdes kanalları
da sökerek kaldırmıştır.
916
Bilget, aynı yer.
917
Y.Önge, “Anadolu’da Bilinen…”, s.16.
918
Kahya vd, (a.g.m., s.449.) yaptıkları restitüsyon önerisinde havuzun içten onikigen dıştan
yirmidörtgen biçime daha uygun olduğunu belirtmektedirler.
919
Bilget, Gök Medrese…, s.11.
399
Gabriel920 kesitinde, ikinci katın saçak kotunu göstermiş ve ana eyvanı da aynı saçak
hizasına kadar yükseltmiştir. İkinci kat konusunda bir diğer görüş O.C.Tuncer’e
aittir. Binada uzun yıllar çalışmalarda bulunan Tuncer921, tuvalet mekânının
doğusundaki merdiven kalıntısını ve giriş eyvanının üzerindeki çinili odaları yaptığı
kazı çalışmaları neticesinde ortaya çıkarmıştır. Yazar, tıpkı Gabriel gibi binanın aslî
halinde iki katlı olduğunu; bu durumu merdiven kütlesinin ve giriş eyvanının
üzerindeki odaların kanıtladığını belirtmiştir.
Yazar922, yan eyvanların üst kattaki galeriyi kesen bir yükseklikte olması
dolayısıyla oluşan problemi, üst kat galerisinin yan eyvanlara rastlayan bölümlerinde
merdiven bulunduğunu belirterek çözümlemeye çalışmıştır. M. Sözen923 ise sadece
ana eyvan ve iki yanındaki mekânların iki katlı olabileceğini belirtir. A.Kuran924,
binanın aslî halinde tek katlı olduğunu belirtirken ikinci kat hususundaki kuşkularını
dile getirmiş, binanın kuşatma
duvarlarının ve üst pencerelerinin tonoz
yüksekliklerini de aşan bir kotta olmasını, medresenin XIII. ın ilk yarısına ait bir han
veya medresenin kalıntısı üzerine inşa edilmiş olabileceği ile açıklamaya çalışmıştır.
C.M.Hersek925, binayla ilgili uzun tahlilinde binanın genel olarak tek katlı olduğunu
belirtirken, yalnızca Buruciye Medresesindeki gibi ana eyvana komşu hacimlerin iki
920
Gabriel, a.g.e., s.157-158., Fig. 99.
921
Tuncer, a.g.m.
922
Tuncer ile yaptığımız sözlü mülakatta, kuzey kanattaki merdivenin güney kanatta da bir paraleli
olması gerektiğini belirtmiştir. Ancak kazılar neticesinde böylesi bir kalıntıya rastlanmadığını hem
yayınları hem de kendisinden sözlü olarak öğrendik. Yazar ayrıca –yine yayınladığı resimlerde
gözükmemesine rağmen- mescidin üst kotta olan ve avluya bakan bugün kapalı pencerenin üzerinden
giriş eyvanın üzerinde yer aldığını düşündüğü odaya geçişi sağlayacak bir merdivenden
bahsetmektedir. Tuncer üst katta, yan kanatlarla giriş bölümü arasındaki bağlantının bu şekilde
sağlanmış olabileceğini düşünmektedir.
923
Sözen, a.g.e., s.47.
924
Kuran, a.g.e., s.95-96.
925
Hersek, a.g.t., s.209. Yazar üst kottaki pencerelerin muhdes olabileceğini belirtmektedir.
400
katlı olabileceğini ifade eder. Bilget926 ise, bu konudaki yorumları sıralamakla
yetinir. Binayla ilgili en son ve ayrıntılı araştırmayı yapan Y. Kahya ve arkadaşları927
bina üzerinde yaptıkları çalışmalar neticesinde binanın iki katlı olduğu yolundaki
yorumlara kuşkuyla yaklaşılması gerektiğini belirtmişlerdir. Özdural928 da binanın
tek katlı olduğunu ifade eder.
Foto 242:Giriş eyvanı (Onarım Öncesi)(VGM’den)Foto 243: Giriş eyvanı (Onarım Sonrası)
Bu konuda tespitleri yorumlamadan önce Tuncer’in kazılar neticesinde giriş eyvanı
üzerinde, elde ettiği bulguları değerlendirmek istiyoruz. Tuncer, giriş eyvanının
üzerindeki alanda yaptığı çalışmalarda mescit ve Dârü’l-Kurrâ kubbe kasnaklarının
birbirine bakan yüzlerinde çini mozaik duvar kaplaması tespit etmiştir929. Ayrıca
çalışmalarda, tam eyvanın üzerine denk gelen bölümde, güneyde iç içe iki oda ve
kuzeyinde bir kapalı alan oluşturacak şekilde duvar kalıntıları ile ocak ve tandır
olduğunu belirttiği izler ele geçirilmiştir930. Tuncer931, giriş eyvanının üzerindeki bu
bölümün ahşap dikmeli, eliböğründelerle taşınan saçaklı bir örtüye sahip olduğunu
926
Bilget, a.g.e, s.34-35, 12. dipnot.
927
Y.Kahya vd. (a.g.m., s.447.), tonozların torak örtüsünün orijinalliği, kuzey ve güney cephedeki
mimari düzenin tek katlı olması ve dış duvarların yükseltilmesinin benzer örneklerinin bulunmasından
yola çıkarak binanın iki katlı olamayacağını belirtmişlerdir.
928
Özdural, a.g.t.
929
Tuncer, a.g.m., s.127.
930
Tuncer, aynı yer.
931
Tuncer, a.g.m., s.131, 15. dipnot.
401
belirtir. Bu bulgular, iki kubbe arasında özel bir mekân tahsis edildiği ve ikamet
edildiğini göstermektedir. Nitekim bulgular arasında alçı raf parçalarına da
rastlanmıştır932. Tuncer’in kazıları sırasında ele geçen minareye ait parçaların varlığı
bu bölümün orijinalliği hususunda kuşku uyandırmaktadır. Zira XVIII. Yüzyılın
başlarında yenilen minarenin kubbelere zarar verecek şekilde yıkıldığı bu nedenle
mescitte Cuma namazının kılınamadığını biliyoruz933. Dolayısıyla minarenin bu
tahribatı sırasında, giriş eyvanı üzerinde yer alan bu odaların ve eliböğründelerle
taşınan avluya bakan yarı açık bölümün zarar görmemiş olması imkânsızdır. Ayrıca
kubbelerin yenilendiğine dair sıva ve boya izleri de kasnaktaki çinilerin orijinalliği
hususunda şüpheler uyandırmaktadır. Bizce buradaki düzenleme, XVIII. Yüzyıldan
sonraki bir dönemde oluşturulmuştur. Çinilerin varlığı Selçuklu dönemini
düşündürtüyorsa da, çini yönünden zengin binanın dökülmüş çini parçalarının,
burada sonradan kullanılmış olması pekâlâ mümkündür. Buradaki geç dönem
müdahalesini ortaya koyan bir başka veri ise Kahya934nın çalışmaları sırasında
burada ele geçirdiği ve Osmanlı dönemine ait olduğunu belirttiği yeşil renkli kiremit
parçalarıdır. Bu durum, kubbelerin Osmanlı döneminde tamamıyla yenilendiği, bu
anlamda kubbelerin arasındaki bölümlerin de bu müdahale sırasında ihdas edildiğini
ortaya koymaktadır.
İkinci kat iddialarının açıklığa kavuşturması gereken birinci problem, merdiven
konusudur. Binada tespit edilebilen tek merdiven kalıntısı, tuvalet mekânının
doğusundaki aralıkta yer alan, Özdural935’ın 1966–67 yılları arasındaki tespiti ve
932
Bu buluntuların varlığını Tuncer (a.g.m., s.127, 10. dipnot) in makalesinden haberdar olabiliyoruz.
Ancak niteliği hangi döneme ait olduğu konusunda herhangi bir bilgi makalede verilmemiştir.
933
Bakınız 747. dipnot.
934
Kahya vd., a.g.m., s.448.
935
Özdural, a.g.t., s.69.
402
Tuncer936in 1978 yılı çalışmalarındaki izlenimleriyle doğruladığı tavan örtüsüne
yakın kotta bulunanıdır. Binada merdiven kalıntısı olabilecek başka bir kalıntıya
rastlanmamıştır. Bulunan merdiven ikinci katın varlığı için yeterli bir delil teşkil
etmez. Zira binadaki yan eyvan tonozları hücre tonozlarına göre 1.45 m. yüksektedir.
Diğer bir deyişle yan eyvan tonozları, muhtemel bir üst kat galerisini kesintiye
uğratmaktadır. Bu anlamda, binanın üst katı var ise birden fazla merdivene ihtiyaç
vardır.
Tuncer937,
yan
eyvanlara
rastlayan
bölümlerde
de
merdivenler
olabileceğinden bahseder. Bizce bu, zorlama bir önermedir, zira maddi bir delil
yoktur.
İkinci kat ile ilgili iddiaların bir başka dayanak noktası da Evliya Çelebi’nin
ifadeleridir. Evliya938, “…fevkanî ve tahtanî seksen odadan…” eder. Burada
belirtilen oda sayısı inandırıcı olmamakla –zira Anadolu’da bu büyüklükte bir
medrese bulunmamaktadır- birlikte üst ve alt kat ifadelerini doğru olarak kabul
edebiliriz. Nitekim binanın muhdes ahşap üst katını gösteren bir fotoğrafta939
yayınlanmıştır. Ancak bu bölümlerin Osmanlı dönemi eki olduğu ve alt kat ile
uyumsuzluğu, görüntülerde hemen fark edilmektedir. Ayrıca binanın avluya bakan
tüm cephelerini saçak hizasında dolaşan süslü silmenin (Çizim:36) orijinalliği, bunun
üzerinde yer alabilecek bir üst katın varlığına imkân tanımamaktadır. Ayrıca,
Anadolu Selçuklu Medreseleri içinde taş alt katın üzerine ahşap bir üst katın
bulunduğu bir örneğin günümüze ulaşmadığı düşünülürse, Evliya’nın bahsettiği üst
katın bir Osmanlı dönemi eki olduğu rahatlıkla söylenebilir.
936
Tuncer, ag.m., s.125.
937
O.C.Tuncer, yaptığımız sözlü mülakatta, bu sorunun ancak tonoz sırtlarına dayanmış merdivenlerle
çözülmüş olabileceğini belirtmiştir.
938
Evliya Çelebi, a.g.e., s.123.
939
Bilget, a.g.e., s.35, Resim: 6.
403
İkinci kat iddiaları ile ilgili önemli bir tartışma da kuşatma duvarlarının
yüksekliği ve tonoz yüksekliklerinin üzerinde yer alan pencerelerdir. Kuran940, bu
durumu binanın eski bir yapı bakiyesi üzerine kurulmuş olması ihtimaliyle açıklar.
Bu iddia kuzey ve güney kanattaki yüksek pencere ve kuşatma duvarlarını açıklamak
için üretilmiş bir hipotezdir. Bu iddia doğru ise kuzey ve güney kanatlarla doğu ve
batı kenarların birleşme noktalarında bariz bir uyumsuzluk olması gerekir. Ancak
binanın köşelerinde bu türlü bir uyumsuzluk görülmez. Hersek941, üst kottaki
pencerelerin muhdes olduğunu belirtir. Ancak farklı kotlarda yer almasına rağmen
söz konusu pencerelerin gerek form gerekse malzeme açısından son derece özenli ve
orijinal olduğu rahatlıkla tespit edilebilmektedir. Bizce, pencere ve kuşatma
duvarları, tıpkı Sivas Çifte Minareli ve Buruciye Medresesinde olduğu gibi yapıyı
görkemli göstermek kaygısıyla yüksek tutulmuş olmalıdır. Yapının iki katlı olmadığı
yolundaki en önemli göstergelerden biri de giriş cephesindeki kubbelerin ve –eğer
Tuncer’in iddiası doğru ise- ana eyvanın kuzeyindeki mekânın kubbesinin üst katı
keseceğidir. Binanın başlangıçta iki katlı olduğu daha sonradan –muhtemelen Timur
istilası sırasında- yıkılarak, tek katlı olarak yeniden onarıldığı yolundaki iddia ise
yine üst kata çıkış merdivenlerinin –en azından izini görebilmemiz beklenirdibulunmaması dolayısıyla geçersiz kalmaktadır. Üst katın deprem neticesinde
yıkıldığı yolunda bazı görüşler de mevcuttur. Ancak, depremin sadece üst kata zarar
verirken minarelerde dâhil olmak üzere alt katı hiçbir şekilde tahrip etmemiş
olmasını açıklamak da pek mümkün değildir.
940
Kuran, a.g.e., s.96.
941
Hersek, a.g.t., s.205.
404
Bize göre bina tek katlı inşa edilmiştir. Tonoz seviyelerini aşan yükseklikteki
üst pencereler ve kuşatma duvarları ise, binayı daha görkemli göstermek amacıyla
inşa edilmiştir.
Binanın çeşitli bölümlerinde, orantılı ön cephe tasarımına hiç de uymayacak
kimi inşaat hataları dikkati eder. Güney cephedeki çarpıklık, ayrıca güney ve kuzey
cephelerdeki takviye kemerlerine denk geldiği için kaydırılmış mazgal pencereler
bunlardan bazılarıdır. Kanımızca bu durum binanın hızlı bir inşa süreci yaşaması ile
ilişkilidir. Nitekim bu hızlı inşaattan doğan eksikleri, payandalarının süslemesinde
açıkça görülmektedir: Ön cephedeki payandalar tamamen süslenmişken, kuzey
cephenin batı köşesindeki ilk payanda kaideye kadar işlenmiş, binadaki diğer
payandalar ise hiç süslenmeden bırakılmıştır.
Burada, payandaların tamamının
süslenmesi planlanmışken ancak bazılarının dekorasyonunun gerçekleştirilebildiği
anlaşılmaktadır. Aynı durum ön cephedeki bordür süslemelerinde de görülmektedir.
Binanın vakfiyesinde mekânların işlevlerine yönelik önemli bilgiler mevcuttur.
Bunlardan mescit ve abdesthanenin942 yerlerini tespit edebiliyoruz. Vakfiyede iki
çeşmeden bahsedilmektedir ki, bunlardan birincisi kuşkusuz giriş cephesinde yer
almaktadır. İkincisinin ise avlu ortasında bulunan ve günümüze parçaları ulaşabilmiş
havuz olma ihtimali mevcut olmakla birlikte, vakfiyede musluk olarak bildirilen943
ve abdesthanenin kuzey cephesindeki, bugün kapatılmış durumda olan niş olarak
tespit ettiğimiz944 çeşme olma ihtimali de göz ardı edilmemelidir. Vakfiyede
942
Binanın kuzeybatı köşesindeki abdesthanenin Anadolu’daki en yakın örneği Sinop Süleyman
Pervane Medresesidir. Erken dönem için ise Diyarbakır Zinciriye Medresesini örnek verebiliriz.
Tuvalet’in her üç binada da giriş bölümündeki büyük mekânlardan birini işgal ettiği görülmektedir.
943
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.56.
944
Bu konudaki geniş tartışma için bakınız 768. dipnot.
405
belirtilen mutfak945’ın yerini tespit etmek mümkün değildir. Vakfiyede geçen
kütüphane’nin yeri konusunda da çeşitli düşünceler mevcuttur. Özdural946, güneybatı
köşe odanın uygun olacağını düşünürken, Hersek947, ana eyvanın iki yanındaki
mekânlardan herhangi birinin kütüphane olabileceğini belirtmektedir. Bizce
kütüphanenin talebe hücrelerinin yakınında olması gerekliliği vardır. Bu anlamda
kütüphane için en uygun yer Özdural’ın işaret ettiği güneybatı köşe olabilir.
Tuncer’in kazıları sırasında bulduğu ve sanduka kaidesi olarak bahsettiği veri, ana
eyvanın kuzeyindeki mekânın türbe olabileceği ihtimalini akla getirmektedir. Ancak
bu konuda, gerek Tuncer’in makalesi, gerekse Vakıflardaki arşiv, söz konusu
buluntuyu yeterince değerlendirmemizi sağlayacak resim ve bilgiden maalesef
yoksundur. Bu anlamda Tuncer’in iddiasına ihtiyatla yaklaşırken, gerek çini gerek
taş dekorasyonu ile Sahip Ata’nın en görkemli binası olan binanın içinde banisi
tarafından
bilhassa
istenmiş
bir
türbe
mekânının
olabileceğini
göz
ardı
etmemekteyiz. Tuncer, mekânın içinde bol sayıda çini tespit etmiştir. Bu veri,
mekânın çok özel bir yer olduğunu kanıtlar niteliktedir. Bu anlamda yeterli veri
olmamasına karşın bu mekânın –büyük ihtimalle Sahip Ata’nın Konya’daki türbe’ye
gömülmesinden sonra başka bir fonksiyona kavuşmuş ve bu yüzden önemli bir şekil
945
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.56. Vakfiyedeki Darü’l-Ziyafet anlatımların da burada özel günlerde
yemek hazırlandığına dair bilgiler mevcuttur. Medresenin çevresindeki bu binada yemek pişirmekle
ilgili işlemlerin gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Çalışmamızın konularından olan Sahip Atanın
Akşehir’deki medresenin karşısında bir zamanlar yer alan ve XIX. Yüzyıla ait bir evkaf belgesinde de
bahsi geçen bir imaretin varlığını biliyoruz. Evkaf belgesinde (Bayram-Karabacak, a.g.m., s.61)
binanın, matbah (mutfak) diye anılması imaret olduğunu düşündürmektedir. Mutfağın, Akşehir’deki
Medrese’den müstakil inşa edildiğini, bu anlamda Sivas Sahip Ata Medresesindeki Darü’l-Ziyafetle
paralellik arz ettiği görülmektedir. Bu anlamda, Akşehir’deki binanın mutfak olarak anılması
Sivas’taki Darü’l-Ziyafet’in de bu türlü bir fonksiyon gördüğüne işaret etmektedir.
946
Özdural, (a.g.t., s.75.) kapısındaki çini çerçeve dolayısıyla burasının diğer talebe hücrelerinden
farklı bir işleve, muhtemelen kütüphane fonksiyonu görmüş olabileceğini belirtmektedir.
947
Hersek, a.g.t., s.200.
406
değişikliği geçirmiş- bir türbe mekânı olma ihtimalinden söz edebiliriz. Binadaki
ders okutulmak üzere diğer Anadolu Selçuklu medreselerinde olduğu gibi eyvanların
kullanıldığını düşünmek yanlış olmaz kanaatindeyiz. Bunun dışında kapısındaki
kitabeden Dâr’ül-Kurrâ olduğu anlaşılan giriş eyvanının kuzeyindeki mekânın da,
bilhassa kışın derslerin gerçekleştirildiği yer olduğu söylenebilir. Kışlık dershane
olarak uygun bölümlerden biri de herhalde ana eyvanın güneyindeki mekândır948.
Binanın kuzey ve güney kanadındaki mekânlarında talebe hücresi olarak işlev
gördüğünü; vakfiyede bahsi geçen müderris, muîd ve fukahanın da buralarda
kaldığını düşünmek yanlış olmaz kanaatindeyiz. Ancak hoca ve talebe mekânlarını
bina içinde ayrıntılı olarak949 belirleyebilmek pek mümkün görünmemektedir.
Binanın sürekli bakımı için bir mimar tahsis edilmesi de çok dikkat çekicidir.
Vakfiyede sık sık geçen Dârü’l-Ziyafet, bizce medresenin dışında müstakil bir
binaydı. Doğu cephenin iki köşesinde yapılan sondaj çalışmaları950 binanın doğuya
doğru devam ettiğini göstermiştir. Gerek bu duvarlar gerekse binanın doğu
cephesinde payanda bulunmayışı, medreseye doğu yönünden bitişmiş bir bina
ihtimalini akla getirmektedir. Bu anlamda, vakfiyedeki açık ifadelerden951
948
Kuran (a.g.e.,s.134-135), Anadolu Selçuklu Medreselerinde kışlık dershane mekânları çoğunlukla
ana eyvanın iki yanındaki birimleri ihtiva ettiğini belirtmektedir.
949
Bu konuda bazı araştırmacılar, oda sayısı ile vakfiyede sürekli kalması belirtilen kişi sayısına
dayalı oransal bir tahmin yapmaya çalışmıştır. Ancak vakfiyede kesin kişi sayısı belirtilmediği ve
kiminin daimi kiminin geçici kalacağı belirtildiği için bu tahlillerin çok sağlıklı olamayacağı
kanaatindeyiz. Bu konudaki bir görüş için bkz. Özdural, a.g.t., s.75-76.
950
Tuncer, a.g.m., s.126, Hersek, a.g.t., s.202.
951
Bayram-Karabacak, (a.g.m., s.53, 56.) Vakfiyede “mezkur medrese yakınındaki” Darü’l-Ziyafet’te,
otuz kişiye yemek verileceği ifade edilmektedir. İbni Batuta (Ebû Abdullah Muhammed İbn Battûta
Tancî (Çev., İnceleme ve Notlar: a.Sait Aykut), İbn Battûta Seyahatnâmesi, C.I, İstanbul 2000, s.416),
Sivas’da bir Dar-ül Siyade (Seyyidler Konağı)ndan bahsetmektedir. Seyyah, “…medrese tarzında inşa
edilmiş bu büyük binada peygamber soyundan gelen misafirlerin ağırlandığı”ndan ve
“Nakîbüleşrâf’ın bu konakta oturduğu”ndan bahsederek, “misafir kalan şerife, kaldığı sürece
407
medresenin yakınında olduğu anlaşılan Dârü’l-Ziyafet’in, medreseye doğudan
bitişmiş bir bina olabileceği söylenebilir.
Bina, gerek XIII. yüzyıl Selçuklu Sanatı, gerekse XIV. yüzyıldaki kimi
örnekleri etkilemesi açısından çok önemli bir yere sahiptir. Gök Medrese bazı
yazarlar tarafından, cephe tasarımında doruk noktası olarak kabul edilir952. Portal ve
iki yanındaki bölümün ilişkisi başka hiçbir Selçuklu yapısında olmadığı kadar eşit ve
dengelidir. Keskin simetri portalin iki yanındaki bölümler arasında da hemen dikkati
çeker. Bu iki bölüm arasındaki pencereler, iki köşedeki payandalar ve cepheyi
dolaşan bordürler bu simetriye uygun düzenlenmişlerdir. Portal tek başına
incelendiğinde de aynı simetri göze çarpar. Burada hem minarenin eklenmesiyle
oluşacak taçkapı kurgusu, hem de tek başına portalin geometrik ölçülerinde tam bir
uyum sağlanabilmiştir953. Portalde görülen süslemeler hem çağdaşı hem de sonraki
döneme ait binaları derin bir şekilde etkilemiştir. Bunlardan en yakın örnek Erzurum
Çifte Minareli Medrese’dir ki M.Rogers954, bu binanın portalinde daha önce Sivas
Sahip Ata Medresesi’nde denenen birçok süsleme elemanının bulunduğunu belirtir.
Çerçeve örneklerinin büyük bir kısmı ve köşe sütunceleriyle Sahip Ata Medresesine
benzer başka bir bina da Beyşehir Eşrefoğlu Camiidir. Gök Medrese’nin portal
süslemesinin etkilerinin görüldüğü geç dönem yapılarından birisi ise Karaman
yiyeceği, içeceği mumu ve kullanacağı eşyasının verildiği”ni, ayrıca “giderken de yol harçlığının
verildiği”ni ifade etmektedir. Batûta’nın bahsettiği binanın vakfiyede geçen Darü’l- Ziyafet olup
olmadığını bugün için bilmiyoruz. Ancak Batuta’nın Medreseden hiç bahsetmemesi, onun uzun uzun
anlattığı binanın Darü’l-Ziyafet olamayacağını düşündürmektedir. Zira vakfiyede Darü’l-Ziyafet’in
medrese yakınında olduğu açıkça belirtilmiştir.
952
Tuncer, “Birkaç Selçuklu Taçkapısında…”, s.65.
953
Tuncer, a.g.m., s.63-64.
954
Rogers, a.g.m.,s.73.
408
Hatuniye Medresesidir955. Sahip Ata Medresesi’nde bitkisel ve geometrik süslemenin
ortak kullanıldığı kompozisyonlardaki en önemli yenilik 1–7 cm.956 arasında değişen
derinliklerdeki motiflerdir. Bu kabarık motifler, mermer malzemenin de etkisiyle
derin bir ışık-gölge tesirine yol açmaktadır. Ön cephede çeşme kullanımının Konya
Sahip Ata Cami gibi erken örnekleri olmasına rağmen Sivas Sahip Ata
Medresesi’nde ilk defa ön yüz programının simetrik kaygılarının içinde tasarlanarak
yapı bünyesine dâhil edilen bir eleman olarak görüyoruz957. Portalin iki yanına
minare ekleme geleneği ilk defa Konya Sahip Ata Camiinde958 görülür. Sivas Sahip
Ata Medresesi’nin dışında Sivas ve Erzurum Çifte Minareli Medreselerde ve Niğde
Sungur Camiinde görülen minarelerin portal dışında öne cephe tasarımını da
doğrudan etkilediği görülmektedir. Sivas Çifte Minareli Medrese’de görülen portal
ile minare yüksekliği arasındaki uyumsuzluk Sivas Sahip Ata Medresesi’nde
görülmez. Ayrıca Sivas Sahip Ata Medresesi’nde mermer malzemeden tuğla
malzemeye geçiş son derece başarıyla uygulanmıştır. Minare gövdelerindeki tuğla ve
çini süsleme açısından Sivas Çifte Minareli Medrese ile Sivas Sahip Ata
Medresesi’nde arasında büyük benzerlikler görülür. Minare kaidelerindeki çini
madalyonlar ve pabuç kısmındaki kare formlu çini panolar, dilimli gövde uygulaması
açısından her iki bina arasında büyük paralellikler vardır. Payandaların medrese
955
956
Ögel, “Bir Selçuk Portalleri…”, s.118–119.
Rogers, (a.g.m., s.79-80.) bu kabarık motiflerin Gök Medrese ve Erzurum Çifte Minareli
Medreseden başka Amasya Bimarhane, Amasya Turumtay Türbesi, Niğde Hüdavent Hatun ve Divriği
Külliyesinde görüldüğünü belirtmektedir. Bu binalardan Divriği dışındakiler XIII. yy. sonu veya
XIV.yy. başına ait binalardır. Rogers, bu düzenli sayılabilecek kronolojinin dışına çıkan Divriği’nin
ise kişisel bir stili ihtiva ettiğini ifade etmektedir.
957
Sivas Sahip Ata Medresesi’nden sonra bu kullanım yaygınlaşmıştır. Bunlardan Beyşehir Eşrefoğlu
Cami, Afyon Çay Taş Medresesi, Erzurum Hatuniye Medresesi gibi birkaç örnek olarak sayılabilir.
958
Konya Sahip Ata Camiindeki minarelerin sayısı hakkındaki tartışma için bkz. Tuncer, “Orantı ve
Modül…”, s.456.
409
binalarının köşelerinde kullanılması yüzyılın ikinci yarısında karşımıza çıkmaktadır.
Kayseri Bünyan Ulu Cami’nde süslenmeden bırakılmış payandaların yerini daha
sonra Kayseri Sahibiye Medresesi’ndeki cepheyi süsleyen bordürlerin doğal bir
uzantısı olarak devam eden süslü payandalar almaya başlamıştır. Bu gelişim içinde
Sahip Ata Medresesi ve Sivas Çifte Minareli Medrese payandanın tamamının
süslendiği iki örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Sahip Ata Medresesinde alttaki
palmet motifiyle süslü zeminin üzerinde, üstte, palmet-rûmî kombinasyonundan
oluşan ikinci bir süsleme daha bulunmaktadır. Böylece çift katlı denilebilecek
kabarık bir süsleme elde edilmiştir. Sivas Çifte Minareli Medresenin payandaları ise
gövdedeki geometrik süslemenin dışında Sivas Sahip Ata Medresesi’nden, silindirik
gövdenin alt kesimde yivli dilimlere dönüşmesi ile farklılık arz eder. Ancak
payandalarının tamamının süslenmesi ile bu iki örnek öne çıkmaktadır. Bu arada
dilimli gövdeleriyle Sivas Buruciye Medresesi de ilginç bir örneği oluşturmaktadır.
Ancak payandaların süslendiği örnekler içinde, ön cephesi dışında diğer cephelerinde
payanda bulunan sadece Sahip Ata Medresesi’dir. Ön cephenin dışındaki
payandaların da süslenmesinin tasarlandığını, hatta kuzey cephedeki bir örneğin
kaide kısmının süslü olduğu ancak hızlı inşaatın bir sonucu olarak süslemenin
tamamlanmadığını daha önce belirtmiştik. Bu yönüyle de Sahip Ata Medresesi diğer
örneklerden farklılık arz eder.
Sivas’ta aynı yıl (1271) da tamamlanan üç bina gerek kentin sosyo-kültürel
tarihi, gerekse Ortaçağ mimarlık tarihi için ilginç örneklerdir. Bilindiği gibi bu
binalardan Çifte Minareli Medrese ünlü Moğol Veziri Cüveynî’nin, vergilerin
tanzimi için Anadolu’da kaldığı günlerde yaptırdığı bir eserdir. Buruciye Medresesi
bir Moğol beyi olan Muzaffer Burucerdi’nin bir eseridir. Söz konusu iki bina
İzzeddin Keykavus Şifahanesinin de bulunduğu Ortaçağ Sivas’ının merkezini
410
oluşturan bir alanda yer almaktadır. Çifte Minareli Medrese, Şifahanenin hemen
karşısında yer alırken onu gölgede bırakan ölçüleriyle dikkati çeker. E.S.Wolper959,
Çifte Minareli Medresenin özellikle bu dar alanda inşa edildiğini, Şifahaneyi
ölçüleriyle geride bırakan binanın aynı zamanda Selçuklu’dan İlhanlılara geçen
kontrol düşüncesini de yansıttığını belirtir. Wolper, Çifte Minareli’nin kitabesinde
Selçuklu Sultanının isminin geçmemesinin de bu durumla ilişkili olduğunu ifade
eder. Selçuklu veziri Sahip Ata’nın yaptırdığı Medrese ise bu iki binadan farklı
olarak, şehrin güney kapısının karşısında yer alır(Harita:5). Bu duruma göre şehre
güney yönden (Kayseri) gelen kervanların ilk göreceği bina Medrese olacaktır960.
M.Cezar961, Ortaçağ Sivas’ının ticaret hayatının Ulu Cami ve çevresinden güneye
Sivas Sahip Ata Medresesi ve çevresine yayıldığını belirtir. Bu alanın, XV. yüzyıl
belgelerinde Medrese-i Sahip mahallesi ismiyle anılıyor olması, binanın bu alanda
yeni bir yerleşimi alanının gelişimine sebebiyet verdiğini göstermektedir. Wolper962
Sahip Ata Medresesinin yerinin farklı oluşunu, Sahip Ata’nın şehirde yeni bir
merkez oluşturma gayreti olarak yorumlar. Vakfiye963de “ulema yokluğu, evliya
eksikliği ve ilim müesseselerinin harap olmaya yüz tutması” ısrarla vurgulanmıştır.
Ayrıca medresede istihdam edilecek ulema kadrosunun niteliği, harcamaları ve
ihtiyaçlarının temini hususunda ayrıntılı bilgiler964 mevcuttur. Vakfiyede, “Şafii
müderris tayini” veya “alevi dervişlerin ihtiyaçlarının karşılanması” yolundaki
959
E.S.Wolper, a.g.m., s.43.
960
Wolper, a.g.m., s.45.
961
M.Cezar, The Typical Commercial Buildings of the Ottoman Classical Period and the Ottoman
Construction System, İstanbul 1983, s.49-51.
962
Wolper, a.g.m., s.43.
963
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53.
964
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53, 55, 56. Sivas Sahip Ata Medresesi’nin vakfiyesinde ilim
adamlarına gösterilen bu iltifata karşın, Sahip Atanın Konya İmaret vakfiyesinde bu türlü ifadelere
rastlamamaktayız.
411
bilgiler965, baninin, Sivas’ın farklı Müslüman inanışlarına966 saygı gösteren ve
tamamını aynı çatı altında görmek isteyen ifadeleri olarak yorumlamak gerekir. Bu
anlamda Sahip Ata’nın, medresenin hemen yakınında Dâr-ı Ziyafet (Konuklar
Yurdu) yaptırması da şehirdeki ilim adamlarına verdiği önemi gösterir. Wolper967,
Sahip Ata’nın Selçuklu merkezi otoritesinin zayıflamasıyla çok etkili olmaya
başlayan ulema sınıfının desteğini sağlamak için Anadolu’da çok çeşitli tesisleri
olduğunu ifade eder. Bu fikre ihtiyatla yaklaşmamıza rağmen Sivas’taki hayır yapımı
şeklinde ortaya çıkan güç savaşında, Sahip Ata’nın Moğol Beylerine karşın ulema
sınıfının desteğini almak istemesi de çok mantıklıdır.
3.8.2- Çeşme
Medresenin ön (batı) cephesinde, kuzey yarısının ortaya yakın bir bölümünde
yer alan çeşme (Çizim:35, Foto:244), buradaki pencere ile aynı aksta ve bölümün iki
kenarını ortalayacak bir şekilde alt kesime yerleştirilmiştir. Üç lüleli bir ayna taşına
sahip çeşmenin, iki farklı taş (mermer ve kalker) ile oluşturulmuş üç dilimli
kemerinin köşelerinde, profilli geometrik geçmelerden oluşan bir bölüm vardır.
Sahip Ata Camisinin kapı kemeri köşeliklerine benzeyen motif, profilli beyaz
mermerden kaval silmelerle teşkil edilmiş olup, geometrik şemanın boşlukları, mavi
965
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53. Bizce vakfiyedeki “alevi” tabiri Osmanlı döneminde orijinal
nüsha kopya edilirken eklenmiş olmalıdır. Zira Anadolu’da Aleviliğin bugünkü yapısı ve anlamıyla
XV. yy. sonu XVI. yy başlarından itibaren kullanıldığını biliyoruz. Bu konudaki geniş bilgi için bkz.
A.Y.Ocak, “Türkiye’de Aleviler, Bektaşiler ve Nusayriler”, Tarikat ve Kültürel Boyutlarıyla
Türkiye’de Aleviler, Bektaşiler, Nusayriler, İstanbul, 1999, s.386.
966
M.Demir, (Türkiye Selçukluları ve Beylikler Devrinde Sivas Şehri, Ege Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İzmir 1996, s.217–227.)
Sivas’ta erken dönemlerden itibaren farklı Müslümanlık inanışlarının görüldüğünü belirtmektedir.
967
Wolper, a.g.m., s.44.
412
renkli mermerle doldurulmuştur. Bu bölümün üstünde kalkerden iki satırlık
kitabesi968 yer alır. Üzerinde tarih bulunmayan beyaz mermerden kitabede III.
Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde Hüseyin oğlu Ali tarafından yaptırıldığı yazılıdır.
Çeşmeyi iki yanda ve üstte çift sıra süslemeli bordür kuşatır. Dıştaki bordürde
merkezdeki kürecikler etrafında gelişmiş geometrik bir süsleme görülürken,
içtekinde yüzeysel işlenmiş palmet-rûmî sisteminden oluşmuş, enine gelişen bir
bitkisel süsleme969 bulunur. Söz konusu bordür, medresenin öne cephesini iki
yandan, alttan ve üstten sınırlayan süslemenin bir parçası olup, çeşmeyi sınırladıktan
sonra, devam ederek, cepheyi alt kenarda çevrelemektedir. İşlerliğini bugün
kaybetmiş
gerçekleştirilen
olan
kazılar
çeşmede
soncunda
orijinal yalağın, mevcut kodun 1.62
cm. altında olduğu tespit edilmiştir.
Tuncer970in fotoğrafında, alt kotta –
büyük ihtimalle çeşmeden
Foto 244: Çeşme
abdesthâneye giren kanal ile aynı kotta-
geç döneme ait bir su borusu dikkati çeker. Binanın, geçen yüzyılın başlarına kadar
kullanıldığı düşünülürse, su tesisatının da eski kanallarının ihya edilerek işlerliğinin
devam ettirildiği söylenebilir. Bu anlamda, resimdeki boru da, yenilenme sırasında
968
Kitabenin Arapça okunuşu, Transkripsiyonu ve Türkçe okunuşu için bkz. Hersek, a.g.t., s.193-
194.
969
Ögel, (Anadolu Selçuklularının Taş…, s.61) burada görülen bitkisel motifi çifte kanat olarak
adlandırılan süslemeye benzetmektedir.
970
Tuncer, (a.g.m., s.129, Resim 21.) in yaptığı kazılarda çeşme yalağının bugünkü kottan1.62 m. ve
özgün kapı eşiğinden de 0.98 m. daha aşağıda olduğu anlaşılmıştır. Gabriel’in 1930’lu yıllara ait
fotoğraflarında (a.g.e., Resim LIII/2) akar vaziyette görülen çeşmenin yalak kodunun da orijinal kotu
ihtiva etmediği anlaşılmaktadır.
413
orijinal çörtenlerin yerine konulan boru olmalıdır. Bu durum, binada giriş
cephesindeki çeşmeden, bitişiğindeki abdesthaneye oradan da avlunun ortasındaki
havuza ulaşıp, burada değerlendirildikten sonra avlunun doğu yarısını kat ederek
medresenin doğu cephesine ulaşan geniş ölçekli bir su tesisatının varlığını ortaya
koyar.
3.8.3- Dârü’l-Ziyâfet (Konuklar Yurdu)
Sahip Ata’nın Sivas’taki medresesinin vakfiyesinde, “…bu medresenin
haricinde bir de Dâr-ı Ziyafet” yaptırdığı ifade edilmiştir971. Vakfiyede kaydolan
gelirlerin “… medrese, mescit, iki minare, iki çeşmenin ve Dâr-ı Ziyafetin yararına
sarf edilmesi”972 adı geçen binanın Sahip Ata’nın Sivas Kalesinin güney Kale
Kapısının karşısında yer alan külliyesine ait bir bina olduğu anlaşılmaktadır.
Vakfiyede, Dârü’l-Ziyafet’te seyyidlerden ve fukahadan oluşacak otuz kişiye her gün
için mütevelli, müsrif ve müderrisin yaptıracağı, yemekler dağıtılması istenmektedir.
Bu binada özel günlerde hangi yemeğin dağıtılacağına dair ayrıntılı bilgilerin yer
aldığı vakfiyede, bünyesinde yer alan mutfağın çeşitli ihtiyaçları ayrıntılı olarak
belirtilmiştir973. Vakfiyede yeri, “Medresenin haricinde”974 şeklinde tarif edilen Dârı-Ziyafet’in bağımsız bir bina olduğu anlaşılmaktadır. Ancak binadan günümüze
herhangi bir kalıntı ulaşmamıştır. Dolayısıyla binanın planına dar bir bilgi yoktur.
Buna karşın, medresenin doğu cephesinin iki köşesinde yapılan sondaj çalışmaları975
binanın doğuya doğru devam ettiğini göstermiştir. Gerek bu duvarlar gerekse binanın
971
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53.
972
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.55.
973
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.56.
974
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53.
975
Tuncer, “Sahip Ata (Gök) Medrese İle…, s.126, Hersek, a.g.t., s.202.
414
doğu cephesinde –diğer cephelerin aksine- payanda bulunmayışı, medreseye doğu
yönünden bitişmiş bir bina ihtimalini akla getirmektedir. Bu anlamda, vakfiyedeki
açık ifadelerden976 medresenin yakınında olduğu anlaşılan Dârü’l-Ziyafet’in,
medreseye doğudan bitişmiş bir bina olabileceği söylenebilir. Ancak söz konusu
iddianın doğruluğunun tespiti için bu bölümde gerçekleştirilecek kazı ve sondaj
çalışmalarına ihtiyaç bulunmaktadır. Sahip Ata’nın medrese, mescit ve çeşmeden
oluşan külliyesinde bir de Dârü’l-Ziyafet yer alıyor olması, ibadet ve eğitim gibi
işlevlerin yanında, barınma ve yemek gibi ihtiyaçların da aynı külliye içinde
karşılandığını göstermesi açısından önemlidir. Vakfiyede, bu ihtiyaçların neler
olduğu ve nasıl giderileceğine dair çok ayrıntılı ifadelerin bulunuyor olması, bir
Ortaçağ hayır ve eğitim müessesinde bu konuların ne denli önemsendiğini
göstermesi açısından kayda değerdir. Ayrıca, Vakfiyede, “Şafii müderris tayini” veya
“alevi dervişlerin ihtiyaçlarının karşılanması” yolundaki bilgiler977, baninin, Sivas’ın
farklı Müslüman inanışlarına978 saygı gösteren ve tamamını aynı çatı altında görmek
isteyen ifadeler olarak yorumlamak mümkündür. Bu anlamda Sahip Ata’nın,
976
Bayram-Karabacak, (a.g.m., s.53, 56.) Vakfiyede “mezkur medrese yakınındaki” Darü’l-Ziyafette,
otuz kişiye yemek verileceği ifade edilmektedir. İbni Batuta (a.g.e., C.I., s.416), Sivas’da bir Dar-ül
Siyade (Seyyidler Konağı)ndan bahsetmektedir. Seyyah, “…medrese tarzında inşa edilmiş bu büyük
binada peygamber soyundan gelen misafirlerin ağırlandığı”ndan ve “Nakîbüleşrâf’ın bu konakta
oturduğu”ndan bahsederek, “misafir kalan şerife kaldığı sürece yiyeceği, içeceği mumu ve
kullanacağı eşyasının verildiği”ni, ayrıca “giderken de yol harçlığının verildiği”ni ifade etmektedir.
Batûta’nın bahsettiği binanın vakfiyede geçen Darü’l-Ziyafet olup olmadığını bugün için bilmiyoruz.
Ancak Batuta’nın Sivas Sahip Ata Medresesi’nden hiç bahsetmemesi, onun uzun uzun anlattığı
binanın Darü’l-Ziyafet olamayacağını düşündürtür. Zira vakfiyede Darü’l-Ziyafetin medrese
yakınında olduğu açıkça belirtilmiştir.
977
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53.
978
Demir, (a.g.t., s.217–227.) Sivas’ta erken dönemlerden itibaren farklı Müslümanlık inanışlarının
görüldüğünü belirtmektedir.
415
medresenin hemen yakınında Dârü’l Ziyafet (Konuklar Yurdu) yaptırması da
şehirdeki ilim adamlarına verdiği önemi göstermesi açısından çok önemlidir.
Sivas’taki vakfiyesinde, şehir içinde Sahip Ata’nın bir de hanı olduğu tespit
edilmektedir979. Hakkında, günümüze maddi veya yazılı herhangi bir delilin
ulaşmadığı binanın, bir şehir içi hanı olduğu anlaşılmaktadır.
979
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.35.
416
Çizim 34: Sivas Sahip Ata (Gök) Medresesi Planı (Onarım Sonrası)
(V.G.M Abd. İş.Dai.Bşk. Arşivi’nden İşlenerek)
417
Çizim 35: Sivas Sahip Ata (Gök) Medresesi, ön cephe elevasyonu
(V.G.M Abd. İş.Dai.Bşk. Arşivi’nden)
418
Çizim 36: Sivas Sahip Ata (Gök) Medresesi a-a kesiti
(V.G.M Abd. İş.Dai.Bşk. Arşivi’nden İşlenerek)
419
Çizim 37: Sivas Sahip Ata (Gök) Medresesi Planı (Restitüsyon)
(C.M.Hersek’ten)
420
3.9- Konya’daki Sahip Ata Buzhaneleri
İnceleme Tarihi: 02–03 Ekim 2005.
Sahip Ata’nın en az bilinen980 binaları Konya’daki Buzhane’leridir. “Havzan
Buzhanesi”
981
“Tekli Buzhane982” ve “Yahdan983” gibi değişik isimlerle anılan
binalar, bugün, aynı isimli caddenin iki ucunda yer almaktadır. Güneyden de aynı
isimli caddenin sınırladığı Buzhanelerin doğusunda demiryolu, batısında Kürşatlar
Sokak, kuzeyinde ise boş bir alan bulunmaktadır. Buzhaneler, Ortaçağda Kale’nin
980
Uğur-Koman, a.g.e., s.78-80.; Konyalı, …Konya Tarihi, s.267-268.; N.İlhan, “Le Buzhane’ de
Konya”, Fifth International Congress of Turkish Art (21-2 Sept. 1975), Budapest 1978, s.423-432.;
Atçeken, “Konya Şer’iyye Sicil Kayıtlarına…”, s.101-110.; H.Karpuz, “Selçuk Üniversitesi Selçuklu
Araştırmaları Merkezi Tarafından Yapılan Kazı ve Restorasyon Çalışmaları”, Sanat Tarihi Dergisi,
S.IX, İzmir 1998, s.43-59(45-47).; Bu makale daha önce aynı kişi tarafından
bildiri olarak
sunulmuştu. H.Karpuz, “Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Merkezi Tarafından Yapılan Kazı
ve Restorasyon Çalışmaları”, I. Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazıları Sempozyumu (Bildiriler İzmir
1997), Atçeken, a.g.e., s.110, 113.
981
Uğur-Koman (a.g.e., s.77, 80) Meram Çayından üstü açık bir kanal veya arkla ayrılan ve Şehir
Irmağı adı verilen suyolunun, Sahip Ata tarafından yaptırıldığını belirtirken, bu su yoluyla,
buzhanelerin ve Sahip Ata Hamamının su ihtiyacının temin edildiği ifade etmektedirler. Havzan bu su
taksimatının yapıldığı bölümde yer alan ve bağlarıyla tanınan bir yerdir. Konyalı (a.g.e., s. 985),
Konya kalesinin batısına Havzan (suların toplandığı yer) adının verildiğini, Meram suyunun şehir
ırmağı yoluyla Havzan’daki kubbe’de toplanıp, toprak künklerle şehrin çeşitli semtlerine dağıtıldığını
belirtir. Bu kubbenin bir zelzelede çöktüğünü kaydeden Konyalı, Havzan’dan 22 künkle semtlere su
taksim edildiğini gördüğünü, Havzan’ı (Su kubbesi) I. Alâeddin Keykubad’ın yaptırdığını, ancak
kitabe olmadığı için yapıldığı tarihin kesin olarak bilinemediğini ifade etmektedir.
982
Bu isim, yakınındaki diğer buzhane ile binayı ayırabilmek için konulmuştur. Biz de diğer
buzhaneden ayırabilmek için bu ismi kullanacağız.
983
Konyalı (a.g.e., s.268) Yahdan isminin eski vesikalarda buzluk, çok kere Farsça (Yahdan) şeklinde
geçtiğini belirtirken, meselâ Ankara Kuyud-ı Kadime (eskiden yazılmış) arşivinde bulunan hicrî 881
miladî 1476 tarihli Konya defterinde Beyhekim Mescidi’nin evkafı yazılırken (Zemin derpiş-i
Yahdan) denildiğini ifade etmektedir. Konyalı ayrıca, buzluk ve buzhanelere (Yahistan) da
denildiğini, bu kelimenin halk dilinde Yasıyan, Yahsiyan şeklini aldığını ve Akşehir’in Yasyan
Köyünün hemen üstündeki dağda tabii bir buz mağarası bulunduğu için böyle adlandırıldığını
söylemektedir.
421
dışında, batıda şehre uzak bir mesafede yer alıyorlardı (Harita:3). Kitabesi984
bulunmayan binaların, tarihi ve banisini kesin olarak tespit edememekteyiz.
Buzhanelerle ilgi en eski belge, H.1201/M.1787 tarihli Konya Şeriyye Sicil kaydıdır.
Burada Sahip Ata Vakfına ait buzhanelerin zorla işgal etmesi dolayısıyla, vakfın
mütevellilerin Ömer oğlu Ali’ye açtığı dava konu edilmektedir985. Diğer belge 21
Şaban 1264/M.23 Temmuz 1848 tarihlidir. Burada, Sahip Ata Külliyesine ait
“…Hânkah Camii, Vakfın Türbesi, Çifte Hamam ve Türbek Buzhanesinin onarımı
için vakfın mütevellileri, diğer bilirkişiler ve mimar Mehmed Usta’nın harap olan
kısımlarının keşifte…” bulunulduğundan bahsedilmektedir986. Bu belge, binanın
Osmanlı devrindeki tek onarım kaydıdır. Ancak, bu müdahalenin niteliği konusunda
belgede bir bilgi yoktur. Bu bilgiler, buzhanelerin Larende kapısının karşısında
bulunan Sahip Atanın külliyesinin vakfına ait olduğunu ve tıpkı Sahip Ata Hamamı
gibi vakfa gelir temin ettiği anlaşılmaktadır. Biz bu anlamda buzhaneleri, vakfın
günümüze ulaşamayan vakfiyesinin tarihi (1278)987 ile binaların banisi Sahip Ata’nın
Konya’daki ilk eseri olan Camisinin tarihi (1258) arasındaki bir zaman dilimine ait
olduğunu düşünmekteyiz.
984
İlhan (a.g.m., s.424), 1 x 5 m. ölçülerinde beş parçaya bölünmüş bulunduğunu belirttiği bir
kitabeden bahseder. M.Önder’den naklettiği bilgilerden 1964 de Müze’de bulunduğunu belirttiği
kitabenin üzerinde “Alâeddin” ismi okunabilmekteymiş. Bahsedilen bu kitabeden günümüze ne yazık
ki herhangi bir parça ulaşmamıştır. Yasa (a.g.t., s.428) Sivas Şifahane vakfiyesinde Konya’da,
Reşüddin Alişar bin Hasan ait buzluklardan bahsedildiğini belirtirken, vakfiyede sözü geçen binaların
havzandaki buzhaneler olduğunu ve tarihlerinin de 1218-19 yılı öncesine gideceğini ifade etmiştir.
985
Konya Şeriyye Sicili C.65, s.21/1’den nakleden Atçeken, a.g.e., s.109-110.
986
Konya Şeriyye Sicili C.80, s.132/1’den nakleden Atçeken, a.g.m., s.101.
987
Günümüze ulaşamayan bu vakfiyenin varlığından 1863 tarihli bir Şer’iyye Sicilinden haberdar
oluyoruz. Bu belgeden, Sahip Ata Vakfının mütevellileri olan Derviş Osman Oğullarının o tarihe
kadar 1278 tarihli vakfiyeyi ellerinde bulundurduklarını öğrenmekteyiz. Bkz Atçeken, a.g.e., s.110.
422
Her iki binada, 1939 yılında Vakıflar İdaresi tarafından Derviş Kalın’dan 800
liraya çevresiyle birlikte satın alınmıştır988. Bir süre ofis idaresi tarafından patates
üretilmiş olan buzhaneler, 1980’li yıllarda çevresindeki inşaat faaliyetleri sırasında
yıkılma tehlikesi geçirmiştir. Konya Selçuk Üniversitesi, Selçuklu Araştırmalar
Merkezi tarafından989, Konya Belediyesinin yardımlarıyla 1995 yılında restore edilen
buzhanelerden tekli olanı bugün kapalı durumda olup, kullanılmazken, çiftli
buzhane, özel bir şahıs tarafından kiralanarak, kültür mantarı üretimi için
kullanılmaktadır.
3.9.1- Tekli Buzhane
Bina, Buzhane caddesinin doğu ucunda yer almaktadır. Güneyden de aynı
isimli caddenin sınırladığı binanın, doğusunda demiryolu, batısında Kürşatlar Sokak,
kuzeyinde ise boş bir alan bulunmaktadır (Foto:245–246).
Foto 245: Tekli buzhane doğu ve kuzey cephe
Foto 246: Tekli buzhane üstten
Bina moloz taştan inşa edilmiş olup, içteki takviye kemerlerinde kesme taş, kuzey ve
güney cephedeki açıklıkların lentolarında beyaz mermer kullanılmıştır. Bugünkü yol
kodunun yaklaşık 1 m. üzerindedir. Beşik tonoz örtülü ve tek kademe halinde
988
H.Karpuz, “Akademik Sayfalar”, Merhaba Gazetesi, C.6, Yıl 16, Konya, 3 Mayıs 2006, s.11.
989
H.Karpuz, “Selçuk Üniversitesi…”, s.45–47.
423
algılanan
binanın
üzeri
zamanla
toprak
dolmuştur.
Bina
kapalı
olup,
kullanılmamaktadır.
Foto 247: Tekli buzhane doğu cephe
Foto 248: Tekli buzhane batı cephe
Bina, doğu batı doğrultusunda uzanan boyuna dikdörtgen formlu bir sivri beşik
tonozla örtülüdür (Çizim:38). Bugünkü yol kodu, sivri beşik tonozun üzengi
seviyesinde olup, bu sebeple, kuzey ve güney cepheler tamamen doğu cephenin de
büyü bir kısmı yok kodunun altında kalmıştır. Tonoz eğrisinin üzeri ise toprak
dolmuştur (Çizim:39). Buna karşın iç mekân görüntüsünden kuzey ve güney
cephelerin herhangi bir açıklığa sahip olmadığı anlaşılmaktadır. Batı cephede ise
cephenin tam aksında boyuna dikdörtgen formlu bir açıklık yer alır (Foto:248).
Tonozun üst seviyesinden başlayan açıklığın lentosu beyaz mermerdendir. Bugün
demir bir parmaklıkla kapatılmış olan açıklıktan, havuzlarda dondurulan buzlar bina
içine atılmakta, daha sonra, içeriye, ışığın ve ısının girmemesi için çamurla örülerek
kapatılmaktaydı990. Doğu (giriş) cephesindeki, akstan güneye kaymış durumda
açıklık boyuna dikdörtgen formlu olup, taş lentoludur (Foto:247). Demir bir
parmaklıkla kapatılmış olan kapının alt bölümünde yer alan blok bir taş, açıklığın
yarıya yakın kısmını içten kapatmıştır.
990
İlhan, a.g.m., s.424.; Uğur-Koman, a.g.e., s.79; Konyalı, a.g.e., s.268.
424
Foto 249: Tekli buzhane iç mekân
(doğuya doğru)
Foto 250: Tekli buzhane iç mekân
(batıya doğru)
Kapı eşiğinden, bina zeminine 12 basamaklı merdivenle ulaşılmaktadır. Binanın giriş
duvarına içten bitişmiş merdiven kütlesi taş malzemedendir(Foto:249). Zemin,
kalınlığı 25–30 cm. olan taş bir döşemeye sahiptir. Binanın sivri beşik tonozu,
birbirlerine ve doğu-batı duvarlara uzaklığı 5 m. olan iki takviye kemeri ile
desteklenmiştir(Foto:250). Kesme taştan ve kalınlıkları 90–100 cm. olan takviye
kemerlerinin onarımlar sırasında eklendiği veya yenilendiği malzeme farklılığından
anlaşılmaktadır991. Binanın kuzeybatı köşesinde, zeminde, kare formlu bir kuyu
bulunmaktadır. Bu kuyu, buzlardan sızan suların tahliyesi için yapılmıştır992. İlhan,
binanın güneyinde bir ark bulunduğunu, bu arkın çiftli buzhaneyle bağlantısının
olduğunu belirtir993. Bugün, bu arkın yerinde asfalt yol bulunmaktadır. Bunun
dışında İlhan, binanın batısında yaklaşık 25 x 20 m. ölçülerinde dairesel formlu bir
havuzdan bahsetmektedir (Çizim:39). İlhan’ın, fotoğraf ve çizimlerle tespitini yaptığı
991
Takviye kemerlerinin sonradan eklenmiş olduğunun 1930’lı yıllarda Uğur-Koman, (a.g.e., s.78.)
tarafından
da
tespit
edilmesi,
bu
müdahalenin
XIX.
Yüzyılda
yapılmış
olabileceğini
düşündürmektedir.
992
İlhan, a.g.m., s. 425. Bahsedilen arkı, meram çayından ayrılan bir kol (Sahip Ata Irmağı)
beslemekteydi.
993
Aynı yer.
425
bu havuzların, su kanalları veya yağmur suları ile doldurulup, kışın dondurulması
yoluyla buz temin edilen bir yer olduğu anlaşılmaktadır. Ne yazık ki bugün bu
havuzdan günümüze herhangi bir iz kalmamıştır. Havuzun yerinde asfalt bir yol
bulunmaktadır.
3.9.2- Çiftli Buzhane
Bina, Buzhane caddesinin batı ucunda yer almaktadır. Güneyinde günümüz
konutlarının yer aldığı binanın, doğusunda aynı isimli cadde, batısında bir park,
kuzeyinde ise boş bir alan bulunmaktadır.
Foto 251: Çiftli buzhane doğu (giriş) cephesi
Foto 252: Çiftli buzhane batı cephesi
Bina moloz taştan inşa edilmiş olup, içteki takviye kemerlerinde kesme taş, kuzey ve
güney cephedeki açıklıkların lentolarında beyaz mermer kullanılmıştır. Bugünkü yol
kodunun yaklaşık 2 m. üzerinde yer alan beşik tonoz örtülü bina, iki kademe halinde
algılanmakta olup, üzeri zamanla toprak dolmuştur. İlk kademe binanın tonoz örtüsü
olup, ikinci kademe batı ve doğu cephelerin onarımlar sırasında yükseltilmiş olan
beden duvarlarıdır.
426
Foto 253: Çiftli buzhane güney cephe
Foto 254: Çiftli buzhane kuzey cephe
Bina iki bölümden oluşmaktadır. Her iki bölümde, birbirine paralel ve doğu batı
doğrultusunda uzanan boyuna dikdörtgen formlu sivri beşik tonozla örtülüdür
(Çizim:40). Bugünkü yol kodu yükseldiği ve binanın büyük bir kısmı toprak altında
kaldığı için cephelerin yalnızca 1 m. lik kısmı görülebilmektedir. Tonoz eğrisinin
üzeri ise toprak dolmuştur. Kuzey (Foto:254)ve güney (Foto: 253)cepheler, birbirine
eşit mesafelerde ve 15 x 15 cm. ölçülerinde kare formlu açıklıklar dışında herhangi
bir açıklığa sahip değildir. Batı cephede (Foto:252) ise aksa göre simetrik, eş
ölçülerde, boyuna dikdörtgen formlu iki açıklık yer almaktadır. Tonozun üst
seviyesinden
başlayan
açıklıklar,
onarımlar
sırasında
basit
sundurmalarla
kapatılmıştır. Demir bir parmaklıkla kapatılmış olan açıklıktan, havuzlarda
dondurulan buzlar bina içine atılmakta, daha sonra, içeriye, ışığın ve ısının
girmemesi için çamurla örülerek kapatılmaktaydı 994. Binanın doğu (giriş) cephesinde
(Foto:251), aksa göre simetrik konumlandırılmış boyuna dikdörtgen formlu ve taş
lentolu iki kapı bulunmaktadır. Kapılara 12 basamaklı iki ayrı merdivenle
ulaşılmaktadır. Lentosu beyaz mermerden olan açıklıklar, bugün demir kapılarla
kapatılmaktadır.
994
İlhan, a.g.m., s.424.; Uğur-Koman, a.g.e., s.79; Konyalı, a.g.e., s.268.
427
Foto 255: Çiftli buzhane iç mekân
Foto 256: Çiftli buzhane iç mekân
İki bölümde de kapı eşiğinden üç basamakla bir sahanlığa, oradan da zemine, oniki
basamaklı merdivenlerle ulaşılmaktadır (Foto:257). Binanın giriş duvarına içten
bitişmiş merdiven kütleleri taş malzemedendir. Zemin, kalınlığı 25–30 cm. olan taş
bir döşemeye sahiptir. Binanın iki bölümünde de
sivri beşik tonozlu örtü, birbirlerine ve doğu-batı
duvarlara uzaklığı 5 m. olan ikişer takviye kemeri
ile
desteklenmiştir
(Çizim:41,
Foto:255–256).
Kesme taştan ve kalınlıkları 90–100 cm. olan
takviye kemerlerinin onarımlar sırasında eklenmiş
olduğu malzeme farklılığından anlaşılmaktadır995.
