Osmanlı Barışının Ortadoğu`daki Anlamı

advertisement
TARİH / İsmail ÇOLAK
O
Osmanlı Barışının
Ortadoğu’daki Anlamı
rtadoğu, Osmanlı sonrasında büyük bir
siyasî anafora kapıldı ve huzur ve istikrarın sigortası, “Osmanlı Barışı” tarihe
karıştı. Artık Osmanlı Sancağı altındaki asude
yıllar tarih yapraklarında kaldı ve özlemle yâd
edilen tatlı bir hatıra oldu. Yaklaşık bir asırdır
İslâm âleminde tarih benzer biçimde tekrar
etmektedir. Başta Irak, Mısır, Suriye, Libya ve
Gazze olmak üzere tüm bölgede, 20. yüzyılın
başındaki Osmanlı’yı paylaşım kavgasından
kalan eski meselelerin izdüşümleri ve birbirini
andıran kısır döngüler yaşanmaktadır. Ortadoğu, emperyalizm ve Siyonizm’in ortak mahsulü
olan bu fasit daireden yakasını sıyırabilmek için
sancılı bir süreç yaşamaya devam etmektedir.
İslâm Dünyası’nın bağrında ve mukaddes mekânlarda tezahür eden müessif olaylar,
Osmanlı’nın bölgede dört asır boyunca tesis ettiği
kalıcı barışın ne anlam ifade ettiğini bugün daha
iyi anlatmaktadır. Topyekûn Ortadoğu, İslâm’ınOsmanlı’nın huzur, merhamet ve barış yüklü iklimini büyük bir hasret ve inkisarla aramaktadır.
Dolayısıyla Devlet-i Âli İslâm’ın bu coğrafyada
sağladığı, özünü İslâm’dan ve İslâmî tecrübelerden alan barış modelini ve birlikte yaşama tecrübesini tetkik etmek daha da önem arz etmektedir.
Barışa Osmanlı Modeli
Ortadoğu’nun yeniden barış ve istikrara
kavuşması için İslâm-Osmanlı modeli yegâne
52 ŞUBAT 2014
numunedir. Başta İngiliz tarihçi Toynbee olmak üzere pek çok yerli ve yabancı otorite bile,
Eflatun’un “İdeal Devlet” modeline hâlihazırda
en layık devlet olarak Osmanlı’yı göstermektedir. Tarihçi Jason Goodwin, New York Times’taki
1999 yılı Ağustos ayındaki “Osmanlı’dan Öğreneceklerimiz” başlıklı yazısında, Osmanlı’nın,
Ortadoğu’da; din, dil ve etnik farklılıkların fazla
olmasına rağmen hiçbir zaman kısıtlamaya gitmeyerek istikrar ve düzeni sağladığına dikkat
çekmiştir.
Günümüzde Filistin meselesinin, üç İlahî
dinin merkezi Kudüs’te varılacak nihaî bir sulh
ile nihayete ereceği artık tüm mahfillerce kabul
edilmektedir. 2-3 Nisan 2009 tarihleri arasında
İstanbul’da gerçekleştirilen “Dinler arası Barış
Ortadoğu ve Kuzey Afrika Konseyi Toplantısı”
sonunda yayımlanan barış bildirisinde geçen
şu tespit, bu hakikati teyit eden delillerden birisidir: “Kudüs’ün statüsünün mukaddes bir şehir olarak korunması ve tüm inanç sahiplerinin
özellikle de mukaddes topraklarda yaşayanların erişimine açılması.”
Bu yüzden Kudüs’te adaletli bir idare için
model arayışlarının odak noktasında en fazla
da Osmanlı bulunmakta; yönetim şeklinin ve
müsamahakâr anlayışının tatbik edilmesi lüzumu son yıllarda çeşitli kesimlerce yüksek sesle
dile getirilmektedir. Zira Osmanlı dönemi, bütün din mensuplarının, Kudüs ve Ortadoğu’da
somuncubaba 53
barış ve sükûnu teneffüs ettikleri ideal dönemlerden biri olmuş; Müslümanların Mescid-i
Aksa’sı, Hıristiyanların Kutsal Doğum Kilisesi ve
Yahudilerin Ağlama Duvarı, yüzyıllar boyunca
Osmanlı’nın/İslâm’ın kuşatıcı ve hoşgörülü ikliminde aynı özgür havayı solumuştur.
Son zamanlarda Avrupa-ABD basınında,
Osmanlı’nın ideal model olduğu tezi iyice yaygınlaşır ve tartışılır hâle gelmeye başlamıştır.
