uluslararası hukukta devlet destekli terörizme karşı kuvvet kullanma

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KAMU HUKUKU ANABİLİM DALI
ULUSLARARASI HUKUKTA DEVLET DESTEKLİ
TERÖRİZME KARŞI KUVVET KULLANMA
Doktora Tezi
Ahmet Hamdi TOPAL
ANKARA 2004
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KAMU HUKUKU ANABİLİM DALI
ULUSLARARASI HUKUKTA DEVLET DESTEKLİ
TERÖRİZME KARŞI KUVVET KULLANMA
Doktora Tezi
Ahmet Hamdi TOPAL
TEZ DANIŞMANI
Prof. Dr. Serap AKİPEK
ANKARA 2004
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR................................................................................................................xiii
GİRİŞ ..................................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM
TERÖRİZM VE DEVLET DESTEKLİ ULUSLARARASI TERÖRİZM
I. GENEL OLARAK TERÖR VE TERÖRİZM .............................................................. 7
1. TANIM ........................................................................................................................ 7
A. Terör ve Terörizm Kavramları.............................................................................. 7
B. Terörizmin Tanımlanması Sorunu ........................................................................ 8
a. Tanımlama Sorununun Temel Nedenleri....................................................... 12
aa. Siyasî Nedenler ...................................................................................... 13
bb. Uluslararası Hukuktan Kaynaklanan Nedenler...................................... 17
aaa. Self Determinasyon Hakkı ve Ulusal Kurtuluş Hareketleri ........... 17
bbb. Terörizm ve Diğer Şiddet Eylemleri.............................................. 26
(a). Savaş.......................................................................................... 26
(b). Gerilla Hareketleri..................................................................... 28
(c). Devlet Terörü ............................................................................ 31
(d). Devrim....................................................................................... 33
b. Terörizm Hakkında Yapılmış Çeşitli Tanımlar ve
Bunların Değerlendirilmesi ............................................................................ 34
2. TERÖRİZMİN TARİHİ GELİŞİMİ.......................................................................... 40
3. TERÖRİZMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ.................................................................. 42
A. Terörizmin Nedenleri.......................................................................................... 42
B. Terörizmin Amacı ve Hedefleri .......................................................................... 46
C. Terörizmin Yöneldiği Hedefler ve Uyguladığı Yöntemler ................................. 48
D. Terörizmin Sonuçları .......................................................................................... 51
a. Siyasî Sonuçları.............................................................................................. 51
b. Maddî ve Sosyal Yapıya Yönelik Sonuçları.................................................. 53
E. TERÖRİZMİN TÜRLERİ .................................................................................. 54
a. Ulusal Terörizm ............................................................................................. 54
b. Uluslararası Terörizm .................................................................................... 55
aa. Devlet Destekli Olmayan Uluslararası Terörizm ................................... 57
bb. Devlet Destekli Uluslararası Terörizm .................................................. 57
II. DEVLET DESTEKLİ ULUSLARARASI TERÖRİZM ................................................ 60
1. TERÖRİZME YÖNELİK DEVLET DESTEĞİNİN KAPSAMI ............................. 60
A. Devletin Terörizme Sponsor Olması .................................................................. 62
B. Devletin Terörizme Fiili Destekte Bulunması .................................................... 63
C. Devletin Terörist Faaliyetlere Müsamaha Göstermesi........................................ 64
D. Devletin Terörist Faaliyetlerle Mücadele Etme
Konusunda Yetersiz Kalması......................................................... 64
III. DEVLET DESTEKLİ TERÖRİZMLE MÜCADELE YOLLARI................................ 65
1. BARIŞÇI YOLLAR .................................................................................................. 65
A. Hukukî Yollar ..................................................................................................... 66
a. İç Hukuk Yollarının Kullanılması.................................................................. 67
b. Uluslararası Hukuk Yollarının Kullanılması ................................................ 70
aa. Andlaşmalar Yapılması .......................................................................... 70
bb. Suçluların İadesinin Sağlanması............................................................ 74
cc. Uluslararası Mahkemeler Kurulması .................................................... 78
B. Siyasî, Ekonomik ve Diplomatik Yollar ............................................................. 82
2. KUVVET KULLANMAYA DAYALI YOLLAR.................................................... 84
İKİNCİ BÖLÜM
DEVLET DESTEKLİ TERÖRİZME KARŞI DEVLETİN ÜLKESİ DIŞINDA
KUVVET KULLANMASI
I. ULUSLARARASI HUKUKTA KUVVET KULLANMA
YASAĞI VE İSTİSNALARI ........................................................................................ 88
1. GENEL OLARAK KUVVET KULLANMA YASAĞI ........................................... 88
A. BM Andlaşması Çerçevesinde Kuvvet Kullanma Yasağı .................................. 88
a. Yasağın Niteliği ............................................................................................. 90
b. Yasağın Kapsamı ........................................................................................... 91
c. Kuvvet Kullanma Yasağı Kapsamına Giren Hukuka Aykırı Fiiller .............. 95
aa. Kuvvet Kullanma Tehdidi...................................................................... 95
bb. Kuvvet Kullanma................................................................................... 96
aaa. Saldırı ............................................................................................. 96
bbb. Silahlı Saldırı ................................................................................. 97
ccc. Müdahale ...................................................................................... 104
B. Uluslararası Örf ve Âdet Hukuku Çerçevesinde Kuvvet
Kullanma Yasağı.............................................................................................. 105
2. KUVVET KULLANMA YASAĞININ İSTİSNALARI ........................................ 106
A. Meşru Müdafaa Hakkı ...................................................................................... 107
B. Birleşmiş Milletler Kararı ile Kuvvet Kullanma............................................... 108
II............... MEŞRU MÜDAFAA HAKKINA DAYANARAK DEVLET DESTEKLİ
TERÖRİZME KARŞI KUVVET KULLANMA ..................................................... 108
1. TERÖRİZM VE MEŞRU MÜDAFAA HAKKI..................................................... 108
A. Meşru Müdafaa Hakkını Dar Yorumlayan Yaklaşım................................. 111
B. Meşru Müdafaa Hakkını Geniş Yorumlayan Yaklaşım.............................. 112
C. Meşru Müdafaa Hakkının Yorumunda Orta Yolu
Benimseyen Yaklaşım ............................................................................... 118
2. TERÖRİZME KARŞI KUVVET KULLANMANIN MEŞRU MÜDAFAA
HAKKININ ŞARTLARI BAKIMINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ ................. 120
A. Terörist Saldırıların ve Terörizme Yönelik Devlet Desteğinin Silahlı
Saldırı Kavramı Çerçevesinde Değerlendirilmesi ........................................... 120
a. Terörist Saldırıların Silahlı Saldırı Olarak Kabul
Edilip Edilemeyeceği................................................................................. 121
aa. Devlet Dışı Aktörlerin Gerçekleştirdiği Eylemlerin Silahlı Saldırı
Kabul Edilip Edilemeyeceği ................................................................ 122
bb. Terörist Eylemlerin Silahlı Saldırı Olarak Kabul Edilmesi İçin
Taşıması Gereken Özellikler ............................................................... 125
cc. Olayların Toplamı Teorisine Dayanarak Terörist Eylemlerin Silahlı
Saldırı Kabul Edilmesi......................................................................... 129
b. Terörizme Yönelik Devlet Desteği ve Terörist Eylemlerin Devlete İsnat
Edilip Edilemeyeceği................................................................................. 132
aa. Devlet Destekli Uluslararası Terörizm Konusunda Devletlerin
Yükümlülüğü ....................................................................................... 133
aaa. Doğrudan Destek Vermeme Yükümlülüğü ........................... 134
bbb. Dolaylı Destek Vermeme Yükümlülüğü ............................... 137
bb. Terörist Eylemler Karşısında Devletlerin Sorumluluğu ...................... 140
aaa. Sorumluluğun Türleri ............................................................. 142
(a). Aslî Sorumluluk ................................................................ 142
(b). Dolaylı Sorumluluk........................................................... 145
bbb. Yargı Kararlarında Terörist Eylem Nedeniyle Devletlerin
Sorumluluğunun Doğması Hakkında Belirlenen Ölçütler.... 148
(a). Nikaragua Davası ve Etkili Denetim Ölçütü ..................... 149
(b). Tadic Davası ve Bütünsel Denetim Ölçütü ...................... 151
(c). Tahran’daki Rehineler Davası ve Onaylama Ölçütü ........ 154
cc. Terörist Eylemlerin Devlete İsnat Edilmesi ........................................ 155
B. Terörizme Karşı Kuvvet Kullanmanın Meşru Müdafaa Hakkının
Diğer Şartları Bakımından Değerlendirilmesi ................................................. 156
a. Terörist Saldırılara Karşı Kuvvet Kullanmanın Gerekli Olması ................. 158
b. Terörist Saldırılara Karşı Kullanılan Kuvvetin Orantılı Olması ................. 161
aa. Misli ile Mukabelede Bulunulmasını Savunan Yaklaşım ................ 162
bb. Verilecek Cevabın Geçmişte Gerçekleşen Olayların
Toplamının Göz Önüne Alınarak Belirlenmesi Gerektiğini
Savunan Yaklaşım ........................................................................... 162
cc. Terörist Tehdidin Bir Bütün Olarak Ele Alınması ve Caydırıcı
Nitelikte Bir Cevabın Verilmesi Gerektiğini Savunan Yaklaşım..... 163
c. Aciliyet Şartı ................................................................................................ 166
d. Güvenlik Konseyine Bilgi Verme Zorunluluğu .......................................... 169
III. SİLAHLI SALDIRI BOYUTUNA ULAŞMAYAN TERÖRİST EYLEMLER
KARŞISINDA ÖNLEYİCİ MEŞRU MÜDAFAA VE KARŞI ÖNLEMLERE
BAŞVURMA HAKKI ............................................................................................. 174
1. ÖNLEYİCİ MEŞRU MÜDAFAA........................................................................... 175
2. KARŞI ÖNLEMLERE BAŞVURMA HAKKI....................................................... 182
IV. TERÖRİZME KARŞI BİRLEŞMİŞ MİLLETLER KARARI İLE KUVVET
KULLANMA............................................................................................................... 185
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Terörist Eylemler Karşısında Devletlerin Uygulamaları
I. TERÖRİSTLERE VE TERÖR ÖRGÜTLERİNE KARŞI
GERÇEKLEŞTİRİLEN FİİLİ UYGULAMALAR ....................................................... 190
1. TERÖRİSTLERE KARŞI GERÇEKLEŞTİRİLEN FİİLİ UYGULAMALAR...... 190
A. Şüpheli Teröristlerin Zorla Ele Geçirilmesi ..................................................... 190
a. Şeyh Obeid’in Kaçırılması..................................................................... 193
b. Fawaz Yunus’un Kaçırılması................................................................. 194
c. Lübnan Yolcu Uçağının Zorla İsrail’e İndirilmesi ............................... 194
d. Achille Lauro Olayı ............................................................................... 196
B. Teröristlere Karşı Suikast Düzenlenmesi.......................................................... 200
a. Halil El Vezir Suikastı .......................................................................... 202
b. Şeyh Yasin Suikastı ............................................................................... 203
2. TERÖR ÜSLERİNE KARŞI KUVVET KULLANMA ......................................... 204
A. İsrail’in Tunus’ta Bulunan FKÖ Karargahına Yönelik Hava Saldırısı............ 204
B. Türkiye’nin Kuzey Irak’ta Bulunan Terörist Kamplara Karşı
Gerçekleştirdiği Harekât ................................................................................. 206
II. TERÖRİZME KARIŞTIĞI İDDİA EDİLEN DEVLETLERE
KARŞI KUVVET KULLANMA ................................................................................ 208
1. 1986 Libya Saldırısı ................................................................................................ 208
A. Saldırının Gerekçesi.......................................................................................... 209
B. Uluslararası Toplumun Saldırıya Yaklaşımı..................................................... 211
C. Saldırının Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi ........................... 214
a. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler ................................................................. 214
b. Genel Bir Değerlendirme............................................................................. 216
2. 1993 Irak Saldırısı.................................................................................................... 219
A. Saldırının Gerekçesi ......................................................................................... 220
B. Uluslararası Toplumun Saldırıya Yaklaşımı..................................................... 221
C. Saldırının Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi............................ 224
a. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler ................................................................ 224
b. Genel Bir Değerlendirme............................................................................. 225
3. 1998 Afganistan ve Sudan Saldırıları ..................................................................... 229
A. Saldırıların Gerekçesi........................................................................................ 230
B. Uluslararası Toplumun Saldırılara Yaklaşımı................................................... 234
C. Saldırıların Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi ........................ 235
a. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler ................................................................. 235
b. Genel Bir Değerlendirme............................................................................. 237
4. 11 Eylül Saldırıları ve Kalıcı Özgürlük Harekâtı ................................................... 242
A. Harekâtın Gerekçesi ......................................................................................... 242
B. Uluslararası Toplumun 11 Eylül Saldırılarına ve
Harekâta Yaklaşımı.......................................................................................... 247
C. Harekâtın Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi .......................... 251
a. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler ................................................................. 251
b. Güvenlik Konseyinin VII. Bölüm Çerçevesinde Kuvvet
Kullanımına İzin Verip Vermediği ............................................................. 253
c. Harekâtın İnsanî Amaçlı Müdahale ve Dost Bir Devletin Hükümetinin
Daveti Üzerine Gerçekleştirilip Gerçekleştirilemeyeceği ........................... 256
d. Harekâtın Haklı Bir Meşru Müdafaa Uygulaması Olup Olmadığı ............. 258
aa. 11 Eylül Saldırılarının Silahlı Saldırı Şartı Bakımından
Değerlendirilmesi................................................................................. 261
bb. Saldırıların Taliban Yönetimine İsnat Edilip Edilemeyeceği ............. 263
cc. Harekâtın Meşru Müdafaa Hakkının Diğer Şartları
Bakımından Değerlendirilmesi ........................................................... 266
e. Harekâtın Örf ve Adet Hukukuna Etkileri
Bakımından Değerlendirilmesi .................................................................. 269
SONUÇ..................................................................................................................... 273
KAYNAKÇA ........................................................................................................... 278
KISALTMALAR ∗
Am. J. Int’l L.
American Journal of International Law
Am. U. Int’l L. Rev.
The American University International Law Review
ANC
African National Congress
Ann. Surv. Int’l & Comp. L.
Annual Survey of International & Comparative Law
Ariz. J. Int’l & Comp. L.
Arizona Journal of International and Comparative Law
B. C. Int’l & Comp. L. Rev.
Boston College International and Comparative Law
Review
B. U. Int’l L. J.
Boston University International Law Journal
Bkz.
bakınız
BM
Birleşmiş Milletler
BMDHS
Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi
Brook. J. Int’l L.
Brooklyn Journal of International Law
C.
Cilt
Cardozo J. Int’l & Comp. L.
Cardozo Journal of International and Comparative Law
Case W. Res. J. Int’l L.
Case Western Reserve Journal of International Law
Chi. J. Int’l L.
Chicago Journal of International Law
Colum. J. Transnat’l L.
Columbia Journal of Transnational Law
Conn. J. Int’l L.
Connecticut Journal of International Law
Conn. L. Rev.
Connecticut Law Review
Cornell Int’l L. J.
Cornell International Law Journal
Cornell L. Rev.
Cornell Law Review
Creighton L. Rev.
Creighton Law Review
Denv. J. Int’l L. & Pol’y
Denver Journal of International Law and Policy
DePaul Bus. L. J.
DePaul Business Law Journal
Dick. J. Int’l L.
Dickinson Journal of International Law
∗
Kısaltmalarda genel olarak “A Uniform System of Citation” esas alınmıştır. Bu sistem içinde yer almayan
kısaltmalar için güncel bilimsel kaynaklardan yararlanılmıştır.
Dick. L. Rev.
Dickinson Law Review
dn.
dipnot
Doc.
Document
Duke J. Comp. Int. L.
Duke Journal of Comparative & International Law
ETA
Euzkadi to Azkatasuna
Eur. J. Int’l L.
European Journal of International Law
FBI
Federal Bureau of Investigation
Fla. J. Int’l L.
Florida Journal of International Law
Fletcher F. World Aff.
Fletcher Forum For World Affairs
FMLN
Farabundo Marti de Liberacion Nacional
Fordham Int’l L. J.
Fordham International Law Journal
G. B. J.
Georgia Bar Journal
G. Y. I. L.
German Yearbook of International Law
Ga. J. Int’l & Comp. L.
Georgia Journal of International and Comparative Law
GA
General Assembly
GAOR
General Assembly Offical Records
Geo. L. J.
Georgetown Law Journal
Harv. Int’l L. J.
Harvard International Law Journal
Harv. J. L. & Pub. Pol’y
Harvard Journal of Law & Public Policy
Harv. L. Rev.
Harvard Law Review
Hastings Int’l & Comp. L. Rev.
Hastings International and Comparative Law Review
Hofstra L. Rev.
Hofstra Law Review
Hous. J. Int’l L.
Houston Journal of International Law
Hous. L. Rev.
Houston Law Review
Hum. Rts. Q.
Human Rights Quarterly
I. Y. H. R.
Israel Yearbook of International Law
I. C. J.
International Court Justice
ILSA J. Int’l & Comp. L.
ILSA Journal of International and Comparative Law
Ind. Int’l & Com. L. Rev.
Indiana International & Comparative Law Review
Ind. J. Global Legal Stud.
Indiana Journal of Global Legal Studies
Int’l & Comp. L. Q.
International and Comparative Law Quarterly
IRA
Irish Republican Army
İ. Ü. H. F. M.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası
J. Int’l Aff.
Journal of International Affairs
J. Nat’l Security L.
Journal of National Security Law
J. Transnat’l L. & Pol’y
Journal of Transnational Law & Policy
Kan. J. L. & Pub. Pol’y
Kansas Journal of Law & Public Policy
La. L. Rev.
Louisiana Law Review
Loy. L. A. L. Rev.
Loyola of Los Angeles Law Review
McGeorge L. Rev.
McGeorge Law Review
md.
madde
Mich. J. Int’l L.
Michigan Journal of International Law
Mil. L. Rev.
Military Law Review
Minn. J. Global Trade
Minnesota Journal of Global Trade
MSU-DCL J. Int’l L.
Michigan State University-DCL Journal of International
Law
N. C. J. Int’l L. & Com. Reg.
North Carolina Journal of International Law &
Commercial Regulation
N. C. L. Rev.
North Carolina Law Review
N. M. L. Rev.
New Mexico Law Review
N. Y. L. Sch. J. Int’l. &
Comp. L.
New York Law School Journal of International and
Comparative Law
N. Y. U. L. Rev.
New York University Law Review
NATO
North Atlantic Treaty Organization
Nav. C. L. Rev.
Naval War College Review
Nav. L. Rev.
Naval Law Review
Neth. Y. B. Int’l L.
Netherlands Yearbook of International Law
New Eng. Int’l &
Com. L. Ann.
New England International and Comparative Law
Annual
New Eng. L. Rev.
New England Law Review
No
Number
Nordic J. Int’l L.
Nordic Journal of International Law
OAS
Organiziation of American States
Ohio N. U. L. Rev.
Ohio Northern University Law Review
Okla. City U. L. Rev.
Oklahoma City University Law Review
Or. L. Rev.
Oregon Law Review
Pac. Rim L. & Pol’y
Pacific Rim Law & Policy Journal
Pace Int’l L. Rev.
Pace International Law Review
Par.
Paragraf
PFLP
Popular Front for the Liberation of Palestine
PIRA
Provisional Wing of the Irish Republican Army
Proc. Am. Soc’y Int’l L. Proceedings of the American Society of International Law
R. G.
Resmi Gazete
Rep.
Report
Res.
Resolution
Rutgers L. J.
Rutgers Law Journal
s.
sayfa
S.
Sayı
San Diego Int’l L. J.
San Diego International Law Journal
SCOR
Security Council Resulotion
Suffolk Transat’l L. Rev.
Suffolk Transnational Law Review
Supp.
Supplement
SWAPO
South West Africa People’s Organization
Syracuse L. Rev.
Syracuse Law Review
T. F. L. R.
Tilburg Foreign Law Review
Temp. Int’l & Comp. L. J.
Temple International and Comparative Law Journal
Tenn. L. Rev.
Tennessee Law Review
Tex. Int’l L. J.
Texas International Law Journal
Touro J. Transnat’l L.
Touro Journal of Transnational Law
Transnat’l L. & Pol’y
Journal of Transnational Law & Policy
Transp. L. J.
Transportation Law Journal
Tul. L. Rev.
Tulane Law Review
Tulsa J. Comp. & Int’l L.
Tulsa Journal of Comparative & International Law
U. Cin. L. Rev.
University of Cincinnati Law Review
U. Det. Mercy L. Rev.
University of Detroit Mercy Law Review
U. Pitt. L. Rev.
University of Pittsburgh Law Review
U. Rich. L. Rev.
University of Richmond Law Review
UAD
Uluslararası Adalet Divanı
UCLA J. Int’l L. & For. Aff.
UCLA Journal of International Law and Foreign Affairs
UCLAS
Unilaterally Controlled Latino Assets
UN
United Nations
UNPROFOR
United Nations Protection Force
Va. J. Int’l L.
Virginia Journal of International Law
Val. U. L. Rev.
Valparaiso University Law Review
Vand. J. Transnat’l L.
Vanderbilt Journal of Transnational Law
vb.
ve benzeri
Vol.
Volume
VRS
Bosnian Serb Forces
W. Va. L. Rev.
West Virginia Law Review
Wake Forest L. Rev.
Wake Forest Law Review
Whittier L. Rev.
Whittier Law Review
Wis. Int’l L. J.
Wisconsin International Law Journal
Yale J. Int’l L.
Yale Journal of International Law
GİRİŞ
11 Eylül 2001 tarihinde iç hat seferlerini yapmakta olan dört sivil yolcu uçağı
kaçırılmış ve birer füze haline dönüştürülerek Dünya Ticaret Merkezi ile Pentagon olarak
da bilinen Amerikan Savunma Bakanlığına çarptırılmıştır. ‘Süper Güç’ olarak adlandırılan,
istihbarat ve savunma sistemi bakımından tartışmasız bir üstünlüğe sahip olan ABD’nin
kendi topraklarında askerî ve ekonomik gücünü simgeleyen binalarını hedef alan ve binlerce
sivilin ölümüne neden olan saldırılar tüm dünyada eşi görülmemiş bir psikolojik etki
yaratmıştır. Söz konusu saldırılar medeniyetler çatışmasına yol açabilecek bir olay olarak
değerlendirildiği gibi soğuk savaş sonrasında tek süper güç olarak kalan ABD’nin
çöküşünün başlangıcı veya yeni bir dünya düzeninin kuruluşu için bir dönüm noktası teşkil
ettiğine kadar pek çok spekülasyonu da beraberinde getirmiştir. Kuşkusuz insanlık tarihinin
kaydettiği en büyük terör olayı olarak tarihe geçen saldırılar, uluslararası terörizmin ulaştığı
boyutu ve dünya barışına yönelik olumsuz etkilerini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Uzun bir geçmişe sahip olmakla beraber 1960’lı yıllardan itibaren uluslararası
toplumun değişmez gündem maddelerinden biri haline gelen terörizm, 11 Eylül olaylarında
da görüldüğü üzere son yıllarda kaydettiği gelişim ve almış olduğu görünüm bakımından
yeni olup uluslararası barış ve güvenliğe yönelik önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Ciddi
bir artış gösteren terörist eylemler dünyanın pek çok bölgesinde hükümet ve çok uluslu
şirket binalarının bombalanması; yolcu uçak ve gemilerinin kaçırılması; diplomatik
temsilciliklere, havalimanlarına, alışveriş merkezlerine, metro ve tren istasyonlarına karşı
saldırıda bulunulması; hükümet yetkilileri, diplomatlar ve iş adamlarının kaçırılması ya da
bu kişilerin suikasta uğraması gibi şekillerde uluslararası toplumun karşısına çıkmaktadır.
Artık terörizm uluslararası ilişkilerin hakim bir unsuru haline gelmiştir. Özellikle 11 Eylül
saldırıları terörizm tehdidinin belli bir devlet ya da bölgeyle sınırlı olmadığını açık bir
şekilde ortaya koymuştur.
Günümüzde başta ulaşım, iletişim ve silah sanayii alanında meydana gelen
teknolojik gelişmeler, terörist gruplara elverişli bir zemin hazırlamakta ve terörizmi daha da
güçlü kılmaktadır. Hızla gelişen teknoloji teröristleri bir çok yeni imkân, hedef ve silahla
donatmaktadır. Ülke sınırlarını kolayca geçebilen, modern ulaşım ve haberleşme
imkânlarından
yararlanabilen
terör
örgütleri
artık
daha
etkili
saldırılar
gerçekleştirebilmekte, psikolojik ve finansal açıdan daha yıkıcı zararlar verebilmektedir.
Ayrıca küçük, taşınabilir ve ileri teknoloji ürünü silahların ortaya çıkmasıyla birlikte birkaç
kişiden oluşan küçük terörist gruplar dünyanın her tarafında eylem yapabilme yeterliliğine
sahip olmuştur. Günümüzde terör eylemleri, modern haberleşme sistemleri de kullanılarak
bütün dünyanın dikkatine yöneltilebilmekte ve bu sayede terörizmin başlıca amacı olan
psikolojik etki maksimize edilebilmektedir. Artık naklen izlenebilen terör eylemleri söz
konusudur. Diğer taraftan terörizmin uluslararası alanda devletlerden gördüğü destek daha
sofistike bir görünüm kazanmasına neden olmuştur.
Silah sanayiinin ulaşmış olduğu seviyenin meydana getirdiği dehşet dengesi
nizamî savaşların yerini düşük yoğunluklu çatışma yöntemlerinin almasına sebebiyet
vermiştir. Artık düşman bir başka devlet ve onun düzenli ordu birlikleri değildir. Bu
bağlamda sınırları belli olmayan ve klasik anlamda düzenli birliklerle yürütülmeyen
terörizm söz konusu düşük yoğunluklu çatışma yöntemleri içinde elverişli bir mücadele
yöntemi olarak ortaya çıkmaktadır. Daha etkili, maliyeti düşük ve savaşın getireceği
olumsuz sonuçlardan sakınma imkânı sağlayan terörizm, bazı devletler tarafından stratejik
ve politik hedeflerine ulaşabilmek için bir mücadele yöntemi olarak kullanılmaya
başlanmıştır. Böylece terörizme destek veren devlet, verdiği destek nedeniyle doğan
sorumluluğunu terörist grupla arasında organik bir bağ olmaması nedeniyle kolaylıkla inkâr
edebilmektedir. Buna karşılık terörist örgütler de bu sayede eğitim, finansman, teçhizat ve
istihbarat imkânına sahip olmaktadır. Söz konusu destek terörist tehdidin şiddetini daha da
artırmakta ve bu tür bir mücadelenin birikim sonucundaki etkisi, devletler arası bir savaştan
pek de farklı olmayabilmektedir. Teorik açıdan psikolojik bir savaş metodu olarak kabul
edilen terörizm bu sayede elde etmiş olduğu devlet desteği neticesinde ulusal sınırları
aşarak uluslararası barış ve güvenliğe yönelik ciddi bir tehdit niteliği kazanmıştır.
Teröristlerin hiçbir ayrım gözetmeksizin herşeyi hedef alabilmesi, eylemlerini nerede ve ne
zaman gerçekleştireceklerinin bilinmemesi teröristlere bir avantaj sağlamakta ve devletlerin
etkili koruma önlemleri almasını zorlaştırmaktadır.
Terörizmin temel nedeninin ideolojik rekabet olduğu ve soğuk savaş sonrasında
etkisini kaybedeceğine dair yapılan yorumların aksine artış eğilimine girdiği görülmüştür.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte başlayan demokratikleşme ve serbest pazar
ekonomisine geçiş süreci ile birlikte uluslararası terörizm sorununun ortadan kalkacağına
dair beklentiler gerçekleşmemiştir. Aksine terörizm daha geniş bir alana yayılarak ölümcül
etkilerde bulunmaya devam etmiştir. Bu durumda terörizmin gelecekte de varlığını
sürdüreceği hatta etki gücünü artıracağı söylenebilir. Şüphesiz ideolojik rekabetler, dinî
aşırılıklar, ekonomik kaynakların paylaşımında yaşanan eşitsizlikler, etnik çatışmalar ve
ulusal düşmanlıklar var olduğu sürece terörizm uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir
tehdit olarak kalmaya devam edecektir. Benzer şekilde özellikle batılı ülkelerde gözlenen
yabancı düşmanlığı yeni bir terörizm dalgası doğması riskini taşımaktadır. Avrupa’da
gelişen ırkçı tavırlar bu konudaki endişeleri arttırmaktadır. Diğer taraftan terör örgütleri
gerçekleştirdikleri eylemlerle hükümetlerin ve uluslararası şirketlerin faaliyetlerini
engelleme gücüne sahip olduklarını kanıtlamış, dolayısıyla da hedefledikleri amaçlara
ulaşabilmek için terörist metotların uygun bir yöntem olduğuna dair inançları pekişmiştir.
Terörist saldırılar, uluslararası terörizmle mücadelede uluslararası hukukun
rolünü ve öngördüğü hukukî çerçeveyi de gündeme getirmektedir. Terörizm uluslararası
hukuk açısından iki boyutlu bir tehdit sunmaktadır. Bunların ilki uluslararası toplumun
güvenliğini tehdit eden terörist saldırıların bizzat kendisidir. Diğeri ise terörist saldırılara
maruz kalan devletlerin saldırılar karşısında kendi ülke sınırlarının dışında kuvvet
kullanması ve gerçekleştirilen mukabil eylemlerin uluslararası hukuku ve ilişkileri tehdit
etmesidir. Bu bağlamda uluslararası terörizmle mücadelede devletlerin egemen eşitliği,
bağımsızlığı, içişlerine karışma ve kuvvet kullanma yasağı ile terörizme karşı etkili
mücadele arasında bir çatışmanın söz konusu olduğu görülmektedir.
Günümüzde terörizm gerek niteliği gerek boyutları itibarıyla uluslararası
işbirliği olmaksızın devletlerin mücadele edebilecekleri ve üstesinden gelebilecekleri bir
sorun olmaktan çıkmıştır. Bu durumda uluslararası hukukun bu konudaki tavrı, sorunun
çözümü hakkında önemli bir ölçüt olacaktır. Nitekim 11 Eylül saldırıları sonrasında
terörizm sorununun uluslararası hukuk doktrininde de artan bir önem kazandığı ve bu
konuda pek çok çalışma yapıldığı görülmektedir. Bu çalışmalarda terörizm hakkında
yaygın çözümsel bir çerçevenin olmaması ve yazarların terörizm fenomenini ve devletin
kendini koruma hakkını farklı şekillerde değerlendirmeleri nedeniyle değişik görüşlerin
ileri sürüldüğü ve buna bağlı olarak da farklı sonuçlara ulaşıldığı dikkat çekmektedir. Söz
konusu hukukî çerçevenin oluşturulmasına katkı sağlamayı amaçlayan bu çalışmada
özellikle devlet destekli terörizm karşısında mağdur devletin hangi şartlarda kuvvet
kullanımına başvurulabileceği ve kuvvet kullanımına başvurulabileceğine karar verildiği
takdirde bunun tâbi olduğu hukukî ölçütlerin neler olduğu ortaya koyulacaktır.
Çalışma üç ana bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde genel olarak terör ve
terörizm kavramları incelenmektedir. Uluslararası alanda mevcut sorunların çözülebilmesi
için öncelikle sorun teşkil eden kavramların netleştirilmesi gerekmektedir. Varlığı,
nedenleri ve boyutları konusunda fikir birliğinin oluşmadığı bir sorunun çözüme
kavuşturulabilmesi oldukça zordur. Böyle bir ortamda devletler soruna kendi ulusal
çıkarları doğrultusunda çözüm arayacak, bu da birbiriyle çelişen yaklaşımların ortaya
çıkmasına neden olacaktır. Bu amaçla söz konusu bölümde ilk olarak terörizmin
tanımlanması sorunu ele alınmıştır. Konuyla bağlantılı olarak terörizm ile diğer şiddet
eylemleri
arasındaki
farklılıklar
incelenmekte
ve
mevcut
terörizm
tanımları
değerlendirilmektedir. Ayrıca terörizmin ortaya çıktığı tarihten itibaren günümüze kadar
kaydettiği gelişmeler çerçevesinde kazandığı yeni görünümlere dayanarak terörizmin
sınıflandırılması yapılmakta ve çalışmanın esas konusunu oluşturan devlet destekli terörizm
ve terörizme yönelik devlet desteğinin hangi durumlarda söz konusu olduğu ele
alınmaktadır. Bu bağlamda devlet destekli terörizmle mücadele edebilmek amacıyla ileri
sürülen ve hâlen uygulanan çeşitli yollar da ayrıntılı olarak işlenmektedir.
Devlet destekli terörizme karşı devletin ülkesi dışında kuvvet kullanması
başlıklı ikinci bölümde öncelikle artık uluslararası örf ve âdet hukuku kuralı niteliği
kazanan kuvvet kullanma yasağı ele alınmakta ve hangi tür fiillerin söz konusu yasak
kapsamında yer aldığı incelenmektedir. Birleşmiş Milletler sisteminde yasağın istisnaları
olarak düzenlenen meşru müdafaa hakkı ile Güvenlik Konseyinin BM Andlaşması’nın VII.
Bölümü çerçevesinde zorlayıcı önlemlere başvurma yetkisi ele alınarak söz konusu hukukî
esaslara dayanarak devlet destekli terörizm karşısında kuvvet kullanmanın mümkün olup
olmadığı araştırılmaktadır. Bu bağlamda öncelikle sadece devletler arasında söz konusu
olabileceği kabul edilen meşru müdafaa hakkının devletin toprak bütünlüğüne ve siyasî
bağımsızlığına yönelen ve aynı zamanda diğer bir devlet tarafından da desteklenen terörizm
karşısında da uygulanıp uygulanamayacağı üzerinde durulmaktadır. Bu çerçevede terörist
saldırılar meşru müdafaa hakkı bakımından değerlendirilmekte ve öncelikli olarak hangi
durumlarda silahlı saldırı olarak kabul edileceği incelenmektedir. Silahlı saldırı olarak
kabul edileceği öngörülen terörist saldırıların terörizme destek verdiği iddia edilen devlete
karşı kuvvet kullanabilmek için yeterli olmaması sebebiyle saldırıların söz konusu devlete
isnat edilip edilemeyeceği ayrıntılı bir şekilde ele alınmaktadır. Bu durum kaçınılmaz
olarak terörizm karşısında devletlerin yükümlülüğü ve yükümlülüğünü ihlâl etmeleri
halinde söz konusu olan sorumluluk konusunu ele almaya sevk etmektedir. Bu kapsamda
terörist saldırılar nedeniyle devletin sorumluluğunun doğması ile ilgili olabilecek yargı
kararları ve bu kararlarda belirlenen ölçütler de gündeme gelmektedir.
Terörist saldırıların destekleyen devlete isnat edilebileceğine karar verildiği
takdirde meşru müdafaa hakkına başvurulması mümkün olabilecektir. Bu durumda meşru
müdafaa hakkının uygulanmasında söz konusu olan diğer şartların incelenmesi
gerekmektedir. Bu bölümde ayrıca silahlı saldırı boyutuna ulaşmayan terörist saldırılar
karşısında başvurulması ileri sürülen önleyici meşru müdafaa hakkı ve karşı önlemler
üzerinde de durulmaktadır. Burada henüz gerçekleşmemiş ancak gerçekleşeceğine dair
çeşitli deliller ileri sürülen terörist saldırı tehdidi karşısında önleyici meşru müdafaa
hakkına başvurulup başvurulamayacağı araştırılmaktadır. Ayrıca önleyici meşru müdafaa
hakkının ötesine geçerek herhangi bir saldırı veya saldırı tehdidi olmaksızın harekete
geçme imkânı veren Bush Doktrini de ele alınarak uluslararası hukuk çerçevesinde
değerlendirilmektedir.
Üçüncü ve son bölümde ise terörist eylemler karşısında devletlerin
gerçekleştirdiği pek çok fiili uygulamadan örnek olarak seçilen olaylar bir önceki bölümde
çizilen hukukî çerçeve bağlamında değerlendirilmektedir. Bu kapsamda diğer bir devlet
ülkesinde bulunan teröristlerin kaçırılarak ele geçirilmesi, bu kişilere karşı suikast
düzenlenmesi gibi bireysel hedeflere yönelik devlet uygulamalarının yanı sıra diğer bir
devlet ülkesinde faaliyette bulunan teröristlere ve terörizme destek verdiği iddia edilen
devletlere karşı gerçekleştirilen kuvvet kullanma eylemleri de ayrıntılı bir şekilde
incelenmektedir. Özellikle ABD tarafından Libya, Irak, Sudan ve Afganistan gibi geçmişte
terörizme destek verdiği iddia edilen devletlere karşı gerçekleştirilen fiili uygulamalar
üzerinde durulmakta ve uluslararası hukuk çerçevesinde değerlendirilmektedir.
Çalışmanın genelinde siyasî değerlendirmelere yer verilmekle birlikte konu
bütünlüğünün bozulmamasına dikkat edilmiş ve ağırlıklı olarak hukukî çerçeve içinde
kalmaya özen gösterilmiştir.
BİRİNCİ BÖLÜM
TERÖRİZM VE DEVLET DESTEKLİ ULUSLARARASI TERÖRİZM
I. GENEL OLARAK TERÖR VE TERÖRİZM
1. TANIM
A. Terör ve Terörizm Kavramları
Şiddet, korku, tehdit, yasa dışılık gibi olguları çağrıştıran terör ve terörizm
kavramları farklı kavramlardır. Fransızca’da terreur, İngilizce’de terror kelimeleri ile ifade
edilen terör sözcüğü Latince kökenli olup terrere kelimesinden türetilmiştir. 1 Latince’den
alındığı 13. yüzyıldan itibaren bireysel psikolojik bir ruh hali olan korku durumunu ifade
eden terör sözcüğü 2 Türkçe’de yıldırma, korkutma, sistemli şekilde kuvvet kullanma,
tedhiş, sindirme gibi anlamlara gelmektedir. 3
Aslında tanımları itibarıyla birer şiddet türü olmasına rağmen her şiddet olayı,
terör veya terörizm değildir. Terör ve terörizm kavramsal olarak farklı bir anlam ve öneme
sahiptir; şiddet terörizmin hem amacı hem de ön şartı olmakla beraber terörizmi
tamamlayan şiddetin “siyasî amaçlı” olmasıdır. Genel anlamda şiddet, siyasî amaç
taşımayan, buna karşılık yok etmeye kadar varan zarar verici saldırıların tümünü
1
Larschan, terörizm, terörist ve terörize etmek kelimelerinin Fransız devrimi sırasında gelişen terrorisme,
terroriste ve terroriser kelimelerinden doğduğunu belirtmektedir. Bkz. LARSCHAN, Bradley: “Legal
Aspects to the Control of Transnational Terrorism: An Overview”, Ohio N. U. L. Rev., Vol. 13, No. 1, s.
123.
2
ZAFER, Hamide: Ceza Hukukunda Terörizm, Beta Yayınları, İstanbul, 1998, s. 9.
3
ŞENER, Esat: Hukuk Sözlüğü, Seçkin Yayınları, Ankara, 2001, s. 795. Türkçe’de uzun yıllar terör
kavramı yerine “tedhiş”, “terörizm” yerine ise “tedhişçilik” kavramları kullanılmıştır. Ancak günümüzde
“terör” ve “terörizm” kavramları artık yaygın bir şekilde görülmektedir.
kapsamaktadır. 4 Terör, hem şiddet yoluyla yaratılan korku ortamını, hem de bu ortamı
yaratan şiddet eylemini ifade etmektedir. 5 Terörizm ise, uzun süreli korku ve dehşet
durumunu ifade eden terörden farklı olarak, siyasî amaçlar için örgütlü, sistemli ve sürekli
terör kullanmayı yöntem olarak benimseyen bir strateji anlayışıdır. 6 Bu durumda sık sık
birbirinin yerine kullanıldığı görülen terör, terörizm ve terörist kavramları arasındaki farkın
belirlenmesinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Terörün korku yaratmaya yönelik genel bir
kavramı yansıtmasına karşılık, terörizmin korku ortamı yaratmaya yönelik şiddet sürecini
tanımladığını, terörist kavramının ise terör eylemini gerçekleştiren saldırgana verilen isim
olduğunu ifade eden Bassiouni bu nedenle, söz konusu kavramların anlamını ve kapsamını
tam olarak bilmeksizin terörizme göndermede bulunmanın politik olarak kullanışlı olmakla
birlikte yanıltıcı olacağını vurgulamaktadır. 7
Çalışmada yer yer terör ve terörizm kelimeleri birlikte kullanılsa da asıl
kastedilen terörizmdir. Günümüzde terör ve terörizm arasındaki ayrım artık konuşma
dilinden kalkmış ve her iki kavram da aynı anlamda kullanılmaya başlanmıştır. Bunun
sonucu olarak; hedef topluma hâkim siyasî yapıyı değiştirmek amacıyla belirli bir örgüt
tarafından sistematik olarak uygulanan ve kitleleri paniğe sokan şiddet eylemleri, terör
eylemleri veya kısaca terör ya da terörizm olarak adlandırılmaktadır. 8
B. Terörizmin Tanımlanması Sorunu
Son derece geniş ve belirsiz olan terörizm kavramının özel karakterine ve işleyiş
biçimine, siyasî yönelimine ve uzun vadeli sonuçlarına, onu güdüleyen ve esin veren
olgulara ilişkin bütün tartışmalar, öncelikli olarak kavramın açık, tam ve anlaşılır bir
şekilde tanımlanmasına bağlıdır. 9 Bununla birlikte terörizm değişen doğası, görünümü ve
4
BEŞE, Ertan: Terörizm, Avrupa Birliği ve İnsan Hakları, Seçkin Yayınları, Ankara, 2002, s. 23-24.
ZAFER, s. 9.
6
BAŞEREN, Sertaç H.: “Terörizm, Kavramsal Bir Değerlendirme ve Hukukî Mücadele Yaklaşımları”,
Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, sayı 1, 1998, s. 157.
7
BASSIOUNI, M. Cherif: “International Terrorism”, in International Criminal Law, Second Ed., Vol. I
Crimes, Ed. by. M. Cherif Bassıounı, Transnational Publishers, Newyork, 1999, s. 771
8
ZAFER, s. 11
9
LAQUEUR, Walter: “Terörizmin Yorumlanması”, Silinen Yüzler Karşısında Terörizm, Ed. Cemal Güzel,
Ayraç Yayınevi, Ankara, 2002, s. 95.
5
amaçları nedeniyle açıklanması ve tanımlanması zor bir kavram olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu nedenle terörizm diğer suçlar gibi açık, kolay ve objektif bir tanıma sahip
değildir.
Terörizmin uluslararası bir sorun olarak görülmeye başlanmasıyla birlikte
devletler bir yandan kendi iç hukuk düzenlerinde terörle mücadele amacıyla çeşitli kanunî
düzenlemeler yapmışlar, diğer yandan da uluslararası alanda çalışmalara başlamışlardır. 10
Ancak yapılan bu çalışmalara rağmen terörizm konusunda ortak bir çerçeve
oluşturulamamış ve terör, terörizm ve terörist kavramları üzerinde uluslararası toplumun
tümü veya belirli bir çoğunluğu tarafından kabul görmüş ortak bir tanım yapılamamış,
devletler kendi çıkarları doğrultusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Hatta aynı devletin
farklı zaman dilimleri içerisinde değişen siyasî çıkarlarına bağlı olarak terörizm hakkında
yaptığı tanımların değiştiği dahi görülmektedir. 11 Bu nedenle terörizm oldukça geniş bir
kavram haline gelmiş ve tamamen farklı ve kasıtsız eylemler de terörizm içinde
değerlendirilmeye başlanmış 12, teröristin kimliğini ortaya koymak veya terörizmi diğer
kuvvet kullanma eylemlerinden ve bağlantılı suçlardan ayırmak konusunda ciddi bir
ilerleme kaydedilememiştir.
10
Terörizmi tanımlamaya yönelik ilk teşebbüs 1937 tarihli Terörizmle Mücadele ve Terörizmin Önlenmesine
Dair Sözleşme’de söz konusu olmuştur. Sözleşme’nin hazırlanması sürecinde düzenlenen ilk beş toplantı
özellikle siyasî suç kavramı ve hangi eylemlerin terör eylemi olduğu hususunda uzlaşmaya varılamamış
olması sebebiyle başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ancak 1934 yılında Yugoslavya Kralı I. Alexander ile
Fransa Dışişleri Bakanı Louis Barthou’nun suikast sonucu öldürülmelerinin de etkisiyle taraflar uzlaşmış ve
söz konusu Sözleşme akdedilmiştir. Sözleşmede terörist eylemler, “bir devlete karşı yöneltilmiş cezai
nitelikte ve belirli insanlarda veya insan gruplarında veya kamuoyunda korku ve dehşet yaratmak amacıyla
planlanmış eylemler” şeklinde tanımlanmıştır. 24 devlet tarafından imzalanmasına rağmen sadece bir devlet
tarafından onaylandığı için Sözleşmenin yürürlüğe girmesi mümkün olmamıştır. Sözleşme ile ilgili ayrıntılı
bilgi için bkz. DUGARD, John: “International Terrorism: Problems of Definition”, Int’l Aff., Vol. 50, No.
1, 1974, s. 67-70.
11
BAŞEREN, Sertaç H.: “Uluslararası Hukuk Açısından Terörizm”, Dünyada ve Türkiye’de Terör, Ed. Ali
Tarhan, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, 1. Baskı, Ankara, 2002, s. 184. Bu devletlerden biri olan
ABD’de de Senato’nun hazırladığı bir raporda her kurumun terörizmin tanımlanmasına kendi bakış
açısından baktığı ve sorumluluklarını dikkate alarak yaklaştığı ifade edilmiştir. Bunun neticesi olarak, ABD
yönetimi tarafından pek çok tanım yapılmıştır. Bkz. ERICKSON, Richard J.: Legitimate Use of Military
Force Against State-Sponsored International Terrorism, Air University Press, 1989, s. 25-26; SETO,
Theodore P.: “The Morality of Terrorism”, Loy. L. A. L. Rev., Vol. 35, 2002, s. 1233-1234.
12
BERES, Louis Rene: “The Legal Meaning of Terrorism for the Military Commander”, Conn. J. Int’l L.,
Vol. 11, 1995, (a), s. 3.
Üzerinde uzlaşmaya varılamayan terörizm kavramının tanımının yapılmasının
olmazsa olmaz bir şart olup olmadığı, uluslararası hukuk doktrininde ele alınmış ve bu
konuda başlıca iki görüş ortaya çıkmıştır:
Bir görüş, terörizm hakkında genel kabul gören bir tanıma ulaşılamamış
olmasının uluslararası toplumun terörizmle mücadesindeki en büyük engellerinden birini
oluşturduğunu, dolayısıyla terörizme karşı verilecek mücadele yöntemini belirlemek ve bu
mücadeleyi uygulayabilmek için terörizmin tanımının yapılmasının kesinlikle gerekli
olduğunu ileri sürmektedir. Doktrinde bu görüşü destekleyen pek çok yazar bulunmaktadır.
Örneğin, uluslararası terörizmle mücadelede en önemli hususun tanım sorunu olduğunu
belirten Başeren, bu sorunun aşılması halinde terörizmle mücadelenin sorun olmaktan
çıkacağını vurgulamaktadır. 13 Terörizmin tanımı hakkında uzlaşmaya varılamamış
olmasının hangi eylemlerin terörist eylem olduğu ve bu eylemlerin nasıl önleneceği ve
kontrol altına alınacağı konusunda zorluklara sebep olduğuna işaret eden Bagdasarian da
uluslararası terörizmin üstesinden gelebilmek için gerçekleştirilecek uluslararası işbirliğinin
ancak terörizmin tanımı üzerinde uzlaşma olması durumunda mümkün olacağına dikkat
çekmektedir. 14 Flory de terörizmle etkili bir şekilde mücadele edebilmek için terörist
gruplar tarafından uygulanan yöntemlerde önceden öngörülemeyen değişiklikleri de
kapsayacak nitelikte terörizmin bütün şekillerini içeren basit ve kullanışlı bir tanımının
yapılmasının gerekliliğini ileri sürmektedir. 15 Diğer taraftan terörist eylemlerle ulusal
kurtuluş örgütlerini ayırabilmek için de terörizmin tanımının yapılması gerektiği ileri
sürülmüştür. Örneğin, Libya ve Suriye gibi devletler terörist eylemlerle işgal altındaki
13
BAŞEREN, 1998, s. 156.
DER BAGDASARIAN, Sabrina R.: “The Need for International Cooperation to Suppress Terrorism: the
United States and Germany as an Example”, N. Y. L. Sch. J. Int’l & Comp. L., Vol. 19, 1999, s. 265-266.
15
FLORY, Maurice: “International Law: An Instrument to Combat Terrorism”, in Terrorism and
International Law, Ed. by. Rosalyn Higgins & Maurice Flory, Routledge, First Ed., 1997, s. 37. Terörizmin
tanımının yapılmasını savunan benzer görüşler için bkz. TURNDORF, David: “The U. S. Raid on Libya: A
Forceful Response to Terrorism”, Brook. J. Int’l L., Vol. 14, No. 1, 1988, s. 195; MURPHY, Liam G. B.,
“A Proposal on International Legal Responses to Terorism”, Touro J. Transnat’l L., Vol. 2, No. 1, 1991, s.
71; GUROVITSCH, Kerry Ann: “Legal Obstacles to Combatting International State-Sponsored
Terrorism”, Hous. J. Int’l L., Vol. 10, No. 1, 1987, s. 162; BASSIOUNI, 1999, s. 771; KASH, Douglas:
“Abductions of Terrorists in International Airspace and on the High Seas”, Fla. J. Int’l L., Vol. 8, 1993, s.
73; BERES, 1995, (a), s. 2; FRY, James D.: “Terrorism as a Crime Against Humanity and Genocide: the
Backdoor to Universal Jurisdiction”, UCLA J. Int’l L. & For. Aff. Vol. 7, 2002, s. 181; CARBERRY,
Jacqueline Ann: “Terrorism: a Global Phenomenon Mandating a Unified International Response”, Ind. J.
Global Legal Stud., Vol. 6, 1999, s. 710.
14
halkların bağımsızlık için verdikleri meşru mücadele arasındaki farklılıkları ortaya
koyabilmek için terörizmin tanımının yapılmasının gerekliliğini savunmuştur. 16
Tanımın yapılmasının gerekli olmadığını ileri süren görüş sahipleri ise pratikte
böyle bir tanımın yapılmasının imkânsızlığını, zaten bu tür bir tanıma da ihtiyaç
bulunmadığını ileri sürmektedir. Örneğin Konstantinov, uluslararası terörizm hakkında
genel kabul görmüş bir tanımın yapılmasının gerekli bir şart olmadığını belirtmektedir.17
Benzer şekilde uluslararası terörizmi tanımlamak için çaba göstermenin gereksiz bir zaman
kaybı olduğunu söyleyen Zaid, çözümün tanım üzerinde yoğunlaşmaktan ziyâde suç
üzerinde yoğunlaşmakla mümkün olduğunu vurgulamaktadır. 18
Doktrindeki bu görüş farklılıklarının devletlere de yansıdığı görülmektedir.
Uluslararası terörizmin genel kabul görmüş bir tanımının terörizme karşı verilecek
mücadeleyi daha etkili kılacağı BM Genel Kurulu tarafından da ifade edilmekle beraber 19,
Genel Kurulun 3034 sayılı kararıyla 20 kurulan Ad Hoc Komite, terörizmin tanımı üzerinde
yoğun tartışmalara sahne olmuştur. Komitenin çalışmalarında iki farklı görüş ortaya
çıkmıştır. Bunlardan ilkine göre; terörizmin tanımının ne olduğu konusunda bir uzlaşmaya
varmadan terörizmle ilgili olarak normatif bir düzenleme yapabilmek mümkün değildir. Bu
nedenle terörizmin tanımının yapılması zorunludur. Diğer görüş ise; terörizmin tanımının
yapılmasına yönelik gayretlerin sonuç vermediğini belirterek yapılacak düzenlemenin,
üzerinde uzlaşmaya varılan noktalar temel alınarak yapılmasının daha akılcı olacağını ileri
sürmüştür. 21
Kısaca özetlenmeye çalışılan söz konusu görüşler ele alındığında, terörizme
ilişkin yapılacak açık bir tanımın uluslararası topluma bu konuda yol gösterici olacağı
görülmektedir. Gerek devletler düzeyinde gerekse uluslararası alanda terörizme karşı
16
U.N. GAOR, 34th Sess., Supp. No. 37 A/34/37, (1979).
KONSTANTINOV, Emil: “International Terrorism and International Law”, G. Y. I. L., Vol. 31, 1988, s.
297.
18
ZAID, Mark S.: “Combatting International Terrorism in the 21st Century”, ILSA J. Int’l & Comp. L., Vol.
2, 1996, s. 665.
19
G.A. Res. 46/51, U.N. GAOR, 46th Sess., U.N. Doc. A/RES/46/51 (1991).
20
G.A. Res. 3034, U.N. GAOR, 27th Sess., Supp. No. 30, U.N. Doc. A/RES/3034 (1973).
21
U.N. GAOR, 34th Sess., Supp. No. 37 A/34/37, (1979). Komite bu görüş farklılıkları nedeniyle Genel
Kurula sunduğu raporunda terörizmin tanımına yönelik herhangi bir girişimde bulunmamıştır.
17
gerçekleştirilecek politikanın belirlenebilmesi için öncelikle terörizmin ne olduğunun açık
bir şekilde ortaya konması gerekmektedir. Bu gerçekleştiği takdirde terörizmle mücadelede
uluslararası toplumun karşılaştığı en büyük zâfiyet olan işbirliği sağlanacak ve barışçı
çözüm yollarının uygulanması daha da kolaylaşacaktır. Aksi bir durum terörizm
kavramının herkes tarafından farklı bir şekilde yorumlanmasına neden olabilecek ve
terörizme karşı alınacak önlemlerin belirlenmesini ve uygulanmasını zorlaştıracaktır.
Uluslararası hukuka göre hangi eylemlerin hukuka aykırı olduğunun bilinmesi için bu tür
bir uzlaşmaya ihtiyaç vardır. En azından nelerin terörist eylemler olduğu konusunda bir
açıklık gerekmektedir.
a. Tanımlama Sorununun Temel Nedenleri
Uluslararası toplumun terörizm hakkında genel kabul görmüş bir tanıma
ulaşamamış olması terörizm kavramının tanımlanamaz olduğunu göstermez. 22 Bu
başarısızlık terörizmin tanımlanamaz bir kavram olmasından değil terör ve terörizm
kavramlarının siyasî, hukukî, sosyal, felsefi ve uluslararası boyutlara sahip karmaşık ve
sübjektif niteliğe sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Bunun yanı sıra devletlerin farklı
siyasî görüşlere ve politik önceliklere sahip olması da söz konusu farklılıkta önemli bir rol
oynamaktadır. Devletler yapılacak bir tanımla kendilerini bağlamamayı, eğer bir tanım
yapılacaksa da bu tanımın kendilerine bir sınırlandırma getirmemesini istemektedir.
Terörizmin tanımlanmasının önündeki bütün bu engellere bakıldığında
devletlerin siyasî sistemlerindeki farklılıklardan dolayı terör kavramına ayrı şekilde
yaklaşmaları ile self determinasyon hakkı, ulusal kurtuluş savaşları, terör suçları ve siyasî
suç arasındaki başkalığın tam olarak ortaya konulamamış olması, savaş, terörizm, devrim
gibi kavramların âdeta birbirinin içine geçmiş olması gibi uluslararası hukuktan
kaynaklanan nedenlerin genel kabul gören bir tanıma ulaşılmasını engelleyen başlıca
unsurlar olduğu görülmektedir.
22
SCHACHTER, Oscar: “The Extraterritorial Use of Force Against Terrorist Bases”, Hous. J. Int’l L., Vol.
11, No. 2, 1989, s. 309.
aa. Siyasî Nedenler
Terörizm kavramının tanımlanmasında karşılaşılan ilk sorun, devletlerin siyasî
sistemlerindeki farklılıklar nedeniyle söz konusu kavrama ayrı şekillerde yaklaşması
sonucu ortaya çıkmaktadır. Her devlet terörizmi tanımlama konusundaki hukukî ve politik
yetkisini kendi iç ve dış ilişkileri bağlamında muhafaza etmiş ve yapılan tanımlar da
devletlerin siyasî ve ideolojik yaklaşımlarına göre farklılık arz etmiştir. Bu doğrultuda
devletler politik görüşlerini benimsedikleri grupların eylemlerini ve mensuplarını olumlu
bir şekilde değerlendirme yoluna giderek bunu meşru bir mücadele şeklinde nitelendirmiş,
benimsemediği grup ve kişiler için “terörist”, yaptıkları eylemler için de “terörizm”
sıfatlarını kullanmayı tercih etmişlerdir. 23
Devletlerin şiddet eylemlerini nitelendirmeleri, ideolojik yaklaşımlarının
ötesinde politik çıkarlarına göre de farklılık arz etmektedir. Devletler bu sayede bölgesel
veya uluslararası alanda gücünü arttırmayı ve gelişmekte olan ülkelerde yandaş rejimler
oluşturmayı amaçlamışlardır. Jeopolitik uyuşmazlıklar ve ideolojik çekişmeler terörizm için
bir katalizör vazifesi görmüştür. Örneğin Soğuk Savaş döneminde hem ABD hem de SSCB
terörizmin dar jeopolitik tanımını kabul etmiştir; ABD, Sovyet yanlısı rejimlere karşı
mücadele veren grupların eylemlerini meşru kabul ederek söz konusu grupları “özgürlük
savaşçısı” şeklinde değerlendirmiş, Amerikan yanlısı rejimlere karşı verilen mücadeleleri
ise “terörizm” olarak nitelendirmiştir. 24 Sovyetler Birliği ise, ABD’nin Amerikan yanlısı
rejimlere karşı “self determinasyon” veya insan hakları temelinde mücadele eden meşru
hareketlerin gözden düşürebilmek için bu hareketleri “terörizm” şeklinde nitelendirdiğini
23
KHAN, Ali: “A Legal Theory of International Terrorism”, Conn. L. Rev., Vol. 19, 1987, s. 947. Bu tür
yaklaşımlar hem ulusal hem de uluslararası kamuoyunu etkilemede önemli bir silahtır. Örneğin Reagan
yönetimi, Nikaragua’da işbaşındaki Sandinista yönetimini devirmeye çalışan Kontraları birer özgürlük
savaşçısı şeklinde tanımlayarak Kontralara yardım için Kongreye sunduğu tasarıyı daha kolay bir şekilde
geçirebilme imkânına sahip olmuştur. Bkz. KHAN, s. 949.
24
Stephens, ABD’nin Nikaragua’daki Sandinista yönetimine karşı mücadele eden Kontralara verdiği desteği
terörizme verilen destek olarak nitelendirmektedir. ABD’nin gerçekleştirdiği askerî müdahaleler ve terörist
rejimlere veya organizasyonlara verdiği destekle dünyanın pek çok bölgesini terörize ettiğini ileri süren
yazar, Nikaragua olayının ABD’nin düşman olarak gördüğü yönetimleri devirerek yerine uygun gördüğü
yönetimleri işbaşına getirme veya halkının desteğini alamayan yönetimleri işbaşında tutmaya yönelik
politikalarının ne ilk ne de son örneği olduğunu belirterek 1950’li yıllarda İran ve Guatemala, 1960’lı
yıllarda Kongo, 1970’li yıllarda Doğu Timor ve Şili örneklerini vermektedir. Bkz. STEPHENS, Beth:
“Responding to Rogue Regimes; From Smart Bombs to Smart Sanctions; Accountability Without Hypocrisy:
Consistent Standards, Honest History”, New Eng. L. Rev., Vol. 36, 2002, s. 920-922.
ileri sürmüştür. 25 ABD ve SSCB’nin birbirlerine yakın devletlere yönelik şiddet eylemlerini
meşru eylemler şeklinde nitelendirmeleri uluslararası terörizmin tanımının nasıl politize
edildiği gösteren açıklayıcı bir örnektir.26 Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte eski Doğu
ve Batı Bloku ülkeleri arasında terörizmin tanımı konusunda karşılaşılan farklılıklar büyük
ölçüde ortadan kalkmıştır.
Günümüzde benzer şekilde İsrail ve ABD gibi devletler işgal altındaki
toprakları kurtarmak amacıyla İsrail’e karşı mücadele veren Filistinli grupları “terörist
gruplar” olarak nitelendirmektedir. Diğer taraftan başta Arap devletleri olmak üzere pek
çok devlet, söz konusu grupları “direnişçi” veya “özgürlük savaşçısı” olarak kabul etmekte
ve İsrail’i terörist yöntemlere başvurmakla suçlamaktadır. 27
Gerek ideolojik farklılıklar, gerekse politik kaygılarla terörizme yönelik farklı
yaklaşımlarda bulunulması bir taraftan meşru direniş hareketi olarak görülen mücadelenin,
25
BERES, Louis Rene: “The Meaning of Terrorism-Jurisprudential and Definitional Clarifications”, Vand.
J. Transnat’l L., Vol. 28, 1995, (b), s. 248-249.
26
BERES, 1995, (b), s. 248. Uluslararası toplumdaki bu görüş farklılığının doktrinde de söz konusu olduğu
görülmektedir. Paul Wilkinson, Walter Laqueur, Yonah Alexander gibi yazarlara göre, terörizm temel
olarak batı demokrasilerini hedef almakta ve özellikle üçüncü dünya ülkelerinden, Ortadoğu’dan ve Sovyet
temelli bir terör ağından kaynaklanmaktadır. Anılan yazarlar aynı zamanda Küba, İran, Kuzey Kore, Libya,
Sudan gibi ülkeleri terörizmin başlıca destekçileri ve uygulayıcıları olarak değerlendirmektedir. Çözümleme
böyle yapılınca da batılı devletler, kendilerine yönelik terörist saldırılara karşılık veren veya misillemede
bulunan ve bunu da bir meşruiyet çerçevesine oturtan taraf olmaktadır. Buna karşılık Noam Chomsky,
Alexander George, Michael McClintock, Richard Falk gibi yazarlar ise terörün asıl devletler tarafından
uygulandığını, terörizmde ABD başta olmak üzere batılı devletlerin ve İsrail’in sorumluluğunun çok fazla
olduğunu savunmaktadır. Güzel, bahsedilen iki farklı görüşten ilkinin sadece devletlere karşı girişilen
terörü, ikinci görüşün de kişilerin veya grupların gerçekleştirdiği terörü değil, sadece İsrail ve ABD başta
olmak üzere batılı devletlerin uyguladığı terörü ele aldığı için eksik olduğunu ifade etmektedir. Güzel, her
iki değerlendirmenin de eylemlerin kime karşı, hangi siyasî amaçla yapıldığını göz önüne almak suretiyle
ideolojik bir bakış açısına dayandığını belirtmektedir. GÜZEL, Cemal: “Korkunun Korkusu Terörizm”,
Silinen Yüzler Karşısında Terörizm, Ayraç Yayınevi, Ed. Cemal Güzel, Ankara, 2002, s. 13-15.
27
İsrail’in terör örgütü olarak kabul ettiği FKÖ, Hamas, İslami Cihad gibi örgütler pek çok devlet tarafından
meşru hareketler olarak kabul edilmekte ve üyeleri de birer özgürlük savaşçısı olarak değerlendirilmektedir.
Hatta İsrail’de Filistinlilerin kendi yaşamlarına da kastederek gerçekleştirdikleri intihar saldırıları
Filistinliler başta olmak üzere pek çok kişi tarafından meşru bir mücadelenin parçası ve intihar komandoları
da birer kahraman olarak kabul edilmektedir. İslami Cihad yetkililerinden Dr. Ramadan Shalah,
düşmanlarının ileri teknoloji ürünü silahlara ve iyi eğitimli bir orduya sahip olduğunu buna karşılık
kendilerinin uğradıkları öldürme ve şiddet eylemleri karşısında intihar saldırıları hariç başka bir
seçeneklerinin olmadığını belirterek intihar saldırılarını savunmaktadır. Bkz. LIPPMAN, Matthew: “The
New Terrorism and International Law”, Tulsa J. Comp. & Int’l L., Vol. 10, 2003, s. 299. İntihar saldırıları
hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. TELHAMI, Shibley: “Conflicting Views of Terrorism”, Cornell Int’l L. J.,
Vol. 35, No. 3, 2002, s. 595-598. için ayrıca GANOR, Boaz: “Suicide Terrorism: an Overview”
http://www.ict.org.il/articles/articledet.cfm? articleid=128 (21. 11. 2003); SARRAJ, Eyad: “Why We Have
Become Suicide Bombers”, http:// missionislam.com/İslam/conissue/Palestine.htm (21. 11. 2003).
diğer taraftan terörist bir eylem olarak nitelendirilmesine neden olmaktadır. “Bazıları için
terörist olan, diğerleri için özgürlük savaşçısıdır” ifadesiyle açık bir şekilde göz önüne
serildiği gibi bir kişi gerçekleştirmiş olduğu eylemden dolayı bir ülkede “özgürlük
savaşçısı”, başka bir ülkede de “suçlu” kabul edilebilmektedir. Çalışmanın ilerleyen
bölümlerinde görüleceği üzere, tarihte ilk terörist hareket olarak gösterilen Zealot
Siccarilerin, özgürlük savaşçısı mı yoksa terörist mi olduklarına bugün bile karar
verilememektedir. 28 Uluslararası toplum, aradan iki bin yıl geçmesine rağmen hâlâ terörün
çifte
anlamlılığından
kaynaklanan
“bazıları
için
terörizm
olan,
diğerleri
için
kahramanlıktır” veya “bazıları için terörist olan, diğerleri için özgürlük savaşçısıdır”
ikilemini yaşamaya devam etmektedir. Esasında bu ifade gerçekte de doğru olabilir. Ancak
bunun anlamı özgürlük için savaşan birinin terörist olamayacağı değildir. 29 Burada, terörün
sebeplerinden ziyâde, ister kişiler isterse devletler tarafından gerçekleştirilsin bizzat terör
eyleminin esas alınması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. 30 Bir eylemin terör eylemi olup
olmadığını belirlerken, söz konusu eylemin amacına, kişilere, topluluklara göre değişebilen
dinî, etnik, ideolojik ölçütlerle bakıldığı sürece söz konusu ikilemin ortaya çıkması
kaçınılmazdır.
Bu
nedenle,
terörizm
hizmet
ettiği
amaçlarla
değil
eylemlerle
tanımlanmalıdır. Terörist eylemin hangi amaca yönelik olduğu veya teröristleri harekete
geçiren saik, söz konusu eylemin suç olma vasfını değiştirmez. 31 Bazı devletler terörizmin
28
BASSIOUNI, M. Cherif: “ ‘Terrorism and Business’: Forward: Assessing ‘Terrorism’ into the New
Millennium”, DePaul Bus. L. J., Vol. 12, 2000, s. 1-2.
29
SCHACHTER, 1989, s. 310. Ulusal bağımsızlık, sosyal adalet veya diğer idealler için mücadele ettiklerini
ileri süren teröristler, genellikle bu nedenlerle bağlantısı olmayan insanları hedef almaktadır. Sivilleri
öldürmek, uçakları bombalamak, gazetecileri kaçırmak gibi eylemler özgürlük ve benzeri amaçlara hizmet
etse dahi terörist eylemdir. Gerçekten özgürlük savaşçısı olanlar sivillere veya belli bir coğrafi bölgede
sadece etnik veya dinî bir grupla bağlantısı olduğu için kişilere kasten saldırmaz. Terörist, masum insanları
öldürürken özgürlük savaşçısı insanların hayatını kurtarmakta ve özgürlük uğruna kendi hayatını tehlikeye
atmaktadır. Senatör Jackson, özgürlük savaşçısı ile terörist arasındaki bariz farklılıkları vurgulayarak
yapılan değerlendirmenin yanlışlığına dikkat çekmek istemiştir: “Birisi için terörist olanın diğer için
özgürlük savaşçısı olması uygun görülemez. Özgürlük savaşçıları veya devrimciler savaşçı olmayanları
taşıyan otobüsleri bombalamaz ama teröristler bombalar. Özgürlük savaşçıları okul çocuklarını kaçırarak
onları öldürmezler ama teröristler bunu yapar. Özgürlük savaşçıları suçsuz işadamlarına suikast
düzenlemezler, uçak kaçırmazlar ve kimseyi rehin almazlar ama teröristler bunları yapar.” Bkz.
JACKSON, “Terrorism as a Weapon in International Politics”, in International Terrorism, 1981, s. 36’den
aktaran ROBERTS, Guy B.: “Self-Help in Combatting State-Sponsored Terrorism: Self Defense and
Peacetime Reprisals”, Case W. Res. J. Int’l L., Vol. 19, 1987, s. 249.
30
GÜZEL, s. 14.
31
SCHACHTER, Oscar: International Law in Theory and Practice, Martinus Niihoff Publisjers,
Dordrecht, 1991, s. 163.
nedenleri ve teröristleri harekete geçiren politik itici gücün tanımlama sorunu ile bağlantılı
olduğu düşünerek hareket etmiştir. Örneğin, Suriye ve Libya’ya göre şahsi bir kazanç veya
heves amacıyla gerçekleştirilen bireysel eylemler terörizm olarak kabul edilirken, özellikle
sömürgeciliğe karşı ve bağımsızlığa ulaşmak için gerçekleştirilen politik amaçlı eylemler
terörizm tanımının dışında kalmakta ve haklı nitelikte meşru müdafaa önlemlerini
oluşturmaktadır. 32 Bu yaklaşıma göre; bombalı mektup göndermek, uçak kaçırmak,
diplomatlara saldırmak veya onları kaçırmak gibi eylemler bahsedilen nedenlerden birine
dayanılarak gerçekleştirildiği takdirde terörizm olarak kabul edilmeyecektir. 33
Terör eylemi hangi sebebe dayanırsa dayansın korkutma, sindirme, öldürme ve
işkenceyle neticelenmektedir. Çocukları öldürmek, uçakları kaçırmak, özgürlük vb.
amaçlara hizmet etse de sonuçta terörist bir eylemdir. Bu konu ile ilgili olarak BM Genel
Kurulu da aldığı bir kararda terörizmin bütün uygulamalarını, yöntemlerini ve eylemlerini
nerede, ne zaman ve kim tarafından gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin cezai nitelikte bir suç
olarak nitelendirmiş ve kınamıştır. 34
Sonuç olarak siyasî saikle gerçekleştirilmiş bir eylemin terörist eylem olup
olmadığını belirlenmesinde saikin içeriği rol oynamamalıdır. Zira terörizm hizmet ettiği
amaçlarla değil, eylemlerle tanımlanır. BM Genel Kurulu tarafından 1995’te alınan 49/60
sayılı kararda dayandığı politik, sosyal, ekonomik ve ideolojik hiçbir sebep dikkate
alınmaksızın kabul edilemez olduğu vurgulanmış, BM ilkelerini ve amaçlarını ihlâl ettiği,
devletler arasındaki dostluk ilişkilerini tehlikeye düşürdüğü, uluslararası işbirliğine engel
olduğu, insan haklarını, temel özgürlükleri ve demokratik toplum düzenini tahrip etmeyi
amaçladığı belirtilerek terörizm açık bir şekilde kınanmıştır. Bu durum karşısında terörizmi
doğuran sebepler, mevcut durumu anlamaya ve bu kapsamda terörün sona erdirilmesi için
gerekli adımların atılmasına yardımcı olabilir. Böyle bir değerlendirmenin doğal sonucu
32
LARSCHAN, s. 142. Libya temsilcisi Arap Devletleri adına Genel Kurul’da yaptığı bir konuşmada,
halkların kendilerini korumak veya bağımsızlıklarını kazanmak için verdikleri mücadelenin terörizm olarak
nitelendirilmesinin kabul edilemez olduğunu belirtmiştir. U.N. GAOR 56th Sess., U.N. Doc. GA/9927
(2001).
33
MURPHY, John F.: “The Future of Multilateralism and Efforts to Combat International Terrorism”,
Colum. J. Transnat’l L., Vol. 25, 1986, s. 38.
34
G.A. Res. 40/61, U.N. GAOR, 40th Sess., U.N. Doc. A/RES/40/61 (1985).
olarak hangi siyasî görüş doğrultusunda olursa olsun, etki yaratmak için terörist stratejilere
başvuran herkesin terörist olduğunu kabul etmek gerekir. 35
bb. Uluslararası Hukuktan Kaynaklanan Nedenler
Terörizm konusu ele alınırken, doğal olarak terörizmle ilgili bir çok uluslararası
hukuk konusu da gündeme gelmektedir. Bu bağlamda, özellikle işgal ve sömürgeciliğe
karşı verilen mücadeleler kapsamında terörizmin bir metot olarak kullanılması veya
kullanıldığı iddiasının terörizmin tanımlanması hususunda sorunlara neden olduğu
görülmektedir. Ayrıca, terörizme karışan kişilerin suçluların geri verilmesi ile ilgili
düzenlemelerden istisna tutulmasını öngören siyasî suç istisnasına dâhil edilmesi ve diğer
şiddet eylemleri ile terörizmin ortak bazı noktalar taşıması da ele alınması gerekli konular
olarak karşımıza çıkmaktadır.
aaa. Self Determinasyon Hakkı ve Ulusal Kurtuluş Hareketleri
Birleşmiş Milletler 1970 ve 80’li yıllarda terörizm hakkında genel kabul gören
bir tanım yapmaya çalışmış ancak, üye devletler arasında özellikle kendi geleceğini tayin
etme hakkı olarak adlandırılan self determinasyon hakkı ve ulusal bağımsızlık mücadelesi
konularında ortaya çıkan görüş farklılıkları sonuca ulaşılmasını engellemiştir. Çünkü
terörizm yıllarca bağımsızlık mücadeleleri ile eş anlamlı görülmüş, terörist eylemler
özgürlük mücadelesi veren gruplar tarafından politik ve ideolojik stratejilerinin bir parçası
olarak sık sık kullanılmış 36, sömürge yönetimlerine ve işgal güçlerine karşı ulusal
bağımsızlık mücadelesi çerçevesinde başvurulan şiddet eylemlerinin terörizm olarak
nitelendirilemeyeceği görüşü ileri sürülmüştür. Bu konu ile ilgili olarak işgal veya sömürge
idaresi altında bulunan yerlerde işgal güçlerine ve sömürge yönetimlerine karşı mücadele
veren grupların veya halk hareketlerinin terörist gruplar olarak değerlendirilmemesi, buna
35
36
BAŞEREN, 1998, s. 158.
CHADWICK, Elizabeth: Self-Determination, Terrorism, and The International Humanitarian Law of
Armed Conflict, Martinus Nijhof Publishers, Dordrecht, 1996, s. 8.
karşılık terörist faaliyetlerin de halk hareketi veya kurtuluş hareketi olarak değerlendirilmek
suretiyle desteklenmemesi gerektiğini ifade etmek faydalı olacaktır. 37
İlk kez yirminci yüzyılın başlarında, Orta Avrupa ve Balkanlarda, Makedonya
Gizli Devrimci Örgütü ve Sırp Birliği self determinasyon hakkını ileri sürerek terörizme
başvurmuştur. Self determinasyon hakkı ile terörizm arasında kurulan bu tehlikeli bağ
uluslararası topluma sıkıntı vermeye devam etmiştir. 38 Benzer şekilde 1950’lerin sonlarıyla
1960’ların başında Kuzey İrlanda sınırında askerî varlığını sürdüren IRA (Irish Republican
Army) etnik ve dinî temelli amaçlarına ulaşabilmek amacıyla terörizme başvurarak çok
sayıda İngiliz ve Kuzey İrlanda güvenlik görevlisini öldürmüştür. 39 Kenya, Rodezya,
Cezayir, Kıbrıs ve Vietnam örneklerinde görüldüğü gibi self determinasyon hakkı
bağlamında aşağıdan yukarıya terör ve yukarıdan aşağıya bastırıcı terör dünyanın pek çok
yerinde yaşanmış ve yaşanmaya da devam etmektedir. 40
Gelişmekte olan devletlerle gelişmiş devletler self determinasyon konusunda
farklı görüşlere sahiptir. Gelişmiş devletler self determinasyon hakkına sahip halkların
başvurduğu kuvvet kullanımının ancak self determinasyon hakkının kullanılmasının
önlenmesi halinde meşru olacağı görüşünü ileri sürmektedir. Batılı devletlerin çoğu
geçmişte sömürgelere sahip olan devletlerdir ve ulusal kurtuluş savaşları genellikle bu
devletlere karşı gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla ulusal kurtuluş savaşlarından olumsuz
yönde etkilenen batılı devletlerin yaklaşımı daha farklı olmuştur. Gelişmekte olan devletler
ise, ulusal kurtuluş hareketlerini ve yabancı egemenliğinin her türüne karşı uygulanan
şiddet hareketlerini terör kavramı dışında tutmak istemekte ve sömürgeci, ırkçı yabancı
rejimlerin halklara karşı uyguladığı baskı hareketlerini, diğer bir ifadeyle devlet terörünü,
terörizm kavramı içine sokmaya çalışmaktadır. 41 Ayrıca self determinasyon hakkına sahip
halkların sömürgeciliğe karşı kuvvet kullanmasını meşru müdafaa uygulaması olarak
değerlendiren gelişmekte olan devletler, gelişmiş devletlerin bu hakkın kullanılmasına
yönelik tutumlarını sömürge karşıtı mücadele sırasında geliştirilen düzensiz savaş
37
BEŞE, s. 44, dn. 70.
FRIEDLANDER, A. R.: “Terrorism”, EPIL, Vol. 9, s. 372’den aktaran BAŞEREN, 2002, s. 192.
39
BAŞEREN, 2002, s. 192.
40
BAŞEREN, 2002, s. 192.
41
ZAFER, s. 52.
38
metotlarını yasaklamayı hedef alan geniş kapsamlı bir kampanyanın parçası olarak
görmüşlerdir. 42
Self determinasyon hakkı, 1918 Wilson ilkelerinden kaynaklanmış olup,
uygulanan uluslararası hukukta kabulü BM Andlaşması ile gerçekleşmiştir. 43 BM’nin amaç
ve ilkelerinin sayıldığı 1/2. maddesinde BM’nin amaçlarından biri olarak “Milletler
arasında milletlerin hak eşitliği prensibine ve kendi mukadderatlarını kendilerinin tayini
hakkına saygı üzerine kurulmuş dostâne münasebetler geliştirmek ve dünya barışının
sağlamlaştırılması için elverişli her türlü diğer tedbirleri almak” hükmü yer almaktadır.
Bunun yanı sıra, Andlaşmanın 55. maddesinde milletlerarasında barışçı ve dostâne
ilişkilerin gerçekleştirilmesi için, “milletlerarasında hak eşitliği prensibine ve her milletin
kendi mukadderatlarını tayin etmesi hakkına saygı gösterilmesine dayanan barış ve dostluk
münasebetlerini sağlamak için lüzumlu istikrar ve refah şartlarını yaratmayı” amaçladığı
belirtilmektedir. Yine Milletlerarası Vesâyet Rejiminin amaçlarının düzenlendiği 76/2.
maddesinde, “Vesayet altındaki ülkeler halkının ……kendi kendilerini idare kabiliyetini
veya
bağımsızlığa
doğru
tedrici
gelişmelerini
de
kolaylaştırmak”
gerekliliği
vurgulanmaktadır. Görüldüğü gibi, BM Andlaşması spesifik olarak sömürgeciliğe karşı
savaşmayı kuvvet kullanma yasağının bir istisnası olarak değil, tam aksine sömürgeciliği
BM Andlaşması ile uygunluk taşıyan bir kurum olarak açıkça tanımıştır. 44 Buna rağmen,
başta BM kararları olmak üzere pek çok uluslararası belgede de 45 ele alınan self
determinasyon hakkı bu yöne doğru bir gelişme kaydetmiştir.
Self determinasyon hakkını ele alan uluslararası belgelere ilk örnek, BM Genel
Kurulunun 14.12.1960 tarih ve 1514 sayılı Sömürge Yönetimi Altındaki Ülkelere ve
42
JENKINS, Brian M.: “Defense Against Terrorism”, Political Science Quarterly, Vol. 101, No. 5, s. 780.
PAZARCI, Hüseyin: Uluslararası Hukuk Dersleri, (II. Kitap), Turhan Kitabevi, Ankara, 2003, s. 7.
44
BM Andlaşması’nın “Muhtar Olmayan Ülkeler Hakkında Demeç” başlığını taşıyan XI. Bölümü,
sömürgeciliği açıkça tanımakta ve sömürgeciliğe yönelik düzenlemeler getirmektedir.
45
Örneğin, BM Genel Kurulunun 24 Ekim 1970 tarihli Devletler Arasında Birleşmiş Milletler Şartı’na Uygun
Şekilde Dostane Münasebetler Kurmaya ve İşbirliği Yapmaya Dair Milletlerarası Hukuk İlkeleri Hakkında
Bildiri”, 14 Aralık 1962 tarihli Doğal Kaynaklar Üzerinde Sürekli Egemenlik Bildirisi ve 14 Aralık 1960
tarihinde kabul ettiği 1514 sayılı Sömürge İdaresi Altındaki Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık Verilmesine
İlişkin Bildiri’de anılan ilke yer almaktadır. Söz konusu bildirilerin metni için bkz. GÜNDÜZ, Aslan:
Milletlerarası Hukuk Temel Belgeler Örnek Kararlar, Beta Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 1998, s. 106113; s. 121-123; s. 274-277.
43
Halklara Bağımsızlık Verilmesine İlişkin Bildiri’sidir. 46 Bildirinin kabulünden sonra
sömürgeciliğin hukukî statüsü tartışmalı bir hale gelmiş ve sömürgeciliğe karşı kuvvet
kullanılabileceğine dair bir eğilim ortaya çıkmıştır. Bildiri, devletlerin, özgürlük
hareketlerine maddî destekte bulunmasını öngören eğilime yönelik üstü örtülü bir destek ve
sömürgeciliğe karşı verilen mücadelenin meşruluğunu tanıdığı şeklinde yorumlanabilir.
BM Genel Kurulunun 24. 10. 1970 tarihli ve 2625 sayılı BM Andlaşması’na Uygun Olarak
Devletler Arasında İşbirliğine ve Dostça İlişkilere İlişkin Uluslararası Hukuk İlkeleri
Bildirisi’nde de 47 sömürgeci devletlerin sömürge yönetimi altındaki topluluklara karşı baskı
yapması ve kuvvet kullanması yasaklanırken, sömürge altındaki toplulukların buna karşı
koyma hakkı bulunduğu şu şekilde ifade edilmektedir: “Her devlet … halkları kendi
haklarını tayin etme hakkından, hürriyet ve bağımsızlıktan mahrum eden herhangi bir
zorlama hareketinden kaçınmak görevi altındadır. Kendi kaderini tayin etme hakkını arama
meyanında böyle bir zorlama durumuna karşı hareketlerinde ve mukavemetlerinde bu
halkların Şart’ın amaç ve ilkelerine uygun şekilde arama ve alma hakkı vardır.” Görüldüğü
gibi, söz konusu hüküm sömürge altındaki toplulukların karşı koyma hakkını tanımakla
birlikte kuvvet kullanma yöntemine başvurabilecekleri konusunda açıklık getirmekten
uzaktır. Buna rağmen Bildirinin, ulusal kurtuluş savaşlarının meşru olduğunu savunanlar
için önemli bir politik başarı olduğu söylenebilir. 48 Çünkü Bildiriden özgürlük
hareketlerinin BM Andlaşması kapsamında kuvvete başvurulmasını düzenleyen kurallara
tâbi olduğu sonucu çıkarılabilir. 49
BM Genel Kurulunun 12. 12. 1973 tarih ve 3013 sayılı Sömürge ve Yabancı
Üstünlüğüne Karşı Mücadele Veren Savaşçıların Hukukî Statüsüne İlişkin Kararı’nda
ulusal kurtuluş savaşlarında 1949 Cenevre Sözleşmeleri ile diğer uluslararası belgelerin
uygulanması öngörülmektedir. Söz konusu Kararda şu hüküm yer almaktadır: “Silahlı
çatışmalarda insan haklarının korunmasında uygulanan uluslararası hukukun gelişim
çerçevesi içinde gelecekteki tekemmülüne zarar vermeksizin sömürge yabancı üstünlüğü ve
46
G.A. Res. 1514, 15th Sess. Sup. No. 16, U.N. Doc. A/4684.
Söz konusu Bildiri çalışmada bundan sonra kısaca Dostça İlişkiler Bildirisi şeklinde kullanılacaktır. G.A.
Res. 2625, U.N. GAOR, 26th Sess., Supp. No. 28, U.N. Doc. A/8028 (1971). Bildirinin Türkçe metni için
bkz. GÜNDÜZ, s. 106-113.
48
BAŞEREN, 2002, s. 196.
49
DUGARD, s. 76.
47
ırkçı rejimlere karşı mücadele veren savaşçıların hukukî statülerine ilişkin müteakip temel
ilkeleri ilan eder: 1. Sömürge yabancı üstünlüğü ve ırkçı rejimler altındaki halkların self
determinasyon hakkının kullanılması ve bağımsızlık için mücadelesi meşrudur ve
uluslararası hukuk ilkelerine tamamen uygundur.” 50
BM Genel Kurulunun aldığı Saldırının Tanımına İlişkin Karar’ın 51, saldırı
fiillerinin belirlendiği 3/g maddesinin ülke sınırlarının ötesinde yapılan yardımı saldırı
tanımı içine alarak ulusal kurtuluş hareketlerine yönelik olumsuz bir durum oluşturduğu
görülmektedir. Söz konusu fıkraya göre; “Bir devlet tarafından ya da devlet adına, başka
bir devlete karşı yukarıda listelenen hareketlere ulaşacak yoğunlukta silahlı hareket icra
eden silahlı çetelerin, grupların, gayri resmi ya da paralı askerlerin gönderilmesi ya da
oraya esaslı karışılması” silahlı saldırı durumunu oluşturmaktadır. Ancak Kararın 7.
maddesini de dikkate almak gerekmektedir. Çünkü ilgili madde tartışma konularını saklı
tutmuştur. Anılan maddenin metni şu şekildedir: “Bu tanımdaki hiçbir şey ve özellikle 3
madde herhangi bir şekilde, BM Andlaşması’ndan doğan ve Dostça İlişkiler Bildirisi’nde
işaret edilen bu haktan kuvvet kullanılarak mahrum edilen halkların özellikle sömürge ve
ırkçı rejimler ya da başka şekillerdeki yabancı üstünlükleri altındaki halkların self
determinasyon, özgürlük ve bağımsızlık haklarına ya da bu halkların bu sonuç için
mücadele etme ve BM Andlaşması’nın ilkelerine ve yukarıda bahsedilen Bildiriye uygun
olarak destek arama ve alma haklarına zarar vermez.” 52
50
Kash, BM uygulamalarının terörizm olarak nitelendirilen bazı eylemlerden sorumlu gruplara sınırlı da olsa
bir meşruiyet sağladığını belirterek bu durumu eleştirmektedir. 1973 yılında BM Genel Kurulu tarafından
alınan 3103 sayılı Karar, sömürgeci ve ırkçı yönetimlere karşı mücadele edenlerin mücadelelerini silahlı
uyuşmazlık kabul etmek suretiyle bu mücadelelere meşruiyet sağlamıştır. Genel Kurul bir yıl sonra aldığı
Saldırının Tanımı Kararı’nda da sömürgeci ve ırkçı yönetimlere karşı verilen mücadelelerin yanı sıra self
determinasyon adına yürütülen terörist faaliyetleri de meşru kabul etmiştir. Bu nedenle pek çok grubun self
determinasyon hakkına dayanarak özgürlükleri için savaştıklarını ileri sürdüğü görülmektedir. Bkz. KASH,
s. 72-73.
51
Söz konusu Karar çalışmada bundan sonra kısaca Saldırının Tanım Kararı şeklinde kullanılacaktır. G.A.
Res. 3314, U.N. GAOR, 29th Sess., Supp. No. 31, U.N. Doc. A/9631 (1974). Kararın Türkçe metni için
bkz. GÜNDÜZ, s. 118-120.
52
ABD, Saldırının Tanımı Kararı’nın 7. maddesinin terörizm olarak kabul edilen bazı eylemlere göz
yumulmasına hizmet edeceği gerekçesiyle Genel Kurulda yapılan oylamada çekimser kalmıştır. Bkz.
SCHEIDEMAN, Sara N.: “Standards of Proof in Forcible Responses to Terrorism”, Syracuse L. Rev.,
Vol. 50, 2000, s. 270, dn. 146.
Görüldüğü gibi 7. madde, karar metnindeki hiçbir hükmün özellikle sömürgeci
veya ırkçı yönetimlerin ya da başka bir şekilde yabancı hâkimiyeti altına girmiş halkların
self determinasyon, özgürlük ve bağımsızlık hakkını ve söz konusu halkların bu amaçla
mücadele etme, destek arama ve elde etme hakkını olumsuz bir şekilde etkilemeyeceğini
vurgulamaktadır. Kararda mücadele hakkından söz edilmekle birlikte, mücadele
yönteminin kuvvet kullanma içerip içermediği hususunda bir açıklık yoktur. Bununla
birlikte, 12. 08. 1949 Cenevre Sözleşmeleri’ne ek uluslararası çatışmalara ilişkin 1977
tarihli I. Protokolün 1/4. maddesi “geleceğini kendisinin belirlemesi hakkı çerçevesinde
sömürgeci üstünlüğe, yabancı işgaline ve ırkçı rejimlere karşı mücadele eden halkların
silahlı çatışmaları”nın uluslararası çatışma biçiminde değerlendirilebileceğini kabul ederek,
sömürge altındaki toplulukların mücadelesinin kuvvet kullanmayı da içerebileceğini üstü
kapalı olarak tanımış bulunmaktadır. 53 Anılan Protokole taraf devletlerin bu tür silahlı
çatışmaları uluslararasılaşmış bir silahlı çatışma şeklinde gördüğü açıktır. Dolayısıyla
ulusal kurtuluş savaşlarına uluslararası çatışma hukuku kurallarını uygulamaları
gerekmektedir. 54
BM Genel Kurulunun bahsedilen kararlarının, 1977 Protokolleri’nin ve
uygulamanın, ulusal kurtuluş hareketlerine meşru kuvvet kullanma yetkisi veren bir
değişikliğe neden olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Özellikle batılı devletlerin
büyük bir kısmının anılan Protokole taraf olmaması ve Genel Kurulda kabul edilen bir çok
kararın oylanması aşamalarında, sömürge altındaki toplulukların mücadelelerinde açıkça
silahlı mücadelede de bulunabileceklerinin öngörüldüğü durumlarda NATO’ya üye
devletlerin olumsuz oy kullanmaları veya tarafsız kalmaları nedeniyle, bu konuda evrensel
bir kabulün oluşmadığı söylenebilir. Diğer taraftan, Saldırının Tanımına İlişkin Karar ile
1977 tarihli I. Protokolün 1/4. maddesi ulusal kurtuluş savaşlarının, izin verilebilir
uluslararası silahlı çatışmalar olarak görülmesine ve diğer devletlerin de ulusal kurtuluş
hareketleri lehine müdahale etmelerine cesaret vermiş ve uluslararası silahlı uyuşmazlık
53
1977 tarihli I. Protokole taraf olan devletlerin ulusal kurtuluş savaşlarına uluslararası silahlı çatışma hukuku
kurallarını uygulamaları gerekmektedir. Çünkü taraf devletler söz konusu silahlı çatışmaları
uluslararasılaşmış silahlı çatışma olarak değerlendirmektedirler. Diğer taraftan anılan Protokole taraf
olmayan devletler ulusal kurtuluş savaşlarını bir iç savaş olarak ele alacaklardır.
54
PAZARCI, Hüseyin: Uluslararası Hukuk Dersleri, (IV. Kitap), Turhan Kitabevi, Ankara, 2000, s. 145.
tanımını ulusal kurtuluş savaşlarını kapsayacak şekilde genişletmiştir. 55 Doktrinde ise,
bahsedilen
veriler
karşısında
ağırlıklı
eğilim,
sömürge
altındaki
toplulukların
bağımsızlıklarını kazanma amacıyla self determinasyon ilkesi çerçevesinde kuvvet
kullanılmasına başvurma hakkına sahip oldukları yönündedir.56 Doktrin, söz konusu kuvvet
kullanma hakkının yalnızca sömürge altındaki topluluklar için tanındığını ve uygulanan
uluslararası hukukun sömürge rejimi dışındaki bazı grupların ayrılıkçı çatışmalarını buna
katmadığını da belirtmektedir. 57 Savaşta uyulması gereken kuralları düzenleyen 1949 tarihli
Cenevre Sözleşmeleri’nin ortak 3. maddesi ile Cenevre Sözleşmeleri’ne Ek I ve II nolu
Protokollere göre just cause (haklı savaş) ilkesi, devlet dışı aktör tarafından devlete karşı
gerçekleştirilen kuvvet kullanımlarında da dikkate alınmaktadır. 58 Sonuç olarak uluslararası
hukukun bazı saldırgan eylemleri just cause temelinde meşrulaştırması bağlamında self
determinasyon hakkına dayanılarak sömürgeciliğe karşı verilen mücadele meşru kabul
edilmektedir. 59
Günümüzde dekolinazasyon süreci büyük ölçüde tamamlandığı için bu nedene
dayanarak self determinasyon amacıyla kuvvet kullanma söz konusu olmamaktadır. Bu hak
artık sömürge yönetimi altındaki halklar için değil, etnik gruplar ve işgal altındaki halklar
için ileri sürülmektedir. 60 Özellikle 1990’lı yıllarda yoğun bir artış gösteren bu tür
uyuşmazlıklar soykırım, insanlığa karşı suç, savaş suçları ve terör eylemlerini de gündeme
getirmiştir. Bununla birlikte self determinasyon hakkının dekolonizasyon ve işgal altındaki
halklar hariç diğer durumlarda ileri sürülmesi destek bulmamaktadır. 61
55
İngiltere, ABD ve İsrail 1949 Cenevre Sözleşmelerine Ek I. Protokolü, Protokolün savaşçı statüsünü
genişleterek teröristlerin savaşçı statüsüne sokulacağı ve savaş esirlerinin haklarına sahip olacakları
endişesiyle imzalamamıştır. Teröristlerin hukukî statüsü ve Cenevre Sözleşmesine Ek I. Protokolle ilgili
tartışmalar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. GROSS, Emanuel: “Democracy’s Struggle Against Terrorism:
The Powers of Military Commanders to Decide Upon the Demolition of Houses, the Imposition of Curfews,
Blockades, Encirclements and the Decleration of an Area as a Closed Military Area”, Ga. J. Int’l & Comp.
L., Vol. 30, 2002, (a), s. 173-180.
56
PAZARCI, (IV. Kitap), s. 123.
57
PAZARCI, (IV. Kitap), s. 122-123.
58
BERES, 1995, (b), s. 245.
59
COHAN, John Alan: “Formulation of a State’s Respone to Terrorism and State-Sponsored Terrorism”,
Pace Int’l L. Rev., Vol. 14, 2002, s. 86.
60
CHADWICK, s. 1.
61
GRAY, Christine: International Law and the Use of Force, First Ed., Oxford Press, Oxford, 2000, s. 50.
BM Genel Kurulunun Dostça İlişkiler Bildirisi ile İnsan Hakları Dünya Konferansı’nda kabul edilen 25
Buna ek olarak terörizmin doğrudan sebeplerinden biri olarak karşımıza çıkan
etnik gruplar özel bir önem arz etmektedir. Etnik esasa dayalı gruplar, toplumda baskın
etnik yapının üzerlerinde baskı uyguladığı iddiasıyla eşit haklar kazanmak veya bağımsız
ayrı bir devlet kurmak için harekete geçebilmekte ve mücadele yöntemi olarak da terörizme
başvurabilmektedir. Söz konusu grupların terörizme başvurması, 1960’tan sonra gelişen
ulusal kurtuluş hareketlerinin kuvvet kullanmasına ilişkin uluslararası hukuk kurallarıyla
ilgili tartışma ve problemleri yeniden gündeme getirebilir. İlk bakışta bu kuralların
gelişimine destek veren bağlantısızlar grubuna yardımcı olan SSCB’nin ve Doğu
Bloku’nun çökmesinin söz konusu kuralları ve ilgili problemleri ortadan kaldıracağı
düşünülse bile, bu çöküşün etnik problemleri tasfiye etmediği aksine alevlendirdiği ve
yenilerini ortaya çıkardığı unutulmamalıdır. 62 Ayrıca Doğu Bloku’nun çökmesi etnik
grupları kendi ulusal çıkarları için kullanabilecek başka devletlerin olmadığı veya
olmayacağı anlamına gelmez. Sosyal gerçekliklere dayanan etnik problemler görmezlikten
gelindiği sürece, söz konusu problemler varlığını sürekli olarak hissettirecek ve terörizme
neden olabilecektir.
63
Bu nedenle, uluslararası barış ve güvenliği tehdit edebilecek niteliğe
sahip devlet destekli etnik ayrılıkçı hareketlerin önlenebilmesi için, söz konusu hareketlere
sebebiyet veren sorunların ortadan kaldırılmasına yönelik kalıcı çözümler getirilmelidir.
Politik amaçla gerçekleştirilmiş şiddetin terörizm olarak nitelendirilemeyeceğini
ileri süren bazı devletler, şiddet eylemlerinin ulusal bağımsızlık, self determinasyon veya
sömürge yönetiminden kurtulmak için gerçekleştirildiğini ve bu amaçla gerçekleştirilen
eylemlerin terörizm tanımının dışında kaldığını savunmaktadır. 64 Bu yaklaşıma göre,
bombalı mektup göndermek, uçak kaçırmak, diplomatları, iş adamlarını kaçırmak veya
Haziran 1993 tarihli Viyana Bildirisi ve Eylem Programı’nda, hiçbir ayrım yapılmaksızın tüm toplumu
temsil eden bir hükümete sahip olan devletlerde self determinasyon ilkesinden yararlanılamayacağı
öngörülmüştür. Burada a contario bir yorumla bu özellikleri taşımayan bir iktidarın var olması durumunda
hakların self determinasyon hakkına dayanarak ayrılabileceği yorumu yapılabilir. Ancak bu durum halen
tartışmalıdır. Dolayısıyla uygulanan uluslararası hukuk bakımından self determinasyon ilkesinin istisnasız
bütün topluluklar için kabul edildiği söylenemez.
62
BAŞEREN, 1998, s. 160-161.
63
BAŞEREN, 1998, s. 161.
64
İsrail’in kuruluşu aşamasında Yahudilerin Filistinlilere ve İngiliz kuvvetlerine karşı uyguladığı terörizm
kampanyasının İngilizlerin Filistin topraklarından çıkmasını sağladığına ve İsrail’in kurulması için bir
dönüm noktası olduğuna işaret eden Seto, terörist eylemlerin gerçekleştirildiği politik ortamın bu tür
eylemleri meşru kılıp kılmayacağı sorusunu gündeme getirmektedir. Bkz. SETO, s. 1233.
onlara saldırmak, asker-sivil ayrımı gözetmeksizin saldırılar düzenlemek eylemleri
gerçekleştiren grupların just cause adına hareket etmesi halinde terörizm olarak kabul
edilmeyecektir. 65
Uluslararası
hukuk,
bazı
saldırgan
eylemleri
just
cause
temelinde
meşrulaştırmaktadır. Daha önceden de belirtildiği gibi just cause bağlamında self
determinasyon hakkına dayanarak veya sömürgeciliğe karşı verilen mücadele kapsamında
gerçekleştirilen kuvvet kullanma eylemleri, meşru kabul edilmekte ve terörizmden
ayrılmaktadır. Bununla birlikte, silahlı çatışmalar sırasında uyulacak kurallar, kuvvet
kullanımının uluslararası hukuka uygunluğu sorunundan bağımsızdır. Dolayısıyla, bu tür
bir mücadelenin meşruiyetinin devam edebilmesi için just means (silahlı çatışmalar
sırasında uyulacak kurallar) ilkesine uygun olması gerekmektedir. Eğer bir kuvvet
kullanma eylemi hem just cause hem de just means ilkesinin şartlarını taşıyorsa izin
verilebilir bir eylem olarak kabul edilmelidir. Bu durumda verilen mücadele kapsamında
gerçekleştirilen kuvvet kullanımının ayrım gözetme, orantılılık ve askerî gereklilik
şartlarını taşıması zorunludur. Bu iki durumdan birisinin yokluğu halinde eylem terörizm
olarak kabul edilmelidir. 66 Kısaca bu tür gruplar tarafından başvurulan kuvvet kullanımının
ilk olarak amaç ikinci olarak da bu amaca ulaşmak için uyguladığı yöntemler bakımından
öngörülen şartlara uygun olması gerekmektedir. 67 Bu durumda söz konusu hükümlerin
ihlâli aynı zamanda uluslararası hukukun ihlâl edilmesine sebep olacağından savaş suçu
oluşturacaktır. 68
65
BERES, 1995, (a), s. 18-19.
BERES, 1995, (b), s. 249. 1977 tarihli Ek II. Protokol, uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda 1949
Cenevre Sözleşmelerinin ortak 3. maddesinden farklı olarak, 4/2,d ve 4/2,h maddelerinde terörizmi ve
terörizm tehdidini yasaklamaktadır. Bu durum karşısında doktrinin bir kısmı uluslararası olmayan silahlı
çatışmalarda terörist fiillerin yasaklanmasını 1949 Cenevre Sözleşmelerinin ortak 3. maddesine kadar
götürmekte ve söz konusu yasağı anılan maddedeki insancıllık ilkesi ile açıklamaktadır. Doktrin ayrıca Ek
II. Protokol’ün sivil halka karşı terör eylemlerini yasaklayan 13. maddesini hem hükümet kuvvetlerini hem
de başkaldıran kuvvetleri bağlayıcı bir hüküm niteliğinde değerlendirmektedir. Bkz. BAŞEREN, 2002, s.
190.
67
BERES, Louis Rene: “International Law Requirs Prosecution, Not Celebration, of Arafat”, U. Det. Mercy
L. Rev., Vol. 71, 1994, (a), s. 576-577.
68
BASSIOUNI, M. Cherif: “Universal Jurisdiction for International Crimes: Historical Perspectives and
Contemporary Practice”, Va. J. Int’l L., Vol. 42, 2001, s. 116.
66
Dolayısıyla, self determinasyon hakkının kabul edilmiş olması terör eylemlerini
haklı kılmamaktadır. 69 Daha önceden de belirtildiği üzere terörizm hizmet ettiği amaçlarla
değil eylemlerle tanımlanır. Bu anlamda amaç ve uygulanan yöntemler terörizmi isyancı
grupların gerçekleştirdiği hukuka uygun eylemlerden ayırt edebilmek için oldukça elverişli
bir yol sunmaktadır. Uluslararası toplum da bu durumu dikkate alarak gerek self
determinasyon hakkı gerekse işgalden kurtulmak amacıyla yapılan mücadelenin kuvvet
kullanma ile ilgili BM Andlaşması hükümlerine uygun olması zorunluluğunu ve
uluslararası terörizmin kim tarafından işlenirse işlensin uluslararası bir suç olduğunu kabul
etmek zorundadır.
bbb. Terörizm ve Diğer Şiddet Eylemleri
(a). Savaş
Terörist eylemlerin yıkıcı sonuçları ve ulusal güvenliğe, bölgesel istikrara
yönelttiği tehdit nedeniyle, hukukî bir sorun olmaktan ziyâde savaş eylemi niteliğinde
olduğu ve benzer şekilde terörizme karşı devam eden mücadelenin hukukî bir uygulama
değil, devam eden bir savaş olarak görülmesi gerektiği ileri sürülmektedir. 70 Özellikle 11
Eylül saldırıları sonrasında bu görüş daha da yaygınlık kazanmıştır. 71 Terörist saldırıların
neden olduğu can ve mal kaybının büyüklüğü bu yaklaşımda önemli bir rol oynamaktadır. 72
Diğer taraftan, terörist gruplar da propaganda anlamında yürüttükleri mücadelenin daha
etkili olabilmesi amacıyla savaş söylemini kullanmayı tercih etmektedirler.
69
HIGGINS, Rosalyn: “The General International Law of Terrorism”, in Terrorism and International Law,
Ed. by. Rosalyn Higgins & Maurice Flory, First Ed., Routledge, 1997, s. 18
70
BIGGIO, Frank A.: “Neutralizing the Threat: Reconsidering Existing Doctrines in the Emerging War on
Terrorism”, Case W. Res. J. Int'l L., Vol. 34, 2002, s. 17. Larschan, terörizmin bir savaş eylemi olarak kabul
edilmesi ve alınacak karşı önlemlerin uluslararası hukukun bu alanla ilgili temel ilkelerinin dikkate alınarak
belirlenmesi gerektiğini savunmaktadır. Bkz. LARSCHAN, s. 146-148.
71
Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. FELDMAN, Noah: “Choices of Law, Choices of War”, Harv. J.
L. & Pub. Pol’y, Vol. 25, 2002, s. 457-485.
72
WEGDWOOD, 2002, s. 727.
Geleneksel anlamda savaş, düzenli ordular arasında veya devletle gerilla gibi
tanımlanabilir bir kuvvet arasında yapılan silahlı mücadeleyi ifade etmektedir. 73 Modern
terörizm ise geleneksel savaştan farklı özelliklere sahiptir. Öncelikle terörizmde ideolojik,
politik ve etnik kimlikler üzerinde şekillenmiş devlet dışı aktörler söz konusudur ve
teröristler askerler gibi devlet tarafından görevlendirilmiş kişiler değillerdir. 74
Savaş durumunda düşmanın direnme yeteneği tahrip edilmeye veya düşmana
direnmeye devam etmesinin getireceği maliyetin talep edilen şartları yerine getirmekten
daha kötü olduğu kanıtlanmaya çalışılır. Teröristler ise, düşmanın direnme gücünü ortadan
kaldırmayı değil, cesaret kırıcı bir korku yaratmak suretiyle insanların hükümete destek
olma
duygusunu
tahrip
ederek
hükümetin
arkasında
olmalarını
engellemeyi
75
amaçlamaktadırlar. Diğer taraftan, savaşta savaşan taraflar savaş hukuku kurallarına bağlı
olarak belli bir coğrafi alan içinde askerî hedeflere veya bağlantılı hedeflere yönelik
eylemlerde bulunurken terörizmin seçeceği hedefler temelde sivillere yönelik olup belli bir
coğrafi alanla ve kurallarla sınırlanmamıştır. Savaşta sivilleri öldürmek savaşın arızî bir
neticesi iken, teröristler için sivilleri öldürmek bir gerekliliktir ve bu nedenle terörizm
öncelikle sivilleri hedef almaktadır. Bu bağlamda, teröristler savaş hukuku kurallarına
uymazlar ve sivil/asker ayrımı yapmazlar. Savaşta sivillerin savaş dışında tutulması,
orantılılık, gereklilik gibi kurallar söz konusu iken, terörizmde bu tür kurallar söz konusu
değildir. Terör ile savaş arasındaki en temel fark ise iki taraf arasındaki güç
dengesizliğidir. 76
Bütün bu gerçekler göz önüne alındığında, devlet ile bireyler veya terörist
gruplar arasında savaş olamayacağı sonucuna ulaşılır. Zaten terörizm hem ulusal hem de
uluslararası pek çok düzenlemede hukukî bir sorun şeklinde ele alınmış ve bu yönde
düzenlenmiştir.
73
BIGGIO, s. 17.
COHAN, s. 85.
75
HENDERSON, s. 6.
76
BOZKURT, Enver: Birleşmiş Milletler Sisteminde Kuvvet Kullanma, Nobel Yayınları, Ankara, 2003, s.
199.
74
(b). Gerilla Hareketleri
Terörizm kelimesi anlam bakımından oldukça olumsuz bir kelime olduğundan
hiç kimse kendini terörist olarak nitelendirmek istemez. Bu nedenle, teröristler kendilerini
özgürlük savaşçıları veya ulusal bağımsızlık, sosyal adalet veya diğer idealler için
mücadele eden gerilla şeklinde tanımlamakta ve bu statünün sağlayacağı korumadan
yararlanmak istemektedirler. 77
Buna karşılık, terör örgütlerinin gerilla statüsünde olduklarını kabul etmek terör
örgütlerini meşrulaştırmak anlamını taşıyacaktır. 78 Dolayısıyla pek çok gerilla hareketi,
terörist yöntemleri kullanmasına ya da terörist gruplarca desteklenmesine rağmen, terörizm
genel olarak gerilla savaşıyla eşleştirilemez. Terörist grupları gerilla olarak nitelendirmek
yanlış bir vasıflandırma olacağından terörizm ile gerilla savaşını birbirinden ayırmak önem
taşır. Bu kavramların arasındaki farklılığın anlaşılabilmesi için gerilla ile ilgili bazı bilgiler
verilmesi uygun olacaktır.
Resmen ilân edilmemiş savaşın içinde bir mücadele şekli olan ve temelde vurkaç metoduna dayanan gerilla savaşı günümüzde oldukça yaygın olup, nizamî savaşın
yerini almış durumdadır. Gerilla ile asker arasındaki farklılıklar kısaca şu şekilde
özetlenebilir: Gerilla, asker gibi uluslararası hukuk kapsamında bir savaşa katılmış kişidir
ve toprak için mücadele vermektedir. Savaş hukuku kurallarına göre hareket eden askerden
farklı olarak küçük gruplar halinde örgütlendiklerinden aşırı hareketlilik ve düzensizlikten
kaynaklanan avantajlarını bilerek savaşmaktadırlar. Gerilla savaşı, düşmanın alt yapısını
tahrip etmeye, bölgeleri askerden kurtarmaya uygundur ve düşmanın askerî kuvvetlerini
hedef alır. Henüz düzenli birliklerin oluşturulmadığı durumlarda veya düzenli birliklerin
yok edilmesi halinde ya da düzenli birliklerin operasyon düzenleyemeyeceği alanlarda
gerilla savaşına başvurulur. 79
Buna karşılık, gerilla hareketlerinin terörizm başta olmak üzere diğer şiddet
eylemlerinden nasıl ayırt edileceği hususunda da uluslararası alanda çeşitli düzenlemeler
77
FARRELL, William R.: “Responding to Terrorism:What, Why and When”, Nav. C. L. Rev., Vol. 68, s.
449.
78
ZAFER, s. 78.
79
ZAFER, s. 76.
yapılmıştır. Siyasî şiddet eylemlerinin meşru savaş faaliyeti olarak kabul görebilmesi
sadece, baş kaldırma hareketlerinin Kara Savaşına İlişkin hukukî ve Örfi Kurallara Dair 18
Ekim 1907 tarihli IV. La Haye Sözleşmesi Ek 1. maddesi ile Savaş Esirlerine Tatbik
Edilecek Muamelelere Dair III. Cenevre Sözleşmesi’nin 4. maddesindeki şartları taşımasına
bağlıdır. 80 Bu şartlar özet olarak şu şekilde sayılabilir: Şiddet uygulayan grupta astından
sorumlu bir üst bulunmalı; grup uzaktan tanınabilen sabit bir işaret taşımalı; silahlar açıkta
taşınmalı; grup, savaş hukukunun kurallarına, örf ve adetlerine uygun operasyon yapmalı
yani terör eylemlerinde bulunma yasağına uymalıdır. 81 Anılan düzenlemeler aracılığıyla
kurulu bir iktidara karşı organize ayaklanma veya mücadeleye katılan kişinin statüsü
savaşan statüsü ile eşit tutularak bu kişilere savaş esiri statüsü tanınmış ve yürüttükleri
savaş dolaylı olarak meşrulaştırılmıştır.
Teröristlerin savaşan statüsünden yararlanamamalarının nedeni, belirtilen fiziki
şartları taşımamalarıdır. Ayrıca, 1949 Cenevre Sözleşmeleri’nin ortak 3. maddesine göre
düşmanca eylemlere doğrudan katılmayanlar, silahlarını bırakan kimseler ve hastalık,
yaralılık, tutukluluk veya herhangi bir nedenle savaş dışı kalanlar, soy, renk, din, cinsiyet,
doğum veya benzer herhangi bir ölçüte dayanan hiçbir ayrım gözetmeksizin insanca
davranıştan yararlanacaklardır. Suçsuz insanları hedef alan teröristlerin insanca
davranışlarından söz etmek mümkün değildir. Doktrin, terörizmin, 1949 Cenevre
Sözleşmeleri’nin ortak 3. maddesinde düzenlenen uluslararası olmayan silahlı çatışmalar
kavramının dışında kaldığı noktasında görüş birliği içindedir. 82 Gerillayı belirleyen bütün
bu kriterlere rağmen askerî küçük çaplı savaş (gerilla savaşı) ile terör eylemleri arasındaki
sınır tam olarak tayin edilemediğinden 83 terörizm ve gerilla hareketlerini özellikleri
anlamında teker teker ele almak daha doğru olacaktır.
Siyasî rejime karşı normal dışı şiddete dayalı mücadelenin başlamasından yeni
siyasî rejimin tesis edilmesine kadar geçen süreç içerisinde, her aşamada terörizme
80
Sözleşmelerin metinleri için sırasıyla bkz. Silahlı Kuvvetler İçin Savaş Hukuku Bilgisi, Genelkurmay
Basımevi, Ankara, 1987, s. 347-361, 127-207.
81
1949 Cenevre Sözleşmelerine Ek 1977 tarihli Protokollerde de gerilla savaşçılarına belirli şartlar dahilinde
savaşan statüsü tanınarak savaş esirlerinin korunmasına ilişkin kurallarının uygulanması kabul edilmiştir.
Bkz. ZAFER, s. 72.
82
PAZARCI, (IV. Kitap), s. 149.
83
ZAFER, s. 79.
başvurulabilir. Buna çoğu zaman diğer siyasî şiddet biçimleri olan gerilla savaşı ve savaş
da eşlik eder. 84 Basit bir terörist hareketten bir ülkenin bölünmesine veya kurulu düzenin
anayasaya aykırı olarak el değiştirmesine kadar uzanan silahlı çatışmalar sırasında farklı
safhalarda terörizm, gerilla savaşı ve savaş iç içe geçebilir. Bu durum söz konusu
faaliyetleri birbirinden ayırt etmeyi daha da zorlaştırmakla beraber, terörizm niteliğindeki
fiillerin sembolik olması önemli bir ayırt edici ölçü olarak görülebilir. Gerilla faaliyetleri ve
savaş silahlı çatışmayla sonuç almaya yönelik faaliyetlerdir. Diğer taraftan terörizmde asıl
önemli olan doğrudan doğruya işlenen fiil değil, fiilin yakın maksadının ötesinde bir yarar
olarak gördüğü propagandadır. 85 Terörizmin simgeselliğine karşılık gerilla savaşında ve
savaşta fiil öncelikle neticeye yönelmiştir. 86
Diğer taraftan, gerilla tıpkı hafif düzenli askerî birlikler gibi çeşitli silahlara
sahiptir. Kendilerini askerî disiplin içindeki askerler olarak gören gerilla hareketleri
binlerce kişiden oluşabilir. Gerilla, özellikle silah ve askerî konularda dışarıya bağımlı
olmakla birlikte arkasında kendisini destekleyen ve yardım eden bir halk kitlesi vardır.
Savaş hukuku kurallarına uymak zorunda olan gerilla düşman eline düştüğünde savaş esiri
statüsündedir ve düşmanla birlikte görüşmeler yapma hakkına sahiptir. Terörist örgütler ise
küçük gruplardır. Tipik eylem tarzları bombalama, suikast, uçak ve adam kaçırmadır.
Askerî bir düzen içinde örgütlenmeyen terörist grupların pek çoğu etrafındaki halkla çok az
iletişim içinde olup onlardan az bir destek almaktadır. Amaçları fidye, güvenli geçiş veya
tutuklu bulunan arkadaşlarının serbest bırakılmasıdır. 87 Özünde kırsal alanda kurtarılmış
bölgeler oluşturma amacının yattığı gerilla savaşında, sayı, güç ve teçhizat olarak giderek
büyüyecek küçük askerî birlikler kurarak hükümet birliklerine karşı mücadele etmek
hedeflenmektedir.
Gerilla
kurtarılmış
bu
bölgelerde
kendi
kurumlarını
kurar,
propagandalarını yapar ve diğer siyasî faaliyetlerini açıktan yürütür. Söz konusu özellikler
teröristlerde yoktur. Herhangi bir yerde yoğunlaşmaları halinde kolayca hedef haline
84
BAŞEREN, 2002, s. 186.
BAŞEREN, 1998, s. 160.
86
BAŞEREN, 2002, s. 186.
87
HENDERSON, Harry: Global Terrorism The Complete Reference Guide, Chackmark Books, New
York, 2001, s. 8.
85
gelebilecek olan teröristler küçük hücreler halinde faaliyetlerini devam ettirir ve operasyon
üsleri şehirlerde yer almaktadır. 88
Gerilla ile teröristler arasında bir savaşa katılma, toprakla bağlantılı mücadele,
düzensizlik, aşırı hareketlilik ve siyasî isteklerdeki yoğunluk ortak hususlar olarak
karşımıza çıkar. Gerilla stratejilerinde, şiddet kullanarak doğrudan doğruya askerî-siyasî
hedeflere ulaşmak esasken, teröristler personel ve lojistik yetersizlikten ve halkın desteğini
de arkalarına alamamalarından dolayı savaş açmak ve bölge kurtarmak yani askerî
hedeflere ulaşmak konumunda değildir. Bu nedenle, hedef sıralamasında askerî kuvvetler
ilk sırada yer almaz. Kurbanlar suçsuz kimseler olup, teröristlere karşı bir saldırıya
geçmeleri veya saldırıya sebebiyet verme gibi bir durumları söz konusu değildir.
Teröristlerin amacı, eylemleriyle maddî zarara neden olmak, suikastlarla düşman cephede
boşluklar yaratmak ve bunun sonucu olarak toplumda psikolojik bir tepkinin doğmasını
sağlamaktır. 89
Silahsız, masum ve savunmasız sivillere değil, organize bir şekilde hükümet
kuvvetlerine karşı savaşan ve ayırt edici işaretlere sahip gerilla hareketleri, kasten sivilleri
hedef almak gibi terörist metotlara başvurmadığı sürece terörist olarak kabul
edilmeyecektir. 90 Aksi takdirde, bu mücadeleyi verenlerin savaş hukuku kurallarına
uymadıkları rahatlıkla söylenebilecektir.
(c). Devlet Terörü
Devlet terörü, devlet destekli terörizmden farklı olarak devletin kendi
vatandaşlarına uyguladığı 91 sistematik yıldırma, tutuklama, öldürme ve diğer baskı
88
LAQUEUR, 2002, s. 103.
ZAFER, s. 77.
90
HAILBRONER K.: “International Terrorism and the Laws of War”, German Yearbook of Int. Law, Vol.
26, 1982, s. 169’dan aktaran SCHACHTER, 1991, s. 163; JAMES, Matthew H.: “Keeping the PeaceBritish, Israeli, and Japanese Legislative Responses to Terrorism”, Dick. J. .Int’l L., Vol. 15, 1997, s. 408;
SCHACHTER, Oscar: “The Lawful Use of Force by a State Against Terrorist in Another Country”, in
Terrorism & Political Violence Limits & Possibilities of Legal Control, Ed. by. Henry H. Han, Oceana Pub.,
New York, 1993, s. 244.
91
BAŞEREN, 2002, s. 187.
89
araçlarıyla terör uygulaması 92 ve insan hakları ve uluslararası insancıl kuralların, yoğun,
yaygın ve sistematik bir şiddet kullanımı ile ihlâl edilmesidir. 93 Söz konusu suçlar, devlet
politikasının bir parçası olarak işlenir ve bu nedenle terörizm olarak nitelendirilmez. 94
Devlet terörü daha ziyâde siyasî muhaliflere veya etnik bir gruba yöneliktir.
Burada amaç söz konusu kişi veya grupları hükmü altına almak veya iç muhalefete rağmen
rejimi devam ettirmektir. Bu amaçla gerektiğinde sosyal veya politik grubun toptan yok
edilmesi de söz konusu olabilir. 95 Uluslararası terörizmin aksine devletler işledikleri bu tür
eylemlerin bilinmemesini tercih ederler. Kitlesel tutuklamalar, belirsiz bir süre göz altında
tutma, sınır dışı etme, işkence, tecavüz, toplama kampları ve toplu idamlar devlet
terörizminin uygulama şekillerine örnek verilebilir.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında totaliter sistemlerin yarattığı devlet terörü
Sovyetler Birliği, Almanya ve İtalya’da zirveye ulaşmıştır. Sovyetler Birliği’nde özellikle
Lenin ve Stalin, İtalya’da Mussolini ve Almanya’da Hitler kendi vatandaşlarına karşı
kapsamlı bir devlet terörü uygulamışlardır. 96 Her üç ülkede de pek çok kişi etnik
kimliklerinden veya politik görüşlerinden dolayı sistematik bir şekilde katliama maruz
kalmış, sürgüne veya çalışma kamplarına gönderilmiştir.