Binanın her iki bölümünün kuzeybatı köşelerinde,
zeminde, kare formlu
Foto 257: Çiftli buzhane merdiven
kuyular bulunmaktadır. Bu kuyular, buzlardan sızan suların tahliyesi için
995
Takviye kemerlerinin sonradan eklenmiş olduğunun 1930’lı yıllarda Uğur-Koman, (a.g.e., s.78.)
tarafından
da
tespit
düşündürmektedir.
edilmesi,
bu
müdahalenin
XIX.
Yüzyılda
yapılmış
olabileceğini
428
yapılmıştır996. İlhan, binanın kuzeyinde bir ark bulunduğunu, bu arkın tekli
buzhaneyle bağlantısının olduğunu belirtir997. Bugün, bu arkın yerinde boş bir arazi
yer alır. Bunun dışında İlhan, binanın batısındaki bir havuzdan eder. İlhan’ın,
fotoğraf ve çizimlerle tespitini yaptığı bu havuzların, su kanalları veya yağmur suları
ile doldurulup, kışın dondurulması yoluyla buz temin edilen yer olduğu
anlaşılmaktadır. Ne yazık ki bugün bu havuzdan günümüze herhangi bir iz
kalmamıştır (Çizim:40). Havuzun yerinde apartmanlar bulunmaktadır.
Buzhanelerin, Ortaçağ’da kalenin batısında, şehir duvarlarının dışında, tekli ve
çiftli olmak üzere, birbirlerine bağlı arklar ve havuzlarla bir kompleks şeklinde
tasarlandığı anlaşılmaktadır. Günümüze ulaşamayan ve Meram Çayının bir kolu ile
beslenen bu arkın, iki buzhaneyi birbirine bağladığı, iki buzhanenin batısında yer
alan havuzlara da su temin ettiği bilinmektedir.
Osmanlı dönemi kayıtlarından Sahip Ata Vakfına ait binalar olduklarını tespit
ettiğimiz buzhanelerin, aslî halinde Sivas Şifahane vakfiyesinde ismi geçen ve
Kayserili Reşüddin Alişar bin Hasan ait buzluklar olduğunu belirten Yasa998,
konumuz olan binaların inşa tarihlerinin 1218–19 öncesine gitmiş olabileceğini
belirtir. Yasa, Alişar bin Hasan’a ait bu buzluklarla, konumuz olan binalarla ilişkisini
ne şekilde kurduğunu çalışmasında belirtmez 999. Biz, bu iddiaya şüpheyle
yaklaşmaktayız. İlhan, binaya ait beş parçaya ayrılmış bir kitabeden söz etmekte,
üzerinde de “Alâeddin” isminin rahatlıkla okunabildiğini belirtir1000. Ancak yazar
996
İlhan, a.g.m., s. 425. Bahsedilen arkı, meram çayından ayrılan bir kol (Sahip Ata Irmağı)
beslemekteydi.
997
Aynı yer.
998
Bakınız 984. dipnot.
999
Yasa, a.g.t., s.428.
1000
İlhan (a.g.m., s.424.) .) ın bahsettiği bu kitabelerin, Konyalı (a.g.e., s.985) de resmini yayınladığı
ve bir çeşme üzerinde yer alan iki kitabe parçaları olduklarını tahmin ediyoruz. Konyalı bu kitabe
429
buzhanelerle ilgili Fransızca makalesinde bu kitabeden ne bir resim ne de başka bir
kayıt bulunmakta ki, bu durum, İlhan’ın bildirdiği bilginin, kendisinin tespiti değil,
bir nakil olduğunu düşündürtmektedir. Dolayısıyla binanın Sahip Ata öncesine inen
bir geçmişi olduğunu dair elimizde kesin bir belge yoktur. Buna karşılık, Sahip
Ata’nın, Meram Çayının bir kolunu, üzeri açık bir arkla şehre getirerek, böylece hem
şehre, hem de hamam, çeşme ve buzhanelerine su temin etmek maksadıyla çok ciddi
bir imar faaliyetine giriştiğini bilmekteyiz. Biz, buzhanelerin, bu geniş imar
faaliyetlerinin bir parçası olarak vakfın diğer binalarıyla beraber Sahip Ata tarafından
yaptırıldığını düşünmekteyiz.
parçaları üzerinde “Alâeddin” isminin okunabildiğini belirtip, tarihinin 617–618 (M.1220)
olabileceğini ifade etmiştir. Konyalı (a.g.e., s.983-991.) nın verdiği bilgilerden, kalıntıları XX.
Yüzyılın başlarına kadar gelebilen ve I.Keykubat dönemine ait Meram Çayının bir kolu üzerine
yapılmış kubbeli bir maksemin varlığını biliyoruz. Bu anlamda İlhan’ın buzhaneye ait olduğunu
belirttiği, I.Alâeddin Keykubat dönemine ait kitabe parçasının da, konumuz olan buzhanelere değil,
Keykubat’ın bu çevrede yaptırdığı diğer su yapılarına ait kitabe parçaları olduklarını tahmin ediyoruz.
Sahip Ata’nın Havzan bölgesinde gerçekleştirdiği imar faaliyetleri, Keykubat’ın çalışmalarına ilave
düzenlemeler olmalıdır.
430
Çizim 38: Konya Sahip Ata (Tekli) Buzhanesi Planı
(Onarım Öncesi) (N.İlhan’dan İşlenerek)
431
Çizim 39: Konya Sahip Ata (Tekli) Buzhanesi a-a Kesiti
(Onarım Öncesi) (N.İlhan’dan İşlenerek)
432
Çizim 40: Konya Sahip Ata (Çiftli) Buzhanesi Planı
(Onarım Öncesi) (N.İlhan’dan İşlenerek)
433
Çizim 41: Konya Sahip Ata (Çiftli) Buzhanesi Kesiti
(Onarım Öncesi) (N.İlhan’dan İşlenerek)
434
3.10- Konya’da Sahip Ata’nın Evleri, Sikâyesi Ve Su Arkları
Konyalı, Konya dış kale batı kapılarından Çeşme Kapısının, Kadı Çeşmesi
olarak bilinen mevkiinde Sahip Ata’nın bir Sikayesi olduğunu belirtir1001. Sahip
Ata’nın Konya’daki Hamamının su ihtiyacının, Meram Çayından üstü açık bir kanal
veya arkla ayrılan ve Şehir (Sahip Ata) Irmağı adı verilen suyolundan karşılandığı
bilinmektedir1002. Uğur-Koman, bu arklardan Sikâyeye gelen suların, künkler
vasıtasıyla çeşmelere dağıtıldığını belirtmektedir. İsminden ötürü suyu toplayan ve
dağıtan bir tür maksem olduğu anlaşılan Sikâyenin, Sahip Ata’nın Konya’da suyla
ilgili gerçekleştirdiği inşa faaliyetinin bir parçası olmalıdır.
Uğur-Koman Meram Çayından ayrılan bir kısım suyun “dört okka” mahalline
uzunca bir arkın ulaştırdığını, bu arkın halk arasında hâlâ “Sahip Ata Irmağı” ismiyle
anıldığını, bu ark vasıtasıyla bağ ve bahçelerin de sulandığını, bu vesileyle Sahibin
adının her gün hayırla anıldığını belirtir1003. Y. Önge1004, bu yolla Sahip Ata’nın
Larende Kapısı karşısındaki hamamına da su sağlandığını belirtir. Sahip Ata,
günümüze ulaşamayan bu su tesisatını, sadece banisi olduğu hamam veya çeşmelere
su sağlamak için değil, şehrin önemli bir kısmına ve zirai faaliyetlere su temin için
gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır. Bu veriler Ortaçağ’da bir vezirin, ülkenin
başkentinin su sıkıntısını gidermek için tek başına bir girişimde bulunduğunu
göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Fatih dönemi evkaf kayıtlarında dış kalenin çeşme kapısındaki çeşmesinin
yanında
Sahibin
evleri
1001
Konyalı, a.g.e., s.1002.
1002
Uğur-Koman, a.g.e., s.77.
1003
Uğur-Koman, a.g.e., s.80.
1004
Önge, a.g.e., s.41.
olduğunu
ve
bunların
harap
durumda
olduğu
435
belirtilmektedir1005.
Bunun
dışında
Konya
Dârü’l-Hadisi’nin
vakfiyesinde,
gelirlerinin medreseye bırakıldığı, Atar Armağanşah mahallesinde bulunan,
“Ermanhane” adıyla bilinen iki katlı ve on odadan müteşekkil bir binadan
bahsedilmektedir1006. T.Baykara, bu binaların Ermenilerin kaldıkları hanlar
olduklarını belirtir1007. Ne yazık ki bu binayla ilgili başka bir bilgiye sahip değiliz.
1005
Uzluk, a.g.e., s.15.
1006
Bayram- Karabacak, a.g.m., s.39.
1007
T.Baykara, Türkiye Selçukluları Devrinde Konya Şehri, Ankara 1985, s.45–46.
436
4- KARŞILAŞTIRMA VE DEĞERLENDİRME
Külliye, Sahip Ata yapılarına genel olarak bakıldığında aslî hallerinde bir
külliye fikri çevresinde tertiplendiği görülmektedir. Sahip Ata’nın yaptırdığı ilk eser
olan İshaklı Hanı, yakın tarihlere kadar ayakta olan batısındaki hamamla birlikte inşa
edilmişti1008. Akşehir’deki Medresesi, kuzeybatısına eklenmiş olan mescidin dışında,
bugüne sadece kitabesi ulaşabilmiş olan Hânkah ve Matbahla birlikte bir külliye
teşkil ediyordu. Ilgın’daki kaplıca ise kuzeybatısına eklenmiş han ile birlikte, KonyaAkşehir yolunun üzerindeki Sahip Ata manzumesiydi. Sahip Ata’nın Konya’daki
yapılarından Larende Kapısı karşısında yer alan ve Camii, Hânkah, Türbe,
Hamam’dan oluşan külliyesi, şehrin en önemli yapı topluluklarından birini
oluşturduğu malumdur. Bunun dışında, Sultan Kapısı yolunda, Odun Pazarı
yakınındaki Medrese ve Mescitten oluşan bir başka külliyesi “İnce Minareli Medrese
ve Mescidi” ismiyle bugüne ulaşabilmiştir. Ayrıca bugün Tahir ile Zühre diye bilinen
Sahip Ata Mescidi, Karamanoğulları zamanında yıkılan Dâr’ul-Huffâz ve
Çeşmeyle1009 birlikte bir külliyeyi teşkil etmekteydi (Harita:3). Kalenin kuzey
yöndeki Odunpazarı Kapısının karşısında yer alan medresesi, XX. yüzyılın başlarına
kadar ayakta olan mescidi ve bugün medresenin ön cephesinde bulunan çeşmesinden
oluşan binalar topluluğu1010, Sahip Ata’nın Kayseri’deki külliyesini oluşturmaktaydı
1008
Fatih dönemi kayıtlarında (Uzluk, Fatih Devrinde… s.42–43. ) hanın bir de mektebi olduğundan
bahsedilir, Ancak bu binaya dair bir bilgiye sahip değiliz. Bu kayıtlarda, hanın Akşehir’deki Sahip Ata
Külliyesiyle beraber anılması, birbirine yakın tarihlerde inşa edilmiş bu iki külliyenin gelirlerinin,
Osmanlı döneminde aynı vakfın içine alındığını göstermektedir.
1009
II.Bayezid devri evkaf kayıtlarını inceleyen Konyalı, (a.g.e., s.518.) kayıtta külliyenin, Darü’l-
Huffâz, Mescit ve Çeşmeden (Kırk Çeşme-i sahip) ibaret olduğu ifade edilmektedir
1010
Özırmak, (a.g.t., s.81-82.) Konya Evkaf Defterlerinden aldığı bilgilere göre medresenin 1500
yılında yıllık 6855, 1584 yılında 4760 akçe geliri bulunduğunu belirtmektedir. Yazar, aynı defterde
437
(Harita:4). Sahip Ata’nın son külliyesi Sivas’ta olup, Medrese, Mescid ve Dârü’lZiyafet’ten (Konuklar Yurdu) teşekkül etmekteydi1011(Harita:5).
Sahip Ata’nın Ortaçağ şehirleri içindeki yapıları, çok önemli ve işlek bir
konuma sahip olup, bunların dışındaki İshaklı Han ve Ilgın Kaplıcası gibi şehir
dışında yer alan binaları ise önemli şehirlerarası yol güzergâhında yer alıyordu. Sahip
Ata’nın ilk eseri olan Han (1249), Konya- Afyon yolu üzerinde bulunmaktadır.
Özergin, bu güzergahı (Harita:1) Konya’dan itibaren İstanbul’a kadar, Konya,
Horozlu Han, Dokuzun Kervansarayı, Kadın Hanı, Ilgın, Arkıt Hanı, Akşehir, Sahip
Ata Kervansarayı, Çay Taş Han, Afyon, Altıgöz Köprüsü, Eğret Han, Döğer Han,
Kütahya ve Bursa şeklinde belirler1012. Akşehir’deki Sahip Ata Medresesi Akşehir’i,
Nadir Köyüne oradan da İshaklı’ya1013 bağlayan ana yolun üzerinde yer alır.
Ilgın’daki Kaplıcası ise Ortaçağ döneminde Akşehir’i Konya’ya bağlayan ana yolun
üzerinde bulunmaktaydı. Bu yol hattının üzerinde Sahip Ata’nın Hanı dışında,
Akşehir’deki Külliyesi ve Ilgın’daki Kaplıcasının bulunuyor olması, hem baninin
Afyon ve Akşehir çevresindeki yatırımlarını belirlemekte, hem de binalarını belirli
bir yol güzergâhlarını gözeterek inşa ettirdiğini göstermektedir. Bu yapılar,
binanın yakınlarında bulunduğunu bildiğimiz ancak günümüze ulaşamayan “Sahibiye Mescidi”nin
1584’de toplam 899 akçe geliri olduğunu iletmektedir. İnbaşı (a.g.e., s.59) ise XVI yüzyıl Başbakanlık
Tahrir Defterlerinden aldığı bilgilere göre yüzyılın başında medreseye toplam 6680 akçe gelir vakıf
olarak verildiğini belirtmektedir.
1011
Vakfiyedeki “... Sivas Beldesi içinde Kale kapusu karşısında ilim adamlarının oturmalarına
mahsus yazlık, kışlık odaları, bir abdestliği, biri sağ, diğeri sol tarafta iki minareyi, girişinde bir
mescidi müştemil, Medrese-i Sahibiyye-i Fahriyye namıyla meşhur binası muhkem ve avlusu geniş bir
medrese bina etti. Suyunu akıttı ve bu medrese haricinde birde Dâr-ı Ziyâfet yaptırdı.” (BayramKarabacak, a.g.m., s.53.) şeklindeki bilgiler külliyeye ait yapıları ortaya koymaktadır.
1012
Özergin, a.g.t., s. 142–144.
1013
Bilindiği gibi Nadir Köyü, Sahip Ata’nın öldüğü yerdir. İshaklı’da ise bir hanı bulunmaktadır.
Medresenin, Akşehir’i bu iki yere bağlaya yol üzerinde olması, Ortaçağ’da bu çevrenin sahibi olduğu
anlaşılan Fahreddin Ali’nin, binalarını, belirli bir yol güzergâhını gözeterek inşa ettirdiğini
düşündürmektedir.
438
çevresindeki yerleşimin gelişmesine de katkı sağlamıştır. Örneğin Han, İshaklı
kasabasının teşekkülünde birincil rol oynamıştır. Ilgın’daki Kaplıca ise Selçuklu
döneminde Mevlana gibi önemli şahsiyetlerin şifa bulmak için geldiği1014, kasabanın
o yıllardaki en önemli tesisiydi. Bu önemini Osmanlı döneminde de sürdüren bina,
IV. Murat tarafından Bağdat seferi sırasında ziyaret edilmiş, ayrıca yakınına da bir
köşk inşa ettirilmişti1015.
Ünlü vezirin şehir içindeki yapıları kale kapıları karşısında yer almaktaydı.
Konya’daki üç külliyesinden biri Larende Kapısı, diğeri Çeşme Kapısı karşısında
bulunmakta olup, Dârü’l-Hadis ve Mescitten oluşan üçüncü külliyesi ise Sultan
Kapısı yolundaydı (Harita:3). Cami, Medrese, Türbe, Hânkah ve Hamam’dan
teşekkül eden Larende Kapısı karşısındaki külliyesi ise, 1258–1283 yılları arasında
yirmibeş sene içinde tamamlanmıştır. Hamam ve XIX. yy.da gelirleri manzumeye
bağlanan Buzhane, külliyenin masraflarını karşılıyordu. Külliye dâhil yapılar, aynı
mahalle çevresinde yer almakta olup, XV. Yüzyıl kayıtlarından anlaşıldığına göre,
“Hoca Sahip” isminde bir mahallenin teşekkülüne sebebiyet vermiştir1016. Hânkahın,
ön cephesinde yer alan nişler, aslî halinde dükkân olarak kullanılıyordu ve bu haliyle
külliye, ticari, dini ve sağlık hizmeti veren yapılarıyla Larende Kapısı civarının en
önemli sosyal ve kültürel merkezi; ayrıca sur dışı yerleşmenin Konya’daki en çarpıcı
örneklerinden birini teşkil etmekteydi. Medrese ve Mescitten oluşan külliyesi ise
Alâeddin Tepesinin batısında yer almaktadır. Vakfiyesinde “Sultan Kapısı yolunda
1014
Eflakî (a.g.e., C.I, s.134.) nin Mevlana Celaleddin Rumî’nin, yıkanmak için bu kaplıcaya sık sık
geldiğini belirten ifadeleri, binanın Selçuklu döneminde yüksek tabakanın oldukça rağbet ettiğini
göstermesi açısından dikkat çekicidir.
1015
Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi’nin “Ravzatü’l-Ebrar” isimli eserinden aktaran, Özdemir, a.g.e.,
s.15.
1016
Ergenç, a.g.e., s.45.
439
Odun Pazarı yakınında ve hendek hizasında”1017 şeklinde tarif olunan bina, gerek
ticari gerekse kamu yapılarının bulunduğu çok önemli bir alanda yer alıyordu
(Harita:3). Külliye, dış sura bitişik olan ve bir takım askeri hizmetlerin görüldüğü
Ahmedek tepesinin batısındaydı1018. Vakfiyede de bahsedilen Odun Pazarı dışında
şehrin bu kısmında bir de Buğday Pazarı olduğunu bilmekteyiz1019. Vakfiyede ifade
edilen Sultan Kapısı, şehrin kuzeyinde olup, Karatay Medresesine açılmaktaydı1020.
Ortaçağ’da yönetim merkezinin yer aldığı Alâeddin Tepesinin şehre açıldığı kapı,
Sultan kapısı idi. Bu durum, külliyenin şehrin en önemli ekonomik ve politik
alanlarından biri üzerine kurulduğunu gösterir. Ortaçağ’da dış kalenin batı
kapılarından Çeşme Kapısı yakınlarında (Harita:3) olduğu belirtilen1021, Konya’daki
diğer Sahip Ata külliyesi ise Dârü’l-Huffâz Mescid ve Çeşme’den müteşekkildi. Söz
konusu kale kapısının da aynı isimle anılıyor olması, buradaki Sahip Ata yapılarının
önemine işaret eder. Ayrıca yine Çeşme Kapısı civarında Sahip Ata’nın Sikayesi
olduğu bilinmektedir. Sahip Ata şehrin su ihtiyacını karşılamak üzere, Meram
Çayından üstü açık bir kanal veya arkla ayrılan ve Şehir (Sahip Ata) Irmağı adı
verilen suyolunu yaptırmıştı1022. Ünlü vezirin Larende Kapısı karşısındaki hamamına
da buradan su temin edilmekteydi1023. İsminden ötürü suyu toplayan ve dağıtan bir
işlevi olduğu anlaşılan Sikaye’nin de Sahip Ata’nın şehirde yaptırdığı suyla ilgili inşa
faaliyetlerinin bir parçası olmalıdır. Bunların dışında Fatih dönemi evkaf
1017
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.38.
1018
U.Tanyeli, a.g.e., s. 55.
1019
O.Turan, “…Karatay…”, s.81.
1020
Turan, aynı yer.
1021
Konyalı, a.g.e., s.518.
1022
Uğur-Koman, a.g.e., s.77.
1023
Önge, a.g.e., s.41.
440
kayıtlarında, bu civarda, Sahibin evleri olduğunun da ifade edilmesi 1024, ünlü vezirin
bu çevredeki yatırımlarının yoğunluğuna işaret eder. Mevcut izler, Sahip Ata’nın
Akşehir’deki külliyesinin de Ortaçağda, şehrin önemli bir noktasında bulunduğunu
gösterir (Harita:2). Nitekim külliyenin medresesi yakınlarında yapılan inşaat
hafriyatlarında sur kalıntılarına rastlanmıştır1025. Ayrıca, Konyalı, medrese ve
mescidin, “…kalenin methalinde…”1026 olduğunu belirtir. Eldem1027 ve Ahmed
Nazif1028’in geçen yüzyılın başlarına ait sunduğu bilgilere bakılırsa Kayseri’deki
Sahip Ata Külliyesinin mescit ve medresesi karşılıklı yer alıyorlardı ve arasından yol
geçiyordu. Medresenin ön cephesi, Ortaçağ Kayseri’sinde, At Meydanı olarak
bilinen alana bakıyordu. Ayrıca Odun Pazarı veya Meydan denilen kalenin
kuzeydoğu kapısı da binanın hemen güneybatısında bulunmaktaydı1029(Harita:4). Bu
durum, külliyenin, şehir meydanının ve önemli ticari merkezlerden birinin yakınında
yer aldığını gösterir. Şehrin kuzeydoğu bölümünde XIII. yüzyıl başlarında herhangi
bir yapılaşma görülmüyordu1030. Bu alandaki surları yaptıran I.Alâeddin Keykubat’ın
sebebiyet verdiği kentsel gelişim, Moğol istilası ve halkın burada katledilmesiyle
kesintiye uğramıştı1031. Sahip Ata’nın külliyesi, şehrin bu bölümünde Moğol
istilasından sonra –Hacı Kılıç Cami-Medresesi hariç tutulursa- inşa edilen ilk yapı
topluluğu olma özelliğini taşımaktadır. Dolayısıyla Sahibiye Külliyesinin Moğol
yıkımının ardından tekrar canlanmaya başlayan şehrin kuzeydoğu bölümünde, gerek
1024
Uzluk, a.g.e., s.15.
1025
Yayınlara geçmemiş bu bilgiyi halen İnce Minareli Müzesi Müdürü olan ve bir önceki görevi
Akşehir Taş Medresesi Müzesi Müdürlüğü olan Sn. Yusuf Benli iletmiştir.
1026
Konyalı, a.g.e., s.279.
1027
Eldem, a.g.e., s.121.
1028
Ahmed Nazif, a.g.e., s..36.
1029
Bkz. Gabriel (a.g.e., Fig.3.)in şehir planı.
1030
Eravşar, a.g.t., s.254.
1031
Aynı yer.
441
kale kapılarına, gerekse meydana olan yakınlığı ile önemli bir yeri işgal ettiği
anlaşılmaktadır. Vezir Sahip Ata’nın yaptırdığı Sivas’taki külliyesi, vakfiyesindeki
ifadeye göre dış surun güney yöndeki kapılarından birinin karşısında yer alıyordu
(Harita:5). Bu duruma göre şehre güney yönden (Kayseri) gelen kervanların ilk
göreceği bina Medrese olacaktır1032. Wolper1033 Sahip Ata Medresesinin yerinin
farklı oluşunu, Sahip Ata’nın şehirde yeni bir merkez oluşturma gayreti olarak
yorumlar. Vakfiye1034de “ulema yokluğu, evliya eksikliği ve ilim müesseselerinin
harap olmaya yüz tutması” ısrarla vurgulanmıştır. Ayrıca medresede istihdam
edilecek ulema kadrosunun niteliği, harcamaları ve ihtiyaçlarının temini hususunda
ayrıntılı bilgiler1035 mevcuttur. Vakfiyede, “Şafii müderris tayini” veya “alevi
dervişlerin
ihtiyaçlarının
karşılanması”1036
gibi
Sivas’ın
farklı
Müslüman
inanışlarına1037 saygı gösteren ve tamamını aynı çatı altında görmek isteyen ifadeler
yer almaktadır. Sahip Ata’nın, külliye dâhilinde bir de Dâr-ı Ziyafet (Konuklar
Yurdu) yaptırması, Şifahane ve çevresindeki medreselerin dışında, şehrin bu
kesiminde ilim adamlarının barınıp medresesinde ders vereceği yeni bir dini çekim
merkezi oluşturma isteği olarak yorumlanabilir. M.Cezar1038, Ortaçağ Sivas’ının
ticaret hayatının Ulu Cami ve çevresinden, güneye Sahip Ata (Gök) Medrese ve
çevresine yayıldığını belirtmektedir. Bu alanın, XV. yüzyıl belgelerinde “Medrese-i
1032
Wolper, a.g.m., s.45.
1033
Wolper, a.g.m., s.43.
1034
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53.
1035
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53, 55, 56.
1036
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.53. Bizce vakfiyedeki “alevi” tabiri Osmanlı döneminde orijinal
nüsha kopya edilirken eklenmiş olmalıdır. Zira Anadolu’da Aleviliğin bugünkü yapısı ve anlamıyla
XV. yy. sonu XVI. yy başlarından itibaren kullanıldığını biliyoruz. Bu konudaki geniş bilgi için bkz.
Ocak, “Türkiye’de Aleviler, Bektaşiler ve …, s.386.
1037
Demir, a.g.t., s.217–227.
1038
M.Cezar, a.g.e, s.49-51.
442
Sahip Mahallesi” ismiyle anılıyor olması1039, medresenin bu alanda yeni bir
yerleşimin gelişimine sebebiyet verdiğini gösterir. Wolper1040, Sahip Ata’nın
Selçuklu merkezi otoritesinin zayıflamasıyla çok etkili olmaya başlayan ulema
sınıfının desteğini sağlamak için Anadolu’da çok çeşitli tesisler yaptırdığını ifade
eder. Bu fikre ihtiyatla yaklaşmamıza rağmen 1271’de Sivas’taki hayır yapımı
şeklinde ortaya çıkan güç savaşında, Sahip Ata’nın Moğol Beylerine karşın ulema
sınıfının desteğini almak istemiş olması fikri çok da uzak görünmemektedir.
“Manzume, Heyet”1041 şeklinde de tanımlanan ve çeşitli fonksiyonel yapı
birimlerinin bir arada planlanıp inşa edildiği sosyal kuruluşlar1042 olan külliyeler,
Anadolu Selçuklu devrinin erken tarihlerinden itibaren görülmeye başlanır. Anadolu
öncesi, Gazne’deki saray-şehir olarak adlandırılan ve içinde cami, saray ve köşklerle
birçok yapıyı bünyesinde barındıran Leşker-i Bazar (XI. yy.) ile Karahanlıların
Tirmiz kentindeki cami, medrese ve türbe’den teşekkül eden Hâkim Tirmizi
Külliyesi (XI. yy.)1043, erken örnekleri oluşturmaktadır. Anadolu’da ise Mardin’deki
Artuklu eseri Emineddin Külliyesi (1108-1123) en erken külliyedir1044. Cami ve
Medresenin aynı avluyu paylaştığı külliyede, Dârüşşifa, Hamam ve Çeşme gibi diğer
yapıların ise organik bir bütünlük içinde tasarlandığı görülmektedir1045. Kayseri’deki
Kölük Külliyesinde ise cami ve medrese (XII. yy.)1046 tam bir organik bütünlük
içinde tasarlanmış, bu yapıların dışına bir de hamam inşa edilmiştir. Vakfiyesine göre
1039
Demirel, a.g.e., s.71.
1040
Wolper, a.g.m., s.44.
1041
M.Katoğlu, “XIII. Yüzyıl Anadolu Türk Mimarisinde Külliye”, Belleten, C.XXXI, S.121–124,
Ankara 1967, s.335–344 (335).
1042
G.Cantay, Osmanlı Külliyelerinin Kuruluşu, Ankara 2002, s.1.
1043
Cantay, a.g.e., s.7-8.
1044
Cantay, a.g.e., s.17.
1045
A.Altun, Mardin’de Türk Devri Mimarisi, İstanbul 1969, s.68, 133.
1046
E.Yurdakul, Kayseri Külük Camii ve Medresesi, Ankara 1996, s.4
443
1202 tarihli1047, İplikçi Camii ve Altunapa Medresesinden teşekkül eden külliye ile
Kayseri’deki Ulu Camii ile Melik Gazi Medresesi (1206)1048nden oluşan külliye ise,
birbirine bitişik kütle tertibinin erken örnekleridir. Ortak avlu etrafında tertiplenen
cami ve medrese uygulamasının olgun örneklerinden biri de Kayseri Hacı Kılıç
Külliyesi (1249)1049dir. Kayseri’deki Gevher Nesibe Sultanın, Medrese ve
Dârüşşifa’dan oluşan külliyesi (1205)1050 ile Divriği’deki Ulu cami ve Dârüşşifa’dan
teşekkül eden külliye (1228–1229)1051 farklı iki yapı tipinin aynı plan tertibi içinde
uygulandığı diğer örneklerdir. Kayseri’deki Huand Hatun Külliyesi (1238)1052 ise
cami, medrese, türbe ve hamamdan oluşan dört farklı yapı tipini bünyesinde
barındırması açısından önemlidir. Külliyede, hamam erken tarihli olup, diğer yapılar
aynı inşaat dönemine aittir. Sahip Ata’nın en erken tarihli yapısı olan Han, yakın
tarihlerde yıkılan batısındaki hamamla birlikte inşa edilmişti. Akşehir’deki külliyesi
ise 1250 tarihli medrese ve mescit’e, 1260/61 tarihinde –günümüze sadece kitabesi
ulaşabilmiş- hânkah ve çeşmenin eklenmesiyle teşekkül etmiştir. Külliyenin Osmanlı
dönemi kayıtlarından anlaşıldığına göre bir de Matbahı (Aşevi-mutfak) bulunuyordu.
Konyalı, günümüze ulaşamamış Hânkah ve Çeşmenin, medresenin tam karşısında
yer aldığını1053 ve aralarından Akşehir’i, Nadir Köyüne oradan da İshaklıya bağlayan
ana caddenin geçtiğini belirtir. Konyalı, medresenin karşısındaki çeşmenin halen
1047
Konyalı, Konya Tarihi …, s.819-821.
1048
Halil Edhem,a.g.e., s.52.
1049
G.Öney, “Kayseri Hacı Kılıç Camii ve Medresesi”, Belleten, C.XXX, S.118, Ankara 1966, s.377-
387.
1050
Kuran, Anadolu Medreseleri…, s.66-67
1051
Y.Önge, “Bugünkü Bilgilerimiz Işığı Altında Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası”, Divriği Ulu
Camii ve Darüşşifası, Ankara 1978, s.33-50.
1052
H.Karamağaralı, “Kayseri’deki Hunad Camisinin Restitüsyonu ve Hunad Manzumesinin
Kronolojisi Hakkında Bazı Mülâhazalar”, İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.XXI, s.199-243.
1053
Konyalı, Akşehir…, s.293.
444
mevcut, Hânkah’ın ise tamamen yok olduğunu, yerine konutlar yapıldığını
belirtir1054. Konyalı’nın Akşehir’deki Külliyenin konumuna dair aktardıkları,
karşılıklı konumlanmış ve iki ayrı kütle halinde tertiplenmiş bir düzeni tarif
etmektedir. Buna benzer bir düzenlemeyi Sahip Ata’nın Kayseri’deki, medrese,
mescit ve çeşmeden oluşan külliyesinde bulmaktayız. Eldem1055 ve Ahmed
Nazif1056’in geçen yüzyılın başlarına ait sunduğu bilgilere bakılırsa mescit ve
medrese karşılıklı yer alıyorlardı ve arasından yol geçiyordu. Uğur-Koman, 1930’lı
yılların başında çeşmenin medresenin karşısında olduğunu tespit etmiş, bu çeşmenin
gerisinde de bir zamanlar mescidin bulunduğunu ifade etmiştir1057. Bu bilgiler
Kayseri’deki külliyenin, Kalenin Odun Pazarı Kapısı karşısında, gerisindeki
meydana doğru devam eden yolun iki kenarına, iki ayrı yapı bloğu halinde
konumlandığına işaret eder. Külliyeye ait medresenin ve çeşmenin mevcut kitabeleri,
iki ayrı tarihe işaret etse de, bu tarihlerin bir yıl arayla olması, beraber
tasarlandıklarını, sadece bitiş sürelerinin farklı olduğunu gösterir. Sahip Ata’nın,
Konya’da Larende Kapısı karşısındaki külliyesi 1258–1283 tarihleri arasında
tamamlanmış olup, binalar, ilki cami olmak üzere, farklı tarihlerde eklemlenerek
manzumeyi teşkil etmiştir. Külliyenin ilk binası olan cami 1258 tarihlidir. Caminin
güneyinde yer alan ve camiyle içten bir kapı vasıtasıyla irtibatlı hânkah ise 1269–
701058 tarihlidir. Sadece yenileme tarihi (1283) mevcut türbe ise, hânkahın kuzey
eyvanına –tespitlerimize göre1059- 1277–1278 tarihinde eklenmiştir. Türbe, Hânkahla
cami arasında bulunmakta olup, dar bir koridor, her üç yapıyı da birbiriyle
1054
Aynı yer.
1055
Eldem, a.g.e., s.121.
1056
Ahmed Nazif, a.g.e., s..36.
1057
Uğur-Koman, a.g.e., s.102.
1058
Bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Hânkahı bölümüne.
1059
Bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Türbesi bölümüne.
445
irtibatlandırmaktadır. Hamam, hânkahın karşısında yer almakta, aralarından bir yol
uzanmaktadır. Külliyenin diğer yapılarından bağımsız bir kütle olarak inşa edilmiş
hamam, 1272 tarihli Cacabey vakfiyesinde1060 zikrediliyor olmasına bakılırsa, bu
tarihten önce, muhtemelen hânkahla birlikte, 1269–701061 tarihlerinde inşa edilmiş
olmalıdır. Havzan yolunda bulunan buzhaneler ise işlevleri dolayısıyla diğer
binaların uzağında Şehir Irmağı (Sahip Ata Irmağı) yakınlarına inşa edilmiştir1062.
Sahip Ata’nın Konya’daki Çeşme Kapısı civarındaki külliyesinin yapılarından
sadece mescit günümüze ulaşabildiği için düzeni konusunda bir bilgiye sahip değiliz.
Sahip Ata’nın Konya’daki Mescit ve Medreseden oluşan (İnce Minareli) külliyesi ile
Sivas’taki Medrese, Çeşme, Mescit ve Dârü’l-Ziyafet (Konuklar Yurdu) den teşekkül
etmiş külliyesi aynı kütle tertibi içinde yer almaktadır. Tarihi Konya Kalesinin Sultan
Kapısı yolundaki (İnce Minareli) külliye, kapalı avlulu medrese ve ona kuzeybatı
köşede eklenmiş mescitten mürekkeptir. Sivas’ta güney Kale Kapısının karşısındaki
külliye ise bünyesinde, çeşme, mescit gibi farklı işlevdeki birimleri ihtiva eden
medrese ve buna doğu yönden eklendiği anlaşılan1063 Dârü’l-Ziyafet’den teşekkül
etmektedir. Aynı kütle tertibi içinde yer alan Sahip Ata külliyeleri içinde Ilgın’daki
Kaplıcayı da zikredebiliriz. Bir vakitler, kaplıcanın kuzeybatı köşesine eklenmiş
vaziyette konumlanmış, ancak günümüze ulaşamamış hanın, XX. yüzyılın ortalarına
ait fotoğraflarında1064 kaplıcanın duvarındaki bitişme izleri görülebilmektedir. Bu
anlamda han ve kaplıcanın aynı kütle tertibi içinde konumlandığı söylenebilir.
1060
Temir, a.g.e., s.116
1061
Bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Hamamı bölümüne
1062
Bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Tekli Buzhaneleri ve Konya Sahip Ata Çiftli Buzhanesi
bölümlerine.
1063
Darü’l-Ziyafet konusundaki tartışma için bkz. bu çalışmanın Sivas Sahip Ata Medresesi ve
Çeşmesi bölümüne
1064
Önge, … Hamamları, s.283, Resim 1.
446
Osmanlı külliyelerinin, inşa edildikleri yıllarda vakfiyelerinde “imaret” kelimesi ile
tanımlandığını biliyoruz1065. Sahip Ata yapılarından Konya Sultan Kapısı yolundaki
külliyenin, vakfiyesinde “… odun pazarı yakınında hendek hizasında bina ve tesis
ettiği imâretin…”1066 şeklinde tanımlanması, bu tabirin Selçuklu döneminde de
kullanıldığını göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Camiler, Az sayıdaki Sahip Ata Camisinin, bazıları günümüze ulaşamamış,
mevcut
camiler
ise
orijinal
durumlarını
büyük
ölçüde
yitirerek
bugüne
gelebilmişlerdir. Bugüne ulaşabilen Konya’daki cami dışında, Sahip Ata’nın
Kayseri’deki ve Konya’daki Medresesine bitişik vaziyette iki mescidi daha olduğunu
tespit etmekteyiz. Kayseri’deki binanın varlığını Osmanlı dönemine ait resmi
kayıtlardan1067 tespit edebilmemize karşın, aslî özelliklerine dair bir bilgimiz yoktur.
Konya’daki (İnce Minareli) mescidi ise henüz ayakta olduğu XIX. yüzyıldaki
tespitlerle1068 tanımlayabiliyoruz. Söz konusu bina, bugün bu tespitlere göre
onarılmıştır. Konya Larende Kapısı karşısındaki 1258 tarihli cami, mihrap aksı
boyunca ortadaki daha geniş olmak üzere beş sahna ayrılmış dikdörtgen planlı bir
şemaya sahiptir (Çizim:10). Ahşap çatılı cami 12 ahşap direğe oturmaktadır. Cami,
zaman içerisinde çeşitli dış etkenlerle tahrip olmuş, birçok onarım geçirmiş ve aslî
halini büyük ölçüde kaybetmiştir. Binanın Osmanlı dönemi resmi kayıtlarına göre
1065
Cantay, a.g.e., s.1 v.d.
1066
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.38.
1067
Özırmak, (a.g.t., s.81-82.) Konya Evkaf Defterlerinden aldığı bilgilere göre “Sahibiye Mescidi”nin
1584’de toplam 899 akçe geliri olduğunu iletmektedir. Ayrıca Eldem, (a.g.e., s.121). ve Ahmed Nazif,
(a.g.e., s..36) mescidin XX. yüzyılın başlarında medresenin karşısında olduğu bilgisini iletmektedir.
1068
Hamilton, Reseraches…, s.205.; Huart, Epigraphie…, s.65, Nr. 36.; Sarre, Reise in…, s.56, 184.;
Löytved, Konia…, s.69-73, Nr.74-77.; Mendel, Les Monuments…, s.114-116.; Sarre, Denkmaeler
Persischer…, s.133-134.; Hébrard, “Les Monuments…”, s.178-179.; Hébrard, “Les Monuments
Seldjoucides…” s.166-171.
447
15701069, 17021070, 18251071, 18481072 tarihlerinde dört kez onarım geçirdiği tespit
edilmektedir. Bu onarımlardan en kapsamlı olanı 1848 tarihli olup, bu onarımda,
mihrap duvarına kadar olan duvarları ve damı yenilenmiştir1073. Bu resmi kayıtların
dışında, Konyalı’nın aktardığı1074 1871 tarihli bir onarım daha bulunmaktadır ki,
camii, bugünkü durumunu bu müdahaleyle kazanmıştır. H.Karamağaralı1075nın, 1964
yılında gerçekleştirdiği sondaj çalışmaları neticesinde, orijinalinde caminin, bugünkü
mevcut binadan, kuzey ve güney yönde birer sahın daha geniş olduğu, portalden bir
dehlizle camiye ulaşıldığı ve parçaları kazılar sırasında ele geçirilen ayaklarının
üzerinde yükselen bir mihrap önü kubbesi bulunduğu anlaşılmıştır (Çizim:12).
Sondajlar neticesinde ele geçirilen yanmış ahşap parçalarından anlaşıldığına göre aslî
halinde camii, ahşap direkler üzerine oturan kirişlerle örtülüydü. Y.Önge, bir
zamanlar Sahip Ata Hânkahının portali önündeki ahşap sundurmayı taşıyan ve
stalâktitli başlığa sahip ahşap sütunların, yanan caminin orijinal destekleri
olabileceğini belirtir1076. Karamağaralı, orta sahnın ortasında üstü fenerle örtülü,
şadırvanlı bir kesimin bulunması gerektiğini belirtir1077. İncelediğimiz 1848 tarihli
onarım kaydında1078 ise “karlık kuyusu”nun ihyasına yönelik bir harcama kalemi
mevcuttur. Dolayısıyla Sahip Ata Caminin aslî halinde, şadırvan yerine tıpkı
Beyşehir Eşrefoğlu Caminde olduğu gibi karlık kuyusu tabir edilen bir bölümü
1069
Ceylan, a.g.t., s.94–95.
1070
Kadı Şer’iyye Sicil Defteri no.c.27’den nakleden, Küçükdağ, a.g.t., s.33.
1071
Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F-31), s.150/1.
1072
Şer’iyye Sicil Defteri C. 80 (F-39), S.132/1
1073
Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F-31), s.150/1.
1074
Konyalı, Konya Tarihi...., s.511-512.
1075
H.Karamağaralı, “Sahip Ata Camii’nin…”, s.49–75.
1076
Y.Önge, “….Ahşap Stalâktitli Sütun Başlıkları”, s.11.
1077
Karamağaralı, a.g.m., s.51.
1078
Şer’iyye Sicil Defteri C. 71(F-31), s.150/1.
448
bulunduğu anlaşılmaktadır. Konya Sahip Ata Camisi, mevcut mihrap aksı boyunca
uzanan, ortadaki daha enli beş sahınlı planıyla basilikal plan şemasındadır. Buna
karşın aslî halinde cami, mihrap aksı boyunca uzanan, ortadaki diğerlerinden daha
enli yedi sahna bölünmüş, mihrap önü kubbeli ve orta sahnın ortasına denk gelen
bölümde bir karlık kuyusu bulunan şemaya sahip olup, bu haliyle köşklü camiler
grubundadır. Anadolu’da Erzurum Ulu (1179)1079 ve Kale Camii (1179)1080, Kayseri
Ulu Camii (1205)1081, Kölük Camii (1210)1082, Huant Hatun (1238) 1083 ve Hacı Kılıç
(1249)1084, Akşehir Ulu (1213)1085, Konya Alâeddin (Batı Bölümü) (1220)1086, Develi
Ulu (1281)1087 ve Beyşehir Eşrefoğlu Camii (1297–99)1088 lerinde bu plan şemasına
rastlanır. Konya Sahip Ata Camii, ahşap taşıyıcılı Anadolu Selçuklu Camilerinin
içinde bilinen en eski tarihli yapıdır1089. Ahşap sütunlu cami tipinin, Orta Asya’ya
uzanan bir geçmişi olduğu bilinmektedir1090. Bilinen ahşap çatılı camilerden Afyon
1079
H.Karamağaralı, “Erzurum Ulu Camisi”, Yıllık Araştırmalar Dergisi, S.III, 1981, s.137–177.
1080
N.Çam, “Erzurum’da Kale Camii”, Vakıflar Dergisi, S.XX, Ankara 1988, s.289–310.
1081
Gabriel, Monuments Turcs ‘Anatolie, I…, s.32–36
1082
Gabriel, a.g.e., s.36-38.
1083
Karamağaralı, “Kayseri’deki Hunad Camiinin…”, s.199–243.
1084
G.Öney, “Kayseri Hacı Kılıç …”, s.377–390.
1085
Demiralp, a.g.e., s.9-16.
1086
H.Karamağaralı, “Konya Ulu Camii”, Rölöve ve Restorasyon Dergisi, (I.Restorasyon Semineri
Özel Sayısı), Ankara 1982, s.121–132.
1087
T.Özgüç-M.Akok, “Develi Abideleri”, Belleten, C.XIX, S.75, Ankara 1955, s.377-384.
1088
M.Akok, “Konya Beyşehirinde Eşrefoğlu Camii ve Türbesi”, Türk Etnografya Dergisi, S.XV,
Ankara 1976, s.5-34.
1089
Karamağaralı, “Sahip Ata Camii…”, s.52.; Y.Önge, “Anadolu’da XIII-XIV. Yüzyılın Nakışlı
Ahşap Camilerinden Bir Örnek: Beyşehir Köşk Köyü Mescidi”, Vakıflar Dergisi, S.IX, S.291297(291).; A.Kuran, “Anadolu’da Ahşap Sütunlu Selçuklu Mimarisi”, Malazgirt Armağanı, Ankara
1993, s.179-186(182).
1090
K.Otto-Dorn, Seldschukische Holsäulenmoscheen in Kleinasien”, Aus der Welt der İslamichen
Kunst, Festschrift für Ernst Kühnel, Berlin 1959, s.59–88
449
Ulu Camii (1272)1091 ve Sivrihisar Ulu Camii (1274)1092, mihrap duvarına paralel
uzanan bir plan şemasına sahipken, Sahip Ata Camiiyle birlikte, Ankara Arslanhane
Camii(1289–1290)1093 ve Beyşehir Eşrefoğlu Caminde (1297–99)1094, mihrap aksı
boyunca uzanan dikdörtgen planlı bir iç mekân düzenlemesi vardır. Bunlar arasında
Beyşehir Eşrefoğlu Camisinin gerek sahın adedi, düzeni, gerek mihrap önü kubbesi
ve süslemedeki birçok detayı, Sahip Ata Camisinin aslî haliyle büyük benzerlikler
göstermektedir. Bu benzerlik, Sahip Ata Camisinde sondajlar neticesinde1095 bir
parçası ele geçirilen mihrap önü kubbesini taşıyan ayaklar, Önge’nin orijinal camiye
ait olduğunu belirttiği stalâktitli başlıklara sahip ahşap sütunlar1096 gibi detaylarda da
karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Eşrefoğlu Camiinin mihrabının yan bordürlerinde
görülen geçmelerden oluşan düzenlemenin Sahip Ata Camii portalinin yan
bordürüyle neredeyse birebir olması, söz konusu iki yapı arasında önemli bir
etkileşim olduğuna işaret etmektedir.
Mescitler; Sahip Ata’nın Akşehir’deki Medresesine bitişik Mescidi,
Konya’da bugün “Tahir İle Zühre” ismiyle bilinen Mescidi ve yine Konya’daki
Medresesine bitişik Mescidi benzer planda olup, söz konusu yapılar, kübik alt
yapının kubbeyle olduğu örtülü bir harim ve kapı açıklığının da bulunduğu tarafa
yerleştirilmiş iki veya üç bölümlü giriş mekânından ibarettir. Kare planlı kübik bir
mekânın kubbeyle örtüldüğü camiler, Anadolu’da ilk kez Konya ve Akşehir
çevresinde görülmeye başlanmıştır. S.Dilaver, bu tip yapıların Anadolu öncesi orijini
1091
Otto-Dorn, a.g.e., s.59-64.
1092
K.Otto-Dorn, “Die Ulu Dschami in Sivrihisar”, Anadolu (Anatolia), IX, (1965), Ankara 1967,
s.161–168.
1093
G.Öney, Ankara’da Türk Devri Dini ve Sosyal Yapıları, Ankara 1971, s.20–24.
1094
Akok, a.g.m., s.5-34.
1095
Karamağaralı, a.g.m., s.61, Resim 18.
1096
Önge, “…Stalaktitli Sütun Başlıkları”, s.11.
450
için kare planlı kubbeli mezar yapılarını gösterir1097. En erken örneği için bugünkü
Türkmenistan’daki Şir Kebir Türbesi (IX-X.yy)1098, daha geç tarih için Kazvin
Mescid-i Haydariye Türbesi (XII. yy. ilk yarısı)1099ni örnek veren Dilaver, XIX. yy. a
kadar bu tip mezar anıtlarına Anadolu’da rastlanılmamasına karşın, Konya ve
Akşehir’de yoğunlaşan mescitlere örnek teşkil ettiğini belirtir1100. Bizim tespit
edebildiğimiz kübik alt yapının kubbeyle örtülü olduğu en erken tarihli cami/mescit
Barsiyan’daki Mescid-i Cuma (1100-1104)1101 dır. Anadolu’da toplam 27 adet tek
kubbeli kübik mescit bulunmakta olup, bunların bazıları şunlardır: Konya Beşarebey
(Ferhuniye) Mescidi (1213-1214), Konya Hacı Ferruh (Taş Mescid) (1215), Konya
Erdemşah Mescidi (1220), Konya Şeker Furuş Mescidi (1220), Akşehir Altınkalem
Mescidi (1223), Akşehir Ferruhşah Mescidi (1224), Akşehir Güdük Minare Mescidi
(1227), Alanya Akşebe Sultan Mescidi (1230), Akşehir Küçük Ayasofya Mescidi
(1235), Konya Karatay Mescidi (1238), Konya Sırçalı Mescit (XIII. yy. ikinci
yarısı), Harput Arap Baba Mescidi (1279-1280)1102. Dilaver, bu plan tipindeki
binaların çoğunlukla müstakil binalar olduğunu belirtirken, aralarında külliyenin bir
parçası şeklinde inşa edilenler bulunmasına karşın, yapıların ait oldukları yapı grubu
bünyesi içinde planlanmadıklarını iddia eder. Ancak Sahip Ata’nın üç mescidi de
külliye tertibi içinde düzenlenmiş olup, bunlardan Konya’daki (İnce Minareli)
1097
S.Dilaver, “Anadolu’daki Tek Kubbeli …”, s. 17-18.
1098
G.A.Pugachenkova, Puti Razvitia Arkhitekturui Yujnogo Turkmenistana, Moskova 1958, s.168 vd.
1099
A.U.Pope, A Survey of Persian Art: From Prehistoric Times to the Present, Vol 4, London, 1938–
39, s.313-316.
1100
Dilaver, a.g.m., s.17-18.
1101
A.Godard, L’Art de L’Iran, Paris 1962, s.341, 343, Fig.214.
1102
Anadolu’daki kubbeli kübik mescitlerin genel bir değerlendirme için bkz. M.Katoğlu, “13.Yüzyıl
Konya’sında Bir Cami …”, s.81-100.; Dilaver, a.g.m.
451
Mescidinin günümüze ulaşabilmiş vakfiyesindeki ifadeler1103, Odun Pazarı
karşısındaki Sahip Ata binalarının ortak bir tasarımın ürünü olduklarını ortaya koyar.
Söz konusu yapı grubunu ait yapılardan Alanya-Akşebe Sultan Mescidi, Konya
Beyhekim Mescidi ve Harput Arap Baba Mescidinde kubbeli harime türbe
mekânının eklendiği görülür. Dilaver, türbe mekânı bulunan bu mescitler içinde
Konya Sahip Ata Mescidi (Tahir İle Zühre Mescidi) ni de zikreder1104. Buna karşın
yaptığımız tespitler sonucunda, mescidin türbe olarak nitelenen mekânının
kriptasının olmadığı, burada mevcut sandukaların ise geç dönemde buraya
getirildiği1105 anlaşılmıştır. Biz, külliyenin yıkılan diğer binası Dârü’l-Hüffaz’la
birlikte değerlendirildiğinde bu mekânın fonksiyonuna dair daha doğru sonuçlara
ulaşılabileceğini düşünmekteyiz. İster Konya Hacı Ferruh Mescidi veya Konya
Beyhekim Mescidinde olduğu gibi kapalı, isterse Konya Sırçalı Mescit, Akşehir
Sahip Ata Mescidi veya Konya Sahip Ata Mescidindeki gibi revak şeklinde olsun, bu
gruba giren tüm yapılarda çoğunlukla tonozla örtülü bir giriş bölümü bulunur.
Bazıları kapı açıklığının bulunduğu tarafa yerleştirilen ve tek veya birkaç bölümlü
giriş mekânı1106, Sahip Ata’nın Akşehir ve Konya’daki mescitlerinde, ortadaki
ayaktan köşelere atılmış kemerlerle iki bölümlü, Konya Çeşme Kapısındaki
Mescidinde ise tonozla örtülü tek bir mekân şeklindedir. Söz konusu bölüm, Erken
Osmanlı Dönemi Mescitlerindeki manasından ziyade, son cemaat yeri bölümü için
1103
“…birbirine bitişik bulunan Medrese ve Mescid ve Minarenin yararına vakfetti” (Bayram-
Karabacak, a.g.m., s.39.) şeklinde ifade ortak bir tasarıma işaret eder niteliktedir.
1104
Dilaver, a.g.m., s.19.
1105
Konyalı, Konya Tarihi…”, s.517.
1106
Bu ön bölümü, Dilaver (a.g.m., s..20.), “giriş bölümü” şeklinde, Katoğlu (a.g.m., s.86.) ise önce
“giriş holü”, sonra “son cemaat yeri” tabiriyle tanımlamış, ayrıca burayı, Önder’in “dehliz”, Konyalı
ile Sarre’nin de “son cemaat yeri” biçiminde değerlendirdiklerini aktarmıştır.
452
öncü nitelik taşıyan bir giriş mekânıdır1107. Nitekim bu gruba ait çoğu mescidin giriş
mekânında mihrap nişi bulunmayıp, Konya Mescidi gibi mihrap nişi var olan
örneklerde ise yön, giriş mekânında saf oluşturmak için uygun değildir. Tahir İle
Zühre ismiyle halk arasında tanınan binanın bu giriş bölümü geniş bir kemerle eyvan
şeklinde dışarı açılmakta, mescit mekânına ise aslî halinde iki kemer gözüyle
bağlanmaktadır. Binanın son onarımlar sonucunda bu giriş bölümünün dışarı bakan
cephesine taşınan tuğla portal de, aslî halinde bugün mescide girilen kapının üzerinde
yer almaktaydı1108. Akşehir ve Sahip Ata’nın medreseye bitişik Konya’daki diğer
Mescidinde ise söz konusu giriş mekânına minare kapısı açılır. Akşehir’deki
mescidin giriş bölümünün, güneyinde yer alan türbe eyvanının açılıyor olması, bu
mekânların, namaz kılma eylemi için son derece elverişsiz bir tasarıma sahip
olduklarını göstermektedir. Bazı yazarlar, Sahip Ata’nın Akşehir ve Konya’daki
mescitlerinin de içinde bulunduğu bu plan tipine giren binalar için “Mahalle
Mescidi” şeklindeki değerlendirmelerde1109 bulunmaktadır. Biz Sahip Ata Mescidini,
inşa edildiği dönemde şehrin önemli mevkiini işgal eden külliyenin yapılarından biri
olarak değerlendirmenin daha doğru olacağını düşünmekteyiz. Bu durum, kubbeli
kübik mescitler şeklinde gruplanan yapıların asli durumlarını yeniden gözden
geçirmemizi gerektirecek bir sonuçtur.
Bu tipe giren Konya Hoca Hasan, Sırçalı ve Zenburi Mescitlerinde görülen giriş
bölümünün bir köşesinde yer alan ve kapısı bu mekâna açılan minare uygulamasına,
Sahip Ata’nın Akşehir ve Konya’daki Mescitlerinde de rastlanır. Her iki yapıda da
döneminin olgun iki minare örneği, mescitle birlikte, külliyelerin diğer binası olan
1107
1108
Karamağaralı, a.g.t., s.25., Dilaver, s.20.
Bu konudaki ayrıntılı tartışma için bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Mescidi başlıklı
bölümüne.
1109
D.Kuban vd., a.g.e., s.151.
453
medreseyle aynı tasarımda yer almış olup, yatay karakterdeki ön cephe
düzenlemesini düşey bir etkiyle dengelemişlerdir. Söz konusu iki yapı, bu
hususiyetleri ile diğer kubbeli kübik mescitlerden ayrılmaktadır. Bu tip mescitlerdeki
başka bir ortak benzerlik ise dönemin gelişmiş çini uygulamalarının izlendiği
mihraplarıdır. Konya Beyhekim ve Sırçalı Mescitlerin çinili mihraplarının
benzerlerine, Sahip Ata’nın Konya ve Akşehir’deki Mescitlerinde de rastlanır.
Günümüze ulaşabilen bazı izler çininin, mihrap dışında son cemaat yerinde ve kubbe
eteklerinde de kullanıldığını göstermektedir. Tuğla malzemenin ağırlıklı olarak
kullanıldığı bu yapı grubuna ait yapılarda kubbeye genellikle Türk üçgenleriyle
geçilmesi başka bir ortak özelliktir. Kubbe kasnaklarının akslara denk gelen
bölümlerinde, sivri kemer biçimli sağır nişler ya da pencere açıklıkları
bulunmaktadır. Sahip Ata’nın Kayseri’deki günümüze ulaşamayan mescidinin
mimari özellikleri hakkında ne yazık ki bir bilgiye sahip değiliz1110. Sivas’taki
Medresesinin giriş eyvanının güneyinde kalan mekân, medrese öğrencilerinin namaz
kılması için inşa edilmişken, zamanla bir mahalle mescidi hüviyetini kazandığı,
imam tayinlerine dair Osmanlı dönemi kayıtlardan1111 anlaşılabilmektedir.
Medreseler, kuşkusuz Sahip Ata’nın inşa ettirdiği en görkemli yapılardır.
Ünlü vezirin Akşehir, Konya, Kayseri ve Sivas’ta inşa ettirdiği dört medrese,
Ortaçağ Eğitim yapıları içinde, gerek plan ve kütle itibariyle gerekse süslemeleriyle
dikkat çekici hususiyetlere sahiptir. Söz konusu dört yapıdan, sadece Konya’da
olanının ihtisas (Dârü’l Hadis) alanına dair bilgilerimiz1112 mevcuttur. Bu yapılardan,
Akşehir, Kayseri ve Sivas’taki Medreseler, açık avlulu ve dört eyvanlı plan şemasına
1110
Mescitle ilgili ayrıntılı tartışma için bakınız bu çalışmanın Kayseri’deki Külliyesi bölümüne.
1111
Demirel, a.g.e., s.71.
1112
Söz konusu bina, Osmanlı dönemi tahrir defterlerinde “…medrese-i dârü’l-hadîs…” (bkz.
Atçeken, a.g.e., s.252-253.) şeklinde anılmaktadır.
454
sahipken, Konya’daki Medresesi, kapalı avlulu tek eyvanlı bir plan düzenlemesiyle
teşkil olunmuştur. İslam Mimarisi Eğitim Kurumlarının öncüsü olarak Nizamiye
Medreseleri kabul edilmekle birlikte, bu yapının öncesinde de eğitim binalarının
mevcut olduğu; nitekim Gazne Hükümdarı Sultan I.Mesud’un Nişapur’da birçok
medrese inşa ettirdiği bilinmektedir1113. Godard’ın Hargird Nizamiyesi’nde
gerçekleştirdiği kazılar, söz konusu yapının, ana akslara yerleştirilmiş birer eyvan ve
bunların aralarına sıralanmış hücrelerde meydana geldiğini ortaya koymuştur1114.
Medreseleri düzenli ve sistemli bir devlet teşekkülü haline gelmesini sağlayan
Bağdat’taki Nizamiye Medresesi hakkında, son yıllarda yayınlanan ve devrin yazılı
kaynaklarına dayanan bazı yayınlar vasıtasıyla daha fazla bilgi sahibiyiz. Söz konusu
bina iki katlı ve en az iki eyvanlı olup, eyvanların aralarındaki odalar, kuttap (yazıcı),
kütüphane, hamam depo, kiler ve öğrenci hücrelerini ihtiva etmekteydi1115. Büyük
Selçuklulardan itibaren Anadolu Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde de
bazı istisnalar dışında devam eden dört eyvanlı medrese şemasının orijinine dair
1113
Kuran, a.g.e., s.5.