Siyaset bilimiyle ilgili yayınlanan kitaplarda
çok kültürlülük bahsi açıldığında, Osmanlı
modeline geniş bir bölüm ayırmak artık moda
olmuştur. Dünyanın en saygın dergilerinden
NPQ’nun Türkiye baskısında, London School of
Economics’te Avrupa düşüncesi profesörü olan
John Gray’le yapılan röportajda, Endülüs Emevileri ve Osmanlıların hoşgörülü yaklaşımları
günümüz dünyası için yol gösterici olabileceği
savunulmuştur.
İngiliz The Guardian gazetesindeki bir değerlendirmede, 1990’lı yıllardan beridir zuhur
eden menfi gelişmeler akabinde, diğer bölgelerin yanı sıra Ortadoğu’da da Osmanlı’nın hoşgörülü, âdil ve insancıl yönetiminin mumla arandığı şöyle ifade edilmiştir: “İmparatorluğun çöküşünün olumsuz sonuçları her zamankinden
daha yoğun hissediliyor.” Filistinli Hıristiyan
şarkiyatçı Edward Said ise, İsrail’deki Ha’aretz
gazetesine verdiği mülakatta, daimî barışın adresi olarak “Osmanlı Millet Sistemi”ni göstermiş
ve “Arap dünyasında diğer azınlıklar nasıl ya-
54 ŞUBAT 2014
şayabiliyorsa, bir Yahudi azınlığın yaşaması da
mümkündür. Bu, Osmanlı Devleti altında gayet
iyi işlemiştir. Onların sistemi, şu an sahip olduğumuzdan çok daha insancıl gözükmektedir.”
demiştir. Will Kymlicka’nın dilimize çevrilen ve
aslı Oxford Üniversitesi Yayınları tarafından basılan “Çok Kültürlü Yurttaşlık” adlı kitabında da
Osmanlı Millet Sistemi’nin modern dünyadaki
çok kültürlülük uygulamalarının önemli bir selefi ve azınlık hakları için bir model vazifesi gördüğü vurgulanmaktadır.
İngiltere’nin en itibarlı gazetelerinden The
Guardian’ın köşe yazarı Madeleine Bunting ise,
Osmanlı’nın Hıristiyan ve Musevîlere yüzyıllarca hoşgörülü davrandığını hatırlatarak, Batı
dünyasında yükselişe geçen İslâm düşmanlığının ve günümüzde yaşanan kültürel birliktelik
problemlerinin çözümünde Osmanlı modelinin
iyi bir örnek ve ilham kaynağı olabileceğini şöyle ortaya koymuştur: “Sevgi ve hoşgörüyle birlikte yaşamak için yeni bir metoda ihtiyaç var.
Osmanlı’dan aldığımız ilhamı bu alanda yeni bir
yol bulmak için kullanabiliriz.” Daha da ilginci,
Samuel Huntington dâhi, 1997’de Ankara’daki bir konferansında iddia ettiği medeniyetler
çatışması tezinin bölgede Osmanlı benzeri bir
yapının kurulması durumunda ortadan kalkacağını kabul etmiştir.
Bunlara ilaveten Osmanlı modelinin, Aralık 2004’te BM’de düzenlenen bir seminerde
gündeme gelmesi ve örnek gösterilmesi de
dünya kamuoyunun dikkatinden kaçmamıştır. Söz konusu seminerde İranlı ünlü düşünür
Prof. Seyyid Hüseyin Nasr, Osmanlı’nın dinî
azınlıklara gösterdiği hoşgörünün bugün bile
model alınabilecek düzeyde olduğunu söylemiştir. Nisan 2005’te Cezayir Cumhurbaşkanı
Abdülaziz Buteflika, ülkesini ziyaret eden Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e, “Osmanlı
İmparatorluğu’nu oluşturan ülkeler arasında İngiliz Milletler Topluluğu (The Commonwealth)
benzeri bir teşkilat kuralım.” teklifinde bulunmuştur. Osmanlı’nın, barış ve huzur dolu dönemini hasretle aradıklarını ve eski coğrafyalarda
çözümün anahtarının Türkiye olduğunu, isterse
düzen ve istikrarı yeniden tesis edebileceğini
belirtmiştir.