En şiddetli devlet terörü ideolojik bir grubun totaliter devleti kontrol etmesi ve
politik düşmanlarını yok etmeyi amaçladığı zaman ortaya çıkmaktadır. Örneğin, 1960’lı
yıllarda Mao Zedong önderliğinde Çin’de gerçekleştirilen Kültür Devrimi ve 1970’li
yıllarda Kamboçyalı diktatör Pol Pot rejimi her ne pahasına olursa olsun toplumu yeniden
şekillendirmeye yönelik radikal teşebbüslerdir. Milyonlarca kişi öldürülmüş veya mal ve
mülklerine el konulmuştur. Devlet terörizmi rejimle isyancılar arasında devam eden bir
mücadelenin parçası ise çözümü daha zor olabilmektedir. 97
92
LAQUEUR, s. 100.
BASSIOUNI, M. Cherif: “Legal Control of International Terrorism: A Policy-Oriented Assesment”, Harv.
Int’l L. J., Vol. 43, 2002, s. 84-85.
94
BASSIOUNI, 2000, s. 6.
95
BASSIOUNI, 2002, s. 85.
96
Bu dönemlerde uygulanan devlet terörü hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. HARZENSKI, Sharon:
“Terrorism, A History: Stage One”, Transnat’l L. & Pol’y, Vol. 12, 2003, s. 147-191.
97
HENDERSON, s. 9. Etnik bir grubun haksızlığa uğraması karşısında ya da haksızlığa uğradığı inancıyla
kurulu iktidara karşı başlattığı siyasî mücadele çerçevesinde daha küçük radikal bir grubun şiddete
başvurması ile söz konusu olan terörizm, bir taraftan ayaklananların kurulu düzeni yıkmak için
uyguladıkları terörizm, diğer taraftan da kurulu düzende hâkim olanların hâkimiyetlerini sürdürmek için
başvurdukları terörizm olmak üzere iki yönlü ortaya çıkmaktadır. Bkz. BAŞEREN, 2002, s. 186.
93
Özellikle baskıcı rejimler tarafından gerçekleştirilen devlet terörünün 20. yüzyıl
boyunca 70 milyon kişinin ölümüne yol açtığı tahmin edilmektedir. Aynı dönemde
ideolojik amaçlarla harekete geçen küçük gruplar tarafından gerçekleştirilen terörist
eylemlerde ise 100.000 kişilik bir can kaybının olduğu belirtilmektedir. 98 Devlet terörünün
ne derece acımasız olduğunu açık bir şekilde gösteren bu rakamlar devletler ve bireyler
arasındaki kuvvet dengesinden kaynaklanmaktadır.
Devlet terörü öncelikle insan haklarını ihlal etmektedir. İnsan hakları ile ilgili
konular ise, artık ulusal yetki içinden çıkarılmış ve uluslararası yetki içinde
değerlendirilmeye ve Nazi rejimi tarafından işlenen suçların insanlığa karşı suç şeklinde
değerlendirilmesi örneğinde olduğu gibi insanlığa karşı suç kapsamında ele alınmaya
başlanmıştır. 99
(d). Devrim
Gerek terörizm gerek devrim, köklü politik değişikleri amaçlamasına rağmen
aralarında birtakım farklar bulunmaktadır. Genellikle terörizmden daha geniş ve daha
sistematik bir eylem öngören devrim, eskisinin yerini almak üzere yeni bir hükümet
kurmayı hedefler. Bununla birlikte terörist eylemler, devrim için uygun şartlar sağlayabilir
ve devrim tesadüfi veya politik amaçlı olarak terörist eylemlere eşlik edebilir. 100
Teröristler devrimci gruplardan, seçtikleri hedefler ve amaçlar bakımından
kolaylıkla ayırt edilebilir. Çünkü teröristler masum kişileri hedef almakta ve hükümetleri
destabilize etmek için hedef toplum üzerinde korku ve belirsizlik ortamı yaratmayı
amaçlamaktadır. 101
98
BASSIOUNI, 2000, s. 4-5.
Yaklaşık 40 milyon insanın hayatına mal olan Stalin dönemi ile SSCB tarafından 1948-1951 yılları arasında
işgal edilen Doğu Avrupa ülkelerinde uygulanan şiddetin insanlığa karşı suç olarak nitelendirilmediğini
ifade eden Bassiouni, bu durumun, uluslararası hukukun politik kaygılarla nasıl farklı uygulandığının bir
göstergesi olduğunu belirtmektedir. Bkz. BASSIOUNI, 2000, s. 6, dn. 18.
100
HENDERSON, s. 7.
101
LARSCHAN, s. 129.
99
b. Terörizm Hakkında Yapılmış Çeşitli Tanımlar ve Bunların
Değerlendirilmesi
Daha önceden de belirtildiği gibi, terörizm hakkında değişik tanımlar
yapılmasına rağmen BM bünyesinde veya çok taraflı uluslararası anlaşmalarda tek ve
kapsamlı bir tanım yapılması söz konusu olmamıştır. 11 Eylül saldırıları sonrasında oluşan
elverişli ortamda dahi bu tür bir terörizm tanımı yapmak mümkün olmamıştır. Uluslararası
alanda terörizmle ilgili yayınların ve çalışmaların sayısının artmasına rağmen terörizmin ne
olduğu konusunda veya terörizmi diğer benzer suçlardan ayırt etme noktasında önemli bir
mesafe kat edilememiştir. Terörizm kavramı artık o kadar geniş ve belirsiz bir hale
gelmiştir ki, bazen çok farklı veya kasıt bulunmayan eylemler dahi terörizm içinde
düşünülmektedir. Bu durum uluslararası terörizmin tanımlanamaz olduğu şeklinde
yorumlanmamalıdır. Çalışmada böyle bir tanımın yapılması söz konusu olmamakla birlikte
terörizmden ne anlaşıldığını ortaya koymak bakımından devletler, uluslararası kuruluşlar ve
yazarlar tarafından yapılmış bazı tanımların verilmesi uygun bulunmaktadır.
Arend ve Beck’e göre, “Terörizm, politik amaçlara ulaşabilmek amacıyla
toplum üzerinde korku yaratmaya yönelik şiddet kullanmak veya kullanma tehdidinde
bulunmaktır.” 102
Erickson ise, “Terörizm siyasî, sosyal ve ideolojik amaçlarla hükümet, toplum
veya bireyleri zorlamak, sindirmek kastıyla bireylere karşı korku yaratmaya yönelik hukukî
olmayan kuvvet kullanımında veya kuvvet kullanma tehdidinde bulunmaktır.” şeklinde
tanımlamıştır. 103
Alex Schmid’in terörizm tanımı şu şekildedir; “Terörizm birey, grup veya devlet
aktörleri tarafından kişisel, kriminal veya politik sebeplerle korku ve endişe kaynağı olan
tekrarlanmış şiddet eylemleridir. Suikastlar hariç olmak üzere, bu eylemlerin doğrudan
hedefleri, asıl mağdurlar değildir. Şiddetin insan mağdurları, ilk aşamada mesaj
jeneratörü olarak, genelde hedef kitle içerisinden fırsatın elverişliliğine bağlı olarak
102
BECK, Robert J. & AREND, Anthony Clark: “Don’t Tread on Us: International Law and Forcible State
Responses to Terrorism”, Wis. Int’l L. J., Vol. 12, 1994, s. 163.
103
ERICKSON, s. 28.
rastgele veya önceden belirlenmiş temsili veya sembolik hedefler olarak seçilirler.
Teröristle, doğrudan mağdur ve hedef kitle arasında tehdit ve şiddet üzerine kurulu bir
iletişim süreci oluşturmak isterler. Teröristlerle mağdurlar ve esas hedef kitle arasındaki
tehdit ve şiddet üzerine kurulu iletişim süreci, söz konusu esas kitleyi, yani toplumun
genelini etkilemeyi amaçlamaktadır. Yıldırma, zorlama veya propaganda amaçlarından
hangisine ulaşılmak isteniyorsa, buna uygun olarak hedef kitle terörün, taleplerin veya
ilginin odağı haline getirilir.” 104
Bassiouni de terörizmi şu şekilde tanımlamıştır; “Terörizm, belirli bir toplum
içerisinde, iktidar olmaya yönelik bir sonuç elde etmek veya faillerin kendileri veya bir
devlet adına hareket edip etmediklerine bakılmaksızın, belirli bir davanın veya problemin
propagandasını yapmak için korku yaratmak üzere tasarlanmış, uluslararası düzeyde
yasaklanmış şiddetin, ideolojik olarak motive olmuş stratejisidir.” 105
Schacter terörizm için, “Saldırganların şiddet kullanarak veya kullanma
tehdidinde bulunarak hedef toplum üzerinde korku ve endişe ortamı yaratmak suretiyle
politik amaçlarına ulaşabilmeyi hedeflemesidir.” demektedir. 106
Thornton, “Terörizm, şiddet kullanma ya da şiddet tehdidi içeren normal dışı
yollarla siyasal davranışları etkilemek üzere dizayn edilmiş sembolik bir fiildir.” şeklinde
bir tanım yapmıştır. 107
104
SCHMID, Alex P.: “The Response Problem as a Definition Problem”, in Western Responses to
Terrorism, Ed. by. Alex P. Schmid & Ronald D. Crelinsten, London, Frank Cass & Company Ltd, 1993, s.
8’den aktaran BEŞE, s. 24-25. Beşe, Schmid’in bu tanımlamasının oldukça tarafsız olduğu ve bu nedenle
“bazıları için terörist olan, diğerleri için özgürlük savaşçısıdır” özdeyişindeki göreceli terörizm konseptine
müsaade etmediği değerlendirmesinde bulunmaktadır.
105
BASSIOUNI, 1999, s. 777. Bassiouni’nin 20-24 Ocak 1998 tarihleri arasında Siracusa’da düzenlenen
Terörizm Dahil, Çeşitli Görünümdeki Suçların Kontrolü ve Önlenmesi İçin Uluslararası İşbirliğine Dair
Birleşmiş Milletler Uzmanlar Toplantısı’nda yaptığı bu tanım, 14-18 Mart 1988 tarihleri arasında Viyana’da
düzenlenen Birleşmiş Milletler Bölgeler Arası Uzmanlar Toplantısında kabul edilmiştir. Bu tanımda, şiddet
araçlarının hukuk dışılığı, uluslararası hukuk kuralları tarafından belirlenirken, ideolojik veya politik hedef
ve amaçlar tarafından motive edilmeyen eylemler hariç bırakılmaktadır. Bu durumda tanımlama, terörizmin
kapsamlı bir yasal tanımlamasına ulaşmak için oldukça tatmin edici olmaktadır. Bu kuralların ihlal
edilmesinin sonuçları, bireysel olarak uluslararası ceza sorumluluğuna uğratılmayı da kapsamaktadır. Bkz.
BEŞE, s. 25.
106
SCHACHTER, 1993, s. 243.
107
THORNTON, T. P.: “Terror as a Weapon of Political Agitations”, in Internal War, Ed. by. Eckstein, H.,
London, 1964, s. 73’den aktaran BAŞEREN, 2002, s. 184.
Yonah Alexander ise, “Terörizm bireyler, ulusaltı gruplar veya devletler
tarafından politik, sosyal ve ekonomik hedeflere ulaşmak amacıyla hedef toplumda
saldırılan veya tehdit edilen kurbanlardan daha geniş bir etki alanı içinde bunaltıcı, karşı
konulamaz bir korku yaratmak niyetiyle gerçekleştirilen şiddet eylemidir.” tanımını
yapmıştır. 108
Uluslararası toplumun genel kabul görmüş bir terörizm tanımına ulaşamamasına
mukabil bireysel anlamda devletlerin terörizme dair değişik tanımlar yaptıkları
görülmektedir. Örneğin ABD devlet kurumları tarafından değişik tanımlar yapılmıştır:
Savunma Bakanlığı terörizmi, “... devrimci örgütler tarafından politik ve ideolojik
amaçlarla hükümetleri veya toplulukları sindirmek veya baskı altında tutmak niyetiyle
bireylere veya bireylerin mallarına karşı hukuk dışı kuvvet kullanımı veya kullanma tehdidi
veya şiddet uygulamasında bulunmak” şeklinde tanımlarken 109 Dışişleri Bakanlığı “…
ulusaltı gruplar veya gizli ajanlar tarafından sivillere karşı gerçekleştirilen önceden
tasarlanmış, politik amaçlı şiddet” tanımını yapmıştır. 110 Adalet Bakanlığı ise, “… sivil
toplumu korkutmak veya zorlamak, korku veya sindirmeyle ya da adam kaçırma veya
suikast yoluyla hükümetin davranışlarını etkilemek niyetiyle şiddet eyleminde bulunulması”
olarak tanımlamıştır. 111 Diğer taraftan F.B.I. (Federal Bureau of Investigation), “… politik
ve toplumsal amaçlarla bireylere veya mallarına karşı hükümetleri, sivil toplumu sindirmek
veya zorlamak amacıyla hukuk dışı kuvvet kullanımında ve şiddet uygulamasında
bulunulmasıdır” tanımını yapmıştır. 112 Terörizmle mücadeleye yönelik stratejiler
geliştirmek amacıyla kurulan dönemin başkan yardımcısı Bush’a bağlı olarak çalışması
sebebiyle Bush Komitesi olarak da adlandırılan Geçici Komite diğer hükümet birimlerince
daha önceden yapılmış tanımların bir bütün halinde ele alarak terörizmin tanımını
yapmıştır. Buna göre terörizm, “Siyasal ve toplumsal hedefler doğrultusunda kişilere ya da
mülkiyete karşı yasa dışı şiddet kullanılmasıdır ya da bu yönde bir tehdittir. Gözetilen
108
ALEXANDER, Yonah: “Terrorism in the Twenty-First Century: Threats and Responses”, DePaul Bus. L.
J., Vol. 12, 1999, s. 65.
109
BERES, 1995, (b), s. 239. Laqueur, bu tanımın zor ya da şiddetin “devrimci bir örgüt” tarafından
kullanılması üzerinde durduğu yorumunda bulunmaktadır. Bkz. LAQUEUR, s. 99.
110
BERES, 1995, (b), s. 239.
111
BERES, 1995, (b), s. 239.
112
BERES, 1995, (b), s. 239.
amaç genelde hükümeti, bireyleri ya da grupları sindirmek ya da baskı altında tutmak ya
da onların davranışlarını veya izledikleri politikaları değiştirmektir.” 113
İngiltere tarafından yapılan tanıma göre terörizm, “Politik, dinî veya ideolojik
amaçlarla bireylere ya da bireylerin mallarına karşı gerçekleştirilen, insan hayatını, kamu
sağlığını ve güvenliğini tehlikeye atan şiddet eylemleri”dir. 114
Terörizmi sürekli gündeminde tutan BM Genel Kurulu da 40/61 sayılı kararında
terörizmi üstünkörü bir şekilde, “Masum insanların hayatına son veren, temel hak ve
özgürlükleri tehlikeye atan, kişinin şeref ve haysiyetini ciddi bir şekilde ihlâl eden eylemler”
olarak tanımlamıştır. 115
Uluslararası Hukuk Komisyonu ise terörizmi, “Hedef toplumda söz konusu
toplumu saldırganların politik amaçlarını karşılamaya zorlamak için korku ve endişe
yaratmaya yönelik şiddet kullanma veya kullanma tehdidinde bulunma” şeklinde
tanımlamıştır. 116
Yapılan
tanımlar
değerlendirildiğinde
öncelikle
terörizme
ilişkin
tüm
tanımlamaların eksik olduğunu belirtmek gerekir. Var olan tanımlar ya terörizmin belli
yönleriyle sınırlıdır ya da sadece birkaç devlet tarafından kabul görmüştür. Çünkü gerçeklik
herhangi bir genellemeden daha zengin veya daha karmaşıktır. Değişmeyen tek bir terörizm
çeşidi yoktur, fakat bir çok terörizm şekli vardır. 117 Dolayısıyla, yapılan tanımların
terörizmi tam anlamıyla ifade edebildiğini söyleyebilmek mümkün değildir. Bununla
birlikte, terörizmin temel amacı tanımlanabilir nitelikte olup yapılan bütün tanımlar
terörizmin özü hakkında genel bir fikir vermektedir.
Tanımlarda da görüldüğü gibi, bütün terörist eylemler saldırganların politik
amaçlarını gerçekleştirebilmek amacıyla hedef toplumda korku ve endişe ortamı yaratmaya
113
LAQUEUR, s. 99. ABD’nin yaptığı terörizm tanımları hakkında bir değerlendirme için bkz.
NOTEBOOM, Aaron J.: “Terrorism: I Know It When I See It”, Or. L. Rev., Vol. 81, 2002, s. 567-573.
114
ALEXANDER, 1999, s. 63.
115
G.A. Res. 40/61, U.N. GAOR, Supp. No. 53, U.N. Doc. A/40/53 (1985).
116
U.N. Doc. A/cn. 4/Ser. A./1980/Add. 1 (1980).
117
LAQUEUR, s. 99.
yönelik şiddet uygulamaları ve şiddet tehdidinde bulunmalarını içermektedir. 118 Rehin
alma, uçak kaçırma, sabotaj, suikast, bombalama gibi bazı eylemlerin terörist eylemler
olduğu şeklinde genel bir kabul oluşmuştur. Ancak, bu kategorilere giren her eylem terörist
eylem statüsünde değildir. Çünkü, terörizm sadece eylemin niteliğine bakılarak
tanımlanamaz. Bir eyleme politik şiddet niteliği veren ve onu sıradan suçlardan ayırıcı
nitelikler üzerinde durulması gerekmektedir.
Hollandalı siyaset bilimci Alex Schmid, 1983 yılında yaptığı bir çalışmada 1936
ile 1981 yılları arasında terörizm hakkında yapılmış 109 farklı tanım tespit etmiştir. 119 1981
yılından sonra da yapılan pek çok tanım olmuştur. Yapılan bütün bu tanımlar terörizmin
şiddet kullanma veya kullanma tehdidi içerdiği, bir mücadele metodu olarak kabul edildiği,
amacının hedef kitlede korku ortamı yaratmak olduğu gibi hususlarda hemfikirdir. Schmid,
tanımlamalardan terörizmin amacı ve fonksiyonu hakkında 22 temel unsur ve 20 amaç
sıralamıştır. En fazla rastlanılan beş unsur; şiddet, politik amaç, korku, tehdit ve üçüncü
taraflar üzerinde psikolojik etkiye sebebiyet vermek olarak karşımıza çıkar. En fazla
rastlanılan beş amaç ise; toplumu terörize etmek, yetkilileri karşı önlemler almak zorunda
bırakmak, terörist kuvvetleri harekete geçirmek, hükümet kuvvetlerini de hareketsiz hale
getirmek, kamuoyunu olumlu veya olumsuz bir şekilde etkilemek ve rejimi değiştirmek
olarak tespit edilmiştir. 120
Terörizmde söz konusu olan şiddet genellikle sivillere yönelik olup politik bir
amaç taşımaktadır. Eylemler, herkes tarafından bilinilmesini sağlayacak şekilde
gerçekleştirilir. Çünkü terörist gruplar eylemleri ile fiziki bir tahribat gerçekleştirmenin
ötesinde psikolojik etkiler oluşturmayı amaçlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında terörizmi
sıradan suçlardan ayıran başlıca iki nitelik bulunmaktadır: Saldırganın ideolojik kaygısı ve
politik amacı. 121 Bu nedenle politik amaç kastı olmaksızın gerçekleştirilen şiddet eylemleri
dehşet saçmasına rağmen terörizm olarak düşünülmemelidir. Çünkü saldırganın amacı
118
Terörizme ilişkin yapılan tanımlar hakkında ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. BERES, 1995, (a), s. 127.
119
ERICKSON, s. 24-25.
120
AREND & BECK, s. 161; ERICKSON, s. 24-25. Schmid’in belirttiği diğer unsurlar ve amaçlar için bkz.
ERICKSON, s. 46, dn. 8 ve 9.
121
BASSIOUNI, 1999, s. 779.
kişisel bir kazanç olmayıp ideolojik nitelik taşımaktadır. Pek çok tanım teröristin politik
veya ideolojik kaygılarla hareket ettiği noktasında birleşmektedir. 122 Yine bu tanımlar
terörist faaliyetlerin, hükümetin davranışlarını etkilemek veya BM gibi uluslararası
örgütleri yönlendirmek amacıyla gerçekleştirildiği noktasında da ortaktır. 123
Terörizmi diğer suçlardan ayıran bu unsurları kısaca sıralamak gerekirse:
-Motivasyon; saldırganın amacı şahsi bir amaçtan çok ideolojik niteliklidir.
-İdeolojik amaca sahip saldırganın eylem sonucunda insan yaşamına veya
mülkiyet hakkına verilen zarardan şahsi bir çıkarı yoktur, oysa sıradan suçlular şahsi çıkar
amacıyla eylemde bulunur ve hedef olarak seçtiği kişi veya obje onun amacıyla doğrudan
ilişkilidir.
-Gerçekleştirilmiş veya gerçekleştirilmesi tehdidinde bulunulmuş bir şiddet
eylemi söz konusudur. Bu anlamda eylemler süreklilik arz eder.
-İdeolojik olarak motive olmuş bir saldırgan, gerçekleştirdiği eylemin herkes
tarafından bilinmesini ister. Çünkü mesaj vermek istediği hedef bir kitle vardır. Oysa
sıradan bir suçlu bu tür bir aleniyetten kaçınır. Bu anlamda fiil semboliktir. Fiilin sembolik
olması aynı zamanda terörizmi gerilla ve benzeri şiddet eylemlerinden ayırıcı bir husustur.
-Terörist eylemin yöneltildiği hedef genellikle suçsuz, olayla ilişkisi olmayan
kişilerden veya gruplardan oluşmaktadır.
-Politik bir gayeye yönelik olarak hedef seçilen toplumun davranışlarını
etkilemek veya şekillendirmek amacıyla korku ve endişe ortamı yaratarak toplumu
sindirmeyi amaçlamaktadır. 124
122
Terörizmin ayırıcı niteliklerini vurgulamak bakımından Bassiouni’nin vermiş olduğu örnek oldukça dikkat
çekicidir; Bir restoranı bombalayan kişi bu eylemi hükümeti devirmek için gerçekleştirdiğini iddia ediyorsa
bu terörist bir eylemdir. Eğer saldırgan restoranın sahibiyse ve sigorta şirketinden para alabilmek için bu
eylemi gerçekleştirmişse bu terörist bir eylem değildir. Bkz. BASSIOUNI, 1999, s. 782.
123
TRAVALIO, Gregory: “Terrorism, International Law, and Use of Military Force”, Wis. Int’l L. J., Vol.
18, 2000, s. 181-182.
124
ZAFER, s. 56; AREND & BECK, s. 162; BISONE, Federica: “Killing a Fly With a Cannon: The
American Response to the Embassy Attacks”, N. Y. L. Sch. J. Int’l & Comp. L., Vol. 20, 2000, s. 96.
Günümüzde terörizmi tanımlamaya yönelik yaklaşımlar eylemin dayandığı
politik, dinî ve sosyal nedenlere değil eylemin bizzat kendisine odaklanmalı ve dar
jeopolitik tanımlardan vazgeçilmelidir. Soğuk savaşın getirdiği kutuplaşmaların ortadan
kalktığı ve 11 Eylül saldırılarının neden olduğu daha önceden görülmeyen uluslararası
işbirliği arzusu göz önüne alınarak hukukî kriterlerin temel alındığı bir tanım yapılmalıdır.
Yapılacak tanım, terörist eylemlerin daha önceden öngörülemeyen çeşitlerini de
kapsayacak şekilde bu fiillerin genel ve ortak unsurlarını açığa çıkarmalıdır.
Bu tür bir yaklaşım kapsamında, hedef toplum üzerinde korku ortamı yaratmak
amacıyla sivil ve askerî hedeflere yönelik eylemleri terörist eylem olarak nitelendirmek,
hem kolay olacak hem de uluslararası toplumda kabul görme şansını yükseltecektir. Diğer
bir ifadeyle, hedef toplum üzerinde korku ortamı yaratmak amacıyla, örneğin, cinayet,
adam kaçırma, umumi yerlerin bombalanması, bombalı mektup gönderilmesi, uçakların
kaçırılması, rehin alma gibi aynı zamanda klâsik suç formatında tasnif edilebilecek
eylemler ne amaçla gerçekleştirildiğine bakılmaksızın kolayca terörist eylem olarak
nitelendirilebilecektir.
2. TERÖRİZMİN TARİHİ GELİŞİMİ
Terörizmin politik amaçlara ulaşabilmek için bir araç olarak kullanılması yeni
değildir. Bu kavramlar içerisinde değerlendirilebilecek olayları insanların toplu olarak
yaşamaya başladıkları döneme kadar götürmek mümkündür. Gerek devletler gerekse
bireyler, terörü çeşitli gayelere ulaşmak için kullanmışlardır. İnsanlık tarihinde kaydedilen
ilk terörist hareketlerin dinî nitelikli olduğu görülmektedir. Tarihte terörizme ilk olarak
M.Ö. 73-66 yılları arasında Romalılara karşı mücadele eden ve dinî bir hüviyete sahip
Zealot Siccarilerin başvurduğu ifade edilmektedir. 125 Siccariler’den yaklaşık bin yıl sonra
bu kez karşımıza M.S. 1090-1275 yılları arasında yoğun olarak görülen Haşhaşin Hareketi
125
ERICKSON, s. 34; BASSIOUNI, M. Cherif: International Terrorism: A Compilation of U.N.
Documents (1972-2001), Vol. II, Transnational Publishers, Newyork, 2002, s. 44. İki bin yıl önce Roma
İmparatorluğu zamanında Zealot Siccariler Filistin’in güney kısmındaki Roma şehirlerinde Roma
egemenliğine son vermek için suikastlar düzenlemişlerdir. Gerçekleştirilen suikastlar karşısında Roma
İmparatorluğu’nun Filistin valisi bütün Zealotların öldürülmesi emrini vererek Yahudilerin Kudüs’te
bulunmalarını yasaklamış ve tapınaklarını yıktırmıştır.
çıkmaktadır. Hasan Sabbah’ın kurucusu olduğu ve Siccariler gibi dinî bir nitelik taşıyan
Haşhaşin Hareketi de terörizmi bir mücadele yöntemi olarak benimsemiş ve
uygulamıştır. 126
Modern anlamda terörizm Fransız ihtilâli ile ortaya çıkmış ve ihtilâl öncesi ve
ihtilâl esnasında hem monarşinin hem de halkın elinde politik bir araç olarak
kullanılmıştır. 127 İhtilâl sonrasında 1793 yılında iktidara gelen ve Fransa’da yeni bir rejim
kurmak isteyen Jakobinler, terörizmi şiddet ve baskı politikası olarak sistematik şekilde
uygulamıştır. 128 Robespierre gibi Fransız devrimcileri, terörü sistematik hale getirmişler ve
toplumda toptan bir devrimin parçası bağlamında politik dönüşümü sağlamak için bir araç
olarak kullanmışlardır. 129
Fransız Devrimi sırasındaki “Terör Dönemi” ile Rus anarşistler Bakunin ve
Nechayev’in “Revolutionary Catechism” dönemlerinde modern uluslararası terörizm
önemli gelişmeler kat etmiştir. Her iki dönemde de terörist hareketler daha çok ulusal bir
görünüm arz etmekle birlikte modern uluslararası terörizmin ideolojik temelleri
atılmıştır. 130
Terör eylemleri daha sonraki yıllarda da Avrupalı uluslar tarafından sağ-sol
ideoloji veya militan milliyetçilik amacıyla öldürme, bombalama, suikast gibi değişik
eylemler tarzında gerçekleştirilmeye devam etmiştir.
Geçen yüzyılın başlarından itibaren özellikle Osmanlı İmparatorluğu ve
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi büyük devletlere karşı etnik bazı gruplar
126
ERICKSON, s. 34; ZAFER, s. 12; ALEXANDER, 1999, s. 65; LONG, Patricia A.: “In the Name of
God: Religious Terrorism in the Millennium an Analysis of Holy Terror, Government Resources, and the
Cooperative Efforts of a Nation to Restrain Its Global Impact”, Suffolk Transnat’l L. Rev., Vol. 24, 2000, s.
56.
127
İhtilal öncesi, temel gıda maddelerinin azalması halkı paniğe ve şiddete sevk etmiş ve bunun sonucunda
linç ve suikast gibi değişik şiddet eylemleri gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Bu tür şiddet eylemlerinin
faillerinin sert bir şekilde cezalandırılması ve halk üzerinde korku ve dehşetin yaygınlaştırılması suretiyle
önlenebileceğini düşünen yöneticiler devlet terörüne başvurmuşlardır. Bkz. ZAFER, s. 13.
128
Jakobinler karşı devrimci girişimleri cezalandırmak amacıyla 13 Mart 1793’de Devrim Mahkemelerini
kurmuştur. Fransız Devriminde 13 Mart 1793 ve 27 Temmuz 1794 tarihleri arasında geçen ve tahminen
20.000 kişinin öldürüldüğü ve 300.000 kişinin de tutuklandığı bu döneme “Terör Dönemi” (Reign of
Terror) adı verilmektedir. Bkz. FIELDS, Louis G.: “Contemporary Terrorism and the Rule of Law”, Mil.
L. Rev., Vol. 113, 1986, s. 3. Bu dönem hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. HARZENSKI, s. 147-157.
129
HENDERSON, s. 10.
130
LARSCHAN, s. 123.
tarafından bağımsızlık mücadelesi adı altında terörizme başvurulmuştur. Bununla birlikte,
günümüzde bizi ilgilendiren yönüyle terörizm 1960’lardan itibaren kaydettiği gelişmeler
yönüyle incelenmelidir. Bu dönem modern uluslararası terörizm dönemi olarak
adlandırılmaktadır. Zira uluslararası terörizm, esas itibarıyla 1960’ların sonunda politik
şartların ve teknolojik gelişmelerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkmıştır. İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra oldukça gelişmiş olan silah teknolojisi gerek maliyetinin, gerek tahrip
gücünün çok yüksek olması nedeniyle ulusal amaçlara ulaşabilmek için başvurulan nizamî
savaşları kullanılabilir bir yol olmaktan çıkarmıştır. Bunun yanı sıra, Latin Amerika’da,
Fidel Castro’nun Küba’daki başarısından esinlenen kırsal gerilla hareketlerinin başarısız
olması üzerine solcu gerilla grupları terörist taktikler kullanmaya başlamışlardır. Benzer
şekilde, Arapların 1967 Arap-İsrail savaşını kaybetmeleri üzerine Filistinli gruplar, İsrail ve
onun destekçilerine karşı global bir saldırı hareketine başlamışlar, Avrupa, Japonya ve
ABD’de de çeşitli öğrenci gruplarının düzenlediği kitlesel eylemlerin başarısız olması
üzerine terörist taktikler başlıca yol olmuş, diğer gruplar tarafından da kullanarak dünya
genelinde yayılmıştır. 131
3. TERÖRİZMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ
A. Terörizmin Nedenleri
Terörizme karşı mücadelede başlıca amaç, terörizmi önlemek veya en azından
sıklık ve şiddetini azaltmaktır. Teröristlerin psikolojisini, motivasyonlarını ve amaçlarını
bilmek söz konusu mücadelede oldukça önemlidir.
Bu açıdan bakıldığında terörizmi yalnız bir güvenlik sorunu olarak ele almak ve
çözüm üretmeye çalışmak yeterli değildir. Çünkü terörizm, bir güvenlik sorunu olmanın
ötesinde siyasî, ekonomik, sosyal ve kişisel sebeplere dayanan bir problemdir. 132 Terörizm
genel olarak, özellikle kitlelerin ideolojik anlamda aşırı derecede şartlanmalarından, başta
131
LARSCHAN, s. 118.
Örneğin Pakistan uluslararası terörizmin tanımlama probleminin çözümünün terörizmin nedenlerinde
bulunabileceğini belirtmektedir. Bkz. OBOTE-ODORA, Alex, “Defining International Terrorism”, E
Law-Murdoch
University
Electronic
Journal
of
Law,
Vol.
6,
No.
1,
1999,
http://www.murdoch.edu.au/elaw/issues/ v6n1/obote-odora61_text.html (16. 05. 2002).
132
kaynakların eşit olmayan bir şekilde paylaşımı nedeniyle ortaya çıkan ağır ekonomik
şartların ve daha da ciddi olarak toplulukların etnik ve dinî farklılıklarının sebep olduğu
çeşitli nedenlerden kaynaklanmaktadır. 133 Ayrımcılık, eşitsizlik ve mahrumiyetin siyasî ve
sosyal sonuçları terörizmi besleyen temel unsurlar olarak karşımıza çıkar.
Dolayısıyla terörizm konusunda yapılacak bir değerlendirmenin sağlıklı
olabilmesi için bahsedilen hususların dikkate alınması gerekmektedir. Bununla birlikte
çalışmanın genel çerçevesini göz önünde tutarak devlet destekli uluslararası terörizmin
nedenlerini ele almak daha sağlıklı bir yaklaşım olacaktır. Kuzey İrlanda ve Filistin
örneğinde görüldüğü üzere sömürgecilik ve yabancı işgalinin terörizme neden olan başlıca
sebep olduğu görülmektedir. Mevcut uluslararası ekonomik sistemin hâkim yapısı dikkate
alındığında ekonomik faktörlerin de terörizmin nedenleri arasında önemli bir yer işgal ettiği
görülecektir. Yoksulluğun terörü körüklediği ve umutsuz insanların terör örgütlerince
kolaylıkla kullanılabileceği açıktır.
Terörizmin her zaman politik, ekonomik veya kişisel bir hedefe yönelik olması
gerekli değildir. Bu tür sebeplere ek olarak dinî saiklerle hareket eden terörist gruplar da
söz konusudur. Spesifik olarak politik bir hedeften ziyâde dinî hedeflere sahip olan din
kaynaklı terörizm, Soğuk Savaş sonrası dönemde tehlikeli bir görünüm arz etmeye
başlamıştır.
Zealot Siccariler örneğinde de görüldüğü gibi; uzun bir geçmişe sahip olmasına
rağmen din kaynaklı terörizm son yıllarda değişik din ve inanışlara mensup teröristlerin
gerçekleştirdiği eylemlerle birlikte daha sık bir şekilde gündeme gelmeye başlamıştır. Din
kaynaklı terörizm ile seküler terörizm arasındaki temel ayrım eylemin meşrulaştırılmasında
ve aldıkları örneklerde söz konusu olmaktadır. Örneğin El Kaide ve benzeri terörist
133
18.12.1972 tarihinde Cezayir’in girişimiyle III. Dünya ülkeleri tarafından hazırlanan bir dilekçe üzerine
Genel Kurul’un 3034 sayılı Kararı ile kurulan Ad Hoc Komite 1979 yılında uluslararası terörizmin
nedenlerinin de yer aldığı bir çalışmayı Genel Kurula sunmuştur. Bu raporda sömürgecilik, ırka dayalı
ayrımcılık, diğer devletlerin içişlerine karışma, kitlesel göçlere neden olan baskı, yabancı işgali veya
egemenliği, uluslararası ekonomik düzenin adaletsiz yapısı, doğal kaynakların yabancılar tarafından
işletilmesi veya sosyal eşitsizlikler, yaygın insan hakları ihlalleri, açlık ve fakirlik gibi sebepler uluslararası
terörizmin nedenleri arasında sayılmıştır. Bkz. SCHREIBER, Ross E.: “Ascertaining Opinio Juris of States
Concerning Norms Involving the Prevention of International Terrorism: A Focus on the U. N. Process”, B.
U. Int’l L. J., Vol. 16, 1998, s. 321, dn. 96.
örgütlerin
eylemlerini
meşrulaştırabilmek
için
sık
sık
İslamiyet’e
başvurduğu
görülmektedir. Bu nedenle özellikle batılı devletler İslam dinine mensup teröristleri
“fanatik” olarak nitelendirmekte ve söz konusu kişilerin gerçekleştirdiği terörist eylemlerin
“kutsal savaş” olarak da adlandırılan “cihat” kavramından kaynaklandığını iddia
etmektedirler. 134 Ortadoğu’daki terörün sebebi olarak İslamiyet’in gösterilmemesi
gerektiğini ve terörün asıl sebebinin din kaynaklı olmadığını savunan Telhami, dinin söz
konusu eylemleri meşrulaştırmada bir araç olarak kullanıldığını ileri sürmektedir. Bu
görüşünü desteklemek üzere 1960’lı yıllarda en radikal Filistinli gruplardan biri olan
Filistin Halk Kurtuluş Örgütü lideri Hıristiyan asıllı George Habbash olduğu
hatırlatmasında bulunan yazar, Afganistan’ın SSCB tarafından işgalinden sonra ABD’nin
komünizmin yayılması korkusuyla İslami grupları Afganistan’da Sovyet işgaline karşı
savaşmaya teşvik ettiğini ve bunu yaparken de İslamiyet’i kullandığına işaret ederek
yaşanan çelişkiye dikkat çekmektedir. 135 Ayrıca diğer din ve inanışlara mensup kişilerin
gerçekleştirdiği terörist eylemler, terörizmin İslam dinine mensup kişilerle sınırlandırılması
ve Müslümanların potansiyel terörist olarak suçlanmasına yönelik yaklaşımı tekzip
etmektedir. Örneğin 25 Şubat 1994’de Baruch Goldstein isimli bir Yahudi yerleşimci Halil
İbrahim Camii’nde ibadet eden Filistinli Müslümanların üzerine ateş açmış, 29
134
Batı’nın bu yaklaşımlarına batı medyasından da eleştiriler gelmektedir. Örneğin İngiliz gazeteci Robert
Fisk, İslami terörün ortaya çıkmasının ve tırmanmasının temelinde Amerika’nın Ortadoğu’da sorumlu
davranmaması, İsrail saldırılarını desteklemesi, uzun süre Irak’a ambargo uygulayıp Iraklı çocukların
ölmesine göz yummasının yattığı değerlendirmesinde bulunmaktadır. Fisk’in dikkat çektiği diğer bir nokta
da, sürekli olarak Batı’nın tehdit altında olduğu vurgulanırken, Ortadoğu insanının maruz kaldığı terörün
hiçbir şekilde gündeme getirilmemesidir. Örneğin, İsrail’in müttefiki Falanjist milislerin, Filistin Mülteci
Kampları Şabra ve Şatilla’da gerçekleştirdiği ve 1.800 kişinin ölümüyle sonuçlanan katliamın, modern
Ortadoğu’da görülen en büyük terörist eylem olduğu ifade edilmiştir. Bu katliamı FKÖ’nün Lübnan’dan
çıkarılması için tasarlanan ve İsrail’in ABD’nin onayı ile Lübnan’ı işgal etmesi izlemiş ve bu işgal yaklaşık
17.500 sivilin ölümüne neden olmuştur. Bu rakam, 11 Eylül saldırılarında hayatını kaybeden insan sayısının
beş katıdır. Uluslararası toplumun yaşanan bu katliamlara ve haksızlıklara tepki göstermemesi bölge
insanının umutsuzlaşmasına sebep olmakta ve fanatizmi beslemektedir. Bu açıdan bakıldığında
Ortadoğu’daki terörün tırmanmasında büyük güçlerin bölgeye yönelik politikalarının önemli etkisinin
olduğu görülmektedir. Dolayısıyla Ortadoğu’da dinî terörün geniş taban bulmasını ve kitlelerin aşırı
akımlara kapılmasını İslam dinine dayandırmak sağlıklı bir yaklaşım olmayacaktır. Bkz. SEYDİ,
Süleyman: “Batı'nın İslamî Teröre Yaklaşımı”, http://www.stradigma.com/turkce/eylul2003/makale_
01.html (01. 10. 2003). Benzer bir yaklaşım için bkz. QUIGLEY, John: “International Law Violations by
the United States in the Middle East as A Factor Behind Anti-American Terrorism”, U. Pitt. L. Rev. Vol.
63, 2002, s. 815-835.
135
TELHAMI, s. 593-594.
Müslüman’ın ölümüne ve pek çoğunun da yaralanmasına neden olmuştur. Kach Örgütü 136
mensubu olan, politik ve dinî saiklerle hareket ettiği belirtilen saldırgan şehit olarak
tanımlanmıştır. 137 Saldırıdan kısa bir süre sonra İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin’i öldüren
Yigal Amir ismindeki Yahudi öğrenci de, Tanrı’nın emirlerini yerine getirdiğini
söylemiştir. Benzer şekilde Japonya’daki Aum Shinrikyo adlı tarikatın gerçekleştirdiği
terörist saldırı da din kaynaklı terörizme örnek olarak gösterilebilir.
Amerikan askerî birliklerinin Suudi Arabistan’daki varlığının, Irak’ın işgalinin,
Amerika destekli İsrail’in Filistinlilere karşı uyguladığı şiddet politikalarının bölgede
öfkenin iyice artmasına ve militan İslam kadrolarının güçlenmesine sebep olduğu da bir
gerçektir. Bu eylemlere ivme kazandırma bakımından din itici bir güç olarak önem
taşımasına rağmen, dinî bölgedeki terörün arkasındaki tek motif olarak görmek yanlıştır.
Özellikle Filistin kaynaklı terör faaliyetlerinde bu daha da yanlıştır. Ortadoğu’da faaliyet
gösteren terör gruplarının söylemleri incelendiğinde El Kaide Örgütünün Filistin sorununu
kendi faaliyetleri için malzeme yapması örneğinde görüldüğü üzere Arap-İsrail
çatışmasının merkeze oturduğu görülmektedir. İslamiyetin savaşta sivillerin öldürülmesini
yasakladığı halde neden Amerikalı ve İngiliz sivilleri hedef gösterdiği sorulduğunda
“Kutsal topraklarımız İsrailli ve Amerikalı güçlerce işgal edildi. Kendimizi savunmak ve
kutsal topraklarımızı özgürlüğe kavuşturmak bizim hakkımız. İsrailliler Filistin’de küçük
çocukları öldürüyorsa, bu, Amerikan halkının bizimle savaştığı ve bizim de onları hedef
göstermeye hakkımız olduğu anlamına gelir” cevabını veren Usame Bin Ladin, Amerika’da
vergi veren herkesin, Müslümanlara yönelik savaşa yardım ettiği için hedef olduğunu
söylemiştir. 138
Filistin’deki şiddet eylemlerinin George Habbas örneğinde olduğu gibi İslami
olmanın yanında milli olduğu ve daha ziyade milliyetçilik duygularıyla beslendiği açık bir
şekilde görülmektedir. Filistinlilerin mücadelesinin Batı’yla mücadele etmekten çok İsrail
işgaline karşı gerçekleştirilen bir özgürlük hareketi niteliğinde olduğu söylenebilir.
136
1971’de Amerikan asıllı Yahudi Rabbi Meir Kahane tarafından kurulan Kach Örgütü, Büyük İsrail olarak
adlandırılan topraklarda teokratik bir devlet kurmayı ve Arapları bölgeden kovmayı amaçlamaktadır.
137
RANSTORP, Magnus: “Terrorism in the Name of Religion”, J. Int’l Aff., Vol. 50, No. 1, 1996, s. 41.
138
SEYDİ, http://www.stradigma.com/turkce/eylul2003/makale_01.html (01. 10. 2003).
Söylemlerinde de bağımsızlıklarını kazanmak için terör eylemlerini tercih ettiklerine dair
vurgular göze çarpmaktadır. Örneğin, Hizbullah lideri Şeyh Hasan Nasrallah, “İsrail'e karşı
savaşamayız, çünkü orduları, donanmaları ve nükleer silahları var, o halde
yapabileceğimiz tek şey ölümü enselerinde hissettirmektir” derken, Edward Said,
“Hizbullahın, Vietnamlıların Amerikalılara karşı geliştirdikleri türden bir strateji
uyguladığını” söylemektedir. 139 Bu durum pek çok ortak noktası olmasına rağmen Filistin
hareketiyle diğer İslami hareketler arasında belirgin bir farklılık yaratmaktadır. Sonuç
olarak Filistin sorununun çözümünde yaşanan belirsizliğin, terörün tırmanmasına yardımcı
olduğu açık bir gerçektir.
B. Terörizmin Amacı ve Hedefleri
Terörist metotlara başvuranların amaçları ve yapıları oldukça farklılık arz
etmektedir. Günümüzde bağımsızlık mücadelesi veren grupların yanı sıra anarşist, aşırı
solcu, devrimci ve dinî nitelikli değişik grupların da terörist eylemlere başvurdukları
görülmektedir. Bu grupların her birinin özellikleri ve amaçları farklıdır. Örneğin
Japonya’daki Kızıl Ordu, İtalya’daki Kızıl Tugaylar, Kolombiya’daki Devrimci Silahlı
Güçler toplumun sosyopolitik yapısını dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Diğer taraftan ETA
(Euzkadi to Azkatasuna/Basque National Liberty Movement), IRA (Irish Republican
Army) ve Sri Lanka’daki Tamil Kaplanları gibi terörist grupların da etnik temele dayalı
olarak kendi devletlerini kurmayı hedefledikleri görülmektedir. Bunların yanı sıra
Filistin’in bağımsızlığı için mücadele veren ve aynı zamanda dinî bir nitelik taşıyan Hamas,
İslami Cihad, Hizbullah gibi çeşitli gruplar da mevcuttur. Filistinliler, Katolik İrlandalılar,
Basklılar gibi bağımsızlık için mücadele eden grupların yanı sıra Marksist temellere dayalı
ideolojik amaçlara ulaşabilmek için mücadele eden Baader-Meinhof Çetesi türünde örgütler
ve dinî fanatizmi temsil eden El Kaide gibi örgütler de yer almaktadır. Bu nedenle,
uluslararası terörizm hakkında teorik bir çerçeve oluşturabilmek oldukça zordur. 140
139
SEYDİ, http://www.stradigma.com/turkce/eylul2003/makale_01.html (01. 10. 2003).
JOYNER, Christopher C. & WITTES, Tamara Cofman: “International Terrorism and U. S. Policy:
Threat and Response”, Current World Leaders, Vol. 39, No. 3, 1996, s. 2.
140
Terörizmi bir mücadele yöntemi olarak benimseyen söz konusu grupları
harekete geçiren saiklerdeki farklılıklar ele alındığında, terörizmin temel amacının genel
olarak hedef toplumun politik, sosyal ve ekonomik yapısını destabilize ederek değişmesini
sağlamak ve hükümetin karar verme sürecinde daha fazla etkili olabilmek olduğu görülür.
Ayrıca terörist grupların menfaatlerini olumsuz etkileyen politikalarını değiştirmesi için
hedef devlet üzerinde kamuoyu baskısı sağlamak da amaçlanmaktadır. 141 Ancak
propaganda aracı olarak başvurulduğu gözlenen terörist saldırıların amacının her zaman
politik olması gerekmez. Örneğin dinci teröristler belirli politik hedeflere ulaşmaktan
ziyade dinî hedeflere yönelir. 142
Teröristler amaçlarına ulaşabilmek için hedef toplumu şok ederek ve şaşırtarak
toplum üzerinde psikolojik bir etki yaratmayı ve böylece hükümete karşı güvenin
azalmasını istemektedirler. Bu amaçla da toplumun temel değerlerine saldırılır. Demokratik
liberal sistemlerde temel değerler “hukukun üstünlüğü”, “insan hakları” ve “demokratik
parlamenter rejim” ve “demokratik yönetim”dir. Terörizm bu simgeleri ve değerleri hedef
alır. 143 Kurbanın totaliter bir devlet olduğu terörist olaylar oldukça azdır. Totaliter devletler
terörist eylemlerin kurbanı olmaktan ziyade destekçisi veya uygulayacısı konumundadırlar.
Teröristler, insanlara ihtiyaç duyduklarında devletin kendisine yardım edemeyeceğini
göstermek ve gerçekleştireceği eylemlerle de bu durumu sık sık hatırlatmak isterler. Bunun
için de masum insanları öldürürler. Rehin alma, uçak kaçırma ve bombalama, adam
kaçırma, soygun, suikast, kundaklama gibi eylemler hedef topluma yönelik psikolojik bir
kampanyanın görünümleri olarak karşımıza çıkar.
Terörist strateji içerisinde devletin terörizmle mücadelesini önleyebilmek için,
bu mücadeleyi yürütenlerin özellikle hedef seçilmesi mümkündür. Bu durum, genel bir
141
EZELDIN, Ahmed G.: “Terrorism in the 1990’s: New Strategies and the Nuclear Threat”, Int’l J. Comp.
& Applied Crim. Just., Vol. 13, 1989, s. 9’dan aktaran CAPEZZUTO, Louis J.: “Preemptive Strikes
Against Nuclear Terrorists and their Sponsors: A Reasonable Solution”, N. Y. L. Sch. J. Int’l & Comp. L.,
Vol. 14, No. 2-3, 1993, s. 377.
142
COHAN, s. 80.
143
BAŞEREN, 2002, s. 187. ABD eski Dışişleri Bakanlarından George Schultz terörizmin sadece batı
dünyasının çıkarlarını değil, aynı zamanda demokratik toplum değerlerini de hedef aldığı yorumunda
bulunmuştur. Bkz. ERICKSON, s. 39.
strateji olarak devletin terörizmle mücadele eden organlarının yıldırılmasına yönelik taktik
bir tercih olarak görülmektedir. 144
Siyasî iktidarın yıpranması ve toplum üzerindeki otoritesinin zayıflamasıyla
oluşacak böyle bir ortamda doğacak otorite bunalımı, kitlelerin kurulu otoriteye karşı
başkaldırması amacıyla kullanılacaktır. Bundan dolayı terör örgütleri, şiddet eylemlerine
başvurarak devletin vatandaşlarının özgürlüklerini kısıtlayan sert tedbirler almasını ve
dolayısıyla halkın bu durumdan rahatsızlık duymasına sebep olmayı hedefler. 145 Kurulu
otoriteye karşı doğabilecek güvensizlik, sosyal problemleri çözmek amacıyla kitlelerin
şiddet eylemlerine başvurmalarına neden olabilecektir. Bu anlamda terör eylemi amaca
ulaşmak için kullanılan bir vasıta konumundadır. Şiddet içeren terörist eylemle, hareketin
neden olduğu somut neticenin ötesinde amaçlar güdülmektedir. Bir başka deyişle, etki için
şiddet kullanılmakta ve propaganda yapılmaktadır.
C. Terörizmin Yöneldiği Hedefler ve Uyguladığı Yöntemler
Teröristler hedef toplumda saldırdıkları veya tehdit ettikleri sivil veya askerî
kurbanlardan daha geniş bir kitle üzerinde aşırı korku yaratmaya çalışmaktadırlar. Zira
terörist eylemlerin başarısı eylem neticesinde meydana gelen can ve mal kaybı gibi fiziki
sonuçlardan çok toplum üzerinde yarattığı psikolojik etki ve siyasî sonuçlarla
ölçülmektedir. Bu nedenle eylemlerinin etkili olmasını, seslerinin daha fazla çıkmasını,
hedef aldıkları toplumu bütünüyle etkilemesini amaçlamakta ve hedeflerini de bu amacı
gözeterek belirlemektedirler. Sıradan bir yere veya sıradan bir insana karşı gerçekleştirilen
eylemle, önemli bir kuruluşa ya da saygınlığı olan birine karşı gerçekleştirilen eylemin
doğuracağı sonuçların farklı olacağını bilmektedirler. Dolayısıyla da hedeflerini seçme ve
eylemlerini planlama aşamasında dikkatleri kendileri üzerinde toplamaya ve hedef
toplumda korku ve dehşet ortamı oluşturmaya en elverişli hedef ve yöntemleri seçmektedir.
Hareketin doğrudan doğruya doğurduğu netice değil neticenin ötesinde yaratılmak istenen
144
BAŞEREN, 2002, s. 187.
İÇLİ, Tülin Günşen: “Terörün Sosyal Yapı Üzerindeki Etkileri”, Dünyada ve Türkiye’de Terör, Ed. Ali
Tarhan, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, 1. Baskı, Ankara, 2002, s. 175.
145
etki önem taşımaktadır. Bir kişiyi öldürüp milyonları korkutarak onların siyasal tercihlerini
etkilemek amaçlanmaktadır. Dolayısıyla gerçekleştirilen eylemin sembolik olduğu
görülmektedir. 146 Bu nedenle terörist eylemlerin gerçekleştirilmesinde uygulanan metotlar,
ulaşılmak istenen amaçlar, saldırganlar ve kurbanlar bakımından değişiklik arz etmiş ve
geniş bir eylem yelpazesi oluşmuştur. Muhtemel bütün terörist eylem türlerini, planlarını
bilmek ve buna uygun hukukî bir sistem oluşturmak mümkün değildir. Bununla birlikte,
bombalama, adam kaçırma, kundaklama, uçak kaçırma, suikast, özel ve kamu malının
tahrip edilmesi, sivil insanların hedef alınması gibi yollara başvurulduğu görülmektedir.
Hedef alınan kitle içinde hükümet görevlileri, siyasetçiler, diplomatlar, askerî
görevliler, emniyet görevlileri, iş adamları, yolcular, öğrenciler vb. kişiler yer almaktadır.
Ancak terörist eylemin kurbanı olan bu kişilerle teröristler arasında herhangi bir bağlantı
yoktur. Fail çoğu kez kurbanını hiç tanımaz. Mağdur her zaman tümüyle masumdur, sadece
başkaları üzerinde yaratılacak bir etki adına kurban edilmektedir. 147 Terörizm bir kişiyi
sadece o kişinin etnik kimliği, milliyeti veya dinî inancı nedeniyle hedef alabilir veya
kurban örneğin tesadüfen teröristlerin hedef aldığı bir sinema salonunda izleyici veya yolcu
uçağında yolcu olması nedeniyle terörist saldırıya maruz kalabilir. Terörist eylemler
genellikle sivillere yönelik olmasına rağmen insansız hedeflere de yönelebilmektedir. Bu
kapsamda hükümete ait binalar, araçlar ve tesisler, restoranlar, oteller, toplu taşıma araçları,
petrol boru hatları, süper marketler, alışveriş merkezleri, havaalanları, bankalar, tren
istasyonları, elektrik santrallerinin de hedef alındığı görülmektedir. Özellikle terörizmin
temel amaçlarından biri olan amaçlarını dünyaya duyurma ve hedef toplumda korku ortamı
oluşturma bakımından uçaklara karşı girişilen terörist saldırıların etkili bir yol olarak
varlığını devam ettirdiği görülmektedir. 148 Sivil taşımacılıkta kullanılan uçaklara karşı
gerçekleştirilen terörist saldırılar genellikle kaçırma ve rehin alma, füze veya roketle
saldırma,
bombalama,
havaalanlarının
bombalanması
gibi
eylemler
şeklinde
gerçekleşmekteyken 11 Eylül saldırılarında kaçırılan uçakların birer füze şeklinde
146
BAŞEREN, 2002, s. 184.
BAŞEREN, 1998, s. 160.
148
Hindistan Havayollarına ait bir uçağın ayrılıkçı Sihler tarafından düşürülmesi ve 329 kişinin ölmesi, 259
kişinin ölümüne yol açan ünlü Lockerbie faciası gibi pek çok örnekleri vardır.
147
kullanılarak ticaret merkezleri gibi kalabalık insan topluluklarının bulunduğu veya hükümet
binaları gibi devletlerin egemenliği ile doğrudan ilgili binaları hedef aldığı görülmüştür.
Günümüzde teknolojik gelişmeler terörist gruplara yeni saldırı imkânları
sağlamaktadır. Terör örgütlerinin, toplum üzerinde büyük bir korku ve panik ortamı
yaratmaya oldukça elverişli olan ve aynı zamanda can ve mal kaybı hususunda büyük bir
risk taşıyan kitle imha silahı elde ederek eylemlerde bulunabilecekleri ihtimali göz ardı
edilmemelidir. Teknolojik gelişmeler kimyasal ve biyolojik silahların üretilmesini ve
saklanmasını oldukça kolay hale getirmiş ve artık kitle imha silahlarının nasıl
üretilebileceği bilgisine kolaylıkla ulaşılabilir hale gelinmiştir. 149 Kitle imha silahları, geniş
bir alanda ölümcül etkiye sahip olmaları bakımından terörist grupların hedef toplum
üzerinde oluşturmak istediği dehşet ortamını oluşturmak için elverişli bir yoldur.150
Nitekim terörist grupların sınırlı maddî imkânlarına rağmen bu tür silahlara sahip olmaya
çalıştıkları görülmektedir. 151 Kullanılması durumunda büyük bir tahribata neden olabilecek
bu tür ölümcül silahların terörist grupların eline geçmesi durumunda neler olabileceğinin en
açık örneği 1995 yılında Japonya’da meydana gelen sarin gazı saldırısıdır. 152 Mart 1995’de
Japonya’da Tokyo Metrosunda Aum Shinrikyo adlı terörist bir grup tarafından sarin gazı
kullanılarak düzenlenen saldırıda 12 kişi hayatını kaybetmiş, binlerce kişi de
yaralanmıştır. 153 Diğer taraftan, terör örgütleri ile organize suç örgütleri arasındaki ilişkinin
149
TRAVALIO, Greg & ALTENBURG, John: “State Responsibility for Sponsorship of Terrorist and
Insurgent Groups: Terrorism, State Responsibility, and the Use of Military Force”, Chi. J. Int’l L., Vol. 4,
2003, s. 110.
150
ROMANO, John-Alex: “Combatting Terrorism and Weapons of Mass Destruction: Reviving the Doctrine
of a State of Necessity”, Geo. L. J., Vol. 87, 1999, s. 1027.
151
LONG, s. 53. Kitle imha silahları ifadesi ile genellikle nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlarla radyolojik
silahlar kastedilmektedir. Özellikle Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bu ülkenin sahip olduğu kitle imha
silahlarının teröristlerin eline geçmesinden endişe edilmektedir. 1997 yılında Rusya Güvenlik Konseyi eski
Başkanı Alexander Lebedev’in 100 adet nükleer bombanın kayıp olduğunu açıklaması bu endişeleri daha da
artırmıştır. Bkz. ROMANO, s. 1028.
152
Yonah Alexander, teröristlerin 1 kiloton büyüklüğündeki (bu patlama Hiroşima saldırısının 1/20
ölçeğindedir) bir nükleer bomba ile gerçekleştireceği saldırı sonucu 100.000’den fazla insanın öleceği ve
trilyonlarca dolarlık maddî zararın gerçekleşeceğine ve doğuracağı diğer olumsuz sonuçlarla birlikte
Çernobil faciasından daha büyük bir felakete yol açacağına dikkat çekmektedir. Bkz. ALEXANDER, 1999,
s. 77.
153
Örgütün kurucusu Shoko Asahara’nın tutuklanmasından sonra yapılan araştırmalarda 4 milyondan fazla
kişiyi öldürmeye yetecek kadar sarin gazı ile örgüt mensuplarınca üretilen kimyasal ve biyolojik maddeler
bulunmuş, ayrıca Örgütün nükleer, kimyasal ve biyolojik silah üretmek için yoğun bir çalışma yürüttüğü ve
bu amaçla Rusya ve ABD’den bu devletlerin haberi olmaksızın malzeme tedarik ettiği ortaya çıkmıştır.
Bkz. ROMANO, s. 1023; LONG, s. 62.
giderek artması ve teröre destek veren ülkelerin de bu tür silahlara sahip olmaya
çalışmalarına dikkat çekilerek terörist örgütlerin bu silahları elde etme ihtimalinin artacağı
ifade edilmektedir. 154
Buna karşılık bazı görüşler ise, nükleer silahlarla kimyasal ve biyolojik silahlar
arasında bir ayrım yaparak terörist grupların nükleer silah kullanabilecekleri ihtimalinin
abartılmaması gerektiğini ileri sürmektedir. 155 Örneğin Bassiouni nükleer silahları korumak
için uygulanan etkili güvenlik önlemleri nedeniyle bu tür bir saldırı ihtimalinin düşük
olduğunu belirtmektedir. 156 Terörist grupların nükleer silah kullanabileceklerine dair
yapılan spekülasyonlara rağmen bu güne kadar bu şekilde bir saldırının gerçekleşmediği de
görülmektedir. Nükleer silahlara göre elde edilebilmesi daha kolay olan ve kullanılması
durumunda ölümcül sonuçlara yol açabilecek kimyasal ve biyolojik silahlarla
gerçekleştirilmiş terörist saldırı sayısı ise çok azdır. 157
D. Terörizmin Sonuçları
a. Siyasî Sonuçları
Terörizm gerek iç politikada gerek uluslararası politikada önemli pek çok
değişikliklere neden olmaktadır. Örneğin teröristler ve onların destekçisi olan devletler,
ABD’nin dış politikasını değiştirmiş ve politikalarını uygulama yeterliliğini etkilemiş,
ABD’yi terörizme karşı önlem almaya ve bu amaçla müttefikleri ile olan ilişkilerini
güçlendirmeye sevk etmiştir. Diğer taraftan terörizm tehdidi altında bulunan devletler
terörizmle mücadele edebilmek amacıyla birtakım yasal düzenlemelere başvurmakta ve
terörizmle mücadele adı altında kişisel özgürlükleri sınırlandıran ve bireylerin özel
hayatlarına müdahale imkânı veren yasal düzenlemeler çıkarılabilmektedirler. Bu durumda
154
ROMANO, s. 1029.
Nükleer terörizm tehdidi, teröristlerin nükleer silahlara sahip olması veya teröristlerin nükleer santrallere
yönelik sabotaj tehdidinde bulunması şeklinde tanımlanmaktadır. Bkz. LARSCHAN, s. 120.
156
BASSIOUNI, 2000, s. 12.
157
Kimyasal silahlarla gerçekleştirilen terörist eylemlere örnek olarak Tokyo Metrosunda düzenlenen zehirli
gaz saldırısı ile Eylül 1997’de Ürdün’de Mossad ajanlarının bir Hamas yetkilisine karşı zehir kullanarak
gerçekleştirdikleri başarısız suikast girişimi gösterilmektedir. Bkz. BASSIOUNI, 2000, s. 13, dn. 41.
155
terörizmle mücadelenin bireysel hak ve özgürlükleri olumsuz olarak etkilememesi
gerekliliği ile terörizme karşı etkili mücadele gerekliliğinin çatışması söz konusu
olmaktadır. Diğer bir ifadeyle terörizmle mücadele etmek durumunda olan demokrasilerin
temel problemi, “kabul edilebilirlik” ile “etkililik” arasındaki açmazdır. Bahsedilen bu
sorun 11 Eylül saldırıları sonrasında Amerika’da söz konusu olmuş ve bir nevi toplumsal
histeriye dönüşen bir tutumla ulusal politikalar anlamında demokratik ilkelere ters düşen ve
yürütmenin gücünü artıran önlemler alınmış, özel mahkemelerin ve yargılama sistemlerinin
oluşturulması dahil yargı sisteminde ve ceza hukukunda değişikliklere gidilmiş, terörist
eylemlerin malî kaynaklarının kesilmesine ve istihbaratın artırılmasına yönelik önlemler
alınmış, ülkeye giriş ve çıkışlarda uygulanan kontroller daha da sıklaştırılmıştır. Ancak
alınan önlemlerin ve gerçekleştirilen yasal değişikliklerin insan haklarına ve demokratik
ilkelere aykırı olduğu şeklinde çeşitli eleştiriler yapılmıştır. 158
Diğer taraftan terörizm uluslararası politikalarda da önemli değişikliklere neden
olmaktadır. Artık devletlerin dış politikalarının ve uluslararası ilişkilerin şekillenmesinde
terörizmle mücadelenin belirleyici bir rol oynayacağı açıktır. Özellikle 11 Eylül saldırıları
sonrasında “hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak” cümlesiyle ifade edilen bu değişim
uygulamada da kendisini göstermiş ve uluslararası toplumda ilişkiler yeniden şekillenmeye
başlamıştır. ABD, Soğuk Savaş sonrası dönemde tek süper güç olarak elinde bulundurduğu
yönetici konumunu güçlendirmiştir. Buna karşılık Rusya, Çeçenistan sorununu uluslararası
toplumun gündeminden çıkarmayı başarmış ve Soğuk Savaş sonrası dönemde kaybettiği
süper güç konumunu yeniden elde etmeye yönelmiştir. Uluslararası toplumun terörizme
destek verdiği iddia edilen devletlere yönelik baskısı artmış ve bunun sonucunda söz
konusu devletlerin pek çoğu terörizmle mücadele konusunda BM başta olmak üzere
uluslararası örgütler ve batılı devletlerle işbirliğine yanaşmışlardır. Diğer taraftan terörizme
karşı savaş deyiminin, dünyanın dört bir yanındaki yönetimlerin insan hakları ihlâllerine
158
Yapılan değişiklikler ve alınan önlemleri inceleyen ayrıntılı çalışmalar için bkz. JINKS, Derek:
“International Human Rights Law and the War on Terrorism”, Denv. J. Int’l L. & Pol’y, Vol. 31, 2002, s.
58-68; GROSS, Emanuel: “The Influence of Terrorist Attacks on Human Rights in the United States: The
Aftermath of September 11”, N. C. J. Int’l L. & Com. Reg., Vol. 28, 2001, s. 1-101; LOBEL, Jules: “The
War on Terrorism and Civil Liberties”, U. Pitt. L. Rev., Vol. 63, 2002, (b), s. 767-790.
karşı savunma sağlayan dokunulmazlık zırhı haline geldiği görülmektedir. 159 Bu bağlamda
bağımsızlık mücadelesi veren etnik gruplara karşı mücadele veren Rusya, İsrail, Filipinler,
Çin ve Hindistan gibi devletler 11 Eylül sonrası oluşan ortamdan yararlanarak bu gruplara
karşı yürüttükleri mücadelelerinde uluslararası destek bulmaya başlamışlardır.
b. Maddî ve Sosyal Yapıya Yönelik Sonuçları
Terörist eylemlerin neden olduğu maddî zarar, 11 Eylül örneğinde görüldüğü
gibi milyarlarca dolarlarla ifade edilmektedir. Bu saldırıda sadece Dünya Ticaret
Merkezinde meydana gelen zararın seksen milyar dolar civarında olduğuna dikkat
çekilmektedir. 160 ABD’de de havayolu ve sigorta şirketleri başta olmak üzere pek çok iş
kolu saldırılar nedeniyle ekonomik kriz içine girmiştir. Saldırı sonrasında New York
Borsası bir hafta süreyle kapalı kalmış, açıldıktan sonra da ciddi düşüşler göstermiştir.
Amerikan ekonomisinde yaşanan bu olumsuz gelişmeler doğal olarak dünya ekonomisini
de etkilemiştir. Saldırı sonrasında küresel sermaye hareketleri yavaşlamış, altın ve petrol
fiyatları önemli bir artış trendine girmiştir.
Terörist eylemlerin neden olduğu tahribattan kaynaklanan maddî zararın yanı
sıra terörizm tehdidi altında bulunan devletler, terörizmle mücadele edebilmek amacıyla
büyük miktarda malî, fiziki ve personel kaynaklarını sarf etmekte ve terörizmden korunmak
amacıyla savunma sanayine milyarlarca dolarlık yatırımlar yapmaktadırlar. Bütün bu
hususlar birlikte ele alındığında meydana gelen zarar daha açık bir şekilde
görülebilmektedir.
159
Rusya tarafından iadesi talep edilen beş Çeçen’i yasal süreçleri işletmeksizin Rusya’ya teslim eden
Gürcistan eski Devlet Başkanı Şevardnadze’nin “Teröre karşı savaşın önemi göz önüne alındığında, insan
haklarına dair uluslararası taahhütler nispeten bir kenara bırakılabilir.” ifadesi söz konusu durumu açık
bir şekilde ortaya koymaktadır. Bkz. KLEIN, Naomi: “Saldırganlığa bahane: Terör”,
http://www.radikal.com.tr /veriler/2003/08/30/haber_86961.php (15. 09. 2003).
160
Dünya Ticaret Merkezine yapılan saldırı sonrası yapılan tahminlerde zarar miktarı olarak şu rakamlar
ortaya konmuştur: 34 milyar dolar mala yönelik zarar (bu zararın ABD tarihinde en büyük maddî yıkıma
yol açan Andrew Kasırgasındaki zararın neredeyse iki katı olduğu ifade edilmektedir), 11 milyar dolar insan
gücü kaybı, 14 milyar dolar yıkıntıları temizleme ve polis giderleri, 21 milyar dolar da Manhattan
bölgesindeki ticari faaliyetin durması nedeniyle oluşan zarar olmak üzere toplam 80 milyar dolar civarında
bir zararın oluştuğu ifade edilmiştir. Bkz. GRUNWALD, Michael: “Terror’ Damage: Calculating the
Devastation”, Washington Post, October 28, 2001.
Diğer taraftan terörizmin yöneldiği kişi, kurum, organizasyon ya da hedef ne
olursa olsun, toplumu bir bütün olarak etkilemektedir. Terör eylemlerinin yarattığı panik
sonucu ortaya çıkan bunalım, toplumda güvensizliği arttırmakta ve sosyal bütünleşmeye
yönelik eğilimi azaltabilmektedir. Bu durum toplumun devamlılığını sürdürmesine imkân
vermeme ihtimalini beraberinde getirmektedir. Sosyal sistemin kurumları ve grupları
arasındaki ilişkinin bozulması sosyal, kültürel, psikolojik ve ekonomik yeni sorunların
doğmasına neden olabilecektir. 161
E. TERÖRİZMİN TÜRLERİ
Terörizm, terörist eylemleri gerçekleştiren devlet ve devlet dışı aktörler,
bireyler, yöneldiği amaçlar, saldırganların kapasiteleri ve kullandıkları metotlar bakımından
çeşitli sınıflandırmalara tâbi tutulabilir. Çalışmada terörizme dair faaliyette bulunduğu ve
etkilediği coğrafi alan, eylemleri gerçekleştirenlerin tâbiiyeti, eylemlerin doğurduğu sonuç,
somut amacı ve yabancı bir unsur içerip içermemesi gibi birtakım ölçütler esas alınarak
ulusal ve uluslararası terörizm şeklinde bir sınıflandırma yapılması tercih edilmiştir. 162
a. Ulusal Terörizm
Ulusal terörizm, devletin ülkesi içinde meydana gelen, dış kaynaklı hiçbir terör
örgütü ile işbirliği içinde bulunmadan gerçekleştirilen ve başka bir devletin veya şahsın
161
İÇLİ, s. 175.
Çeşitli yazarlar çalışmalarında ele aldıkları temel sorun çerçevesinde değişik sınıflandırmalar yapmıştır.
Örneğin, Paul Wilkinson siyasî terörizmi ihtilalci, yarı ihtilalci ve bastırıcı terörizm olarak üçe ayırmaktadır;
İhtilalci terörizm mevcut siyasî sistemi kökten değiştirmeyi hedefler. Yarı ihtilalci terörizm, mevcut siyasî
sistemde bazı değişiklikler yapmakla ya da hükümetlerin politikalarını etkilemekle yetinebilir. Bastırıcı
terörizm ise, kurulu otoritenin ayaklananlara karşı uyguladığı terörizm türüdür. Bu bağlamda uluslararası
terörizm, ihtilalci terörizmin bir alt grubu olup, değiştirilecek siyasî sistem uluslararası hukukun temsil ettiği
sistemdir. Burada eylemin ulusal sınırları aşmış olması terörizme uluslararası nitelik kazandırmaktadır.
Thomas Parry Thornton ise, terörizmi ayaklanmacı terörizm ve bastırıcı terörizm olarak ikiye ayırmaktadır.
Bu tipolojideki bastırıcı terörizmle Wilkonson’daki bastırıcı terörizm birbirine denk gelmektedir.
Wilkinson’un tipolojisindeki ihtilalci ve yarı ihtilalci terörizm de Thornton’un tipolojisindeki ayaklanmacı
terörizmin içinde yer almaktadır. Ayaklanmacı terörizm ise, kurulu düzeni yıkmak ve iktidarı ele geçirmeyi
amaçlayanların düzene karşı uyguladığı terörizmdir. Diğer taraftan iktidar sahiplerinin iktidarlarını
muhafaza edebilmek için bu mücadele içinde başvurdukları terörizme de yukarıdan aşağıya terörizm
denilmektedir. Bkz. WILKINSON, Paul: Political Terrorism, London, 1974, s. 32-44 ve THORNTON, s.
72’den aktaran BAŞEREN, 1998, s. 158.
162
menfaatini veya zararını hedef almayan eylemlerdir. 163 Devletin ülkesi içinde gerçekleşen
ve uluslararası bir nitelik taşımayan ulusal terörizm devletin hukukî düzenini hedef
almaktadır. Dolayısıyla bu devletin yargı yetkisi içinde yer alan cezai nitelikte bir eylemdir.
Terörist eylemi gerçekleştiren birey veya gruplar da adi suçlu statüsündedirler. Bu tür
terörizmi önlemek ve sorumlularını cezalandırmak her devletin kendi iç meselesi olup
devletler evrensel hukuk kurallarına bağlı kalarak diğer organize suçlar gibi terörizmle
mücadele etme hakkına sahiptir. 1995 yılında Timothy McVeigh tarafından Oklohama
City’deki Federal Binaya düzenlenen ve 169 kişinin ölümüne yol açan bombalı saldırı bu
tür bireysel terörist eylemlere bir örnektir. 164
b. Uluslararası Terörizm
Uluslararası terörizm en basit haliyle; uluslararası sonuçlar doğuran terörist
eylemler şeklinde tanımlanabilir. 165 Birden fazla ülkenin topraklarını veya insanlarını hedef
alması ve belirgin uluslararası sonuçlar doğurması halinde söz konusu olan uluslararası
terörizm; ulusal bir sisteme, ülke dışından yöneltilen bir şiddet veya şiddet yüklü tehdit
eylemidir. Bu durumda terörizm, artık ulusal sınırları aşmış ve uluslararası sonuçlar
doğurmaya başlamıştır. Buna göre terörist eylemler, ulusal sınırların dışına taştığında veya
163
ZAFER, s. 70.
Oklohama City’deki Federal Binanın bombalanarak 19’u çocuk olmak üzere toplam 169 kişinin
ölümünden sorumlu tutulan Timothy McVeigh yargılanarak idama mahkum edilmiştir. Bkz. GERAGHTY,
Thomas: “The Criminal-Enemy Distinction: Prosecuting a Limited War Against Terrorism Following the
September 11, 2001 Terrorist Attacks”, McGeorge L. Rev., Vol. 33, 2002, s. 558.
165
Uluslararası terörizm, uluslarötesi terörizm ve uluslararası terörizm şeklinde de tasnif edilmiştir. Bu
ayrımda da terörizmin devlet destekli olup olmamalarına göre birbirinden ayrıldığı gözlenmektedir.
Uluslarötesi terörizm, herhangi bir şekilde devletin müdahalesi olmaksızın iki veya daha fazla devletten
bireylerin veya kuruluşların terörist eylemlere karışması şeklinde ifade edilmiştir. Uluslararası terörizm ise,
devletin desteği, sponsorluğu veya kontrolü altında bireyler veya gruplar tarafından gerçekleştirilen terörist
eylemleri ifade etmek için kullanılmıştır. Söz konusu ayrım artık yerini devlet destekli olan veya olmayan
uluslararası terörizm sınıflandırmasına bırakmıştır. Bu ayrımla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. SHAIKH, Ayaz
R.: “A Theoretic Approach to Transnational Terrorism”, Geo. L. J., Vol. 80, 1992, s. 2133; ERICKSON, s.
51, dn. 47; FARRELL, William R.: “Terrorism is…?”, Nav. C. L. Rev., Vol. 68, s. 406.
164
yabancı bir devletin vatandaşlarına ya da tesislerine yöneltildiğinde uluslararası bir karakter
kazanmakta ve uluslararası terörizm söz konusu olmaktadır. 166
Günümüzde yabancı unsurun bir şekilde bağlantılı olmadığı terörün
düşünülemeyeceği açıktır. Terörist eylemin, yabancıya veya bu yabancının mülkiyet
haklarına yönelik zarar vermesi, uluslararası alanda korunmaya tâbi kişi ve kurumlara
yöneltilmiş olması, uluslararası sivil havacılığının ve deniz taşımacılığının, iletişim
sistemlerinin hedef alınması, terörist eylemin başka bir devletin vatandaşı tarafından
gerçekleştirilmesi, terörist eylemi gerçekleştiren kimsenin başka bir devletin ülkesine
sığınması, saldırgan ile terör eyleminin mağdurunun farklı devletlerin tâbiiyetinde
bulunması, eylemin tamamen veya kısmen birden fazla devletin ülkesinde işlenmesi,
yabancı bir devletin onayı veya yardımıyla gerçekleştirilmiş olması durumlarında terörist
eyleme yabancılık unsuru katılmış olur. 167
Uluslararası
terörizmi
ulusal
terörizmden
ayıran
esaslı
farklılıklar
bulunmaktadır. Bu temel farklardan bir tanesi uluslararası terörizmin amacının mutlaka
somut siyasî hedeflere ulaşmak, bu yöntemle siyasî değişikliklerin gerçekleşmesini
sağlamaktır. Teröristler, dünya kamuoyunun dikkatlerini kendi hedeflerine çekerek, ülkenin
dış politikasını etkilemek veya bir ülkeyi zor durumda bırakarak dünya kamuoyunda
mahkum ettirmek amacını taşımaktadırlar. Ayrıca, bu tür eylemlerle en az iki devletin
166
JENKINS, 1986, s. 780; SCHACHTER, 1993, s. 243-244; JENKINS, Brian M.: “International
Terrorism”, in The use of Force Military Power and International Politics, Ed. by. Robert J. Art & Kenneth
N. Waltz, Oxford, 1999, s. 74.
167
KOLOSOV, Yuri M. & LEVITT, Geoffrey M.: “International Cooperation Against Terrorism”, in
Beyond Confrontation International Law for the Post-Cold War Era, Ed. by. Lori Fischer Damrosch,
Westview Press, Colarado, 1995, s. 142; BASSIOUNI, 1999, s. 778. ABD’nin 25. 9. 1972 tarihinde BM
Genel Kuruluna sunduğu Belirli Bazı Uluslararası Terör Eylemlerinin Cezalandırılması ve Önlenmesine
Dair Sözleşme Taslağı uluslararası olma unsurunu tam olarak ortaya koymuştur. Taslağın 1/1. maddesinde,
hukuka aykırı bir şekilde adam öldürme, ağır yaralama veya hürriyeti tahdit eylemlerini gerçekleştiren veya
bu tür eylemlere teşebbüs eden ya da eylemlerin işlenmesine şerik olarak katılan kimsenin, eylemi vatandaşı
olduğu devletin ülkesi dışında işlemesi veya eylemin neticelerini ülke dışında doğurması, hedef devletin
toprakları dışında veya hedef devletin toprakları içinde olmakla birlikte söz konusu devletin vatandaşı
olmayan bir kimseye karşı işlemesi ve eylemin neticelerinin hedef devlette gerçekleşmesi halinde ya da bir
huzursuzluk döneminde devletin silahlı kuvvetlerine mensup kişiye karşı işlemesi veya devletin veya
uluslararası teşkilatın menfaatlerine zarar vermek veya o devletten veya teşkilattan taviz elde etmek
amacıyla işlemesi halinde uluslararası bir suçtan sorumlu olur. Madde hükmünden de anlaşıldığı üzere,
eylemin gerçekleştirildiği yer, failin veya mağdurların uyruğu, suçun objesi veya eylem ile ulaşılmak
istenen amaç bakımından olayda bir yabancılık unsuru olması halinde eylemin uluslararası bir suç olduğu
söylenebilir. Bkz. ZAFER, s. 71-72.
menfaatlerinin ihlali söz konusudur. Bir diğer farklılık olarak karşımıza, uluslararası
terörizmde terör örgütleri arasında geniş çapta bir işbirliğinin bulunması çıkar. 168
Uluslararası terörizm, başka bir devlet veya devletler tarafından desteklenen ve
desteklenmeyen olmak üzere iki alt gruba ayrılabilir.
aa. Devlet Destekli Olmayan Uluslararası Terörizm
Yukarıda belirtildiği gibi terörist eylemin uluslararası alanda korunmaya tâbi
kişi ve kurumlara yöneltilmesi, saldırgan ile mağdurunun farklı tâbiiyete sahip olması,
eylemin birden fazla devletin ülkesinde gerçekleştirilmiş olması gibi durumlarda terörist
eyleme yabancılık unsuru katılmış olur. Ancak bu tür bir eylem uluslararası nitelik
taşımakla beraber devlet destekli uluslararası terörizmin belirgin vasfı olan devlet desteğine
sahip değildir.
bb. Devlet Destekli Uluslararası Terörizm
Devlet destekli terörizm, devletler veya devletlerle ilişkili ulusaltı gruplar
tarafından stratejik, politik ve dinî amaçlara ulaşabilmek için hedef toplum üzerinde korku
ortamı yaratmaya yönelik şiddet eylemleri şeklinde tanımlanmaktadır. 169
Bölgesel
veya
uluslararası
güçlerin
uzun
dönem
stratejik
çıkarlarını
gerçekleştirebilmek amacıyla yürüttüğü çalışmaların bir parçası olarak terörizmi
destekledikleri, bir mücadele yöntemi ve dış politika aracı olarak kullanma yoluna gittikleri
görülmektedir. 170 Çünkü terörist gruplara yönelik devlet desteği, destekleyen devlet için
hedef devlete karşı maliyeti yüksek olmayan etkili ve kullanışlı bir mücadele yöntemidir.
Terörizme destek veren devlet, verdiği destek nedeniyle doğan sorumluluğunu terörist
168
ZAFER, s. 73.
MARSHALL, David C.: “Political Asylum: Time for a Change the Potential Effectiveness of Reforms to
Prevent Terrorist Attacks in America”, Dick. L. Rev., Vol. 99, 1995, s. 1018, dn. 3. Devlet destekli terörizm
hakkında yapılan benzer tanımlar için bkz. CAPEZZUTO, s. 377; MURPHY, John F.: State Support of
International Terrorism, 1989, s. 5’den aktaran EINISMAN, Alan: “Ineffectiveness at Its Best: Fighting
Terrorism with Economic Sanctions”, Minn. J. Global Trade, Vol. 9, 2000, s. 307.
170
KHAN, s. 956.
169
grupla arasında organik bir bağ olmaması nedeniyle kolaylıkla inkâr edebilmekte ve
gerçekleştirilen eylemlerden dolayı destekleyen devletin herhangi bir sorumluluğu söz
konusu olmamaktadır. Diğer taraftan günümüzde silah teknolojisinin ulaştığı seviye dikkate
alındığında muhtemel bir savaş durumunda tarafların uğrayacağı can ve mal kaybını tahmin
etmek zor değildir. Bu nedenle savaşın yıkıcı sonuçlarından sakınmak isteyen devletler,
geleneksel savaşın yerine terörist yöntemlere başvurmayı, terörist örgütleri desteklemeyi ve
terörizmi kendi politik çıkarları için bir mücadele yöntemi olarak kullanmayı tercih eder
hale gelmişlerdir. Bu durumda bir devlet dilediği zaman herhangi bir sorumluluğu
doğmaksızın ve savaş riskinden sakınarak terörizmi diğer bir devletin ülkesinde istediği
eylemleri yapabilmesi için uygun bir araç olarak kullanabilecektir. 171
Devletlerin terörizme destek vermeleri veya karışmalarında, terörizmin
kullanışlı bir vasıta olmasının yanı sıra terörist örgütlerle söz konusu devletlerin ideolojik,
dinî ve politik bakımdan aynı veya benzer görüşleri paylaşmaları da önemli bir rol
oynamaktadır. 172 Soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin bu tür kaygılarla dünya
genelinde terörizme destek verdiği herkes tarafından kabul edilmektedir.173
171
ERICKSON, s. 32.
TERRY, James P.: “Countering State-Sponsored Terrorism: A Law-Policy Analysis”, Nav. L. Rev., Vol.
36, 1986, s. 161.
173
İkinci Dünya savaşı sonrası, Doğu ve Batı Blokları arasında yaşanan Soğuk Savaş döneminde terörizm her
iki Blok arasında devam eden mücadelenin bir parçası olmuş devlet destekli uluslararası terörizme sık sık
başvurulmuştur. Örneğin, Soğuk Savaş sırasında ABD başta olmak üzere batılı devletler, diğer ülkelerdeki
yatırımlarını ve çıkarlarını korumak amacıyla yandaş hükümetleri desteklemişlerdir. 1960’lı yılların başında
ABD Başkanı Kennedy ile birlikte “devrimci ayaklanmalara” karşı, yandaş hükümetleri desteklemek
amacıyla karşı devrimci şiddet ile terör örgütleri kurup, devrimci ayaklanmalara kendi metotlarıyla cevap
vermek olarak tarif edilebilen “karşı-ayaklanma” adı verilen siyasî savaş anlayışı ABD dış politikasının
temel öğelerinden biri olmuştur. Teröre karşı terör uygulama düşüncesinin hakim olduğu “karşıayaklanma”da, ordu içinden oluşturulan özel kuvvetler veya paramiliter örgütler kullanılarak devrimci
ayaklanmalara karşı gayri-nizami bir savaş yürütülmüş ve bu devletlerde yoğun bir kitle terörü meydana
gelmiştir. Diğer taraftan devam eden oligarşik düzene bir alternatif olarak ortaya çıktığı iddia edilen
Komünizmin başlıca temsilcisi SSCB ve Doğu Blokuna mensup diğer devletler de, bu tür rejimlere karşı
mücadele eden isyancı grupları aktif bir şekilde desteklemiş, silah, eğitim ve danışman temini gibi
hususlarda yardımcı olmuştur. SSCB’nin çökmesi ve Doğu Blokunun dağılmasından sonra ortaya çıkan
bilgi ve belgelerden söz konusu ülkelerin IRA, Japon Kızıl Ordusu ve Baader-Meinhof Çetesi gibi pek çok
terörist örgüte destek verdiği anlaşılmıştır. Örneğin, Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinden sonra Doğu
Alman İstihbarat Servisi’nin (STASI), Batı Avrupa’da bulunan solcu grupları gizlice finanse ettiği,
teröristlere barınma, istihbarat, eğitim, seyahat ve kimlik belgeleri, plastik cerrahi gibi değişik konularda
yardımlarda bulunduğu ortaya çıkmıştır. Bkz. LIVINGSTONE, Neil C.: “Myth & Conspiracy in
International Affairs: Terrorism: Conspiracy, Myth and Reality”, Fletcher F. World Aff., Vol. 22, 1998, s.
7; HENDERSON, s. 12; GÜZEL, s. 12.
172
Devletlerin terörist örgütlere verdiği destek, bu örgütlere uluslararası hareket
kabiliyeti sağlamakta ve ileri teknolojiye sahip silahları ve patlayıcıları elde etme, diğer
terörist gruplarla iletişim içinde olabilme imkânlarını sunmaktadır. Kendilerini finanse
etmek için banka soygunu, adam kaçırma gibi eylemlere başvurma ihtiyaç duymayan devlet
destekli terörist örgütler bu desteğe sahip olmayan gruplara göre sayıca az, fakat çoğu
zaman daha öldürücü nitelikte eylemler gerçekleştirebilmektedirler. 174 Bu tür bir terörizm
hedef devletin politik istikrarını, ekonomik yapısını, diplomatik ilişkilerini etkileyebilme
gücüne sahiptir. Teröristlere yönelik devlet desteği, aynı zamanda destek için yerel halka
mecbur olma durumunu da ortadan kaldırarak teröristlere eylemleri neticesinde
oluşabilecek kamuoyu tepkisine aldırmaksızın geniş ölçekli operasyonlar yapma imkânı
sağlamaktadır. 175
Günümüzde artık geleneksel terörizme göre daha fazla öldürücü güce ve
operasyonel imkâna sahip olan devlet destekli terörizm düşük yoğunluklu savaşın bir
görünümü olarak kabul edilmektedir. 176 Teorik planda psikolojik savaş metodu olan
terörizm bu sayede elde etmiş olduğu devlet desteği neticesinde uluslararası barış ve
güvenliğe yönelik ciddi bir tehdit haline gelmiştir. 177 Bu bağlamda II. Dünya Savaşı’nın
174
JENKINS, 1986, s. 778.
JENKINS, 1986, s. 778. Terör örgütleri, hem kendi ülkelerindeki taraftarlarından hem de diğer
devletlerden aldıkları destekle faaliyetlerine devam etmektedir. Terörist grubun kendi ülkesi olmaması
sebebiyle kendisiyle işbirliği içinde olan veya olmayan bir başka devletin ülkesinde faaliyetlerini devam
ettirmek zorundadır. Bağımsız bir devletin ülkesi içinde faaliyet gösteren bir terörist grup kendisini söz
konusu devletin sisteminden uzak tutması oldukça zordur. Jenkins bu durumla ilgili olarak, “Nispeten pek
az terör hareketi bütünüyle yerlidir ve kendi kendisine yetmektedir, öte taraftan, aynı şekilde bir örgütün
kendi topraklarında kökleri olmadıkça, onun yabancı destek olmaksızın gelişmesinin mümkün olmadığını
söylemek doğrudur. Asıl mesele, yine de, yabancı desteğin bu tür örgütlerin pek çok durumda, etkinliklerini
artırmalarına ve çabalarını galibiyete kadar sürdürmelerine imkân tanımasıdır.” tespitinde bulunmaktadır.
Bkz. JENKINS, Brian: “High Technology Terrorism and Surrogate War: The Impact of New Technology
on Low-Level Violence”, 1975, s. 2’den aktaran ALEXANDER, Yonah & MYERS, Kenneth A.:
“Avrupa’da Terörizm”, Silinen Yüzler Karşısında Terörizm, Ayraç Yayınevi, Ed. Cemal Güzel, Ankara,
2002, s. 212.
176
EINISMAN, s. 308.
177
1997’de dönemin FBI Başkanı, devlet destekli terörizmin özellikle SSCB dağıldıktan sonra düşüş trendine
girdiğini, buna karşılık bağımsız terörist grupların arttığını ve devlet destekli terörizmden daha tehlikeli bir
görünüm aldığını ifade etmiştir. Ancak geçen süre zarfında bu değerlendirmenin isabetsiz olduğu özellikle
11 Eylül saldırılarından sonra daha net bir şekilde anlaşılmıştır. Bkz. EINISMAN, s. 319.
175
son nizamî savaş, III. Dünya Savaşı’nın ise terörizmle savaş olduğu şeklinde çeşitli
değerlendirmeler de yapılmıştır. 178
II. DEVLET DESTEKLİ ULUSLARARASI TERÖRİZM
1. TERÖRİZME YÖNELİK DEVLET DESTEĞİNİN KAPSAMI
Uluslararası hukuk sisteminin, düşük yoğunluklu mücadele stratejisi olarak da
adlandırılan terörizme karşı etkili tedbirler geliştirmesi gereklilik halini almıştır. Bu tehdide
karşı etkili bir mücadele geliştirebilmek için de, teröristlerin devlet veya devletler ile var
olduğu iddia edilen bağlantısının açık bir şekilde ortaya konulması gerekmektedir. Ayrıca
bireylerin diğer devletlere yönelik zararlı eylemlerinden dolayı devletin sorumlu tutulup
tutulamayacağı sorusuna bir cevap verebilmek için de devletle birey arasındaki ilişkinin ele
alınarak terörizme yönelik devlet desteğinin sınıflandırılması lüzumludur. Çünkü devletin
terörizme yönelik desteğinin kapsamı destekleyen devlete karşı verilecek cevabın
belirlenmesi ile yakından ilgilidir.
Devletle terörist aktör arasında var olan bu ilişki söz konusu desteğin derecesi,
yeri ve zamanı bakımından farklı şekillerde sınıflandırılabilir. Her şeyden önce teröristler
devletler gibi sınırları belli bir ülkeye sahip değillerdir. Bu nedenle kendileriyle işbirliği
yapan veya yapmayan bir devletin ülkesi içinde faaliyetlerini devam ettirmek zorundadır.
Terörizme destek veren devletle terörist grup arasındaki ilişki; maddî destek, silah ve
gerekli diğer malzemeleri sağlama, ülke topraklarının terörist gruplar tarafından
kullanılmasına izin vermek, eğitim ve istihbarat sağlamak, terörizmle mücadele konusunda
isteksiz ya da yetersiz olmak, terörist örgütün üyeleri ile beraber şiddet eylemleri
gerçekleştirmek gibi geniş bir alanı kapsamaktadır. Günümüzde pek çok terör örgütü
varlığını ve etkinliğini devletlerin vermiş olduğu destek sayesinde devam ettirmektedir.
Uluslararası kurallara açıkça aykırı olan söz konusu yardım ve destekler, terörizmin bu
derece tehlikeli hale gelmesinde önemli bir rol oynamaktadır.
178
ERICKSON, s. 44.
Bu karışmaların bir kısmı teröristlere olduğu kadar bu devletlere karşı da kuvvet
kullanmaya yönelik bir meşru zemin hazırlayabilecektir. Bu nedenle terörist gruplarla
devlet arasındaki ilişkinin açık bir şekilde ortaya konulması gerekmektedir.
Teröristlerle devlet arasındaki ilişkinin derecesi hakkında doktrinde çeşitli
sınıflandırmalar yapılmıştır. Örneğin Cassese, terörizme yönelik devlet desteğini altı
dereceye ayırmıştır. Bu altı sınıf kısaca; devlet görevlilerinin terörist eylemleri
gerçekleştirmesi, devletin terörist eylemler için gayri resmi ajanları görevlendirmesi,
devletin malî yardımda bulunması ve silah sağlaması, devletin lojistik destek sağlaması,
devletin ülkesi üzerinde terör üslerinin bulunmasına rıza göstermesi ve devletin ne aktif ne
de pasif bir şekilde terörizme destek vermemesi şeklinde özetlenebilir. 179 John Murphy ise,
devletin uluslararası terörizme yönelik desteğini on iki farklı kategoride ele almaktadır. Bu
kategoriler; devletin terörist eylemi bizzat gerçekleştirmesi, doğrudan destek vermesi,
istihbarat desteği sağlaması, terörist eylemlere yönelik özel eğitim veya temel askerî eğitim
vermesi, diplomatik ayrıcalıklardan ve yüksek teknoloji imkânlarından faydalandırması,
silah ve patlayıcı yardımında bulunması, ulaşım konusunda yardımcı olması, teröristlerin
ülkesini kullanmasına izin vermesi, malî destek sağlaması, zımnî ve sözlü destek
vermesinden oluşmaktadır. 180 Murphy, bu on iki farklı kategorinin devletin destek vermesi
ve devletin sponsor olması şeklinde iki ana başlık altında toplanabileceğini de
belirtmektedir. 181 Bu basitleştirilmiş şemaya göre, bir devletin terörist eylemleri aktif bir
şekilde planlaması, yönlendirme ve kontrol etmesi terörizme yönelik devlet sponsorluğunu
oluşturmaktadır. Buna karşılık devletin terörist aktörlere yönelik istihbarat, silah ve malî
kaynak sağlaması, diplomatik ayrıcalıklardan faydalandırması ve sözlü destek vermesi
terörizme yönelik devlet desteğini oluşturmaktadır. 182 Arend ve Beck, Cassese ve Murphy
tarafından yapılan ayrımları göz önünde tutarak devletlerin terörizme yönelik desteğini
devletin sponsor olması, destek vermesi, müsamaha göstermesi şeklinde üç temel noktaya
indirgeyerek ele almaktadır. 183 Schahchter da terörizme yönelik devlet desteğini üç başlık
179
CASSESE, Antonio: “The International Community’s ‘Legal’ Response to Terrorism”, Int’l & Comp. L.
Q., Vol. 38, No. 3, 1989, s. 598.
180
MURPHY, John F.: State Support of International Terrorism: Legal, Political, and Economic
Dimensions, 1989, s. 32-33’den aktaran AREND & BECK, s. 164.
181
MURPHY, s. 32-33’den aktaran AREND & BECK, s. 164, dn. 49.
182
MURPHY, s. 32-34’den aktaran AREND & BECK, s. 165.
183
AREND & BECK, s. 164-165.
altında ele almıştır; terörist örgütün faaliyetlerini devletin denetim ve idaresi altında devam
ettirmesi, devletin terörist örgüte önemli ölçüde silah temini, lojistik destek, teknik yardım
ve eğitim konusunda yardımcı olması ve son olarak, terörist örgütün söz konusu devletten
bağımsız bir şekilde veya bu devletle basit ilişkiler içinde devletin ülkesinde faaliyetlerine
devam etmesi. 184 Erickson ise terörizme yönelik devlet desteğini sponsor olmak,
desteklemek, müsamaha göstermek ve harekete geçmek hususunda yetersiz kalmak üzere
dört başlıkta ele almıştır. 185
Terörizme yönelik devlet desteği hususunda doktrinde yapılan çeşitli
sınıflandırmalara dair kısaca verilmeye çalışılan bu kategorilerden sonra terörizme yönelik
devlet desteği, Erickson’un yaklaşımı esas alınarak desteğin en yoğun halinden en düşük
derecesine doğru sponsor olmak, desteklemek, müsamaha göstermek ve harekete geçmek
hususunda yetersiz kalmak üzere başlıca dört ana başlıkta toplanabilir.
A. Devletin Terörizme Sponsor Olması
Devletin terörizme sponsor olması, terörist eylemleri kontrol etmesi veya
yönlendirmesidir. Bu durumda devlet, terörizmi doğrudan bir mücadele aracı olarak
kullanmakta ve bizzat kendi organları vasıtasıyla terörist eylemlerde bulunmakta ya da
örgütlediği, teçhiz ettiği veya kontrolü altında bulundurduğu gayri resmi devlet ajanlarını
(unofficial agents), paralı askerleri veya silahlı çeteleri kullanmak suretiyle terörist
eylemlerin gerçekleşmesini sağlamaktadır. 186 Diğer bir ifadeyle teröristler bizzat devlet
görevlilerinden veya devlet tarafından etkili bir şekilde kontrol edilen kişilerden
oluşmaktadır.
184
SCHACHTER, 1993, s. 246.
ERICKSON, s. 32-34.
186
CASSESE, 1989, s. 598. Arend ve Beck, bizzat devlet görevlileri tarafından gerçekleştirilen terörist
eylemlerin kendiliğinden terörist bir eylem olarak kabul edilmemesi gerektiği görüşündedir. Arend ve
Beck’e göre, örneğin devletin istihbarat görevlilerini diğer bir devlet ülkesinde bulunan bir hastaneyi tahrip
etmek amacıyla bu ülkeye göndermesi halinde gerçekleştirilen eylem terörist bir eylem olmaktan çok gizli
bir saldırganlık eylemi şeklinde nitelendirilecektir. Bu tür bir formülasyonun devletler tarafından
gerçekleştirilen kuvvet kullanımının terörizm kapsamında değerlendirilmesine imkân verecek şekilde
genişleteceğine dikkat çekmektedirler. Bkz. AREND & BECK, s. 165. Ancak terörizmin tanımı konusunda
da ele alındığı üzere önemli olan terörist eylemlerin kimler tarafından gerçekleştirildiği değil terörist eylem
olma özelliğine sahip bir eylemin gerçekleştirilmiş olmasıdır. Bu açıdan bakıldığında devlet organlarının
gerçekleştirdiği bu tür eylemleri terörist eylem olarak nitelendiren Murphy ve Cassese haklı görünmektedir.
185
Devlet görevlilerinin terörist eylemlerde bulunması sık görülen bir durum
olmamakla beraber Halil El Vezir suikastı ile Greenpeace Örgütüne ait Rainbow Warrior
isimli gemiye karşı gerçekleştirilen terörist saldırıları devlet görevlileri tarafından
gerçekleştirilen terörist saldırılara örnek gösterebiliriz. FKÖ’nün (Filistin Kurtuluş Örgütü)
önde gelen isimlerinden Halil Ebu Vezir iki koruması ile birlikte Tunus’taki evinde 16
Nisan 1988 tarihinde İsrail güvenlik kuvvetleri tarafından düzenlenen bir suikast sonucu
öldürülmüştür. 187 Diğer bir örnek ise Fransa’nın Güney Pasifik’te gerçekleştirdiği nükleer
denemelerini protesto eden Greenpeace Örgütüne ait Rainbow Warrior isimli geminin Yeni
Zelanda sınırlarındayken Fransız istihbarat görevlilerince gerçekleştirilen saldırı sonucu
batırılmasıdır. 188
B. Devletin Terörizme Yönelik Fiili Destekte Bulunması
Bir devletin teröristlere silah, teknik yardım, ulaşım konularında önemli ölçüde
yardım ve teşvikte bulunmasının aktif destek olarak değerlendirileceği ileri sürülmüştür.
Buna göre, teröristlerin devlet tarafından yönlendirilmemesine veya devletin teröristler
üzerinde fiili bir kontrole sahip olmamasına rağmen devletin eğitim, silah, patlayıcı,
istihbarat, teçhizat, para, iletişim, ulaşım ve güvenli yer konularında yardımcı olmak
suretiyle terörist eylemlere aktif bir şekilde destek vermesi halinde terörizme yönelik devlet
desteği söz konusu olmaktadır. Sağlanan bu yardımlar doğrudan terör olaylarına yönelik
değildir. 189
Devletler bu desteği terörist eylemlerin sorumluluğunu veya kontrolünü üzerine
almaksızın verirler. Bununla birlikte uluslararası toplumda kabul edilen görüş sadece
lojistik destek sağlamanın, eğitim imkânı hazırlamanın veya operasyonlar için üs vermenin
fiili destek oluşturmak için yeterli olduğu yönündedir.
187
Söz konusu olay hakkında ayrıntılı bilgi için üçüncü bölümde “Teröristlere Karşı Suikast Düzenlenmesi”
başlıklı kısma bakılabilir.
188
LAMBERT, Joseph J.: Terrorism and Hostages in International Law a Commentary on the Hostages
Convention 1979, Cambridge Grotius Pub., Cambridge, 1990, s. 21.
189
ERICKSON, s. 33.
Travalio, fiili desteğe örnek olarak, İran ve Suriye’nin Hizbullah Örgütü’ne
sağladığı finansal, eğitim, silah, patlayıcı yardımları ile diğer destekleri göstermektedir. 190
C. Devletin Terörist Faaliyetlere Müsamaha Göstermesi
Devletin ülkesindeki teröristleri aktif bir şekilde desteklememesine rağmen
ülkesi içinde faaliyetlerine devam eden teröristlere engel olmak veya bunları ülke dışına
çıkarmak için bir gayret göstermemesi ve bu tür faaliyetleri sona erdirmesine yönelik
talepleri reddetmesi halinde terörizme karşı müsamaha söz konusu olur. 191 Cassese’nin
devletle teröristler arasındaki ilişkinin en düşük derecesi olarak nitelendirdiği 192 bu
durumda devlet, teröristleri aktif bir şekilde destekleme ve yönlendirmede bulunmamakla
beraber ele geçirmek veya tutuklamak için bir çaba da göstermemektedir. 193
Devletin terörist grupları herhangi bir şekilde desteklemesinin söz konusu
olmadığı bu durumda, teröristlerin ihtiyaçları kendileri ya da yabancı destekçileri tarafından
karşılanacaktır. Bask Bölgesinin bağımsızlığı için mücadele eden ayrılıkçı ETA terör
örgütünün Fransa’daki varlığı buna örnek olarak verilebilir. 194 Yine Taliban yönetiminin
uluslararası teröristlerin Afganistan’ı bir eğitim ve operasyon üssü olarak kullanmalarına
izin vermesi ve Ladin’in yakalanmasına yönelik çabalara destek vermemesi söz konusu
desteğin en tipik örneklerinden biri olarak gösterilebilir. 195
D. Devletin Terörist Faaliyetlerle Mücadele Etme Konusunda Yetersiz
Kalması
Genel olarak devletler ülke topraklarını kontrol etmekle birlikte bazı devletler
ülke topraklarını tamamıyla kontrol edemeyebilir. Devlet, teröristlerin ülkesi içinde
bulunmasını istememekle beraber yeterli askerî kuvvete veya teknolojik imkânlara sahip
190
TRAVALIO, s. 150, dn. 19.
ERICKSON, s. 33; COHAN, s. 91.
192
CASSESE, 1989, s. 598.
193
TRAVALIO, s. 150, dn. 19.
194
ERICKSON, s. 33.
195
TRAVALIO, s. 150, dn. 19.
191
olmaması gibi nedenlerle terörist faaliyetleri önlemekte yetersiz kalabilir. Bu tür devletler
teröristler için ideal barınma yerleridir. Devlet bu durumda diğer bir devleti veya bölgesel
bir teşkilâtı yardım etmesi için davet edebilir. Örneğin, 1977 yılında Somali hükümeti
Mogadishu’daki uçak kaçırma olayında eylemi sona erdirmedeki yetersizliğinden dolayı
Batı Almanya’dan yardım talep etmiştir. 196 Devlet uluslararası terörizme cevap verebilmek
için yetersiz olmasına rağmen diğer devletlerden veya örgütlerden de yardım talep etmediği
takdirde devletin talebi olmaksızın başka bir devletin veya teşkilatın müdahalede bulunması
gündeme gelebilir. 197
Travalio, hareketsizliğe örnek olarak Lübnan’ın İsrail’e karşı terörist
faaliyetlerin gerçekleştirildiği ülkesinin güney kısmı üzerinde kontrole sahip olmamasını
göstermektedir. 198
III. DEVLET DESTEKLİ TERÖRİZMLE MÜCADELE YOLLARI
Uluslararası hukukun, terörizmle mücadele kapsamında sunduğu yaklaşımlar
barışçı yollar ve kuvvet kullanmaya dayalı yollar olmak üzere iki üst başlıkta toplanabilir.
1. BARIŞÇI YOLLAR
BM Andlaşması ve diğer uluslararası belgelerde uyuşmazlıkların çözümü için
öncelikle barışçı yollara başvurulması gerekliliği ifade edilmiştir. BM Andlaşması’nın 2/3.
maddesinde, “Teşkilatın üyeleri, milletlerarası mahiyetteki uyuşmazlıklarını milletlerarası
barış ve güvenliği ve adaleti tehlikeye koymayacak şekilde barış yolları ile çözerler.”
denilmektedir. 33. madde de ise, “Uzaması milletlerarası barış ve güvenliğin muhafazasını
tehdit edebilecek mahiyette bir uyuşmazlıkta taraf olanlar, bu uyuşmazlığın çözülmesini her
şeyden önce görüşme, soruşturma, ara bulma, uzlaşma, tahkim ve yargı yollarıyla veya
bölge teşkil ve anlaşmalarına başvurarak veyahut kendi seçecekleri başka barış yollarıyla
aramalıdır.” hükmü yer almaktadır. Her iki madde birlikte değerlendirildiğinde devletler
196
ERICKSON, s. 33.
ERICKSON, s. 33.
198
TRAVALIO, s. 150, dn. 19.
197
taraf oldukları uyuşmazlıkları öncelikle kendi aralarında çözüme kavuşturmaya çalışacaklar
eğer bunda başarılı olamazlarsa uluslararası barış ve güvenliğin korunması hususunda
başlıca sorumlu organ olan Güvenlik Konseyine başvuracaklardır. 199
Belirtilen düzenlemeler çerçevesinde olaya yaklaşıldığında başlıca barışçı
yolların uluslararası alanda işbirliğinin geliştirilmesi, iç hukuk çerçevesinde cezai
yargılama sisteminin harekete geçirilmesi veya terörizmin uluslararası bir suç olarak kabul
edilerek sorumlularının uluslararası bir mahkemede yargılanması ve terörizm karşısında
ortak bir mücadele yürütülebilmesi amacıyla anlaşmalar yapılmasını öngören hukuki yollar
ile terörizmi destekleyen devletlerin verdikleri bu destekten vazgeçmelerini sağlamak
amacıyla söz konusu devletlere karşı siyasî, ekonomik, diplomatik yolların kullanılması
olduğu görülmektedir. 200
A. Hukukî Yollar
Hukukî yolların uygulanmasını gerekli gören yaklaşım, terörist eylemlerin cezai
nitelikte bir eylem kabul edilerek teröristlerin diğer sıradan suçlular gibi olağan hukuk
sistemine göre yargılanarak cezalandırılmasını ya da uluslararası bir suç niteliğinde olması
nedeniyle uluslararası bir mahkemede yargılanmasını ve bu amaçla suçluların iade
edilmesini öngörmektedir. Bu durumda terörizm sıradan bir güvenlik problemi olarak kabul
edilecek ve terörizmle mücadele emniyet kuvvetleri tarafından yürütülecektir. Ancak bu
yolun başarıyla uygulanabilmesi için uluslararası toplumun işbirliği içinde hareket etmesi
gerekmektedir.
199
Barışçı çözüm yollarına başvurma yükümlülüğü devletlerin meşru müdafaa hakkını olumsuz bir şekilde
etkilemez. Meşru müdafaa hakkını kullanmasına neden olan bir durumun gerçekleşmesi halinde, ilgili
devlet söz konusu durumun sona ermesi için meşru müdafaa hakkına başvurabilecektir.
200
30 Temmuz 1996 tarihinde Paris’te terörizm hakkında ABD, İngiltere, Kanada, Fransa, Almanya, İtalya,
Japonya ve Rusya’dan oluşan sekiz devletin katıldığı ve uluslararası terörizmle mücadele yöntemlerinin ele
alındığı toplantıda benzer şekilde terörizmle mücadele yöntemi olarak hükümetler arasındaki işbirliğinin
geliştirilmesi, hukukî yolların kullanılması ve teröristlerin yargılanması, sığınma hakkının kötüye
kullanılmasının önlenmesi, yeni uluslararası düzenlemeler yapılması, terörist gruplara yönelik yardımların
engellenmesi ve bilgi alışverişinin arttırılması gibi değişik yolları içeren 25 öneride bulunulmuştur. Bkz.
LONG, s. 75, dn. 110.
Terörist örgütlerin ideolojik motivasyonlarla hareket ettiği ve organize suç
örgütlerinin aksine terörist hücrelere sızmanın çok zor olduğu ve bu nedenle klâsik hukukî
yolların teröristler karşısında sınırlı bir etkiye sahip olduğu ileri sürülmektedir. 201 Bunun
yanı sıra devletin ülkesinde üslenen terörist gruplarla mücadele etme konusunda isteksiz
veya yetersiz olması ya da bu gruplara üstü örtülü bir şekilde destek vermesi hukukî
yolların başarısız kalmasında önemli bir rol oynamaktadır.
Hukukî yolların iç hukuk ve uluslararası hukuk yollarına başvurulması olmak
üzere iki kısma ayrıldığı görülmektedir.
a. İç Hukuk Yollarının Kullanılması
Uluslararası hukukta terörist eylemlere karşı başvurulacak yolları içeren
sistematik bir yapının bulunmaması nedeniyle devletler terörizmle mücadele edebilmek için
ceza hukuku sistemlerini kullanmak suretiyle iç hukuk düzenlemelerine yönelmişlerdir. Bu
açıdan bakıldığında terörizmi önlemek amacıyla devletlerin kendi iç hukuk sistemlerinde
hareket etmesinin uluslararası toplumda benzer bir eylemde bulunmaktan daha kolay
olduğu söylenebilir. Bu doğrultuda teröristlerin ele geçirilerek yargılanması konusunda
önemli mesafeler kat edilmiş ve devletler ulusal hukuk sistemleri kapsamında terörle
mücadele bağlamında hukukî bazı düzenlemeler yapma yoluna gitmişlerdir. Örneğin ABD,
ülkesi dışında gerçekleştirilen terörist eylemleri iç hukuk sisteminde suç olarak düzenlemiş
ve yargı yetkisini bu suçları da kapsayacak şekilde genişletmiştir. 202 Buna göre bir
Amerikan vatandaşının kaçırılması, saldırıya uğraması veya öldürülmesi halinde eylemin
nerede gerçekleştiğine bakılmaksızın ABD’nin yargı yetkisi doğmaktadır. Bu doğrultuda
ABD, ülkesi içinde gerçekleştirilen 1994 Dünya Ticaret Merkezi saldırısı 203 ile ülkesi
201
HENDERSON, s. 3.
REYNOLDS, James S.: “Domestic and International Terrorism: Expansion of Territorial Jurisdiction: A
Response to the Rise in Terrorism”, J. Nat’l Security L., Vol. 1, 1997, s. 105-110.
203
26 Şubat 1993 tarihinde bomba yüklü bir araçla Dünya Ticaret Merkezine karşı düzenlenen ve 6 kişinin
ölümüne, binden fazla kişinin de yaralanmasına neden olan terörist saldırı sonrası yapılan araştırmalar
sonucu saldırıyı gerçekleştirdikleri belirlenen Ahmad Ajaj, Mahmud Abouhalima, Mohammed Salameh ve
Nidal Ayyad yargılanarak 5 Mart 1994 tarihinde 240’ar yıl hapis cezasına çarptırılmışlardır. Ayrıca saldırıyı
gerçekleştirenlerle ilişkisi olduğu tespit edilen kişiler de tutuklanmış ve bunların bir kısmı yargılanarak
çeşitli cezalara mahkum edilmiştir. Bkz. MARSHALL, s. 1024.
202
dışında gerçekleştirilen 1998 Büyükelçilik Saldırılarının 204 faillerini sivil mahkemelerde
yargılamış ve mahkum etmiştir. Benzer şekilde 11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren
eylemcilere katılacağından şüphelenilen Zachariaous Moussaoui da halen Amerikan
mahkemelerinde yargılanmaktadır. 205 Ayrıca ABD’de 1996 yılında gerçekleştirilen yasal
düzenleme (Foreign Sovereign Immunities Act) ile birlikte devletlerin yargı muafiyetine
yönelik kısıtlamalar devlet destekli terörist eylemleri de kapsayacak şekilde yeniden
düzenlenmiştir. 206 Buna göre, devlet destekli terörist bir eylemden kaynaklanan ölüm veya
yaralanma durumunda terörizme destek vererek zarara neden olan devlete karşı ABD
mahkemelerinde tazminat davası açılabilecektir. Aynı zamanda bu düzenleme geçmişe
etkili olarak da uygulanabilecektir. Nitekim bu yasaya dayanılarak açılan pek çok davada
mahkemeler milyonlarca dolarlık tazminatlara hükmetmiştir. 207
Teröristlerin sivil mahkemelerde yargılanarak cezalandırılmasının etkin ve
uygun bir yol olmadığı belirtilerek suçlanan teröristlerin sivil mahkemeler yerine askerî
mahkemelerde yargılanması da ileri sürülmektedir. Bu yaklaşımı savunanlar öncelikle
savaş ile terörizm arasındaki farklılıkları ele alırken belirtilen temel ayrılılıklara rağmen
terörist eylemlerin hukukî bir sorun olmaktan ziyade savaş eylemi niteliği taşıdığını ve
terörizmin bir savaş şekli kabul edilerek silahlı uyuşmazlık hukukunun uygulanması
gerektiğini ifade etmektedirler. 208 Silahlı uyuşmazlık hukuku yaklaşımının uygulanması
204
Tanzanya ve Kenya’daki ABD Büyükelçiliklerine karşı gerçekleştirilen bombalı saldırılarla ilgili olarak
Afganistan’daki terör kampları ve Sudan’da kurulu bulunan ve kimyasal silah üretiminde kullanılan
maddelerin üretildiği iddia edilen ilaç fabrikasına saldırılmasının yanı sıra saldırılardan sorumlu tutulan
Ladin ve yardımcısı Muhammed Atıf başta olmak üzere toplam 15 kişi hakkında 4 Kasım 1998 tarihinde
ABD vatandaşlarına karşı ülke dışında terörist saldırılar gerçekleştirmek suçlamasıyla ABD
mahkemelerinde dava açılmıştır. Haklarında dava açılan bu kişilerden ele geçirilen Mohamed Sadeek Odeh,
Mohamed Rashed Doud Al-Owhali and Kalfen Khamis Mohamed ile Amerikan vatandaşı Wadih al Hage
New York’ta yargılanarak müebbet hapis cezasına çarptırılmışlardır. Bkz. GERAGHTY, s. 589-590;
“Responding to Terrorism: Crime, Punishment, and War”, Harv. L. Rev., Vol. 115, s. 1221; MURPHY,
Sean D.: “Contemporary Practice of the United States Relating to International Law”, Am. J. Int’l L., Vol.
93, 1999, s. 165; BIGGIO, s. 13.
205
GERAGHTY, s. 589-590.
206
Söz konusu yasa hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. REITZ, Daniel E.: “Raising A Paper Tiger: Public Law
No. 105-277 § 117(D) and the Gutting of the State-Sponsored Terrorism Exception to the Foreign
Sovereign Immunities Act”, U. Cin. L. Rev., Vol. 69, 2000, s. 357-383.
207
Alejandre v. Republic of Cuba, Flatow v. Islamic Republic of Iran, Cicippio v. Islamic Republic of Iran
davalarını bu duruma örnek gösterebiliriz. Söz konusu davalar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. REITZ, s.
372-377.
208
LARSCHAN, s. 146-148; CRONA & RICHARDSON, s. 356. Teröristlerin askerî mahkemelerde
yargılanmasına yönelik bir değerlendirme için bkz. MADDOX, Heather Anne: “After the Dust Settles:
Military Tribunal Justice for Terrorists After September 11”, N. C. J. Int’l L. & Com. Reg., Vol. 28, 2002,
durumunda terörist eylemler, birer savaş eylemi olarak kabul edilecek ve teröristler de
savaş benzeri bir eylemde faaliyet gösteren savaşçılar olarak askerî mahkemelerde
yargılanacaktır.
Bu görüşün gündeme gelmesinde değişik nedenler rol oynamaktadır. Örneğin
bazı uluslararası hukukçular, savaş hukukunu terörizmin tanımı konusundaki ikilemin
ortadan kaldırılabilmesi için bir çözüm olarak görmektedir. Bu görüş sahipleri terörizmin
tanımı konusunda yapılmaya çalışılan ancak gerçekleştirilmesi muhtemel olmayan
andlaşmaların yerine tüm devletlerin görüş birliği içinde bulundukları savaş hukukunun
uygulanması sorunun çözümü açısından daha uygun bir yaklaşım olduğunu ifade
etmektedirler. 209
Bunun
yanı
sıra
teröristlerin
sivil
mahkemelerde
yargılanarak
cezalandırılmasının etkin ve uygun bir yol olmadığı belirtilerek suçlanan teröristlerin sivil
mahkemeler yerine askerî mahkemelerde yargılanması ileri sürülmektedir. Örneğin, Crona
ve Richardson, terörizmi bir iç hukuk meselesi olarak ele almanın terörist
organizasyonların dünya genelinde yayılmasını önlemek için yeterli caydırmayı sağlamak
hususunda başarısız olduğunu ve teröristlerin hukuk sistemindeki boşlukları ve farklılıkları
kullanarak adaletten kaçabileceklerini ileri sürmektedirler.210 Benzer şekilde Wedgwood,
1993 Dünya Ticaret Merkezi ve 1998 Büyükelçilik saldırıları ile ilgili olarak ele geçirilen
sanıkların sivil mahkemelerde yargılanarak mahkum olmalarına rağmen El Kaide
Örgütünün eylemlerine devam ettiğine işaret ederek askerî mahkemeler seçeneğini
gündeme getirmektedir. 211
Oysa silahlı uyuşmazlık hukuku devletler arasında veya uluslararası bir kişiliğe
sahip aktörler arasında uygulanır. Silahlı uyuşmazlık hukukunun terörizme uygulanması
s. 421-476; IRAOLA, Roberto: “Military Tribunals, Terrorists, and the Constitution”, N. M. L. Rev. Vol.
33, 2003, s. 95-114; FILLER, Daniel M.: “Values We Can Afford-Protecting Constitutional Rights in an
Age of Terrorism: A Response to Crona and Richardson”, Okla. City U. L. Rev. Vol. 21, 1996, s. 409-421.
209
JENKINS, 1986, s. 779.
210
CRONA & RICHARDSON, s. 355-357. Crona ve Richardson, 1993 yılında Dünya Ticaret Merkezi’ne
karşı gerçekleştirilen terörist saldırı zanlılarının Amerikan sivil mahkemelerinde gerçekleştirilen
yargılamalarını ele alarak davanın uzun sürdüğü, verilen cezaların yetersiz olduğu ve mahkum edilen
sanıkların cezalarını güvenlik içinde çekebilmeleri için milyonlarca dolar harcanacağını ileri sürerek daha
etkili bir yargılama sisteminin kurulması gerektiğini ileri sürmüştür. Bkz. CRONA & RICHARDSON, s.
349-354.
211
WEDGWOOD, Ruth: “Responding to Rogue Regimes; From Smart Bombs to Smart Sanctions; Keynote
Address; After September 11th”, New Eng. L. Rev., Vol. 36, 2002, (a), s. 728.
halinde doğal olarak terörist örgütün uluslararası bir kişiliğe sahip olup olmadığı gündeme
gelecek ve bu durum savaş/barış, sivil/asker ayrımları hakkında karışıklıklara neden
olacaktır.
