İhvan-ı Müslimin Hareketi (2)

advertisement
Rıza Heybetoğlu
İhvan-ı Müslimin Hareketi (2)
Hasan el-Benna’nın ve dolayısıyla ihvan hareketinin görüşlerini
özetlemek gerekirse;
Mısırın geri kalmışlığının yegâne sebebi, İslam’ın özünden
sapması ve batı taklitçisi
yönetimlere mahkûm edilmesidir. Yöneticilerin İslam’dan
sapmalarının sebebi ise,
batı tarzı eğitimdir. Batının dini dışlayan eğitim modeli yerine,
din ile bilimi yeniden
buluşturacak kurumlara ihtiyaç vardır.
Bu görüşlerle ilgili analizleri önceki yazılarımda hayli yaptım.
Ancak şunu herkes çok iyi bilmelidir ki, Mısır’ın da, tüm
Ortadünya’nın da geri kalmasının yegâne sebebi, bilime ve bilim
insanlarına değil, ebleh softalara ve onların küflü rahlelerindeki
akıl, mantık ve ferasetten yoksun ilimlerine itibar edilmesidir.
Batı tarzı eğitimin, toplumda batı yalakalığı şeklinde anlaşılması
ve batı eğitimi alanların da bu eleştirilere çanak tutacak
saçmalıkları sergilemeleri, muasırlaşmaya karşı bir antikor
gelişmesine sebep olmuştur. Maalesef, nepotizm hastalığımız
yüzünden, batıya bilim tahsil etmesi için gönderdiğimiz
öğrenciler, zeki ve yetenekli çocuklar yerine, yeğenler arasından
seçildiler. Ve o tembel yeğenler, batı üniversitelerinde
laboratuarlar yerine, bitimsiz balolarda sabahladılar. Ülkelerine
döndüklerinde ise, tipini peygambere benzeterek iyi Müslüman
olacağını sanan yobazlar gibi, sadece batılı kılıkla dolaşan, bilim
yerine moda ve cemiyet hayatının ritüelleri hususunda
uzmanlaşmış, modifiye edilmiş kaportaları ile kendilerini
toplumun seçkini ilan eden, işe yaramaz bir zümre oluşturdular.
Bu da, halkla aralarında bir uçurumun oluşmasına sebep oldu.
Mustafa Kemal gibi, öncelikle işi olan askerlikte en iyi olduğunu
ispatladıktan sonra, yerine göre frak giyip, yerine göre balıkçı
barınağında bağdaş kuran “elitlerimiz” olabilseydi, belki
halkımız, yosun kafalı eblehlerin pazarladıkları cenneti, kendi
elleriyle kuracakları Tanrının hakiki cennetine tercih
etmeyeceklerdi. Kendi insanını eğitip birey haline getirmek
yerine, aşağılayarak din baronlarının kucağına iten işe yaramaz
seçkinler, ülkelerine bilim ve aydınlık adına hiçbir katkı da
sunmamışlardır. Batı aklını var eden aydın insanların,
felsefelerine ve bilimsel disiplinlerine uzak ama piposuna,
röpteşambırına aşina olan bu zevatın davranış ve söylemleri,
Hasan el-Benna ve haleflerinin ateşli nutuklarında kullandıkları
en sağlam argümanlar olmuşlardır.
selefi bir tavırla Kuran ve hadislere dönülmelidir. Bu tip bir
İslam, modern hayatın
ihtiyaçlarına da cevap verecektir. Bunu hayata geçirebilmek
için toplumun her
kademesi teşkilatlanmalıdır.