1114
Kuran, a.g.e., s.6.
1115
M.Asad Talas (Çev. S.Cihan), (Nizamiye Medresesi ve İslâm’da Eğitim-Öğretim, Samsun 2000,
s.41–46.), devrin İbn Esir ve Makrızi ve İbn Hallikan gibi yazılı kaynakları dışında, Nizamiye
Medresesinin planı esas alınarak 1357 yılında yaptırılan Mercan bin Abdullah’ın medresesine
dayanarak Nizamiye Medresesi hakkında şu bilgileri verir: Bağdat’taki Dicle’nin doğu kenarındaki,
şehrin en büyük çarşılarından biri olan Suk’s-Selâse’nin yakınlarında bulunan ve 10.12.1067 tarihinde
açılış yapılan bina, iki katlı, alt katta girerken sağda iki odaya sahip olup, birincisi kûttap olarak
kullanılırdı. Daha sonra kuyunun solunda esas salon ve kurucusunun mezarı, üst kata çıkan merdiven,
uzun bir galeri, kütüphane olarak kullanılan bir oda ve diğerleri de pansiyonerlere ayrılmıştı. Dersler,
pansiyonerlere salon da veriliyordu. Kare şeklinde ve büyük bir bahçe ile çevrili olan Nizamiye’nin
birçok geniş konferans salonları ve dershaneleri, depo erzak kileri olarak kullanılan odaları ve zemin
katta bir hamamı ve bir de mutfağı vardı. Bir de minaresi bulunduğu belirtilen binanın, kapıdan sonra
bir giriş eyvanına sahip olduğu ve bu eyvanın 1930 lu yıllara kadar minareyle beraber mevcut olduğu
yayındaki ifadelerden anlaşılmaktadır.
455
farklı görüşler ileri sürülmüştür1116. Anadolu Selçuklu Medreseleri daha çok açık
avlulu olmak üzere kapalı ve açık avlulu başlıca iki şekilde tasarlanmıştır. Açık
avlulu medreselerde, avlu iki, üç veya dört yönden revaklarla kuşatılmış olup,
genellikle ana akslara yerleştirilmiş eyvanlar yerleştirilmiştir. Bu gruba giren
binaların genellikle giriş açıklığının karşısına denk gelen eyvanı, yazlık dershane
işlevi taşırdı. Mekân ve revaklar çoğunlukla tonoz örtülüydüler1117. İçinde Sahip
Ata’nın Akşehir, Kayseri ve Sivas’taki Medreselerinin de yer aldığı bu gruba ait bazı
binalar şunlardır: Seyitgazi/Battal Gazi Medresesi (1207–8 ?), Kayseri Seraceddin
Medresesi (1238–9), Antalya İmaret Medresesi (XIII. yy.ın ilk yarısı), Kayseri
Avgunu Medresesi (XIII. yy.ın ilk yarısı)1118. Tek katlı bu binaların dışında kısmen
veya tamamen iki katlı açık avlulu medreseler ise şunlardır: Sivas Buruciye
Medresesi (1271), Sivas Çifte Minareli Medrese (1271)1119, Erzurum Çifte Minareli
Medrese (1290–95)1120. Sahip Ata’nın Sivas’taki Medresesinin de kısmen veya
tamamen iki katlı olduğu yolunda iddialar bulunmakla birlikte, yaptığımız
tespitler1121 binanın tek katlı inşa edildiğini, kuşatma duvarlarının tonoz seviyelerini
de aşan yüksekliklerinin ise, binayı daha görkemli göstermek amacıyla tasarlandığını
1116
Dört eyvanlı medrese şemasının orijini Van Berchem Suriye, Mezopotamya ve Kalde’de arar, bkz.
Kuran, a.g.e., s.6.; Creswell, şemanın Ortaçağ Kahire Evlerinden alındığını belirtir, bkz.
K.A.Creswell, The Muslim Architecture of Egypt, Oxford 1959, s.120.; Godard, şemanın menşeini
Horasan evlerinde arar ve medreselerdeki her eyvanın bir mezhebe ayrıldığını ifade eder, bkz.
A.Godárd, “Origine de la Madrasa, de la Mosguée et du Caravansérail á QuatreIwans”, Ars Islamica,
C.XV-XVI, 1951, s.1-9., Kuran (a.g.e., s.7-10.) Kahire evlerinin iki eyvanlı olduğunu, Horasan
Evlerinin ise ancak kapalı avlulu medreselere öncülük yapabileceğini belirterek, açık avlulu
medreselerin menşeinin Budist Vihara’larına dayandığını ifade etmektedir.
1117
Açık Avlulu medreseler için ayrıntılı bilgi için bkz. Kuran, a.g.e., Sözen, a.g.e.
1118
Sözen, a.g.e., s.6-33.
1119
Sözen, a.g.e., s.49-58.
1120
Karamağaralı, “Erzurum Hatuniye…”
1121
Sivas Sahip Ata Medresesinin üst katı konusundaki ayrıntılı tartışma için bkz. bu çalışmanın Sivas
Sahip Ata Külliyesi bölümüne.
456
ortaya koymuştur. Avlu, üç Sahip Ata Medresesinde de boyuna dikdörtgen biçimli
olup, Sivas ve Akşehir’deki Medreselerde iki yandan, Kayseri’deki Medresede ise
ana eyvanın olduğu kenar hariç üç yönden revaklarla sınırlanmıştır. Genellikle spolia
sütun ve sütun başlıklarına (özellikle Sivas ve Akşehir’deki Medreselerde) oturan
revak kemerlerinin, yan eyvanlara denk gelen gözleri daha geniştir. Sahip Ata
Medreselerinde portal, ana eyvan ve avlu aynı aks üzerinde yer alır. Sivas ve
Kayseri’deki Medreselerde, yine bu aks üzerinde yer almak üzere bir havuzun
bulunduğu dikkati çeker. Sivas Sahip Ata Medresesinin avlusunun ortasında altıgen
ve muhdes olduğu anlaşılan bir havuz yer alır. Ancak yıkık ana eyvanın taşları
arasında bulunan ve Y.Önge1122 tarafından tamamlanarak restitüsyon önerisi ile bilim
dünyasına tanıtılan orijinal havuzun, bu haliyle Anadolulu Selçuklu döneminin en
büyük havuzu olma özelliğini taşıdığı anlaşılmıştır. Poligonal ve yirmiiki köşeli1123
havuz, dıştan 5.60 m., içten 5.04 m. çapında ve dış kenarları 56.5 cm., iç kenarı ise
42 cm. yüksekliğindedir. Havuzun 80 cm. genişliğindeki her bir yüzü iki parçadan
oluşmakta ve köşelerden itibaren de yarım aks daha uzamaktadır. Taşların üst
kenarlarındaki izler, bu parçaların demir kenetlerle birbirine bağlandığını
göstermektedir. İç yüzde ters stalâktit dilimleri dışta da daha sade bir şekilde üçgen
prizma ve silindirik dilimler halinde tekrarlanmaktadır. Dış yüzlerin alt hizalarındaki
izler havuzun etrafında bir seki döşemesinin olduğunu göstermektedir1124.
Anadolu’da avlu ortasında havuzu bulunan medreselere örnek olarak Diyarbakır
Zinciriye (1198), Isparta Atabey Ertokuş (1224), Divriği Dârüşşifası (1229), Konya
1122
Y.Önge, “…En Büyük Selçuklu Havuzu”, s.16, 25.
1123
Y.Kahya vd, ( “Sivas Gök Medrese ….”, s.449.) yaptıkları restitüsyon önerisinde havuzun içten
onikigen dıştan yirmidörtgen biçime daha uygun olduğunu belirtmektedirler.
1124
Bilget, a.g.e., s.11.
457
Karatay (1251) ve Sahip Ata Medresesi verilebilir1125. Kayseri’deki Medresenin
avlusunda bulunan mevcut havuz, muhdestir. Açık avlulu Sahip Ata Medreseleri
içinde avlu döşemesine dair bilgi edinebildiğimiz yapı Sivas’taki medresedir. Burada
yapılan sondaj ve temizlik çalışmalarında1126 avlunun sal taşlarıyla döşendiği
anlaşılmıştır. Sahip Ata’nın açık avlulu medreselerinin ana eyvan cephelerinde,
portaldeki kompozisyonun benzeri süsleme bordürlerinin yer aldığı görülür. Her ne
kadar Sivas’takini yıkılması sebebiyle izleyemesek de, Sahip Ata Medreselerinde,
ana eyvana avlu kotundan birkaç basamakla ulaşılmaktaydı. Söz konusu yapıların
ana eyvanlarında mihrap nişi görülmez ve orijinalinde bina dışına açılan pencere gibi
bir açıklığa sahip olmadıkları anlaşılmaktadır. Ana eyvanın iki yanında yer alan
mekânlar, Akşehir ve Sivas’taki Medreselerde büyük ölçüde tahrip olmuşken
Kayseri’deki Sahip Ata Medresesinde geç dönem müdahalesiyle aslî özelliklerini
kaybettiği dikkati çeker. Kazılar neticesinde Sivas’taki binanın ana eyvanın
kuzeyindeki mekâna dar dikdörtgen bir aralıktan girildiği anlaşılmıştır. Tuncer, kare
planlı mekânın içinde bir yüzü mozaik çinilerle kaplı tuğla bir kalıntıya rastlamış, bu
kalıntının sanduka tabanı olduğunu, dolayısıyla, mekânın da türbe fonksiyonu
taşıdığını ileri sürmüştür1127. Ana eyvanın güneyindeki mekân ise bölüntüsüz enine
dikdörtgen bir mekândır ve örtü sistemine dair herhangi bir ize rastlanmamıştır.
Kayseri’deki Medresenin ana eyvanın iki yanındaki mekânlardan, batıda olanı
tromplarla geçilen bir kubbeyle örtülüdür. Doğudaki ise ortaya yakın bir bölüme
doğu-batı yönlü atılmış takviye kemeriyle ikiye bölünmüş, kuzey-güney doğrultulu
sivri beşik tonoz örtüye sahiptir. Akşehir’deki Medresenin ana eyvanın iki yanındaki
1125
Söz konusu örnekler için bkz. Kuran, a.g.e.
1126
Bilget, “Sivas Gök Medrese ….”, s.610, Resim 7.
1127
Tuncer, “Sahip Ata (Gök) Medrese …”, s. 126.
458
odalar yıkılmış ve aslî durumlarına ilişkin bir bilgi günümüze ulaşamamıştır. Yan
eyvanlar akslarda yer alıp, eşit genişliktedir. Akşehir’deki Medresenin güney eyvanı
bugün bir oda ölçüsündedir, ancak bu durumun daha sonraki bir müdahaleyle
meydana geldiği rahatlıkla söylenebilir1128. Sahip Ata’nın Kayseri ve Sivas’taki
Medreselerinde, avluya iki, üç veya dört münferit kapı ile açılan ancak tek tonozla
örtülü birimler dikkati çeker. Kayseri’deki binanın doğu ve batı eyvanlarının her iki
yanında; Sivas’taki Sahip Ata Medresesinin ise güney eyvanının batısı ve kuzey
eyvanının doğusundaki mekânlar bu şekilde bir düzenlemeyle günümüze ulaşmıştır.
Ancak gerek Kayseri1129, gerekse Sivas’taki1130 Medresede daha önce gerçekleştirilen
sondajların sonuçları ve bizim yerinde yaptığımız tespitler, bu mekânların aslî
durumunda, her birinin, avluya ayrı kapıyla açılan, bağımsız mekânlar halinde
tasarlandıklarını ortaya koymuştur. Sahip Ata’nın gerek açık gerekse kapalı avlulu
medreseleri, ayrıca Konya’daki Hânkahında görülen ortak bir hususiyet oda
kapılarıdır. Muhtelif kemer biçimlerine sahip boyuna dikdörtgen kapı kuruluşlarıyla
aynı aksta, üstte, sivri kemer biçimli pencere açıklıkları yer alır. Sivas’taki Sahip Ata
Medresesinde kapı ve üstündeki pencere, en dışta, üç yönden bir süsleme bordürüyle
kuşatılmıştır. Ayrıca kapının üzerinde, ayet veya hadis içerikli bir yazıtın yer aldığı
görülür. Pencere alınlıkları Konya Sahip Ata Medresesi ve Hânkahında olduğu gibi
bazen mozaik çinilerle süslüdür. Sivas’ta da bazı kapı açıklarında çini kalıntılarının
bulunuyor olması, birçok müdahaleye maruz kalan binanın kapı ve yukarısındaki
pencerelerinde çini süslemenin kullanıldığı göstermektedir. Akşehir ve Kayseri’deki
binaların oda kapıları son onarımlar sırasında değişmiş olsa bile, eski
1128
Ayrıntılı tartışma için bkz. bu çalışmanın Akşehir’deki Külliyesi bölümüne.
1129
Ayrıntılı tartışma için bkz. bu çalışmanın Kayseri Sahip Ata Medresesi ve Çeşmesi bölümüne.
1130
Ayrıntılı tartışma için bkz. bu çalışmanın Sivas’taki Külliyesi bölümüne.
459
fotoğraflarından, aslî halinde, boyuna dikdörtgen bir kapı ve onunla aynı aksta olmak
üzere
üstündeki
pencereden
müteşekkil
bir
düzenlemenin
varlığı
tespit
edilebilmektedir. Bu türlü kapı düzenlemesine Bosra Gümüştekin Medresesi (1135–
1136)1131, Atabey Ertokuş Medresesi (1224)1132, Afyon Çay Taş Medresesi (1278)1133
gibi örneklerde rastlamaktayız. Odalarda ocak nişi sadece Akşehir’deki Medrese
görülür ki, bunlarında muhdes olduğu form ve biçimlerinden anlaşılabilmektedir.
Sahip Ata Medreselerinde fonksiyonu tespit edilebilen mekân çok azdır. Sivas’taki
Medresenin giriş eyvanının iki yanındaki mekânların kapılarındaki yazıtlardan,
güneydekinin Mescit, kuzeydekinin Dârü’l-Kurrâ olduğu tespit edilebilmektedir.
Kare planlı ve kubbeyle örtülü her iki mekânda kubbeye geçişler, yelpaze biçimli
pandantiflerle sağlanmış olup, kubbe kasnaklarının akslara denk gelen bölümlerine
sivri kemerli sağır nişler yerleştirilmiştir. Her iki mekânda, giriş cephesine ve avluya
birer pencereyle açılmakta, batı duvarlarındaki kapılar vasıtasıyla minarelere
ulaşılabilmektedir. Anadolu Selçuklu Mimarisinin en seçkin çini örneklerinin
görüldüğü mescidin mihrabı, özgün halini büyük ölçüde korurken, ahşap minberi geç
dönem ilavesidir. İmam tayini ile ilgili XVIII. Yüzyıla ait resmi bir kayıt1134,
mescidin o tarihlerde vakit namazları dışında Cuma namazlarının da kılınabildiği bir
mahalle mescidi hüviyeti kazandığını ortaya koymaktadır. Akşehir’deki Medresenin
güneybatı köşesinde yer alan ve ön cepheye bağımsız bir kapı ile açılan mekân, bazı
araştırmacılar tarafından Dârü’l-Kurrâ olarak isimlendirilmiştir1135. Mekânın ön
cepheye açılan kapısı, bilinmeyen bir tarihte doldurularak kapatılmış, örtüsü ise
1131
Kuran, a.g.e., Resim 1.
1132
Kuran, a.g.e., Resim 84.
1133
Kuran, a.g.e., Resim 126.
1134
M.Erdoğan, a.g.m., s. 164, 187.
1135
Kuran, a.g.e., s.82. Demiralp ise (a.g.e., s.57.) bu mekânın sonradan eklenmiş ve Osmanlı dönemi
kayıtlarından itibaren Dar’ul-Kurrâ olarak zikredilen bir yer olduğunu belirtmektedir
460
yıkılmıştır. Son yıllarda gerçekleştirilen kazılar1136 Sivas’taki Medresenin kuzeybatı
köşesindeki mekânın, abdesthane olduğunu ortaya koymuştur. Mekânın, kuzeyden
güneye doğru ¾ ünü kaplayan taş platform, birbirinden taş bloklarla ayrılmış dört
kabin ile biri batı duvarına ulaşan, diğeri kabinlerin önünden dolaşarak kuzey
bölümünden tahliye olduğu anlaşılan iki bağımsız su kanalından teşekkül etmektedir.
Bu platform, zeminden1137 her biri yaklaşık 20 cm. yüksekliğindeki iki kademe
halinde yükseltilmiştir. Buradaki iki farklı kanaldan birinin temiz su, diğerinin pis su
kanalı işlevini gördüğü anlaşılmaktadır. Nitekim kazı çalışmaları da, temiz suyun,
mekâna batı yönden bitişik olan çeşme tarafından gelerek, buradan kuzeye
yöneldiğini ortaya koymuştur. Tuncer ve Kahya1138, pis su kanalını kuzeydeki
kabinlerin önünden geçen bölüm olarak belirlemiştir. Henüz musluğun gündelik
yaşama girmediği bir dönemde, mekândaki her kabinde, sürekli akan bir temizlenme
suyu savağının bulunuyor olması, abdesthanenin temiz su ve pis su kanallarıyla iyi
çözülmüş bir tasarıma sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Abdesthane mekânı
bulunan Anadolu’daki diğer medreseler, Diyarbakır Zinciriye Medresesi (1191)1139
ve Sinop Süleyman Pervane Medresesi1140dir. Tuvalet’in her üç binada da giriş
bölümündeki büyük mekânlardan birinde yer aldığı görülmektedir. Akşehir’deki
Medresenin kuzey eyvanının batısında yer alan mekân türbe mekânıdır. Batısında
bulunan eyvanın, doğu duvarındaki kapıdan kriptasına geçilen türbe, kare planlı ve
kubbeli bir mekândır. Türbenin içinde herhangi bir sanduka veya mezar
bulunmamaktadır. Sivas’taki binanın kuzeydoğu köşesinde yer alan ve dar
1136
Tuncer, “Sahip Ata…”, s.125.; Kahya vd., a.g.m., s.447.
1137
Tuncer, a.g.m., s.125.
1138
Tuncer, a.g.m., s.125.; Kahya vd., a.g.m., s.447.
1139
Kuran, a.g.e., s.28-30.
1140
Kuran, a.g.e., s.86-88.
461
dikdörtgen bir aralıktan girilen mekânda, içinde bir yüzü mozaik çinilerle kaplı tuğla
bir kalıntıya rastlanmıştır. Tuncer, bu kalıntının sanduka tabanı olduğunu, mekânın
da türbe olduğunu iddia etmiştir1141.
Sahip Ata’nın kapalı avlulu tek medresesi Konya’daki binadır. Bina, kubbeli
avlunun her iki yanına sıralanmış dörder mekân ve binadan taşıntı yapan portalle
aynı aks üzerindeki ana eyvandan müteşekkildir(Çizim:21). Bugün, portalin
kuzeyinde bulunan mekân muhdestir. Ana eyvanın iki yanındaki mekânın kubbeli ve
kare planlı olduğu tespit edilebilmektedir1142. Kitabesi bulunmayan bina, 1261–1262
tarihlerinde inşa edilmiştir1143. Anadolu Selçuklu Medreseleri içinde tek katlı, tek
veya iki eyvanlı kapalı avlulu medreseler şunlardır: Konya Ali Gav Medresesi (XIII.
yy. ilk çeyreği), Afyon Boyalıköy-Sincanlı Medresesi (XIII. yy. ilk yarısı), Atabey
Ertokuş Medresesi (1224), Konya Karatay Medresesi (1251–52), Afyon Çay Taş
Medresesi (1278–79)1144. Kuran, XIII. yy.ın ilk yarısına ait Boyalıköy, Ali Gav ve
Ertokuş Medreselerinin kapalı avlulu medreseler içinde ilk alt grubu oluşturduğunu
belirterek, bu gruba ait binalarda kubbenin duvarlar yerine kolonlar üzerinde
yükseldiği, ana eyvanın iki yanında kare hacimler bulunduğunu, ayrıca bu binaların,
portal, bir hol ve hole bağlı ön odalardan müteşekkil ilk bölüm ve gerisindeki
medresenin eyvan ve avlu gibi diğer ünitelerini içeren iki ayrı kısımdan teşekkül
ettiğini ifade etmektedir1145. Kuran bu binaların ön bölümündeki odaların aşhane gibi
bir işlev taşımış olabileceğini belirtir. Yazar, yüzyılın ikinci yarısına ait binalardan
Konya Karatay, Sahip Ata, Afyon Çay Taş Medreselerinin ise ikinci alt grubunu
1141
Tuncer, a.g.m., s.126.
1142
Ayrıntılı bilgi için bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Medresesi ve Mescidi bölümüne.
1143
Ayrıntılı bilgi için bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Medresesi ve Mescidi bölümüne.
1144
Kuran, a.g.e., s.44-59.
1145
Kuran, a.g.e., s.60.
462
ihtiva ettiğini belirterek, ortak hususiyetlerinin yarım-küre biçimli kubbeler
olduğunu, kubbelerin de yelpaze biçimli pandantiflere oturduğunu ifade etmiştir1146.
Karatay Medresesi dışındaki binalar simetrik planlı olup, bu binada, portal ana
eyvanın ekseninde değil, köşededir. Kubbe yüzeyinin çeşitli geometrik örgüler teşkil
edecek şekilde sırlı tuğlalarla süslenmesi, öğrenci odalarının yukarısında pencereyi
de ihtiva eden kapı düzenlemesi ve bu kapıların üzerindeki pencere alınlıklarında yer
alan çini mozaik süsleme, bu üç yapıda görülen ortak hususiyetlerdir. Kare planlı
havuz, portal ve ana eyvanla aynı aks üzerinde yer almakta olup, kubbenin muhdes
aydınlık fenerinin de tam düşey aksında bulunmaktadır. Bugün muhdes bir fıskiyesi
bulunan havuzun, son onarımlar neticesinde batı eyvanının zeminin altından geçerek
ulaşan suyolu ortaya çıkartılarak üzeri camekânla kapatılmış ve koruma altına
alınmıştır. Havuzun benzer örnekleri olarak Diyarbakır Zinciriye (1198), Isparta
Atabey Ertokuş (1224), Divriği Dârüşşifası (1229), Konya Karatay (1251) ve Sivas
Sahip Ata Medresesi verilebilir1147.
Hânkah, Sahip Ata’nın yaptırdığı ve günümüze ulaşabilen tek tarikat yapısı
Konya’daki Hânkah’tır. Kitabesinde 1269–70 yıllarında yaptırılan ve “…Allah’ın
Sâlih kullarına menzil ve sûffa ehli müttâki kullarına mesken olmak için…” inşa
ettirildiği yazılı bina, dönemin tekke ve hânkahlarının en simetriği ve büyüğü1148
olarak dikkati çekmektedir. Dikdörtgen plana sahip binanın ön cephesinde dükkân
olduğu anlaşılan eş derinlikte beş niş yer almakta olup, kapıdan sonra uzun tonozlu
bir koridora girilmektedir(Çizim:13). Koridorun iki yanında simetrik olarak
yerleştirilmiş, ancak günümüze temel seviyesinde izleri ulaşabilmiş mekânlar yer
1146
Kuran, a.g.e., s.62-63.
1147
Söz konusu örnekler için bkz. Kuran, a.g.e.
1148
Y.Önge, “…Sahip Ata Hânkahı”, s. 285.
463
alır. Koridor bir kapıyla kubbeli avluya açılmaktadır. Ortasında bir havuz buluna
merkezdeki avlunun ana akslarında –doğudaki giriş koridoru olmak üzere- üç eyvan
yer almakta olup, aksiyal eyvanların arasında kalan, pahlanmış köşelerden, üstünde
sivri kemerli birer pencereye sahip kapılarla girilen ve mevcut izlerden kubbe veya
tonozla örtülü olduğu anlaşılan1149 mekânlar bulunmaktadır. Eyvanlardan kuzeyde
olanının diğerlerine göre derinliği daha azdır ki, bu durumun türbenin yerleştirilmesi
sırasında teşekkül ettiği açıktır. Türbenin doğusundaki koridor birer kapı vasıtasıyla
cami ve hânkaha açılmakta olup, böylece cami-türbe, türbe-hânkah bağlantısını
sağlamaktadır. Güney eyvanının duvarına yerleştirilmiş olan mihrap dönemine ait
olmayıp sonradan, muhtemelen XVI. yy.dan sonra1150 ilave edilmiş olmalıdır. Tıpkı
Konya Sahip Ata Medresesinde olduğu gibi giriş aksında ve kubbe aydınlık fenerinin
düşey aksında yer alan havuz sekizgen planlıdır ve kazılar neticesinde toprak künkler
vasıtasıyla batı eyvanından buraya su getirildiği anlaşılmaktadır. Anadolu’daki
tarikat yapılarının Orta Asya konut tipinden geliştiğini belirten Tanman-Parlak,
yapıların tasarımında, iklim özelliklerinin önemli tesiri olduğunu, Mısır ve Suriye’de
açık avlulu örneklerin kapalı avlulu örnekler kadar bulunduğunu, buna karşın Orta
Asya tarikat yapılarında, kapalı avlulu-eyvanlı tasarımın hâkim olduğunu ifade
etmiştir1151. Anadolu Selçuklu ve Beylikler Dönemi Tarikat yapılarını beş grup
halinde incelenebilir. Bunlar içinde en yoğun grubu içinde Sahip Ata Hânkahının da
bulunduğu kapalı avlulu eyvanlı tip oluşturmaktadır. Bu gruba giren tarikat
yapılarından bazıları şunlardır: Konya-Ilgın Dediği Dede Tekkesi (1180), Konya Ali
Gav Zaviyesi (XII. yy. başı- XIII. yy. sonu), Afyon Boyalıköy-Sincanlı Hânkahı
1149
Ayrıntılı bilgi için bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Hânkahı bölümüne.
1150
Önge, a.g.m., s.284. Ayrıca bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Hânkahı bölümüne.
1151
B.Tanman-S.Parlak, “Tarikat Yapıları”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı
(Mimarlık ve Sanat) 2, Ankara 2006, s.391–419 (391–392).
464
(XIII. yy. ilk çeyreği), Kayseri Şeyh Turesan Zaviyesi (1236–46), Tokat Ebu Şems
Hânkahı (1288), Tokat Hoca Sünbül Baba Zaviyesi (1291–92), Tokat Halef Gazi
Hânkahı (1291–92), Niksar Çöreği Büyük Tekkesi (XIII. yy. sonu- XIV. yy.
başı)1152. Bunlar içinde Niksar’daki Çöreği Büyük Tekkesi ortasında havuzu bulunan
kubbeli merkezi avluya, üç yönden açılan eyvanlardan müteşekkil planıyla, Sahip
Ata Hânkahına en yakın örnektir. Tokat Gök Medrese’nin yakınlarında bulunan ve
hânkah olabileceği belirtilen bir kalıntı ise kubbeyle örtülü merkezi avluya açılan
dört eyvan ve bunların aralarındaki köşe odalarından müteşekkildir1153. Sahip Ata
Hânkahı, simetrik tasarımı, birbirinden farklı zamanda inşa edilmesine karşın, türbehânkah ilişkisinin aynı plan içinde doğru bir şekilde çözülmüş olması ve büyük
ölçüleriyle dikkat çekicidir. Yapının belirli bir tarikat ehli için yapılıp yapılmadığını
bilmiyoruz. Lale devrine ait Şer’iyye Sicil kayıtlarından binanın, Halvetî tekkesi
olarak
kullanıldığını
bilmekteyiz1154.
Aynı
Şer’iyye
Sicil
kaydında
diğer
görevlilerden başka binada, “ders-i âm atamalarının” da yapıldığının belirtilmesi,
yapıda, üst düzey müderrisler tarafından ders okutulduğunu göstermektedir1155.
Anadolu’nun XIII. yüzyıldaki sosyal hayatına, ikinci yarısından itibaren tarikat
liderlerinin ve dini camianın tesiri büyük olmuştur. Mevlana Celaleddin-i Rûmî,
Sadreddin Konevî, Hacı Bektaş-ı Veli gibi dini liderlerin yüzyılın ikinci yarısından
itibaren gerek saray ve çevresinde, gerekse kamuoyu üzerindeki etkisi artmıştır.
Günümüze ulaşan tarikat yapıların büyük kısmının yüzyılın ikinci yarısına ait olması,
emir
ve
vezirlerin,
dini
liderlerin
bu
gücünden
faydalanmak
isteğini
düşündürmektedir. Dönemin kudretli veziri Sahip Ata’nın da bu bağlamda, hem
1152
Tanman-Parlak, a.g.m.
1153
Aynı yer.
1154
Y.Küçükdağ, a.g.t., s.68
1155
Kadı Şer’iyye Sicil Defteri C.36, s.246’den nakleden, Küçükdağ, a.g.t., s.68.
465
Konya’daki Hânkahı, hem de Sivas’ta günümüze ulaşamayan Darü’l-Ziyafet
(Konuklar Yurdu) ile tarikat mensupları için bina inşa ettirdiği ortaya çıkmaktadır.
Hamam, Sahip Ata’nın günümüze ulaşabilen tek hamamı, Konya’da Larende
Kapısı karşısındaki külliyesine dâhil binadır. Binanın inşa tarihi bilinmemekle
birlikte, 1272 tarihli Cacabey Vakfiyesinde zikredilmesi, bu tarihten önce, bizim
tahminimize göre külliyenin Hânkahı ile birlikte 1269–70 tarihlerinde inşa edilmiş
olmalıdır1156. Çifte hamam şeklinde tertiplenmiş bina, aradaki ortak duvar boyunca
ve her iki kısımda ardı ardına sıralan soyunmalık, aralık, soğukluk ve sıcaklık
mekânlarıyla, bunların sonunda da ortak olarak yer alan sıcak su deposu ve
külhandan ibarettir (Çizim:17). Tarihi bilinen en eski çifte hamam Kayseri Külük ve
Sultan Hamamlarıdır. Ancak bu yapılar harap durumda oldukları için plan ve
kompozisyonları net olarak bilinememektedir. Kayseri Huant Hatun Hamamı (1235–
38)1157, Tokat Pervane (1275)1158 ve Beyşehir Eşrefoğlu Hamamı (1295–96)1159 çifte
hamam şeklinde tertiplenmiş Anadolu’daki diğer örneklerdir. Bu yapılar içinde,
Sahip Ata Hamamı, her iki kısmın birbirine eşit ve simetrik tutulduğu plan şemasına
sahip tek örnektir1160. S.Eyice, sıcaklık ve halvet hücrelerini dikkate alan
tipolojisinde hamamları altı sınıfta incelemiştir1161. Sahip Ata Hamamı, Eyice’nin,
Haçvârî dört eyvanlı ve köşe hücreli tip olarak isimlendirdiği, kubbeyle örtülü
merkezî bir mekân etrafında aksiyal olarak tertiplenmiş eyvanlar ve bunların
1156
Ayrıntılı bilgi için bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Hamamı bölümüne.
1157
H.Karamağaralı, “Hunad Câmiinin …”, s.213–216.
1158
Önge, …Hamamları, s.246.
1159
Önge, a.g.e., s.262.
1160
B.Erhat, “Hamamlar”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı 2, (Mimarlık ve
Sanat), Ankara 2006, s.457–465 (459).
1161
S.Eyice, “İznik’de Büyük Hamam ve Osmanlı Devri Hamamları Hakkında Bir Deneme”, İstanbul
Üniversitesi Tarih Dergisi, C.XI, S.15, İstanbul 1960, s.99–119 (108–109).
466
aralarındaki köşe halvetlerinden meydana gelen şemaya sahip hamamlar grubuna
dâhildir. Bu şemaya sahip diğer Anadolu Selçuklu dönemi hamamları için, Ani
Menuçehr (1064–1110)1162, Mardin Sitti Radviyye (1176–1185)1163, Divriği Bekir
Çavuş (1228)1164, Kayseri Huant (1235–38)1165, Mardin Yeni Kapı (1258–
1285/86)1166 ve Beyşehir Eşrefoğlu (1295–96)1167 Hamamları zikredilebilir. Kare
planlı ve ahşap tavanlı soyunmalık mekânlarının en erken tarihli örneği Sahip Ata
Hamamı’dır. Binada 1956–62 yıllarında gerçekleştirilen onarımlar sırasında bu ahşap
direkler kaldırılarak yerlerine bugünkü betonarme örtü konmuştur. Bu tipteki
soyunmalık mekânları, Tokat Pervane ve Beyşehir Eşrefoğlu Hamamlarında
görülmektedir. Sahip Ata Hamamının aralık mekânı bitişiğindeki helâ, ayrı örtüler
taşıyan bitişik iki hacim şeklinde tasarlanması açısından Kayseri Huant Hamamı
(Erkekler Kısmı), Tokat Pervane Hamamı ve Beyşehir Eşrefoğlu Hamamıyla
benzerlik göstermektedir. Yıkanmaktan ziyade dinlenme ve bekleme yeri olarak
kullanıldığı anlaşılan soğukluk mekânının en büyük ölçülerde olan örnekleri Sahip
Ata ve Eşrefoğlu Hamamlarıdır. Kubbeyle örtü merkezî bir mekân etrafında aksiyal
bir şekilde tertiplenmiş sivri beşik tonoz örtülü eyvan ve köşe halvetlerden
müteşekkil sıcaklık mekânının benzerine, Ani’deki Hamamlar, Mardin Sitti
Radiveyye, Yeni Kapı, Divriği Bekir Çavuş, Kayseri Huant, Tokat Pervane ve
Beyşehir Eşrefoğlu Hamamlarında rastlanmaktadır. Orijinal örtüsü belli olmasına
karşın sivri beşik tonoz örtüye sahip olduğu anlaşılan külhan, erkek ve kadınlar kısmı
sıcaklığının batısında yer alır. Zemini su deposu hizasında olup, cehennemlik
1162
Önge, a.g.e., s.112.
1163
Önge, a.g.e., s.122.
1164
Önge, a.g.e., s.179.
1165
Karamağaralı, a.g.m., s.213-216.
1166
Önge, a.g.e., s.249.
1167
Önge, a.g.e., s.262.
467
seviyesindeki ocak ağzının açıldığı kısma basamaklarla inilir. Erkekler ve kadınlar
kısmı sıcaklıkları boyunca uzanan su deposu tonoz sırtına açılmış tepe ışıklıklarıyla
aydınlatılmıştır. Sahip Ata Hamamının pis sularının toplayan kanal binanın batısında
yakın tarihlere kadar mevcuttu1168. Hamamın su ihtiyacının ise Meram’daki Çay’dan
Şehir (Sahip Ata) Irmağı adı verilen bir kanal vasıtasıyla temin edildiği
bilinmektedir1169. Bina XIX. yüzyılda soğukluk ve sıcaklık kısımlarına yapılan
eklemelerle, keçehane olarak kullanılmış1170, 1960’lı yıllardaki onarımlarda, bu
eklemeler kaldırılarak bugünkü durumuna kavuşmuştur. Sahip Ata Hamamının,
1295–96 tarihli Beyşehir Eşrefoğlu Hamamıyla plan açısından benzerliği dikkat
çekicidir. Eşrefoğlu Camisinin, Konya Sahip Ata Camisi ile olan plan ve süsleme
benzerlikleri de dikkate alınırsa, bu yakınlığın, külliyenin diğer yapılarını da
kapsadığı ortaya çıkmaktadır.
Kaplıca, Sahip Ata’nın eski bir yapı bakiyesi üzerine inşa ettirdiği 1267
tarihli kaplıca, Selçuklu döneminde “sıcak su” anlamındaki “Ab-ı Germ” ismiyle
tanınan, Konya’nın Ilgın ilçesinde yer almaktadır. Sahip Ata Kaplıcasında yer yer
görülen devşirme malzeme, binanın Antik dönemden kalan bir yapı üzerine inşa
edildiğini göstermektedir. Bugün nerede olduğu bilinmeyen ancak daha önce okunup
yayınlanmış olan bir kitabe, 1236 yılında Cemaleddin isminde bir kişi tarafından inşa
ettirilmiş binanın, 1267 tarihinde Sahip Ata tarafından yeniden yaptırıldığını ortaya
koymaktadır. Nitekim bugün, Sahip Ata’nın kitabesiyle, üzerinde bulunduğu portalin
birbiriyle uyuşmayan, intizamsız şekli bu duruma işaret etmektedir1171. Ayrıca gerek
1168
Uğur-Koman, a.g.e., s.77.
1169
Aynı yer.
1170
Önge, a.g.e., s.230-231.
1171
Ayrıntılı bilgi için bkz. bu çalışmanın Konya Ilgın Sahip Ata Kaplıcası bölümüne.
468
Selçuklu gerekse Osmanlı dönemine ait kayıtlar1172, yapının Alâeddin Keykubat
dönemine aidiyetini vurgulamaktadır. Kaplıca, orijinalinde günümüze ulaşamayan
han ile birlikte külliye düzeni şeklinde tertiplenmiştir. Binanın 1838 ve 1909
yıllarındaki onarımları sırasında, güneydeki erkekler kısmı ilave edilmiştir. Selçuklu
döneminden kalan orijinal kaplıca, kare planlı soyunmalık ve sıcaklık kısımlarıyla
bunların batısında yer alan su deposundan ibarettir(Çizim:31). Bina, Selçuklu
döneminden kalan Kütahya Yoncalı Kaplıcası (1233)1173 ve Samsun Havza Eski
Kaplıca (1266–1267)1174 da olduğu gibi havuzlu ve sıcaklık kısımlarından oluşan iki
bölüm halinde, basit bir planlamaya sahiptir. Bu yapılarda, soyunmalık kısmından
arada bir mekân olmaksızın doğrudan havuzlu sıcaklık kısmına geçilmektedir. Bu
anlamda, hamamlarda görülen ılıklık ve soğukluk gibi ara mekânlara kaplıcalarda
rastlanılmaz. Ayrıca bu binalar, doğal sıcak sularla beslendikleri için hamamlarda
görülen külhan, odunluk, cehennemlik gibi bölümlerde bulunmaz1175. Binanın
kuzeyinde olduğu anlaşılan günümüze ulaşamayan hanın, kaplıcaya gelen hastaların
barınması için tesis edildiği anlaşılmaktadır.
Kervansaray, Sahip Ata’nın 1249 yılında yaptırdığı ilk eseri olan bugünkü
İshaklı ilçe merkezindeki kervansaray, ünlü vezirin kültür hayatımıza kazandırdığı
eserler arasında günümüze ulaşabilen tek han binasıdır. Afyon-Akşehir yolunun 28.
kilometresinde yer alan bina, Anadolu Selçuklu döneminde Konya’yı Afyon’a,
oradan da Kütahya ve Bursa yoluyla İstanbul’a bağlayan kervan yolu üzerinde yer
1172
Evliya Çelebi, a.g.e., 3. Kitap, s.15., Katip Çelebi, a.g.e., s.619. Hem Evliya hem Katip Çelebi,
I.Keykubat’ın yakalandığı nikriz hastalığının şifalı sularla tedavi olması dolayısıyla burada bir kaplıca
yaptırdığını belirtirler. Eflakî (a.g.e., C.I, s.134.) ise Mevlana Celaleddin Rumî’nin, yıkanmak için bu
kaplıcaya sık sık geldiğini ifade etmektedir.
1173
Önge, a.g.e., s.274.
1174
Erhat, a.g.m., s.464.
1175
Aynı yer.
469
almaktaydı1176(Harita:1). Ahır ve avlu olmak üzere iki kısımdan müteşekkil han,
yakın tarihlere kadar ayakta olan kuzeybatısındaki hamamla birlikte inşa
edilmiştir(Çizim:4). Ortasında akstan 20° güneye kaydırılmış vaziyette bir köşk
mescidi bulunan avlunun, güney kenarında, birbirinden farklı ölçülerde yedi mekân
bulunurken, kuzey kanadı çift sıra revaklı bir düzenlemeye sahiptir. Revakların
doğudaki son sırası diğerlerinin aksine çift değil, tek ayaktan oluşup, ikinci ayağın
yerinde giriş holünün kuzeyindeki mekânın duvarı yer alır. Kapıdan sonraki giriş
holünün güneyinde iki, kuzeyinde ise bir mekân bulunur. Kare planlı ahır (kapalı)
kısmı ise giriş aksına dik ortadaki daha enli beş sahna bölünmüştür(Çizim:1).
Ortadaki diğerlerinden daha enli olan bu sahınları kare kesitli taş ayaklar ayırır.
Sahınları örten sivri beşik tonozlar, hem her sıradaki dörder ayaktan birbirlerine, hem
de duvarlara atılmış sivri kemerlere oturmaktadır. Ayrıca düzenli aralıklarla atılmış
takviye kemerleri de, tonozları desteklemektedir. Anadolu Selçuklu Kervansarayları,
yalnız barınak kısmı olanlar ve hem barınak hem de servis mekânlarına sahip hanlar
şeklinde iki temel gruba ayrılmakta1177 olup, ikinci grup en fazla sayıda binayı1178
1176
Özergin, (a.g.t., s. 142–144.) bu yol hattını Konya’dan itibaren, Konya, Horozlu Han, Dokuzun
Kervansarayı, Kadın Hanı, Ilgın, Arkıt Hanı, Akşehir, Sahip Ata Kervansarayı, Çay Taş Han, Afyon,
Altıgöz Köprüsü, Eğret Han, Döğer Han, Kütahya ve Bursa şeklinde belirler.
1177
A.T.Yavuz, “Kervansaraylar”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı 2, (Mimarlık
ve Sanat), Ankara 2006, s.435–445 (438).
1178
K.Erdmann, (a.g.e.,) a göre bu gruba giren binalar şunlardır: Alay Han (Aksaray-Nevşehir)
(1192), Altınapa Han (Konya-Beyşehir) (1201-2), Kuruçeşme Hanı (Konya-Beyşehir) (1207-10),
Kızılören Hanı (Konya-Beyşehir) (1207-10)Dokuzun Derbent Hanı (Konya-Akşehir) (1210), Hekim
Han (Malatya-Sivas) (1219), Pınarbaşı Han (Denizli- Isparta) (1220), Ertokuş Hanı (EğirdirGelendost) (1223), Kadın Hanı (Konya-Akşehir) (1223), Aksaray Sultan Hanı (Konya-Aksaray)
(1229), Çardak Han (Denizli-Dinar) (1230), Tuzhisarı Sultan Hanı (Kayseri-Sivas) (1231), Sadedin
Hanı (Konya-Aksaray) (1235-36), Ağzıkara Han (Konya-Kayseri) (1237-46), Susuz Han (AntalyaBurdur) (1237-46), Sarı Han (Aksaray-Kayseri) (1237-46), Eğirdir Han (Antalya- Isparta) (1238),
Tahtoba Han (Sivas-Tokat) (1238-46), İncir Han (Isparta-Burdur) (1238-49), Hatun Han (Tokat-Zile)
(1239), Çekereksu Han (Kayseri-Amasya) (1239-40), Çincinli Sultan Hanı (Kayseri-Sivas) (1239-40),
470
ihtiva eden grubu teşkil etmektedir. Sahip Ata Hanı, avlu düzenlemesi açısından Sarı
Han (1237–46), Aksaray ve Tuzhisarı (1230) Sultan Hanlarıyla açık bir benzerlik
göstermekte olup, avlunun bir kenarı çeşitli genişlikte kapalı mekânlardan diğer
kenarı ise çift sıra revaklı olarak düzenlenmiştir. Ayrıca revak sırasının köşedeki son
ayağının tek sıra halinde düzenlenmesi ve ikinci ayağın yerine bir mekân
yerleştirilmesi bu dört handa da tespit edilmektedir. Söz konusu kapalı mekânların
temel seviyesinde tahrip olması nedeniyle, işlevleri konusunda herhangi bir bilgiye
sahip değiliz. Ancak hanın dışında bir hamam1179 bulunması, en azından
temizlenmeyle ilgili gereksinimlerin han dışında giderildiğini ortaya koyar. Avlunun
ortasında L planlı dört ayağın üzerinde yükselen iki katlı köşk mescidin1180
Anadolu’daki diğer örnekleri Aksaray Sultan Hanı (1229) ve Tuzhisarı Sultan Hanı
(1230) ile Ağzıkara (Aksaray-Nevşehir) Han (1239–1240)1181da görülür. Ancak
Sahip Ata Hanının köşk mescidi farklı örtü biçimiyle diğerlerinden ayrılır. Ahır
(kapalı) kısmı, aksa paralel beş sahına bölünmüş olup tam kare ölçülerdedir. Bu
planın benzerini Horozlu Han (1246–49) da görmekteyiz. Orta sahnın merkezinde
yer alan kubbe1182 yıkılmış, köşelerdeki tuğla geçiş öğelerinin izleri günümüze
Karatay Han (Kayseri-Elbistan) (1241), Horozlu Han (Konya-Aksaray) (1246-49), Sahip Ata
Kervansarayı (Konya-Afyon) (1249), Durak Han (Vezirköprü-Boyabat) (1266), Kesikköprü Han
(Aksaray-Kayseri) (1268), Çay Han (Aksaray-Afyon) (1278), Obruk Han (Konya-Aksaray), (XIII. yy.
ilk yarısı), Çakıl Han (Bor-Aksaray) (XIII. yy).
1179
Hanın dışında hamam örnekleri Ağzıkara (1237–46), Karatay (1241), İncir (1238–49), ve Alara
(1231) Hanlarda görmekteyiz. Bkz. Yavuz, a.g.m., s.440.
1180
Köşk Mescitler konusundaki ayrıntılı bilgi için bkz. Y.Önge, “Anadolu Türk Mimarisinde Köşk-
Mescit Geleneği”, Önasya, C.5, S.52, Ankara 1952, s.9–11.
1181
Erdmann, a.g.e.
1182
Kapalı kısmın ortasında kubbe bulunan diğer örnekler şunlardır: Aksaray Sultan Hanı (1229),
Tuzhisarı Sultan Hanı (1230), Sadedin Hanı (1235–36), Susuz Han (1237–46), Sarı Han (1237–46),
Ağzıkara Han (1237–46),Karatay Han (1241), Horozlu Han (1246–49), Obruk Han (XIII. yy. ilk
yarısı), Çay Taş Han (1278). Ayrıntılı bilgi için bkz. Erdmann, a.g.e.
471
ulaşabilmiştir. Buna karşın 2005 yılındaki tespitlerimiz sırasında ahır kısmının çeşitli
yerlerine gelişi-güzel atılmış olan bazı mukarnaslı kesme taş parçaları, aslî halinde
kubbeye, Aksaray Sultan Hanı (1229) nda olduğu gibi mukarnaslı köşe dolgularıyla
geçilmiş olabileceğini düşündürür. Bunun dışında aslî halinde kubbe kasnağında
çeşitli sayıda pencerenin olduğu da söylenebilir. Yavuz, hanların yoksul, din adamı,
hacı gibi ayrıcalıklı kişilerin bedava konaklayacağı yer olmanın dışında, yolculardan
alınan ücretlerle bani ve ailesine gelir temin edilen ticari yapılar olduğunu bildirir1183.
Söz konusu gelirin bazı durumlarda baninin diğer hayır kurumlarına vakfedildiğini
görmekteyiz. Nitekim Osmanlı dönemi kayıtlarında1184, Sahip Ata Fahreddin Ali’nin
Eylül/Ekim 1249 yılında tamamlanan Hanının, Akşehir’de 1250’de yaptırdığı
külliyesiyle aynı vakıf içerisine alındığı, hanın gelirlerinin de bu külliyeye
vakfedildiği tespit edilebilmektedir.
Türbeler,
Sahip Ata’nın çeşitli yapıları içinde münferit mezar yapıları
bulunmakla beraber, kendisinin ve ailesinin gömülü olduğu türbe binası, Konya’daki
Larende Kapısı karşısındaki külliyesinde bulunmaktadır. Cami ile hânkahın arasına
inşa edilmiş yapının inşa tarihi bulunmamasına karşın 1277–78 tarihlerinde
yaptırıldığı anlaşılmaktadır1185. Eyvan kemerinin üzerindeki çinili kitabe ise
1283’deki yenilemeyi (tecdit) işaret etmektedir. Kübik gövde üzerine bir kubbesi
olan
türbeler
tipindeki
yapının
sivri
beşik
tonozlu
bir
kripta
kısmı
bulunmaktadır(Çizim:9). Eserin en yakın benzeri, Develi Seyd-i Şerif Türbesi
(1276)1186dir. Sahip Ata Türbesinin sandukaların bulunduğu kısmın doğusunda,
1183
Yavuz, a.g.m., s.443, 445.
1184
F.N.Uzluk, a.g.e., s.42-43.
1185
Türbenin tarihi konusundaki ayrıntılı tartışma için bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Türbesi
bölümüne.
1186
H.Erkiletlioğlu, Kayseri Kitabeleri, Kayseri 2001, s.77.
472
türbeyi hem hânkaha hem de camiye bağlayan bir ön bölüm bulunmaktadır.
Anadolu’da önünde eyvan ya da koridor gibi ön bölüm bulunan türbeler daha çok
XIV. yy. da görülmekte olup, bunların dikkat çekenleri, Kırşehir Âşık Paşa Türbesi
(1333)1187, Manisa Saruhan Bey Türbesi (1345)1188 ve Bursa Abdal Mehmed Türbesi
(1450)1189dir. Türbenin kripta kısmına hânkahın kuzey eyvanında yer alan yedi
basamaklı bir merdivenle ulaşılır. Sivri beşik tonoz örtülü ve 6.20 x 5.30 m.
ölçülerindeki mekânda, mumyaları bozulmuş ve dağınık iskeletler haline gelmiş yedi
adet ceset bulunmaktadır. Asıl türbe mekânında ise altı sanduka bulunmakta olup,
kripta bölümündeki yedinci cesedin kimliği bilinmemektedir. Buradaki sandukalar,
Sahip Ata Fahreddin Ali (ölümü 1288), oğlu Taceddin Hüseyin (ölümü 1277),
Nusrettin Hasan (ölümü 1277), Kızı Melike Hatun (1292), torunu Şemseddin
Mehmet’e (1288) ait olup, altıncı sandukanın kime ait olduğu bilinmemektedir1190.
Buradaki sandukalar, 1277 ile 1292 arasında değişen farklı ölüm tarihlerine ait olup
bir aile türbesinin varlığına işaret etmektedir. Gerek sandukalar gerek, kubbe kasnağı
ve göbeği, ayrıca ön bölümün duvarları ve buraya açılan eyvan kemeri, Anadolu
Selçuklu çini sanatının en seçkin örnekleriyle süslenmiştir. Ön bölümün doğu
duvarını, mak’ıli hatla yazılmış turkuaz ve patlıcan moru çini mozaiklerden
oluşturulmuş “Ali” kelimesi süslemektedir. Sanduka bölümünden ön bölüme eyvan
şeklinde açılan kemerin her iki yüzü de turkuaz ve patlıcan moru çini mozaiklerle
çeşitli ayet ve hadislerle dekore edilmiştir. Kubbe kasnağını çiçekli kûfî hatla çini
mozaik çinilerle oluşturulmuş bir ayet süslerken, kubbe göbeğinde, çini mozaik
1187
Arık, “Erken Devir …”, s.78.
1188
Arık, a.g.m., s.79.
1189
Aynı yer.
1190
Sandukalardaki kitabe, ayet ve duaların transkripsiyonu ve Türkçe karşılıkları için bkz. Uğur-
Koman, a.g.e., s.58-59.
473
çinilerden müteşekkil, “Muhammed, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali” kelimeleri
dairesel bir madalyon içinde yer almaktadır. Kubbe kasnağının akslarında sivri
kemerli pencere biçimli nişler yer almakta olup, bunlardan güneyde olanının hemen
altında yakın tarihlerde tahrip edilmiş mozaik çinilerden kafes tekniğinde ve turkuaz
renkli çinilerden oluşan bir pencere yer almaktadır. Türbenin hânkahtan sonra ve
kuzey eyvanının bir kısmen daraltılarak yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu türlü bir
uygulama Kayseri’deki Huant Hatun Külliyesi(1238)1191nde karşımıza çıkmaktadır
ki, burada caminin kuzeybatıdaki birkaç ayak sırası kaldırılarak burada oluşturulan
küçük avlunun içerisine türbe yerleştirilmiştir. Huant Hatun Türbesi, tıpkı Sahip Ata
Türbesi gibi, külliyenin diğer iki binasının arasında yer almakta ve içten kapılar
vasıtasıyla bağlantıyı sağlamaktadır.
Bunun dışında Sahip Ata’nın Akşehir’deki Medresesinin bir mekânı türbe
olarak tasarlanmıştır. Binanın kuzey eyvanının batısında yer alan kare planlı mekân
kubbeyle örtülüdür. Türbenin cenazelik kısmına, medresenin giriş cephesinde ve
türbenin batısında bulunan eyvan biçimli mekânın doğu duvarında yer alan bir
açıklıktan girilmektedir. Beşik tonozlu kriptada, kimliği bilinmeyen üç mezar vardır.
Türbenin asıl mekânının örtüsü, geçiş öğesi ve göbeğinde Konya’daki türbenin
benzeri çini ve sırlı tuğla ile süslemeler yer almaktadır. O.C.Tuncer, bir başka Sahip
Ata yapısı olan Sivas’taki Medresede, ana eyvanın kuzeyindeki mekânın, güney
duvarına yakın bir konumda tespit edilen ve sanduka kaidesi olarak tarif ettiği
kalıntının varlığından ötürü türbe mekânı olabileceğini belirtir1192. Bu iddiayı
destekleyecek başka bir veri yoktur, ancak dönemin birçok medresesinin1193,
1191
H.Karamağaralı, “Huant Hatun…”
1192
Tuncer, “Sivas Gök Medrese…”, s.126.
1193
İçinde bir türbe mekânını da ihtiva eden medreseler şunlardır: Kayseri Gıyasiye Medresesi (1205),
Atabey Ertokuş Medresesi (1223), Kayseri Afgunlu Medresesi (XIII. yy. ilk yarısı), Konya Karatay
474
odalarından birinin türbe olarak tanzim edildiğini görülmektedir. Dolayısıyla Sahip
Ata’nın da 1277–78 yılarında oğullarının ölümü üzerine inşa ettirdiği türbe
binasından önce, diğer binalarında türbe şeklinde tanzim edilmiş mekânlar
bulunduğu anlaşılmaktadır. Ancak Akşehir’de görüldüğü gibi, baninin başka bir
türbeye defnedilmesiyle bu mekânların, ya baninin soyundan gelenler ya da tanınmış
din büyüklerine tahsis edildiği görülmektedir.
Buzhaneler, Sahip Ata’nın Konya’ya kazandırdığı bir diğer eser, Anadolu
Selçuklu dönemi için çok az örneği günümüze ulaşabilmiş bir yapı türü olan
buzhanelerdir. Kitabesi günümüze ulaşamayan binanın XVIII. ve XIX. yüzyıla ait
resmi kayıtlardan1194, Sahip Ata vakfına ait yapılardan biri olduğu anlaşılmaktadır.
Sahip Ata’nın Ortaçağ Konya’sının su ihtiyacı ile ilgili önemli yatırımları
bulunmaktaydı. Bunlardan biri kalenin batı kapılarından Çeşme Kapısı yakınlarında
yer alan Sikâyenin, su dağıtan bir tür maksem görevi gördüğü, ayrıca Meram Çayının
suyunu kendi ismiyle anılan (Sahip Ata Irmağı) arklar yoluyla şehre getirdiği
bilinmektedir1195. Şehrin güneybatısında bulunan ve suyun toplandığı yer
anlamındaki Havzan mahallesine giden yol üzerindeki iki buzhane de, Sahip Ata’nın
su ile ilgili bu yatırımının bir parçası olduğu anlaşılmaktadır. Uğur-Koman,
buzhanelerin gerisinde havuzlar bulunduğunu, bunların binaların yakınından geçen
Medresesi (1251–1252), Kırşehir Cacabey Medresesi (1272–73), Afyon Çay Taş Medrese (1278),
Erzurum Çifte Minareli Medrese (1291), bkz. Kuran, a.g.e.
1194
İlk kayıt XVIII. yy.a aittir ve Sahip Ata Vakfına ait buzhanenin zorla kullanımına aittir. Bkz.
Konya Şer’iyye Sicili C.65, s.21/1’den nakleden Atçeken, a.g.e., s.109-110. İkinci belge XIX. yy.a
aittir ve Sahip Ata’nın Larende Kapısı karşısındaki külliyesine ait yapılarla birlikte aynı vakıf içinde
zikredilen buzhanenin tamirini konu etmektedir. Bkz. Konya Şeriyye Sicili C.80, s.132/1’den
nakleden Atçeken, a.g.m., s.101.
1195
Uğur-Koman, a.g.e., s.77-80.; Konyalı, Konya Tarihi…, s.267-268, 1002-1004.
475
ve Şehir Irmağı tabir olunan arktan doldurulduğunu belirtir1196. Kışın, havuzlarda
donan buzlar, binalara üstten doldurulup, ağzı çamur harçla örülüp kapatılmakta,
yazın ihtiyaca binaen açılmaktaydı. Bugün İstasyon Caddesinin yakınlarında bulunan
iki buzhane birbirine yaklaşık 100 m. mesafeyle konumlanmış olup (Harita:3), XX.
yy. başında iki binanın arasında yaptıranı belli olmayan bir de çeşme
bulunmaktaydı1197. Buzhaneler, aynı plana sahip olup, doğu-batı doğrultusunda
uzanan boyuna dikdörtgen formlu ve sivri beşik tonoz örtüleri, iki takviye kemeri ile
desteklenmektedir(Çizim:38). Binaların zeminine kaplarından sonra gelen oniki
basamaklı taş merdivenlerle ulaşılmaktadır. Buzhanelerden batıda olanı yan yana iki
tonoz örtülü mekândan oluşmaktadır(Çizim:40). Doğudaki tekli buzhane bakımsız ve
herhangi bir işleve hizmet etmemekte, diğeri ise bugün mantar üretimi için
kullanılmaktadır. Anadolu dışı buzhane örneği çok azdır. Merv’deki iki buzhane
Sahip Ata’nın binalarının aksine dairesel bir plana sahiptir1198. Selçuklu dönemine
ait, Sivas Keykavus Şifahanesi vakfiyesinden Konya’da bulunduğunu öğrendiğimiz,
Reisiddin Alişar İbn-i Hasan Kayserî’nin buzhanesini bilmekteyiz1199. Anadolu’da
ise Akşehir merkeze bağlı Yasyan Köyü’nde, köyün hemen üzerinde doğal bir buz
mağarası vardı. Bu tür bir doğal buz/kar deposu Harput’ta yer alır. Osmanlı
döneminde İstanbul Sirkeci’de bulunan ve Yalova’dan getirilen buzların saklandığı
“Karhane-i/Buzhane-i Amire” isimli özel soğuk hava depoları, sarayın buz ihtiyacını
1196
Uğur-Koman, a.g.e., s.78-79.
1197
N.İlhan, s. 424., Fig. 1.
1198
Merv’deki Büyük Buzhane ve İkinci Buzhane için bkz Y.Sayan, Türkmenistan’daki Mimari
Eserler (XI-XVI. yy), Ankara 1999, s.139-140, Çizim 54a, 54b, Resim 255-257.
1199
Konyalı, a.g.e., s.268.
476
karşılamaktaydı. Ayrıca İstanbul Ok Meydanında kar kuyuları, saklama amaçlı
kullanılmaktaydı1200.
Portaller, kuşkusuz, Sahip Ata yapılarının en ilgi çekici bölümlerini
oluşturmaktaydı. Gerek tasarımı ve kompozisyonunda gerekse süslemesinde görülen
yeni denemeler, Sahip Ata yapılarında girişe anıtsal bir görünüm sağlama endişesinin
var olduğunu gösterir.