Uluslararası terörizme karşı silahlı uyuşmazlık hukukunun uygulanmamasını
savunan Erickson, bu kuralların uygulanması halinde teröristlerin hem savaş esiri olmasına
imkân sağlayan savaşan statüsü kazanacağına, hem de uğrunda mücadele ettikleri amacın
tanınacağına işaret etmektedir. Ayrıca teröristlerin uyguladığı metotların zımnen hukukî bir
statü kazanmasına da neden olacaktır. Oysa silahlı uyuşmazlık hukuku terörist metotları
hukuka aykırı kabul ederek kınamıştır. 212 Teröristler silahlı bir eyleme karışmış bireyler
değil hukuk kurallarının dışında hareket eden sıradan suçlular olarak ele alınmalıdır. Terör
ile savaş arasındaki güç dengesizliği de dikkate alındığında terör suçlularının askerî değil
sivil mahkemelerde yargılanmalarının daha uygun olduğu görülecektir. İstisnai bazı
hallerde devletin ülkesi dışında kuvvet kullanması söz konusu olduğunda bu eylem silahlı
bir çatışma şeklinde değil savaşa varmayan bir eyleme karşı verilen cevap şeklinde ele
alınmalıdır.
b. Uluslararası Hukuk Yollarının Kullanılması
aa. Andlaşmalar Yapılması
Uluslararası terörizmin hukukî bakımdan düzenlenmesi, devletlerin hangi
eylemlerin suç olarak kabul edileceği noktasında anlaşmalarını, yaygın standartlar
belirlemelerini ve uygulamalarını gerekli kılar. Terörizmi yasaklamak ve cezalandıracak
etkili bir uluslararası hukukî sisteme sahip olabilmek için hangi eylemlerin suç olarak kabul
edileceğinin belirlenmesi gerekmektedir. Diğer taraftan seçtiği hedefler bakımından ulusal
düzeyden uluslararası düzeye doğru kayma eğilimi gösteren terörist saldırıların, uluslararası
alanda da düzenlenmesi opsiyonel bir ihtiyaç olmaktan çıkıp gereklilik haline gelmiştir.
Dolayısıyla terör olaylarına karşı gerçekleştirilecek hukukî düzenlemelerin önem ve aciliyet
212
ERICKSON, s. 64-65.
derecesi artmıştır. 213 Soruna bu açıdan yaklaşıldığında terörizmle ilgili ideal çözümün,
terörizmin tüm şekil ve tezahürleriyle önlenmesi, cezalandırılması ve ortadan kaldırılmasını
amaçlayan ve bu maksatla terörizmi tanımlayan ve taraf devletlerin teröristleri yargılamak
veya yargılanmak üzere ilgili devlete iade etmekle yükümlü olduğu ve devletler arasında
işbirliğini öngören kapsamlı bir anlaşma yapılması olduğu görülecektir. Bununla birlikte
terörizmin hukukî çerçevesi ve önlenebilmesi için genel prensipler belli olmasına rağmen
ulusal politika farklılıkları devletleri bu tür faaliyetleri önleyici esasları düzenleyen
kapsayıcı nitelikte uluslararası bir düzenleme konusunda anlaşmaktan ve uygulamaktan
alıkoymaktadır. 214
Bu
güne
kadar
terörizme
yönelik
etkin
bir
mücadele
sisteminin
kurulamamasında önemli bir etken olarak önümüze çıkan bu durum karşısında devletler
terörizmle sektörel bazda mücadele etme stratejisine yönelmişlerdir. Yani terörizmi genel
olarak tanımlayarak terörist olan herkese karşı mücadele yapabilmek mümkün olmadığı
için devletler genel tanımı yapmaktan vazgeçip uçak kaçırma veya diplomatların
öldürülmesi gibi kendilerini en çok rahatsız fiilleri önlemeye çalışmışlardır. 215 Bu
doğrultuda gerek BM gerek diğer uluslararası örgütler bünyesinde terörizmin değişik
görünümleriyle ilgili çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. 216 Bu anlaşmaların her biri spesifik
terörist eylemlerle ilgili olup, yasaklanan eylemleri tanımlamakta, bu eylemlerin
gerçekleştirilmesini önlemeye yönelik tedbirleri düzenlemekte ve söz konusu suçlar
hakkında karşılıklı işbirliği yapılmasını öngörmektedir. Bazı anlaşmalar ise faillerin taraf
devletler tarafından yargılanmasını veya yargılanmak üzere ilgili devlete iade edilmesini
düzenlemektedir.
213
BOZKURT, s. 202.
ALMOND, Harry H.: “The Legal Regulation of International Terrorism”, in Terrorism & Political
Violence Limits & Possibilities of Legal Control, Ed. by. Henry H. Han, Oceana Pub., New York, 1993, s.
199. ABD, 1972’den itibaren tek taraflı bir şekilde dilediği gibi hareket etmesini engelleyeceği ve politik
gücünü sınırlandıracağı kaygısı ve bu farklı anlaşmalardan dilediğine istediği zaman dayanabilmek
amacıyla ısrarlı bir şekilde çok taraflı ve kapsamlı bir düzenlemenin yapılmasına karşı çıkmaktadır. Bkz.
BASSIOUNI, 2002, s. 92.
215
BAŞEREN, 2002, s. 201.
216
Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. KOLOSOV & LEVITT, s. 141-163.
214
Uluslararası terörizm hakkında 1969’dan bu yana doğrudan veya içinde terörist
eylemlere ilgili hükümler içeren toplam 13 anlaşma yapılmıştır. 217 Bu anlaşmaların dört
tanesi uçak kaçırma 218, iki tanesi açık denizde korsanlık 219, iki tanesi uluslararası alanda
korunan kişilere, BM personeline ve diplomatlara karşı gerçekleştirilen eylemlerle
ilgilidir. 220 Diğerleri ise, sivil deniz taşımacığı yapan gemilere yönelik saldırılar 221, açık
denizlerdeki platformlara yöneldik saldırılar 222, sivil kişilere yönelik rehin alma
eylemleri 223, terörist eylemlerde patlayıcı ve bomba kullanımı 224, terörizmin malî
kaynakları 225 ve nükleer terörizm hakkındadır. 226 Bunun yanı sıra bölgesel nitelikli değişik
217
Terörizmle ilgili BM anlaşmaları ve protokolleri için bkz. http://untreaty.un.org/English/Terrorism.asp (18.
01. 2004).
218
14 Eylül 1963 tarihli “Uçaklarda İşlenen Suçlar ve Diğer Bazı Eylemlere İlişkin Tokyo Sözleşmesi.”
Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşmenin metni için bkz. R.G. 8 Aralık 1975, sayı: 15436; 16 Aralık 1970
tarihli “Uçakların Kanun Dışı Yollarla Ele Geçirilmesinin Önlenmesi Hakkında La Haye Sözleşmesi.”
Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşmenin metni için bkz. R.G. 31 Mart 1973, sayı. 14493; 23 Eylül 1971
tarihli “Sivil Havacılığın Güvenliğine Karşı Kanun Dışı Eylemlerin Önlenmesine İlişkin Montreal
Sözleşmesi.” Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşmenin Türkçe metni için bkz. R.G. 29 Kasım 1975, sayı:
15427; 24 Şubat 1988 tarihli “Sivil Havacılığa Hizmet Eden Havaalanlarında Şiddet Eylemlerinin
İlişkin Montreal Sözleşmesi.” http://untreaty.un.org/English/Terrorism/Conv7.pdf (18. 01. 2004).
219
29 Nisan 1958 tarihli “Açık Deniz Sözleşmesi” ve 10 Aralık 1982 tarihli “Birleşmiş Milletler Deniz
Hukuku Sözleşmesi.” Türkiye her iki Sözleşmeye de taraf değildir. Sözleşmenin Türkçe metinleri için bkz.
GÜNDÜZ, s. 358-365; 373-476.
220
14 Aralık 1973 tarihli “Diplomasi Ajanları da Dahil Olmak Üzere Uluslararası Korunmaya Sahip
Kişilere Karşı İşlenen Suçların Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair New York Sözleşmesi.”
Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşmenin Türkçe metni için R.G. 1 Mayıs 1981; Convention on the Safety
of United Nations and Associated Personel, 9 Aralık 1994, G.A. Res. 49/59, U.N. GAOR, 49th Sess., Supp.
No. 49, U.N. Doc. A/49/49 (1994).
221
10 Mart 1988 Tarihli “Denizde Seyir Güvenliğine Karşı Güvenliğine Yasadışı Eylemlerin
Önlenmesine Dair Roma Sözleşmesi.” Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşmenin metni için bkz. R.G. 26
Ocak 1998, sayı: 23242.
222
10 Mart 1988 tarihli “Kıta Sahanlığında Bulunan Sabit Platformların Güvenliğine Karşı İşlenen
Suçlar Konusundaki Sözleşme.” Türkiye’nin taraf olduğu Sözleşmenin metni için bkz. R.G. 26 Ocak
1998, sayı: 23242.
223
17 Aralık 1979 tarihli “Rehine Alımına Karşı New York Sözleşmesi.” Türkiye’nin de taraf olduğu
Sözleşmenin metni için bkz. R.G. 6 Haziran 1989, sayı: 20217.
224
9 Ocak 1998 tarihli “Terörist Bombalamaların Ortadan Kaldırılması Hakkında New York
Sözleşmesi.” Türkiye sözleşmeyi imzalamış ancak henüz onaylamamıştır. Sözleşmenin Türkçe metni için
bkz. http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem21/yil01/ss793m.htm (18. 01. 2004).
225
9 Aralık 1999 tarihli “Terörizmin Mali Kaynaklarının Önlenmesine Hakkında Uluslararası
Sözleşme.” Türkiye sözleşmeyi 4738 sayılı kanunla 10 Ocak 2002’de onaylamış ve 17 Ocak 2002’de Onay
Kanunu
Resmi
Gazetede
yayınlanmıştır.
Sözleşmenin
Türkçe
metni
için
bkz.
http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem21/yil01/ss791m.htm (18. 01. 2004).
226
Draft Convention on the Suppression of Acts of Nuclear Terrorism, 28 Ocak 1997 U.N. Doc. A/AC.
252/L.3.
anlaşmalar da yapılmıştır. 227 Başlıklardan da anlaşılacağı gibi söz konusu anlaşmalar belirli
bir alanı düzenlemekte olup terörizmi bütün olarak ele almamakta ve terörizm hakkında
kapsayıcı bir düzenleme de bulunmamaktadır.
Terörizmle ilgili olarak yapılan bu anlaşmalar terörizmle mücadele etme
noktasındaki arzuyu göstermekle birlikte evrensel işbirliğini artırmada başarısız
olmuştur. 228 Çeşitli terörist eylemleri iki veya çok taraflı andlaşmalarla ele alan bu
düzenlemelerin neredeyse tümü kısmi çözümler öneren ve devletler arasında farklı bakış
açılarından etkilenen metinler olarak kalıcı bir çözüm getirememişlerdir. Öncelikle yapılan
bu anlaşmalar, terörizmi bir bütün olarak değil parça parça ele almakta ve uygulamada bir
bütünlük arz etmemektedir. İkinci olarak, anlaşmaların etkili olabilmesi, hükümetlerin bu
anlaşmalara uymasıyla ve uygulamasıyla doğru orantılıdır. Oysa anlaşmalara katılım düşük
olmuştur. Terörizmi önlemek için yeterli olmayan bu anlaşmalar aynı zamanda imzacı
devletler tarafından da kolaylıkla göz ardı edilebilmektedir. Dolayısıyla anlaşmaların etkili
bir şekilde uygulanması mümkün olmamaktadır. Bu nedenle terörizme karşı daha etkili
mücadele edilmesini öngören bir anlaşma akdedilmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. 229
Soğuk Savaş sonrasında oluşan uluslararası yapı, terörizm konusunda kapsamlı
bir düzenleme yapılabilmesi için uygun bir ortam oluşturmuştur. Yapılacak bir düzenleme,
terörist saldırılarının neler olduğunu, teröristlerin yargılama ve iade ilkelerini, bilgi
227
27 Ocak 1977 tarihli “Terörizmin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi.” Türkiye’nin taraf olduğu
Sözleşmenin Türkçe metni için R.G. 26. Mart 1981, sayı: 17291.
22 Nisan 1998 tarihli “Terörizmin Önlenmesine Dair Arap Devletleri Birliği Sözleşmesi.” Sözleşmenin
metni için bkz. http://www.leagueofarabstates.org/E_News_Antiterrorism.asp (18. 01. 2004); 1 Temmuz
1999 tarihli “Uluslararası Terörizmle Mücadeleye Dair İslam Konferansı Örgütü Sözleşmesi.”
Sözleşmenin metni için bkz. http://www.oic-un.org/26icfm/c.html (18. 01. 2004); 14 Temmuz 1999 tarihli
“Terörizmin Önlenmesi ve Terörizmle Mücadeleye Dair Afrika Birliği Örgütü Sözleşmesi.”
Sözleşmenin metni için bkz. http://untreaty.un.org/English/Terrorism/oau_e.pdf (18. 01. 2004); 2 Şubat
1971 tarihli “Kişilere Karşı Suç Formunu Alan Terörizm Eylemleri ve Uluslararası Alanda Önem Arz
eden İlgili Zorbalıkların Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”; 4 Kasım 1987 tarihli
“Terörizmin Önlenmesine Dair Bölgesel Kalkınma İçin Güney Asya Birliği Sözleşmesi” Sözleşmenin
metni için bkz. http://untreaty.un.org/English/Terrorism/Conv18.pdf (18. 01. 2004); Treaty on Co-operation
among States Members of the Commonwealth of Independent States in Combating Terrorism, Minsk, 4
June 1999 Sözleşmenin metni için bkz. http://untreaty.un.org/English/Terrorism/csi_e.pdf (18. 01. 2004).
228
Söz konusu Anlaşmalarla ilgili ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. TRAHAN, Jennifer: “Terrorism
Conventions: Existing Gaps and Different Approaches”, New Eng. Int’l & Com. L. Ann., Vol. 8, 2002, s.
215-243; GILBERT, G.: “The ‘Law’ and Transnational Terrorism”, Neth. Y. B. Int’l L., Vol. 26, 1995, s.
3-32.
229
GUROVITSCH, s. 179; SHAIKH, s. 2160.
alışverişini, önleyici önlemleri, terörizme destek olan veya rıza gösteren devletlere karşı
alınacak tedbirleri ve kurbanların tazmin hakkını düzenlemelidir. 230 Terörizm hakkında
gerçekleştirilmiş bütün sözleşmeleri tek bir metin haline getiren ve her birinin amacını
kapsayan bir sözleşme olmalıdır. Bu sözleşme ile söz konusu sözleşmeler arasındaki
tutarsızlıklar ortadan kaldırılacak, belirsizlik ve eksiklikler giderilebilecektir. Bunun için
gerçekleştirilecek uluslararüstü girişimde BM öncü rol oynamalıdır. Çünkü BM uluslararası
hukuk alanında kararlar alıp yürüten en önemli organizasyondur. Bu bakımdan yapılan
veya yapılacak hukukî düzenlemeler BM bünyesinde gerçekleştirilmelidir.
bb. Suçluların İadesinin Sağlanması
Hukukî yolların uygulanabilmesi için uluslararası işbirliği gerekmektedir. Eğer
teröristler suç teşkil eden eylemi bir devlet ülkesinde gerçekleştirdikten sonra ülke
sınırlarını terk ederek başka bir devlete kaçarsa o zaman bu devlet teröristlerin kaçtığı
devletlerin işbirliğine ihtiyaç duyacaktır. Bununla birlikte terör suçları çoğu zaman siyasî
suç olarak kabul edilmekte ve teröristler siyasî suçluların iade edilmeyeceği kuralına
dayanılarak iade edilmemektedir.
Terörist eylemde bulunmakla suçlanan kişi veya kişileri ele geçiren devlet
bunları serbest bırakmak, yargılanmak üzere iade etmek veya bizzat yargılamak üzere
başlıca üç seçeneğe sahip bulunmaktadır. Söz konusu işbirliği bu kişilerin iade edilmesi
veya bulundukları devlet tarafından yargılanmaları şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Buna
göre, diğer bir devlete veya diğer bir devletin vatandaşına karşı terörist eylemler
gerçekleştirdiği iddia edilen kişilerin halen bulundukları devlet, bu kişileri yargılamalı ya
da yargılanmak üzere ilgili devlete iade etmelidir. 231 Bu eylemlerin birer suç olarak
230
ZAID, s. 664; DUGARD, s. 74-75.
FROWEIN, Francis: “The Present State of Research Carried Out by the English-speaking Section of the
Centre for Studies and Research”, in The Legal Aspect of International Terrorism, Martinus Nijhoff
Publishers, Dordrecht, 1989, s. 85.
231
nitelendirilmiş
olması
devletlerin
teröristlerin
milliyetine
ve
eylemleri
gerçekleştirdiğine bakmaksızın yargılaması yükümlülüğünü ifade etmektedir.
nerede
232
Uluslararası örf ve âdet hukukunda, bir devletin ele geçirdiği teröristi aralarında
iade anlaşması olmadığı sürece ilgili devlete iade etmekle yükümlü kılan herhangi bir
zorunluluğun olmadığı söylenebilir. 233 Dolayısıyla bu konuda devletler arasında bir
anlaşma olmaksızın yakalanan kişilerin iadesi mümkün değildir. Bu alanda uluslararası bir
işbirliğinin sağlanması ise devletlerin farklı saiklerle hareket etmeleri yüzünden zor
gözükmektedir. Temel problem siyasî suçlularda ortaya çıkmakta ve siyasî suçların ne
olduğu ve kimlerin siyasî suçlu kapsamına girdiği devletler arasında görüş farklılıklarına
yol açmaktadır. 234
Günümüz hukuk sistemlerinde, siyasî suçluların iade edilmemesi suçluların iade
edilmesini öngören kuralın bir istisnası olarak kabul edilmekle beraber 235 bu istisnaî kuralın
uygulanmasını sınırlandırmaya yönelik farklı eğilimler ortaya çıkmıştır. İdeolojik sebeplere
dayanan terör eylemlerinin de bu kapsamda değerlendirildiği söz konusu durum “istisnanın
istisnası” (exception to the exception) şeklinde adlandırılmaktadır. 236 Siyasî suçlar genel
olarak gerçekleştirildiği devletin kamu düzenini bozmakla beraber terörizm, savaş suçları
232
SCHREIBER, s. 326. Devletin ülkesinde bulunan teröristleri yargılamayı ya da iade etmeyi reddetmesi
halinde, iadeyi talep eden devletin söz konusu kişi veya kişileri yakalayarak getirmesi amacıyla görevlilerini
söz konusu devletin ülkesine gönderebileceği ileri sürülmüştür. O’CONNELL, Mary Ellen: “Lawful SelfDefense to Terrorism”, U. Pitt. L. Rev., Vol. 63, 2002, (a), s. 907.
233
MURPHY, Liam G. B., s. 72; ROBEN, Volker: “The Role of International Conventions and General
International Law in the Fight Against International Terrorism”, http://edoc.mpil.de/conference-onterrorism/index.cfm. (20. 01. 2004). Genel Kurulun 40/61, 42/159 ve 46/51 sayılı kararlarında terörizmin
bütün görünümlerinin nerede ve kim tarafından hangi saikle gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin kınanmış
olması bu konuda bir örf ve adet hukuku kuralının geliştiği şeklinde yorumlanmıştır. Örneğin Schachter, bu
yükümlülüğün bir uluslararası örf ve âdet hukuku kuralı olduğunu ileri sürmüştür. Bkz. SCHACHTER,
1993, s. 245.
234
SHAIKH, s. 2160.
235
İlk çağlardan bu yana var olmakla beraber siyasî suç kavramının içeriği toplumlardaki siyasî ve ekonomik
değişime paralel olarak değişmektedir. Terörizm bağlamında siyasî suç kavramı, teröristin işlediği politik
bir suç nedeniyle iade edilmesine izin vermemekte ve bu kişilere yabancı ülkelerde serbestçe faaliyette
bulunma imkânı tanımaktadır. Örneğin İtalya, İtalyan Ceza Kanununun 8. maddesine dayanarak
Yugoslavya Kralının katillerini Fransa’ya iade etmemiştir. Söz konusu maddede siyasî suç kavramı,
“Devletin siyasî bir çıkarını veya vatandaşın siyasal haklarından birini ihlal eden, fiil siyasî sayılacaktır.
Kısmen veya tamamen siyasî nitelikteki saiklerin işlemesine neden olduğu suç da siyasî sayılır.” şeklinde
tanımlanmıştır. Bkz. DÖNMEZER, Sulhi & ERMAN, Sahir: Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, Genel
Kısım, C. III, Beta Yayınları, İstanbul, 2000, s. 498.
236
BASSIOUNI, 1999, s. 793.
ve soykırım gibi suçlar uluslararası toplumun düzenini bozmaktadır. Dolayısıyla
uluslararası kamu düzenini koruyabilmek ve uluslararası suçlarla mücadele edebilmek için
bu tür suçlar siyasî suç istisnasına dahil edilmemelidir. 237
Siyasî suçluların iade edilmeyeceği ilkesi terörizmle mücadelede sık sık
karşımıza çıkmaktadır. PIRA (Provisional Irish Republican Army) üyesi McMullen,
Mackin ve Quinn isimli şahısların Kuzey İrlanda’da da gerçekleştirdikleri eylemler
nedeniyle İngiltere tarafından ülkesinde bulundukları ABD’den iadesi talep edilmiş ancak
ABD bu kişilerin işlediği iddia edilen suçların siyasî suç niteliğinde olduğu ve dolayısıyla
da bu kişilerin siyasî suçlu kabul edildiği gerekçesiyle iade talebini reddetmiştir. 238 Oysa
aynı ABD, FKÖ üyesi olan ve İsrail tarafından bir bombalama eyleminden sorumlu tutulan
Ebu Eain’in iade talebini kabul etmiştir. Ebu Eain, McMullen davasını gerekçe göstererek
siyasî suçlu olduğu iddiasında bulunmasına rağmen savunması kabul edilmemiş ve sıradan
bir suçlu olduğuna karar verilmiştir. 239 Bu durum siyasî suç istisnasının devletlerin kendi
takdirlerine göre kullanıldığının açık bir örneğidir.
Diğer taraftan siyasî suç istisnasının kaldırılmasını veya devletlerin bu konudaki
takdir haklarının sınırlandırılmasını amaçlayan girişimler başarısız olmuştur. Bu
yaklaşımda terörizm yalnızca cezai nitelikte bir sorun olarak ele alınmakta ve söz konusu
suçları işleyenlerin cezalandırılmaktan kurtulabilecekleri bir ülke bulabilmelerine imkân
vermemek amaçlanmaktadır. Bunun başarılabilmesi için devletler arasında sıkı bir işbirliği
gereklidir. İşbirliğinin önkoşulu ise ortak bir terörizm tanımının yapılabilmesidir. Böyle bir
tanımın yapılamamış olması yaklaşımın en zayıf yanıdır. 240 Bu nedenle sorun, sektörel
bazda terörizmle mücadeleyi esas alan sözleşmelerle düzenlenmeye çalışılmış ve devletler
en çok mustarip oldukları bazı fiilleri seçerek bunların suç haline getirilmesini öngören
237
Bu amaçla Belçika Suikast Şartı ile yabancı devlet başkanının şahsına ve aile efradından birisine karşı
gerçekleştirilen suikast siyasî suç olmaktan çıkarılmıştır. Bu kural günümüzde uluslararası sözleşmelerde
yer almaktadır. Örneğin Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi’nin 3/3. maddesinde “İşbu
sözleşmenin tatbikatı bakımından bir devlet reisinin veya ailesi efradından birisinin hayatına karşı kasıt
siyasî suç sayılmayacaktır” hükmü yer almaktadır. SİDAS’a ek I. Protokolün ilk maddesinde de,
Sözleşmenin 3. maddesinin uygulanmasında soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçların
siyasî suç sayılmayacağı düzenlenmiştir. Bkz. Additional Protocol to the European Convention on
Extradition and Explanatory Report, Council of Europe Publishing, Strasbourg, 1995, s. 6-7.
238
FIELDS, s. 5.
239
FIELDS, s. 5-6.
240
BAŞEREN, 1998, s. 162.
uluslararası sözleşmeler yapmışlardır. Sözleşmelerde düzenlenen fiillerin faillerinin siyasî
suçlu sayılmamasına, bunlara siyasî sığınma hakkının tanınmamasına ve yargılanmalarına
veya isteyen devlete iade edilmelerine dayalı bir mücadele yöntemi geliştirmişlerdir. 241
Terörizmin değişik görünümleriyle ilgili olarak akdedilen bu sözleşmeler, ele
aldıkları fiilin, taraf devletlerin ulusal hukuk sistemlerinde suç olarak kabul edilmesini, bu
suçları işleyip bir başka devletin ülkesine kaçan kişilerin siyasî suçlu sayılmamalarını,
bunlara sığınma hakkı tanınmamasını ve yargılanmalarını veya yargılanmak üzere ilgili
devlete iade edilmelerini düzenlemektedirler. Bu doğrultuda başta uçak kaçırma fiillerinin
önlenmesi için La Haye, Tokyo ve Montreal Sözleşmeleri olmak üzere çeşitli sözleşmeler
yapılmıştır. 1977 tarihli Terörizmin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi de benzer
şekilde “ya yargıla ya da iade et” (aut dedere aut judi care) ilkesini benimseyerek belirli
suçlar için bu tür bir işbirliğini gerekli görmektedir. 242 1999 tarihli Terörizmin Finanse
Edilmesinin Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme’de de taraf devletlerin bazı eylemleri
hukuk sistemlerinde suç olarak düzenlemelerini ve terörist eylemlere karışan bireyler ve
organizasyonlar üzerinde yargı yetkisinin kurulmasını ve bu kişilerin ya yargılanmasını ya
da yargılanmak üzere ilgili devlete iade edilmeleri öngörülmektedir. 243
Suçlunun bulunduğu ülke devletinin, çoğu kere, siyasî suçun varlığını takdir
hakkını suiistimal etmesi nedeniyle bu andlaşmaların hepsi kısmi çözümler öneren ve
devletler arasında farklı bakış açılarından etkilenen metinler olarak kalıcı bir çözüm
getirememiştir. 244
241
BAŞEREN, 2003, (a), s. 56.
Terörizmin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi, adam kaçırma ve rehin alma eylemlerini siyasî suç
kapsamının dışına çıkararak bu konuda en azından siyasî suç kavramının içeriğini sınırlandırma yoluna
gitmiştir. Sözleşme, politik terörizmi faillerinin iadesi açısından sıradan bir suç gibi nitelendirerek siyasî
suçluların iadesi kapsamından ayrı tutmuştur. Sözleşmenin ilk maddesinde iade bakımından uçak kaçırma,
uluslararası alanda korunan şahısların hayat, vücut tamlığı ya da hürriyetlerine yönelik saldırılar, adam
kaçırma, rehin alma, özgürlüğü kısıtlama, bomba, roket, otomatik silah, bombalı paket vb. şekilde insan
hayatını tehlikeye atacak eylemlerin siyasî suç olarak kabul edilmeyeceği ve bu suçları işleyen kişilerin
siyasî suç kategorisine tâbi tutularak iade edilmekten kaçınılamayacağı öngörülmüştür. Türkiye’nin de taraf
olduğu Sözleşmenin Türkçe metni için bkz. YENİSEY, Feridun: Milletlerarası Ceza Hukuku: Ceza
Yargılarının Milletlerarası Değeri ve Mevzuatı, Beta Yayınları, İstanbul, 1988, s. 375-380.
243
Söz konusu sözleşmenin 7. maddesinde taraf devletlerin, zanlının kendi ülkesinde bulunması halinde ilgili
devlete iade edilmesi, sözleşmeden öngörülen şartlar dahilinde iade edilmediği takdirde yargı yetkisini tesis
etmek için gerekli tüm tedbirleri alacağı öngörülmüştür.
244
BAŞEREN, 1998, s. 162.
242
cc. Uluslararası Mahkemeler Kurulması
Uluslararası hukuk, ilke olarak devletlerin ve uluslararası teşkilatların hukukî
statü ve ilişkilerini düzenlemektedir. Bireyler sınırlı ölçüde hak ve sorumlulukların
muhatabı konumundadır. Bu sınırlı durumlardan bir tanesi de bireyin uluslararası suçlar
nedeniyle cezai sorumluluğudur. Bu bağlamda uluslararası toplum son yıllarda savaş
suçluları gibi teröristleri yargılama yetkisine sahip uluslararası bir mahkeme kurup
kurmama konusunda farklı fikirlere sahne olmuş ve teröristlerin birer uluslararası suçlu
kabul edilerek kurulacak uluslararası bir mahkemede yargılanmasının etkili bir mücadele
yolu olacağı ileri sürülmüştür. 245 Bu görüşe göre, ayrım gözetmeksizin sivilleri hedef alan
teröristler birer suçludur ve bu kişileri harekete geçiren saiklere bakılmaksızın suçlu kabul
edilmeleri gerekir. Ayrıca terörizm, uyuşturucu kaçakçılığı gibi ulusal sınırları aşan bir
tehdit olup ülke sınırlarının dışında da politik ve ekonomik sonuçlar doğurmaktadır.
Devletin ülkesiyle sınırlı kalmayan bu tehdit karşısında yürütülecek hukukî
mücadelenin tek taraflı önlemler yerine uluslararası bir yargı sistemi aracılığıyla
gerçekleştirilmesinin daha etkili sonuçlar doğuracağı açıkça görülmektedir. Devletin kendi
iç hukuku çerçevesinde askerî veya sivil mahkemelerde gerçekleştirilecek yargılamadan
farklı olarak değişik ülkelerin vatandaşı olan hakimlerden oluşacak tarafsız bir uluslararası
mahkeme daha meşru bir görünüm kazanacak ve uluslararası alanda meşruiyet sıkıntısı
çekmeyecektir. Yakın zamanda yaşanan Lockerbie Faciası bu tür tarafsız bir uluslararası
yargılama sistemi kurulması gerekliliğini ortaya koyan önemli bir örnektir. 246 Ayrıca
245
SIEVERT, Ronald J.: “Meeting the Twenty-First Century Terrorist Threat within the Scope of Twentieth
Century Constitutional Law”, Hous. L. Rev., Vol. 37, 2000, s. 1428; CAMPBELL, Leah M.: “Defending
Against Terrorism: A Legal Analysis of the Decision to Strike Sudan and Afghanistan”, Tul. L. Rev., Vol.
74, 1999-2000, s. 1086-1088; CAVICCHIA, Joel: “The Prospects for an International Criminal Court in
the 1990’s”, Dick. J. Int’l L. Vol. 10, 1992, s. 233’den aktaran KROHNE, Steven W.: “The United States
and the World Need an International Criminal Court as an Ally in the War Against Terrorism”, Ind. Int’l &
Com. L. Rev., Vol. 8, 1997, s. 161.
246
21 Aralık 1988 tarihinde Pan American Havayollarına ait Frankfurt/New York seferini yapan 103 sefer
sayılı uçak, İskoçya’nın Lockerbie kasabası yakınlarında düşmesi sonucu uçakta bulunan 189’u Amerikan
vatandaşı olmak üzere 259 yolcu ve mürettebat ile enkazın düştüğü yerleşim alanında bulunan 11 kişi
hayatını kaybetmiştir. Saldırı sonrası yapılan araştırmalar sonucunda uçağın bagaj kısmına yerleştirilen
bombanın patlamasıyla düştüğü anlaşılmış ve eylemin Libya gizli istihbarat servisi üyesi Abdel Basset Ali
al-Megrahi ile Lamen Khalifa Fhimah tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine ABD,
Libya’nın da taraf olduğu 1971 Montreal Sözleşmesi’nin, âkit devletlerin bir uçağa karşı gerçekleştirilen
sabotaj eyleminden sorumlu kişi veya kişiler hakkında soruşturma yapmasını, bu kişileri yargılamasını veya
terörizm suçunun bütün uygar uluslar tarafından kınandığı ve sıradan bir suç olmadığı ve
insanlığa karşı suç veya soykırım suçu gibi uluslararası mahkemelerce yargılanan suçlar
kategorisi kapsamında ele alınması gerekliliğini de ortaya koyacaktır. 247 Uluslararası yargı
seçeneğini tercih eden devletler bu sayede terörist tehditle baş edebilmek için haksız kuvvet
kullanımı gibi eylemlerde bulunarak suçlu duruma düşme riskinden de sakınmış
olacaklardır. 248
Kurulacak bir uluslararası yargı sisteminin anılan faydalarına rağmen hâlen
terörizm konusunda evrensel yargılama ve cezalandırma sistemi öngören bir düzenleme
yapılamamıştır. 249 Dolayısıyla günümüzde uluslararası terörist saldırılarla ilgili yargılama
yapabilecek uluslararası bir mahkeme yoktur. Bu durumda teröristleri yargılamak üzere ad
hoc uluslararası mahkeme kurulabileceği gibi Uluslararası Ceza Mahkemesi bünyesinde
“insanlığa karşı suç” başlığı altında bu tür bir yargılama gerçekleştirilebilir veya
yargılanmak üzere ilgili devlete iade etmesini öngören hükmüne dayanarak Libya’dan söz konusu kişilerin
yargılanmak üzere iadesini talep etmiştir. Bu talep karşısında Libya Montreal Sözleşmesi’ne dayanarak
şüphelileri yargılama hakkına sahip olduğunu ileri sürmüş, Libya Lideri Kaddafi söz konusu kişilerin ne
ABD veya İngiltere ne de başka bir ülkeye yargılanmak üzere iade edilmeyeceğini açıklamıştır. Libya adli
makamları da daha sonra yaptıkları bir açıklamada yapılan soruşturma sonucunda bu kişilerin Libya
mahkemelerinde yargılanmasını gerektirecek yeterli bir delile ulaşılamadığını belirtmiştir. Libya bu karara
dayanarak ABD’nin iade talebini destekleyecek delil ya da delillere sahip olmadığı ve Montreal
Sözleşmesi’nin âkit devlete vatandaşı hakkındaki iade talebini reddetme izin verdiğini belirterek iade
talebini reddetmiştir. Oysa Libya’nın kendisi zaten şüphelilere saldırı emrini vermekle suçlanmaktadır.
Böyle bir durumda yargı yetkisinin uyuşmazlığın taraflarından ziyade uluslararası bir mahkemeye
verilmesinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Lockerbie olayı ve sonrasında Güvenlik Konseyi ile
Uluslararası Adalet Divanının da dahil olduğu süreç hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. ZAID, s. 667;
DAUM, Caryn L.: “The Great Comprimise: Where to Convone the Trial of the Suspects Implicated in the
Pan am Flight 103 Bombing Over Lockerbie, Scotland”, Suffolk Transat’l L. Rev., Vol. 23, 1999, s. 131156; GOWLLAND-DEBBAS, Vera: “The Relationship Between the International Court of Justice and the
Security Council in the Light of the Lockerbie Case”, Am. J. Int’l L., Vol. 88, 1994, s. 643-678;
D’ANGELO, Deborah: “The ‘Check’ on International Peace and Security Maintenance: The International
Court of Justice and Judicial Reeview of Security Council Resolutions”, Suffolk Transnat’l L. Rev., Vol. 23,
2000, s. 561-593; ZUBEL, Eric: “The Lockerbie Controversy: Tension Between the International Court of
Justice and the Security Council”, Ann. Surv. Int’l & Comp. L., Vol. 5, 1999, s. 259-285; FRANK,
Jonathan A.: “A Return to Lockerbie and the Montreal Convention in the Wake of the September 11th
Terrorist Attacks: Ramifications of Past Security Council and International Court of Justice Action”, Denv.
J. Int’l L. & Pol’y Vol. 30, 2002, s. 532-546; BEKKER, Peter H. F.: “Questions of Interpretation and
Application of the 1971 Montreal Convention Arising from the Aerial Incidents at Lockerbie (Libyan Arab
Jamahiriya v. United Kingdom) and Preliminary Objections, Judgments”, Am. J. Int’l L., Vol. 92, 1998, s.
503-508.
247
TRAHAN, s. 504.
248
CAMPBELL, s. 1088-1089.
249
1937 tarihli Terörizmle Mücadele ve Terörizmin Önlenmesine Dair Cenevre Sözleşmesi, Sözleşmede
yasaklanan suçların işlenmesi halinde faillerinin yargılanması amacıyla uluslararası bir mahkeme
kurulmasını öngörmüştür. Sadece Hindistan tarafından onaylanan Sözleşme yürürlüğe girememiştir.
Uluslararası Ceza Mahkemesinin statüsü terörist eylemleri de kapsayacak şekilde
değiştirilerek muhtemel terörist saldırılarının faillerini yargılayabilecek hale getirilebilir.
Terörizmle ilgili suçları yargılamak üzere kurulacak uluslararası bir mahkeme
genel olarak terörizm ya da değişik çok taraflı uluslararası sözleşmelerde suç olarak
düzenlenmiş uçak kaçırma, bombalama gibi terörist eylemler hakkında yargılama yetkisine
sahip olabilir. Uluslararası düzenlemelerde suç olarak düzenlenmiş belirli terörist
eylemlerin kurulacak bir uluslararası mahkemenin yargı yetkisi içinde ele alınması hukuken
kabul edilebilir bir yaklaşım olmakla beraber terörizm kavramının genel kabul görmüş bir
tanımı yapılmadığı sürece ilk seçeneğin uygulanmasının zor olduğu görülmektedir. Zira
yukarıda bahsedilen birinin teröristi diğerinin özgürlük savaşçısı ikileminin yanı sıra ceza
hukukunun temel ilkelerinden birini teşkil eden “unsurları kanunda belirlenmemiş olan
eylem suç sayılmaz” (nullum crimen sine lege) ilkesi karşımıza çıkacaktır. 250
Terörist
yargılanabilir.
251
suçlar
diğer
taraftan
“insanlığa
karşı
suç”
kabul
edilerek
Roma Statüsü’nün hazırlanması amacıyla gerçekleştirilen görüşmelerde
Türkiye, Sri Lanka, Hindistan ve Cezayir terörizmin “insanlığa karşı suç” bağlamında
Uluslararası Ceza Mahkemesinin yargı yetkisine giren suçlardan biri olmasını teklif
etmiştir. Ancak terörizmin bir suç olarak açık bir tanımının yapılamamış olması, terörizmin
mahkemenin yargı yetkisi kapsamına dahil edilmesinin mahkemeyi politize edeceği
endişesi, bazı terörist saldırıların uluslararası bir mahkeme tarafından yapılacak yargılamayı
gerektirecek nitelikte görülmemesi, iç hukuk sistemleri tarafından yapılacak bir soruşturma
ve yargılamanın uluslararası mahkemelerce gerçekleştirilecek bir soruşturma ve
yargılamadan daha etkili olacağı gibi çeşitli sebeplerle söz konusu teklif kabul
250
KROHNE, s. 176.
Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün 7/1. maddesi insanlığa karşı suçları, sivil halka karşı yaygın ya
da sistematik bir şekilde girişilen saldırılara bağlı ve bu saldırının bilincinde olarak işlenen aşağıdaki fiiller
olarak belirtmektedir: Kasten adam öldürme, toplu yok etme, köleleştirme, nüfusun sürgünü veya zorla
nakli, uluslararası hukukun temel hükümlerinin ihlal eder bir şekilde hapsetme veya fiziki özgürlükten ağır
yoksun bırakma, işkence, ırza geçme, cinsel kölelik, fuhşa zorlama, zorla kısırlaştırma veya benzer
ağırlıktaki diğer cinsel şiddet biçimleri, siyasal, ırkçı, ulusal, etnik, kültürel, dinî ya da cinsel nedenlerle ya
da uluslar arası hukukta kabul edilemez olarak benimsenen evrensel başka ölçütlere bağlı olarak herhangi
bir gruba ya da herhangi bir belirlenebilir topluluğa zulmetme, zorla kaybetme, apartheid, fiziki bütünlüğe
veya fizik ya da ruh sağlığına zarar verecek nitelikte insanlık dışı muamelelerde bulunma. İnsanlığa karşı
suç hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. ATEŞ EKŞİ, Canan: Uluslararası Ceza Mahkemesinin İnsanlığa
Karşı Suçlar Üzerindeki Yargı Yetkisi, Seçkin Yayınları, Ankara, 2003.
251
edilmemiştir. 252 Ancak 11 Eylül saldırıları ile birlikte terörizmin insanlığa karşı suç
kapsamında Uluslararası Ceza Mahkemesinin yargı yetkisine dahil olması tekrar gündeme
gelmiştir. 11 Eylül saldırılarının masum sivilleri plânlı bir şekilde hedef alması Roma
Statüsünün 7. maddesinde ifade edilen herhangi bir sivil nüfusa karşı yaygın ve sistematik
saldırı tanımına paralellik arz etmektedir.
Daha önceden terör saldırılarını her devletin kendi iç meselesi olarak kabul eden
uluslararası uygulama artık terör olaylarını tüm insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamında
değerlendirmektedir. 253 Bu bağlamda uluslararası terörizmin, silahlı bir uyuşmazlığın olup
olmadığına bakmaksızın söz konusu olabilen “insanlığa karşı suç” kapsamında
değerlendirilerek Uluslararası Ceza Mahkemesinin yargı yetkisi kapsamına alınmasının
uygun olacağı söylenebilir. 254
Uluslararası
Ceza
Mahkemesinin
statüsünde
yapılacak
değişikliklerle
mahkemenin yargı yetkisinin terörist eylemlerin insanlığa karşı suç kapsamına alınması
veya statünün terörist eylemleri açık bir şekilde suç olarak düzenleyerek muhtemel terörist
saldırılarının faillerinin yargılanmasına imkân verecek yapılanma yukarıda bahsedilen
aykırılıkları taşımayacağı gibi uluslararası alanda meşruiyet sıkıntısı da çekmeyecektir.
Kaldı ki 11 Eylül saldırılarının neden olduğu işbirliği havası, Uluslararası Ceza
Mahkemesinin yetkisinin genişletilerek devlet destekli terörist eylemlerden etkilenenlerin
mağduriyetlerinin giderilmesi ve bu tür eylemleri gerçekleştirenlerin cezalandırılması için
uygun bir ortam sunmaktadır.
252
CASSESE, Antonio: “Terrorism is also Disrupting Some Crucial Legal Categories of International Law”,
Eur. J. Int’l L., Vol. 12, No. 5, 2001, (a), s. 994; MARTINEZ, Lucy: “Prosecuting Terrorists at the
International Criminal Court: Possibilities and Problems”, Rutgers L. J., Vol. 34, 2002, s. 18-19.
Teröristlerin Uluslararası Ceza mahkemesi bünyesinde yargılanmasını savunan bir çalişma için bkz.
SAILER, Todd M.: “The International Criminal Court: An Argument to Extend its Jurisdiction to
Terrorism and a Dismissal of U.S. Objections”, Temp. Int’l & Comp. L. J., Vol. 13, 1999, s. 311-346.
ABD’nin kurulacak bir uluslararası mahkemenin terörist eylemler üzerinde de yargı yetkisine sahip
olmasına karşı çıkmasının nedenleri hakkında ise bkz. KROHNE, s. 167-187.
253
BOZKURT, s. 202; TRAHAN, Jennifer: “Trying A Bin Laden And Others: Evaluating The Options For
Terrorist Trials”, Hous. J. Int’l L., Vol. 24, 2002, s. 500.
254
COGEN, Marc: “The Impact of International Humanitarian Law on Current Security Policy Trends”,
http://www.crimesofar.org/expert/attack-cogen.html (08. 12. 2003).
B. Siyasî, Ekonomik ve Diplomatik Yollar
Siyasî, ekonomik ve diplomatik yollar, hukuka aykırı davranışta bulunan tarafı
bu tür davranışlardan vazgeçirmeye yönelik barışçı girişimlerdir. Belli bir ülke ile
sınırlanamayan, bağımsız bir şekilde örgütlenen ve içine sızılması oldukça zor olan terörist
örgütlere karşı siyasî, ekonomik ve diplomatik yollarla mücadele etmek mümkün değildir.
Çünkü, terörizmin aktörleri ideolojik, politik ve etnik gruplar olup söz konusu grupların
devletler gibi örgütlenmesi, ekonomik sistemi, ülkesi ve ülkesi üzerinde yaşayan bir insan
kitlesi bulunmamaktadır. 255 Bu nedenle, görüşme veya diğer yollarla bir çözüme
kavuşmaya çalışmak mümkün değildir. Ayrıca teröristlerle görüşmek terörist örgütün ve
eylemlerin meşruiyetine dair bir etki yaratacağı kaygısıyla devletlerin kaçındığı bir
durumdur. 256 Bu durumda terörizme destek veren devlete karşı verdiği bu destekten
vazgeçmesini sağlayabilmek amacıyla siyasî, diplomatik yollara başvurulması ve halka
zarar vermeyecek şekilde ekonomik yaptırımların uygulanması gündeme gelebilir.
Ekonomik yaptırımlar terörist örgütleri finansal kaynaklarından yoksun
bırakarak faaliyetlerine devam edebilmesini engelleyen etkili bir önlemdir. Askerî kuvvet
kullanılmasını gerektirmediği için mevcut tehdide karşı barışçı yollarla mücadele etme
imkânı vermektedir. Bu yaptırımlar uygulanırken, hedef devletin ekonomik refahını
olumsuz bir şekilde etkilemek suretiyle söz konusu devletin istenmeyen davranışlarını
değiştirmesi için zorlamak ve bu şekilde mevcut sorunun barışçı yollarla çözüme
kavuşturulması amaçlanmaktadır. Ekonomik yaptırımlar ticaret ambargosu, ithalat ve
ihracata yönelik sınırlamalar, yabancı yatırımların, kredilerin engellemesi, malvarlığının
dondurulması gibi çeşitli hususları kapsamaktadır. 257
255
WEDGEWOOD, Ruth “Responding to Terrorism: The Strikes Against bin Laden”, Yale J. Int’l L. Vol.
24, 1999, s. 559; COHAN, s. 107.
256
GROSS, Emanuel: “Thwarting Terrorist Acts by Attacking the Perpatrators or their Commanders as an
Act of Self Defense: Human Rights Versus the State’s Duty to Protect its Citizens”, Temple Int’l & Com. L.
J., Vol. 15, 2001, s. 238; COHAN, s. 86.
257
Ekonomik yaptırımlar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. EINISMAN, s. 299-326.
Geçmişte Güvenlik Konseyi, ülkesi içinde terörist faaliyetlere izin verdiği
gerekçesiyle çeşitli devletlere karşı yaptırım uygulanmasına karar vermiştir. 258 Uygulanan
yaptırımların devlet destekli terörizm karşısında etkili bir yol olduğu ortaya çıkmıştır. 259 Bu
yaptırımlar sonucunda söz konusu devletler turizm, ticaret gelirleri gibi kaynaklardan
mahrum olmakta ve ayrıca yabancı yatırımlar bu ülkelerden çekilmektedir. Lockerbie
Faciası’nı gerçekleştirmekle suçlanan iki istihbarat görevlisini iade etmesine yönelik
talepleri reddeden Libya, bunun başlıca örneğidir. Şüphelilerle Libya arasında var olan
yakın ilişkiye rağmen ABD, askerî kuvvet kullanımına başvurmamış ve soruna geri verme
ve diplomasi gibi hukukî yollarla yaklaşmıştır. Ancak Libya lideri Kaddafi şüphelileri
yargılanmak üzere ABD veya İngiltere’ye teslim etmediği gibi üçüncü bir ülkede de
yargılanmalarına izin vermemiştir. ABD yönetiminin Kaddafi’yi ikna etmek üzere Libya’ya
yaptırımlar uygulanmasını teklif etmesi üzerine BM Güvenlik Konseyi Libya’ya karşı
ekonomik yaptırımlar uygulanmasına karar vermiştir. 260 Uygulanan yaptırımlar karşısında
Libya’nın uğradığı maddî kaybın milyar dolarlara ulaştığı ifade edilmektedir. Nitekim bu
yaptırımlar sonrasında Libya geçmiş eylemlerinin sorumluluğunu kabul etmiş ve aşırı
gruplardan uzak durmaya başlamıştır. 261
Ekonomik yaptırımlar günümüzde Amerikan dış politikasının başvurduğu
yollardan birini oluşturmaktadır. ABD 1996 yılında terörizme destek verdikleri ve kitle
imha silahı elde etmeye çalıştıkları gerekçesiyle İran ve Libya’ya karşı tek taraflı bir
258
Örneğin Libya ve Sudan’a karşı bu tür yaptırımlar uygulanmasına dair kararlar alınmıştır. Bkz. S.C. Res.
748, U.N. SCOR, 42d Sess., U.N. Doc. S/Res/748 (1992); S.C. Res. 1054, U.N. SCOR, 46th Sess., U.N.
Doc. S/Res/1054 (1996).
259
Bununla birlikte Einisman, terörist grupların bağımsız olarak hareket edebildikleri ve devlet desteğine olan
ihtiyaçlarının azaldığını belirterek terörist grupların kendi ülkesi içinde faaliyette bulunmasına izin veren
devletlere karşı ekonomik yaptırım uygulamanın etkili olamayabileceğine dikkat çekmektedir. Ladin
örneğini vererek bu sonuca varan Einisman’a göre bağımsız gruplar daha etkin bir hale gelirken terörizme
yönelik devlet desteği azalmaktadır. Bkz. EINISMAN, s. 313.
260
S.C. Res. 748, U.N. SCOR, 47th Sess., U.N. S/RES/748 (1992); S.C. Res. 883, U.N. SCOR, 48th Sess.,
U.N. S/RES/883 (1993).
261
REITZ, s. 372. Zanlıların yargılanması ile ilgili olarak taraflar bir uzlaşmaya varmışlar ve Hollanda’da
kurulacak ancak İskoç kanunlarını uygulayacak özel bir mahkemede yargılanmalarına karar verilmiştir.
Yargılama sonucunda sanıklardan bir tanesi suçlu bulunurken diğeri beraat etmiştir. Mahkemenin verdiği
karar için bkz. http://www.scotcourts.gov.uk/download/lockerbiejudgement.pdf (30. 11. 2003). Ayrıca
Libya uygulanan yaptırımların kaldırılması karşılığında kurbanların yakınlarına tazminat ödemeyi de kabul
etmiştir. Buna göre Libya Lockerbie Faciasında hayatını kaybeden her kurban için 10 milyon dolar olmak
üzere toplam 2.7 milyar dolar tazminat ödeyecektir. Bkz. http://www.islamonline.net/English/News/200308/14/article01. shtml. (30. 03. 2004).
şekilde ekonomik yaptırım uygulamaya başlamıştır. 262 Yine ABD, Tahran’da rehin tutulan
ABD’li
diplomatlar
dondurmuştur.
serbest
bırakılana
kadar
İran’ın
ABD’deki
malvarlığını
263
2. KUVVET KULLANMAYA DAYALI YOLLAR
Terörizme karşı verilecek uygun cevabın ne olacağı konusundaki çabalar,
uluslararası toplumun terörizm kavramına yaklaşımındaki farklılıklar başta olmak üzere
çeşitli nedenlerden dolayı olumlu bir sonuç vermemiş ve etkili bir mücadele yöntemi
geliştirilememiştir. Ülke dışından kaynaklanan terörist eylemlerinin sıklığı ve uluslararası
toplumun terörizmle mücadeledeki bu başarısızlığı devletleri terörizm tehlikesiyle
mücadele etmek konusunda kuvvet kullanmaya yöneltmiş ve terörizmle mücadele eden
devletler kuvvet kullanmaya daha sık başvurur hale getirmiştir. Terörizmin hedefi
konumundaki devletler, terörizmi ulusal güvenliği ilgilendiren silahlı bir uyuşmazlık hali
kabul ederek kuvvet kullanmayı içeren tek taraflı önlemlere başvurmayı tercih ettikleri
görülmektedir.
Teröristleri veya teröristlerle ilişki içindeki devletleri hedef alan söz konusu
eylemlerin genellikle devletin tehlike altındaki vatandaşlarının kurtarılması, terör üslerine
veya terörizme destek veren devletin askerî tesislerine saldırılması, teröristleri taşıdığı iddia
edilen kara, deniz veya hava taşıtlarının durdurularak veya başka bir surette bu kişilerin ele
geçirilmesi, teröristlere karşı açık veya gizli bir şekilde suikast düzenlenmesi şeklinde
gerçekleştirildiği görülmektedir.
262
ABD’nin uyguladığı bu yaptırımlar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. MCCURDY, Meghan: “Unilateral
Sanctions With a Twist: The Iran and Libya Sanctions Act of 1996”, Am. U. Int’l L. Rev., Vol. 13, 1997
s.397-438; MAYMAN, Georgia McCullough: “The Iran and Libya Sanctions Act of 1996: Enforceable
Response to Terrorism or Violation of International Law?”, Whittier L. Rev., Vol. 19, 1997, s. 137- 168;
BUSBY, J.Brett: “Jurisdiction to Limit Third-Country Interaction With Sanctioned States: The Iran and
Libya Sanctions and Helms-Burton Acts”, Colum. J. Transnat’l L., Vol. 36, 1998, s. 621-658;
FITZGERALD, Peter L.: “Responding to Rogue Regimes; From Smart Bombs to Smart Sanctions;
Managing ‘Smart Sanctions’ Against Terrorism wisely”, New Eng. L. Rev., Vol. 36, 2002, s. 957-983.
263
DAUDET, Yves: “International Action Against State Terrorism”, in Terrorism and International Law, Ed.
by. Rosalyn Higgins & Maurice Flory, First Ed., Routledge, 1997, s. 209.
Terörizme karşı yürütülecek askerî mücadele savunma, saldırı ve cezalandırma
amaçlı olabilir. Kısa dönemde terörist eylemlerin henüz plânlanma ve eğitim safhasında
engellenmesi ve faillerinin cezalandırılmasını amaçlanmaktadır. Uzun dönemde ise amaç,
teröristleri tekrar bu tür eylemlere başvurmaktan caydırmayı sağlayabilmektir. 264
Günümüzde özellikle ABD ve İsrail gibi terörist eylemlerin mağduru
konumunda olduğunu iddia eden devletler meşru müdafaa hakkını ileri sürerek kuvvet
kullanımına başvurmaktadır. Söz konusu devletler, terörist saldırılar karşısında meşru
müdafaa hakkına dayanarak yabancı devlet ülkesindeki terör üslerini hedef almanın yanı
sıra saldırıların yöneltildiği devletin terör örgütlerini desteklemesi sonucu sorumluluğunun
doğduğunu iddia ederek terörizmi destekleyen devletlere karşı da kuvvet kullanmaktadır.
ABD benzer şekilde geçmişte de diğer bir devletin ülkesinde silahlı çetelere karşı kuvvet
kullanımına başvurmuştur. Örneğin, 1818 yılında İspanya egemenliği altında bulunan
Florida’daki Seminole yerlilerinin İspanya’dan yardım alarak ABD topraklarına saldırması
karşısında Amerikan askerleri ABD’ye yönelik saldırıları önlemek amacıyla Florida’ya
girmiştir. 265 ABD Başkanı James Monroe harekâtın tehdit kalkar kalkmaz son bulacağını
açıklamıştır. 266 Benzer şekilde gerçekleştirilen bir diğer askerî harekât, 1916’da Francisco
Villa liderliğindeki Meksikalı silahlı çetelerin Amerikan topraklarına yönelik düzenlediği
saldırıları önlemek amacıyla Meksika’ya karşı söz konusu olmuştur. ABD Başkanı Wilson,
Meksikalı yetkililerin saldırıları önleyebilmek için gerekli güce sahip olmadıklarını ve
başka çare kalmadığı için Amerikan sınır bölgesine yönelik saldırıları önlemek ve
saldırganları takip ederek Meksika içlerine sürmek amacıyla Amerikan askerlerinin bölgeye
girdiği açıklamasında bulunmuştur. 267
264
COLL, Alberto R. “The Legal and Moral Adequacy of Military Responses to Terrorism”, Proc. Am. Soc’y
Int’l L.,Vol. 81-82, 1987-1988, s. 299.
265
TERRY, James P.: “An Appraisal of Lawful Military Response to State-Sponsored Terrorism”, Nav. C. L.
Rev., Vol. 68, 1978-1994, s. 459.
266
Oysa İspanya 1795 yılında yaptığı bir andlaşma ile egemenliği altında bulunan topraklardaki Yerlilerin
barış içinde bulunacaklarına dair bir taahhütte bulunmuştur. Ancak İspanyollar hem bu saldırıları önlemek
konusunda isteksiz davranmış hem de Yerlilere çeşitli yardımlarda bulunmuşlardır. Bkz. ERICKSON, s.
110.
267
DINSTEIN, Yonah: War, Aggression and Self-Defence, Third Ed., Cambridge Universtiy Press,
Cambridge, 2001, s. 218.
Terörizm sorununa ortak bir çözüm bulunana kadar kuvvet kullanma
seçeneğinin terörizme hedef olan devletler için kullanışlı bir alternatif olarak kalmaya
devam edeceği açıktır. Ancak günümüzde artan bir şekilde devam eden bu tür tek taraflı
önlemler hem yerindelik hem de uluslararası hukuka uygunluk bakımından tartışmalıdır.
Her şeyden önce bu tür kuvvet kullanma eylemlerinin BM Andlaşması’nda açık
bir şekilde ifade edilen uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözüme kavuşturulması
yükümlülüğü
ile
bağdaştırılması
mümkün
değildir.
Bu
açıdan
bakıldığında
gerçekleştirilecek tek taraflı bir kuvvet kullanımının BM’nin temel amaçlarından biri olan
uluslararası barış ve güvenliğe ulaşılmasını nasıl olumsuz etkileyeceği âşikardır. Bunun
yanı sıra terörizm karşısında aktif bir tutumu benimseyen devletler meşru olmayan kuvvet
kullanımında bulunmak, devletlerin egemenliğini ihlâl etmek, masum insanların ölümüne
neden olmak, mülkiyet haklarına zarar vermek gibi eleştirel yaklaşımlara konu
olmaktadır. 268 Kuvvet kullanımına başvuran devletler bu tür olumsuz eleştirilerden
kurtulabilmek için hareketlerinin uluslararası hukuka uygun olduğunu göstermekle
yükümlü olup bunu kuvvet kullanımına başvurmadan önce yapmalıdır. Burada herhangi bir
belirsizliğe yer bırakmayacak şekilde şüpheli kişilerin veya grupların sorumluluğu ve
girişilecek harekâtın gerekliliği ortaya koyulmalıdır. Kısaca girişilecek her hareketin
uluslararası hukukî düzenin sınırları içinde gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Diğer taraftan terörizme karşı kuvvet kullanma şiddetin artmasına neden
olabilecektir. Bu anlamda kuvvet kullanmanın muhtemel terörist saldırıları önleme
noktasında ne derece etkin olabildiği tartışma konusudur. Çünkü bu tür orantısız saldırılar
terörist grupta intikam duygusuna neden olacak ve misilleme niteliğinde yeni saldırıları
ateşleyecektir. Libya ve El Kaide örneklerinde görüldüğü üzere devletin kuvvet kullanması
terörist eylemlerin artmasına neden olmaktadır.
268
Örneğin Crenshaw, terörizme mücadele kapsamında alınan tek taraflı önlemlerle ilgili olarak şunları
söylemektedir: “Teröristlerin hareketliliği, sınırları geçme yeteneği, bir ülkede elde ettikleri kaynakları
başka bir ülkeye karşı kullanmaları, yabancı ülkelerde sığınacak yer bulmaları, başka bir ülkeden elde
ettikleri silahları diğer bir ülkede üçüncü bir ülkenin vatandaşlarına karşı kullanmaları ve dördüncü bir
ülkeye kaçmaları; (bütün bunlar) tek taraflı terörizm politikalarının problemli olduğu anlamına gelir.” Bkz.
CRENSHAW, Martha: “Unintended Consequences: How Democracies Respond to Terrorism”, Fletcher F.
World Aff., Vol. 21 1997, s. 155’den aktaran BEŞE, s. 32.
1986 tarihinde Libya’ya karşı gerçekleştirilen saldırı sonrasında ABD Başkanı
Reagan, saldırının Kaddafi’nin terörizmi ihraç etme kapasitesini azaltmak ve Kaddafi’yi bu
tür davranışlardan vazgeçirmek için düzenlendiğini açıklamıştır. Ancak saldırı Libya’nın
ABD aleyhine terörist faaliyetlere karışmasını engellememiş ve bu ülkenin kontrolünde
hareket eden teröristler değişik pek çok ülkede ABD’ye karşı terörist saldırılar
düzenlemeye devam etmiştir. 269 Örneğin 1988 Lockerbie Faciası ile 1989 UTA
Havayollarına (Union des Transports Aerens) ait yolcu uçağının düşürülmesinin 1986
Libya
Saldırısına
misilleme
amacıyla
gerçekleştirildiğine
dair
çeşitli
yorumlar
yapılmıştır. 270
Benzer şekilde 1998 Büyükelçilik Saldırıları ile ilgili olarak Sudan ve
Afganistan’a karşı düzenlenen harekâtlar sonrasında Ladin ve El Kaide Örgütü de ABD’ye
karşı terörist saldırılar düzenlemeye devam etmiştir. 271 Ayrıca Sudan ve Afganistan’a
yönelik saldırılar Ladin’i İslam dünyasında daha popüler bir kişi haline getirmiş ve
kahraman olarak görülmesine neden olmuştur. 272
Bütün bu nedenler göz önüne alındığında uluslararası terörizmle mücadele
edebilmek için tek taraflı politikaların terk edilerek uluslararası alanda işbirliği
yapılmasının gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
269
MALVESTI, Michele L.: “The New World Disorder: Bombing Bin Laden: Assessing the Effectiveness of
Air Strikes as a Counter-Terrorism Strategy”, Fletcher F. World Aff., Vol. 26, 2002, s. 19.
270
Lockerbie olayının Libya’nın 1986 Libya saldırısına misilleme amacıyla düzenlendiğini ABD’li yetkililer
de kabul etmektedir. Bkz. LOBEL, Jules: “The Use of Force to Respond to Terrorist Attacks: The Bombing
of Sudan and Afghanistan”, Yale J. Int’l L., Vol. 24, 1999, s. 555; SIEVERT, s. 1427. 19 Eylül 1989
tarihinde Nijer üzerinde infilak ederek düşen 171 yolcu ve mürettebatın ölümüyle sonuçlanan UTA
Havayollarına ait 772 sayılı uçakla ilgili olarak Fransız yetkililer olayın Libya tarafından planlandığı ve
finanse edildiğini ileri sürmüştür. Bkz. HIGGINS, 1997, s. 20.
271
1986 Libya Saldırısının Lockerbie Faciası üzerindeki etkisine işaret eden Malvesti, 1998 Sudan ve
Afganistan saldırılarının Ladin’i 11 Eylül saldırılarını gerçekleştirmeye teşvik ettiğini ileri sürmüştür. Bkz.
MALVESTI, s. 22.
272
LOBEL, 1999, s. 555. Pakistanlı bir politikacı ABD’nin Ladin’i ele geçirmek için Afganistan’ı
bombalaması halinde bu durumun binlerce yeni Ladin yaratacağını belirterek söz konusu durumu kısaca
özetlemiştir. Bkz. SCHEIDEMAN, s. 284.
İKİNCİ BÖLÜM
DEVLET DESTEKLİ TERÖRİZME KARŞI DEVLETİN ÜLKESİ DIŞINDA
KUVVET KULLANMASI
I.
ULUSLARARASI HUKUKTA KUVVET KULLANMA YASAĞI VE
İSTİSNALARI
1. GENEL OLARAK KUVVET KULLANMA YASAĞI
A. BM Andlaşması Çerçevesinde Kuvvet Kullanma Yasağı
Uluslararası hukukta kuvvet kullanılmasına ilişkin temel düzenlemeyi, BM
Andlaşması’nın ilk maddesinde sayılan amaçlara ulaşmak üzere uyulacak ilkeleri açıklayan
2/4. madde oluşturmaktadır. 273 Uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanılmasını ve kuvvet
kullanma tehdidinde bulunulmasını açıkça yasaklayan söz konusu hüküm şu şekildedir:
“Teşkilatın üyeleri, milletlerarası münasebetlerinde gerek bir başka devletin toprak
bütünlüğüne veya siyasî bağımsızlığına karşı, gerekse Birleşmiş Milletlerin amaçları ile
telif edilemeyecek herhangi bir surette, tehdide veya kuvvet kullanılmasına başvurmaktan
kaçınırlar.”
Böylece, BM Andlaşması’nın kabulüyle birlikte bir devletin diğer bir devlete
karşı tek taraflı kuvvet kullanımında bulunması hukuka aykırı kabul edilerek
yasaklanmıştır. 274 Hukuka aykırı bir fiilin işlenmesi halinde uluslararası barış ve güvenliği
273
Uluslararası hukukta kuvvet kullanmanın yasaklanması ilk olarak 16. 10. 1925 tarihinde Almanya,
İngiltere, Fransa, İtalya ve Belçika arasında imzalanan Ren Misakı ile gerçekleşmiş, bunu savaşın
yasaklanmasını öngören Briand-Kellog Paktı takip etmiştir. Uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanmayı ilke
olarak evrensel düzeyde yasaklayan ilk düzenleme ise BM Andlaşması’dır.
274
Maddede herhangi bir başka devlete karşı kuvvet kullanma veya kullanma tehdidinde bulunma
yasaklandığı için yasak sadece BM üyesi devletlere karşı girişilecek eylemlerle sınırlı olmayıp, BM üyesi
olmayan devletlere karşı girişilecek eylemleri de kapsamaktadır. Diğer bir deyişle yasak bütün devletler için
geçerlidir. Bkz. AREND & BECK, s. 171.
sağlamak veya korumak üzere VII. Bölüm çerçevesinde ortak bir güvenlik sistemi
oluşturulmuştur. Birleşmiş Milletler Andlaşması’nın 2/4. maddesinde düzenlenen kuvvet
kullanma yasağı, aynı maddenin 3. fıkrasında öngörülen devletlerin taraf oldukları
uyuşmazlıkları uluslararası barış ve güvenliği adaleti tehlikeye atmayacak bir şekilde
çözüme kavuşturmaları gerektiği yükümlülüğünün doğal bir sonucudur. 275
Madde metninden de anlaşılacağı üzere, kuvvet kullanma yasağı uluslararası
ilişkiler çerçevesinde düşünülmüş olup, devletin ülkesi içinde meydana gelen ayaklanma
veya iç savaş gibi durumlarda kuvvet kullanması anılan yasağın dışında kalmaktadır.
Dolayısıyla bir devletin ülkesinde devam eden isyanı bastırmak veya gerilla hareketlerini
önlemek amacıyla kuvvet kullanması hükmün kapsamına girmemektedir. 276 Bununla
birlikte, 1992 yılında Somali’de olduğu gibi iç çatışmalar BM Andlaşması’nın 39.
maddesine göre uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden ve önlem alınmasını gerektiren
bir nitelik taşıyabilir. 277 Ancak bu durum söz konusu iç çatışmanın BM Andlaşması’nda
275
BM Andlaşması uluslararası nitelikteki uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözüme kavuşturulmasını
öngörmektedir. Örneğin Antlaşma’nın Giriş Bölümünde, BM üyesi devletlerin “…uluslararası barış ve
güvenliği korumak için güçlerini birleştirip ortak yarar dışında silahlı kuvvet kullanılmamasını sağlayacak
ilkeleri kabul etmeye ve yöntemleri benimsemeye kararlı oldukları” ifade edilmiştir. Andlaşmanın 2/3.
maddesinde de üye devletlerin uluslararası uyuşmazlıklarını, uluslararası barış ve güvenliği ve adaleti
tehlikeye düşürmeyecek şekilde barışçı yollarla çözüme kavuşturacakları düzenlenmiştir. Uyuşmazlıkların
Barışçı Yollarla Çözümü başlığını taşıyan BM Andlaşması’nın VI. Bölümü, üye devletlere uluslararası barış
ve güvenliği tehdit edebilecek nitelikteki uyuşmazlıklarını barışçı yollarla çözmesi gerektiğini tekrar
vurguladıktan sonra başlıca çözüm yolları olarak; görüşme, soruşturma, arabuluculuk, uzlaştırma, hakemlik,
yargı, bölgesel örgütlere ve anlaşmalara başvurma ya da tarafların kendilerinin seçeceği diğer barışçı yolları
saymaktadır. Uluslararası uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözümü hakkında yapılmış ayrıntılı bir çalışma
için bkz. MERRILS, J. G.: International Dispute Settlement, Third Ed., Cambridge University Press,
Cambridge, 2000.
276
Devletin kendi ülkesinde kuvvet kullanması halinde insan hakları ve silahlı uyuşmazlık hukuku
kurallarının uygulanması gündeme gelir. Ancak bu durum kuvvet kullanma yasağının söz konusu durumda
da uygulanacağı anlamına gelmez. Bunun yanı sıra sömürge rejimi altındaki toplumların self determinasyon
ilkesi uyarınca bağımsızlıklarını elde etmek için verdikleri mücadele, bir devletin iç güvenliği ile ilgili bir
sorun şeklinde değil, uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanılmasının yasaklanması ilkesi kapsamında
değerlendirilmektedir. Nitekim Dostça İlişkiler Bildirisi devletlerin sömürge toplumlara karşı kuvvet
kullanmaktan kaçınması gerektiğini öngörmekte ve sömürge altındaki toplulukların buna karşı koyma
hakkının bulunduğunu ifade etmektedir. Bkz. PAZARCI, (IV. Kitap), s. 113.
277
Somali’de 1991 yılında başlayan karışıklıklar ve iç savaş karşısında Güvenlik Konseyi diğer bir
devlete yönelik bir tehdit veya saldırı olmamasına rağmen mevcut durumu uluslararası barış ve güvenliğe
yönelik tehdit olarak kabul etmiş ve aldığı 794 sayılı kararla BM Andlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde
üye devletlerin Somali’ye asker göndermelerine izin vermiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. BOZKURT, s. 4648.
kuvvet kullanmaya ilişkin temel hüküm olan 2/4. maddede yasaklanan kuvvet kullanma
kapsamına girmesine neden olmaz. 278
a. Yasağın Niteliği
BM Andlaşması’nın 2/4. maddesinde kuvvet kullanmak ya da kuvvet kullanma
tehdidinde bulunmak yasaklanmakla beraber yasağın silahlı kuvvet kullanılmasıyla sınırlı
kalıp kalmadığı açıklanmamıştır. Bu nedenle, silahlı kuvvet kullanmanın yanı sıra siyasî ve
ekonomik baskıların da yasaklanıp yasaklanmadığı tartışma konusu olmuş ve bu konuda
başlıca iki görüş ortaya çıkmıştır.
Madde metninde genel bir ifade olarak kuvvet sözcüğünün yer alması sebebiyle
yasağın sadece silahlı kuvvet kullanmayı kapsadığı, silahlı kuvvet kullanmayı içermeyen
siyasî ve ekonomik önlemler gibi zorlayıcı nitelikteki çeşitli yolların, yasak kapsamına
girmediği ileri sürülmüştür. Bu görüşü benimseyenler özellikle Andlaşma’nın hazırlık
aşaması üzerinde durmaktadır. Çünkü hazırlık çalışmalarında Ekvator’un moral veya fizikî
güç önerisi, İran’ın dolaylı veya doğrudan karışmanın eklenmesi ile Brezilya’nın ekonomik
zorlamaların da yasak kapsamına alınmasına ilişkin önerisi reddedilmiştir. 279 Ayrıca
Antlaşma’nın giriş bölümünde BM’nin amacı, ilkelerin kabulü ve yöntemlerin
kurulmasıyla birlikte silahlı gücün ortak çıkar haricinde kullanılmamasını güven altına
almak olarak belirlenmiştir. Yine 2/4. maddeyi açıklamak üzere Genel Kurul tarafından
kabul edilen Dostça İlişkiler Bildirisi de sadece silahlı kuvvet kullanılması üzerinde
durmaktadır. 280
Diğer görüş ise, 2/4. madde de yer alan kuvvet sözcüğü ile kastedilen anlamın,
hükmün amacı dikkate alınarak belirlenmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Devletin ülke
bütünlüğü ve siyasî bağımsızlığını korumak şeklinde ifade edilen hükmün amacı, askerî
278
KESKİN, Funda: Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve Birleşmiş
Milletler, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, Ankara, 1998, s. 25.
279
BELATCHEW, Asrat: Prohibition of Force Under the UN Charter, A Study of Article 2(4),
Uppsala, Iustus Förlag, 1991, s. 39-40’dan aktaran KESKİN, s. 36.
280
KESKİN, s. 36.
tedbirlerle olduğu kadar, ekonomik ve siyasî baskılarla da tehdit edilebilir niteliktedir.
Dolayısıyla bu tür zorlayıcı fiillerin de yasaklanmış olduğu ifade edilmektedir. 281
Söz konusu görüşler ele alındığında devletlerin diğer bir devletin tavır ve
politikalarını etkilemek için yaptıkları normal baskının kuvvet kullanma yasağı kapsamına
girmediği görülmektedir. 1963 yılında Meksika’da yapılan Devletler Arasında Dostça
İlişkiler ve İşbirliği Konferansı’nda devletlerin geniş yorumu reddettiğini hatırlatan Keskin,
ekonomik ve siyasî baskının barışa yönelik bir tehdit veya Örgütün amaç ve ilkelerine
aykırı bir eylem şeklinde kabul edilebileceğini ancak kuvvet kullanma yasağı içinde
değerlendirilemeyeceğini ifade etmektedir. Keskin’e göre, ekonomik ve siyasî baskıya daha
açık olan küçük devletlerin söz konusu yolları yasak kapsamına sokma çabaları anlayışla
karşılanabilir olmakla birlikte gelinen nokta bu tür bir yorumu desteklememektedir. 282
b. Yasağın Kapsamı
Milletler Cemiyeti Misakı ve Briand-Kellog Paktı’nda savaş açık bir şekilde
yasaklanmış ancak savaşa varmayan kuvvet kullanma yolları anılan yasağın kapsamı
dışında kalmıştır. 283 Kuvvet kullanımına başvuran devletler taraf oldukları çatışmaları savaş
şeklinde tanımlamayarak her iki düzenlemenin de öngördüğü yasaktan kurtulmayı
amaçlamışlardır. Yaşanan bu deneyim BM Andlaşması’nın hazırlanması sürecinde göz
önünde tutulmuş ve Andlaşmada savaş teriminin yerine kuvvet kullanma terimine yer
verilmiştir. Böylece savaşın yanı sıra savaşa varmayan kuvvet kullanma yolları da kuvvet
kullanma yasağı kapsamında değerlendirilerek her türlü silahlı kuvvet kullanımı ve tehdidi
hukuka aykırı kabul edilmiştir. 284 Bununla birlikte, yasağın hangi eylemleri kapsadığı
281
BAŞEREN, Sertaç H.: Uluslararası Hukukta Devletlerin Münferiden Kuvvet Kullanmalarının
Sınırları, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 2003, (b), s. 62.
282
KESKİN, s. 36.
283
Milletler Cemiyeti Misakı ve Briand Kellog Paktı’nın metni için bkz. sırasıyla GÜNDÜZ, s. 70-78;
s. 79-80.
284
Taraflar arasında savaşma niyetinin olmadığı bu tür kuvvet kullanma yolları daha çok güçlü devletler
tarafından zayıf devletlere karşı uygulanmaktadır. Güçlü olan devlet, uğradığı bir zararı gidermek veya
hukuktan doğan haklarını elde edebilmek için yaptırım aracı olarak söz konusu yollara başvurabileceği gibi
zayıf olan devletlere isteklerini kabul ettirmek suretiyle siyasî, ekonomik, askerî vb. menfaatler elde etmek
amacıyla da başvurabilir. Bkz. KESKİN, s. 79;82.
konusunda bir mutabakat sağlanamamış ve farklı görüşler ileri sürülmüştür. Maddenin, bir
başka devletin toprak bütünlüğüne veya siyasî bağımsızlığına karşı ya da Birleşmiş
Milletlerin amaçları ile bağdaşmayacak bir şekilde kuvvet kullanma tehdidinde veya kuvvet
kullanımında bulunulmasını yasaklar bir şekilde düzenlenmiş olması, yasağın bu
durumlarla sınırlı olup olmadığı konusunda farklı görüşlerin ortaya çıkmasında başlıca
etken olmuştur. Bu konuda bir sonuca ulaşabilmek için, kuvvet kullanma veya kuvvet
kullanma tehdidinin hangi konularda yapılamayacağı ve eylemin niteliği hususlarının
birlikte ele alınması gerekmektedir. 285
Kuvvet kullanma yasağının geniş bir şekilde ele alınmasını savunan ilk görüşe
göre; söz konusu yasak, kapsayıcı ve mutlak bir yasaktır. 286 Yasağın sınırlandırıcı bir
şekilde ele alınmasını savunan diğer görüş ise, yasağın sınırlı bir yasak olduğunu ve
devletin ülke bütünlüğünü veya siyasî bağımsızlığını ihlâl etmeyen ya da BM
Andlaşması’nın amaçlarına aykırı olmayan kuvvet kullanma eylemlerinin yasak
kapsamında değerlendirilemeyeceğini ileri sürmektedir. 287 Sınırlandırıcı görüşe göre;
örneğin devletin silahlı kuvvetlerinin tehlike altındaki kişileri kurtarma amacıyla veya
insanî amaçlarla diğer bir devletin ülkesine girmesi ve kuvvet kullanması yasağı ihlâl
etmemektedir. Bu tür harekâtların meşru olduğunu savunanlar, tehlike altındaki insanları
kurtarmanın BM amaçlarına aykırı olmadığını, her iki durumda da diğer devletin ülke
285
PAZARCI, (IV. Kitap), s. 113.
O’CONNELL, Marry Ellen: “The Myth of Preemptive Self-Defense”, http://www.asil.org/taskforce/
oconnell.pdf. (22. 04. 2004).
287
BAKER, Mark B.: “Terrorism and the Inherent Right of Self-Defense (A Call to Amend Article 51 of the
United Nations Charter)”, Hous. J. Int’l L., Vol. 10, No.1, 1987, s. 32. Örneğin İngiltere Korfu Boğazı
Uyuşmazlığında, İngiliz Donanması’nın Arnavutluk karasularında gerçekleştirdiği mayın tarama işinin
Arnavutluk’un ülke bütünlüğünü veya siyasî bağımsızlığını tehdit etmediğini, dolayısıyla Arnavutluk’un bir
toprak kaybına uğramadığını ve siyasî bağımsızlığına bir halel gelmediğini belirterek harekâtın meşru
olduğunu iddia etmiştir. Ancak Uluslararası Adalet Divanı İngiltere’nin iddiasını reddederek harekâtın
Arnavutluk’un egemenliğini ihlâl ettiğine hükmetmiştir. Benzer şekilde İsrail’in 1981 yılında Irak’a ait
henüz inşaat halindeki Osirak Nükleer Santraline karşı düzenlediği saldırı bu görüşe dayanılarak
meşrulaştırılmak istenmiştir. Saldırının uluslararası hukuka aykırı olmadığını iddia eden D’Amato, İsrail’in
Irak’ın kitle imha silahı geliştirmesine engel olmak istediğini ve amacının uzun dönemde güvenliğini
sağlamak olduğunu belirterek saldırının Irak’ın ülke bütünlüğü ve siyasî bağımsızlığını tehlikeye atmadığı
ve BM amaçlarını da herhangi bir aykırılık taşımadığını ileri sürmüştür. Bkz. D’AMATO, Anthony:
“Israel's Air Strike upon the Iraqi Nuclear Reactor”, Am. J. Int’l L., Vol. 77, 1983, s. 584. Güvenlik
Konseyi Osirak Saldırısı ile ilgili olarak İsrail’in kuvvet kullanma yasağının sınırlandırıcı yorumuna
dayanan savunmasını kabul etmemiş ve İsrail’i kınamıştır. S.C. Res. 487, U.N. SCOR, 36th Sess., U.N.
Doc. S/INF 37 (1981).
286
bütünlüğüne veya siyasî bağımsızlığına yönelik herhangi bir hareketin gerçekleşmediğini
belirterek, sadece devletin ülke bütünlüğünün geçici bir süre için ihlâl edildiğini
vurgulamaktadır. 288
Kuvvet kullanma yasağının kapsamı hakkında ileri sürülen bu görüşler ele
alındığında, öncelikle söz konusu yasağın BM sisteminde merkezî bir konuma sahip olduğu
ve bu tür sınırlı amaçlara yöneldiği ve sakıncasız olduğu iddia edilen istisnalar tanımanın
yasağı olumsuz bir yönde etkileyeceğinin belirtilmesi gerekmektedir. 289 Bu bağlamda
sınırlandırıcı görüşün BM kurucularının amaçlarıyla çeliştiği görülmektedir. Çünkü 2/4.
maddedeki “siyasî bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne karşı” ibaresi küçük devletlerin
isteğiyle yasağı güçlendirmek için konulmuştur. 290 Dolayısıyla, bir başka devletin siyasî
bağımsızlık ve toprak bütünlüğü ile BM ilkelerinin madde metninde yer alması yasağı
kısıtlamaya değil tam tersine pekiştirmeye yöneliktir. Diğer taraftan, BM’nin amaçları
arasında uluslararası barış ve güvenliği devam ettirmek de yer almaktadır. Güvenlik
Konseyinin uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden durumları serbestçe belirleme
imkânına sahip olduğu dikkate alındığında yasağın kapsamını dar bir şekilde yorumlamanın
uyumsuz olacağı görülecektir. Ayrıca yasağın sınırlı bir yasak şeklinde kabul edilmesi
hükmün kötüye kullanılması ihtimalini de beraberinde getirecektir. Devletler amaçlarının
kuvvet kullanmayı haklı kılan bir amaç olduğunu iddia edebilecektir. Söz konusu devletin
amacının farklı olduğunu ispat etmek ise çoğu zaman mümkün olmayacaktır. 291
Müdahaleye neden olan sebepler ve müdahalenin sonuçları dikkate alındığında kuvvet
288
SCHACHTER, 1993, s. 246.
KESKİN, s. 132.
290
BM Andlaşması bir bütün olarak ele alındığında Andlaşmayı hazırlayanların geniş bir kuvvet
kullanma yasağı getirmek arzusunda oldukları ve hazırlık safhasında yapılan görüşmelerin bunu
doğruladığını görmekteyiz. Maddenin kapsamını kısıtladığı iddia edilen terimler Dumbarton Oaks
önerilerinde olmayıp, San Francisco Konferansı’nda küçük devletlerin, ülke bütünlüğü ve siyasî
bağımsızlığın korunan değerler olduğunun vurgulanması amacıyla yaptığı öneri üzerine madde metnine
konulmuştur. San Francisco görüşmelerinde ABD delegesi 2/4. maddenin kapsamı hakkında Brezilya
delegesine cevaben “…BM amaçlarıyla ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde…” ifadesinin madde ile
getirilmek istenen kuvvet kullanma yasağı hakkında bir boşluk bırakmama amacına yönelik olduğunu ifade
etmiştir. Bu durumda söz konusu ifadelerin, getirilmek istenen genel ve kapsayıcı yasağı sınırlandırma
amacıyla madde metnine konulmadığı söylenebilir. Bkz. KESKİN, s. 39-40; O’CONNELL,
http://www.asil.org/taskforce/ oconnell.pdf. (22. 04. 2004).
291
KESKİN, s. 40.
289
kullanma yasağına yeni bir istisna getirmenin madde ile getirilmek istenen amacı ortadan
kaldıracağı söylenebilir.
Bütün bu açıklamalar göz önüne alındığında, yasağı geniş ve kapsayıcı,
istisnalarını dar ve geçici yorumlamanın isabetli olduğu görülür. Nitekim doktrinde de
hâkim olan görüş, yasağı kapsayıcı ve mutlak, istisnalarını dar yorumlayan görüştür. 292
Devletlerin çoğunluğu da geniş yorumu benimsememektedir. Çünkü kuvvet kullanma
yasağını 2/4. maddede kullanılan terimlerle sınırlı, istisnalarını BM Andlaşması’nın yanı
sıra örf ve âdet hukukunu da kapsayacak bir şekilde geniş yorumlanması güçlü devletlerin
işine yarayan bir durumdur. Askerî bakımdan zayıf olan hiçbir devlet, ihlâl edilen hakkı ne
olursa olsun kendisinden güçlü bir devlete karşı kuvvet kullanamaz. 293 Uluslararası Adalet
Divanının Korfu Boğazı Davası ile Nikaragua Davası’nda verdiği kararlar da bu görüşü
desteklemektedir. 294 Ayrıca Güvenlik Konseyi de Korfu Boğazı, Entebbe Baskını ve Osirak
Saldırısı ile ilgili olarak İngiltere ve İsrail’in BM Andlaşması’nın 2/4. maddesini dar
yorumlayan savunmalarını kabul etmemiştir. 295
Kuvvet kullanma yasağı kapsayıcı ve mutlak bir yasak şeklinde kabul edildiği
takdirde, BM tarafından açıkça izin verilen durumlar hariç uluslararası alanda kuvvet
kullanımına başvurmak ancak devletin başka bir devletin silahlı kuvvetlerinin ülkesine
girmesine ve kuvvet kullanmasına izin vermesi halinde söz konusu olabilecektir. Buna
göre, devletin başka bir devletin silahlı kuvvetlerinin ülkesine girmesine ve kuvvet
kullanmasına izin vermesi 2/4. maddeye aykırılık teşkil etmez. Kural olarak bu rızanın
meşru bir hükümet tarafından baskı altında kalmaksızın açık bir şekilde verilmesi gerekir,
ancak bazı durumlarda zımnî bir kabul de rızanın varlığı şeklinde yorumlanmaktadır. 296
292
KESKİN, s. 41; DINSTEIN, s. 82.
KESKİN, s. 41.
294
Case Concerning Military and Paramilitary Activities in and Against Nicaragua (Nicaragua v. United
States) I.C.J. Rep. 14 1986 (June 27); Corfu Channel Case (UK v. Alb), I.C.J. Rep. 4 1949 (Apr 9).
295
O’Connell, Konseyin bu tavrının kuvvet kullanma yasağının genel bir yasak olduğunu öngören geniş
yorumu desteklediğine dikkat çekmektedir. Bkz. O’CONNELL, http://www.asil.org/taskforce/oconnell.
pdf. (22. 04. 2004).
296
Davet, uluslararası terörizmle mücadele için yeterli teknik ve askerî imkânlardan yoksun devletlerin
uluslararası terörizm ve destekçilerine karşı başvurabileceği elverişli yollardan bir tanesidir. Bu duruma
örnek olarak 1977 yılında kaçırılarak Mogadishu’ya indirilen Lufthansa Havayollarına ait uçakta bulunan
rehinelerin kurtarılması amacıyla Somali’nin Federal Almanya’dan yardım talebinde bulunmasını ve
Kıbrıs’ın Larnaka’da rehin tutulan kişilerin kurtarılması amacıyla Mısır’ın operasyonda bulunmasını kabul
etmesini gösterebiliriz. Bkz. ERICKSON, s. 174.
293
Uluslararası Adalet Divanı Nikaragua Davası’nda devletin talebi üzerine kuvvet
kullanmanın mümkün olduğunu belirtmiştir. Ancak ülkesinde devam eden iç çatışmalarla
karşı karşıya kalan ve ülke genelinde kontrolü kaybeden bir yönetimin terörist olarak
isimlendirdiği hükümet dışı kuvvetlerle mücadele edebilmek amacıyla diğer bir devletin
silahlı kuvvetlerinin ülkeye girmesine izin vermesi hukuken tartışmalı bir husustur. 297
Sonuç olarak, yaygın kabul edilen görüş çerçevesinde, 2/4. maddenin devletleri
uluslararası ilişkilerinde kuvvet kullanmaktan men eden geniş kapsamlı bir yasak
getirdiğini söylemek doğru olacaktır. Bu durumda kuvvet kullanmak ya 51. madde
çerçevesinde meşru müdafaa hakkına veya BM Güvenlik Konseyinin verdiği yetkiye
dayanılarak gerçekleştirilmiştir ya da kuvvet kullanma yasağını ihlâl eden bir eylemdir. 298
c. Kuvvet Kullanma Yasağı Kapsamına Giren Hukuka Aykırı Fiiller
BM Andlaşması’nın 2/4. maddesi ile getirilen yasağın hangi eylemleri kapsadığı
sorusu, söz konusu yasağın ikinci koşulu olan eylemin niteliğine ilişkindir. Anılan hükme
göre kuvvet kullanma ve kuvvet kullanma tehdidinde bulunulması yasaktır.
aa. Kuvvet Kullanma Tehdidi
Devletin, ortada kuvvet kullanılmasını haklı kılacak herhangi bir neden yokken,
taleplerinin kabul edilmemesi halinde, açıkça ya da zımnen, kuvvet kullanacağını ifade
etmesi hukuka aykırı bir kuvvet kullanma tehdidi niteliğindedir. 299 Tehdit sözle veya
eylemle gerçekleştirilebilir. 300 Bununla birlikte hangi somut eylemlerin kuvvet kullanma
tehdidi oluşturduğu oldukça tartışmalıdır. Söz konusu hüküm çerçevesinde bu tür
tehditlerin objektif ölçütlerle veya sübjektif bir şekilde ilgili devletin niyetinin
297
Schachter, silahlı kuvvetlerinin ülkeye girmesine izin verilen devletin kuvvet kullanma yasağını ihlâl
ettiğini ve hukuka aykırı bir müdahalenin gerçekleştiğini ileri sürmüştür. Bkz. SCHACHTER, 1993, s. 247.
298
BAŞEREN, 2003, (b), s. 59-60.
299
BAŞEREN, 2003, (b), s. 87. Tehdit, eğer kendisini haklı çıkaracak bir sebep yoksa uluslararası
hukuka aykırıdır. Örneğin Uluslararası Adalet Divanı Korfu Boğazı Davası’nda Arnavutluk’un daha
önceden geçen İngiliz gemilerine ateş açması nedeniyle İngiliz gemilerinin Korfu Boğazı’ndan ateşe hazır
bir şekilde geçmesini hukuka aykırı bir kuvvet kullanma tehdidi olarak görmemiştir.
300
Devletin ilişkilerinin kötü olduğu devletle arasındaki sınıra çok yakın bir yerde tatbikat yapması
tehdit şeklinde değerlendirilebilir. Örneğin, 1990’da Irak henüz Kuveyt’le görüşmeler devam ederken sınıra
yüz bin asker yığarak tehdit olarak değerlendirilebilecek bir eylemde bulunmuştur.
saptanmasıyla mı belirleneceği Dostça İlişkiler Komitesi çalışmalarında da bir sonuca
bağlanamamıştır. 301 Bu durumda somut bir eylemin kuvvet kullanma tehdidi oluşturup
oluşturmadığının değerlendirilmesi, BM Andlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde
Güvenlik Konseyi tarafından barışın tehdidi biçiminde nitelendirilmek suretiyle
yapılabileceği gibi sorunun herhangi bir uluslararası yargı veya hakemlik organı önüne
getirilmesi halinde bu organlar tarafından da yapılabilecektir. 302
bb. Kuvvet Kullanma
BM Andlaşması’nın 2/4. maddesinde yer alan kuvvet kavramı ile kuvvet
kullanılmasını içeren bir dizi hukuka aykırı eylem kastedilmektedir. Söz konusu eylemler
genel olarak saldırı, silahlı saldırı ve müdahale olmak üzere üç ana başlık altında ele
alınabilir. Hukuka aykırı olma ortak özelliğine sahip bu eylemler birbirinden ayırt edici
birtakım özelliklere sahiptir. 303
aaa. Saldırı
Ortak güvenlik sisteminin işleyişiyle ilgili bir konu olan saldırı kavramı,
SSCB’nin isteği üzerine BM Andlaşması’nda yer almıştır. 304 Andlaşma’nın hazırlanması
aşamasında ABD başta olmak üzere batılı devletler madde metninde yer alan barışın tehdidi
ve bozulması kavramlarının saldırı fiilini de kapsadığını ileri sürmüşlerdir. Buna rağmen
SSCB, saldırı ifadesinin yaygın bir kullanımı olduğunu belirterek madde metnine alınması
gerektiğini savunmuştur. Batılı devletler SSCB’nin ısrarı üzerine saldırı kavramının madde
metninde yer almasını kabul etmiş olmalarına rağmen söz konusu kavramın
tanımlanmasına yönelik girişimlere olumlu yaklaşmamışlardır. Bu nedenle de saldırı
301
PAZARCI, (IV. Kitap), s. 115.
PAZARCI, (IV. Kitap), s. 115-116.
303
Başeren kuvvet kullanma yasağı içinde yer alan hukuka aykırı eylemleri saldırı, silahlı saldırı, kuvvet
kullanılmasını içeren diğer eylemler ve doğrudan ya da dolaylı olarak kuvvet kullanılmasını içeren
müdahaleler şeklinde sınıflandırmıştır. Bkz. BAŞEREN, 2003, (b), s. 90-91.
304
Saldırı kavramının yer aldığı 39. maddenin metni şu şekildedir: “Güvenlik Konseyi, barışın tehdit
edildiğini, bozulduğunu veya saldırma fiilinin vuku bulduğunu tespit ederse milletlerarası barış ve
güvenliğin muhafazası veya yeniden tesisi için tavsiyelerde bulunur veya 41 ve 42. maddeler gereğince
hangi tedbirlerin alınacağını kararlaştırır.”
302
kavramının tanımlanması mümkün olmamıştır. 305 Bu durumda saldırı eyleminin ne zaman
gerçekleştiği BM Güvenlik Konseyi tarafından belirlenecektir.
bbb. Silahlı Saldırı
Silahlı saldırı kavramı, 51. maddede yer almasına rağmen tıpkı saldırı kavramı
gibi BM Andlaşması’nda tanımlanmamıştır. 306 Bu nedenle doktrinde ve uygulamada görüş
ayrılıklarına neden olmuş, hatta silahlı saldırı ile saldırı kavramları karıştırılarak birbirinin
yerine kullanılmıştır. BM Andlaşması’nın Fransızca metninde armed attack yerine
aggression armee sözcüklerine yer verilmesi, her iki kavram arasında önemli derecede bir
örtüşmenin olması ve Nikaragua Davası’nda Divanın dolaylı saldırı bağlamında silahlı
saldırının ne olduğunu tespit etmeye çalışırken dayandığı Saldırının Tanımı Kararı’nın 3/g
maddesinin örf ve âdet hukuku kuralı olduğunu söylemesi saldırı ve silahlı saldırı
kavramları arasında fark olmadığı düşüncesini savunmak için kullanılmıştır. 307 Oysa silahlı
bir saldırı aynı zamanda saldırı niteliğinde olabilirken saldırı silahlı saldırı niteliğinde
değildir. Çünkü silahlı saldırı kavramı saldırı kavramından daha dar bir anlamı ifade
etmektedir. 308 Ayrıca doğurduğu sonuçlar itibarıyla da birbirinden farklıdır. Silahlı saldırı,
neden olduğu sonuçlar itibarıyla kabul edilemeyecek ölçülerde olduğu için mağdur devlete
meşru müdafaa hakkına dayanarak münferiden kuvvet kullanma yetkisi verir. Bu husus
silahlı saldırının ayırt edici nitelik ve fonksiyonunu ortaya koymaktadır. Saldırı kavramına
giren diğer fiillerde ise bu nitelik yoktur. BM Andlaşması’nın Fransızca metninde armed
attack yerine aggression armee sözcüklerine yer verilmesi nedeniyle ortaya çıkan karışıklık
305
GILL, T. D.: “Legal and Some Political Limitations on the Power the UN Security Council to
Exercise its Enforceme Powers under Chapter VII of the Charter”, Neth. Y. B. Int’l L., Vol. 26, 1995, s. 44.
306
BM Andlaşması’nın hazırlandığı San Francisco Konferansı’nda da silahlı saldırı ile ilgili herhangi bir
tartışma veya görüşme yaşanmamıştır. Baker, San Francisco Konferansı’nda tarafların silahlı saldırı
kavramının anlamını yeterince açık görmüş olmaları nedeniyle herhangi bir tartışma veya görüşme
yaşanmamış olabileceği ihtimaline dikkat çekmektedir. Bkz. BAKER, Mark B., s. 33.
307
BAŞEREN, 2003, (b), s. 92.
308
GROSS, 2002, (b), s. 91. Dinstein, BM Andlaşması’nın 1/1, 39 ve 53. maddelerinde “saldırı”
ifadesine yer verilmişken 51. maddede “silahlı saldırı” kavramının kullanılmış olmasının tesadüfi bir durum
olmadığını belirterek silahlı saldırı kavramının sınırlandırıcı bir anlam ifade etmesi niyetiyle tercih
edildiğini ileri sürmektedir. Bkz. DINSTEIN, s. 166.
bu fonksiyon farklılığını ortadan kaldıracak bir özelliğe sahip değildir. 309 Bu nedenle silahlı
saldırı kavramının, Saldırının Tanımı Kararı ve Dostça İlişkiler Bildirisi’nde tarif edilen
saldırı ve kuvvet kullanma fiillerine eş tutulması hatalı olacaktır. Çünkü, bunlar silahlı
saldırı kapsamına girmeyen başka yasak kuvvet kullanımlarına da işaret etmektedir. 310
İlerleyen bölümlerde de görüleceği üzere silahlı saldırı kuvvet kullanma
yasağının istisnasını teşkil eden meşru müdafaa hakkının kullanılabilmesinde bir ön şarttır.
Dolayısıyla devletlerin hangi durumlarda tek taraflı kuvvet kullanımına başvurabilecekleri
hususunun açıklığa kavuşturulması bakımından terörizme karşı meşru müdafaa hakkının
kullanılıp kullanılamayacağı ile ilgili tartışmalarda silahlı saldırı kavramı oldukça
önemlidir. Silahlı saldırı kavramının anlamı üzerinde uzlaşmaya varılması halinde,
devletlerin söz konusu kavrama ilişkin keyfî yorumları daha baştan bertaraf edilmiş
olacaktır. 311
Öncelikle belirtmek gerekir ki, silahlı saldırı kavramı, kapsam itibarıyla, 2/4.
maddede yer alan kuvvet kullanma veya kullanma tehdidine oranla daha dar bir anlama
sahiptir. Silahlı saldırı bir kuvvet kullanımını gerektirdiği halde, kuvvet kullanma yasağını
ihlâl eden her durum silahlı bir saldırı niteliğinde değildir. Dolayısıyla 2/4. maddede
yasaklanan her tür kuvvet kullanma veya kullanma tehdidi 51. madde anlamında silahlı
saldırı teşkil etmez. Silahlı saldırının varlığından söz edebilmek için ciddî düzeyde bir
kuvvet kullanımının ve bunun yol açtığı hasarın söz konusu olması gerekmektedir. Bu
nedenle, düzenli silahlı birliklerin müdahil olduğu küçük çaplı sınır ihlâlleri kuvvet
kullanma yasağına aykırı olmakla birlikte bir silahlı saldırı olarak kabul edilmemektedir. 312
Silahlı saldırı kavramının BM Andlaşması’nda tanımlanmaması nedeniyle diğer
kaynakların ele alınması gerekmektedir. Bu konuda başvurulacak ilk kaynak olarak
karşımıza Saldırının Tanımı Kararı çıkar. Ancak Aral’ın da isabetle belirttiği gibi 313 bu
belgenin bağlayıcı olmayan bir bildiri mahiyetinde olması bir yana, tanımı yapılan kavram,
silahlı saldırı değil saldırgan eylemdir. Kararda silahlı saldırı kavramı değil Güvenlik
309
BAŞEREN, 2003, (b), s. 93.
BAŞEREN, 2003, (b), s. 93.
311
ARAL, Berdal: Uluslararası Hukukta Meşru Müdafaa Hakkı, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1999, s. 16.
312
ARAL, s. 17.
313
ARAL, s. 18.
310
Konseyinin barışın tehdit edildiği, bozulduğu ya da bir saldırı eyleminin olduğunu tespit
etme görevini belirleyen 39. madde anlamında saldırı kavramı tanımlanmıştır. 314
Dolayısıyla Karar’da meşru müdafaa hakkına atıfta bulunulmamış olması şaşırtıcı bir husus
değildir. Kaldı ki Karar’ın hazırlık çalışmaları sırasında silahlı saldırı kavramının
tanımlanması gibi bir amaç da söz konusu olmamıştır. 315 Saldırının Tanımı Kararı’nın 51.
madde bağlamında silahlı saldırı kavramının dolaylı bir şekilde tanımını yaptığını ve
kavramın anlam ve içeriği hususundaki belirsizliği çözdüğünü söylemek mümkün değildir.
Bununla birlikte silahlı saldırı kavramının anlam ve içeriğinin belirlenmesinde önemli
katkılar sağladığı görülmektedir. 316
Söz konusu Kararın birinci maddesinde saldırı kavramı BM Andlaşması ile
uyumlu bir şekilde genel olarak tanımlanmaktadır: “Saldırı, bir devletin diğer bir devletin
egemenliğine, ülke bütünlüğüne veya siyasî bağımsızlığına karşı veya işbu tanımda
belirtildiği üzere, Birleşmiş Milletler Andlaşması ile bağdaşmayan diğer herhangi bir
tarzda silahlı kuvvet kullanmasıdır.” 317 3. maddede de saldırı olarak kabul edilen fiiller
sıralanmıştır:
“a-Bir devletin silahlı kuvvetlerinin diğer bir devleti istila etmesi veya ona
hücum etmesi veya ne kadar geçici olursa olsun, böyle bir istiladan veya hücumdan ileri
314
Saldırının Tanımı Kararı, saldırganlığı Güvenlik Konseyinin barışın tehdit edildiği, bozulduğu veya
bir saldırı eylemi olduğunu ispatlama görevini belirleyen 39. maddeye göre tanımlamaktadır. Oysa
Güvenlik Konseyinin 39. madde kapsamında alınmasına karar verebileceği zorlama önlemleri sadece
kuvvet kullanma eylemi veya kuvvet kullanma tehdidine dayanmak zorunda değildir. Uluslararası barış ve
güvenliği korumak için gerekli çabayı göstermemek, kuvvet kullanma içermeyen bir uluslararası hukuk
kuralı ihlâlinin gerçekleşmesi veya Genel Kurul tavsiyelerine uymamak bile söz konusu zorlama
önlemlerinin alınmasına temel oluşturabilir. Devletlerin bu tür bir eylemi, meşru müdafaa hakkını harekete
geçiremeyeceği gibi 2/4. madde anlamında kuvvet kullanma veya kuvvet kullanma tehdidi de olmayabilir.
Bkz. KESKİN, s. 46.
315
RANDELZHOFER, Albrecht: “Article 51”, The Charter of the United Nations A Commentary, Ed.
by. Bruno Simma, Oxford University Press, Oxford, 1994, s. 668.
316
ARAL, s. 18-19.
317
Saldırının Tanımı Kararı’nın ilk maddesinde yapılan tanım, BM Andlaşması’nın 2/4. maddesiyle
benzerlik göstermektedir. Tanımda tehdit kelimesine yer verilmemiş olması saldırının ancak bir devlete
karşı fiili bir silahlı gerçekleştirilmesi durumunda söz konusu olabileceği görüşlerinin ortaya çıkmasına
neden olmuştur. Bkz. LOHR, Michael Franklin: “Legal Analysis of U.S. Military Responses to StateSponsored International Terrorism”, Nav. L. Rev., Vol. 34, 1985, s. 14. Ancak Kararın 6. maddesinde yer
alan “Bu tanımda yer alan hiçbir hüküm, kuvvet kullanmanın hukukî olduğu durumlarla ilgili hükümler de
dahil olmak üzere, Birleşmiş Milletler Andlaşmasının kapsamını herhangi bir şekilde genişletecek veya
daraltacak şekilde yorumlanmayacaktır” hükmü bu görüşleri tekzip eder niteliktedir.
gelen herhangi bir askerî işgal veya kuvvet yoluyla başka bir devletin ülkesinin veya bir
bölümün ilhakı;
b-Bir devletin silahlı kuvvetlerinin, başka bir devletin ülkesini bombardıman
etmesi veya bir devletin diğer bir devletin ülkesine karşı herhangi bir şekilde silah
kullanması;
c-Bir devletin liman ve kıyılarının diğer bir devletin silahlı kuvvetleri tarafından
abluka altına alınması;
d-Bir devletin silahlı kuvvetleriyle başka bir devletin kara, deniz veya hava
kuvvetlerine veya deniz veya hava filolarına saldırması;
e-Bir devletin başka bir devlete sonuncusuyla yapılan bir anlaşmaya göre
bulunan silahlı kuvvetlerinin o anlaşmada öngörülen hükümlere aykırı şekilde kullanılması
veya bu silahlı kuvvetlerin varlığının bu ülkede anlaşmanın sona ermesinden sonra da
sürdürülmesi;
f-Ülkesini başka bir devletin emrine veren bir devletin, ülkesinin o devlet
tarafından üçüncü bir devlete karşı saldırı amacıyla kullanılmasına izin vermesi;
g-Bir devlet tarafından veya bir devlet adına diğer bir devlete karşı yukarıda
listesi verilen fiillere varan veya o ölçekte olan silahlı kuvvet fiillerini icra eden silahlı
çetelerin, grupların, gayri nizamî askerlerin veya paralı askerlerin gönderilmesi veya bu
gibi fiillere önemli ölçüde karışılması.”
Söz konusu maddede sıralanan eylemlerden herhangi birinin Kararın birinci
maddesi kapsamına girmesi halinde, savaş ilanında bulunulmamış olsa dahi eylem saldırı
olarak kabul edilecektir. 3. maddede sayılan eylemlerin son ikisi dolaylı kuvvet kullanma
niteliğinde olup, Uluslararası Adalet Divanı, Nikaragua Davası’nda bu yolların da silahlı
saldırı kapsamında olduğunu kabul etmiştir. Ayrıca 4. maddede, sıralanan eylemlerin
tüketici nitelikte olmadığı belirtilerek Güvenlik Konseyinin BM Andlaşması hükümleri
kapsamında saldırı oluşturacak diğer eylemleri saptama yetkisine sahip olduğu hükme
bağlanmıştır.
Kararın 2. maddesinde de ilk maddede belirtilen nitelikte bir eylemin saldırı
olarak kabul edilebilmesi için iki durum öngörülmektedir. Buna göre, Güvenlik Konseyinin
değerlendirmesi saklı kalmak üzere, iki devletin birbirlerine karşı kuvvet kullanması
halinde ilk eylemin sahibi saldırı eyleminde bulunmuş ikinci eylemin sahibi de meşru
müdafaa hakkını kullanmış kabul edilecektir. Maddenin bu kısmı açıkça ilk kuvvet
kullanan tarafın niyetiyle ilgili olup bu kısımda yer alan her ilk kuvvet kullanma eyleminin
saldırı olduğu tespitinin Güvenlik Konseyi tarafından değiştirilebilmesi imkânını
sağlamaktadır. 318 Böylece, savaşın tanımında olduğu gibi saldırının tanımı yapılırken de
karşımıza devletlerin niyetinin belirleyici olabileceği düşüncesi çıkmakta ve her ilk kuvvet
kullanma eyleminin saldırı olduğu kuralına istisna oluşturmaktadır. 319 İkinci durumda ise,
takdiri Güvenlik Konseyine ait olmak üzere, bir eylemin silahlı saldırı olarak kabul
edilebilmesi için yeterli yoğunlukta olması gerekliliği karşımıza çıkmaktadır. Küçük çaplı
çatışmalar ise silahlı saldırı olarak değerlendirilmemektedir.
Saldırının Tanımı Kararı’nın 3. maddesinden de anlaşılacağı üzere, bir devlet
düzenli silahlı kuvvetleri ile diğer devletin ülkesine veya uçak ve gemilerine karşı saldırıda
bulunduğunda silahlı saldırı artık gerçekleşmiştir. Örneğin Irak’ın Kuveyt’i işgali bu
anlamda bir silahlı saldırıdır ve 51. madde bağlamında meşru müdafaa hakkını doğmasına
neden olmuştur.
Devletler bu şekilde düzenli askerî birlikleriyle doğrudan kuvvet kullanımına
başvurabileceği gibi destekleyeceği ve yardım edeceği silahlı gruplar ya da gönüllü birlikler
gibi düzen dışı kuvvetler vasıtasıyla dolaylı kuvvet kullanımında da bulunabilir. 320
Saldırının Tanımı Kararı ve Uluslararası Adalet Divanının Nikaragua Davası’nda verdiği
karar ışığında uygulanan uluslararası hukuka göre silahlı saldırı eylemi, yoğunluk derecesi
göz önünde tutulmak kaydıyla, başka bir devlet ülkesine gönderdiği silahlı grupların bu tür
dolaylı eylemlerini de kapsamaktadır. 321 Dolaylı saldırganlık olarak adlandırılan bu
318
RIFAT, Ahmed R. : International Aggression; A Study of the Legal Concept: Its Development
and Definition in International Law, Stockholm, 1979, s. 267’den aktaran KESKİN, s. 47.
319
STONE, Julius: “Hopes and Loopholes in the 1974 Definiton of Aggression”, Am. J. Int’l L., Cilt
LXXI, No. 1, 1977, s. 228’den aktaran KESKİN, s. 228.
320
PAZARCI, (IV. Kitap), s. 114.
321
PAZARCI, (IV. Kitap), s. 118.
durumda, devlet bizzat herhangi bir saldırgan eylemde bulunmaksızın vatandaşlarını veya
yabancıları kullanmak suretiyle harekette bulunmaktadır. Devletin siyasî veya ekonomik
yapısını etkilemek amacıyla gerçekleştirilen gizli faaliyetler, isyancıların desteklenmesi,
teröristlere yardım edilmesi gibi eylemler dolaylı saldırganlığın değişik görünümleridir.322
Söz konusu gizli faaliyetler, siyasî partilerin maddî yönden desteklenmesinden hükümet
yetkililerine suikast düzenlenmesi veya askerî tesislere saldırı düzenlenmesine kadar bir
dizi faaliyetleri içermektedir. Burada ortaya çıkan sorun bu tür eylemlerin silahlı saldırı
boyutuna ulaşıp ulaşmadığıdır. 323 Benzer bir problem, devletin ülkesinde devam eden iç
savaşta mevcut rejimin değişmesi amacıyla isyancı gruplara açıktan veya gizlice para, silah,
eğitim yardımlarında bulunulması ve lojistik destek sağlanması halinde ortaya çıkar.
Dostça İlişkiler Bildirisi de bu hususu ele almış ve her devletin düzensiz
birlikleri veya silahlı çeteleri diğer bir devletin ülkesine akın düzenlemek üzere örgütlemek
ve teşvik etmekten kaçınmakla yükümlü olduğu belirtilerek aşağıdaki durumlarda düzen
dışı kuvvetler tarafından bir başka devlet ülkesinde kuvvet kullanılması BM
Andlaşması’nın 2/4. maddesinde öngörülen yasak kapsamında olduğu ifade edilmiştir:
“Bir başka devletin ülkesine girmek üzere özellikle paralı askerlerden olmak
üzere silahlı grupların ya da düzen-dışı kuvvetlerin örgütlenmesi” ve “Bir başka devletin
ülkesinde iç savaş ya da terörist eylemleri örgütleme, kışkırtma, yardım etme veya bunlara
katılma ya da ülkesinde bu gibi eylemlerin yapılmasına yönelik örgütlenmiş faaliyetlere
rıza gösterme.”
Doktrinde genel olarak gizli faaliyetlerin ve isyancılara yönelik devlet
desteğinin silahlı saldırı boyutuna ulaşılabileceği ve dolayısıyla meşru müdafaa hakkına yol
açabileceği kabul edilmektedir. Ancak ne zaman ve hangi şartlarda bu durumun söz konusu
olacağı konusunda görüş birliği bulunmamaktadır. Bu konuda en önemli örnek Nikaragua
Uyuşmazlığı’dır. Uluslararası Adalet Divanı Nikaragua Davası’nda, silahlı saldırı olarak
kabul edilebilecek eylemlerin kapsamının sanıldığından daha geniş olabileceğini ileri
322
AREND, Anthony Clark: “Responding to Rogue Regimes; From Smart Bombs to Smart Sanctions;
International Law and Rogue States: The Failure of the Charter Framework”, New Eng. L. Rev., Vol. 36,
2002, s. 739.
323
AREND, s. 739-740.
belirterek yukarıda belirtilen nitelikteki düzensiz kuvvetler aracılığıyla bir devletin diğer bir
devletin ülkesinde kuvvet kullanmasının 2/4. madde kapsamında ve örf ve âdet hukukunda
kabul edildiğini bildirmek suretiyle Dostça İlişkiler Bildirisi’ni teyit etmiştir. 324
Divan,
silahlı
saldırı
eyleminin
“sadece
yabancı
düzenli
orduların
gerçekleştirdiği sınır ötesi harekâtları değil”, aynı zamanda “bir devletin aleyhine düzenli
güçlerin gerçekleştirebileceği ağırlıkta silahlı hareket ika eden silahlı grupların, düzensiz
kuvvetlerin, ücretli askerlerin başka bir devlet tarafından veya onun adına gönderilmesini
veya bu olaylara önemli ölçüde müdahil olmasını” da kapsadığını belirtmiştir. Bu durumda
Divan dolaylı saldırganlığı meşru müdafaa hakkının doğumuna yol açan nedenlerden biri
olarak değerlendirmiştir. Divanın bu kararı iki açıdan önemlidir; isyancılara verilen
desteğin boyutunun destek veren devlete karşı meşru müdafaa hakkı kapsamında bir cevap
verilmesini haklı kılabileceği kabul edilerek dolaylı saldırganlığın silahlı saldırı boyutuna
ulaşabileceği ilk defa bir yargı kararıyla teyit edilmiştir. İkinci olarak, Kararda öngörülen
saldırı tanımı, Bildiride tanımlandığı biçimiyle dolaylı kuvvet kullanma eylemlerinin
tümünü
kapsamaz;
dolaylı
kuvvet
kullanma
yollarının
silahlı
saldırı
olarak
değerlendirilebilmesi için ölçü ve etki bakımından silahlı saldırı niteliğinde olması
gerekmektedir. 325
Divan bunu izleyen cümlede ise şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Ancak, Divan,
‘silahlı saldırı’ kavramının sadece, silahlı birliklerce ika edilen önemli cesamete sahip
eylemlerden olmadığı, asilere silah veya lojistik yahut başka tür destekler sağlamayı da
kapsadığı yolundaki görüşü kabul etmemektedir. Bu tür yardımlar, tehdit ya da kuvvet
kullanımı veya diğer devletlerin iç ya da dış işlerine müdahale olarak kabul edilebilir.” 326
324
PAZARCI, (IV. Kitap), s. 115.
TOLUNER, Sevin: “Nikaragua’ya Karşı Askerî ve Benzeri Faaliyetler Davası’ndaki Yargı ve
Meşru Müdafaa Hakkı”, Milletlerarası Hukuk Açısından Türkiye’nin Bazı Dış Politika Sorunları, Beta
Yayınları, Birinci Baskı, 2000, İstanbul, s. 362. Divanın kararı doktrinde farklı yorumların yapılmasına
neden olmuştur. Örneğin, Divanın silahlı saldırı konusunda öngördüğü yüksek standarda karşı çıkan Moore,
Divanın BM Andlaşması’na aykırı bir şekilde gizli faaliyetlere karşı bireysel veya ortak müdafaa hakkını
kabul etmeyen meşru müdafaa hakkının sınırlandırıcı yorumunu kabul ettiğini belirterek kararı
eleştirmektedir. Bkz. MOORE, John Norton: “The Nicaragua Case and the Deterioration of Worl Order”,
Am. J. Int’l L., Vol. 81, 1987, s. 152. Moore’nin bu konudaki diğer bir çalışması ve karşı eleştirisi için bkz.
MOORE, John Norton: “The Secret War in Central America and the Future of World Order”, Am. J. Int’l
L., Vol. 80, 1986, s. 43-127; ROWLES, James P.: “Secret Wars, Self-Defense and the Charter a Reply to
Professor Moore”, Am. J. Int’l L., Vol. 80, 1986, s. 568-583.
326
Par. 195.
325
Görüldüğü gibi Divan, silahlı saldırı kavramının tanımını bir devletin isyancılara silah
sağlaması ve lojistik destek vermesini içerecek şekilde genişletmeyi reddetmiştir.
Divan, “Bir başka devletin ülkesinde ya doğrudan askerî harekât biçimiyle ya
da dolaylı biçimde, yıkıcı veya terörist silahlı faaliyetleri desteklemek şeklinde kuvvet
kullanılması halinde açıkça görülür.” demek suretiyle devletin, egemenlik ilkesi uyarınca
serbestçe karar verebileceği konularda karar almasını zor kullanarak engelleme olarak
tanımlanabilecek
yasaklanan
müdahaleleri
örneklendirmektedir.
Dostça
İlişkiler
Bildirisi’ne atıf yapan Divan, bir başka devletin ülkesinde gerçekleştirilen bu tür bir
faaliyetin “kuvvet kullanma veya kuvvet kullanma tehdidini” içermesi durumunda, hem
kuvvet kullanma yasağını hem de içişlerine müdahale etmeme ilkesi bakımından hukuka
aykırı olduğunu ifade etmiştir. 327
Görüldüğü üzere BM Andlaşması’nın 2/4. maddesinde öngörülen kuvvet
kullanma yasağı bir devletin düzenli askerî birlikleri tarafından silahlı kuvvet kullanılması
şeklinde doğrudan kuvvet kullanılmasını içerdiği gibi devletin destekleyeceği ve yardım
edeceği silahlı gruplar ya da gönüllü birlikler gibi düzen dışı kuvvetler tarafından dolaylı
kuvvet kullanılması veya kullanma tehdidinde bulunulmasını da içermektedir. Bu durumda
doğrudan saldırılarda olduğu gibi dolaylı silahlı saldırının da meşru müdafaa hakkı için bir
temel oluşturacağı açıktır.
ccc. Müdahale
Müdahale etmeme kavramı, devletlerin birbirlerinin ulusal yetkisine giren işlere
karışmamasını öngörmektedir. Bununla birlikte devletin diğer bir devletin ulusal yetkisine
giren işlere karışması her zaman müdahale niteliğinde değildir. Müdahalenin söz konusu
olabilmesi için eylemin zorlama unsuru taşıması gerekmektedir. 328
Nikaragua Davası’nda bu konuyu ele alan Uluslararası Adalet Divanı, ABD’nin
1985’de Nikaragua’ya ticaret ambargosu uygularken müdahale etmeme kuralına aykırı
327
328
Par. 205.
BAŞEREN, 2003, (b), s. 96.
davranmadığına karar vererek, ekonomik veya siyasî her tür baskının anılan kuralı ihlâl
etmediğine hükmetmiştir. 329 Divan kararında müdahalenin tanımına da yer vermiştir: “İlke
tüm devletlerin…dolaylı ya da dolaysız diğer devletlerin iç veya dış işlerine karışmalarını
yasaklar. Buna göre yasaklanmış müdahale, devlet egemenliği ilkesiyle her devletin
serbestçe karar vermesine izin verilen konularda ortaya çıkmalıdır. Bunlardan biri, politik,
ekonomik, sosyal ve kültürel sistemin seçilmesi ve dış politikanın ifade edilmesidir.
Müdahale, serbest kalması gereken bu tercihlere ilişkin zorlama metotları kullanırsa
hukuka aykırıdır. Yasaklanan müdahaleyi tanımlayan ve gerçekten temelini oluşturan
zorlama unsuru, kuvvet kullanan müdahalelerde bilhassa aşikardır.”
Silahlı uyuşmazlıklar bağlamında esas olarak müdahale terimi, devletin iç
savaşın başladığı diğer bir devlete, hükümeti veya hükümetin muhaliflerini destekleyerek
karışmasını ifade etmektedir. Bu tür eylemler örf ve âdet hukukundaki müdahale etmeme
kuralının yanı sıra kuvvet kullanma yasağının da ihlâli niteliğindedir. Ancak söz konusu
eylemler yasağı ihlâl eden eylemler arasında kuvvet kullanımını en düşük düzeyde içeren
eylemlerdir.
B. Uluslararası Örf ve Âdet Hukuku Çerçevesinde Kuvvet Kullanma
Yasağı
Uluslararası Adalet Divanı, Nikaragua Davası’nda uluslararası ilişkilerde kuvvet
kullanma yasağının sadece andlaşmalar hukuku kapsamında ele alınmaması gerektiğini
belirterek söz konusu yasağın aynı zamanda bir örf ve âdet hukuku kuralı olduğunu ifade
etmiştir. 330 Günümüzde kuvvet kullanma yasağının uluslararası örf ve âdet hukuku kuralı
niteliğinin yanı sıra aynı zamanda jus cogens niteliği kazandığı da kabul edilmektedir.331
329
BAŞEREN, 2003, (b), s. 96.
Par. 187-192.
331
FIDLER, David P. “War, Law & Liberal Thought :The Use of Force in the Reagan Years”, Ariz. J.
Int’l & Comp. L., Vol. 11, 1994, s. 47; GREENWOOD, Christopher: “International Law and the Preemptive Use of Force: Afghanistan, Al-Qaida, and Iraq”, San Diego Int’l L. J. Vol. 4, 2003, s. 10;
BROWNLIE, Ian: Principles of Public International Law, Fifth Ed., Oxford University Press, Oxford,
1998, s. 515; CASSESE, Antonio: International Law, Oxford University Press, Oxford, 2001, (b), s. 236;
SCHACHTER, 1991, s. 131; DINSTEIN, s. 93-98.