Burada,
Afgani-Abduh-Reşit
Rıza
teslisine
ek
olarak
teşkilatlanma ve modernite ön plana çıkıyor. Mısır’ın ve
Suriye’nin “ihvan”ı, Tunus’un “nahda”sı, Cezayir’in “fis”i, ve
elbette bizim “milli görüş”ümüzü tetikleyen, bu “teşkilatlanın”
çağrısıdır. Kapitalist dünyaya “sadaka” dışında hiçbir reddiye
getirmeyen, otuz bin liralık çanta kullanıp, bilmem kaç bin liralık
elbiseler giyerek, aynı zamanda Müslüman ola bilmenin
mümkün olduğu “Siyasal İslam” fikrinin, temeli olan
teşkilatlanma becerisinin ilk emridir bu. Gerçi Hasan el-Benna’ın
kendisi, tıpkı bizdeki Said Nursi ve Mehmet Akif gibi, yoksulluk
ve sefalet içerisinde yaşayan ve söylediklerine inanan biri, ama
açtığı yolun vardığı menzile bir bakın! Lüks ve israfta, dinsiz
dedikleri kitleyi iğrendiren bir görmemişlik. Sırf iktidara tekrar
gele bilmek için, halkına “ölün!” diyen liderlere, tekbirler çekerek
itaat eden bir kitle. Ne de İslami ama…
Dikkat edilirse siyasal İslamcılardan ne siyasete, ne ekonomiye,
ne kültüre yönelik orijinal bir fikir, bir felsefe, bir kavram çıkmaz.
Ezberledikleri tek söz “öze dönüş”tür. Mesela, öze dönüş
derken, belki de kapitalizme tek alternatif sistem olabilecek
“ahi”liği mi kastediyorlar? Yoksa felsefe ile örülmüş aklın,
mucizeler yarattığı Endülüs hikmetini mi? Veya Anadolu’nun
evreni “gönül”e sığdıran irfanını mı? Hayır… Kastettikleri öze
dönüş, Anglo-Sakson emperyalizmine kolay bende olabilecek
kölelerin dinidir. Modernleşmeden anladıkları ise, dibine kadar
Allahsız kapitalizmden başka bir şey değildir.
Müslümanların iki temel hastalığı vardır. Batı özentisi ve
tasavvufi din anlayışı. Buna
en iyi örnek Türkiye ve Mısırdır.
İlk olarak, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başlattıkları
muasırlaşmayı, “batıcılık” olarak telakki edenlerin, bu tip bir
kanaatin oluşmasına yataklık ettiklerini yukarıda belirtmiştim.
Din anlayışımız gibi, muasırlaşma serüvenimiz de şekilcilikten
öteye gidemedi.
Bu şahsiyetsiz “hiçbir şeylerin” günümüzde, güç dengeleri
değiştiğinde, nasıl birden saf değiştirdiklerine, umre turları
düzenlediklerine şahit olmaktayız.
İkinci olarak, Tasavvufi din anlayışını, bidatlere sarılma, şirk,
özden sapma gibi değerlendiren Anglo-Sakson din anlayışı
temsilcilerinin, tasavvuf geleneğinden haberdar olmadıkları
açıktır. Tasavvuf derken anladıkları sahte şeyhlerin, saçaklanmış
sakalları arasında gizlenmiş, ego tarikatlarıdır.
Tek kurtuluş İslam’ın temel değerlerine geri dönmektir. Hurafe
ve bidatlerden arınmış,
Oysa tasavvufi din anlayışı, “fütüvvet ehli”nin, “ahi”lerin,
“Bektaşi”lerin, akıl ve gönül’e hitabeden öğretilerinin esasını
http://www.mgkmedya.com
Pazar, Eylül 29, 2013 - Sayfa 1 / 3
Rıza Heybetoğlu
İhvan-ı Müslimin Hareketi (2)
teşkil eden ve Anadolu dininin özü olan bir anlayıştır. Yaşadıkları
coğrafyalarda kendilerine has, orijinal bir sistem oluşturan,
mutlak adalet ve tam paylaşım esasına göre hayatı dizayn eden
bu kültürün, günümüze uyarlanması halinde, Ortadünya’nın
içinden çıkılmaz sorunlarına çare olacak kavramları da
barındırdıklarına şahit olunacaktır. En kaliteli üretimi ibadet
titizliği ile yapıp, kazancı da adil paylaşma, insanı hayvanlaştıran
“vahşi rekabet” ile değil, birlikte tekâmül etme, kendi benliğinde
kaybolan birey yerine, vücuda hayat veren, organizma gibi
çalışan bir toplum modeli. Bugüne revize edilse, üzerinde
düşünülse, belki de kapitalizme ve hatta demokrasiye tek rakip
ola bilecek bir sistemi yok saymak, kendi özüne ihanet etmektir.