Anadolu Selçuklu mimarisinde bazı istisnaların1201 dışında portal, ön
cephenin ortasına yerleştirilmiştir. Çalışmamıza konu olan Sahip Ata yapılarından
İshaklı’daki hanı (ahır ve avlu kapısı), Konya’daki Camii ile Kayseri ve Sivas’taki
Medresede portalin, giriş cephesinin ortasında yer aldığı görülür. Hanın ahır ve avlu
kapılarında, portalin iki yanındaki bölümlerin ölçüleri 5–10 cm.lik bir şaşma ile
birbirini
tutmaktadır.
Konya’daki
Camide
ise
H.Karamağaralı’nın1202
kazı
sonuçlarına göre, aslî halinde portalin her iki yanında kalan bölüm birbirine eşit
ölçülerdedir. Sivas’taki Medresenin ön cephesiyle portali arasında ise daha kesin bir
matematik ilişki dikkati çekmektedir. Yaklaşık 12.00 m. enindeki portalin her iki
yanındaki bölüm 8.00 m.dir. Portal kütlesi, iki minare payandası ve kapı açıklığından
oluşan üç eşit parçaya bölünmüş olup, bu parçaların her biri 4.00 m., yani cephenin
portal dışında kalan yan bölümlerinden her birinin yarı ölçüsündedir. Bu durum
binanın ön cephesinde tesadüfü aşan matematiksel bir oranın1203 varlığına işaret eder.
Sahip Ata’nın Konya ve Akşehir’deki medreselerinde, ön cephe tasarımına
mescitlerin katılmış olması, cephenin, portalin her iki yanındaki kısımlarının ölçüleri
1200
1201
İlhan, a.g.m., s.423.
Kayseri Külük Camisi, Huant Hatun Camisi, Ağzıkara Hanı, Malatya Ulu Camisinde portal
cephenin ortasında yer almaz. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ünal,…Taçkapılar, s.17.
1202
H.Karamağaralı, “Konya Sâhip Atâ Câmiinin Restiüsyonu…”, s.70, Şekil 3.
1203
Bu konudaki ayrıntılı bir çalışma için bkz. O.C.Tuncer, “Orantı ve Modül Üzerine…”, s.452–453.
477
arasında bir uyumsuzluğa sebebiyet vermiştir. Nitekim Konya’daki medresede
kuzeybatı köşesine eklenmiş mescit göz ardı edilirse, ön cephede portalin her iki
yanındaki bölümün hemen hemen birbirine eşit ölçülerde olduğu tespit edilmektedir.
Sahip Ata’nın Ilgın’daki Hamamı, Konya’daki Mescidi ve Hânkahında, bazen
portallerin bazen de ön cephelerin zaman içersinde gördükleri müdahaleler, bu
konuda sağlıklı bir analiz yapmamıza olanak vermemektedir. Portal ve ön cepheleri
günümüze orijinal haliyle ulaşabilmiş olan Kayseri ve Sivas’taki Sahip Ata
medreselerinde, cepheyi dört yandan çerçeveleyen bordürlerin, portali de iki yandan
sınırlaması, ortak bir tasarıma işaret etmektedir. Kayseri Sahibiye Medresesinde ön
cepheyi dolaşan zencirek motifli bordür, portalin cepheyle bitiştiği köşeleri
sınırladığı gibi, altta, subasman kodunu da belirlemiştir. Kayseri Sahibiye Medresesi,
Konya Sahip Ata Hânkahı veya Konya Sahip Ata Medresesinde, portal ve ön cephe
aynı cins malzemeye sahipken, Sahip Ata’nın Konya’daki Camisinde, Akşehir ve
Sivas’taki Medresesinde ön cephe taş, portal beyaz mermerden inşa edilmiştir. Bu üç
yapıda -Akşehir’deki harap durumda olanı göz ardı edilirse- portal, cepheyi ikinci
planda bırakan anıtsal bir heykel hüviyetindedirler. Konya Sahip Ata Camisi ve
Sivas Sahip Ata Medresesinde, portalde beyaz ve mavi mermer, cephenin diğer
bölümlerine koyu sarı renkli kesme taş ve portalin iki yanındaki minare kaideleri ve
minarelerde tuğla olmak üzere üç farklı cinste malzeme kullanılmasına karşın,
birbiriyle uyumlu bir kompozisyon elde edilebilmiştir. Ön cephenin ortasına
kurulmuş olsun olmasın, incelemeye aldığımız çeşitli türdeki Sahip Ata yapılarında
portal, medreselerde ana eyvan, hanlarda köşk mescit ve ahır kapısı, camide orta
sahınla aynı aks üzerinde yer alır. Sahip Ata’nın medreselerinde ve hânkahında
portal, avlu ve ana eyvan şaşmaz bir şekilde aynı doğrultu üzerinde yer almakta olup,
Akşehir, Kayseri ve Sivas’taki Medreselerin portallerinde görülen bazı süslemelerin
478
ana eyvanlarda da tekrarlandığı görülmektedir. Aynı durum, İshaklı’daki handa, avlu
portaliyle aynı aks üzerinde yer alan köşk mescit için de geçerlidir. Buraya konu
ettiğimiz binaların portalleri, birbirinden farklı genişliklere sahiptir1204. Genişlikler,
hem kronolojik hem de bölgesel olarak bir uyum göstermezler. Nitekim Konya’daki
1258 tarihli camide ölçü 9.45 m. iken, 1267 tarihli Kayseri’deki medresede 6.85 m.
düşmekte, 1271 tarihli Sivas’taki medresede ise 12.34 m. ye çıkmaktadır. Sahip
Ata’nın Akşehir’deki Medresesi dışındaki1205 tüm yapıların portalleri cepheden
taşıntılıdır. Konya’daki Camii ve Medresenin portali dışındakiler, 1.00 m. ile 2.00 m.
arasında değişen ölçülerde cepheden taşıntı yaparken, caminin portali 7.10 m.,
medresenin portali 5.46 m. taşıntılıdır. Her iki yapının ustasının aynı kişi olması, bu
–adeta- cepheden fırlayan portal tasarımının Kölük bin Abdullah’ın özel tasarrufu
olduğunu göstermektedir. Anadolu Selçuklu Mimarisinde Erzurum Yakutiye ve Çifte
Minareli Medrese dışında, portal yan yüzlerinin süslendiği diğer örnek1206 Sahip
Ata’nın Sivas’taki Medresesidir. Yan yüzlerde portalde benzerleri görülen, kaval
silmelerle sınırlanmış alan içersinde sivri kemerli bir bölüm ve onun ortasında sekiz
kollu yıldız içersinde yerleştirilmiş, bir yazı levhası dikkati çekmektedir. Ayrıca yan
yüzlerin
üst
bölümünde,
simetriğini
ön
yüzde
bulduğumuz
palmet-rûmi
kombinasyonuna dayalı bir süsleme yer alır. Portal kaide kodu, kuşkusuz ön yüz
subasmanıyla ilgilidir. Sahip Ata yapıları arasında ön cephesi ve portali aslî haline
yakın bir durumda olan iki yapıdan Kayseri’deki medrese de portal kaidesi, ön
cephenin zencirek motifli çerçevesinin yaklaşık 40 cm. alında bulunur. Portalin iki
1204
Portal genişlikleri şöyledir: İshaklı’daki handa ahır kapısı 5.95 m., avlu kapısı 7.30 m.,
Akşehir’deki Medrese 4.50 m., Konya’daki Camii 9.45m., Hânkah 5.77 m., Medrese 6.20 m.
Kayseri’deki Medrese 6.85 m, Sivas’taki Medresede ise 12.34 m. dir.
1205
Aslî konumundan farklı bir yere taşınmış olan Ilgın’daki Hamam ve Konya’daki Mescit bu
konudaki değerlendirmenin dışında bırakılmıştır.
1206
Ünal, a.g.e., s.17, dpnt.2.
479
dış köşesinde bulunan sütuncelerin kare kesitli kaideleri, subasmanın üst noktasını
ihtiva eder. Sivas’taki Sahip Ata Medresesinde ise -dönemin diğer yapılarında çok az
görülen bir şekilde1207-, iç mekân döşeme koduyla, portal ve ön cephe kaidesi
arasında bir uyum gözlenir. Portallerin yüksekliklerini, -biri dışında- üst kısımlarının
yıkılmaları sebebiyle net olarak tespit edememekteyiz. Aslî halini kısmen muhafaza
edebilen Sivas Sahip Ata Medresesinde ise üstteki son sıra süslemesiz bordür ve iki
köşede yer alan dendan bugüne gelebilmiştir. Bu anlamda portalin üst bölümünün,
minare kaidelerini alttan dolaşan dar süslemesiz bir bordürle sonlandığı ve onun
üzerinde de bir dendan sırası yer aldığı anlaşılmaktadır. Portalin üst kesiminde yer
aldığı anlaşılan ve medresenin mescit mekânında atılmış vaziyette bulduğumuz sivri
kemerli boyuna dikdörtgen formlu dendanın Sivas Buruciye Medresesi ve Beyşehir
Eşrefoğlu Camii dendanlarıyla biçim ve süsleme açısından benzerlik gösterdiği
görülmektedir.
Sahip Ata yapılarında1208, portal kanatları arasında kalan giriş açıklığının
çeşitli kavsara biçimleriyle örtülüdür. Sahip Ata yapılarının portal kavsaraları,
kronolojik ve bölgesel olarak bir düzen göstermez. Sahip Ata’nın Konya’daki
Hânkahının portal kavsarası, genellikle han portallerinde görülen sivri kemer tonozlu
biçime sahiptir. Tonozun bitimiyle kapı kemeri arasında kalan düz bölüm, genellikle
kitabe levhası için ayrılmıştır1209. Hânkahta da bu bölümde üç dilimli kitabe levhası
yer alır. Sahip Ata yapılarında portali, mukarnaslı kavsara biçiminde olanlar en
büyük grubu oluşturur. İshaklı’daki Han (Avlu kapısı), Akşehir’deki Medrese,
1207
Tuncer, Anadolu Selçuklu Mimarisi …, s.78.
1208
Portalleri günümüze aslî halini kaybetmiş ve yayınlardan orijinal özelliklerini tespit edemediğimiz
Ilgın Hamamı, Konya Sahip Ata Mescidi ve Konya Sahip Ata Hamamını bu konudaki
değerlendirmenin dışında bırakıyoruz.
1209
Kavsarası bu biçimde olan dönemin diğer yapıları için bkz. Ünal, a.g.e., s.35, dpnt.8.
480
Konya’daki
Camii,
Kayseri
ve
Sivas’taki
Medresesin
portal
kavsaraları
mukarnaslıdır. Bunlardan, İshaklı’daki Han (Avlu kapısı), Akşehir’de ve
Kayseri’deki Medresenin kavsarası 7 sıra mukarnaslı iken, Konya’daki Camii
(Çizim:11)ve Sivas’taki Medresesinin portali (Çizim:35) 14 sıra mukarnaslıdır.
Mukarnas sıralarının araları, ya kesme taş sıralarının eklenti yerleri ya da bu eklenti
yerlerine, enine ince düz bir silme daha işlenerek ayırım daha açık bir hale
getirilmiştir. Mukarnas hücreleri genellikle yelpaze dilimleri şeklinde olup, Konya
Sahip Ata Camiinde bu dilimler eğri hatlar halinde değil, düşey hatlar halinde
belirlenmiştir. Sivas Sahip Ata Medresesinde mukarnas dişlerinin bazıları küçük
palmetlerle süslenmişken, Kayseri Sahibiye Medresesinde ise (Çizim:29) mukarnasın
en alt sırası, içi bitkisel örneklerle işlenmiş teğet kemerli nişler şeklinde
düzenlenmiştir. Sahip Ata Hanı (ahır kapısı) portalinin kavsarası ise diğerlerinden
farklı olup, başka bir grubu oluşturur. Hanın ahır kapısında, ana niş cephe yüzeyinin
daralması sonucu yuvarlak kemer tonozlu kavsaranın basıklaştığı ve içeri doğru
daraldığı görülür. Anadolu’da en yakın örneklerini Şarapsa ve İncir Han’da
gördüğümüz bu kavsara tipinde, yarım daire kavsara kemeriyle alttaki dikdörtgen
levha arasındaki bölümler ya istiridye kabuğu ya da tromp biçimli köşe dolgularıyla
doldurulmuştur. Konya Sahip Ata Medresesinde ise çok farklı bir düzenleme söz
konusudur (Çizim:21). Portalin, yazının hâkim olduğu tasarımın dışında, kavsarası
da Anadolu’da görülmeyen1210 bir hüviyettedir. Sepet kuplu kemer biçimindeki
kavsara yüzeysel tutulmuştur. Portal, bina cephesinden yaklaşık 5.50 m. taşıntı
yapmasına karşın, kavsaranın bu denli sığ olması ilginçtir. Bu durum, portalle iç
1210
Ünal (a.g.e., s.36.) bu kavsaranın benzerleri olarak Kırşehir Aşık Paşa Türbesi, Afyon Çay Han,
Selçuk İsa Bey Camii portallerini zikreder. Ancak Çay Han ile Âşık Paşa Türbesi kavsaraları derin
tutulmuş yarım daire biçimli bir niş halindeyken, Selçuk İsa Bey Camisinde kavsara sığ tutulmuş sivri
kemerli bir niş biçimindedir.
481
mekân arasında tonozlu bir giriş eyvanı oluşmasına sebebiyet vermiştir. Aynı ustanın
diğer eseri olan Konya Sahip Ata Camiinde portal, cepheden yaklaşık 7.00 m.
taşıntılıdır ve kavsara 14 sıralı bir mukarnastan oluşur. Her iki eser, dönemin diğer
eserlerinden, cepheden taşıntı yapan tasarımlarıyla farklılaşır. Kölük bin Abdullah
kısa bir arayla yaptığı bu iki eserden cami portalinde, geleneksel mukarnaslı kavsara
biçimini kullanırken, çifte minareli yeni bir tasarımı denemiş; medrese de ise bu kez
çifte minare tasarımı yerine, portal yüzeyini yazının şekillendirdiği yeni bir
kompozisyonu denemiştir. Bizce medrese portalindeki kavsara biçiminin sebebi de
bu yazı tasarımıyla ilgilidir. Zira portalin iki kenar çerçevesinden yükselip yukarıda
bir düğüm yaptıktan sonra kavsaraya inen iki yazı şeridinin, kavsaranın biçimine
uygun bir şekilde devam edebilmesi ancak böylesi hafif bir oyuntu ile mümkün
olabilecekti. Aksi takdirde derin tutulmuş bir kavsara nişinde yazının aşağıya doğru
devam edebilmesi çok güç olacaktı. Kavsara nişinin iki köşesindeki boşluklar
oyuntunun biçimine uygun bitkisel bir süslemeyle dolduruluştur. Selçuk İsa Bey
Camii, Antalya Şarapsa Han, Sahip Ata Han (Ahır) ve Antalya İncir Han
portallerinin kavsara köşelikleri de gerek istiridye biçimli gerekse tromp biçimli
köşeliklerle dolgulanmıştır. Ancak burada farklı olan durum, zemindeki yüzeysel
dekorun üstünde yer alan köşelerdeki bitkisel motifin, kavsara kemerinin üzerinden
taşan, adeta çift katlı oyma hissi uyandıran plastik etkisidir.
Sahip Ata yapılarının, Konya’daki Medrese dışında portallerinde kuşatma
kemeri vardır. Sahip Ata’nın yaptırdığı ilk iki yapı olan İshaklı’daki Han (avlu
kapısı) ve Akşehir’deki Medresenin kuşatma kemerleri, portaldeki diğer özellikler
gibi birbiriyle benzer biçimdedir. Her iki portalde de cephe yüzeyiyle aynı
seviyedeki kuşatma kemeri, kesme taşların yerleştiriliş şekliyle belirlenmiş ince bir
çizgi halindedir. Sahip Ata Hanının ahır kapısında ise portal, iç çerçevesinin dar
482
tutulması nedeniyle, kuşatma kemeri portal çerçevesi tarafından kesintiye
uğramaktadır. Aynı durum Kayseri Sahibiye Medresesinde de görülmektedir. Anca
burada esas dikkati çeken kuşatma kemerinin formudur. Kemer eğrisine uymayacak
şekilde kırık hatlardan müteşekkil mevcut formun, tarihini tespit edemediğimiz
onarımlar sırasında oluştuğu anlaşılmaktadır1211. Kuşatma kemerinde oluşmuş bu
deformasyon, mukarnasta da bir bozukluğa yol açmıştır. Konya Hânkahının kuşatma
kemeri, sivri kemer tonozlu kavsarayı dıştan sınırlar ve bu haliyle diğerlerinden
ayrılır. Konya’daki Caminin kuşatma kemeri ise köşelerde birer düğüm yapan iki
kaval silme meydana getirir. Benzerlerini Divriği Ulu Camii (kuzey kapısı), Konya
II. Kılıçarslan Türbesi gibi öneklerde gördüğümüz bu şemada, silmelerin
süslenmediği görülür. Sivas Sahip Ata Medresesi portalinde Konya Sahip Ata
Camiinde olduğu gibi 14 sıralı mukarnası dıştan sivri bir kuşatma kemeri örter. İki
yanda köşe sütuncelerine oturan kuşatma kemerinin içi, diğer Sahip Ata yapılarından
farklı olarak Kuran-ı Kerim’den bir ayetle süslenmiştir1212. Konya’daki Hânkah ve
Kayseri’deki Medresede içleri bitkisel motiflerle süslü kuşatma kemeri, Konya’daki
Camide ve İshaklı’daki hanın ahır portalinde süslenmeden bırakılmıştır. Handa ve
Akşehir’deki Medresenin birbirinin adeta kopyası niteliğindeki iki kapıda ise bir
çizgi biçimindeki kuşatma kemerinin çevresinde, içleri geometrik motiflerle
süslenmiş rozetler yer almaktadır. Kayseri’deki Medrese ve Konya’daki Caminin
kuşatma kemeri köşeliklerinde rozet veya madalyonlar yer alır. Ancak köşeliklerin
zemini boş bırakılmıştır. Konya’daki Medresenin kavsara köşeliklerinde ise Sahip
Ata Caminin merdiven pencerelerini çevreleyen, kufî yazıyı andıran geometrik
geçmelerden oluşan bir süsleme yer alır. Buna karşın, Sivas’taki Medresenin, hem
1211
Ayrıntılı bilgi için bkz. bu çalışmanın Kayseri’deki Külliyesi bölümüne.
1212
Kuşatma kemeri üzerinde ayet frizi yer alan diğer örnek Karaman Hatuniye Medresesidir.
483
mukarnasla kuşatma kemeri arası, hem de kemer köşelikleri bitkisel süslemeyle
doldurulmuştur. Ayrıca her iki bölümün köşeliklerinde daire biçimli birer boşluk
bulunmaktadır.
Köşe
sütuncukları,
genellikle
taçkapı
çıkıntısının
iç
köşelerine
yerleştirilmesine karşın bazı örneklerde, taçkapının iki dış köşesinde de bulunduğu
örneklere rastlamaktayız. Sahip Ata yapılarından İshaklı’daki Hanın avlu kapısında,
Kayseri Sahibiye Medresesi ve Konya Sahip Ata Medresesi portallerinin dış
köşelerinde bu tür birer sütunce yer alır. Handa, zar başlıklı bir kaide üzerinde
yükselen, daire profilli ve üzerinde geometrik geçmelerden müteşekkil bir süsleme
yer alırken, Kayseri Sahibiye Medresesindeki köşe sütuncesi burmalı bir gövdeye
sahiptir. Konya Sahip Ata Medresesinde ise zar başlıklı bir kaide üzerinde yükselen
üç kaval silmeden oluşan sütunce, portalin yatay ekseninde bir düğüm motifi
meydana getirmektedir. Portalin hem dış süsleme bordürüne hem de yan yüzüne
doğru taşıntı yapan bu motif, iç içe geçmiş stilize üç palmetten oluşur. Portal
çıkıntısının iki iç köşesinde bulunan ve cepheden 2/3 oranında verilen köşe
sütunceleri ise genellikle daire profilli olup, geometrik veya bitkisel süslemeye
sahiptir. Sahip Ata’nın Akşehir’deki Medresesi, Konya’daki Camisi, Sivas’taki
Medresesi ve Konya’daki Hânkahında, köşe sütunceleri zar başlıklı kaidelere
otururken, İshaklı’daki Han (her iki kapıda) Kayseri ve Konya’daki Medreselerde
ise, doğrudan, portal kaidesi üzerinde yer alır. Tamamı daire profilli olan Sahip Ata
yapılarından Akşehir’deki Medrese ve İshaklı’daki Handa (her iki kapıda) sütunce
gövdeleri süslenmemiştir. Konya’daki Camide geçmelerden oluşan geometrik bir
süsleme, Konya, Kayseri, Sivas’taki Medrese ve Konya’daki Hânkahın sütunce
gövdelerinde ise bitkisel süsleme görülmektedir. Konya’daki Camide çeşitli
yönlerdeki yivler aracılığıyla meydana getirilen geometrik geçmeler, yoğun bir
484
kompozisyon arz etmelerine karşın, yüzeyseldir1213. Bitkisel süslemenin yer aldığı
Kayseri, Sivas, Konya’daki Medrese ve Konya’daki Hânkahın köşe sütuncelerinde
ise birbirine benzer bir kompozisyon görülür. Konya ve Sivas’taki Medresede
boyuna dizilmiş palmetlerden oluşan bir kompozisyon yer alırken, Hânkahta palmetrumî kombinasyonuna dayalı bir şema tespit edilmektedir. Kayseri Sahibiye
Medresesinde ise altı kollu yıldızlardan oluşan geometrik kompozisyonun, araları
rumîlerden müteşekkil bir zemin üzerinde bulunur. Sahip Ata Hanının ahır kapısında
bezemesiz sütunceler, tabla şekilli başlıklara sahiptir. Diğer Sahip Ata yapılarının
köşe sütuncelerinin başlıkları iki kademeli olup, bunlardan Konya’daki Hânkahta,
her iki kademede konik biçimlidir. Kayseri Sahibiye Medresesinde kompozit başlığın
ikinci kademesinin üst kısmında iyonik sütun başlıklarının helezonlarını hatırlatan1214
kıvrımlar vardır ve her yüzde ikişerden dört adettir. Helezonlar arasına, her yüzde
birer adet olmak üzere aslan figürü işlenmiştir. Konya’daki Camide her iki kademesi
de kenger yapraklarıyla süslü bir başlık vardır. Konya ve Sivas’taki Medreselerin, alt
kademeleri konik, üst kademesi yıldız benzeri profilli prizmatik biçimli sütun
başlıkları, her iki kısımda çeşitli palmet örnekleriyle süslenmiştir1215.
Mukarnaslı kavsaraya sahip olmayan Sahip Ata yapılarında portal nişinin az
taşıntılı olması nedeniyle mihrabiyeye, ya çok yüzeysel (Konya’daki Medrese,
İshaklı’daki Hanın ahır kapısı) veya hiç yer verilmediği (Konya’daki Hânkahın
portali) görülmektedir. Mihrabiye profilleri Sahip Ata Hanının iki kapısı,
Akşehir’deki Medrese ve Konya’daki Camii de üç kenarlı iken, Sivas Sahip Ata
Medresesinde beş kenarlı, Kayseri Sahibiye Medresesinde yarım daire profillidir.
1213
Ünal, a.g.e., s.57-58.
1214
Ünal, a.g.e., s.67.
1215
Aynı yer.
485
Bunlardan Konya’daki Camii ve Sivas’taki Medresede, profil kenarları üçgen
biçimlidir. Mihrabiyeye sahip örneklerin tamamı mukarnas kavsaralı olup, Sahip Ata
Hanının iki kapısı, Akşehir ve Kayseri’deki Medreselerde 4 sıralı, Konya’daki Cami
ve Sivas’taki Medresede mihrabiye 5 sıralıdır. Sivas’taki kavsaranın tepe noktası
düğüm yaparak nihayetlenir. Sadece Kayseri’deki Medresenin portali kuşatma
kemerine sahip olup içi geometrik bir kompozisyonla süslüdür. Ayrıca kemer
köşelikleri de aynı süslemeyle bezenmiştir. Kavsarayı iki yönden kavrayan köşe
sütunceleri, Sivas’taki Medrese hariç süslemesizdir. Sivas Sahip Ata Medresesinde
ise bitkisel karakterli bir süsleme söz konusudur. Sütunce başlıkları -yine Sivas’taki
binanın dışında- zar başlıklı olup, buradaki mihrabiye çift kademeli kompozit biçimli
bir başlığa sahiptir. Konya’daki Camii, Kayseri ve Sivas’taki Medresenin
mihrabiyelerini, iki yandan ve üstten bitkisel bir kompozisyonun yer aldığı bordür
çevreler. Konya’daki Camii ve Sivas’taki Medresenin mukarnaslı kavsaralarının son
sırasının altında bir yazı bordürü yer alır. Diğerlerinin aksine bu iki binada yazı
bordürünün altındaki bölümlerde süslenmiş olup, camide ongen yıldızlardan oluşan
geometrik açık bir kompozisyon, medresede ise boyuna dizilmiş palmetlerden oluşan
bitkisel bir şema bulunur.
Sahip Ata’nın, orijinalliğini kaybetmiş Konya’daki Buzhaneleri, Hamam ve
Mescidi bir yana bırakılırsa kapı açıklıkları, genel olarak iki grup halinde
sınıflandırılabilir. İlk grup (Akşehir, Kayseri, Sivas’taki Medreseler, İshaklı’daki
Hanın iki kapısı ve Konya’daki Hânkah) basık kemerli olanlardır. Bu binalardan,
Sivas ve Akşehir’deki Medrese ile İshaklı’daki Hanın kapı kemeri, çift renkli (mavibeyaz) ve zigzag biçiminde birbirine geçen taşlardan müteşekkildir. Diğer grubu
486
teşkil eden Konya’daki Medrese ve Camii ile Ilgın’daki Kaplıcanın1216 kapıları sivri
kemerli
olup,
farklı
geometrik
şekillerde
kesilmiş
taşların
ikişer
ikişer
yerleştirilmesiyle teşkil edilmiştir. Akşehir’deki Medrese, İshaklı Hanının iki kapısı
ve Konya’daki Hânkahın basık kemerinin üzengi taşları, açıklık tarafına taşıntılı ve
alt kısmı çeyrek daire kesitli veya üç dilimli kabaca işlenmiş basit bir profil
görünüşündedir. Sivas Sahip Ata Medresesi portal nişinin üzengi taşlarında ise geniş
bir yaprağın üzerinde kıvrım dallarıyla birbirine bağlanmış ve her iki kenarda
dokuzar hayvan başından müteşekkil bir kompozisyon yer almaktadır1217. Sadece
Kayseri Sahip Ata Medresesinin lento ve sövelerinin yarıya kadar olan kısmı
geometrik karakterli bir süslemeye sahip olup1218, Konya Sahip Ata Medresesinde,
portalin tasarımına hâkim olan iki yazı şeridinin kapı lentosu ve sövelerinin yarıya
kadar1219 olan kısmını kat ederek nihayetlendiği görülmektedir. Sahip Ata yapılarının
portal kapı nişi kemer köşelikleri süslenmesinde farklı düzenlemeler mevcut olup,
Konya’daki Medresede iki kabara, Camide ise kaval silmelerden oluşan geometrik
karakterli bir geçme kompozisyonu1220 vardır. Sivas Sahip Ata Medresesinde ise iki
ayrı pano halinde ve kıvrım dallarından oluşan bitkisel bir kompozisyon kapı
köşeliklerini süslemektedir.
1216
Ilgın Kaplıcasının portalini, yapılan onarımlar sırasında aslî halini büyük ölçüde kaybettiği için
değerlendirmeye almadık. Ancak biz, en azından kapı nişinin orijinalliğini koruduğunu düşünüyoruz.
Bu binanın dışındaki sivri kemerli kapıya sahip iki yapının da aynı ustanın (Kölük bin Abdullah) eseri
olması, bu konudaki usta tercihini düşündürtmektedir.
1217
Giriş kapısının üzengi taşları üzerinde geniş bir yaprağın yer aldığı diğer iki örnek Beyşehir
Eşrefoğlu Camisi ve Karaman Hatuniye Medresesidir.
1218
Ünal (a.g.e., s.50.) kapı ve söveleri süslenmiş eserlerin –Divriği yapıları hariç tutulursa-
tamamının Kayseri’de bulunduğunu belirtir.
1219
Bugün kapının iki sövesindeki ayetlerin de eksik kısımlarının bulunuyor olması, aslî halinde yazı
şeritlerinin sövelerde zemine kadar indiğini gösterir.
1220
Bu kompozisyonun bir benzerini, Sivas Sahip Ata Medresesi Çeşmesinin kemer köşeliklerinde
görmekteyiz.
487
Sahip Ata portallerinin yan kanatlarındaki bordür sayıları, erken tarihlilerden
geç tarihli örneklere doğru düzenli bir artış gösterir. Bu kronolojik değişim, bordür
süslemelerinde de gözlenir1221. Sahip Ata’nın ilk iki yapısı İshaklı’daki Han (avlu
kapısı) ve Akşehir’deki Medrese portalinde üçer süsleme bordürü yer alır. Enli
bordürlerden sadece en dışta olanında, –bordürün portale bakan her iki yüzünü, silme
gibi sınırlayan bir biçimde- yarım yıldızların1222 boyuna dizilmesiyle oluşan
geometrik açık bir süsleme şeridi bulunurken, diğer bordürler süslenmemiştir.
İshaklı Hanın ahır kapısında ise iki bordür bulunmakta olup, ikisi de süslenmemiştir.
Kölük bin Abdullah’ın Konya’da Sahip Ata için yaptırdığı iki eseri Cami ve
Medresede bordür sayısı, yüzyılın ilk yarısındaki örnekler gibi üç adettir, ancak
burada yeni bir düzenleme söz konusudur.
Larende Kapısının karşısında yer alan caminin portalinde, en dıştaki kıvrım
dallarından oluşan geometrik açık kompozisyonla süslü ince bordürden sonra, ortada
daha geniş ve Besmele-i Şerif ile birlikte Fetih Sûresinin 13. ayetine kadarki
kısmının bulunduğu yazı şeridi yer alır. İçteki bordür ise benzer bir örneğini sadece
Divriği Ulu Camiinde bulduğumuz bir şemadadır. Burada biri rumîli bir kıvrım dal
diğeri açık bir geometrik kompozisyona sahip iki şerit, çeşitli noktalarda düğümler
yaparak kat ederler. Bu düğümler bordürün yatay ve düşey eksenlerine simetrik
olarak eşit mesafelerle yerleştirilmiştir. Bu iki şeridin arasındaki profilli ince uzun
1221
H.Karamağaralı (Anadolu’da Moğol İstilasından Sonra Yapılan Dinî Mimarlık Eserlerinin Plan
ve Form Özellikleri, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara
(Tarihsiz), s.55.) daha önce istisnaî bir iki örnek dışında üç süsleme şeridi bulunmasına karşın, XIII.
Yüzyılın ikinci yarısından itibaren, bordürlerin incelenerek, beşe ulaştığını belirtir. Yazar, ayrıca bu
dönemde önceki dönemin yıldız kompozisyonu ağırlıklı süslemesinin geometrik ağ, halat örgüsü ve
rumîye yerini terk ettiğini ifade etmektedir. Sahip Ata yapılarında bu değişim rahatlıkla
izlenebilmektedir.
1222
Yarım yıldızlardan oluşan süslemeye XIII. yy. da çok sık rastlanmaktadır. Bunlardan bazılarına,
Ak Han Avlu Portali, Aksaray Sultan Hanı Avlu Portali, Alay Han Portalinde rastlanmaktadır.
488
çubukların alt kısımları, iki yanda, mukarnas hücresine benzer bir başlığı olan ve
sütun gibi şekillendirilmiş bir biçimle sonlandırılmıştır. Sütun biçimli bu kısımlar
yüzeysel işlenmiş bir geometrik süslemeye sahiptir. Burada içte olanı içbükey, dışta
olanı düz iki ince bordür, hem yatay eksenler boyunca Kölük eserlerinin
karakteristiği olan düğümleri oluştururken, aynı zamanda ortalarından geçen, kaval
silmelerden müteşekkil ince çubuğun yardımıyla, portalin düşey karakterini
vurgulamaktadır. Sahip Ata’nın Sultan Kapısı karşısında yer alan medresesinde ise
Kölük bin Abdullah Anadolu’da başka bir örneği bulunmayan yeni bir düzenlemeye
girişmiştir. Portalin tasarımına, her iki yan kanattan başlayan iki ayet damgasını
vurmaktadır. Portal bordürlerindeki diğer süsleme ayrıntıları, en geniş bordürü teşkil
eden iki yazı şeridine göre düzenlenmiştir. Portalin iki dış köşesinde yer alan üç
kaval silmeden oluşan sütunce, tıpkı camide olduğu gibi portalin yatay ekseninde
girift bir düşüm oluşturarak yükselir. Ancak buradaki düğümlerin formu farklıdır1223.
Formu değiştirilmiş olsa bile ortasından ince çubuklar geçen düğüm fikrinin bu iki
Kölük eserinde de kullanıldığını görmekteyiz. En dıştaki bordürde, boyuna dizilmiş
ve kıvrım dallarının birbirine bağladı iki yana açılmış rumîlerden oluşan bitkisel bir
süsleme bulunur. Bu bitkisel dar bordürle, yazı bordürü arasında daha dar ve meandır
motifinden müteşekkil bir şerit bulunur. Buradaki süsleme o kadar yüzeysel
işlenmiştir ki, uzaktan yazı ve bitkisel bordürü birbirinden ayıran dar bir silme gibi
algılanmasına sebep olmaktadır. Enli yazı bordürünün yüzeyi, diğerlerinden daha
içerlek tutularak girift yazı şeridinin daha plastik algılanması sağlanmıştır. Portalin
üst bölümü yıkıldığı için yazı bordürünün üst bölümde nasıl devam ettiği net olarak
1223
Brend (a.g.m., s.174, Fig. 15. ) bir yazmadan yola çıkarak, bu düğümün Ermeni sanatından
alınmış olabileceğini ifade eder. Bir şekil benzerliğinden yola çıkarak böylesi bir sonuca ulaşmak çok
da bilimsel bir yaklaşım olmasa gerekir.
489
anlaşılamamaktadır1224(Çizim:22). Ancak portalin tam düşey aksında bir düğüm
yaparak aşağıya indiği mevcut haliyle tespit edilebilmektedir. Daha sonra iki kol
halinde kavsaraya inen ve kavsaranın eğimine uygun bir şekilde devam eden yazı
bordürleri, yine tam düşey aksta ikinci düğümü yaparak kapı sövelerinde
nihayetlenir. Yazı bordürünü içten çerçevelen ince şerit ise saç örgüsü biçimlidir.
Kavsara üzengi seviyesinde zar başlıklı bir kaideye oturan bu bordür üstte çift dilimli
dairesel bir bölümü kat ettikten sonra, yazı bordürlerinin üstte, ilk düğüm yaptığı
yerde sonlanır. Bu ince şerit, başlı başına bir bordür olmaktan çok, tıpkı meandır
motifli bordür gibi yazı şeritlerini sınırlayan bir hüviyete sahiptir. Bu şeridin altında,
benzerini portal kavsara kemerinin iki iç köşesinde gördüğümüz; üst kısmı yelpaze
şeklinde açılmış, alt kısmı ise üç dilimli iki palmet motifinden oluşan bitkisel bir
süsleme yer alır. Bu iki palmetten çıkan iki kaval silme, ortada çapraz şekilde
birbirini kat ederek bir tür düğüm yapmaktadır. Yüzeysel bitkisel dekorlu bir zemin
üzerinde yer alan bu plastik etkili bitkisel motifin taç kısmı, hafifçe yukarı doğru
kalkıktır ve aynı kavsara iç köşelerindeki motifler gibi adeta üçüncü boyut
kazanmaktadırlar. Bu motifin altında ise tek kademeli bir başlığa sahip ve gövdeleri
alta doğru incelen iki sütunce yer alır. Yarıya kadar duvara gömülü bu sütuncelerin
alt kısımları perde püskülüne benzeyen bir motifle nihayetlenir1225. Sahip Ata’nın
birbirine yakın tarihli iki yapısı Kayseri’deki Medresesi ve Konya’daki Hânkahının
1224
Sivas Çifte Minareli Medresenin cephesinde küçük bir örneği bulunan portalin, bu minyatür
örneğine bakılarak yıkılan üst kesimi için bir tahminde bulunmak mümkündür. Bkz bu çalışmanın
Konya Sahip Ata Medresesi bölümüne.
1225
Bu motifin benzerine Sivas Çifte Minareli Medrese portalinin kavsara şeridinin ve Sivas Sahip
Ata Medresesi portalinin iki yan kanadının çerçeve şeritlerinin uç kısmında rastlamaktayız. Bu motif
adı geçen iki örnekte de birer adet iken, Konya Sahip Ata Medresesinde iki yanda ikişer adet olması
ilginçtir. Biz perde motifinin Ortaçağda taşıdığı tematik anlamı da göz önünde bulundurarak, iki
ayetin portalde yer alması nedeniyle iki adet olduğunu düşünmekteyiz.
490
kapılarında ise Kölük’ün iki eserinde görülen yeni gelişmelerden habersiz, yüzyılın
ilk yarısındaki süsleme ve tasarım özellikleri dikkati çeker. Kayser Sahibiye
Medresesi portalinin yan kanatlarını, iki köşede burmalı sütuncelerin sınırladığı dört
bordür süsler. En dışta olan bordür, yatay eksen boyunca sıralanmış ve mukarnas
dizilerinden1226 müteşekkil bir süsleme kompozisyonuna sahiptir. Rumî ve kıvrım
dallardan müteşekkil, enine bitkisel kompozisyona sahip ikinci bordürle, geometrik
geçmelerden oluşan üçüncü bordür ve dar, içbükey son bordür, diğer Sahip Ata
yapılarından daha çok benzerlerini Kayseri yapılarında1227 bulabileceğimiz bir
süslemeye sahiptir. Sahip Ata’nın Konya’daki Hânkahı da, Sahibiye Medresesinde
görülen üslubu devam ettirdiği görülür. Portalin yan kanatlarını teşkil eden dört
bordürden, içteki dar olanı, kıvrım dallardan müteşekkil açık bir bitkisel
kompozisyonla, diğer üçü ise ongen yıldız kompozisyonlarından oluşan geometrik
bir tasarıma sahiptir. Sivas’taki Medresede ise Konya’daki Hânkah ve Kayseri’deki
Medresenin, yüzyılın ilk yarısına ait binaları hatırlatan bordür düzenlemelerinin
aksine, Kölük bin Abdullah’ın Konya’daki Sahip Ata yapılarında gerçekleştiği yeni
düzenlemeleri hatırlatan –hatta geliştiren- bir yaklaşım söz konusudur. Bu binada
bordür sayısının beşe çıkması dışında, bitkisel bordürlerdeki süslemelerin oldukça iri
ve plastik etkili olması açısından bir yenilik görülür. Bordürlerden en dışta olanı
çokgen geçmelerinden müteşekkil açık geometrik bir kompozisyondur. İkinci
bordürde palmet-rumî kombinasyonun bilinen bir varyasyonu görülür. Ancak burada
farklı olan kompozisyonun alttaki kıvrım dallardan oluşan bir zemin üzerinde yer
alıyor olması ve çift katlı bir görünüm arz etmesidir. Üçüncü ve dördüncü dar
1226
Aksaray Sultan Hanı (avlu), Konya Sırçalı ve Karatay Medreseleri portallerinin yan kanatlarında
bu süsleme bordürünün kullanıldığı görülmektedir.
1227
Kayseri Sahibiye Medresesiyle açık bir benzerlik hemen yakınındaki 1249 tarihli Hacı Kılıç
Medresesi arasında görülür.
491
bordürler boyuna hizalanmış, aralarındaki kıvrım dallara sağlı sollu sıralanmış
palmetlerden teşkildir. Beşinci ve son bordürde düşey eksen boyunca sıralanmış
palmetler ve onları iki yandan saran rumîlerden oluşan bitkisel açık bir kompozisyon
bulunur. Motiflerin irileşmesi, bordür sayılarının artması dışında Sivas Sahip Ata
Medresesinin portal tasarımı, klasik özellikler gösterir. Mukarnaslı kavsara, basık
kemerli kapı nişi, portalin küçük bir kopyası niteliğindeki mihrabiyeler, bilinen
şemaların tekrar niteliğindedir. Buna karşın Sivas’taki Medresenin portali,
Anadolu’da ilk kez Konya’da Kölük bin Abdullah eliyle gerçekleştirilen ve
taçkapıya iki yandan eklenen çifte minareli şema geleneğinin, 13 yıl sonra yine bir
Sahip Ata yapısında ve geliştirilmiş bir örnekle yeniden ortaya çıkması açısından
dikkat çekicidir. Anadolu’da portalin yanında çifte minare uygulaması beş yapıda
görülür: Konya Sahip Ata Camii, Sivas Sahip Ata Medresesi, Sivas Çifte Minareli
Medrese, Erzurum Hatuniye Medresesi ve Niğde Sungur Bey Camii.
Konya Çeşme Kapısı karşısındaki külliyesinin mescidinin portali, günümüze
kuzey bordürünün bir kısmı kalabilmiştir. Geometrik geçmelerden müteşekkil
bordürde, turkuaz beşgen çinilerin ortalarında patlıcan moru dairesel biçimli çini
mozaikler yer almaktadır. Akşehir Güdük Minare Mescidi (1226)1228nin portali tıpkı,
Konya Sahip Ata Mescidinde olduğu gibi çinilidir.
Çifte minare geleneği, aslında İslâm mimarisinde erken dönemlerden beri
kullanılan bir uygulamadır. Abbasi Halifesi El-Mansur 754–58 tarihleri arasında,
Mescid-i Haram’a iki minare ekletmiştir1229. Nahcivan’daki 1186 tarihli Mümine
Hatun yapılar kompleksine ait XIX. yüzyıla ait bir gravür, külliyenin anıtsal girişinin
1228
Yetkin, a.g.e., s.61-62.
1229
J.Bloom, (“The Minaret Before the Saljûgs”, The Art of the Saljûgs in Iran and Anatolia, (Ed.
R.Hillenbrand), California 1994, s.12–17(14).) bu eklemenin mahiyeti hakkında bir izahat
getirmemektedir.
492
her iki yanında birer minare olduğunu göstermektedir1230. Gravürde, bugüne
ulaşamayan iki minarenin, portale bitişmediği, iki bağımsız eleman gibi girişin her
iki yanında yer aldığı görülmektedir. Talas’taki XII. Yüzyıl başlarına ait Ayşe Bibi
Türbesinin giriş cephelerinin köşelerinde günümüze bir bölümü kalabilmiş iki minare
bulunmaktadır1231. Melikşah döneminde yapımına başlanıp, daha sonra eklemelerle
genişletilen İsfahan Mescid-i Cumasında portalin iki yanında yer alan çifte minare
XIV. yüzyıl sonlarına aittir1232. Yaptığımız incelemeler sonucunda Anadolu dışında
XIII. yüzyıla veya öncesine ait çifte minareli başka bir örnek tespit edemedik. Buna
karşın XIV.-XV. Yüzyıllara ait yapılarda çifte minare kullanımının, bugünkü İran
coğrafyasında büyük bir artış gösterdiği görülmektedir. İsfahan’daki 1315–16 tarihli
Ahtaryan Mescid-i Cuması1233, Abarguh’daki Mescid-i Nizamiye (1325)1234,
Kum’daki isimsiz Medrese (1325)1235, İsfahan’daki Do Minar Külliyesi (1330–
40)1236 ve Ahmed Yesevî Türbesi1237 bunlardan bazılarıdır. Anadolu’da ise 1176–
1186 tarihli Mardin Ulu Camii ve 1204 tarihli Kızıltepe Dunaysır Camiinin
günümüze ulaşamamış iki minaresi bulunmaktaydı1238.
Ancak tüm bu örnekler, Sahip Ata yapılarında görüldüğü gibi portalin iki
yanında yer almayıp, revaklı avlularının birer köşesine yerleştirilmişti. İran’daki XIV
1230
O.Aslanapa, Türk Cumhuriyetleri Mimarlık Abideleri, Ankara 1996, s.132, Resim 91.
1231
Aslanapa, a.g.e., s.213-216.
1232
Pope, a.g.e., 364.
1233
D.N.Wilber, The Architecture os Islamic Iran (The Il Khânid Period), Princeton 1955, s.141–145,
Pl. 91, 93.
1234
Wilber, a.g.e., s.167, Pl. 157.
1235
Wilber, a.g.e., s.167, Pl. 156.
1236
Wilber, a.g.e., s.169-171, Pl. 163.
1237
Aslanapa, a.g.e., s.262-263.
1238
Günümüze ulaşamayan bu iki yapının çifte minareleri için bkz. A.Altun, “Mardin Ulu Camii ve
Çifte Minareleri Üzerine Birkaç Not”, Vakıflar Dergisi, S.IX, Ankara 1971, s.191–201.
493
ve XV. Yüzyıl örnekleri bir yana bırakılırsa, bu şemanın, ya eyvan şeklindeki girişin
iki yanında kule şeklinde yükselen ancak portalle organik bir bütünlük arz etmeyen,
ya da avlu veya kare yapının iki köşesinde uygulandığı görülür. Çifte minare
uygulamasının tespit edebildiğimiz ilk örneği olan Nahcivan Mümine Hatun
Külliyesindeki minarelerin, eyvan biçimli girişle organik bir bütünlük yerine,
bağımsız iki kule biçimli olduğu görülmektedir. Yine Talas’taki Ayşe Bibi
Türbesi’nde de minareler, kare yapının iki köşesinde yer alırken, portalle bir
bağlantısı bulunmaz. “Minâr” veya “Manara” kelimesi İslam ülkelerinde her türlü
kule manasını taşıyordu ve aynı zamanda Asya’da İslamiyet öncesinde, gözetleme
kulesi veya zafer takı’nı ifade etmek için de kullanılıyordu1239. Bu anlamda, anıtsal
girişleri iki yanındaki kule veya minareyle taçlandırmanın, hangi manayı ifade ederse
etsin Asya’da bir geçmişi olduğu bilinmektedir. Ancak minareyi portal ünitesiyle
bütünleştiren ve ön cephe tasarım içinde değerlendiren yeni uygulama, Anadolu’da
karşımıza çıkmaktadır1240. Bu uygulamanın ilk örneği olan Sahip Ata Camiinde,
minarelerden biri günümüze ulaşabilmiştir. Buna karşın bina, mevcut merdiven
kovası ve penceresiyle çifte minareli olarak tasarlandığı açıktır. Her biri yaklaşık 1,5
m. enindeki iki yan kanatla birlikte, portal yüksekliği ve genişliğinin ölçüleri
birbirine eşittir. Altta iki spolia mermer parçanın üzerinde yükselen iki yan kanat,
simetrik olarak tanzim edilmiş olup, kaidenin üzerinde, portalin küçük bir modeli
şeklinde tasarlanmış çeşme bölümü yer alır. Çeşmelerin üzerinde, kaval silmelerden
müteşekkil ve geometrik geçmelerin ortada sivri kemerli bir açıklık oluşturduğu
minare sahanlık penceresi yer alır. Aralarına taşa kakma tekniğiyle çini şeritlerin
yerleştirildiği beyaz mermerden bu bölümün üstünde minare kaidesi bulunur. Tuğla
1239
S.Eyice, “Minâre”, M.E. B. İslâm Ansiklopedisi, 8. Cilt, İstanbul 1960, s.323–335 (323–324).
1240
Eyice, a.g.m., s.330.
494
malzemeli bu bölümün yüzeyinde çini mozaik parçalardan oluşan kûfî karakterli
birer yazı vardır. Yazılar, doğuya doğru 45° eğik şekilde tanzim edilmiş olup,
batıdakinde “Ebu Bekir” doğudakinde “Ali” isimleri tekrarlanarak işlenmiştir.
Portalin ilk bordürüne dıştan bitişik, ince ve 4 profilli bir silme en üstte portal
çerçevesini oluşturduktan sonra, minare kaidesini ve altındaki minare penceresini iç
kenar boyunca sınırlar. Bordür, pencere ile altındaki çeşme haznesinin arasında kalan
dikdörtgen boşluğu da sınırladıktan sonra çeşmeyi iç kenarı boyunca hizalar ve
kaidenin hemen üzerinde daire biçimli olarak sonlanır. Ucu iki yanda dairesel bir
biçimde sonlanan bu bordür, portal ile iki yan kanadını bütünleştirdiği gibi, aynı
şema içinde algılanmasını da sağlamaktadır. Bunun dışında bordür, sarımtrak kalker
kesme taş, beyaz mermer ve tuğla malzemenin bir arada kullanıldığı yan kanatlarda,
farkı malzeme kullanımından dolayı meydana gelebilecek bir uyumsuzluğu da
giderir. Buna karşın, çifte minare kullanımının Anadolu’daki bu ilk örneğinde
kaideden gövdeye geçişte bazı uyumsuzluklar görülür. Bu problemlerin diğer Sahip
Ata eseri olan Sivas’taki Medresede giderildiği görülür. Sivas Sahip Ata
Medresesinde bu teknik kusurların giderilmesi dışında, yan kanat ve portal çıkıntısı
arasındaki oranlar açısından da mükemmellik sağlanmıştır. Örneğin iki yan kanadın
toplam genişliği, portalin enine eşittir. Yan kanatların eklenmesi, portalin eni ve
boyunu birbirine eşitler1241. Silindirik gövdeli minarelerin altında tuğladan iki kare
kaide kısmı bulunur. Bu bölümü, mermer kaideden, portalin en üst yatay çerçeve
kısmından inen bir şerit ayırır. Üst kesimleri, sivri kemer şeklinde tertiplenmiş kare
sahaları teşkil eden bu bordür, portalin dış bordürü olmayıp, üst ve yan satıhları kat
eden portal çerçevelerine eşlik eder. İki kaide kısmı portalden farklı olarak mavi
1241
Ögel (a.g.e., s.58.), portal yan kanatlarının daraltılması sebebiyle “Konya Sahip Ata Camiindeki
ehemmiyetini yitirdiğini” belirtmektedir.
495
renkli mermerden yapılmıştır. Portal kaideleri iki yanda kalın kaval silmeyle
sınırlandırılmıştır. Bordür, zeminden itibaren sivri kemerli bir saha içinde, altta
boyuna dikdörtgen bir bölüm oluşturmakta; bunun içinde de altta sekiz kollu mermer
bir saha içinde Zuhruf Sûresi ve Kalem Sûresinden birer ayetin bulunduğu yazı
panosu ve onun üstünde de kalker taş malzemeden hayat ağacı1242 motifi
bulunmaktadır. Burada rumîli üçgen saptan, yapraklar simetrik olarak çifterli şekilde
çıkar. En alt yaprak, rûmî yaprağının dairesel kısmına benzeyen bozuk1243 şekilli bir
palmettir. Ondan sonraki yapraklar arasında nar meyvesine benzeyen motif görülür.
Üst kısımdaki yapraklar arasında da nara benzeyen motifler bulunur. Ortadaki
kartalın her iki yanında, narların hemen üzerinde kuş motifleri yer alır. Heraldik
duruşlu kartal, tek başlıdır1244 ve ayakları ile yaprağa tutunmaktadır. Kaval silmeler,
alttaki dikdörtgen bölümden sonra, köşelerde “L” şekilli ve ortada sekiz kollu yıldız
oluşturacak şekilde tanzim edilmiş bir kompozisyon meydana getirir. Yıldızın
ortasındaki sivri kemerli bir açıklık bulunmaktır ki burası merdiveni aydınlatan
penceredir1245. Kaval silmeler bu bölümden sonra enine dikdörtgen bir saha
oluşturur. Burada, tek satır halinde bir hadis yazıtı bulunmaktadır. Kaval silmeler,
yazıtın üstünde ortadaki iri palmete iki kenarda bağlanan ve yarım rûmîlerden
müteşekkil, yüksek kabartma halinde işlenmiş bir kompozisyon oluşturmaktadır.1246
1242
Anadolu Selçuklu Sanatında sıklıkla görülen hayat ağacı motifi, Erzurum Çifte Minareli Medrese
(XIII. Yüzyılın sonları, ağacın altında ejder çifti vardır), Erzurum Yakutiye Medresesi (1310, ağacın
altında aslan çifti vardır), Kayseri Döner Kümbet (1276–77), ağacın altında aslan çifti vardır) de
görülür. Divriği Ulu Camii (1229) ve Niğde Hüdavent Hatun Türbesi (1312) nde ise bitkisel zemin
üzerinde işlenmiş kartallarda, zeminin hayat ağacını temsil ettiği söylenmektedir. Bkz., G.Öney,
Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi…, s. 44.
1243
Ögel, a.g.e., s.58.
1244
Ögel (a.g.e., s.58), bunun insan başı olduğunu belirtmektedir.
1245
Kuzeydeki minare penceresi bilinmeyen bir tarihte kapatılmıştır.
1246
Bu motifin benzerine Divriği Darü’ş-Şifâ’sı sütun başlıklarının biri üzerinde rastlamaktayız.
496
Palmetin tepe yaprağı içinde küçük bir palmet daha yer almaktadır. Esas itibariyle,
kaval silmelerin kaidelerdeki süslemelerin tamamını meydana getirmesi, bu yan
bölümleri bir bütün yapar. Simetrik portal kaidesinin iç yüzleri, ön yüzlerinin tekrarı
gibidir. Üstte iri kaval silmeli, yanlarda, yarım iki rûmî ve ortada palmetten oluşan
kompozisyon, zemine kadar yan yüzleri sınırlayan profilli iki bordür oluşturur ve
altta –tıpkı ön yüzde olduğu gibi- perde püskülüne benzeyen bir motifle sona erer.
Palmet- rûmî kompozisyonun altındaki boyuna dikdörtgen sahada, tepe noktasında
bir palmet bulunan teğet kemerli bir kompozisyon bulunmaktadır. Bu kemerin
altında enine dikdörtgen beyaz mermer malzemeli –söz konusu sahadaki mavi renkli
bir mermer malzemeden farklı olarak- bir bordür yer almaktadır. Bu bordürde çiçekli
kûfî hatla Kelime-i Tevhid yazılıdır. Yazı bordürünün altında teğet kemerli bir saha
bulunur. Zemine kadar inen bu uzun sahanın ortaya yakın bir kısmında, beyaz
mermer malzemeli sekiz kollu yıldız panonun içinde bir başka yazı panosu
bulunmaktadır. Portalde,
portal çıkıntısı beyaz, yan kanatlar mavi mermerden,
minare ve minare kaidesi tuğladan yapılmıştır. Mimar Kaluyan El Konevî, portalin
yan kanadı haline gelen çifte minare şemasını uygularken bu malzeme seçimini
bilinçli uyguladığı anlaşılmaktadır. Mimar, ön cephede farklı malzemelerden dolayı,
bağımsız elemanlar gibi duran portal, yan kanatlar ve minareyi bitkisel süslemeli
bordürlerle aynı tasarım içinde uyumlu bir şekilde düzenleyebilmiştir. Sivas’taki
çifte minare düzenlemesi, Anadolu’daki diğer örneklerden olgun düzenlemesiyle
farklılaşır. Sivas Çifte Minareli Medresede minareler portalin üzerinden yükselir, yan
kanat olarak portal kompozisyonuna katılmaz. Niğde Sungur Bey Camisinde büyük
ölçüde yıprandığı için portalin iki yan kanadındaki minarelerin tasarıma nasıl
katıldığı anlaşılamamaktadır. Erzurum’daki Çifte Minareli Medrese de ise minare,
portalin iki yan kanadı şeklinde yükseldiği görülmekle birlikte, Sivas Sahip Ata
497
Medresesindeki gibi farklı malzemeyle yan kanatların vurgulandığı ve taçkapı
bordürlerinin kompozisyona katıldığı bir düzenleme yoktur. Ancak Sivas’taki birçok
düzenlemenin Erzurum’da tekrar edildiğine bakılırsa, Sivas’taki Medreseden
etkilendiği açıktır. Bu anlamda, Sahip Ata’nın Konya’daki Camii ve Sivas’taki
Medresesi, Anadolu’daki çifte minareli yapılara model olduğu gibi, diğerlerinden
daha olgun örnekler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ön Cephe, Anadolu Selçuklu Mimarisinde, XIII. yüzyılın ilk yarısında ön
yüz kompozisyonunu tek başına temsil eden taçkapılara, yüzyılın ikinci yarısından
itibaren çeşme, süslemeli pencere, niş, dayanaklar ve köşe kulelerinin eklendiği
görülür1247. Yüzyılın ilk yarısında genellikle, düz işçilik gösteren ön cephe, ikinci
yarıda çeşme, niş vb. elemanlarla zengin bir görünüm kazanmaya başlamıştır1248. Biri
dışında tamamı XIII. yüzyılın ikinci yarısına ait Sahip Ata yapıları, bu yeni tasarım
anlayışının, farklı yapı türlerinde öncülüğünü yapmışlardır. Sahip Ata yapılarının
Ortaçağ’da, gelişen şehir dokuları içinde işgal ettikleri konum, bu yeni önyüz
tasarımında etkili olmuştur. Ortaçağ’da, Sahip Ata’nın Sivas’taki Medresesi kalenin
güney Kale Kapısı, Kayseri’deki Medresesi kale’nin kuzey kapısı, Konya’daki
Medresesi Sultan Kapısı, Camii Larende Kapısı, Mescidi Çeşme Kapısı yakınına yer
almaktaydı1249. Yapıların bulunduğu alanlar, Anadolu Selçuklu şehirlerinin en
önemli alanlarıydı. Bu anlamda, yapıların ilk fark edilecek yeri olan ön cephelerinin
tasarımına, diğer bölümlerden daha fazla titizlik gösterilmiştir. Sahip Ata yapıları
portallerinde, bazı farklılıklar dışında, kendi içinde geometrik bir sistem ve oranın
yakalanmaya çalışıldığını yukarıda ifade etmeye çalışmıştık. Ön cephede, portalin iki
1247
Bayburtluoğlu, a.g.m., s.76.
1248
Bayburtluoğlu, a.g.m., s.82.
1249
Akşehir Sahip Ata Medresesinin de şehrin bugüne ulaşamayan kale kapılarından biri karşısında
olduğu bilinmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. bu çalışmanın Akşehir Sahip Ata Medresesi bölümüne.
498
yanındaki alanları ifade eden yan kanatların da böylesi bir oranla inşa edildiği
görülmektedir. Sahip Ata’nın Sivas’taki Medresesi oranları açısından en gelişmiş
örnektir. Binanın ön cephesinde (Çizim:35), portalle, yan kanatların her birinin
genişliği aynı ölçülerdedir. Klasik Selçuklu portallerinde görülen en ve boy
arasındaki 2/3 oranı burada kesin bir ölçüde sağlanmış, dolayısıyla, ön cephe üç eşit
parçaya ayrılmıştır. Kayseri Sahip Ata Medresesinde portal, avlu ve ana eyvan
aksında olmasına karşın, ön cephenin 11 cm. kadar doğusuna kaymıştır (Çizim:29).
Sahip Ata’nın Konya’daki Medresesinde portal, yapı kütlesinin ekseninde olmasına
karşın, kuzeybatısına eklenmiş mescit sebebiyle ön cephede kuzeye doğru kaymış
durumdadır. Sahip Ata’nın ilk medresesi olan Akşehir’deki yapıda da tıpkı
Konya’daki Medresede olduğu gibi kuzeybatısındaki mescidin varlığından ötürü
portalin ön cephe aksından kaydığı görülür. Konya’daki yapının portali, mescit göz
ardı edildiğinde hemen hemen ana eksende yer almasına karşın, Akşehir’deki
medresenin portali ne mescitle ne de mescit olmadan ön cephenin aksında yer almaz.