330
Dolayısıyla söz konusu yasağa aykırı her tür düzenleme, anlaşma ve karar geçersiz
sayılacaktır. 332
Bununla birlikte jus cogens kuralı oluşturan kuvvet kullanma yasağının kapsamı
tartışmalı olup söz konusu yasağın kapsamının 2/4. maddeden ve örf ve âdet hukukundaki
genel kuvvet kullanma yasağından daha dar olduğu ileri sürülmektedir. 333 Bir eylemin jus
cogens kuvvet kullanma yasağının kapsamına girebilmesi için, uluslararası toplumun temel
unsurları tarafından aksine bir düzenleme yapılmayacak bir şekilde yasaklandığının kabul
edilmesi gerekir. Buna göre, uluslararası toplumun bir kısmı tarafından hukuka uygun
kabul
edilen
fiil,
jus
cogens
kuvvet
kullanma
yasağının
kapsamına
dâhil
olmayabilecektir. 334 Ayrıca, devletler bir fiilin kuvvet kullanma yasağının kapsamına
girdiğini kabul etmekle beraber aksine düzenlemeler yapılabileceğini de kabul etmeleri
halinde söz konusu fiilin örfi kuralla yasaklanmasına rağmen jus cogens kuvvet kullanma
yasağının kapsamına girmeyeceğini kabul etmek mümkündür. 335
2. KUVVET KULLANMA YASAĞININ İSTİSNALARI
BM Andlaşması’nın kabulüyle birlikte devletler taraf oldukları uyuşmazlıkları
barışçı yollarla çözmeyi ve uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanma ve kullanma tehdidinde
bulunmaktan kaçınmayı kabul etmiştir. Bu durumun meşru müdafaa ve Güvenlik Konseyi
kararıyla uygulanan zorlama önlemleri olmak üzere geçerli ve uygulanabilir iki istisnası
bulunmaktadır. 336 Bunlardan birincisi devletler tarafından tek taraflı olarak kuvvet
SIMMA, Bruno: “NATO, The UN And The Use Of Force: Legal Aspects”, Eur. J. Int’l L., Vol. 10,
1999, s. 5.
333
BAŞEREN, 2003, (b), s. 195.
334
Başeren, uluslararası toplumun temel unsurları tarafından kabul edilmesinde kastın Batı, Doğu, Asya,
Afrika ve Latin Amerika devletlerinin hepsi tarafından kabul edilmesi olduğunu vurgulamaktadır. Bkz.
BAŞEREN, 2003, (b), s. 173.
335
BAŞEREN, 2003, (b), s. 76.
336
Bu iki istisnaya ek olarak kurumsal anlamda iki istisna daha vardır. Bunlar, özel askerî anlaşmalar
yapılana kadar beş büyük devlete tanınan kuvvet kullanma yetkisi ile II. Dünya Savaşı İtilaf Devletlerine
karşı kuvvet kullanılmasıdır. Buna göre, Güvenliğe İlişkin Geçici Hükümleri düzenleyen 17. Bölümde yer
alan 106. madde, Konseye 42. madde uyarınca üzerine düşen sorumlulukları yüklenmesi imkânı verecek ve
43. maddede söz edilen ve üyelerin gerekli silahlı kuvvet ve geçit hakkı dahil her türlü yardımı konseye
sunmasını öngören özel anlaşmalar yürürlüğe girene kadar 30 Ekim 1943 tarihli Dört Ulus Bildirgesini
imzalayan ABD, SSCB, İngiltere ve Çin ile söz konusu bildiriye taraf olmayan Fransa’nın uluslararası barış
332
kullanılması, ikincisi de uluslararası toplum adına yetkili bir merci tarafından kuvvet
kullanılması niteliğindedir. Birinci yol istisnaî ve geçici niteliktedir, yetkili organ olan
Güvenlik Konseyi olaya el koyana kadar devam eder, ikinci yol ise merkezî olarak kuvvet
kullanılması durumudur. 337
A. Meşru Müdafaa Hakkı
BM Andlaşması’nın 51. maddesinde düzenlenen ve ortak güvenlik sisteminin
bir parçası olan meşru müdafaa hakkı, BM üyesi bir devlete karşı silahlı saldırıda
bulunulduğunda, uluslararası barış ve güvenliği korumak amacıyla Güvenlik Konseyi
gerekli tedbirleri alana kadar saldırıya uğrayan devletin tek başına veya müştereken kuvvet
kullanımına başvurabileceğini öngörmektedir. 338 Meşru müdafaa hakkına dayanılarak
alınan önlemler derhal Güvenlik Konseyine bildirilecek ve uluslararası barış ve güvenliğin
korunmasında başlıca sorumlu organ olan Konseyin aldığı tedbirlere uyulacaktır.
Meşru müdafaa hakkı, BM Andlaşması’nın öngördüğü kuvvet kullanma yasağı
ve ortak güvenlik sistemi çerçevesinde ihkak-ı hak sisteminden (self-help) tamamıyla ayrı
ve ortak güvenlik sistemi hareke geçene kadar başvurulacak bir yol olarak istisnaî bir
ve güvenliğin korunması için gerekebilecek her türlü eyleme BM adına girişebileceklerini düzenlemektedir.
43. maddede söz edilen özel anlaşmalar bugüne kadar yapılamadığından hâlen geçerliliğini korur gibi
görünen hükmün uygulanması ihtimâli son derece düşüktür. Dolayısıyla fiilen geçerliliğini yitirmiş
görünmektedir. Diğer istisna ise, 107. ve 53. maddelerde belirlenmiştir. San Francisco Konferansı sırasında
İtilaf devletlerinden Almanya’nın teslim olması, Japonya’nınsa konferanstan sonra bu yola yanaşması
sebebiyle Müttefik Devletler İtilaf Devletleri’ne karşı gerekirse tekrar kuvvet kullanılması yetkisini saklı
tutmak istemişlerdir. Bu amaçla BM Andlaşması’nın “Güvenliğe İlişkin Geçici Hükümler” başlıklı
bölümüne 107. madde eklenmiştir. 53. madde ile de bölgesel örgütler çerçevesinde alınacak zorlayıcı
tedbirler için Güvenlik Konseyinin izninin alınmasına ilişkin olarak İtilaf Devletlerine karşı girişilecek
kuvvet kullanma eylemleri bunun dışında bırakılmıştır. 107. maddenin geçici önlemler arasında sayılması
nedeniyle bu maddenin II. Dünya Savaşı sona erene kadar geçerli olduğu ve artık yürürlükte olmadığı
söylenebilir. Ayrıntılı bilgi için bkz. PAZARCI, (IV. Kitap), s. 121.
337
KESKİN, s. 132.
338
Meşru müdafaa hakkı 51. maddede düzenlenmekle beraber BM Andlaşması’ndan önce de devletlerin
temel haklarından biri olarak kabul edilmekteydi. Ayrıntılı bilgi için bkz. ALEXANDROV, Stanimir A.:
Self-Defense Against the Use of Force in International Law, Kluwer Law International, The Hague,
1996, s. 1-29.
niteliğe
sahiptir. 339
Dolayısıyla
bireysel
veya
ortak
meşru
müdafaa
hakkının
kullanılabilmesi için Güvenlik Konseyinin karar alması gerekmemektedir.
B. Birleşmiş Milletler Kararı ile Kuvvet Kullanma
Kuvvet kullanmanın yasaklanmasıyla BM çatısı altında barış ve güvenliği
korumak veya bozulan barışı yeniden tesis etmek amacıyla müştereken kuvvet
kullanılmasını öngören ortak bir güvenlik sistemi oluşturulmuştur. BM Andlaşması’nın
“Barışın Tehdidi, Bozulması ve Saldırı Durumunda Yapılacak Hareket” başlığını taşıyan
VII. Bölümünde yer alan 39. madde Güvenlik Konseyinin, barışın tehdit edildiği,
bozulduğu veya bir saldırı eylemi olduğunu tespit etmesi halinde, uluslararası barış ve
güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için tavsiyelerde bulunacağını veya 41. ve
42. madde uyarınca hangi önlemlerin alınacağına karar verileceğini düzenlemektedir.
II. MEŞRU MÜDAFAA HAKKINA DAYANARAK DEVLET DESTEKLİ
TERÖRİZME KARŞI KUVVET KULLANMA
1. TERÖRİZM VE MEŞRU MÜDAFAA HAKKI
Birleşmiş Milletler Andlaşmasını hazırlayanlar kuvvet kullanma sistemini
devletler arasındaki nizamî savaş halini gözeterek hazırlamışlar ve devlet dışı aktörlerce
gerçekleştirilen şiddet eylemlerini dikkate almamışlardır. 340 Uluslararası barış ve güvenliğe
yönelik tehditlerin sadece devletlerden kaynaklanacağının düşünülmüş olması bu durumun
gerçekleşmesinde oldukça etkili olmuştur. Nükleer silahlarla bir dehşet dengesi biçimini
alan güç dengesi siyaseti, büyük devletler arasında bir savaşın meydana gelmesine engel
olmuş ancak Antlaşma’nın imzalanması sırasında üzerinde durulmayan bir başka savaş
biçimini sahneye koymuştur. Tehdit devletlerin yanı sıra artık devlet dışı aktörlerden de
gelmekte ve oldukça yıkıcı sonuçlara yol açabilmektedir. Devletler diğer bir devletin toprak
339
340
KESKİN, s. 44.
TRAVALIO, s. 156.
bütünlüğüne veya siyasî bağımsızlığına yönelik faaliyetlerini açıkça yapmak yerine bunu,
aynı sonuçları doğuracak şekilde gizli faaliyetlerle gerçekleştirmeyi tercih etmektedir.
Düşük yoğunluklu savaş olarak adlandırılan bu savaşta düşman, diğer bir devlet ve onun
düzenli silahlı kuvvetleri değildir. Bu tür silahlı çatışmanın birikim sonucundaki etkisi, 11
Eylül saldırılarında da görüldüğü gibi devletler arasında gerçekleşen bir savaştan pek de
farklı olmayabilmektedir. 341
Bu kapsamda değerlendirebilecek terör hareketlerinin son yıllardaki yükselişi,
BM Andlaşması’nın temel sistemi açısından daha önceden öngörülemeyen bir soruna
sebebiyet vermiştir. Terörist örgütler sahip oldukları maddî imkânlar, silahlar ve hareket
kabiliyetleriyle uluslararası barış ve güvenliğe ciddi bir tehdit olarak karşımıza çıkmaktadır.
Normatif düzlemde bu tür dolaylı saldırıların, içişlerine karışma ve kuvvet kullanma yasağı
kapsamında ele alınmasında bir güçlükle karşılaşılmamıştır. Tartışma, bu tür eylemlere
hedef olacak devletin kaynak devlete karşı kullanabileceği yetkilerin niteliği konusundadır.
Zira uluslararası alanda silahlı saldırı durumunda meşru müdafaa hakkının doğduğu kabul
edilmekle birlikte terörist bir saldırının 51. madde kapsamında meşru müdafaa hakkını
doğurup doğurmadığına ilişkin görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Terörist eylemlerin bireyler
tarafından gerçekleştirildiğine işaret edilerek meşru müdafaa hakkının devletler arasındaki
uyuşmazlıklarda söz konusu olduğu ve bu yüzden terörist saldırılar karşısında
uygulanmayacağı ileri sürülmüştür. 342 Bununla birlikte terörizmin genellikle bir devletin
cesaretlendirmesi veya onaylaması ile gerçekleştirildiği dikkate alındığında söz konusu
yaklaşımın mevcut soruna yönelik kalıcı bir çözüm getirmediği de açıktır.
11 Eylül saldırıları modern teknoloji ve devletler arasında kullanılan savaş
metotlarının terörist grupların bu tür eylemlerde bulunmalarını önlemekte yetersiz kaldığını
açık bir şekilde göstermiş ve kısaca bahsedilmeye çalışılan bu hukukî çerçeveyi büyük
ölçüde değiştirmiştir. Artık uluslararası toplumda terörist eylemlerin 51. madde anlamında
341
TOLUNER, Sevin: “Hukuksal Alanda Türkiye’nin Güvenlik İhtiyaçları Ne Şekilde Karşılanabilir?”,
Dünya’da Yeni Güvenlik Anlayışları, Türkiye’nin Durumu ve İhtiyaçları, Harp Akademileri Basım Evi,
İstanbul, 2003, s. 247.
342
GAJA, Giorgio: “In What Sense Was There an ‘Armed Attack’?”, Eur. J. Int’l L. Discussion Forum,
The Attack on the World Trade Center: Legal Responses, http://www.ejil.org/forum_WTC/ny-gaja.html
(05. 05. 2003).
bir silahlı saldırı oluşturduğu ve meşru müdafaa hakkının teröristlere ve teröristlere destek
veren devletlere karşı kuvvet kullanılmasına izin verdiği daha güçlü bir şekilde ileri
sürülmeye başlanmıştır. 343 Saldırı sonrasında gösterilen tepkilerin geleneksel meşru
müdafaa hakkı ve ortak güvenlik kavramlarında yeni bir dönemi temsil ettiği söylenebilir.
Kaldı ki 51. maddenin BM Andlaşması hazırlanırken öngörülemeyen bu gelişmelerden
etkilenmeyeceğini ileri sürmek makul bir yaklaşım da değildir.
Güvenlik Konseyi 11 Eylül saldırıları ile ilgili olarak almış olduğu 1368 sayılı
kararında saldırıyı uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit olarak nitelendirmiş ve
BM Andlaşması’na uygun olarak bireysel ve ortak doğal meşru müdafaa hakkını
onaylamıştır. 344 1373 sayılı kararında da meşru müdafaa hakkına tekrar atıf yapmıştır.345
Bu değişiklik ABD’nin 51. madde ile uluslararası örf ve âdet hukukunun kabul ettiği meşru
müdafaa hakkı kapsamında askerî harekâtta bulunmasını kolaylaştırıcı bir unsur olmuştur.
Ancak silahlı saldırının ne olduğu ve terörist saldırının silahlı saldırı oluşturarak meşru
müdafaa hakkına neden olup olmayacağına ilişkin tartışmaların ötesine geçilerek silahlı
saldırı dışındaki fiiller karşısında da meşru müdafaa hakkına başvurulabileceği ileri
sürülmüştür. Uluslararası hukuk doktrini bu konuda bölünmüş bir yapı arz etmektedir.
Ortak güvenlik sisteminin etkisiz kaldığı bir ortamda devletlerin hayati çıkarlarına yönelik
saldırılar karşısında hareketsiz kalmaması ve bu saldırılara katlanmasının beklenmemesi
gerektiğine dair görüşlerin yanı sıra terörist eylem karşısında kuvvet kullanmanın son
derece tehlikeli sonuçlar doğurabileceği yönünde farklı görüşler de ileri sürülmüştür. 346
Temelinde meşru müdafaa hakkının dar ve geniş yorumuna dayanan bu farklı
görüşler bir araya getirildiğinde yorumların bir ucunda devletlerin sadece kendi ülkesi
343
Örneğin Murphy terörizme aktif bir şekilde destek veren devletlere karşı meşru müdafaa hakkının
kullanılabileceğini savunmaktadır. Bkz. MURPHY, 1986, s. 86. Byers ise, meşru müdafaa hakkının başka
bir devlete karşı saldırıda bulunan teröristleri aktif bir şekilde destekleyen veya himaye eden devletlere karşı
girişilecek askerî harekâtları da kapsadığını ileri sürmektedir. Bkz. BYERS, Michael: “Terrorism, The Use
of Force and International Law after 11 September”, Int’l & Comp. L.Q., Vol. 51, 2000, s. 409. Benzer
görüşler için bkz. KIRGIS, “Israel’s Intensified Military Campaign Aganist Terrorism”,
http://www.asil.org/insights.htm (04. 01. 2003).
344
S.C. Res. 1368, U.N. SCOR, 56th Sess., U.N. Doc. S/RES/1368 (2001).
345
S.C. Res. 1373, U.N. SCOR, 57th Sess., U.N. Doc. S/RES/1373 (2001).
346
SEYMOUR, Philip A.: “The Legitimacy of Peacetime Reprisal as a Tool Against State-Sponsored
Terrorism”, Nav. L. Rev., Vol. 39, 1990, s. 235.
içinde fiilî saldırılara karşı cevap verebileceği görüşünün diğer ucunda ise vatandaşlarının
yurt dışında saldırıya uğraması durumunda dahi mağdur devletin kuvvet kullanma hakkının
doğduğunu kabul eden ve meşru müdafaa hakkını geniş yorumlayan yaklaşımın yer aldığı
görülmektedir. Bu iki görüşün ortasında ise meşru müdafaa hakkının yorumunda orta yolu
izleyen ve kuvvet kullanmanın somut olaylara göre farklı değerlendirilmesini öngören
yaklaşım bulunmaktadır.
A. Meşru Müdafaa Hakkını Dar Yorumlayan Yaklaşım
Meşru müdafaa hakkını dar yorumlayan yaklaşım, 51. maddenin oldukça açık
olduğuna işaret ederek, söz konusu hakkın kuvvet kullanma yasağının bir istisnası olduğu
ve dolayısıyla her istisna gibi dar yorumlanması gerektiğini, aksi bir yorumun maddeyi
anlamsız kılacağını ileri sürmektedir. Buna göre, meşru müdafaa hakkı ancak silahlı saldırı
durumunda söz konusu olabilecektir. Brownlie, Dinstein, Jessup ve Gray gibi yazarlarca
benimsenen 347 dar yorumun diğer bir dayanak noktası da, BM Andlaşması’nın üye
devletleri taraf oldukları uyuşmazlıkları barışçı yollarla çözüme kavuşturmalarını öngören
33. maddesidir. 33. madde ile 51. madde beraber ele alındığında uyuşmazlığın barışçı
yollarla çözüme kavuşturulması ve fiilen bir silahlı saldırı gerçekleşene kadar tek taraflı
kuvvet kullanımından sakınılması gerekliliği karşımıza çıkmaktadır.
Doktrinde meşru müdafaa hakkının dar yorumunu benimseyen ve bu yaklaşımı
terörizm bağlamında ele alan bazı yazarlar, terörist saldırının silahlı saldırı olarak kabul
edilebilmesi ve söz konusu hakkın kullanılabilmesi için saldırının mağdur devletin ülkesi
içinde gerçekleşmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Boyle tarafından temsil edilen bu
yaklaşıma göre, mağdur devlet sadece kendi ülkesi içinde meydana gelen terörist saldırılara
karşı meşru müdafaa hakkı çerçevesinde cevap verebilecektir. 348 Ayrıca verilecek cevabın
347
BROWNLIE, Ian: International Law and the Use of Force by States, Clarendon Press, 1963,
Oxford, s. 257-276; DINSTEIN, s. 166; JESSUP, Philip C.: A Modern Law of Nations, 1952, s. 165166’dan aktaran GLENNON, Michael J.: “Military Action Against Terrorist under International Law: The
Fog of Law: Self-Defense, Inherence, and Incoherence in Article 51 of the United Nations Charter”, Harv.
J. L. & Pub. Pol’y, Vol. 25, 2002, s. 547, dn. 27; GRAY, s. 112.
348
BOYLE, Francis A.: “Military Response to Terrorism: Remarks of Francis Boyle”, Proc. Am. Soc’y
Int’l L., Vol. 81-82, 1987-1988, s. 294.
hemen verilmesi ve araya zaman girmemesi gerekmektedir. Söz konusu yaklaşımın kabul
edilmesi
terörist
tehdide
karşı
devletin
meşru
müdafaa
hakkına
başvurmasını
sınırlandıracaktır. Örneğin, devletin diğer bir devlet ülkesinde bulunan vatandaşlarının
hayatlarına yönelik bir tehdit silahlı saldırı olarak kabul edilemeyecek ve devlet
vatandaşlarını kurtarabilmek için kuvvet kullanamayacaktır.
B. Meşru Müdafaa Hakkını Geniş Yorumlayan Yaklaşım
Meşru müdafaa hakkını dar yorumlayan yaklaşıma karşılık 51. maddenin
terörizme karşı kuvvet kullanılmasını zorlaştıran bir hüküm şeklinde yorumlanmasının
ciddi bir hata olacağına dikkat çekilerek meşru müdafaa hakkının geniş yorumlanması
gerektiği ileri sürülmüştür. Bu görüş, devletlerin varlığını korumaya yönelik hareket
sahasını genişletmeyi ve kuvvet kullanma yasağını sınırlandırmayı amaçlamaktadır.
Gerçekleştirilen bireysel kuvvet kullanımının meşruiyeti, uluslararası örf ve âdet hukuku
kurallarına başvurarak açıklanmaktadır. BM Andlaşması’nın kabulüne rağmen geçerliliğini
kaybetmeksizin varlığını devam ettirdiği iddia edilen ve meşru müdafaa hakkını 51.
maddede öngörülenden daha geniş bir şekilde ele alan örf ve âdet hukuku kurallarına göre,
meşru müdafaa hakkı silahlı saldırıdan başka diğer düşmanca eylemler karşısında da söz
konusu olmaktadır. 51. maddenin uluslararası örf ve âdet hukukunda düzenlenen meşru
müdafaa hakkını muhafaza ettiği kabul edildiği takdirde söz konusu hakkın kapsamı 51.
maddenin lafzına dayanarak değil, uluslararası örf ve âdet hukuku kurallarına göre
belirlenecektir. Maddenin sınırlayıcı üslubu göz ardı edilerek kuvvet kullanma yasağını
ihlâl eden her eyleme karşı, hatta eylemin gerçekleşmesinin muhakkak olması halinde dahi,
ihlâl edilen veya ihlâl tehlikesi altında bulunan hak ve değerlerin hayati nitelikte olmasına
bakılmaksızın meşru müdafaa hakkına başvurulabilecektir. 349 Bowett, O’Brien, McDougal,
Feliciano, Stone, Guy B. Roberts gibi bu görüşü benimseyen yazarlar 350 51. maddede yer
alan “doğal” kelimesine dayanarak, maddenin BM öncesi dönemde kabul edilen meşru
müdafaa hakkını değiştirmediği veya sınırlandırmadığını, tam tersine devletin meşru
349
350
TOLUNER, 2000, s. 357.
ROBERTS, s. 272-273.
müdafaa hakkına başvurabileceği durumlara bir örnek vermek amacıyla madde metninde
silahlı saldırı ifadesine yer verildiğini ileri sürmüşlerdir. 351
BM sisteminde öngörülen ortak güvenlik sisteminin etkili bir şekilde
uygulanamamış olması da genişletici görüşün dayanaklarından birini teşkil etmiştir. Kuvvet
kullanma yasağının kapsayıcı ve genel bir yasak olduğu kabul edilmekle birlikte BM
Andlaşması’nda öngörülen mekanizmaların kurulamaması nedeniyle savaşa varmayan bazı
kuvvet kullanma yollarının tekrar hukuka uygun bir nitelik kazandığı ileri sürülmüştür. BM
Andlaşması’nın kabulünden bu yana, ortak güvenlik sisteminin temel unsuru olan Güvenlik
Konseyinin veto hakkına sahip beş daimi üyenin aralarındaki görüş farklılıkları nedeniyle
uluslararası barış ve güvenliğe ilişkin konularda karar alamaması ya da alsa bile bu kararı
uygulayacak hazır bir askerî kuvvetten yoksun bulunmasının meşru müdafaa hakkının
geniş yorumlanmasına katkıda bulunduğu görülmektedir. 352
Meşru müdafaa hakkı çerçevesinde kuvvet kullanma hakkını geniş yorumlayan
söz konusu görüşü benimseyen bazı yazarlar tarafından terörizmle mücadelede de meşru
müdafaa hakkının sadece silahlı saldırılara karşı değil her türlü kuvvet kullanımına karşı
orantılı bir cevaba izin verdiği ileri sürülmektedir. 353 Buna göre, uluslararası örf ve âdet
hukuku bağlamında silahlı saldırının yanı sıra silahlı saldırı niteliğinde olmayan terörist
saldırılar
karşısında
da
meşru
müdafaa
hakkına
dayanarak
kuvvet
kullanmak
mümkündür. 354
351
CONDRON, Sean M.: “Justification for Unilateral Action in Response to the Iraqı Threat: A
Critical Analysis of Operation Desert Fox”, Mil. L. Rev., Vol. 161, s. 132.
352
STAHN, Carsten: “Collective Security and Self-Defence after the September 11 Attacks”, TFLR,
Vol. 10, 2002, s.11. O’Brien, uyuşmazlıkların çözüm yollarının değişken ve etkisiz olduğunu, BM’nin ortak
güvenlik sisteminin problemli olduğunu ileri sürmüştür. Bkz. O’BRIEN, William: “Reprisals. Deterrence
and Self –Defense in Counterterror Operations”, Va. J. Int’l L., Vol. 30, 1990, s. 470.
353
SOFAER, Abraham: “Terrorism, the Law, and the National Defense”, Mil. L. Rev., Vol. 126, 1989,
s. 89; TURNER, Robert F.: “Legal Responses to International Terrorism: Constitutional Constraints on
Presidential Power”, Hous. J. Int’l L., Vol. 22, 1999, s. 89; O’BRIEN, s. 470; WEDGWOOD, 1999, s.
559-560; COLL, s. 305.
354
Örneğin Roberts meşru müdafaa hakkının silahlı saldırı ile sınırlandırılmasının günümüz gerçekleriyle
bağdaşmadığını belirterek devletin varlığına yönelik temel tehditlerin silahlı saldırıya başvurmaksızın
alınabileceği ve devletin kendini savunma gerekliliğinin silahlı bir saldırı gerçekleşmeden de söz konusu
olabileceğini ileri sürmektedir. Silahlı saldırı şartının aranmasının silahlı saldırı şeklinde olmayan tehlikeler
karşısında devleti çaresiz bırakacağı yorumunda bulunmaktadır. Bkz. ROBERTS, s. 272-273.
Mağdur devletin meşru müdafaa hakkı bağlamında kuvvet kullanmasının, söz
konusu devlete veya devletin vatandaşlarına karşı saldırıda bulunan teröristleri himâye eden
ve onlara yardım eden devlete karşı başvurulacak son çare olduğunu ifade eden Sofaer,
meşru müdafaa hakkını devletin ülke bütünlüğü veya siyasî bağımsızlığını tehdit eden
kuvvet kullanma eylemiyle sınırlandırmanın BM Andlaşması’nın doğal meşru müdafaa
hakkını muhafaza ettiği gerçeğini görmezlikten geldiği yorumunda bulunmuştur. Yazar,
devletlerin ülkesine veya bağımsızlığına yönelik bir tehdit olmadığı zamanda bile askerî
personelini, vatandaşlarını, mülkiyet haklarını ve malvarlığını saldırılardan koruduğuna
dikkat çekmiştir. 355 51. maddenin terörist eylemler karşısında kuvvet kullanımına izin
vermediğini ileri sürmenin maddenin artan uluslararası şiddet karşısında gerçekçi olmayan
bir şekilde dar yorumlanmasının sonucu olduğunu belirten Coll ise, BM Andlaşması’nın
meşru müdafaa ile ilgili maddelerinin uluslararası şiddetin gelişen değişik boyutlarını açık
bir şekilde göstermediğini belirterek, 51. maddenin terörizme kuvvet kullanarak cevap
verilmesini tamamen yasaklayan bir madde olarak yorumlanmasının önemli bir hata
olacağına dikkat çekmiştir. Yazar, meşru müdafaa hakkının ülke dışından yönelen nizamî
saldırıların yanı sıra terörizmi de kapsayan gayri nizamî bütün silahlı saldırılar karşısında
da doğduğunu ileri sürmüştür. 356
Örf ve âdet hukukuna göre doğal meşru müdafaa hakkının devlete diğer bir
devlet ülkesindeki vatandaşlarını kurtarmak için kuvvet kullanma hakkını verdiği ileri
sürülmektedir. Örneğin Shchachter, devletin yabancı bir devlet ülkesinde bulunan
vatandaşlarına yönelik bu tür bir eylemlerin 51. madde anlamında silahlı saldırı
oluşturduğu ve meşru müdafaa hakkına neden olduğu ve böyle bir durumda terörist örgüte
karşı kuvvet kullanmanın terörist örgütün üslendiği ülke devletine yönelik bir saldırı haline
dönüşmediğini savunmaktadır. 357 Diğer taraftan vatandaşları ülke dışında saldırıya uğrayan
veya rehin alınan devletin, olayın gerçekleştiği devletin söz konusu eylem ve tehditleri
bertaraf etmekte yetersiz veya isteksiz olması halinde anılan devletin iznine gerek
olmaksızın meşru müdafaa hakkına dayanarak kuvvet kullanımına başvurabileceği de ileri
355
356
357
SOFAER, s. 96, 103, 108.
COLL, s. 305-307.
SCHACHTER, 1989, s. 312.
sürülmektedir. Örneğin Sofaer tâbiiyetleri nedeniyle vatandaşları saldırıya uğrayan devletin
uyruklarını korumaya yönelik gerekli ve orantılı önlemler alma hakkının doğduğunu
belirterek, hiçbir devletin saldırıya uğrayan vatandaşlarını korumak için kuvvet kullanımına
başvurma hakkının sınırlandırılmayacağını ifade etmiştir. 358 Yazar devletin terörist
grupların ülkesini kullanmasına izin vermesi halinde de söz konusu devlete karşı kuvvet
kullanılabileceği görüşündedir. Benzer şekilde Coll ve O’Brien de vatandaşlarını hedef alan
saldırıların veya rehin alma eylemlerinin devlete meşru müdafaa hakkına dayanarak kuvvet
kullanma hakkını verdiğini ileri sürmektedir. 359 Bu tür eylemlere örnek olarak genellikle
Entebbe Baskını ile Tahran’daki rehinelerin kurtarılması için gerçekleştirilen harekâtlar
örnek gösterilmektedir. 360
Devletin ülkesinde üslenen terörist grupların faaliyetlerini sona erdirmede
başarılı olamaması veya bu konuda gerekli önlemleri alma imkânından mahrum olması
halinde devam eden terörist eylemlere maruz kalan devletin meşru müdafaa hakkına
dayanarak söz konusu devletin ülkesinde teröristleri hedef alan savunma amaçlı kuvvet
kullanımında bulunulabileceği ve bunun doğal meşru müdafaa hakkının bir sonucu olduğu
ileri sürülmektedir. 361 Teröristlerin ülkesinde üslendiği devletin rızası ve desteği alınmak
suretiyle bu tür bir harekâtın gerçekleştirilmesi öncelikle tercih edilen bir durumdur. Ancak
358
SOFAER, s. 96.
COLL, s. 298. O’BRIEN, s. 470. O’Brien bu eylemlere makalesinde sistematik bir şekilde
vermemiştir. Örneğin devletin ülkesine yönelik silahlı saldırı s. 426, 445-446, ülkesi içinde rehin alma s.
431, ülke dışında rehin alma s. 443-444, vatandaşlarına yönelik silahlı saldırı s. 460-461’de ele alınmıştır.
360
İsrail’in 4 Temmuz 1976 tarihinde Uganda’nın Entebbe Havaalanı’nda gerçekleştirdiği silahlı baskın
buna örnek gösterilebilir. 27 Haziran 1976’da Tel Aviv’den havalanarak Paris’e giden Fransız yolcu uçağı,
ikisi Batı Alman vatandaşı ikisi Filistinli dört kişi tarafından kaçırılarak Entebbe havaalanına indirilmiştir.
Uçaktaki Yahudi yolcular dışındaki diğer yolcular serbest bırakılarak, Yahudi yolcuların serbest bırakılması
için hapishanelerdeki Filistinli gerillaların serbest bırakılması talep edilmiştir. Uganda’nın yolcuları
kurtarabilmek için yetersiz olduğunu ileri süren İsrail, Uganda’ya gönderdiği askerlerle yolcuları kuvvet
kullanmak suretiyle kurtarmış ancak uçağı kaçıranların yanı sıra Uganda ve İsrail askerlerinden de ölenler
olmuştur. İsrail 51. maddeye dayanarak gerçekleştirdiği harekâtın Uganda’ya yönelik olmadığı ve
tamamıyla tehlike altındaki vatandaşlarını kurtarma amacıyla sınırlı olduğunu ileri sürmüştür. Güvenlik
Konseyindeki üyelerin çoğunluğu İsrail’in meşru müdafaa iddiasını kabul etmemesine rağmen İsrail’i
kınayan bir karar alınmamıştır. Tahran’daki rehinelerin kurtarılması olayında ise ABD, Amerikan
Büyükelçiliğine karşı girişilen eylemin silahlı saldırı boyutuna ulaştığını iddia ederek meşru müdafaa hakkı
kapsamında hareket etme hakkına sahip olduğunu ileri sürmüştür. ABD’nin gerçekleştirdiği harekâtın
meşru olup olmadığı ne Güvenlik Konseyinde ne de Tahrandaki Rehineler Davası’nda tartışılmıştır. Benzer
örnekler ve ayrıntılı bilgi için bkz. ALEXANDROV, s. 188-204.
361
PAUST, Jordan J.: “Responding Lawfully to International Terrorism: The Use of Force Abroad”,
Whittier L. Rev., Vol. 8, No.1, 1986, s. 723.
359
anılan devletin rıza vermeyi reddetmiş olması terörist saldırı tehdidi altındaki devletin
meşru müdafaa hakkına dayanarak kuvvet kullanmasına engel olmamalıdır. Turner bunun
son çare olmakla birlikte barışçı çözüm yollarının devletin çıkarlarını korumak için yeterli
olmaması durumunda meşru bir hak olduğunu ifade etmektedir. 362
51. maddeyi geniş yorumlayan yaklaşım devletler düzeyinde de destek bulmuş
ve özellikle İsrail, Portekiz ve Güney Afrika gibi devletler meşru müdafaa hakkının geniş
yorumuna dayanarak pek çok kez kuvvet kullanımında bulunmuşlardır.
İsrail, Lübnan’dan kaynaklanan ve terörist saldırı olarak nitelendirdiği eylemler
karşısında Lübnan yönetiminin ülke genelinde otoriteye sahip olmamasını gerekçe
göstererek bu ülkenin topraklarını işgal etmiştir. Ancak İsrail’in gerçekleştirmiş olduğu
harekâtlar özellikle orantılı olmaması nedeniyle eleştirilmektedir. Örneğin İsrail 1982
yılında FKÖ’nün (Filistin Kurtuluş Örgütü) Lübnan’ı üs olarak kullanarak gerçekleştirdiği
eylemlerin silahlı saldırı boyutuna ulaştığını ve Lübnan’ın söz konusu saldırıları önleme
imkânına sahip olmadığı gibi bu konuda bir isteğinin de olmadığını iddia ederek Lübnan’ı
işgal etmiştir. İsrail FKÖ’nün eylemlerini gerçekleştirdiği iddia edilen bölgenin oldukça
uzağında bulunan Beyrut’a kadar olan bölgeyi ele geçirerek uzun yıllar işgal altında
tutmuştur. 363 Portekiz de sömürge yönetimi altında tuttuğu topraklardaki bağımsızlık
hareketleriyle mücadele kapsamında Senegal, Gine ve Zambiya’ya karşı kuvvet
kullanımında bulunmuş ve bu devletlerin ülkelerinde Portekiz’e karşı yürütülen terörist
faaliyetlere karışmaları nedeniyle sorumluluklarının doğduğunu ileri sürerek meşru
müdafaa hakkı uyarınca hareket ettiğini iddia etmiştir. 364 Güney Afrika’daki ırkçı yönetim
ise, terörist olarak nitelendirdiği ANC (African National Congress) ve SWAPO’ya (South
West Africa People’s Organization) karşı gerçekleştirdiği kuvvet kullanımlarını
meşrulaştırabilmek için çoğunlukla “izleme hakkı” (hot pursuit) doktrinine dayanmıştır.
Deniz hukukuyla ilgili bir kavram olmasına rağmen bazı şartları taşımak kaydıyla karada da
362
TURNER, 1999, s. 89.
O’CONNELL, Marry Ellen: “Evidence of Terror”, Journal of Conflict and Security Law, Vol. 7,
No.1, 2002, (b), s. 34.
364
Güvenlik Konseyi Portekiz’in Gine (1969), Senegal (1969 ve 1971) ve Zambiya’ya karşı (1969)
karşı meşru müdafaa hakkına dayanarak gerçekleştirdiği bu harekâtların önleyici nitelikte olduğuna ilişkin
iddialarını kabul etmemiştir. Bkz. ALEXANDROV, s. 179.
363
uygulanabileceği ifade edilen “izleme hakkı”, Güney Afrika tarafından komşu devletlerdeki
teröristleri takip etmeyi meşrulaştırmak için kullanılmıştır. 365 Ancak bu girişimin
uluslararası toplumda kabul görmemesi üzerine Güney Afrika söz konusu doktrine
başvurmaktan vazgeçmiş ve ANC ve SWAPO’nun ülkelerini kullanarak faaliyetlerini
sürdürdüğü gerekçesiyle Namibya, Angola, Zambiya, Bostwana ve Mozambik’e karşı
meşru müdafaa hakkına dayanarak kuvvet kullanmıştır. 366
Ancak söz konusu sınır ötesi harekâtlar, özellikle silahlı saldırı, gereklilik ve
orantılılık şartlarının somut olaylarda gerçekleşip gerçekleşmediği ve terörist örgütle devlet
arasında bir ilişkinin bulunduğuna dair ikna edici delillerin olmaması nedeniyle tereddütle
karşılanmış ve uluslararası toplumda kabul görmemiştir. Örneğin İsrail’in 1968 ve 1982
yılları arasında ülkesi kaynaklı terörist saldırılar nedeniyle meşru müdafaa hakkına
dayanarak Lübnan’a karşı gerçekleştirdiği saldırılar Güvenlik Konseyi tarafından çoğu kez
kabul görmemiştir. İsrail’in gerçekleştirdiği eylemler meşru müdafaa uygulamasından çok
birer zararla karşılık niteliğinde görülmüş ve çoğunlukla orantısız bulunarak Güvenlik
Konseyi tarafından kınanmıştır. 367
365
Açık denizler için öngörülen özgürlüğün bir istisnası olarak kabul edilen ve “kendi varlığını koruma
hakkı” (self preservation) içinde değerlendirilebilecek “izleme hakkı”, ülkesinde bir suç işlenen devletin söz
konusu suçun faillerini ülkesi dışında da takip edebileceğini öngörmektedir. 1958 Açık Deniz Hukuku
Sözleşmesi’nin 23. maddesi ile 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 111. maddesinde
düzenlenen izleme hakkı, Deniz Hukuku’nda yerleşmiş bir hak olup karada da bazı şartlarda
uygulanabileceği kabul edilmektedir. Deniz Hukuku’na göre suçun işlenmesinden hemen sonra ve kamu
otoriteleri tarafından başlatılması gereken izleme, takip edilen geminin diğer bir devletin karasularına
girdiği anda sona erdirilmesi gerekmektedir. Buna karşılık izlemenin karada söz konusu olması halinde ise,
tüm devletlere açık uluslararası bir alan bulunmadığı için izleme diğer bir devletin ülkesinde devam
edecektir. Bu durumda, izlemenin ülkesinde devam ettiği devletin açık onayı şarttır. Keskin, diğer
devletlerin açık onayının aranmasının, arada uluslararası bir alan bulunmaması nedeniyle karadaki izleme
hakkının denizde izleme hakkıyla aynı düzeye erişmemiş olduğunu gösterdiğini belirtmektedir. Bkz.
KESKİN, s. 86.
366
Güney Afrika’nın 1976 ve 1984 yılları arasında Mozambik, Zambiya ve Angola’ya karşı devam eden
gerilla saldırılarını gerekçe göstererek gerçekleştirdiği bu harekâtlar kabul görmemiştir. Bu konuda ayrıntılı
bilgi için bkz. HIGGINBOTHAM, Michael: “International Law, the Use of Force in Self-Defence, and the
Southern African Conflict”, Colum. J. Transnat’l L., Vol. 25, 1987, s. 568-582.
367
Örneğin İsrail; S.C. Res. 265 (1969), 270 (1969), 316 (1972), 503 (1982), 516 (1982), Portekiz S.C.
Res. 273 (1969), 302 (1971), 268 (1969).
C. Meşru Müdafaa Hakkının Yorumunda Orta Yolu Benimseyen Yaklaşım
Meşru müdafaa hakkının dar ve geniş yorumuna dayanan yaklaşımlar
incelendiğinde özellikle ilk yaklaşımın terörizmin uluslararası barış ve güvenliğe yönelttiği
tehdidi kavramaktan uzak olduğu görülmektedir. Diğer taraftan meşru müdafaa hakkının
geniş yorumuna dayanan ve 51. maddede düzenlenen meşru müdafaa hakkının başka doğal
hakların varlığına da işaret ettiğini kabul eden görüş ise, Birleşmiş Milletler sistemini ve
uluslararası düzeni olumsuz bir şekilde etkileme ihtimali taşımaktadır. BM öncesi döneme
geri dönerek devletlerin münferiden kuvvet kullanmalarının meşruiyet kazanması anlamına
gelecek olan bu durum, devletlerin her olayda meşru müdafaa hakkını ileri sürmelerine ve
gerçekleştirdikleri kuvvet kullanma eylemlerini sınırsız bir şekilde haklılaştırmalarına
neden olabilecektir.
2/4. maddede düzenlenen geniş kapsamlı kuvvet kullanma yasağı, her ne sebep
ve şekilde olursa olsun klasik hukukta varlığını koruma hakkından farklılaşmamış olan
meşru müdafaa hakkının BM sistemi kapsamında değerlendirilmesine engeldir. Söz konusu
yasak, meşru müdafaa kapsamında kuvvet kullanılabilmesinin ön şartını oluşturan silahlı
saldırının saldırıyla eşitlenecek şekilde geniş yorumlanmasına izin vermez. Meşru müdafaa
kapsamında olduğu iddia edilerek BM sistemi çerçevesinde meşruiyet kazandırılmaya
çalışılan kuvvet kullanılmasını içeren yollar, devletlerin birbirlerine karşı silahlı kuvvet
kullanmasının bir türü olup kuvvet kullanma yasağı içinde yer almaktadır.
Diğer taraftan 51. maddede düzenlenen meşru müdafaa hakkı geniş ve kapsayıcı
bir yasak öngören 2/4. maddenin istisnasıdır. Dolayısıyla her istisna gibi mümkün
olduğunca dar yorumlanmalıdır. Ayrıca kuvvet kullanımında devletlerin bireysel
menfaatlerine değil uluslararası toplumun menfaatlerine öncelik verilmelidir.
Kısaca açıklanmaya çalışılan hususlar göz önüne alındığında uluslararası barış
ve güvenliğin sağlanması ve gerçekleştirilen kuvvet kullanımlarında söz konusu olabilecek
suiistimallerin önlenebilmesi için meşru müdafaa hakkının yorumunda orta yolu
benimseyen yaklaşımın kabul edilmesinin daha makul bir yaklaşım olduğu görülmektedir.
Uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasına üstün önem veren ve son çare olarak kuvvete
başvurulmasını savunan bu yaklaşım, terörist eylemlere karşı izin verilebilir bir kuvvet
kullanımında bulunabilmesi için ilk iki görüşün ortasını tercih ederek meşru müdafaa
hakkının yorumlanmasında orta yolu izlemektedir. Doktrinde özellikle Rowles ve Cassese
söz konusu yaklaşımı benimsemektedir. 368
Silahlı bir saldırı yoğunluğunda gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğine bakılarak
silahlı saldırı boyutuna ulaştığına karar verilen terörist saldırıların meşru müdafaa hakkı
kapsamında değerlendirilmesine izin veren bu tür kontrollü bir yaklaşım BM
Andlaşması’nın esnekliğini devam ettirmesine de imkân sağlayacaktır. Ayrıca Stahn’ın da
isabetle belirttiği gibi gerçekleştirilecek kuvvet kullanımı meşru müdafaa hakkı için
öngörülen şartlara tâbi olacaktır. 369 Bu durumda kuvvet kullanan devlet, meşru müdafaa
hakkı çerçevesinde aldığı önlemleri derhal Güvenlik Konseyine bildirme yükümlülüğü
altında olacaktır. Konseyin durumdan haberdar olması üzerine VII. Bölüm çerçevesinde
alınacak önlemlerin ardından söz konusu devletin meşru müdafaa kapsamında kuvvet
kullanmasına son verilebilecektir. Konsey bu sayede meşru müdafaa hakkına dayanılarak
gerçekleştirildiği iddia edilen eylemin haklı olup olmadığını da değerlendirme imkânına
sahip olacaktır. Konseyin meşru müdafaa hakkının kullanılmasını onaylaması ihtimali (ex
ante veya ex post) spesifik durumlarda kuvvet kullanımına başvurma hakkı ile ilgili
şüpheleri de bertaraf edecektir.
368
ROWLES, James P. “Military Responses to Terrorism: Substantive and Procedural Constraints in
International Law”, Proc. Am. Soc’y Int’l L, Vol. 81-82, 1987, s. 307-318; CASSESE, 1989, s. 589-608.
369
Stahn, silahlı saldırı kavramının devlet dışı aktörlerce gerçekleştirilen terörist eylemleri de
kapsayacak şekilde geniş yorumlanmasının doğurabileceği tehlikelerin meşru müdafaa kapsamında kuvvet
kullanılmasında önemli bir rol üstlenen gereklilik ve orantılılık ilkelerinin uygulanması ile azaltılabileceğini
ileri sürmektedir. Bkz. STAHN, 2003, s. 38-39.
2. TERÖRİZME KARŞI KUVVET KULLANMANIN MEŞRU MÜDAFAA
HAKKININ ŞARTLARI BAKIMINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
Güvenlik Konseyinin kuvvet kullanımına karar vermesi hariç kuvvet
kullanımının mümkün olduğu tek hal olan meşru müdafaa hakkının kullanılması
uluslararası hukuk kurallarına uygun olmak zorundadır. İstisnaî bir durum olması sebebiyle
uygulanması bir takım şartlara bağlı olan meşru müdafaa hakkı sınırsız bir hak olmayıp
silahlı saldırı, gereklilik, orantılılık ve aciliyet şartları ile sınırlandırılmıştır. Bu
sınırlamaların bir kısmı BM Andlaşması’ndan bir kısmı da örf ve âdet hukukundan
kaynaklanmaktadır.
A. Terörist Saldırıların ve Terörizme Yönelik Devlet Desteğinin Silahlı
Saldırı Kavramı Çerçevesinde Değerlendirilmesi
Andlaşmalar hukuku meşru müdafaa hakkını silahlı saldırı şartı ile
sınırlandırmıştır. Uluslararası Adalet Divanı da Nikaragua Davası’nda meşru müdafaa
hakkına başvurulabilmesi için devletin silahlı saldırının mağduru olması gerektiğine karar
vermiştir. 370 Doktrinde de meşru müdafaa hakkının söz konusu olabilmesi için silahlı
saldırı şartının gerekliliği hususunda genel bir mutabakat vardır. 371 Buna göre meşru
müdafaa hakkının söz konusu olabilmesi için öncelikle ister doğrudan ister dolaylı olsun
silahlı saldırı düzeyine ulaşmış bir kuvvet kullanımının gerçekleşmesi gerekmektedir.
Silahlı saldırı boyutuna ulaşmamış terörist eylemler meşru müdafaa çerçevesinde hareket
edilmesine imkân vermemektedir. Aksi takdirde teröristlerin üslendiği devletin ülke
bütünlüğünün ihlâli söz konusu olacaktır. 372 Bununla birlikte, terörist eylem silahlı saldırı
boyutuna ulaşmış olmakla birlikte teröristlerin üslendiği devlete isnat edilemiyorsa ya da
370
Par. 195.
Nikaragua Davası, Par. 195; SCHACHTER, 1991, s. 150; BYERS, s. 410-411; DRUMBL, Mark
A.: “Judging The September 11 Terrorist Attack”, Hum. Rts. Q., Vol. 24, No. 2, 2002, s. 329-330; LOBEL,
1999, s. 540-543; MURPHY, Sean D.: “Terrorism and the Concept of ‘Armed Attack’ in Article 51 of the
U.N. Charter”, Harv. Int’l L. J., Vol. 43, 2002, (a), s. 42-44; HEAD, John W.: “What Has Not Changed
Since September 11 the Benefits of Multilateralism”, Kan. J. L. & Pub. Pol’y, Vol. 7, 2002, s. 4.
372
TRAVALIO & ALTENBURG, s. 102.
371
devletin terörizme yönelik desteği silahlı saldırı boyutuna ulaşmamışsa söz konusu devletin
ülkesine karşı kuvvet kullanmak hukuka aykırı olacaktır. 373 Bu durumda öncelikle terörist
eylemlerin ve terörizme yönelik devlet desteğinin ne zaman silahlı saldırı teşkil ettiği ve
teröristlerce gerçekleştirilen silahlı saldırının hangi durumlarda terörist faaliyetlerin
ülkesinde devam ettiği devlete isnat edilebileceği hususunun çözüme kavuşturulması
gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
a. Terörist Saldırıların Silahlı Saldırı Olarak Kabul Edilip Edilemeyeceği
Terörizme karşı kuvvet kullanılmasını öngören yaklaşımın temelinde terörist
eylemin 51. madde anlamında silahlı bir saldırı olarak kabul edilmesi yatmaktadır. 374
Dolayısıyla teröristlere karşı gerçekleştirilecek askerî bir harekâtın meşru olabilmesi için
terörist eylemin silahlı saldırı boyutuna ulaşmış olması zorunludur. Bununla birlikte terörist
eylemler
karşısında
meşru
müdafaa
hakkına
başvurulup
başvurulamayacağını
belirleyebilmek için öncelikle silahlı saldırının devletin düzenli kuvvetleri tarafından
gerçekleştirilen eylemlerin yanı sıra devletin yardım ettiği ve desteklediği silahlı grupların
veya düzen dışı kuvvetlerin gerçekleştirdiği eylemleri de kapsayıp kapsamadığı hususunun
da açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde de görüleceği
üzere 51. maddede öngörülen silahlı saldırı şartı ile ilgili tartışmalar terörist bir saldırı
tehlikesi karşısında önleyici meşru müdafaa hakkına izin verilip verilmediği ve devlet dışı
aktörlere yardım eden devletlerin silahlı saldırıdan sorumlu olup olmadıkları ile yakından
ilgilidir.
373
SCHAHCTER, 1993, s. 249. Bir devlet tarafından gerçekleştirilen terörist saldırılar da aynı kapsamdadır.
Buna göre, terörist saldırıların silahlı saldırı boyutuna ulaşması halinde karşı cevap olarak kuvvet
kullanılmasını haklı kılacaktır. Bkz. GREENWOOD, 2003, s. 16.
374
LIWITT, M. G.: “Intervention to Combat Terrorism and Drug Trafficking”, in Law and Force in the New
International Order, Ed. by. Lori F. Damsrosch & David J. Scheffer, Oxford, 1991, s. 226-227’den aktaran
BAŞEREN, 1998, s. 166.
aa. Devlet Dışı Aktörlerin Gerçekleştirdiği Eylemlerin Silahlı Saldırı
Kabul Edilip Edilemeyeceği
Geleneksel olarak silahlı saldırının devletler arasında olabileceği kabul
edilmekle birlikte BM Andlaşması’nda silahlı saldırının sadece devlet kaynaklı olacağına
dair bir ifade yoktur. 375 BM Andlaşması’nın hazırlık safhasına bakıldığında meşru müdafaa
hakkının ancak devletler tarafından gerçekleştirilen saldırılar karşısında söz konusu olduğu
görülmektedir. 51. maddede öngörülen silahlı saldırı kavramı I. ve II. Dünya Savaşı’nın
etkisiyle oluşturulmuş ve maddenin hazırlanması aşamasında Polonya, Rusya ve Çin’in
işgali ve Japonya’nın ABD’ye karşı gerçekleştirdiği Pearl Harbor Baskını gibi olaylar
dikkate alınmıştır. Andlaşmayı hazırlayanlar doğal olarak uluslararası teröristleri, bunların
modern kitle imha silahlarına ulaşabilme ihtimalini göz önüne almamışlardır. 376 Dolayısıyla
BM’nin ilk dönemlerinde silahlı saldırının ancak devletler arasında söz konusu olacağı ve
sadece devletlerin silahlı saldırı gerçekleştirebileceği kabul edilmiş ve ileri sürülmüştür. 377
BM Andlaşması’nın kabulünden bu yana geçen süre zarfında uluslararası barış
ve güvenliğe yönelik tehdidin sadece devletlerden gelmediği görülmüştür. Bu bağlamda
bazı devletlerin ulusal çıkarlarına ulaşabilmek için terörizmi bir mücadele yöntemi olarak
kullanmaya başlamasıyla birlikte teorik planda psikolojik savaş metodu olarak kullanılan
terörizmin bu sayede elde ettiği devlet desteği neticesinde ulusal sınırları aşarak uluslararası
barış ve güvenliğe yönelik ciddi bir tehdit haline geldiği görülmektedir. Yaşanan tecrübeler
terörist
375
eylemlerin
neden
olduğu
tehdidin
düzenli
silahlı
kuvvetler
tarafından
STAHN, 2002, s. 42.
TRAVALIO, s. 155-156.
377
DELBRUCK, Jost: “The Fight Against Global Terrorism: Self-Defense or Collective Security as
International Police Action? Some Comments on the International Legal Implications of the ‘War Against
Terrorism”, GYIL, Vol. 44, 2001, s. 15. Bu geleneksel görüş Saldırının Tanımı Kararı’nda da açıkça yer
almaktadır. Kararın ilk maddesi şu şekildedir: “Saldırı, bir devletin diğer bir devletin egemenliğine, ülke
bütünlüğüne veya siyasî bağımsızlığına karşı veya işbu Tanımda belirtildiği üzere, Birleşmiş Milletler
Andlaşması ile bağdaşmayan herhangi bir tarzda silahlı kuvvet kullanılmasıdır. Açıklayıcı not: Bu tanımda,
‘devlet’ terimi
a-Tanıma veya bir devletin Birleşmiş Milletlerin üyesi olup olmamasına halel getirmeyecek bir şekilde
kullanılmıştır.
b-Yerine göre, ‘devletler grubu’ kavramını da kapsar.” Madde metninden de facto rejimlerin de madde
kapsamına girdiği anlaşılmaktadır.
377
MALONE, Kelly J.: “Preemptive Strikes and the Korean Nuclear Crisis: Legal and Political Limitations
on the Use of Force”, Pac. Rim L. & Pol’y, Vol. 12, 2003, s. 833.
376
gerçekleştirilen saldırılarla eşdeğerde olduğunu göstermiştir. Terörizmin niteliği ve bazı
terör örgütlerinin sahip olduğu mâli güç dikkate alındığında terörist örgütlerin neden
olduğu tehdidin pek çok devletin neden olduğu tehditten daha büyük bir tehlike arz ettiği
görülmektedir. BM Andlaşması’nın hazırlandığı San Francisco Konferansı’nda bu
tehditlerin tahmin edilebilmesi neredeyse imkânsızdı. Bu durum karşısında BM
Andlaşması’nın günün şartlarına göre yorumlanmasının zorunlu olduğu ileri sürülerek
sadece devletlerin diğer bir devlete karşı bir silahlı saldırı gerçekleştirebilme kapasitesine
sahip olduğu düşüncesi yeniden değerlendirilmeye başlanmış ve maddenin ifade tarzının
devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen eylemleri de kapsayacak şekilde geniş olduğu
ileri sürülmüştür. 378
51. maddenin esasını oluşturan mağdur devletin korunması amacı, silahlı
gruplara karşı kuvvet kullanılmasını gerekli kılabilir. Silahlı saldırı kavramının devlet dışı
aktörlerce gerçekleştirilen terörist eylemleri kapsayacak bir şekilde yorumlanması
devletlerin uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bu yeni tehdit karşısında savunmasız
bırakılmaması ve Birleşmiş Milletler sisteminin kendi sınırları içinde mevcut şartlara uyum
sağlaması için de gereklidir. Bu durumda meşru müdafaa hakkının saldırının kaynağına
bakılmaksızın uygulanacağı söylenebilir.
Uluslararası uygulama da terörist saldırıların 51. madde kapsamında meşru
müdafaa hakkını doğuran silahlı bir saldırı oluşturabileceği yönündedir. Birleşmiş Milletler
Andlaşması’nın kabulünden bu yana devletlerin uygulamasının silahlı çetelerin ve düzensiz
kuvvetlerin eylemlerinin silahlı saldırı oluşturabileceği yönünde olduğuna işaret eden Gray,
bu durumun hem bireysel hem de ortak meşru müdafaa bakımından kabul edildiğine dikkat
çekmektedir. 379 Özellikle 11 Eylül sonrası uluslararası toplumun gösterdiği tepki silahlı
saldırı kavramının devlet eylemleri ile sınırlı olmadığını devlet dışı aktörlerin
378
Caroline olayında tehdidin devlet dışı bir gruptan geldiğini ve İngiltere’nin bu nedenle kuvvet
kullandığına işaret eden Greenwood, bu olayın silahlı saldırının devlet kaynaklı olmasının şart olmadığını
gösterdiğini ileri sürmektedir. Bkz. GREENWOOD, 2003, s. 17. Benzer görüş için bkz. STAHN, Carsten:
“‘Nicaragua is Dead, Long Live Nicaragua-the Right to Self-Defence under Art. 51 UN Charter and
International Terrorism”, http://edoc.mpil.de/conference-on-terrorism/index.cfm (03. 02. 2004).
379
Gray, bu konuda Vietnam örneğini vererek ABD’nin 1959-64 arasında Kuzey Vietnam’dan Güney
Vietnam’a 40.000’in üzerinde kişinin sızdığını ve bu durumun açık bir şekilde silahlı saldırı teşkil ettiği
iddiasında bulunmasını örnek göstermektedir. Bkz. GRAY, s. 126-127.
gerçekleştirdiği terörist saldırıların da meşru müdafaa hakkına neden olabilecek şekilde
silahlı saldırı boyutuna ulaşabileceklerini göstermiştir. 11 Eylül saldırıları sonrasında
Güvenlik Konseyinin aldığı ve Konseyin daha önceki uygulamalarından bariz bir farklılık
arz eden ve bireysel ve ortak doğal meşru müdafaa hakkını tanıdığı belirtilen 1368 ve 1373
sayılı kararların bu hususu teyit eder nitelikte olduğu ifade edilmiştir. 380
Saldırı sonrası ilk günden itibaren hiç kimsenin saldırıların bir devlet veya onun
görevlileri tarafından gerçekleştirildiğine dair bir iddiada bulunmadığına, tam tersine bütün
dikkatlerin terörist örgütler ve özellikle El Kaide üzerinde toplandığına işaret eden Schmitt,
Konseyin kararlarında meşru müdafaa hakkını teröristler tarafından gerçekleştirilmiş
saldırılara karşı gündeme getirdiğine dikkat çekmiştir. 381 NATO da açık bir şekilde
teröristlere karşı meşru müdafaa hakkının kullanılmasını kuvvet kullanma yasağının bir
istisnası şeklinde değerlendirmiştir. Ayrıca pek çok devletin ABD’nin yanında yer aldığı ve
Afganistan’a karşı gerçekleştirilen harekâtı onayladığı görülmektedir. 382 Bütün bunların
ışığında, devletlerin meşru müdafaa hakkının devlet dışı aktörler karşısında da
uygulanabilir olduğu düşüncesiyle hareket ettikleri açıkça görülmektedir. 383 Doktrinde de
ağırlıklı eğilim devlet dışı aktörlerin eylemlerinin meşru müdafaa hakkının doğmasına yol
açabileceği yönündedir. 384
Uluslararası Adalet Divanı Nikaragua Davası’nda, silahlı saldırının düzenli
silahlı kuvvetlerin gerçekleştirdiği sınır ötesi harekâtların yanı sıra, benzeri ağırlıkta silahlı
harekât gerçekleştiren düzensiz kuvvetlerin, grupların ve ücretli askerlerin başka bir devlet
380
Güvenlik Konseyinin 1368 ve 1373 sayılı kararlarında doğal meşru müdafaa hakkını açık bir şekilde
tanımış olmasının söz konusu terörist saldırıların 51. madde anlamında silahlı saldırı olduğu gerçeğini teyit
ettiği ileri sürülmektedir. Bkz. GREENWOOD, 2003, s. 17.
381
SCHMITT, Michael N.: “Preemptive Strategies in International Law”, Mich. J. Int’l L., Vol. 24, 2003, s.
537.
382
MURPHY, 1999, s. 248.
383
SCHMITT, s. 539.
384
FRANCK, Thomas M.: “Terrorism and the Right of Self Defense”, Am. J. Int’l L., Vol. 95, 2001, (a), s.
840; KOH, Harold Hongju: “The Spirit of the Laws”, Harv. Int’l L. J., Vol. 43, 2002, (a), s. 28; PAUST,
1986, s. 723; TURNER, 1999, s. 89-90; FARER, Tom J.: “Beyond the Charter Frame: Unilateralism or
Condominium?”, Am. J. Int’l L., Vol. 96, 2002, s. 359; WEDGWOOD, 1999, s. 564; CASSESE, 1989, s.
596-597; GREENWOOD, 2003, s. 17; DINSTEIN, s. 214; STAHN, Carsten: “International Law under
Fire: Terrorist Acts as "Armed Attack": The Right to Self-Defense, Article 51 (1/2) of the UN Charter, and
International Terrorism”, Vol. 27, 2003, Fletcher F. World Aff., s. 38; BROWN, Davis: “Use of Force
Against Terrorism after September 11th: State Responsibility, Self-Defense and Other Responses”, Cardozo
J. Int’l & Comp. L., Vol. 11, 2003, s. 25; TURNDORF, s. 217; SCHMITT, s. 539; GRAY, s. 126.
tarafından veya onun adına gönderilmesi ya da bu olaylara önemli ölçüde karışılmasını da
içerdiğini belirterek sayılan durumlarda da meşru müdafaa hakkının doğduğuna
hükmetmiştir. 385 Divan, silahlı saldırı kavramını devletin devlet dışı aktörlere silah ve
eğitim imkânı sağlamasını dışarıda tutmak suretiyle şekillendirmiştir. Dolayısıyla bu tür bir
destek devletin sorumluluklarını ihlâl etse dahi mağdur devlet için meşru müdafaa hakkını
doğurmayacaktır. 386 Divan, sayılan nitelikteki olaylarda silahlı saldırının gerçekleşmesinin
sadece devletle devlet dışı aktör arasındaki ilişkinin çok yakın ve saldırının devlete ait
düzenli kuvvetlerin saldırısına paralel bir ciddiyette olması halinde söz konusu olacağına
karar vermiştir.
Silahlı saldırının devlet dışı aktörler tarafından da gerçekleştirilebileceğini kabul
etmekle beraber tıpkı devletlerce gerçekleştirilen kuvvet kullanma eylemlerinde olduğu gibi
devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen her kuvvet kullanma eyleminin silahlı saldırı
niteliğinde olmadığının belirtilmesi gerekmektedir. Bu durumda terörist saldırının hangi
şartlarda silahlı saldırı boyutuna ulaşacağının ele alınması gerekmektedir.
bb. Terörist Eylemlerin Silahlı Saldırı Olarak Kabul Edilmesi İçin Taşıması
Gereken Özellikler
Meşru müdafaa hakkı kapsamında kuvvet kullanmasına neden olacak terörist
eylemin hangi durumlarda silahlı saldırı olarak kabul edilebileceği hususunda bir
mutabakat sağlanamamıştır. Bu konuda yapılan değerlendirmelerin terörist eylemin neden
olduğu zarar, yöneldiği hedef, eylemin şiddeti ve gerçekleştirildiği yer dikkate alınarak
yapıldığı görülmektedir.
Terörist eylemin silahlı saldırı niteliğinde olup olmadığının belirlenmesinde
eylemin devletin egemenliğinin özüne zarar verip vermediği hususunun esas alınması
gerektiği ileri sürülmüştür. 387 Çünkü 51. maddenin koruduğu en temel hak devletin ülke
bütünlüğü ve siyasî bağımsızlığıdır. Bu en hafifinden bir devletin vatandaşının rehin
385
Par. 195.
ROMANO, s. 1025.
387
AREND & BECK, s. 217.
386
alınması veya sahip olduğu mallara zarar verilmesinden en şiddetlisine bir hükümet
yetkilisinin öldürülmesi, hükümet binasının tahrip edilmesi veya bir grup vatandaşın
tâbiiyetleri nedeniyle öldürülmesine kadar uzanır. 388
Devletin vatandaşlarını hedef alan küçük kapsamlı bir eylemin devletin
egemenliğini ihlâl ettiği söylenemese de eylemin geniş kapsamlı olması ve çok sayıda
vatandaşın ölümüne sebebiyet vermesi halinde söz konusu devletin egemenliğini ciddî
şekilde ihlâl ettiği kabul edilebilecektir. Ayrıca devletin ülke bütünlüğünü ve siyasî
bağımsızlığını simgeleyen askerî gemi ve uçaklara karşı gerçekleştirilen saldırı ya da saldırı
tehdidinin de meşru müdafaa hakkına yol açacağı ileri sürülmüştür.
Terörist eylemin silahlı saldırı niteliği kazanıp kazanmadığının belirlenebilmesi
için ileri sürülen bu görüşler ele alındığında daha kapsamlı bir şekilde bütün eylemleri
içerecek bir ölçüt bulunması gerekliliği ile karşılaşırız. Bu şekilde terörist eylem türlerini
teker teker ele almaktansa tüm terörist eylemleri içeren kapsamlı bir ölçüte göre yapılan
değerlendirmenin daha sağlıklı olacağı açıktır. Bu anlamda terörist eylemlerin “etki ve
ölçek kriteri”ne göre ele alınmasının oldukça mâkul bir yaklaşım olduğu görülmektedir.
Uluslararası hukuktaki genel kural da, devlet desteği ile de olsa silahlı gruplar tarafından
gerçekleştirilen münferit eylemlerin etki ve ölçek bakımından silahlı saldırı boyutuna
ulaşmadığı sürece silahlı saldırı teşkil etmeyeceği yönündedir. 389 Devlete karşı
gerçekleştirilen terörist saldırının silahlı saldırı oluşturabilecek yeterli ağırlığa ve etkiye
sahip olması halinde terörist örgüt söz konusu devlete karşı silahlı bir saldırı
388
Coll, meşru müdafaa hakkına neden olan terörist saldırılara örnek olarak öğrencilere, bilim adamlarına,
gazetecilere ve bir yolcu gemisinde bulunan turistlere saldırıda bulunulmasını göstermiştir. Bkz. COLL, s.
298. Schachter, devlet görevlilerine, asker veya emniyet mensuplarına karşı gerçekleştirilen saldırıların
nerede gerçekleştirildiğine bakılmaksızın devlete karşı gerçekleştirilmiş bir saldırı niteliğinde olduğunu ileri
sürmektedir. Sivillere veya özel mülkiyete yönelik terörist saldırıların devleti belli bir politik davranışta
bulunmaya veya politik bir davranıştan kaçınmaya zorlamak amacıyla toplumda korku ortamı yaratmaya
yönelik olması halinde devlete karşı bir saldırı olarak kabul edilebileceğini ileri sürmektedir. Schachter
ayrıca devletle vatandaşlık bağı olmamakla beraber söz konusu devletle etnik veya dini bağları olan kişilere
yönelik terörist saldırıların da devlete yönelik bir saldırı olarak kabul edilebileceğini ileri sürmektedir.
Yazar, 1986 yılında İstanbul’da Neva Şalom isimli Sinagoga karşı gerçekleştirilen bombalı saldırıyı bu
duruma bir örnek olarak göstermektedir. Bkz. SCHACHTER, 1991, s.164. Cassese, silahlı saldırı
kavramını hedef devletin ülkesine yönelik ciddî bir saldırı veya ülke içinde veya dışında devletin
vatandaşlarına veya görevlilerine karşı gerçekleştirilen eylemlerin silahlı saldırı oluşturduğunu ileri
sürmektedir. Bkz. CASSESE, 1989, s. 596.
389
ERICKSON, s. 143; ROWLES, 1987, s. 314-316. CASSESE, 1989, s. 596; BROWN, s. 25.
gerçekleştirmiş sayılacaktır. Burada eylemin kapsamı ve neden olduğu zararın boyutları
dikkate alınmaktadır. 11 Eylül saldırıları devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen bir
eylemin silahlı saldırı olarak kabul edilebilmesi için her şeyden önce önemli bir ölçekte
olması gerekliliğini teyit etmiştir.
Uluslararası Adalet Divanı, Nikaragua Davası’nda benzer şekilde dolaylı kuvvet
kullanma yollarının silahlı saldırı olarak kabul edilebilmesi için etki ve ölçek bakımından
silahlı saldırı niteliğinde olmasını öngörmüştür. 390 Divan, kuvvet kullanma eyleminin
silahlı bir saldırı olarak değerlendirebilmesi için ulaşması gerekli kuvvet kullanma sınırını
belirtmemesine rağmen silahlı grupların gerçekleştirdiği eylemlerin ancak önemli bir
ağırlıkta olması halinde silahlı saldırı kabul edilebileceğini belirtmiştir; bir devletin
aleyhine düzenli kuvvetlerin ika edebileceği ağırlıkta silahlı hareket gerçekleştiren silahlı
grupların, düzensiz kuvvetlerin, ücretli askerlerin başka bir devlet tarafından veya onun
adına gönderilmesi veya bu olaylara önemli ölçüde karışması halinde silahlı saldırının söz
konusu olduğuna ve sayılan durumlarda meşru müdafaa hakkının doğduğuna hükmetmiştir.
Divan, kararında sayılan nitelikteki olaylarda silahlı saldırının gerçekleşmesinin sadece
devletle devlet dışı aktör arasındaki ilişkinin çok yakın ve saldırının devlete ait düzenli
kuvvetlerin saldırısına paralel bir ciddiyette olması durumunda söz konusu olacağına karar
vermiştir. 391 Bununla birlikte Divan, bütün dolaylı kuvvet kullanma yollarını meşru
müdafaa hakkına yol açan silahlı saldırı şeklinde değerlendirmemektedir. Divan, devletin
başka bir devlete karşı ayaklananlara silah yardımı yapmasını ve lojistik destek sağlamasını
kuvvet kullanma yasağına aykırı bulmakla birlikte, silahlı saldırı olarak kabul
etmemektedir. Bu çerçevede, silahlı grupların eylemlerinin silahlı saldırı olarak
değerlendirilmesinde özellikle bu grupların başka bir devlet tarafından gönderilmesinden
veya o devletin adına bu eylemleri gerçekleştirmesinden söz edilmektedir. Bu durumda,
başka devletlerden destek ve yardım görseler de sonuçta eylemlerini kendi inisiyatifi ile
kendi adına gerçekleştiren silahlı grupların eylemlerinin 51. madde anlamında bir silahlı
390
Saldırının Tanımı Kararı 3(g) maddesi çerçevesinde silahlı saldırıya varmayan dolaylı yolların söz konusu
olması halinde meşru müdafaa hakkına başvurulamaz. Bkz. MC COUBREY, Hilarie & WHITE, Nigel D.,
International Law and Armed Conflict, s. 90’dan aktaran KESKİN, s. 49.
391
Stahn, Nikaragua Kararı’na harfi harfine uyulmasının makul olmadığını 51. maddenin uygulanabilirliğinin
terörist eylemin devlet bağlantılı bir şiddet olup olmadığına bağlı olamayacağını ileri sürmektedir. Stahn’a
göre önemli olan husus terörist eylem bağlamında eylemin büyüklüğüdür. Bkz. STAHN, 2003, s. 45.
saldırı oluşturup oluşturmadığı hususunu açıklığa kavuşturmamış olmaktadır. 392 Böylece
Divan, meşru müdafaa hakkını doğuran silahlı saldırı ile hukuka aykırı diğer kuvvet
kullanma ve yasaklanmış müdahaleleri birbirinden ayırmıştır. 393 Divan bu görüşünü,
tarafların iddialarını değerlendirirken de tutarlı bir biçimde sürdürmüştür. 394
Terörist eylemin silahlı saldırı boyutuna ulaşıp ulaşmadığını belirlemede
eylemin gerçekleştirildiği yer de bir değerlendirme ölçütü olarak kullanılabilir. Buna göre,
terörist eylem devletin ülkesi sınırlarında gerçekleştirilebileceği gibi ülkesi dışında da
gerçekleştirilebilir. Devletin ülkesi içinde meydana geldiği takdirde devletin ülke bütünlüğü
ihlâl edilmiş olur. Bu durumda eylemin devletin bağımsızlığına yönelik verdiği zarar,
devletin ülkesi dışında gerçekleştirilen benzer bir eylemin verdiği zarardan daha fazladır.
Eş zamanlı olarak düşünülmesi gereken eylemin neden olduğu zarar ve gerçekleştirildiği
yer ölçütlerinin her biri silahlı saldırının meydana gelip gelmediğini belirlemede
değişkenlik arz eder. Örneğin yurtdışında meydana gelen ve zarara neden olan bir eylem
silahlı saldırı olarak kabul edilmeyebilirken devletin ülkesinde meydana gelen ve aynı
derecede bir zarara neden olan eylem silahlı saldırı olarak nitelendirilebilecektir. Çünkü son
durumda devletin ülkesi içinde gerçekleştirilen eylem açık bir şekilde devletin ülke
bütünlüğünün ihlâli niteliğindedir. 395
392
PAZARCI, (IV. Kitap), s. 119.
Divan, ABD’nin Kontralara yönelik faaliyetlerinin örf ve âdet hukuku bakımından kuvvet kullanma
yasağını ihlâl ettiği iddiasını değerlendirirken, “Kontraların silahlandırılması ve eğitilmesi kuvvet kullanma
tehdidi veya kuvvet kullanma olarak değerlendirilse de, ABD hükümeti tarafından sağlanan bütün yardım
bu nitelikte değildir. Kontralara sadece parasal destek sağlanmasının, içişlerine karışma niteliğinde
olduğunu ve ancak kuvvet kullanma teşkil etmediğini” ifade etmiştir. (Par. 228).
394
ABD’nin ortak meşru müdafaa iddiasının geçerliliğini tartışırken Nikaragua’nın; El Salvador, Honduras ve
Kostarika’ya karşı silahlı bir saldırıya girişip girişmediğini araştıran Divan, “uluslararası örf ve âdet hukuku
uyarınca, diğer bir devlet ülkesindeki muhaliflere silah sağlamanın o devlete karşı silahlı saldırı teşkil ettiği
şeklinde düşünmenin mümkün olmadığını” ifade etmiştir. (Par. 230). Divana göre, devletin diğer bir devlet
ülkesine silahlı grupları göndermesi halinde silahlı saldırı söz konusu olmasına rağmen devletin söz konusu
kişilere silah sağlaması veya başka şekillerde destek vermesi silahlı saldırı olarak kabul edilemez. Divanın
ilgili hükmü şu şekildedir: “Divan, silahlı saldırı kavramının bir devletin bir başka devletin ülkesine silahlı
güçler göndermesini kapsadığını kabul etmekle birlikte mevcut güçlere silah ve başka türlü destek
sağlamanın silahlı saldırıya eşdeğer görülemeyeceğini belirtmiştir. Bununla beraber,bu tür faaliyetler
kuvvet kullanmama prensibini ihlâl edebilir ve bir devletin içişlerine müdahale teşkil edebilir.” (Par. 247).
395
AREND & BECK, s. 218.
393
cc. Olayların Toplamı Teorisine Dayanarak Terörist Eylemlerin Silahlı
Saldırı Kabul Edilmesi
Terörist eylemlerin tek başına etki ve ölçek bakımından yetersiz olması
nedeniyle silahlı saldırı olarak nitelendirilmesinin zorluğu devletleri farklı arayışlara sevk
etmiştir. Ayrıca ilerleyen bölümlerde de görüleceği gibi meşru müdafaa hakkının önleyici
meşru müdafaa adı altında ne zaman gerçekleştirileceği bilinmeyen bir saldırıya karşı
kullanılmasının haklı bir meşru müdafaa uygulaması olmayıp zararla karşılık görünümünde
olması devletlerin farklı arayışlara girmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bu arayışın
sonucu olarak sürekli tekrarlanan sınır olayları karşısında gerçekleştirilecek mukabil eylemi
meşrulaştırmak için kullanılan olayların toplamı teorisi terörist saldırılar bağlamında da
kullanılmaya çalışılmıştır. Aynı terörist örgüt tarafından gerçekleştirilen eylemler bir bütün
olarak ele alınmak suretiyle silahlı saldırı şartının gerçekleşip gerçekleşmediğinin
belirlenmesi ve terörist saldırıların toplamıyla orantılı bir cevapta bulunulması
öngörülmektedir. 396 Böylece mukabil kuvvet kullanımının orantılılık ilkesini ihlâl ederek
zararla karşılık niteliği kazanmasının engellenmesi amaçlanmaktadır.
51. maddenin geniş bir şekilde yorumlanmasına imkân veren bu yaklaşım,
terörizmi devam eden ancak şiddet eylemlerinin aralıklarla gerçekleştiği bir tehdit şeklinde
kabul etmektedir. Dolayısıyla terörist saldırı sona erdiğinde tehdit sona ermiş
sayılmamaktadır. Terörist saldırılar arasındaki kesintiler saldırının sona erdiği şeklinde
değil eylemleri gerçekleştirenlerin yeni bir eylem için en uygun zamanı bekledikleri bir
taktik meselesi olarak algılandığından saldırıya karşı meşru müdafaa gerekliliği de devam
etmektedir. Bir anlamda meşru müdafaa hakkına süreklilik kazandırılmaktadır. Bu durumda
saldırıya maruz kalan devletin cevap verebilmesi için diğer saldırının yakın olduğunu
açıklamasına gerek kalmayacaktır. Söz konusu yaklaşımın terörizm bağlamında
uygulanabilirliği kabul edildiği takdirde önemli ölçüde zarara neden olan münferit bir
eylem silahlı saldırı olarak kabul edilmeyebilirken, daha az zarara neden olan bir eylem
396
DINSTEIN, s. 182; GRAY, s. 107
devam eden eylem zincirinin parçası olması nedeniyle silahlı saldırı olarak kabul
edilebilecektir. 397
Uygulamada ABD, İsrail ve Güney Afrika gibi devletlerin gerçekleştirdikleri
kuvvet kullanma eylemlerini olayların toplamı teorisine dayandırarak meşrulaştırmaya
çalıştıkları görülmektedir. 398 Örneğin Tunus’taki FKÖ karargahına saldıran İsrail söz
konusu teoriye dayanarak devam eden terörist saldırıların 51. madde anlamında silahlı
saldırı oluşturduğunu iddia etmiştir. Ancak Güvenlik Konseyi İsrail’in savunmasını kabul
etmemiş ve saldırıyı kınamıştır. 399 Benzer şekilde ABD, meşru müdafaa hakkına
dayanarak
gerçekleştirdiği
Libya’ya
yönelik
15
Nisan
1986
tarihli
saldırının
gerekçelerinden biri olarak Amerikan hedeflerine yönelik devam eden saldılar zincirini ileri
sürmüştür.
Olayların toplamı teorisi 11 Eylül saldırıları sonrasında da gündeme gelmiştir.
ABD ve İngiltere, saldırıların 1993 yılında Dünya Ticaret Merkezine karşı gerçekleştirilen
ilk saldırı ile başlayan saldırı kampanyasının bir parçası olduğu ve yeni saldırılar
planlandığını iddia etmiştir. 400 El Kaide Örgütünün Amerika’yı hedef alan saldırılarının
münferit nitelikte eylemler olmaktan çok, devam eden terörist saldırılar zincirinin bir
parçası olduğu ve meşru müdafaa hakkının doğduğu ileri sürülmüştür. 401 Örneğin 1993
yılında Dünya Ticaret Merkezine karşı gerçekleştirilen saldırı ile 1998 yılında Tanzanya
ve Kenya’daki Amerikan Büyükelçiliklerini hedef alan saldırıların devam eden saldırı
kampanyasının bir parçası olduğu ifade edilmiştir. 402
397
AREND & BECK, s. 218.
WARRINER, Wallace F.: “The Unilateral Use of Coercion under International Law: A Legal
Analysis of the United States Raid on Libya on April 14, 1986”, Nav. L. Rev., Vol. 37, 1988, s. 63.
399
S.C. Res. 573, U.N. SCOR, 40th Sess., U.N. Doc. S/INF/41 (1985).
400
O’CONNELL, 2002, (a), s. 899. El Kaide 1993 yılında Dünya Ticaret Merkezine karşı
gerçekleştirilen saldırıdan doğrudan sorumlu değildir. Ancak Saldırıyı planlamakla suçlanan Remzi Yusuf,
El Kaide Örgütüyle Asya’da başarısızlıkla sonuçlanan bir takım terörist faaliyetlerde işbirliği yaptıklarını
itiraf etmiştir. Bkz. POSEN, Barry R.: “The Struggle Against Terrorism: Grand Strategy, Strategy, and
Tactics”, International Security, Vol. 26, No. 3, 2002, s. 43, dn. 7.
401
WEDGWOOD, Ruth: “Military Commissions: Al Queda, Terrorism, and Military Commissions”,
Am. J. Int’l L., Vol. 96, 2002, s. 330.
402
Biggio, 1998 Afganistan ve Sudan saldırılarının başlangıçta birer zararla karşılık gibi gözükmekle birlikte
olayların tümü üzerinde bir değerlendirme yapıldığında bu saldırıların ne zaman gerçekleşeceği tahmin
edilemeyen ancak gerçekleşmesi muhtemel terörist saldırıları önlemeye yönelik uzun vadeli mücadelenin
bir parçası olarak görüleceğini belirtmektedir. Bkz. BIGGIO, s. 37.
398
Söz konusu yaklaşımın doktrinde de destek bulduğu görülmektedir. Örneğin
Biggio, ABD’nin kendisine karşı gerçekleştirilen pek çok terörist saldırının Ladinle ilişkili
olduğunu kanıtlayan yeterli delile sahip olduğunu, bu durumun ABD’nin olayların toplamı
teorisine dayanarak mukabil eylemde bulunması için gerekli hukukî zemini sağladığını ileri
sürmektedir. 403 Lobel ve Dinstein gibi bazı yazarlar da devam eden bir dizi terörist saldırı
veya terör kampanyasının söz konusu olması halinde hedef devletin muhtemel yeni
saldırıları önlemek için cevap vermesinin meşru müdafaa hakkını kullanan devletin
durumundan farklı görülemeyeceğini ifade etmektedir. 404
Bununla birlikte Güvenlik Konseyi olayların toplamı teorisine dayalı
yaklaşımları hiçbir zaman kabul etmemiştir. Konsey, söz konusu teoriyi 51. maddenin
sınırlandırıcı bir şekilde yorumlanmasını savunan görüşe uygun olarak meşru müdafaa
hakkına başvurmayı haklı kılan bir gerekçe olarak kabul etmemiş ve bu teoriye dayanarak
gerçekleştirilen kuvvet kullanma eylemlerini zararla karşılık şeklinde nitelendirerek
kınamıştır. 405 Bunun yanı sıra Megret’in de işaret ettiği gibi 406 devam eden meşru müdafaa
hakkının sınırlarının mevcut spesifik saldırıların ötesine uzatılmasının
nasıl bir sonuç
doğuracağı ve Birleşmiş Milletler sistemini olumsuz bir şekilde etkileyeceği açıktır.
403
BIGGIO, s. 33-34.
LOBEL, 1999, s. 540-542; DINSTEIN, s. 194-203.
405
INTOCCIA, Gregory Francis: “American Bombing of Libya: An International Legal Analysis”, Case W.
Res. J. Int’l L., Vol. 19, 1987, s. 206.
406
MEGRET, Frederic: “War? Legal Semantics and the Move to Violence”, Eur. J. Int’l L., Vol. 13, 2002, s.
378.
404
b. Terörizme Yönelik Devlet Desteği ve Terörist Eylemlerin Devlete İsnat
Edilip Edilemeyeceği
Meşru müdafaa hakkına neden olan silahlı saldırının devlet dışı aktörler
tarafından gerçekleştirilebileceği ve devlet dışı aktörlere karşı 51. madde kapsamında
kuvvet kullanılmasına izin verildiği kabul edilse bile devletin ülkesi kaynaklı bir silahlı
saldırı söz konusu devlete karşı meşru müdafaa hakkına başvurabilmek için yeterli değildir.
Terörist her saldırı sonrasında mağdur devletin meşru müdafaa bağlamında kuvvet
kullanma hakkının doğduğunun kabul edilmesi uluslararası toplumun anarşi ortamına
girmesine ve mağdur devletin kendisinin haksız bir kuvvet kullanımında bulunmasına
neden olacaktır. Devletler gibi bir ülke parçasına sahip olmayan ve bu nedenle diğer bir
devletin ülkesinde üslenen teröristlere karşı kuvvet kullanmak kaçınılmaz olarak
teröristlerin üslendiği devleti gerçekleştirilecek askerî harekâtın hedefi konumuna getirecek
ve söz konusu devletin ülke bütünlüğünü ihlâl edecektir. Doktrinde bu husus dikkate
alınarak devletin terörizme yönelik herhangi bir desteği halinde meşru müdafaa hakkına
dayanarak söz konusu devlete karşı kuvvet kullanmanın mümkün olabileceği ileri
sürülmüştür. 407 Ancak ilgili görüşlerin kabul edilebilir bir çerçeve oluşturmaktan uzak
olduğu görülmektedir. Devletin terörizm karşısında sergilediği tavır veya gerçekleştirdiği
eylem uluslararası hukuku ihlâl etmekle birlikte meşru müdafaa hakkının söz konusu
olabilmesi için gerekli şartları taşımayabilir. Örneğin, devlet teröristlere herhangi bir destek
veya yardımda bulunmamasına rağmen teröristlerin ülkesinde faaliyette bulunmasına rıza
göstermesi halinde söz konusu devlete karşı meşru müdafaa hakkının doğduğu ileri
sürülmektedir. Bu durumda devletin terörizme verdiği desteğin derecesine bağlı olarak
meşru müdafaa hakkına dayanmanın söz konusu hakkın belirsiz bir şekilde genişlemesine
sebep olacağını söylemek mümkündür. Uygulamaya bakıldığında da terörizme yönelik
407
Örneğin Murphy, terörizme aktif bir şekilde destek veren devletlere karşı meşru müdafaa hakkının
kullanılabileceğini savunmaktadır. Bkz. MURPHY, 1986, s. 86. Byers, meşru müdafaa hakkının başka bir
devlete karşı saldırıda bulunan teröristleri aktif bir şekilde destekleyen veya himaye eden devletlere karşı
girişilecek askerî harekâtları da kapsadığını ileri sürmektedir. Bkz. BYERS, s.409. Schachter, bir devletin
teröristlere silah ve lojistik destek sağlaması ve teröristleri teşvik etmesi durumunda teröristlerin
gerçekleştirdiği saldırıların bu devlete isnat edilebileceği görüşündedir. Bkz. SCHACHTER, 1993, s. 250.
Higgins de eğer bu destek önemli bir ölçüye ulaştığı takdirde 51. madde anlamında silahlı saldırı
oluşturacağı kanaatindedir. Bkz. HIGGINS, Rosalyn: Problems and Process International Law and
How We Use It, Clarendon Press, Oxford, 1994, s. 250.
devlet desteğinin silahlı saldırı şeklinde değerlendirilmediği görülmektedir. Örneğin ABD,
1986 Libya saldırısının 51. maddeye uygun olduğunu iddia etmekle birlikte Libya’nın
terörizme yönelik desteğini silahlı saldırı şeklinde nitelendirmemiştir. ABD, 1998 yılında
Afganistan’da Ladin’e karşı gerçekleştirdiğini iddia ettiği saldırıda da meşru müdafaa
hakkına dayanmakla birlikte Ladin’in eylemlerinin Afganistan tarafından ABD’ye karşı
gerçekleştirilmiş bir silahlı saldırı olduğunu iddia etmemiştir.
Bahsedilen nedenler göz önüne alındığında 51. madde anlamında silahlı bir
saldırının gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesinde sadece terörist gruplara yönelik
devlet desteğinin derecesinin dikkate alınmasının yeterli olmadığı görülmektedir. Bu
nedenle devletin verdiği destek de gözetilerek terörist grubun gerçekleştirdiği eylemin
devlete isnat edilebilir bir nitelikte olup olmadığının belirlenmesinin daha makul bir
yaklaşım olduğu görülmektedir. Bunun belirlenebilmesi için de öncelikle devletlerin
terörizm karşısındaki yükümlülükleri ile yükümlülüklerini ihlâl etmesi durumunda doğacak
sorumluluğunun ele alınması gerekmektedir.
aa. Devlet Destekli Uluslararası Terörizm Konusunda Devletlerin
Yükümlülüğü
Devletler de tıpkı bireyler gibi hak ve görevlere sahiptir. Hak ve görevler
birbirini tamamlayan unsurlardır. Bu bağlamda devletler birbirlerine karşı saldırgan
davranışlarda bulunmama veya bu tür tehditlerde bulunmaktan kaçınmakla yükümlüdür. Bu
yükümlülük devlet adına hareket eden bireylerin eylemlerini de kapsamaktadır. 408
Çalışmanın ilk bölümünde terörizme yönelik devlet desteğini incelenirken
yapılan sınıflandırma hatırlanacak olursa söz konusu destek; sponsor olmak, desteklemek,
müsamaha göstermek ve harekete geçmek hususunda yetersiz kalmak üzere dört başlık
altında sınıflandırılmıştı. Terörizme yönelik devlet desteği devletlerin yükümlülüğü
bağlamında ele alındığında devletlerin diğer ülkelerdeki terörist eylemleri organize
etmekten, teşvik etmekten, bu eylemlere yardım etmekten veya katılmaktan ve ülkesinin bu
408
INTOCCIA, s. 194.
tür eylemler için kullanılmasına rıza göstermekten kaçınma yükümlülüğü altında olduğu
görülmektedir. Aşağıda görüleceği üzere terörist gruplara yönelik devlet desteğinin devletin
uluslararası yükümlülüğünü ihlâl ettiği çeşitli düzenlemelerde de herhangi bir şüpheye yer
bırakmaksızın açıkça ifade edilmiştir. 409
Bütün bu düzenlemeler göz önüne alındığında uluslararası hukukun terörizm
karşısında devletlere yüklediği görevleri doğrudan destek vermeme ve dolaylı destek
vermeme yükümlülüğü olmak üzere iki ana başlıkta toplanabilir.
aaa. Doğrudan Destek Vermeme Yükümlülüğü
Doğrudan destek vermeme yükümlülüğü devletin kendi ülke sınırları içinde
başka devletleri hedef alan terörist hareketleri örgütlemekten, desteklemekten, teşvik
etmekten ve onlara yardım etmekten kaçınmasını içermektedir. Devletin bu tür eylemlerden
kaçınmasının yanı sıra terörizmi önlemek için aktif bir şekilde hareket etmesini gerektiren
başka yükümlülükleri de vardır. Bu bağlamda, devletin bilinçli olarak bu tür bir
müdahalede bulunmaması yani başka bir ülkede terörist eylemler gerçekleştiren veya bu
eylemlerin gerçekleşmesine yardım eden ya da teşvik eden kişileri ele geçirmede isteksiz
davranması halinde de uluslararası yükümlülüklerin ihlâli söz konusu olmakta ve
teröristlere ve teröristleri destekleyen devletlere karşı kuvvet kullanılmasına meşru bir
zemin hazırlamaktadır. 410
Devletlerin terörizme destek vermesinin uluslararası hukuku
ihlâl ettiğine
ilişkin pek çok BM kararında terörizmin açıkça kınandığı ve suç olarak nitelendirildiği
görülmektedir. 411 Terörizmin bu şekilde suç olarak nitelendirilmiş olması devletlerin
uluslararası terörist eylemleri önlemek için gerekli tedbirleri alması yükümlülüğünü de
beraberinde getirmektedir. Örneğin Dostça İlişkiler Bildirisi’nde uluslararası terörizmle
ilgili olarak devletlerin sorumlulukları düzenlenmiş ve devletler için birtakım
yükümlülükler getirilmiştir. Kararda şu hükümler yer almaktadır:
409
Örneğin Saldırının Tanımı Kararı, Dostça İlişkiler Bildirisi, Genel Kurulun 40/61 sayılı kararı, Güvenlik
Konseyinin 748 sayılı kararı.
410
SCHACHTER, 1993, s. 245.
411
Bu kararlarla ilgili kronolojik bir çalışma için bkz. SCHREIBER, s. 309-330.
“Her devletin, diğer herhangi bir devletin ülkesine akın düzenlemek üzere,
düzenli kuvvetlerin veya paralı askerler de dahil, silahlı çetelerin örgütlenmesini
yapmaktan veya örgütlenmesini teşvik etmekten kaçınma görevi vardır.
Her devletin, diğer devletteki bir iç savaşı veya terörist hareketleri
örgütlemekten, tahrik etmekten, onlara yardım etmekten veya bu hareketlere katılmaktan
veya kendi ülkesinde böyle hareketlerin yapılmasına yönelik organize faaliyetlere (bu
paragrafta zikredilen hareketler kuvvet kullanma tehdidi veya kuvvet kullanmayı içerdiği
zaman) göz yummaktan kaçınma görevi vardır.”
Görüldüğü gibi Bildiri terörizm hakkında açık hükümler içermektedir. Buna
göre, devletin kendi ülkesinden kaynaklanan terörist faaliyetlere rıza göstermesi devletin
uluslararası yükümlülüklerini açık bir şekilde ihlâl etmektedir.
Benzer bir ifade Genel Kurulun Devletlerin İçişlerine Karışılmasının Reddi ve
Bağımsızlıklarının ve Egemenliklerinin Korunması Konusundaki Bildirisi’nde de yer
almaktadır. 412 Bildiri, “Hiçbir devletin bir başka devletin rejimini şiddet kullanarak
devirmeye yönelik ayaklanmacı, terörist ya da silahlı faaliyetleri örgütleyemeyeceğini,
yardım edemeyeceğini, finansman sağlayamayacağını teşvik, tahrik edemeyeceğini,
tolerans gösteremeyeceğini ya da bir başka devletteki iç karışıklıklara karışamayacağı”nı
öngörmektedir.
Saldırının Tanımı Kararı’nda terörizmden açıkça bahsedilmemesine rağmen
silahlı çetelerin başka bir ülkeye gönderilmesi, devletin diğer bir devlete karşı
gerçekleştirilecek şiddet hareketleri için topraklarının kullanılmasına izin vermesi gibi
Kararda yer alan çeşitli ifadeler saldırı ile terörizm arasında bağlantı kurulabilmesine imkân
vermektedir. Kararın 3/g maddesi saldırıyı, “Bir devlet tarafından veya bir devlet adına
diğer bir devlete karşı yukarıda listesi verilen fillere varan veya o ölçekte olan silahlı
kuvvet fiillerini icra eden silahlı çetelerin, grupların, gayri nizamî askerlerin veya paralı
askerlerin gönderilmesi yada bu gibi fillere önemli ölçüde karışılması” şeklinde
412
G.A. Res. 2131, U.N. GAOR, 20th Sess., Supp. No. 14, U.N. Doc. A/6221 (1965).
tanımlamaktadır. Buna göre devletin başka bir devletin ülkesinde terörizme yönelik desteği
yasaklanmıştır. 413
Genel Kurulun 40/61 sayılı diğer bir kararında, devletlerin uluslararası hukuka
göre diğer devlet ülkelerindeki terörist eylemleri organize etmekten, teşvik etmekten, bu
eylemlere yardım etmekten veya katılmaktan ve ülkesinin bu tür eylemler için
kullanılmasına rıza göstermekten kaçınma görevinin olduğu öngörülmüştür. 414
Söz konusu kararların pek çoğunun oy birliği ile kabul edildiğini hatırlatan
Schreiber, kararlarda kendisine uyulmasını zorunlu gören bir dil kullanıldığına dikkat
çekerek uluslararası terörizmin önlenmesine dair bir örf ve âdet kuralının oluşmasına
yönelik gerekli “genel inancı” (opinio juris) sağladığını ileri sürmektedir. 415 Bu durumda
devletin terörist grupları aktif bir şekilde desteklemesinin uluslararası hukuk tarafından
yasaklandığı açıktır.
bbb. Dolaylı Destek Vermeme Yükümlülüğü
413
Maddenin diğer kısmı şu şekildedir:
Madde 3- “Savaş ilan edilmiş olsun olmasın, aşağıdaki fillerin herhangi birisi 2’inci madde hükümlerine tâbi
ve ona uygun şekilde bir saldırı fiili niteliği taşır:
a-Bir devletin silahlı kuvvetlerinin diğer bir devleti istilâ etmesi veya ona hücum etmesi veya ne kadar geçici
olursa olsun, böyle bir istilâdan veya hücumdan ileri gelen herhangi bir askerî işgal veya kuvvet yoluyla
başka bir devletin ülkesinin veya bir bölümün ilhakı;
b-Bir devletin silahlı kuvvetlerinin, başka bir devletin ülkesini bombardıman etmesi veya bir devletin diğer bir
devletin ülkesine karşı herhangi bir şekilde silah kullanması;
c-Bir devletin liman ve kıyılarının diğer herhangi bir devletin silahlı kuvvetleri tarafından abluka altına
alınması;
d-Bir devletin silahlı kuvvetleriyle başka bir devletin kara, deniz veya hava kuvvetlerine veya deniz veya hava
filolarına saldırması;
e-Bir devletin başka bir devlete sonuncusuyla yapılan bir anlaşmaya göre bulunan silahlı kuvvetlerinin o
anlaşmada öngörülen hükümlere aykırı şekilde kullanılması veya bu silahlı kuvvetlerin varlığının bu ülkede
anlaşmanın sona ermesinden sonra da sürdürülmesi;
f-Ülkesini başka bir devletin emrine veren bir devletin, ülkesinin o devlet tarafından üçüncü bir devlete karşı
saldırı amacıyla kullanılmasına izin vermesi.” Ayrıca Kararın 4. maddesinde Güvenlik Konseyine bir fiilin
saldırı teşkil edip etmediği yetkisi tanınarak 3. maddede sayılan fiillerin tüketici nitelikte olmadığı ve
Güvenlik Konseyinin başka fiillerin de saldırı niteliğinde olduğunu belirleyebileceği ifade edilmektedir.
414
G.A. Res. No. 40/61, U.N. Doc. A/RES/40/61 (1985); S.C. Res. No. 748, U.N. Doc. S/RES/748 (1992).
415
SCHREIBER, s. 326-330. Benzer şekilde Schachter da uluslararası örf ve âdet hukukunun her devlete
kendi ülke sınırları içinde terörizme engel olma yükümlülüğü getirdiği sonucuna ulaşmıştır. Bkz.
SCHACHTER, s. 163.
Uluslararası hukuk devletin teröristlere yönelik aktif desteğinin yanı sıra
teröristlerin kendi ülkesindeki varlığını kabul eden pasif davranışını da yasaklamaktadır. Bu
bağlamda devletlerin uluslararası terörizme karşı müsamaha göstermesi veya uluslararası
terörizmle
mücadelede
yetersiz
kalması
dolaylı
destek
verme
şeklinde
nitelendirilmektedir. 416
Her devlet, ülkesinin diğer bir devlet ülkesinde gerçekleştirilen terörist eylemler
için kullanılmasına izin vermeme yükümlülüğü altındadır. Burada devletin söz konusu
terörist faaliyetlere herhangi bir şekilde karışması değil sadece faaliyetlerine izin vermesi
söz konusudur. Bu durumda da devlet, diğer devletlere karşı saldırgan faaliyetlerde bulunan
terörist grupların örgütlenmesini veya eğitim amacıyla ülkesini kullanmasını ve ülkesi
içindeki yabancı devlet vatandaşlarına yönelik terörist saldırılarda bulunmasını önleme
yükümlülüğü altındadır.
“Devletin kendi ülkesinde başka devletlere zarar vermeme yükümlülüğü” başlığı
altında da ele alınabilecek olan bu durum 417 devletin, ülkesinin terörist faaliyetler için bir üs
olarak kullanılmasına izin vermeme yükümlülüğüne dayanmakta ve yükümlülüğü ihlâl
eden devletin sorumluluğunu öngörmektedir. 418 Söz konusu yükümlülük aynı zamanda
devletlerin, ülkelerinin barış içinde bulunduğu diğer devletlerin haklarını ihlâl edici
nitelikteki faaliyetler için kullanılmasına izin vermemesini de kapsar. Bu uluslararası örf ve
âdet hukuku kurallarının, devletlere egemen olmaları nedeniyle getirdiği bir yükümlülüktür.
Kendi ülkesinde egemen olan her devlet, ülkesinde başka devletlere karşı zarar verici
faaliyetleri önlemek yükümlülüğü altındadır. 419 Çünkü ülke üzerinde kontrole sahip olmak
egemenlik ilkesinin temel niteliklerinden birisidir. BM Andlaşması çerçevesinde bu göreve,
üye devletlerin 2/4. maddesinden doğan yükümlülükleri içinde zımnen yer verilmiştir.
Devletler başka devletlerin ülke bütünlüğüne ve siyasî bağımsızlığına saygı göstermek
yükümlülüğü altındadır. 420
416
NOTEBOOM, s. 559.
BAŞEREN, 2003, s. 56.
418
LILLICH Richard & PAXMAN, John: “State Responsibility for Injuries to Aliens Occasioned by
Terrorist Activities”, Amer. U. L. R., Vol. 26, 1976-7, s. 260’dan aktaran CAPEZZUTO, s. 382.
419
BAŞEREN, 2002, s. 200.
420
BAŞEREN, 2002, s. 200.
417
Hollanda ile ABD arasında Palmas Adası sorununu çözüme kavuşturmak
amacıyla hakem olarak seçilen Max Huber egemenlik ve sorumluluk arasında bir ilişki
kurarak egemenlikten sadece hakların değil aynı zamanda borçların da doğacağını
belirtmiştir. Huber, “Ülkesel egemenlik, bir devletin faaliyetlerini kullanması için inhisarı
bir hak verir. Bu hakkın ardından doğal olarak bir görev gelir: Ülke içinde diğer
devletlerin haklarını, her devletin vatandaşları için yabancı bir ülkede talep edebileceği
haklar ile beraber özellikle savaş ve barış zamanında ülke bütünlüğünü ve saldırmazlık
hakkını koruma yükümlülüğü. Ülkesel egemenliğini şartların gerektirdiği şekilde ortaya
koymadan devletin bu görevi yerine getiremeyeceğini” ifade etmektedir. 421
Palmas Adası Davasında, “Devletler ülkeleri üzerindeki egemenliklerini başka
devletlerin ülkelerine zarar verecek şekilde kullanmazlar” şeklinde ifade edilen söz konusu
kurala Trail Smelter 422, Korfu Boğazı 423 ve Lanoux Gölü 424 davası kararlarında da açık bir
şekilde yer verilmiştir.
421
Dava konusu uyuşmazlık, ABD ile Hollanda arasında Palmas Adası üzerindeki egemenlik iddiaları
nedeniyle ortaya çıkmıştır. 1898 Amerikan-İspanyol savaşı sonrasında imzalanan Paris Anlaşması uyarınca
İspanya Filipinleri ABD’ye devretmiştir. Devir sırasında Filipinlere dahil olan Palmas Adası üzerinde
Hollanda’nın da egemenlik iddiasında bulunması üzerine çıkan uyuşmazlık Daimi Hakem Mahkemesi adına
Max Huber’e sunulmuştur. Uyuşmazlığa ilişkin açıklamalar ve Hakem Huber’in kararı için bkz. GÜNDÜZ,
s. 256-261.
422
Kanada’da faaliyet gösteren Trail Smelter isimli özel bir şirket tarafından işletilen tesislerden çıkan
dumanların ABD’de zarara yol açması sonucu ortaya çıkan uyuşmazlığı çözmek üzere oluşturulan Hakem
Mahkemesi 16. 4. 1938 tarihli kararında, Kanada’nın doğan zarardan sorumlu olduğuna karar verirken şöyle
demiştir: “ABD hukuku kadar, uluslararası hukukun ilkeleri uyarınca da, hiçbir devlet, ülkesini bir başka
devlet ülkesine veya buradaki kişilere ve mallara dumanlarla zarar verecek şekilde –eğer ciddi sonuçlara
yol açıyorsa ve zarar açık ve inandırıcı kanıtlarla tespit edilmişse- kullanamaz ve kullanılmasına izin
veremez.” Uyuşmazlık hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. TÜTÜNCÜ, Ayşe Nur: “Trail Smelter Hakem
Kararı Hukukun Kodlaştırılmasında Örnek Olay Olarak Etkisi ve Kararın Özeti”, İÜHFM, Prof. Dr. Orhan
Münir Çağıl’a Armağan Sayısı, C. LV, S. 4, 1997, s. 313-338.
423
İngiltere’ye ait iki savaş gemisinin Korfu Boğazı’nın Arnavutluk kesiminden geçerken yeni döşendiği
tespit edilen mayınlara çarpması sonucu doğan uyuşmazlık İngiltere tarafından Uluslararası Adalet
Divanına götürülmüştür. Divan, Arnavutluk’un genel olarak ulaşım güvenliği bakımından karasularında
mayınlar olduğunu bildirmek ve İngiltere’yi savaş gemilerinin yaklaştığı sırada yakın ve mutlak tehlikeden
haberdar etmek yükümlülüğü olduğunu belirttikten sonra bu yükümlülüğü seyrüsefer serbestisi yanında
“Her devletin, ülkesini bilerek bir başka devletin haklarına aykırı olacak şekilde kullanılmasına izin
vermeme yükümlülüğü”ne de bağlamıştır. Korfu Boğazı Davası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. GÜNDÜZ,
s. 550-555.
424
Fransız Hükümetinin, inşa edeceği bir hidroelektrik santrali için Lanoux Gölünü besleyen Carol nehrinin
yatağını değiştirmesinden kaynaklanan uyuşmazlığın çözümü için oluşturulan Hakem Mahkemesi 16. 11.
1957 tarihli kararında Fransa’nın Carol nehrinin yatağını değiştiremeyeceğini kabul etmiştir. Uyuşmazlık
hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. TÜTÜNCÜ, Ayşe Nur: “Lanoux Gölü Hakem Mahkemesi Kararı Hukukun
Kısaca ifade etmek gerekirse devlet, ülkesini diğer devletlere yönelik hukuka
aykırı faaliyetler için kullananları önlemek, söz konusu şahısları cezalandırmak ve bu
konuda gereken özeni göstermekle yükümlüdür. Doktrinde de, uluslararası terörizmle ilgili
olarak alınan kararların ve hali hazırdaki devlet uygulamalarının devletlerin kendi
ülkesinden kaynaklanan terörist eylemlere bilerek izin vermekten kaçınmasını öngören bir
uluslararası örf ve âdet hukuku kuralı oluşturduğu kabul edilmektedir. 425
Devletin terörizm karşısındaki yükümlülüklerine aykırı davranarak terörizme
doğrudan veya dolaylı destek vermesi halinde devletlerin egemenliği ve içişlerine
karışmama ilkesi ile BM Andlaşması’nın 2/4. maddesinde öngörülen kuvvet kullanma veya
kullanma tehdidinde bulunma yasağını ihlâl etmektedir. Devletin uluslararası terörizme
sponsor olması, destek vermesi ve müsamaha göstermesi 2/4. madde anlamında kuvvet
kullanma eylemi niteliğindedir. Benzer bir yaklaşımda bulunan Max Sorensen, “Devlet,
vatandaşı olmayan kişilerin de yer aldığı düzensiz birlikleri veya silahlı grupları
eylemlerde bulunmak üzere diğer bir devlet ülkesine göndermesi veya bu tür bir duruma
izin vermesi halinde kuvvet kullanmış olur…Devletin ülkesi dışında devam eden silahlı
mücadeleye dolaylı bir şekilde karışması da kuvvet kullanmayı içerir.” demektedir.426
Güvenlik Konseyi de BM Andlaşması’nın 2/4. maddesinde düzenlenen yasağın, devletin
terörizme sponsor olması, destek vermesi ve terörizme karşı müsamaha göstermesi
hususlarını da içerdiği şeklinde yorumlamıştır. 427 Bununla birlikte devletin terörizme
verdiği desteğin kuvvet kullanma yasağını ihlâl etmiş olması meşru müdafaa hakkının
doğduğu anlamına gelmemektedir. Çünkü meşru müdafaa hakkı, gerçekleştirilmiş bir
silahlı saldırıdan hukuken sorumlu olan devlete karşı kullanılabilecek bir haktır.
Kodlaştırılmasında Örnek Olay Olarak Etkisi Ve Kararın Özeti”, İÜHFM, Prof. Dr. Hıfzı Veldet
Velidedeoğlu’na Armağan Sayısı, C. LVI, S. 1-4, 1998, s. 299-316.
425
TRAVALIO, s. 149; ROMANO, s. 1033.
426
SORENSEN, Max: Manual for Public International Law, New York, 1968, s. 748’den aktaran
ERICKSON, s. 112.
427
Güvenlik Konseyi, Libya’nın terörist örgütlerle bağlantısı ve Lockerbie Faciası ile ilişkisi olduğu iddia
edilen iki Libyalıyı iade etmemesi nedeniyle Libya’ya karşı ekonomik yaptırımlar uygulanmasına karar
vermesinde 2/4. maddeye başvurmuştur. Kararın ilk cümlesinde şu ifade yer almaktadır: “BM
Andlaşması’nın 2/4. maddesine uygun olarak başka bir devletteki terörist eylemleri organize etmekten,
yardımcı olmaktan, bu eylemlere katılmaktan kaçınmak ve kendi ülkesinin kuvvet kullanma veya kullanma
tehdidi içeren bu tür eylemler amacıyla kullanılmasını kabul etmemek zorunluluğu altındadır.” Karar 10
olumlu oya karşılık 5 çekimser oyla alınmıştır. U.N. Res. 748, U.N. SCOR, 47th Sess, U.N. Doc. S/PV
3063, S/RES/748 (1992).
bb. Terörist Eylemler Karşısında Devletlerin Sorumluluğu
Bireylere veya topluma karşı saldırıda bulunan bir kişinin herhangi bir örgütün
üyesi olması veya söz konusu örgütün bu kişiye eğitim, finansman, lojistik destek gibi
hususlarda yardım etmesi halinde saldırganın yanı sıra üyesi olduğu örgütün sorumluluğu
da doğmaktadır. Bu durumda örgütün bir bütün olarak saldırıyı gerçekleştirdiği kabul
edilecek ve mağdur devlet hem saldırının faili olan bireylere hem de örgüte karşı kuvvet
kullanabilecektir. 428 Diğer taraftan terörist örgüt bir devlet gibi etrafı sınırlarla çevrili belli
bir ülke parçasına sahip olmadığı için diğer devletlerin ülkesini kullanarak faaliyetlerini
devam ettirmektedir. Bu durumda terörist örgütün faaliyetlerini devam ettirdiği devletin de
söz konusu terörist faaliyetler nedeniyle sorumluluğu gündeme gelir. Terörist örgüte veya
devlete karşı kuvvet kullanımında bulunabilmek için öncelikle söz konusu devlet veya
devlet dışı aktörün gerçekleştirilmiş bu saldırıdan dolayı sorumluluğunun kanıtlanması
gerekmektedir.
Uluslararası sorumluluk, uluslararası hukuk kişisinin neden olduğu uluslararası
hukuka aykırı fiilleri ya da uluslararası hukuka uygun faaliyetlerinden kaynaklanan belirli
zararların etkilerini, zarar gören uluslararası hukuk kişisine karşı ortadan kaldırma amacına
yönelik bir kurumdur. 429 Devletin sorumluluğunu gerektiren eylem, aktif bir eylem
olabileceği gibi, pasif bir eylem de olabilir. Diğer bir ifadeyle, bilinçli veya bilinçsiz bir
şekilde, uluslararası hukukun bir kuralına karşı herhangi bir işlem ya da eylem yanında
uluslararası hukuk kuralının ya da yükümlülüğün yerine getirilmemesi, uluslararası
sorumluluğa neden olacak nitelikte bir fiil oluşturmaktadır. Uluslararası Hukuk
Komisyonu’nun hazırladığı Devletin Uluslararası Hukuka Aykırı Fiilleri Nedeniyle Doğan
Sorumluluğuna İlişkin Maddeler Tasarısı’nın ilk maddesinde, “devletin uluslararası hukuka
aykırı her eyleminin sorumluluğunu doğuracağı” açıkça belirtilmiştir. 430
428
BROWN, s. 4.
PAZARCI, Hüseyin: Uluslararası Hukuk Dersleri, III. Kitap, Turhan Kitabevi, Ankara, 1999, s. 151.
430
Söz konusu Tasarı çalışmanın ilerleyen bölümlerinde kısaca Devletin Sorumluluğu Tasarısı şeklinde
kullanılacaktır. Tasarı’nın metni için bkz. http://www.un.org/law/ilc/texts/State_responsibility
429
Uluslararası hukuka aykırı bir fiilin veya faaliyetin devletin uluslararası
sorumluluğuna neden olabilmesi için, söz konusu fiil veya faaliyetin uluslararası hukuk
kişisine ait olması gerekir. Eğer hukuka aykırı fiil ya da sorumluluk doğuran faaliyet bir
devlete veya uluslararası hukuk kişisine bağlanamıyorsa, diğer bir ifadeyle fiil veya
faaliyetle devlet arasında bir illiyet bağı yoksa, uluslararası sorumluluktan bahsedilemez. 431
Nitekim Devletin Sorumluluğu Tasarısı’nın 2. maddesinde “Bir devletin eylem veya ihmali
sonucu oluşan durum, uluslararası hukuka göre söz konusu devlete isnat edilebilmesi ve
devletin uluslararası bir yükümlülüğünü ihlâl etmesi halinde devletin uluslararası hukuka
aykırı bir eylemi söz konusu olur” hükmü yer almaktadır
Söz konusu hükümden de anlaşılacağı üzere terörist bir saldırı nedeniyle devleti
sorumlu tutabilmek için devletin diğer devletlere karşı bir yükümlülüğünü ihlâl etmesi
gerekmektedir. Çünkü devletin yükümlülüğü ile sorumluluğu aynı değildir. Sorumluluk
devletin yükümlülüklerini ihlâl etmesinin doğal bir sonucudur. Bu bağlamda bir devletin
uluslararası yükümlülüklerini ihlâl eden fiili her zaman devletin sorumluluğuna neden
olmaz. 432 Devletin terörizme sponsor olması veya bunun bir alt derecesi olan destek
vermesi halinde söz konusu yükümlülüğünü ihlâl etmesine rağmen bu tür ihlâller tek başına
teröristler tarafından hedef alınan devletin meşru müdafaa hakkının doğması için yeterli
değildir. Diğer bir ifadeyle devletin ülkesi kaynaklı bir silahlı saldırı söz konusu devlete
karşı meşru müdafaa hakkı kapsamında kuvvet kullanabilmek için yeterli değildir.
Erickson, devletin terörizme yönelik desteğinin ilgili devletin uluslararası yükümlülükleri
ile sorumluluğunu ihlâl edip etmediğini ayrı ayrı ele almıştır. Buna göre, devletin terörizme
sponsor olması, fiili destekte bulunması, terörist faaliyetlere müsamaha göstermesi ve
terörist faaliyetlerle mücadele etme konusunda yetersiz kalması devletin uluslararası
yükümlülüklerinin ihlâli niteliğindedir. Buna karşılık devletin terörizme yönelik desteğinin
en düşük derecesini teşkil eden terörist faaliyetlerle mücadele etme konusunda yetersiz
kalması durumu hariç diğer üç hal devletin sorumluluğuna neden olmaktadır. 433
/responsibilityfra.htm (18. 02. 2004.) Tasarı’nın bütünü hakkında yapılmış ayrıntılı bir yorum için bkz.
http://www.un.org/law/ilc/reports/2001/english/chp4.pdf (18. 02. 2004).
431
BROWNLIE, 1998, s. 435.
432
ERICKSON, s. 100.
433
ERICKSON, s. 103.
Görüldüğü gibi terörizme yönelik devlet desteğinin hangi hallerde devletin
sorumluluğuna neden olduğunun belirlenmesi gerekmektedir. Uluslararası hukukta bu tür
bir durumda devletin sorumluluğu devletin verdiği desteğe göre aslî sorumluluk ve dolaylı
sorumluluk olmak üzere iki başlık altında toplanabilir.
aaa. Sorumluluğun Türleri
(a). Aslî Sorumluluk
Bir devlet kural olarak kendi adına hareket etmeyen özel şahısların
eylemlerinden sorumlu değildir. Buna göre devletin sorumluluğu ancak devletin resmî veya
de facto bir görevlisinin ya da devletin bir organının diğer devletlere yönelik zarar verici
hukuka aykırı bir eylemde bulunması halinde söz konusu olur. 434 Bununla birlikte terörist
saldırılara verilen cevap, devletin sorumluluğunun özel grupların davranışları nedeniyle
genişlediğini göstermektedir. Bu bağlamda aslî sorumluluğa göre devletin organları veya
görevlilerinin gerçekleştirdiği bir eylem ya da örgütlediği, teçhiz ettiği ya da kontrolü
altında bulundurduğu özel şahısların veya grupların gerçekleştirdiği eylemler nedeniyle
devletin sorumluluğu söz konusu olmaktadır. 435
Devletin kendi görevlileri tarafından gerçekleştirilen eylemlerden kaynaklanan
sorumluluğu açıktır. Bulunduğu görevin imkânlarını kullanarak terörist bir eylem
gerçekleştiren devlet görevlisinin devletin bilgisi dahilinde bu eylemi gerçekleştirdiği kabul
edilir ve devletin sorumluluğu söz konusu olur. 436 Devletin Sorumluluğu Tasarısı’nın 4.
maddesinde herhangi bir devlet organının eyleminin söz konusu devlete isnat edileceği
belirtilmektedir. 5. maddede de hükümete ait yetkileri kullanmak üzere yetkilendirilmiş
herhangi bir kişi veya kurumun davranışının da devlete isnat edileceği düzenlenmiştir.
434
JINKS, Derek: “State Responsibility for Sponsorship of Terrorist and Insurgent Groups: State
Responsibility for the Acts of Private Armed Groups”, Chi. J. Int’l L. Vol. 4, 2003, (a), s. 83; 88.
435
Benzer şekilde Oppenheim aslî sorumluluğun doğrudan bir devlete isnat edilebilen hükümetin eylemleri
veya hükümetin emri ya da yetkilendirmesi ile hareket eden devlet görevlileri veya özel şahısların
eylemlerinin gerçekleşmesi halinde doğduğunu belirtmektedir. Bkz. JENNINGS, Sir Robert & WATTS,
Sir Arthur Eds., Oppenheim’s International Law 33, at 119 (9th Ed., 1992) den aktaran BROWN, s. 7.
436
SCHEIDEMAN, s. 261.
Buna göre devletin kendi organları tarafından gerçekleştirilen terör eylemleri devletin
sorumluluğunu doğuracaktır. 437
Aslî sorumluluk, devletin bir organı veya görevlisi olmamakla beraber devlet
adına hareket eden şahısların eylemlerini de kapsamaktadır. Ancak şahısların veya
grupların faaliyetlerinden ancak bu kişi veya grupların etkili bir şekilde devletin kontrolü
altında olmaları durumunda devletin sorumluluğu söz konusu olacaktır. Devletin emri veya
yetkilendirmesi olmaksızın özel şahıslar tarafından diğer bir devlete karşı eylemde
bulunulması halinde devletin sorumluluğu doğmamaktadır. 438 Devletin ülkesi kaynaklı
bütün haksız fiillerden dolayı sorumluluğunun doğmadığının belirtilmesinde fayda vardır.
Aslî sorumluluğun bu çeşitliliği Devletin Sorumluluğu Tasarısı’nın 8. maddesinde
belirtilmiştir. Maddeye göre, şahısların veya grupların devletin yönetim veya kontrolü
altında hareket etmesi halinde söz konusu şahıs veya grupların gerçekleştirdiği eylemler
devletin eylemi olarak kabul edilecektir. Dolayısıyla bir devlet tarafından eylemde
bulunmak üzere diğer bir devletin ülkesine gönderilen özel şahısların eylemleri devlete
isnat edilir ve devletin sorumluluğunun doğmasına neden olur. 439
Özel şahısların gerçekleştirdiği kuvvet kullanma eylemlerinin devlete isnat
edilebileceği Saldırının Tanımı Kararı’nın 3/g. maddesinde, “Bir devlet tarafından veya bir
devlet adına diğer bir devlete karşı yukarıda listesi verilen fiillere varan veya o ölçekte
olan silahlı kuvvet fiillerini icra eden silahlı çetelerin, grupların, gayri nizamî veya paralı
askerlerin gönderilmesi ya da bu gibi fiillere önemli ölçüde karışılması” şeklinde ifade
edilmiştir.
Uluslararası Adalet Divanı, Nikaragua Davası’nda Saldırının Tanımı Kararı’nın
3-g maddesinde yer alan hükmün uluslararası örf ve âdet hukukunu ifade ettiğini teyit
etmiştir. Divan, söz konusu davada ABD’nin maddî destek sağladığı veya ABD’nin
emirlerine göre hareket eden şahıslar tarafından Nikaragua’daki çeşitli hedeflere karşı
gerçekleştirilen saldırılar nedeniyle ABD’nin sorumluluğunun doğup doğmadığı konusunu
437
http://www.un.org/law/ilc/texts/State_responsibility/responsibilityfra.htm (18. 02. 2004). Söz konusu
Tasarı’nın 7. maddesi, hükümet yetkililerinin veya kuruluşlarının yetkilerini aşarak gerçekleştirdikleri
davranışların da devletin eylemi şeklinde kabul edileceğini öngörmektedir.