Bu kültür, Yahudi’nin zekâsını, Ermeni’nin zanaatını, Süryani’nin
kültürünü, Türk’ün organizasyon yeteneğini, hepsinin refahı
adına mezcettirmeyi becermiş tek disiplindir. AVM önlerine veya
sünnet düğünlerine semazen getirten zihniyetin, Tasavvufi bir
nazarla evreni ve insanı anlaması beklenemez elbette. Gizleye
bildiğiniz sürece her türlü ahlaksızlığı mubah gören bir din
varken, neden irfanla veya kemaletle uğraşılsın ki? Bölerek,
düşman ilan ederek iktidar olabilmek mümkün iken,
ayrıştırmadan “bir”de buluşturan bir felsefe elbette bidat
olacaktır.
Batı medeniyeti iflas etmiştir.
Seksenli yıllarda İslamcıların sloganıydı bu. Komik olan, bu
sloganı atanların hepsinin, bu gün batı medeniyetine secde
ediyor olmalarıdır. Yüz yıldır Ortadünya Müslümanlarına bu
yalan söyleniyor “Batı medeniyeti iflas etmiştir”. Ne acıdır ki, bu
sloganla büyüyen nesiller şimdi Müslüman öldürmek için, o iflas
etmiş batı medeniyetine yalvarıyorlar. Asıl müflis olanın
kendileri olduklarından bi haber, “iflas etti” dedikleri batı
medeniyetinin himmetiyle, biraz para gören cepleri ve koltuk
gören popoları ile bitimsiz gerdek gecesi yaşıyorlar. Acınası
hallerini görmelerini sağlayacak bir aynaları dahi yok.
Hayır, hayır… Batı medeniyeti iflas etmedi, sizleri saray
soytarıları haline getirdi, olan budur.
Hilafet Abbasilerle son bulmuştur. Yeniden tesis edilmelidir ve
tüm Müslümanlara
şamil bir İslam devleti kurulmalıdır.
Türklere olan bu kini anlamak mümkün değil. Hem batı, hem
doğu Türk’ü yok saymakta. Batıyı anlaya biliyorum.
Kütüphanelerinde, Türklerden korunma duaları ile ilgili koca bir
külliyat var. Ya Araplar? Eğer, kendilerini askere dahi almayan,
vergiden muaf tutan Türk’ün kılıcı olmayaydı, bu gün İslam diye
bir din ve Arap diye bir ulus olur muydu acaba? Siyasal
İslamcıların her fırsatta Türklere geçen hilafeti yok saymaları ve
bunu da dini söylemlerle desteklemeleri dikkat çekicidir. Her
http://www.mgkmedya.com
fırsatta, kendi içinde ve zamanının şartlarına göre
değerlendirilmesi gereken tarihi olaylardan örnekler getirmek
suretiyle, Türk varlığını kötüleme, din dışı ilan etme, Siyasal
İslamcıların ve bidon kafalı batıcıların ortak gelenekleri haline
gelmiştir. Şimdiki siyasal İslamcıların Osmanlıcılık oynamalarına
kanmayın sakın. Onların Osmanlı dedikleri, kurmayı hayal
ettikleri Osmanlıdır. Tarihteki Osmanlı, dinciler için “fısk-ı
fücur”dan başka bir şey değildir.
Efendinin, Osmanlıyı yıktıktan sonra, tüm Müslümanları kontrol
edecek bir halife istediği bilinen bir vakıadır. Son halife
Abdülmecit’in tüm mektuplaşmaları, ilişkileri malumdur. M.
Kemal’in hilafeti kaldırması din düşmanlığı olarak anlatılmıştır
hep. Oysa iş öyle değildir. Efendinin “adam devşirme”
konusunda ne kadar mahir olduğuna defalarca şahit olan
Atatürk, tüm Müslümanların kaderini iki dudağı arasında
bulunduracak birinin, bir de efendinin emrine girmesi halinde,
sömürgelerde yaşayan Müslümanların sonsuza dek yaşadıkları
zulme baş kaldırmayacaklarının farkındaydı. Bu gün sözlerine,
Allah sözü gibi sorgulamadan itaat edilen hoca efendilerin ve
şeyhlerin, Müslüman ülkeleri ne hale getirdiklerini görüyoruz.