Buna karşın tüm Sahip Ata yapılarında portal, avlu ve ana eyvanın aynı aks üzerinde
bulunmasına azami dikkat gösterilmiştir. Konya’daki Sahip Ata Hânkahının portali –
mevcut durumuyla- ön cephe aksından güneye kaymıştır (Çizim:14). Bu binada
karşılaştığımız yeni bir durum, portalin güneyindeki 2, kuzeyindeki 3 adet basık
kemerli derin niştir. Devrinde dükkân olarak kullanıldığı anlaşılan bu nişler, dini bir
yapının ön cephesinde ticari amaçlara yönelik bir düzenleme yapılması açısından
dikkat çekicidir. İshaklı’daki Hanın ön cephesinde portalin yan kanatları birbirine
eşit ölçülerdedir. Buna karşın yan kantların her biri dairesel payandalarla eşit
olmayan iki parçaya ayrılmıştır. Bu konuda, Sahip Ata’nın Konya’daki Camisi,
Mescidi, Hamamı, Buzhanesi ve Ilgın’daki Kaplıcasını, ön cepheleri günümüze aslî
haliyle ulaşamadığından değerlendiremiyoruz. Anadolu Selçuklu dönemi eserlerinde
499
özellikle hanlarda, yapı ön cephe görünümünü etkileyen ve kale etkisi uyandıran
payandalar, XIII. yüzyılın ilk yarısında kare veya dikdörtgen, yüzyılın ortalarından
itibaren daire kesitlidir. Yüzyılın ikinci yarısında dilimlenmeye ve süslenmeye
başlayan payandalar, özellikle 1270’lerden sonra ön cephe kompozisyonunun
değişmez bir öğesi olmuştur1250. İshaklı’daki Sahip Ata Hanının -yüzyılın ilk yarısına
ait çağdaşı diğer örneklerde olduğu gibi-, köşelerde kare, cephelerin ortalarına denk
gelen noktalarda dairesel planlı payandalar görülür. Sahip Ata’nın Konya’daki
Camisinde yapılan kazı ve sondajlar neticesinde payanda temeli olabilecek bir ize
rastlanmamıştır1251. Konya’daki Medrese ve Hânkah’ta ayrıca Akşehir’deki
Medresede de payandaya dair bir iz yoktur. Kayseri Sahip Ata Medresesinde ise
merkezi, duvar köşesiyle çakışan, dairesel planlı iki payanda ön cephenin köşelerinde
yer alır. Payandanın kare planlı oturtmalığı, ön cephe çerçeve şeridi hizasında
sekizgene dönüşmüştür. Dairesel planlı gövdenin cepheyle bitiştiği köşelerde, ön
cephenin tamamını süsleyen halat örgülü süslemenin yer alır. Yan kanatları altta,
üstte ve iki yanda kuşatan profilli bu silme, iki payandayı, üstte ve altta dairesel
forma uygun olarak dolaştıktan sonra, iki yanda cephenin silmelerine bitişik olarak
sınırlar. Silme ve payandanın, binanın diğer cephelerinde kullanılmaması, bilinçli bir
tercihe işaret etmektedir. Sivas’taki Sahip Ata Medresesinde kuzey ve güneyde dört,
giriş cephesinde iki payanda yer alırken, doğu cephede payanda bulunmadığı
görülür1252. Tamamı dairesel planlı payandalardan, sadece ön cephenin iki köşesinde
1250
Baybutrluoğlu, a.g.m., s.80.
1251
Tuncer, Anadolu Selçuklu Mimarisi…, s.56.
1252
Harap durumdaki doğu cephenin aslî durumuna ilişkin tartışma için bkz. bu çalışmanın Sivas
Sahip Ata Medresesi ve Çeşmesi bölümüne.
500
yer alanlar süslenmiştir1253. Yüksek kabartmalarla süslenmiş ve ¾ oranında köşeye
bağlanan, yarım daire planlı payandalar, aynı bezemeye sahip olup, iki silmeyle üç
bölüme ayrılmıştır. Payandanın bugün bir kısmı toprağın altında kalmış olan kaide
kısmı, küçük sivri kemerlerden oluşan bir kuşakla süslenmiştir. Bu kemerlerin
sağlam kalabilenlerinden anlaşıldığına göre, iç kısımları hayat ağacı motifi; kemer
araları ise palmet-rumî kombinasyonu ile süslenmiştir. Kaideden orta bölüme kadarki
ikinci kuşakta ise, dokuz sıra halinde bitkisel bir süsleme görülür. Kompozisyon,
lotus palmetlerden teşkil edilmiş olup, palmetler lotuslara göre daha yüksek kabartma
halinde işlenmiştir. Payanda tepeliğine kadarki son bölümde ise, üç dilimli kemerler
yedi sıra halinde ve baklava dilimi oluşturacak şekilde düzenlenmiştir. Sivas’ta 1271
tarihinde tamamlanan Çifte Minare ve Buruciye Medreselerinin ön cephelerinde yer
alan payandalar Sahip Ata Medresesindeki dairesel kesitli köşe kulelerinin aksine
dilimlidir. Süslemeler, Sahip Ata Medresesinde geleneksel palmet ve rumî
kombinasyonuna dayanırken, Sivas’ın 1271 tarihli diğer iki yapısında köşe kuleleri
“demet payeler”1254 biçimindedir. Ön cephede görülen profilli veya düz silmeler,
subasman taçkapı ve destekler arasında bir pano oluştururlar1255. Bu anlamda bir
düzenleme, Sahip Ata yapılarından sadece ikisinde görülür. Kayseri Sahip Ata
Medresesinin ön cephesinde görülen kaval silmelerden oluşan halat örgüye benzer
biçimli çerçeve, içerisindeki daha ince profilli ikinci bir silmeyi çevreler. Portali iki
yanda sınırlayan bu süsleme, yan kanatları, alttan üstten ve iki yandan çerçevelerken,
cephenin iki köşesindeki payandaları da kuşatır. Süslemenin benzerine, Konya
1253
Kuzey cephede batıdan itibaren ikinci payandanın sadece zeminden 1 m.ye kadarki bölümünün
süslendiği diğer bölümlerinin sade bırakıldığı görülür. Bu durum ilk aşamada diğer payandaların da
süslenmek üzere tasarlandığı, ancak hızlı inşaatın bir sonucu olsa gerek bahsedilen payanda ve geri
kalanının süslenmesinden vazgeçildiği anlaşılmaktadır.
1254
Ögel, a.g.e., s.65-67.
1255
Tuncer, a.g.e., s.58.
501
Küçük Karatay (Kemaliye) Medresesi (1250–51)1256nin portalinde rastlamaktayız.
Sivas Sahip Ata Medresesinde, portali ve yan kanatları çevreleyen süsleme
bordürlerinin, ön cephede yer alan çeşme ve pencere gibi diğer unsurları da dolaştığı,
böylece ön cephenin bir bütün olarak algılandığı bir kompozisyonla karşılaşılır
(Çizim:35). Her iki yan kanadı iki yanda, üstte ve altta dolaşan bordürlerin
süslemelerinde farklılık görülmektedir. Yan kanadın güney bölümünde, dört yandan
bölümü çepeçevre dolaşan çift sıra bordüre karşın, kuzeyde sadece üst bölümde –
üstelik güneydekinden farklı bir süslemeye sahip- süsleme bordürü yer alır. Güneyde
biri enli diğeri daha dar iki bordür, üst ve iki yan kenarı kuşatırken, alt kenarda,
dıştaki dar bordürün, alttaki pencereyi de kuşatacak şekilde düzenlendiği görülür.
Bordürler boyuna olmakla birlikte buradaki süslemeler enine gelişen bir şekilde
teşkil edilmiştir. Bordürlerde, palmet-rûmî kombinasyonundan gelişen bir süsleme
vardır. Cephenin kuzey bölümünün iki yan ve alt kenarında bordür bulunmadığı
görülmektedir. Üst kenarda ise mukarnas kavsaralı bir frizin hemen altında, bitkisel
karakterli biri enli diğeri dar iki bordür bulunur. Bu bordürlerdeki süslemelerin,
güney bölümdeki bordür süslemelerinden farklı bir karakterde olmakla birlikte yine
enine gelişmiş bir palmet-rûmî kombinasyonundan oluştuğu görülür. Ayrıca
mukarnaslı friz1257 sadece kuzey bölümde karşımıza çıkar. Bu durum, giriş
1256
Konya Küçük Karatay Medresesinin günümüze ulaşamayan portalinin eski bir fotoğrafı için bkz.
Kuran, Anadolu Medreseleri…, s.108, Resim 262.
1257
Giriş cephesinin iki yan bölümünün saçak yükseklikleri kontrol edildiğinde, güney kesimin daha
düşük seviyede bulunduğu, bu durumun tahribat sonucu zamanla oluştuğu, aslî halinde ise güney
kesiminde tıpkı kuzeydeki gibi mukarnaslı bir frizle sonlandığı rahatlıkla söylenebilir. Aynı durumu
Sivas’taki Çifte Minareli Medrese de görmekteyiz. Giriş cephesinin güneyi mukarnaslı bir friz ile
sonlanırken kuzey kesimin üst bölümünün yıkılması sonucu friz görülmemektedir. Kanaatimizce giriş
cephesi, Bayburtluoğlu (a.g.m., s.100) nun, belirttiği gibi dendanlı olarak düzenlenmemiş, dendan
sadece portalin üzerinde yer almıştır. Nitekim çeşitli zamanlardaki kazı ve sondajları neticesinde
sadece bir dendan ele geçirilmesi de bu duruma karine teşkil eder.
502
cephesinde süsleme ve mimarinin geneline hâkim simetriye, bordürlerin sayıları ve
süslemeleri konusunda çok da uyulmadığını gösterir1258. Buna karşın ön cepheyi tüm
elemanlarıyla bir bütün olarak algılayan anlayışın tasarıma hâkim olduğu açıkça
görülmektedir. Bu anlayışın 1291’lere tarihlenen Erzurum Çifte Minareli
Medresesinde kaval silmelerden oluşan profilli bir silmeyle, 1271 tarihli Sivas Çifte
Minareli Medresede bitkisel karakterli enli bir bordürle, aynı tarihli Sivas’taki
Buruciye Medresesinde ise üzerinde Kuran-ı Kerim’den ayetler bulunan yazı
bordürüyle sürdürüldüğü anlaşılmaktadır.
Çeşme, Ön cephenin yan kanatlarda yer alan önemli unsurlardan biri de
çeşmelerdir. Erzurum Sivas ve Kayseri yöresindeki eserlerde ve XIII. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren görülmeye başlanan çeşme, genellikle taçkapının bir yanına
yerleştirildiği, çoğunlukla basit silme veya dekoratif bordürlerle çerçevelendiği bir
nişle belirlenmiştir1259. Portal üzerinde yer alan çeşme örneğinin tek örnek, Konya
Sahip Ata Camisinde bulunmaktadır (Çizim:11). Portali ve iki yan kanadını
çevreleyen bitkisel bordür, altta, subasman seviyesinde yuvarlatılmış bir şekilde
nihayetlenir. Ortası delikli bu bölüm çeşmenin emziğidir. Çeşmenin haznesi ise
portalin yan kanatların da yer alan sivri kemerli ve mukarnaslı açıklıkların gerisinde
yer alır. Portalin basık kemerinin küçük bir modeli şeklindeki bu açıklıları, en dışta
su ve temizlik ilgili ayetlerin yer aldığı yazı bordürleri kuşatır. Burada, çeşmenin
portal kütlesinin içinde tasarlanıp, değerlendirilmesi açısından başarılı ve daha
sonraki yıllarda başka bir örneğini göremediğimiz bir uygulama söz konusudur. Ön
cephede çeşme uygulamasının başka bir örneği, cephe yan kanatlarında yer alan ve
1258
Nitekim aynı tarihli Sivas Çifte Minareli Medresenin giriş cephesinde, portalin iki kenarındaki
gerek payanda süslemeleri, gerekse bordür sayısı ve bordür süslemelerinde asimetrik bir düzenleme
ile karşılaşmaktayız.
1259
Bayburtluoğlu, a.g.m., s.83.
503
portalin küçük bir modeli niteliğindeki bağımsız çeşmelerdir. Bu tip çeşmelere sahip
yapılardan bazıları Erzurum Çifte Minareli Medrese (1291), Tokat Mahperi Hatun
Hanı (1238-46) ve Beyşehir Eşrefoğlu Camisi (1296-99) dir. Aslî halinde yıkılan
Kayseri Sahibiye Mescidinin cephesinde yer aldığı anlaşılan çeşme1260, bugün Sahip
Ata Medresesinin doğusunda bulunmaktadır. Üç profilli silmeyle çevrelenen
dikdörtgen planlı ve üstü yarım daire biçimli bir örtülü nişin kemer karnında kitabe
taşı yer alır. Sivas’taki Sahip Ata Medresesinin ön cephesinde yer alan çeşme ise
bugün orijinal yerindedir. En dışta bitkisel bir süsleme bordürüyle çerçeve içine
alınmış olan çeşme üç dilimli bir kemere sahiptir. Kemer köşelikleri, benzerini
Konya Sahip Ata Camiinde gördüğümüz geçmelerden oluşan geometrik bir motifle
süslenmiştir. En üstte çift satır halinde kitabesi yer alan çeşmenin, üç dilimli
kemerinin ortasında, su temin edilen üç delik bulunmaktadır. Çeşmenin arkasında
kalan mekân, medresenin abdesthanesidir. Yapıda gerçekleştirilen kazılar neticesinde
çeşmeye getirilen suyun, içerde abdesthanede kullandıktan sonra, avlu ortasındaki
çeşmeye götürüldüğü ve buralarda kullanıldığı anlaşılmıştır.
Pencereler; Ön cephede XIII. yüzyılın erken dönemlerinden mazgal biçimli
veya dikdörtgen çerçeveli, sivri kemerli pencereler görülürken, süslemeli ve
boyutları büyütülmüş açıklıkların yüzyılın ikinci yarısından itibaren arttığı tespit
edilmektedir1261. Sahip Ata’nın 1249 tarihli İshaklı Hanında ön cephede mazgal
biçimli pencereler görülürken 1271 tarihli Sivas’taki Medresesindeki büyük boyutlu
pencereler arasında bu değişim rahatlıkla tespit edilir. H.Karamağaralı, Konya Sahip
Ata Camisinde aslî halinde bir mahfil katı bulunması gerektiğini bu yüzden ön
1260
Bu konudaki geniş tartışma için bkz. bu çalışmanın Kayseri Külliyesi bölümüne. Ayrıca Sahip
Ata’nın Akşehir’de yıkılan Hânkahının bir zamanlar cephesinde yer alan bir çeşmenin varlığından da
haberdarız. Bakınız bu çalışmanın Akşehir Külliyesi bölümüne.
1261
Bayburtluoğlu, a.g.m., s.83-84.
504
cephede
üst
kotta
pencereler
olabileceğini
belirtmiştir.1262
Sahip
Ata’nın
Kayseri’deki Medresesinin ön cephesi masif tutulmuş, Konya’daki Medresesinde ise
portalin kuzeyindeki mekânın muhdes açıklıkları bir yana bırakılırsa, pencere
açıklığı bulunmamaktadır. Sivas’taki Medresede ise ön cephede dört pencere açıklığı
yer alır. Bunlardan altta ve daha büyük boyutlu olanları, girişin iki yanındaki mescit
ve Dâr’ul Kurrâ mekânlarına açılmaktadır. Üstte ve daha küçük boyutlu olanlar ise
bugün kapatılarak iptal edilmiştir. Alt ve üst kottaki açıklıklar simetrik olarak
yerleştirilmiş olup, alttaki büyük pencerelerden mescit mekânına açılanı üzerinde,
eğitimle ilgili hadisin yer aldığı bir yazı bordürü bulunur. Bunun simetriğinde
süslemesiz bir bordür, açıklığı çerçevelemektedir. Ön cephenin yan kanatlarından
güneyde olanında alt kotta bir mazgal bir pencere yer alır ki, bu, simetrik anlayışı
bozan tek öğedir. Ancak bu açıklığın gerisindeki mekânın aydınlatılması konusu,
mimarı zorladığı ve simetriyi bozma pahasına böylesi bir düzenlemenin
gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Ön cephesinde bu tür bir pencere düzenlemesinin
bulunduğu dönemin diğer yapıları arasında, Amasya Bimarhane (1308–9), Sivas
Çifte Minareli (1291) ve Buruciye Medreseleri (1271), Karaman Hatuniye Medresesi
(1382) ile Beyşehir Eşrefoğlu Camisini (1296–99) sayabiliriz. Bunlardan Sivas’taki
Buruciye Medresesinde pencerelerin yerleştirilişi konusunda simetrik kaidelere daha
kesinlikle uyulduğu görülürken, Çifte Minareli Medresede pencere dışında cephede
yer alan nişlerin, simetriyi bozduğu tespit edilmektedir.
Minare, Minare, Anadolu’dan önce şekillenmiş ve bir gelişme geçirmiş,
doğu ve batı İslâm ülkelerinde yerli malzeme ve mimari üslupları aksettiren bir
çeşitlilikle inşa edilmiştir. Anadolu’daki XIII. yüzyıl minarelerine genel olarak
bakıldığında, ilk yarıya ait minarelerin genellikle yapıdan bağımsız, ikinci
1262
Karamağaralı, “Sahip Ata Cami’nin Restitüsyonu…”, s.49.
505
çeyreğindeki bazı örneklerin yapının herhangi bir köşesine eklendiği, ancak yapı ile
tam manasıyla kaynaştırılamadığı görülmektedir. Yüzyılın üçüncü çeyreğinde ise
portal kompozisyonu ile birlikte tasarlanan minarelerin yapıyla bütünleştiği tespit
edilmektedir1263. Sahip Ata’nın yaptırdığı eserler içinde minareli dört örnek
bulunmaktadır. Bunlardan Akşehir Sahip Ata Medresesi ve Konya Sahip Ata
Medresesindekiler, yapının bir kenarına eklenen minarelerdir. Konya Sahip Ata
Camisi ve Sivas Sahip Ata Medresesinde ise portal kütlesinin iki yanına bitişen
minareler söz konusudur. Dört minarede dikdörtgen prizma şeklinde kaidelere
otururken, bunlardan Konya’daki Camide ve Sivas’taki Medresede, portalin yan
kanatlarını ihtiva eden payandalar, kaide vazifesini görür ve portal kütlesiyle aynı
yüksekliktedir. Dört minareden Akşehir’deki Medresenin kaidesi, kesme taş
başlayıp, üst kısmı tuğlayla sonlanmıştır. Konya Sahip Ata Camii ve Medresesinde
ise minare kaideleri yapıyla aynı cins taştan inşa edilmiştir. Sivas Sahip Ata
Medresesinde ise portalin beyaz mermeriyle bir karşıtlık oluşturacak şekilde minare
kaidelerinde gri renkli mermer kullanılmış olup, böylece, minare kaidelerinin
cephedeki konumu daha belirgin hale getirilmiştir. Akşehir’deki Medresenin
minaresinde pabuç kullanılmadan gövdeye geçilmişken, Sahip Ata’nın Konya’daki
Camii ve Medresesinde ve Sivas’taki Medresesinde minarelerin pabuç kısmı, üst
köşeleri çıkıntılı küp şeklindedir. Burada yarım piramidal dört çıkıntı, kübik kütleyi
takip eden ikinci bir kütle meydana getirir, böylece küpün sekizgene dönüşmesini ve
gövdeye yumuşak bir geçişle bağlantısını sağlar. Sahip Ata Camiinde ise bu ikinci
kütlenin köşeleri pahlıdır1264. Anadolu Selçuklu Mimarisinin klasik çağı olarak
nitelendirilebilecek olan XIII. yüzyılda, ilk yarısındaki silindirik gövdeli minarelere
1263
Bakırer “XIII. Yüzyıl Tuğla Minarelerin…”, s.361.
1264
Bakırer, a.g.m., s.346.
506
nispetle ikinci yarısında, dilimli ve prizmal çıkıntılı eklemeler yapılarak daha önce
görülmeyen çokgen şekilli gövdeler meydana getirilmiştir1265. Bugünkü İran
coğrafyasında bulunan Türk eserleri incelendiğinde çokgen gövdeli minareye sadece
Jar Kurgan’ı örnek verebiliriz1266. Sahip Ata’nın yüzyılın ilk yarısına ait
Akşehir’deki Medresesinde gövde silindiriktir. Konya’daki Sahip Ata Camisinin
minare gövdesi ise onaltı dilimlidir. Burada üç yarım daire dilimini, aynı genişlikte
bir prizmal bir çıkıntı takip eder. Konya ve Sivas’taki Medresede ise sekiz dairesel
dilimi, bunların aralarındaki girintileri dolduran ince kaval silmelerle ayrılmıştır.
Dilimlerin hepsi dairesel olmayıp, bir prizmal çıkıntı, bir daire dilimi olarak sıralanır
ve aralarında geniş kaval silmeler yer alır. Anadolu Selçuklu Mimarisinde çifte
şerefeli üç yapı vardır1267. Bunlardan ikisi Sahip Ata’nın baniliğini yaptığı Akşehir
ve Konya’daki medreselerin minareleridir. Bugün çift şerefeli olarak onarılan
Akşehir’deki Medresenin minaresinin, geçen yüzyıla ait fotoğraflarından1268 tuğladan
iki şerefesi olduğunu tespit etmekteyiz. Söz konusu fotoğraflardan ilk şerefenin
kesilerek örüldüğü ikinci şerefenin ise üç kademe yapan tuğla kirpi saçaklı olduğu
anlaşılmaktadır. Gövdenin şerefelerle ayrılan bölümlerinin farklı süslemelere sahip
olduğu tespit edilebilmektedir. Şerefe kapılarından ilki güneye diğeri güneybatıya
1265
Bakırer (a.g.m.,s.349.), minare gövdelerindeki bu değişimi, bir zevk değişikliği veya yeni bir
modanın hakîm olması şeklinde değerlendirirken, bu konudaki temel belirleyicinin, bölgesel
özelliklerden ziyade, yapan ve yaptıranın seçimi olarak açıklar.
1266
Bakırer (a.g.m., s.350.), İran’da bu tip minarenin tek örnekle sınırlı kaldığını, buna karşın XI.
Yüzyıldan itibaren bölgede çokgen dilimli gövdelere sahip türbelerin yaygın olduğunu belirtir. Bakırer
bu anlamda bir orijin aramak gerekirse, minarelerden ziyade türbelerin gösterilebileceğini,
Anadolu’daki oluşumda direkt etki aramak yerine bazı elemanların seçilip değiştirilerek kullanıldığı
fikrini benimsemenin doğru olacağını ifade eder.
1267
Y.Önge, (“Çift Şerefeli Selçuklu Minareleri”, Önasya, C.5, S.50, Ankara 1969, s.10–11, 22.)
Konya Hatuniye Mescidi, Akşehir Sahip Ata Medresesi ve Konya Sahip Ata Medresesinin
minaresinin çift şerefeli olduğunu belirtir.
1268
Sarre, Reisen in…,Taf XII.
507
açılmaktadır. Şerefe altlarının orijinal süslemesi hakkında fotoğraflardan bizlere
ulaşan tek iz, şerefenin gövdeye bağlandığı kısımdaki konkav biçimli çinidir.
Konya’daki Medresenin minaresi, 1901 yılında ilk şerefeye kadar yıkılmıştır.
Binanın XIX. yüzyıla ait fotoğraflarından geometrik bezemeli taş korkuluklara sahip
çift şerefesi olduğu görülmektedir. Fotoğraflarda sıvayla bezenmiş ilk şerefenin
altının, yakın tarihlerde yapılan onarımlarla kare ve dikdörtgen çinilerle süslü olduğu
tespit edilmiştir. Eski fotoğraflarından ikinci şerefe altının da çinili bir kuşak
üstünde, üç sıra stalâktitli çinilerle süslü olduğu görülmektedir. Y.Önge, çift şerefeli
minarelerde, iki şerefe arasındaki bölümün uzunluğunun, pabuçla ilk şerefe
arasındaki kısmın uzunluğunun iki katı olduğunu ve bu matematiksel oranın üç
yapıda da mevcut olduğunu belirtir1269. Sivas’taki Medrese ve Konya’daki Camiinin
tek şerefesi olup, bunlar muhdestir. Petek kısmının orijinal durumunu bildiğimiz tek
Sahip Ata yapısı Konya’daki Medresedir. Binanın XIX. yüzyıla ait görüntülerinde
petek kısmının, gövdeden daha ince, ancak yine sekiz dilimli ve çapraz yönde
düzenlenmiş çinilerle süslü olduğu görülmektedir. Külah ve âlemleri orijinal
gelebilmiş Sahip Ata minaresi yoktur. Sözen, Akşehir’deki minarenin yatay ön cephe
görünümünü, düşey bir çizgiyle dengelediğini belirtir1270. Benzer durum, medrese ve
mescidin aynı tasarım içinde değerlendirildiği Sahip Ata’nın Konya’daki Sultan
Kapısı karşısında yer alan külliyesinde de görülmektedir. Burada, mescitle medrese
arasındaki minare, ön cephenin yatay etkisini düşey bir çizgiyle dengeler.
Bakırer, XIII. yüzyılın ilk ve ikinci yarısına ait minarelerin süslemeleri
arasında hem şekil, malzeme teknik hem de konum olarak farklılıklar olduğunu
1269
Önge, a.g.m., s.22.
1270
Sözen, Anadolu Medreseleri…, s.27.
508
belirtir1271. Kesme taştan kaideleri bulunan minareler içinde özel bir süsleme alanı
belirlenmiş dört yapı vardır. Bu yapılar, Sahip Ata’nın Konya’daki Cami, Medresesi
ve Sivas’taki Medresesi ile Erzurum’daki Hatuniye Medresesi’nin minareleridir. Söz
konusu minarelerden üçü, portalin yan kanatlarında yer alırken, ön cephede bağımsız
bir şekilde konumlanan diğer minare, Konya Sahip Ata Medresesindedir. Burada,
kaidenin doğu yüzünde kapalı geometrik bir kompozisyon bulunur. Boyuna
dikdörtgen bir sahayı meydana getiren kalın silmenin, dıştaki panoyu oluştururken
aynı zamanda yatay eksende, köşelerde düğüm ve geçmelerle birbirine bağlandığı ve
içteki iki sivri kemerli sahayı kat ettiği görülür. Sivri kemerli sahanın ortasında ise
merkezde bulunan, dik eksen üzerinde, üst üste konumlanmış palmetlerden rumîlerin
çıktığı boyuna gelişmiş, açık bir bitkisel kompozisyon yer almaktadır. Burada dikkat
çeken nokta palmetlerin alttan yukarıya doğru gittikçe daha kabarık işlenmesidir.
Alttan itibaren gitgide daha kabarık işlenen palmetlerden yatay eksende olanı
diğerlerine göre daha büyük ve tepesine doğru eğilmiş1272 bir şekilde işlenmiş, esas
itibarıyla sathî bir bitkisel süsleme olan kompozisyonun en dikkat çekici noktasını
oluşturmuştur. Portalin yan kanatları şeklinde konumlanmış minarelerde ise
taçkapıyla beraber tasarlanmalarından ötürü, portal cephesindeki süslemenin
kaidelere taşındığı ve böylece kompozisyonun birbiriyle kaynaştığı görülür.
Konya’daki Sahip Ata Camisinde, zeminden yukarıya doğru, tabanda devşirme lahit
taşları, çeşme pencereleri ve geometrik geçmelerden müteşekkil sivri kemerli minare
penceresi1273, portalin dış bordürüyle içte sınırlanmış, böylece aynı tasarım içerisine
1271
1272
Bakırer, a.g.m., s.361.
Portalde görülen sathi zemin üzerine plastik karakterli motiflerle kompozisyon teşkil etme
anlayışını burada da görmekteyiz.
1273
Aynı geometrik şema, Kölük bin Abdullah’ın diğer eseri Konya Sahip Ata Medresesinin kavsara
köşeliklerinde de yer almaktadır.
509
dâhil edilmiştir. Sivas Sahip Ata Medresesinde ise ucu iki yanda perde motifiyle
nihayetlenmiş iki kaval silme, iki minarenin kaidesini de boyuna dikdörtgen bir
kartuşun içersine almıştır. Bu silmeler üstte, ortadaki palmete iki yandan bağlanan
yarım rumîlerden müteşekkil bitkisel kompozisyonun iki ucuna bağlanır. Bu bitkisel
şemanın altında bir yazı kartuşu, onun da altında, minare pencerelerini ihtiva eden ve
ortadaki sekiz kollu yıldız şemasından oluşan geometrik kompozisyon bulunur. En
altta ise hayat ağacı motifiyle, ortasında dairesel bir kartuş içinde hadis-i şerif yazılı,
sekiz kollu yıldız kompozisyonu yer alır. Akşehir Sahip Ata Medresesinde ise
süslemesiz kaidenin alt kısmı devşirme mermer taşlardan üst kısmı ise tuğladandır.
Sahip Ata’nın Akşehir’deki Medresesi hariç minarelerin pabuçları tuğladandır.
Konya Sahip Ata Camindeki kare planlı pabucun ön cepheye bakan yüzü, turkuaz
çinilerle meydana getirilmiş ve yüzeye 45° lik açıyla yerleştirilmiş bir yazı
kompozisyonuyla süslemiştir. Bu yazı kompozisyonlarının diğer örneğine, Sivas
Çifte
Minareli
Medresenin
minarelerinin
medreseye
bakan
yüzlerinde
rastlamaktayız. Konya Sahip Ata Medresesinin tuğla pabuç kısmında ise enine
dikdörtgen bir pano bulunur. Konyalı, burada bir zamanlar çinili bir kitabenin yer
aldığını, ancak XX. yüzyılın başlarında sökülerek çalındığını belirtir1274. Anadolu’da
kitabeli diğer minare örneği, Konya Hatuniye Mescididir. Sivas Sahip Ata
Medresesinde ise pabucun ön ve yan yüzlerinin, içinde, dairesel panoların bulunduğu
kare bölümlere ayrılmıştır. Günümüze büyük ölçüde tahrip olmuş bir vaziyette
ulaşan pabuçta, hem ortadaki dairesel bölümlerin, hem de onu kuşatan enli
bordürlerin çinili olduğu anlaşılmaktadır. Benzer bir modelini Erzurum Çifte
Minareli Medresesinde gördüğümüz kompozisyonda, ortadaki dairesel madalyon ve
1274
Konyalı, a.g.e., s. 810. Bu konudaki ayrıntılı bilgi için bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata
Medresesi bölümüne.
510
çevresindeki bordürün çinilerden müteşekkil olduğu tespit edilmektedir. Sivas Sahip
Ata Medrese, Erzurum Çifte Minareli Medrese ve Sivas Çifte Minareli
Medresesinde, pabuçtan köşelerdeki üçgen biçimli prizmatik çıkıntılarla gövdeye
geçilen bölümde, sivri kemerli küçük nişler dikkati çeker. Yüzeyi turkuaz ve siyah
çinilerden oluşan bitkisel karakterli kompozisyonlarla süslü bu nişler, Erzurum Çifte
Minareli ve Sivas Sahip Ata Medresesinde ana akslara birer gelecek şekilde dörder
adet, Sivas Çifte Minareli Medresede sekiz adettir. Sahip Ata’nın Konya’daki ve
Sivas’taki Medresesinde minarelerin dilimli gövdeleri, turkuaz renkli mozaik
çinilerden oluşan kabarık silmelerle birbirinden ayrılmıştır. Dilimlerin yüzeyi ise
hem bu iki bina, hem de Akşehir’deki Sahip Ata Medresesinde, turkuaz ve siyah
çinilerden oluşan zigzag ve zigzag geçmeleri veya baklava dilimlerinden müteşekkil
geometrik kompozisyonlarla süslenmiştir. Konya Sahip Ata Camiinde ise üçgen
kesitli turkuaz mozaik çiniler, gövdenin yüzeyini süslemektedir. Şerefe altlarında,
Konya’daki Camide üçgen kesitli levha çinilerden oluşan bir kompozisyon
görülürken, Konya’daki Medresede –kalabilen izlerden- kare veya dikdörtgen levha
çinilerden oluşan bir şema yer alır. Sivas ve Akşehir Sahip Ata Medreselerinde ise
orijinal şerefe altlarının süslemelerine ilişkin bilgiye sahip değiliz.
Mimarını belirleyebildiğimiz dört Sahip Ata Yapısı bulunmaktadır.
Bunlardan Konya’daki Sahip Ata Camii ve Medresesi Kölük bin Abdullah’ın,
Ilgın’daki Kaplıca ve Sivas’taki Medrese Kaluyan el-Konevî’nin eseridir. Anadolu
Selçuklu Mimarisinin en önemli sanatçılarından olan Mimar Kölük bin Abdullah’ın,
bu iki Sahip Ata binasının dışında, 1927 yılında yıkılmış1275 olan 1237 tarihli
Nizamiye Medresesi(Nalıncı Baba Türbesi-Tekkesi) nin mimarı olduğu günümüze
1275
Sönmez, a.g.e., s.270.
511
ulaşabilen kitabesinden1276 anlaşılmaktadır. Ş.Uzluk1277, Yazma Anonim Karaman
Tarihi’ni kaynak göstererek günümüze ulaşamayan Konya yakınlarındaki Felekabat
Sarayı’nın inşası ve Konya Alâeddin Köşkü’nün tamirini de Kölük’e mal eder.
Uzluk, aynı yazmaya dayanarak Kölük’ün, II. Kılıçarslan Türbesi’nin mimarı olan El
Cuhî’nin öğrencisi olduğunu belirtir1278. L.Mayer, mimarın ismi konusunda Kelûl,
Kalûs, Malluk şeklinde değişik önerilerde bulunmaktadır1279. Ancak mevcut iki usta
kitabesinde de “Amel-i Kölük”, “bin Abdullah” tabiri rahatlıkla okunabilmektedir. Bu
yanlış okuma Kölük’ün, Antalya Surlarını tamir eden Kelükyan bin Sinbad ve Sahip
Ata’nın Sivas’taki Medresesi ve Ilgın’daki Kaplıcasını yapan Kaluyan el Konevî ile
karıştırılmasına sebep olmuştur. Tuncer, Divan-ı Lûgat-i Türk’te “Kelük” veya
“Kaluyan” sözcüklerine rastlanmamasına karşın, E.Esin’den naklettiği bilgiye göre
Külüg/Kölük tabirinin kahraman ve cesur anlamına gelen Türkçe bir tabir olduğunu
belirtir1280. Konyalı, Kölük ve Kaluyan’ın aynı kişi olduklarını, Hıristiyan olduğu
yıllarda Kaluyan ismini kullandığını ve Antalya Surlarını imal ettiğini, Müslüman
olduktan sonra ise Kölük ismiyle, Sahip Ata Camiini ve Medresesini yaptığını ifade
etmektedir1281. Sönmez, Antalya Surlarında ismi geçen Kaluyan bin Sinbad’ın,
mimardan ziyade, inşaatın mutemet adamlarından biri olabileceğini belirtir1282 ki, bu,
1276
Kitabenin Arapça okunuşu için bkz. Konyalı, Konya Tarihi…, s.884.
1277
Ş.Uzluk, “Felekâbât Sarayı Konya’nın Neresinde İdi, Kim İnşa Ettirdi, Çatısını Hangi Mimar
Çattı?” VII. Türk Tarih Kongresi (25–29 Eylül 1970), Kongreye Sunulan Bildiriler, C.I, Ankara 1972,
s.374–381. (380-381)
1278
Aynı yer.
1279
Mayer, a.g.e., s.77.
1280
O.C.Tuncer, “Mimar Kölük …”, s. 110–111.
1281
Konyalı, a.g.e., s.726. Buna karşın, 1256’da Bünyan Ulu Camiinde Kaluyan ismini, 1258’de ise
Konya Sahip Ata Camisinde Kölük bin Abdullah ismini kullanan şahsın, 1271’de tekrar fikrini
değiştirerek Sivas Sahip Ata Medresesinde Kaluyan ismine dönmesi çok da mümkün
görünmemektedir.
1282
Sönmez, a.g.e., s.272.
512
anılan kişinin farklı bir şahsiyet olduğunu ortaya koyan bir tespittir. Mimar Kölük
bin Abdullah’ın Selçuklu Mimarisinde ortaya çıkışı gibi dini ve milliyeti
konusundaki bilgiler de net değildir. Genellikle ihtida etmiş gayri Müslimlerin
kullandığı “bin Abdullah” ismi, mimarın Hıristiyan kökenli olduğunu düşündürür.
Ayrıca Konya Sahip Ata Medresesi ve Mescidinin vakfiyesinde “…mimarın, vakfın
azatlılarından emin kişi” lerden biri olduğunun belirtilmesi, Kölük’ün sonradan
Müslümanlığı kabul etmiş biri olduğu yolundaki görüşleri güçlendirir. Buna karşın
Sönmez, Külük veya Kölük tabirinin Eski Türkçede cesur veya kahraman şeklinde
bir karşılığı olduğunu, bu anlamda ünlü mimarın Türk kökenli bir geçmişe sahip
olabileceğini belirtir. Sönmez, ailesi Anadolu’ya Selçuklulardan önce gelen ve aslen
Türk kökenli olan Kölük’ün, 1250’li yıların başında Müslümanlığı seçerek yeni
ismiyle yapıtlarına imza attığını belirtir1283. Uzluk, El Cuhî’nin Konya Köşkü’nün ilk
mimarı olduğunu, Kölük’ün ise I.Keykubat döneminde ustasının eserini yenilediğini
ifade etmiştir1284. Bu bilgilere, kaynağını birinci elden tetkik edememizden ötürü
şüpheyle yaklaşmaktayız. Ne zaman Müslüman olduğu konusu tartışmalı olsa bile
Kölük’ün, Kuran-ı Kerim’den ayetleri özellikle portal cephelerinde kullanma
konusunda çok yetenekli olduğu açıktır. Nitekim Konya’da inşa ettiği Medrese’nin
portalindeki tasarım, sadece Anadolu’da değil, diğer İslam coğrafyasında da benzer
örneği bulunmayan mükemmeliyettedir. Burada Fetih ve Yasin Sûrelerinden oluşan
iki yazı bordürü, Kölük eserlerinin vazgeçilmez öğesi olan düğümleri çeşitli
noktalarda yineleyerek, kompozisyonun ana belirleyicisi olmuştur. Mimarın bilinen
ikinci binası Konya Sahip Ata Camisi, Anadolu’daki bilinen ilk çifte minareli portal
uygulamasının görüldüğü yepyeni bir tasarıma sahiptir. Tuncer, bu uygulamanın ilk
1283
Aynı yer.
1284
Uzluk, a.g.m., s. 380-381
513
örneği olan Nahcivan’daki Mümine Hatun Külliyesini Kölük’ün mutlaka görmüş
olabileceğini belirtirken, ünlü mimarın bu tasarımı aynen eserine taşımadığını,
Mümine Hatun’da portalin iki yanında bağımsız iki kule gibi duran minarelerin,
Konya Sahip Ata Camiinde ön cephe kompozisyonuyla tamamen bütünleştiğini ifade
etmiştir1285.
Gerçekten
kompozisyonuyla
bu
de
denli
Anadolu
bütünleştiği
öncesinde
bir
yapı
çifte
minarenin
bulunmamaktadır.
portal
İran
coğrafyasındaki bu tip uygulamaların XIV. yüzyıla ait olması, tasarımın tamamıyla
Anadolu’ya özgü ve ilk kez Kölük eliyle uygulanmış olduğuna, buradan İran
coğrafyasına taşınmış olabileceğini gösterir. Bu uygulamanın Anadolu’daki diğer
örnekleri aradan 13 yıl geçtikten sonra Sivas’ta ortaya çıkmıştır. Aradan geçen 13
yıllık süre içinde Sahip Ata’nın Kayseri’deki Medresesinde, Konya’daki Camii veya
Medresede görülen uygulamalardan herhangi birinin tercih edilmemiş olması,
tasarım konusundaki bu tasarrufun baniden ziyade mimara ait olduğunu
düşündürmektedir. Sahip Ata’nın 1267 tarihli Kayseri’deki Medresesi ve 1269 tarihli
Konya’daki Hânkahında görülen ön cephe ve portal tasarımı, Kölük’ün iki eserinden
daha çok, yüzyılın ilk yarısına ait örnekleri hatırlatan bir şemaya sahiptir. Buna
karşın, 1271 tarihli Sivas Sahip Ata ve Çifte Minareli Medreselerin ön cephe ve
portallerinde, Kölük’ün Konya’daki Camiinde meydana getirdiği yeni şemayı tekrar
eden bir uygulama görülür. Bu benzerlikten ötürü kimi araştırmacılar, Sivas Sahip
Ata Medresesinin mimarı Kaluyan’ın, Kölük’ün öğrencisi olabileceğini iddia
etmişlerdir1286. Aralarındaki ilişkiyi kesin olarak bilemesek de Kaluyan el
Konevî’nin, Anadolu’da ilk kez Kölük eliyle uygulanan bir tasarımı –belki de o
dönemde çok sevilen bir mimari modayı- benimseyip, kendi eserine uyguladığı
1285
Tuncer, a.g.m., s. 112.
1286
Aynı yer.
514
kesindir. B.Brend, Sahip Ata’nın 1258’den önce de Kölük’le çalışmış olabileceğini
belirtir1287. Sahip Ata’nın ilk iki eseri olan 1249 tarihli İshaklı Han ve 1250 tarihli
Akşehir’deki Medrese ile Kölük’ün hem 1237 tarihli Nizamiye Medresesi hem de
1258 tarihli Camideki portal kompozisyonları yan yana getirildiğinde, han ve
medresenin farklı bir mimarın eseri olduğu rahatlıkla söylenebilir. Dolayısıyla
Kölük’ün -günümüze ulaşabilen yapılar içinde- Sahip Ata için yaptığı ilk eser bizce,
Konya Sahip Ata Camisi olmalıdır.
Sahip Ata’nın çalıştığı diğer mimar olan Kaluyan el-Konevî’nin, ne zaman
doğduğu, dini ve milliyeti konuları tartışmalıdır. Eflakî, Mevlana’nın yakın dostu
olduğunu belirttiği Kâluyan’ın “... Resim sanatında ve tasvirde eşi ve benzeri
olmayan Rum asıllı bir sanatçı...” olduğunu ifade eder. Menakib el-Arifin’de
Kaluyan’ın ağzından nakledilen başka bir hikâye, ünlü mimarın resim sanatına olan
ilgisi kadar, sonradan Müslüman olduğunu da ortaya koyar1288. Sahip Ata’nın
Ilgın’daki Kaplıcası ve Sivas’taki Medresesinin mimarı olan Kaluyan’ın, Eflakî’nin
ifadelerinden nakkaşlıkta da yetenekli olduğu anlaşılmaktadır. Yetkin, bu ifadelerden
yola çıkarak, Sahip Ata’nın 1283’te yenilenen Türbesinin ve Kayseri Külük Camisi
mihrabının da Kaluyan’ın eseri olabileceğini belirtir1289. Kayseri’deki 1256 tarihli
Bünyan Ulu Camisinin mimarı olan Kaluyan bin Karabuda ile Kaluyan el-
1287
Brend, (a.g.m., s. 160-163) Kölük’ün Konya’daki eserlerinde baskın bir Ermeni etkisi olduğunu,
bu etkilerin Sahip Ata’nın ilk eserleri olan Han ve Akşehir’deki Medresenin portallerinde de
görüldüğünü ifade ederek, söz konusu iki yapının mimarının Kölük olabileceğini ifade etmiştir.
Sadece Kölük portalleriyle Han ve Medresenin portallerinin resimlerine bakarak dahi bu iki yapının
farklı elden çıkmış olduğu rahatlıkla söylenebilir.
1288
Eflakî, a.g.e., s.610.
1289
Yetkin, a.g.e., s.180-182. Sönmez (a.g.e., s.283.) Türbe’nin Kaluyan’ın eseri olduğu yolundaki
515
Konevî’nin aynı kişi olması konusunda araştırmacılar görüş birliğinde değildir1290.
Kaluyan’ın bilinen ilk eseri, Sahip Ata’nın, mevcut kaplıcayı tamir ettirip ona Han
ekleyerek külliye olarak inşa ettirdiği Ilgın’daki yapılarıdır. Han günümüze
ulaşamamıştır. Kaplıca da Osmanlı dönemindeki ilavelerle, aslî
halinden
uzaklaşmıştır. Binanın mimarı, kadınlar kısmı soyunmalığına açılan kapı üzerindeki
usta kitabesinde “Amel-i Kaluyan” şeklinde ifade edilmektedir. Buna karşın, inşa
ettiği diğer bina olan Sivas Sahip Ata Medresesinde ünlü mimar, “Amel-i Üstad”,
“Kaluyan el- Konevî” olarak anılmaktadır. Anadolu’da Kaluyan’dan başka “Üstad” –
mimar olarak- unvanını kullanan üç usta bulunmaktadır: Divriği Kale Camii’nin
ustası Maragalı Hasan bin Firuz, Niğde Alâeddin Camisinin iki ustası Sıddık ve Gazi
kardeşler1291. Bayburtluoğlu, O.Turan’ın yayınladığı bir Selçuklu vesikasına
dayanarak, Sultan tarafından belli alanlarda uzman kişilere, bazı ayrıcalıklar tanıyan
ve büyük “mansıb”lardan biri olan “Sultan üstad’lığının verildiğini, bu unvanın
verildiği kimselerin “irşad” ve “talim” gibi görevleri bulunduğunu belirtir1292.
Kaluyan’ın 1267 tarihli Kaplıca’da sadece “amel-i” unvanını kullanmasına karşın,
1271
tarihli
Medresede
“üstad”
unvanıyla
anılıyor
olması,
bu
yüksek
onurlandırmanın, anılan tarihler arasında ve III. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında
yapılmış olabileceğini düşündürtür. Ön cephesinde, kesin simetrik kuralların
uygulandığı binanın, kendi içinde eşit oranlara bölünmüş olan portali, hem çifte
minareli tipin olgun bir örneği, hem de dönemin süsleme kataloguna ait tüm
motiflerin ustalıkla uygulandığı bir başyapıttır. Kaluyan, Kölük’ün çifte minareli
tipini uygularken, onun eserlerinin adeta bir simgesi olan geçmeli düğümlerin bir
1290
Sönmez (a.g.e., s.282.) ve Tuncer (a.g.m., s. 110) bu iki mimarın aynı kişiler olduğunu belirtirken,
Bayburtluoğlu (a.g.e., s.112) ve Mayer (a.g.e., s.78-79.) farklı kişiler olduğunu ifade etmiştir.
1291
Bayburtluoğlu, a.g.e., s. 83.
1292
Bayburtluoğlu, a.g.e., s. 85.
516
benzerini, cephedeki çeşmenin kemer alınlığında tekrarlamıştır. Kaluyan’ın bilinen
bir öğrencisi yoktur. Ancak onun Sivas’ta Sahip Ata için yaptığı Medrese, özellikle
portaliyle daha sonraki yapılara örnek teşkil etmiştir. Beyşehir’deki 1296–99 tarihli
Eşrefoğlu Caminin portalinde, çerçeve örneklerinin büyük bir kısmı, köşe
sütunceleri, kapı kemerlerinin köşe ve kilit taşları, Kaluyan’ın Sivas’taki eseriyle
büyük benzerlikler taşır. Karaman’daki 1381/2 tarihli Hatuniye Medresesi portali ise
Sivas Sahip Ata Medresesi portaliyle daha açık benzerlikler gösterir. Hoca Numan
bin Ali isimli mimarın eseri olan yapının portalinin çerçeve, köşe sütunları,
mihrabiyeleri neredeyse Sahip Ata Medresesiyle birebir aynıdır. Sahip Ata
Medresesinin kapı üzengi taşlarının üzerinde yer alan ve bir yaprağın üstünde hayvan
başlarıyla teşkil edilmiş kompozisyon, Hatuniye Medresesinde sadece geniş bir
yaprakla yetinilerek tekrar edilmiştir. Çift renkli taş uygulaması da Sahip Ata
Medresesini hatırlatır. Yapıda çifte minareli uygulama dışında, Kaluyan eserindeki
tüm portal detaylarının taklit edildiği bir uygulama söz konusudur1293. Bu örnekler,
Kölükle başlayıp, Kaluyan’ın geliştirdiği plastik etkisi yüksek özel mimari üslubun,
XIII. yüzyılın sonlarında ve XIV. yüzyılda farklı mimar ve banilerce benimsenip
devam ettirildiğini ortaya koymaktadır. Üstat ünvanıyla, öğrenci yetiştirmekle de
mükellef olduğu anlaşılan Kaluyan’ın, Anadolu’da birçok öğrencisi olduğu;
bunlardan Karaman Hatuniye Medresesi ve Beyşehir Eşrefoğlu Camilerinin
mimarının da Kaluyan okulundan yetiştiği anlaşılmaktadır.
Kitabeler, Sahip Ata yapılarına ait kitabeler, gerek bulundukları yer, gerekse
içerik olarak farklılık gösterir. İnşa kitabeleri genelde enine dikdörtgen formlu –
çoğunlukla beyaz mermer malzemeli- olup, Konya Sahip Ata Hânkahı ve Ilgın
Kaplıcasının kitabeleri, üst kısmı üç dilimli kemer şeklinde nihayetlenen boyuna
1293
Ögel, “Bir Selçuk Portalleri…”, s.118.
517
dikdörtgen bir formda sahiptir1294. Ilgın’da bu form ikiz kemer şeklinde düzenlenmiş
olup, iki kemer nişinin arasında bulunan yüzeyin alt kısmına usta kitabesi işlenmiştir.
Sahip Ata’nın erken tarihli yapıları olan İshaklı’daki Han ve Akşehir’deki
Medresenin kitabeleri, portallerinin mukarnaslı kavsaralarının son sırasının altında
yer alırken, Konya’daki Camisi, Kayseri ve Sivas’ta yer alan daha sonraki tarihli
yapılarında, inşa kitabelerinin portal kemerinin üstünde bulunduğu görülmektedir.
Ilgın Hanının kapalı kısmı ve Konya Hânkahında ise portalin sivri tonoz biçimli
kemerlerinin ortasında inşa kitabesine yer verilmiştir. Usta kitabelerinin bulundukları
yer de birbirinden farklılık gösterir. Ilgın’daki Kaplıcada inşa kitabelerinin
bulunduğu kemerler arasına sıkıştırılmış usta kitabesi, Konya Sahip Ata
Medresesinde, portalin üstteki saçaklı bölümünün hemen altında dairesel iki
madalyonun içinde verilmiştir. Kölük bin Abdullah’ın imzası, Konya’daki Camide,
portal yüzeyi yerine yan kanatlardaki çeşme nişinin kemer köşeliklerindedir. Sivas
Sahip Ata Medresesinde ise Kaluyan el-Konevî’nin imzası, portal sütuncelerinin
üzerinde yer alır. Sivas’taki Medresede inşa ve usta kitabesinin dışında, bugün,
onarılan ana eyvanın üzerinde kitabelere de rastlamaktayız. Söz konusu kitabenin
orijinalinde nerede yer aldığını kesin olarak bilememekteyiz. Ancak büyüklüğü
dikkate alınırsa ana eyvan kemer alınlığında yer alması muhtemeldir.
Malzeme-Teknik, Sahip Ata yapılarında görülen inşa malzemesi, düzgün
kesme taş, ince ve kaba yonu taş ile moloz taşın dışında tuğla, mermer ve ahşap
şeklinde olup, taşın ağırlıklı olarak tercih edildiği tespit edilmektedir.
Binaların beden duvarlarında ağırlıklı olarak taşa yer verilirken, mermer de
sıklıkla kullanılmıştır. Kubbe, geçiş elemanları, tonoz, kemer, pencere alınlıkları,
minare gövdelerinde ağırlıklı olarak tuğla; kitabe, bazı portal kavsara ve kapı
1294
Bu formda bir başka kitabeyi Konya Sırçalı Medrese de görmekteyiz.
518
kemerleriyle, çeşme, çeşme hazneleri, sütun başlıkları ve gövdelerinde mermer, bazı
cami örtü, destekleyici sistemlerinde ve kapı kanadında ahşap malzeme
kullanılmıştır.
Düzgün kesme taş, Sahip Ata Hanının tüm cephe duvarlarında, portalde
ayrıca revak ayak ve kemerlerinde görülür. Sarımtrak kesme taş, portalde ve kapalı
kısım revak kemerlerinde, daha açık tondaki kesme taşla birlikte nöbetleşe
uygulanmıştır. Akşehir’deki Medresesinde sadece minare kaidesinde kesme taş
kullanımı vardır. Sahip Ata’nın Konya’daki Cami ve Medresesinde aynı tip kesme
taş kullanılmış olup, söz konusu malzeme sarıya yakın renkte Konya yapılarında
sıklıkla rastladığımız yerli bir taştır. Camide sadece portal nişi ve yan kanatlarında
kesme taş görülürken, medresede portal ve ön cephenin dışında, minare kaidesinde,
havuzda ve avlunun oda kapılarının lento seviyesine kadarki kısmında, kesme taş
malzeme kullanılmıştır. Hânkahta, kitabe ve kapı kemeri de dâhil olmak üzere
portalde, ayrıca ön cephede, Hamamda kadın ve erkekler kısmı kapılarının lento ve
sövelerinde, Kaplıcada ise sadece portalde kesme taş kullanılmıştır. Sahibiye
Medresesinde Kayseri yapılarında sıklıkla rastlanan koyu kahve renkte bazalt
türünden bir taş kullanılmış olup, malzeme bunun dışında, cephe duvarları, saçaklar,
payandalar, -kitabe dışında- portalde, ayrıca revak ayak ve kemerleriyle eyvan
cephelerinde görülür. Sivas’taki Medresenin portal dışında ön cephe beden duvarları
ve saçakta, ayrıca kuzey ve güney cephelerinde koyu renkli bir kesme taş türünün
kullanıldığı görülmektedir.
Kaba yonu taş, İshaklı’daki Han’da kapalı kısmın tonoz örtüsünde ve avlu
revaklarının tonoz örtüsünde, Konya’daki Sahip Ata Mescidinin beden duvarlarının
519
zeminden 1.50 m. ye kadar olan kısmında ve Konya’daki iki buzhanenin beden
duvarlarında kullanılmıştır.
Moloz taş, Akşehir’deki Medresenin yenilenen güney ve batı cephesinde ve
medrese odalarının beden duvarlarında, Ilgın Kaplıcasında mekânların beden
duvarlarında, Konya’daki Hânkahta giriş koridorunun iki yanındaki mekânlarda,
türbe mekânının örtüye kadar olan bölümlerinde, Kayseri, Sivas ve Konya’daki
Medreselerin odalarının beden duvarlarında kullanılmıştır.
Sahip Ata yapılarında mermerin çok yoğun bir şekilde kullanıldığını
görmekteyiz. Ünlü vezirin ilk eserinden itibaren görülmeye başlanan mermer, bazı
yapılarda, portal, ön cephe, çeşme, havuz, kitabe gibi özel bölümlerde kullanıldığı
gibi, Akşehir ve Sivas’taki Medreselerinde yapının ağırlıklı yapı malzemesi olarak
karşımıza çıkmaktadır. Sahip Ata yapılarında görülen bir başka hususiyet de mermer
malzemenin özellikle portalde çift renkli olarak uygulanmasıdır. İlk yapısı olan
İshaklı’daki Han’da avlu portali, koyu ve açık sarı mermerin nöbetleşe
kullanılmasıyla teşkil olunmuştur. Avlu ortasındaki köşk mescidin mihrap ve
örtüsünde de mermer malzemeye rastlanmaktadır. Akşehir’deki Medresesinde ise ön
cephe portal, kitabe, revak sütunları ve ana eyvan cephesi kırmızı damarlı beyaz ve
gri renkli mermer malzemenin nöbetleşe dizilmesiyle oluşturulmuştur. Hamam ve
Kaplıcada ise mermer daha çok sıcaklık ve ılıklık da oturma sekileri ve zemin
döşemesinde kullanılmıştır. Sahip Ata’nın Konya’daki yapılarında mermer, sadece
Camide görülür. Bu yapıda, portalin basık kapı kemerinde ve minare kaidesinin
altındaki geometrik örgülü panoda beyaz ve koyu gri renkte mermer kullanılmıştır.
Kayseri’deki Medresesinde çeşme ve medrese kitabe taşları dışında şehrin Ortaçağ
yapılarının genel karakteristiğine uygun olarak mermer malzeme kullanılmazken,
520
ünlü vezirin Sivas’taki Medresesi mermerin en yoğun uygulandığı binasıdır. Yan
kanatlarıyla birlikte portal, ön ve kuzey cephedeki pencerelerin lento ve sövelerinde,
avlu revak cepheleri, saçağı ve ayaklarında, havuzda, mescit ve Dârü’l-Kurrâ’nın
avluyla, ön cepheye bakan pencerelerinde, abdesthane mekânındaki kabinlerde,
ayrıca ana eyvan temel duvarları ve avluya bakan kapatılmış batı cephesinde beyaz
mermer malzeme kullanılmıştır. Portalde mermer beyaz ve mavi olmak üzere çift
renkte kullanılmış olup, portal nişinde beyaz, minare kaidesinin oturduğu yan
kanatlarında ağırlıklı olarak mavi mermer kullanılarak bir karşıtlık oluşturulmaya
çalışılmıştır. Aynı uygulama basık biçimli kapı kemerinde de görülmekte olup, kapı
kemerini teşkil eden testere biçimli taşların biri beyaz diğeri mavi renkte
mermerdendir.
Sahip Ata yapılarında Antik döneme ait birçok devşirme mermer malzeme de
kullanılmıştır. İshaklı’daki Han’da avlu portali kapısının iç yüzünde, köşk mescidin
güney ve doğu cephelerinde kesme taş örgünün arasına gelişigüzel yerleştirilmiş bir
şekilde, ayrıca köşk mescit kapı lentosunda; Akşehir’deki Medresenin revak sütun
başlarında ve Mescidinin son cemaat yeri sütunlarında; Sahip Ata Camisinde portalin
iki yan kanadının kaidelerinde ve Sivas Sahip Ata Medresesinin revak sütun
başlıklarında devşirme malzeme kullanılmıştır.
Tuğla malzeme, genellikle kubbeler, geçiş elemanları, kemerler ve pencere
alınlıkları, minare gövdeleri ve saçaklarda tercih edilmiştir. Akşehir’deki Medresede
mescit son cemaat cephe ve örtüsünde, minarenin kaidesinin yarısını da içine alacak
şekilde tamamında, avlu revak kemerlerinde ve örtüsünde, mescit ve türbe
kubbelerinde; Kaplıcada örtü ve geçiş elemanlarında, Konya Sahip Ata Camisinde
minarede, Hânkahta, ön cephede nişlerin kemerlerinde, giriş eyvanı duvarlarının kapı
521
seviyesinin üzerindeki bölümü ve tonoz örtüsünde, avlu ve türbe kubbesinde ayrıca
geçiş elemanlarında, avluya açılan kapıların üzerindeki pencerenin sivri kemelerinde,
eyvanların örtülerinde; Konya’daki Mescidinin beden duvarlarının zeminden
yaklaşık 1.50 m. den sonraki kısmında, kubbe ve geçiş elemanlarında, pencerelerde
ve son cemaat yeri kemer ve örtüsünde; Konya’daki Medresesinde minarenin kaide
dışındaki bölümlerinde, mescidin son cemaat yeri kubbe ve mihrabında, medrese oda
kapılarının üzerindeki pencerelerin kemerlerinde, avluyu örten kubbe ve geçiş
elemanlarında,
Sivas’taki
Medresede
minarelerde,
mescit
ve
Dârü’l-Kurrâ
mekânlarının kubbe ve geçiş elemanlarında, medrese odalarının bazılarının örtüsünde
tuğla malzemenin kullanılmıştır.
Sahip Ata yapılarında ahşap, Konya’daki Caminin dışında sık kullanılmış bir
malzeme değildir. Günümüzdeki büyük ölçüde değişmiş durumuna karşın, caminin
örtü ve destekleyici sistemlerinde, ayrıca kapı kanatlarında ahşap malzeme
kullanılmıştır. Konya’daki Hamamın soyunmalık kısmının, aslî halinde ahşap örtü ve
destekleyici sistemlere sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bunların dışında, bu
malzemeye
Akşehir
ve
Sivas’taki
Medreselerin
revak
kemerlerini,
sütun
başlıklarından itibaren birbirine bağlayan yatay gergilerde rastlamaktayız.