438
LOHR, s. 7-8.
439
BROWN, s. 8.
da ele almıştır; ABD’nin yönetim ve kontrolü altındaki UCLAS (Unilaterally Controlled
Latino Assets) tarafından gerçekleştirilen saldırılar hakkında “Davada ABD askerî
personelinin eylemlerde doğrudan yer aldığının kanıtlamamasına rağmen ABD gayri resmî
devlet görevlilerinin eylemlerin planlanması, yönlendirilmesi ve gerçekleştirmesi
safhalarına katıldığı ortaya çıkmıştır. ABD vatandaşları eylemlerin planlanması,
yönlendirilmesi ve desteklenmesi kısmıyla ilgilenirken eylemlerin gerçekleştirilmesi
UCLAS’ın göreviydi. Bu nedenle söz konusu saldırılar ABD’ye isnat edilebilir.” tespitinde
bulunmuştur. 440 Divan, ayrıca ABD’nin diğer bir devlete karşı kuvvet kullanılmamasını
öngören örf ve âdet hukuku kuralını Nikaragua karşısında ihlâl ettiğine karar vermiştir.441
Divanın kullandığı bu mantık örgüsü takip edildiğinde, terörist gruplar veya şahıslar
devletin organı olmamalarına rağmen devlet tarafından desteklenmeleri ya da
yönlendirilmeleri halinde gayri resmî devlet görevlisi haline gelebileceği görülür. Bu
nedenle devlet planladığı, yönlendirdiği ya da destek verdiği kişi veya gruplarca
gerçekleştirilen terörist saldırılardan bu saldırıları tıpkı kendi organları işlemiş gibi sorumlu
olacaktır. 442
Görüldüğü gibi saldırganların devletin bir organı gibi hareket ettiğini gösteren
açık deliller olması halinde terörist eylemin devlete isnat edilmesinde herhangi bir sorun
yoktur. 443 Buna karşılık aslî sorumluluk bazı sınırlandırmalar içermektedir. Devletin
uluslararası yükümlülüğünü ihlâl etmesi terörist saldırının gerçekleşmesini mümkün kılmış
olsa bile kontrolü altında bulundurmadığı şahıs veya örgütler tarafından gerçekleştirilen
saldırı nedeniyle söz konusu devlet doğrudan sorumlu tutulamayacaktır. 444 Bu durumda
devletin sorumluluğu dolaylı sorumluluk kapsamında gündeme gelecektir.
440
Par. 86.
Par. 292.
442
BROWN, s. 9. Doktrinde devletin eylemde bulunmak üzere başka bir devletin ülkesine gönderdiği terörist
grupların söz konusu devletin de facto organı haline geldiği de ileri sürülmektedir. Bkz. ZANARDI,
“Indirect Military Aggression, in The Current Legal Regulation of the Use of Force”, Ed. by. A. Cassese,
1986, s. 112’den aktaran TURNDORF, s. 219.
443
CONDORELLI, L.: “The Imputability to States of Acts of International Terrorism”, I. Y. H. R. , Vol. 19,
1989, s. 233, 234’den aktaran DINSTEIN, s. 182.
444
BROWN, s. 9.
441
(b). Dolaylı Sorumluluk
Devletin terörist eylemlerden kaynaklanan sorumluluğu, görevlileri veya
organları vasıtasıyla terörist eylemlerde bulunması ya da örgütlediği, teçhiz ettiği veya
kontrolü altında bulundurduğu özel şahısların ve grupların gerçekleştirdiği eylemlerle
sınırlı değildir. Devletin silah, patlayıcı, istihbarat, teçhizat, para, iletişim ulaşım ve güvenli
yer konularında yardımcı olmak suretiyle terörist eylemlere destek vermesi, ülkesinin
teröristler tarafından gerçekleştirilen saldırılar için üs olarak kullanılmasına izin vermek
suretiyle terörist örgütlere müsamaha göstermesi, saldırının gerçekleşeceğini bilmesine
rağmen saldırıyı önlemek için gerekli önlemleri almaması, teröristlerin amaçları, hedefleri
ve yöntemleri hakkında sahip olduğu bilgileri diğer devletlere aktarmaması ve failleri
cezalandırmakta başarısız olması dolaylı sorumluluk kapsamında ele alınmakta ve devletin
sorumluluğuna neden olmaktadır. 445
Korfu Boğazı Davası dolaylı sorumluluk hususunda oldukça açık hükümler
içermektedir. Uluslararası Adalet Divanı, İngiltere’nin Arnavutluk gemilerinin mayınları
döşediği veya Arnavutluk’un başka bir devletle birlikte söz konusu eyleme karıştığını
kanıtlayamamasını gerekçe göstererek Arnavutluk’un denizin mayınlanmasından dolayı
doğrudan sorumlu tutulmasını kabul etmemiştir. Bununla birlikte Divan, Arnavutluk’un
mayınların varlığını bilmek zorunda olduğunu kabul etmiş ve bunu Arnavutluk’un Korfu
Boğazı’nın kendi tarafı üzerinde yoğun koruma önlemleri uyguladığına daha önceden de
kendi rızası olmaksızın İngiliz savaş gemilerinin Korfu Boğazı’ndan geçmemesini
istediğine ve olaydan beş ay önce Arnavutluk kuvvetlerinin boğazdan geçen iki İngiliz
savaş gemisine ateş açtıklarına dikkat çekerek Arnavutluk’un bilgisi olmaksızın bölgenin
mayınlanamayacağına karar vermiştir. Arnavutluk yönetiminin İngiliz gemilerinin varlığını
protesto etmekle beraber mayınların varlığından hiç bahsetmediğine, mayınların varlığını
bilmesine ve geçen gemileri tehlike hakkında uyarmak zorunda olmasına rağmen herhangi
bir teşebbüste bulunmadığına dikkat çeken Divan, mayınların verdiği zararlar nedeniyle
Arnavutluk’un sorumluluğunun doğduğuna hükmetmiştir.
445
SCHEIDEMAN, s. 263, BAKER, Mark B., s. 38. Brown, devletin aynı zamanda terörist faaliyetlere
desteğinin finans ve eğitim desteği ile sınırlı olması halinde de terörist faaliyetlerden dolayı sorumlu
tutulması gerektiğini savunmaktadır. Bkz. BROWN, s. 15.
Korfu Boğazı Davası kararı terörizm bağlamında ele alındığında, diğer bir
devlete yönelik terörist saldırıyı bilmesine ve saldırıyı önleyebilecek durumda olmasına
rağmen engellemekte ihmal gösteren ve uyarıda bulunmayan devletin söz konusu devlete
karşı sorumlu olacağı sonucu çıkmaktadır. 446 Devlet, bu tür zarar verici eylemleri önlemek
ve faillerini cezalandırmakla yükümlüdür. Örneğin, 11 Eylül saldırıları sonrasında Taliban
yönetiminin El Kaide Örgütüne barınma ve eğitim imkânı sağladığı ve ülke topraklarını
uluslararası terörist eylemler için bir üs olarak kullanmasına izin verdiği belirtilerek Taliban
yönetiminin söz konusu saldırılar nedeniyle dolaylı sorumluluğunun doğduğu ileri
sürülmüştür. Bu açıdan bakıldığında 11 Eylül saldırıları dolaylı sorumluluk kavramının
uluslararası hukuk teorisindeki oluşum sürecinin devam ettiğini ve teröre karşı savaş devam
ettiği sürece de öneminin artacağını göstermektedir. 447
Devletin ülkesinde üslenen terörist grupların gerçekleştirdiği eylemlere veya
ülkesinde terörist faaliyetlerde bulunmasına izin vermesi halinde gerçekleştirilen
eylemlerden kaynaklanan sorumluluğu açıktır. Buna karşılık ülkesinde bulunan terörist
grupların faaliyetlerine engel olamaması durumunda devletin söz konusu grupların
eylemleri nedeniyle sorumluluğunun doğup doğmadığı gündeme gelmektedir.
Uluslararası alanda devletlerin pek çoğunun ülke topraklarını kontrol etmesine
karşılık bazı devletlerin, bu konuda başarılı olamadıkları görülmektedir. Ülke topraklarını
kontrol edemeyen bu tür devletler teröristler için ideal barınma yerleridir. Burada devletin
neden
olduğu
tehdit
aktif
bir
davranıştan
ziyâde
pasif
davranış
üzerine
temellendirilmektedir. Devletin, ülkesi içinde üslenen ve başka bir devlete karşı terörist
faaliyetlerde bulunan grupları kontrol altına almak hususunda yetersiz kalması ve saldırı
sürecinin hâlen devam ediyor olması halinde mağdur devletin gereklilik ve orantılılık
şartlarına uygun olarak muhtemel yeni saldırıları önlemek için terörist gruba karşı sınırlı
kuvvet kullanımında bulunabileceği ileri sürülmüştür. Örneğin Turner’a göre, devletin
teröristleri desteklememekle birlikte ülkesinin teröristler tarafından kullanılmasını önlemek
ve bu tür eylemleri sona erdirmek için gerekli önlemleri alma imkânından mahrum olması
halinde mağdur devletin terörist tehdidi etkisiz kılmak amacıyla söz konusu devletin
446
447
BROWN, s. 15.
BROWN, s. 15.
ülkesine girme hakkı olmalıdır. Yazar barışçı çözüm yollarının devletin çıkarlarını korumak
için yeterli olmaması durumunda bunun son çare ve meşru bir hak olduğunu ifade
etmektedir. 448
Ülkesinde devam ettirilen terörist faaliyetleri önlemeyen veya bu konuda
yetersiz olan devlete karşı kuvvet kullanılmasını meşrulaştırmak oldukça zordur.
Schachter’in de belirttiği gibi teröristlerin devletin ülkesindeki varlığı söz konusu devletin
teröristlerin gerçekleştirdiği saldırılara karıştığı ya da saldırıların devlete isnat edilebileceği
anlamına gelmemektedir. 449 Ülkesi içinde bulunan ve başka bir devlete karşı terörist
faaliyetlerde bulunan grupları kontrol altına alamayan ve bu bağlamda ülkesinin terörist
amaçlarla kullanılmasını önlemekte yetersiz kalan devletin sorumluluğunun doğmadığı ve
bu devlete karşı kuvvet kullanılmaması gerektiği hususunda genel bir kanaat oluşmuştur.450
Güvenlik Konseyinin veya bölgesel bir örgütün teröristleri himaye eden veya ülkesinin
terörist amaçlarla kullanılmasını önlemekte yetersiz kalan devlete karşı kuvvet
kullanılmasına dair yetkilendirmede bulunmadığı ve devletin diğer bir devlete karşı meşru
müdafaa hakkını doğuran silahlı saldırı sürecine yönelik doğrudan katılmasının söz konusu
olmadığı durumlarda bahsedilen devlete karşı kuvvet kullanmanın BM Andlaşması’na göre
mümkün olmadığı görülmektedir. 451
448
Bkz. TURNER, 1999, s. 89. Meşru müdafaa hakkını geniş yorumlayan yaklaşım ele alınırken de
belirtildiği üzere İsrail Lübnan’dan kaynaklanan ve terörist saldırı olarak nitelendirdiği eylemler karşısında
Lübnan yönetiminin ülke genelinde kontrole sahip olmadığını ileri sürerek Lübnan topraklarını işgal
etmiştir. Söz konusu işgal uluslararası toplumda büyük bir tepkiye neden olmakla beraber İsrail’e yönelik
saldırıları gerçekleştiren grupların Lübnan’dan ayrılmalarına neden olmuştur. İsrail sonradan kendi
sınırlarına çekilmekle beraber, Lübnan ile arasındaki sınır bölgesinde dokuz mil genişliğinde bir savunma
bölgesi oluşturmuştur. Bkz. REISMAN, W. Michael: “Internatonal Responses to Terrorism”, Hous. J. Int’l
L., Vol., 22, 1999, s. 52.
449
Alman Red Army Front Örgütünü örnek vererek, bu Örgütün İtalya’da Amerikan hedeflerine karşı
gerçekleştirdiği terörist saldırılar nedeniyle İtalya veya ABD’nin Almanya’nın açık bir izni olmaksızın
şüpheli teröristleri ele geçirmek veya öldürmek için Almanya’da üslenen örgüte karşı saldırma hakkına
sahip olup olmadığını gündeme getiren Schachter, 51. maddede yer alan silahlı saldırı kavramının kaynağı
ne olursa olsun her tür saldırıya karşı uygulanabileceğini ileri sürmenin uygun bir yaklaşım olmadığını ifade
etmektedir. Bkz. SCHACHTER, 1991, s. 164-165.
450
TRAVALIO, s. 152; STAHN, 2002, s. 31.
451
PAUST, Jordan J.: “Use of Armed Force Against Terrorists in Afghanistan, Iraq, and Beyond”, Cornell
Int’l L. J., Vol. 35, 2002, s. 540.
bbb. Yargı Kararlarında Terörist Eylem Nedeniyle Devletlerin
Sorumluluğunun Doğması Hakkında Belirlenen Ölçütler
Devlet dışı aktörlerin gerçekleştirdiği eylemlerin bir devlete isnat edilip
edilemeyeceği konusu çeşitli yargı kararlarına da konu olmuştur. Örneğin Uluslararası
Adalet Divanı, Nikaragua Davası’nda ABD’nin, Sandinista yönetimine ve sivillere karşı
saldırılar düzenleyen Kontralara silah temin ettiği, finansal ve lojistik destek sağladığını
tespit etmiş ancak ABD’nin bu eylemlerinin saldırı niteliğinde olmadığını belirterek
ABD’nin Kontralar veya Kontraların gerçekleştirdiği eylemler üzerinde etkili bir denetime
sahip olması halinde hukukî sorumluluğunun doğacağına karar vermiştir. Bununla birlikte
etkili denetim ölçütünün sınırlarının ne olduğuna dair bir belirlemede de bulunmamıştır. Bu
konu
yakın
zamanda
Bosna’daki
Sırp
silahlı
kuvvetlerinin
Eski
Yugoslavya
Cumhuriyeti’nin kontrolünde olup olmadığı sorusu ile birlikte Tadic Davası’nda tekrar
gündeme gelmiştir. Diğer taraftan Uluslararası Adalet Divanı Tahran’daki Rehineler
Davası’nda, İranlı yetkililerin eylemi onaylamaları, eylemcilerin İran yönetiminin kontrolü
altında olduğu ve yönetimin talimatlarına uyacağının ortaya çıkmasıyla birlikte eylemin
İran’a isnat edilebileceğine karar vermiştir. Söz konusu kararlara göre devlet ülkesi
kaynaklı bütün eylemlerden dolayı sorumlu kabul edilemeyecektir. Özel şahısların veya
grupların başka bir devletin ülkesinde gerçekleştirdiği eylemler bazı hallerde devletin
sorumluluğuna neden olmaktadır. Örneğin devletin bu eylemleri gerçekleştirmek üzere
saldırganları söz konusu devlet ülkesine göndermiş olması, devletin saldırganlar üzerinde
denetime sahip olması veya devletin saldırganların gerçekleştirdiği eylemleri onaylaması
halinde devletin sorumluluğu doğar ve saldırı devlete isnat edilebilir. Söz konusu kriterlerin
her somut olayda uygulanması gerekmektedir.
(a). Nikaragua Davası ve Etkili Denetim Ölçütü
Nikaragua, ABD’nin Nikaragua Yönetimine karşı haksız bir şekilde kuvvet
kullandığı ve Sandinista yönetimine karşı mücadele veren muhalif Kontralara destek
vermek suretiyle Nikaragua’nın iç işlerine karıştığı iddiasıyla Uluslararası Adalet Divanına
başvurmuştur.
Nikaragua’nın iddiasına rağmen Divan Nikaragua’ya Karşı Askerî ve Benzeri
Faaliyetler Davası’ndaki 27 Haziran 1986 tarihli kararında iki ayrı müdahaleyi ele
almıştır: 452 Nikaragua’da iktidardaki Sandinista yönetiminin El Salvador’daki mevcut
yönetimi devirmek için mücadele eden ve ideolojik yakınlık içinde bulunduğu isyancılara
silah yardımında bulunduğu ve lojistik destek sağladığı hususu ve ABD’nin meşru
Sandinista
yönetimini
devirmeye
çalışan
Kontraları
destekleyerek
Nikaragua’ya
müdahalede bulunması. 453
Silahlı saldırı kavramının devletin diğer bir devlet ülkesine silahlı çeteler
göndermesini kapsadığını belirten Divan, söz konusu gruplara yapılan silah yardımının
veya verilen lojistik desteğin hukuka aykırı bir müdahale olmakla beraber silahlı bir saldırı
oluşturmadığına karar vermiştir. 454
ABD, Kontraların örgütlenmesine, eğitilmesine, teçhiz edilmesine yardımcı
olmuş ve Kontraları yönlendirerek bazı operasyonların planlanmasında rol oynamıştır.
Ancak Divan Kontraların gerçekleştirdiği eylemlerin ABD’ye isnat edilebilmesi için
gerekli sınırı oldukça yüksek tutmuş, ABD’nin Kontralar üzerinde etkili denetime sahip
olmadığı ve Kontraların ABD’nin de facto organı haline gelmediği kararını vermiştir.
Divan, Kontraların gerçekleştirdiği eylemlerin ABD’ye isnat edilmesini gerektirecek
ölçüde ABD’ye bağımlı olmadıkları gerekçesiyle ABD açısından dolaylı bir saldırının
gerçekleşmediğine hükmetmiştir. 455 Divan Kontraların ABD’nin desteği ve maddî
yardımları olmaksızın varlığını devam ettiremeyeceğini gösteren delillere rağmen bu kararı
452
Military and Paramilitary Activities in and Against Nicaragua( Nicaragua v. United States of America),
Judgment, I.C.J. Reports 1986.
453
Sandinista yönetiminden önce iktidarda olan Somoza yönetiminin ulusal muhafızlarını esas alarak
Kontraları oluşturan ABD, 1981-1984 yılları arasında bunları örgütlemiş, silahlandırmış, finanse etmiş,
eğitmiş ve Sandinista yönetimini devirmek için yönlendirmiştir. 1984’den sonra ABD Kontralara verdiği
desteği azaltmış ve tıbbî yardım ve giyecek gibi insanî yardımda bulunmuştur. Bkz. BAŞEREN, 2003, s.
145-146.
454
Par. 195. Karara muhalif kalan Hakim Schwebel (ABD) ve Jennings (İngiltere) Divanın bu hükmünü
eleştirerek Saldırının Tanımı Kararı’nda yer alan silahlı çetelerin faaliyetlerine “önemli ölçüde karışılması”
ifadesinin silahlı çetelere yönelik finansal ve lojistik destek sağlanmasını da kapsadığı görüşünü ileri
sürmüştür. Bununla birlikte Gray, kararın alınması sürecinin bu görüşü doğrulamadığını belirtmektedir.
Bkz. GRAY, s. 97.
455
Divan, ABD’nin Kontralar üzerinde sahip olduğu kontrolün derecesinin Kontraların ABD’nin kendi
organları ile eşit sayılacağı veya Kontraların ABD yönetimi adına hareket ettiği görüşünü haklı kılmadığına
karar vermiştir. (Par. 61-63).
vermiştir. Divan her iki durumda da bir devlet tarafından desteklenen kişilerin eylemlerinin
söz konusu devlete isnat edilmesine karar verilmesi hususunda devlet, bu kişiler devletin
görevlileri olmadıkça veya bunlar üzerinde etkili bir denetime sahip olmadığı sürece
isteksiz görünmüştür. 456
Diğer taraftan, Nikaragua’nın El Salvador’daki isyancı FMLN (Farabundo Marti
de Liberacion Nacional) Örgütüne verdiği desteğin ABD’nin Nikaragua karasularını
mayınlamasını ve Nikaragua’ya karşı diğer askerî eylemlerde bulunmasını meşru kıldığı
iddiasıyla
ilgili
olarak
Divan,
Nikaragua
açısından
da
dolaylı
saldırganlığın
gerçekleşmediğine hükmetmiştir. Divan, devletin diğer bir devlet ülkesine silahlı çeteler
göndermesinin silahlı bir saldırı oluşturmaya yeteceğini ancak bu çetelere silah yardımında
bulunulması veya destek sağlanmasının silahlı bir saldırı olarak kabul edilemeyeceğini
belirterek sırf bu nedenle ABD’nin Nikaragua’ya karşı kuvvet kullanmasını haklı
kılmayacağına karar vermiştir. 457 Dolayısıyla ABD’nin iddia ettiği gibi ortak meşru
müdafaa hakkı doğmamıştır.
Karar değerlendirildiğinde Divanın diğer bir devletin ülkesinde faaliyette
bulunan silahlı çetelerin örgütlenmesine karışan devletin verdiği desteğin ölçeği ve etkisi
itibarıyla silahlı saldırı boyutuna ulaşabileceği imasında bulunduğunu görülmektedir. Buna
göre devletin isyancılara yönelik desteğinin diğer bir devlete karşı silahlı saldırı boyutuna
ulaşıp ulaşmadığı devletin isyancılar üzerinde uyguladığı denetimin derecesine ve
gerçekleşen askerî faaliyetlerin neden olduğu zarara göre belirlenecektir. 458 Devlet dışı
aktörlerin eylemleri ancak devletin bu kişiler üzerinde etkili bir denetim uygulaması
durumunda söz konusu devletin sorumluluğuna neden olacaktır. Dolayısıyla teröristlere
yönelik her türlü desteğin, yardım eden devleti teröristlerce gerçekleştirilen silahlı
saldırının suç ortağı yapmadığı söylenebilir. Divan, Nikaragua’nın ABD’nin Kontralara
finans ve eğitim alanında yardımda bulunması ve lojistik destek sağlamasının Kontraların
gerçekleştirdiği eylemlerin ABD’ye isnat edilebilir olduğu iddiasını kabul etmemiştir.
Divana göre, devletin teröristlere silah temini veya başka bir şekilde yardımda bulunması
456
TRAVALIO & ALTENBURG, s. 103; SCHEIDEMAN, s. 266.
Par. 126-127.
458
FIDLER, s. 68.
457
hukukî olmayan bir kuvvet kullanımı olarak değerlendirilebilecekse de diğer devlete karşı
mutlak surette bir silahlı saldırı oluşturduğu söylenemeyecektir. Divan terörist grupların
eylemlerinin destekleyen devlete isnat edilebilmesi için devletin terörist grup üzerinde
etkili bir denetime sahip olduğunun kanıtlanması gerektiğine karar vermiştir. 459
(b). Tadic Davası ve Bütünsel Denetim Ölçütü
11 Eylül saldırıları öncesinde devletin sorumluluğunun sınırı ile ilgili tartışmalar
özel şahısların eylemlerinin devlete isnat edilebilmesi için devletin bu eylemler üzerindeki
denetimin hangi derecede olması gerektiği üzerinde yoğunlaşmıştı. Burada klasik ifadesiyle
devletin hukuka aykırı fiili gerçekleştiren şahıslar veya gruplar üzerinde etkili denetime
sahip olması öngörülmekteydi. 460 Bosna-Hersek’te yaşanan soykırımla ilgili olarak Eski
Yugoslavya hakkında kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesinde görülen Tadic Davası bu
konuda oldukça önemli bir açılım sağlamıştır. Mahkeme, Bosna’daki Sırp kuvvetlerinin
gerçekleştirdiği eylemlerin Sırbistan’a isnat edilebileceğini çünkü Sırbistan’ın söz konusu
askerî birlikler üzerinde bütünsel denetime sahip olduğuna karar vermiştir.
Söz konusu uyuşmazlığa bakıldığında sorunun öncelikle Bosna-Hersek’te
devam eden silahlı çatışmaların uluslararası nitelikte olup olmadığı üzerinde odaklandığı
görülmektedir. Bağımsız bir devlet olana kadar Bosna Hersek’te devam eden uyuşmazlık
Yugoslavya’nın bir parçası olması münasebetiyle uluslararası olmayan bir iç uyuşmazlık
niteliği taşımıştır. Bosna Hersek’in bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkması ve
uluslararası alanda kabul görmesiyle birlikte uyuşmazlık artık uluslararası bir nitelik
kazanmıştır. Eski Yugoslavya hakkında kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi Yargılama
Dairesi, verdiği kararda Eski Yugoslavya’daki çatışmanın, Yugoslav Halk Ordusunun
çekildiği 19 Mayıs 1992’ye kadar uluslararası nitelikte olduğu ancak Yugoslavya’nın
Bosna Hersek’ten askerî birliklerini çekmesiyle birlikte uluslararası niteliğini kaybederek
tekrar uluslararası olmayan bir uyuşmazlık niteliği kazandığı hükmüne yer vermiştir.
459
Divan ABD’nin hukukî sorumluluğunun ortaya çıkması için Nikaragua’nın ABD’nin Kontraların
gerçekleştirdiği operasyonlar üzerinde etkili denetime sahip olmasını kanıtlamak zorunda olduğunu
belirtmiştir. (Par. 63-65).
460
JINKS, 2003, (a), s. 88.
Yugoslavya’nın Bosna Sırp Ordusu’na yardımda bulunması ve malî destek sağlamasının
söz konusu kuvvetlerin gerçekleştirdiği eylemlerin Yugoslavya’ya isnat edilebilmesi için
yeterli olmadığını vurgulayan Yargılama Dairesi, bu sonuca varırken Uluslararası Adalet
Divanının Nikaragua Davası’nda kabul ettiği etkili denetim testini uygulamıştır. Yargılama
Dairesi’ne göre asıl önemli olan Bosna’daki Sırp kuvvetlerinin Yugoslavya’nın de facto
organı veya ajanları olduğunun kanıtlanmasıdır ve bu da kanıtlanamamıştır. 461
Eski Yugoslavya hakkında kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi Temyiz
Dairesi ise, Yargılama Dairesinin verdiği kararı bozarak bütünsel denetim ölçütünü
benimsemiştir. Mahkeme, Yargılama Dairesinin Nikaragua Davası’nda uygulanan etkili
denetim ölçütünü hatalı bir şekilde uyguladığına karar vererek özel silahlı grupların
gerçekleştirdiği hukuka aykırı eylemlerin devletin sorumluluğuna neden olabilmesi için
devletin söz konusu grup üzerinde bütünsel denetime sahip olmasının yeterli olduğuna
hükmetmiştir. 462 Temyiz Dairesi, devletin ülkesinde gerçekleşen bir iç çatışmanın iki
durumda uluslararası nitelik kazanacağına karar vermiştir; devletin kendi kuvvetleriyle
birlikte doğrudan uyuşmazlığa müdahil olması veya yerel kuvvetlerin başka bir devlet
adına ya da o devletin kontrolü altında hareket etmesi halinde uyuşmazlık uluslararası bir
nitelik kazanacaktır. 463 Temyiz Dairesi, bu ikinci durumda uluslararası nitelikte olmayan
461
Mahkeme başkanı Hakim McDonald, karara muhalif kalarak söz konusu şahısların devletin de facto organı
olup olmadıklarının belirlenmesinde etkili denetim ölçütünün yüksek bir standart olduğunu belirterek bağlı
olma ve kontrol ölçütünün uygulanması gerektiğini ileri sürmüştür. McDonald, ayrıca Yugoslav askerî
birliklerinin Mayıs 1992’de çekilmesine rağmen çekilme işleminin tamamıyla kurgusal olduğunu,
Belgrat’ın Bosna’daki Sırp kuvvetleri üzerinde etkili denetimini devam ettirdiğini ve söz konusu
kuvvetlerin Yugoslav askerî sisteminin bir parçası olarak hareket ettiğini ileri sürmüştür. Prosecutor v.
Tadic, Judgment, ICTY Case No.IT-94-1-T, Trial Chamber, Prosecutor v. Dusko Tadic, Opinion and
Judgement, http://www.un.org/icty/tadic/trialc2/judgement-e/tad-tj970507e.htm (10. 11. 2003). Townsed,
Yargılama Dairesinin verdiği kararın Devletin Sorumluluğu Tasarısı’nın 8. maddesini esas almış gibi
gözükmesine karşın, Dairenin etkili denetim testini daha katı bir şekilde uygulayarak yeni bir standart
geliştirdiğini ve bu nedenle verilen kararın söz konusu hükmün öngördüğünden farklı bir yöne kaydığını
ileri sürmüştür. Bkz. TOWNSED, Gregory: “State Responsibility for Acts of De Facto Agents”, Ariz. J.
Int’l & Comp. L., Vol. 14, 1997, s. 641. Söz konusu maddenin metni, “Bir şahıs ya da şahıslar
topluluğunun davranışı, bu şahıs ya da şahıslar topluluğunun söz konusu davranışı bir devletin emirlerine
göre veya o devletin yönetim veya kontrolü altında gerçekleştirmesi durumunda uluslararası hukuka göre o
devletin eylemi olarak kabul edilir” şeklindedir.
462
Prosecutor v. Dusko Tadic, Judgment, 15 Temmuz 1999
http://www.un.org/icty/tadic/appeal/judgement/tad-aj990715e.htm (10. 11. 2003).
463
Par. 84.
silahlı
uyuşmazlığın
uluslararası
nitelik
kazanıp
kazanmadığını
belirlemek
başvurulacak uygun testle ilgili olarak bütünsel denetim testini benimsemiştir.
için
464
Etkili denetim testi ile büyük ölçüde benzerlik gösteren bütünsel denetim testine
göre, uyuşmazlığa müdahil olan devletin kendi adına davranan askerî veya paramiliter
gruplar üzerinde sahip olduğu kontrol, söz konusu grupları finanse etme, eğitme ve
donatmanın yanı sıra, eylemlerini örgütleme, eşgüdümleme ya da planlama derecesine
ulaştığında olduğunda bütünsel denetim gerçekleşmiştir. 465 Bu durumda, devlet tarafından
örgütlenen askerî veya paramiliter grupların üyelerince gerçekleştirilen eylemler, devletin
bu eylemlerin gerçekleştirilmesine ilişkin herhangi bir spesifik emir verip vermediğine
bakılmaksızın devletin eylemleri şeklinde kabul edilebilir. Temyiz Dairesi, devletin
gerçekleştirilen bireysel her eylem üzerinde spesifik emirler vermesini ya da saldırılacak
hedefleri seçmesini aramamıştır. 466 Temyiz Dairesi, devletin finansman ve ekipman
desteğinin ötesine giderek askerî operasyonların planlanmasına ve denetlenmesine
katılması halinde bütünsel denetimin söz konusu olduğu ve çatışmaların artık uluslararası
nitelik kazandığına hükmetmiştir. 467
Bütünsel denetim testini önündeki davaya uygulayan Temyiz Dairesi, 19 Mayıs
1992’den sonra, Bosna’daki Sırp kuvvetlerinin Yugoslavya’nın bütünsel denetimi altında
olduğuna ve Yugoslavya adına davrandığını tespit ederek, Bosna’da Bosnalı Sırplar ile
Bosna Hersek merkezî otoriteleri arasındaki silahlı çatışmanın uluslararası silahlı çatışma
olduğu sonucuna varmıştır. 468 Temyiz Dairesi, Bosna’da çatışan Bosnalı Sırpların,
464
Jinks, Uluslararası Adalet Divanı’nın Kontraların ABD’nin de facto görevlisi olmadığına karar verirken
kullandığı katı formülasyonunun Tadic Davası ile bir dereceye kadar yumuşatıldığını ifade etmektedir. Bkz.
JINKS, 2003, (a), s. 89.
465
Her ne kadar bütünsel denetim ölçütü, etkili denetim ölçütüne göre özel şahısların gerçekleştirdiği
eylemlerin devlete isnat edilebilmesi için daha düşük bir standart öngörse de her iki ölçütte devletlerin özel
şahıslar üzerinde bu kişilere yönelik basit bir destek, teşvik veya eylemlerine göz yummanın ötesinde bir
kontrole sahip olmasını aramaktadır.
466
Prosecutor v. Dusko Tadic, Judgment, 15 Temmuz 1999 Par. 137.
467
Tadic Appeal, (1995), Par. 145.
468
Par. 162. ALPKAYA, Gökçen: Eski Yugoslavya İçin Uluslararası Ceza Mahkemesi, Turhan Kitabevi,
Ankara, 2002, s. 117-119.
mağdurlar gibi Bosna Hersek vatandaşı olmalarına rağmen, Yugoslavya’nın de facto
organları olarak hareket ettiklerini ifade etmiştir. 469
(c). Tahran’daki Rehineler Davası ve Onaylama Ölçütü
Haksız fiili gerçekleştirenlerle devlet arasında resmî bir ilişki bulunmamasına
rağmen devletin zımnen de olsa gerçekleştirilen eylemi uygun bulması veya onaylaması
durumunda
devletin
sorumluluğu
gündeme
gelmektedir.
Devlet
dışı
aktörlerin
gerçekleştirdiği eylemlerin devletin onaylaması sonucu onaylayan devlete isnat edilip
edilemeyeceği Uluslararası Adalet Divanının Tahran’daki Rehineler Davası’nda verdiği
kararda ele alınmıştır. 470 Divan söz konusu davada Tahran’daki Amerikan Büyükelçiliğinin
herhangi bir resmî sıfatı olmayan ve kendisini “İmam Siyasasının Müslüman Takipçileri”
olarak tanımlayan bir grup öğrenci tarafından işgal edilmesi ve elçilik personelinin rehin
alınmasının İran’a isnat edilip edilemeyeceği sorununu ele almıştır. İran’ın yabancı misyon
temsilciliklerine yönelik her türlü saldırı, işgal ve zorla girme eylemini önleme görevini
yerine getirmemesine rağmen eylemin İran’a isnat edilebilmesi için saldırganların İran
yönetiminin birer ajanı veya organı olarak saldırıyı gerçekleştirmeleri gerekmekteydi.
Ancak mevcut olayda bu tür bir ilişkiyi kanıtlayacak bir delil bulunamamıştır. Divan
olayları öğrencilerin elçilik binasını işgal etmesi ve işgalden sonrası şeklinde ikiye ayırarak
ele almıştır; Divan, İran’ın dinî lideri Ayetullah Humeyni’nin İranlı öğrencilere ABD ve
İsrail’e karşı saldırı düzenlemeleri çağrısında bulunmasına rağmen eylemin İran Devleti
adına gerçekleştirilmediğini belirterek eylemin bu aşamada İran’a isnat edilebilir
olmadığına hükmetmiştir. Divan, ikinci aşamada yani elçilik binasının işgal edilmesinden
469
Prosecutor v. Dusko Tadic, Judgment, 15 Temmuz 1999, Par. 167. http://www.un.org/
icty/tadic/appeal/judgement/tad-aj990715e.htm (10. 11. 2003).
470
United States Diplomatic and Consular Staff in Tehran (Iran v. U. S.), I.C.J. Reports 1980 (May 24) s. 3.
İran İslam Devrimi’nin gerçekleşmesi ve Şah’ın ülke dışına kaçmasından kısa bir süre sonra 4 Kasım 1979
tarihinde İranlı öğrenciler Tahran’daki Amerikan Büyükelçiliğini işgal etmiş ve elçilik personelini 444 gün
boyunca rehin tutmuştur. Öğrenciler, eyleme son vermek için ABD’nin tedavi amacıyla ülkesine girme izni
verdiği devrik Şah’ın ve sahip olduğu servetin İran’a iadesini talep etmiştir. ABD konuyu hem Güvenlik
Konseyine hem Uluslararası Adalet Divanı’na götürmüş ancak İran Güvenlik Konseyinin rehinelerin serbest
bırakılması çağrısına uymadığı gibi Divanın yargılama yetkisini de kabul etmemiştir. Diplomatik çabaların
başarısız kalması üzerine ABD’nin rehineleri kurtarmak için gerçekleştirdiği operasyon başarısız olmuştur.
Bkz. INTOCCIA, s. 208, dn. 245.
sonra Humeyni ve İran Dışişleri Bakanının saldırıyı onaylaması ve hatta Humeyni’nin
devrik Şah yargılanmak üzere İran’a iade edilene ve sahip olduğu malvarlığı İran’a teslim
edilene kadar elçilik personelinin tutuklu kalacağını açıklaması ile birlikte İran’ın
sorumluluğunun doğduğuna ve eylemin İran’a isnat edilebileceğine karar vermiştir.471
Devletle bu kişiler arasında resmî bir ilişki olmamakla beraber zımnî de olsa devletin
rızasının varlığına ilişkin bir kanıt olması zorunludur. Söz konusu olayda İranlı yetkililerin
yaptığı açıklamalar devletin rızasını göstermiştir. Divan başlangıçta öğrenciler tarafından
gerçekleştirilen eylemin, İranlı yetkililerin eylemi onaylamaları ve eylemcilerin İran
yönetiminin kontrolü altında olduğunun ortaya çıkmasıyla birlikte Hükümete isnat
edilebileceğine hükmetmiştir. Divanın bu kararı doktrinde de destek bulmuş, devletin özel
şahısların veya grupların gerçekleştirdiği eylemleri onaylaması veya eylemlerin
gerçekleştirilmesine izin vermesi halinde sorumluluğunun doğacağı ifade edilmiştir. 472
cc. Terörist Eylemlerin Devlete İsnat Edilmesi
Devletin terörist eylemler nedeniyle her ne şekilde olursa olsun sorumluluğunun
doğmuş olması eylemin devlete isnat edilebilmesine ve meşru müdafaa hakkına dayanarak
kuvvet kullanılmasına imkân vermemektedir. Devletin terörist örgütün gerçekleştirdiği
silahlı saldırı nedeniyle dolaylı sorumluluk hariç aslî sorumluluğunun doğmuş olması,
terörist örgüt üzerinde etkili veya bütünsel denetime sahip olması ya da gerçekleştirilen
terörist saldırıyı onaylayarak gerçekleştirilmesine rıza göstermesi halinde saldırının devlete
isnat edilebileceği ve failin kim olup olmadığına bakılmaksızın devletin zarar verici eylemi
gerçekleştirmiş sayılabileceği söylenebilir. Doktrinde de destek bulan bu yaklaşıma göre 473,
devletin organları veya görevlilerinin terörist bir eylemde bulunması, terörist grubun
devletin kontrolü ve idaresi altında olması, devletin terörist eylemi onaylaması ya da
471
Par. 32-34. Divan, elçilik binasının işgali ve personelin de rehin olarak tutulmaya devam edilmesinin
eylemin artık İran’ın bir eylemi kabul edileceğine karar vermiştir. Yoksa doğrudan eylemin başlangıç
anından itibaren eylemin İran’a isnat edilebileceğine karar vermemiştir. Karar hakkında yapılmış bir
değerlendirme için bkz. TOWNSEND, s. 644-648.
472
BROWN, s. 10; O’CONNELL, http://www.asil.org/taskforce/oconnell.pdf. ( 22. 04. 2004).
473
Stahn terörist eylemlere karışan devletlere karşı kuvvet kullanımına başvurmadan önce geleneksel etkili ve
bütünsel denetim ölçütlerinin uygulanarak bir sonuca ulaşılmasını tercih etmektedir. Bkz. STAHN, 2002, s.
31.
devletle terörist örgüt arasındaki ilişkinin finansman ve ekipman desteğinin ötesine giderek
terörist grupların eğitilmesi, örgütlenmesi, eylemlerin planlanması ve denetlenmesi
boyutuna ulaşması halinde eylem devlete isnat edilebilecektir. Terörist saldırılar nedeniyle
bir devletin ülkesine karşı kuvvet kullanabilmek için kuvvet kullanımına başvuran tarafın
terörist eylemlerin söz konusu devlete isnat edilebileceğine dair açık ve inandırıcı delillere
sahip olması gerekmektedir. 474 Diğer taraftan devletin teröristlerin gerçekleştirdiği saldırı
nedeniyle dolaylı sorumluluğunun söz konusu olduğu hallerde ise saldırı devlete isnat
edilemeyecek ve mağdur devletin meşru müdafaa hakkına dayanarak kuvvet kullanması söz
konusu olmayacaktır. 475 Bu durumda mağdur devletin başvuracağı yollar silahlı saldırı
boyutuna ulaşmayan kuvvet kullanma eylemleri karşısında başvurulması söz konusu olan
yollarla sınırlıdır.
Terörist eylemin terörist saldırının etki ve ölçek bakımından silahlı saldırı
boyutuna ulaşması ve saldırının devlete isnat edilebilmesi halinde mağdur devletin doğal
meşru müdafaa hakkının diğer şartlarına da uymak kaydıyla söz konusu hakka dayanarak
stratejik hedeflere karşı kuvvet kullanması mümkün olabilecektir.
B. Terörizme Karşı Kuvvet Kullanmanın Meşru Müdafaa Hakkının Diğer
Şartları Bakımından Değerlendirilmesi
Meşru müdafaa hakkı andlaşmalar hukukunun yanı sıra uluslararası örf ve âdet
hukukunda da düzenlenmiştir. Bu konudaki örf ve âdet hukuku kuralları büyük ölçüde
Caroline olayı ile şekillenmiştir. 476 Meşru müdafaa hakkının kullanılmasıyla ilgili olarak
474
O’CONNELL, 2002, (b), s. 30.
TRAVALIO & ALTENBURG, s. 102; SCHEIDEMAN, s. 251; BROWN, s. 25.
476
1837 yılında Kanada’da William Lyon Mackenzie önderliğinde İngiliz egemenliğine karşı bağımsızlık
yanlısı bir isyan çıkmış ancak isyancılar daha sonradan ABD topraklarına sığınmak durumunda kalmıştır.
İsyancıların lideri Mackenzie Amerikalı gönüllülerden oluşturduğu birliklerle Kanada yakınlarında bulunan
ve İngiltere’ye ait Navy Island’ı ele geçirerek bağımsızlık mücadelesini buradan devam ettirmiştir.
İsyancıların ihtiyaçlarını karşılamak ve yeni gönüllüleri taşımak üzere Caroline isimli bir Amerikan
gemisini kullanmaya başlamaları karşısında İngilizler ABD’den isyancılara yönelik silah, teçhizat ve
gönüllü akışının kesilmesini talep etmiştir. Taleplerinin yerine getirilmemesi üzerine İngilizler Amerika
tarafındaki Schlosser Limanı’nda demirliyken Caroline’a saldırmış ve yakarak Niagara Şelalesinden aşağıya
atmışlardır. Olayda iki Amerikan vatandaşı ölmüş bazıları da yaralanmıştır. İngilizler saldırının meşru
müdafaa uygulaması niteliğinde olduğunu ileri sürerek olayla ilgili olduğu gerekçesiyle Amerika tarafından
475
Caroline olayında belirlenen gereklilik, orantılılık ve aciliyet şartları, zamanla söz konusu
hakkın temel esaslarını belirleyen ölçüler olarak kabul edilmiş ve bu durum Nuremberg
Mahkemesinde 477, Nikaragua Davası’nda 478 Uluslararası Adalet Divanının Nükleer
Silahlarla İlgili Danışma Görüşü’nde de 479 teyit edilmiştir.
Uluslararası örf ve âdet hukukunun düşüncesiz ve fevri şekilde kuvvet
kullanılmasını önlemek için öngördüğü bu şartlar terörist eylemlere cevap mahiyetinde
kuvvet kullanmayı zorlaştırabilecek bir nitelik taşımaktadır. Söz konusu şartların ihlâl
edilmesi halinde meşru müdafaa uygulaması haksız hale gelerek uluslararası hukukta
yasaklanan saldırı veya zararla karşılık fiiline dönüşebilecektir. Özellikle gereklilik ve
orantılılık şartları meşru müdafaa hakkını uluslararası hukukta yasaklanmış zararla
karşılıktan ayırmada önemli bir rol üstlenmektedir. Zira meşru müdafaa hakkı cezalandırıcı
değil önleyici nitelikte olup, söz konusu hakkın amacı saldırgan eylemi önlemek ve
devletin çıkarlarını korumaktır. 480 Dolayısıyla seçilen hedefler başta olmak üzere meşru
müdafaa kapsamında alınan önlemler söz konusu amacı gerçekleştirmeyi hedefleyerek
orantılı olmalı, ayrım gözetmeli ve silahlı saldırıdan sorumlu olanları hedef almalı ve bu
tutuklanan ve yargılanan Alexander McLeod’un serbest bırakılmasını talep etmiş ve iki devlet arasında
Caroline Doktrinin doğmasına neden olacak yaklaşık beş yıl süren diplomatik bir savaş başlamıştır. Bu süre
zarfında ABD ve İngiliz makamları arasında gerçekleşen yazışmalar kapsamında ABD Dışişleri Bakanı
Webster, İngiltere Büyükelçisi Fox’a gönderdiği 24 Nisan 1841 tarihli mektupta meşru müdafaa hakkına
ilişkin bir takım ölçütler belirlemiştir. Gereklik, orantılılık ve aciliyet olarak isimlendirebilecek bu üç şart
bugün meşru müdafaa hakkının sınırlarını belirlemekte ve meşru müdafaa hakkı kapsamında kuvvet
kullanmasını düzenleyen bir örf ve âdet kuralı olarak kabul edilmektedir. Caroline olayı ile ilgili ayrıntılı
bilgi için bkz. JENNINGS, R. Y. “The Caroline and McLeod Cases”, Am. J. Int’l L., Vol. 32, s. 82-99;
ROGOFF, Martin A. & COLLINS, Edward: “The Caroline Incident and the Development of International
Law”, Brook. J. Int’l L., Vol. 16, No. 3, 1990, s. 493-527. Doktrinde Caroline olayında belirlenen ölçütlerin
aşırı derecede sınırlandırıcı olduğu ve günümüz silah teknolojisinin ulaştığı boyut karşısında
uygulanmasının gerçekçi olmayacağına dair çeşitli yorumlar da yapılmaktadır. Bu konuda ayrıntılı bilgi için
bkz. OCCELLI, Maria Benvenuta: “ ‘Sinking’ the Caroline: Why the Caroline Doctrine's Restrictions on
Self-Defense Should Not Be Regarded as Customary International Law”, San Diego Int’l L. J. 467, Vol. 4,
2003, s. 467-490; KEARLEY, Timothy: “Raising the Caroline”, Wis. Int’l L. J., Vol. 17, 1999, s. 325-346.
477
Nuremberg Kararının metni için bkz. Judicial Decisions Involving Questions of International LawInternational Military Tribunal (Nuremburg), Judgment and Sentences, Am. J. Int’l L., Vol. 41, 1947, s.
172-334. Kararın konuyla ilgili kısmı hakkında bkz. s. 205.
478
Par. 176.
479
Divan nükleer silah tehdidinin ve kullanılmasının meşruluğu hakkındaki 08. 07. 1996 tarihli danışma
görüşünde gereklilik ve orantılılık şartının kuvvet kullanımında mutlak surette dikkate alınması gerektiğini
belirtmiştir. Advisory Opinion on the Legality of the Threat or Use of Nuclear Weapons, 1996 I.C.J. 226,
Par. 41.
480
GRAVELLE, James Francis: “The Falkland (Malvinas) Islands: An International Law Analysis of the
Dispute Between Argentina and Great Britain”, Mil. L. Rev., Vol. 107, 1985, s. 56.
durum açık ve inandırıcı delillerle kanıtlanmalıdır. Saldırılması planlanan hedefin uygun bir
hedef olduğu ve tehdidin ciddiyeti kanıtlanmaksızın gerçekleştirilecek bir harekât
meşruiyetten yoksun olacaktır. Nitekim geçmişte terörist örgütlere ve bunları destekleyen
devletlere karşı gerçekleştirildiği iddia edilen pek çok askerî harekât gereklilik ve orantılılık
şartlarını taşımadığı gerekçesiyle eleştiriye uğramıştır. Örneğin ABD’nin 1986 Libya, 1998
Sudan ve Afganistan saldırıları ile İsrail’in 1985 yılında Tunus saldırılarının gereklilik ve
orantılılık şartlarını taşımadığı gerekçesiyle uluslararası hukuk tarafından yasaklanan birer
zararla karşılık niteliğinde olduğu ve savunma amaçlı olmaktan çok cezalandırıcı amaçlar
taşıdığı ileri sürülmüştür. 481 Bu nedenle kuvvet kullanımına başvuran mağdur devlet
öngörülen şartlarının yerine geldiğini ikna edici nitelikte delillerle açık bir şekilde ortaya
koymalıdır.
a. Terörist Saldırılara Karşı Kuvvet Kullanmanın Gerekli Olması
Gereklilik şartı meşru müdafaa hakkı kapsamında gerçekleştirilen kuvvet
kullanımının haklı bir meşru müdafaa uygulaması olup olmadığını belirlemede öncelikli
şart olup silahlı saldırıya uğrayan devletin kuvvet kullanmaktan başka seçeneğinin
olmamasını ifade eder. Bu nedenle söz konusu hakkı kullandığını iddia eden devlet vukuu
muhakkak bir silahlı saldırı tehlikesi ile karşı karşıya kaldığını ve barışçı bütün çözüm
yollarını tükettiğini sağlam delillerle kanıtlamak zorundadır. 482
Gereklilik şartı barışçı çözüm yollarının uygulanabilir veya etkili olmadığı
anlamına gelir. Kuvvet kullanımına başvurmadan önce barışçı çözüm yollarının tüketilmiş
olması veya barışçı yollardan uyuşmazlığı çözmeye yönelik gayretlerin sonuç
vermeyeceğinin açık olması gerekmektedir. BM Andlaşması da devletlerin kuvvet
kullanımına başvurmadan önce uyuşmazlığın çözümü için barışçı yollara başvurmasını
öngörmektedir. BM Andlaşması’nın 2/3. maddesinde “Tüm üyeler, uluslararası nitelikteki
uyuşmazlıklarını, uluslararası barış ve güvenliği ve adaleti tehlikeye düşürmeyecek
481
CAMPBELL, s. 1080, 1091, 1096.
POLEBAUM, Beth M.: “National Self-Defense in International Law: An Emerging Standard for a
Nuclear Age”, N. Y. U. L. Rev., Vol. 59, 1984, s. 187.
482
biçimde, barışçı yollarla çözerler” denilmektedir. Uyuşmazlıkların barışçı yollarla
çözümünü öngören ve “Uzaması milletlerarası barış ve güvenliğin muhafazasını tehdit
edebilecek mahiyette bir uyuşmazlıkta taraf olanlar, bu uyuşmazlığın çözülmesini her
şeyden önce görüşme, soruşturma, ara bulma, uzlaşma, tahkim ve yargı yollarıyla veya
bölge teşkil veya anlaşmalarına başvurarak veyahut kendi seçecekleri başka barış
yollarıyla aramalıdırlar” hükmünün yer aldığı 33. maddenin uluslararası örf ve âdet
hukukunun temel bir kuralı olduğu söylenebilir. 483 Ancak örf ve âdet hukuku taraflar
arasında düşmanca ilişkilerin söz konusu olması gibi barışçı bir çözüme ulaşılmasının güç
olduğu hallerde kuvvet kullanılmasını kabul etmektedir. 484 Kuvvet kullanma bu durumda
artık son çaredir.
Diğer taraftan teröristlerin üslendiği devletin ülkesinde devam eden terörist
faaliyetlere dair bir bilgisi olmaması halinde mağdur devletin tek taraflı bir eylemde
bulunmadan önce söz konusu devlete sınırları içinde gerçekleştirilen bu tür faaliyetleri
önlemek için fırsat vermesi beklenir. 485 Destek sağlayan devlete karşı bu eyleminden
vazgeçmesi ve teröristleri ülkesinden uzaklaştırması fırsatı verilmediği sürece bu devlete
karşı kuvvet kullanılmamalıdır.
Terörist eylemlerin hepsi hukuka aykırı olmakla beraber bu durum her terörist
saldırının devletin ülkesi dışında kuvvet kullanmasını gerekli kıldığını göstermez.
Kendisine yönelik terörist saldırılar gerçekleştirileceği bilgisine ulaşan bir devletin bu
saldırıları planladığı iddia edilen devletin ülkesini bombalamasının yerine savunma amaçlı
önlemler alması beklenir. Uluslararası Adalet Divanı, meşru müdafaa hakkına dayanılarak
483
BOYLE, s. 289. Dostça İlişkiler Bildirisi’nde de bu tür bir yükümlülük öngörülmüştür. Buna göre; “Her
devlet, diğer devletlerle olan milletlerarası ihtilaflarını barışçı şekilde uluslararası barışın ve güvenliğin ve
adaletin tehlikeye giremeyeceği şekilde halledecektir.
Devletler buna göre, milletlerarası ihtilaflarının çabuk ve adil şekilde çözümüne görüşme, tahkik,
arabuluculuk, uzlaştırma, tahkim, adli tavsiye, bölgesel teşkil ve kurumlara başvurma veya kendilerinin
seçtikleri diğer barışçı araçlarla sağlamaya çalışacaklardır. Böyle bir hal şeklini araştırırken taraflar
ihtilafın şartlarına ve niteliğine uygun olabilecek barışçı araçların üzerinde anlaşacaklardır.
Bir ihtilafın tarafları yukarıdaki barışçı araçlardan hiçbirisi ile bir çözüme varılmaması halinde, üzerinde
mutabık kaldıkları diğer barışçı araçlarla ihtilafı çözmeye çalışmaya devam edeceklerdir.”
484
SCHEIDEMAN, s. 271, dn. 149.
485
PAUST, 1986, s. 721.
zaten etkisini kaybetmiş ve artık yakın bir tehdit oluşturmayan tehlikelere karşı koymak
amacıyla gerçekleştirilen eylemlerin gereksiz olduğunu belirtmektedir. 486
Kuvvet kullanımının gerekli olup olmadığını belirlerken gerçekleştirilen hukuka
aykırı eylemin niteliği, saldırganın gücü, amaçları gibi pek çok faktörün ele alınması
gerekmektedir. 487 Bütün bu hususlar somut olay çerçevesinde değerlendirilerek gereklilik
şartının oluşup oluşmadığı tespit edilir. Örneğin ABD’nin Tahran’daki rehineleri kurtarmak
amacıyla gerçekleştirdiği operasyon sonrasında barışçı çözüm yollarının tamamıyla
tüketilip tüketilmediği ve rehinelerin yaşamlarının gerçekten yakın bir tehlike altında olup
olmadığı tartışılmıştır. Kasım 1979’da gerçekleşen Elçilik Baskını sonrasında Uluslararası
Adalet Divanı ve Güvenlik Konseyi eylemi kınayan ve rehinelerin derhal serbest
bırakılmasını öngören bir karar almış,diğer taraftan BM tarafından kurulan soruşturma
komisyonu rehinelerin serbest bırakılmasını sağlamak için gayret göstermiş ancak bütün bu
çabalar sonuç vermemiştir. 488 İran, Güvenlik Konseyinin aldığı kararın gereğini yerine
getirmekten kaçınmış, BM’nin kurduğu soruşturma komisyonu ile işbirliği yapmamış ve
Divanın rehinelerin serbest bırakılmasına ilişkin 15 Aralık tarihli ara kararına uymayı
reddetmiştir. Ancak Divanda görülen dava henüz sonuçlanmadığını da belirtmekte gerekir.
Bu nedenle barışçı bütün çözüm yollarının tüketilmediği görüşüne karşılık Schachter,
rehinelerin yaşamlarına yönelik endişenin devam ettiğini ve mevcut gelişmelerin bu
endişeleri körüklediğini belirterek harekâtın gereksiz olduğuna yönelik eleştirileri
reddetmektedir. 489
b. Terörist Saldırılara Karşı Kullanılan Kuvvetin Orantılı Olması
486
Divan, ABD’nin eylemlerinin El Salvador yönetimine yönelik silahlı muhalefetin büyük saldırısının
tamamen püskürtülmesinden aylar sonra başladığını, oysa El Salvador yönetimine yönelik tehlikenin
ABD’nin Nikaragua’ya karşı söz konusu faaliyetlerine başlamasına gerek olmaksızın ortadan
kaldırılabilmesinin mümkün olduğunu belirtmiştir.
487
SHOHAM, Uri: “The Israeli Aerial Raid upon the Iraqi Nuclear Reactor and the Right of Self-Defense”,
Mil. L. Rev., 1985, s. 193.
488
United States Diplomatic and Consular Staff in Tehran (U. S. v. Iran), I.C.J. Rep. 1980, p. 3, Judgment of
24th July.
489
SCHACHTER, 1991, s. 166.
Orantılılık ilkesi, meşru müdafaaya neden olan silahlı saldırı ile mukabil meşru
müdafaa eylemi arasında orantı olmasını ve kullanılan kuvvetin mevcut tehlikeyi önlemeye
yetecek ölçüde olmasını ifade etmektedir. Meşru müdafaada mevcut hukuka aykırı
eylemden dolayı faili cezalandırma veya gelecekteki muhtemel ihlâlleri önleme amacı
yoktur, sadece faili durdurma amacı vardır ve mukabil eylemin orantılı olup olmadığını bu
amaç tayin eder. 490 Tehdidin ortadan kalkmasıyla birlikte meşru müdafaa eyleminin sona
erdirilmesi gerekmektedir. Karşı eylem olarak başlatılan savunma amaçlı eylem bu amacın
dışına çıktığı anda meşruiyetini kaybedecektir. 491
Uluslararası hukuk doktrininde terörist bir saldırı karşısında gerçekleştirilecek
kuvvet kullanma eyleminin buna neden olan saldırı ile orantılı olması konusunda görüş
birliği olmasına rağmen mukabil eylemin nasıl belirleneceği konusunda bir görüş birliği
bulunmamaktadır. Eğitim kampları gibi spesifik hedeflere yönelik saldırılar silahlı saldırıya
karşı kabul edilebilir bir cevap olmakla beraber meşru müdafaa hakkı özellikle tehdidin
devlet dışı aktörlerden kaynaklanması halinde hedef devletin ülkesi üzerindeki egemenlik
haklarından mahrum bırakılmasına imkân vermez. Üstelik teröristlerin ülkesinde
bulunduğu devlete karşı kuvvet kullanımında bulunmak orantılılık ilkesinin ihlâl edilmesini
ihtimalini beraberinde getirmektedir. Devletin ülkesel egemenliği ilkesini ihlâl eden terörist
gruplara yönelik sınırlı geçici operasyonların mağdur devlete yönelik tehditle orantılı
olduğu ileri sürülebilir. Bununla birlikte söz konusu devletin siyasî bağımsızlığı ve ülke
bütünlüğünün ihlâli meşrulaştırılamaz.
Nikaragua Davası’nda bu konuyu ele alan Uluslararası Adalet Divanı,
Nikaragua’nın El Salvador’daki isyancılara sağladığı yardım ve destek nedeniyle ABD’nin
Nikaragua limanlarına ve petrol tesislerine karşı gerçekleştirdiği saldırıların orantısız
olduğuna karar vermiştir. Ancak Divan kararında orantılılık ilkesinin tam bir tanımını
vermediği gibi göz önüne alınacak kriterleri de belirlememiştir. Genel olarak bu konuda
Caroline olayına başvurulmakta ve zamanın ABD Dışişleri Bakanı Webster’in “meşru
490
BAŞEREN, 2003, (b), s. 137.
MAXON Richard G.: “Nature’s Eldest Law: A Survey of a Nation’s Right to Act in Self-Defense”,
http://carlisle-www.army.mil/usawc/Parameters/1995/maxon.htm (12. 08. 2003).
491
müdafaa zarureti ile haklı görülebilecek bir eylem, bu zaruretle sınırlı olmalı ve kesinlikle
bu kapsam dahilinde kalmalıdır” ifadesine atıfta bulunulmaktadır.
Doktrinde de kesin bir belirleme olmamakla beraber devlet destekli terörizm
karşısında verilen cevapların orantılılığının nasıl belirleneceği konusunda üç farklı
yaklaşım ileri sürülmüştür: 492 Bunlar misli ile mukabelede bulunulması, terörist eylemlerin
tümünün göz önüne alınarak verilecek cevabın belirlenmesi ve terörist tehdidin bir bütün
olarak ele alınması ve caydırıcı nitelikte bir cevabın verilmesini savunan yaklaşımlardır. 493
aa. Misli ile Mukabelede Bulunulmasını Savunan Yaklaşım
Kısasa kısas şeklinde de ifade edilebilen misli ile mukabelede bulunulmasını
öngören yaklaşım mağdur devletin gerçekleştirilen spesifik terörist eylemle orantılı bir
cevap vermesi gerektiğini savunmaktadır. 494 Misli ile mukabelede bulunulmasını
benimseyen Intoccia, meşru müdafaa hakkı çerçevesinde gerçekleştirilen kuvvet
kullanımının tehditle nitelik ve miktar bakımından orantılı olması ve tehdidi bertaraf etmek
için gerekli oranı aşmaması gerektiğini, aksi takdirde meşru müdafaa iddiasının kabul
edilemeyeceğini ifade etmektedir. 495
bb. Verilecek Cevabın Geçmişte Gerçekleşen Olayların Toplamının Göz
Önüne Alınarak Belirlenmesi Gerektiğini Savunan Yaklaşım
Terörist saldırıya maruz kalan devletin meşru müdafaa hakkına dayanarak
başvuracağı kuvvet kullanımının orantılılığının nasıl belirleneceği hususunda diğer bir
yaklaşım, meydana gelen tüm terörist eylemlerin dikkate alınarak belirlenecek bir cevabın
verilmesi yönündedir. 496 Geçmişi ve bugünü ile terörist saldırıları bir bütün olarak
492
AREND & BECK, s. 206.
AREND & BECK, s. 206.
494
AREND & BECK, s. 206.
495
INTOCCIA, s. 205-206.
496
BONAFEDE, Michael C.: “Here, There, And Everywhere: Assessing the Proportionality Doctrine and
U.S. Uses Of Force in Response to Terrorism after the September 11 Attacks”, Cornell L. Rev., Vol. 88,
2002, s. 183, dn. 173.
493
değerlendiren ve saldırıların kümülatif etkisini esas alan bu yaklaşım, yaklaşık eşitlik
kriterinin
gözetilmesi
suretiyle
orantılı
bir
kuvvet
kullanımında
bulunulmasını
savunmaktadır.
Söz konusu yaklaşımın kabul edilmesi halinde daha önceden meydana gelmiş
küçük ölçekli terörist saldırıların toplamı, daha büyük ölçekte bir cevabı haklı
kılabilecektir. Örneğin ABD, 11 Eylül saldırılarının yanı sıra 1993 yılında Dünya Ticaret
Merkezine, 1998 tarihinde Kenya ve Tanzanya’daki Amerikan Büyükelçiliklerine ve 2000
yılında Yemen’in Aden limanında bulunan USS Cole isimli Amerikan savaş gemisine karşı
gerçekleştirilen terörist saldırıları da göz önünde tutarak kuvvet kullanımında
bulunabilecektir. 497 Ancak mağdur devletin hangi tarihe kadar geri gideceği ve ne zamana
kadar gerçekleştirilmiş eylemleri göz önünde tutacağı sorusu gündeme gelmektedir. Ayrıca
mağdur devletin bu saldırılardan bazılarına karşı zaten cevap vermiş olabileceği ihtimâli de
dikkate alınması gereken diğer bir husus olarak öne çıkmaktadır.
cc. Terörist Tehdidin Bir Bütün Olarak Ele Alınması ve Caydırıcı Nitelikte
Bir Cevabın Verilmesi Gerektiğini Savunan Yaklaşım
Terörizm karşısında verilen cevabın orantılılığının nasıl belirleneceği hususunda
diğer bir yaklaşım ise, mağdur devletin başvuracağı kuvvet kullanımının oranının geçmişte
meydana gelmiş saldırıların yanı sıra muhtemel saldırı tehditlerinin de dikkate alınmak
suretiyle belirlenmesi ve caydırıcı nitelikte bir cevabın verilmesi yönündedir. Buna göre,
terörist tehdit bir bütün olarak ele alınacak ve mağdur devlet maruz kaldığı terörist tehdidin
tümüne karşı orantılı bir cevapta bulunacaktır. 498
Söz konusu yaklaşımı benimseyen O’Brien, teröre karşı alınan önlemlerin
mevcut terörist saldırılara karşı savunma amaçlı olmakla birlikte muhtemel terörist
saldırıları önlemeyi de amaçlaması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu nedenle orantılılık,
gerçekleşmiş ve gerçekleştirilmek üzere planlanmış terörist saldırıların hepsi gözetilerek
497
498
BONAFEDE, s. 184.
BONAFEDE, s. 183, dn. 174.
belirlenmelidir. 499 Coll, caydırma amacının orantılılık ilkesine uygun olmadığını ifade
etmekle beraber, terörist saldırılar karşısında en uygun çözümün saldırgan tarafı terörist
eylemlerde bulunmaktan caydıracak ölçüde bir kuvvet kullanımında bulunulması olduğunu
ifade etmektedir. 500 Schachter ise, hem olayların toplamı teorisini hem de caydırıcı nitelikte
bir cevabın verilmesini öngören yaklaşımı benimsemekte ve her iki yaklaşımın da uygun
olduğunu ileri sürmektedir. 501
Doktrinde ileri sürülen bu yaklaşımlar ele alındığında, misli ile mukabelede
bulunulmasını savunan yaklaşım hariç diğer yaklaşımların orantılılık ilkesinin temel
esaslarına uygun ve kabul edilebilir yaklaşımlar olmadığı görülmektedir. Orantılılık ilkesi
yukarıda da belirtildiği gibi meşru müdafaaya neden olan silahlı saldırı ile mukabil eylem
arasında bir orantı olmasını ifade etmektedir. Cezalandırma veya misilleme amaçlı eylemler
meşru müdafaa çerçevesinde gerçekleştirildiği iddia edilen önlemleri uluslararası hukuka
uygun olmaktan çıkarmakta ve söz konusu eylemlerin zararla karşılık niteliği kazanmasına
neden olmaktadır. Her iki yaklaşımda da spesifik olayın ötesine geçilerek geçmişte
gerçekleşen ya da gelecekte gerçekleşmesi beklenen terörist saldırıların göz önüne alınmak
suretiyle kuvvet kullanımına başvurulmuş olması, mukabil eylemin savunma amaçlı
olmaktan çok cezalandırma amaçlı bir eylem görüntüsü kazanmasına sebebiyet
vermektedir. Meşru müdafaa hakkı kapsamında gerçekleştirilen eylemin sınırlarının bu
şekilde mevcut spesifik saldırıların ötesine uzatılmasının nasıl bir sonuç doğuracağı ve
uluslararası alanda keyfiliğe yol açacağı aşikardır. Dolayısıyla her iki yaklaşımın da
orantılılık ilkesini ihlâl ettiği kolaylıkla söylenebilir.
Misli ile mukabelede bulunulmasını savunan yaklaşımda ise, bu tür olumsuz
sonuçların söz konusu olmadığı görülmektedir. Gerçekleştirilecek kuvvet kullanımının
misli ile mukabelede bulunulmasını savunan yaklaşım esas alınarak mevcut tehlikeyi
önlemeye yetecek oranda olması kabul edilebilir bir durumdur. Ancak orantılılık ilkesinin,
savunma amaçlı eylemin büyüklük ve uygulama alanı bakımından saldırıyı aşmaması
gerektiği noktasında çoğu zaman yanlış ifade edildiğini belirtmek gerekir. Mukabil eylemin
499
O’BRIEN, s. 477-472.
COLL, s. 299.
501
SCHACHTER, 1989, s. 315.
500
sadece şekil, hedef ve ölçü bakımından saldırı ile benzerlik taşıması söz konusu eylemi
orantılı hale getirmeyecektir. Orantılılık ilkesi sadece saldırı eylemi ile mukabil eylem
arasında orantı bulunmasını kastetmemiş olup eylemin aynı zamanda saldırıyı sona
erdirmek veya püskürtmek için gerekli olmasını öngörmektedir. Aksi takdirde mağdur
devlet kendini etkin bir şekilde savunma imkânından mahrum kalacaktır. 502 Dolayısıyla
mukabil eylem nitelik ve miktar bakımından ulaşılmak istenen amaçla orantılı olmalıdır.
Orantılılık ilkesi özellikle savaşçı statüsünde olmayanların zarar görmesi veya
özel mülkün aşırı ölçüde tahrip edilmesi ile de yakından ilgilidir. Meşru müdafaa
çerçevesinde gerçekleştirilen eylemin haklı bir savaş uygulaması olması silahlı çatışmalar
sırasında uyulacak kurallara uygun olduğu anlamına gelmemektedir. Bu nedenle meşru
müdafaa hakkını kullanan devlet uluslararası hukukun kabul etmediği yöntemlere
başvurmaktan kaçınmakla yükümlüdür. Schachter’in de belirttiği gibi 503 meşru müdafaa
hakkına dayanarak terörist eylemlere karşı gerçekleştirilen mukabil eylem savaşçı
statüsünde olmayanlara kastî bir şekilde zarar verilmemesini öngören silahlı uyuşmazlıklar
sırasında uyulacak kurallara tâbidir. Nitekim BM kararlarında silahlı çatışmalar sırasında
ayrım gözetmeyerek sivil halka saldırmak kınanmış ve savaşçı olanlarla olmayanlar
arasında ayrım gözetilmesi gerekliliği belirtilmiştir. 504 Cenevre Sözleşmeleri’ne Ek I ve II
nolu Protokoller sivil halkın korunması hususunda ayrıntılı hükümler içermekte ve sivilleri
orantısız saldırılardan korumayı amaçlamaktadır. Ayrıca Uluslararası Adalet Divanının
Nükleer Silahlarla İlgili Danışma Görüşü’nde, “devletler sivilleri asla hedef alamazlar ve
sivil
ve
askerî
hedefler
arasında ayrım yapmaya
elverişli
olmayan
silahları
kullanamazlar… Devletler kullandıkları silahları seçmek hususunda sınırsız bir özgürlüğe
sahip değildirler” hükmü yer almaktadır. 505 Bu nedenle savaşçı olmayanların hedef
alınmaması ve özel mülkiyete karşı ölçüsüz zarar verilmemesini öngören genel kurallar
uygulanacaktır. Temel ilke, gerçekleştirilecek mukabil eylemin terörist saldırının boyutu ne
olursa olsun masum insanları hedef almaması ve gereksiz ölüm ve tahribata neden
502
SCHMITT, 2003, s. 532.
SCHACHTER, 1989, s. 315.
504
U.N. G.A. Res. 2444, 23 U.N. GAOR, Supp. No.18, U.N. Doc. A/7218 (1968).
505
Legality of the Threat or Use of Nuclear Weapons, Advisory Opinion, I.C.J. Reports (1996). Bkz.
PAZARCI, (IV. Kitap), s. 221.
503
olmamasıdır. 506 Ancak terörist üslerin yerleşim alanlarının içinde bulunması ve dolayısıyla
sivillerin bir nevi kalkan olarak kullanılması sivillerin zarara uğraması ihtimalini
beraberinde getirmektedir. Bununla birlikte mümkün olduğu ölçüde mukabil eylemin
terörist hedeflere yöneltilmesi ve sivillerin gereksiz acı çekmesine veya sivillere ait
malların zarara uğramasına neden olabilecek uygulamalardan kaçınılması gerekmektedir.
Orantılılık ilkesinin aşılması halinde sorumlu kişilerin savaş suçlusu ve hatta insanlığa karşı
suç işleyen kişiler olarak kabul edilerek yargılanmaları mümkündür. 507
c. Aciliyet Şartı
Saldırı eylemiyle mukabil eylem arasındaki zaman bağlantısını ifade eden
aciliyet şartı, meşru müdafaanın amacı gereği silahlı saldırı ile meşru müdafaa hakkının
başvurulması arasında gereksiz bir sürenin bulunmamasını ve mukabil eylemin saldırıdan
hemen sonra veya makul bir süre içinde kullanılmasını öngörmektedir. 508 Kabul
edilemeyecek bir süre geçtikten sonra meşru müdafaa hakkına başvurulması saldırı ile
cevap arasındaki zaman bağlantısının kopmasına ve mukabil eylemi meşru müdafaa
olmaktan çıkararak zararla karşılık niteliği kazanmasına neden olur. 509 Mağdur devletin
506
COHAN, s. 108.
BERES, 1995, (a), s. 9.
508
GROSS, Oren & AOLAIN, Fionnuala Ni: “Emergency, War and International Law -Another
Perspective”, Nordic J. Int’l L., Vol. 70, 2001, s. 38. Schmitt, aciliyet şartının İngilizce literatürde hem
immediacy hem de imminency şeklinde kullanıldığını ancak aynı anlamı ifade ettiğini belirtmiştir. Bkz.
SCHMITT, 2003, s. 533.
509
Saldırı ile saldırıya verilen cevap arasındaki zaman, meşru müdafaa ile zararla karşılık arasındaki ayırt
edici temel özelliklerden birisidir. Mukabil eylemin, saldırı sona erdikten sonra gerçekleştirilmesi halinde
meşru müdafaanın amacının aşıldığı söylenebilir. Toprakları işgal edilen ancak makul bir süre içinde meşru
müdafaa hakkını kullanmayan devlet örneğinden yola çıkan Başeren, aradan geçen zamanın devletin
topraklarının işgalindeki hukuk aykırılığı ortadan kaldırmadığına, aksine kullanılan mukabil kuvvetin silahlı
saldırıyı önlemek amacından saparak, devam eden hukuka aykırılığı ortadan kaldırmaya yöneldiğini dikkat
çekmektedir. Mukabil eylemi zararla karşılığa dönüştüren, aradan geçen zamanın gösterdiği amaçtaki bu
değişikliktir. Başeren, 1967 yılında toprakları hukuka aykırı olarak işgal edilen Mısır ve Suriye’nin 6 Ekim
1973’de Yom Kippur Savaşı ile işgal altındaki topraklarını kurtarmak için kuvvet kullanmalarını zararla
karşılık şeklinde nitelendirmiştir. 1967 yılında saldırıyı ilk başlatan İsrail karşısında mağdur Arap
devletlerinin meşru müdafaa hakkının doğduğu ve işgal altındaki topraklarını geri alma hakkına sahip
olduklarını belirten Başeren, aradan geçen süre zarfında saldırı ile meşru müdafaa arasındaki zaman
bağlantısının koptuğunu ifade etmektedir. Çünkü 1967’den beri devam eden Arapların uğradıkları silahlı
saldırı değil, silahlı saldırının doğurduğu hukuka aykırı sonuç yani topraklarının işgalidir. Aradaki zaman
bağlantısının kopması, bu savaşta Arapları hukuk dışına itmektedir. Meşru müdafaa bu hukuka aykırı
sonucun doğmasını önlemek için silahlı saldırıyı savuşturmak üzere kullanılabilecek bir haktır. Bkz.
BAŞEREN, 2003, (b), s. 135-137.
507
saldırıdan itibaren makul bir süre içinde cevap verememesi halinde meşru müdafaa
hakkının Güvenlik Konseyinin kararı üzerine kullanılması gerekmektedir.
Meşru müdafaa hakkının kullanılması kabul edilebilir bazı sebeplerle
gecikebilir. Saldırı sonrasında mukabil eylemin gerçekleştirilmesi için gerekli zaman
aralığını ifade eden makul sürenin soyut bir çerçevede belirlenmesi pek mümkün değildir.
Söz konusu süre somut olaya göre değişiklik arz eder. 510 Devletlerin her zaman saldırıya
hemen cevap verebilecek durumda olmalarının beklenemeyeceğini ifade eden Başeren,
saldırıya uğrayan mağdur devletin hemen cevap verememekle beraber karşılık vereceğini
göstererek önemli bir ara vermeksizin gerçekleştireceği mukabil eylemi icra etmesi halinde,
silahlı saldırıyla mukabil eylem arasındaki bağın kopmayacağını belirtmektedir.511
Bahsedilen durumun somut örneğini Falkland savaşında görülmektedir. 2 Nisan 1982’de
Arjantin Falkland Adalarını işgal ettiği zaman, İngiltere sorunun barışçı yollarla çözümü
için çaba harcamakla beraber 51. maddeye göre silahlı saldırı oluşturan işgalin hemen
ardından askerî hazırlıklara başlamış ve takip eden günlerde de donanmasını binlerce
kilometre uzaklıktaki Falkland Adalarına doğru yola çıkarmıştır. Donanma gereksiz bir
gecikme olmadan, işgalden 27 gün sonra adalara ulaşmasının ardından hemen silahlı
çatışmaya girmiş ve çatışmalar Arjantin’in 14 Haziran’da geri çekilmeyi kabul etmesine
kadar devam etmiştir. Olayda İngiltere’nin gerçekleştirdiği kuvvet kullanımının hukuka
uygunluğu konusunda herhangi bir karşı görüş ileri sürülmemiştir. 512 Benzer şekilde silahlı
bir saldırının gerçekleşmesinden sonra sorunun barışçı yollardan çözümü için çaba
harcanması halinde de aynı durum söz konusudur. Taraflar arasında barışçı çözüm yollarına
başvurulduysa bu zaman zarfında mağdur devletin meşru müdafaa hakkının mahfuz
olduğunu kabul etmek gerekir. 513 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrasında BM’nin
işgalin sona ermesi amacıyla Irak’a yaptığı çağrının ve uyguladığı ekonomik yaptırımların
sonuç vermemesi ve işgalin devam etmesi üzerine işgalden 6 ay sonra meşru müdafaa
510
MULLERSON, Rein & SCHEFFER, David J.: “Legal Regulation of the Use of Force”, in Beyond
Confrontation International Law for the Post-Cold War Era, Ed. by. Lori F. Damsrosch, Westview Press,
Colarado, 1995, s. 104.
511
BAŞEREN, 2003, (b), s. 134.
512
KESKİN, s. 52; BAŞEREN, 2003, (b), s. 135.
513
ARAL, s. 28; CASSESE, 1989, s. 596.
hakkı kullanılmıştır. Bu tür geciktirici nedenlerin aciliyet ilkesine uygunluğu ortadan
kaldırmadığı rahatlıkla söylenebilir.
Aciliyet şartı terörizm bağlamında ele alındığında karşımıza farklı bir tablo
çıkmaktadır. Terörist saldırıya maruz kalan devletin söz konusu saldırıya karşı meşru
müdafaa kapsamında cevap verebilmesi için saldırıyı gerçekleştiren teröristlerin kimliğini,
hangi devlet ülkesinde bulunduklarını ve devletin terörist grubu desteklediğini veya hiç
olmazsa istekli bir şekilde himaye ettiğini ortaya koyması gerekmektedir. Terörist
eylemlerin
genellikle
vur-kaç
taktiğine
göre
gerçekleştirildiği
ve
eylemlerin
sorumluluğunun bazen üstlenilmediği dikkate alındığında faillerin kim olduğunun kolayca
tanımlanamadığı gerçeği ile karşılaşılır. Saldırganların kimliklerinin tespitinin bazen aylar
veya yıllar alabildiği görülmektedir. Diğer taraftan verilecek cevabın yöneleceği hedefin de
belirlenmesi gerekmektedir. Bütün bunlar kaçınılmaz olarak zaman alacak ve mukabil
eylemin gerçekleştirilmesi gecikecektir. Örneğin Lockerbie olayı gerçekleştikten bir yıl
sonra saldırının Libya ile bağlantılı olduğu ortaya çıkmış ve ABD ile İngiltere Kasım 1991
tarihine kadar Libya’yı açıkça bu olaydan dolayı sorumlu tutmamıştır. Bu durum karşısında
aciliyet şartının terörizm bağlamında katı bir şekilde yorumlanmaması ve daha gerçekçi
sınırlandırmaların belirlenmesi gerektiği ifade edilmiştir. 514
Günümüzde bahsedilen sebepler çerçevesinde makul bir zamanın geçmesi ve
meşru müdafaa hakkının kullanılması kabul edilebilir bir durum olarak görülmektedir.515
Zaten Caroline Doktrini’nde ve BM Andlaşması’nda saldırganın kimliğinin veya yerinin
bilinmemesi gibi bir durum düşünülmemiştir. Uygulamada mağdur devletin saldırganın
kimliğini belirleme ve mukabil eylemi gerçekleştirebilmek için istihbarat toplaması ve
askerî kuvvetlerini hazırlaması gibi nedenlerle meydana gelen makul gecikmeler normal
karşılanmaktadır. 516
514
POLEBAUM, s. 187.
O’CONNELL, http://www.asil.org/taskforce/oconnell.pdf. (22. 04. 2004).
516
MARTYN, Angus: “The Right of Self-Defence under International Law-the Response to the Terrorist
Attacks of 11 September”, http://www.aph.gov.au/library/pubs/CIB/2001-02/02cib08.htm (04. 10. 2003).
515
d. Güvenlik Konseyine Bilgi Verme Zorunluluğu
51. madde meşru müdafaa hakkına başvuran devletin almış olduğu önlemleri
derhal Güvenlik Konseyine bildirmesini düzenlemektedir. Bu bildirimden itibaren karar
alma yetkisi Konseye geçmekte ve Konseyin gerekli önlemleri almasıyla birlikte meşru
müdafaa hakkı sona ermektedir. 517 Meşru müdafaa hakkı kapsamında alınan önlemlerin
Konseye bildirilmesi ve Konseyin gerekli önlemleri alacağının öngörülmüş olmasındaki
başlıca amaç, kuvvet kullanımını sınırlandırmanın yanı sıra kuvvet kullanımını Birleşmiş
Milletler şemsiyesi altında merkezîleştirmektir. 518
Söz konusu yükümlülüğü doğuran hüküm uluslararası düzene ilişkin âmir bir
hüküm olmayıp usule ilişkindir ve daha çok açıklayıcı bir hüküm şeklinde yorumlanması
gerekir. Kurala uyulmaması ortak güvenlik sistemi dışında alınan tedbirlerin meşru
müdafaa niteliğini ortadan kaldırmamaktadır. 519 Uluslararası Adalet Divanı da, Nikaragua
Davası’nda devletin aldığı meşru müdafaa önlemlerini Güvenlik Konseyine bildirmesinin
bir hukuka uygunluk şartı olmadığını belirterek söz konusu bildirimin yapılmamasının
meşru müdafaa hakkını ortadan kaldırmadığına hükmetmiştir. 520 Meşru müdafaa hakkını
kullandığını iddia eden devletin Konseye bildirimde bulunmaması, eylemin haklı bir
nedene dayanmadığı şeklinde bir kanaatin oluşmasına neden olabilir.
Söz konusu bildirimden itibaren Konseyin alabileceği kararlar başlıca şunlardır:
a) Meşru müdafaa hakkını kullandığını iddia eden devletin haklılığına
hükmedebilir;
b) Taraflara ateşkes çağrısı yapabilir;
c) Tarafların askerî kuvvetlerinin savaş öncesi sınırlara çekilmesini talep
edebilir;
517
Bu durum meşru müdafaa hakkının Güvenlik Konseyinin barış ve güvenliği korumak için gerekli tedbirleri
almasına kadar başvurulan ve konsey harekete geçince de sona erdirilmek zorunda olunan geçici bir yol
olduğunu teyit etmektedir.
518
GRAY, s. 93.
519
BAŞEREN, 2003, (b), s. 139.
520
Par. 200.
d) Meşru müdafaa hakkını kullandığını ilan eden devletin kendi başına
gerçekleştirdiği eyleme, müşterek güvenlik tedbirlerine yol vermek maksadıyla son
vermesini isteyebilir;
e) Söz konusu olan devletin gerçekte saldırgan devlet olduğuna hükmedebilir. 521
Güvenlik Konseyinin BM Andlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde bir karar
alması halinde alınan karara uyulması zorunludur. Çünkü BM Andlaşması’nın 24/1.
maddesine göre üye devletler uluslararası barış ve güvenliğin korunması konusundaki
sorumluğu Güvenlik Konseyine bırakmış ve 25. maddeye göre de Güvenlik Konseyinin
kararlarını uygulamayı kabullenmişlerdir. Bununla beraber, devam eden bir silahlı çatışma
durumunda Güvenlik Konseyi kararlarına aykırı hareket ederek saldırılarını sürdüren
devlete karşı mağdur devlet, her yeni saldırı karşısında herhangi bir izne gerek olmaksızın
meşru müdafaa hakkına başvurabilir. 522
Güvenlik Konseyinin 51. maddede öngörüldüğü şekilde bu tür bir durumdan
haberdar olması halinde gerekli önlemleri alacağı konusunda kesinlik yoktur. Güvenlik
Konseyi siyasî amaçlarla hareket eden politik bir organdır. Dolayısıyla üye devletler politik
kaygılarla açıkça silahlı bir saldırının söz konusu olduğu durumda dahi Güvenlik
Konseyinin
BM
Andlaşması’nda
öngörülen
sorumluluklarını
yerine
getirmesini
önleyebilme imkânına sahiptir. Bu nedenle Güvenlik Konseyi, kendisine rapor edilen pek
çok meşru müdafaa uygulaması karşısında sahip olduğu sorumluluk ve yetkinin gereklerini
yerine getirmediği gerekçesiyle eleştirilmiştir. Örneğin Quigley, Güvenlik Konseyinin
barışın bozulması durumunda hem sorumluluk hem de yetki sahibi olduğuna vurgu yaparak
bir devletin 51. madde kapsamında meşru müdafaa hakkına başvurması halinde bu
durumun uluslararası barış ve güvenliğin korunması için derhal Konseye bildirmesinin
öngörüldüğünü belirtmektedir. Meşru müdafaa hakkı kullanan devletin Konseye yaptığı
bildirimden sonra diğer devletin saldırının meşru olmadığını iddia etmesi halinde, Konseyin
saldırının gerçekten meşru müdafaa niteliğinde olup olmadığı hususunda kendisini tatmin
edici bir sonuca ulaştırması gerekmektedir. ABD’nin gerçekleştirdiği 1993 Irak saldırısı
521
522
ARAL, s. 35.
PAZARCI, (IV. Kitap), s. 119-120.
sonrasında Irak’ın itirazlarına rağmen Konseyin ABD’nin iddialarını araştırmaksızın kabul
etmesine dikkat çeken Quigley, ABD’nin Konseyin bu pasif tutumu karşısında diğer
devletlere karşı dokunulmazlığa sahip olarak kuvvet kullanabileceği sonucunu çıkardığı
yorumunu yapmaktadır. Yine benzer şekilde ABD’nin gerçekleştirdiği 1998 Sudan saldırısı
sonrasında Konseyin olayı araştırarak ve gerçekleri ortaya çıkarmakta başarısız olduğunu,
bu durumun Konseyin kendisine tanınan sorumluklarını yerine getirmekten kaçındığı
şeklinde yorumlanacağını ileri sürmüştür. 523 Mukabil eylemin haklı bir meşru müdafaa
uygulaması olmaması halinde eylem saldırı teşkil edecek ve Konsey konu ile derhal
ilgilenecektir. Mukabil eylemin haklı bir meşru müdafaa uygulaması olduğu sonucuna
ulaşılması halinde ise Konsey bu kez meşru müdafaa hakkının doğmasına neden olan
olayları önlemek için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. 524
Güvenlik Konseyinin alacağı her tür önlemin meşru müdafaa hakkını sona
erdirip erdirmediği de ele alınması gereken konulardan bir tanesidir. BM Andlaşması’nın
birinci maddesinin ilk fıkrasında “etkin ortak önlemler almak”, 51. maddede de “Güvenlik
Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek”
ifadeleri yer almaktadır. Buna göre meşru müdafaa hakkı Güvenlik Konseyi uluslararası
barış ve güvenliği korumak için gerekli önlemleri alana kadar uygulanabilecektir. Konseyin
ne tür bir önlem alması durumunda meşru müdafaa hakkının sona ereceği hususu
tartışmalıdır. Örneğin Arjantin’in Falkland adalarını işgalinden sonra Güvenlik Konseyi
aldığı kararda barışın ihlâl edildiğini belirterek Arjantin kuvvetlerinin derhal çekilmesi ve
sorunun çözümü için diplomatik yollara başvurulması çağrısında bulunmuştur. 525 Alınan
kararın, 51. maddede öngörülen “Güvenlik Konseyinin uluslararası barış ve güvenliği
korumak için gerekli önlemleri alıncaya dek” ifadesi kapsamında İngiltere’nin meşru
müdafaa hakkını sona erdirip erdirmediği gündeme gelmiştir. Arjantin’in tarafların
Konseyin 51. madde çerçevesinde aldığı karara uyması ve İngiltere’nin meşru müdafaa
hakkına dayanarak almış olduğu tedbirlere son vermesi gerektiğini yönündeki görüşlerine
karşılık İngiltere Arjantin’in adada halen işgalci olarak bulunduğunu ve meşru müdafaa
523
QUIGLEY, John: “The United Nations Security Council: Promethean Protector or Helpless Hostage?”,
Tex. Int’l L. J., Vol. 35, 2000, s. 136, 139.
524
QUIGLEY, 2000, s. 136.
525
S.C. Res. No. 502, U.N. SCOR, U.N. Doc. S/RES/502 (1982).
hakkının devam ettiğini ileri sürmüştür. 526 Konu doktrinde de tartışılmış ve Konseyin
uluslararası barış ve güvenliği bozduğu gerekçesiyle harekete geçmiş olduğu bir olayda
meşru müdafaa hakkının kullanılıp kullanılmayacağı veya kullanılacaksa hangi ölçüde ve
ne şekilde kullanılacağı hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bunlardan ilki,
Konseyin aldığı kararların saldırıyı sona erdirmekte başarısız olsa bile mağdur devletin
meşru müdafaa hakkı kapsamında kuvvet kullanma hakkının kalktığını, söz konusu hakkın
ancak Konseyin kuvvet kullanmaya yetki vermesi durumunda mümkün olacağını iddia
etmektedir. 527 51. maddenin lafzî yorumuna dayanan bu görüş, mağdur devletin veya bir
başka devletin konuyu Güvenlik Konseyine götürmesi halinde Konseyin aldığı önlemlerin
ne olduğuna veya uluslararası barış ve güvenliği sürdürmek için yeterli olup olmadığına
bakmaksızın meşru müdafaa hakkının ortadan kalktığını ileri sürmektedir. 528 Bu görüşe
göre, meşru müdafaa hakkının kullanıldığı bir olayda Konseyin saldırgan tarafa karşı
herhangi bir önlem almayarak sadece kınamada bulunması mağdur devleti saldırgana karşı
bir tedbir almaktan alıkoyabilecektir. Diğer görüş ise, söz konusu hükmün bu şekilde
yorumlanmasının maddenin konuluş sebebine aykırı olduğunu belirterek Konseyin alacağı
tedbirlerin saldırıyı durdurmak için yeterli olmaması halinde meşru müdafaa hakkının
devam
edeceği
ve
mağdur
devletin
kendini
savunma
hakkından
mahrum
bırakılamayacağını ileri sürmektedir. 529
526
Aral, İngiltere’nin Falkland Adaları’nı geri almak için gerçekleştirdiği askerî harekâtın Konsey tarafından
kınanmadığına işaret ederek Güvenlik Konseyinin aldığı kararların etkili sonuçlar doğurması halinde
mağdur devletin meşru müdafaa hakkının sona ereceğini ileri sürmektedir. Bkz. ARAL, s. 48-49.
527
Bu görüşü savunan Chayes, Güvenlik Konseyi bir sorunu gündemine aldıktan sonra devletin meşru
müdafaa hakkı çerçevesinde kuvvet kullanamayacağını ileri sürmektedir. Chayes, meşru müdafaa hakkına
başvurulacak durumların zaman sınırlandırmasına tâbi olduğunu belirtmekte ve Konseyin uluslararası barış
ve güvenliği sağlamak için gerekli önlemleri alıncaya kadar söz konusu eylemlere başvurulabileceğine
işaret etmektedir. Chayes, Konsey harekete geçtikten sonra mağdur devletin meşru müdafaa hakkı
çerçevesinde kuvvet kullanmamasının 2/4 ve 51. madde ile amaçlanan hedefe ulaşmak ve tek taraflı kuvvet
kullanımını sınırlandırmak bakımından etkili olduğunu belirtmektedir. Bkz. CHAYES, Abram: “The Use of
Force in the Persian Gulf”, in Law and Force in the New International Order, Ed. by. Lori F. Damsrosch &
David J. Scheffer, Oxford, 1991, s. 5’den aktaran HALBERSTAM, Malvina: “The Right to Self-Defense
once the Security Council Takes Action”, Mich. J. Int’l L., Vol. 17, 1996, s. 231. Benzer şekilde Güvenlik
Konseyinin VII. Bölüm çerçevesinde bir kez harekete geçmesinin meşru müdafaa hakkına dayanarak
kuvvet kullanılmasına engel olduğunu ileri süren Franck, aksi bir durumun madde ile ulaşılmak istenen
amaca aykırı olacağını iddia etmektedir. Bkz. FRANCK, Thomas M. & PATEL, Faiza: “UN Police Action
in Lieu of War: The Old Order Changeth”, Am. J. Int’l L., Vol. 85, 1991, s. 63-65.
528
HALBERSTAM, s. 232.
529
MAXON, http://carlisle-www.army.mil/usawc/Parameters/1995/maxon.htm (12. 08. 2003).
Söz konusu görüşler arasında temel sorun Konseyin uluslararası barış ve
güvenliği devam ettirmek için gerekli önlemleri alıp almadığına kimin karar vereceğidir.
Bu durumda hem mağdur devlet hem de Güvenlik Konseyi, Konseyin aldığı tedbirlerin
etkililiği hususunu kendileri değerlendirecektir. Her iki tarafın vardığı sonuç farklıysa
mağdur devlet uygun gördüğü önlemleri almaya devam edecektir. Bu durumda mağdur
devletin Konsey tarafından saldırgan olarak nitelendirilmesi ihtimali söz konusudur. 530
Güvenlik Konseyinin yukarıda bahsedildiği gibi politik düşüncelerle hareket
etmesinin engellenerek uluslararası barış ve güvenliği koruma görevini yerine getirememesi
halinde meşru müdafaa hakkını kullandığını iddia eden devletin bu hakkı kullanmaya
devam edeceği söylenebilir. Konsey saldırgan tarafa yönelik ekonomik zorlama
önlemlerinin uygulanması kararı almış olmasının meşru müdafaa hakkını bertaraf
edemeyeceği 531 ve saldırıya uğrayan devlet meşru müdafaa hakkını Konsey uluslararası
barış ve güvenliği gerçekten tesis edene kadar muhafaza edeceği ileri sürülmüştür. 532
BM’ye üye olan devletlerin üye olmakla birlikte silahlı bir saldırı karşısında meşru
müdafaa hakkına başvurarak kendini savunma hakkından Güvenlik Konseyinin söz konusu
saldırı ile ilgili gerçekleştirdiği eylemlerin neler olduğuna veya bu eylemlerin başarılı olup
olmadığına bakmaksızın Konseyin bu konuda sadece harekete geçmesiyle vazgeçtiğine
inanmak zor gözükmektedir. Örneğin Kuveyt’in işgali olayında Güvenlik Konseyi eğer Irak
işgaline karşı kuvvet kullanılmasına izin vermekte başarısız olsaydı o zaman Kuveyt Irak’a
karşı kuvvet kullanmaktan alıkonulacaktı. 533 Güvenlik Konseyi 51. madde çerçevesinde
önlemler almasıyla birlikte Konseyin aldığı önlemlerin uluslararası barış ve güvenliği
sağlamada etkili olup olmadığına bakmaksızın 51. maddenin silahlı saldırıya uğrayan
devletin meşru müdafaa hakkını kullanmasına engel olacağı şeklinde yorumlanması söz
konusu hakkın temel yapısına ve tarihi bağlamına terstir. 534 Halberstam, 51.maddenin
530
MAXON, http://carlisle-www.army.mil/usawc/Parameters/1995/maxon.htm (12. 08. 2003).
Güvenlik Konseyi Kuveyt’in Irak tarafından işgali sonrasında Irak’a ekonomik yaptırımlar uygulanmasına
ilişkin karar almakla beraber 51. maddeyle uyumlu bir şekilde Kuveyt’in bireysel ve ortak doğal meşru
müdafaa hakkını da tanımıştır. Dolayısıyla Güvenlik Konseyi tarafından alınan ekonomik yaptırımlar
uygulanmasını öngören kararların meşru müdafaa hakkını sona erdirip erdirmediğine dair bir sorun söz
konusu olmamıştır.
532
DINSTEIN, s. 189.
533
HALBERSTAM, s. 237.
534
HALBERSTAM, s. 238.
531
Konsey uluslararası barış ve güvenliği sürdürmek için gerekli önlemleri alıncaya dek
şeklinde yorumlanması gerektiğini ileri sürmektedir.535 Yazar, BM’nin kuruluş aşamasında
yürütülen görüşmelerde Konseyin aldığı önlemlerin etkili olup olmadığına bakmaksızın
Konseyin sadece önlem almasıyla birlikte devletin meşru müdafaa hakkının ortadan
kalktığına dair bir bilgi olmadığını tam tersine Konsey uluslararası barış ve güvenliği tekrar
sağlamak için yeterli önlemleri alıncaya kadar devletin meşru müdafaa hakkını muhafaza
ettiğini gösterdiğini belirtmektedir. 536 Bu görüşmelerde bazı Amerikan devletleri Konseye
verilen yetkilerin oluşturulan bölgesel güvenlik sistemlerine zarar vereceği endişesini dile
getirmişlerdir. Bu devletlerin yanı sıra diğer bazı devletler de bölgesel ve diğer ortak
güvenlik sistemlerini muhafaza edebilmeyi istemişlerdir. Bu nedenle 51. maddeye Konsey
uluslararası barış ve güvenliği yeniden tesis etmek için yeterli ve etkili önlemleri alınana
kadar bölgesel veya ortak güvenlik teşkilatlarının kuvvet kullanma haklarının var olduğu
eklenmiştir. 537
III. SİLAHLI SALDIRI BOYUTUNA ULAŞMAYAN TERÖRİST EYLEMLER
KARŞISINDA ÖNLEYİCİ MEŞRU MÜDAFAA VE KARŞI ÖNLEMLERE
BAŞVURMA HAKKI
Terörist saldırılar da dahil olmak üzere kuvvet kullanma yasağını ihlâl etmekle
birlikte silahlı saldırı niteliği taşımayan kuvvet kullanma eylemleri karşısında mağdur
devletin ülkesi dışında kuvvet kullanımına başvurup başvuramayacağı gündeme
gelmektedir. Silahlı saldırı boyutuna ulaşmayan kuvvet kullanma eylemleri karşısında
devletin ülkesi dışında kuvvet kullanıp kullanamayacağı bir vur-kaç savaşı olan ve birikim
oranında etkili olan dolaylı kuvvet kullanma durumlarında, mağdur devlet için hayatî önem
taşıyan bir sorundur. Genellikle ülke dışından beslenen bu gibi faaliyetlerin ülke içinde
önlenmesi sorunun çözümü için yeterli olmayabilir. Bu nedenle terörist tehdide maruz
kalan devletin söz konusu tehditle tehdidin kaynağında savaşması gerekebilir. 538 Aksi bir
535
HALBERSTAM, s. 239.
HALBERSTAM, s. 240-241.
537
HALBERSTAM, s. 242.
538
TOLUNER, 2000, s. 367.
536
yorumun mağdur devleti terörizm karşısında savunmasız bırakacağı ifade edilmektedir. 539
Ancak silahlı saldırı oluşturmayan terörist eylemler uluslararası hukuka göre meşru
müdafaa hakkı çerçevesinde kuvvet kullanmayı içeren bir cevabı haklı kılmayacaktır.
Girişilecek bir askerî harekât, meşru sebep olmaksızın teröristlerin bulunduğu devletin ülke
bütünlüğünü ihlâl edecektir.
Silahlı saldırı boyutuna ulaşmayan kuvvet kullanma eylemlerine maruz kalan
devlet, söz konusu eylemin 39. madde kapsamında uluslararası barış ve güvenliğe yönelik
bir tehdit oluşturduğunu veya barışı bozduğunu belirterek saldırgan devlete karşı BM
Andlaşması’nın 41 ve 42. maddeleri kapsamında gerekli önlemlerin alınmasını Güvenlik
Konseyinden talep edebilir. Diğer taraftan mağdur devletin tek taraflı olarak kuvvet
kullanmasına imkân tanıdığı iddia edilen önleyici meşru müdafaa hakkı ile karşı önlemlere
başvurarak kuvvet kullanabileceği ileri sürülmüştür.
1. ÖNLEYİCİ MEŞRU MÜDAFAA
Önleyici meşru müdafaa hakkı fiilen gerçekleşmemiş ancak gerçekleşmesinin
yakın olduğuna inanılan bir saldırıyı engellemek amacıyla kuvvet kullanılmasıdır. Meşru
müdafaa hakkının geniş yorumuna dayanan ve Caroline Doktrini ile meşruiyet
kazandırılmaya çalışılan önleyici meşru müdafaa hakkına göre devletin hayatî önem taşıyan
ulusal çıkarlarına yönelik ağır sonuçlar doğurabilecek pek yakın saldırı tehdidine karşı,
barışçı çözüm yollarının işletilebilmesi ya da saldırıyı başka yollarla defetme imkânının
bulunmaması şartıyla, meşru müdafaa çerçevesinde kuvvet kullanılabilmesi mümkündür. 540
BM
Andlaşması’nı
hazırlayanlar
düzenli
ordu
birlikleri
tarafından
konvansiyonel silahlarla yürütülecek bir savaşı düşünerek hareket etmişlerdir. Ancak BM
Andlaşması sonrasında özellikle nükleer silahların üretilmeye ve kullanılmaya başlanması
539
BROWN, s. 47.
BOZKURT, s. 59. MALONE, s. 809. İngilizce’de anticipatory self defense şeklinde ifade edilen önleyici
meşru müdafaa hakkının zaman zaman preemptive self defense şeklinde kullanıldığı da görülmektedir.
Sapiro’nun da belirttiği gibi her iki kavram da aynı anlamda kullanılmakta olup aralarında bir farklılık
yoktur. Bkz. SAPIRO, Mariam: “Iraq: The Shifting Sands of Preemptive Self-Defense”, Am. J. Int’l L.,
Vol. 97, No. 3, 2003, s. 600.
540
karşısında 51. maddede açıkça silahlı saldırı şartı yer almasına rağmen önleyici meşru
müdafaa hakkının varlığı ve meşruiyeti sorunu tekrar gündeme gelmiştir. Uluslararası
Adalet Divanının Korfu Boğazı Davası’nda, İngiliz savaş gemilerinin Arnavutluk
karasularından kıyıdan ateş açıldığı takdirde karşılık vermeye hazır bir şekilde geçmiş
olmasını uluslararası hukuka aykırı bulmaması doktrinde önleyici meşru müdafaa hakkının
BM sisteminde saklı tutulduğunu gösteren bir delil olarak ileri sürülmektedir. 541
Caroline Doktrini ile kabul edildiği ileri sürülen önleyici meşru müdafaa hakkı
ile ilgili örf ve âdet hukuku kuralının BM Andlaşması 2/4 ve 51. maddeleri ile ortadan
kalkıp kalkmadığı hususunda doktrin ikiye bölünmüş durumdadır. Kimi yazarlar devletin
ülkesini, vatandaşlarının hayatlarını ve mülkiyet haklarını korumak üzere gerçekleştirilen
önleyici nitelikteki eylemlerin diğer devletin ülke bütünlüğü veya siyasî bağımsızlığına
yönelik kuvvet kullanma tehdidi içermediği ve BM’nin uluslararası barış ve güvenliğin
devam ettirilmesine yönelik amaçlarına da bir aykırılık oluşturmadığını belirterek 51.
madde kapsamında bu tür eylemlere başvurmanın meşru olduğunu ileri sürmektedir. 542
Diğer taraftan bazı yazarlar da 51. maddenin önleyici meşru müdafaa hakkını yasakladığı
görüşündedir. 543 Uluslararası hukukta önleyici meşru müdafaa hakkına izin verilip
verilmediğine ilişkin tartışmalar hâlen devam etmektedir. 544
Gayri nizamî yapısı ve eylem yöntemleri dikkate alınarak nerede ve ne zaman
gerçekleştirileceği bilinmeyen uluslararası nitelikteki terörist saldırıların yakın bir saldırı
niteliğinde olduğu belirtilerek önleyici meşru müdafaa hakkına başvurulabileceği ileri
sürülmektedir. Örneğin terörist örgütün daha önceden çeşitli saldırılarda bulunması ya da
açık veya zımnî bir şekilde bu tür bir niyetinin olduğunu açıklaması halinde muhtemel
herhangi bir saldırının yakın bir tehlike oluşturduğu kabul edilecektir. Devam eden terörist
541
TOLUNER, 2003, s. 246.
BOWETT, Derek W.: Self-Defense in International Law, New York, Praeger, 1958, s. 185-186;
SOFAER, s. 89; SCHACHTER, 1991, s. 150-155; MCDOUGAL, Myres: “The Soviet-Cuban Quarantine
and Self-Defense”, Am. J. Int’l L., Vol. 57, 1963, s. 597-604; TRAVALIO & ALTENBURG, s. 114.
543
BROWNLIE, 1963, s. 278; HENKIN, Louis: How Nations Behave: Law and Foreign Policy, 1979, s.
295 ve JESSUP, Philip C.: A Modern Law of Nations, 1952, s. 165-166’dan aktaran GLENNON, s. 546547.
544
ALEXANDROV, s. 296; RANDELZHOFER, s. 675-676; WALKER, George K.: “Anticipatory
Collective Self-Defense in the Charter Era: What the Treaties Have Said”, Cornell Int’l L. J., Vol. 31, 1998,
s. 321-376.
542
saldırıların aynı zamanda bu saldırıların gerçekleştirilebilmesi için bir kapasitenin varlığını
gösterdiği belirtilerek söz konusu kapasitenin yeniden kullanılmasına izin verilmeden
ortadan kaldırılması için meşru müdafaa hakkına dayanarak kuvvet kullanılabileceği ifade
edilmektedir. 545
Bu yaklaşım doktrinde de destek bulmuştur. Örneğin Sofaer, terörist saldırıları
önlemek için savunma amaçlı önlemlere başvurulabileceğini belirterek devletin terörist
grubun kendisine karşı zamanı ve yeri bilinmeyen bir saldırı planladığından şüphelenmesi
halinde bu gruba ve bunları himaye eden devletlere karşı kuvvet kullanmasının meşru
olduğunu ileri sürmektedir. 546 Hukuk kurallarının mağdur devletlerin hukuka aykırı
saldırıları önlemek için gerekli olduğunu düşündükleri önlemleri uygulamaktan alıkoyacak
bir şekilde yorumlanmaması gerektiğini ifade eden yazar, 51. maddenin, terörist saldırıların
gerçekleştirileceğine dair kuvvetli bir ihtimal olması halinde muhtemel saldırıları
önleyebilmek için kuvvet kullanılmasına izin verecek bir şekilde yorumlanması gerektiğini
savunmaktadır. 547 Biggio da benzer şekilde meşru müdafaa hakkının teröristlere karşı
önleyici saldırılara imkân verecek bir şekilde genişletilmesi gerektiği görüşündedir. Yazar,
önleyici meşru müdafaa hakkına dayanılarak gerçekleştirilen harekâtların teröristlere
güvenli bir barınağa sahip olmadıkları ve gerçekleştirdikleri veya gerçekleştirmeyi
planladıkları eylemlerden dolayı sorumlu tutulacakları mesajı vereceklerine dikkat
çekmektedir. 548 Ayouty ise, 51. maddenin açık bir şekilde bahsetmemesine rağmen
terörizme karşı önleyici meşru müdafaa kapsamında önleyici saldırıları zaten içerdiğini
iddia etmektedir. 549 Coll da benzer şekilde meşru müdafaa hakkının devleti ve devletin
vatandaşlarını nizamî veya gayri nizamî bütün silahlı saldırılardan korumaya yönelik
545
LIWITT M. G.: “Intervention to Combat Terrorism and Drug Trafficking”, in Law and Force in the New
International Order, Ed. by. Lori F. Damsrosch & David J. Scheffer, Oxford, 1991, s. 226-227’den aktaran
BAŞEREN, 1998, s. 166.
546
SOFAER, s. 99.
547
SOFAER, s. 95-98.
548
Ladin ve arkadaşlarının ABD’ye karşı düşmanca hareketler gerçekleştirdiklerini belirten Biggio bu tür
eylemlerin devam edeceğine yönelik tehditlerin devam eden tehdit niteliği taşıdığını belirterek bu durum
karşısında ABD’nin kendisini savunabileceğini ileri sürmektedir. Bkz. BIGGIO, s. 32-36.
549
EL-AYOUTY, Yasin: “International Terrorism under the Law”, ILSA J. Int’l & Comp. L., Vol. 5, 1999,
s. 492.
önlemleri içerdiğini belirterek söz konusu hakkın günümüz teknolojisinin ulaştığı seviye
karşısında daha geniş yorumlanması gerekliliğini vurgulamaktadır. 550
Uygulamada özellikle ABD ve İsrail terörizme karşı önleyici meşru müdafaa
hakkının uygulanabilirliğini savunmaktadır. ABD ve İsrail gerçekleştirdikleri 1985 Tunus
saldırısı, 1986 Libya saldırısı, 1998 Sudan ve Afganistan saldırılarını önleyici meşru
müdafaa hakkı olarak nitelendirmişlerdir.
Terörizm karşısında önleyici meşru müdafaa hakkına başvurulmasını savunan
bu görüşler ele alındığında meşru müdafaa hakkının ne zaman gerçekleşeceği bilinmeyen
bir saldırıya karşı kullanılmasının haklı bir meşru müdafaa uygulaması değil, saldırı
görünümünde olduğu gerçeği karşımıza çıkar. Önleyici meşru müdafaa hakkı terörizmle
mücadele kapsamında uygun bir hukukî çerçeve sunmamaktadır. Öncelikle BM
Anlaşması’nda önleyici meşru müdafaa hakkında herhangi bir hüküm yer almamaktadır.
Meşru müdafaa hakkı doğal bir hak olmakla birlikte BM Andlaşması’nda ifade edilen
sınırlandırmalara tâbidir, diğer bir ifadeyle meşru müdafaa hakkı ancak silahlı bir saldırı
karşısında söz konusu olabilir. BM Andlaşması meşru müdafaa hakkını silahlı saldırı
kapsamına girmeyen düşmanca davranışlar veya beklenen bir saldırıdan farklı olarak silahlı
saldırı durumuyla sınırlandırmıştır. Ayrıca meşru müdafaa bağlamında alınan önlemlerin
gereklilik ve orantılılık şartlarına uyması zorunludur. Önleyici meşru müdafaa hakkının bir
zayıf noktası da buradadır. 551 Orantılılık ilkesi meşru müdafaa hakkının bu hakka yol açan
saldırı ile orantılı olması ve saldırıdan önceki durumun korunması veya yeniden
kurulmasıyla sınırlı olunmasını öngörmektedir. Bu şekilde anlaşılınca, her türlü ilk kuvvete
başvurma eylemi 51. maddeye aykırıdır. Çünkü hiçbir kuvvet kullanma eylemi, kuvvet
kullanma hazırlığı ile orantılı olamaz. Bu durumda karşı tarafın kuvvet kullanmak için
hazırlık yaptığı gerekçesiyle ondan önce kuvvet kullanmayı ifade eden önleyici meşru
müdafaa hakkı 51. madde kapsamına girmez. 552 Silahlı saldırının savunma amaçlı kuvvet
kullanma imkânı veren durumlardan biri olduğunu ileri sürmek maddenin açık ifadesini
550
COLL, s. 307.
CAMPBELL, s. 1084.
552
BROWNLIE, Ian: “The Principle of Non-Use of Force in Contemporary International Law”, in The NonUse of Force in International Law, Ed. by. W. E. Butler, Dordrecht, 1989, s. 20’den aktaran KESKİN, s.
51.
551
etkisiz hale getirmektedir. Planlama, örgütleme ve lojistik hazırlık safhalarının da silahlı
saldırının bir parçası olduğu ileri sürülmektedir. Bu durumda silahlı saldırı bomba veya
mermilerle değil fiili saldırıdan aylar önce kağıt ve kalemle başlayacaktır. 51. maddeden
böyle bir netice çıkarmak mümkün değildir. 553 Devletin başka bir devlete karşı sadece bu
devletin ülkesinde faaliyetlerini devam ettiren terörist grubun kendisine karşı saldırı
hazırlığı yaptığı gerekçesiyle önleyici meşru müdafaa hakkını ileri sürerek saldırması
kuvvet kullanma yasağını ihlâl edecektir. 554
Nikaragua Davası’nda ABD’nin, Nikaragua’ya yönelik müdahalesinin El
Salvador’la birlikte doğan ortak meşru müdafaa hakkına dayandığı iddiasını değerlendiren
Uluslararası Adalet Divanı, iddia edildiği gibi Nikaragua’nın El Salvador’daki isyancılara
yardım ettiği kabul edilse dahi bunun silahlı saldırı niteliğinde olmadığına hükmetmiştir.
Divan ayrıca El Salvador’un meşru müdafaa hakkını kullandığına dair Güvenlik Konseyine
bir rapor vermediğine ve ABD’ye de ortak meşru müdafaa hakkını kullanması için davette
bulunmadığına dikkat çekmiştir. 555 Bu durumda silahlı saldırı boyutuna ulaşmayan bir
kuvvet kullanma tehdidi altındaki devlet, meşru müdafaa hakkı dışındaki daha düşük
dereceli önlemlere başvurmak veya daha fazlasını yapabilmek için Güvenlik Konseyinin
onayına başvurmak zorundadır. 556 Divanın kararından da anlaşıldığı gibi eğer bir durum
barışı tehdit ediyorsa en uygun çözüm, sorunun Konseye sunulması veya diplomatik çözüm
yollarına başvurulmasıdır. BM Güvenlik Konseyinin İsrail’in Osirak Nükleer Santrali’ne
karşı gerçekleştirdiği saldırıyı kınayan kararı önleyici meşru müdafaa hakkının hukuken
kabul edilebilir olmadığı görüşünü güçlendirmektedir. 557
11 Eylül saldırıları sonrasında önleyici meşru müdafaa hakkının da ötesine
geçilerek “önleyici saldırı doktrini” (doctrine of preventive war) adı altında devletin
teröristlere yönelik önemli sayılabilecek nitelikte bir destek vermesi halinde, destekleyen
devlete karşı kuvvet kullanımına başvurulabileceği ileri sürülmeye başlanmıştır. “Bush
Doktrini” olarak da isimlendirilen bu yeni güvenlik anlayışının temellerini 11 Eylül
553
GLENNON, s. 547.
LOBEL, 1999, s. 542.
555
Par. 194-195, 233.
556
O’CONNELL, http://www.asil.org/taskforce/oconnell.pdf (22. 04. 2004).
557
S.C. Res. 487, U.N. SCOR, 36th Sess., U.N. Doc. S/INF 37 (1981).
554
saldırıları sonrasında gelişen süreçte bulmak mümkündür. Bush, 1 Haziran 2002’de West
Point’te yaptığı konuşmada, haydut devletlerin ve teröristlerin amaçları göz önüne
alındığında, ABD’nin artık geçmişte olduğu gibi tepkisel bir tutuma güvenemeyeceğini,
muhtemel saldırganı caydırmadaki başarısızlık, günümüz tehditlerinin aciliyeti ve saldırıda
kullanılan silahların vereceği zararın büyüklüğünün düşman saldırısının gerçekleşmesinin
beklenmesi seçeneğini ortadan kaldırdığını ifade etmiştir. Uluslararası hukukun öteden beri
vukuu muhakkak bir silahlı saldırı tehdidine karşı önleyici meşru müdafaa hakkını
tanıdığını ileri süren Bush, yapılması gerekenin “vukuu muhakkak tehdit” kavramını terör
eylemlerine ve kolayca saklanan, gizlice ulaştırılan ve uyarı olmaksızın kullanılabilen kitle
imha silahlarına güvenen haydut devletler ve teröristler göz önünde bulundurularak yeniden
yorumlamak olduğunu belirtmiştir. 558
ABD Başkanı Bush’un 20 Eylül 2002 tarihinde ortaya attığı Ulusal Güvenlik
Stratejisi’nde ise, ABD’nin küresel uzantıları olan teröristlere karşı savaştığı ve düşmanın,
politik bir rejim, ideoloji veya din olmayıp masum kişilere karşı yürütülen önceden
tasarlanmış siyasî amaçlı şiddet anlamında terörizm olduğu; teröristler ve bilerek bunları
barındıranlar veya yardım edenler arasında bir ayrım yapılmayacağı ve bunlar arasından da
özellikle kitle imha silahlarını edinmeye veya kullanmaya çalışanların hedef alınacağı;
ABD’nin, vatandaşlarını ve çıkarlarını ülke içinde veya dışında korumak için, tehdidi teşhis
ederek imha yoluna gideceği; teröristlerin ülkeye ve halka zarar vermelerinin önlenebilmesi
için gerekli olduğunda tek başına hareket etmekte tereddüt etmeksizin teröristlerden önce
hareket edileceği ifade edilmiştir. 559 Bush, terörle savaşın El Kaide ile başladığını ancak
558
Bush’un konuşmasının metni için bkz. http://www.whitehouse.gov/news/releases/2002/06/200206013.html (24. 03. 2003).
559
ABD Başkanı Bush’un 20 Eylül 2002 tarihinde ortaya attığı Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde belirtilen dört
temel unsur tartışmalara yol açmıştır: İlk olarak, Ulusal Güvenlik Stratejisinde düşman devletlere ve kitle
imha silahlarına sahip olmak isteyen teröristlere karşı müdahalede bulunulacağı açıklanmıştır. İkinci olarak,
stratejik anlamda Amerika kendi askerî gücüne başka herhangi bir yabancı güç tarafından rekabet
yapılamayacağı belirtilmiştir. Üçüncü olarak, ABD stratejisine göre çok taraflı uluslararası işbirliğine taraf
olunmakla beraber kendi güvenliği ve ulusal çıkarlarını korumak için tek taraflı hareket etmekte tereddüt
etmeyeceğini açıklamıştır. Amerika’nın dördüncü stratejisinin amacı özellikle Müslüman ülkeler başta
olmak üzere demokrasi ve insan haklarını dünyaya yaymaktır. Bkz. KÖNİ, Hasan: “Amerikan Ulusal
Güvenlik Stratejisi”, Stratejik Analiz, S. 38, C. 4, 2003, s. 81-83. Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin metni için
bkz. http://www.whitehouse.gov/nsc/nss.pdf (24. 03. 2004).
bütün küresel terör örgütleri mağlup edilene kadar devam edeceğini açıklayarak savaşın ne
kadar uzun süreceğine işaret etmiştir. 560
Bush Doktrini çerçevesinde önleyici saldırı doktrinini haklı görenler, geleneksel
caydırıcılığın
terörizme
karşı
yapılan
mücadelede
başarı
sağlamadığına
dikkat
çekmektedirler. Terörist tehdit aniden ve farkına varılmaksızın gerçekleşmekte ve
teröristler de gerçekleştirdikleri eylemler sonrasında mağdur devletin kendilerine cevap
vermesinden korkmamaktadırlar. Örneğin El Kaide Örgütü 11 Eylül saldırılarında
Amerika’ya yönelik açık bir tehdit oluşturmuş ve fırsat bulduklarında sayısız sivili kolayca
öldürebileceğini göstermiştir. Bu durum karşısında önleyici saldırı doktrini terörizme karşı
kullanışlı yeni bir stratejik çözüm sunmaktadır. 561
Görüldüğü gibi Bush Doktrini saldırı kavramını, kuvvet kullanma yasağının
ihlâlini oluşturacak durumlardan da geniş tanımlamakta ve adı konmamış çıkarların zarar
görmesi ihtimaline karşı süresiz bir meşru müdafaa durumunun varlığını savunmaktadır. 562
ABD’ye göre silahlı saldırının gerçekleşmesini beklemek günümüz şartlarının gereklerine
uygun bir yaklaşım değildir. Kendisine karşı ortaya çıkacak tehditleri tamamen gelişmeden
vurmayı hedefleyen ABD’nin terörizm tehdidini kendi hareket serbestisini genişletmek için
kullanmaya çalıştığı görülmektedir. Bush Doktrini çerçevesinde hareket edildiği takdirde
teröristlerin saldırıda bulunacakları varsayımı ile bunları barındıran devletin ülkesinde
gerçekleştirilen meşru müdafaa esasına dayalı bir kuvvet kullanma eylemi haklı kabul
edilebilecektir.
Uluslararası alanda keyfiliğe yol açabilecek Bush Doktrini, diğer devletleri
başka devletlere saldırma konusunda serbest bırakmakta, yeri ve zamanı belirsiz bir tehdide
karşı kuvvet kullanılmasını öngörmektedir. Bir diğerine saldıran devlet belli bir tehdidi
önlemek için müdahale ettiği bahanesine sığınarak eylemini meşrulaştırabilecektir. Söz
konusu yaklaşımın stratejik açıdan kabul edilebilir olduğu ileri sürülse dahi uluslararası
hukukta öngörülen kuvvet kullanma sistemi bakımından kabul edilebilir olması söz konusu
560
Address to a Joint Session of Congress and the American People
http://www.whitehouse.gov/news/releases/2001/09/20010920-2.html (28. 03. 2003).
561
KÖNI, s. 182.