ABD’nin ünlü savaş ve strateji dergisi Armchair General’in Nisan 2010 sayısında, stratejist
Ralph Peters tarafından kaleme alınan kapak
dosyasında ise Osmanlı, üç kıtaya hâkim olan
süper güç olarak tanımlanmış; yıkılışının bugün
hâlâ krize yol açtığına ve onsuz Ortadoğu’ya
barışın gelme şansının bulunmadığına şöyle
işaret edilmiştir: “Osmanlı, barışı oluşturmayı ve onu devam ettirmeyi başardı. İngiliz ve
Fransızlar kendi çıkarları dışında hiçbir şey düşünmedi. İki ülke, birlikte yaşamak isteyen toplumları ayrı yaşamaya, ayrı yaşamak isteyenleri
birlikte yaşamaya zorladı. Osmanlı’nın yıkılışı,
hükmettiği her yerde dengenin bozulmasına
neden oldu ve belki de dengeyi yeniden kurmak yüzyıllar alabilir.”
Yeniden Osmanlı Barışı
Ortadoğu’da cereyan eden olaylar en çok da
Türkiye’yi alakadar etmektedir. Osmanlı çapında
politikalar geliştirmeye ve tarihî misyonunu eda
etmeye zorlamaktadır. Türkiye, tarihî, coğrafî ve
stratejik zorunluluklardan ve Ortadoğu’ya köprü
pozisyonundan ötürü bölgede denge unsuru olmaya mecburdur. Bilhassa Ahmet Davutoğlu’nun
Dışişleri Bakanlığı’na geldiği Mayıs 2009’dan
itibaren Türkiye’nin Ortadoğu’da sergilediği aktif siyaset çerçevesinde ortaya koyduğu barışçı
girişimler ve arabuluculuk çabaları dikkat çek-
miş; İslâm ve Batı Dünyası’nda, Türkiye’nin yeniden Osmanlı’nın rolüne soyunduğu ve İslâm
âleminin liderliğine oynamaya çalıştığı yorumlarına yol açmıştır. Ardından da uluslararası camiada şu soru sıkça sorulur olmuştur: “Bölgede,
Osmanlı ruhu yeniden mi canlanıyor?”
Amerika’da çıkan aylık haber dergisi Foreign Policy’nin Mayıs 2009 sayısında yayımlanan “Osmanlı Devleti’nin Dirilişi” başlıklı makalede, Türkiye’nin özellikle komşuları ve Orta
Doğu ülkeleri ile geliştirdiği barışçı ilişkilere
temas edilerek şu soru yöneltilmiştir: “Osmanlı
Devleti tekrar mı diriliyor?” Almanya’da çıkan
siyasî dergilerden Der Spiegel’de yayımlanan “Osmanlı’nın Dönüşü” başlıklı yazıda da,
Türkiye’nin geliştirdiği sıcak ve müspet temaslarla bölgesinde Osmanlı gibi önemli bir güç
haline gelmeye başladığı vurgulanmıştır.
Bu çerçevede Huntington’un bile Türkiye’yi,
İslâm dünyasına liderlik etmek için “en iyi konuma sahip ülke” olarak görmesi, ciddiye alınması
gereken bir tespittir. “Türkiye, İslâm dünyasına
liderlik etmede, Müslüman ülkelerin yanı sıra
Müslümanlar ile Müslüman olmayan ülkeler
arasındaki çatışmalarda arabulucu olmada üst
düzey yapıcı ve sorumlu rol üstlenecek en iyi
pozisyona sahip ülkedir.”
Hulâsa, Osmanlı’yı meydana getiren ve yüzyıllar boyunca ayakta tutan sebepler sanki günümüzde, en azından eski Osmanlı coğrafyalarında yeniden vuku bulmakta, insanlık; dünyanın
dengesini bozan, barış ve istikrarını tehdit eden
savaşlar, askeri müdahaleler, zulüm ve katliamlar devam ettikçe, adı ne olursa olsun Osmanlı
benzeri bir devlete veya düzene ihtiyaç duymaktadır. Yeryüzünde süre giden bunalım ve karışıklıklardan yılan insanlık, onun yokluğundan
duyduğu feryat ve intizarla, gayri ihtiyari şekilde “Osmanlı Ruhu”nu adeta geri çağırmaktadır.
Özünde İslâm’ın insanlığa vaat ettiği âlemşümul
sulh ve selameti mükemmelen temsil ve tatbik
eden Osmanlı benzeri bir nizam, Ortadoğu’nun
on yıllardır hasretini çektiği huzur ve istikrarın
yegâne reçetesi olacaktır.
somuncubaba 55
Download