Süsleme, Sahip Ata yapıları süsleyen taş, çini ve sırlı tuğla, ahşap süsleme
dönemin en çarpıcı karakteristik özelliklerini taşır. Sahip Ata yapılarında, hem
geometrik hem de bitkisel ve figürlü süsleme, zengin bir repertuarla yerini alırken,
dönemin bezeme karakterinde yaşanan değişiklikler, ünlü vezirin yapılarında
izlenebilmektedir. Tasarım açısından çifte minare gibi yenilikleri Anadolu Selçuklu
Mimarisine sunan Sahip Ata yapıları, süsleme açısından da, özellikle XIII. yy. ikinci
yarısında yaşanan bazı değişimlerin görülmesi, ayrıca sonraki dönem yapılarını
etkilemesi açısından çok önemli bir yere sahiptir.
522
Sahip Ata’nın tüm yapılarında, yoğunluğu her eserde farklı olsa da süslemeye
yer verilmiş olup, bunların içinde özellikle medreseler zengin çini ve taş
süslemeleriyle öne çıkar. Taş süsleme, ağılıklı olarak ön cephede, münhasıran
portalde görülürken, çini süsleme, mihrap, pencere alınlıkları, kubbe kasnağı ve
göbeği, eyvan duvarları ve tonozları gibi iç mekân bölümlerinde, ayrıca minarelerin
şerefe altlarında ve gövdelerinde; ahşap, kapı kanatlarında, sırlı tuğla uygulamaları
ise daha çok kubbe yüzeyi ve geçiş öğelerinde görülür.
Taş süsleme, Sahip Ata’nın erken yapılarında sadece portalde görülürken,
Sivas’taki Medresesi gibi daha geç tarihli binalarda, revak cepheleri ve saçaklarının
da ağırlıklı süslemesini teşkil etmiştir. İshaklı Han (1249) ve Akşehir’deki Medrese
(1250) Sahip Ata’nın ilk iki eseri olup, portallerinin tasarım ve süsleme programı
adeta aynı elden çıkmış denilecek kadar birbirine benzerdir. Ögel1295in Kayseri Çifte
Medrese (1205), Evdir Han (1210–19) ve Alay Han (1219–36)ı dâhil ettiği ve arkaik
tip diye nitelediği erken tarihli Anadolu Selçuklu portallerinde görülen süsleme
repertuarı ve kompozisyonuna bu iki Sahip Ata yapısında da rastlanır. Bu yapıların
portallerinde bordür sayısı hem az hem de süsleme olan bordür boş çerçevelerden
sonra başlar. Hem Handa hem de Akşehir’deki Medresede tek süsleme bordürü
bulunmakta olup, yarım yıldızlardan oluşan enine gelişen açık bir kompozisyona
sahiptir. Söz konusu süslemeyi Hanın köşk mescidinin, ayakları birbirine bağlayan
kemer yüzeylerinde, Medresede ise ana eyvanı iki yanda kuşatan bordürde
görülmektedir. Anadolu’da çok yaygın bir kullanıma sahip olan bu süsleme, erken
dönem yapılarından Alay Hanın ve Aksaray Sultan Hanı (1236-38) nın portalinin en
dıştaki süsleme bordüründe, karşımıza çıkmaktadır1296. Sahip Ata’nın bu erken iki
1295
Ögel, …Taş Tezyinatı, s.139.
1296
Alay Hanın portali için bkz Ögel,a.g.e., Resim 3, 3a.
523
yapısında görülen bir başka süsleme unsuru da dairesel madalyon/rozetlerdir. Bu
motif, Akşehir’deki Medrese ve Hanın portallerinin kavsara kenarında -her bir
kavsara sırasına bir tane gelecek şekilde- ve köşeliklerinde yer almakta olup, her biri
farklı ölçülerde ve dairesel formdaki madalyon/rozetlerin içleri geometrik
kompozisyonlarla süslüdür. Bu motifin, Anadolu’daki benzer örneklerini Aksaray
Sultan
Hanı1297,
Kayseri
Çifte
Medrese1298
portallerinde
bulabilmekteyiz.
İshaklı’daki Hanın kapalı kısım portalinde portal kavsara kemerinin köşeliklerinin,
istiridye benzeri bir motifle doldurulduğu görülür. Bu süslemenin benzerlerini
Anadolu’da Antalya Şarapsa Han (1236–45)1299, İncir Han (1238–39)1300
portallerinin kavsara köşeliklerinde görmekteyiz.
Bordür sayısı üçü geçmeyen ve geometrik süslemenin ağırlıklı olduğu bu
portaller, yüzyılı ikinci çeyreğinden itibaren, bordür sayısı artan bitkisel ve
geometrik süslemenin beraber kullanıldığı örneklere yerlerini bırakır. Bu portallerde
zemini bir ağ gibi kaplayan geometrik süsleme ağırlıklı olmakla birlikte bitkisel
süslemelerin de bordür ve kuşatma kemerlerindeki yüzeyleri süslemeye başladığı
görülür. Sahip Ata’nın Konya’daki Hânkahı ve Kayseri’deki Medresesi, portallerinde
hem bitkisel hem geometrik karakterli süslemelerin yer aldığı örneklerdendir.
Hânkahın portalini süsleyen yan bordürlerden enli olanında, merkezdeki on kollu
yıldızın çevresindeki yarım yıldızlardan oluşan bir şema görülürken diğer
bordürlerde, yıldız örneği, kol sayısı azalarak daha basit bir kompozisyonla
karşımıza çıkar. Oniki kollu yıldız şemasından müteşekkil bordürleri Kayseri Huant
1297
Aksaray Sultan Han portali için bkz. Ögel, a.g.e., Resim 16.
1298
Kayseri Çifte Medrese (Şifahane) portali için bkz. Ögel, a.g.e., Resim 4.
1299
Şarapsa Han portali için bkz. Ünal, …Taçkapılar, Resim 35.
1300
İncir Han portali için bkz. Ünal, a.g.e., Resim 44.
524
Hatun Cami (Batı) (1238)1301 Karatay Han (1241)1302, Konya Sırçalı Medrese
(1243)1303 de bulabilmekteyiz. Hânkahta yer alan ensiz bordürlerden birinde, şeridi
boyuna kat eden kaytanların kapalı şekiller haline dönüştüğü görülür. Bu
kompozisyonun benzer örneklerini Sahip Ata’nın Kayseri’deki Medresesi dışında,
yine Konya Sırçalı Medresede1304 ve Niğde Hüdavend Hatun Kümbeti (1312–
1313)1305 nde bulmaktayız. Kayseri’deki Sahibiye Medresesinin dış bordürünü teşkil
eden mukarnas şeridinin Anadolu’daki diğer örnekleri XIII. yy. sonu XIV. yy.
başlarına aittir1306. Nitekim Sivas Sahip Ata Medresesi (1271)nde de portal dışında,
ön cephenin saçak altı süslemesi mukarnaslı bir bordürdür. Sahip Ata Camiinde
bitkisel bir şeritle düğümlenerek yükselen geometrik bordürde, yarım oniki kollu
yıldız geçmelerinden müteşekkil bir şema vardır. Belirli aralıklarla birbirine keserek
düğümler oluşturan bu iki bordürün ortasından kaval bir silme geçmektedir. Bu
şemanın benzer bir örneği Sivas Çifte Minareli Medresede (1271)1307 bulunmaktadır.
Sahip Ata Camii portalinin muhtelif yerlerinde düğüm motifine rastlanır. Portal
kemeri köşeliklerinde dairesel biçimli, kapı kemeri, mihrabiye kemerleri ve pencere
nişi kemerinin köşeliklerinde ise altıgen biçim alan bu düğümler, portali, dönemin
diğer örnekleri içinde ayırt eden başlıca özelliktir. Birbirini çaprazlama kat eden
silme veya bordürlerden oluşan düğümlere, daha önceki Selçuklu yapılarında da
1301
Kayseri Huant Hatun Cami için bkz. Ünal, a.g.e., Şekil 148.
1302
Karatay Han portali için bkz. Ünal, a.g.e., Şekil 134.
1303
Konya Sırçalı Medrese için bkz. Ünal, a.g.e., Şekil 137.
1304
Konya Sırçalı Medrese için bkz. Ünal, a.g.e., Şekil 120.
1305
Niğde Hüdavent Hatun Kümbeti için bkz. Ünal, a.g.e., Şekil 121.
1306
Benzer örnekler Sivas Çifte Minareli Medrese (1271), Erzurum Yakutiye Medresesi (1310), Milas
Firuz Bey Camisi (1394), Niğde Hüdavent Hatun Kümbeti (1312–1313)dir. Bkz. Ünal, a.g.e., s.93.
1307
Sivas Çifte Minareli Medrese portali için bkz. Ögel, a.g.e., Resim 93.
525
rastlanır. Konya Alâeddin Cami (1220) portali ve mihrabiyesinde1308, Divriği Ulu
Cami (1229) doğu portalinde1309, Karatay Han giriş eyvanı cephesinde1310, Konya
Karatay
Medresesi
Portalinde1311,
Sivas
Çifte
Minareli
Medrese
yan
bordürlerinde1312, Amasya Bimarhane (1308–1309)1313 portali yan bordürlerinde ve
Sahip Ata’nın Konya ile Sivas’taki Medreselerinde bu düğüm motifinin farklı
varyasyonlarına rastlayabilmekteyiz. Anadolu dışında özellikle düğüm motifinin
bugünkü Suriye coğrafyasındaki eserlerde sıklıkla kullanıldığını biliyoruz1314. Bunun
dışında Asya coğrafyasında, Gazne Sultan Alâeddin Minaresi (1149)1315nin
gövdesinde, Zevvare Cami (1153), Kazvin Mescid-i Haydarî (XII. yy. ilk yarısı)1316
mihrabında, Tahran Beyazıd-ı Bistamî Künbedi (XIII. yy. sonları-XIV. yy.
başları)1317 mihrabı, Salmas Mir-i Hatun Türbesi (XIV. yy. başları)1318 portalinde
düğüm motifinin varyasyonlarıyla karşılaşmaktayız. Dolayısıyla hem Anadolu öncesi
hem de Anadolu’daki Sahip Ata Camiinden önce yapılmış binalarda bu motifle
karşılaşmaktayız. Ancak hem Anadolu’da hem Anadolu dışındaki örneklerde,
birbirini kat eden kaval silmelerle teşkil olunan düğümlerin, portal tasarımının
başlıca amili olduğu başka bir yapıya rastlanmamaktadır. Bu motifin Konya’daki
Sahip Ata Medresesinin hem portalinde hem de minare kaidesinde de kullanılması,
1308
Konya Alâeddin Cami portali ve mihrabiyesi için bkz. Ögel, a.g.e., Resim 9,15.
1309
Divriği Ulu Cami doğu portali için bkz. Ögel, a.g.e., Resim 24.
1310
Karatay Han giriş eyvanı cephesi için bkz. Ögel, a.g.e., Resim 53.
1311
Konya Karatay Medresesi portali için bkz. Ögel, a.g.e., Resim 62.
1312
Sivas Çifte Minareli Medrese portali için bkz. Ögel, a.g.e., Resim 93.
1313
Amaya Bimarhane portali için bkz. Ögel, a.g.e., Resim 116a.
1314
Bu yapıların bazılarının çizimleri için bkz Ögel, a.g.e., Levha LXIX.
1315
Pope, a.g.e., s.96, Fig.98.
1316
Pope, A Survey Of Persian…, s.316.
1317
Pope, a.g.e., s. 393.
1318
Pope, a.g.e., s. 344.
526
her iki binanın mimarı olan Kölük bin Abdullah’ın özel tercihi olarak
değerlendirmek gerekir. Daha sonraki yıllarda Kayseri Külük Cami Mihrabı (XIII.
yy. sonları)1319 ve Beyşehir Eşrefoğlu Cami mihrabında (1297–99)1320da görülmesi,
bu motifin sadece taş süslemede değil, çini dekorasyonda da tercih edilerek
kullanıldığına işaret eder. Caminin portal yan kanatlarında minare kaidesinin hemen
altında, sivri kemerli minare penceresinin etrafını beyaz mermerden kaval
silmelerden oluşan ve kûfî yazı benzeri kapalı geometrik bir kompozisyon
süslemektedir. Günümüze çok az bir kısmı kalabilmiş olmasına karşın kaval
silmelerin aralarına taşa kakılarak yerleştirilmiş olan çini mozaik parçalar bulunur.
Kölük’un diğer eseri olan Sahip Ata Medresesinde bu kompozisyonun bir benzeri
kavsara köşeliklerinde görülmektedir. Sahip Ata Camii portalini süsleyen bordürler
arasında en geniş olanı, içinde Kuran-ı Kerim’den bir ayet yazılı olanıdır. Bu durum,
yazının portal tasarımına hâkimiyeti açısından yeni bir adımdır. Yazı bordürleri
portal dışında, yan kanatlardaki sebil pencerelerinin üzerinde de bulunur. Ancak bu
anlamdaki gerçek yenilik, camiden 3–4 yıl sonra yine Kölük tarafından inşa edilecek
olan Konya Sahip Ata Medresesinde gerçekleştirilecektir. Kölük bin Abdullah kısa
arayla yaptığı bu iki eserden cami portalinde, geleneksel mukarnaslı kavsara biçimini
kullanırken, medresede, portal yüzeyini, yazı tasarımının şekillendirdiği yeni bir
kompozisyonu denemiştir. İki yan bordürde, iki ayrı kol halinde yer alan Fetih ve
Yasin Sûreleri saçak altında birbirlerinin altından geçerek, birinci düğüm yapar ve
kavsaranın hafif oyuntusuna iner. Kapının düşey aksı boyunca kavsarayı kat eden iki
bordür, tam kapı nişinin kilit taşı üzerinde ikinci düğümü yaparak, yine iki kol
halinde kapı sövelerinde nihayetlenir. Bu, Anadolu’da yazının tasarıma hâkim
1319
Yetkin, a.g.e., s.32, Resim 2.
1320
Yetkin, a.g.e., s.125, Resim 74.
527
olduğu yepyeni bir uygulamadır ve bir daha denenmemiştir. Kavsara, klasik Selçuklu
kapılarında görülen mukarnaslı tipten farklıdır. Portaldeki yeni kavsara biçiminin
sebebi yazı tasarımıyla ilgilidir. Zira portalin iki kenar çerçevesinden yükselip
yukarıda bir düğüm yaptıktan sonra kavsaraya inen iki yazı şeridinin, kavsaranın
biçimine uygun bir şekilde devam edebilmesi ancak böylesi hafif bir oyuntu ile
mümkün olabilecekti. Aksi takdirde derin tutulmuş bir kavsara nişinden yazının
aşağıya doğru devam edebilmesi çok güç olacaktı. Kavsara nişinin iki köşesindeki
boşluklar oyuntunun biçimine uygun bitkisel bir süslemeyle dolduruluştur. Selçuk
İsa Bey Camii, Antalya Şarapsa Han, Sahip Ata Han (Ahır) ve Antalya İncir Han
portallerinin kavsara köşelikleri de gerek istiridye biçimli gerekse tromp biçimli
köşeliklerle dolgulanmıştır1321. Ancak burada farklı olan durum, köşelerdeki bitkisel
motifin kavsara kemerinin üzerinden taşan ve zeminindeki yüzeysel dekorun
üzerinde, adeta çift katlı oyma hissi uyandıran plastik etkisidir. Bu plastik etkiyi üç
kaval silmeden müteşekkil portal kavsara köşeliklerinin, yatay aksta birbirine
dolanarak teşkil ettiği ve grift bir palmeti andıran motifte de görülebilmektedir.
Medrese portalinde, dar bitkisel bir bordürde yer almasına karşın bunun, son derece
yüzeysel ve ikincil kaldığı hemen fark edilmektedir. Portalde her unsur birbiriyle o
kadar
iyi
kaynaşmıştır
ki
herhangi
birini
çıkarmak
tasarımın
tamamını
etkileyeceğinden bu mümkün değildir1322. Sahip Ata’nın Konya’daki Camii ve
Medresesi, Ögel’in Klasik Selçuklu portali diye nitelediği ve mukarnaslı kavsaraya
sahip, yan bordürlerine geometrik şemanın hâkim olduğu tipin dışında, yepyeni bir
uygulamadır. Bu iki Sahip Ata portali daha sonraki yıllarda aynen kopya edilemese
de her unsuru farklı portal şemalarında tekrarlanarak kullanılmış, özellikle yüzyılın
1321
Anadolu dışı örnekler için bakınız 1313 ve 1314. dipnotlar.
1322
Ögel, a.g.e., s.142.
528
üçüncü çeyreğine ait portallerin süsleme karakterini önemli ölçüde etkilemiştir.
Sahip Ata’nın sonraki iki eseri olan Kayseri’deki Medrese (1267) ve Konya’daki
Hânkah (1269)ta yüksek kabartmalı bezeme veya yazının kompozisyona ağırlığı gibi
yenilikleri izleyemeyiz. Kayseri’deki Medresenin ön cephesinde, kaval silmelerden
oluşan halat örgüye benzer biçimli çerçeve, içerisindeki daha ince profilli ikinci bir
silmeyi çevreler. Benzerine, Konya Küçük Karatay (Kemaliye) Medresesi(125051)1323 nin portalinde rastladığımız bu süslemenin yüksek kabartma halinde işlenmiş
olması, Kölük eserlerini akla getirse de, sadece portal bile, Kölük’ün iki eserinde
görülen yeni gelişmelere kayıtsız, yüzyılın ilk yarısındaki süsleme ve tasarım
özelliklerinin varlığına işaret eder. Kayseri Sahibiye Medresesi portalinin yan
kanatlarını, iki köşede burmalı sütuncelerin sınırladığı dört bordür süsler. En dışta
olan bordür, yatay eksen boyunca sıralanmış ve mukarnas dizilerinden1324 müteşekkil
bir süsleme kompozisyonuna sahiptir. Rumî ve kıvrım dallardan müteşekkil, enine
bitkisel bir kompozisyona sahip ikinci bordürle, geometrik geçmelerden oluşan
üçüncü bordür ve dar, içbükey son bordür, diğer Sahip Ata yapılarından daha çok
benzerlerini, Kayseri yapılarında1325 bulabileceğimiz bir kompozisyon sunmaktadır.
Sahip Ata’nın Konya’daki Hânkahı da, Sahibiye Medresesinde görülen üslubu
devam ettirir. Portalin yan kanatlarını teşkil eden dört bordürden, içteki dar olanı,
kıvrım dallardan müteşekkil açık bir bitkisel kompozisyonla, diğer üçü ise ongen
yıldız kompozisyonlarından oluşan geometrik bir tasarıma sahiptir. Sivas’taki
Medresede ise Konya’daki Hânkah ve Kayseri’deki Medresenin, yüzyılın ilk yarısına
1323
Konya Küçük Karatay Medresesinin günümüze ulaşamayan portalinin eski bir fotoğrafı için bkz.
Kuran, Anadolu Medreseleri…, s.108, Resim 262.
1324
Aksaray Sultan Hanı (avlu), Konya Sırçalı ve Karatay Medreseleri portallerinin yan kanatlarında
bu süsleme bordürünün kullanıldığı görülmektedir.
1325
Sahibiye Medresesiyle yakın benzerlik hemen yakınındaki 1249 tarihli Hacı Kılıç Medresesi
arasında görülür.
529
ait binaları hatırlatan bordür düzenlemelerinin aksine, Kölük bin Abdullah’ın
Konya’daki Sahip Ata yapılarında gerçekleştirdiği yeni düzenlemeleri geliştiren bir
yaklaşım söz konusudur. Bu binada, bordür sayısının beşe çıkması dışında, ağırlıklı
olarak bitkisel olan bordürlerdeki süslemelerin oldukça iri ve plastik etkili olması
açısından bir yenilik görülür. En dıştaki çokgen geçmelerinden oluşan açık geometrik
bir kompozisyondur. İkinci bordürde palmet-rumî kombinasyonun bilinen bir
varyasyonu görülür. Ancak buradaki farklılık, kompozisyonun, alttaki kıvrım
dallardan oluşan bir zemin üzerinde yer alması ve çift katlı bir görünüm arz
etmesidir. Üçüncü ve dördüncü dar bordürler, boyuna hizalanmış, aralarındaki
kıvrım dallara sağlı sollu sıralanmış palmetlerden müteşekkildir. Beşinci ve son
bordürde düşey eksen boyunca sıralanış palmetler ve onları iki yandan saran
rumîlerden oluşan bitkisel açık bir kompozisyon bulunur. Portal yan kanatlarını hem
farklı bir renkte mermerle inşa edilmesi hem de iki kaval silmenin minare
kaidelerinden altından itibaren, iri bitkisel, geometrik ve figüratif kompozisyonlar
teşkil ederek altta perde püskülü benzeri biçimindeki bir motifle nihayetlenmesi
açısından farklılık oluşturur. Bu haliyle yan kanatlar, kendi içinde özel bir tasarıma
sahip, fakat aynı zamanda portal nişi ile bütünlük arz eden bir hususiyet gösterir.
Minare kaidesinin altında yer alan ve yanlarda iki rûmînin ortadaki palmete
bağlandığı bitkisel kompozisyonun benzerini Divriği Şifahanesi (1228–1229)1326
sütun başlıkları üzerinde görmekteyiz. Bu süslemenin altındaki sekiz kollu yıldız
kompozisyonu, ortasındaki –bugün kapatılmış- pencere boşluğunu çevrelemektedir
ki, çifte minareli diğer örneklerden sadece1327 Konya Sahip Ata Camisinde bu türlü
1326
1327
Divriği Şifahanesi sütun başlıkları resimleri için bkz. Sözen, a.g.e., Resim 2g.
Sivas (1271) ve Erzurum Çifte Minareli Medrese (1291) lerde minare kovasını aydınlatan
pencereler, cephede basit dar mazgal pencereler olarak yer alırlar ve süsleme tasarımına dâhil
edilmemiştir.
530
bir düzenleme görülür. Hayat Ağacı motifi tepede kartal, dallarında kuşlar ve nar
motifleriyle Anadolu’da Kayseri Döner Kümbet (1276–77), Erzurum Çifte Minareli
Medrese (1291), Erzurum Yakutiye Medresesinde (1310)1328 görülen şemaları
tekrarlar. Sivas Sahip Ata Medresesinin portalindeki hayat ağacı örneğinin, en erken
tarihli olanıdır. Yan kanatları çevreleyen kaval silmelerin altta nihayetlendiği ve
perde püskülüne benzeyen motif, Sahip Ata’nın Konya’daki Medresesinde ilk kez
uygulanmış olup, Sivas’taki Medresesinde daha sonra Sivas (1271) ve Erzurum Çifte
Minareli (1291) Medreselerde görülür. Sivas Sahip Ata Medresesinde görülen bir
başka figüratif bezeme kapı kemerinin üzengi taşları üstünde bulunmaktadır.
Buradaki kompozisyon, geniş bir yaprağın üzerinde ve her iki köşede dokuzar tane
hayvan başından müteşekkildir. On iki Hayvanlı Türk-Çin takviminden esinlenen bu
tür figürlü taş bezemenin Anadolu’daki diğer örnekleri şunlardır: Cizre Köprüsü
(1164), Erzurum Emir Saltuk Kümbeti (XII. yy.) (gövde), Karatay Han (1241) (giriş
eyvanı), Ak Han (1253–54) (portal), Niğde Sungur Bey (1335) (portal)1329. Beyşehir
Eşrefoğlu Cami (1297–99) ve Karaman Hatuniye Medresesi (1381-82)1330nin kapı
kemerlerinin üzengi taşları üzerinde Sahip Ata Medresesindeki geniş yaprak
bulunmasına karşın üzerine herhangi bir figür işlenmemiştir. Bu iki yapının Sahip
Ata yapısından etkilenmeleri bununla sınırlı olmayıp, kavsara sıralarının sayısından,
mihrabiye biçim ve süslemelerine, bordür süslemelerinden çift renkli mermer
1328
Diğer üç örnekte hayat ağacının altında ejder veya aslan motifleri yer alırken, Sivas Sahip Ata
medresesinde yoktur. Bakınız, Öney, a.g.e., s.46.; Ayrıca Hayat Ağacı konusunda Öney, “…Hayat
Ağacı Motifi”, s.25-36.; Kartallar ve Avcı kuşlar konusunda, Öney, “…Avcı Kuşlar, Tek ve Çift Başlı
Kartal”, s.139-172.
1329
Öney, a.g.e., s.53-54.
1330
Bu iki yapının Sivas Sahip Ata Medresesi portaliyle benzerlik gösteren yönleri hususunda ayrıntılı
bilgi için bkz. S.Ögel, “Bir Selçuk Portalleri…”, s.115–119.
531
uygulamasına kadar varan bir etkilenme söz konusudur1331. Bunların dışında, Sahip
Ata’nın Sivas’taki Medresesinin mihrabiyelerinin dilimli biçimi Konya’daki
Camisinin mihrabiyelerini hatırlatmaktadır.
Sivas’taki Medresede, ön cephenin tamamı, bitkisel süslemeli bordürlerle
çerçeve içine alınarak tasarıma bütünlük hissi verilmek istenmiştir. Palmet-rumî
kombinasyonuna dayalı bitkisel bordürle, sadece ön cephenin üst, yan ve alt
kenarlarını sınırlamakla yetinilmemiş, portalin iki yanındaki pencere ve çeşmeyi de
çerçeve içine alarak tasarımda bir bütünlük sağlanmaya çalışılmıştır. Üstte saçak
hizasında üç sıra halinde mukarnas dizilerinden oluşan bir korniş yer alır. Cephenin
köşelerindeki
payandalar
süslenmiş
olup,
ağırlıklı
olarak
palmet-rumî
kombinasyonuna dayalı bir şema vardır. Palmet ve rumîler yüzeyden taşan, iri
motifler halinde işlenmiştir. Payanda gövdesini süsleyen kompozisyonun benzeri
Divriği Şifahane kapısında1332 görülür. Yazı panoları, Sahip Ata’nın Konya’daki
Medresesindeki kadar olmasa da yine de portalde önemli bir yer tutar. Kuran-ı
Kerim’den ayetlerin işlendiği kuşatma kemerinin dışındaki yan kanatların ön ve yan
yüzlerine, hadis içerikli sekizgen veya kare panolar yerleştirilmiştir. Ayrıca medrese
odalarının her birinin kapısının üzerinde bir hadis veya özlü söz bulunmaktadır.
Revakların avluya bakan yüzlerini üstten sınırlayan saçakta, palmet-rumî şemasının
basit bir uygulaması görülmektedir. Ayrıca medrese odalarının avluya bakan
duvarlarında, her bir oda kapısını çerçeveleyecek şekilde dolaşıp diğer kapıya doğru
alt hizada devam eden, bitkisel süslemeli bir bordürün bulunduğu, günümüze çok az
bölümü kalabilen izlerinden anlaşılabilmektedir.
1331
Aynı makale.
1332
Divriği Şifahanesi portali için bkz. Ögel, a.g.e., Resim 21.
532
Erzurum ve Sivas Çifte Minareli Medrese, Sivas Buruciye Medresesiyle
birlikte Sivas Sahip Ata Medresesinde görülen sathın tamamıyla doldurulması, çift
katlı tezyinat hissi veren yüksek kabartmalı işleyiş, yuvarlak profilli kademelenme ile
derece derece derinlik teşkil edilmesi şeklinde özetlenebilecek yeni süsleme
özellikleri, ilk kez XIII. üçüncü çeyreğinde görülen ve daha sonraki tarihli yapıları da
etkileyen, yeni bir üslubun hususiyetleri olarak ortaya çıkmaktadır. Sivas Sahip Ata
Medresesi de bu yeni süsleme karakterinin en başarılı örneklerinin verildiği
binalardan biri olma özelliği taşımaktadır.
Çini süsleme, Sahip Ata yapılarında, erken tarihli olanlardan, son inşa
ettirdiği yapıya kadar görülür. Dönemin en başarılı çini uygulamalarının görüldüğü
Sahip Ata yapılarında, ağırlıklı olarak levha parçalardan üretilen çini mozaikler
kullanılmıştır. Başta mihraplar olmak üzere, kubbe eteği, göbeği, pencere alınlıkları,
minare gövdeleri ve şerefe altları, eyvan tonozları gibi yerlerde çini mozaik
tekniğindeki uygulamalara rastlamaktayız. Kullanılan renkler ağırlıklı olarak turkuaz,
lacivert ve manganez morudur.
Sahip Ata’nın günümüze çinili üç mihrabı ulaşabilmiştir. Bunlar, Konya’daki
Cami ve Mescidi ile Sivas’taki Medresenin bir mekânını teşkil eden Mescidin
mihrabıdır. Bunların dışında Akşehir’deki Medreseye bitişik Mescidin mihrabının
onarımlar sırasında çinili olduğu anlaşılmıştır1333. Akşehir’deki mihrap, sivri kemerli
bir kavsaraya en dışta palmet-rûmî kombinasyonuna dayanan bitkisel süslemeli bir
bordürle kuşatılmış olup, kavsaranın mukarnas sıralarından en üstte olanı da altıgen
çini mozaik parçalardan oluşan geometrik bir süslemeye sahiptir. Konya’daki
Caminin mihrabı ise Selçuklu çini sanatının en olgun örneklerinden biri olarak kabul
1333
Ayrıntılı bilgi için bkz. bu çalışmanın Akşehir Sahip Ata Medresesi ve Mescidi bölümüne.
533
edilir1334. Dikdörtgen mihrap nişini, iki yandan turkuaz ve lacivert çinilerden
kesilmiş, çift rumîli kıvrık dallı iki bordür kuşatmakta, kademeden sonra ise
geometrik geçmelerden müteşekkil geometrik bir kompozisyonu ihtiva eden üçüncü
bordür yer almaktadır. Zar başlıklı köşe sütunceleri baklava dilimleri oluşturacak
şekilde turkuaz ve patlıcan moru çinilerle süslenmiştir. Kavsara altını, altıgen turkuaz
çinilerden oluşan bir kompozisyon süslemekte olup, altıgenlerin aralarındaki üçgen
sahalar, patlıcan moru üçgen çini mozaiklerle doldurulmuştur. Kavsaranın üstünde
enine dikdörtgen bir kartuş içerisine alınan köşelik tablası, sekiz köşeli yıldızlardan
gelişen bir kompozisyonla süslenmiştir. Sekiz köşeli yıldızların aralarında altıgen ve
beşgen turkuaz renkteki çini mozaikler yer alır. Ö.Bakırer, çinili mihraplarda
genellikle köşelik tablası mevcut olduğunu, yalnız Sahip Ata Camine özgü olmak
şartıyla tablanın geometrik kompozisyonla bezendiğini, diğer örneklerde bitkisel
örgü üzerine kufî yazı şeridi yer aldığını belirtir1335. Kavsara’nın köşeliklerinde yer
alan üçgen sahalar, ana motifi, altı kollu yıldız olan açık bir kompozisyonla
süslenmiştir. Burada altıgenlerin kollarını, patlıcan moru çinilerin meydana getirdiği
kancalı baklavalar1336 teşkil eder. Mukarnaslı kavsara, birbirine eş genişlikte altı
sıradan oluşur. Hücrelerdeki süslemeler düşey eksende gelişen zik-zak beşgen,
altıgen gibi değişik kompozisyonlarla süslenmiştir. Kompozisyonlarda motifler
patlıcan moru, aralarındaki bölümler turkuaz renkli mozaik çinilerden oluşur.
Nişlerin aralarındaki üçgen bölümler bulunduğu yere uygun olarak kesilmiş turkuaz
ve patlıcan moru renkli çinilerden oluşturulmuş baklava motifleriyle süslüdür.
Kavsaranın merkezinde yer alan bitkisel süslemeli üçgen dilimli sahada ise turkuaz
1334
Ş.Yetkin, Anadolu’da Türk Çini Sanatının,,,, s.75.
1335
Ö.Bakırer, …Anadolu Mihrabları, s.173, 143. dipnot.
1336
Yetkin, a.g.e., s.75.
534
zemin üzerine patlıcan moru çinilerden oluşturulmuş kapalı bir kompozisyon yer alır.
Bu dilimli sahanın etrafındaki üçgen bölümler, kâşitraş (sahte mozaik) tekniğiyle
üretilmiş, palmetlerden oluşan bir kompozisyonla süslüdür. Sivas Keykavus Türbesi
(1217)1337 cephesindeki usta kitabesinde de benzer bir örneğini bulduğumuz bu çini
tekniğinde, zemin kazınarak çinili bölümler öne çıkarılmıştır. Kavsara ile altındaki
kısmı yanlarda ve üstte sınırlayan bordür, lüster çinilerin kesilmesiyle elde edilmiş
koyu kahverengi renkli levhalardan oluşmaktadır. Mevcut izler, bu lüster parçaların
figürlü olduklarına işaret eder. Konya Sahip Ata Mescidinin mihrabının sadece üst
kısmı günümüze ulaşabilmiştir. Mihrabı yanlarda ve üstte çevreleyen bordürde, alçı
yüzeyde teşkil edilmiş beşgen ve üçgen sahaların içleri, turkuaz çinilerle
doldurulmuştur. Mukarnas köşelikleri kare levha çinilerle, üzerindeki saha ise
patlıcan moru kare çinilerle süslenmiştir. Alçı yüzeyde oluşturulan sahalara uygun
formlardaki çini mozaiklerin kakılarak yerleştirilmesiyle oluşturulan bu türlü bir
uygulamaya, mescidin günümüze büyük ölçüde harap vaziyette ulaşan kapısında da
rastlamaktayız. Bir diğer benzer örnek, Konya Sakahane Mescidi (XIII. yy)1338
mihrabıdır. Konya Sahip Ata Mescidi mihrabının, şema olarak en yakın örneği ise
Konya İç Karaaslan Mescidi (1219–1236)1339 mihrabıdır. Sivas’taki Medresede, giriş
eyvanının güneyinde kalan mescit mekânı gerek mihrabı, gerekse kubbe eteği ve
kasnağındaki süslemeleriyle dikkat çekicidir. Mihrabın sadece üst kısmı günümüze
ulaşabilmiş olup, çinili kompozisyona yazının hakîm olduğu dikkati çeker. Boyuna
dikdörtgen formlu mihrabın, tepeliği, kemeri, alınlığı ve sütunceleri yoktur. Mihrabı
en dışta palmetli kıvrım dal ve buna eklenen ve yarım palmetlerden oluşan bir
1337
Yetkin, a.g.e., s.36-40.
1338
Bakırer, a.g.e., s.177, Resim 105-106.
1339
Bakırer, a.g.e., s.176, Resim 103.
535
süsleme bordürü kuşatmaktadır. Patlıcan moru renkteki çinilerden oluşan içbükey dar
silmeden sonra, düşey sıralanmış, palmetlerin diplerinden çıkan ve kıvrım dallardan
oluşan bir bordür yer alır. Turkuaz ve manganez moru renkli çinilerden oluşan geniş
silmede zemindeki bitkisel süslemenin üzerinde kufî ile yazılmış Âyetü’l-Kürsî
yazısı bulunur. Harflerin uçları ve araları palmet ve rumîlerle doldurulmuştur. Yazı
kuşağının üst iki köşesinde, altı kollu yıldız kompozisyonundan gelişen geometrik
karakterli
bir
madalyon
yer
alır.
Yazı
bordüründen
sonra
palmet-rumî
kombinasyonundan gelişen iki bordür ardı arda sıralanmıştır. Kûfî hatla işlenmiş
yazının kompozisyona hâkim olduğu bir başka mihrap Konya Sadreddin Konevî
Camii (1274)1340 mihrabıdır. Konya Sahip Ata Camisinin portalinde minare
kaidesinin altında yer alan geometrik geçmelerden oluşan taş süslemenin araları,
levhalardan kesilmiş mozaik dikdörtgen çinilerle dolgulanmıştır. Taşa kakma
şeklinde nitelendirilen bu uygulamanın Anadolu’daki diğer örnekleri Karaman
İbrahim Bey İmareti (1433) minare gövdesi ve Balat İlyas Bey Camii (1404) doğu
cephenin alt sıra pencerelerinde görülür1341. Bu bölümün hemen üzerinde, sırsız
tuğlaların aralarına, bir turkuaz, bir patlıcan moru kare çini birimler, üst üste gelerek
düşey birimleri biçilmendir. Aralarındaki kare mozak çinilerle oluşturulan kûfî hatlı
yazılardan doğuda olanında “Ebu Bekir”, batıdakinde “Ali” yazılıdır. Yazılar kare
sahaya 45° bir eğimle işlenmiştir. Yazılar tekrar edilerek açık bir kompozisyon
olarak işlenmiştir. Yazıların aralarındaki uygun boşluklara patlıcan moru ve turkuaz
mozaik çinilerden teşkil edilmiş baklava ve haç biçimli süslemeler uygulanmıştır. Bu
türlü süslemenin bir benzeri Sahip Ata’nın Türbesinin Cami ve Hânkaha geçit veren
1340
1341
Bakırer, a.g.e., s.182, Resim 111-113.
Taşa kakma tekniği ve Anadolu’daki uygulamaları için bkz. B. Ersoy, “Edirne Şah Melek
Camii’nin Tanıtımı ve Mimari Özellikleri Hakkında Düşünceler”, Arkeoloji–Sanat Tarihi Dergisi VI,
İzmir 1992, s.47–61
536
aralığın doğu duvarında bulunmaktadır. Burada aynı teknik ve renkteki çinilerle tuğla
zeminin aralarına, “Ali” kelimesi tekrar edilerek yazılmıştır. Sırsız tuğlaların
aralarında çinilerle oluşturulan yazı kompozisyonun bir benzerini Konya Karatay
Medresesinin
yelpaze
şeklinde
açılan
pandantif
yüzeylerinde
de
görmek
mümkündür1342. Çini mozaiklerin kullanıldığı bir başka yapı elemanı minarelerdir.
Minarelerdeki çini süsleme uygulamaları çoğunlukla sırlı tuğla süslemelerle
karıştırılmıştır. Halbuki, XIII. yy. minarelerinde çini kullanımı ağırlıktayken, sırlı
tuğlalarla
yapılan
süslemeler
daha
çok
XIV.
yy.
eserlerinde
karşımıza
çıkmaktadır1343. Çini uygulamalar Akşehir Sahip Ata Mescidi Minaresinin
gövdesinde ilk şerefeye kadar olan bölümde, yatay istiflenmiş tuğlaların aralarındaki
baklava motifleri turkuaz renkli çinilerle oluşturulmuştur. Bu ilk bölümü I. şerefenin
altında
çini
mozaiklerle
oluşturulmuş
dar
bir
şerit
sınırlar1344.
Sarre’in
fotoğraflarından burada altıgen veya beşgen turkuaz ve siyah renkli çinilerden oluşan
bir kompozisyonun yer aldığı anlaşılmaktadır. İkinci bordürü ise yatay istiflenmiş
tuğlaların aralarında 45° lik açı yapan ve eğik çizgiler şeklinde düzenlenmiş turkuaz
renkli çinilerin oluşturduğu geometrik bir kompozisyon süslemektedir. Son bordürde
ise birinci bordürde olduğu gibi baklava motiflerinden oluşturulmuş bir kompozisyon
vardır. Ancak burada farklı olarak baklavaların ortalarında turkuaz renkli çinilerden
oluşan küçük baklavalar yer almaktadır. Konya Sahip Ata Camisinde ise gövdedeki
sırsız tuğla şeritler üst üste ve yan yana birbirine eklenen gamalı haç motiflerini
1342
Yetkin, a.g.e., s.179.
1343
Ayrıntılı bilgi için bkz. A.O.Uysal, “Erken Osmanlı Döneminde Sırlı Tuğlalı Minareler”, X.Türk
Tarih Kongresi (Ankara 22-26 Eylül 1986) Kongreye Sunulan Tebliğler, Ankara 1994, s.2349-2367
(2351).
1344
Onarımlar sırasında minarenin aslî halinde çini mozaik veya sırlı tuğla olması gereken yerleri
tamamlanmıştır. Buna göre kaideden gövdeye geçilen ölümün hemen üzerinde ve I. şerefenin altında
çini mozaikli iki kuşak yer almaktadır. Bu tamamlamalar kalem işi ile gerçekleştirilmiştir.
537
biçimlendirecek şekilde düzenlenmiştir. Şeritler arasında kalan ince boşluklar, tuğla
zemine nazaran 1–1,5 cm daha derine yerleştirilen turkuaz ve patlıcan moru çini
mozaiklerle doldurulmuştur. Bu süslemenin hemen üstünde bugün çok az kısmı
kalabilmiş turkuaz ve patlıcan moru çini mozaiklerden oluşturulmuş üçgen biçimli
süslemeler fark edilebilmektedir. Solakyan1345ın XIX. yüzyılın sonlarına ait
fotoğrafında bu çiniler daha net görülebilmektedir. Gövdenin dilimli yapısına uygun
olarak her dilimde zikzak biçiminde olduğu görülen çinilerin, günümüze çok az bir
bölümü ulaşabilmiştir. Üstte yatay turkuaz renkli bir bordürle sonlanan bu bölümün
üstünde turkuaz zemin üzerine siyah çini mozaiklerle oluşturulmuş çiçekli kûfî hatlı
bir kısım bulunur. Buradaki süsleme, esasen yazı olmayıp, kimi geometrik örgünün
aralarına stilize yazı biçimi verilmiş süslemeler yer alır. Gövdenin üzerindeki bu
kompozisyonun
benzerini,
Meraga’daki
Yuvarlak
Kümbedin
gövdesinde
bulmaktayız1346. Konya Sahip Ata Medresesinin günümüze birinci şerefeye kadar
olan kısmı ulaşabilmiş minaresinde ise gövde, sekiz dilimli olup, dilimleri teşkil eden
kaval silmelerin üzeri, yarım daire biçimli turkuaz çini mozaik kabaralarla süslüdür.
Dilimlerin arasındaki sahalar, boyuna geometrik kompozisyonlarla bezenmiştir.
Buradaki kırık çizgi, zikzak ve baklava motifleri, çini kabaraların her sırada bir
kabara genişliğinde kaydırılmasıyla biçimlendirilmiştir. Bu geometrik süslemenin
hem medresenin kubbesinde hem de Sivas’taki Sahip Ata Medresesinin minaresinin
gövdesinde bulunması dikkat çekicidir. Motifleri patlıcan moru ve turkuaz renkli
prizmatik çini mozaik parçalardan oluşturulmuştur. Şerefenin altını, turkuaz zemin
üzerine siyah dekorlu, çini mozaikler süsler. Üstteki enine dikdörtgen çinili bordürün
üzerinde sivri kemerli nişlerden oluşan bir çini bordür daha görülür. Buradaki sivri
1345
A.S.Odabaşı vd., a.g.e., s.9.
1346
Yetkin, a.g.e., s.171.
538
kemerli nişlerin dış konturunu, turkuaz renkli bir silme dolaşırken, içte kafes taklidi
bir geometrik bir kompozisyon daha yer alır. Nitekim eski fotoğraflardan, üstteki
şerefenin altında da bu şekilde çinili bir kısmın olduğu fark edilebilmektedir.
Sivas’taki Medresenin çifte minarelerinin gövde biçimlenişi ve süslemesi,
Konya’daki Medreseyle benzerdir. Buradaki yeni uygulama ise kaide ve pabuç
kısımlarındaki turkuaz ve patlıcan moru renkteki, yatay tuğlalar arasına teşkil edilen
çini süslemelerdir. Boyuna dikdörtgen kaide iki kısma ayrılmış olup, her birinin
ortasında dairesel bir madalyon yer alır. Mevcut izler, hem iki kare sahanın çevresini
hem de madalyonların içlerinin aslî halinde turkuaz ve patlıcan moru çinilerle kaplı
olduğunu
göstermektedir.
Madalyonları
kuşatan
bordürlerin
geometrik
bir
kompozisyon olduğu mevcut izlerden anlaşılabilmektedir. Pabuç kısmındaki bu kare
bölümlerin benzerlerini Sivas ve Erzurum Çifte Minareli Medreselerde de
görebilmekteyiz. Erzurum’daki örnek Sivas Sahip Ata Medresesi ile birebir aynı
iken, Sivas Çifte Minareli Medresede, pabuç kısmındaki kare bölümler yan yana
sıralanmış durumdadır. Minarenin pabuç kısmının, akslara denk gelen bölümlerinde
turkuaz ve patlıcan moru çini mozaiklerden oluşturulmuş, kare panolar dikkati çeker.
Bu kare sahaların ortasında birer sivri kemer yer almakta olup, gerek kemerin yüzeyi
ve köşeleri gerekse ortası çini mozaiklerle süslenmiştir. Sahip Ata yapılarındaki çinili
bu şema, sadece minare pabuçlarında değil, kubbeli mekânların üçgenli geçiş
elemanları arasında, aksa denk gelen bölümlerde de karşımıza çıkar. Sivas Sahip Ata
Medresesi Mescidinin kubbesinde üçgen geçiş elemanlarının arasında, akslara denk
gelen bölümlerinin batı ve güney yönlerinde kare sahanın ortasında sivri kemerli bir
kompozisyon yer almakta olup, tüm saha, turkuaz ve patlıcan moru çini mozaiklerle
doldurulmuştur. Bu süslemenin benzerini Sahip Ata Türbesinde de yine üçgen geçiş
elemanlarının arasındaki aksa denk gelen bölümlerinden doğuda ve batıda,
539
bulmaktayız. Buradaki farklılık, çini mozaiklerden teşkil edilmiş geometrik bir
kompozisyona sahip açıklık, ajurlu bir şebeke ile kapatılmıştır. Ancak bu açıklık son
derece harap durumdadır. Türbenin güney duvarında tam aksta ve aynı hizada iki
açıklık yer alır. Bunlardan üstte olanı geçiş bölümündeki sivri kemerli nişlerle aynı
teknik ve kompozisyonla oluşturulmuştur. Açıklığı kaplayan kafes oymalı şebeke ise
turkuaz renkli çinilerden oluşan ve sekiz köşeli yıldızdan gelişen geometrik açık bir
kompozisyona sahiptir. Düşey aksta yer alan sekiz kollu yıldızlar ve yandaki
boşluklarda yer alan dört köşeli yıldızlarda motif, zemine kazılmak suretiyle
yapılmıştır. Sivri kemerin köşeliklerinde kıvrım dallardan ve rumîlerden oluşan
bitkisel bir süsleme bulunur. Burada zemin turkuaz, motif patlıcan moru çinilerden
oluşmuştur. Bunun üstünde ise sülüs hatlı tek satırlık bir yazıt vardır. Mozaik
çinilerden oluşturulmuş kafes oyma şebekelere sahip bu türlü pencerelere Sahip Ata
Hânkahında da rastlanır. Hânkahın köşe mekânlarının kapıları üstündeki sivri
kemerli pencereler, çini mozaiklerle teşkil edilmiş olan kafes oyma şebekelerle
kapatılmıştır. Mozaik çinilerden kesilmiş kafes oyma şebekelere sahip pencerelerin
bir başka örneği Afyon Çay Taş Medresesinde de1347 görmekteyiz. Büyük ölçüde
tahrip olan bu pencerelerin dışında türbeye bakan eyvanın ortasında bir diğer pencere
açıklığı daha bulunup, sivri kemerli açıklığı ortadaki patlıcan moru çinilerden
oluşturulmuş sekiz kollu yıldızın çevresinde gelişen geometrik bir kompozisyon
kapatmaktadır. Kemerin köşelikleri ve dikdörtgen panonun çevresi yine turkuaz ve
patlıcan moru çinilerden oluşan geometrik kompozisyonlarla süslenmiştir. Gerek
Sahip Ata Hânkahı köşe mekânlarında, gerekse Konya Sahip Ata Medresesinin
mekân kapılarının üzerindeki pencerelerin köşeliklerinde turkuaz ve patlıcan moru
çini mozaiklerle yıldız, kazayağı gibi geometrik motiflerle süslendiği görülür. Ayrıca
1347
Afyon Çay Taş Medresesi penceresi için bkz. Yetkin, a.g.e., Resim 67.
540
Konya Sahip Ata Mescidinin ön cephede pencerenin köşeliklerinde turkuaz mozaik
ve patlıcan moru çinilerden teşkil edilmiş bitkisel bir süsleme yer alır. Medresede
pencerelerin köşeliklerindeki süslemenin üzerinde yine turkuaz zemin üzerine
patlıcan moru çinilerle çiçekli kûfî hatla yazıtlar yer almaktadır.
Sahip Ata yapılarında kubbe eteğinin, çini mozaiklerle kûfî veya nesih
yazılarla süslendiği sıklıkla görülen bir uygulamadır. Konya’daki Medresenin,
Hânkahın, Türbenin ve Sivas’taki Medresenin Mescidinin kubbe kasnağında turkuaz
ve patlıcan moru çinilerle oluşturulmuş ve Kuran-ı Kerim’den ayetler yazılı
kompozisyonlar yer alır. Sivas’taki mescidin yazı karakteri nesih olup, diğer örnekler
örgülü kûfî hatla teşkil edilmiştir. Harflerin uçları palmet ve rûmîlerle sonlanmış,
bazen aralarda altı veya sekiz kollu yıldızlar yer almıştır. Kubbe kasnağı örgülü ve
çiçekli kûfî hatla teşkil edilmiş çinili örnekler arasında en olgun örneklerden biri
Konya Alâeddin Camii1348dir. Ayrıca Konya Karatay Medresesi1349 ve Akşehir
Küçük Ayasofya Mescidi (1235)1350 kubbe kasnağında da bu tip çini uygulamaların
başarılı örnekleri görülür. Çiniyle nesih yazının teşkil edildiği Konya Karatay
Medresesi eyvan kemeri1351 ise bu tip uygulamaların en başarılı örneklerindendir.
Sahip Ata Türbesine güneyindeki Hânkahtan geçit veren kapının ve aralıktan türbeye
açılan kemerin üzerindeki nesih yazı ise bu tipin en olgun örneklerinden biridir.
Türbenin çinileri, bazı sanat tarihçiler1352 tarafından Selçuklu Çini Sanatının son ve
en başarılı örnekleri olarak kabul edilir. Türbenin doğusundaki aralık bölümünün
duvarlarında eğik tuğlalar arasına yerleştirilmiş turkuaz çinilerle “Ali” kelimesi
1348
Konya Alaeddin Cami kubbe kasnağı için bkz. Yetkin, a.g.e., Resim 12.
1349
Konya Karatay Medresesi kubbe kasnağı için bkz. Yetkin, a.g.e., Resim 31.
1350
Yetkin, a.g.e., s.62.
1351
Konya Karatay Medresesi eyvan kemeri için bkz. Yetkin, a.g.e., Resim 32.
1352
Yetkin, a.g.e., s.77.
541
işlenmişken, hânkaha açılan kapının türbeye bakan yüzü en dışta geometrik bir
bordürle çevrelenmiş olan ve sivri kemerin üzerinde düğüm yapan iki bitkisel
bordürün kapı lento ve sövelerini kapladığı muhteşem bir çini örneğidir. Çiniler yine
turkuaz ve patlıcan moru renktedir. Kapının kitabelik yeri gibi düzenlenmiş
tablasında yukarıda değindiğimiz nesih yazılı hatla Kuran-ı Kerim’den bir ayet
yazılıdır. Aralıktan türbeye açılan kemerin üzeri de çinilidir. Kemerin iç yüzü oniki
kollu yıldızlar geçmesinden oluşan geometrik karakterli bir kompozisyonla süslü
iken, aralığa bakan yüzü bitkisel, türbeye bakan yüzü ise nesih hatlı yazılı bir
kompozisyona sahiptir. Kemerin türbeye bakan yüzünde kabartma yuvarlak
silmelerin köşelerde oniki dilimli bir madalyon meydana getirip, kemer boyunca ve
köşelere doğru düğümler yaparak iki yöne doğru açıldığı görülür. Kıvrımlı
yapraklardan müteşekkil silmeler, patlıcan moru çinilerle, oluşturulmuştur. Plastik
silmenin arasında kalan sahalar turkuaz zemin üzerine mor çinilerden kesilmiş çok
zarif ve ahenkli bitkisel dekorasyonla doldurulmuştur. Kemerin kilit ve üzengi
noktalarında birer oniki dilimli madalyon yer alıp, ortasında turkuaz çiniden iri
yuvarlak birer kabara vardır ve üzeri altın yaldızla süslüdür. Üzeri altın yaldızlı bir
başka çini süsleme Konya Karatay Medresesinde1353 görülür. Sahip Ata Türbesinin
sandukaların yer aldığı mekânının duvarları, geçiş öğelerine kadar turkuaz renkte
altıgen çinilerle süslü iken, bu, son yıllarda dökülmüştür. Bunun benzeri çiniler,
Hânkah duvarlarında yer almaktaydı. Sahip Ata ve ailesine ait sandukalar üzerinde
ise tek renk sırlı düz levha çinilerin yanı sıra kabartma yazılı çini levhalar yer alır.
Anadolu Selçuklu döneminde özellikle lahitlerde kitabe veya Kuran-ı Kerim’den
ayetleri teşkil için kabartmalı çinilerin kullanıldığı bazı eserler şunlardır: Konya II.
1353
Öney, a.g.e., Resim 62.
542
Kılıç Arslan Türbesi (1156–1192), Konya Karaaslan Türbesi (1219–1236), Konya
Mevlana Türbesi Emir Âlim Çelebi (1264–83)1354 sandukaları.
Türbenin kubbesinin göbeğinde bulunan madalyonun içi zarif bir kûfî yazının
geometrik geçme ve bitkisel dolgularla birleşmesiyle meydana gelmiştir. Konya
Sahip Ata Mescidinin kubbesinde de benzerini gördüğümüz bu madalyonun içinde
“Muhammed, Ebu Bekir, Osman, Ali” isimleri turkuaz çini mozaiklerle işlenmiştir.
Anadolu’da Malatya Ulu Cami (1220)1355, Beyhekim Mescidi ve Beyşehir Eşrefoğlu
Camii1356 kubbelerinde gördüğümüz bu çini kompozisyonu, Sivas Sahip Ata
Medresesi yan eyvanlarında olduğu gibi, kimi eserlerde farklı yerlerde karşımıza
çıkabilmektedir. Her iki yan eyvanın tonozunu, ortadan ikiye bölen iki şerit, tam
ortada dairesel bir madalyon meydana getirir. Büyük ölçüde tahrip olmasına karşın
çiçekli kûfîli bir hatta sahip yazıda, peygamber ve dört halifenin isimleri yazılıdır.
Tonozun böyle bir madalyonla süslenmesinin başka bir örneğini, Konya Sırçalı
Medresesinde (1243)1357 görmekteyiz. Akşehir Sahip Ata Medresesinin türbe
mekânının kubbe göbeğinde, turkuaz ve patlıcan moru mozaik çinilerden müteşekkil
bir madalyon yer alır. Ancak burada yazı yerine sekiz kollu bir yıldızdan gelişen
geometrik bir kompozisyon söz konusudur. Sivas Sahip Ata Medresesi yan eyvan
tonozunu kaplayan dekorasyonun esası, sekiz kollu yıldız ve çevresindeki zambağa
benzeyen değişik bir palmet şeklinden müteşekkildir. Sekiz kollu yıldızlardan gelişen
geçme, radyal olarak sıralanmıştır. Aralarındaki beş kollu yıldızların içine turkuaz
renkte beş köşeli yıldız biçiminde kabaralar yerleştirilmiştir. Eyvanların arka
duvarlarında ise merkezdeki sekiz köşeli yıldızlardan çıkan ışınların gamalı haçlar
1354
Taşkın, “…Çinili Lâhitler”, s.237–257
1355
Malatya Ulu Camii kubbesi için bkz. Yetkin, a.g.e., Resim 18.
1356
Beyşehir Eşrefoğlu Camii kubbesi için bkz. Yetkin, a.g.e., Resim 75.
1357
Konya Sırçalı Medresesi eyvan kemeri için bkz. Yetkin, a.g.e., Resim 23.
543
meydana getirdiği geometrik bir tasarım mevcuttur. Motifler turkuaz, aradaki şeritler
patlıcan moru çini mozaiklerle teşkil edilmiştir. Bu kompozisyonun benzer bir
örneği, Sivas Keykavus Türbesi kasnağının sathi kemer dolgularından biri içinde
tuğladan yapılmış olarak görülür1358. Eyvanları süsleyen şemaları, dıştan, ok şeklinde
bir palmetin, bir ters bir düz yerleştirilmesiyle oluşmuş bir bordür çevrelemektedir ki,
bu süslemeyi, özellikle Sahip Ata’nın Akşehir Türbe ve Mescidi, Konya Medrese ve
Hânkahı, Türbe ve Sivas Medresesinin mescidinin üçgen kubbe geçiş elemanlarını
süsleyen bordürler üzerinde görmekteyiz. Konya Sahip Ata Mescidi, giriş bölümü
tonozunda ise turkuaz ve patlıcan moru levhalardan kesilmiş mozaik çinilerden teşkil
edilmiş geometrik bir kompozisyon görülür.
Çini süslemenin görüldüğü bir başka saha da kubbe yüzeyleridir. Konya
Sahip Ata Medresesi ve Hânkahının avlularını örten büyük kubbenin yüzeyinde,
yatay istiflenmiş tuğlaların aralarına turkuaz ve patlıcan moru çini mozaik çinilerle
teşkil edilmiş geometrik kompozisyonlar yer almaktadır. Hânkahta turkuaz ve
patlıcan moru çinilerin nöbetleşe olarak zikzak sıralarını oluşturduğu bir
kompozisyon bulunurken, Medresenin kubbesinde ise yatay istiflenmiş tuğlaların
arasındaki düşey sıralanmış çiniler kırık çizgi dizileri, baklava ve X biçimli motifleri
teşkil ederler. Beyşehir Eşrefoğlu Camisinde de1359 kubbe yüzeyinin benzeri bir çini
kompozisyonla süslendiği görülmektedir.
Sırlı tuğla süsleme Sahip Ata Yapılarında, bilinenin aksine az kullanılmıştır.
Özellikle kubbe yüzeylerinde ve minare gövdelerinde sırlı tuğlayla teşkil edildiği
söylenen süslemeler, çiniyle oluşturulmuştur1360. Sahip Ata’nın Akşehir’deki
1358
Yetkin, a.g.e., s.89.
1359
Beyşehir Eşrefoğlu Cami kubbesi için bkz. Yetkin, a.g.e., Resim 75.
1360
Öney (a.g.e., s.95-96.) Sahip Ata’nın Konya’daki Medresesi, Türbesi ve Sivas’taki Medresesinin
dahilindeki mescidinde süslemelerin, ayrıca Akşehir Sahip Ata Medresesi, Konya Sahip Ata
544
Medresesinin dâhilindeki türbe mekânının kubbesinin geçiş elemanlarını teşkil eden
üçgen sahaların yüzeyleri turkuaz sırlı tuğlalarla süslenmiştir. Burada yatay
istiflenmiş sırsız tuğların arasında yer alan turkuaz sırlı tuğlalar, her bir üçgen
sahanın ortasını dolduracak şekilde bir baklava motifi meydana getirirler. Sırlı
tuğlalar baklavanın dış hatlarını dokuz yatay sırada tamamlarken, sırsız tuğlalar
kompozisyon iç kısmını doldururlar. Baklava dilimi biçimli kompozisyon sahip bir
başka sırlı tuğla uygulaması, Konya Sahip Ata Medresesinin kare kesitli pabuç
kısmında görülür. Her bir yüzde, ikişer baklava dilimi gelecek şekilde teşkil edilmiş
süsleme yatay olarak dizilmiş, turkuaz sırlı tuğlalarla meydana getirilmiştir. Sahip
Ata yapılarında tuğlalar, gerek minare gibi dış mekân, gerekse kubbe yüzey ve geçiş
elemanlarıyla eyvan yüzeyi pencere alınlığı gibi iç mekân bölümlerinde, hem
dekorasyonun gerçekleştiği zemin hem de kompozisyonu tamamlayan bir öğe olarak
yer almıştır. Kubbe yüzeyinin süslemesiz olduğu örneklerden Konya Sahip Ata
Türbesinde tuğla örgü balıksırtı şeklinde olup, Konya’daki Mescidinde1361 ve
Akşehir’deki Medrese dâhilindeki türbe mekânının kubbesinde ise yatay istiflenmiş
bir örgü görülür. Çini süslemenin bulunduğu örneklerden Konya’daki Medrese ve
Hânkahta ve Sivas’taki Medresenin dâhilindeki mescidin kubbelerinde yatay
istiflenmiş tuğlalar yüzeyi teşkil ederken, Konya’daki Mescidin giriş bölümü
tonozundaki tuğla örgü balıksırtı şeklindedir.