562
TOLUNER, 2003, s. 261.
değildir. Kaldı ki uluslararası hukukta önleyici meşru müdafaa hakkının kabul gördüğü
söylenememektedir. Kısaca Bush Doktrini egemen bağımsız devletler de dahil olmak üzere
tüm uluslararası toplumun ABD’nin anlayışına göre hareket etmesini istemekte ve aksi
takdirde kuvvet kullanma tehdidinde bulunmaktadır. Bu şekilde tek taraflı müdahaleleri
öngördüğü sürece BM sistemine uygunluk taşıması mümkün gözükmeyen Bush Doktrini
ayrıca BM sisteminin temel ilkelerinden birisini teşkil eden devletlerin egemen eşitliği
ilkesine de aykırıdır. Söz konusu doktrin örneğin Fransa, İsrail, Hindistan gibi birtakım
devletlere güvenlikleri için uygun gördükleri her tür davranışta bulunma hakkını tanırken
İran gibi bazı devletlere bu hakkı tanımamaktadır.
2. KARŞI ÖNLEMLERE BAŞVURMA HAKKI
Kuvvet kullanma yasağını ihlâl etmekle beraber silahlı saldırı seviyesine
varmayan doğrudan veya dolaylı kuvvet kullanma eyleminin gerçekleşmesi halinde, kuvvet
kullanılmasını içeren karşı tedbirlerin uygulanması gündeme gelir. Bu durumda silahlı
saldırı boyutuna ulaşmayan ve Güvenlik Konseyi tarafından uluslararası barış ve güvenliği
tehdit eden eylem şeklinde nitelendirilmeyen terörist saldırı karşısında mağdur devlet
kuvvet kullanılmasını içeren karşı tedbirlere başvurabilecektir. 563
Karşı önlemler Nikaragua Davası’nda da gündeme gelmiş ve Uluslararası
Adalet Divanı silahlı saldırı boyutuna ulaşmayan kuvvet kullanma eylemlerine maruz kalan
devletin, orantılı karşı önlemlere başvurabileceğini ifade etmiştir. Divan, Nikaragua’nın El
Salvador’da yönetime karşı mücadele veren FMLN üyelerine verdiği destek nedeniyle
Kontralara yardımda bulunduğunu iddia etmesi üzerine isyancılara yönelik lojistik destek
ve diğer yardımların silahlı saldırı oluşturmadığına karar vermiştir. Bu tür yardımların
meşru müdafaa hakkına başvurmayı haklı kılmadığına karar veren Divan, Nikaragua’nın El
Salvador’daki isyancılara yönelik yardımlarının El Salvador’a karşı saldırı boyutuna
ulaştığı görüşünü kabul etmemiş ve ABD’nin başvurduğu tedbirlerin hukuka aykırı
olduğuna hükmetmiştir. Bununla birlikte bu tür bir durumla karşı karşıya olan devletleri
tamamen
563
savunmasız
bırakmamış
mağdur
BAŞEREN, 2003, (a), s. 56; BROWN, s. 44.
devletin
orantılı
karşı
önlemlerde
bulunabileceğine karar vermiştir. 564 Buna göre devletler yoğunluk olarak silahlı saldırı
boyutuna ulaşmayan bu tür bir kuvvet kullanma durumunda orantılı karşı önlemlere
başvurulabilecektir.
Divan, silahlı saldırı boyutuna ulaşmayan doğrudan ya da dolaylı kuvvet
kullanımına maruz kalan devletin kuvvet kullanılmasını içeren karşı tedbirlere
başvurabileceğini söylemekle beraber karşı tedbirlerin sınırını dolayısıyla kuvvet
kullanılmasını içeren karşı tedbirlerin 2/4. maddeyi ne zaman ihlâl edeceğini
belirlememiştir. Başeren, bu sınırın iki noktada çizileceğini belirtmiştir. Buna göre, karşı
tedbirlere başvuran devlet bu tedbirleri kendi ülkesi içinde uygulayabilir. Dolayısıyla meşru
müdafaa hakkına nazaran daha sınırlı bir uygulama alanına sahiptir. Karşı önlemlerin
devletin ülkesiyle sınırlı kaldığı için BM Andlaşması’nda meşru müdafaa yanında kuvvet
kullanma yasağının bir istisnası olarak yer almadığını belirten Başeren, bu önlemlerin
genellikle silahlı bir ayaklanmanın bastırılması veya başka bir devletin saldırgan eyleminin
kuvvet kullanılarak önlenmesi şeklinde uygulandığını belirtmektedir. İkinci olarak meşru
müdafaa hakkının aksine bu tedbirlere ortak bir şekilde başvurulamayacaktır. 565
Karşı önlemlerin devletin ülkesiyle sınırlı olmadığı kabul edildiği takdirde
devletler silahlı saldırı niteliğinde olmadığı için meşru müdafaa hakkına neden olmayan
saldırgan her eylem karşısında orantılı karşı önlemlere başvurarak ülke dışında kuvvet
kullanımına başvurabilecektir. Bu durumun Birleşmiş Milletler Andlaşmasında öngörülen
564
Divanın ilgili kararı şu şekildedir: “Nikaragua’nın işlemekle itham edildiği fiiller, müsbit ve bu devlete
kabil-i isnat kabul edilseler bile, ancak bu fiillerin mağduru olan devletler, yani El Salvador, Kostarika ve
Honduras tarafından alınan mümasil karşı tedbirleri haklı gösterebilir. Üçüncü bir devlet, yani ABD
tarafından alınan karşı tedbirleri haklı kılmaz, özellikle kuvvet kullanımını içeren müdahaleyi haklı
göstermez.” Par. 249.
565
BAŞEREN, 2003, (b), s. 147. Buna karşılık doktrinde farklı görüşler de ileri sürülmüştür. Özellikle karşı
önlemlerin devletin ülkesiyle sınırlı olması nedeniyle etkinliği tartışma konusu olmuştur. Örneğin kuvvet
kullanma yasağının uluslararası ilişkilerde geçerli bir yasak olduğu ve devletin kendi ülkesinde kuvvet
kullanmasını yasaklanmadığına dikkat çeken Toluner, Divanın devletin ülkesiyle sınırlandırılmış bir hakkı
neden ayrıca belirttiğinin anlaşılamadığını belirtmektedir. Uygulama alanı ülke sınırlarını aşmayan bu
hakkın, hangi ölçüde etkin bir karşı koyma imkânı kazandıracağını da soran Toluner, Divanın verdiği bu
kararın acele verilmiş bir karar olduğu ve soruna çözüm getirmekten çok hukukî bir kargaşaya neden olduğu
yorumunda bulunmuştur. Çünkü bu yorum altında ya kuvvet kullanma yasağının kapsamı dar yorumlanarak
günümüz hukukunda meşru müdafaa hakkı dışında devletlere müsaade edilmiş bir orantılı karşı önlemler
alma hakkı yaratılmış olacaktır, ya da silahlı saldırı niteliği taşımayan kuvvet kullanma ve karışma
eylemlerine hedef olan devletlerin silahlı kuvvetleriyle ülke dışında girişecekleri bir askerî harekât meşru
müdafaa esası altında hukuka uygunluk kazanmayacağına göre, ülke dışında alınması gerekli orantılı karşı
önlemlerin terör eylemleriyle gerçekleştirilmesi yolu açık bırakılmış olacaktır. Bkz. TOLUNER, 2000, s.
368-369.
kuvvet kullanma sistemine uygun olmadığı açıktır. Nitekim devletlerin uygulamaları da
karşı tedbirlere genel itibarıyla doğrudan ya da dolaylı hukuka aykırı kuvvet kullanımına
maruz kalan devletlerin kendi sınırları içinde başvurması gerektiğini göstermektedir.
Dolaylı olarak kullanılan kuvvete maruz kalan devletlerin düzensiz birliklerle mücadele
ettiği hallerde, kuvvet kullanılmasını içeren karşı tedbirlerin bazen planlanarak, bazen de
istemeden sınırları aştığı olmaktadır. İsrail, Güney Afrika, Cumhuriyeti ve Güney Rodezya
gibi devletler sınırlarını aşan faaliyetlerini meşru müdafaa hakkına dayandırmakla beraber,
ülkelerinin sınırlarını aşan daha geniş bir hak iddia etmektedirler. Söz konusu devletlerin
sık sık sınır ötesi çatışmalara girmesinin, kuvvet kullanılmasını içeren karşı tedbirlerin ülke
dışına taşmasına imkân verecek bir örf ve âdet hukuku kuralı oluşturmaktan uzak olduğu
söylenebilir. 566. Güvenlik Konseyi, söz konusu devletlerin bu faaliyetlerini meşru müdafaa
esasında savunmalarını da reddederek kınamıştır.
Diğer devletlerden gelen silahlı saldırıyı savuşturmaktan ziyade, düzenin içerde
korunmasına yönelik olan ve devletin egemenlik hakkına dayanan kuvvet kullanılmasını
içeren karşı önlemleri, polisiye tedbirler şeklinde değerlendirmemek gerekir. Karşı
tedbirlerin mağdur devlete basit polis tedbirlerinin amaçları ve boyutları dışında askerî
kuvvet kullanma imkânı verdiğine işaret eden Başeren, söz konusu tedbirlerin başvuran
devletin ülkesiyle sınırlı kaldığı için fonksiyonsuz ve anlamsız olduğunu düşünmenin
yanlış olduğunu belirtmektedir. 567
Karşı önlemler hakkında Macaristan ile Çekoslovakya arasındaki GabcikovoNagymaros Davası da önemli katkılar sağlamıştır. 568 Dava konusu uyuşmazlık Macaristan
ile Çekoslovakya arasında Tuna Nehri ile ilgili olarak yürütülen ancak tarafların
anlaşamaması üzerine başarısız olan ortak bir projeden kaynaklanmıştır. Macaristan’ın tek
taraflı olarak ortak projeyi düzenleyen sözleşmeyi feshetmesine Çekoslovakya suyu nehrin
kendi tarafında keserek cevap vermiştir. Bu durum karşısında Macaristan nehirden eşit bir
şekilde faydalanamamış ve uyuşmazlık Uluslararası Adalet Divanına sunulmuştur. Divan
566
BAŞEREN, 2003, (b), s. 148.
BAŞEREN, 2003, (b), s. 147.
568
Gabcikovo-Nagymaros Project (Hungaria v. Slovakia), Sep. 25, 1997 (Judgment), 1997 I.C.J. Reports
(1997). s. 7.
567
karşı önlemleri uluslararası hukuk bağlamında izin verilebilir bulmasına rağmen
Çekoslovakya’nın nehrin sularını kesmesinin Macaristan’ın uluslararası hukuka aykırı
eylemi karşısında orantısız bir eylem olduğu gerekçesiyle hukuken kabul edilebilir bir karşı
önlem olmadığına karar vermiştir. 569 Divan, hukuken kabul edilebilir bir karşı önlemin
şartlarını şu şekilde saymıştır:
a) Karşı önlem diğer bir devletin daha önceden gerçekleştirdiği uluslararası
hukuka aykırı eylemine bir cevap mahiyetinde gerçekleştirilmeli ve doğrudan bu devlete
yöneltilmelidir. 570
b) Mağdur devlet hukuka aykırı eylemi gerçekleştiren devletin bu haksız eyleme
son vermesini veya bu eylemi tazmin etmesini talep etmelidir. 571
c) Karşı önlem hukuka aykırı eylemle orantılı olmak zorundadır. 572
d) Karşı önlem hukuka aykırı eylemi gerçekleştiren devletin uluslararası
hukukun öngördüğü yükümlülüklerini yerine getirmesini sağlamaya yönelik olmalıdır. 573
IV. TERÖRİZME KARŞI BİRLEŞMİŞ MİLLETLER KARARI İLE KUVVET
KULLANMA
Terörizme karşı uygulanabilecek diğer bir yol, BM Andlaşması’nda öngörülen
ortak güvenlik sistemini kullanmaktır. Uluslararası terörizmin neden olduğu tehdidin
önlenebilmesine yönelik çabaların gerçekleştirilebilmesi için BM oldukça elverişli bir
zemin sunmaktadır. BM Andlaşması’nın “Barışın Tehdidi, Bozulması ve Saldırı
Durumunda Yapılacak Hareket” başlığını taşıyan VII. Bölümü uluslararası barış ve
güvenliğin korunması amacıyla, BM’nin alacağı önlemleri ve söz konusu önlemlerin
569
Davanın görülmesi esansında Çekoslovakya’nın Çek Cumhuriyeti ve Slovakya adında iki devlete
ayrılması karşısında Slovakya halef devlet sıfatıyla Çekoslovakya’nın yerini almıştır.
570
Par. 83.
571
Par. 84.
572
Par. 85.
573
Par. 87. Brown, kararda ayrıca karşı önlemin geri alınabilir nitelikte olmasının öngörüldüğünü ancak bu
hükmün kuvvet kullanımını içermeyen hukuka aykırı uluslararası bir eylem karşısında barışçı karşı önlem
bağlamında verildiğine dikkat çekerek geri alınabilme şartının kuvvet kullanmayı içeren hukuka aykırı
uluslararası bir eylem karşısında söz konusu olmayacağını ima etmektedir. Bkz. BROWN, s. 46, dn. 239.
uygulanmasını öngören ortak güvenlik sistemini düzenlemektedir. Bu bağlamda barışın
tehdit edildiği, bozulduğu veya bir saldırı eyleminin gerçekleştiğini tespit etme yetkisi ve
bu tespitin ardından tavsiyelerde bulunma veya zorlayıcı önlemler alma konusunda
Güvenlik Konseyi yetkilidir. 574
VII. Bölümde yer alan 39. madde ile kuvvet kullanma konusunda karar alma
noktasında Güvenlik Konseyine 51. maddeden daha geniş bir yetki verilmektedir. 39.
maddeye göre uluslararası barış ve güvenliğin korunmasından başlıca sorumlu organ olan
Güvenlik Konseyi barışın tehdit edildiği, bozulduğu veya bir saldırı eyleminin
gerçekleştiğini tespit etmesi halinde uluslararası barış ve güvenliğin korunması veya
yeniden kurulması için tavsiyelerde bulunur ya da 41 ve 42. maddeler uyarınca hangi
tedbirlerin alınacağını kararlaştırır. 575 41. madde, Konseyin kuvvet kullanılmasını
içermeyen ne gibi tedbirler alınması gerektiğini kararlaştırabileceğini ve üye devletleri
alınan tedbirleri uygulamaya çağırabileceğini düzenlemektedir. 576 42. madde ise, Konseyin
41. madde kapsamında aldığı tedbirlerin uygun olmadığı veya olmayacağı kanaatine
ulaşması halinde uluslararası barış ve güvenliğin korunması veya yeniden tesisi için hava,
deniz ve kara kuvvetleri aracılığıyla gerekli gördüğü her türlü girişimde bulunabileceğini
öngörmektedir. Bu durumda Konsey eylem veya olay silahlı saldırı boyutuna ulaşmasa dahi
uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit oluşturduğuna karar vererek 42. madde
kapsamında kuvvet kullanılmasına yetki verebilir. BM’nin kendi askerî kuvveti
olmadığından alınan kararların üye devletler tarafından uygulanması öngörülmüştür. 577
574
BM Andlaşması’nın 39. maddesinde “…barışın tehdit edildiği … bozulduğu…” ifadeleri yer almaktadır.
Ancak Andlaşmada nelerin barışı bozduğu veya tehdit ettiği konusunda herhangi bir açıklık yoktur. BM
Andlaşması’nın hazırlanması sürecinde hangi durumların barışı tehdit ettiği, bozduğu veya saldırı eylemi
oluşturduğu hususunda bir karara varılamamış ve bu konularda karar verme yetkisinin Güvenlik Konseyine
ait olduğu belirtilmiştir.
575
Güvenlik Konseyinin 39. maddeye göre alacağı tavsiye kararlarının bağlayıcı olmamasına karşılık 41 ve
42. maddeler kapsamında zorlayıcı tedbirlerin alınmasına yönelik kararları bağlayıcı niteliktedir.
576
41. madde Güvenlik Konseyine, askerî olmayan, tahdidi şekilde sayılmayan herhangi bir tedbire
başvurabilme yetkisini vermektedir. Konsey 41. maddeye dayanarak, tamamen veya kısmen ekonomik
ilişkilerin kesilmesi; demiryolu, deniz, hava, posta, telgraf, radyo ve her türlü diğer iletişim araçlarının
tamamen veya kısmen kesilmesi; diplomatik ilişkilerin kesilmesi gibi çeşitli tedbirlerin alınmasına karar
verebilir. Bkz. BOZKURT, s. 40.
577
43. maddede bu amaçla Güvenlik Konseyi ile üye devletler arasında yapılacak özel anlaşmalarla bir özel
askerî kuvvet oluşturulması öngörülmüştür. Ancak bu anlaşmalar yapılamamış ve bu nedenle konsey
kararıyla bir devlete karşı zorlama önlemi niteliğinde kuvvet kullanılması Andlaşmada öngörülen sistemden
BM Andlaşması’nda meşru müdafaa hakkı hariç kuvvet kullanabilmek için
Güvenlik Konseyinin karar alması BM’nin amaçları ile uyumlu olduğu gibi uluslararası
toplumun barış ve istikrarı için de gereklidir. Konseyin kuvvet kullanımına dair yapacak
olduğu yetkilendirmenin açık bir yetkilendirme olması gerekir. Konseyin açık bir şekilde
yetkilendirmede bulunmadığı bazı durumlarda da üstü örtülü bir şekilde kuvvet kullanımına
izin verdiği iddia edilmektedir. Örneğin D’Amato, İsrail’in 1981 yılında Osirak Nükleer
Santrali’ne karşı gerçekleştirdiği saldırı sonrasında Güvenlik Konseyinin saldırıyı
kınamakla beraber İsrail’e karşı yaptırım uygulanması yönünde bir karar almadığını, alınan
kınama kararının ise sembolik olduğunu belirterek bu durumun Konseyin İsrail’in
saldırısını zımnen onayladığı veya desteklediği şeklinde yorumlanabileceğini ileri
sürmektedir. 578 Bu tür bir çıkarımda bulunulması, BM Andlaşması’nda öngörülen Güvenlik
Konseyinin öncelikle söz konusu durumun uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit
oluşturduğu ve sonrasında alınan tedbirlerin sorunu çözüme kavuşturmadığı tespitinde
bulunmasını düzenleyen kurallara aykırıdır. Konsey, pek çok durumda mevcut durumu
uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit şeklinde değerlendirmekle beraber kuvvet
kullanılmasına gerek olmadığı şeklinde karar almıştır. Konseyin aldığı kararlar üzerinde
tartışmaya açık yorumlar yaparak kuvvet kullanımına başvurmak 2/4. maddede öngörülen
kuvvet kullanma yasağını işlevsiz hale getirecektir. Ayrıca güçlü devletler kendi ulusal
çıkarları doğrultusunda kuvvet kullanma imkânına sahip olacaklardır.
Terörizm karşısında ortak güvenlik sisteminin harekete geçirilebilmesi için
öncelikle 39. maddede yer alan barışa yönelik tehdit kavramının terörist örgütler ve
terörizme yönelik devlet desteğinden kaynaklanan tehditleri kapsayıp kapsamadığı açıklığa
kavuşturulmalıdır. BM Andlaşması kabul edildiğinde söz konusu tehdidin devletlerden
kaynaklanan tehditle ilgili olduğu bilinmesine rağmen 39. madde veya Andlaşmanın diğer
herhangi bir kısmında tehdidin sadece devletlerden kaynaklandığına dair bir hüküm yer
almamaktadır. Ayrıca terörist saldırıların neden olduğu can ve mal kaybı ile uluslararası
farklı bir yapıda gerçekleştirilmiştir. Konsey ya üye devletlere kuvvet kullanma izni vermiş ya da kuvvet
kullanmalarını tavsiye etmiştir.
578
D’AMATO, 1983, s. 586. Güvenlik Konseyinin üstü örtülü bir şekilde kuvvet kullanımına izin verdiği
ileri sürülen benzer örnekler için bkz. LOBEL, Jules & RATNER, Michael: “Bypassing the Security
Council:Ambiguous Authorisations to Use Force, Ceasefires and the Iraqi Inspection Regime”, Am. J. Int’l
L., Vol. 93, 1999, s. 130-134.
toplumda neden olduğu etkiler göz önüne alındığında uluslararası barış ve güvenliğe
yönelik bir tehdit oluşturabileceği açıktır. 579 Nitekim gerek Güvenlik Konseyi gerek Genel
Kurul aldıkları çeşitli kararlarda terörizmin uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir
tehdit oluşturduğuna karar vermiştir. 580 Konsey 11 Eylül sonrasında aldığı kararlarda
terörizmi açık bir şekilde kınamış ve uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit
oluşturduğu nitelendirmesinde bulunmuştur. 581 Ayrıca Dışişleri Bakanları seviyesinde
Kasım 2001 ve Ocak 2003 tarihlerinde gerçekleştirilen Güvenlik Konseyi toplantılarında
terörizmin uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit oluşturduğu tekrarlanmıştır.582
Konseyin aldığı kararlara paralel olarak, terörist eylemin uluslararası barış ve güvenliği
tehdit ettiği, bozduğu ve saldırı fiilinin gerçekleştiğinin tespit edilmesi halinde ortak
güvenlik sisteminin çalıştırılması gündeme gelecek ve terörist eylem tehdidini önlemek
amacıyla kuvvet kullanımına başvurulması söz konusu olabilecektir. Nitekim Bosna
Hersek’te oluşturulan güvenli bölgelerin Sırp gruplara karşı korunması amacıyla NATO ve
BM Koruma Gücü’nün yetkilendirilmesi örneklerinde olduğu gibi, uygulamada Güvenlik
Konseyinin devlet dışı aktörlere karşı kuvvet kullanılması için yetkilendirmede bulunduğu
görülmektedir. 583
Uluslararası terörizmle mücadelenin BM Andlaşması’nın VII. Bölümü
çerçevesinde gerçekleştirilecek ortak eylemlerle yürütülmesi gerek hukukî gerek politik
bakımdan pek çok avantaj sunmaktadır. 584 Konseyin, uluslararası terörizme yönelik kuvvet
579
Doktrinde de terörist eylem karşısında ya da devletin terörizmi desteklemesi halinde VII. Bölüm
çerçevesinde kuvvet kullanımına başvurabileceği ileri sürülmektedir. Bkz. BAKER, Mark B., s. 27;
GREENWOOD, 2003, s. 20; PICKARD, Daniel: “When Does Crime Become a Threat to International
Peace and Security?”, Fla. J. Int’l L., Vol. 12, 1998, s. 5.
580
Örneğin S.C. Res. 731, U.N. SCOR (1992); S.C. Res. 748, U.N. SCOR 47th Sess., U.N. Doc S/RES/748
(1992); S.C. Res. 883, U.N. SCOR, 48th Sess., U.N. Doc. S/RES/883 (1993); S.C. Res. 1192, U.N. SCOR,
53rdSess., U.N. Doc. S/RES/1192 (1998); S.C. Res. 1269, U.N. SCOR, 54th Sess., U.N. Doc. S/RES/1269
(1999); S.C. Res. 1044, U.N. SCOR, 51st Sess., U.N. Doc. S/RES/1044 (1996); S.C. Res. 1189, U.N.
SCOR, 53rd Sess., U.N. Doc. S/RES/1189 (1998); S.C. Res. 1267, U.N. SCOR, 54th Sess., U.N. Doc.,
S/RES/1267 (1999); G.A. Res. 40/61 U.N. GAOR, 40th Sess., Supp. No. 51, U.N. Doc. A/40/1003 (1985);
G.A. Res. 49/60, U.N. GAOR, 49th Sess., Supp. No. 49, U.N. Doc. A/49/60 (1995).
581
S.C. Res. 1368, U.N. SCOR, 56th Sess., U.N. Doc. S/RES/1368 (2001); S.C. Res. 1373, U.N. SCOR, 56th
Sess., U.N. Doc. S/RES/1373 (2001).
582
S.C. Res. 1377, U.N. SCOR, 56th Sess., U.N. Doc. S/RES/1377 (2001); S.C. Res. 1456, U.N. SCOR, 58th
Sess., U.N. Doc. S/RES/1456 (2003).
583
S.C. Res. 836, U.N. SCOR U.N. Doc. S/RES/836 (1993).
584
DELBRUCK, s. 22.
kullanma ve diğer mücadele çabalarına katılması söz konusu tehdide karşı hukuken meşru
ve geniş bir desteğe sahip önlemler ağı oluşturmaya yardım edecektir. Bu nedenle bir veya
daha fazla devletin ülkesinde yerleşebilme imkânını sahip devlet dışı aktörler tarafından
gerçekleştirilen terörist eylemlere karşı yürütülecek mücadelede Güvenlik Konseyi
sorumluluğu üstlenmeli ve terörizmle mücadelenin her aşamasında BM yer almalıdır.
Konseyin terörist saldırılar karşısında kuvvet kullanılmasına dair bir yetkilendirmede
bulunmuş olması başvurulacak kuvvet kullanımının meşruiyetini hiçbir şüpheye yer
bırakmaksızın açık bir şekilde ortaya koyacaktır. Diğer taraftan Konseyin yetkilendirmesi
olmaksızın gerçekleştirilecek kuvvet kullanımı uzun vadede BM’nin amaçlarını ve BM
sistemini olumsuz bir şekilde etkileyebilme ihtimali taşımaktadır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TERÖRİST EYLEMLER KARŞISINDA DEVLETLERİN
UYGULAMALARI
Devletlerin geçmiş uygulamalarına bakıldığında teröristleri veya teröristlerle
ilişki içindeki devletleri hedef alan çeşitli uygulamalarla karşılaşılmaktadır. Teröristleri
taşıdığı iddia edilen kara, deniz veya hava taşıtlarının durdurularak veya başka bir surette
bu kişilerin ele geçirilmesi, teröristlere karşı açık veya gizli bir şekilde suikast
düzenlenmesi, terörist üslere ve terörizme karıştığı iddia edilen devletlere karşı kuvvet
kullanılması şeklinde karşımıza çıkan bu tür eylemlere ilişkin bir takım örnek olayları ele
almakta fayda bulunmaktadır.
I. TERÖRİSTLERE ve TERÖR ÖRGÜTLERİNE KARŞI GERÇEKLEŞTİRİLEN
FİİLİ UYGULAMALAR
1. TERÖRİSTLERE KARŞI GERÇEKLEŞTİRİLEN FİİLİ UYGULAMALAR
A. Şüpheli Teröristlerin Zorla Ele Geçirilmesi
Zorla kaçırmak, iadesi talep edildiği halde iade edilmeyen veya iadesi için
herhangi bir girişimde bulunulmadığı halde suçlu olduğu belirtilen kişilerin yargılanmak
üzere bulundukları devletin ülkesinden devletin rızası veya bilgisi olmaksızın zor
kullanılarak veya zor kullanma tehdidiyle ya da hileyle götürülmesidir. 585 Bu tür eylemlerin
daha çok uyuşturucuyla mücadele kapsamında, ulusal güvenliğe yönelik tehditler
durumunda
veya
kaçırılan
kişiden
intikam
alma
amacıyla
gerçekleştirildiği
görülmektedir. 586
585
HOMRIG, Brigette Belton: “Abduction as an Alternative to Extradition-A Dangerous Method to
Obtain Jurisdiction over Criminal Defendants”, Wake Forest L. Rev., Vol. 28, 1993, s. 676.
586
ABD ve İsrail bahsedilen sebeplerle pek çok zorla kaçırma olayı gerçekleştirmiştir. Örneğin Nazi
savaş suçlusu Adolf Eichman yaşadığı Arjantin’den Mossad tarafından 1960 yılında kaçırılarak
Şüpheli teröristlerin kaçırılarak zorla ele geçirilmesinin temelinde devletlerin bu
kişileri iade etmek veya yargılamak konusunda isteksiz olmaları yatmaktadır. Teröristlerin
ülkesinde bulundukları devletlerin bu kişileri yargılamaması ya da yargılanmak üzere ilgili
devlete iade etmemesi nedeniyle mağdur devletin söz konusu kişileri yargılayabilmek için
bu eyleme girişmekten başka bir çaresi kalmadığı belirtilmektedir. 587 Bunun yanı sıra
teröristlerin tıpkı evrensel yargı yetkisine tâbi korsanlar gibi insanlığın ortak düşmanı
olduğu (hostes humani generis) ve bu nedenle devletlerin nerede olurlarsa olsunlar
teröristleri yakalama hakkına sahip olduğu da ileri sürülmektedir. 588
Doktrinde bu tür eylemlerin diğer devletin ülke bütünlüğü ve siyasî
bağımsızlığına yönelik herhangi bir tehdit taşımadığı ve bu nedenle kuvvet kullanma
yasağını ihlâl etmediği belirtilerek sınırlı bazı durumlarda zorla kaçırmak suretiyle kişilerin
ele geçirilmesinin meşru olduğu dile getirilmektedir. Örneğin, Bowett teröristleri ele
geçirmek üzere devletin istihbarat görevlilerini diğer bir devlet ülkesine göndermesi halinde
söz konusu devletin ülke bütünlüğünü veya siyasî bağımsızlığını ihlâl etmediğini ve bunun
meşru bir eylem olduğunu ileri sürmüştür. 589 Bu metodun ihtiyatlı bir şekilde kullanılması
gerektiğini belirten Kash ise, eyleme girişmeden siyasî ve hukukî bütün yolların tüketilmiş
olması gerekliliğine dikkat çekmektedir. Yazara göre başka bir alternatif kalmaması halinde
gelebilecek olumsuz tepkileri asgarî düzeye indirebilecek gerekçeleri de ortaya koymak
kaydıyla meşru müdafaa hakkı çerçevesinde bu tür bir zorlayıcı eyleme başvurmak
mümkündür. 590 Yazar ayrıca söz konusu eylemin doğrudan kişiye yönelik bir hareket
olduğu ve bu nedenle eylemin gerçekleştiği devletin ülke bütünlüğü veya siyasî
yargılanmak üzere İsrail’e getirilmiş ve ölüme mahkum edilmiştir. Benzer şekilde ABD iadesini talep ettiği
kişilerin ilgili devletler tarafından iade edilmemesi üzerine söz konusu kişileri bulundukları devletlerin
ülkesinden devletin rızası veya bilgisi olmaksızın kaçırarak yargı önüne çıkarmayı amaçlamıştır. Örneğin
Amerikalı ajan Enrique Camarena-Salazar’ın Meksika’da kaçırılması ve bir ay sonra aşırı derecede işkence
görmüş bir halde bulunması üzerine ABD olayın sorumlusu olarak gördüğü Meksika vatandaşı Humberto
Alvarez-Machain’in iadesini talep etmiş, ancak iade görüşmelerin olumsuz neticelenmesi üzerine AlvarezMachain’i kaçırarak ABD’ye getirmiş ve yargılamıştır. Bkz. GLENNON, Michael J.: “International
Kidnapping: State-Sponsored Abduction: A Comment on United States V. Alvarez Machain”, Am. J. Int’l
L., Vol. 86, 1992, s. 736-756, HOMRIG, s. 684-700; TOWNSEND, s. 670; SOFAER, s. 112.
587
KASH, s. 80-82.
588
BERES, 1991, s. 332.
589
KASH, s. 79.
590
KASH, s. 85
bağımsızlığının ihlâl edildiği şeklinde bir iddiada bulunulamayacağını da belirtmektedir.591
Teröristlerin ülkesinde bulunduğu devletin bu kişileri yargılamayı ya da yargılamayı
reddetmesi halinde mağdur devletin teröristleri ele geçirmek üzere görevlilerini söz konusu
devletin
ülkesine
gönderebileceğini
savunan
O’Connell
da,
silahlı
kuvvetlerin
kullanılmadığı bu tür polisiye eylemlerin teröristleri barındırma eylemine karşı orantılı bir
yol olduğunu iddia etmektedir. 592 Benzer şekilde devletlerin uluslararası suçlulara yardım
etmekten kaçınmak, onları yakalamak ve yargılamak veya yargılanmak üzere ilgili devlete
iade etmekle yükümlü olduklarına dikkat çeken Sofaer, devletlerin bu yükümlülüklerini
yerine getirmekte isteksiz davranması ya da yetersizlikleri nedeniyle başarısız olmaları
halinde mağdur devletin gerekli ve orantılı bir eylemde bulunabileceği görüşündedir. 593
Gurule ise, ilgili kişinin ülkesinde bulunduğu devletin bu kişiyi yargılamayı veya iade
etmeyi reddetmesi halinde zorla kaçırma eyleminin hukuken meşru kabul edilebileceğini
savunmaktadır. 594 Doktrinde ileri sürülen bu görüşlere mukabil Bassiouni, zorla kaçırma
eyleminin devletin ülke bütünlüğünü ve siyasî bağımsızlığını ihlâl ettiğini, bu nedenle de
uluslararası hukuka aykırı olduğunu söylemektedir. 595
Devletin ülkesinde bulunan teröristlerin zorla kaçırılarak mağdur devletin
ülkesine getirilmesinin yanı sıra uluslararası sularda veya hava sahasında bir uçakta ya da
gemide bulunan ve suçlu olduğu iddia edilen kişilerin de zor kullanmak suretiyle ele
geçirilmeye çalışıldığı gözlenmektedir. Bir devletin teröristleri güvenli bir yere taşıması
amacıyla kendisine ait uçakların kullanılmasına izin vermesinin devletin teröristlerle
birlikte hareket ettiği şeklinde yorumlanabileceğine dikkat çekilerek mağdur devlet başta
olmak üzere bütün devletlerin teröristleri taşıyan uçağı durdurarak içindekileri
yakalayabilme hakkına sahip olduğu ileri sürülmektedir. 596 Sık sık bu tür eylemlere
591
KASH, s. 79; 84.
O’CONNELL, 2002, (b), s. 33.
593
SOFAER, Abraham: N. Y. Times, Jan. 28, 1986, at A24, col. 4’den aktaran MURPHY, 1986, s. 83.
594
GURULE, Jimmy: “Terrorism, Territorial Sovereignty, and the Forcible Apprehension of International
Criminals Abroad”, Hastings Int’l & Comp. L. Rev., 1994, Vol. 17, s. 474.
595
BASSIOUNI, M. Cherif: International Extradation and World Public Order, 1974, s. 124’den aktaran
KASH, s. 82.
596
Kash tıpkı diğer devlet ülkesinde bulunan teröristin zorla kaçırılmasında olduğu gibi uluslararası hava
sahasında iken bir uçağın inmeye zorlanmış olmasının BM Andlaşması’nın 2/4. maddesinde yasaklanan
devletin ülkesel bütünlüğüne veya siyasî bağımsızlığına yönelik bir kuvvet kullanma ve kullanma tehdidi
niteliği taşımadığı görüşündedir. Bkz. KASH, s. 84-85.
592
başvuran ve söz konusu eylemlerin sivilleri hedef almadığını belirten ABD ve İsrail,
uçakların inmeye zorlanarak teröristlerin uçakta olup olmadıklarının araştırılmasının
uluslararası barış ve güvenliği bozacak bir eylem olarak görülmemesi gerektiğini ileri
sürmektedir. Hatta İsrail, vatandaşlarının can ve mal güvenliğine yönelik muhtemel
saldırıları önlemeyi amaçlayan bu gibi eylemlerin haklı bir meşru müdafaa uygulaması
olarak görülebileceğini dahi iddia etmektedir. 597
Uluslararası örf ve âdet hukuku ülkesel egemenlik ilkesinin bir devletin ülkesi
içinde yer alan herşey üzerinde münhasıran yetkiye sahip olmasını öngörmektedir.
Devletler diğer devletlerin iç işlerine karışmama ve diğer devletlerin ülkesinde egemen
haklar icra etmeme yükümlülüğü altındadır. Devletin başka bir devletin ülkesinde söz
konusu devletin rızası olmaksızın herhangi bir eylemde bulunması hukuken mümkün
değildir. Dolayısıyla bir devletin başka bir devletin ülkesinde bulunan kişiyi zor kullanmak
suretiyle ele geçirmesi suçlu kişilerin adalet önüne çıkarılarak yargılanmalarını sağlamak
bakımından etkili bir yol olarak gözükse de ilgili devletin egemenliğini ve ülke
bütünlüğünü açık bir şekilde ihlâl etmektedir. 598 Ayrıca uluslararası hukuka aykırı bu tür
eylemlerin devletlerin taraf oldukları uyuşmazlıkları uluslararası barış ve güvenliği
tehlikeye düşürmeksizin barışçı yollarla çözüme kavuşturma yükümlülüklerini de ihlal
ettiği ve devletler arasındaki ilişkileri olumsuz yönde etkilediği görülmektedir.
Şüpheli teröristlerin zorla ele geçirilmesi amacıyla gerçekleştirilmiş pek çok
eylem vardır. Bu bölümde bu tür eylemlere örnek bazı olaylar kısaca ele alınacaktır.
a. Şeyh Obeid’in Kaçırılması
26 Temmuz 1986 tarihinde İsrail askerleri helikopterlerle birlikte gizlice
Lübnan’a geçerek Şeyh Obeid ve iki adamını kaçırmış ve bir kişiyi de öldürmüşlerdir.599
Operasyon sonrasında İsrail hükümeti Güney Lübnan’daki Hizbullah Örgütüne yardım
ettiği, örgüt mensuplarının barınmalarına yardımcı olduğu ve İsrail’e karşı gerçekleştirilen
saldırılarla bağlantısı olduğunu iddia ettiği Şeyh Obeid’i tutuklamıştır. 600 Şeyh Obeid’in
597
KASH, s. 91-92.
GUROVITSCH, s. 178.
599
AREND & BECK, s. 177.
600
AREND & BECK, s. 178.
598
kaçırılması uluslararası toplumda tepkilere neden olmuştur. Örneğin, dönemin ABD
Başkanı George Bush adam kaçırma ve şiddetin barışı sağlamayacağını ifade ederken BM
Genel Sekreteri Javier Perez de Cuellar da söz konusu eylemin Lübnan’ın egemenliğini
ihlâl ettiğini belirterek Şeyh Obeid’in Lübnan’a iade edilmesini istemiştir. Mısır ise, İsrail’i
terörist metotlara başvurmakla suçlamıştır. 601 Olay BM Güvenlik Konseyinde de
görüşülmüş ve açıkça İsrail veya Şeyh Obeid’den bahsedilmeksizin adam kaçırma ve rehin
almaya yönelik genel ifadelerin yer aldığı bir karar alınmıştır. Oybirliği ile alınan kararda
bütün rehin alma ve adam kaçırma eylemleri açıkça kınanarak kaçırılan veya rehin alınan
kimselerin nerede ve kimin elinde olursa olsun derhal serbest bırakılması talep edilmiştir. 602
b. Fawaz Yunus’un Kaçırılması
11 Haziran 1985 tarihinde Fawaz Yunus’un da içinde bulunduğu bir grup
eylemci Beyrut’ta iki Amerikan vatandaşının da yolcuları arasında bulunduğu Ürdün
Havayolları’na ait bir yolcu uçağını Tunus’a götürmek üzere kaçırmıştır. Ancak Tunuslu
yetkililerin iniş izni vermemesi üzerine Beyrut’a geri dönen uçak bu kez Suriye’ye gitmek
üzere havalanmıştır. Suriye’nin de Tunus gibi iniş izni vermemesi üzerine uçak Beyrut’a
yine geri dönmüş ve yolcular serbest bırakılarak infilak ettirilmiştir. 603 Uçakta iki Amerikan
vatandaşının bulunmasına dayanan ABD Rehine Sözleşmesi’ne göre yargı yetkisinin
doğduğunu iddia etmiştir. 604 Nitekim eylemciler arasında yer alan ve yakalanamayan
Fawaz Yunus daha sonra FBI tarafından uyuşturucu ticareti bahanesiyle Doğu Akdeniz’de
uluslararası sularda tuzağa düşürülerek ele geçirilmiş ve yargılanmak üzere ABD’ye
getirilerek mahkum edilmiştir.
c. Lübnan Yolcu Uçağının Zorla İsrail’e İndirilmesi
Ağustos 1973’de Beyrut’tan Irak’a giden Libya yolcu uçağı Lübnan hava
sahasındayken uçakta Filistin Halk Kurtuluş Örgütü lideri George Habbash’ın olduğu
601
AREND & BECK, s. 178.
S.C. Res. 638, U.N. SCOR, 44th Sess., U.N. Doc. S/RES/638 (1989).
603
Ayrıntılı bilgi bkz. KASH, s. 86-87
604
17 Aralık 1979 tarihli “Rehine Alımına Karşı New York Sözleşmesi”. Türkiye’nin de taraf olduğu
Sözleşmenin metni için bkz. R.G., 6 Haziran 1989, sayı: 20217.
602
gerekçesiyle İsrail savaş uçakları tarafından İsrail’e inmeye zorlanmıştır. Yolcu ve
mürettebat uçaktan indirilerek sorgulanmış ancak Habbash’ın uçakta olmadığı anlaşılınca
uçağın ayrılmasına izin verilmiştir. 605 Olay ertesi gün BM Güvenlik Konseyinde
görüşülmüş, İsrail temsilcisi ülkesinin haklı bir meşru müdafaa uygulamasında
bulunduğunu ve vatandaşlarını terörist saldırılardan koruma hakkına sahip olduğunu iddia
etmiştir. Buna karşılık diğer devletler eylemin uluslararası hukukun ve sivil havacılık
kurallarının açık bir ihlâli olduğunu belirterek terörizmle mücadelenin uluslararası hukuk
sınırları içinde yürütülmesi gerekliliğini ifade etmişlerdir. Görüşmeler sonunda Güvenlik
Konseyi İsrail’in iddialarını reddetmiş, eylemin uluslararası sivil hava taşımacılığına
yönelik bir hareket olduğu ve BM Andlaşması’nı ihlâl ettiğini belirterek İsrail’in oybirliği
ile kınanmasına karar vermiştir. 606
İsrail savaş uçakları benzer şekilde 4 Şubat 1986 tarihinde tıpkı 1973’deki gibi
Suriye heyetini taşıyan ve Şam’a giden Libya yolcu uçağını, yolcuları arasında George
Habbash, Ahmed Jibril, Ebu Nidal gibi Filistin hareketinin önemli isimlerinin yer aldığı
gerekçesiyle İsrail’e inmeye zorlamıştır. Ancak söz konusu kişilerin uçakta olmadığı
anlaşılmış ve uçağın ayrılmasına izin verilmiştir. 607
Olay yine Güvenlik Konseyinde görüşülmüş, İsrail temsilcisi İsrail’in meşru
müdafaa hakkını kullandığını iddia ederek terörist saldırıya uğrayan bir devletin muhtemel
terörist saldırıları önleme veya önleyici nitelikte saldırılarda bulunma hakkına sahip
olduğunu ileri sürmüştür. 608 ABD temsilcisi uçakta teröristlerin bulunduğuna dair güçlü bir
delil olması durumunda uçağın inmeye zorlanabileceğini ancak terörist eylemin olacağına
ilişkin yeterli delil olmadan gerçekleştirilmesi nedeniyle eylemin hukukî açıdan kabul
edilebilir olmadığını ifade etmiştir. 609 ABD temsilcisi bu ifadesine rağmen ülkesinin
Güvenlik Konseyinin İsrail’i kınayan karar tasarısı hakkında olumlu oy kullanmayacağını
605
AREND & BECK, s. 175; KASH, s. 91.
U.N. SCOR, 28th Sess., U.N. Doc. S/PV. 1738 (1973). U.N. SCOR 28 U.N. Doc. S/Res/337 (1973).
607
KASH, s. 90-91.
608
U.N. SCOR 41st Sess., U.N. Doc. S/PV. 2651, (1986).
609
U.N. SCOR 41st Sess., U.N. Doc. S/PV. 2655/Corr. 1 (1986). ABD’nin prensip olarak sivil uçakların zor
kullanılarak karaya indirilmesine karşı olduğunu ancak bunun bazı istisnaları olabileceğini de kabul ettiğini
belirten ABD temsilcisi, ülkesi veya vatandaşları devam eden terörist saldırılara maruz kalan devletin
muhtemel saldırılardan korunmak için kuvvet kullanımında bulunabileceğini ve bu durumun BM
Andlaşması’nda yer alan doğal meşru müdafaa hakkının bir görünümü olduğunu ifade etmiştir.
606
belirtmiş ve ABD İsrail’in kınanmasını öngören karar tasarısını veto ederek İsrail’in
kınanmasını engel olmuştur.
d. Achille Lauro Olayı
7 Ekim 1985 tarihinde içinde 400’den fazla yolcu bulunan İtalyan yolcu gemisi
Achille Lauro, Akdeniz’de seyir halindeyken (bazı iddialara göre Mısır karasularında iken)
Filistin Kurtuluş Örgütü üyesi dört eylemci tarafından kaçırılmıştır. Eylemciler eyleme son
vermeleri karşılığında İsrail tarafından hapishanelerde tutulan elli Filistinli mahkumun
derhal serbest bırakılmasını istemiş, isteklerinin yerine getirilmemesi halinde tüm
yolcuların öldürüleceği tehdidinde bulunmuşlardır. 610
İsrail’in Tunus’taki FKÖ karargahına yönelik saldırısına misilleme olarak
gerçekleştirildiği ileri sürülen eylem sonrasında Mısır, İtalya, Batı Almanya ve FKÖ
temsilcisi Ebu Abbas arasında eylemin sona erdirilmesine yönelik görüşmeler
başlatılmıştır. Yapılan görüşmeler sonunda Mısır, gemide bulunan kişilere zarar
verilmemesi karşılığında eylemcileri neresi olduğu açıklanmayan bir yere götürmeyi kabul
etmiş bunun üzerine gemi 9 Ekim tarihinde Mısır’ın Port Said limanına yanaşmıştır. Eylem
sırasında Amerikalı bir rehinenin öldürüldüğünün ortaya çıkması üzerine ABD eylemcilerin
kendisine iade edilmesini talep etmiş ancak bu talep Mısır tarafından kabul edilmemiştir.
Mısır yönetimi yolculardan birinin öldürülmüş olmasına rağmen sözünü tutmak üzere
eylemcileri Tunus’a götürmek için harekete geçmiştir. 611 Tunus’un ve ardından
Yunanistan’ın iniş için izin vermediği eylemcileri taşıyan uçak, Saratoga Uçak
Gemisi’nden havalanan Amerikan savaş uçakları tarafından Sicilya’da bulunan NATO
hava üssüne inmeye zorlanmıştır. Korsanlar ve eylemin planlayıcısı olduğu belirtilen Ebu
Abbas, İtalyan kuvvetlerince göz altına alınmıştır. Olay sonrasında hem İtalya hem de ABD
eylemciler üzerinde yargı yetkisi olduğunu iddia etmiştir. Söz konusu kişileri yargılamak
isteyen ABD, İtalya’dan eylemcilerin iadesini talep etmiş ancak İtalya eylemcileri
610
Achille Lauro olayını uluslararası hukuk bakımından değerlendiren bir çalışma için bkz. MCGINLEY,
Gerald P.: “The Achille Lauro Affair Implications for International Law”, Tenn. L. Rev., Vol. 52, s. 691738.
611
GUROVITSCH, s. 173.
kendisinin yargılayacağını ve ayrıca ölüm cezasının geçerli olduğu bir ülkeye kimseyi iade
etmeyeceğini belirterek iade talebini reddetmiştir. 612 İtalya’nın Rehine Sözleşmesi’ni
onaylamadığını dolayısıyla hukukî yükümlülüğünün ABD ile arasındaki iade anlaşmasına
dayandığını belirten McGinley, İtalya’nın ABD’nin iade isteğini reddetmesinin taraflar
arasında var olan iade anlaşması çerçevesinde mümkün olduğunu ileri sürmüştür. 613
Amerikan uçaklarının Mısır uçağını zorla NATO üssüne indirmesi uluslararası
toplumda sessizlikle karşılanmıştır. Mısır Devlet Başkanı Mübarek eylemcileri taşıyan
Mısır uçağının Amerikan savaş uçakları tarafından yolunun kesilerek inmeye zorlanmasını
korsanlık olarak nitelendirerek uçağın illegal bir şekilde kaçırıldığını ileri sürmüştür. İtalya
ise, Amerikan savaş uçaklarının hava sahasını ihlâl ettiğini ileri sürerek ABD’yi
kınamıştır. 614
Olay
BM
Güvenlik
Konseyinde
de
görüşülmüştür.
11
Ekimde
gerçekleştirilen görüşmelerde Filistin temsilcisi ABD’nin sivil bir uçağa karşı
gerçekleştirdiği hava korsanlığının terörist bir eylem olduğunu belirterek ABD’yi
suçlamıştır. İsrail temsilcisi ise ABD’nin global terörizmi ortadan kaldırmaya yönelik
önemli bir adım attığını iddia etmiştir. 615 Görüşmeler sonunda ABD’yi kınayan herhangi
bir karar alınmamıştır.
ABD’nin Mısır uçağına karşı gerçekleştirdiği eylemin uluslararası hukuka
uygun olduğuna dair çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Örneğin hukuk kurallarının
uygulanmasını sağlamak amacıyla uluslararası toplum adına gerçekleştirilecek sınırlı bir
kuvvet kullanımının savunulabilir olduğunu düşünen Paust, söz konusu eylemin BM
612
ABD ve İtalya’nın iddiaları için bkz. MCGINLEY, s. 708-717. Eylemi planladığı iddia edilen Ebu Abbas
diplomatik dokunulmazlığa sahip olduğu için serbest bırakılarak İtalya’dan ayrılmasına izin verilmiştir.
Önce Yugoslavya daha sonra da Irak’a giden Ebu Abbas için ABD her iki ülkeden de iade talebinde
bulunmuş ancak söz konusu ülkeler ABD’nin iade talebini reddetmiştir. İtalya’dan ayrıldıktan iki hafta
sonra İtalyan adlî makamları tarafından Ebu Abbas aleyhinde Achille Lauro’nın kaçırılması ve yolcuların
rehin alınarak bir tanesinin öldürülmesi nedeniyle dava açılmıştır. Gıyabında yürütülen dava sonucunda
eylemi planladığı gerekçesiyle suçlu bulunan Ebu Abbas ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştır. Ayrıntılı
bilgi için bkz. KASH, s. 88-90; ALEXANDER, Dean C.: “Maritime Terrorism and Legal Responses”,
Transp. L. J., Vol. 19, 1991, s. 465-467. Achille Lauro olayı ile ilgili olarak ayrıca Al Molgi Magied,
Fataier Abdelatif İbrahim, Al Assadi Ahmad Marouf yakalanmış, bunlardan Al Molgi ABD vatandaşı
rehineyi öldürdüğü gerekçesiyle 30 yıl ceza almış diğer ikisi ise çeşitli hapis cezasına çarptırılmıştır. Bkz.
MURPHY, Liam G. B., s. 76.
613
MCGINLEY, s. 723. ABD ile İtalya arasında 1984 yılında akdedilen bu anlaşmanın metni için bkz.
MCGINLEY, s. 729-738.
614
KASH, s. 85; AREND & BECK, s. 176.
615
U.N. SCOR, 41st Sess., U.N. Doc. S/PV. 2651.
Andlaşması’nın giriş kısmında yer alan ‘ortak çıkarlar’ kapsamı içinde yer aldığını
savunmaktadır. Yazar eylemin Mısır’ın ülkesel bütünlüğüne veya siyasî bağımsızlığına
yönelmediğini ve BM amaçları ile uygunluk taşıdığını da iddia etmektedir. 616 Benzer
şekilde eylemin meşru olduğunu düşünen John F. Murphy, ABD’nin uymakla yükümlü
olduğu uluslararası havacılıkla ilgili herhangi bir kuralı veya kuvvet kullanma yasağını ihlâl
etmediği yorumunda bulunmaktadır. Yazar, Şikago Sözleşmesi’ne dayanarak hava
korsanlarını taşıdığı iddia edilen uçağın gerçekte bir sivil uçak olmasına rağmen mevcut
olayda özel bir görev üstlendiğini ve bu durumda uçağın devlet hava nakil vasıtası
statüsünde değerlendirilmesi gerektiğini dile getirmektedir. Bu durumda uçak Şikago
Sözleşmesi hükümlerine tâbi olmayacaktır. 617 Murphy, Mısır’ın hem Sözleşme’nin
gereklerini yerine getirmediğini hem de söz konusu kişilerin güvenli bir yere gidebilmeleri
için onlara uçak sağlamakla suç ortağı haline geldiğini savunmaktadır. Bu durumda
ABD’nin sınırlı kuvvet kullanımında bulunma hakkının doğduğunu ve kuvvet kullanma
eyleminin Mısır’ın ülke bütünlüğüne veya siyasî yapısına yönelmediğini belirten yazar,
eylemin teröristlerin kaçmasını önlemeyi amaçladığını ve BM amaçlarıyla da uyumlu
olduğunu ileri sürmektedir. 618 ABD’nin eyleminin 51. madde çerçevesinde meşru olduğunu
iddia eden yazara göre, Amerikan vatandaşlarının rehin alınması ve bu rehinelerden
birisinin öldürülmüş olması ABD’ye karşı girişilmiş bir silahlı saldırı niteliğindedir. Saldırı
devam ettiği veya korsanlar kaçmaya çalıştığı sürece meşru müdafaa hakkı var olacaktır.
Meşru müdafaa hakkına başvurabilmek için barışçı çözüm yollarının tüketilmiş olması şartı
da Mısır’ın korsanları iade etmeyi veya yargılamayı reddetmesiyle yerine gelmiş
sayılacaktır. Ayrıca Güvenlik Konseyine başvurmak için yeterli bir zaman da
bulunmamaktadır. Dolayısıyla teröristlerin kaçmasını engellemek için söz konusu eylemin
gerçekleştirilmesi bir gereklilik haline gelmiştir. 619
616
PAUST, 1986, s. 728.
MURPHY, 1986, s. 81. Şikago Sözleşmesinin ilgili maddesinde şu hüküm yer almaktadır:
“a) Bu Konvansiyon yalnız sivil hava nakil vasıtalarına kabili tatbik olup Devlet hava nakil vasıtalarına
tatbik olunmaz;
b) Askerî, Gümrük ve Zabıta hizmetlerinde kullanılan hava nakil vasıtaları, Devlet hava nakil vasıtası
sayılır.” Sözleşme’nin metni için GÜNDÜZ, s. 219.
618
MURPHY, 1986, s. 82.
619
MURPHY, 1986, s. 83.
617
ABD’nin eylemini haklı bulan bu görüşlere mukabil bazı yazarlar da eylemin
uluslararası hukuka aykırı olduğunu dile getirmektedir. Örneğin McGinley, Mısır’ın Rehine
Sözleşmesi çerçevesinde var olan yükümlülüklerini yerine getirmemesinin ABD’ye Achille
Lauro olayının faillerini adalet önüne çıkarmak için bu tür bir harekette bulunma izni
vermediğini belirtmektedir. 620 Yazar ayrıca Rehine Sözleşmesi’nin 14. maddesi
Sözleşmedeki hiçbir hükmün BM Andlaşması’na rağmen bir devletin ülke bütünlüğünü
veya siyasî bağımsızlığını ihlâl etmesini meşru kılacak bir şekilde yorumlanmayacağı
hükmünü içerdiğine dikkat çekmektedir. Cassese ise, haydutluğun nelerden ibaret olduğunu
düzenleyen 1958 Açık Deniz Sözleşmesi’nde haydutluğun hedef gemi ya da uçağa karşı
başka bir gemi veya uçaktan gerçekleştirilen eylemler olarak tanımlandığına, geminin veya
uçağın bizzat içindeki kişiler tarafından kaçırılmasını düzenlemediğine dikkat çekerek
mevcut olayın ayrı bir durum oluşturduğunu belirtmektedir. 621 Çünkü olayda eylemciler
gemiye başka bir gemi ile saldırmamışlardır. Tam tersine bu kişiler zaten gemide yolcu
olarak bulunmaktadırlar. Korsanların amacının politik olduğunu da belirten yazar, ABD’nin
iddia ettiği hususlar gerçekleşmiş olsa dahi kuvvet kullanma hakkının deniz korsanlarına
veya bunların gemilerine karşı söz konusu olduğunu, korsanları taşıyan diğer bir devletin
uçağına karşı kuvvet kullanma hakkının bulunmadığını ifade etmektedir. Her iki durumda
da sonucun aynı olmasına yani geminin kontrolünün başkaları tarafından ele geçirilmiş
olmasına dayanılarak söz konusu hükmün mevcut olayda da uygulanmasını ileri süren
görüşlere katılmayan yazar, ilgili maddelerde haydutluk fiilinin ele alındığını ve söz konusu
fiilin siyasî bir amaca yönelik olarak gerçekleştirilen terörizmden farklı bir eylem türünü
düzenlediğini belirtmektedir. 622
620
MCGINLEY, s. 720.
Deniz haydutluğu fiili 1958 Açık Deniz Sözleşmesinin 15. maddesinde düzenlenmiştir: “Deniz haydutluğu
aşağıdaki hareketlerin herhangi birisinden ibarettir:
1. Özel bir geminin veya özel bir uçağın mürettebatı veya yolcuları tarafından özel amaçlarla işlenen,
a-açık denizde, başka bir gemiye veya uçağa karşı veya böyle bir gemi veya uçakta bulunan kişilere ve mala
karşı,
b-herhangi bir devletin yargı yetkisi dışında bulunan bir gemiye, uçağa, şahıslara veya mala karşı yöneltilmiş
herhangi bir gayri hukukî şiddet veya tutuklama veya herhangi bir bir yağmacılık hareketi.
2. Bir gemi veya uçağı haydut gemi veya uçak yapan olayları bilerek onların işletilmesine ihtiyarı ile
herhangi bir şekilde katılma,
2. Bu maddenin 1. alt paragrafında veya 2. alt paragrafında tarif edilen bir hareketi teşvik eden veya onu
kasten kolaylaştıran herhangi bir hareket.” Sözleşmenin metni için bkz. GÜNDÜZ, s. 358-365
622
CASSESE, 1989, s. 603.
621
Uçak, gemi gibi araçlar bayrak devleti ya da tescil devletinin tâbiiyetini taşırlar.
Bu araçlar açık deniz ve üzerinde seyir özgürlüğüne sahip olup tâbiiyetinde bulundukları
devletin yargı yetkisi altındadır. 623 Uluslararası hukuka göre bir devletin bayrağını taşıyan
gemi veya uçağa yargı yetkisi bakımından tıpkı yabancı bir devletin ülkesi gibi davranılır.
Bu durumda gemi ve uçaklar ancak istisnaî durumlarda bayrak devleti veya tescil devletinin
dışında başka bir devletin müdahalesine konu olabilir. Örneğin deniz haydutluğu eyleminin
gerçeklemesi halinde her devlet söz konusu eylemin faillerini yakalama ve cezalandırma
yetkisine sahiptir. 624 Diğer taraftan gemi ve uçaklar açık deniz alanları ve uluslararası hava
sahası üzerinde seyrüsefer serbestisine ve uçuş özgürlüğüne sahiptir. Nitekim 1958 Açık
Deniz Sözleşmesi ve 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, bütün devletler
açık deniz alanlarını ve üzerindeki hava sahasını serbestçe kullanabileceği ve hiçbir
devletin bu alanlarda bulunan kişi veya şeyler üzerinde egemenlik iddiasında
bulunamayacağını düzenlemiştir. 625 Terörist eylemlerin hiçbir devletin egemenliği altında
olmayan açık deniz veya uluslararası hava sahası gibi alanlarda meydana gelmesi halinde
bayrak devleti veya tescil devleti yetkili olup gemi veya uçakta bulunan teröristlere karşı
kuvvet kullanımına başvurabilir. Bununla birlikte söz konusu devletin çağrıda bulunması
halinde üçüncü bir devlet de uçak veya gemiye müdahalede bulunabilir.
B. Teröristlere Karşı Suikast Düzenlenmesi
623
ABD’nin Mısır’a ait yolcu uçağının yolunu kesmesi ve inmeye zorlamasının uluslararası hukuk
bakımından değerlendirilmesi hakkında bkz. MCGINLEY, s.718-723.
624
1958 Açık Deniz Sözleşmesi’nin 19. maddesine göre, “Açık denizde veya herhangi bir devletin yargı
yetkisi dışındaki diğer herhangi bir yerde, her devlet bir haydut gemiye veya uçağa veya haydutluk yoluyla
alınan ve haydutların kontrolünde olan bir gemiye el koyabilir ve gemide bulunan kişileri tutuklayabilir ve
mallara el koyabilir. El koymayı gerçekleştiren devletin mahkemeleri verilecek cezaları kararlaştırabilir ve
iyi niyetle hareket eden üçüncü kişilerin hakları saklı kalmak üzere gemi, uçak veya mallar hakkında
alınacak tedbirleri de kararlaştırabilir.”
625
1958 Açık Deniz Sözleşmesi’nin 2. maddesinde “Açık deniz, bütün milletlere açık olduğu için, hiçbir
devlet geçerli bir şekilde bu denizin herhangi bir parçasını egemenliğine tâbi tutmaya kalkamaz. Açık
denizler hürriyeti, bu maddelerin ve uluslararası hukukun diğer kurallarının düzenlediği şartlara göre
kullanılır. Bu hürriyet, inter alia, hem kıyı devleti hem de kıyısı olmayan devletler bakımından seyrüsefer,
avlanma ve sualtı kablo ve boru döşeme hürriyetini kapsar.” 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku
Sözleşmesi’nin 89. maddesinde de benzer şekilde “Hiçbir devlet, geçerli bir şekilde açık denizin herhangi
bir parçasını egemenliğine tâbi tutmaya kalkamaz.” hükmü yer almaktadır. 1982 Birleşmiş Milletler Deniz
Hukuku Sözleşmesi’nin metni için bkz. GÜNDÜZ, s. 373-476.
Geleneksel olarak gerek savaş gerek barış döneminde hukuka aykırı bir eylem
olarak kabul edilen suikast, savaş sırasında gerçekleştirilmesi halinde savaş suçu
oluşturmaktadır. 18 Ekim 1907 tarihinde Lahey’de imzalanmış, IV sayılı Kara Harbinin
Kanunları ve Adetleri Hakkında Sözleşmeye ek Yönetmelik’in 23/b fıkrasında “Özel
sözleşmelerle tespit edilmiş yasaklardan başka, bilhassa şu filler yasaklanmıştır:……..b)
Düşman
ordusuna
veya
milletine
ait
şahısları
ihanetle
öldürmek
veya
yaralamak…”.hükmü yer almaktadır. 626 Buna göre bir devletin istihbarat görevlilerinin
diğer bir devletin yetkililerine karşı barış zamanında gerçekleştirecek olduğu suikast terörist
bir eylem olarak kabul edilebilir. Bununla birlikte İsrail’in özellikle Filistin direnişinin
önde gelen liderlerini hedef alarak bu örgütleri etkisiz kılmak amacıyla sık sık başvurduğu
ve bu nedenle “yok etme politikası” olarak da adlandırılan 627 teröristlere karşı suikast
düzenlemenin terörizmle mücadelede etkili bir yöntem olduğu ileri sürülmektedir.
Doktrinde terörist liderlerin devlet başkanları gibi uluslararası korumaya sahip kişiler
olmadığı belirtilerek hedef alınabileceği savunulmaktadır. 628 Önleyici nitelikteki bu tür bir
eylemin muhtemel terörist saldırıları engellediği, teröristlere karşı konvansiyonel silahlara
gerçekleştirilecek askerî kuvvet kullanmaktan daha az bir zayiata yol açacağı, suikastın
doğrudan terörist saldırılardan sorumlu olanları hedef alacağı, terörist liderlere yönelik
suikastın terörist grupları yeni saldırılardan alıkoyacağı ileri sürülerek meşrulaştırılmak
istenmektedir. 629 Teröristlere karşı suikast düzenlemenin hukukî açıdan meşru müdafaa
hakkına dayandırıldığı görülmektedir. Buna göre suikast düzenlemek meşru müdafaa
hakkının şartlarını taşıyorsa hukuken kabul edilebilir bir meşru müdafaa önlemi olarak
görülecektir.
Doktrinde bu görüşü destekleyen pek çok yazar vardır. Örneğin örf ve âdet
hukukunun önleyici meşru müdafaa hakkını kabul ettiğini ileri süren Beres, olağanüstü bazı
626
18 Ekim 1907 tarihli IV Sayılı Kara Harbinin Kanunları ve Âdetleri Hakkındaki Sözleşme ve Sözleşmeye
ek Yönetmelik’in metni için bkz. Silahlı Kuvvetler İçin Savaş Hukuku Bilgisi, Genelkurmay Basımevi,
Ankara, 1987, s. 347-361.
627
GROSS, 2001, s. 196.
628
Pickard, uluslararası hukukta suikastın devlet başkanları bakımından ve savaş zamanında gerçekleştirilen
suikast eylemlerini göz önünde tutarak yasakladığını belirterek teröristlere karşı suikast düzenlemenin
meşru müdafaa hakkının şartlarını taşıyabileceğini ileri sürmektedir. Bkz. PICKARD, Daniel B.:
“Legalizing Assassination? Terrorism, the Central Intellegence Agency, and International Law”, Ga. J. Int’l
& Comp. L., Vol. 30, 2001, s. 21.
629
PICKARD, 2001, s. 32.
durumlarda suikastın önleyici meşru müdafaa hakkının kabul edilebilir bir görünümü
şeklinde yorumlanabileceğini savunmaktadır. 630 Yazara göre hedef alınan kişinin terörist
olması, suikastı gerçekleştiren devlete yönelik terörist eylemlerde bulunmuş ve suçunun
sabit olması, iade veya yargılanma ihtimalinin bulunmaması gibi durumlarda teröristlere
karşı suikast düzenlemek hukuken meşru bir eylemdir. 631 Turner da barışçı çözüm
yollarının sonuç vermemesi ve alternatif stratejilerin daha büyük can kaybı ile sonuçlanma
ihtimalinin söz konusu olduğu durumlarda devam eden terörist saldırıları sona erdirmek
için teröristlere veya bunların liderlerine karşı suikastta bulunmayı yasaklayan herhangi bir
uluslararası hukuk kuralının bulunmadığını ileri sürmektedir. 632 Yazar, örneğin Ladin’in
hukuken meşru bir hedef olduğunu belirtmiştir. 633 Biggio ise teröristlerin gerçekleştireceği
muhtemel saldırıları önlemenin en iyi yolu olarak teröristleri öldürmeyi göstermektedir. 634
Teröristlere karşı suikast düzenlemeyi hukuken meşru bulan bu tür görüşler
terörizme karşı verilen mücadelenin kendisinin de terörist metotlara dayandığı gerekçesiyle
eleştirilmektedir. Terörizmle savaş adı altında terörizme başvurmak hukuken kabul
edilebilir bir durum değildir. Uluslararası hukuk bir intihar paktı olmadığı gibi aynı
zamanda insanları öldürme yetkisi veren bir sistem de değildir. Ayrıca diğer bir devletin
ülkesinde bulunan teröristi söz konusu devletin rızası olmaksızın hedef alarak öldürmek
aynı zamanda ülke devletinin siyasî bağımsızlığına ve bütünlüğünü ihlâl etmektedir.635
Diğer taraftan ikinci bölümde de ele alındığı üzere meşru müdafaa hakkının söz konusu
olabilmesi için silahlı saldırı şartının arandığı hatırlanıldığında teröristlere suikast
düzenlemenin haklı bir meşru müdafaa uygulaması olduğu yönündeki iddiaların kabul
edilebilir olmadığı görülmektedir. Kaldı ki önleyici meşru müdafaa hakkı da uluslararası
hukukta kabul görmüş bir hak değildir.
a. Halil El Vezir Suikastı
630
BERES, 1991, s. 340.
BERES, Louis Rene: “On Assassination as Anticipatory Self-Defense: The Case of Israel”, Hofstra L.
Rev., Vol. 20, 1991, s. 331-332.
632
TURNER, 1999, s. 90.
633
TURNER, Robert F.: “It’s Not Really ‘Assassination’: Legal and Moral Implications of Intentionally
Targeting Terrorists and Aggressor-State Regime Elites”, U. Rich. L. Rev., Vol. 37, 2003, s. 789.
634
BIGGIO, s. 24.
635
ROWLES, 1987, s. 313-314.
631
16 Nisan 1988 tarihinde Filistin hareketinin önde gelen isimlerinden Ebu Cihad
kod adlı Halil Ebu Vezir ve iki koruması Tunus’taki evinde düzenlenen suikast sonucu
öldürülmüştür. O’Brien, resmen sorumluluğu üstlenmemesine rağmen saldırının İsrail
tarafından gerçekleştirildiğinin açık olduğunu belirtmiştir. 636 İsrail’in yabancı bir devlet
ülkesinde tanınmış bir FKÖ liderini öldürerek Filistinlilere ve Filistin hareketini
destekleyenlere bir mesaj vermeyi amaçladığı görülmektedir. Suikast Güvenlik Konseyinde
görüşülmüş ve İsrail’in kınanmasını öngören karar tasarısı kabul edilmiştir. 637 ABD kararın
oylanmasında çekimser oy kullanmasına rağmen Ebu Cihad suikastını ve bütün politik
cinayetleri kınayarak Tunus’un ülke bütünlüğünü ve egemenliğini desteklediğini ifade
etmiştir.
b. Şeyh Yasin Suikastı
Filistinli örgütleri suikast çemberine alan İsrail, 22 Mart 2004 tarihinde Filistin
direnişinin önde gelen isimlerinden Şeyh Ahmed Yasin’i düzenlediği suikastla
öldürmüştür. Hamas Örgütünün kurucusu ve ruhani lideri Şeyh Ahmed Yasin, Gazze
Şeridi’nde sabah namazı çıkışında İsrail helikopterlerinin attığı füzelerin hedefi olmuştur.
Saldırıda Yasin ile beraberindeki altı kişi ölmüş ve 15 kişi de yaralanmıştır. 638 Suikastla
ilgili olarak İsrail tarafından yapılan açıklamalarda suikastın sorumluluğu üstlenilmiş ve
Yasin’in İsrail hedeflerine karşı gerçekleştirilen saldırılar nedeniyle cezalandırıldığı
açıklanmıştır. 639 Suikast sonrasında Hamas liderlerinden Abdülaziz Rantisi, İsrail’e karşı
savaş ilan etmiş, bu tür saldırıların İsrail’e daha şiddetli ve yoğun bir terör olarak geri
döneceğini ifade etmiştir. 640 Ayrıca İslami Cihad, El Aksa Şehitleri Tugayı ve Filistin Halk
Kurtuluş Cephesi gibi Filistin hareketinin önde gelen hareketleri saldırının intikamını
alacaklarını açıklamışlardır. 641
636
O’BRIEN, s. 462.
S.C. Res. 611, U.N. SCOR, 43rd Sess., U.N. Doc. S/INF/44 (1988).
638
http://www.radikal.com.tr/veriler/2004/03/23/haber_110595.php (05. 04. 2004).
639
http://en.wikipedia.org/wiki/Sheikh_Ahmed_Yassin (15. 05. 2004).
640
Şeyh Yasin suikastı sonrasında İsrail’i sert ifadelerle kınayan ve Hamas’ın liderliğine getirilen Rantisi’nin
kendiside bir süre sonra İsrail tarafından benzer şekilde öldürülmüştür. http://www.cnn.com/2004/
WORLD/meast/04/17/mideast.violence (07. 05. 2004).
641
http://www.radikal.com.tr/veriler/2004/03/23/haber_110595.php (05. 04. 2004).
637
Şeyh Ahmed Yasin’in öldürülmesi uluslararası toplumda da ciddî tepkilere
neden olmuştur. Arap ülkelerinin talebiyle toplanan BM Güvenlik Konseyinde İsrail yoğun
eleştirilere maruz kalmış ancak İsrail’in kınanmasını öngören karar tasarısı ABD’nin veto
etmesi yüzünden kabul edilmemiştir. ABD temsilcisi Negroponte Amerikan yönetiminin
olaylardan son derece rahatsızlık duyduğunu ve Şeyh Yasin suikastının bölgede tansiyonu
artırdığını ifade etmesine rağmen karar tasarısında Hamas’ın gerçekleştirdiği terörist
eylemlere yer verilmediği gerekçesiyle karar tasarısını veto ederek tasarının kabul
edilmesini engellemiştir. 642 Diğer taraftan BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Yasin’e suikast
düzenlenmesinin uluslararası hukuka aykırı olduğunu vurgulamıştır. 643 Avrupa Birliği
Dışişleri Bakanları da, İsrail’i alışılmamış bir şekilde sert ifadelerle eleştirmiştir.
Brüksel’de bir araya gelen Birlik Dışişleri Bakanları, yayımladıkları ortak bir bildiri ile
İsrail’in Şeyh Yasin’e karşı gerçekleştirdiği eylemi kabul edilemez olarak tanımlamış,
suikast politikasının uluslararası hukuka aykırı olduğunu ve terörizmle mücadeleyi olumsuz
yönde etkilediğini vurgulamışlardır. Terörün şiddetle çözülemeyeceği mesajını ön plana
çıkartan Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları İsrail’in bu şekilde hareket etme hakkının
bulunmadığını ifade etmişlerdir. 644
2. TERÖR ÜSLERİNE KARŞI KUVVET KULLANMA
1960’lı yılların ortasından bugüne terör üssü olduğu iddia edilen yerlere karşı
kuvvet kullanımına şahit olunmuştur. Çalışmanın bu kısmında geçmişte pek çok kez
gerçekleştirilen bu tür kuvvet kullanımlarına ilişkin başlıca iki örnek olay incelenecektir.
A. İsrail’in Tunus’ta Bulunan FKÖ Karargahına Yönelik Hava Saldırısı
İsrail, 1 Ekim 1985 tarihinde Filistin Kurtuluş Örgütünün Tunus’ta bulunan
karargahına saldırmış ve saldırıda yüzden fazla kişi ölmüştür. 645 Saldırının Kıbrıs’ın
642
İngiltere, Almanya ve Romanya’nın çekimser kaldığı oylamada, Çin, Fransa, Rusya, Angola, Şili,
Pakistan, Cezayir, Benin, Brezilya, İspanya ve Filipinler olumlu oy kullanmıştır.
http://www.un.org/News/Press/docs/2004/sc8039.doc.htm (05. 04. 2004).
643
http://www2.dw-world.de/turkish/nachrichten/3.32858.1.html (05. 04. 2004).
644
http://www.trt.net.tr/haber/d.aspx?i=94008 (05. 04. 2004).
645
AREND & BECK, s. 182.
Larnaka şehrinde üç İsraillinin ölümüyle sonuçlanan ve Filistinli eylemciler tarafından
gerçekleştirildiği iddia edilen eylemin bir hafta sonrasına gelmesi dikkat çekicidir. 646
Güvenlik Konseyinde görüşülen saldırı ile ilgili olarak İsrail olayların toplamı
teorisine dayanarak geçmişte meydana gelen ve gerçekleşmesi muhtemel terörist
saldırıların 51. madde kapsamında meşru müdafaa hakkına başvurmaya imkân sağladığını
belirterek Filistinliler tarafından İsraillere karşı gerçekleştirilen terörist saldırılara karşı
meşru müdafaa hakkı uyarınca cevap verdiğini iddia etmiştir. Görüşmelerde Tunus’un
ülkesinden kaynaklı bu tür saldırıları önleme yükümlülüğü altında olduğuna dikkat çeken
İsrail temsilcisi Netanyahu, Tunus’un ülkesinin terörist üs olarak kullanılmasına izin
verdiğini, bu nedenle İsrail’in silahlı saldırısı için bir hedef haline geldiğini ileri
sürmüştür. 647 ABD temsilcisi Walters ise, ülkesinin devam eden terörist saldırılara maruz
kalan bir devletin muhtemel yeni saldırılara karşı kendini korumak amacıyla uygun kuvvet
kullanımında bulunabileceğini kabul ettiğini ve desteklediğini belirterek bunun BM
Andlaşması’nda yer alan doğal meşru müdafaa hakkının bir görünümü olduğunu ileri
sürmüştür. 648
Her ne kadar İsrail vatandaşlarını korumak için bu harekâtı gerçekleştirdiğini
iddia etse dahi saldırının üç İsraillinin ölümüyle sonuçlanan Kıbrıs’taki olaya yönelik
zararla karşılık niteliğinde olduğu açıktır. Ayrıca İsrail’in barışçı çözüm yollarına
başvurmadığı ve saldırının orantısız olduğu da belirgindir. Nitekim görüşmelerin sonunda
İsrail’in Tunus’un teröristleri himaye ettiği dolayısıyla saldırının meşru olduğu şeklindeki
savunması kabul edilmemiş ve İsrail’in kınanmasını öngören tasarı kabul edilmiştir.
ABD’nin çekimser kaldığı oylamada söz konusu saldırı silahlı saldırı olarak nitelendirilmiş,
İsrail’in BM Andlaşması’nı açık bir şekilde ihlâl ettiği ifade edilmiş ve Tunus’un tazminat
646
İsrail istihbarat kaynakları saldırının FKÖ tarafından gerçekleştirildiğine dair sağlam bilgilere sahip
olduğunu iddia etmesine rağmen FKÖ yetkilileri iddiaları yalanlayarak saldırılarla hiç bir ilişkilerinin
olmadığını açıklamıştır. Bkz. STAHN, http://edoc.mpil.de/conference-on-terrorism/index.cfm (03. 02.
2004).
647
U.N. SCOR, 40th Sess., U.N. Doc. S/PV. 2615 (1985).
648
U.N. SCOR, 40th Sess., U.N. Doc. S/INF/41 (1985). ABD temsilcisi Walters oylama öncesinde İsrail
yanlısı konuşma yapmasına rağmen kınama kararının onaylanmasında veto hakkını kullanmamış çekimser
oy kullanmıştır. Benzer şekilde Beyaz Saray ve ABD Dışişleri Bakanı saldırıyı terörist eylemlere karşı
meşru bir cevap olarak tanımlamış ancak Beyaz Saray birkaç gün içerisinde bombalamanın meşru müdafaa
hakkının anlaşılabilir bir ifadesi olduğunu ancak buna göz yumulamayacağını ifade etmiştir. Bkz.
REISMAN, 1999, s. 38.
talep etme hakkının doğduğuna karar verilmiştir. Kararda ayrıca İsrail’in bu tür
saldırganlıklara başvurmaktan kaçınması talep edilerek üye devletlerin İsrail’i bu tür
eylemlere başvurmaktan vazgeçirmek için çaba göstermeleri istenmiştir. 649
B. Türkiye’nin Kuzey Irak’ta Bulunan Terörist Kamplara Karşı
Gerçekleştirdiği Harekât
Yakın geçmişte yoğun bir şekilde komşu devletler kaynaklı terör eylemlerine
maruz kalan Türkiye terörle mücadele kapsamında Kuzey Irak’a yönelik sınır ötesi
harekâtlarda bulunmuştur.
Türkiye’nin Güneydoğu bölgesindeki terör eylemleriyle mücadele kapsamında
Irak sınırları içinde gerçekleştirdiği askerî harekâtları açıklamak için bakılacak ilk kaynak
taraflar arasındaki anlaşmalardır. Körfez Savaşı’ndan önce gerçekleştirilen harekât, Türkiye
ile Irak arasında varılan bir uzlaşma ve işbirliğine dayanılarak gerçekleştirilmiştir. 1984
yılında kabul edilen Güvenlik ve İşbirliği Protokolü önceden izin almaksızın Türkiye’nin
Irak sınırından beş kilometre içeriye girmesine imkân tanımıştır. Diğer bir ifadeyle
Türkiye’nin Kuzey Irak’ta gerçekleştirdiği harekât Irak’ın verdiği izne dayanmıştır. 1988
yılında Irak ve İran arasındaki savaşın sona ermesinin ardından Kuzey Irak’ı kontrol altına
almak isteyen Saddam Hüseyin yönetiminin bölgedeki sivil halka karşı güç kullanması
karşısında Peşmerge olarak adlandırılan bölge halkı sınırı geçerek Türkiye’ye girmiştir.
Türkiye ise bu durum karşısında Irak’ın Peşmergeleri takip ederek sınırlarını ihlâl etmesini
önleyebilmek için söz konusu Protokol’ün süresinin uzatılmasını istememiştir. 1990’da
Protokol’ün uzatılmasını teklif ettiğinde ise bu kez Irak uzatma teklifini kabul
etmemiştir. 650 Bu durumda Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik askerî harekâtlarına taraflar
arasındaki anlaşmaların temel olması artık söz konusu olmamıştır.
Türkiye’nin PKK’ya yönelik Kuzey Irak’ta gerçekleştirdiği sınır ötesi harekâtlar
1991 yılından itibaren Irak tarafından kınanmaya başlamıştır. Irak söz konusu harekâtların
BM Andlaşması’nı ve uluslararası hukuku ihlâl ettiğini iddia etmiştir. 651 Aynı yıllarda İran
649
U.N. SCOR Res. 573, U.N. SCOR, 40th Sess., U.N. Doc. S/PV. 2615 (1985).
BAŞEREN, Sertaç H.: “Huzur Operasyonu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuzey Irak’ta Gerçekleştirdiği
Harekatın Hukuki Temelleri”, Avrasya Dosyası, C. II, S. 1, 1995, s. 225.
651
GRAY, s. 104.
650
da Türkiye gibi ülkesinde terörist faaliyetlerde bulunduğunu ileri sürdüğü Kürt gruplara
karşı Irak topraklarında harekât gerçekleştirmiştir. İran bu harekâtları gerçekleştirirken
Irak’ı söz konusu silahlı çeteleri örgütlemek veya desteklemekle suçlamamakla beraber
meşru müdafaa hakkına dayanmıştır. Irak ülkesinden kendisine yönelen silahlı saldırılar
karşısında 51. maddeye uygun bir şekilde bu saldırıların sorumlusu olan terörist grupların
Irak’taki üslerine karşı gerekli ve orantılı bir kuvvet kullanımında bulunduğunu iddia
etmiştir. 652
Türkiye ise İran’dan farklı olarak Mart 1995’de Kuzey Irak’ta gerçekleştirdiği
geniş çaplı askerî harekâtla ilgili olarak meşru müdafaa hakkına dayanmamış ve harekâtı
Güvenlik
Konseyine
rapor
etmemiştir.
PKK’nın
faaliyetleri
nedeniyle
Irak’ın
sorumluluğunu gündeme getirmeyen Türkiye, Irak’ın kuzeyinde Körfez Savaşı sonrası
getirilen düzenlemeler nedeniyle devlet otoritesini uygulayamadığına dikkat çekmiştir. Bu
durumda kendisine yönelik Irak kaynaklı terörist saldırıları önleyebilmek için Irak’tan
sorumluluklarını
yerine
getirmesi
talebinde
bulunamayacağını
belirten
Türkiye,
gerçekleştirdiği harekât nedeniyle Irak’ın ülke egemenliğini ihlâl ettiği suçlamasını da
kabul etmeyeceğini ifade etmiştir. 653
Türkiye’nin
Kuzey
Irak’ta
gerçekleştirdiği
askerî
harekâtların
hukukî
dayanağını açıklarken akla gelen ihtimal, söz konusu harekâtların meşru müdafaa hakkına
dayandırılmasıdır. Bununla birlikte Türkiye’ye yönelik Kuzey Irak kaynaklı terörist
saldırıların silahlı saldırı boyutuna ulaştığı kabul edilse dahi meşru müdafaa hakkına
dayanarak Irak sınırları içinde askerî bir harekât gerçekleştirebilmek için söz konusu
saldırılar nedeniyle Irak’ın sorumluluğunun doğduğunun gösterilmesi gerekmektedir. Oysa
Irak’ın ülkenin kuzey bölgesinde egemenlik yetkileri sınırlanmış ve egemenlik yetkisini
kullanma hakkı elinden alınmıştır. Bu durumda Irak’ın ülkesel egemenliğin bir sonucu olan
ülkesinde devam ettirilen faaliyetlerin bir başka devlet veya o devlet ülkesindeki kişilere
zarar vermemesi için gerekeni yapma yükümlüğünü ihlâl etmesi söz konusu değildir.
Dolayısıyla Türkiye’ye yönelik terörist faaliyetler nedeniyle Irak’ın sorumluluğu
652
GRAY, s. 104.
Gray, Türkiye’nin meşru müdafaa iddiasında bulunmamasına rağmen Türkiye’yi destekleyen ABD’nin
Türkiye’nin meşru müdafaa hakkı çerçevesinde hareket ettiğini ileri sürmesine dikkat çekmektedir. Bkz.
GRAY, s. 104.
653
doğmamıştır. Bu durumda Irak’a karşı meşru müdafaa hakkının gündeme getirilmesi
mümkün değildir.
Devletin diğer devlet ülkesinden kendisine karşı gerçekleştirilen ve sona eren
hukuka aykırı bir eylem karşısında bunun tekrarlanmasını önlemek için “kendi varlığını
koruma hakkı” (self preservation) kavramından hareket edilebileceği de gündeme
getirilmektedir. Bu kapsamda Kuzey Irak’taki otorite boşluğunu değerlendiren PKK’nın
Türkiye’ye girip eylem yaptıktan sonra tekrar Kuzey Irak’a dönmesi üzerine Türkiye’nin
bu bölgede kendi egemenliğini ve ülke bütünlüğünü korumak amacıyla Kuzey Irak’taki
PKK terör örgütü mensuplarına karşı gerçekleştirdiği harekâtların “kendi varlığını koruma
hakkı”na
dayandırılabileceği
ileri
sürülebilir. 654
Ancak
hatırlanacağı
üzere
BM
Andlaşması’nın 2/4. maddesi düzenlenen geniş ve kapsayıcı nitelikteki kuvvet kullanma
yasağı
kendi
varlığını
koruma
hakkına
dayanarak
kuvvet
kullanılmasına
izin
vermemektedir.
Harekâtla ilgili olarak Genel Kurmay Başkanlığının yaptığı açıklamada Irak’ın
toprak bütünlüğünün korunması amacıyla olsa bile Güvenlik Konseyinin 688 sayılı
kararına atıfta bulunulduğuna dikkat çeken Başeren, harekâtın söz konusu karar
çerçevesinde gerçekleştirildiğini ileri sürmektedir. Yazar, insan hakları ihlallerinin
önlenmesi amacıyla Kuzey Irak’ta Irak’ın egemenlik yetkilerini kullanmasını yasaklayan
kararın aynı zamanda güvenliğin sağlaması için alınacak tedbirlerin de temeli olması
gerektiğini savunmaktadır. Yazara göre söz konusu tedbirlerin alınmasını içeren yetkiyi
kullanacak olan taraf da kararı alan Birleşmiş Milletlere üye devletlerdir. 655 Bu durumda
Başeren’in de belirttiği gibi Türkiye’nin Kuzey Irak’ta bulunan PKK üslerinin bölgenin
barış ve güvenliğine yönelik tehdit oluşturması karşısında Güvenlik Konseyinin 688 sayılı
karar kapsamında verdiği izin çerçevesinde hareket ettiğini kabul etmek daha makul bir
yaklaşım olarak kabul edilebilir.
654
655
KESKİN, s. 86.
BAŞEREN, 1995, s. 232.
II. TERÖRİZME KARIŞTIĞI İDDİA EDİLEN DEVLETLERE KARŞI
KUVVET KULLANMA
1. 1986 Libya Saldırısı
ABD 14 Nisan 1986 tarihinde Libya’ya karşı El Dorado Kanyon operasyonu
olarak bilinen hava saldırısını gerçekleştirmiştir. İngiltere’deki üslerden ve Akdeniz’deki
uçak gemilerinden havalanan Amerikan savaş uçakları, Trablusgarp ve Bingazi’de
aralarında Kaddafi’nin aynı zamanda ikametgah ve komuta merkezi olarak kullandığı ordu
karargahını, havaalanlarını, istihbarat binalarını, Benina Havaalanı’ndaki Libya savaş
uçaklarını ve teröristlerin eğitildiğini iddia ettiği kampları kapsayan askerî ve paramiliter
hedefleri bombalamıştır. 656 Saldırılar 37 kişinin ölümüne, 93 kişinin de yaralanmasına
neden olmuştur. 657 Saldırıda sivil hedeflerin yanı sıra Fransa, Avusturya, Finlandiya ve
Romanya Büyükelçilikleri ile İsveç Büyükelçisi’nin ikametgahı da zarar görmüştür. 658
A. Saldırının Gerekçesi
ABD’nin Libya’ya yönelik saldırısının gerekçesi olarak genellikle 5 Nisan
1986’da Batı Almanya’nın Berlin şehrinde La Belle adlı gece kulübünde gerçekleştirilen
bombalı saldırı gösterilmektedir. Ancak Berlin’deki saldırıdan önce de iki ülke arasındaki
ilişkilerin kötüye gittiği söylenebilir. Libya lideri Kaddafi Ortadoğu’da kalıcı bir barışa
ulaşılamamasının önündeki en büyük engel olarak ABD’yi görmüş ve sürekli olarak
ABD’yi suçlamıştır. 659 Kaddafi 1984 yılında yaptığı bir konuşmada terörizmi Amerikanın
kalbine taşıma gücüne sahip olduklarını ifade ederken diğer bir konuşmasında da Amerika
ile savaşma ve Amerikalılara karşı terörizm uygulama hakkına sahip olduklarını
söylemiştir. 660 Kaddafi’nin bu söylemleri karşısında Reagan yönetimi işbaşına geldiğinden
itibaren Kaddafi’yi devirmek için yoğun bir çaba göstermiş ve bu amaçla Libyalı muhalif
gruplarla işbirliği yapmıştır. Bu dönemde 27 Aralık 1985 tarihinde Roma ve Viyana’da
656
TEPLITZ, Robert F.:“Taking Assassination Attempts Seriously: Did the United States Violate
International Law in Forcefully Responding to the Iraqi Plot to Kill George Bush?”, Cornell Int’l L. J., Vol.
28, 1995, s. 585, dn. 133.
657
AREND & BECK, s. 186.
658
GREENWOOD, Christopher: “International Law and the United States’ Air Operation Against Libya”,
W. Va. L. Rev., Vol. 89, 1986-1987, s. 936.
659
INTOCCIA, s. 181.
660
INTOCCIA, s. 181-182.
gerçekleştirilen bombalı saldırılar sonucunda beşi ABD vatandaşı olmak üzere toplam 20
kişi ölmüş ve 80 kişi de yaralanmıştır. Kaddafi saldırıları “kahramanca” bulduğunu
açıklamıştır. Diğer taraftan ABD Başkanı Reagan da saldırıların Libya’nın desteklediği Ebu
Nidal Grubu tarafından gerçekleştirildiğini ileri sürmüştür. 661 Saldırı sonrası iki ülke
arasındaki ilişkiler daha da bozulmaya başlamış, Reagan yönetimi Libya ile var olan
ekonomik ilişkilerini keserek diğer devletlere de Libya ile var olan ekonomik ilişkilerini
kesmeleri çağrısında bulunmuştur. 662 Bir yıl sonra ABD ile Libya arasında bu sefer Sirte
Körfezi nedeniyle yeni bir uyuşmazlık çıkmıştır. 663 Libya’nın Sirte Körfezi’ndeki
egemenlik iddiasını kabul etmeyen ABD, Reagan yönetiminden önce işbaşında olan Carter
yönetiminin Altıncı Filo’yu Libya’nın kendi karasuları olarak ilan ettiği Sirte Körfezi’ne
göndermeme politikasından vazgeçerek Altıncı Filo’yu bölgeye göndermiştir. 24 Mart
1986 tarihinde Libya’nın kendi karasuları olduğunu iddia ettiği deniz alanında askerî
tatbikat yapmaya başlayan Amerikan savaş gemilerine saldırması karşısında Amerikan
kuvvetleri de Libya gemilerine ve füze bataryalarına saldırmıştır. İki Libya gemisinin
battığı ve bir füze bataryasının da tahrip olduğu çatışmalarda Amerikan kuvvetleri herhangi
bir zayiat vermemiştir. 664 Olaydan iki hafta sonra 5 Nisan 1986’da bu kez Batı
661
REISMAN, 1999, s. 30. Boyle, Roma ve Viyana’daki saldırıları gerçekleştiren Ebu Nidal grubuna
mensup Filistinlilerin iddia edildiği gibi Libya’da değil Suriye’nin kontrolü altında bulunan Bekaa
Vadisinde eğitim gördüklerini ileri sürmektedir. Bu kişilerin Suriye hükümetinin izniyle Şam’a oradan da
Avrupa’ya gittiklerini belirten Boyle, ABD yönetiminin Viyana ve Roma’daki saldırıları Kaddafi’yi
yönetimden uzaklaştırmayı hedefleyen askerî bir harekâtı haklı kılabilmek için kullandığını iddia
etmektedir. Bkz. BOYLE, s. 291.
662
ABD’nin Libya’ya yaptırım uygulanması çağrısı uluslararası toplumda pek bir yankı bulmamış, Batı
Avrupa ülkeleri ile Japonya teklife uymayı reddetmiş sadece Kanada Libya’ya karşı bazı yatırımlar
uygulamaya başlamıştır. SSCB ve İslam Konferansı Örgütü de ABD’nin Libya’ya karşı uyguladığı
ekonomik yaptırımları kınamıştır.
663
Libya 10 Ekim 1973 tarihinde tek taraflı olarak Sirte Körfezi’nin Libya’nın ayrılmaz bir parçası olduğunu
ilan etmiştir. Libya’nın bu iddiası uluslararası alanda tepkiyle karşılanmış, ABD Başkanı Reagan ülkesinin
uluslararası hukuka göre 12 mil dışındaki deniz alanlarını uluslararası sular olarak kabul ettiğini
açıklamıştır. Sirte Körfezi uyuşmazlığı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. BLUM, Yehuda Z.: “The Gulf Of
Sidra Incident”, Am. J. Int’l L., Vol. 80, 1986, s. 668-677.
664
ABD’nin 1973 yılında Libya’nın Sirte Körfezi’ne yönelik ileri sürdüğü egemenlik iddialarını hukuken
tanımadığını açıkladığını ve bu durumun ABD’nin Sirte Körfezi’ne yönelik kaygılarını gidermek için
yeterli olduğunu belirten Boyle, Reagan yönetiminin Libya’nın Sirte Körfezi üzerindeki iddialarını
tanımadığını göstermek için 6. Filoyu bölgeye göndermek zorunda olduğuna ilişkin iddiasının kabul
edilebilir olmadığını ve ABD’nin eyleminin tahrik amaçlı olduğunu belirtmektedir. Yazar Libya ile ABD
arasındaki söz konusu sorunun yargı yoluyla çözüme kavuşturulabilecek hukukî nitelikte bir problem
olduğunu ve Reagan Yönetiminin Kaddafi’nin Sirte Körfezi ve Libya’nın uluslararası terörizme verdiği
iddia edilen destekle ilgili sorunları çözmek amacıyla yaptığı bütün önerileri reddettiğine dikkat
çekmektedir. Boyle, Reagan yönetiminin bu tavrının sebebini ABD’nin her iki sorunu Libya’yı Kaddafi
yönetiminin devrilmesine yol açacak askerî bir uyuşmazlığa sürüklemek için uygun birer bahane olarak
kullanmak istemesine bağlamıştır. ABD’nin izlediği provokatif tavrın kuvvet kullanma yasağını ihlâl
Almanya’nın Berlin şehrinde La Belle adlı gece kulübüne yönelik bombalı bir saldırıda
bulunulmuştur. Genellikle Amerikan askerlerinin gittiği gece kulübünde meydana gelen
patlama bir Amerikan askerî ile bir Türk vatandaşının ölümüne 154 kişinin de
yaralanmasına neden olmuştur. 665 Patlama ile ilgili olarak Trablusgarp ve Doğu Berlin’deki
Libya Büyükelçiliği arasında yapılan görüşmelerin deşifre edilmiş kayıtlarına dayanarak
saldırıların Libya tarafından desteklenen ve devam eden terörist saldırılardan biri olduğunu
ileri süren ABD’ye göre, söz konusu kayıtlar Libya’nın terörist eylemlerle ilişkisini
kanıtlamıştır. 666 Ancak Libya saldırı ile hiçbir şekilde ilişkisi olmadığını ileri sürmüş,
Kaddafi saldırılarla ilgili olarak Libya’nın sorumlu olduğuna dair iddiaları yalanlamıştır. 667
B. Uluslararası Toplumun Saldırıya Yaklaşımı
Saldırı sonrası ABD tarafından yapılan açıklamalarda saldırının meşru müdafaa
hakkına dayanılarak gerçekleştirildiği ileri sürülmüştür; Libya’nın Amerikan hedeflerine
yönelik saldırılarının silahlı saldırı boyutuna ulaştığı, Amerikan hedeflerine yönelik yeni
terörist saldırıların planlandığına dair açık delillerin bulunduğu, muhtemel terörist
saldırıların önlenebilmesi ve Libya’nın bu tür eylemlerde bulunmasını önlemek için askerî
bir harekâtın gerçekleştirilmesinin gereklilik haline geldiği, ABD’nin Libya’nın uluslararası
hukuka aykırı bu tür faaliyetlerden vazgeçmesi için daha önceden barışçı çözüm yollarına
başvurduğu, meşru müdafaa hakkına göre devletin ülke dışındaki vatandaşlarını koruma
ettiğini ileri süren yazar, bu tür askerî tatbikatların BM Andlaşması’nın 39. maddesine göre barışa karşı bir
tehdit, barışın bozulması ve saldırı eylemi niteliğinde olduğunu savunmaktadır. Bkz. BOYLE, s. 289-291.
665
INTOCCIA, s. 185.
666
Saldırıdan 11 yıl sonra ABD’nin kamuoyuna açıklanmasına izin verdiği deşifre edilen görüşme kayıtlarına
göre Libyalı yetkililer Trablusgarp’dan Doğu Berlin’deki Libya temsilciliğine Amerikalılara karşı
maksimum düzeyde zarar verecek bir terörist saldırı gerçekleştirmeleri emrini vermiş ve Berlin’deki Libyalı
görevliler saldırı sonrasında saldırının başarılı bir şekilde sonuçlandığını bildirmişlerdir. 13 Kasım 2001’de
Libyalı bir diplomat ve Libya Büyükelçiliğinde çalışan bir görevlinin de aralarında bulunduğu dört kişi
bombalama eyleminden dolayı suçlu bulunarak mahkum edilmişlerdir. Bkz. BEARD, Jack M.: “Military
Action Against Terrorist Under International Law: America’s New War on Terror: The Case for
Self_Defense under International Law”, Harv. J. L. & Pub. Pol’y, Vol. 25, s. 561, dn. 4. Dönemin Batı
Almanya Başbakanı Kohl de yaptığı açıklamada saldırıdan Libya’nın sorumlu olduğunu açıklamıştır. Bkz.
SURCHIN, Alan D.: “Terror and The Law : The Unilateral Use of Force and the June 1993 Bombing of
Baghdad”, Duke J. Comp. Int. L., Vol. 5, 1995, s. 484, dn. 165. Bununla birlikte bir dönem Mossad’da
çalışan Victor Ostrowsky, ABD’nin Libya’nın gece kulübü saldırısı ile sorumlu olduğunu kanıtladığını
iddia ettiği terör eylemi yapılmasına yönelik talimatın aslında Mossad tarafından gönderildiğini ve bunun
İsrail tarafından hazırlanan planın bir parçası olduğunu iddia etmiştir. Ostrowsky’ye göre İsrail’in amacı
Libya’nın terörist eylemlere karıştığını kanıtlamak ve ABD’yi buna inandırmaktır. Bu konuda ayrıntılı bilgi
için bkz. OSTROWSKY, Victor: By Way of Deception, Wilshire Press, 2002.
667
AREND & BECK, s. 186-187.
hakkına sahip olduğu, saldırının sadece terörist faaliyetlerle bağlantılı askerî tesisleri hedef
aldığı ve bu nedenle orantılı olduğu ifade edilmiştir. 668
ABD yönetiminin ifadelerinden saldırının terörist eylemlerin silahlı saldırı
boyutuna ulaştığı ve meşru müdafaa hakkının önleyici eylemlerde bulunma hakkını içerdiği
kabulü üzerine oturduğu görülmektedir. “Schultz Doktrini” ile paralellik arz eden bu
yaklaşım uluslararası toplumda kabul görmemiş ve saldırı yaygın bir şekilde kınanmıştır. 669
İngiltere, İsrail, Güney Afrika ve bir dereceye kadar Kanada hariç olmak üzere
ABD’nin pek çok müttefiki saldırıyı onaylamamış ve saldırının meşruluğu hususunda
mütereddit kalmıştır. Yunanistan, Hollanda, Batı Almanya, Belçika, Fransa, İspanya ve
İtalya gibi ABD’nin müttefiki olan devletler saldırıyı eleştirmişlerdir. 670 Sovyetler Birliği,
Doğu Bloku devletleri, Arap devletleri, Çin, Afrika Birliği ve Bağlantısızlar Hareketi de
ABD’yi kınamıştır. 671 Yemen bir süper güç olarak dünya barışının sağlanmasında özel bir
sorumluluğunun
eleştirmiştir.
bulunduğunu
ancak
BM’yi
bypass
ettiğini
belirterek
ABD’yi
672
Güvenlik Konseyinde ABD temsilcisi Walters Berlin’deki terörist saldırıyı
işaret ederek Libya’nın terörist eylemler gerçekleştirmek suretiyle kuvvet kullanma
yasağını ihlâl ettiğini ileri sürmüştür. Walters, ülkesinin meşru müdafaa hakkına dayanarak
terörist faaliyetlerle ilişkili askerî tesisleri hedef alan gerekli, orantılı ve ayrım gözeten bir
harekât gerçekleştirdiğini, harekâtın Libya’nın terörist eylemlere yönelik desteğini sona
erdirmek ve muhtemel yeni terörist saldırıları önlemek üzere planlandığını ifade etmiştir.673
Bununla birlikte ABD’nin Libya saldırısını meşru müdafaa hakkına dayandırma çabaları
668
INTOCCIA, s. 177; WARRINER, s. 49; PAUST, 1986, s. 729-730; O’BRIEN, s. 463-467.
Reagan yönetiminde Dışişleri Bakanı olarak görev yapan George Schultz, terörist saldırılara maruz kalan
devletin başka bir çare kalmaması halinde söz konusu saldırıları önleyebilmek, yeni saldırılara engel
olabilmek, teröristleri ele geçirebilmek ve vatandaşlarını kurtarabilmek için kuvvet kullanma hakkına sahip
olduğunu ifade etmiştir. “Schultz Doktrini” olarak adlandırılan bu görüşe göre devlete yönelik terörist
saldırıları destekleyen, kendi ülke sınırları içinde terörist örgütlenmeleri veya diğer eylemleri teşvik eden
devletler bu tür saldırılardan sorumludur. Bkz. Low-Intensity Warfare: The Challenge of Ambiguity,
Remarks by George P. Schultz, National Defense University, Washington, January 25, 1986, at 7 and 1112’den aktaran ALEXANDROV, s. 185.
670
SURCHIN, s. 485.
671
INTOCCIA, s. 186-200; BAKER, Stuart G.: “Comparing the 1993 U.S. Airstrike on Iraq to the
1986 Bombing of Libya: The New Interpretation of Article 51”, Ga. J. Int'l & Comp. L., Vol. 24, 1996, s.
105-106; REISMAN, 1999, s. 33-34.
672
U.N. SCOR, 41st Sess., U.N. Doc. S/PV. 2675 (1986).
673
U.N. SCOR, 41st Sess., U.N. Doc. S/PV. 2674 (1986).
669
kabul görmemiştir. Güvenlik Konseyindeki görüşmelerde Cezayir, Küba, Çekoslovakya,
Doğu Almanya, Gana, Hindistan, Umman, Suudi Arabistan, Sovyetler Birliği, Suriye,
Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar saldırıyı eleştirmişlerdir. ABD’ye yönelik eleştiriler
başlıca sivil asker ayrımına dikkat etmediği, harekâtın daha önceden gerçekleştirilmiş bir
silahlı saldırıya karşı gerçekleştirilmediği, Libya’nın terörizme verdiği iddia edilen desteğin
tam olarak ispat edilemediği, harekâtın asıl amacının siyasî olduğu şeklindedir. Gana,
Birleşik Arap Emirlikleri, Madagaskar, Trinidad Tobago ve Kongo tarafından hazırlanan ve
ABD’nin kınanmasını öngören karar tasarısı ABD, Fransa ve İngiltere’nin veto hakkını
kullanması sonucu kabul edilmemiştir. Bu devletlere göre tasarı terörün uluslararası barış
ve güvenliğe yönelttiği tehdidi yeterince vurgulamamaktadır. Bu üç ülkenin yanı sıra geçici
üyelerden Avustralya, Danimarka da aynı doğrultuda oy kullanmıştır. Venezüella’nın
çekimser kaldığı oylamada SSCB, Trinidad Tobago, Çin, Birleşik Arap Emirlikleri, Kongo,
Madagaskar, Bulgaristan, Gana ve Tayland olumlu oy kullanmıştır. 674
Güvenlik Konseyinin bu kararına karşılık BM Genel Kurulu, ABD’nin
saldırısını kınayan bir karar almış ve Libya’nın uğradığı can ve mal kaybı için tazminat
isteme hakkının bulunduğunu ifade etmiştir. 675
Saldırının hemen ertesinde ortaya çıkan tepkilerden sonra özellikle batılı
devletlerden yükselen tepkiler azalmış bu ülkeler Libya’ya karşı ekonomik ve diplomatik
yaptırımlar uygulamaya başlamışlardır. 676 Bu tavır değişikliğinde ABD ve batılı
müttefiklerinin, terörizmin uluslararası toplumu tehdit eder bir dereceye ulaştığı ve devlet
destekli terörizmle ilgilenilmesinin gerektiği hususunda bir uzlaşmaya varmış olmaları ve
Libya’daki rejimden hoşnut olmamalarının etkili olduğu söylenebilir. 677
674
U.N. SCOR, 41st Sess., U.N. Doc. S/PV. 2682 (1986).
G.A. Res. 41/38, U.N. GAOR, 41st Sess., Supp. No. 53, U.N. Doc. A/41/53 (1986). Karar 28’e karşı
79 olumlu oyla alınmış, 33 ülke ise çekimser kalmıştır.
676
Saldırı sonrasında batılı devletler Libya’ya karşı ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlamışlardır.
Avrupa Ekonomik Topluluğu Libya’nın terörizme verdiği destek nedeniyle karşı önlemler alınmasına karar
vermiştir. Bu önlemler içinde Libya’nın diplomatik temsilciliklerindeki personelin sayısının azaltılması da
yer almıştır. Ayrıca ABD ve diğer devletler ile bilgi alışverişinde bulunulması da öngörülmüştür. Japonya
Libya ile ticari ilişkilerini sona erdirdiğini ilan etmiştir. İtalya ise ülkesine yönelik Libya’nın karıştığı yeni
bir saldırı gerçekleşmesi halinde cevap vereceğini açıklamıştır. İngiltere 221 Libyalı öğrenciyi güvenlik
endişesi ve devrimci faaliyetleri nedeniyle sınır dışı etmiştir. Bkz. SEYMOUR, s. 236; REISMAN, 1999,
s. 34.
677
BONAFEDE, s. 74.
675
C. Saldırının Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi
a. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler
ABD’nin Libya’ya karşı gerçekleştirdiği saldırı doktrinde de ayrıntılı bir şekilde
tartışılmış, ABD’yi destekleyen görüşlerin yanı sıra eleştiren görüşler de ileri sürülmüştür.
Örneğin Greenwood, Berlin’deki saldırıda sıradan bir Amerikalının değil devletin
egemenliğini sembolize eden Amerikan askerlerinin hedef alındığını ve bu nedenle meşru
müdafaa hakkının doğduğunu ileri sürmüştür. 678 Sofaer de ABD’nin meşru müdafaa
hakkına dayanarak orantılı bir şekilde hareket ettiğini dile getirmiştir. 679 Warriner ise,
Libya’nın ABD dışındaki Amerikan vatandaşlarına karşı ciddi bir tehdit oluşturduğunu ve
Amerikalılara karşı gerçekleştirilen terörist saldırılara verdiği desteğin ABD’ye yönelik fiili
bir saldırı boyutuna ulaştığını iddia etmiştir. Terörizmin bir coğrafi veya askerî bir hedefe
yönelik tipik bir savaş olmamakla birlikte gerçek bir savaş olduğunu ve uluslararası hukuka
göre saldırıya maruz kalan devletin taktik veya stratejilerdeki değişiklik karşısında vereceği
cevap konusunda belirli bir esnekliğe sahip olduğunu belirten yazar, ABD’nin başka bir
devlet tarafından yönlendirilen eylemlere karşı vatandaşlarını korumak amacıyla haklı bir
meşru müdafaa uygulamasında bulunduğunu ileri sürmüştür. Libya’nın pek çok
Amerikalının ölümüne ve yaralanmasına yol açan uluslararası terörizme yönelik desteğinin
yeterli hukukî gerekçeyi sağladığını ve ABD’nin saldırısının aynı zamanda Libya
tarafından planlanan yeni saldırıları önlemeye yönelik olduğunu vurgulayan yazar,
saldırının gerek zamanlama gerek kullanılan silahlar bakımından sivil can ve mal kaybını
minimum seviyede tutmak üzere planlandığını belirterek orantılılık şartının yerine
getirildiğini iddia etmiştir. 680 Intoccia da ABD saldırısının devam eden Libya destekli
terörizme karşı meşru müdafaa hakkına dayanılarak gerçekleştirilmiş haklı bir eylem
olduğu
görüşündedir.
Yazar,
deşifre
edilen
görüşme
kayıtlarının
saldırganların
Trablusgarp’dan emir aldıklarını ve daha sonra da saldırının başarıyla gerçekleştirildiğine
678
Greenwood ayrıca ABD’nin Berlin’de önemli bir askerî varlığa sahip olduğunu ve Amerikan askerlerinin
burada meşru bir şekilde bulunduğunu belirterek Amerikan askerlerine yönelik bir saldırının bu bakımdan
da meşru müdafaa hakkını doğurduğunu ileri sürmektedir. Bkz. GREENWOOD, s. 941-942.
679
SOFAER, s. 785-786.
680
WARRINER, s. 92-93; 95.
dair rapor gönderdiklerini gösterdiğini belirterek bu durumun Libya’nın saldırganlar
üzerinde kontrole sahip olduğunu kanıtladığını ifade etmektedir. 681 Terry, Libya’nın ABD
hedeflerine yönelik terörist faaliyetlerden sorumlu olduğuna ilişkin kesin kanıtların ve
Libya’nın çeşitli ABD Büyükelçiliklerine yönelik terörist saldırı hazırlığında olduğuna dair
bilgilerin bulunduğunu iddia ederek ABD’nin Libya’ya yönelik saldırısının meşru
olduğunu ileri sürmektedir. 682 Knauft, Kaddafi’nin Amerikan vatandaşlarına karşı yeni
saldırılar gerçekleştireceğine dair söz vermesi nedeniyle terörist saldırı tehdidinin devam
ettiğini belirterek Libya’nın terörizme verdiği destek dikkate alındığında ABD saldırısının
haklı görülebileceğini ileri sürmüştür. 683 Parks ise saldırının zararla karşılık veya misilleme
olarak değerlendirilmemesi gerektiğini belirterek Libya’nın terörist eylemlere verdiği
destekten kaynaklanan tehdidi ortadan kaldırmaya yönelik meşru müdafaa hakkına dayanan
sınırlı bir harekât olduğunu ifade etmiştir. 684
Doktrinde ABD’yi destekleyen görüşlerin yanı sıra saldırının uluslararası
hukuka aykırı olduğu ve ABD’nin Libya’ya yönelik zararla karşılıkta bulunduğuna dair
görüşler de ileri sürülmüştür. ABD’nin meşru müdafaa hakkına dayanarak gerçekleştirdiği
saldırıya yönelik eleştiriler saldırının BM Andlaşması’nın 51. maddesi kapsamında izin
verilebilir bir kuvvet kullanma eylemi olmadığı noktasında odaklanmaktadır. Eleştiriler
saldırının askerî ve sivil hedefler arasında ayrım gözetmeksizin gerçekleştirildiği, daha
önceden gerçekleştirilmiş silahlı bir saldırıya yönelik olmadığı ve Libya’nın terörist
faaliyetlere karıştığını gösteren ciddi bir delil olmadığı hususlarını öne çıkarmaktadır.
Örneğin, Reagan yönetiminin ABD ve diğer batılı devletlere yönelik terörist saldırılara
karşı gerçekleştirilen bir zararla karşılık olduğunu ve uluslararası hukukun zararla karşılığı
meşru kabul etmediğini belirten Malawar, ABD’nin saldırıyı meşrulaştırma girişimlerini
tümden reddetmiştir. 685 Berlin’deki bombalı saldırının Libya’ya yönelik saldırıyı
681
INTOCCIA, s. 196-197; 212.
TERRY, 1986, s. 180-184.
683
KNAUFT, Sage R.: “Note, Proposed Guideliness for Measuring the Propriety of Armed State
Responses to Terrorist Attacks”, Hasting Int’l & Com. L. Rev., Vol. 19, 1996, s. 785-786’den aktaran
BONAFEDE, s. 174.
684
PARKS, W. Hays: “Lessons from the 1986 Libya Air Strike”, New Eng. L. Rev., Vol. 36, 2002, s. 760.
685
MALAWAR, Stuart S.: “Reagan’s Law and Foreign Polic , 1981-1987: The “Reagan Corallary of
International Law”, Harv. Int’l L. J., Vol. 29, 1988, s. 102’den aktaran BONAFEDE, s. 177. Benzer
görüşler için bkz. GUROVITSCH, s. 169; CONDRON, s. 156.
682
meşrulaştıramayacağını ileri süren Boyle da saldırının zararla karşılık niteliğinde olduğunu
ifade etmiştir. Berlin’deki saldırıdan önce 14 Ocak 1986 tarihinde Reagan yönetiminin
Libya’ya karşı askerî bir harekât hazırlığında olduğuna dair Newsweek dergisinde yer alan
bir habere işaret eden yazar, Reagan yönetiminin daha önceden de Libya’ya karşı askerî
harekât düzenleme isteğinde olduğunu ve Berlin’deki saldırıyı bir bahane olarak
kullandığını ileri sürmüştür. 686 Paust ise ABD’nin Libya savaş uçaklarını ve askerî
tesislerine saldırmasına dikkat çekerek söz konusu hedeflerin yakın bir zamanda
gerçekleşmesi beklenen saldırılarla bir bağlantısının olmadığını, ABD’nin Libya’nın uzun
dönem hareket kabiliyetini yok etmeyi hedef aldığını ya da harekâtın zararla karşılık
amacıyla gerçekleştirildiğini ileri sürerek ABD’yi eleştirmiştir. 687
b. Genel Bir Değerlendirme
Saldırı sonrasında ABD’ye karşı gösterilen tepkinin o dönemde devam eden
soğuk savaş ortamından kaynaklandığı düşünülebilir. Bununla birlikte uluslararası hukuka
ilişkin önemli sorunların da bulunduğu açıktır. Özellikle ABD’li bir askerin öldürülmüş
olmasının silahlı saldırı olmadığı, harekâtın misilleme amacı taşıdığı, gereklilik ve
orantılılık şartlarını yerine getirmediğine dair eleştiriler özellikle üzerinde durulması
gereken hususlardır.
Libya harekâtının meşru olup olmadığı hakkında yapılacak bir değerlendirme
meşru müdafaa hakkının kullanılmasının ön şartı olan silahlı saldırı şartının mevcut olayda
gerçekleşip gerçekleşmediğinin ele alınması ile başlamalıdır. Söz konusu olayda meşru
müdafaa hakkına neden olarak gösterilen Berlin’deki bombalı saldırıya bakıldığında
Libya’ya isnat edilen bu eylemin silahlı saldırı olarak tanımlanamayacağı âşikârdır. Söz
konusu terörist saldırının uluslararası hukuku ihlâl ettiği muhakkaktır. Ancak terörist bir
saldırının silahlı saldırı kabul edilebilmesi için gereken şartlar hatırlandığında Berlin’deki
saldırının silahlı saldırı oluşturmadığı ve 51. madde kapsamında meşru müdafaa hakkına
dayanarak tek taraflı bir eylemde bulunma imkânı vermediği söylenebilir. Bu durumda
saldırıda vurulan hedeflere ve gözetilen amaçlar da dikkate alındığında ABD’nin Libya
686
687
BOYLE, s. 291-293.
PAUST, 1986, s. 731.
saldırısının meşru müdafaa temelinde haklılaştırılmaya çalışılan cezalandırma amaçlı bir
zararla karşılık niteliği taşıdığı gerçeği ortaya çıkmaktadır. 688 Bir an için saldırının meşru
müdafaa hakkına neden olduğu kabul edilse bile Libya’ya karşı gerçekleştirilen harekâtın
gereklilik, orantılılık ve aciliyet şartları bakımından da tartışmalı olduğu görülmektedir.
Uluslararası
terörizme
karşı
kuvvet
kullanan
devletlerin
eylemlerinin
değerlendirilmesinde söz konusu devletlerin BM Andlaşması’ndan kaynaklanan taraf
oldukları uyuşmazlıkları barışçı yollarla çözüme kavuşturma yükümlülüklerini yerine
getirip getirmedikleri de incelenmelidir. 689 Zira uluslararası hukuk bütün barışçı çözüm
yolları tüketildikten sonra kuvvete başvurulmasını öngörmektedir. Mevcut olayda ABD’nin
Libya ile arasındaki sorunları barışçı yollardan çözüme kavuşturmak için çaba göstermediği
oysa Libya’nın Aralık ve Ocak aylarında ABD ile mevcut sorunları görüşmek için pek çok
teşebbüste bulunduğu ifade edilmektedir. Ayrıca İtalya ve Malta Başbakanları ile Suudi
Arabistan ve Belçika iki ülke arasında arabuluculuk yapmayı veya uluslararası terörizmle
ilgili bir konferans düzenlemeyi teklif etmesine rağmen Amerikan yönetiminin Kaddafi ile
müzakere edecek bir şeylerinin olmadığını belirterek bu teklifleri reddettiğine dikkat
çekilmektedir. 690 Buna karşılık ABD, Roma ve Viyana Havaalanlarında gerçekleştirilen
bombalı saldırılardan sonra sorunun barışçı bir şekilde çözümü için herhangi bir teşebbüste
bulunmadığı gibi tek taraflı olarak yaptırım uygulama kararı almış ve diğer devletlere de
Libya’ya karşı yaptırım uygulamaları çağrısında bulunmuştur. ABD ayrıca 23 Mart
1986’da Libya’nın karasuları olduğunu iddia ettiği Sirte Körfezi’nde tatbikat yapmak üzere
deniz kuvvetlerini göndermiştir. ABD’nin egemenliği tartışmalı bölgeye donanma
göndermesinin Libya’yı kuvvet kullanmaya tahrik etmeye yönelik olduğu söylenebilir. Bu
tür bir amacın BM’nin öngördüğü uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözüme kavuşturulması
yükümlülüğü ile bir ilgisinin olmadığı açıktır. 691 ABD Libya’ya saldırmadan önce
Güvenlik Konseyine de başvurmamıştır. Eğer ABD Güvenlik Konseyine başvurmuş ve
Konsey tarafından herhangi bir çözüm üretilememiş olsaydı o zaman, ABD’nin başka bir
688
PAUST, 1986, s. 731.
Cassese, terörist bir saldırı ile ilgili olarak her türlü barışçı yollar denendikten ve gayret sarf edildikten
sonra askerî bir harekâta başvurulabileceğini ileri sürmektedir. Bkz. CASSESE, 1989, s. 591.
690
BOYLE, s. 295.
691
MURPHY, 1986, s. 88.
689
seçeneğinin olmadığı söylenebilirdi. Bahsedilen hususlar göz önüne alındığında ABD’nin
Libya kaynaklı terörizmi önlemek için gerekli barışçı bütün yolları denemediği rahatlıkla
söylenebilir. Murphy’nin de ifade ettiği gibi 692 ABD’nin Libya saldırısından önce Sirte
Körfezi ve Libya’nın terörizme verdiği destekle ilgili sorunlar hakkında bütün barışçı
çözüm yollarını tükettiğini kanıtlaması halinde ABD’nin gerçekleştirdiği eylemin hukuken
kabul edilebilirliği daha farklı olabilecekti.
ABD’nin Libya saldırısına yönelik dayanaklarından biri de Libya’nın ABD’ye
yönelik yeni terörist saldırılar planladığıdır. 693 ABD’nin Libya’nın dünyanın değişik
bölgelerindeki Amerikan hedeflerine karşı yeni terörist saldırı hazırlıkları içinde olduğunu
iddia etmesine rağmen ortaya söz konusu iddiayı kanıtlayan somut deliller koyamaması
tereddütlere ve gereklilik şartının yerine gelmediğine dair çeşitli değerlendirmelere neden
olmuştur. 694 Silahlı bir saldırıya maruz kalan devlet saldırı sona erdiği takdirde meşru hakkı
kapsamında haklı bir mukabil eylemde bulunabilmek için muhtemel saldırıların
gerçekleşeceğine dair inandırıcı ve açık deliller ileri sürmesi gerekmektedir. Ayrıca
devletin kendisine yönelik terörist bir saldırı düzenleneceğine dair kesin bir bilgi edinmesi
halinde saldırıya karıştığı ileri sürülen devletin başkentini bombalamak yerine
gerçekleşmesi beklenen saldırılara karşı savunma amaçlı önlemler alması meşru müdafaa
hakkı bakımından daha yerinde bir tedbir niteliğindedir. 695
ABD’nin Libya’ya karşı giriştiği saldırı orantılılık ilkesi bakımından ele
alındığında söz konusu ilkenin açık bir şekilde ihlâl edildiği görülmektedir. Saldırı önemli
bir maddî tahribata yol açtığı gibi, bir çok insanın ölümüne ve yaralanmasına da neden
olmuştur. Bu sonucun Berlin’deki bombalı saldırı ile kıyaslanamayacağı açıktır. 696 Üstelik
Amerikan saldırısının asıl hedefinin Libya lideri Kaddafi’yi öldürmek olduğu
düşünüldüğünde eylemin meşru müdafaa hakkı kapsamında gerçekleştirildiği kabul edilse
dahi saldırının orantılılık ilkesini ihlâl ettiği rahatlıkla söylenebilir. 697
692
MURPHY, 1986, s. 88.