Dirilmesi gereken çıplak ayaklı ulusların halifeye değil, ölü
toprağını üzerlerinden atmalarını sağlayacak liderlere,
felsefelere ve bilime ihtiyaçları vardı. O yüzden hilafetin
gölgesinde kukla İslam devletleri yerine, tam bağımsız ve muasır
devletler olmalıydı.
Efendinin güdümündeki Siyasal İslamcıların, bu günlerdeki
“hilafet” isteklerini, bu minvalde değerlendirmek gerekir.
Mini halifeler olan cemaat liderlerinin, vicdanları sızlatan olaylar
karşısında, neden sessiz kaldıkları sorulduğunda, cemaat
mensuplarından şu cevapları alırsınız;
“Efendi hazretleri bir şey demiyorsa vardır bir bildiği”,
“Geçen gün hoca efendi bu konuda şöyle bir rüya görmüş”,
“Biz o mübareklerden daha mı iyi bileceğiz”,
“Allah sevdiği kullarının hata yapmasına izin vermez”…
Şaka değil bu söylediklerim, bakın, Irak’ta milyonlarca insan
katledildi, fakat ülkemizde, bir zamanlar çok sık rastladığımız,
tek bir Cuma çıkışı protestosu dahi yok. Neden?
Zira “devletin başında Müslümanlar var ve onlar daha iyisini
bilirler. Onlar bu duruma karşı olmadıklarına göre demek bir
bildikleri vardır” şeklinde bir anlayış hâkim insanlara. Üstelik bu
cemaat mensupları “köylü” veya “çoban” da değiller. İşte, hilafet
gelirse tüm İslam dünyasına hâkim olacak anlayış budur.
Pazar, Eylül 29, 2013 - Sayfa 2 / 3
Rıza Heybetoğlu
İhvan-ı Müslimin Hareketi (2)
Halifenin emrine karşı gelenler ise, fitne çıkardıkları ve Allahın
halifesine karşı geldikleri sebebiyle kâfir ilan edilecekler ve
katline fetva verilen sapkınlar olarak yaftalanacaklardır. Mustafa
Kemal gibi bir akıl, bu zihni yamyamlığa göz yuma bilir miydi?
Hasan el-Benna’nın ölümünden sonra ılımlı ve radikal olmak
üzere, iki kola ayrılan ihvan hareketi bu gün tüm Sünni İslam
devletlerinde, çeşitli isimlerle varlıklarını sürdürüyorlar.
Sürgünde olan liderleri İngiltere, Katar, Ürdün gibi, efendinin
hegemonyasının hâkim olduğu ülkelerde yaşıyorlar. Mesela
Tunus’taki temsilcileri olan Gannuşi, 20 yıllık sürgününde hep
İngiltere’de yaşadı.
Şunu asla unutmamak gerekir ki, İslamcıların demokrasi
isterken kastettikleri, iktidarın seçimle belirlenmesidir. Yoksa,
batıda gördüğümüz, yaşamın her alanına hâkim bir zihniyet
olarak “demokrasi” değildir. Yani, “iktidarı halk seçsin, zira halk,
cenneti vadeden bizlere mutlak itaat edecektir. Seçimin olması
bizim bitimsiz iktidarımızın garantisidir. Yoksa batının anladığı
gibi, bir yaşam biçimi olan demokrasinin hayali dahi, İslamcılar
için küfürle eş değerdir. İslam ülkelerinde, “Tanrıyı temsil eden”
bu insanlarla, kimse seçim yoluyla baş edemez. Ne vaat
ederseniz edin, vaat ettikleriniz cennetin yerini tutmayacaktır.
“Din”in hükümranlığında hiç kimseye özgür olma şansı
verilemez. Tapınılacak tek merci’ din baronlarıdır, Allah değil.
Tanrıyı sandıkta yenemezsiniz.
http://www.mgkmedya.com
Pazar, Eylül 29, 2013 - Sayfa 3 / 3
Download