Medresesi, Hânkahı ve Camisi ilse Sivas Sahip Ata Medresesi minarelerinin gövdelerindeki
süslemelerin sırlı tuğlayla teşkil edildiğini belirtir ki, yerinde yaptığımız tespitler, anılan yapılardaki
tezyinin çiniyle gerçekleştirildiğini ortaya koymaktadır.
1361
Konya’daki Mescidinin kubbesinde sırlı tuğla veya çini uygulama bugün için görülmez. Ancak
yatay istiflenmiş tuğlaların aralarındaki zikzak biçimli örgüyü teşkil edecek şekilde sıralanmış dikey
konumlu tuğlalar, burada aslî halinde sırlı tuğlayla bir süsleme yapıldığını zamanla döküldüğüne işaret
etmektedir.
545
Sahip Ata yapılarındaki ahşap süsleme, Konya Sahip Ata Camisinde yer alan
kapı ve pencere kanatlarıyla sınırlıdır. Bunlardan mevcut caminin giriş açıklığını da
örten ahşap kapı kanadı, ceviz ağacından yapılmış olup boyuna dikdörtgen şemalıdır.
Kapının yapım tekniği geçme ve kündekâri’dir. Seren ve başlıkları süslenmemiş olan
kapı kanatlarının her biri, yatay iki kayıtla üç panoya ayrılmıştır. Hakiki kündekâri
ve yuvarlak satıhlı oyma teknikleriyle süslü ve üç panolu bir şemaya sahip kapı
kanatlarında alt ve üst panolar yekpare levhadan, ortadaki panolar kündekâri
tekniğiyle yapılmıştır. Üst panolarda sülüs yazı ile tek satır halinde iki hadis yazılı
olup, harflerin arasındaki kimi boşluklar palmet ve rumî motifleriyle dolgulanmıştır.
Orta panolar kündekâri tekniğinde yapılmış olup, her iki kanattaki kompozisyon,
bordür ve bini kaldırıldığında tek bir geometrik şemayı oluşturacak şekilde
tasarlanmıştır. Kompozisyonun ana motifleri, profilli çıtalarla oluşturulmuş
beşgenler, üçgenler ve baklava biçimindeki dörtgenlerdir. Bu motiflerin içerisine
daha küçük boyutlu beşgen, dörtgen ve üçgenler yerleştirilmiştir. Bu geometrik
parçaların her birinin yüzeyine, geometrik formuna uygun olarak farklı bitkisel
motifler işlenmiştir. Alt panolarda, yine yuvarlak satıhlı oyma tekniği ile düşey
eksende palmet-rûmî ve rumîlerden oluşan iki merkezli bir kompozisyonun tekrar
edilerek ve enine gelişerek devam ettiği bitkisel bir süsleme yer alır. Tarihi belli
olmayan kapı kanatları, süsleme ve yapım tekniği açısından camiyle aynı tarihe ait
olmalıdır1362.
Camideki diğer kapı kanadı, camiden türbenin doğusundaki aralığa geçilen
kapı üzerindedir. Yapım tekniği geçme ve kündekâri olan kapı, tek panolu şemaya
sahip olup, hakikî kündekâri ve yuvarlak satıhlı oyma teknikleriyle süslenmiştir.
Cami içindeki halıları çalmak isteyen bir hırsızın, Hânkah ve Türbe tarafından içeri
1362
R.Bozer, a.g.t., s.110.
546
girmek için bu kapı kanadını kırdığı rivayet edilir1363. Bu nedenle, panoda 39 adet
geometrik parça olması gerekirken sadece 18’i kalabilmiştir. Bugüne gelebilen
süslemelerden, özellikle alt kısımda olanlar, aşınmış ve bozulmuştur. Kapı, seren ve
başlıklar, geçme tekniğinde birleşerek meydana gelmiştir. Seren ve başlıkların
süslenmeden bırakıldığı panoda, geometrik kurgu ön plandadır. Geometrik şema, altı
köşeli yıldız ve bunun etrafında radyal bir düzende sıralanmış altıgenlerden
oluşmaktadır. Bu bölmelerin içleri de bitkisel bezemeyle doldurulmuştur. Hem
yıldızlar, hem de altıgenlerin içi, yuvarlak satıhlı oyma tekniğiyle, tek eksene göre
simetrik palmet-rumî kombinasyonları işlenmiştir. Profilli çıtalar, bitkisel motifler ve
bunların oyma işçiliği caminin kapı kanatları ve Konya Beyhekim Mescidi’nin kapı
kanatlarıyla büyük benzerlik gösterir1364. Yerleştirildiği açıklığın, türbenin inşası
sırasında kapıya dönüştürülmüş bir pencere olduğu düşünülürse kapı kanadının
yapımı için, inşa tarihi bilinmeyen türbe’nin yenilendiği 1283 tarihi “termınus poste
quem” olarak verilebilir. Bunun dışında 1981 yılındaki hırsızlık olayı esnasında,
hırsızın türbeden camiye geçerken yaptığı tahribat neticesinde molozların arasında
tesadüf edilen ve XIII. yy. a tarihlene bir çift kapı kanadı vardır1365. Son derece harap
durumda olan kanatların, sadece ortadaki madalyonu seçilebilmektedir. Söz konusu
ahşap kanadın pencere kanadı olması muhtemeldir1366. Anadolu Selçuklu döneminde
simetrik bir düzenlemeye sahip madalyonlu kapı veya pencere kanatları yüzyılın
ikinci yarısında görülür. Caminin kapı kanadı ise, süslemelerinin yanı sıra hem
geçme hem de hakiki kündekâri tekniğinin uygulandığı kapı kanatları arasında,
1363
Bozer, a.g.t., s.125.
1364
Aynı yer.
1365
Bugün Konya Etnoğrafya Müzesinde yer ala ahşap kapı kanattan ilk defa bahseden Y.Önge
(“Konya’da Yeni Bulunan …”)dir. Bunun dışında R.Bozer (a.g.t., s.7, Resim 3) ahşap kanadı kısaca
tanıtmıştır.
1366
Bozer, a.g.t., s.7.
547
Anadolu’da bilinen en erken tarihli örneği olması açısından dikkate değerdir1367.
Çorum Elvan Çelebi Zaviyesi (XIII. yy sonu-XIV. yy. başı) ve Niğde Sungur Bey
Camii (1335)1368 kapı kanatları hakiki kündekâri tekniğindeki kapı kanatlarının
Anadolu’daki önemli temsilcilerindendir.
Malzemeye dayalı bu değerlendirmelerin ışığında Sahip Ata yapılarının
süslemelerinde görülen motif ve komposizyonlar için şu tespitlerde bulunulabilir.
Sahip Ata’nın İshaklı’daki Han ve Akşehir’deki Medresesinin portallerinde, erken
tarihli Anadolu Selçuklu portallerinde rastlanan süslemelere benzer hususiyetler
görülür. Bu yapıların portallerinde bordür sayısı hem azdır1369, hem de süsleme olan
bordür, boş çerçevelerden sonra başlar. Hem Handa hem de Akşehir’deki Medresede
tek süsleme bordürü bulunmakta olup, yüzyılı ilk yarısına ait örneklerde sıklıkla
görülen yarım yıldızlar, süslemenin ana motifini teşkil eder. Sahip Ata’nın bu erken
tarihli
iki
yapısında
görülen
bir
başka
süsleme
unsuru
da
dairesel
madalyon/rozetlerdir. Akşehir’deki Medrese ve Hanın portallerinin kavsara
kenarlarında ve köşeliklerindeki madalyon/rozetlerin, her biri farklı ölçülerde olup
içleri geometrik kompozisyonlarla süslenmiştir. Bunların dışında, İshaklı Hanın,
benzerini Erzurum Ulu Camisinde (1179) gördüğümüz mukarnaslı tonozu, süs
unsuru gibi tanzim edilmiş örtülerin ilgi çekici örneklerinden biridir1370.
1367
Bozer, a.g.t., s.125. Geçme ve kündekâri tekniğindeki minberlerin XII. yüzyılın ikinci yarısından
itibaren görülmeye başlanılmasına karşın, kapı kanatlarındaki ilk örneğin bu örnekle ortaya çıkması,
daha erken tarihi örneklerin de olması gerektiğini, ancak günümüze ulaşamadığını düşündürür.
1368
R.Bozer, “Ahşap Sanatı”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı 2, (Mimarlık ve
Sanat), Ankara 2006, s.533–541 (536).
1369
Aksaray Sultan Hanı (1229) bu erken dönem yapıları içinde sekiz bordür ile istisnai bir durum arz
eder.
1370
M.O. Arık, “…Türk Mimari Tezyinatının Karakteri”, s. 174.
548
Bordür sayısı üçü geçmeyen ve geometrik süslemenin ağırlıklı olduğu
portaller, yüzyılı ikinci yarısından itibaren, bordür sayısı artan, ayrıca bitkisel ve
geometrik süslemenin beraber kullanıldığı örneklere yerlerini bırakır1371. Bu
portallerde, zemini bir ağ gibi kaplayan geometrik süsleme ağırlıklı olmakla birlikte
bitkisel süslemelerin de bordür ve kuşatma kemerlerindeki yüzeyleri süslemeye
başladığı görülür. Ancak, geometrik süsleme her yapıda görüldüğü halde, bitkisel
motif bulunmayan Sahip Ata eserleri de mevcuttur1372. Sahip Ata’nın Konya’daki
Hânkahı ve Kayseri’deki Medresesinin portalleri, hem bitkisel hem geometrik
karakterli süslemelerin yer aldığı örneklerdendir. Hânkahın portalini süsleyen yan
bordürlerden enli olanında, merkezdeki on kollu yıldızın çevresindeki yarım
yıldızlardan oluşan bir şema görülürken diğer bordürlerde, yıldız örneği kol sayısı
azalarak daha basit bir kompozisyonla karşımıza çıkar.
Düğüm motifi, Sahip Ata yapılarının ortak bir hususiyeti haline gelmiştir.
Motif, hem taş mermer ve çini gibi farklı yapı malzemelerinde hem de kapı veya
çeşme kemeri köşelikleri, kavsara ve mihrabiye kemerlerinin köşelikleri gibi binanın
farklı bölümlerinde kullanılmıştır. Konya Sahip Ata Camiinin portalindeki bitkisel
bir bordürle düğümlenerek yükselen geometrik bordür, yarım oniki kollu yıldız
geçmelerinden müteşekkil bir şemaya sahiptir. Bu şema, bitkisel ve geometrik iki
bordürün aynı kompozisyon içerisinde kullanılması açısından ilk uygulamadır. Bu iki
bordürün arasından bir kaval silme geçmektedir ki, bu şema daha sonra, Sivas Çifte
Minareli Medresenin yan bordürlerinde ve köşe kulelerinde de görülecektir. Portal
açıklığını U şeklinde dolanan bu enli bordür, yan ve üst kenarı, ikişer düğüm
1371
Ancak 1228 tarihli Divriği Ulu Camii ve Şifahanesinin süsleme repertuarını ve tasarımını istisnai
bir durum arz etmesi dolayısıyla bu dönem yapılarına ilişkin yorumlardan ayrı tutmak gerekir.
1372
Arık, a.g.m., s.175.
549
meydana getirerek kat eder. Caminin basık kemerli kapısının köşeliklerinde düğüm
motifinin bir başka versiyonu görülür. Profilli kaval silmelerden müteşekkil bordür,
kemer köşeliklerinde içice geçmiş, köşeli bir düğüm motifi oluşturur. Portal kavsara
kemeri köşeliklerindeki düğüm motifi ise daireseldir.
Konya’daki Sahip Ata Medresesinin portalinde düğüm motifi, geometrik veya
bitkisel motif yerine, iki yazı bordürüyle uygulanmıştır. Portalin iki yan bordüründe,
subasman seviyesinden başlayarak yükselen iki ayet, saçağın altından dolaşmakta,
portalin tam düşey aksında birbirlerinin altından geçerek ilk düğümü oluşturur. Bu
iki yazı bordürü, basık kemerli kapı nişinin kilit taşı hizasında bir düğüm daha
meydana getirerek kapının sövelerinde nihayetlenir. Mimar Kölük, yazı bordürleri
dışında iki yandaki portal köşe sütuncelerinde de düğüm motifini kullanmıştır.
Burada, üç kaval silme halindeki sütunceler, kapının yatay ekseninde, birbiri içinden
geçerek, yani bir düğüm yaparak saçağa doğru yükselir. Düğüm motifinin hem
Anadolu dışı örneklerde hem de Sahip Ata yapılarından önceki Anadolu Selçuklu
yapılarında sıklıkla kullanıldığını ifade etmiştik1373. Ancak düğüm motifinin süsleme
tasarımını şekillendiren başlıca öğe olduğu örnekler, Sahip Ata’nın söz konusu iki
yapısıdır. Medrese portalinde her bir unsur kompozisyonun vazgeçilmez bir
elemanıdır, ancak düğüm motifi, daha önce denenmemiş bu tasarımın başlıca
öğesidir.
Sivas Sahip Ata Medresesin giriş cephesinde yer alan çeşmenin kemer
köşeliklerinde Konya Sahip Ata Camisinin kapı köşeliğindeki düğüm motifinin bir
tekrarı görülür. Profilli silmelerin aralarındaki farklı malzemedeki çokgen parçalar,
dönemin ahşap eserlerindeki kündekâri tekniğini hatırlatır.
1373
Bakınız, bu çalışmanın Karşılaştırma ve Değerlendirme bölümüne.
550
Konya’daki Sahip Ata Türbesi’nin eyvan kemerinin köşeliğinde, bu kez çini
malzemeyle, Sahip Ata Caminin kapı kemer köşeliğindeki süsleme tasarımına benzer
bir kompozisyon teşkil edilmiştir. Çini mozaik parçalardan oluşan bitkisel dekorlu
zeminin üzerine, yine mozaik çinilerden adeta çift katlı etkisi uyandıran yüzeyden
taşkın bir kompozisyon oluşturulmuştur. Bu kompozisyonu teşkil eden bordürler
tıpkı Camide olduğu gibi çeşitli noktalarda birbirini kat ederek düğüm motifini teşkil
etmektedir.
Sahip Ata’nın bu iki yapısındaki bir başka yenilik ise yazı bordürlerinin,
portal kompozisyonlarındaki kullanımıyla ilgilidir. Sahip Ata Camii bordürlerinin en
geniş olanı yazı bordürüdür. Portali U şeklinde dolaşan yazı bordürünün dışında,
sebil pencerelerinin üzerinde de birer yazı kartuşu daha yer alır. Ayrıca minare
kaidelerindeki tuğla yüzeyin aralarına çini mozaiklerle teşkil edilmiş olan halife
isimleri, portal yüzeyindeki bir başka yazı kompozisyonudur. Ancak Medrese
portalindeki yazı kullanımı, Camiyle kıyaslanamayacak ölçüde daha kapsamlıdır.
Öncülü ve takipçisi bulunmayan bu tasarım, iki yan bordürden yükseldikten sonra
portalin düşey aksında iki kere düğüm yaparak basık kemerli kapı nişinin sövelerinde
nihayetlenen iki yazı bordürüyle tanzim edilmiştir. Bu bordürler tasarımı meydana
getiren başlıca unsur olup, yukarıda bahsedildiği gibi birbirini çaprazlama dolaşarak
portalin köşe veya kavsara yüzeyi gibi engebeli sahalarını kat etmektedir. Portalin dış
bordürü ve kavsara yüzeyindeki yazı bordürlerinin dışındaki sahalarda, son derece
yüzeysel işlenmiş bitkisel süslenmelere yer verilmiş olup, yazı kompozisyonu ve
onun teşkil ettiği tasarımın aksine ikincil planda kaldığı görülür. Sahip Ata
yapılarında yazı, çini ve taş gibi farklı malzemelerde süsleme unsuru olarak
kullanılmıştır. Akşehir’deki Medresenin Türbe Mekânı, Konya’daki Medrese,
Hânkah ve Türbe ile Sivas’taki Medresenin Mescit Mekânlarının kubbe kasnakları,
551
çini mozaiklerle teşkil edilmiş, çiçekli kûfî hatlı Kuran-ı Kerim’den ayetlerle
süslüdür. Konya’daki Türbe ile Mescidi’nin kubbe göbeğinde ve Sivas’taki
Medresenin kuzey ve güney eyvanlarının tonozları ise çini mozaiklerle ve kûfî hatla
Peygamberimiz ve Dört Halifenin isimleriyle süslenmiştir. Türbenin doğu duvarında
ise yine çini mozaiklerle ve kûfî hatla “Ali” kelimesi yazılıdır. Türbenin doğusundaki
aralığa açılan eyvan kemeri ve Sivas’taki Medresenin Mescit Mekânının kubbe
eteğini süsleyen çini mozaiklerle teşkil edilmiş nesih yazılar, Anadolu Selçuklu çini
sanatının en seçkin iki örneğini teşkil etmektedir. Bunların dışında Konya’daki
Medresenin ve Hânkahın mekân kapılarının üzerindeki pencerelerin ve Türbenin
kafes oyma şebekeye sahip pencerelerinin köşeleri, Kuranı Kerimden ayetler ve özlü
sözlerle tezyin edilmiştir.
Medrese portalinde görülen bir başka yenilik, kavsara köşeliklerinde ve köşe
sütuncelerinin üzerinde yer alan bitkisel karakterli motiflerin hayli kabarık, yüzeyden
taşıntılı ve plastik etkili oluşudur. Özellikle kavsara köşeliklerinde yer alan bitkisel
motif, palmet ve rumî kombinasyonuna dayalı son derece yüzeysel işlenmiş bir
zemin
üzerinde,
adeta,
bulunduğu
yüzeyden
taşacak
gibi
bir
görüntü
uyandırmaktadır. Özellikle motifin, kavsara kemerinin eğrisine denk gelen üst
bölümü, bulunduğu yüzeyden taşıntı yaptığı tespit edilmektedir.
Portal köşe
sütuncelerinin üzerindeki bitkisel motifinde aynı şekilde işlendiği görülür. Sahip
Ata’nın Konya’daki Camisinde de, özellikle, kavsara ve kapı kemeri köşeliklerinde
kaval silmelerle gayet iri ve plastik etkili geometrik tezyinata rastlansa da, Medrese
portalindeki bitkisel motiflerin işlenişi hemen fark edilecek başka bir tasarıma işaret
etmektedir. Sahip Ata’nın Sivas’taki Medresesi’nde görülen irileşmiş motiflerin
öncüllerini, Konya’daki medresenin portallerinde görmekteyiz. Sivas’taki binanın
portalinin yan kanatlarını süsleyen bitkisel ve geometrik kompozisyonları, en altta iki
552
perde püskülü motifiyle nihayetlenen, iri iki kaval silme teşkil etmektedir. Profilli
kaval silmeler bitkisel şemanın altında bir yazı kartuşunu sınırladıktan sonra, bu sefer
sekiz kollu yıldızdan müteşekkil geometrik bir kompozisyon meydana getirir. Kaval
silmelerin nihayetlendiği perde püskülü biçimli motifin benzer bir örneğini
Konya’daki Medresede görmekteyiz. Portal tasarımı Konya’daki Medrese gibi
yenilikler içermez, mukarnas kavsaralı ve klasik şemadadır. Ancak bordür sayısı hem
artmış, hem de ağırlıklı olarak bitkisel karakterlidir. Bordürler, genel itibarıyla
palmet-rumî kombinasyonuna dayalı ve benzer örneklerini dönemin erken
örneklerinde de bulabileceğimiz kompozisyonlarla süslüdür. Ancak buradaki
palmetler ve rûmîler hayli kabarık ve bulunduğu yüzeyden taşıntılıdır. Özellikle
dıştan itibaren ikinci bordürdeki bitkisel kompozisyon çift katlı oyma hissi
uyandıracak ölçüde, yüzeyden taşıntılı işlenmiştir. Ön cephenin köşelerindeki
payandalar üzerinde yer alan bir ters bir düz palmetlerden oluşan kompozisyonun
benzerini Divriği Cami batı portalinin kavsarasında görmekteyiz, ancak Sahip Ata
Medresesinde palmetler yüzeyden daha taşıntılı ve kabarık işlenmiştir. Sahip Ata
Medresesinde görülen bitkisel motifler, yüzyılın üçüncü çeyreğinden başlayıp, XIV.
yy. ait Karaman Hatuniye Medresesi gibi örneklere kadar uzanan yeni süsleme
karakterinin temsilcisidir. Erzurum ve Sivas Çifte Minareli Medreseler, Beyşehir
Eşrefoğlu Camii, Amasya Turumtay Türbesi (1278–79)1374 ve Amasya Bimarhane
(1308–9)1375, yüzeyden taşıntılı, kabarık bitkisel karakterli süslemelerin görüldüğü
diğer binalardır.
Figürlü süsleme, Sahip Ata yapılarından Sivas’taki Medresede görülür.
Bunun
dışındaki
tek
örnek
Kayseri’deki
Medresenin
1374
Amasya Turumtay Türbesi süslemeleri için bkz. Ünal, a.g.e., Resim 119.
1375
Amasya Bimarhane süslemeleri bkz. Ünal, a.g.e., Resim 85.
köşe
sütuncelerinin
553
başlıklarında yer alan aslan başlarıdır. Sivas’taki Medresenin portal yan kanatlarında
görülen Hayat Ağacı motifi tepede kartal, dallarında kuşlar ve nar motifleriyle
Anadolu’da Kayseri Döner Kümbet, Erzurum Çifte Minareli Medrese, Erzurum
Yakutiye Medresesinde görülen şemaları tekrarlar. Öney, Niğde Hüdavent Hatun
Kümbeti ve Divriği Ulu Camii (doğu kapı) daki kartal figürlerinin, şematize edilmiş
bir hayat ağacını temsil ettiğini belirtir1376. Sivas Sahip Ata Medresesinde görülen bir
başka figürlü bezeme kapı kemerinin üzengi taşları üstünde bulunmaktadır. Buradaki
kompozisyon, geniş bir yaprağın üzerinde ve her iki köşede dokuzar tane hayvan
başından müteşekkildir. Bu tür figürlü taş bezemenin benzerlerini, Cizre
Köprüsünde, Erzurum Emir Saltuk Kümbeti gövdesinde, Karatay Han’ın giriş
eyvanında, Ak Han portalinde ve Niğde Sungur Bey Camisinin portalinde
görmekteyiz.
Mimarlık Faaliyetleriyle Siyasi Kariyeri Arasındaki İlişki, Sahip Ata’nın
ilk eseri olan İshaklı Han’ın kitabesinde baninin siyasi unvanına ait bir ibare
görülmez. Hanın ahır ve avlu portallerinde yer alan her iki kapısındaki kitabede, bani
için “abd el-acz (aciz kul)” ifadesi kullanılmıştır. Sahip Ata’nın ilk görevinin Emir-i
Dâd (Adliye Bakanı) olduğunu biliyoruz1377. Ancak bu göreve ne zaman getirildiği
net değildir. Moğol Hanı Güyük’ün tahta çıkış törenine bir önceki Emir-i Dâd
Nusret’in yerine temsilci olarak gönderilmesine bakılırsa, bu tarihte göreve
getirilmişti1378. Ancak bu görevlendirmenin, aynı yılın Eylül-Ekim ayında
tamamlanan Handan sonra gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Sahip Ata’nın 1250
Nisan/Mayıs aylarına tarihlenen Akşehir’deki Medresesinin kitabesinde, yeni
1376
Öney, a.g.e., s.45.
1377
İbn Bibi, a.g.e., C.II, s.123., O.Turan, a.g.e., s.468.
1378
Anonim Selçuknâme, a.g.e., s. 36, Aksarayî, a.g.e., s.31.
554
görevine ait unvanından bahsedilmektedir. Bilindiği gibi, Anadolu Selçuklu Devletin
1249–1254 yılları arasında II. Keykavus, IV. Rükneddin Kılışarslan ve II. Alâeddin
Keykubat’ın ortak hükümetiyle yönetiliyordu1379. Söz konusu binaların kitabelerinde,
ülkenin batı bölümüne hükmeden II. Keykavus’un zikredildiği görülür1380. Sahip
Ata’nın bir sonraki görevi 1258-1259’de Hülagu’nun Bağdat seferine iştirak ettiği
sırada getirildiği Saltanat Naib’liğidir1381. Bu tarihten kısa bir süre önce tamamlattığı
Konya’daki Camisinde yine “abd el-acz (aciz kul)” ifadesi geçmektedir. Fahreddin
Ali’nin Saltanat Naibliği görevinde uzun süre kalmadığı, bir-iki yıl sonra vezir
olduğu anlaşılmaktadır. II. Keykavus ile kardeşi IV.Kılıçarslan’ın ülkeyi beraber
yönettiği bu dönemde, II.Keykavus, Şemseddin Tuğraî’nin öldürülmesinden sonra
kendi vezirliğine Fahreddin Ali’yi getirmiştir1382. Nitekim Sahip Ata, Akşehir’de
medresesinin karşısına yaptırdığı, bugün sadece kitabesi kalabilmiş olan 1260/61
tarihli Hânkah’ın kitabesinde bu unvan ile anılır. Bu tarihten bir yıl sonra Pervane
Mü’înü’d-dîn Süleyman ve Moğol beyleri ile işbirliği yaparak, veziri olduğu II.
Keykavus’un tahttan uzaklaştırılmasını sağlayan Sahip Ata, artık ülkenin doğu
yarısının değil tamamının hükümdarı olan IV. Kılıçarslan’ın veziridir1383. Kitabesi
bulunmayan Konya’daki Medresesinin, 1262 Temmuz tarihli vakfiyesinde1384 Sahip
Ata, “doğu ve batı vezirlerinin hâkimi” şeklinde anılmaktadır ki, bizce bu ifade,
anılan olayın neticesinde getirildiği yeni görevine atıf yapmaktadır. Ünlü vezir,
1379
1380
Turan, a.g.e., s.476-483.
Duran (a.g.e., s.58.) dönemin kitabelerinde ortak hükümetler sırasında halifeye atfedilen
unvanlarının zikredilmediğini belirtir.
1381
Aksarayî, a.g.e., s.45., N.Kaymaz, a.g.e., s.75-76.
1382
İbn Bibi, a.g.e., C.II, s. 156., Aksarayî, a.g.e., s.47., Anonim Selçuknâme, a.g.e., s. 36., H. F.
Turgal, a.g.e., s.70., O.Turan, a.g.e., s.492.
1383
Olayın gerçekleştiği tarihi Abu’l Faraç, (a.g.e., C.II, s.582.) 1261 yazı, Turan, (a.g.e., s. 495.) 1261
baharı olarak verir.
1384
Bayram-Karabacak, a.g.m., s.38.
555
Kayseri’deki Medrese (1267) ve Çeşmesi (1266) ile Ilgın’daki Kaplıca (1267)sının
kitabelerinde, daha önce olmayan bir ifadeyle anılır. Vezirliğinin üzerinden altı yıl
geçen Hüseyin oğlu Ali’den, bu üç eserde “Sahip” olarak bahsedilir. Nitekim 1261
yılına ait Akşehir’deki Hânkahında vezirlik unvanından bahsedilen bani, 1266
yılından itibaren daha prestijli ve önemli bir unvan olduğu anlaşılan “Sahibü’l
Âzam” şeklinde anıldığı görülmektedir. Söz konusu yılda, IV.Kılıçarslan Moğollar
tarafından öldürülüp, III. Gıyaseddin Keyhüsrev tahta çıkarılmıştır. Fahreddin Ali,
1266 yılında gerçekleşen bu olaydan sonra, çocuk yaştaki III. Gıyaseddin
Keyhüsrev’i tahta çıkarılmasında birincil bir yol oynamış, Pervane Mü’înü’d-dîn
Süleyman ile ülkenin gerçek hâkimi haline gelmiştir1385. Sahip Ata, 1269/70 tarihli
Konya’daki Hânkahının kitabesinde, abd el-acz (aciz kul)” ifadesiyle anılır. Bu
binada tıpkı külliyenin diğer eseri olan camide olduğu gibi, baninin ne vezirliğinden
ne de sahipliğinden bahsedilir1386. Sahip Atanın son yapısı olan Sivas’taki Medresede
ise büyük vezir (Sahip) unvanından başka o güne kadar yaptırdığı hayır eserlerinin
bir karşılığı olarak “Ebu’l Hayrat (hayırlar babası)” olarak da anılmaya başlanmıştır.
Bu binada ilginç bir nokta, portal üzerindeki inşa kitabesinde tarih bulunmasına
karşın, aynı lakap ve unvanların zikredildiği Çeşme kitabesinde tarih atmaya lüzum
görülmemiştir. Kayseri’deki Külliyesinde hem Çeşmede hem de Medrese de tarih
bulunur. Ancak bu iki kitabede tarihler farklı olduğu gibi aslî halinde, Çeşme de
bugünkü durumun aksine, bir zamanlar ayakta olan ve medresenin karşısında yer
alan mescidin cephesi üzerinde yer almaktaydı1387. Sahip Ata’ya 1277 yılında vukû
1385
Aksarayî, a.g.e., s. 62, 65.
1386
Brend (a.g.m., s.165) Konya Larende Kapısı karşısında yer alan binaların kitabelerinde unvan
zikredilmemesini bir tevazu olarak yorumlar ve bu durumun bani tarafından başkente daha uygun
düşecek bir yaklaşık olarak düşünüldüğünü belirtir.
1387
Ayrıntılı bilgi için bkz. bu çalışmanın Kayseri Sahip Ata Medresesi ve Çeşmesi bölümüne.
556
bulan Cimri hadisesi sebebiyle, Moğol Hanı Abaka tarafından “Niyabet-i Hazret”
makamının yanı sıra, “Kavamü’l Mülk” unvanı da verilmiştir1388. Sahip Ata’nın bu
hadise sırasında ölen oğulları ve daha sonra kendisinin de defnedildiği türbe, 1283
yılında
tecdit
(yenileme)
edilmiştir.
Türbenin
ne
zaman
inşa
edildiği
bilinmemektedir. Ancak külliyenin gerek -kaybolan- vakfiyesinin 1278 tarihli1389
olması, gerekse oğullarının 1277 yılında ölmesi, külliyenin son binası olan türbenin
bu tarihler arasında inşa edildiğini düşündürmektedir1390.
Sahip Ata’nın 1249 den ölümü olan 1288 yılına kadar süren 39 yıllık devlet
göreviyle, bani olarak sürdürdüğü mimari faaliyetler arasında ilgi çekici bir yakınlık
bulunmaktadır. Fırtınalı siyasi kariyeri sırasında getirildiği makamların veya verilen
unvanlarının, inşa ettirdiği binaların kitabelerinde veya vakfiyelerde bilinçli bir
şekilde zikredildiği görülür. Kronolojik olarak siyasi basamaklarda yükselişiyle, inşa
ettirdiği binaların büyüklüğü veya zenginliği doğru orantılı olarak artmıştır. Daha da
önemlisi, siyasi kariyerinin her basamağıyla aynı tarihlere denk gelen bir binasının
olması dikkat çekicidir. Ancak ünlü vezirin tüm binalarının günümüze ulaşamaması
dışında, mevcut bazı binalarının da kitabe veya vakfiyelerinin bulunmaması, bu
iddiayı sağlıklı bir şekilde değerlendirmemize engel teşkil etmektedir.
1388
İbn Bibi, a.g.e., C.II, s.239.
1389
Bu bilgiyi 1839 tarihli bir şer’iyye sicil kaydından öğrenmekteyiz (bkz. Atçeken, a.g.e., s.110.).
Bu tarihten sonra Sahip Ata Külliyesinin vakfiyesine nerede olduğu bilinmemektedir.
1390
Bu konudaki ayrıntılı tartışma için bkz. bu çalışmanın Konya Sahip Ata Türbesi bölümüne.
557
5- SONUÇ
Anadolu Selçuklu Dönemi’nin en uzun siyasi kariyerine sahip kişiliklerinden
biri de Sahip Ata Fahreddin Ali’dir. Yaklaşık kırk yıllık devlet görevi esnasında tüm
önemli görevlerde bulunan Sahip Ata, bu süreç içinde, birçok görkemli yapının da
baniliğini yapmıştır.
Anadolu Selçuklu emir veya vezirlerinin yaptırdığı ve bugüne ulaşabilen yapı
sayısı çok azdır. Genel yapı toplamı içinde bu yönetici kesiminin inşa ettirdiği bina
sayısı, sultan binalarından daha fazla olmasına karşın, emir veya vezirlerin tek tek
banisi olduğu yapı âdeti en fazla iki veya üçtür. Örneğin ünlü vezir Celaleddin
Karatay’ın bugüne gelebilen sadece üç yapısı bilinmektedir.
Sahip Ata, baniliğini üstlendiği bugün mevcut onüç, ayrıca varlığını
kaynaklardan öğrenebildiğimiz, ancak günümüze ulaşamayan onbir yapısıyla, bu
yönetici grubunun içinde en fazla eser bırakan kişidir ve bu anlamda kitabelerde
zikredilen “Ebu’l-Hayrat (Hayırların Babası)” ünvanını da hak etmektedir.
Ünlü vezir, ülkenin Moğol tahakkümü altında olduğu yıllarda görev
yapmıştır. Siyasi karmaşalarla dolu bu yıllarda, Moğol baskısıyla ülkelerinden kaçıp
Anadolu’ya gelen Orta Doğu’nun en yetenekli sanatçılarının, Yakın Doğu’nun tüm
mimari ve süsleme repertuvarının yepyeni bir sentezle yorumlanıp kendi gelişimini
sağlamaya çalıştığı bir kültür-sanat ortamı mevcuttur.
Ekonomik sebepler nedeniyle, yüzyılın ikinci yarısında banilik veya
patronajlık, sultanlardan, vezir veya emirlere geçmiştir. Bilindiği gibi I.Alâeddin
Keykubat, tahta yeni çıktığı zaman ekonomik olarak sultanın gücünü tehdit edecek
boyutlarda güçlenmiş vezirlerini ortadan kaldırarak bu soylu tabakanın tahakkümüne
engel olmuştur. Ancak özellikle Kösedağ savaşı ve Moğol egemenliği, sultanın
şahsında merkezî idarenin zayıflamasına sebebiyet vermiştir. Yüzyılın ikinci
558
yarısından itibaren sultan, simgesel bir niteliğe bürünmüş, devlet, esasen Moğol
yönetiminin görevlendirdiği vezir veya emirlerin eline geçmiştir. Yüzyılın üçüncü
çeyreğinden itibaren bu gruba, Moğol beyleri de katılmıştır. Vezirlerin temlik
yoluyla arazi sahibi olmaları, özellikle II. Keykavus döneminden itibaren artış
gösterir. Arazi ve toprak mülkiyetinin merkezi idareden emirlere geçişi, doğrudan
ekonomik gücün el değişimine neden olmuş; dolayısıyla, hem siyasi hem de
ekonomik gelişmeler, ülkenin idari yapısına egemen bir grubun teşekkülüne
sebebiyet vermiştir. Bu kişilerden, belki de en önemlilerinden biri de Sahip Ata’dır.
Sahip Ata’ya ait ilk mimarlık ürünleri, Afyon ve Akşehir çevresinde
bulunmaktadır. Afyon-İshaklı kazasındaki Hanı (1249) ve Akşehir’deki Medresesi
(1250), XIV. yüzyılın ilk başlarına kadar küçük bir derebeylik olarak varlığını
sürdürecek olan Sahip Ata ve oğulları hâkimiyetinin bölgedeki ilk inşa faaliyetidir.
Ünlü vezirin ömrünün son günlerini de Akşehir’le İshaklı arasındaki Nadir Köyü’nde
tamamlaması, bu bölgenin kendisi ve ailesi için önemini ortaya koyar. Bu hâkimiyet,
bugünkü Afyon’un, geçen yüzyılın başlarına kadar Karahisar-ı Sahip olarak
anılmasına neden olmuştur.
Sahip Ata yapılarının kronolojik bir sıra izleyerek coğrafi dağılımına
bakıldığında, batıdan doğuya doğru bir seyir izlediği ortaya çıkmaktadır. Tarih olarak
Afyon ve Akşehir’deki iki yapısını, Konya’daki eserleri izler. Larende Kapısı
karşısındaki Camii, 1258 tarihlidir ve zaman içinde eklenen diğer binalarla, burada
bir külliye teşekkül etmiştir. Ünlü vezirin şehrin su ihtiyacına karşılamak için arklar,
sikâyeler
(maksem)
yaptırmış
olması
da,
Selçuklu
başkentinin
kamusal
gereksinimlerini, bizzat üstlendiğini de göstermesi açısından önemlidir. Sahip
Ata’nın Kayseri ve Sivas’taki inşa etkinlikleri, ülkenin tamamen Moğol egemenliği
altına girdiği yıllara rastlar. Bir parelelelik kurmak düşüncesiyle incelenirse bu
559
durum, Moğol tahakkümü sonrası, Sivas, Erzurum gibi şehirlerde kamusal binaların
diğer şehirlere nazaran sayısal çokluk kazanmasına paralel bir gelişme olarak
örneklenebilir.
Sahip Ata’nın yaklaşık kırk yıllık devlet göreviyle, bani olarak sürdürdüğü
mimari faaliyetler arasında ilgi çekici bir bağlantı tesbit edilmektedir. Fırtınalı siyasi
kariyeri sırasında, getirildiği makamların veya verilen unvanların, binalarının
kitabelerinde veya vakfiyelerinde bilinçli bir şekilde yer aldığı görülür. Ünlü vezirin,
siyasi kariyerinin her basamağıyla aynı tarihlere denk gelen bir binasının olması
dikkat çekicidir. Örneğin 1250 tarihli Akşehir’deki Medresesinin kitabesinde, onun,
Emir-i Dâd görevine atıf yapılır. Günümüze sadece kitabesi ulaşabilmiş olan
Akşehir’deki Hânkahında ise vezirlik ünvanı zikredilmektedir. Sahip Ata, Anadolu
Selçuklu tarihinde ilk ve son kez gerçekleşen iki sultanlı ve tabii ki iki vezirli
yönetim sırasında, önce ülkenin batı yarısını yöneten II. Keykavus’a hizmet vermiş;
daha sonra, kardeşini yenerek tek başına ülkede hâkimiyet tesis eden IV.
Kılıçarslan’ın vezirini de saf dışı bırakarak bu makamı ele geçirmiştir. Konya İmaret
(İnce Minareli Medrese) Vakfiyesinde Sahip Ata “…doğu ve batı vezirlerinin
hâkimi…” şeklinde anılırki, bu ifade, kanaatimizce, ülkenin ikiye bölünüp, kardeşler
tarafından yönetildiği ve daha sonra birinin tek başına ülkeye hâkim olduğu siyasi
gelişmeye atıf yapmaktadır. Bizce, 1261–1262 yılları arasındaki bu gelişme, kitabesi
bulunmayan medresenin tarihi konusunda da fikir vericidir. Ünlü vezir, Kayseri’deki
Medrese (1267) ve Çeşmesi (1266) ile Ilgın’daki Kaplıcasının (1267) kitabelerinde,
daha önce olmayan bir ifadeyle anılır. Vezirliğinin üzerinden altı yıl geçen Hüseyin
oğlu Ali, bu üç eserde “Sahip” olarak bahsedilmektedir. Akşehir’deki Hânkahında
vezirlik unvanından bahsedilen Sahip Ata, 1266 yılından itibaren, daha prestijli ve
önemli bir unvan olduğu anlaşılan “Sahibü’l Âzam” şeklinde anılmaya başlanmıştır.
560
Anılan tarihlerde, IV. Kılıçarslan Moğollar tarafından öldürülüp, III. Gıyaseddin
Keyhüsrev tahta çıkarılmıştır. Fahreddin Ali, 1266 yılında gerçekleşen bu olaydan
sonra, çocuk yaştaki III. Gıyaseddin Keyhüsrev’in tahta çıkarılmasında birincil bir
yol oynamış, Pervane Mü’înü’d-dîn Süleyman ile ülkenin gerçek hâkimi haline
gelmiştir. Sahip Ata’nın Sivas’taki Medresesinde ise büyük vezir (Sahip) unvanından
başka o güne kadar yaptırdığı hayır eserlerinin bir karşılığı olarak “ebu’l hayrat
(hayırlar babası)” tabiriyle anılmaya başlanmıştır. Sahip Ata, 1277 yılında vukû
bulan Cimri hadisesi sebebiyle, Moğol Hanı Abaka tarafından Niyabet-i Hazret
makamına getirilmiş, yanı sıra, “Kavamü’l Mülk(Devletin Dayanağı)” unvanı
verilmiştir. Buna karşın, Sahip Ata’nın tüm binalarının günümüze ulaşamaması ve
mevcut bazı binalarının da kitabe veya vakfiyelerinin bulunmaması, bu durumu
sağlıklı bir şekilde değerlendirmemize engel teşkil etmektedir.
Sahip Ata yapılarının bugünkü durumlarına bakılarak, bağımsız-münferit
binalar oldukları düşünülebilir. Buna karşın çalışmalarımız neticesinde, yapıların aslî
hallerinde, bir külliye fikri çevresinde tertiplendiği anlaşılmıştır. Sahip Ata’nın
yaptırdığı ilk eser olan İshaklı Hanı, yakın tarihlere kadar ayakta olan batısındaki
hamamla birlikte inşa edilmişti. Akşehir’deki Medresesi, kuzeybatısına eklenmiş
olan mescidin dışında, bugüne sadece kitabesi ulaşabilmiş olan Hânkah, Matbah
(Mutfak) ve Çeşmesiyle birlikte bir külliye teşekkülü içinde yer alıyordu. Ilgın’daki
kaplıca ise kuzeybatısına eklenmiş han ile birlikte, Konya-Akşehir yolunun
üzerindeki Sahip Ata manzumesini oluşturuyordu. Sahip Ata’nın Konya’daki
yapılarından Larende Kapısı karşısında yer alan ve Camii, Hankâh, Türbe,
Hamam’dan müteşekkil külliyesi, şehrin en önemli yapı topluluklarından birini
oluşturduğu bilinir. Bunun dışında, Sultan Kapısı yolunda ve Odun Pazarı yakınında
bulunan, Medrese ve Mescitten müteşekkil diğer külliyesi, “İnce Minareli Medrese
561
ve Mescidi” ismiyle bugüne ulaşabilmiştir. Ayrıca bugün Tahir ile Zühre diye bilinen
Sahip Ata Mescidi, Karamanoğulları zamanında yıkılan Dâr’ul-Huffaz ve Çeşmeyle
birlikte, Konya Kalesinin Çeşme Kapısı yakınında bir başka Sahip Ata Külliyesini
oluşturmaktaydı. Kalenin kuzey kapılarından Odun Pazarı Kapısı’nın karşısında yer
alan ve medrese, yıkılmış olan mescit ile çeşmeden oluşan binalar topluluğu, Sahip
Ata’nın Kayseri’deki külliyesini teşkil ediyordu. Sahip Ata’nın son külliyesi Sivas’ta
olup,
Medrese,
Mescid,
Çeşme
ve
Dârü’l-Ziyafet
(Konuklar
Yurdu)den
müteşekkildi.
Sahip Ata’nın yapıları, Ortaçağ şehirleri içinde çok önemli ve işlek bir
konuma sahip olup, İshaklı Han ve Ilgın Kaplıcası gibi şehir dışında yer alan binaları
ise önemli şehirlerarası yol güzergâhında yer alıyordu. Sahip Ata’nın ilk eseri olan
Han (1249), Konya-Afyon yolu üzerinde bulunmaktadır. Akşehir’deki Sahip Ata
Medresesi, Akşehir’i, Nadir Köyü’ne oradan da İshaklı’ya bağlayan ana yolun
üzerinde yer almaktadır. Ilgın’daki Kaplıcası ise Akşehir’i Konya’ya bağlayan
güzergâh üzerinde bulunmaktadır. Bu yol hattı üzerinde, Sahip Ata’nın Hanı dışında,
Akşehir’deki Külliyesi ve Ilgın’daki Kaplıcasının bulunuyor olması, hem baninin
Afyon ve Akşehir çevresindeki yatırımlarını belirlemekte, hem de binalarını belirli
bir yol güzergâhını gözeterek inşa ettirdiğini kanıtlamaktadır. Bu yapılar,
çevresindeki yerleşimin gelişmesine de katkı sağlamıştır. Örneğin Han, İshaklı
kasabasının teşekkülünde birincil rol oynamıştır. Ilgın’daki Kaplıca ise Selçuklu
döneminde Mevlana gibi önemli şahsiyetlerinin de şifa bulmak için geldiği,
kasabanın o yıllardaki en önemli sağlık tesisiydi. Ünlü vezirin şehir içindeki yapıları
ise kale kapıları karşısında yer almaktaydı. Konya’daki üç külliyesinden biri Larende
Kapısı, diğeri Çeşme Kapısı karşısında bulunmakta olup, Dârü’l-Hadis ve Mescitten
oluşan üçüncü külliyesi ise Sultan Kapısı yolundaydı. Cami, Medrese, Türbe,
562
Hankâh ve Hamam’dan teşekkül eden Larende Kapısı karşısındaki külliye, zamanla
burada “Hoca Sahip” isminde bir mahallenin teşekkülüne sebebiyet vermiştir.
Hankâhın, ön cephesinde yer alan nişler, aslî halinde dükkân olarak kullanılıyordu ve
bu haliyle külliye, ticari, dini ve sağlık hizmeti veren yapılarıyla Larende Kapısı
civarının en önemli sosyal ve kültürel merkezi; ayrıca sur dışı yerleşmenin
Konya’daki en çarpıcı örneklerinden biriydi. Ünlü vezirin Medrese ve Mescitten
oluşan külliyesi ise Alâeddin Tepesinin batısında yer almaktadır. Külliye, dış sura
bitişik olan ve bir takım askeri hizmetlerin görüldüğü Ahmedek tepesinin batısında
yer almaktaydı. Vakfiyede de bahsedilen Odun Pazarı dışında şehrin bu kısmında bir
de Buğday Pazarı olduğunu bilmekteyiz. Vakfiyede bahsedilen Sultan Kapısı,
Ortaçağ’da yönetim merkezinin yer aldığı Alâeddin Tepesinin şehre açıldığı kapıydı.
Bu veriler, külliyenin şehrin en önemli ekonomik ve politik alanlarından biri üzerine
kurulduğuna işaret etmektedir. Ortaçağ’da kalenin, Çeşme Kapısı yakınlarında
olduğu belirtilen Konya’daki diğer Sahip Ata külliyesi ise Dârü’l-Huffaz Mescid ve
Çeşme’den oluşmaktaydı. Söz konusu kale kapısının, külliyenin “Kırk Çeşme” veya
“Sahip Ata Çeşmeleri” şeklinde anılan çeşmesiyle, aynı isimle bilinmesi, buradaki
Sahip Ata yapılarının önemine işaret etmektedir. Mevcut izler Sahip Ata’nın
Akşehir’deki külliyesinin de şehrin Ortaçağda önemli bir noktasında bulunduğunu
gösterir. Nitekim külliyenin medresesi yakınlarında yapılan inşaat hafriyatlarında,
sur kalıntılarına rastlanmıştır. Konyalı da, medrese ve mescidin, “…kalenin
methalinde(girişinde)…” olduğunu belirtir. Eldem ve Ahmed Nazif’in geçen yüzyılın
başlarına ait sunduğu bilgilere bakılırsa Kayseri’deki Sahip Ata Külliyesinin, mescit
ve medresesi karşılıklı konumlanmıştı ve iki yapının arasından yol geçiyordu.
Medresenin ön cephesi, Ortaçağ Kayseri’sinde, At Meydanı olarak bilinen alana
bakıyordu. Ayrıca Odun Pazarı ve Meydan isimli kalenin kuzeydoğu kapısı da
563
binanın hemen güneybatısında yer almaktaydı. Bu durum, külliyenin, şehir
meydanının ve önemli ticari merkezlerden birinin yakınında yer aldığını gösterir.
Sahip Ata’nın külliyesi, şehrin bu bölümünde Moğol istilasından sonra inşa edilen ilk
yapılardan biri olma özelliğini de taşımaktadır. Vezir Sahip Ata’nın yaptırdığı
Sivas’taki külliyesi, vakfiyesindeki ifadeye göre dış surun güney yöndeki
kapılarından birinin karşısında yer alıyordu. Bu duruma göre, şehre güney yönden
(Kayseri) gelen kervanların ilk göreceği bina Medrese olacaktır. Ortaçağ Sivas’ının
ticaret hayatı, Ulu Cami ve çevresinden, güneye Sahip Ata (Gök) Medrese ve
çevresine yayılmıştır. Bu alanın, XV. yüzyıl belgelerinde “Medrese-i Sahip
Mahallesi” ismiyle anılıyor olması, binanın bu alandaki yeni bir yerleşimin
gelişimine sebebiyet verdiğini gösterir.
Sahip Ata’nın banisi olduğu binalara etkisi konusunda söyleyebileceklerimiz
sınırlıdır. Bu konuda değerlendirmelerimize ışık tutacak, herhangi bir yazılı belgede
veriyle karşılaşmamaktayız. Sahip Ata yapıları uslup ve tasarım açısından bazı
farklılıklar taşır. İlk iki yapısı olan İshaklı’daki Han ve Akşehir’deki Medrese’nin
portallerinin aynı elden çıkmış denilebilecek kadar birbirine benzediği görülür.
Konya’daki Camii ve Medresesinde ise özellikle portal tasarımında birçok yenilikler
dikkati çeker. Mimar Kölük bin Abdullah’ın bu iki eseri, hem portal süslemesi hem
de çifte minare gibi uygulamaların Anadolu’daki bilinen ilk örnekleridir. Bu iki
yapıda görülen yeni uygulamalara, tarih olarak daha sonraki iki Sahip Ata yapısı,
Konya’daki Hânkah ve Kayseri’deki Medresede rastlanmaz. Buna karşın, Sivas’taki
Medrese, Kölük bin Abdullah’ın Konya’daki Sahip Ata Camiinde uyguladığı çifte
minare uygulamasının, Üstad-ı Mimar Kaluyan el-Konevî’nin bazı teknik hataları da
gidererek tekrar kullanıldığı bir yapıdır. Medrese, hem ön cephe tasarımındaki
olgunluk, hemde portalinde yer alan, yüzeyden taşıntılı, kabarık, ağırlıklı olarak
564
bitkisel karakterli süslemesiyle dikkati çeker. Bu süsleme biçimi, XIII. yüzyılın
üçüncü çeyreğine ve XIV. yüzyılın ilk yarısına ait Erzurum ve Sivas’taki birçok
eserde karşımıza çıkar. Bu anlamda, Sahip Ata’nın, Kölük bin Abdullah veya
Kaluyan el-Konevî gibi mimarlarına, mimari ve süslemede yeni uygulamalarını
gerçekleştirebileceği bir özgürlük tanıdığı, buna
karşın bilinen şemaların
tekrarlandığı binaların da baniliğini üstlendiğini söyleyebiliriz.
Buna karşın Sahip Ata’nın, binaların yerleri konusunda çok seçici olduğu
dikkati çeker. Yukarıda belirtildiği üzere Sahip Ata’nın şehir içindeki yapılarının,
kale kapıları karşısında, ticari ve sosyal aktivitenin yoğun olduğu bölümlerde yer
aldığı görülmektedir. Sahip Ata’nın, tarikat mensubları için inşa etirdiği binalar
dikkat çekicidir.
Akşehir ile Konya’daki Hânkahları ve Sivas’ta inşa ettirdiği Dârü’l-Ziyafet
(Konuklar Yurdu), hayır eseri yaptırma düşüncesinin dışında, yüzyılın ikinci
yarısından itibaren Anadolu Selçuklu Siyasi ve Sosyal hayatına etkileri gittikçe artan
din adamlarının, bu yöndeki kamuoyu gücünden faydalanma isteğiyle ilişkilidir.
Nitekim dönemin bir başka kudretli veziri Pervane Süleyman’ın da Tokat’taki
Hânkahı’ndan başka, Mevlana için Konya’da Medrese yaptırdğını görmekteyiz. Bu
inşa faaliyeti, merkezi otoritenin zayıflamasıyla siyasi, ekonomik alanda güçlenen
emir ve beylerin, halkın, sultanın, kısmen Moğol idaresinin güvenini kazanmış din
adamlarının kamuoyu gücünden faydalanmak istemesi olarak yorumlanabilir. Bu
anlamda, Sivas vakfiyesinde, “...ulema yokluğu, evliya eksikliği ve ilim
müesseselerinin harap olmaya yüz tutması…”nın ısrarla vurgulanması, medresede
istihdam edilecek ulema kadrosunun niteliği, harcamaları ve ihtiyaçlarının temini
hususunda ayrıntılı bilgilerin bulunması, “Şafii müderris tayini” veya “alevi
dervişlerin ihtiyaçlarının karşılanması” gibi Sivas’ın farklı Müslüman inanışlarına
565
saygı gösteren ve tamamını aynı çatı altında görmek isteyen ifadelerin varlığı, ayrıca
da Sahip Ata’nın, külliye dâhilinde bir de Dâr-ı Ziyafet (Konuklar Yurdu)
yaptırması, Keykavus Şifahanesi ve çevresindeki medreselerin dışında, şehrin bu
kesiminde ilim adamlarının barınıp medresesinde ders vereceği yeni bir dinî merkezi
teşekkülü oluşturma çabası olarak görülebilir. Kimi yazarlar, vezir ve emirlerin bu
inşa faaliyetlerinin, görkemli mimari anıtlar yaptırarak varlıklarını sağlamlaştırma ve
itibar kazanma çabası olarak yorumlar.
Sahip Ata binaları, camii, mescit, medrese, han, hamam, kaplıca, türbe,
hânkah ve buzhane gibi Anadolu Selçuklu Sanatına ait farklı yapı türlerinin en seçkin
örneklerinden oluşur. Konya’daki Sahip Ata Camii çifte minaresiyle, o güne kadar
uygulanmamış bir portal tasarımına sahiptir. Caminin aslî planına ilişkin
tespitlerimiz, Anadolu’da bilinen ilk ahşap destekli eser olduğunu ortaya koymuştur.
Mihrabı, Anadolu Selçuklu Sanatının en seçkin çini örneklerinden biri olan caminin,
bugüne ulaşabilen kapısı da, Anadolu’daki hakiki kündekâri tekniğinde imal edilmiş
ahşap kapı kanatlarının en erken tarihli örneğidir. Camii, portal tasarımı gibi birçok
hususiyetiyle, daha sonra yapılmış çok sayıda esere örnek teşkil etmiştir. Sahip
Ata’nın Konya’daki (İnce Minareli) Medresesinde, portal tasarımı açısından yepyeni
bir uygulama ortaya konmuş olup, yazı bordürlerinin teşkil ettiği bu portalin ne
öncülü ne de ardılı bulunmamaktadır. Sivas’taki (Gök) Medrese, çifte minare
uygulamasının Konya Sahip Ata Camisinden sonra Anadolu’daki ikinci örneği olup,
farklı renkteki mermer malzemenin son derece orantılı bir şekilde kullanıldığı portal
tasarımı ve simetrik kaidelerin kesin kurallarla uygulandığı bir ön cephe kuruluşuna
sahiptir. Ön cephe üç eşit parçaya ayrılmış olup, portal ve iki yanındaki bölümler,
birer birimi ihtiva etmektedir. Portalin kendi içinde ayrıntılara inildiğinde de böylesi
bir matematiksel bölümlenmenin olduğu tespit edilmektedir. Medresenin içindeki
566
mescidin mihrabı ve yan eyvanlarındaki çini süsleme, dönemin en olgun
örneklerinden biridir. Ünlü vezirin Akşehir (Taş)ve Konya’daki (İnce Minareli)
Medreseleri, medrese-mescit birleşiminin aynı kütle içinde değerlendirildiği bir
kompoziyona sahip olup, minarelerinin çifte şerefeli olması açısından da ortak bir
hususiyete sahiptir. Sahip Ata’nın Konya, Akşehir, Sivas’taki Medreseleri ile
Konya’daki Camisinin minareleri, yayınlarda zikredilenlerinin aksine sırlı tuğlayla
değil çini malzemeyle süslüdür.
Sahip Ata’nın hem kapalı hem de açık avlulu plan şemasında medreseleri
bulunmaktadır. Medreselerin, avlu ortasında havuz, mekân kapılarının üstlerinde
sivri kemerli pencere düzenlemesi gibi ortak hususiyetleri dikkati çekmektedir.
Konya’daki Sahip Ata Hânkahı, dönemin tarikat yapıları içinde, planındaki
simetrik anlayış ve ölçüleri açısından en dikkat çekici eserlerden biridir. Hem
Hânkah hem de onun kuzey eyvanına sonradan yerleştirilmiş olan türbedeki çini
dekorasyon, dönemin en seçkin örneklerini ihtiva etmektedir.
Konya’daki Sahip Ata (Tahir ile Zühre) Mescidi, kubbeli kübik mescitler
şeklinde Anadolu Selçuklu Sanatı çalışmalarına konu edilmiş yapı grubuna dâhildir.
Bazı çalışmalarda, “Mahalle Mescidi” şeklinde tanımlanmış olan yapının,
çalışmalarımız neticesinde, aslî halinde, yıkılmış olan yakınındaki Dârü’l-Huffaz ve
Çeşmeyle birlikte, bir külliye fikri çerçevesinde tertiplendiği anlaşılmıştır.
Süsleme özellikleri açısından, İshaklı ve Akşehir’deki ilk Sahip Ata
yapılarında yüzyılın ilk yarısına ait eserlerin geometrik karakterli süsleme özellikleri
dikkati çeker. Konya’daki iki Kölük bin Abdullah eseri, Camii ve Medresede ise
yazının portal kompozisyonuna hâkim olduğu yeni bir tasarım izlenir. Bu iki
yapıdaki ortak süsleme hususiyeti ise bordürlerin birbirini çeşitli noktalarda keserek
teşkil ettiği düğüm motifidir. Bu motif, Sahip Ata’nın Konya’daki Türbesinin kapısı
567
ve eyvan kemeri köşeliklerinde çini, Sivas’taki Medresesinin Çeşmesinin kemer
köşeliklerinde ise mermer malzemeyle karşımıza çıkar. Dolayısıyla, Sahip Ata
eserlerindeki
düğüm
motifi,
farklı
malzemelerle
uygulanan
ve
muhtelif
çeşitlemelerinin bulunduğu ortak bir süsleme özelliği olarak belirir. Sahip Ata’nın
Konya’daki Hânkahı ve Kayseri’deki Medrese’sinde ise, Konya’daki Camii ve
Medresesinde görülen yeni süsleme özelliklerinin aksine, yüzyılın ilk yarısına ait
yapılarda dikkati çeken geometrik ve yüzeysel karakterli süslemeleri hatırlatan bir
bezeme anlayışı mevcuttur.