U.N. SCOR, 41st Sess., U.N. Doc. S/PV. 2674 (1986).
694
SCHACHTER, 1993, s. 252.
695
SCHACHTER, 1993, s. 252.
696
ARAL, s. 123-124.
697
Seymour Hersh, Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı, CIA ve Pentagon’da görevli kişilerle yaptığı görüşmeler
sonucunda 1986 Libya saldırısının asıl amacının Kaddafi’yi öldürmek olduğu ve saldırının bu şekilde
693
Berlin’deki saldırı ile Libya’ya yönelik hava saldırısı arasında yaklaşık on
günlük bir zaman aralığı olduğu dikkate alındığında olayda aciliyet şartının gerçekleşip
gerçekleşmediği gündeme gelmektedir. Örneğin Paust, Berlin’de düzenlenen bombalı
saldırı ile ABD’nin Libya da gerçekleştirdiği harekât arasında on günlük bir ara
bulunduğunu belirterek söz konusu olayda aciliyet şartının gerçekleşmediğini ileri
sürmüştür. 698 Ancak delil toplamanın genel olarak zaman aldığı, devletin ülke sınırlarını
korumaya yönelik geleneksel savunma yönteminden farklı olarak teröristlere veya onların
sponsorlarına karşı askerî bir harekât düzenlemek için yeterli askerî kuvveti bir araya
toplamasının zaman aldığı dikkate alındığında 10 günlük gecikmenin makul sebeplere
dayandığı söylenebilir. Bu durumda ABD’nin iddia ettiği gibi somut olayda meşru müdafaa
hakkı doğmuş olsaydı 10 günlük gecikmenin harekâtı meşru müdafaa uygulaması olmaktan
çıkarıp zararla karşılığa çevirmeyeceği savunulabilirdi.
2. 1993 IRAK SALDIRISI
Libya saldırısından yedi yıl sonra benzer bir olay Irak’ta yaşanmıştır. 1993
yılında Kuveytli yetkililer tarafından eski ABD Başkanı Bush’a karşı tertip edildiği iddia
edilen suikast planının ortaya çıkarılması sonrasında 26 Haziran 1993 tarihinde Kızıldeniz
ve İran Körfezi’nde bulunan Amerikan savaş gemileri “Muhaberat” olarak adlandırılan Irak
İstihbarat Merkezini hedef alarak tamamen tahrip etmiştir. 699 Pentagon saldırının sivil can
kaybını önlemek amacıyla gece yarısı yapıldığını bidirmesine rağmen üç füzenin yerleşim
bölgesine düşmesi sonucu sekiz sivilin öldüğü açıklanmıştır. 700
planlandığını iddia etmiştir. Seymour M. Hersh, Target Qaddafi, N. Y. Times Magazines, Feb. 22, 1987, at
17-19’dan aktaran SCHARF, Michael P.: “Clear and Present Danger: Enforcing the International Ban on
Biological and Chemical Weapons through Sanctions, Use of Force, and Criminalization”, Mich. J. Int’l L.
1999, Vol. 20, s. 497.
698
PAUST, 1986, s. 730-731.
699
Benzer bir olay olarak 9 Ekim 1983 tarihinde Burma’da Güney Kore Devlet Başkanı Chun Doo Hwan’a
karşı Kuzey Kore tarafından gerçekleştirilen suikastı gösterebiliriz. Ancak burada Bush suikastından farklı
olarak saldırı gerçekleştirilmiş ve dördü bakan, ikisi başkan danışmanı olmak üzere toplam 19 kişinin
ölümüne neden olmuştur. Güney Kore söz konusu saldırıya cevap olarak kuvvet kullanmamış ve bu tür
saldırıların nasıl önüne geçileceğini tartışmak üzere BM’ye bir heyet göndererek Kuzey Kore’ye karşı geniş
kapsamlı bir yaptırım uygulanmasını sağlamaya çalışmıştır. SURCHIN, s. 471; ERICKSON, s. 41.
700
SURCHIN, s. 459, 465. MCCARTHY, John G.: “The United States Should Prosecute those Who
Conspired to Assassinate Former President Bush in Kuwait”, Fordham Int’l L. J., Vol. 16, 1993, s. 1333.
A. Saldırının Gerekçesi
Kuveyt, Bush’un üç günlük Kuveyt ziyaretinin başlangıcında ülkeye plastik
patlayıcı sokmaya çalışan 14 kişiyi tutuklamış ve bu patlayıcıların Bush’a karşı
gerçekleştirilmesi planlanan suikastta kullanılmak üzere ülkeye sokulmak istendiğini iddia
etmiş ve durumu ABD’li yetkililere bildirmiştir. 701 Amerikan yönetimi suikast girişiminin
Irak istihbarat servisi tarafından yönlendirildiğini, ABD’nin bu konuda ikna edici delillere
sahip olduğunu söylemiştir. 702 Bu bilgilere göre Wali Al Gazali ve Ra’ad Al Asadi isimli
Irak uyruklu iki baş şüpheli suikast emrini Basra şehrinde Irak İstihbarat Servisi ile
bağlantılı olduğunu sandıkları kişilerden aldıklarını, bombanın Bush’un ziyaret edeceği
üniversitede konuşmasını yaparken patlamasının planlandığını itiraf etmişlerdir. 703 Ayrıca
Amerikan istihbarat birimlerinin Kuveyt Hükümeti ile birlikte yürüttüğü çalışmalar
sonucunda saldırıda kullanılması planlanan bombanın yapımında kullanılan malzemelerin
ve bomba düzeneğinin Körfez Savaşı sırasında Irak tarafından kullanılan bombalarla aynı
olduğu ortaya çıkmıştır. Söz konusu bomba türünü herhangi bir terörist grubun
kullanmadığına dikkat çekilmiştir. 704 Her ne kadar eylem emrinin Saddam Hüseyin veya
Irak İstihbarat Teşkilatının Başkanı tarafından verildiği tam olarak kanıtlanamasa da
Amerikan istihbarat birimleri Irak istihbaratının olaya karışmış olduğu kanaatine ulaşmıştır.
Ayrıca Körfez Savaşı sonrasında Irak’ın Bush’u cezalandırmak amacıyla bu tür bir suikast
hazırlığında olduğuna dair daha önceden elde edilen istihbarat bilgileri bu kanaati
destekleyici deliller olarak ileri sürülmüştür. 705 Örneğin Iraklı yetkililer tarafından yapılan
açıklamalarda Başkan Bush’un yakalanana kadar takip edileceği ve cezalandırılacağı
açıklanmıştır. 706 Bu tür açıklamaların ve elde edilen istihbarat bilgilerinin saldırganların
Körfez Savaşı sırasında müttefik kuvvetlerinin lideri olarak hareket eden Bush‘tan intikam
alma peşinde olduklarını gösterdiği iddia edilmiştir.
701
Suikast girişimiyle ilgili olarak yakalanan çoğunluğu Irak asıllı 14 kişinin Kuveyt mahkemelerinde bir yıl
süren yargılanmaları sonunda suikast girişimine karıştıkları gerekçesiyle beşi Iraklı biri Kuveytli olmak
üzere altı kişi ölüm cezasına çarptırılmış, yine Irak ve Kuveytlilerden oluşan yedi kişi 6 ay ile 12 yıl
arasında değişik hapis cezalarına mahkum olmuş, bir Kuveytli ise beraat etmiştir. Bkz. BAKER, Stuart G.,
s. 101, dn. 14.
702
AREND & BECK, s. 153.
703
SURCHIN, s. 461.
704
BAKER, Stuart G. s. 102, dn. 15.
705
MCCARTHY, s. 1347.
706
MAXON, http://carlisle-www.army.mil/usawc/Parameters/1995/maxon.htm (12. 08. 2003).
Amerikan yönetimi Bağdat’a düzenlediği hava saldırısı sonrasında meşru
müdafaa hakkını kullandığını açıklamıştır. Amerikalı yetkililer tıpkı Libya saldırısı sonrası
yapılan açıklamalardaki gibi saldırının ABD’ye yönelik saldırıya cevap olmak üzere
gerçekleştirilmiş
savunma
amaçlı
bir
eylem
olduğunu
iddia
ederek
saldırıyı
meşrulaştırmaya çalışmışlardır. ABD’ye göre Bush’a yönelik suikast girişimi silahlı bir
saldırı olup yakın gelecekte bu tür yeni saldırıların gerçekleşmesi ihtimali bulunmaktadır.
Bu nedenle ABD’nin hem mevcut saldırıya hem de beklenen silahlı saldırılara karşı meşru
müdafaa hakkı doğmuştur.
Amerikan yönetimi olayla ilgili Kuveyt Mahkemelerinde görülen dava
sonuçlanana kadar bir şey yapmayacaklarını açıklamasına rağmen Başkan Clinton dava
sonuçlanmadan barışçı bir çözüm ihtimalinin bulunmadığı ve diplomatik veya ekonomik
yaptırımların Irak’ı gelecekte girişebilecek olduğu muhtemel suikast teşebbüslerinden
vazgeçirmeye yaramayacağı düşüncesi ile saldırı emrini vermiştir. 707
Başkan Clinton, eski başkan Bush’a karşı gerçekleştirilecek bir saldırının
ABD’ye ve tüm Amerikalılara karşı gerçekleştirilmiş kabul edileceğini belirterek muhtemel
yeni saldırıları önlemek ve ABD’nin bağımsızlığını korumak amacıyla uygun bir cevabın
verileceğini açıklamıştır. 708 Clinton, Irak’ın Bush’un başkanlığı süresince yaptıklarının
intikamını almak amacıyla suikast girişiminde bulunduğunu, bu nedenle eylemin
Amerika’ya karşı bir saldırı olduğunu ve cevapsız kalmayacağını açıklamıştır. Clinton
meşru müdafaa hakkına dayanılarak gerçekleştirilen harekâtın Bush’a yönelik suikast
girişimine bir cevap olmasının yanı sıra terörizmi destekleyen Saddam Hüseyin’i
engellemeyi ve Amerikalılara karşı gerçekleştirilebilecek muhtemel yeni saldırıları
önlemeyi hedeflediğini de ifade etmiştir. 709
B. Uluslararası Toplumun Saldırıya Yaklaşımı
ABD’nin 1986 yılında Libya’ya karşı gerçekleştirdiği saldırı uluslararası toplum
tarafından büyük bir çoğunlukla kınanmış ve ABD’nin saldırıyı meşrulaştırmak için ileri
707
LOBEL, s. 548.
REISMAN, Michael Reisman: “The Raid on Baghdad: Some Reflections on its Lawfulness and
Implications”, Eur. J. Int’l L., Vol. 5, 1994, s. 121.
709
SURCHIN, s. 465, dn. 51; AREND & BECK, s. 153.
708
sürdüğü meşru müdafaa şartlarının söz konusu olayda gerçekleşmediği ileri sürülmüşken
1993 Irak saldırısı tam tersine genel olarak uygun bulunmuştur. ABD’nin Irak’a karşı
gerçekleştirilen saldırı hakkında bilgi vermek üzere olağanüstü toplantıya çağırdığı
Güvenlik Konseyinde ABD temsilcisi Albright Bush’a yönelik suikast girişimini ABD’ye
kendini savunma hakkını veren bir saldırı olarak kabul ettiklerini belirterek harekâtın
sebepleri hakkında ülkesinin sahip olduğu delilleri Konseye sunmuştur. Saldırının orantılı
olduğunu ve doğrudan Bush’a yönelik saldırıyı hazırlayanlara karşı gerçekleştirildiğini
iddia eden Albright saldırının Irak’ın terörizme yönelik desteğini ortadan kaldırmayı ve
muhtemel saldırıları önlemeyi hedeflediğini ileri sürmüştür. 710 Konseyin Irak’a yönelik
iddialara cevap vermek üzere Konsey toplantılarına katılma izni verdiği Irak temsilcisi
Hamdoon ise, ülkesinin ABD’nin iddia ettiği gibi Bush’a yönelik herhangi bir suikast
girişiminde bulunmadığını, suikast iddiasının Kuveyt Hükümeti tarafından uydurulmuş bir
senaryo olduğunu belirterek suçlamaları reddetmiştir. Hamdoon, ABD’nin herhangi bir
şekilde araştırmaksızın ve bir delile sahip olmaksızın Irak’ı cezalandırmaya kalkıştığını
bunun uluslararası hukukun ihlâli olduğunu belirterek Konseyin ABD’yi kınamasını
istemiştir. 711
Güvenlik Konseyinde Irak’ın Bush’a yönelik başarısız suikast girişiminde aktif
rol aldığı konusunda yaygın bir kanaat oluşmuştur. Konsey ABD’nin açıklamasını
araştırmaksızın kabul etmiş ve Irak’ın iddialarını hiç bir şekilde dikkate almamıştır.
ABD’nin saldırıda kullanılmak istenen plastik patlayıcının ve diğer malzemelerin doğrudan
Irakla bağlantılı olduğunu iddia etmesine rağmen Konsey söz konusu iddianın bağımsız
uzmanlarca incelenmesine yönelik herhangi bir girişimde bulunmamıştır. Konsey
görüşmelerinde Fransa temsilcisi Merimee, ülkesinin terörizmle mücadeleyi onayladığını
ve ABD’nin tek taraflı kuvvet kullanımında bulunmasını anlayışla karşıladığını ifade
etmiştir. Konseyin diğer üyeleri Macaristan, İngiltere, Rusya Federasyonu da benzer
görüşler sunmuşlardır. Üye devletlerden sadece Çin ABD’yi desteklememiştir. Çin
temsilcisi
710
711
Li
Zhaoixing
ülkesinin
bölgede
U.N. SCOR, 48th Sess., U.N. Doc. S/PV. 3245 (1993).
U.N. SCOR, 48th Sess., U.N. Doc. S/PV. 3245 (1993).
tansiyonu
artıracak
hiçbir
eylemi
desteklemediğini ifade etmiştir. Konsey üyesi Pakistan, Cibuti ve Fas ise sessiz kalmıştır.712
Güvenlik Konseyinde Irak saldırısı ile ilgili herhangi bir karar alınmadığı gibi saldırı bir
daha Konseyin gündemine gelmemiştir. Genel Kurul’da da tıpkı Güvenlik Konseyinde
olduğu gibi bir karar alınması söz konusu olmamıştır.
Güvenlik Konseyindeki bu desteğin yanı sıra hükümetler de ABD’ye destek
vermiştir. İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, Belçika gibi ülkeler ABD saldırısını meşru
bir saldırı olarak değerlendirmişlerdir. İngiltere Başbakanı John Major ABD’nin saldırısını
meşru müdafaa hakkı kapsamında bir eylem olarak nitelendirirken, Almanya Başbakanı
Helmut Kohl ABD saldırısını terörist eylemlere karşı girişilen meşru bir tepki şeklinde
değerlendirmiştir. 713 İngiltere Dışişleri Bakanı Douglas Hurd da saldırının orantılı ve haklı
bir meşru müdafaa uygulaması ve devlet destekli terörizme müsamaha gösterilmeyeceğine
dair Irak’a yönelik bir ikaz olduğunu ifade ederek ülkesinin ABD’ye desteğini ifade
etmiştir. 714
Bununla birlikte bazı ülkelerden özellikle İslam ülkelerinden saldırıya yönelik
eleştiriler gelmiştir. Bu eleştiriler saldırıların uluslararası hukuka uygunluğundan çok çifte
standart üzerine yoğunlaşmıştır. Belgrat yönetiminin Bosna Hersek’te gerçekleştirdiği
uluslararası hukuka aykırı eylemlere ve BM kararlarına uymamasına rağmen Sırbistan
karşısında gerek ABD gerek BM tarafından gerektiği şekilde cevap verilmemesi söz
konusu eleştirilerin merkezini oluşturmuştur. 715 Arap Birliği de saldırıdan duyduğu
üzüntüyü belirterek bu tür kuvvet kullanma eylemleri için Güvenlik Konseyinin kararının
gerektiğine dikkat çekmiştir. 716 Kanada Başbakanı Kim Campbell ise BM sisteminin
suikast vb tehditlerle mücadelede yetersiz olduğunu belirterek sistemin yeniden
düzenlenmesi çağrısında bulunmuştur. Campbell, BM sisteminde reformlar yapılmaması
halinde güçlü devletlerin tek taraflı kuvvet kullanımında bulunabilecekleri ve bu
eylemlerini daha sonradan meşrulaştırmaya çalışacaklarını ifade etmiştir. 717
712
U.N. SCOR, 48th Sess., U.N. Doc. S/P. 3245 (1993).
AREND & BECK, s. 153.
714
REISMAN, 1994, s. 122.
715
SURCHIN, s. 468.
716
AREND & BECK, s. 153.
717
SURCHIN, s. 469.
713
C. Saldırının Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi
a. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler
ABD’nin Irak’a karşı gerçekleştirdiği saldırı ile ilgili olarak doktrinde bazı
yazarlar ABD’nin ileri sürdüğü gerekçeleri hukuken kabul edilebilir bulmakla beraber bazı
yazarlar saldırıyı bir zararla karşılık eylemi olarak değerlendirmiş ve eleştirmiştir. Örneğin
Teplitz’e göre, Irak saldırısı meşru müdafaa hakkına dayanan savunma amaçlı, uluslararası
hukuka uygun bir eylemdir. Teplitz, Bush’a yönelik suikast teşebbüsünün meşru müdafaa
hakkına yol açar nitelikte bir silahlı saldırı olduğunu ileri sürmüştür; suikastçılar Bush’u
öldürmek niyetiyle Kuveyt’e gelmiş olup suikastta kullanmayı planladıkları bomba
yüzlerce kişiyi öldürme etkisine sahiptir. Ayrıca suikast girişiminin Kuveyt’te
gerçekleştirilecek
olması
saldırının
ABD’ye
karşı
işlenmiş
sayılmasına
engel
olmamaktadır. 718 Yazar, suikast girişiminin silahlı saldırı olduğu kabul edilmese dahi Irak
saldırısının orantılı karşı önlemler bağlamında meşrulaştırılabileceği düşüncesindedir.
Uluslararası Adalet Divanının Nikaragua Davası’nda Nikaragua’nın El Salvador’daki
isyancılara yönelik yardımlarının El Salvador’a karşı silahlı saldırı boyutuna ulaşmadığına
hükmetmekle beraber mağdur devletin orantılı karşı önlemlerde bulunabileceğine karar
verdiğine dikkat çeken yazar bu hükmün somut olayda da uygulanabileceğini ileri
sürmektedir; Bush’a yönelik suikast teşebbüsü 51. madde bağlamında silahlı saldırı
niteliğinde olmasa dahi 2/4. maddede düzenlenen kuvvet kullanma yasağını ihlâl etmiştir.
Bu durumda Irak İstihbarat Merkezine karşı gerçekleştirilen saldırı orantılı bir karşı önlem
olup uluslararası hukuka uygundur. 719
Saldırının uluslararası hukuka aykırı olduğunu düşünen Lobel, ABD yönetimi
tarafından ileri sürülen iddialar doğru olsa bile saldırının meşru müdafaa istisnasına
girmediği görüşündedir. Yazara göre saldırı zararla karşılık niteliğindedir. 720 Hendrickson
da saldırının Bush’a karşı planlandığı kanıtlasa dahi silahlı saldırı şartının olayda
718
TEPLITZ, s. 617.
TEPLITZ, s. 617. Teblitz’in bu yorumu yaparken karşı önlemlerin devletin ülkesiyle sınırlı bir uygulama
alanına sahip olduğu gerçeğini görmezlikten geldiğini hatırlatmakta fayda vardır. Bu durumda Irak
saldırısının Teblitz’in iddia ettiği gibi karşı önlemlere başvurularak meşrulaştırabilmesi mümkün değildir.
720
LOBEL, s. 543, dn. 29.
719
gerçekleşmediğini bu nedenle meşru müdafaa hakkının söz konusu olmadığını
belirtmektedir. 721
b. Genel Bir Değerlendirme
Uluslararası toplum genel olarak 1986 Libya saldırısından farklı olarak
ABD’nin Irak saldırısı ile ilgili olarak ileri sürdüğü gerekçeleri kabul etmiş ve Bush’a
yönelik suikast planını silahlı saldırı şeklinde tanımlamasını uygun bulmuştur. ABD
tarafından gerçekleştirilen füze saldırıları sırasında Irak ABD’ye karşı halihazırda devam
eden bir saldırıya karışmadığı gibi herhangi bir yakın saldırı tehdidinde de bulunmamıştır.
ABD’nin meşru müdafaa hakkının doğmasına neden olarak gösterdiği suikast da
gerçekleşmemiştir. Uluslararası toplumun 1993 Irak saldırısı karşısında gösterdiği bu tavır
51. maddenin geniş yorumu ile paralellik arz etmektedir. Buna rağmen iki olaya yönelik
tepkilerdeki farklılığa dikkat çekilerek 51. maddenin yorumunda sınırlandırıcı görüşün
yerine artık genişletici görüşün benimsendiği ileri sürülmüştür. 722
ABD saldırısının uluslararası toplum tarafından genel itibarıyla olumsuz
karşılanmamasının sebebinin ABD’nin meşru müdafaa hakkı kapsamında haklı bir eylemde
bulunduğuna dair bir görüş birliğinin olmasından çok Saddam Hüseyin yönetiminden
duyulan hoşnutsuzluktan kaynaklandığı söylenebilir. Saddam Hüseyin yönetimi Körfez
Savaşı sonrasında BM görevlilerine ve silah denetçilerine sürekli engel olmuş, ayrıca ülkesi
içindeki etnik ve dinî gruplara karşı kuvvet kullanmış ya da kullanma tehdidinde
bulunmuştur. Saddam Hüseyin yönetiminin çizdiği bu uyumsuz ve saldırgan devlet
görüntüsünün Irak’ın uluslararası alanda yalnızlaşmasına ve haklı olduğu durumlarda dahi
uluslararası toplumun desteğini yanında görememesine neden olduğu rahatlıkla
söylenebilir.
Libya saldırısından dolayı Reagan yönetimine yöneltilen eleştirilerin pek çoğu
aynı şekilde Irak’a karşı gerçekleştirilen saldırılar sebebiyle Clinton yönetimini de
yöneltilebilir. Saldırı uluslararası hukuk açısından ele alındığında silahlı saldırı, orantılılık
ve gereklilik şartlarının yerine gelip gelmediği ve saldırının cezalandırma amacı taşıyıp
721
HENDRICKSON, Ryan C.:“Article 51 and the Clinton Presidency: Military Strikes and the U.N.
Charter”, B. U. Int’l L. J.,Vol.19, 2001, s. 214; ALEXANDROV, s. 187-188; SUCRCHIN, s. 486-493.
722
BAKER, Stuart G., s. 112.
taşımadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte öncelikle eski devlet
başkanının yurt dışı gezisi sırasında devleti temsil edip etmediği ele alınmalıdır. Devlet
görevlilerinin korunması temel bir egemenlik hakkıdır. Bir devletin hükümet başkanının
diğer bir devlet tarafından suikast hedefi olarak belirlenmesi devletin egemenliğini ve
bağımsızlık haklarını ihlâl eder. Amerikan yönetimi de Bush’a yönelik suikast
teşebbüsünün ABD ve bütün Amerikalılara yöneltilmiş bir tehdit olduğunu ileri sürmüştür.
Clinton’a göre Bush ABD başkanıyken almış olduğu kararlar ve özellikle de Körfez Krizi
esnasında Irak’a karşı yürütülen politika nedeniyle suikast girişimine maruz kalmıştır. 723
Irak’ın da taraf olduğu 14 Aralık 1973 tarihli Diplomasi Ajanları da Dahil Olmak Üzere
Uluslararası
Korunmaya
Sahip
Kişilere
Karşı
İşlenen
Suçların
Önlenmesi
ve
Cezalandırılmasına Dair Sözleşme imzacı devletlerden devlet başkanı ve bunların ailelerini
de kapsayan uluslararası korumaya sahip kişilere karşı gerçekleştirilen şiddet eylemlerini
hukuk sistemlerinde suç olarak düzenlemelerini istemektedir. Sözleşmeye göre Bush
başkanken suikast girişiminde bulunulmuş olsaydı Irak açık bir şekilde Sözleşmeyi ihlâl
etmiş olacaktı. Bush’un daha üç ay öncesine kadar başkan olduğu ve bu nedenle ona karşı
gerçekleştirilecek bir saldırının ABD’ye karşı gerçekleştirilmiş sayılacağı ileri sürülebilir.
Örneğin Teplitz, Bush’un olay sırasında başkan olmamasının Sözleşme hükümlerinin
uygulanmasına engel olmadığını ileri sürmektedir. Teplitz’e göre Sözleşmenin amacı yine
ihlâl edilmiş ve aynı sonuçlar doğmuştur. Bu durumda eski Başkan Bush’a yönelik suikast
teşebbüsü ABD’ye yönelik bir tehdit arz etmektedir. 724 Ancak Bush’un Kuveyt ziyaretine
bakıldığında ziyaretin daha çok Bush yönetiminin Körfez Savaşı sırasında gösterdiği
gayretleri kutlama şeklinde gerçekleştiği ve Bush’un resmî bir ziyarette bulunduğu veya
Clinton yönetiminin diplomatik bir temsilcisi gibi davranmadığı görülmektedir. 725 Bu
gerekçe doğru kabul edilse dahi silahlı saldırı şartının olayda gerçekleşmediği gerçeği
karşımıza çıkmaktadır. Bush’a yönelik suikast girişimi daha gerçekleştirilmeden ortaya
çıkarılmış ve başarısızlıkla neticelenmiştir. Diğer bir ifadeyle suikast planı fiiliyata
aktarılamamıştır. Ayrıca suikast planı ile ilgili olarak yapılan açıklamalara rağmen olayın
gerçekten var olup olmadığı veya kanıtların gerçekliği hususunda bir takım şüpheler hep
723
TEPLITZ, s. 608-609.
TEPLITZ, s. 610.
725
HENDRICKSON, s. 214.
724
varolmuştur. Hatta Kuveyt’in Körfez Savaşı sonrası oluşan ortamda Irak ile ABD arasında
kurulması muhtemel iyi ilişkileri önlemek amacıyla kasıtlı olarak ABD’yi yanılttığına dair
çeşitli iddialar ileri sürülmüştür. Örneğin Quigley, 1993 Irak saldırısının şüpheli, kesin
olmayan delillere dayandığını ileri sürmektedir. 726 Kaldı ki meşru müdafaa hakkına neden
olarak gösterilen suikast girişiminin gerçekten var olduğu kanıtlansa bile 51. madde ve
Nikaragua Davası Kararı dikkate alındığında söz konusu eylemin silahlı saldırı olarak
değerlendirilemeyeceği görülmektedir. Quigley’in de işaret ettiği gibi BM tarihinde
ABD’yi destekleyecek nitelikte eski başkana karşı gerçekleştirilmek istenen suikast
girişiminin 51. madde anlamında silahlı saldırı kabul edildiğine dair bir örnek yoktur.727
Bush’a yönelik suikast girişiminin meşru müdafaa hakkına yol açan silahlı bir saldırı
olduğu kabul edildiği takdirde geçmişte CIA’nin yabancı devlet başkanlarına karşı
gerçekleştirdiği iddia edilen suikast girişimleri nedeniyle ABD’nin defalarca kuvvet
kullanımına maruz kalması gerçeği karşımıza çıkmaktadır. 728
Ele alınması gereken diğer bir husus Irak saldırısının tehdide karşı gerekli olup
olmadığıdır. Mevcut olayda suikast planı ortaya çıkarılmış ve tehdit sona erdirilmiştir.
Ancak Amerikan yönetimi Bush’a ve ABD’ye karşı tehdidin devam ettiğini belirterek
Irak’ın gerçekleştirebileceği terörist eylemleri önleyebilmek için başvurulan harekâtın
gereklilik arz ettiğini ve haklı bir meşru müdafaa eylemi niteliğinde olduğunu ileri
sürmüştür. Buna göre saldırı Bush’a yönelik muhtemel suikast teşebbüslerini önlemiştir.
Ancak önleyici meşru müdafaa hakkının BM Andlaşması çerçevesinde illegal olduğu
açıktır. Bir an için önleyici meşru müdafaa hakkının uluslararası hukukta kabul edildiğini
farz etsek bile Bush’a yönelik suikast girişimi sonrasında ABD’ye yönelik yakın bir tehdit
söz konusu olmamıştır. Daha önceden de belirtildiği üzere suikast girişimi Kuveyt
Hükümeti tarafından ortaya çıkarılmış ve şüpheliler tutuklanmıştır. Üstelik Bush veya
başka bir Amerikan vatandaşına karşı muhtemel bir saldırının planlandığına dair herhangi
726
QUIGLEY, 2002, s. 824.
QUIGLEY, 2000, s. 138.
728
CIA’nin geçmişte aralarında Libya lideri Kaddafi, Küba lideri Fidel Castro gibi isimlerin de bulunduğu bir
çok devlet başkanına suikast girişiminde bulunduğu veya bu tür gayretleri teşvik ettiği ileri sürülmektedir.
CIA’nin karıştığı iddia edilen suikast girişimleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. TURNER, 2003, s. 787810; ZENGEL, Patricia: “Assassination and the Law of Armed Conflict”, Mil. L. Rev., Vol. 134, 1991, s.
123-155; ADDICOTT, Jeffrey F.: “Proposal for a New Executive Order on Assassination”, U. Rich. L.
Rev., Vol. 37, 2003. s. 751-785.
727
yeni bir bilgi yoktur. Oysa yeni saldırıların gerçekleşeceğine dair sağlam delillerin olması
gerekir. Amerikan yönetimi ise gerçekleştirdiği harekâtla engellemiş olduğu muhtemel
tehditleri spesifikleştirme konusunda başarısız olmuş yakın gelecekteki saldırı beklentisi
çok genel ve muğlak sözlerle ifade edilmiştir. Kesin olmayan potansiyel tehditlere karşı
kuvvet kullanılmasında cezalandırma amacının ön plana çıktığı rahatlıkla söylenebilir.
Ayrıca Kuveyt Hükümeti Bush’u herhangi bir saldırıya karşı korumayı taahhüt etmiştir.
Dolayısıyla ABD’nin önleyici meşru müdafaa hakkına dayandığını gösteren bir delil veya
bilgi söz konusu olmamıştır. 729 Bu durumda saldırının herhangi bir silahlı saldırı tehlikesini
bertaraf ettiğini, hem ABD’yi hem Bush’u yakın bir tehlikeden korumak için gerekli
olduğunu söylemek mümkün gözükmemektedir. Bu tür kuvvet kullanımlarına izin
vermenin tek taraflı kuvvet kullanımlarını cesaretlendireceği ve uluslararası barış ve
güvenliği olumsuz etkileyeceği açıktır.
ABD’nin sorunu barışçı yollarla çözüme kavuşturma yükümlülüğünü yerine
getirip getirmediğine bakıldığında, Amerikan yönetimi başlangıçta olayla ilgili mahkeme
sonuçlanana kadar bir şey yapmayacaklarını açıklamıştır. Ancak ABD yargılama daha
sonuçlanmadan barışçı bir çözüm ihtimalinin bulunmadığı ve diplomatik veya ekonomik
yaptırımların Irak’ı gelecekte girişebilecek olduğu muhtemel suikast teşebbüslerinden
vazgeçirmeye yaramayacağını ileri sürmüştür. ABD temsilcisi Albright, Güvenlik
Konseyine yazdığı mektupta, Irak’ın saldırgan davranışlarına son vermek için yeni
diplomatik ve ekonomik yaptırımların fayda vermeyeceğine kanaat getirdikleri için zorunlu
olarak kuvvet kullanımına başvurduklarını ifade etmiştir. Albright’a göre ABD’nin eylemi
son çare olarak görülmelidir. 730 ABD ayrıca Libya olayındaki gibi Güvenlik Konseyinde
hiçbir girişimde bulunmadan saldırıyı gerçekleştirmiş, saldırı için Güvenlik Konseyinin
onayını almak için teşebbüste dahi bulunmamıştır. Oysa BM Andlaşması 39. madde ile
kuvvet kullanma konusunda karar alma noktasında Güvenlik Konseyine 51. maddeden
daha geniş bir yetki vermektedir. Bu nedenle ABD sorunu Güvenlik Konseyine sunabilir ve
Konseyden onay aldığı takdirde uluslararası hukuka aykırı olup olmadığı şüphesi
olmaksızın Bağdat’ı bombalayabilir veya uygun tedbirler alması için Güvenlik Konseyine
729
730
HENDRICKSON, s. 214; ALEXANDROV, s. 187.
ARAL, s. 65.
başvurabilirdi. 731 Bu durumda ABD’nin Irak’a saldırmak yerine değişik çözüm yollarına
sahip olduğu ortadadır. Ancak ABD sorunu barışçı yollardan çözmek için hiçbir çaba
göstermemiştir.
ABD’li yetkililerin iddia ettiklerinin aksine bombalama eylemi ile suikast
girişimi arasında bir orantılılık yoktur. Amerikan yönetimi saldırının Bush’a yönelik suikast
girişimini yönlendirdiği belirtilen Irak İstihbarat Servisine karşı gerçekleştirilmiş sınırlı bir
saldırı olduğunu ve muhtemel suikast girişimlerinin bu şekilde önünün kesildiğini ifade
etmesine rağmen harekâtın muhtemel bir saldırıyı bertaraf etmek veya herhangi bir tehdidi
ortadan kaldırmak noktasında bir etkiye sahip olmadığı açık bir şekilde görülmektedir.
Saldırı silahlı saldırı ile meşru müdafaa hakkı arasında zaman bakımından bir
boşluk olmamasını ifade eden aciliyet şartı bakımından değerlendirildiğinde ilk olarak
suikast teşebbüsü ile saldırı arasında yaklaşık iki aylık bir sürenin bulunduğu dikkat
çekmektedir. Suikast planı nisan ayında ortaya çıkarılmasına rağmen ABD 26 Haziran’da
saldırmıştır. Bu süre zarfında ABD suikast planının arkasında kimin olduğunu araştırmıştır.
Soruşturma sonucunda eylemin arkasında Irak yönetiminin olduğu tespit edildikten sonra
üç gün içinde saldırı gerçekleşmiştir. Aciliyet şartının, durum ve şartları göz önüne alan bir
esneklik içinde değerlendirilebileceği kabul edildiği takdirde söz konusu sürenin aciliyet
şartını ihlâl etmediği söylenebilir. 732
Sonuç olarak ABD’nin 1993’de Irak’a karşı gerçekleştirdiği saldırının klasik bir
zararla karşılık harekâtı olduğu söylenebilir. Çünkü olaydan iki ay sonra kuvvet kullanan
ABD’nin amacı Irak’tan intikam almak ve bu ülkeyi cezalandırmaktır.
3. 1998 Afganistan ve Sudan Saldırıları
12 Ağustos 1998 tarihinde ABD Afganistan’da bulunduğunu ve El Kaide
Örgütü tarafından kullanıldığını iddia ettiği terör üsleri ile söz konusu örgütün lideri Usame
Bin Ladin’le bağlantısı olduğu ve kimyasal silah üretildiğini iddia ettiği Sudan’daki Şifa
İlaç Fabrikasını hedef almıştır. Saldırı Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’ndaki Amerikan savaş
gemilerinden fırlatılan Tomahawk füzeleri ile gerçekleştirilmiştir. Taliban yönetimi
731
732
SURCHIN, s. 494.
ARAL, s. 66.
Afganistan’daki saldırılarda köylerin de hedef alındığını belirterek otuz bir kişinin öldüğü,
otuz kişinin yaralandığını 733, Sudanlı yetkililer ise bir kişinin öldüğü ve dokuz kişinin de
yaralandığını açıklamıştır. 734
A. Saldırıların Gerekçesi
7 Ağustos 1998 tarihinde Kenya’nın Nairobi ve Tanzanya’nın Darüsselam
şehirlerinde bulunan Amerikan Büyükelçiliklerine karşı düzenlenen terörist saldırılarda on
ikisi Amerikan vatandaşı olmak üzere toplam iki yüz yirmi dört kişi hayatını kaybetmiş,
yaklaşık beş bin kişi de yaralanmıştır. Saldırılarda esas hedef Amerikalılar olmasına
rağmen ölenlerin büyük bir çoğunluğu Tanzanya ve Kenyalılardan oluşmaktadır. 735
Saldırı sonrasında yapılan araştırmaların saldırılardan adı daha sonra sık sık
duyulacak olan Suudi kökenli Usame Bin Ladin ve El Kaide Örgütünün sorumlu olduğu
iddia edilmiştir. 736 Amerikan Ulusal Güvenlik Danışmanı Berger ve Dışişleri Bakanı
Albright elde edilen bilgilerin Kenya ve Tanzanya’da düzenlenen saldırıların sorumlusu
olarak Ladin ve El Kaide Örgütünü gösterdiğini belirtmişlerdir. 737 Amerikan istihbarat
birimleri de saldırıların El Kaide Örgütü tarafından planlandığı, finanse edildiği ve
gerçekleştirildiğine dair ikna edici delillere sahip olduklarını açıklamıştır. İstihbarat
kaynakları ayrıca Afganistan’daki bazı kampların ve tesislerin El Kaide Örgütü başta olmak
üzere çeşitli örgütler tarafından eğitim ve barınma amacıyla kullanıldığı ve eylemlerin
burada planlandığını ileri sürmüştür. 738
733
MURPHY, 1999, s. 164.
BRENNAN, Maureen F.: “Avoiding Anarchy: Bin Laden Terrorism, the U.S. Response, and the Role of
Customary International Law”, La. L. Rev., Vol. 59, 1999. s. 1196.
735
HENDRICKSON, s. 219. Ugandalı yetkililer 7 Ağustos 1998’de Kampala’daki ABD Büyükelçiliği’ne
saldırılmasının planlandığını ancak saldırının ertelenmesi üzerine saldırıyı planlayanların yakalandığını ileri
sürmüşlerdir. Clinton yönetiminden bazı yetkililerde Uganda’daki ABD Büyükelçiliğinin Ladin’in hedef
listesinde yer aldığını doğrulamıştır. Bkz. MURPHY, 1999, s. 164. Tiran ve İslamabad’daki Amerikan
Büyükelçiliklerine de saldırılacağı bilgisi üzerine Büyükelçilikler tahliye edilmiştir.
736
Sovyet işgaline karşı yürütülen Afgan direnişi sırasında Pakistan Gizli Servisi’nin (ISI) yardımıyla Ladin
tarafından kurulan El Kaide Örgütünün dayandığı ideolojik temeller ve amaçları için bkz. FEINSTEIN,
Barry A.: “Operation Enduring Freedom”, J. Transnat'l L. & Pol’y, Vol. 11, summer, 2002, s. 218-256;
SMITH, Paul J.: “Transnational Terrorism and the al Qaeda Model: Confronting New Realities”,
Parameters, summer, 2002, s. 33-46.
737
HENDRICKSON, s. 220.
738
SCHEIDEMAN, s. 256; MURPHY, 1999, s. 161.
734
Geçmişte de Amerikan hedeflerine karşı saldırılar gerçekleştiren Ladin ve El
Kaide Örgütünün Amerikan Büyükelçiliklerine yönelik saldırılarda aktif rol üstlendiği ve
yeni saldırılar gerçekleştirmek için hazırlık yaptıklarına dair önemli bilgilere sahip
olduklarını ifade eden ABD Başkanı Clinton söz konusu grupların bu amaçla kitle imha
silahı elde etmeye çalıştıklarına dikkat çekmiştir. Ladin’in yakın bir zamanda bütün
Amerikalılara karşı sivil asker ayrımı gözetmeksizin savaş başlatacakları açıklamasına
işaret eden Clinton, ülkesinin uzun zamandır Afganistan ve Sudan’ı Ladin ve El Kaide
Örgütü ile ilişkilerini kesmeleri hususunda uyardığını ancak söz konusu devletlerin ısrarlı
bir şekilde ilişkilerini devam ettirdiğini, Taliban yönetiminin Afganistan’da bulunan
Ladin’i yargılanmak üzere ABD’ye iade etmekten kaçındığını belirtmiştir. Diplomatik
çabaların ve hukukî yolların etkisiz kaldığını ifade eden Clinton, saldırıların Amerikan
hedeflerine yönelik muhtemel terörist saldırıları önlemek için gerekli ve orantılı bir meşru
müdafaa uygulaması olduğunu ve herhangi bir şekilde öç alma veya cezalandırma amacı
taşımadığını ileri sürmüştür. 739
ABD Dışişleri Bakanlığı da Ladin ve El Kaide Örgütünün Amerikan hedeflerine
yönelik yeni saldırı hazırlığında olduğu ve bu amaçla planlar yaptıklarına ilişkin önemli
delillere ulaşıldığını açıklamıştır. 740 1998 Büyükelçilik saldırıları nedeniyle yargılanarak
mahkum edilen Wadih El Hage’in bir dönem Ladin’in yardımcısı olarak yanında bulunmuş
olması saldırıların Ladin ve El Kaide Örgütü ile bağlantılı olduğuna ilişkin bir delil olarak
ileri sürülmüştür. 741
Sudan saldırısına ilişkin olarak ABD tarafından kamuoyuna sunulan bilgiler
Afganistan’la karşılaştırıldığında daha sınırlıdır. ABD’nin tutumunun da etkisiyle olsa
gerek uluslararası alanda ABD’nin Sudan’daki ilaç fabrikasına karşı gerçekleştirdiği
saldırının yetersiz delillere dayandığı konusunda yaygın bir düşünce oluşmuştur.
ABD Sudan saldırısını üç temel nedene dayandırmıştır. İlk olarak ABD
yönetimi fabrikanın ilaç fabrikası görümünde olmasına rağmen ilaç üretmediğini ve sinir
gazı vb. kimyasal silah üretiminde kullanılan ve sıkı bir şekilde korunan bir tesis olduğunu
iddia etmiştir. Bu durum sonradan açıklığa kavuşmuş ve fabrikanın Sudan’daki en büyük
739
MURPHY, 1999, s. 161-162; BRENNAN, 1195-1196; SAILER, s. 311.
SCHEIDEMAN, s. 256.
741
GERAGHTY, s. 579-580.
740
ilaç üreticisi olduğu ve sürekli olarak Dünya Sağlık Örgütü temsilcileri, yabancı devlet
adamları tarafından ziyaret edilen bir tesis olduğu ortaya çıkmıştır. 742 Aynı zamanda
fabrikanın inşasında görev alan Amerikalı bir mühendis fabrikanın tamamıyla ilaç üretimi
için dizayn edildiğini sinir gazı yapımı için herhangi bir ekipman veya teçhizatın fabrikada
bulunmadığını açıklamıştır. 743 Amerikalı yetkililer de saldırı sonrasında bu iddiadan hemen
vazgeçerek fabrikanın gerçekte ilaç ürettiği ve koruma altında olmadığını bilmediklerini
ifade etmişlerdir. 744 İkinci neden olarak Ladin’in fabrika ile maddî bir ilişki içinde olduğu
ve fabrikanın Ladin tarafından kontrol edildiği iddia edilmiştir. 745 Bu iddiaya karşılık
saldırıdan birkaç ay önce fabrikayı satın alan Salah İdris’in Ladinle ilişkisi olduğuna dair
açık bir delil ileri sürülememiştir. Söz konusu ilişki ile ilgili olarak İdris’in avukatları
tarafından uluslararası bir güvenlik şirketine yaptırılan araştırma iddia edildiği gibi bir ilişki
olmadığını göstermiştir. 746 ABD’nin İdris ile Ladin arasında bağlantı kurma çabaları
spekülatif bir iddia olarak kalmıştır. ABD’nin ileri sürdüğü üçüncü ve asıl önemli neden,
fabrika civarından elde edilen toprak parçasında sinir gazı yapımında kullanılan Empta
isimli kimyasal bir maddenin tespit edilmiş olmasıdır. Saldırı sonrası Amerikalı yetkililer,
ilaç fabrikasının bahçesinden gizli bir şekilde alınan toprak parçasında kimyasal silah
üretimi hariç herhangi bir kullanım alanı olmayan bazı maddelere rastlanıldığını
açıklamışlardır. 747 Özellikle bu delil çok tartışılmıştır. Clinton yönetimi söz konusu delil
hakkında ayrıntılı bilgi vermeyi reddetmiş ve bu numuneyi nasıl elde ettiğini tartışmak
istememiştir. 748 Uzmanlar söz konusu toprak parçasının alınmasında kullanılan tekniğin
hatalı olduğunu ve uluslararası standartlara aykırı bir şekilde alındığı, böyle bir sonuca
ulaşabilmek için yetersiz olduğu ve en az üç ayrı laboratuar tarafından tetkik edilmesi
gerektiğini belirtmişlerdir. Fabrika sahibi Salah İdris, ABD’nin ileri sürdüğü iddianın
yanlışlığını ortaya koymak için fabrika etrafından alınan on üç ayrı numuneyi üç ayrı
742
Sudan’daki ilaç üretiminin % 90’ını karşılayan fabrikanın tahrip edilmesi sonucu sağlık, tarım ve
hayvancılık alanında sıkıntılar baş gösterdiği belirtilmiştir. Bkz. CAMPBELL, s. 1090.
743
LOBEL, s. 546.
744
LOBEL, s. 544.
745
Saldırının hemen sonrasında İdris’in ABD’de bulunan malvarlığına el koyulmuş ancak İdris’in ABD’ye
karşı dava açması üzerine ABD 4 Mayıs 1999 tarihinde İdris’in malvarlığını serbest bırakmıştır. Bkz.
HENDRICKSON, s. 223.
746
LOBEL, s. 546. Bkz. CAMPBELL, s. 1091.
747
MURHY, 1999, s. 164.
748
BRENNAN, s. 1210.
laboratuara tetkik ettirmiş, yapılan tetkikler sonucunda kimyasal silah üretiminde kullanılan
herhangi bir maddeye rastlanmamıştır. 749 Ayrıca Empta isimli maddenin ticari kullanımı
olan bir madde olduğu ve kullanılmasında hukuken bir engel olmadığı ifade edilmiştir. 750
Diğer taraftan Sudan yönetimi kimyasal silah ürettiği kuşkusu sebebiyle sürekli
olarak denetim altında bulundurulan Irak’ı örnek göstererek daha önceden hiçbir ikazda
bulunulmaksızın saldırılmasını eleştirmiştir. 751 ABD’nin ileri sürdüğü delillerin zayıflığına
da dikkat çeken Sudan, Afrika Devletler Topluluğu ve Arap Birliği’nin desteğiyle birlikte
saldırıyı görüşmek ve ABD’nin iddialarını araştırmak üzere bir soruşturma komisyonu
kurulması amacıyla Güvenlik Konseyini toplantıya çağırmıştır. Sudan’ın Güvenlik Konseyi
üyesi devletlerin desteğini alamaması ve soruşturma komisyonu kurulmasını istemeyen
ABD’nin ağırlığını koyması sonucu konunun Güvenlik Konseyinin gündemine gelmesi
mümkün olmamıştır. Ancak Amerikalı yetkililer daha sonradan yaptıkları açıklamalarda
saldırının yanlış istihbarat ve bilgiye dayandığını itiraf etmişlerdir. Başlangıçta fabrikanın
sinir gazı ürettiği iddiasına mukabil daha sonradan bu konuda yeterli delile sahip
olmadıklarını ifade eden Amerikalı yetkililer fabrikanın Ladin tarafından finanse edildiği
iddiası hakkında da fabrikanın Ladin’le direk bir ilişkisinin olmadığını kabul etmişlerdir. 752
ABD’nin saldırıları meşrulaştırmak için ileri sürdüğü delillerin inandırıcılığı
hakkında ortaya çıkan tereddütlere rağmen uluslararası toplumun saldırılar karşısında genel
itibarıyla tepkisiz kalması şaşırtıcıdır. Bu tepkisizlikte ABD’nin Ladin ve El Kaide
Örgütünün Büyükelçilik saldırıları ile geçmiş bazı terörist saldırılarla ilişkili olduğuna dair
uluslararası kamuoyuna sunduğu istihbarat bilgilerinin çokluğu etkili olmuş olabilir.
Nitekim ABD aynı yolu Saddam Hüseyin yönetiminin devrilmesiyle sonuçlanan Irak’ı
işgali öncesinde de kullanmış ve Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu ve terörist
örgütleri desteklediğine ilişkin daha sonradan kanıtlanamayan istihbarat bilgileri ile işgali
haklılaştırmaya çalışmıştır. 753 Lobel, uluslararası kamuoyunun özelikle Rusya ve
Fransa’nın Sudan’a karşı gerçekleştirilen saldırı karşısında tepkisiz kalmasının Sudan’ın
749
SCHEIDEMAN, s. 258.
LOBEL, s. 545.
751
SCHEIDEMAN, s. 257-258.
752
SCHEIDEMAN, s. 258-259.
753
ABD Başkanı Bush’un bu yöndeki açıklamaları için bkz. http://www.whitehouse.gov/news/releases/
2003/03/20030322.html (10. 04. 2004).
750
Irak’tan farklı olarak zengin petrol kaynaklarına sahip olmaması ve diğer devletler için
ekonomik ve siyasî bakımdan bir önem taşıması ile açıklanabileceği kanaatindedir. 754
B. Uluslararası Toplumun Saldırılara Yaklaşımı
BM Genel Sekreteri Kofi Annan saldırıların terörizme karşı gerçekleştirilmiş
bireysel bir eylem olduğunu belirterek saldırıları onaylamadığını vurgulamıştır. 755 Batılı
devletler
ise
saldırıları
terörizmle
mücadelenin
bir
gereği
olarak
gördüklerini
açıklamışlardır. Avustralya, Fransa, Almanya, Japonya, İspanya, Yeni Zelanda, İsrail ve
İngiltere gibi ülkeler ABD’yi desteklemişlerdir. Rusya, Çin, Pakistan, Irak, Yemen, Libya
ve Filistin ise saldırıları tek taraflı ve haksız bulmuşlardır. 756 Bununla birlikte uluslararası
toplumun Afganistan ve Sudan saldırılarına verdiği tepkilerin farklı olduğu gözlenmektedir.
Örneğin Arap Birliği Sudana yönelik saldırının uluslararası hukuku ihlâl ettiğini açıklamış
ancak Afganistan’a yönelik saldırı konusunda suskun kalmıştır.
1998 Afganistan ve Sudan saldırısı sonrasında ABD saldırıların meşru müdafaa
hakkına dayanarak gerçekleştirdiğini BM’ye rapor etmiştir. BM temsilcisi Richardson
Güvenlik Konseyine sunmuş olduğu 20 Ağustos 1998 tarihli mektupta ülkesinin Amerikan
Büyükelçiliklerine karşı gerçekleştirilen terörist saldırıların Ladin tarafından planlandığına
ve ABD tarafından hedef alınan yerlerin Amerika’ya yönelik terörist saldırılarda
kullanıldığına ve Ladin’in yeni terörist saldırı hazırlığında olduğuna dair inandırıcı delillere
sahip olduklarını iddia etmiştir. Ülkesinin meşru müdafaa hakkına dayanarak hareket
ettiğini ifade eden Richardson, Sudan ve Afganistan’a yönelik saldırıların söz konusu
ülkelerin terörist örgütlerle ilişkilerini kesmelerine yönelik çabalarının sonuç vermemesi
754
LOBEL, s. 557.
LOBEL, s. 538.
756
MURHY, 1999, s. 164-165. Pakistan’ın tepki göstermesinin önemli bir nedeni de Afganistan’a karşı
gerçekleştirilen saldırı için Pakistan’ın hava sahasının izinsiz bir şekilde kullanılmış olmasıdır. Afganistan’a
karşı gerçekleştirilen saldırıda kullanılan Tomahawk füzeleri Pakistan’dan hava sahasının kullanılması için
herhangi bir izin alınmaksızın Hint Okyanusunda bulunan Amerikan savaş gemilerinden fırlatılmış ve
Pakistan hava sahasından geçmek suretiyle hedefine ulaşmıştır. Ülkesi ve hava sahasının dokunulmazlığına
saygı gösterilmesi zorunluluğuna dikkat çeken Pakistan, ABD’nin hava sahasını ihlâl ettiğini ve aynı
zamanda füzelerden birinin Belucistan Eyaletine düştüğünü ileri sürmüştür. ABD aynı şekilde Mısır ve
Eritre’nin hava sahasını kullanmak için de izin almamıştır. Bkz. WEDGEWOOD, 1999, s. 568.
755
üzerine gerçekleştirildiğini ve sivillerin zarar görmesini önleyecek şekilde dikkatlice
hazırlanmış, gerekli ve orantılı bir eylem olduğunu savunmuştur. 757
Güvenlik Konseyi Kenya ve Tanzanya’da gerçekleştirilen Büyükelçilik
saldırılarından sonra almış olduğu 1189 sayılı kararında, söz konusu saldırılardan duyduğu
üzüntüyü ifade ederek uluslararası terörizmin önlenmesinin uluslararası barış ve güvenliğin
devamı için gerekli olduğunu vurgulamıştır. Konsey üye her devletin diğer bir devlete
yönelik terörist faaliyetleri örgütlemek, kışkırtmak, söz konusu faaliyetlere yardımcı olmak
veya katılmaktan kaçınma ya da kendi ülkesinde bu tür faaliyetlerin gerçekleştirilmesine
izin vermeme yükümlülüğü altında olduğunu hatırlatmıştır. Konsey ayrıca uluslararası
topluma saldırganları yakalamak ve adalet önüne çıkarabilmek için Kenya, Tanzanya ve
ABD’ye yardımcı olmaları çağrısında bulunmuştur. 758
C. Saldırıların Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi
a. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler
Sudan ve Afganistan’a yönelik saldırılar doktrinde de uzun uzun tartışılmış,
benzer olaylarda olduğu gibi saldırıyı destekleyen görüşlerin yanı sıra saldırıların
uluslararası hukuka aykırı olduğu yolunda değişik görüşler de ileri sürülmüştür. Örneğin
Wedgewood, 1998 Afganistan ve Sudan saldırılarının haklı bir meşru müdafaa uygulaması
olduğu görüşündedir. 759 Yazar, Büyükelçiliklere yönelik saldırılarda meydana gelen can
kaybı dikkate alındığında saldırıların 51. maddenin en dar yorumu çerçevesinde dahi meşru
müdafaa hakkını doğuran bir silahlı saldırı şeklinde nitelendirilebileceğini iddia etmiştir.
İstihbarat kaynaklarının Ladin ve El Kaide Örgütünün Amerikan hedeflerine karşı yeni
saldırılar planladığı bilgisine de işaret eden yazar, muhtemel terörist saldırıları önlemek
amacıyla kuvvet kullanılabilmesi için gerekli şartların oluştuğunu ileri sürmüştür. Yazar
saldırılarda Tanzanya ve Kenya’nın da hedef olmasının ABD’nin kendi vatandaşlarını ve
diplomatik temsilciliklerini koruma hakkına engel olmadığını belirtmiştir. 760 Afganistan ve
757
http://www.undp.org/missions/usa/s1998 780.pdf (20. 04. 2004).
http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N98/237/77/PDF/N9823777.pdf?OpenElement (10. 11. 2003).
759
WEDGEWOOD, 1999, s. 574.
760
WEDGWOOD, 1999, s. 564.
758
Sudan’a yönelik saldırıların haklı olduğunu düşünen Cohan, Ladin’in Amerikan hedeflerine
tekrar saldıracağına dair ifadeleri, kimyasal silah edinmeye çalışması ve bu amaçla Sudan
yönetimiyle işbirliği içinde bulunmasının ABD’yi kendisini bu tehdide karşı korumak için
kuvvet kullanımına başvurmasını haklı kıldığını ileri sürmektedir. 761 Hendrickson, ABD’ye
karşı Kenya ve Tanzanya’da gerçekleştirilen saldırıların ABD’ye yönelik silahlı saldırı
niteliğinde olduğunu, ayrıca El Kaide Örgütünün yeni saldırılar düzenleyeceğine dair
inandırıcı
delillere
savunmuştur.
762
sahip
olunduğunu
belirterek
saldırıların
meşru
olduğunu
Saldırıların her iki devletin de ülke bütünlüğü ve siyasî bağımsızlığını
tehlikeye atmadığına, ABD’nin toprak elde etme veya zaptetme niyetinin olmadığına dikkat
çeken Travalio, saldırıların mevcut politik yapıyı değiştirmeyi amaçlamadığını ileri
sürmüştür. 763
Doktrinde saldırıların egemen iki devletin ülke bütünlüğüne karşı tek taraflı bir
kuvvet kullanımı olduğu ve uluslararası hukukun prima facie bir ihlâli olduğu şeklinde
olumsuz görüşler de ileri sürülmüştür. Örneğin Brennan, saldırıların uluslararası örf ve âdet
hukukunu ihlâl ettiğini ve meşru müdafaa uygulamasından çok zararla karşılık olduğunu
iddia etmiştir. 764 Campbell ise, saldırıların silahlı saldırı niteliğinde kabul edilebileceğini
belirtmekle beraber gereklilik ve orantılılık şartlarını taşımadığı ve uluslararası hukuku
ihlâl ettiği görüşündedir. 765 Scharf, ABD’nin meşru müdafaa hakkına dayanarak
gerçekleştirdiği Sudan saldırısı ile ilgili olarak ileri sürdüğü delillerin ikna edici ve
ABD’nin iddialarını destekleyecek nitelikte olmadığı görüşündedir. 766 Benzer şekilde
Lobel, terörist bir saldırıya karşısında gerçekleştirilen kuvvet kullanımına başvurabilmek
için saldırıdan sorumlu oldukları iddia edilenlerin suçunu kanıtlayacak nitelikte delillerin
olması, bunların uluslararası topluma açıklanması ve gerektiğinde uluslararası bir
incelemeye veya soruşturmaya tâbi tutulması gerekliliğini vurgulamıştır. 1986 Libya
saldırısında ABD’nin Berlin’deki saldırı ile Libya arasındaki ilişkiyi açık bir şekilde
kanıtlayan delillere sahip olmasına rağmen saldırının uluslararası toplumda genel bir kabul
761
COHAN, s. 102.
HENDRICKSON, s. 221.
763
TRAVALIO, s. 167.
764
BRENNAN, s. 1209.
765
CAMPBELL, s. 1093-1094.
766
SCHARF, 1999, s. 493.
762
görmediğini hatırlatan Lobel, Sudan ve Afganistan saldırılarının dayandığı delillerin Libya
saldırısındaki delillere nazaran oldukça yetersiz olduğunu ifade etmektedir. Yazar,
Amerikan yönetimin Ladin’le ilaç fabrikası arasında var olduğunu iddia ettiği bağlantıyı
kanıtlayamadığı gibi Büyükelçilik saldırılarının arkasında Ladin’in olduğuna ilişkin
iddialarını da kanıtlayamadığını belirtmektedir. 767
b. Genel Bir Değerlendirme
Büyükelçilik
saldırıları
kapsam
ve
neden
olduğu
zarar
bakımından
değerlendirildiğinde, saldırıların silahlı saldırı oluşturabilmek için gerekli ağırlığa ve etkiye
sahip olduğu ve bu nedenle 1993 Irak saldırısından farklı olarak silahlı saldırı şartının
yerine geldiği sonucuna ulaşılabilir. İki farklı ülkede eş zamanlı olarak gerçekleştirilen
terörist saldırılar pek çok insanın ölümüne ve yaralanmasına neden olmuştur. Ayrıca
saldırıların diplomatik dokunulmazlığa sahip olan ve devletin egemenliğini simgeleyen
temsilciliklere karşı gerçekleştirildiği de dikkate alınmalıdır. Zira devletin diplomatik
temsilciliklerine karşı gerçekleştirilen terörist saldırılar 51. madde ile korunan hukukî
menfaatler arasında yer almaktadır. 768
Ancak daha önceden de ifade edildiği gibi devletin ülkesi kaynaklı silahlı bir
saldırı söz konusu devlete karşı meşru müdafaa hakkı kapsamında kuvvet kullanımında
bulunabilmek için yeterli değildir. Afganistan ve Sudan’a karşı kuvvet kullanımında
bulunabilmek için saldırıların söz konusu devletlere isnat edilebilir nitelikte olması ve
bunun güvenilir delillerle kanıtlanması gerekmektedir. Buna göre, devletin organları veya
görevlilerinin terörist eylemde bulunması, terörist grubun devletin kontrolü ve idaresi
altında olması, devletin terörist eylemi onaylaması ya da devletle terörist örgüt arasındaki
ilişkinin finansman ve ekipman desteğinin ötesine giderek terörist grupların eğitilmesi,
örgütlenmesi, eylemlerin planlanması ve denetlenmesi boyutuna ulaşması halinde eylemin
devlete isnat edilebilmesi mümkündür. Bu durumda saldırıların faili olarak gösterilen Ladin
ve El Kaide Örgütü ile söz konusu devletler arasındaki ilişkinin öncelikle ele alınması
gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
767
768
LOBEL, s. 547; 549; 552.
STAHN, http://edoc.mpil.de/conference-on-terrorism/index.cfm (03. 02. 2004).
ABD’nin Sudan’a yönelik iddiaları hatırlanacağı üzere saldırıda hedef alınan
ilaç fabrikasının Ladin’in kontrolü altında olduğu ve terörist saldırılarda kullanılmak üzere
kimyasal silah üretiminde kullanılan maddeler ürettiği yönündedir. ABD, Büyükelçilik
saldırıları ile Ladin ve hedef alınan ilaç fabrikası arasında bir bağ olduğunu göstermeye
çalışmakla beraber Sudan ile Ladin ve El Kaide Örgütü arasında organik bir ilişki olduğu
veya Sudan’ın terörist faaliyetlere destek verdiği şeklinde bir iddiada bulunmamıştır.
ABD’nin iddialarını kanıtlayamadığı ve ileri sürdüğü delillerin yetersiz kabul edildiği
dikkate alındığında Sudan’ın Büyükelçiliklere yönelik saldırılar nedeniyle herhangi bir
sorumluluğunun doğmadığı rahatlıkla söylenebilir. Kaldı ki Sudan daha önceden 1996
yılında Ladin’i sınır dışı etmiştir. Bu durum Sudan yönetiminin ülkesinde bulunan kişilerin
diğer devletlere yönelik haksız fiillerde bulunmasını ve ülkesinin bu amaçla kullanılmasını
önlemek için gerekli özeni gösterdiği şeklinde değerlendirilebilir. 769 Belirtilmesi gereken
diğer bir husus da Sudan’a karşı düzenlenen saldırıdan önce Sudan’ın, Büyükelçilik
saldırılarına karıştığından şüphelenilen iki kişiyi göz altına almış olmasıdır. Sudanlı
yetkililerin bu iki şüpheli hakkında ABD’ye bilgi vermesine rağmen ABD Dışişleri
Bakanlığı bunu dikkate almamış ve Sudan’ın yardım önerisini reddetmiştir. ABD’nin
Sudan’a yönelik saldırısından sonra Sudan bu iki şüpheliyi serbest bırakmıştır. 770 Ayrıca
ABD’nin saldırıdan aylar önce fabrikayı muhtemel bir füze saldırısında hedef olarak
belirlediğine ilişkin bazı iddialar da ileri sürülmüştür. 771 Bütün bu hususlar dikkate
alındığında Sudan’a karşı gerçekleştirilen saldırının haklı bir nedene dayanmadığı ve
uluslararası hukuku ihlâl ettiği açık bir şekilde görülmektedir.
Ladin ve El Kaide Örgütü ile Taliban yönetimi arasında var olduğu iddia edilen
ilişki Büyükelçilik saldırıları zamanında da bilinen bir husustur. Taliban yönetimi
uluslararası alanda Afganistan’ın meşru yönetimi olarak tanınmamakla beraber 1995
yılından itibaren 2001 yılının sonlarına kadar Afganistan’ın de facto yönetimi olarak ülke
769
Ladin daha önceden hareketlerinin ülke politikalarıyla çeliştiği ve dost ülkelere zarar verdiği gerekçesiyle
Suudi Arabistan tarafından vatandaşlıktan çıkarılması üzerine Sudan’a yerleşmiştir. Ancak Sudan’ın da
ülkeyi terk etmesini istemesi üzerine Taliban yönetimin kontrolü altında bulunan ve Afgan direnişi sırasında
da uzun bir süre kaldığı Afganistan’a geri dönmüştür.
770
CAMPBELL, s. 1091.
771
Söz konusu iddialara göre Sudan’a karşı gerçekleştirilecek bir saldırıda muhtemel üç hedef arasında yer
alan fabrika sivil kaybı asgarî düzeyde tutabilmek için hedef olarak seçilmiştir. Bkz. SCHEIDEMAN, s.
258.
üzerinde hâkimiyetini devam ettirmiştir. 772 Taliban yönetiminin Afganistan’ın meşru
hükümeti olarak tanınmamış olması, Afganistan’ın yükümlülüklerini yerine getirmesine bir
engel teşkil etmemektedir. 773 Bu nedenle Taliban yönetiminin egemenliği süresince
gerçekleştirilen herhangi bir eylem Afganistan devletinin eylemi olarak kabul edilecek ve
gerektiği takdirde sorumluluğuna neden olabilecektir. Nitekim Güvenlik Konseyi
Büyükelçilik saldırılarının öncesinde Afganistan’la ilgili olarak aldığı bazı kararlarda
Taliban yönetiminin, kontrolü altında bulunan bölgelerde El Kaide başta olmak üzere
uluslararası terörist örgütlerin barınmalarına ve faaliyetlerini sürdürmelerine izin verdiğini
ve bunları desteklediğini işaret ederek Taliban yönetimine kontrolü altında bulundurduğu
bölgelerde terörist faaliyetlere engel olması çağrısında bulunmuştur. 774 Taliban yönetimi ile
Ladin ve El Kaide Örgütü arasındaki ilişkiyi gösteren anılan hususlar dikkate alınarak
Büyükelçilik saldırılarını El Kaide Örgütünün gerçekleştirdiğinin kanıtlanması halinde
Taliban yönetiminin sorumluluğu bağlamında saldırıların Taliban yönetimine isnat edilmesi
gündeme gelebilir. Ancak böyle bir durumda ABD Afganistan’a karşı kuvvet kullanmak
yerine Güvenlik Konseyindeki süreci hızlandırabilirdi. Çünkü Konsey konuyu zaten
gündemine almış ve Taliban yönetiminden bir takım taleplerde bulunmuştu. Saldırı
sonrasında bu süreç devam ettirilerek Taliban yönetimine yönelik yaptırım uygulanması
772
1979 yılında gerçekleşen Sovyet işgaline karşı yürütülen Afgan direnişinin başarıya ulaşmasının ardından
bu kez Afgan direniş grupları arasında iktidar mücadelesi başlamış ve Afganistan uzun bir iç savaş
döneminin içine girmiştir. Bu yıllarda oluşan Taliban hareketi Suudi Arabistan ve Pakistan’ın da desteğiyle
kısa sürede güçlenerek ülkenin büyük bir kısmında kontrolü ele geçirmiş ve kendi hedefleri doğrultusunda
bir devlet yapısı oluşturmuştur. Taliban yönetimi başkent Kabil dahil ülkenin % 95’ini kontrolü altında
tutmasına rağmen uluslararası toplumda kabul görmemiş, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve
Pakistan hariç hiçbir devlet tarafından tanınmamış, Devrik Rabbani Hükümeti ülkenin meşru hükümeti
olarak tanınmaya ve Afganistan’ı BM Genel Kurulunda da temsil etmeye devam etmiştir. Güvenlik
Konseyinin çalışmalarında ve aldığı kararlarda da Taliban yönetimi Afganistan’ın meşru hükümeti olarak
değil sadece Taliban olarak nitelendirilmiştir. Batılı devletler özellikle insan hakları ihlâlleri, yönetimin
uyuşturucu ticaretine karışmış olması ve Ladin başta olmak üzere terörizme destek vermesi nedeniyle
Taliban yönetimini tanımaktan kaçınmıştır. Bununla birlikte batılı devletlerin başlangıçta Taliban
yönetimine sıcak yaklaştıkları bilinmektedir. Örneğin Taliban heyetleri Washington, Paris ve New York’a
giderek söz konusu devletlerin yetkilileriyle çeşitli görüşmeler yapmışlardır. Diğer taraftan Fransa’nın
ekonomik nedenlerle Taliban yönetimiyle ilişkilerini artırması Taliban yönetimini tanımaya doğru gittiği
şeklinde yorumlanmıştır. Aynı şekilde İtalyalı yetkililerde Taliban yöneticileri ile görüşmüş ve
Afganistan’daki iç savaş bittiği takdirde İtalya’nın Taliban yönetimini tanıyacağı ifade edilmiştir. Bu
konuda ayrıntılı bilgi için bkz. GADOURY, Christopher L.: “Should the United States Officially Recognize
the Taliban? The International Legal and Political Considerations”, Hous. J. Int’l L., Vol. 23, 2001, s. 386428.
773
BROWN, s. 6.
774
http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N98/096/80/PDF/N9809680.pdf?OpenElement (10. 11. 2003).
kararı alınabilir veya bu tür bir karar alınmışsa yaptırımların ağırlaştırılması için
girişimlerde bulunabilirdi. Kaldı ki Konsey daha sonra, alınan kararlara uymadığı
gerekçesiyle Taliban yönetimine karşı yaptırım uygulanması yönünde karar almıştır.
Taliban yönetiminin uygulanan yaptırımlara rağmen Konseyin kararlarını yerine
getirmemesi halinde bu kez BM Andlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde zorlayıcı
önlemlere başvurulması gündeme gelebilirdi. Bu sayede gerçekleştirilecek kuvvet
kullanımının meşruiyeti hususunda herhangi bir tereddüt doğmayacak ve harekât
uluslararası hukuka uygun eylem niteliği kazanması söz konusu olacaktı.
Afganistan’a yönelik saldırının dayandığı delillerin doğruluğu ise tartışmaya
açıktır. Örneğin Amerikan yönetiminin saldırılardan Ladin ve El Kaide Örgütünün sorumlu
olduğunu açıklamasına rağmen dönemin Adalet Bakanı Janet Reno’nun FBI’ın
Afganistan’daki terörist kamplarla ilgili olarak yürüttüğü soruşturmanın daha başlangıç
aşamasında olduğu, henüz saldırılarla Ladin arasında bağlantı kurmaya yetecek ölçüde
delile sahip olunmadığı, bu nedenle FBI yeterli delilleri toplayana kadar saldırının
ertelenmesini dile getirdiği ifade edilmiştir. 775 Ayrıca ABD, terörist liderlerin yeni saldırı
planı yapmak üzere bir araya geleceklerini ileri sürmesine rağmen muhtemel saldırıların
gerçekleşeceğini
kanıtlayamamıştır.
Bu
durumda
saldırılarla
ilgili
soruşturmalar
tamamlanıp gerçekleştirilecek askerî harekâtı haklı kılacak deliller kamuoyuna açıklanana
kadar kuvvet kullanmanın uygun olmadığı yönündeki görüşlerin haklılık payı taşıdığı
söylenebilir.
Afganistan ve Sudan’a karşı gerçekleştirilen saldırılar meşru müdafaa hakkının
diğer şartları bakımından da ele alındığında ABD’nin saldırılara dayanak teşkil eden
delilleri açıklamaması saldırıların meşru müdafaa hakkı bakımından yeterli bir şekilde
değerlendirilmesini engellemektedir. 776 Özellikle terörist saldırıların mahiyeti ve pek yakın
olmasına dair herhangi bir delil olmaması saldırıların gereklilik şartını yerine getirip
getirmediği noktasında değerlendirme yapılmasını zorlaştırmaktadır. Buna rağmen
Afganistan ve Sudan’a yönelik harekâtlarda devam eden bir saldırıyı bertaraf etmek veya
sona erdirmek gibi bir amaç söz konusu olmadığı görülmektedir. Büyükelçilik saldırıları
775
776
LOBEL, s. 548.
ROMANO, s. 1041.
gerçekleştiğinde ABD’nin saldırıyı sona erdirmek veya püskürtmek için mukabil bir
eylemde bulunmasına gerek yoktur. Çünkü saldırılar zaten gerçekleşmiş ve sona ermiştir.
Diğer taraftan ABD, gerçekleştirdiği saldırıların Amerikan hedeflerine yönelik muhtemel
terörist saldırıları önlemeye yönelik olduğu iddiasını da kanıtlayamamıştır. Ayrıca
ABD’nin Sudan’daki ilaç fabrikasında kimyasal silah yapımında kullanılan maddelerin
üretildiğine ilişkin iddiasının doğru olduğu kabul edilse bile ortada kullanılmaya hazır
gerçek bir silah yoktur. Söz konusu maddeleri silah haline getirebilmek için zaman ve emek
harcanması gerekmektedir.
Büyükelçilik saldırıları sonrasında gereklilik ilkesinin diğer bir görünümü olan
barışçı ve alternatif çözüm yollarının tüketildiği ve bu konuda gereken çabanın
gösterildiğine dair bir işaret yoktur. Oysa ABD diplomatik kanallarla uluslararası destek
arayabilir ve Güvenlik Konseyini harekete geçirerek Konseyden kuvvet kullanma
konusunda yetki almaya çalışabilirdi. Örneğin Sudan’a yönelik saldırıya bakıldığında
ABD’nin konuyu Güvenlik Konseyine sunmadığı gibi Sudan’ı hedef alınan ilaç
fabrikasında kimyasal silah yapımında kullanılan çeşitli maddelerin üretildiği konusunda
uyarmadığı, sorunu çözmek için Sudan’a herhangi bir fırsat vermediği görülmektedir. Bu
durumda ilaç fabrikasının hedef alınmasının ABD’nin önündeki tek seçenek olmadığı
açıktır.
Sudan’daki saldırıda devlete ait olmayan fabrikanın kimyasal silah yapımında
kullanıldığı bir an için kabul edilse dahi söz konusu tehdidin fabrikanın tümünün tahrip
edilmesini gerektirip gerektirmediği de belli değildir. Afganistan saldırısında ise hedefin
Ladin başta olmak üzere El Kaide Örgütünün ileri gelenlerinin katılacağı toplantı olduğu
ifade edilmiş olmasına rağmen ölenler arasında bahsedilen kişilerin yer almaması saldırıda
sivillerin hedef olduğu iddiasını kuvvetlendirmektedir. Bu durumda saldırının sivillerin
hedef alınmamasını öngören uluslararası hukuk kurallarını ve orantılılık ilkesini ihlâl ettiği
söylenebilir.
Afganistan ve Sudan saldırıları Büyükelçiliklere karşı gerçekleştirilen terörist
saldırılardan on dört gün sonra gerçekleştirilmiştir. On dört günlük bu gecikme saldırıların
birer zararla karşılık olarak nitelendirilmesine neden olabilir. Ancak daha önceki olaylarda
da belirtildiği üzere saldırganın kim olduğu ve vurulacak hedeflerin belirlenmesinin zaman
aldığı dikkate alındığında normal şartlarda bu sürenin çok uzun bir süre olmadığı
söylenebilir.
4. 11 Eylül Saldırıları ve Kalıcı Özgürlük Harekâtı
7 Ekim 2001 tarihinde ABD ve İngiliz savaş uçakları El Kaide Örgütüne ait
eğitim kampları ile Taliban yönetimine ait askerî tesisleri vurmaya başlamıştır. Harekât
kapsamında Kabil başta olmak üzere Kandahar, Celalabad ve Herat şehirleri yoğun bir
şekilde bombalanmıştır. Amerikan ve İngiliz birlikleri aynı zamanda Taliban yönetimine
karşı savaşan ve Afganistan’ın kuzeydoğusundaki bölgeyi kontrolü altında bulunduran
Özbek ve Tacik grupların egemenliğindeki muhalif güçlerle de işbirliğine girişmiştir.
Kuzey İttifakı olarak da adlandırılan söz konusu güçler Kasım ayının ortasında Mezar-ı
Şerif’i ele geçirerek başkent Kabil’e doğru yönelmiştir. Aralık ayının ortasına kadar
Taliban ve El Kaide kuvvetleri tamamen mağlup edilmiş ve yüzlercesi esir alınmıştır. 777
Aralık ayı sonuna kadar ABD ve İngiliz kuvvetleri ile Kuzey İttifakı Afganistan’ın
genelinde kontrolü büyük ölçüde sağlamıştır. Kalıcı Özgürlük Harekâtı başladıktan toplam
kırk üç gün sonra Taliban kuvvetleri başkent Kâbil’den çekilmiş ve Koalisyon Kuvvetleri
şehri ele geçirmiştir. Harekât kapsamında El Kaide Örgütünün önemli bütün tesisleri tahrip
edilmiş ve Taliban yönetimine karşı uzun bir süreden beri mücadele veren Kuzey
İttifakı’nın da katkısıyla Taliban yönetimi devrilmiştir. 22 Aralık tarihinde de Hamid
Karzai başkanlığında oluşturulan geçici hükümet yemin ederek görevine başlamıştır.
Harekât boyunca Taliban kuvvetlerinin verdiği kaybın 10.000 civarında olduğu
belirtilmiştir. Sivil kaybın ise 3767 olduğu ifade edilmiştir. 778
A. Harekâtın Gerekçesi
11 Eylül 2001 tarihinde Ortadoğu kökenli on dokuz eylemci dört Amerikan
yolcu uçağını Boston, Newark ve Washington’dan havalandıktan sonra aynı anda
kaçırmıştır. İkisi Birleşik Arap Emirlikleri, On beşi Suudi Arabistan, biri Lübnan ve biri de
Mısır uyruklu olan korsanlar yetkililerden herhangi bir talepte bulunmamıştır. Dakikalar
777
MURPHY, Sean D.: “Contemporary Practice of the United States Relating to International Law”, Am. J.
Int’l L., Vol. 96, 2002, (b), s. 250-251.
778
QUIGLEY, John: “The Afghanistan War and Self-Defense”, Val. U. L. Rev., Vol. 37, 2003, s. 550, dn. 46.
sonra kaçırılan uçaklardan iki tanesi New York’taki Dünya Ticaret Merkezine, bir tanesi
Kuzey Virginia’daki Amerikan Savunma Bakanlığı Pentagon’a çakılmıştır. Washington’a
doğru yol alan ve nihâi istikametinin Amerikan Kongre Binası veya Beyaz Saray olduğu
duyurulan dördüncü uçak ise Pensilvanya’da Shansville yakınlarında düşmüştür. 779
Kaçırılan uçaklardaki yakıtın birer kitle imha silahı gibi kullanılması suretiyle
gerçekleştirilen intihar saldırıları sonrasında Dünya Ticaret Merkezi tamamen, Pentagon ise
kısmen çökmüş ve toplam 3025 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu rakam Amerikan iç
savaşından bu yana ABD’nin bir günde uğradığı en büyük insan kaybıdır. Bunun yanı sıra
ABD çok büyük bir maddî hasara da maruz kalmıştır. 780 Saldırı sonucunda meydana gelen
can ve mal kaybının neredeyse orta büyüklükte kabul edilebilecek bir devletin ABD’ye
karşı düzenli askerî birlikleri ile gerçekleştireceği bir silahlı saldırı neticesinde ortaya
çıkabilecek boyutlara ulaştığı söylenebilir. 781
Oldukça iyi planlanmış ve başarıyla gerçekleştirilmiş bir eylem görüntüsü veren
saldırı, ülke genelinde ciddî bir güvenlik endişesine neden olmuştur. Terörist saldırı
tehdidinin devam ettiğine dair istihbarat bilgileri karşısında güvenlik önlemleri maksimum
düzeye çıkarılarak havaalanları ve resmi binalar dahil önemli tüm binalar boşaltılmıştır.
Ayrıca Amerikan Federal Havayolları İdaresinin aldığı bir kararla ülkede tüm uçak seferleri
iptal edilmiş, uçuş halindeki tüm uçakların en yakın havaalanına inmesi, havaalanlarından
hiçbir şekilde uçak kalkmaması ve uluslararası bütün uçuşların Kanada’ya yönlendirilmesi
istenilmiştir. 782 Pentagon da Amerikan hava sahasına girecek tüm uçakların vurulacağını
açıklamıştır. Ayrıca güvenlik gerekçesiyle ülke dışındaki tüm Amerikan diplomatik
misyonları geçici olarak kapatılmıştır. 783 Diğer taraftan Başkan Bush acil durum ilan ederek
yedek askerî birlikleri göreve çağırmıştır. Ayrıca Kongre Başkan Bush’a terörist saldırıları
planlayan, gerçekleştiren ve teröristlere yardım eden devletlere, örgütlere ve kişilere karşı
Amerikan hedeflerine yönelik muhtemel terörist saldırıları önleyebilmek için gerekli ve
779
Uçakların kaçırılışı ve düşüşü ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. MURPHY, 2002, (b), s. 237-238.
Ölenlerin sayısı ve milliyetleri hakkında bkz.
http://www.september11Victims.com/september11Victims/COUNTRYCITIZENSHIP.htm (25. 12. 2002).
781
BAŞEREN, Sertaç: “Uluslararası Hukuk Açısından Amerika Birleşik Devletleri’nde Gerçekleştirilen
Terörist Saldırılar ve Yol Açtığı Gelişmeler Üzerine Bir Değerlendirme”, Vecdi Aral’a Armağan, 2001, s.
69.
782
MURPHY, 2002, (b), s. 238.
783
MURPHY, 2002, (b), s. 243.
780
orantılı bir şekilde kuvvet kullanımında bulunmaya imkân veren kapsamlı bir yetki
vermiştir. 784
Saldırı sonrası herhangi bir örgüt saldırıların sorumluluğunu üstlenmemiş
olmakla birlikte Bush 20 Eylül tarihinde yaptığı konuşmada yapılan araştırmaların
saldırının faili olarak daha önceden de çeşitli Amerikan hedeflerine karşı gerçekleştirilen
bazı terörist saldırılarından sorumlu tutulan El Kaide Örgütünü gösterdiğini ve bu konuda
yeterli delile sahip olduklarını açıklamıştır. 785 Oysa Ladin yaptığı açıklamalarda saldırıların
sorumluluğunu üstlenmemiş ve saldırılarla herhangi bir ilişkisi olmadığını iddia etmiştir. 786
Ancak 1996’da Suudi Arabistan’daki Amerikan askerî varlığını sona erdirmek için
Amerika’ya karşı yaptığı cihat çağrısı ile 1998 yılında Mısır, Bangladeş ve Pakistan kökenli
bazı örgütlerin liderleri ile bir araya gelerek “Dünya İslam Cephesi” adı altında yayınlanan
bildiride Amerikalıları ve müttefiklerini asker veya sivil öldürmenin dinî bir görev
olduğuna dair söylemleri dikkate alındığında Ladin ve El Kaide Örgütünün Amerikan
hedeflerine yönelik terörist saldırılar gerçekleştirme arzusunda oldukları ve 11 Eylül
saldırılarının bu arzunun bir sonucu olduğu ileri sürülmüştür. 787 Hatta 11 Eylül
saldırılarından kısa bir süre önce Ladin’in Amerikan hedeflerine yönelik büyük bir saldırı
düzenleyeceklerini söylediği belirtilmiştir. 788 Öte yandan Ladin’in saldırıları övdüğü ve
saldırılarla birlikte savaşın Amerika içine taşındığını söylediği konuşmanın yer aldığı bir
video kasetin ortaya çıkması ile birlikte saldırının Ladin ve El Kaide Örgütü tarafından
784
http://frwebgate.access.gpo.gov/cgibin/getdoc.cgi?dbname=107_cong_public_laws&docid=f:publ040.107.pdf (22. 04. 2004).
785
http://www.whitehouse.gov/news/releases/2001/09/20010920-8.html (15. 03. 2003).
786
“Bin Laden says he wasn’t behind attacks” CNN website, posted 16 September,
http://www.cnn.com/2001/US/09/16/inv.binladen.denial/ (15. 03. 2002).
787
BROWN, s. 25-26. Londra’da Arapça yayımlanan El Kudüs El Arabi adlı gazetede yayınlanan Fetvanın
önemli bazı bölümleri şu şekildedir: “Yedi yıldır ABD, İslam’ın en mukaddes topraklarının bulunduğu Arap
Yarımadasını işgal ediyor, zenginliklerini sömürüyor, yöneticileri elinde oynatıyor, halkını tehdit ediyor,
komşuları terörize ediyor ve buradaki üslerini komşu Müslüman ülkelere saldırı amacıyla kullanıyor.
Amerikalılar sadece ekonomik ve dinî nedenlerle Müslümanlara savaş açmış değiller, aynı zamanda küçük
Yahudi devletine hizmet ediyor ve Kudüs’ün işgali ile oradaki Müslümanların katlini de gizlemeye
çalışıyorlar. Amerikalıların işlediği tüm bu suç ve günahlar Allah’a, O’nun Peygamberine ve
Müslümanlara karşı açık bir savaş ilanıdır. İslam tarihi boyunca ulema, düşmanın Müslüman ülkeleri yok
etmeye çalışması durumunda cihadın kişisel bir farz olduğunda birleşmişlerdir. Bundan hareketle ve
Allah’ın emrine uygun olarak tüm Müslümanlar için geçerli olmak üzere şu fetvayı çıkarmış bulunuyoruz:
El Aksa Camii ve Mekke’yi işgalden kurtarmak ve ordularını İslam topraklarından söküp atmak için ister
sivil ister asker olsunlar Amerikalıları ve onların müttefiklerini, hangi ülkede mümkünse orada öldürmek,
her Müslüman için farzdır.” Bkz. BOZKURT, (2003), s. 232.
788
FEINSTEIN, s. 227.
planlandığı ve gerçekleştirildiği kanaati iyice yerleşmiştir. 789 Ayrıca İngilizyönetimi de 11
Eylül saldırılarının El Kaide Örgütü tarafından gerçekleştirildiğini kanıtladığını iddia ettiği
delilleri kamuoyuna açıklamıştır. 790
Ladin’in saldırılardan sorumlu olduğuna dair inandırıcı delillere sahip
olduklarını iddia eden Bush, Taliban yönetiminden El Kaide Örgütünün lider kadrosu dahil
Afganistan topraklarında saklanan bütün teröristlerin teslim edilmesini, ülkedeki terörist
kampların kapatılmasını, Amerikalı görevlilerin kontrol amacıyla söz konusu kamplara
girmesine izin verilmesini, Amerikan vatandaşları da dahil olmak üzere haksız bir şekilde
tutulan bütün yabancıların serbest bırakılmasını, yabancı diplomatların, gazetecilerin,
yardım amacıyla ülkede bulunan görevlilerin korunmasını istemiştir. Bu taleplerin herhangi
bir şekilde pazarlık konusu yapılmayacağını ve bu nedenle Taliban yönetiminin derhal
harekete geçmesi gerektiğini ifade eden Bush aksi takdirde Taliban yönetimin de bu
kişilerle aynı kaderi paylaşacağı tehdidinde bulunmuştur. 791 Taliban yönetimi terörist
eylemler karşısında oldukça dikkatli davranmış ve saldırıları derhal kınamıştır. 792 Ladin’in
bu tür büyük saldırılar gerçekleştirme imkânına sahip olmadığını ve yapılacak bir
araştırmanın Ladin’in suçsuzluğunu kanıtlayacağını ileri süren Taliban yönetimi ABD’nin
Ladin’in bu eylemlerde yer aldığına ilişkin inandırıcı deliller sunması halinde görüşmelere
açık olduğu mesajını vermiştir. ABD ise Ladin aleyhinde zaten 1998 Büyükelçilik
saldırıları nedeniyle ABD mahkemelerinde dava açılmış olduğunu belirterek Taliban
yönetiminin teklifini reddetmiş ve Bush’un belirttiği taleplerinin yerine getirilmesi
çağrısında bulunmuştur. 793 Ancak ABD ve İngiltere’nin Afganistan’a karşı askerî bir
müdahale gerçekleştirmekte kararlı olduklarının anlaşılması karşısında Taliban yönetimi 6
Ekim tarihinde Ladin’in Afganistan’da gizli bir yerde kontrol altında tutulduğunu belirterek
789
Kasette yer alan ve Ladin’e ait olduğu iddia edilen konuşmaya göre Ladin saldırıların Filistin ve Irakta
ölen masum insanların intikamını almak için düzenlendiğini belirterek Dünya Ticaret Merkezinin Amerikan
ekonomisini desteklediği ve bu nedenle meşru bir hedef olduğunu söylemiştir. Bkz. FEINSTEIN, s. 215.
790
http://www.pm.gov.uk/files/word/Culpability_document.doc (13. 05. 2002).
791
http://www.whitehouse.gov/news/releases/2001/09/20010920-8.html (05. 04. 2004). Taliban Yönetimini
Afganistan’ın meşru hükümeti olarak tanımayan ve bu nedenle Afganistan’la diplomatik ilişkisi
bulunmayan ABD söz konusu taleplerini Pakistan aracılığıyla iletmiştir. Taliban da bu talepleri reddettiğini
yine Pakistan kanalıyla ABD’ye iletmiştir. Bkz. MURPHY, 2002, (b), s. 243.
792
“Taliban diplomat condemns attacks” CNN website, posted 11 September,
http://www.cnn.com/2001/WORLD/asiapcf/central/09/11/afghan.taliban/index.html (15. 03. 2002).
793
‘US rejects Taliban offer to try bin Laden’, CNN website, posted 7 October,
http://www.cnn.com/2001/US/10/07/ret.us.taliban/index.html (15. 03. 2002).
Ladin’in resmen iadesinin talep edilmesi ve yeterli delil sunulması kaydıyla Ladin’in İslami
kurallara göre yargılanmak üzere tarafsız bir ülkeye iade edilebileceğini ve bu amaçla
görüşmelere başlamak istediğini bildirmiştir. ABD ise herhangi bir pazarlığı kabul
etmeyeceğini bildirerek Taliban yönetiminin isteğini kabul etmemiştir. 794
Amerikan ve İngiliz savaş uçakları 7 Ekim tarihinde El Kaide Örgütüne ait
eğitim kampları ile Taliban yönetimine ait askerî tesislere saldırmaya başlamış ve her iki
ülke bireysel ve ortak doğal meşru müdafaa hakkını kullanmaya başladıklarını BM
Güvenlik Konseyine rapor etmişlerdir. 795
Söz konusu raporlarda ABD’nin El Kaide Örgütünün 11 Eylül saldırılarını
planlayıp gerçekleştirdiğine dair açık ve inandırıcı bilgi ve kanıtlara sahip olduğu ifade
edilmiştir. Taliban yönetiminin de bu örgüte destek verdiği ve barınma imkânı sağladığı
gerekçesiyle sorumluluğunun doğduğu ileri sürülmüştür. Ancak ABD söz konusu bilgi ve
kanıtları İngiltere ve NATO hariç diğer bir devlet veya kuruluşla paylaşmamıştır. Oysa
ABD’nin harekâta başlamadan önce meşru müdafaa hakkına esas teşkil ettiğini ileri
sürdüğü olgusal dayanakları açıklaması gerekirdi. Harekâtın 11 Eylül saldırılarından
neredeyse bir ay sonra başladığı hatırlandığında ABD’nin bunu yapmak için gereken
zamana sahip olduğu da açık bir şekilde görülmektedir. İngiltere tarafından açıklanan ve
saldırıların El Kaide Örgütü tarafından gerçekleştirildiğini gösterdiği iddia edilen yeni bir
bilgi içermediği o zamana kadar Ladin, El Kaide Örgütü ve Taliban yönetimi hakkında
bilinenleri tekrarladığı görülmektedir. 796 Bu durum Ladin ve El Kaide Örgütünün gerçekten
11 Eylül saldırılarından sorumlu olup olmadıkları konusunda tereddütlere neden
olmaktadır. Örneğin Bassiouni ABD’nin Ladin’in 11 Eylül saldırılarına karıştığına yönelik
delillerin doğruluğu teyit edilmiş deliller olmadığına dikkat çekmektedir. 797 Harekât
sonrasındaki süreçte söz konusu şüpheleri ortadan kaldıracak nitelikte bir gelişme
olmamıştır.
B. Uluslararası Toplumun 11 Eylül Saldırılarına ve Harekâta Yaklaşımı
794
MURPHY, 2002, (b), s. 245.
İngiltere ve ABD’nin Güvenlik Konseyine sunduğu mektupların metni için sırasıyla bkz.
http://www.ukun.org/articles_show.asp?SarticleType=17&Article_ID=328 (22. 04. 2004); http://www.un.
int/usa/s-2001-946.htm. (22. 04. 2004).
796
http://www.pm.gov.uk/files/word/Culpability_document.doc (13. 05. 2002).
797
BASSIOUNI, 2002, s. 87.
795
11 Eylül Saldırıları dünya genelinde büyük bir reaksiyona neden olmuş,
terörizme karşı ortak bir tepki oluşmuştur. Hemen hemen bütün devletler saldırıyı kınamış
ve terörizme karşı mücadelenin gerekliliğine vurgu yapmıştır. NATO 12 Eylül 2001
tarihinde almış olduğu kararda saldırıları kınayarak saldırıların yurtdışından ABD’ye
yöneltildiği ispat edildiği takdirde İttifakın 1949 tarihli kurucu anlaşmasında yer alan
üyelerden herhangi birine karşı Avrupa’da veya Kuzey Amerika’da gerçekleştirilecek
saldırıların bütün üyelere karşı gerçekleştirilmiş sayılacağını ifade eden 5. maddesinin
harekete geçirileceğini açıklamıştır. 798 NATO’nun tarihinde bir ilki oluşturan karara göre,
saldırıların ülke dışından yönlendirildiğinin ortaya çıkması halinde, ABD’nin bir silahlı
saldırıya maruz kaldığı ve bu nedenle de meşru müdafaa hakkının doğacağı kabul
edilmiştir. Nitekim NATO Genel Sekreteri Lord Robertson 2 Ekim tarihinde ABD’nin
verdiği bilgiler kapsamında gerçeklerin açık ve ikna edici olduğunu, saldırıların ülke
dışından yöneltildiğini belirterek Washington Andlaşması’nın 5. maddesi kapsamında bir
eylem olarak kabul edileceğine karar vermiştir. 799 NATO tarihinde ilk kez, Antlaşmanın 5.
maddesini harekete geçirerek 11 Eylül saldırılarını, her NATO ülkesinin topraklarına
yapılmış bir saldırı olarak kabul etmiştir. 800
Amerikan Devletleri Teşkilatına üye devletler de saldırıyı kınamışlardır. 801
Daha sonra alınan bir kararla da 11 Eylül saldırıları bütün Amerikan devletlerine karşı
yapılmış bir saldırı olarak nitelendirilmiş, ABD’nin bireysel ve ortak meşru müdafaa hakkı
çerçevesinde aldığı önlemlerin Rio Anlaşması’na taraf devletlerce desteklendiği
açıklanmıştır. 802
Avrupa Birliği’ne üye devletlerin hükümet ve devlet başkanlarının bir araya
gelerek 11 Eylül saldırılarını ele aldığı 21 Eylül 2001 tarihli Olağanüstü Brüksel
798
http://www.nato.int/docu/pr/2001/p01.124e.htm (05. 04. 2004).
http://www.nato.int/docu/speech/2001/s011002a.htm (05. 04. 2004).
800
NATO’nun 5. maddeyi harekete geçirme kararının NATO Andlaşması bakımından değerlendiren ayrıntılı
bir çalışma için bkz. GOLDBERG, Michael A.: “Mirage of Defense: Reexamining Article Five of the
North Atlantic Treaty after the Terrorist Attacks on the United States”, B. C. Int’l & Comp. L. Rev., Vol.
26, 2003, s. 77-93. Türkiye geçmişte komşu bazı devletlerden destek gören PKK terörüne karşı benzer bir
girişim başlatmış ancak bu girişim NATO üyeleri arasında destek bulmamıştır. Hatta Almanya gibi bazı
devletler NATO Anlaşmaları kapsamında Türkiye’ye satılan silahların PKK’ya karşı yapılan askerî
harekâtta kullanılmamasını istemişlerdir. Oysa, PKK terörü de NATO üyesi bir devlete karşı gerçekleşmiş
ve Pakt üyesi olmayan bazı devletlerce de desteklenmiştir. Bkz. BAŞEREN, 2001, s. 74.
801
http://www.oas.org/charter/docs/comuni_eng/E_006.htm (11. 08. 2003).
802
http://www.oas.org/OASpage/crisis/RC.24e.htm (11. 08. 2003).
799
Zirvesi’nden de ABD’ye destek kararı çıkmıştır. Fanatik terörist gruplar ile Arap ve
Müslüman dünya arasında kurulan denklemin kategorik olarak reddedildiğinin ifade
edildiği toplantıda, ABD’nin Güvenlik Konseyinin saldırılarla ilgili olarak aldığı 1368
sayılı kararına uygun olarak vereceği cevabın haklı olacağı belirtilmiştir. Birlik üyesi
devletlerin kendi imkânları dahilinde söz konusu tedbirlerin alınmasına katılmaya hazır
oldukları ifade edilerek alınacak tedbirlerin teröristleri destekleyen, onlara yardım ve
yataklık eden devletlere yöneltilmesi gerekliliği vurgulanmıştır. 803
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri saldırı sonrası Taliban yönetimi ile
var olan ilişkilerini keserken Körfez Ülkeleri İşbirliği Konseyi de üyelerinin uluslararası
toplumun desteğinin sağlandığı uluslararası terörizmle mücadele etmeye ve saldırganları
cezalandırmaya yönelik çabalara katkıda bulunma arzusunu dile getirmiştir. Arap Birliği
üyesi bazı devletler de Ladin’in Müslümanları ve Arapları temsil ettiğine yönelik
ifadelerinin doğru olmadığını belirtilmiştir. 804 İslam Konferansı Teşkilatı da saldırı
sonrasında olağanüstü toplanmış ve saldırıları kınamıştır. Teşkilat harekâtın diğer
Müslüman ülkeleri de kapsayacak bir şekilde genişletilmemesi çağrısında bulunmuştur. 805
Saldırı sonrasında BM bünyesinde gerek Güvenlik Konseyi gerek Genel Kurul
aldıkları kararlarda terörist eylem olarak nitelendirdiği saldırıları kınamıştır. Güvenlik
Konseyi 11 Eylül sonrasının hemen ertesinde aldığı 1368 sayılı kararında saldırıları
kınayarak saldırıların uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit oluşturduğunu, BM
Andlaşması’na uygun olarak bireysel ve ortak doğal meşru müdafaa hakkını tanıdığını
ifade etmiştir. Kararda ayrıca saldırganların ve eylemlerin gerçekleşmesine yardımcı
olanların yakalanıp adalete teslim edilmesi gereği belirtilerek üye devletlere bu amaçla
işbirliği yapmaları çağrısında bulunulmuş ve terörizmin bütün şekilleriyle mücadele
kararlılığı vurgulanmıştır. 806 Konsey 28 Eylül 2001 tarih ve 1373 sayılı kararında ise, 1368
sayılı kararda belirtilen hususlara ek olarak uluslararası terörizmle mücadele edebilmek
amacıyla alınması gereken önlemler kapsamında tüm devletlerin uyması gereken
803
http://ue.eu.int/newsroom/makeFrame.asp?MAX=1&BID=76&DID=67808&LANG=1&File=/pressData/e
n/ec/140.en.pdf&Picture=0 (11. 08. 2003).
804
MURPHY, 2002, (b), s. 245-248.
805
BEARD, s. 571.
806
http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N01/533/82/PDF/N0153382.pdf?OpenElement (19. 04. 2004).
yükümlülükleri ayrıntılı bir şekilde düzenlemiştir. Bu önlemler terörist örgütlerin mal
varlıklarının dondurulması, terörist eylemlerin finansmanın engellenmesi, terörizme karşı
işbirliğinin geliştirilmesi gibi askerî önlemleri içermeyen bir dizi önlemden oluşmaktadır.
Konsey ayrıca uluslararası terörizmle uyuşturucu kaçakçılığı, kara para transferi ve nükleer,
biyolojik ve diğer ölümcül maddelerin illegal transferleri arasındaki yakın ilişkiye de dikkat
çekerek kitle imha silahlarının sebep olduğu tehdit hakkında devletlerin işbirliği yapmaları
çağrısında bulunmuş, devletlerin ülkelerinin terörist amaçlarla kullanılmasına izin
vermemeleri ve bu tür eylemlere karışmış kişilerin adalet önüne getirilmesi, sığınma hakkı
verilmeden önce sığınma hakkı isteyen kişilerin daha önceden terör eylemlerine karışıp
karışmadıklarının belirlenmesi amacıyla gerekli önlemleri almasını öngörmüştür. Konsey
bütün bu önlemlerin devletler tarafından yerine getirilmesini izlemek üzere bir komite
oluşturulmasına karar vermiştir. Buna göre üye devletler kararın kabulünden itibaren
doksan gün içinde kararın hükümlerinin yerine getirilmesi hususunda kaydedilen
gelişmeleri Konsey bünyesinde oluşturulan Komiteye bildirecektir. 807 Görüldüğü gibi 1373
sayılı karar saldırının hemen ertesinde alınan 1368 sayılı karara nazaran daha kapsamlı
ifadelere yer vermekte ve birtakım önlemlerin alınmasını öngörmektedir.
Genel Kurul ise 12 Eylül 2001 tarihinde 11 Eylül saldırılarını kınayan bir karar
almıştır. Genel Kurul aldığı kararda Güvenlik Konseyinin aksine meşru müdafaa hakkına
atıf yapmamış, bunun yerine saldırının faillerinin, organize edenlerin ve destekçilerinin
adalet önüne getirilmesi için uluslararası işbirliği çağrısında bulunmuştur. 808
7 Ekim 2001’de başlayan Kalıcı Özgürlük Harekâtının genel olarak uluslararası
toplum tarafından onaylandığı görülmektedir. Harekâtla ilgili olarak devletlerin tepkilerine
bakıldığında Rusya ve Çin gibi geçmişte ABD’yi eleştiren ve gerçekleştirdiği eylemlere
karşı çıkan devletlerin harekâtı açık bir şekilde desteklediği 809, Gürcistan, Tacikistan,
Özbekistan, Katar, Umman, Suudi Arabistan, Filipinler, Avustralya, Kanada, Çek
Cumhuriyeti, Almanya, İtalya, Japonya, Hollanda, Yeni Zelanda gibi pek çok devletin
807
http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N01/557/43/PDF/N0155743.pdf?OpenElement (19. 04. 2004).
Söz Konusu Komitenin kuruluşu ve çalışmaları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. ROSAND, Eric: “Security
Council Resolution 1373, the Counter-Terrorism Committee, and the Fight Against Terrorism”, Am. J. Int’l
L., Vol. 97, 2003, s. 333-341.
808
http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N01/475/00/PDF/N0147500.pdf?OpenElement (19. 04. 2004).
809
MURPHY, 2002, (b), s. 245-248.
çeşitli şekillerde askerî yardım teklifinde bulundukları görülmektedir. 810 Ayrıca Birleşmiş
Milletler bünyesinde harekât ile ilgili herhangi bir kınama girişimi söz konusu olmamış
hatta Güvenlik Konseyinde yapılan görüşmelerde harekâtın BM Andlaşması’na ve 1368
sayılı karara uygun olduğu ve desteklendiği ifade edilmiştir. 811 Konsey 12 Kasım 2001
tarihinde almış olduğu 1377 sayılı kararda 1368 ve 1373 sayılı kararlarda yer alan
ifadelerden daha güçlü ifadelerle uluslararası terörist eylemlerin 21. yüzyılda uluslararası
barış ve güvenliğe yönelik en ciddi tehditlerden birini oluşturduğunu belirtmiş ve 1373
sayılı kararda öngörülen önlemlerin alınması çağrısında bulunmuştur. 812 14 Kasım 2001
tarihinde alınan 1378 sayılı kararda da Taliban yönetimi Afganistan’ın El Kaide Örgütü
başta olmak üzere terörist örgütler tarafından kullanılmasına ve Ladin’in ülkede
barınmasına izin verdiği için kınanmıştır. 813
Uluslararası toplumun verdiği bu tepki harekâtın meşru kabul edildiği ya da 11
Eylül saldırılarının büyüklüğünün etkisiyle harekâta göz yumulduğu ihtimallerini akla
getirmektedir.
Esasında
devletlerin
ABD’nin
kuvvet
kullanımına
başvurmasını
sınırlandıracak bir kapasiteye veya Güvenlik Konseyinden kuvvet kullanımına izin veren
bir karar alması hususunda ısrar edebilecek bir güce sahip olmadıkları söylenebilir. Kaldı ki
ABD ve İngiltere’nin Güvenlik Konseyinin daimi üyeleri olmaları sebebiyle aleyhlerine
hazırlanacak bir karar tasarısını veto etmeleri kuvvetle muhtemeldir. Ayrıca güçsüz
devletlerin ABD aleyhinde bu tür bir girişimde bulunması halinde gerek ekonomik gerek
siyasî açıdan bir takım yaptırımlara maruz kalması ihtimali söz konusudur. Örneğin Körfez
Krizi sırasında Yemen’in Irak’a karşı kuvvet kullanılmasına imkân veren 678 sayılı kararın
alınmasında olumsuz oy kullanması üzerine Kuveyt Amerikan yönetiminden Yemen’e
yönelik ekonomik yardımlarını kesmesi çağrısında bulunmuştur. Amerikan Dışişleri
Bakanlığı yetkilileri de bu durumun Yemen için olumsuz bazı sonuçlara yol açacağını
açıkça ifade etmişlerdir. Nitekim Amerikan Dışişleri Bakanlığı Kongreden Yemen’e
yapılması planlanan ekonomik yardımın 22 milyon dolardan 3 milyon dolara indirilmesi
810
Beyaz Saray tarafından yapılan açıklamada 11 Eylül saldırıları sonrasında Aralık 2001 sonuna kadar 136
devletin farklı şekillerde askerî yardım teklifinde bulunduğu ve 46 uluslararası teşkilatın da desteğini ifade
ettiği açıklanmıştır. http://www.whitehouse.gov/news/releases/2001/12/100dayreport.html (05. 04. 2004).
811
http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/PRO/N01/632/18/PDF/N0163218.pdf?OpenElement (23. 04. 2004).
812
http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N01/633/01/PDF/N0163301.pdf?OpenElement (19. 04. 2004).
813
http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N01/638/57/PDF/N0163857.pdf?OpenElement (19. 04. 2004).
çağrısında bulunmuştur. Diğer taraftan Amerikan Konsey üyesi diğer devletlerin kendi
yanında yer almasını sağlamak için ekonomik yardım vb vaatlerde bulunduğu
bilinmektedir. 814 Bu durum esasında harekâta göz yumulduğu ihtimalini gündeme
getirmektedir. Diğer taraftan ortaya çıkan bu tabloda saldırı sonrasında ABD’nin yürüttüğü
“ya bizimlesiniz ya teröristlerle birliktesiniz” kampanyasının da etkili olduğu düşünülebilir.
C. Harekâtın Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi
a. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler
Doktrinde 11 Eylül saldırıları Taliban yönetimi ile Ladin ve El Kaide Örgütü
arasında yakın ilişki bulunduğuna dair açık ve inandırıcı delillerin bulunduğu belirtilerek
Taliban yönetiminin sorumluluğunun doğduğu ve harekâtın haklı bir meşru müdafaa
uygulaması olduğu yönünde görüşler ileri sürülmüştür. Örneğin ABD ve İngiltere’nin açık
ve ikna edici delillere sahip olduğunu ileri süren O’Connell, harekât sonrasında
Afganistan’da elde edilen bilgilerin Amerikan hedeflerine yönelik yeni terörist saldırılar
planlandığını gösterdiğini ifade etmiştir. 815 Taliban yönetiminin diğer devletlere yönelik
terörist saldırılara hazırlık amacıyla ülkesini kullanmasına izin verdiğini ve terörist
faaliyetlere engel olmasına yönelik talepleri yerine getirmediğini belirten Greenwood,
Taliban yönetiminin teröristlere barınma imkânı sağlamaya ve bu nedenle terörist saldırı
tehlikesinin devam ettiğine dikkat çekerek harekâtın haklı bir meşru müdafaa uygulaması
olduğunu ileri sürmüştür. 816 Feinstein ise, harekâtın Taliban yönetiminin Amerikan
hedeflerine yönelik ülkesi kaynaklı terörist saldırılara karışmış olmasına ve saldırıları
önlemekte göstermiş olduğu isteksizlik nedeniyle harekâtın uluslararası hukuka uygun
olduğu görüşünü dile getirmektedir. 817 Öte yandan Murphy Taliban yönetiminin teröristlere
barınma imkânı sağladığı ve Ladin’in teslim edilmesine yönelik çağrıları reddetmesinden
hareketle Taliban yönetiminin bu kişi ve grupların eylemlerini onayladığı şeklinde
yorumlanabileceğini belirtmiş ve bunun harekâtı meşrulaştıran bir gerekçe olduğunu ileri
814
QUIGLEY, 2003, s. 555.
O'CONNELL, 2002, (a), s. 899.
816
GREENWOOD, 2003, s. 25.
817
FEINSTEIN, s. 294.
815
sürmüştür. 818 Taliban yönetiminin olumsuz tavrı nedeniyle El Kaide Örgütü ile var olan
ilişkilerini sona erdirmesi ve Ladin’i iade etmesine yönelik çabaların neticesiz kaldığını ve
El Kaide Örgütünün 11 Eylül sonrasında da Afganistan’da dilediği gibi hareket etmeye
devam ettiğini belirten Brown bu durumun ABD’ye karşı devam eden bir tehdit olarak
görülebileceğini ileri sürmektedir. Yazara göre, Taliban yönetimin El Kaide Örgütünün
neden olduğu söz konusu tehdidi bertaraf etmek hususundaki isteksizliği tehdidi Afganistan
kaynaklı bir tehdit halinde dönüştürmüştür. 819
Doktrinde harekâtın uluslararası hukuka aykırı olduğu yönünde de görüşler ileri
sürülmüştür. Örneğin Paust, Taliban yönetiminin Kuzey İttifakına karşı yürüttüğü mücadele
için Ladin ve El Kaide Örgütünden malî ve askerî destek alması, teröristlere güvenli
barınak sağlaması, eğitim kamplarına müsamaha göstermesi, geçmişte gerçekleşen ve halen
de devam eden terörist saldırıları bilmiş olmasının Taliban yönetiminin El Kaide
Örgütünün gerçekleştirdiği terörist saldırıları kontrol altında tuttuğu ve bu saldırılara
doğrudan
katıldığı
anlamına
gelmediğini
belirterek
Taliban
yönetimine
karşı
gerçekleştirilen askerî harekâtı meşru kılmadığını iddia etmiştir. 820 Benzer şekilde Glennon
da, Taliban yönetiminin saldırganların uçak biletlerini satın alması, uçuş derslerinin finanse
edilmesi şeklinde doğrudan yardımlarda bulunmuş olmasının harekât için haklı bir sebep
teşkil etmediğini savunmaktadır. 821 Quigley ve Megret de iade talebinin yerine
getirilmemesinin 11 Eylül saldırılarını veya muhtemel saldırıları Taliban yönetimine isnat
edebilmek için yeterli olmadığını ifade etmiştir. 822
818
MURPHY, 2002, (b), s. 50-51.
BROWN, s. 12.
820
PAUST, 2002, s. 543.
821
GLENNON, s. 543.
822
QUIGLEY, 2003, s. 546; MEGRET, s. 383.
819
b. Güvenlik Konseyinin VII. Bölüm Çerçevesinde Kuvvet Kullanımına
İzin Verip Vermediği
11 Eylül sonrasında ABD ve İngiltere’nin diğer devletlerin lojistik desteği
eşliğinde gerçekleştirdikleri askerî harekât şüphesiz başka bir devlete karşı kuvvet kullanma
niteliğindedir. Dolayısıyla harekât kuvvet kullanma yasağının istisnalarını oluşturan BM
Andlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde bir yetkilendirmeye veya 51. madde kapsamında
meşru müdafaa hakkına dayanmadığı takdirde kuvvet kullanma yasağının ihlâli söz konusu
olacaktır.
Daha önceden belirtildiği üzere Güvenlik Konseyi VII. Bölüm kapsamında 39.
maddeye uygun olarak uluslararası barışın tehdit edildiği, bozulduğu veya bir saldırı
eyleminin gerçekleştiğini tespit etmesi halinde sorunun çözümü için tavsiyelerde
bulunabileceği gibi zorlayıcı önlemlere başvurulması yönünde bir karar da alabilir. 11
Eylül saldırılarının ardından Güvenlik Konseyi saldırıları BM Andlaşması’nın VII.
Bölümünü harekete geçiren uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit olarak
nitelendirmekle beraber ABD veya başka bir devleti kuvvet kullanma konusunda
yetkilendirmemiştir. 823 Konsey 1368 ve 1373 sayılı kararlarda 39. maddenin kendisine
verdiği yetkiyi kullanarak saldırıların uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit
olarak kabul etmiş ve ortak güvenlik sisteminin işletebilmesi imkânını sağlamıştır. Ancak
Konsey saldırıları BM Andlaşması VII. Bölümü çerçevesinde zorlayıcı önlemlerin
alınmasını gerekli kılan bir durum olduğunu zımnen ortaya koymakla beraber ne ABD’ye
ne de NATO’ya askerî kuvvet kullanılmasına imkân sağlayan herhangi bir yetki
vermemiştir.
Diğer taraftan 11 Eylül saldırılarının silahlı saldırı boyutuna ulaştığı ve bireysel
ve ortak meşru müdafaa hakkına neden olduğunu ileri süren ABD, Afganistan harekâtı için
Güvenlik Konseyinden kuvvet kullanmaya izin veren bir karar almak için herhangi bir
823
KIRGIS, Frederic L.: “Terrorist Attacks on the World Trade Center and the Pentagon”, ASIL Insights,
http://www.asil.org/insights/insigh77.htm (09. 11. 2003); DRUMBL, 2002, (a), s. 332; DELBRUCK, s.
13. Diğer taraftan Taliban yönetimi devrildikten ve Afganistan’da yeni bir yönetimin kurulmasına ilişkin
Bonn Deklarasyonu kabul edildikten sonra Güvenlik Konseyi 20 aralıkta aldığı 1386 sayılı kararında yeni
Afgan hükümetinin başkent Kâbil ve çevresinde güvenliği sağlamasına yardımcı olmak üzere oluşturulan
ISAF’a (International Security Assistance Force) gerektiğinde kuvvet kullanma yetkisi vermiştir. Bkz.
http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N01/708/55/PDF/N0170855.pdf?OpenElement (02. 05. 2004).
teşebbüste bulunmamıştır. Oysa ABD’nin Güvenlik Konseyinden gerekli izni alarak
zorlayıcı önlemlere başvurulabilmesi için hem yeterli zamana sahip olduğunu hem de
Konsey üyeleri arasında olumlu bir yaklaşımın olduğunu söylemek mümkündür. Konseyin
aldığı kararlardaki destek göz önüne alındığında hukukî meşruiyeti sağlanmış önlemlere
başvurabilmek için Konseyden geniş bir yetki alma ihtimalinin oldukça yüksek olduğu
görülmektedir. Bu konuda ABD’nin elinde uluslararası toplumu ikna edecek derecede bir
delilin olmadığı, ABD’nin tek taraflı bir şekilde hareket etmek istediği gibi çeşitli
spekülasyonların yanı sıra ABD’nin kuvvet kullanabilmesi için Konseyin kuvvet
kullanmaya ilişkin herhangi bir yetkilendirmede bulunmasına gerek olmadığı, doğal meşru
müdafaa hakkının Konseyin kararına gerek kalmaksızın harekâtı zaten meşrulaştırdığı
şeklinde farklı bazı görüşler ileri sürülmüştür. 824
Güvenlik Konseyinin saldırı sonrasında aldığı 1368 ve 1373 sayılı kararlarda
kuvvet kullanımına dair açık bir yetkilendirmede bulunmamakla beraber bireysel ve ortak
doğal meşru müdafaa hakkını tanımış olması ve uluslararası terörist eylemlerin neden
olduğu uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehditlerle BM Andlaşması ile uyumlu bir
şekilde mücadele etme gerekliliğini ifade etmesine dayanılarak Konseyin dolaylı bir şekilde
Taliban yönetimine karşı kuvvet kullanılmasına izin verdiği veya en azından göz yumduğu
iddia edilmiştir. Ayrıca Güvenlik Konseyinin sahip olduğu yetkileri kullanmak hususunda
çekimser kalması da bu tür yorumları destekleyici argümanlar olarak gündeme
getirilmektedir. 825
Konseyin aldığı kararlarda iddia edildiği şekilde böyle bir yetkinin verilmesi söz
konusu değildir. Örneğin 1373 sayılı kararda ülkesinin teröristler tarafından kullanılmasına
engel olmayan, teröristleri himaye eden, destekleyen ve onlara müsamaha gösteren
devletlere karşı harekete geçilmesine dair bir hüküm yer almamaktadır. Kararda belirtilen
ifadeler açıkça saldırganlarla sınırlandırılmıştır. Stahn’ın da belirttiği gibi 826, söz konusu
kararların giriş kısmında yer alan ifadelerin geniş bir şekilde yorumlanması eleştiriye açık
bir husustur. Bu tür geniş bir yorum diğer devletler için de bir örnek oluşturabilecektir.
824
MILLER, Judith: “Comments on the Use of Force in Afghanistan”, Cornell Int’l L. J., Vol. 35, 2002, s.
605; BROWN, s. 19.
825
JINKS, 2003, (a), s. 86-87; FARER, s. 359.
826
STAHN, 2002, s. 39.
Kaldı ki Konseyin kuvvet kullanmaya izin verdiği durumlarda açık bir şekilde
yetkilendirmede bulunduğu görülmektedir. Örneğin Konsey Körfez Krizi sırasında aldığı
678 sayılı kararda, Irak’ın 660 sayılı kararı ve ilgili diğer kararlardan kaynaklanan
yükümlülüklerini yerine getirmediğini belirterek Koalisyon kuvvetlerine uluslararası barış
ve güvenliği korumak üzere Irak’a karşı açıkça kuvvet kullanma yetkisi vermiştir. Konsey
bu yetkiyi 42. maddeye değil daha önceki kararlarında da tanıdığı meşru müdafaa hakkına
dayanarak vermiştir. 827 Gerek 1368 gerek 1373 sayılı kararda Kuveyt’in Irak tarafından
işgali sonrasında alınan 678 sayılı karardan farklı olarak devletlere kuvvet kullanma dahil
her türlü tedbiri alma yetkisi tanınmamıştır. 828 Dolayısıyla söz konusu kararlarda kuvvet
kullanımına açık bir şekilde yetki verilmemiştir.
Diğer taraftan ABD ve
İngiltere’nin ortak meşru
müdafaa
hakkını
kullandıklarını Konseye bildirmelerine rağmen Konsey meşru müdafaa hakkını sona
erdirecek önlemleri almamıştır. BM Andlaşması’nın kendisine yüklediği uluslararası barış
ve güvenliğin korunması ve sağlanması görevini yerine getirmek hususunda isteksiz
davranan ve aktif bir rol üstlenmeyen Konsey bu şekilde davranarak uluslararası barış ve
güvenliği korumaya dair öncelikli görevini ihmal etmiştir. 829 Bununla birlikte Konseyin
aldığı kararlarda harekâtın BM Andlaşmasını ihlâl ettiğine ilişkin bir nitelendirmede
bulunmadığı ve harekât aleyhinde bir tutum takınmadığı da görülmektedir. 830 Örneğin
Konseyin 14 Kasım 2001 tarihinde aldığı 1378 sayılı kararın giriş kısmında Afganistan’da
devam eden harekâta dair açık bir referansta bulunulmamasına rağmen terörizmi yok
etmeye yönelik uluslararası gayretlerin ve Afgan halkının Taliban yönetimini değiştirmeye
827
Güvenlik Konseyi Körfez Krizi sırasında meşru müdafaa hakkı ile ortak güvenlik sistemini bir araya
getiren farklı bir yetkilendirmede bulunmuştur. Bu nedenle gerçekleştirilen kuvvet kullanımının BM
Andlaşması’nın 42. maddesi kapsamında gerçekleştirilen bir harekât mı yoksa Konseyin onayladığı bir
meşru müdafaa eylemi mi olduğu hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bkz. STAHN, 2002, s. 14.
828
Kuveyt’in Irak tarafından işgali sonrasında alınan 678 sayılı Güvenlik Konseyi kararında üye devletler
Konseyin 660 sayılı ve ilgili diğer tüm kararlarını uygulama ve bölgede uluslararası barış ve güvenliği
sağlamak için Kuveyt Hükümeti ile işbirliği halinde gerekli tüm önlemleri almaya açıkça yetkili kılınmıştır.
Kararın
metni
için
bkz.
http://ods-dds-ny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/575/28/
IMG/NR057528.pdf?OpenElement (22. 04. 2004).