568
ÖZET
Anadolu Selçuklu Dönemi’nin en uzun siyasi kariyerine sahip kişiliklerinden
biri de Sahip Ata Fahreddin Ali’dir. Yaklaşık kırk yıllık devlet görevi esnasında tüm
önemli görevlerde bulunan Sahip Ata, dönemin, en görkemli yapılarından bazılarının
da banisidir. Anadolu Selçuklu emir veya vezirlerinin yaptırdığı bugüne ulaşabilen
yapı sayısı çok azdır. Genel yapı toplamı içinde bu yönetici kesiminin yaptırdığı bina
sayısı, sultan binalarından daha fazla olmasına karşın, emir veya vezirlerin tek tek
banisi olduğu yapı âdeti en fazla iki veya üçtür. Örneğin ünlü Anadolu Selçuklu
veziri Celaleddin Karatay’ın bugüne sadece üç yapısı ulaşabilmiştir. Sahip Ata,
baniliğini üstlendiği mevcut onüç, ayrıca, günümüze ulaşamayan, varlığını
kaynaklardan öğrenebildiğimiz onbir yapısıyla, bu yönetici grubunun içinde en fazla
eser bırakan kişidir ve bu anlamda “Ebu’l-Hayrat (Hayırların Babası)” unvanını da
hak etmektedir.
Sahip Ata’nın ilk mimari yatırımları Afyon ve Akşehir çevresindedir. Afyonİshaklı kazasındaki Hanı (1249) ve Akşehir’deki Medresesi (1250), XIV. yüzyılın ilk
başlarına kadar küçük bir derebeylik olarak varlığını sürdürecek olan Sahip Ata ve
oğulları hâkimiyetinin bölgedeki ilk yatırımıdır. Ünlü vezirin ömrünün son günlerini
de Akşehir’le İshaklı arasındaki Nadir Köyü’nde tamamlaması, bu bölgenin kendisi
ve ailesi için önemini ortaya koyar. Bu hâkimiyet, bugünkü Afyon’un, geçen
yüzyılın başlarına kadar Karahisar-ı Sahip olarak anılmasına neden olmuştur.
Sahip Ata yapılarının kronolojik bir sırayla coğrafi dağılımına bakıldığında,
batıdan doğuya doğru bir seyir izlediği ortaya çıkmaktadır. Tarih olarak Afyon ve
Akşehir’deki iki yapısını, Konya’daki eserleri izler. Konya-Larende Kapısı
karşısındaki Camii, 1258 tarihlidir ve zaman içinde eklenen diğer binalarla, burada
bir külliye teşekkül etmiştir. Ünlü vezirin şehrin su ihtiyacına karşılamak için arklar,
569
sikâyeler
(maksem)
yaptırmış
olması
da,
Selçuklu
başkentinin
kamusal
gereksinimleri bizzat üstlendiğini de göstermesi açısından önemlidir. Sahip Ata’nın
Kayseri ve Sivas’taki mimari yatırımları, ülkenin tamamen Moğol egemenliği altına
girdiği yıllara rastlar. Bu durum, Moğol tahakkümü sonrası Sivas, Erzurum gibi
şehirlerde kamusal binaların diğer şehirlerdekine nazaran daha fazla sayıda olmasına
paralel bir gelişmedir.
Sahip Ata yapılarının bugünkü durumlarına bakılarak, tekil binalar oldukları
düşünülebilir. Buna karşın çalışmalarımız neticesinde, yapıların aslî hallerinde, bir
külliye fikri çevresinde tertiplendiği anlaşılmıştır. Sahip Ata’nın yaptırdığı ilk eser
olan İshaklı Hanı, yakın tarihlere kadar ayakta olan batısındaki hamamla birlikte inşa
edilmişti. Akşehir’deki Medresesi, kuzeybatısına eklenmiş olan mescidin dışında,
bugüne sadece kitabesi ulaşabilmiş olan Hânkah, Matbah (mutfak) ve Çeşmesiyle
birlikte bir külliye teşekkülü içinde yer alıyordu. Ilgın’daki kaplıca ise kuzeybatısına
eklenmiş han ile birlikte, Konya-Akşehir yolunun üzerindeki Sahip Ata
manzumesiydi. Sahip Ata’nın, Konya’daki yapılarından Larende Kapısı karşısında
yer alan ve Camii, Hankâh, Türbe ve Hamam’dan müteşekkil külliyesi, şehrin en
önemli yapı topluluklarından birini oluşturduğu malumdur. Bunun dışında, Sultan
Kapısı yolunda, Odun Pazarı yakınındaki Medrese ve Mescitten oluşan bir başka
külliyesi ise, “İnce Minareli Medrese ve Mescidi” ismiyle bugüne ulaşabilmiştir.
Ayrıca bugün Tahir ile Zühre diye bilinen Sahip Ata Mescidi, Karamanoğulları
zamanında yıkılan Dârü’l-Huffâz ve Çeşmeyle birlikte, Konya Kalesinin Çeşme
Kapısı yakınında bir başka Sahip Ata Külliyesini oluşturmaktaydı. Kalenin kuzey
kapılarından Odun Pazarı Kapısının karşısında yer alan medresesi, XX. yüzyılın
başlarına kadar ayakta olan mescidi ve bugün medresenin ön cephesinde bulunan
çeşmesiyle birlikte, Sahip Ata’nın Kayseri’deki külliyesini teşkil ediyordu. Sahip
570
Ata’nın son külliyesi Sivas’ta olup, Medrese, Mescid, Çeşme ve Dârü’l-Ziyafet
(Konuklar Yurdu)den müteşekkildi.
Sahip Ata’nın yapıları, Ortaçağ şehirleri içinde, çok önemli ve işlek bir
konuma sahip olup, İshaklı Han ve Ilgın Kaplıcası gibi şehir dışında yer alan binaları
ise önemli şehirlerarası yol güzergâhında yer alıyordu. Sahip Ata’nın ilk eseri olan
Han (1249), Konya- Afyon yolu üzerinde bulunmaktadır. Sahip Ata’nın Akşehir’deki
Medresesi, kasabayı, Nadir Köyüne oradan da İshaklıya bağlayan ana yolun,
Ilgın’daki Kaplıcası ise Ortaçağ döneminde Akşehir’i Konya’ya bağlayan yol
hattının üzerinde yer almaktaydı. Bu yol hattında, Sahip Ata’nın Hanı dışında,
Akşehir’deki Külliyesi ve Ilgın’daki Kaplıcasının bulunuyor olması, hem baninin
Afyon ve Akşehir çevresindeki yatırımlarını belirlemekte, hem de belirli bir yol
güzergâhını dikkate alarak bina inşa ettirdiğini göstermektedir.
Bu yapı kompleksleri, çevresindeki yerleşimin gelişmesine de katkı
sağlamıştır. Örneğin Han, bugünkü İshaklı’nın gelişimde birincil rol oynamış, kasaba
hanın çevresinde gelişmiştir. Ilgın’daki Kaplıca ise Selçuklu döneminde Mevlana
gibi önemli şahsiyetlerinin de şifa bulmak için geldiği, kasabanın o yıllardaki en
önemli sağlık tesisiydi.
Ünlü vezirin şehir içindeki yapıları kale kapıları yakınında yer almaktaydı.
Selçuklu başkenti Konya’daki üç külliyesinden biri Larende Kapısı, diğeri Çeşme
Kapısı karşısında bulunmakta olup, Dârü’l-Hadis ve Mescitten oluşan üçüncü
külliyesi ise Sultan Kapısı yolundaydı. Cami, Medrese, Türbe, Hankâh ve
Hamam’dan teşekkül eden Larende Kapısı karşısındaki külliye, 1258–1283 yılları
arasında, yirmibeş sene içinde tamamlanmıştır. Külliye dâhil yapılar, aynı mahalle
çevresinde yer almakta olup, burada “Hoca Sahip” isminde bir mahallenin
teşekkülüne sebebiyet vermiştir. Hankâhın, ön cephesinde yer alan nişler, aslî halinde
571
dükkân olarak kullanılıyordu ve bu haliyle külliye, ticari, dini ve sağlık hizmeti veren
yapılarıyla Larende Kapısı ve civarının en önemli sosyal-kültürel merkezi, aynı
zamanda sur dışı yerleşmenin Konya’daki en çarpıcı örneklerinden biridir. Ünlü
vezirin Medrese ve Mescitten oluşan külliyesi ise Alâeddin Tepesinin batısında yer
almaktadır. Ayrıca külliye, dış sura bitişik olan ve bir takım askeri hizmetlerin
görüldüğü Ahmedek tepesinin batısındaydı. Külliyenin Vakfiyesinde bahsedilen
Odun Pazarı dışında şehrin bu kısmında bir de Buğday Pazarı olduğunu bilmekteyiz.
Vakfiyede bahsedilen Sultan Kapısı, Ortaçağ’da yönetim merkezinin yer aldığı
Alâeddin Tepesinin şehre açıldığı kapıydı. Bu veriler, külliyenin şehrin en önemli
ekonomik ve politik alanlarından biri üzerine kurulduğuna işaret etmektedir.
Ortaçağ’da Konya Kalesinin batı yöndeki kapılarından, Çeşme Kapısı yakınlarındaki
bulunan diğer Sahip Ata külliyesi ise Dârü’l-Huffâz, Mescid ve Çeşme’den
oluşmaktaydı. Sahip Ata’nın günümüze ulaşamayan bu çevrede yer alan çeşmeleri
kapının bu isimle anılmasına nenden olmuştur. Mevcut izler Sahip Ata’nın
Akşehir’deki külliyesinin de şehrin Ortaçağda önemli bir noktasında bulunduğunu
gösterir. Nitekim külliyenin medresesi yakınlarında yapılan inşaat hafriyatlarında,
sur kalıntılarına rastlanmıştır. İ.H.Konyalı da, medrese ve mescidin, “…kalenin
methalinde(girişinde)…” olduğunu belirtir. H.Eldem ve Ahmed Nazif’in geçen
yüzyılın başlarına ait sunduğu bilgilere bakılırsa Kayseri’deki Sahip Ata Külliyesinin
mescit ve medresesi karşılıklı yer alıyorlardı ve arasından yol geçiyordu. Medresenin
ön cephesi, Ortaçağ Kayseri’sinde, At Meydanı olarak bilinen alana bakıyordu.
Ayrıca Odun Pazarı veya Meydan denilen kalenin kuzeydoğu kapısı da binanın
hemen güneybatısında yer almaktaydı. Bu durum, külliyenin, şehir meydanının ve
önemli ticari merkezlerden birinin yakınında yer aldığını gösterir. Sahip Ata’nın
külliyesi, şehrin bu bölümünde Moğol istilasından sonra inşa edilen ilk yapılardan
572
biridir. Vezir Sahip Ata’nın yaptırdığı Sivas’taki külliyesi, vakfiyesindeki ifadeye
göre dış surun güney yöndeki kapılarından birinin karşısında yer alıyordu. Bu
duruma göre, şehre güney yönden (Kayseri) gelen kervanların ilk göreceği bina
Medrese olacaktır. Ortaçağ Sivas’ının ticaret hayatı, Ulu Cami ve çevresinden,
güneye Sahip Ata (Gök) Medrese ve çevresine yayılmıştır. Bu alanın, XV. yüzyıl
belgelerinde “Medrese-i Sahip Mahallesi” ismiyle anılıyor olması, Medresenin bu
alandaki yeni bir yerleşimin gelişimine sebebiyet verdiğini gösterir.
Sahip Ata yapıları stilistik ve tasarım açısından bazı farklılıklar taşır. İlk iki
yapısı olan İshaklı’daki Han ve Akşehir’deki Medrese’nin portallerinin aynı elden
çıkmış denilebilecek kadar birbirine benzediği görülür. Konya’daki Camii ve
Medresesinin, özellikle portal tasarımında birçok yenilikler dikkati çeker. Kölük bin
Abdullah’ın bu iki yapısı, hem portal süslemesi hem de çifte minare gibi
uygulamaların Anadolu’daki ilk örnekleridir. Bu iki yapıdaki yeniliklere, tarih olarak
daha sonraki iki Sahip Ata yapısı olan Konya’daki Hânkah ve Kayseri’deki
Medresede rastlanmaz. Sivas’taki Medrese ise Kölük bin Abdullah’ın Konya’daki
Sahip Ata Camiinde uyguladığı çifte minare uygulamasının, Üstad-ı Mimar Kaluyan
el-Konevî tarafından, bazı teknik hataların giderilerek tekrar kullanıldığı bir yapıdır.
Medrese, hem ön cephe tasarımında ulaştığı tasarım olgunluğu, hem de özellikle
portaldeki yüzeyden taşıntılı, kabarık, ağırlıklı olarak bitkisel karakterli süslemesiyle
dikkati çeker. Bu süsleme biçimi, XIII. yüzyılın üçüncü çeyreğine ve XIV. yüzyılın
ilk yarısına ait Erzurum ve Sivas’taki birçok eserde karşımıza çıkar. Bu anlamda,
Sahip Ata’nın, Kölük bin Abdullah veya Kaluyan el-Konevî gibi mimarlarına,
mimari ve süslemede yeni uygulamalarını gerçekleştirebileceği bir serbestlik
tanıdığı, buna karşın bilinen şemaların tekrarlandığı binaların da baniliğini
üstlendiğini söyleyebiliriz.
573
SUMMARY
Sahip Ata Fahreddin is one of the characters who had the longest political
career in Anatolian Seljuk period. Sahip Ata, who had all the important assignments
during his governmental job for approximately forty years, is the patronage of some of
the most important magnificent buildings. The number of buildings which the
Anatolian Seljuk Emirates or viziers have ordered to be built until today is not so
many. Although the numbers of the buildings which the administrator group has
ordered to be built are more than the buildings of sultans, the number of buildings
which the emirs or viziers have is at most two or three for each. For example, just three
buildings of the famous Anatolian Seljuk Vizier Celaleddin Karatay have left today.
Sahip Ata is the one who has ordered the most numerous buildings to be constructed in
this administrator group with his 13 existing buildings and 11 buildings in addition to
these whose existence we have learned from publications and he deserves the title
‘Ebu’l Hayrat’ (the Father of Charities).
Sahip Ata’s first architectural investments were around Afyon and Akşehir. The
Caravanserai in the İshaklı (1249) and the Medrese in Akşehir (1250) were the first
investments of control of Sahip Ata and his sons which would last until the first years
of XIV. Century. The fact that Sahip Ata died in Nadir Village which is between
Akşehir and İshaklı, shows the importance of the area for him and his family. This
sovereignty was the reason Afyon today was called Karahisar-ı Sahip until the end of
last century.
When the geographical distribution of Sahip Ata buildings is studied
chronologically, it is seen that they are arranged from east to west. Chronologically, his
two buildings in Afyon and Akşehir precede his buildings in Konya. His mosque at
574
Konya-Larende Gate is dated 1258 and in time with the buildings added it has become
a Külliye (building complex). The fact that he had canal harks and sikaye “maksem”
(Reservoir) built for the necessity of water in the city, is important because it shows he
had personally undertaken the public needs of the capital of Seljuk. The architectural
investments of Sahip Ata in Kayseri and Sivas were made during the years when the
country was dominated by the Mongols. This situation was a result of the greater
number of the public buildings in Sivas or Erzurum compared to the number of
buildings in other cities after domination of Mongols.
As we look at the situation of existing buildings of Sahip Ata, it’s clear that they
are singulars. As a result of our work, it’s understood that those buildings were planned
within an idea of a Külliye. The first work which Sahip Ata had done, the Ishakli
Caravanserai, was built with a Hamam’s on its west side which was undamaged until
recent years. His Medrese in Aksehir, not only the Mosque at the north-west side of it,
but also consisted of Hankah, whose only inscription has remained today, Matbah
(kitchen) and its Çeşme in a Külliye formation. And with its Caravanserai added on its
north-west side, Kaplıca in Ilgin, was the Külliye of Sahip Ata which located between
Konya and Aksehir. It is known that Külliye of Sahip Ata in front of Larende Gate in
Konya which composed of Hamam’s, Türbe’s (Mausoleum), Hankah and Mosque, was
one of most important group of buildings of the city. Another Külliye on the way to
Sultan Gate, which contained Mescid and Medrese near Odun Pazarı (Wooden
Bazaar), is undamaged today. The Mescid of Sahip Ata known today as “Tahir and
Zuhre”, with its fountain and Darü’l- Huffaz (Swot School) which is demolished at the
time of Karaman Emirate, composed another Külliye of Sahip Ata near the Fountain
Gate of Castle of Konya. The Medrese in front of the gate of Odun Pazari, one of the
north gates of the castle, with its Mescid which remained undamaged until first years
575
of XX. Century and its fountain at the front side of the school formed the Külliye of
Sahip Ata in Kayseri. The last Külliye of Sahip Ata was in Sivas and it consisted of
Medrese, mosque, fountain and Daru’l Ziyafet (Home for the Guests).
The buildings of Sahip Ata were on very important and busy locations among the
cities of middle age and his buildings that were outside the cities like İshaklı Han ve
Ilgın Kaplıcası located on important intercity routes. The first work of Sahip Ata, The
Caravanserai (1249), was between Konya- Afyon. The Medrese of Sahip Ata in
Aksehir was on the road that connected the town to Nadir Village and from there to
Ishakli, and the Kaplica in Ilgin located on the road which connected Aksehir to Konya
in the Middle Age. The fact that except for the on this Caravanserai, he had a Külliye
in Aksehir and a Kaplica in Ilgin indicates the investments of the patronage around
Aksehir and Afyon and that he constructed the buildings considering a certain route.
Those buildings had contributed to the development of the settlement around them.
For example, The Caravanserai provided Ishakli of today to develop, and the town had
grown around The Caravanserai. The Kaplica in Ilgin was the most important health
center of the town of that time where an important person like Mevlana Celaleddin
Rumî used to come to find cure at the Seljuk period.
The famous vizier’s structures inside the city were placed near in front of the
castle gates. One of the three külliye’s he had in the capital city of Seljuk, Konya, was
placed in front of Larende Gate, one in front of Çeşme Gate and the last Külliye
consisting of Dârü’l-Hadis (School Which Educates Theological Science) and Mosque
was on the road to Sultan Gate. The Külliye at the Larende Gate consisting of Mosque,
Medrese, Mausoleum, Hankah and Hamam was built in 25 years between 1258 and
1283. All the structures including the Külliye, lay out in the same neighbour and this
resulted in the formation of a neighborhood called “Hoca Sahip”. The niches on the
576
front side of the Hankah were originally used as shops and altogether the Külliye with
its structures that gave health, religious and commercial services was the most
important socio-cultural centre around the Larende Gate and was one of the most
impressive examples of settlement outside the walls of the city. The other külliye of
the famous vizier, which was made up of a Medrese and a Mosque, located to the west
of Alâeddin Hill. What’s more, The Külliye was to the west of Ahmedek Hill which
was adjacent to the outer city wall and was a place for several military services. It’s
known that in addition to the Odun Pazarı stated in the Vaqfiyye of the Külliye, there
was a Buğday Pazarı (Wheat Market) in the same part of the city. Sultan Gate, stated in
the Vaqffiye, was the gate where Alâeddin Hill, which was the administrative centre in
the Middle Age, was connected to the city. These data point that the Külliye was
positioned on one of the most important economical and political areas of the city. The
other Sahip Ata Külliye located near Çeşme Gate, which was one of the gates to the
west side of Konya Castle in the Middle Age, was made up of Dârü’l-Huffâz, Mosque
and Fountain. Sahip Ata’s Fountains, which do not exist today, had caused the gate
named Çeşme Gate. Existing trails indicate that his Külliye in Akşehir also was on an
important point of the city in the Middle Age. As a matter of fact during the
construction excavations near the Medrese of the Külliye, remains of city walls were
encountered. Also İ. H. Konyalı indicated that the Medrese and the mosque were “…at
the entrance of the castle….”. According to the information provided by H. Eldem and
Ahmed Nazif concerning the beginning of the last century, the mosque and Moslem
teaching school of his Külliye in Kayseri were facing each other and there was a road
passing between them. The front side of Medrese was facing an area known as “At
Meydanı” (Horse Square) in the Middle Age in Kayseri. Besides, Odun Pazari or
Meydan which was known as the north-east gate of the castle was located to the south
577
west of the building. This situation shows that Külliye was very near to one of the most
important commercial centers and city‘s square. The Külliye of Sahip Ata is one of the
buildings which were built at that part of the city after the Mongol invasion. According
to Sahip Ata’s testimony in his Vaqfiyye on the Külliye, which he had ordered to be
built in Sivas, used to locate in front of one of the south gates on the exterior city wall.
According to this situation, the first building seen by the caravans coming from south
(Kayseri) would be the Medrese. The commercial life of Sivas in middle age had
spread from Grand Mosque and its surroundings to the south where Sahip Ata (Gök)
Medrese located. The fact that this area was mentioned “Medrese-i Sahip Mahallesi
(Neighborhood of Sahip’s medrese)” on the XV. Century documents, shows that it had
lead to a new development of settlement around this school.
Sahip Ata’s buildings show differences in design and stylistic aspects. His first
two structures, The Caravanserai at the İshaklı and Medrese in Akşehir, had portals
that resemble each other so much that it can be said that they were built by the same
person. His Mosque and Medrese in Konya were different, especially in the portal
design. Those two buildings built by Kölük bin Abdullah were the first examples in
Anatolia in both the portal decoration and two-minaret applications. These novelties
are not seen in the next two Sahip Ata buildings which are the Hankah in Konya and
the Medrese in Kayseri. The Medrese in Sivas is a structure in which Kölük bin
Abdullah’s two-minaret design, which was used in the mosque in Konya, was applied
by Üstad-ı Mimar (master of architects) Kaluyan el-Konevî with some technical
repairs. This Medrese draws attention by the maturity of design of its front side and
especially by the protuberant, overflowing, mostly floral themed ornament on the
portal. This kind of decoration is seen on many architectural structures built in the 3rd
quarter of XIII. Century and in the 1st half of XIV. Century in Erzurum and Sivas. As a
578
result it can be stated that Sahip Ata had given enough freedom to his architects like
Kölük bin Abdullah and Kaluyan el-Konevî to develop new applications but also
governed buildings where known schemes were used.
579
BİBLİYOGRAFYA
AHMED NAZİF (Yay: M.Palamutoğlu), Mir’at-ı Kayseriyye veya Kayseri Tarihi,
Kayseri 1987.
AHMET EFLAKİ (Çev.: T.Yazıcı), Âriflerin Menkıbeleri, C. I, Ankara 1964.
AKGÜL, N.,
“Anadolu
Selçuklu
Dönemi
Mimarisinde
Sırlı
Kaplama
Kullanımı”, (Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Sanat Tarihi Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi),
Ankara 2000.
AKMAYDALI, H., “Konya-Merkez Tahir İle Zühre Mescidi”, Rölöve Restorasyon
Dergisi, 3. Sayı, Ankara 1982, s.101–121.
AKOK, M.,
Konya-Akşehir’de
Taş
Medrese
Binası
ve
Restorasyon
Çalışmaları, Türk Etnografya Dergisi, S. XVI, Ankara 1967, s.526.
AKOK, M.,
“Kayseri’de Gevher Nesibe Sultan Darüşşifası ve Sahabiye
Medresesi Rölöve ve Mimarisi”, Türk Arkeoloji Dergisi, C.XVII,
S.1, Ankara 1968, s.133-142.
AKOK, M.,
“Konya’da İnce Minareli Medresenin Rölöve ve Mimarisi”, Türk
Arkeoloji Dergisi, C.XXIV, S.1, Ankara 1970, s.5-36.
AKOK, M.,
“Konya’da Sahip Ata Hanikah, Camiinin Röleve ve Mimarisi”,
Türk Arkeoloji Dergisi, C.XIX, S.2, Ankara 1972, s.5-38.
AKOK, M.,
“İshaklı Kervan Sarayı”, Türk Arkeoloji Dergisi, C.XXI, S.2,
Ankara 1974, s.5-21.
AKOK, M.,
“Konya Beyşehirinde Eşrefoğlu Camii ve Türbesi”, Türk
Etnografya Dergisi, S.XV, Ankara 1976, s.5-34.
580
AKOK, M.,
“Konya’da Restore Edilme Yoluyla Kurtarılması Düşünülen Üç
Selçuklu Eseri. Sırçalı, Karatay ve İnce Minareli Medreselerin
Restorasyon Projeleri”, Türk Arkeoloji Dergisi, C.XXIV, S.1,
Ankara 1977, s.41–69.
KERÎMÜDDİN MAHMUD-İ AKSARAYÎ (Çev.: Mürsel Öztürk), Müsâmeretü’lAhbâr, Ankara 2000.
AKYURT, Y.,
Kayseri Şehri ve Civarı, Kayseri 1946.
AKYURT, Y.,
Resimli Türk Abideleri(Türk Tarih Kurumu Arşivindeki Yazma), 1.
Cilt, Konya 1940.
ALTUN, A.,
“Mardin Ulu Camii ve Çifte Minareleri Üzerine Birkaç Not”,
Vakıflar Dergisi, S.IX, Ankara 1971, s.191–201.
ALTUN, A.,
Mardin’de Türk Devri Mimarisi, İstanbul 1969.
AMBRASEYSS, N.N. – FİNKEL, C.F., The Seismicity of Turkey and Adjacent
Areas, A Historical Review, 1500-1800, İstanbul 1995.
ANONİM
(Türkçe’ye Çeviren: Şerefüddin Yaltkaya), Baybars Tarihi (AlMelik-Al-Zahir (Baybars) Hakkındaki Tarihin İkinci Cildi),
Ankara 2000.
ANONİM SELÇUKNÂME (Yay.: Feridun Nâfiz Uzluk), Anadolu Selçukluları
Devleti, Ankara 1952.
ARABACI, C.,
Osmanlı Dönemi Konya Medreseleri, Konya 1998.
ARIK, M.O.,
“Erken Devir Anadolu Türk Mimarisinde Türbe Biçimleri”,
Anadolu (Anatolia) XI, Ankara 1967, s.57–100.
ARIK, M.O.,
“Başlangıç Devri Anadolu-Türk Mimari Tezyinatının Karakteri”,
Malazgirt Armağanı, Ankara 1993, s.173–177.
ARSEVEN, C.E., Türk Sanatı Tarihi, İstanbul 3. Fasikül, arihsiz (1954-59).
581
ARSEVEN, C.E., Türk Sanatı, İstanbul 1973.
ASLANAPA, O., “İnce Minareli Medrese”, Ülkü, C.IX, S.105, Ankara 1946, s.1213.
ASLANAPA, O., Türk Sanatı, (2.Basım), İstanbul 1989.
ASLANAPA, O., Türk Cumhuriyetleri Mimarlık Abideleri, Ankara 1996.
ATÇEKEN, Z.,
“Konya Şer’iyye Sicil Kayıtlarına Göre Sahip-Ata Külliyesi’nin
Osmanlılar Zamanında Tamirleri ve Caminin Bazı Bilinmeyen
Yönleri”, Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S. 6,
Konya 1992, s.101-110.
ATÇEKEN, Z.,
Konya’da Selçuklu Yapılarının Osmanlı Devrinde Bakımı ve
Kullanılması, Ankara 1998.
ATÇEKEN, Z.,
“Konya Şer’iyye Sicil Kayıtlarına Göre İnce Minareli Darü’l
Hadis’in Osmanlılar Zamanında Bakımı ve Kullanılması”, Yeni
İpek Yolu, Konya Ticaret Odası Dergisi, Özel Sayı III, Konya
2000, s.37-47.
BAKIRER, Ö.,
“Anadolu’da XIII. Yüzyıl Tuğla Minarelerinin Konum, Şekil
Malzeme ve Tezyinat Özellikleri”, Vakıflar Dergisi, S. IX, Ankara
1971, s. 337-361.
BAKIRER, Ö.,
Selçuklu Öncesi ve Selçuklu Dönemi Anadolu Mimarisinde Tuğla
Kullanımı, Ankara 1981.
BAKIRER, Ö.,
“Selçuklu Dönemi Konya Yapılarında Tuğla Kullanımı”, Konya,
Ankara 1984, s.77–84.
BAKIRER, Ö.,
Onüç ve Ondördüncü Yüzyıllarda Anadolu Mihrabları, (2. Baskı),
Ankara 2000.
BALTACI, C.,
XV-XVI. Asırlar Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1976.
582
BAYBURTLUOĞLU, Z., “Anadolu Selçuklu Devri Büyük Programlı Yapılarında
Önyüz Düzeni”, Vakıflar Dergisi, S.XI, Ankara 1977, s.67-106.
BAYBURTLUOĞLU, Z., Anadolu’da Selçuklu Dönemi Yapı Sanatçıları, Erzurum
1993.
BAYKARA, T., Türkiye Selçukluları Devrinde Konya Şehri, Ankara 1985.
BAYRAM, S. – KARABACAK, A.H., “Sahib Ata Fahrü’d-din Ali’nin Konya
İmaret ve Sivas Gök Medrese Vakfiyeleri”, Vakıflar Dergisi,
S.XVII, Ankara 1981, s. 31-61.
BERCHEM, M. VAN – ETHEM, H., Materiaux pour un Corpus Inscriptionum
Arabicarum. Troisieme partie. Asie Mineure Fasc. I. Sivas et
Divriği, Le Caire, 1910.
BİLGET, N.B.,
Gök Medrese, Ankara 1989.
BİLGET, N.B.,
“Sivas Gök Medrese 1995–1996 Yılı Çalışmaları”, VII. Müze
Kurtarma Kazıları Semineri, (7–9 Nisan 1997) Ankara 1998,
s.607–616.
BLOOM, J.,
“The Minaret Before the Saljûgs”, The Art of the Saljûgs in Iran
and Anatolia, (Ed. R.Hillenbrand), California 1994, s.12–17.
BOZER, R.,
“Ahşap Sanatı”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi
Uygarlığı 2, (Mimarlık ve Sanat), Ankara 2006, s.533–541.
BOZER, R.,
“15. Yüzyılın Ortasına Kadar Anadolu Türk Sanatında Ahşap
Kapılar”, (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Arkeoloji-Sanat Tarihi Bölümü Sanat Tarihi Anabilim Dalı
Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 1992.
BREND, B.,
“The Patronage Of Fahraddin Ali Ibn Al-Husain and the Work of
Kaluk Abd Allah ın the Development of the Decoration on Portal
583
ın Thırteenth Century Anatolia”, Kunst des Orient, C.X, S.1-2,
Berlin 1975, s.160-187.
CANTAY, G.,
Osmanlı Külliyelerinin Kuruluşu, Ankara 2002.
CEYLAN, Y.,
“Konya Şer’iyye Sicil Defterlerinden İkinci Defterde Kayıtlı
Olaylar ve Hükümler”, (Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Tefsir-Hadis Anabilim Dalı, İslam Hukuku Bilim Dalı,
Yayınlanmamış Yükse Lisans Tezi), Konya 1991.
CEYLAN, A.,
“Kanûnî Zamanında Akşehir Kazâsı”, (Selçuk Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yeniçağ Tarihi
Bilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya, 1993.
CEZAR, M.,
The Typical Commercial Buildings of the Ottoman Classical
Period and the Ottoman Construction System, İstanbul 1983.
CRANE, H.,
“Notes on Saldjug Architectural Patronage in Thirteenth Century
Anatolia”, Journal of the Economic and Social History of the
Orient, Vol, XXXVI, 1993, s.1-57.
CRANE, H.,
“Materials For The Study Or Muslim Patronage In Saljuq
Anatolia; The Life And Works of Jalâl-Al-Dîn Qaratâi”, (Harvard
University, The Department of Fine Arts, Yayınlanmamış Doktora
Tezi), Harvard 1975.
CRESWELL, K.A., The Muslim Architecture of Egypt, Oxford 1959.
ÇAM, N.,
“Erzurum’da Kale Camii”, Vakıflar Dergisi, S.XX, Ankara 1988,
s.289–310.
DEMİR, M.,
“Türkiye Selçukluları ve Beylikler Devrinde Sivas Şehri”, Ege
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı,
Yayınlanmamış Doktora Tezi), İzmir 1996.
584
DEMİRALP, Y., Akşehir ve Köylerindeki Türk Anıtları, Ankara 1996.
DEMİREL, Ö.,
Osmanlı Vakıf-Şehir İlişkisine Bir Örnek: Sivas Şehir Hayatında
Vakıfların Rolü, Ankara 2000.
DEVELLİOĞLU, F., Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara 1962.
DİEZ, E.,
“The Zodiac Reliefs at Portal of the Gök Medrese in Siwas”,
Artibus Asie, C.12, Hellerau-Dresden 1949, s.99-104.
DİLAVER, S.,
“Anadolu’daki Tek Kubbeli Selçuklu Mescitlerinin Mimarlık
Tarihi Yönünden Önemi”, Sanat Tarihi Yıllığı IV (1970-71),
(Malazgirt Zaferinin 900. ncü Yıldönümü Özel Sayısı), İstanbul
1971, s.17-28.
DURAN, R.,
Selçuklu Devri Konya Yapı Kitabeleri, Ankara 2001.
ELDEM, H. E.,
(Haz:K. Göde), Kayseri Şehri, Ankara 1982.
ERAVŞAR, O.,
“Ortaçağ’da Kayseri
Kent
Dokusunun
Gelişimi”,
(Selçuk
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim
Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya 1998.
ERDMANN, K., “Beobachtungen auf einer Reise in Zentralanatolien im juli”,
Archäologischer
Anzeiger
des
Deutschen
Archäologischen
Institus, 1954.
ERDMANN, K., Das Anatolische Karavansaray des 13. Jahrhunderts,Vol.I-II.
Berlin 1961.
ERDOĞAN, M., “Osmanlı
Devrinde
Anadolu
Camilerinde
Restorasyon
Faaliyetleri”, Vakıflar Dergisi, S.VII, İstanbul 1968, s.149-205.
ERGENÇ, Ö.,
Osmanlı Klasik Dönemi Kent Tarihçiliğine Katkı, XVI. yüzyılda
Ankara ve Konya, Ankara 1995.
585
ERAT, B.,
“Hamamlar”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı
2, (Mimarlık ve Sanat), Ankara 2006, s.457–465.
ERSOY, B.,
“Edirne Şah Melek Camii’nin Tanıtımı ve Mimari Özellikleri
Hakkında Düşünceler”, Arkeoloji – Sanat Tarihi Dergisi VI, İzmir
1992, s.47–61.
EVLİYA ÇELEBİ (Haz:S.A. Kahraman-Y.Dağlı), Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, 3.
Kitap, İstanbul 2004.
EYİCE, S.,
“İznik’de Büyük Hamam ve Osmanlı Devri Hamamları Hakkında
Bir Deneme”, İstanbul Üniversitesi Tarih Dergisi, C.XI, S.15,
İstanbul 1960, s.99–119.
EYİCE, S.,
“Minâre”, M.E. B. İslâm Ansiklopedisi, 8. Cilt, İstanbul 1960,
s.323–335 (323–324).
EYİCE, S.,
“İlk Osmanlı Devrinin Dini-İçtimai Bir Müessesi Zaviyeler ve
Zaviyeli Camiler”, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi
Mecmuası, 23. Cilt, No. 1-2, Ekim 1962-Şubat 1963, İstanbul
1963, s.3-80.
EYİCE, S.,
“İshaklı Kervansarayı”, Türk Ansiklopedisi, C.XX, Ankara 1972,
s.237.
GABRİEL, A.,
Monuments Turcs ‘Anatolie, I, (Kayserı-Nıgde), Paris 1931.
GABRİEL, A.,
Monuments Turcs D’Anatolie II (Amasya-Tokat-Sivas), Paris
1934.
GLÜCK, H.,
“İslam Hamamının Menşe ve Tekamülü”, Türk Yurdu, C.19-5,
S.188-27, Onaltıncı Sene (Mart 1927), Ankara 2001, s.129-133.
GODÁRD, A.,
“Origine de la Madrasa, de la Mosguée et du Caravansérail á
QuatreIwans”, Ars Islamica, C.XV-XVI, 1951, s.1-9.
586
GODARD, A.,
L’Art de L’Iran, Paris 1962.
GORDON, T.C., “Sahib” Maddesi, M.E.B. İslam Ansiklopedisi, C.10, İstanbul
1967, s.66.
GREGORY ABÛ’L FARAC (Bar Hebraeus), (Türkçe’ye Çeviren: Ö.R.Doğrul),
Abû’l Farac Tarihi, C.II, Ankara 1999.
GRENARD, M.F., “Notes sur les Monuments du Moyen Age de Malatia, Divrighi,
Sivas, Darendah, Amasia et Tokat”, Journal Asiatique, n.17, 1901,
s.549-558.
GÜRÇAY, H.,
“Keçe ve Keçecilik”, Türk Etnografya Dergisi, S.IX, (1966),
Ankara 1967, s.21–32.
HAMİLTON, W.J., Reseraches İn Asie Mineure, Pontus And Armenia With Some
Account On Their Antiquities And Geology, C.1-2, London 1842.
HÉBRARD, E.,
“Les Monuments Seldjoucides de Konia”, Illustration, 25 Ağustos
1923,
HÉBRARD, E.,
“Les Monuments Seldjoucides de Konia”, Le Monde Illustre, 14
Mart 1914, Paris s.178-179.
HERSEK, C.M., “Fetihten Osmanlı Dönemine Kadar Sivas Şehri Anıtları”, (G.Ü.
Fen Bilimleri Enstitüsü, Mimarlık Anabilim Dalı Yayınlanmamış
Doktora Tezi), Ankara 1993.
HERSEK, C.M., “Sivas’taki Selçuklu Dönemi Medreselerinin Restitüsyonu ve
Restorasyonu Sorunları Üzerinde Genel Bir Değerlendirme”,
I.Uluslar arası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi Bildirileri,
C.I, (11-13 Ekim 2000) Konya 2001, s.387-395.
HERSEK, C. M., “Sivas”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı 2,
(Mimarlık ve Sanat), Ankara 2006, s.273–277.
587
HUART, C.,
Epigraphie Arabe d’Asie Mineure, Paris 1895.
HUART, C.,
Konia, La Ville des Derviches Tourneurs, Souvenirs D’un Voyage
en Asie Mineure, Paris 1897.
HUART, C., (Çev: N.Uzel), Mevlevîler Beldesi Konya, İstanbul 1978.
İBN BİBİ (Yay. Haz.: Mürsel Öztürk), El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye
(Selçuk Nâme), C. I-II, Ankara 1996.
İBNİ BATUTA
(Ebû Abdullah Muhammed İbn Battûta Tancî (Çev., İnceleme ve
Notlar: A.Sait Aykut), İbn Battûta Seyahatnâmesi, C.I, İstanbul
2000
İLHAN, N.,
“Le Buzhane’ de Konya”, Fifth International Congress of Turkish
Art (21-2 Sept. 1975), Budapest 1978, s.423-432.
İNBAŞI, M.,
XVI. yy’da Kayseri, Kayseri 1993.
İVANOW, W.,
“Hoca Maddesi”, M.E.B. İslam Ansiklopedisi, C. 5/1, İstanbul
1967.s.550-552.
JERPHANİON, G.de, Melanges d’Archeologic Anatolienne, Beyrouth 1928.
KAHYA, Y. vd, “Sivas Gök Medrese Üzerine Yeni Bir Değerlendirme”, I.Uluslar
arası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi Bildirileri, C.I, (11–
13 Ekim 2000) Konya 2001, s.441–449.
KARAGÖZ, M., “XVIII. Asrın Başlarında Kayseri (1700-1730)”, (Erciyes
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Ana Bilim Dalı,
Yayınlanmamış Doktora Tezi), Kayseri 1993.
KARAMAĞARALI, H., “Erzurum’daki Hatuniye Medresesinin Tarihi ve Bânisi
Hakkında Bazı Mülâhazalar”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi III,
Ankara 1971, s.209–247.
588
KARAMAĞARALI, H., “Kayseri’deki Hunad Camisinin Restitüsyonu ve Hunad
Manzumesinin Kronolojisi Hakkında Bazı Mülâhazalar”, İlahiyat
Fakültesi Dergisi, C.XXI, Ankara, 1976, s.199-243.
KARAMAĞARALI, H., “Erzurum Ulu Camisi”, Yıllık Araştırmalar Dergisi, S.III,
1981, s.137–177.
KARAMAĞARALI, H., “Konya Ulu Camii”, Rölöve ve Restorasyon Dergisi,
(I.Restorasyon Semineri Özel Sayısı), Ankara 1982, s.121–132.
KARAMAĞARALI, H., “Sahip Ata Camii’nin Restitüsyonu Hakkında Bir
Deneme”, Rölöve ve Restorasyon Dergisi, S.III, Ankara 1982,
s.49-75.
KARAMAĞARALI, H., “Anadolu’da Moğol İstilasından Sonra Yapılan Dinî
Mimarlık Eserlerinin Plan ve Form Özellikleri”, (Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi),
Ankara (Tarihsiz).
KARPUZ, H.,
“Sahip Ata’nın Yaptırdığı İshaklı Han”, Antalya 3. Selçuklu
Semineri (10-11 Şubat 1989)Bildiriler, İstanbul 1989, s.82- 90.
KARPUZ, H.,
“Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Merkezi Tarafından
Yapılan Kazı ve Restorasyon Çalışmaları”, Sanat Tarihi Dergisi,
S.IX, İzmir 1998, s.43-59.
KARPUZ, H.,
“Akademik Sayfalar”, Merhaba Gazetesi, C.6, Yıl 16, Konya, 3
Mayıs 2006, s.11.
KÂTİP ÇELEBİ, Cihannüma, İstanbul 1145.
KATOĞLU, M., “13.Yüzyıl Konyasında Bir Cami Grubunun Plân Tipi ve Son
Cemaat Yeri”, Türk Etnografya Dergisi, S.IX, (1966), Ankara
1967, s.81-100.
589
KAYADEMİR, M., “Restoration Project of Ishaklı Caravanserai in Sultandag”,
(Orta
Doğu
Teknik
Üniversitesi,
Restorasyon
Bölümü,
Yayınlanmamış Master Tezi), Ankara 1986.
KAYMAZ, N.,
Pervane Mu’înü’d-din Süleyman, Ankara 1970.
KENDİ İ.,Aczi,
Konya Mezar Folkloru, Konya 1959.
KONYALI, İ.H., Nasrettin Hoca Şehri Akşehir (Tarihi Turistik Kılavuz), İstanbul
1945.
KONYALI, İ.H., “Konya’da Çalınan Eserler”, Yeni Konya, Koya 1955, s. 6575.
KONYALI,.İ.H., Abideleri ve Kitâbeleri İle Konya Tarihi, Konya 1964.
KÖYMEN, M.A., “Türkiye Selçukluları Tarihine Dair Yeni Bir Kaynak, El-Veledü’ş
Şefik”, Belgeler, C.XVI, S.19, Ankara 1993, s.1-22.
KÖYMEN, M.A., Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara 2004.
KUBAN, D. vd., Selçuklu Çağında Anadolu Sanatı, İstanbul 2002.
KUCUR, S.,
“Sivas, Tokat ve Amasya’da Selçuklu ve Beylikler Devri Vakıfları
–Vakfiyelere
Göre-“,
(Marmara
Üniversitesi
Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Tarih Bölümü Ortaçağ Tarihi Anabilim
Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1993.
KUNİHOLM, P., “Dendrochronologically Dated Otoman Monuments”, in U.Baram
and L.Carroll, eds., A Historical Archaeology of the Otoman
Empire: Breaking New Ground, New York 2000, pp. 93–136.
KURAN, A.,
Anadolu Medreseleri, C.I, Ankara 1969.
KURAN, A.,
“Anadolu’da Ahşap Sütunlu Selçuklu Mimarisi”, Malazgirt
Armağanı, Ankara 1993, s.179-186.
590
KÜÇÜKDAĞ, Y., “Lale Devrinde Konya”, (Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi),
Konya 1989.
LÖYTVED, J.,
Konia: Inschriften der Seldchukischen Bauten, Berlin 1907.
MAKDİSİ, G., (Çev.: A.H.Çavuşoğlu-H.T.Başoğlu), Ortaçağ’da Yüksek Öğretim,
İslam Dünyası ve Hıristiyan Batı, İstanbul 2004.
MAYER, L.A.,
Islamic Arhitects and Their Works, Genevé 1956.
MEİNECKE, M., Fayence-Decorationen
Seldschukischer
Sakralbauten
in
Kleinasien, C.2, Tübingen 1976.
MENDEL, G.,
Les Monuments Seldjokides en asie Mineure, Paris 1908.
MEVLANA CELALEDDİN RUMÎ (Yay. Haz.; Abdülbâki Gölpınarlı), Fîhi Mâ-Fîh,
Mektuplar ve Mecâlis-i Seba’dan Seçmeler, İstanbul 1972.
OCAK, A.Y.,
“Türkiye’de Aleviler, Bektaşiler ve Nusayriler”, Tarikat ve
Kültürel Boyutlarıyla Türkiye’de Aleviler, Bektaşiler, Nusayriler,
İstanbul, 1999.
OCAK, A.,
“Osmanlı Medreselerinde Eş’arî Geleneğinin Oluşmasında
Selçuklu Medreselerinin Tesirleri”, XIII. Türk Tarih Kongresi,
(Kongreye Sunulan Bildiriler 4-8 Ekim 1999), C. III/2, Ankara
2002, s.763-776.
ODABAŞI, A.S. – ÖZÖNDER, H. – KARPUZ, H., Eskimeyen Meram, Konya 2000,
s.9.
OĞUZOĞLU, Y., “17.yy. Konya Şehir Müesseseleri ve Sosyo-Ekonomik Yapısı
Üzerine Bir Araştırma”, (Ankara Üniversitesi Yayınlanmamış
Doktora Tezi), Ankara 1980.
OKTAY, S.,
“Sivas’ta Gök Medrese”, Arkitekt, C.17, İstanbul 1948, s.113-115.
591
ORAL, Z.,
“Konya’nın Tarihi Eserleri ve Bugünkü Durumları”, Konya, C.X,
S.84, Konya 1945, s. 32–40.
OTTO-DORN, K., Seldschukische Holsäulenmoscheen in Kleinasien”, Aus der Welt
der İslamichen Kunst, Festschrift für Ernst Kühnel, Berlin 1959,
s.59–88.
OTTO-DORN, K., “Die Ulu Dschami in Sivrihisar”, Anadolu (Anatolia), IX, (1965),
Ankara 1967, s.161–168.
ÖGEL, S.,
“Bir Selçuk Portalleri Grubu ve Karaman’daki Hatuniye
Medresesi”, Yıllık Araştırmaları Dergisi II, (1957), Ankara 1958,
s.115-119.
ÖGEL, S.,
Anadolu Selçuklularının Taş Tezyinatı, Ankara 1966.
ÖNDER, M.,
Mevlana Şehri Konya, Tarihi Kılavuz, Konya 1962.
ÖNDER, M.,
Mevlâna Şehri Konya, (2.Baskı), Ankara 1971.
ÖNEY, G.,
“Kayseri Hacı Kılıç Camii ve Medresesi”, Belleten, C.XXXI,
s.119, Ankara 1966, s.377–390.
ÖNEY, G.,
“Anadolu Selçuklu Sanatında Hayat Ağacı Motifi”, Belleten,
C.XXXII, S.125, Ankara 1968, s.25-36.
ÖNEY, G.,
Ankara’da Türk Devri Dini ve Sosyal Yapıları, Ankara 1971.
ÖNEY, G.,
“Anadolu Selçuklu Mimarisinde Avcı Kuşlar, Tek ve Çift Başlı
Kartal”, Malazgirt Armağanı, Ankara 1972, s.139-172.
ÖNEY, G.,
Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi ve El Sanatları, (2. baskı),
Ankara 1988.
ÖNGE, Y.,
“Anadolu Türk Mimarisinde Köşk-Mescit Geleneği”, Önasya,
C.5, S.52, Ankara 1952, s.9–11.
592
ÖNGE, Y.,
“Anadolu’da Bilinen En Büyük Selçuklu Havuzu”, Önasya, C.3,
S.25, Ankara 1967, s.16, 25.
ÖNGE, Y.,
“Anadolu’da
Mimari
Sanatında
Ahşap
Stalâktitli
Sütun
Başlıkları”, Önasya, C. IV, S.37, Ankara 1968, s.11.
ÖNGE, Y.,
“Çift Şerefeli Selçuklu Minareleri”, Önasya, C.5, S.50, Ankara
1969, s.10–11, 22.
ÖNGE, Y.,
“Anadolu’da XIII-XIV. Yüzyılın Nakışlı Ahşap Camilerinden Bir
Örnek: Beyşehir Köşk Köyü Mescidi”, Vakıflar Dergisi, S.IX,
Ankara 1971, s.291-297.
ÖNGE, Y.,
“Bugünkü Bilgilerimiz Işığı Altında Divriği Ulu Camii ve
Darüşşifası”, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, Ankara 1978,
s.33-50.
ÖNGE, Y.,
“Konya Sahip Ata Hankâhı”, Suut Kemal Yetkin’e Armağan,
Hacettepe Armağan Dizisi I, Ankara 1984, s.281-292.
ÖNGE, Y.,
“Konya ve Çevresindeki Mukarnaslı Şadırvanlar”, Vakıflar
Dergisi, S.XIX, Ankara 1985, s.95-108.
ÖNGE, Y., “
Konya’da Yeni Bulunan İlginç Bir Kapı Kanadı”, XI. Sanat Tarihi
Araştırmaları Haberleşme Semineri, 3-7 Haziran 1991, (Seminere
Sunulan Bildiri.)
ÖNGE, Y.,
Anadolu’da XII-XIII. Yüzyıl Türk Hamamları, Ankara 1995.
ÖNGE, Y.,
Türk Mimarisinde Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerinde Su Yapıları,
Ankara 1997.
ÖNKAL, H.,
Anadolu Selçuklu Türbeleri, Ankara 1996.
ÖZDEMİR, O.,
Ilgın Kaplıcasının Tarihçesi, Konya 1959.
593
ÖZDURAL, A.,
“Sivas-Gök
Medrese”,
(M.E.T.U
Faculty
of
Architecture
Department of Restoration, Yayınlanmamış Lisans Tezi), Ankara
1968.
ÖZERGİN, M.K., “Anadolu Selçukluları Çağında Kervan Yolları”, (İstanbul
Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Yayınlanmamış
Doktora Tezi), İstanbul 1959.
ÖZGÜÇ, T. – AKOK, M., “Develi Abideleri”, Belleten, C.XIX, S.75, Ankara 1955,
s.377-384.
ÖZIRMAK, Y.D.,
Tahrir ve Evkaf Defterlerine Göre Kayseri Vakıfları, Kayseri
1992.
POPE, A.U.,
A Survey of Persian Art: From Prehistoric Times to the Present,
Vol 4, London, 1938–39.
PUGACHENKOVA, G.A., Puti Razvitia Arkhitekturui Yujnogo Turkmenistana,
Moskova 1958.
QUENTİN, S. DE ST., (Çev: E.Özbayoğlu), Bir Keşişin Anılarında Tatarlar ve
Anadolu (1245–1248), Alanya 2006.
RIDVAN NAFİZ–İSMAİL HAKKI., Anadolu Türk Tarihi Tedkikatından Sivas
Şehri, İstanbul 1928
RİCE, T.T.,
The Seljuks, London 1961.
ROGERS, J.M., “The Çifte Minare Medrese at Erzurum and Gök Medrese at Sivas”,
Anatolian Studies, S.XV, London 1965, s.63-85.
ROGERS, J.M.,
“Seljuk Architectural Decoration at Sivas”, The Art of Iran and
Anatolia from the 11th to the 13th Century A.D., (Ed. W.Watson),
London 1974.
594
ROGERS, J.M.,
“Waqf And Patronage In Seljuk Anatolia The Epigraphic
Evidence”, Anatolia Studies, S.XXVI (1976), s.69-103.
SAMUR, T.,
“Ilgın’da Türk Devri Yapıları”, (Gazi Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim Dalı, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1985.
SAMUR, T.,
“Akşehir’de Türk Mimari Eserleri”, (Selçuk Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya 1990.
SARRE, F.,
Reise in Kleiasien-Sommer 1895-Forschungen zur Seldshukischen
Kunst und Geographie des Landes, Berlin 1896.
SARRE, F.,
Denkmaeler Persischer Baukunst IV: Die Seldschukischen
Baudenkmaeler von Konya, Berlin 1910.
SAYAN, Y.,
Türkmenistan’daki Mimari Eserler (XI-XVI. yy), Ankara 1999.
SOYMAN, F. – TONGUR, İ., Konya Eski Eserler Kılavuzu, Konya 1944.
SÖNMEZ, Z.,
Başlangıcından
16.
Yüzyıla
Kadar
Anadolu
Türk-İslam
Mimarisinde Sanatçılar, Ankara 1995.
SÖZEN, M.,
“Sivas Gök Medrese ve Düşündürdükleri”, Rölöve ve Restorasyon
Dergisi 4, (I. Restorasyon Semineri 6-7 Mayıs 1982 Özel Sayı),
Ankara 1982, s.93-100.
SÖZEN, M.,
Anadolu Medreseleri, Selçuklular ve Beylikler Devri, C.I-II,
İstanbul 1970.
SÜMER, F.,
Yabanlu Pazar, Selçuklular Devrinde Milletlerarası Büyük Bir
Fuar, İstanbul 1985.
ŞİMŞİR, Z.,
“Konya’daki Selçuklu Çini Dekorasyonunda Kûfî ve Ma’kılî
Yazı”, I.Uluslararası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi,
Bildiriler (11-13 Ekim 2000), C.II, Konya 2001, s.311-331.
595
TALAS, M.A.,
(Çev. S.Cihan), (Nizamiye Medresesi ve İslâm’da Eğitim-Öğretim,
Samsun 2000.
TANMAN, B. – PARLAK, S., “Tarikat Yapıları”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler
Dönemi Uygarlığı (Mimarlık ve Sanat) 2, Ankara 2006, s.391–
419.
TANYELİ, U.,
“Anadolu Türk Kentinde Fiziksel Yapının Evrim Süreci (11–15
yy.)”, (İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü,
Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1987.
TAŞKIN, S.,
“Anadolu Selçuklularında Çinili Lâhitler”, İstanbul Edebiyat
Fakültesi Sanat Tarihi Yıllığı IV (1970-71), (Malazgirt Zaferinin
900. Yıldönümü Özel Sayısı), İstanbul 1971, s.237-257.
TEMİR, A.,
Kırşehir Emir-i Cacaoğlu Nureddin’in 1272 tarihli ArapçaMoğolca Vakfiyesi, Ankara 1959.
TEXİER, C.,
(Çev:
A.Suat,
Latin
Harflerine
Aktaran
K.Y.Kopraman,
Sadeleştiren: M.Yıldız), Küçük Asya, Coğrafyası, Tarihi ve
Arkeolojisi, Üçüncü Cilt, Ankara 2002.
TUNCER, O.C., “Orantı ve Modül Üzerine Selçuklu Yapılarından Bazı Örnekler”,
Vakıflar Dergisi, S.XIII, Ankara 1981, s.449-458.
TUNCER, O.C., “Birkaç Selçuklu Taçkapısında Geometrik Araştırmalar”, Vakıflar
Dergisi, S.XVI, Ankara 1982, s.61-76.
TUNCER, O.C., “Mimar Kölük ve Kâluyan”, Vakıflar Dergisi S.XIX, Ankara
1985, s.109–119.
TUNCER, O.C., Anadolu Selçuklu Mimarisi ve Moğollar, Ankara 1986.
TUNCER, O.C., Kayseri Sahip Ata Medresesi, Ankara 1988.
596
TUNCER, O.C., “Sahip Ata (Gök) Medrese İle İlgili Çalışmalar”, Vakıflar Dergisi,
S.XXVIII, Ankara 2004, s.121-139.
TUNCOKU, S.S.,
“The Restoration Project Of A XIII Century Anatolian Seljuk
"Mescid" İn Konya With The Emphassion The Materials And
Related Problems”, (O.D.T.Ü. Fen Bilimler Enstitüsü, Mimarlık
Tarihi Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi)
Ankara, 1993.
TURAN, O,
Selçukluları Zamanında Türkiye, İstanbul 1998.
TURAN, O.,
“Altın-aba ve Vakfiyesi”, Belleten, C. XI, S. 42, Ankara 1947,
s.197-237.
TURAN, O.,
On İki Hayvanlı Türk Takvimi, İstanbul 1941.
TURAN, O.,
“Celâleddin Karatay ve Vakfiyeleri”, Belleten, C. XII, S.45,
Ankara 1948 s.17-173.
TURAN, O.,
“Celâleddin Karatay, Vakıfları ve Vakfiyeleri, Selçuk Devri
Vakfiyeleri III, Belleten, C. XII, S. 45, Ocak 1948, s.17–173.
TURAN, O.,
“Selçuklular Zamanında Sivas Şehri”, A.Ü.D.T.C.F. Dergisi,
C.IX, S.3-4, Ankara 1951,s. 447-457.
TURGAL, H.F., Anadolu Selçukîleri Müneccimbaşı’ya Göre, İstanbul 1935.
TUŞ, M.,
“Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya (1756-1856)”, (Ankara
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı
Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara 1993.
UĞUR, M.Ferit - KOMAN M.Mesut, Sahip Ata İle Oğullarının Hayatı ve Eserleri,
İstanbul 1934.
597
UYSAL, A.O.,
“Erken Osmanlı Döneminde Sırlı Tuğlalı Minareler”, X.Türk
Tarih Kongresi (Ankara 22-26 Eylül 1986) Kongreye Sunulan
Tebliğler, Ankara 1994, s.2349-2367.
UZLUK, F.N.,
“Konya Abideleri Nasıl Yıkıldı”, Yeni Konya, 5 Kasım 1951, s.2. ,
UZLUK, F.N.,
Fatih Devrinde Karaman Eyaleti Vakıfları Fihristi, Ankara 1958.
UZLUK, Ş.,
“Felekâbât Sarayı Konya’nın Neresinde İdi, Kim İnşa Ettirdi,
Çatısını Hangi Mimar Çattı?” VII. Türk Tarih Kongresi (25–29
Eylül 1970), Kongreye Sunulan Bildiriler, C.I, Ankara 1972,
s.374–381.
UZUNÇARŞILI, İ.H., Osmanlı Devlet Teşkilatında Medhal, Ankara 1988,
ÜNAL, R.H.,
Osmanlı Öncesi Anadolu-Türk Mimarisinde Taçkapılar, İzmir
1982
ÜNVER, S.,
Selçuk Tababeti, Ankara 1940.
ÜNVER, A.S.,
“Konya’da Selçuklular Zamanındaki Hamamlara Dair”, İstanbul
Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıp Tarihi Enstitüsü 1940-41 Ders Yılı
Çalışma Hulâsası VIII, İstanbul 1941, s.83-86.
ÜNVER, S.,
“Yetmiş Yıl Önce, Konya”, Belleten, C.XXXI, S.121-124, Ankara
1964, s.201-220.
VOVİN, A.,
“Some Thougts on the Origins of the Old Turkic 12-Year Animal
Cycle”, Central Asiatic Journal, Vol. 48/1 Weisbaden 2004,
s.119-132.
WİLBER, D.N., The Architecture os Islamic Iran (The Il Khânid Period),
Princeton 1955.
YAVUZ, A.T.,
Anadolu Selçuklu Mimarisinde Tonoz ve Kemer, Ankara 1983.
598
YAVUZ, A.T.,
“Kervansaraylar”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi
Uygarlığı 2, (Mimarlık ve Sanat), Ankara 2006, s.435–445.
YETKİN, Ş.,
Anadolu’da Türk Çini Sanatının Gelişmesi, İstanbul 1986.
YÖRÜKOĞLU, Ö., “Sahip Ata Araştırması Buluntuları”, Vakıflar Dergisi, S.XI,
Ankara 1977, s.217–220.
YÖRÜKOĞLU, Ö., “Sahip Ata Araştırması”, VIII.Türk Tarih Kongresi (11-15
Ekim 1976) Kongreye Sunulan Bildiriler, II. Cilt, Ankara 1981,
s.899-907, Levha, 401-404.
YURDAKUL, E., Kayseri Külük Camii ve Medresesi, Ankara 1996.
Download
Study collections