829
MYJER, Eric P. J. & WHITE, Nigel D.: “The Twin Towers Attack: Unlimited Right to Self–Defense?”,
Journal of Conflict and Security Law, Vol. 7, 2002, s. 12, 16.
830
Örneğin Konseyin aldığı 1378 ve 1383 sayılı kararlar. Kararların metni için bkz. http://ods-ddsny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N01/638/57/PDF/N0163857.pdf?OpenElement (22. 04. 2004); http://ods-ddsny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N01/681/09/PDF/N0168109.pdf?OpenElement (22. 04. 2004).
yönelik çabalarının desteklendiği ifade edilmiştir. 831 Konseyin almış olduğu diğer
kararlarda
da
bu
tavrını
devam
ettirmesi
BM’nin
kuvvet
kullanma
eylemi
gerçekleştirildikten sonra harekâtı onayladığı (ex post facto aproval) şeklinde yorumların
yapılmasına neden olmuştur. 832 Konseyin sessiz kalmasına veya kararlarındaki muğlak
ifadelere dayanan bu görüşün yeterince ikna edici bir görüş olmadığı görülmektedir. 833
Bu durumda Güvenlik Konseyinin 11 Eylül saldırıları ile ilgili olarak BM
Andlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde kuvvet kullanımına ilişkin herhangi bir
yetkilendirmede bulunmadığı, Taliban yönetimine ve Ladin liderliğindeki El Kaide
Örgütüne karşı gerçekleştirilen harekâtın BM Andlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde
gerçekleştirilmediği rahatlıkla söylenebilir. Her ne kadar Güvenlik Konseyi 11 Eylül
saldırılarını uluslararası barışa yönelik bir tehdit olarak nitelendirdiği 1368 sayılı kararı ve
VII. Bölüm çerçevesinde hareket ettiğini belirttiği 1373 sayılı kararı almış olsa dahi Konsey
VII. Bölüm çerçevesinde herhangi bir zorlayıcı önlem alınmasına karar vermemiş ve
Kuveyt’in işgalinde olduğu gibi belirli devletleri gerekli zorlayıcı önlemleri alması
amacıyla açıkça yetkilendirmemiştir. 834
c. Harekâtın İnsanî Amaçlı Müdahale ve Dost Bir Devletin Hükümetinin
Daveti Üzerine Gerçekleştirilip Gerçekleştirilemeyeceği
ABD Taliban Yönetimine karşı gerçekleştirdiği harekâtı meşru müdafaa
hakkına dayandırmasına rağmen harekâtın insanî amaçlı müdahale ve dost bir devletin
hükümetin daveti üzerine müdahale doktrini temelinde meşrulaştırılabileceği şeklinde
çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Örneğin Byers ve Roth, harekâtın meşru müdafaa hakkı
ve BM Andlaşması’nın VII. Bölümü kapsamında yapılacak bir yetkilendirmenin yanı sıra
831
http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N01/638/57/PDF/N0163857.pdf?OpenElement (19. 04. 2004).
DRUMBL, 2002, (a), s. 329.
833
STAHN, 2002, s. 41.
834
MURPHY, 2002, (b), s. 44. 1368 ve 1373 sayılı kararların detaylı bir incelemesi için STAHN, Carsten:
“Security Council Resolutions 1368 (2001) and 1373 (2001): What they Say and What they do not Say”,
http://www.ejil.org/forum_WTC (10. 09. 2002).
832
söz konusu doktrinler çerçevesinde de meşrulaştırılmasının gündeme gelebileceğini
belirtmektedirler. 835
İnsanî amaçlı müdahale, bir devletin diğer bir devletin kendi vatandaşlarına
yaptığı zulmü sona erdirmek için müdahalede bulunması olarak tanımlanabilir. 836 İnsanî
amaçlı müdahalede meşru müdafaa hakkının öncelikli şartı olan silahlı saldırının
gerçekleşmesi söz konusu değildir. Taliban yönetimi özellikle kadınlara ve çocuklara karşı
süreklilik arz eden temel insanî haklara yönelik ihlâllerde bulunan otoriter bir rejim
görüntüsü vermiştir. Uluslararası hukuktaki kabul edilebilirliği üzerinde devam eden
tartışmaları bir kenara bırakılarak insanî müdahale temelinde Taliban yönetimine karşı
harekete geçilebileceği ihtimali ele alındığında söylenmesi gereken ilk husus dinî aşırılıklar
ve kadınlara yönelik ayrımcılıklar söz konusu olmasına rağmen Taliban yönetiminin Afgan
halkına karşı soykırım veya sistematik bir işkence uygulamadığıdır. Bu durumda insanî
amaçlı müdahale temelinde gerçekleştirilecek bir harekâtın insanî kaygılardan ziyade siyasî
kaygılar taşıyacağı ve meşru olmayacağı söylenebilir. Stahn da benzer şekilde Kalıcı
Özgürlük Harekâtının insani amaçlı müdahale kapsamında meşrulaştırılamayacağını
belirtmiştir. Yazara göre, Afganistan da insan hakları ihlâlleri olmakla beraber bu ihlâl
Kosova
örneğindeki
gibi
müdahalede
bulunulmasını
gerektirecek
bir
seviyeye
ulaşmamıştır. 837
İnsanî amaçlı müdahalenin yanı sıra dost bir devletin hükümetinin talebi üzerine
müdahale doktrini de gündeme getirilmiştir. Uluslararası hukuka göre bir devlet isyancı
grupları kontrol altına alabilmek için diğer devletlerden yardım isteyebilme hakkına
sahiptir. 838 Taliban yönetimi uluslararası alanda Afganistan’ın meşru yönetimi olarak
tanınmamakla beraber ülkenin kuzey kesiminde muhalif kuvvetlerin kontrolü altında
bulunan bölge hariç ülkenin büyük bir kısmında kontrolü sağlamış ve söz konusu topraklar
üzerinde fiili bir kontrol uygulamıştır. Bu durumda Taliban yönetiminin isyancı bir güç
olarak kabul edilebilmesi oldukça zor gözükmektedir. Taliban yönetimine karşı mücadele
835
BYERS, s. 401; ROTH, Brad R.: “Terrorism and the Inherent Right to Self Defense”, MSU-DCL J. Int’l
L. 542, Vol. 10, 2001, s. 549.
836
İnsanî amaçlı müdahale konusunda bkz. BAŞEREN, 2003, (b), s. 174-192; ARAL, s. 81-90;
ALEXANDROV, s. 204-214.
837
STAHN, 2002, s. 18.
838
BYERS, s. 403.
eden Kuzey İttifakı çeşitli ülkeler tarafından Afganistan’ın meşru hükümeti olarak
tanınmaya devam etmekle birlikte çeşitli grupların bir araya gelmesiyle oluşmuş parçalı bir
yapıdır ve organize bir yapılanma içinde değildir. Bu durumda ABD’nin Afganistan’da
devam eden iç savaşta Kuzey İttifakına verdiği destek ancak 11 Eylül saldırılarının Taliban
yönetimine isnat edilebildiği takdirde haklı görülebilir. Aksi takdirde ABD’nin isyancı
kuvvetleri silahlandırması ve desteklemesi Nikaragua olayında söz konusu olduğu gibi
uluslararası hukuka aykırı bir eylem olarak nitelendirilebilme ihtimaliyle karşı karşıyadır.
Doktrinde de ABD’nin Taliban yönetimini devirmek için muhalif kuvvetlerle işbirliği
yapmasının kuvvet kullanma yasağı ve iç savaşlara yönelik uluslararası müdahaleyi
yasaklayan hukuk kuralı ile bağdaştırmanın zorluğuna dikkat çekilmektedir. 839
d. Harekâtın Haklı Bir Meşru Müdafaa Uygulaması Olup Olmadığı
11 Eylül saldırısı ile ilgili olarak BM Güvenlik Konseyi almış olduğu kararlarda
kuvvet kullanımına ilişkin herhangi bir yetkilendirmede bulunmadığı için kuvvet kullanma
konusunda dayanılabilecek tek hukukî gerekçe meşru müdafaa hakkıdır. Nitekim 7 Ekim
2001’de İngiltere ve ABD başlattıkları Kalıcı Özgürlük Harekâtı ile ilgili olarak Güvenlik
Konseyine sundukları mektupta 51. maddeye uygun bir şekilde bireysel ve ortak meşru
müdafaa hakkını kullandıklarını bildirmişlerdir.
Kalıcı Özgürlük Harekâtı’nın haklı bir meşru müdafaa uygulaması olarak kabul
edilebilmesi için mevcut olayda silahlı saldırı, gereklilik, aciliyet ve orantılılık şartlarının
gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Bunun için de ABD öncelikle silahlı bir saldırıya
maruz kaldığını ve Taliban yönetiminin de bu saldırılardan sorumlu olduğunu ispatlamak
zorundadır. İspatlayamadığı takdirde başvuracağı yollar orantılı karşı önlemler veya hukukî
yolların uygulanması ile sınırlıdır. Ancak ABD harekâtı teröristler ve teröristleri barındıran
veya yardım eden devletler arasında fark gözetmeyerek söz konusu devlet ülkesinde meşru
müdafaa esasına dayalı askerî bir harekâtı haklı gören “Bush Doktrini” çerçevesinde
meşrulaştırmaya çalışmıştır. Ülkesinin Amerika ile birlikte hareket etmeyen ve teröristlere
destek verenlerle savaş halinde olduğunu ve teröristlerin gerçekleştirdiği eylemlerden bu
839
JOYNER, Daniel H.: “The Legality of U.S. Strikes Under International Law”, G. B. J., Vol. 7, 2002, s. 26,
dn. 6; MYJER & WHITE, s. 8.
devletlerin de sorumlu tutulacağını ifade eden Bush, teröristleri destekleyen ve kontrolü
altındaki topraklarda teröristlerin barınmasına izin veren Taliban yönetiminin 11 Eylül
saldırılarını bizzat gerçekleştirmiş kabul edileceğini açıkça ima etmiştir. 840 Amerikan
yönetimi Taliban yönetiminin Ladin ve El Kaide Örgütünü koruduğu, Ladin’in iade
edilmesine ilişkin talepleri reddettiğini ve ülkesinde barınmalarına izin verdiğini belirterek
Taliban yönetimi ile Ladin ve El Kaide Örgütü arasında bağlantı kurarak Taliban
yönetiminin El Kaide Örgütünün gerçekleştirdiğini iddia ettiği 11 Eylül saldırıları
nedeniyle sorumluluğunun doğduğunu ileri sürmektedir. Daha önceden de belirtildiği gibi
uluslararası hukuka aykırılığı açık olan “Bush Doktrini” çerçevesinde harekâtın
meşrulaştırılabilmesi söz konusu değildir. ABD harekâtı meşrulaştırabilmek için 11 Eylül
saldırılarının
silahlı
saldırı
boyutunda
olduğunu,
El
Kaide
Örgütü
tarafından
gerçekleştirildiğini ya da teröristlerin El Kaide Örgütü tarafından yönlendirildiğini ve
saldırıların Taliban yönetimine isnat edilebileceğini kanıtlamak zorundadır.
Doktrinde 1368 ve 1373 sayılı kararlarında meşru müdafaa hakkına yer vermiş
olması Konseyin mevcut olayda meşru müdafaa hakkını açık bir şekilde tanıdığı yönünde
görüşlerin ileri sürülmesine neden olmuştur. Bu nedenle 11 Eylül saldırılarının 51. madde
anlamında silahlı bir saldırı oluşturup oluşturmadığı ve Kalıcı Özgürlük Harekâtı’nı meşru
müdafaa hakkının şartları bakımından değerlendirmeye başlamadan önce Konseyin
kararlarında meşru müdafaa hakkını tanıyıp tanımadığı hususunun açıklığa kavuşturulması
gerekmektedir. Esasında meşru müdafaa hakkının kullanılabilmesi için Konseyin herhangi
bir yetkilendirmede bulunmasına gerek yoktur. Ancak Konseyin böyle bir ifadede
bulunmuş olması mevcut olayda meşru müdafaa hakkının kullanılmasını destekleyici bir
durum olarak kabul edilmektedir. Doktrinde yaygın bir destek bulan bu görüşe göre,
Konsey 11 Eylül sonrasında aldığı kararlarda meşru müdafaa hakkına yer vermek suretiyle
ABD’nin bireysel ve ortak meşru müdafaa hakkının varlığını kabul etmiştir. Örneğin
Wedgwood, 1368 ve 1373 sayılı kararların ABD’nin meşru müdafaa hakkı kapsamında
kuvvet kullanma hakkına sahip olduğunu deklare ettiğini ileri sürmüştür. 841 BM Genel
840
http://www.whitehouse.gov/news/releases/2001/09/20010920-8.html (15. 03. 2003).
WEDGWOOD, 2002, s.329,. Benzer görüşler için bkz. ADDICOTT, Jeffrey F.: “Legal and Policy
Implications for A New Era: The ‘War on Terror’”, Scholar, Vol. 4, 2002, s. 221; MCLAIN, s. 273;
KELLY, Michael J.: “Understanding September 11th - An International Legal Perspective on the War in
841
Sekreteri Kofi Annan da 8 Ekim 2001 tarihinde yaptığı açıklamada Güvenlik Konseyinin
kararlarında bireysel ve ortak doğal meşru müdafaa hakkını tanıdığını belirterek
Afganistan’daki askerî harekâtın bu bağlamda gerçekleştirildiğini ifade etmiştir. 842 Bunun
yanı sıra Güvenlik Konseyindeki görüşmelerde harekâtın 1368 sayılı kararla tanınan meşru
müdafaa hakkı kapsamında gerçekleştirildiği vurgulanmıştır. 843 Uluslararası toplumun bu
tepkisi esasında Güvenlik Konseyi kararlarının meşru müdafaa hakkını tanıdığı ve
ABD’nin gerçekleştirdiği askerî harekât için yeşil ışık yaktığı yani harekâta göz yumulduğu
şeklinde yorumlanabilir.
Güvenlik Konseyinin daha önceki uygulamalarına bakıldığında Konseyin meşru
müdafaa hakkını açık bir şekilde tanıdığı görülmektedir. Örneğin Körfez Krizi sırasında
Konsey 660 sayılı kararında Irak’ın Kuveyt’i işgalini uluslararası barış ve güvenliğin ihlâli
olarak nitelendirmiştir. 844 Dört gün sonra aldığı 661 sayılı kararında da Irak’ın Kuveyt’i
işgalini silahlı bir saldırı olarak değerlendirmiş ve işgal karşısında bireysel veya ortak doğal
meşru müdafaa hakkının doğduğunu kabul etmiştir. 845 Konsey 11 Eylül saldırılarında ise
Körfez Krizindeki gibi meşru müdafaa hakkını açık bir şekilde tanımamıştır. Konsey 1368
sayılı kararında “Andlaşmada öngörüldüğü biçimiyle doğal olan bireysel ve ortak meşru
müdafaa hakkını tanıdığını” ifade etmiş 1373 sayılı kararında da bu durum teyit etmiştir.
Kullanılan ifadeden de anlaşılacağı üzere Konsey meşru müdafaa hakkından söz konusu
kararların giriş kısmında sadece genel ve soyut ifadelerle bahsetmiş meşru müdafaa
hakkının doğduğuna dair açık bir saptamada bulunmamıştır. 846 Bu durumda kararda meşru
müdafaa hakkından bahsedilmekle beraber Güvenlik Konseyinin ABD’ye veya NATO’ya
meşru müdafaa hakkı kullanmak için izin verdiğini düşünmek normatif açıdan eleştiriye
açık bir husus olarak kalacaktır. 847
Afghanistan”, Creighton L. Rev., Vol. 35, 2002, s. 285; GREENWOOD, 2003, s. 17; JINKS, Derek:
“September 11 and the Laws of War”, Yale J. Int’l L., Vol. 28, 2003, (b), s. 35-36.
842
http://www.escwa.org.lb/information/press/un/2001/8oct.html (23. 04. 2004).
843
http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/PRO/N01/635/42/PDF/N0163542.pdf?OpenElement (23. 04. 2004).
844
http://ods-dds-ny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/575/17/IMG/NR057517.pdf?OpenElement (22.
04. 2004)
845
http://ods-dds-ny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/575/11/IMG/NR057511.pdf?OpenElement
(22.04. 2004)
846
MARTYN, http://www.aph.gov.au/library/pubs/CIB/2001-02/02cib08.htm (04. 10. 2003).
847
BAŞEREN, 2001, s. 72.
Açıklığa kavuşturulması gereken diğer bir husus Konseyin aldığı 1368 ve 1373
sayılı kararların ABD’nin meşru müdafaa hakkını ortadan kaldırdığı yönündeki iddialardır.
Bilindiği üzere 51. madde bir devletin silahlı saldırıya maruz kalması durumunda Güvenlik
Konseyinin uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve devam ettirmek için gerekli
önlemleri almasına kadar meşru müdafaa hakkını uygulayabileceğini öngörmektedir. Bu
noktadan hareketle 11 Eylül saldırılarının hemen ardından alınan 1368 ve 1373 sayılı
kararların doğrudan saldırılara cevap olarak alındığı ve terörizmle mücadele amacıyla
devletlerin kuvvet içermeyen önlemler almasını öngördüğü belirtilerek söz konusu
kararların meşru müdafaa hakkını engel olacak nitelikte uluslararası barış ve güvenliği
sürdürmeye yönelik önlemler olarak kabul edilebileceğine dikkat çekilmektedir. Özellikle
1373 sayılı kararda devletlerin terörist gruplara yönelik her tür yardımda bulunmasını ve
terörist grupların finansmanını önlemek amacıyla ekonomik bazı önlemlerin alınmasına
karar verdiğine işaret edilerek BM Andlaşması’nın VII. Bölümünü harekete geçirdiği ve
meşru müdafaa hakkının yerini aldığı ileri sürülmüştür. 848 Ancak meşru müdafaa hakkı
Konseyin söz konusu hakkın amaçlarını etkili bir şekilde gerçekleştirebilecek nitelikte
tedbirler alması halinde sona erer. Mevcut olayda ise Konseyin etkili bir tedbir almadığı ve
anılan kararların meşru müdafaa hakkını ortadan kaldıracak nitelikte kararlar olmadığı
söylenebilir. 849
aa. 11 Eylül Saldırılarının Silahlı Saldırı Şartı Bakımından
Değerlendirilmesi
ABD ve İngiltere’nin bireysel ve ortak meşru müdafaa hakkında dayanarak El
Kaide Örgütü ile Taliban yönetimine karşı başlattıkları askerî harekâtın meşru müdafaa
bağlamında hukuken meşru kabul edilebilmesi için ABD’nin 11 Eylülde uluslararası
hukukta tanımlanmış olduğu şekilde silahlı bir saldırıya maruz kalmış olması
gerekmektedir. Çünkü BM Andlaşması meşru müdafaa hakkının uygulanabilmesi için
öncelikle silahlı bir saldırının gerçekleşmesini aramaktadır.
848
QUIGLEY, 2003, s. 549-550.
Doktrinde bu yönde görüşler için bkz. FRANCK, 2001, (a), s. 842; DRUMBL, Mark A.: “Terrorist
Crime, Taliban Guilt, and the Asymmetries of the International Legal Order”, N. C. L. Rev., Vol. 81, 2002,
(b), 33-34.
849
11 Eylül saldırılarının yöneldiği hedefler, gerçekleştirilme tarzı, neden olduğu
can ve mal kaybı yönünden daha önceden gerçekleştirilmiş terörist saldırılardan oldukça
farklı ve kolayca silahlı saldırı sınıfına sokulabilecek nitelikte saldırılar olduğu
görülmektedir. Diğer terörist saldırılardan farklı olarak ABD içinde eş zamanlı olarak
kaçırılan yolcu uçakları depolarının akaryakıtla dolu olduğu bilindiği halde bir bomba gibi
kullanılarak Amerikan finans sektörünün en önemli merkezlerinden biri olan Dünya Ticaret
Merkezi ve Amerikan Savunma Bakanlığı Pentagon gibi ekonomik ve askerî açıdan
simgesel nitelikte binalara çarptırılmıştır. Özellikle Pentagon başta olmak üzere bu tür
kamu binalarına yönelik saldırılar doğrudan devletin egemenliğinin ihlâli niteliğindedir.850
Diğer taraftan saldırganların görünüşte karton kutu bıçağından başka bir silaha sahip
olmamaları ve ABD hava sahası içinde uçakları kaçırarak hedeflerine yöneltmelerine
rağmen saldırının Dünya Ticaret Merkezinin çökmesi ve ABD’nin askerî komuta
merkezinin kısmen tahrip olması ve 3000 civarında kişinin hayatını kaybetmesiyle
sonuçlandığı dikkate alındığında neden olduğu can ve mal kaybı bakımından bir devletin
silahlı kuvvetlerinin gerçekleştirdiği saldırı büyüklüğünde olduğu görülmektedir. Hatta
saldırıda ölenlerin sayısı ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’na katılmasına neden olan ünlü
Pearl Harbor Baskını’nda meydana gelen can kaybından daha fazladır. 11 Eylül
saldırılarına kadar gerçekleştirilen hiçbir terörist saldırının bu boyutta bir tahribata yol
açmadığı bilinmektedir. Dolayısıyla söz konusu terörist saldırıların ABD’nin ülke
bütünlüğü ve siyasî bağımsızlığını ihlâl ettiği ve etki ve ölçek bakımından silahlı saldırı
oluşturabilecek yeterli ağırlığa ve etkiye sahip olduğu rahatlıkla söylenebilir. 851
Uluslararası teşkilatların ve devletlerin uygulamaları da 11 Eylül saldırılarının
silahlı saldırı olduğu ve meşru müdafaa hakkına neden olduğunu doğrulamaktadır. Örneğin
NATO 11 Eylül saldırılarını silahlı saldırı olarak nitelendirmiş ve 5. maddeyi harekete
850
STAHN, http://edoc.mpil.de/conference-on-terrorism/index.cfm (03. 02. 2004).
Doktrinde de saldırıların silahlı saldırı boyutuna ulaştığı hususunda genel bir mutabakat oluşmuştur. Bkz.
BROWN, s. 26-28; BYERS, s. 412; SCHRIJVER, s. 285; GREENWOOD, 2003, s. 22; HEAD, John W.:
“The United States and International Law After September 11”, Kan. J. L. & Pub. Pol’y, Vol. 11, 2001. s. 3;
TRAVALIO & ALTENBURG, s. 105; REISMAN, W. Michael: “In Defense of World Public Order”,
Am. J. Int’l L., Vol. 95, 2001, s. 833; JOYNER, s. 26; GROSS, 2002, (b), s. 94; DELBRUCK, s. 16;
KOH, s. 24; STAHN, http://edoc.mpil.de/conference-on-terrorism/index.cfm (03. 02. 2004).
851
geçirmiştir. 852 Benzer şekilde Amerikan Devletler Teşkilatı da saldırıları silahlı saldırı
kabul ederek ortak meşru müdafaa sistemini aktif hale getirmiştir. 853
bb. Saldırıların Taliban Yönetimine İsnat Edilip Edilemeyeceği
Silahlı saldırı boyutuna ulaştığı hususunda genel bir kabul oluşan 11 Eylül
saldırılarının Ladin’in liderliğindeki El Kaide Örgütü tarafından gerçekleştirildiği
kanıtlanmış olsa dahi bu durum Taliban yönetimine karşı meşru müdafaa hakkı kapsamında
kuvvet kullanabilmek için yeterli değildir. Kuvvet kullanabilmek için Taliban yönetiminin
sorumluluğunun doğmuş olması ve saldırıların Taliban yönetimine isnat edilebilir nitelikte
olması gerekmektedir. Ladin ve El Kaide Örgütünün fiilen Taliban yönetiminin kontrolü
altında olduğu veya teşviki ile eylemlerde bulunduğu ispat edildiği takdirde gerçekleştirdiği
eylemlerin Taliban yönetimine isnat edilebilmesi mümkün olabilecektir. Bu durumda
saldırıların faili olarak gösterilen Ladin ve El Kaide Örgütü ile söz konusu devletler
arasındaki ilişkinin öncelikle ele alınması gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
Ladin ve El Kaide Örgütü ile Taliban yönetimi arasında var olduğu iddia edilen
ilişki hatırlanacağı üzere Güvenlik Konseyinin 11 Eylül saldırılarından önce aldığı
kararlarda da yer almıştır. Konsey 1214 sayılı kararında kontrolü altında bulunan
toprakların El Kaide başta olmak üzere uluslararası terörist örgütler tarafından faaliyet üssü
olarak kullanıldığını belirterek Taliban yönetiminden terörist faaliyetlere engel olması
çağrısında bulunmuş ve terörist kampların kapatılmasını istemiştir. 854 Konsey Taliban
yönetiminin 1214 sayılı karara uymaması üzerine aldığı 1267 sayılı kararında bu durumun
852
http://www.nato.int/docu/speech/2001/s011002a.htm (05. 04. 2004). Toluner, NATO’nun aldığı bu
kararda, İttifakın varlığı ve kararlığının gösterilmesi için deniz kuvvetlerinin Doğu Akdeniz’e gönderilmesi,
erken uyarı uçak sistemlerinin aktif halde tutulması şeklinde alınması öngörülen önlemlerin sembolik
olmaktan öteye geçmediğine dikkat çekerek kararın alınmasındaki asıl amacın, saldırganın devlet olmadığı
bir durumda da 51. madde anlamında silahlı bir saldırının var olduğunu tescil ettirmek olabileceğini
belirtmektedir. Bkz. TOLUNER, 2003, s. 251.
853
http://www.oas.org/OASpage/crisis/RC.24e.htm (11. 08. 2003). Doktrinde Konseyin NATO ve Amerikan
Devletler Teşkilatı gibi 1368 ve 1373 sayılı kararlarda meşru müdafaa hakkını tanımış olmasının aynı
zamanda 11 Eylül saldırılarını silahlı bir saldırı şeklinde değerlendirdiği şeklinde çeşitli görüşler ileri
sürülmüştür. Bkz. JINKS, 2003, (a), s. 84; GREENWOOD, 2003, s. 17; WEDGWOOD, 2002, (b), s. 329.
Ancak söz konusu kararlara bakıldığında Konseyin 11 Eylül saldırılarını açık bir şekilde silahlı olarak
tanımlamadığı uluslararası barış ve güvenliği yönelik bir tehdit olarak değerlendirdiği görülmektedir. Bu
durumda konseyin 51. madde bağlamında meşru müdafaa hakkını harekete geçirecek şekilde silahlı saldırı
nitelendirmesinde bulunmadığı söylenebilir.
854
http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N98/387/81/PDF/N9838781.pdf?OpenElement (23. 04. 2004).
uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit oluşturduğunu belirtmiş ve 1998
Büyükelçilik saldırıları nedeniyle hakkında dava açılan Ladin’in yargılanmak üzere derhal
iade edilmesini istemiştir. Söz konusu talebin 14 Kasım 1999 tarihine kadar yerine
getirilmemesi durumunda insani amaçlı ve hac ibadetini yerine getirmek için yapılacak
uçuşlar hariç olmak üzere Taliban yönetimi altındaki Afganistan topraklarından uçakların
kalkışına veya inişine izin verilmeyeceği ve Taliban yönetiminin mal varlığının
dondurulacağı ifade edilmiştir. 855 Taliban yönetimin bu karara tepkisi yine olumsuz olmuş
ve söz konusu yaptırımlar 14 Kasım 1999 tarihinde uygulanmaya başlanmıştır. Alınan
kararlara ve uygulanan yaptırımlara rağmen Taliban yönetiminin Ladin ve El Kaide
Örgütüne yönelik herhangi bir girişimde bulunmaması ve Konseyin kararlarını yerine
getirmemesi üzerine Konsey aldığı 1333 sayılı kararında Taliban yönetiminin Konseyin
kararlarını dikkate almadığını belirterek bu durumun 1267 sayılı kararında öngördüğü
ekonomik yaptırımların güçlendirilmesine karar vermiştir. 856
Güvenlik Konseyinin aldığı bu kararlardan da anlaşılacağı üzere Taliban
yönetimi ile Ladin ve El Kaide Örgütü arasındaki ilişki sabittir. Ancak mevcut olayda
önemli olan söz konusu ilişkinin 11 Eylül saldırılarını Taliban yönetimine isnat etmeye
yetecek ölçüde olup olmadığıdır.
ABD Taliban yönetiminin saldırıların planlanması ya da gerçekleştirilmesinde
rol oynadığı veya bilgi sahibi olduğuna dair herhangi bir iddiada bulunmaksızın 11 Eylül
saldırılarının silahlı saldırı oluşturduğu ve Taliban yönetimine karşı meşru müdafaa
hakkının doğduğunu ileri sürmüştür. ABD’nin saldırıların yukarıda belirtilen esaslar
çerçevesinde Taliban yönetimine isnat edilip edilmeyeceğine bakmaksızın “Bush Doktrini”
çerçevesinde El Kaide Örgütünü desteklediği ve ülkesinde barındırdığı gerekçesiyle söz
konusu Örgütün gerçekleştirdiği saldırıları Taliban yönetimine isnat etmeye çalıştığı
görülmektedir. 857
İngiliz yönetiminin 11 Eylül saldırıları ile ilgili olarak yayınladığı belgede ise,
aynı politik ve dinî görüşlere sahip Ladin ve Taliban yönetiminin yakın bir ilişki içinde
oldukları vurgulanmaktadır. Muhalif Kuzey İttifakına karşı mücadele veren Taliban
855
http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N99/300/44/PDF/N9930044.pdf?OpenElement (23. 04. 2004).
http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N00/806/62/PDF/N0080662.pdf?OpenElement (23. 04. 2004).
857
JINKS, 2003, (a), s. 89-90.
856
yönetimine askerî ve mâli destek sağladığı belirtilen Ladin ve El Kaide Örgütünün Taliban
yönetiminin askerî komuta kademesinde ve karar alma mekanizmalarında temsilcileri
bulunmaktadır. El Kaide Örgütünün lider kadrosunun Taliban yönetiminin karar alma
mekanizmalarına etkili katılımı sayesinde yönetimin siyasî, malî ve askerî politikalarının
belirlenmesinde etkili olduğu bilinmektedir. Taliban yönetimi ise terörist faaliyetler için üs
ve barınma imkânı sağlamış, Ladin tarafından savunulan küresel cihad söylemini
desteklemiştir. 858 Bu gerçekler El Kaide Örgütünün Afgan devletinin bir organı veya ajanı
olarak hareket etmediğini aksine Afganistan ülkesi içinde özerk bir şekilde hareket ettiğini
göstermektedir. Diğer taraftan Taliban yönetimi 11 Eylül saldırılarına doğrudan katılmadığı
gibi, eylemleri kontrol etmesi, yönlendirmesi veya finanse etmesi şeklinde bir durum
gerçekleşmemiştir. Ayrıca 11 Eylül sonrasında doğrudan Taliban yönetiminden
kaynaklanan bir tehdit de söz konusu olmamıştır. Taliban yönetiminden kaynaklanan tehdit
kontrolü altında bulundurduğu topraklarda aktif bir tavır alarak terörist faaliyetleri sona
erdirmemiş olması diğer bir ifadeyle göstermiş olduğu pasif tavırdır. Nitekim ABD’nin
Konseye sunduğu mektupta da Taliban yönetiminin kontrolü altındaki toprakların El Kaide
Örgütü tarafından bir operasyon üssü olarak kullanılmasına izin vermesinden bahsedilmiş
Taliban yönetiminin 11 Eylül saldırılarını planladığına, saldırganları yönlendirdiğine veya
cesaretlendirdiğine dair bir ifade yer almamıştır. 859 Bu durumda Taliban yönetiminin
görevlileri veya organları vasıtasıyla bizzat terörist eylemlerde bulunması ya da örgütlediği,
teçhiz ettiği veya kontrolü altında bulundurduğu özel şahısların ve grupların terörist
eylemlerde bulunması halinde devletin sorumluluğunun doğduğunu öngören aslî
sorumluluk kapsamında sorumluluğunun doğmadığı söylenebilir. Diğer taraftan Taliban
yönetiminin saldırı sonrasında uluslararası toplumun terörizme verdiği desteği sona
erdirmesine yönelik talepleri yerine getirmemiş ve El Kaide Örgütünün Afganistan’ı
terörist amaçlarla kullanmaya devam etmiş olmasının Taliban yönetiminin saldırıyı
onayladığı şeklinde yorumlanamayacağı söylenebilir. Uluslararası Adalet Divanının
Tahran’daki Rehineler Davası kararına göre, kamuoyuna yansıyan bilgilerin saldırıları
Taliban yönetimine isnat edilebilmek için yetersiz olduğu görülür. Ayrıca Taliban
858
859
http://www.pm.gov.uk/files/word/Culpability_document.doc (13. 05. 2002).
QUIGLEY, 2003, s. 545.
yetkililerin Amerikan aleyhtarı söylemlerinin saldırının Taliban yönetimi tarafından
onaylandığı şeklinde yorumlanamayacağı da açıktır. 860
Taliban yönetimi ile El Kaide Örgütü ve Ladin arasındaki ilişkinin dolaylı
sorumluluk bağlamında ele alınması halinde, öncelikle Taliban yönetiminin sorumluluğunu
gerektirecek derecede eğitim, silah, teçhizat ve malî yardımda bulunmasının söz konusu
olmadığı görülmektedir. Buna karşılık ülkesinin teröristler tarafından gerçekleştirilen
saldırılar için üs olarak kullanılmasına izin vermesi, terörist örgütlere müsamaha
göstermesi, teröristlerin amaçları, hedefleri ve yöntemleri hakkında sahip olduğu bilgileri
diğer devletlere aktarmaması ve failleri yargılamaması ya da yargılanmak üzere ilgili
devlete iade etmemesi Taliban yönetiminin dolaylı sorumluluğunu gündeme getirmektedir.
Devletin ülkesinde üslenen terörist grupların gerçekleştirdiği eylemlere veya ülkesinde
terörist faaliyetlerde bulunmasına izin vermesi halinde gerçekleştirilen eylemlerden
kaynaklanan sorumluluğu açıktır. Ancak dolaylı sorumluluğun doğmuş olması saldırıların
Taliban yönetimine isnat edilebilmesi için yeterli değildir. Dolayısıyla ABD’nin meşru
müdafaa hakkına dayanarak kuvvet kullanması söz konusu olmayıp başvuracağı yollar
silahlı saldırı boyutuna ulaşmayan kuvvet kullanma eylemleri karşısında uygulanması
mümkün olan yollarla sınırlıdır.
cc. Harekâtın Meşru Müdafaa Hakkının Diğer Şartları Bakımından
Değerlendirilmesi
ABD’nin 11 Eylül saldırılarına cevap olarak gerçekleştirdiği askerî harekâtın
Taliban yönetimine isnat edilebilir bir nitelikte olup olmamasının yanı sıra gereklilik ve
orantılılık şartları bakımından da sorunlu olduğu görülmektedir.
ABD’nin Afganistan’a karşı giriştiği harekâtın eleştiriye açık başlıca tarafı da
muhtemel saldırıların gerçekleşeceğine ya da harekâtın herhangi yakın bir silahlı saldırı
tehlikesini bertaraf ettiğine dair açık ve ikna edici delillere sahip olmamasıdır. 11 Eylül
saldırıları klasik terörist saldırı formatında kısa sürede gerçekleştirilmiş ve sona ermiştir.
Dolayısıyla harekât başladığı tarihte ABD devam eden herhangi bir silahlı saldırı altında
değildir. Oysa meşru müdafaa hakkına başvurabilmek için ani, karşı konulamaz, başka bir
860
BROWN, s. 11.
araç seçimine ve düşünmeye imkân bırakmayan bir gereklilik halinin söz konusu olması
gerekmektedir. Mevcut olayda saldırı sona erdiği için geriye yakın bir silahlı saldırı
tehlikesi altında olduğunun ispatlanması ihtimali kalmaktadır. Buna karşılık ABD ve
İngiltere’nin Güvenlik Konseyine sunduğu mektuplarda gerçekleşmesi beklenen muhtemel
saldırılara ilişkin spesifik bir bilgi yer almamaktadır. 861
Gereklilik şartı son çare olarak kuvvet kullanılmasını öngörmektedir. Mevcut
olayda sorunun öncelikle barışçı yollarla çözüme kavuşturma yükümlülüğünün yerine
getirilip getirilmediğine bakıldığında ABD’nin uzlaşmaz bir tavır sergilediği görülmektedir.
Taliban yönetimi ABD’nin 11 Eylül saldırılarının sorumlusu olarak gösterilen Ladin’in
suçlu olduğuna dair inandırıcı deliller sunmasını talep ederek görüşmelere açık olduğu
mesajını vermiştir. Amerikan yönetiminin söz konusu istekleri dikkate almaması ve
İngiltere ile birlikte Afganistan’a karşı askerî bir müdahale gerçekleştirmekte kararlı
olduğunun anlaşılması karşısında Taliban yönetimi bu kez Ladin’in resmen iadesinin talep
edilmesi ve yeterli delil sunulması halinde İslami kurallara göre yargılanmak üzere tarafsız
bir ülkeye iade edilebileceğini ve bu amaçla görüşmelere başlamak istediğini açıklamıştır.
ABD ise herhangi bir pazarlığı kabul etmeyeceğini bildirerek Taliban yönetiminin isteğini
reddetmiştir. 862 Bu durumda ABD’nin Ladin’in iadesini sağlamak için yeterli bir gayret
göstermediği söylenebilir. ABD ayrıntılı bilgilerle desteklenmiş bir şekilde iade talebinde
bulunabilirdi. Quigley’in de belirttiği gibi bir devletin devletler arasında doğrudan bir
temas olmaksızın ve ayrıntılı bir bilgi sunulmaksızın şüpheli şahısları iade etmesi
beklenmemelidir. 863 ABD’nin Taliban yönetiminin görüşme teklifini ve delilleri kendisiyle
861
Doktrinde Kalıcı Özgürlük Harekâtının muhtemel bir terörist saldırıdan ziyade 11 Eylül saldırılarına cevap
olarak gerçekleştirildiğine dair çeşitli görüşler yer almaktadır. Bkz. GLENNON, s. 548; QUIGLEY, 2003,
s. 543-544. Diğer taraftan gereklilik şartının yerine geldiği yönünde çeşitli görüşler de ileri sürülmüştür.
Örneğin harekâtın Amerikan hedeflerine yönelik terörist saldırı tehdidini önlemeyi amaçladığını savunan
Greenwood, 11 Eylül saldırılarının 1998 Büyükelçilik saldırısı gibi daha önceden gerçekleştirilmiş
saldırılarla birlikte değerlendirilmesi gerektiğini belirterek bu durumun yeni saldırıların gerçekleşeceğini
gösterdiğini ileri sürmüştür. Bkz. GREENWOOD, 2003, s. 21-23. O’Connell da benzer şekilde 11 Eylül
gibi ciddi bir saldırı gerçekleştikten sonra muhtemel saldırıların da beklenmesi halinde mağdur devletin
beklenen saldırılar hakkında ayrıntılı bilgi sunamasa dahi meşru müdafaa hakkı kapsamında kuvvet
kullanabileceğini ileri sürmektedir. Bkz. O’CONNELL, 2002 (a), s. 893-899.
862
‘US rejects Taliban offer to try bin Laden’, http://www.cnn.com/2001/US/10/07/ret.us.taliban/index.html
(15. 03. 2002). Bassouni, ABD’nin 11 Eylül saldırıları ile ilgili olarak Ladin’in resmen iadesini talep
etmediği ve Ladin’in saldırılara karıştığına dair Taliban yönetimine herhangi bir kanıt sunmadığını
belirtmektedir. Bkz. BASSIOUNI, 2002, s. 87.
863
QUIGLEY, 2003, s. 547.
paylaşması isteğini reddetmesi sorunun barışçı yollardan çözümü açısından makul bir
yaklaşım olmadığı açıktır. ABD Taliban yönetimini Afganistan’ın meşru hükümeti olarak
tanımadığı için bu tür bir ilişki içine girmekten kaçınıyorsa bunu daha önceden yaptığı gibi
Pakistan aracılığıyla yapabilirdi. Kaldı ki Taliban yetkilileri ile Amerikalı yetkililer
önceden görüşmüşlerdir.
Kalıcı Özgürlük Harekâtı ile ilgili sorun daha ziyade orantılılık ilkesinde ortaya
çıkmaktadır. 11 Eylül saldırılarının Taliban yönetimine karşı haklı bir meşru müdafaa
uygulamasında bulunma imkânı verdiği kabul edilse dahi harekâtın saldırılara karıştığı
iddia edilen kişilerin ele geçirilmesi, teröristler tarafından kullanılan eğitim kamplarının ve
benzeri tesislerin tahrip edilmesi ile sınırlı olması gerekir. Terörist üs veya eğitim kampı
gibi spesifik hedeflere ve muhtemel karşı terörist saldırıları önlemek amacıyla ihtiyatlı bir
şekilde kuvvet kullanmak silahlı bir saldırıya karşı kabul edilebilir nitelikte cevaplardır.
Ancak bir bütün olarak ele alındığında harekâtın bu sınırlı amacı aşarak Taliban yönetimini
sona erdirmeyi hedeflediği ve politik bir amaç taşıdığı görülmüştür. 864
Meşru müdafaa hakkına dayanılarak gerçekleştirilecek bir harekât devletin
ülkesi üzerindeki egemenliğini veya otoritesini hedef almamalıdır. Tehdidin devlet
organlarından kaynaklanmadığı hallerde hedef devletin ülkesi üzerindeki egemenlik
haklarından mahrum bırakılmasına izin vermeyen meşru müdafaa hakkı devletin meşru
yönetiminin veya de facto idaresinin değiştirilmesine imkân vermez. 865 Her ne kadar Kuzey
İttifakı birlikleri Taliban yönetimini devirmiş gözükse de ABD’nin yardımı olmaksızın
bunu başaramayacağı açıktır. Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagona kaçırılan uçaklarla
gerçekleştirilen saldırılara cevap olarak ABD’nin bir ülkeye karşı toptan savaşa girmesi ve
o ülkenin mevcut yönetimi devirmesinin orantısız bir eylem olduğu söylenebilir. Nitekim
Uluslararası Adalet Divanı Nikaragua Davası’nda ABD’nin Nikaragua’nın limanlarına ve
petrol tesislerine yönelik saldırılarının Nikaragua’nın El Salvador’daki isyancılara verdiği
destekle orantılı olmadığı kararını vermiştir. 866 Orantılılık ilkesinin teröristlere güvenli
864
Harekâtın asıl sebebinin ABD’nin Afganistan üzerinden geçirilmesi söz konusu olan Orta Asya petrol
boru hatlarını kontrol etme arzusuna dayandığı ve bu hedefin gerçekleşmesine engel olarak gördüğü Taliban
yönetimini hedef aldığı şeklinde değişik ihtimaller gündeme getirilmiştir. Bkz. QUIGLEY, 2003, s. 550.
865
STAHN, 2002, s. 32-33; SCHRIJVER, s. 290; FARER, s. 359.
866
Par. 237.
bölge sağladığı gerekçesiyle yönetimin devrilmesine izin vermediğini belirten Glennon, söz
konusu ilkenin Nikaragua olayından daha ciddi bir şekilde ihlâl edildiğini ileri
sürmektedir. 867
Sivillerin saldırılara hedef olması da orantılılık ilkesinin ihlâline yol açan bir
durumdur. Harekât kapsamında yoğun hava bombardımanı gerçekleştirilmiş ve tahrip gücü
yüksek silahlar kullanılmıştır. Her ne kadar Amerikan yönetimi harekâtın sivil ve askerî
hedefleri birbirinden ayıracak şekilde dikkatlice planlandığını ve Taliban yönetiminin
askerî tesislerini hedef aldığını açıklasa da pek çok sivil hayatını kaybetmiştir. Nitekim
Amerikalı yetkililer de hata sonucu pek çok sivil hedefin vurulduğunu kabul etmiştir. 868
Sonuç olarak 11 Eylül saldırıları bir devletin diğer bir devlete karşı
gerçekleştirdiği silahlı bir saldırı ölçüsünde kabul edilse dahi 11 Eylülden neredeyse bir ay
sonra verilen cevabın savunma amaçlı bir eylem olmaktan çok cezalandırıcı bir eylem
niteliğinde olduğu söylenebilir. Bahsedildiği üzere saldırıların Taliban yönetimine isnat
edilmesi mümkün olmadığı gibi harekâtın gereklilik ve orantılılık şartlarını da ihlâl ettiği
görülmektedir.
e. Harekâtın Örf ve Âdet Hukukuna Etkileri Bakımından
Değerlendirilmesi
Uluslararası toplumun terörist eylemlere ve terörist eylemlere maruz kalan
devletlerin gerçekleştirdiği eylemlere yönelik yaklaşımının özellikle 11 Eylül saldırıları
sonrasında uluslararası terörizmin neden olduğu tehdidin daha açık bir şekilde görülmesiyle
birlikte değişmeye başladığı görülmektedir. 1986 Libya harekâtı ile 2001 Afganistan
harekâtına gösterilen tepkilere bakıldığında uluslararası toplumun tepkisinin oldukça
değiştiği görülmektedir. 11 Eylül saldırıları sonrasında NATO ve Amerikan Devletler
Teşkilatı saldırıları silahlı saldırı olarak nitelendirmiş ve meşru müdafaa hakkının
doğduğunu kabul etmiştir. Güvenlik Konseyi saldırı sonrasında aldığı kararlarda meşru
müdafaa hakkına işaret etmiştir. Geçmişte terörist eylemler karşısında kuvvet
kullanılmasına sık sık muhalefet eden Rusya ve Çin gibi devletler ABD’nin meşru müdafaa
867
GLENNON, s. 545-546.
http://web.amnesty.org/ai.nsf/Index/ASA110222001?OpenDocument&of=COUNRIES/AFGHANISTAN
(28. 04. 2004).
868
hakkına dayanarak gerçekleştirdiğini ileri sürdüğü Kalıcı Özgürlük Harekâtı’nı
desteklemiştir. Bu bağlamda 11 Eylül saldırıları karşısında uluslararası toplumun ortaya
koyduğu tepki ve ABD’nin Afganistan’da gerçekleştirdiği askerî harekâta yönelik
yaklaşımların devletlerin uygulamaları ve kanaatlerinden oluşan örf ve âdet hukukunu
yeniden şekillendirdiği yönünde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Buna göre, uluslararası
toplumun terörizme önlemeye yönelik çabaları ve terörizmi destekleyen devletleri
kınamaya yönelik artan eğilimlerinin devletlerin sorumluluğu konusunda sınırlı bir
yaklaşımı savunan uluslararası hukuk kurallarını değiştirmiş ve mağdur devletin teröristleri
aktif bir şekilde destekleyen veya gönüllü olarak himaye eden ya da teröristlerin ülkesinde
barınmasına müsaade eden devletlere karşı meşru müdafaa hakkı çerçevesinde kuvvet
kullanmasına imkân veren yeni bir örf ve âdet hukuku kuralı oluşmuştur. 869 Örneğin Kirgis,
ABD’nin 11 Eylül saldırılarına cevap olarak Afganistan’da gerçekleştirdiği müdahaleyi
meşru müdafaa hakkına dayandırdığına ve diğer devletlerin de ABD’nin bu iddiasına itiraz
etmediklerine dikkat çekerek uluslararası örf ve âdet hukukunun devletlerin iddiasına ve
kabulüne dayandığını, ABD’nin ileri sürdüğü meşru müdafaa hakkına ilişkin herhangi bir
itiraz gelmemiş olmasının bu hakkın diğer devletlerin ülkelerinde silahlı saldırılarda
bulunan terörist grupları destekleyen veya himaye eden devletlere karşı savunma nitelikli
önlemlerde bulunacak şekilde genişlediğini gösterdiğini belirtmiştir. 870 Travalio ve
Altenburg da benzer şekilde, 11 Eylül sonrasında uluslararası toplumun Amerikalı
yetkililerin teröristlerle onları destekleyen ve himaye edenler arasında bir fark
gözetilmeyeceğine ilişkin açıklamalarına ve Kalıcı Özgürlük Harekâtı’na yönelik herhangi
bir eleştiride bulunmaması ve olumlu tepkiler vermesinin gelişen yeni örf ve âdet
hukukunun en güçlü delili olduğunu ileri sürmüştür. 871
Yeni bir örf ve âdet hukuku kuralının oluştuğu ileri sürülen görüşlerde
devletlerin uygulamasında bir yeknesaklık olması halinde söz konusu kuralın oluşması için
gerekli olan devletlerin aynı yönde davranış ve tutumların uzun bir süre devam etmesi
şartının aranmadığı görülmektedir. Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davası’na atıf yapılarak
869
TRAVALIO & ALTENBURG, s. 107; SLAUGHTER Anne-Marie & BURKE, William Burke: “An
International Constitutional Moment”, Harv. Int’l L. J., Vol. 43, 2002, s. 2.
870
KIRGIS, http://www.asil.org/insights/insigh78.htm (04. 01. 2003).
871
TRAVALIO & ALTENBURG, s. 109.
özellikle konuyla yakından ilgili devletlerin yeknesak uygulamalarının çok kısa bir sürede
de örf ve âdet hukuku kuralı oluşturabileceği ileri sürülmüştür. 872
Uluslararası örf ve âdet hukuku sürekli bir gelişme ve değişim süreci içindedir.
Bu bağlamda terörizme karşı kuvvet kullanımına başvurmanın geçmişe nazaran günümüzde
uluslararası toplum tarafından daha fazla kabul edilebilir bulunduğu görülmektedir.
Bununla birlikte söz konusu kurallar sadece devletlerin yaptıklarından ibaret değildir ve
ancak “hukuk olarak kabul edilen genel bir uygulamanın varlığı” halinde vücuda gelmesi
mümkün olur. Devletlerin örf ve âdet hukuku oluşturulabilen uygulamaları sadece
yaptıklarından ibaret olsaydı, devletler arasındaki kuvvet kullanma yasağının bu yollarla
ortadan kalktığı sonucuna ulaşmak mümkün olabilirdi. Uluslararası örf ve âdet hukuku
kuralının varlığından bahsedebilmek için devletlerin genel uygulamalarını ifade eden
objektif unsur ve bu uygulamanın bir hukuk kuralı olduğu inancı ile gerçekleştirilmesini
ifade eden sübjektif unsurun gerçekleşmesi gerekmektedir. 873 11 Eylül sonrasında
bahsedildiği üzere objektif unsur gerçekleştiği kabul edilse dahi, devletlerin yaptıklarını bir
hukuk kuralı olduğuna inanarak yapmaları gerektiğini ifade eden sübjektif unsur
gerçekleşmemiştir. Stahn’ın da belirttiği gibi ABD’nin meşru müdafaa iddiasının
uluslararası toplumda yaygın bir kabul görmüş olmasının temelinde terörist saldırılar
karşısında kuvvet kullanımına başvurulmasını kolaylaştıracak yeni bir örf ve âdet hukuku
kuralının doğmasından çok 11 Eylül saldırıları ile daha önceki terörist saldırılar arasında
saldırıların meydana geliş tarzı, gerçekleştiği yer ve sebep olduğu can ve mal kaybına
ilişkin farklılıklar önemli bir rol oynamıştır. 874 11 Eylül saldırıları 1986 Libya saldırısına
gerekçe teşkil eden terörist saldırı gibi devletin ülkesi dışında vatandaşlarına yönelik bir
saldırı ya da 1998 yılında Amerikan Büyükelçiliklerine düzenlenen saldırılar gibi devletin
diplomatik temsilciliklerine yönelik bir saldırı değildir. Tam tersine ABD kendi ülkesinde
silahlı saldırı sınıfına kolayca sokulabilecek nitelikte saldırılara maruz kalmıştır. Diğer
taraftan daha önceki terörist saldırılar karşısında gerçekleştirilen harekâtlara yönelik
eleştiriler farklıdır. Örneğin 1986 Libya saldırısında temel eleştiri münferit ve küçük ölçekli
bir saldırının bu denli geniş kapsamlı bir meşru müdafaa hakkına neden olmadığı
872
BONAFEDE, s. 206.
BAŞEREN, 2003.(b), s.70.
874
STAHN, http://edoc.mpil.de/conference-on-terrorism/index.cfm (03. 02. 2004).
873
noktasında odaklanmıştır. Oysa 11 Eylül saldırılarının neden olduğu can ve mal kaybı
önceki saldırılarla mukayese edilemeyecek derecede büyüktür. Yine 1998 Sudan ve
Afganistan saldırılarında ABD’nin yeterli delile sahip olmadığı gündeme getirilerek
gerçekleştirilen harekâtlar eleştirilmiştir. 11 Eylül saldırıları sonrasında ise örneğin NATO
ABD’nin ileri sürdüğü delillerin ikna edici olduğunu açıklamıştır. Ayrıca Güvenlik
Konseyinin aldığı kararlar Taliban yönetimi ile El Kaide Örgütü arasında var olduğu iddia
edilen bağlantıyı açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bu durumda Kalıcı Özgürlük
Harekâtının daha önceki kuvvet kullanımlarına yönelik bahsedilen eleştiriler bakımından
hukukî açıdan daha az tartışmalı olduğu görülmektedir. Dolayısıyla meşru müdafaa hakkına
başvurulabilmesi için öncelikli şart olan silahlı saldırının devlet dışı aktörler tarafından da
gerçekleştirilebileceği kabul edilmiş ancak söz konusu hakkın genel hukukî çerçevesi
değişmemiştir.
Sonuç olarak ABD’nin gerçekleştirdiği bu eylemler nedeniyle kınanmamış
olmasının yeni bir hukuk kuralının kabulünden çok sempati ve maruz kalınan can ve
kaybına yönelik anlayışı gösteren bir durum olarak değerlendirilmesi gerektiği söylenebilir.
SONUÇ
Modern teknolojinin tüm imkanlarını kullanan, faaliyet alanını ulusal sınırları
aşarak tüm dünyaya yayan, insan hayatını, ekonomik yaşamı, siyasî istikrarı ve uluslararası
ilişkileri etkileyebilme gücünü kazanan uluslararası terörizm yönelttiği tehdit ve buna karşı
verilen cevaplar bakımından ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeyde önemli etkileri olan
bir fenomen haline gelmiştir. ‘Modern dünyanın kanseri’ şeklinde nitelendirilen terörizm
uluslararası
toplumun
güvenliğine
yönelttiği
tehlike
nedeniyle
derhal
çözüme
kavuşturulması gereken bir sorun niteliği kazanmıştır. Terörizmin uluslararası bir sorun
olarak görülmeye başlanmasıyla birlikte devletler bir yandan kendi iç hukuk düzenlerinde
terörle mücadele amacıyla çeşitli kanunî düzenlemeler yapmışlar, diğer yandan da
uluslararası alanda çalışmalara başlamışlardır.
Terörizm tehdidi altında bulunan devletlerin terörizmle etkili bir şekilde
mücadele edebilmek için iç hukuk sistemlerinde bazı yasal düzenlemeler yaptıkları
bilinmektedir. ABD örneğinde görüldüğü gibi söz konusu düzenlemelerde kişisel
özgürlükleri sınırlandıran ve bireylerin özel hayatlarına müdahale imkânı veren bazı
hususlara yer verilmektedir. 11 Eylül sonrasında Amerika’da toplumsal histeriye dönüşen
bir tutumla insan haklarına ve demokratik ilkelere ters düşen ve yürütmenin gücünü artıran
önlemler alınmış, özel mahkemelerin ve yargılama sistemlerinin oluşturulması dahil yargı
sisteminde ve ceza hukukunda değişikliklere gidilmiş, terörist eylemlerin malî
kaynaklarının kesilmesine ve istihbaratın artırılmasına yönelik önlemler alınmış, ülkeye
giriş ve çıkışlarda uygulanan kontroller daha da sıklaştırılmıştır. ABD’nin bu uygulamaları
kendi iç güvenliği açısından kabul edilebilir olmakla birlikte, modern dünyanın geldiği
noktada terörizme karşı yürütülen savaşı kazanmak adına anti demokratik davranışları ve
insan hakları ihlallerini hoş görmek mümkün değildir.
Terörizmle mücadele amacıyla uluslararası alanda yürütülen çalışmalarda ise
uluslararası toplumun terörizm kavramına yaklaşımındaki farklılıklar başta olmak üzere
çeşitli nedenlerden dolayı ortak bir çerçeve oluşturulamamış ve etkili bir mücadele yöntemi
geliştirilememiştir. Hatta terör, terörizm ve terörist kavramları üzerinde uluslararası
toplumun tümü veya belirli bir çoğunluğu tarafından kabul görmüş ortak bir tanım dahi
yapılamamıştır. Sektörel bazda yapılan ve kısmi çözümler getiren düzenlemeler ise
terörizmi önleyebilmek için gerekli işbirliğini sağlamakta başarısız olmuştur.
Uluslararası toplumun terörizmle mücadeledeki bu başarısızlığı devletleri
terörizmle mücadele edebilmek için kuvvet kullanmaya yöneltmiş ve terörist saldırıya
uğrayan devletler, terörizmi ulusal güvenliği ilgilendiren silahlı bir uyuşmazlık hali kabul
ederek kuvvet kullanmayı içeren tek taraflı önlemlere başvurmayı tercih etmişlerdir.
Terörizm sorununa ortak bir çözüm bulunana kadar mağdur devletler için başvurulabilecek
yegâne alternatif olduğu izlenimi veren bu tür tek taraflı önlemler hem uluslararası hukuka
uygunluk hem de yerindelik bakımından tartışmalıdır. Nitekim terörizm karşısında aktif bir
tutum benimseyerek kuvvet kullanan devletler uluslararası hukuka aykırı davrandığı, diğer
devletlerin ülke bütünlüğünü ve siyasi bağımsızlığını ihlâl ettiği ve sivillerin ölümüne
sebebiyet verdiği şeklinde eleştirel bazı yaklaşımlara konu olmuştur. Ayrıca terörist
saldırılar sonrasında gerçekleştirilen askerî harekâtlar terörist şiddetin artmasına yol açtığı
gibi terörist liderlerin belli çevrelerde daha popüler bir kişi haline gelmesine veya kahraman
olarak görülmesine neden olmaktadır.
Uluslararası hukuk açısından bakıldığında BM Andlaşması’nın kabulüyle
birlikte uluslararası uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözümlenmesinin öngörüldüğü ve
uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanma ve kullanma tehdidinde bulunulmasının
yasaklandığı görülmektedir. Günümüzde uluslararası örf ve âdet hukuku kuralı niteliğinin
yanı sıra jus cogens
kuralı olduğu da kabul edilen söz konusu yasağa göre, kuvvet
kullanabilmek ancak meşru müdafaa hakkı ya da Güvenlik Konseyinin zorlayıcı önlemler
kapsamında kuvvet kullanılmasına karar vermesi halinde mümkündür. Dolayısıyla terörist
saldırılar karşısında uluslararası hukuka uygun olarak kuvvet kullanımında bulunabilmek
için gerçekleştirilen harekâtın bahsedilen iki istisnadan birisine dayanması gerekmektedir.
Söz konusu istisnalardan biri olan meşru müdafaa hakkına başvurabilmek için
öncelikli olarak silahlı bir saldırının gerçekleşmesi gerekmektedir. Geleneksel olarak silahlı
saldırının devletler arasında olabileceği kabul edilmekle birlikte BM Andlaşması’nda silahlı
saldırının sadece devlet kaynaklı olacağına dair bir ifade yoktur. Silahlı saldırı kavramının
devlet dışı aktörlerce gerçekleştirilen terörist eylemleri kapsayacak bir şekilde
yorumlanması, devletlerin uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bu yeni tehdit karşısında
savunmasız bırakılmaması ve Birleşmiş Milletler sisteminin kendi sınırları içinde mevcut
şartlara uyum sağlaması için de gereklidir. Kaldı ki 51. maddenin BM Andlaşması
hazırlanırken öngörülemeyen bu gelişmelerden etkilenmeyeceğini ileri sürmek makul bir
yaklaşım değildir. Devlete karşı gerçekleştirilen terörist saldırının silahlı saldırı
oluşturabilecek yeterli ağırlığa ve etkiye sahip olması halinde terörist örgüt söz konusu
devlete karşı silahlı bir saldırı gerçekleştirmiş kabul edilmelidir.
Silahlı saldırının devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilebileceği ve devlet
dışı aktörlere karşı meşru müdafaa hakkına dayanarak kuvvet kullanılabileceği kabul
edilmekle birlikte devletin ülkesi kaynaklı bir terörist saldırı o devlete karşı meşru müdafaa
hakkına başvurabilmek için yeterli değildir. Devlet gibi bir ülke parçasına sahip olmayan ve
bu nedenle diğer bir devletin ülkesinde üslenen teröristlere karşı kuvvet kullanmak
kaçınılmaz olarak söz konusu devleti gerçekleştirilecek askerî harekâtın hedefi konumuna
getirecek ve ilgili devletin ülke bütünlüğünün ihlâl edilmesine neden olacaktır. Bu durumda
silahlı saldırı boyutuna ulaştığı kabul edilen terörist eylemin terörizme destek veren devlete
ne zaman isnat edilebileceği sorusunun çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Çünkü BM
Antlaşması’nın 51. maddesi anlamında silahlı bir saldırının gerçekleşip gerçekleşmediğinin
belirlenmesinde sadece terörist gruplara yönelik devlet desteğinin derecesinin dikkate
alınması yeterli değildir. Bunun için terörist saldırının devlete isnat edilebilir bir nitelikte
olması gerekmektedir. Devletin organları veya görevlilerinin terörist bir eylemde
bulunması, terörist grubun devletin kontrolü ve idaresi altında olması, devletin terörist
eylemi onaylaması ya da devletle terörist örgüt arasındaki ilişkinin finansman ve ekipman
desteğinin ötesine giderek terörist grupların eğitilmesi, örgütlenmesi, eylemlerin
planlanması ve denetlenmesi boyutuna ulaşması halinde eylem devlete isnat edilebilecektir.
Ancak terörist saldırıya uğrayan devletin terörist saldırının söz konusu devlete isnat
edilebileceğini dair açık ve inandırıcı delillere ispatlaması gerekmektedir. Terörist
saldırının devlete isnat edilememesi halinde mağdur devletin meşru müdafaa hakkına
başvurması hukuken mümkün değildir. Bu durumda mağdur devlet, sadece silahlı saldırı
boyutuna ulaşmayan kuvvet kullanma eylemlerine karşı kullanılabilecek yollara
başvurabilir.
Sadece silahlı saldırı boyutuna ulaşan ve destekleyen devlete açık delillerle isnat
edilebilen terörist saldırıların meşru müdafaa hakkı kapsamında değerlendirilmesine izin
veren bu tür kontrollü bir yaklaşım, BM Andlaşması’nın esnekliğini devam ettirmesine ve
değişen şartlara uyum sağlayabilmesine imkân verecektir. Ayrıca gerçekleştirilecek kuvvet
kullanımı meşru müdafaa hakkı için öngörülen şartlara tâbi olacak ve söz konusu hakkın
düşüncesiz ve fevrî bir şekilde kullanılması önlenebilecektir.
Diğer taraftan Birleşmiş Milletler uluslararası terörizmin neden olduğu tehdidin
önlenebilmesine yönelik mücadeleler için elverişli bir platform oluşturmaktadır.
Uluslararası terörizmle mücadelenin BM çatısı altında yürütülmesi gerek hukukî gerek
politik bakımdan pek çok avantaj sunmaktadır. Güvenlik Konseyinin, uluslararası terörizme
yönelik kuvvet kullanma ve diğer mücadele çabalarına katılması söz konusu tehdide karşı
hukuken meşru ve geniş bir desteğe sahip önlemler ağı oluşturmaya yardım edecektir. Bu
nedenle bir veya daha fazla devletin ülkesinde yerleşebilme imkânına sahip devlet dışı
aktörler tarafından gerçekleştirilen terörist eylemlere karşı yürütülecek mücadelede
Güvenlik Konseyi sorumluluğu üstlenmeli ve terörizmle mücadelenin her aşamasında BM
yer almalıdır. Zira terörist eylemin uluslararası barış ve güvenliği tehdit ettiği, bozduğu ve
saldırı fiilinin gerçekleştiğinin tespit edilmesi halinde ortak güvenlik sistemi harekete
geçirilerek
VII.
Bölüm
çerçevesinde
zorlayıcı
tedbirlere
başvurulmasına
karar
verilebilecektir. Nitekim Konsey bir çok kararında terörizmin uluslararası barış ve
güvenliğe yönelik tehdit oluşturduğunu kabul etmiştir. Bu çerçevede geçmişte etkili bir yol
olduğu görülen siyasî, diplomatik ve ekonomik yaptırımlara başvurularak devletlerin
terörizme destek vermesi engellenebilecektir. Konseyin terörist saldırılar karşısında kuvvet
kullanılmasına dair bir yetkilendirmede bulunmuş olması ise başvurulacak kuvvet
kullanımının meşruiyetini hiçbir şüpheye yer bırakmaksızın açık bir şekilde ortaya
koyacaktır. Bu ise, Konseyin yetkilendirmesi olmaksızın gerçekleştirilecek kuvvet
kullanımının uzun vadede BM’nin amaçlarını ve BM sistemini olumsuz bir şekilde
etkilemesini önleyebilecektir.
Uluslararası hukuk alanında kararlar alıp yürüten en önemli organizasyon olan
BM, terörizmin önlenmesi için yapılacak hukukî düzenlemelerde de öncü rol oynamalıdır.
Bu meyanda terörizmin tüm şekil ve tezahürleriyle önlenmesi, cezalandırılması ve ortadan
kaldırılmasını amaçlayan kapsamlı bir anlaşma yapılmalıdır. Yapılacak anlaşma, terörizm
hakkında gerçekleştirilmiş bütün düzenlemeleri tek bir metin haline getiren ve her birinin
amacını kapsayan bir anlaşma olmalıdır. Böylece daha önceden gerçekleştirilmiş
düzenlemeler arasındaki tutarsızlıklar ortadan kaldırılacak, belirsizlik ve eksiklikler
giderilebilecektir. Ayrıca yapılacak düzenlemede her ne amaca yönelik olursa olsun bütün
terörist eylemler suç sayılmalı, bu tür şiddet eylemleri yasaklanmalı ve işleyenler
cezalandırılmalıdır. Bu amaçla terör suçlarını yargılayacak uluslararası bir mahkeme
oluşturulmalıdır.
Devletin ülkesiyle sınırlı kalmayan bu tehdit karşısında yürütülecek hukukî
mücadelenin tek taraflı önlemler yerine uluslararası bir yargı sistemi aracılığıyla
gerçekleştirilmesinin daha etkili sonuçlar doğuracağı açıkça görülmektedir. Devletin kendi
iç hukuku çerçevesinde askerî veya sivil mahkemelerde gerçekleştireceği yargılamadan
farklı olarak değişik ülkelerin vatandaşı olan hakimlerden oluşacak tarafsız bir uluslararası
mahkeme daha meşru bir görünüm kazanacak ve uluslararası alanda meşruiyet sıkıntısı
çekmeyecektir. Bu amaçla teröristleri yargılamak üzere ad hoc uluslararası mahkeme
kurulabileceği gibi Uluslararası Ceza Mahkemesi bünyesinde “insanlığa karşı suç” başlığı
altında bu tür bir yargılama gerçekleştirilebilir veya Uluslararası Ceza Mahkemesinin
statüsü terörist eylemleri de kapsayacak şekilde değiştirilerek muhtemel terörist
saldırılarının faillerini yargılayabilecek hale getirilebilir. Soğuk Savaş ve özellikle 11 Eylül
sonrasında oluşan uluslararası yapı, terörizm konusunda bahsedilen hususları içeren
kapsamlı düzenlemeler yapılabilmesi için uygun bir ortam oluşturmuştur.
Terörizmin bu yeni görünümü karşısında uluslararası hukuk çerçevesinde yeni
çözüm yolları da aranmalıdır. Terörizmi yalnız bir güvenlik sorunu olarak ele almak ve
çözüm üretmeye çalışmak yeterli değildir. Verilecek mücadele siyasi, ekonomik,
diplomatik, askeri ve istihbarat araçlarını da kullanarak uzun zamana yayılacak bir şekilde
çok yönlü yürütülmelidir. Bu anlamda sorunu uzun vadede çözüme kavuşturabilmek için
öncelikli olarak başta Filistin sorunu olmak üzere bölgesel uyuşmazlıklar sona erdirilmeli,
ülkeler arası sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin ortadan kaldırılması için gayret
gösterilmelidir. Söz konusu faktörler terörizmin sebepleri arasında yer alan ideolojik ve
dini aşırılıkları besleyen temel kaynaklar olarak ortaya çıkmaktadır.
KAYNAKÇA
KİTAPLAR
Additional Protocol to the European Convention on Extradition and Explanatory
Report, Council of Europe Publishing, Strasbourg, 1995.
ALEXANDROV,
Stanimir
A.:
Self-Defense
Against
the
Use
of
Force
in
International Law, Kluwer Law International, The Hague, 1996.
ALPKAYA, Gökçen: Eski Yugoslavya İçin Uluslararası Ceza Mahkemesi, Turhan
Kitabevi, Ankara, 2002.
ARAL, Berdal: Uluslararası Hukukta Meşru müdafaa Hakkı, Siyasal Kitabevi, Ankara,
1999.
ART, Robert J. & WALTZ, Kenneth N.: The use of Force Military Power and
International Politics, Rowman Klittlefield Publishers, Oxford, 1999.
ATEŞ EKŞİ, Canan: Uluslararası Ceza Mahkemesinin İnsanlığa Karşı Suçlar
Üzerindeki Yargı Yetkisi, Seçkin Yayınları, Ankara, 2003.
BASSIOUNI, M. Cherif: International Criminal Law, Second Ed., Vol. I Crimes,
Transnational Publishers, Newyork, 1999.
BASSIOUNI, M. Cherif: International Terrorism: A Compilation of U.N. Documents
(1972-2001), Vol. II, Transnational Publishers, Newyork, 2002.
BAŞEREN, Sertaç H.: Uluslararası Hukukta Devletlerin Münferiden Kuvvet
Kullanmalarının Sınırları, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara,
2003.
BEŞE, Ertan: Terörizm, Avrupa Birliği ve İnsan Hakları, Seçkin Yayınları, Ankara,
2002.
BOWETT, Derek W.: Self-Defense in International Law, New York, Praeger, 1958.
BOZKURT, Enver: Birleşmiş Milletler Sisteminde Kuvvet Kullanma, Nobel Yayınları,
Ankara, 2003.
BROWNLIE, Ian: International Law and the Use of Force by States, Clarendon Press,
Oxford, 1963.
BROWNLIE, Ian: Principles of Public International Law, Fifth Ed., Oxford University
Press, Oxford, 1998.
CASSESE, Antonio: International Law, Oxford University Press, Oxford, 2001.
CHADWICK, Elizabeth: Self-Determination, Terrorism, and The International
Humanitarian Law of Armed Conflict, Martinus Nijhof Publishers,
Dordrecht, 1996.
DAMROSCH, Lori Fischer: Beyond Confrontation International Law for the PostCold War Era, Westview Press, Colarado, 1995.
DINSTEIN, Yonah: War, Aggression and Self-Defence, Third Ed., Cambridge
Universtiy Press, Cambridge, 2001.
DÖNMEZER, Sulhi & ERMAN, Sahir: Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, Genel Kısım,
Cilt III, Beta Yayınları, İstanbul, 2000.
Dünya’da Yeni Güvenlik Anlayışları, Türkiye’nin Durumu ve İhtiyaçları, Harp
Akademileri Basım Evi, İstanbul, 2003,
ERICKSON, Richard J.: Legitimate Use of Military Force Against State-Sponsored
International Terrorism, Air University Press, Alabama, 1989.
GRAY, Christine: International Law and the Use of Force, First Ed., Oxford University
Press, Oxford, 2000.
GÜNDÜZ, Aslan: Milletlerarası Hukuk Temel Belgeler Örnek Kararlar, Beta
Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 1998.
GÜZEL, Cemal: Silinen Yüzler Karşısında Terör, Ayraç Yayınevi, Ankara, 2002.
HAN Henry H.: Terrorism & Political Violence Limits & Possibilities of Legal
Control, Oceana Pub., New York, 1993.
HENDERSON, Harry: Global Terrorism The Complete Reference Guide, Chackmark
Books, New York, 2001.
HIGGINS, Rosalyn & FLORY, Maurice: Terrorism and International Law, First Ed.,
Routledge, 1997.
HIGGINS, Rosalyn: Problems and Process International Law and How We Use It,
Clarendon Press, Oxford, 1994.
KESKİN, Funda: Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve
Birleşmiş Milletler, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, Ankara, 1998.
LAMBERT, Joseph J.: Terrorism and Hostages in International Law a Commentary
on the Hostages Convention 1979, Cambridge Grotius Pub.,
Cambridge, 1990.
MERRILS, J. G.: International Dispute Settlement, Third Ed., Cambridge University
Press, Cambridge, 2000.
OSTROWSKY, Victor: By Way of Deception, Wilshire Press, 2002.
PAZARCI, Hüseyin: Uluslararası Hukuk Dersleri, III. Kitap, Turhan Kitabevi, Ankara,
1999.
PAZARCI, Hüseyin: Uluslararası Hukuk Dersleri, (IV. Kitap), Turhan Kitabevi,
Ankara, 2000.
PAZARCI, Hüseyin: Uluslararası Hukuk Dersleri, (II. Kitap), Turhan Kitabevi, Ankara,
2003.
SCHACHTER, Oscar: International Law in Theory and Practice, Martinus Niihoff
Publisjers, Dordrecht, 1991.
SIMMA, Bruno: The Charter of the United Nations A Commentary, Oxford University
Press, Oxford, 1994.
Silahlı Kuvvetler İçin Savaş Hukuku Bilgisi, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1987.
ŞENER, Esat: Hukuk Sözlüğü, Seçkin Yayınları, Ankara, 2001.
TARHAN, Ali: Dünyada ve Türkiye’de Terör, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, 1.
Baskı, Ankara, 2002.
TOLUNER, Sevin: Milletlerarası Hukuk Açısından Türkiye’nin Bazı Dış Politika
Sorunları, Beta Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, 2000.
YENİSEY, Feridun: Milletlerarası Ceza Hukuku: Ceza Yargılarının Milletlerarası
Değeri ve Mevzuatı, Beta Yayınları, İstanbul, 1988.
ZAFER, Hamide: Ceza Hukukunda Terörizm, Beta Yayınları, İstanbul, 1998.
MAKALELER
“Responding to Terrorism: Crime, Punishment, and War”, Harv. L. Rev., Vol. 115, 2002,
s. 1217-1238.
ADDICOTT, Jeffrey F.: “Legal and Policy Implications for A New Era: The ‘War on
Terror’”, Scholar, Vol. 4, 2002, s. 210-259.
ADDICOTT, Jeffrey F.: “Proposal for a New Executive Order on Assassination”, U. Rich.
L. Rev., Vol. 37, 2003, s. 751-785.
ALEXANDER, Dean C.: “Maritime Terrorism and Legal Responses”, Transp. L. J., Vol.
19, 1991, s. 453-492.
ALEXANDER, Yonah: “Terrorism in the Twenty-First Century: Threats and Responses”,
DePaul Bus. L. J., Vol. 12, 1999, s. 59-95.
ALEXANDER, Yonah & MYERS, Kenneth A.: “Avrupa’da Terörizm”, Silinen Yüzler
Karşısında Terörizm, Ayraç Yayınevi, Ed. Cemal Güzel, Ankara, 2002,
s. 209-216.
ALMOND, Harry H.: “The Legal Regulation of International Terrorism”, in Terrorism &
Political Violence Limits & Possibilities of Legal Control, Ed. by. Henry
H. Han, Oceana Pub., New York, 1993, s. 199-211.
AREND, Anthony Clark: “Responding to Rogue Regimes; From Smart Bombs to Smart
Sanctions; International Law and Rogue States: The Failure of the
Charter Framework”, New Eng. L. Rev., Vol. 36, 2002, s. 735-753.
BAKER, Mark B.: “Terrorism and the Inherent Right of Self-Defense (A Call to Amend
Article 51 of the United Nations Charter)”, Hous. J. Int’l L., Vol. 10,
No.1, 1987, s. 25-49.
BAKER, Stuart G.: “Comparing the 1993 U. S. Airstrike on Iraq to the 1986 Bombing of
Libya: The New Interpretation of Article 51”, Ga. J. Int’l & Comp. L.,
Vol. 24, 1996, s. 99-116.
BASSIOUNI, M. Cherif: “International Terrorism”, in International Criminal Law,
Second Ed., Vol. I Crimes, Ed. by. M. Cherif Bassıounı, Transnational
Publishers, Newyork, 1999, s. 765-801.
BASSIOUNI, M. Cherif: “ ‘Terrorism and Business’: Forward: Assessing ‘Terrorism’ into
the New Millennium”, DePaul Bus. L. J., Vol. 12, 2000, s. 1-20.
BASSIOUNI, M. Cherif: “Universal Jurisdiction for International Crimes: Historical
Perspectives and Contemporary Practice”, Va. J. Int’l L., Vol. 42, 2001,
s. 81-162.
BASSIOUNI, M. Cherif: “Legal Control of International Terrorism: A Policy-Oriented
Assesment”, Harv. Int’l L. J., Vol. 43, 2002, s. 83-103.
BAŞEREN, Sertaç H.: “Huzur Operasyonu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuzey Irak’ta
Gerçekleştirdiği Harekatın Hukuki Temelleri”, Avrasya Dosyası, C. II,
S. 1, 1995, s. 224-233.
BAŞEREN, Sertaç H.: “Terörizm, Kavramsal Bir Değerlendirme ve Hukukî Mücadele
Yaklaşımları”, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, S. 1, 1998, s. 155168.
BAŞEREN, Sertaç: “Uluslararası Hukuk Açısından Amerika Birleşik Devletleri’nde
Gerçekleştirilen Terörist Saldırılar ve Yol Açtığı Gelişmeler Üzerine Bir
Değerlendirme”, Vecdi Aral’a Armağan, 2001, s. 69-78.
BAŞEREN, Sertaç H.: “Uluslararası Hukuk Açısından Terörizm”, Dünyada ve Türkiye’de
Terör, Ed. Ali Tarhan, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, 1. Baskı,
Ankara, 2002, s. 183-205.
BEARD, Jack M.: “Military Action Against Terrorist Under International Law: America’s
New War on Terror: The Case for Self_Defense under International
Law”, Harv. J. L. & Pub. Pol’y, Vol. 25, s. 559-590.
BECK, Robert J. & AREND, Anthony Clark: “Don’t Tread on Us: International Law and
Forcible State Responses to Terrorism”, Wis. Int’l L. J., Vol. 12, 1994,
s. 153-219.
BEKKER, Peter H. F.: “Questions of Interpretation and Application of the 1971 Montreal
Convention Arising from the Aerial Incidents at Lockerbie (Libyan Arab
Jamahiriya
v.
United
Kingdom)
and
Preliminary
Objections,
Judgments”, Am. J. Int’l. L., Vol. 92, 1998, s. 503-508.
FRY, James D.: “Terrorism as a Crime Against Humanity and Genocide: the Backdoor to
Universal Jurisdiction”, UCLA J. Int’l L. & For. Aff. Vol. 7, 2002, s.
169-199.
BERES, Louis Rene: “International Law Requirs Prosecution, Not Celebration, of Arafat”,
U. Det. Mercy L. Rev., Vol. 71, 1994, s. 569-580.
BERES, Louis Rene: “On Assassination as Anticipatory Self-Defense: The Case of Israel”,
Hofstra L. Rev., Vol. 20, 1991, s. 321-340.
BERES, Louis Rene: “The Legal Meaning of Terrorism for the Military Commander”,
Conn. J. Int’l L., Vol. 11, 1995, s. 1-27.
BERES, Louis Rene: “The Meaning of Terrorism-Jurisprudential and Definitional
Clarifications”, Vand. J. Transnat’l L., Vol. 28, 1995, s. 239-250.
BIGGIO, Frank A.: “Neutralizing the Threat: Reconsidering Existing Doctrines in the
Emerging War on Terrorism”, Case W. Res. J. Int'l L., Vol. 34, 2002, s.
1-43.
BISONE, Federica: “Killing a Fly With a Cannon: The American Response to the Embassy
Attacks”, N. Y. L. Sch. J. Int’l. & Comp. L., Vol. 20, 2000, s. 93-115.
BLUM, Yehuda Z.: “The Gulf Of Sidra Incident”, Am. J. Int’l. L., Vol. 80, 1986, s. 668677.
BONAFEDE, Michael C.: “Here, There, And Everywhere: Assessing the Proportionality
Doctrine and U.S. Uses Of Force in Response to Terrorism after the
September 11 Attacks”, Cornell L. Rev., Vol. 88, 2002, s. 155-214.
BOYLE, Francis A.: “Military Response to Terrorism: Remarks of Francis Boyle”, Proc.
Am. Soc’y Int’l L., Vol. 81-82, 1987-1988, s. 288-297.
BRENNAN, Maureen F.: “Avoiding Anarchy: Bin Laden Terrorism, the U. S. Response,
and the Role of Customary International Law”, La. L. Rev., Vol. 59,
1999. s. 1195-1215.
BROWN, Davis: “Use of Force Against Terrorism after September 11th: State
Responsibility, Self-Defense and Other Responses”, Cardozo J. Int’l &
Comp. L., Vol. 11, 2003, s. 1-53.
BUSBY, J.Brett: “Jurisdiction to Limit Third-Country Interaction With Sanctioned States:
The Iran and Libya Sanctions and Helms-Burton Acts”, Colum. J.
Transnat’l L., Vol. 36, 1998, s. 621-658.
BYERS, Michael: “Terrorism, The Use of Force and International Law after 11
September”, Int’l & Comp. L. Q., Vol. 51, 2000, s. 401-441.
CAMPBELL, Leah M.: “Defending Against Terrorism: A Legal Analysis of the Decision
to Strike Sudan and Afghanistan”, Tul. L. Rev., Vol. 74, 1999-2000, s.
1067-1096.
CAPEZZUTO, Louis J.: “Preemptive Strikes Against Nuclear Terrorists and their
Sponsors: A Reasonable Solution”, N. Y. L. Sch. J. Int’l. & Comp. L.,
Vol. 14, No. 2-3, 1993, s. 375-399.
CARBERRY, Jacqueline Ann: “Terrorism: a Global Phenomenon Mandating a Unified
International Response”, Ind. J. Global Legal Stud., Vol. 6, 1999, s. 685719.
CASSESE, Antonio: “The International Community’s ‘Legal’ Response to Terrorism”,
Int’l & Comp. L. Q., Vol. 38, No. 3, 1989, s. 589-608.
CASSESE, Antonio: “Terrorism is also Disrupting Some Crucial Legal Categories of
International Law”, Eur. J. Int’l L., Vol. 12, No. 5, 2001, s. 993-1001.
COGEN, Marc: “The Impact of International Humanitarian Law on Current Security
Policy
Trends”,
http://www.crimesofar.org/expert/attack-cogen.html
(08. 12. 2003).
COHAN, John Alan: “Formulation of a State’s Respone to Terrorism and State-Sponsored
Terrorism”, Pace Int’l L. Rev., Vol. 14, 2002, s. 77-119.
COLL, Alberto R. “The Legal and Moral Adequacy of Military Responses to Terrorism”,
Proc. Am. Soc’y Int’l L.,Vol. 81-82, 1987-1988, s. 297-307.
CONDRON, Sean M.: “Justification for Unilateral Action in Response to the Iraqı Threat:
A Critical Analysis of Operation Desert Fox”, Mil. L. Rev., Vol. 161, s.
115-180.
D’AMATO, Anthony: “Israel’s Air Strike upon the Iraqi Nuclear Reactor”, Am. J. Int’l L.,
Vol. 77, 1983, s. 584-588.
D’ANGELO, Deborah: “The ‘Check’ on International Peace and Security Maintenance:
The International Court of Justice and Judicial Reeview of Security
Council Resolutions”, Suffolk Transnat’l L. Rev., Vol. 23, 2000, s. 561593.
DAUDET, Yves: “International Action Against State Terrorism”, in Terrorism and
International Law, Ed. by. Rosalyn Higgins & Maurice Flory, First Ed.,
Routledge, 1997, s. 201-215.
DAUM, Caryn L.: “The Great Comprimise: Where to Convone the Trial of the Suspects
Implicated in the Pan am Flight 103 Bombing Over Lockerbie,
Scotland”, Suffolk Transat’l L. Rev., Vol. 23, 1999, s. 131-156.
DELBRUCK, Jost: “The Fight Against Global Terrorism: Self-Defense or Collective
Security as International Police Action? Some Comments on the
International Legal Implications of the ‘War Against Terrorism”,
G.Y.I.L, Vol. 44, 2001, s. 9-24.
DER BAGDASARIAN, Sabrina R.: “The Need for International Cooperation to Suppress
Terrorism: the United States and Germany as an Example”, N. Y. L.
Sch. J. Int’l & Comp. L., Vol. 19, 1999, s. 265-284.
DRUMBL, Mark A.: “Judging The September 11 Terrorist Attack”, Hum. Rts. Q., Vol. 24,
No. 2, 2002, s. 323-360.
DRUMBL, Mark A.: “Terrorist Crime, Taliban Guilt, and the Asymmetries of the
International Legal Order”, N. C. L. Rev., Vol. 81, 2002, s. 1-113.
DUGARD, John: “International Terrorism: Problems of Definition”, Int’l Aff., Vol. 50,
No. 1, 1974, s. 67-81.
EINISMAN, Alan: “Ineffectiveness at Its Best: Fighting Terrorism with Economic
Sanctions”, Minn. J. Global Trade, Vol. 9, 2000, s. 299-326.
EL-AYOUTY, Yasin: “International Terrorism under the Law”, ILSA J. Int’l & Comp. L.,
Vol. 5, 1999, s. 485-499.
FARER, Tom J.: “Beyond the Charter Frame: Unilateralism or Condominium?”, Am. J.
Int’l L., Vol. 96, 2002, s. 359-364.
FARRELL, William R.: “Responding to Terrorism: What, Why and When”, Nav. C. L.
Rev., Vol. 68, s. 449-453.
FARRELL, William R.: “Terrorism is…?”, Nav. C. L. Rev., Vol. 68, s. 401-410.
FEINSTEIN, Barry A.: “Operation Enduring Freedom”, J. Transnat'l L. & Pol’y, Vol. 11,
2002, s. 201-295.
SMITH, Paul J.: “Transnational Terrorism and the al Qaeda Model: Confronting New
Realities”, Parameters, summer, 2002, s. 33-46.
FELDMAN, Noah: “Choices of Law, Choices of War”, Harv. J.L. & Pub. Pol’y, Vol. 25,
2002, s. 457-485.
FIDLER, David P. “War, Law & Liberal Thought :The Use of Force in the Reagan Years”,
Ariz. J. Int’l & Comp. Law, Vol. 11, 1994, s. 45-115.
FIELDS, Louis G.: “Contemporary Terrorism and the Rule of Law”, Mil. L. Rev., Vol.
113, 1986, s. 1-15.
FILLER, Daniel M.: “Values We Can Afford-Protecting Constitutional Rights in an Age of
Terrorism: A Response to Crona and Richardson”, Okla. City U. L. Rev.
Vol. 21, 1996, s. 409-421.
FITZGERALD, Peter L.: “Responding to Rogue Regimes; From Smart Bombs to Smart
Sanctions; Managing ‘Smart Sanctions’ Against Terrorism Wisely”,
New Eng. L. Rev., Vol. 36, 2002, s. 957-983.
FLORY, Maurice: “International Law: An Instrument to Combat Terrorism”, in Terrorism
and International Law, Ed. by. Rosalyn Higgins & Maurice Flory, First
Ed., Routledge, 1997, s. 30-39.
FRANCK, Thomas M. & PATEL, Faiza: “UN Police Action in Lieu of War: The Old
Order Changeth”, Am. J. Int’l L., Vol. 85, 1991, s. 63-74.
FRANCK, Thomas M.: “Terrorism and the Right of Self Defense”, Am. J. Int’l L., Vol. 95,
2001, s. 839-843.
FRANK, Jonathan A.: “A Return to Lockerbie and the Montreal Convention in the Wake of
the September 11th Terrorist Attacks: Ramifications of Past Security
Council and International Court of Justice Action”, Denv. J. Int’l L. &
Pol’y Vol. 30, 2002, s. 532-546.
FROWEIN, Francis: “The Present State of Research Carried Out by the English-speaking
Section of the Centre for Studies and Research”, in The Legal Aspect of
International Terrorism, Martinus Nijhoff Publishers, Dordrecht, 1989, s.
55-91.
GADOURY, Christopher L.: “Should the United States Officially Recognize the Taliban?
The International Legal and Political Considerations”, Hous. J. Int’l L.,
Vol. 23, 2001, s. 386-428.
GAJA, Giorgio: “In What Sense Was There an ‘Armed Attack’?”, Eur. J. Int’l L.
Discussion Forum, The Attack on the World Trade Center: Legal
Responses,
http://www.ejil.org/forum_WTC/ny-gaja.html
(05.
05.
2003).
GANOR, Boaz: “Suicide Terrorism: an Overview” http://www.ict.org.il/articles/ articledet.
cfm?articleid=128 (21. 11. 2003).
GERAGHTY, Thomas: “The Criminal-Enemy Distinction: Prosecuting a Limited War
Against Terrorism Following the September 11, 2001 Terrorist Attacks”,
McGeorge L. Rev., Vol. 33, 2002, s. 551-591.
GILBERT, G.: “The ‘Law’ and Transnational Terrorism”, Neth. Y. B. Int’l L., Vol. 26,
1995, s. 3-32.
GILL, T. D.: “Legal and Some Political Limitations on the Power the UN Security Council
to Exercise its Enforceme Powers under Chapter VII of the Charter”,
Neth. Y. B. Int’l L., Vol. 26, 1995, s. 33-138.
GLENNON, Michael J.: “International Kidnapping: State-Sponsored Abduction: A
Comment on United States V. Alvarez Machain”, Am. J. Int’l. L., Vol.
86, 1992, s. 736-756.
GLENNON, Michael J.: “Military Action Against Terrorist under International Law: The
Fog of Law: Self-Defense, Inherence, and Incoherence in Article 51 of
the United Nations Charter”, Harv. J. L. & Pub. Pol’y, Vol. 25, 2002, s.
539-558.
GOLDBERG, Michael A.: “Mirage of Defense: Reexamining Article Five of the North
Atlantic Treaty after the Terrorist Attacks on the United States”, B.C.
Int’l & Comp. L. Rev., Vol. 26, 2003, s. 77-93.
GOWLLAND-DEBBAS, Vera: “The Relationship Between the International Court of
Justice and the Security Council in the Light of the Lockerbie Case”,
Am. J. Int’l L., Vol. 88, 1994, s. 643-678.
GRAVELLE, James Francis: “The Falkland (Malvinas) Islands: An International Law
Analysis of the Dispute Between Argentina and Great Britain”, Mil. L.
Rev., Vol. 107, 1985, s. 5-70.
STAHN, Carsten: “‘Nicaragua is Dead, Long Live Nicaragua-the Right to Self-Defence
under
Art.
51
UN
Charter
and
International
Terrorism”,
http://edoc.mpil.de/conference-on-terrorism/index.cfm (03. 02. 2004).
GREENWOOD, Christopher: “International Law and the Pre-emptive Use of Force:
Afghanistan, Al-Qaida, and Iraq”, San Diego Int’l L. J. Vol. 4, 2003, s.
7-37.
GREENWOOD, Christopher: “International Law and the United States’ Air Operation
Against Libya”, W. Va. L. Rev., Vol. 89, 1986-1987, s. 933-960.
GROSS, Emanuel: “Democracy’s Struggle Against Terrorism: The Powers of Military
Commanders to Decide Upon the Demolition of Houses, the Imposition
of Curfews, Blockades, Encirclements and the Decleration of an Area as
a Closed Military Area”, Ga. J. Int’l & Comp. L., Vol. 30, 2002, s. 165231.
GROSS, Emanuel: “The Influence of Terrorist Attacks on Human Rights in the United
States: The Aftermath of September 11”, N. C. J. Int’l L. & Com. Reg.,
Vol. 28, 2001, s. 1-101.
GROSS, Emanuel: “Thwarting Terrorist Acts by Attacking the Perpatrators or their
Commanders as an Act of Self Defense: Human Rights Versus the State’s
Duty to Protect its Citizens”, Temple Int’l & Com. L. J., Vol. 15, 2001,
s. 195-246.
GROSS, Oren & AOLAIN, Fionnuala Ni: “Emergency, War and International LawAnother Perspective”, Nordic J. Int’l L., Vol. 70, 2001, s. 29-63.
GUROVITSCH, Kerry Ann: “Legal Obstacles to Combatting International StateSponsored Terrorism”, Hous. J. Int’l L., Vol. 10, No. 1, 1987, s. 159180.
GURULE, Jimmy: “Terrorism, Territorial Sovereignty, and the Forcible Apprehension of
International Criminals Abroad”, Hastings Int’l & Comp. L. Rev., 1994,
Vol. 17, s. 457-495.
GÜZEL, Cemal: “Korkunun Korkusu Terörizm”, Silinen Yüzler Karşısında Terörizm,
Ayraç Yayınevi, Ed. Cemal Güzel, Ankara, 2002, s. 7-21.
HALBERSTAM, Malvina: “The Right to Self-Defense once the Security Council Takes
Action”, Mich. J. Int’l L., Vol. 17, 1996, s. 229-248.
HARZENSKI, Sharon: “Terrorism, A History: Stage One”, Transnat’l L. & Pol’y, Vol. 12,
2003, s. 137-196.
HEAD, John W.: “The United States and International Law After September 11”, Kan. J.
L. & Pub. Pol’y, Vol. 11, 2001. s. 1-11.
HEAD, John W.: “What Has Not Changed Since September 11 the Benefits of
Multilateralism”, Kan. J. L. & Pub. Pol’y, Vol. 7, 2002, s. 1-10.
HENDRICKSON, Ryan C.:“Article 51 and the Clinton Presidency: Military Strikes and
the U.N. Charter”, B. U. Int’l L. J.,Vol.19, 2001, s. 207-230.
HIGGINBOTHAM, Michael: “International Law, the Use of Force in Self-Defence, and
the Southern African Conflict”, Colum. J. Transnat’l L., Vol. 25, 1987, s.
568-582.
HIGGINS, Rosalyn: “The General International Law of Terrorism”, in Terrorism and
International Law, Ed. by. Rosalyn Higgins & Maurice Flory, First Ed.,
Routledge, 1997, s. 13-29.
HOMRIG, Brigette Belton: “Abduction as an Alternative to Extradition-A Dangerous
Method to Obtain Jurisdiction over Criminal Defendants”, Wake
Forest L. Rev., Vol. 28, 1993, s. 671-704.
INTOCCIA, Gregory Francis: “American Bombing of Libya: An International Legal
Analysis”, Case W. Res. J. Int’l L., Vol. 19, 1987, s. 177-213.
IRAOLA, Roberto: “Military Tribunals, Terrorists, and the Constitution”, N.M.L. Rev.
Vol. 33, 2003, s. 95-114.
İÇLİ, Tülin Günşen: “Terörün Sosyal Yapı Üzerindeki Etkileri”, Dünyada ve Türkiye’de
Terör, Ed. Ali Tarhan, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, 1. Baskı,
Ankara, 2002, s. 171-181.
JAMES, Matthew H.: “Keeping the Peace-British, Israeli, and Japanese Legislative
Responses to Terrorism”, Dick. J. Int’l L., Vol. 15, 1997, s. 405-450.
JENKINS, Brian M.: “Defense Against Terrorism”, Political Science Quarterly, Vol. 101,
No. 5, s. 773-786.
JENKINS, Brian M.: “International Terrorism”, in The use of Force Military Power and
International Politics, Ed. by. Robert J. Art & Kenneth N. Waltz,
Oxford, 1999, s. 70-77.
JENNINGS, R. Y. “The Caroline and McLeod Cases”, Am. J. Int’l L., Vol. 32, s. 82-99.
JINKS, Derek: “International Human Rights Law and the War on Terrorism”, Denv. J.
Int’l L. & Pol’y, Vol. 31, 2002, s. 58-68.
JINKS, Derek: “September 11 and the Laws of War”, Yale J. Int’l L., Vol. 28, 2003, s. 149.
JINKS, Derek: “State Responsibility for Sponsorship of Terrorist and Insurgent Groups:
State Responsibility for the Acts of Private Armed Groups”, Chi. J. Int’l
L. Vol. 4, 2003, s. 83-95.
JOYNER, Christopher C. & WITTES, Tamara Cofman: “International Terrorism and
U.S. Policy: Threat and Response”, Current World Leaders, Vol. 39, No.
3, 1996, s. 1-20.
JOYNER, Daniel H.: “The Legality of U. S. Strikes Under International Law”, G. B. J.,
Vol. 7, 2002, s. 25-31.
KASH, Douglas: “Abductions of Terrorists in International Airspace and on the High
Seas”, Fla. J. Int’l L., Vol. 8, 1993, s. 65-96.
KEARLEY, Timothy: “Raising the Caroline”, Wis. Int’l L. J., Vol. 17, 1999, s. 325-346.
KELLY, Michael J.: “Understanding September 11th - An International Legal Perspective
on the War in Afghanistan”, Creighton L. Rev., Vol. 35, 2002, s. 283294.
KHAN, Ali: “A Legal Theory of International Terrorism”, Conn. L. Rev., Vol. 19, 1987, s.
945-972.
KIRGIS, Frederic: “Israel’s Intensified Military Campaign aganist Terrorism”,
http://www.asil.org/insights.htm (04. 01. 2003).
KIRGIS, Frederic L.: “Terrorist Attacks on the World Trade Center and the Pentagon”,
ASIL Insights, http://www.asil.org/insights/insigh77.htm (09. 11. 2003).
KLEIN, Naomi: “Saldırganlığa bahane: Terör”, http://www.radikal.com.tr/veriler/ 2003/
08/30/haber_86961.php (15. 09. 2003).
KOH, Harold Hongju: “The Spirit of the Laws”, Harv. Int’l L. J., Vol. 43, 2002, s. 23-39.
KOLOSOV, Yuri M. & LEVITT, Geoffrey M.: “International Cooperation Against
Terrorism”, in Beyond Confrontation International Law for the PostCold War Era, Ed. by. Lori Fischer Damrosch, Westview Press,
Colarado, 1995, s. 141-163.
KONSTANTINOV, Emil: “International Terrorism and International Law”, G.Y.I.L.,
Vol. 31, 1988, s. 289-306.
KÖNİ, Hasan: “Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi”, Stratejik Analiz, S. 38, C. 4, 2003, s.
81-83.
KROHNE, Steven W.: “The United States and the World Need an International Criminal
Court as an Ally in the War Against Terrorism”, Ind. Int’l & Com. L.
Rev., Vol. 8, 1997, s. 159-187.
LAQUEUR, Walter: “Terörizmin Yorumlanması”, Silinen Yüzler Karşısında Terörizm,
Ed. Cemal Güzel, Ayraç Yayınevi, Ankara, 2002, s. 95-141.
LARSCHAN, Bradley: “Legal Aspects to the Control of Transnational Terrorism: An
Overview”, Ohio N. U. L. Rev., Vol. 13, No. 1, s. 117-148.
LIPPMAN, Matthew: “The New Terrorism and International Law”, Tulsa J. Comp. & Int’l
L., Vol. 10, 2003, s. 297-368.
LIVINGSTONE, Neil C.: “Myth & Conspiracy in International Affairs: Terrorism:
Conspiracy, Myth and Reality”, Fletcher F. World Aff., Vol. 22, 1998, s.
1-14.
LOBEL, Jules & RATNER, Michael: “Bypassing the Security Council:Ambiguous
Authorisations to Use Force, Ceasefires and the Iraqi Inspection
Regime”, Am. J. Int’l L., Vol. 93, 1999, s. 124-154.
LOBEL, Jules: “The Use of Force to Respond to Terrorist Attacks: The Bombing of Sudan
and Afghanistan”, Yale J. Int’l L., Vol. 24, 1999, s. 537-557.
LOBEL, Jules: “The War on Terrorism and Civil Liberties”, U. Pitt. L. Rev., Vol. 63,
2002, s. 767-790.
LOHR, Michael Franklin: “Legal Analysis of U.S. Military Responses to State-Sponsored
International Terrorism”, Nav. L. Rev., Vol. 34, 1985, s. 1-48.
LONG, Patricia A.: “In the Name of God: Religious Terrorism in the Millennium an
Analysis of Holy Terror, Government Resources, and the Cooperative
Efforts of a Nation to Restrain Its Global Impact”, Suffolk Transnat’l L.
Rev., Vol. 24, 2000, s. 51-88.
MADDOX, Heather Anne: “After the Dust Settles: Military Tribunal Justice for Terrorists
After September 11”, N. C. J. Int’l L. & Com. Reg., Vol. 28, 2002, s.
421-476.
MALONE, Kelly J.: “Preemptive Strikes and the Korean Nuclear Crisis: Legal and
Political Limitations on the Use of Force”, Pac. Rim L. & Pol’y, Vol.
12, 2003, s. 807-834.
MALVESTI, Michele L.: “The New World Disorder: Bombing Bin Laden: Assessing the
Effectiveness of Air Strikes as a Counter-Terrorism Strategy”, Fletcher
F. World Aff., Vol. 26, 2002, s. 17-28.
MARSHALL, David C.: “Political Asylum: Time for a Change the Potential Effectiveness
of Reforms to Prevent Terrorist Attacks in America”, Dick. L. Rev., Vol.
99, 1995, s. 1017-1042.
MARTINEZ, Lucy: “Prosecuting Terrorists at the International Criminal Court:
Possibilities and Problems”, Rutgers L. J., Vol. 34, 2002, s. 1-62.
MARTYN, Angus: “The Right of Self-Defence under International Law-the Response to
the Terrorist Attacks of 11 September”, http://www.aph.gov.au/library/
pubs/CIB/2001-02/02cib08.htm (04. 10. 2003).
MAXON Richard G.: “Nature’s Eldest Law: A Survey of a Nation’s Right to Act in SelfDefense”,http://carlisle-www.army.mil/usawc/Parameters/1995/maxon.
htm (12. 08. 2003).
MAYMAN, Georgia McCullough: “The Iran and Libya Sanctions Act of 1996:
Enforceable Response to Terrorism or Violation of International Law?”,
Whittier L. Rev., Vol. 19, 1997, s. 137-168.
MCCARTHY, John G.: “The United States Should Prosecute those Who Conspired to
Assassinate Former President Bush in Kuwait”, Fordham Int’l L. J., Vol.
16, 1993, s. 1330-1347.
MCCURDY, Meghan: “Unilateral Sanctions With a Twist: The Iran and Libya Sanctions
Act of 1996”, Am. U. Int’l L. Rev., Vol. 13, 1997 s. 397-438.
MCDOUGAL, Myres: “The Soviet-Cuban Quarantine and Self-Defense”, Am. J. Int’l L.,
Vol. 57, 1963, s. s. 597-604.
MCGINLEY, Gerald P.: “The Achille Lauro Affair Implications for International Law”,
Tenn. L. Rev., Vol. 52, s. 691-738.
MEGRET, Frederic: “War? Legal Semantics and the Move to Violence”, Eur. J. Int’l L.,
Vol. 13, 2002, s. 361-401.
MILLER, Judith: “Comments on the Use of Force in Afghanistan”, Cornell Int’l L. J., Vol.
35, 2002, s. 605-610.
MOORE, John Norton: “The Nicaragua Case and the Deterioration of Worl Order”, Am.
J. Int’l L., Vol. 81, 1987, s. 151-158.
MOORE, John Norton: “The Secret War in Central America and the Future of World
Order”, Am. J. Int’l L., Vol. 80, 1986, s. 43-127.
MULLERSON, Rein & SCHEFFER, David J.: “Legal Regulation of the Use of Force”,
in Beyond Confrontation International Law for the Post-Cold War Era,
Ed. by. Lori F. Damsrosch, Westview Press, Colarado, 1995, s. 92-137.
MURPHY, John F.: “The Future of Multilateralism and Efforts to Combat International
Terrorism”, Colum. J. Transnat’l L., Vol. 25, 1986, s. 35-99.
MURPHY, Liam G. B., “A Proposal on International Legal Responses to Terorism”,
Touro J. Transnat’l L., Vol. 2, No. 1, 1991, s. 67-95.
MURPHY, Sean D.: “Contemporary Practice of the United States Relating to
International Law”, Am. J. Int’l. L., Vol. 93, 1999, s. 161-194.
MURPHY, Sean D.: “Contemporary Practice of the United States Relating to
International Law”, Am. J. Int’l. L., Vol. 96, 2002, s. 237-255.
MURPHY, Sean D.: “Terrorism and the Concept of ‘Armed Attack’ in Article 51 of the
U.N. Charter”, Harv. Int’l L. J., Vol. 43, 2002, s. 41-51.
MYJER, Eric P. J. & WHITE, Nigel D.: “The Twin Towers Attack: Unlimited Right to
Self–Defense?”, Journal of Conflict and Security Law, Vol. 7, 2002, s. 517.
NOTEBOOM, Aaron J.: “Terrorism: I Know It When I See It”, Or. L. Rev., Vol. 81, 2002,
s. 553-585.
O’BRIEN, William: “Reprisals. Deterrence and Self–Defense in Counterterror
Operations”, Va. J. Int’l L., Vol. 30, 1990, s. 421-478.
O’CONNELL, Marry Ellen: “Evidence of Terror”, Journal of Conflict and Security Law,
Vol. 7, No.1, 2002, s. 19-36.
O’CONNELL, Mary Ellen: “Lawful Self-Defense to Terrorism”, U. Pitt. L. Rev., Vol. 63,
2002, s. 889-908.
O’CONNELL,
Marry
Ellen:
“The
Myth
of
Preemptive
Self-Defense”,
http://www.asil.org/taskforce/oconnell.pdf. (22. 04. 2004).
ROBEN, Volker: “The Role of International Conventions and General International Law
in
the
Fight
Against
International
Terrorism”,
mpil.de/conference-on-terrorism/index.cfm. (20. 01. 2004).
http://edoc.
OBOTE-ODORA, Alex, “Defining International Terrorism”, E Law-Murdoch University
Electronic Journal of Law, Vol. 6, No. 1, 1999, http://www.murdoch.
edu.au/elaw/issues/v6n1/obote-odora61_text.html (16. 05. 2002).
OCCELLI, Maria Benvenuta: “ ‘Sinking’ the Caroline: Why the Caroline Doctrine's
Restrictions on Self-Defense Should Not Be Regarded as Customary
International Law”, San Diego Int’l L. J. 467, Vol. 4, 2003, s. 467-490.
PARKS, W. Hays: “Lessons from the 1986 Libya Air Strike”, New Eng. L. Rev., Vol. 36,
2002, s. 755-766.
PAUST, Jordan J.: “Responding Lawfully to International Terrorism: The Use of Force
Abroad”, Whittier L. Rev., Vol. 8, No.1, 1986, s. 711-762.
PAUST, Jordan J.: “Use of Armed Force Against Terrorists in Afghanistan, Iraq, and
Beyond”, Cornell Int’l L. J., Vol. 35, 2002, s. 533-557.
PICKARD, Daniel: “When Does Crime Become a Threat to International Peace and
Security?”, Fla. J. Int’l L., Vol. 12, 1998, s. 1-21.
POLEBAUM, Beth M.: “National Self-Defense in International Law: An Emerging
Standard for a Nuclear Age”, N. Y. U. L. Rev., Vol. 59, 1984, s. 187229.
POSEN, Barry R.: “The Struggle Against Terrorism: Grand Strategy, Strategy, and
Tactics”, International Security, Vol. 26, No. 3, 2002, s. 39-55.
QUIGLEY, John: “The United Nations Security Council: Promethean Protector or
Helpless Hostage?”, Tex. Int’l L. J., Vol. 35, 2000, s. 129-172.
QUIGLEY, John: “International Law Violations by the United States in the Middle East as
A Factor Behind Anti-American Terrorism”, U. Pitt. L. Rev. Vol. 63,
2002, s. 815-835.
QUIGLEY, John: “The Afghanistan War and Self-Defense”, Val. U. L. Rev., Vol. 37,
2003, s. 541-562.
RANDELZHOFER, Albrecht: “Article 51”, The Charter of the United Nations A
Commentary, Ed. by. Bruno Simma, Oxford University Press, Oxford,
1994, s. 661-678.
RANSTORP, Magnus: “Terrorism in the Name of Religion”, J. Int’l Aff., Vol. 50, No. 1,
1996, s. 41-62.
REISMAN, Michael Reisman: “The Raid on Baghdad: Some Reflections on its Lawfulness
and Implications”, Eur. J. Int’l L., Vol. 5, 1994, s. 120-133.
REISMAN, W. Michael: “Internatonal Responses to Terrorism”, Hous. J. Int’l L., Vol.,
22, 1999, s. 3-61.
REISMAN, W. Michael: “In Defense of World Public Order”, Am. J. Int’l L., Vol. 95,
2001, s. 833-835.
REITZ, Daniel E.: “Raising A Paper Tiger: Public Law No. 105-277 § 117(D) and the
Gutting of the State-Sponsored Terrorism Exception to the Foreign
Sovereign Immunities Act”, U. Cin. L. Rev., Vol. 69, 2000, s. 357-383.
REYNOLDS, James S.: “Domestic and International Terrorism: Expansion of Territorial
Jurisdiction: A Response to the Rise in Terrorism”, J. Nat’l Security L.,
Vol. 1, 1997, s. 105-110.
ROBERTS, Guy B.: “Self-Help in Combatting State-Sponsored Terrorism: Self Defense
and Peacetime Reprisals”, Case W. Res. J. Int’l. L., Vol. 19, 1987, s.
243-293.
ROGOFF, Martin A. & COLLINS, Edward: “The Caroline Incident and the Development
of International Law”, Brook. J. Int’l L., Vol. 16, No. 3, 1990, s. 493527.
ROMANO, John-Alex: “Combatting Terrorism and Weapons of Mass Destruction:
Reviving the Doctrine of a State of Necessity”, Geo. L. J., Vol. 87, 1999,
s. 1023-1057.
ROSAND, Eric: “Security Council Resolution 1373, the Counter-Terrorism Committee,
and the Fight Against Terrorism”, Am. J. Int’l. L., Vol. 97, 2003, s. 333341.
ROTH, Brad R.: “Terrorism and the Inherent Right to Self Defense”, MSU-DCL J. Int’l L.
542, Vol. 10, 2001, s. 542-551.
ROWLES, James P.: “Secret Wars, Self-Defense and the Charter a Reply to Professor
Moore”, Am. J. Int’l L., Vol. 80, 1986, s. 568-583.
ROWLES, James P. “Military Responses to Terrorism: Substantive and Procedural
Constraints in International Law”, Proc. Am. Soc’y Int’l L, Vol. 81-82,
1987, s. 307-318.
SAILER, Todd M.: “The International Criminal Court: An Argument to Extend its
Jurisdiction to Terrorism and a Dismissal of U.S. Objections”, Temp.
Int’l & Comp. L. J., Vol. 13, 1999, s. 311-346.
SAPIRO, Mariam: “Iraq: The Shifting Sands of Preemptive Self-Defense”, Am. J. Int’l L.,
Vol. 97, No. 3, 2003, s. 599-607.
SARRAJ, Eyad: “Why We Have Become Suicide Bombers”, http://missionislam.
com/İslam/conissue/Palestine.htm (21. 11. 2003).
SCHACHTER, Oscar: “The Extraterritorial Use of Force Against Terrorist Bases”, Hous.
J. Int’l L., Vol. 11, No. 2, 1989, s. 309-330.
SCHACHTER, Oscar: “The Lawful Use of Force by a State Against Terrorist in Another
Country”, in Terrorism & Political Violence Limits & Possibilities of
Legal Control, Ed. by. Henry H. Han, Oceana Pub., New York, 1993, s.
243-265.
SCHARF, Michael P.: “Clear and Present Danger: Enforcing the International Ban on
Biological and Chemical Weapons through Sanctions, Use of Force, and
Criminalization”, Mich. J. Int’l L. 1999, Vol. 20, 477-520.
SCHEIDEMAN, Sara N.: “Standards of Proof in Forcible Responses to Terrorism”,
Syracuse L. Rev., Vol. 50, 2000, s. 249-284.
SCHMITT, Michael N.: “Preemptive Strategies in International Law”, Mich. J. Int’l L.,
Vol. 24, 2003, s. 513-548.
SCHREIBER, Ross E.: “Ascertaining Opinio Juris of States Concerning Norms Involving
the Prevention of International Terrorism: A Focus on the U.N.
Process”, B. U. Int’l L. J., Vol. 16, 1998, s. 309-330.
SETO, Theodore P.: “The Morality of Terrorism”, Loy. L.A.L. Rev., Vol. 35, 2002, s.
1227-1263.
SEYDİ, Süleyman: “Batı'nın İslamî Teröre Yaklaşımı”, http://www.stradigma.com/
turkce/eylul2003/makale_01.html (01. 10. 2003).
SEYMOUR, Philip A.: “The Legitimacy of Peacetime Reprisal as a Tool Against StateSponsored Terrorism”, Nav. L. Rev., Vol. 39, 1990, s. 221-240.
SHAIKH, Ayaz R.: “A Theoretic Approach to Transnational Terrorism”, Geo. L. J., Vol.
80, 1992, s. 2131-2174.
SHOHAM, Uri: “The Israeli Aerial Raid upon the Iraqi Nuclear Reactor and the Right of
Self-Defense”, Mil. L. Rev., 1985, s. 191-223.
SIEVERT, Ronald J.: “Meeting the Twenty-First Century Terrorist Threat within the
Scope of Twentieth Century Constitutional Law”, Hous. L. Rev., Vol. 37,
2000, s. 1421-1464.
SIMMA, Bruno: “NATO, The UN And The Use Of Force: Legal Aspects”, Eur. J. Int’l L.,
Vol. 10, 1999, s. 1-22.
SLAUGHTER Anne-Marie & BURKE, William Burke: “An International Constitutional
Moment”, Harv. Int’l L. J., Vol. 43, 2002, s. 1-21.
SOFAER, Abraham: “Terrorism, the Law, and the National Defense”, Mil. L. Rev., Vol.
126, 1989, s. 89-123.
STAHN, Carsten: “Collective Security and Self-Defence after the September 11 Attacks”,
T. F. L. R., Vol. 10, 2002, s. 10-42.
STAHN, Carsten: “Security Council Resolutions 1368 (2001) and 1373 (2001): What they
Say and What they do not Say”, http://www.ejil.org/forum_WTC (10.
09. 2002).
STAHN, Carsten: “International Law under Fire: Terrorist Acts as "Armed Attack": The
Right to Self-Defense, Article 51 (1/2) of the UN Charter, and
International Terrorism”, Vol. 27, 2003, Fletcher F. World Aff., s. 3551.
STEPHENS, Beth: “Responding to Rogue Regimes; From Smart Bombs to Smart
Sanctions; Accountability Without Hypocrisy: Consistent Standards,
Honest History”, New Eng. L. Rev., Vol. 36, 2002, s. 919-931.
SURCHIN, Alan D.: “Terror and The Law : The Unilateral Use of Force and the June
1993 Bombing of Baghdad”, Duke J. Comp. Int. L., Vol. 5, 1995, s. 457497.
TELHAMI, Shibley: “Conflicting Views of Terrorism”, Cornell Int’l L. J., Vol. 35, No. 3,
2002, s. 581-597.
TEPLITZ, Robert F.: “Taking Assassination Attempts Seriously: Did the United States
Violate International Law in Forcefully Responding to the Iraqi Plot to
Kill George Bush?”, Cornell Int’l L. J., Vol. 28, 1995, s. 569-617.
TERRY, James P.: “Countering State-Sponsored Terrorism: A Law-Policy Analysis”, Nav.
L. Rev., Vol. 36, 1986, s. 159-186.
TERRY, James P.: “An Appraisal of Lawful Military Response to State-Sponsored
Terrorism”, Nav. C. L. Rev., Vol. 68, 1978-1994, s. 455-463.
TOLUNER, Sevin: “Nikaragua’ya Karşı Askerî ve Benzeri Faaliyetler Davası’ndaki Yargı
ve Meşru Müdafaa Hakkı”, Milletlerarası Hukuk Açısından Türkiye’nin
Bazı Dış Politika Sorunları, Beta Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul,
2000, s. 347-388.
TOLUNER, Sevin: “Hukuksal Alanda Türkiye’nin Güvenlik İhtiyaçları Ne Şekilde
Karşılanabilir?”, Dünya’da Yeni Güvenlik Anlayışları, Türkiye’nin
Durumu ve İhtiyaçları, Harp Akademileri Basım Evi, İstanbul, 2003, s.
243-261.
TOWNSED, Gregory: “State Responsibility for Acts of De Facto Agents”, Ariz. J. Int’l &
Comp. L., Vol. 14, 1997, s. 635-678.
TRAHAN, Jennifer: “Terrorism Conventions: Existing Gaps and Different Approaches”,
New Eng. Int’l & Com. L. Ann., Vol. 8, 2002, s. 215-243.
TRAHAN, Jennifer: “Trying A Bin Laden And Others: Evaluating The Options For
Terrorist Trials”, Hous. J. Int’l L., Vol. 24, 2002, s. 475-508.
TRAVALIO, Gregory: “Terrorism, International Law, and Use of Military Force”, Wis.
Int’l L. J., Vol. 18, 2000, s. 145-191.
TRAVALIO, Greg & ALTENBURG, John: “State Responsibility for Sponsorship of
Terrorist and Insurgent Groups: Terrorism, State Responsibility, and the
Use of Military Force”, Chi. J. Int’l L., Vol. 4, 2003, s. 97-119.
WALKER, George K.: “Anticipatory Collective Self-Defense in the Charter Era: What the
Treaties Have Said”, Cornell Int’l L. J., Vol. 31, 1998, s. 321-376.
TURNDORF, David: “The U.S. Raid on Libya: A Forceful Response to Terrorism”,
Brook. J. Int’l L., Vol. 14, No. 1, 1988, s. 187-221.
TURNER, Robert F.: “Legal Responses to International Terrorism: Constitutional
Constraints on Presidential Power”, Hous. J. Int’l L., Vol. 22, 1999, s.
77-91.
TURNER, Robert F.: “It’s Not Really ‘Assassination’: Legal and Moral Implications of
Intentionally Targeting Terrorists and Aggressor-State Regime Elites”,
U. Rich. L. Rev., Vol. 37, 2003, s. 787-810.
TÜTÜNCÜ, Ayşe Nur: “Trail Smelter Hakem Kararı Hukukun Kodlaştırılmasında Örnek
Olay Olarak Etkisi ve Kararın Özeti”, İ. Ü. H. F. M., Prof. Dr. Orhan
Münir Çağıl’a Armağan Sayısı, C. LV, S. 4, 1997, s. 313-338.
TÜTÜNCÜ,
Ayşe
Nur:
“Lanoux
Gölü
Hakem
Mahkemesi
Kararı
Hukukun
Kodlaştırılmasında Örnek Olay Olarak Etkisi Ve Kararın Özeti”, İ. Ü.
H. F. M., Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’na Armağan Sayısı, C.
LVI, S. 1-4, 1998, s. 299-316.
WARRINER, Wallace F.: “The Unilateral Use of Coercion under International Law: A
Legal Analysis of the United States Raid on Libya on April 14, 1986”,
Nav. L. Rev., Vol. 37, 1988, s. 49-95.
WEDGEWOOD, Ruth “Responding to Terrorism: The Strikes Against bin Laden”, Yale J.
Int’l L. Vol. 24, 1999, s. 559-575.
WEDGWOOD, Ruth: “Military Commissions: Al Queda, Terrorism, and Military
Commissions”, Am. J. Int’l L., Vol. 96, 2002, s. 328-337.
WEDGWOOD, Ruth: “Responding to Rogue Regimes; From Smart Bombs to Smart
Sanctions; Keynote Address; After September 11th”, New Eng. L. Rev.,
Vol. 36, 2002, s. 725-733.
ZAID, Mark S.: “Combatting International Terrorism in the 21st Century”, ILSA J. Int’l &
Comp. L., Vol. 2, 1996, s. 661-669.
ZENGEL, Patricia: “Assassination and the Law of Armed Conflict”, Mil. L. Rev., Vol.
134, 1991, s. 123-155.
ZUBEL, Eric: “The Lockerbie Controversy: Tension Between the International Court of
Justice and the Security Council”, Ann. Surv. Int’l & Comp. L., Vol. 5,
1999, s. 259-285.
ÖZET
Modern teknolojinin tüm imkanlarını kullanan, faaliyet alanını ulusal sınırları
aşarak tüm dünyaya yayan, insan hayatını, ekonomik yaşamı, siyasî istikrarı ve uluslararası
ilişkileri etkileyebilme gücünü kazanan uluslararası terörizm, yönelttiği tehdit ve buna karşı
verilen cevaplar bakımından ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeyde önemli etkileri olan
bir fenomen haline gelmiştir. Uzun bir geçmişe sahip olmakla beraber 1960’lı yıllardan
itibaren uluslararası toplumun değişmez gündem maddelerinden biri haline gelen terörizm,
11 Eylül olaylarında da görüldüğü üzere son yıllarda kaydettiği gelişim ve almış olduğu
görünüm bakımından yeni olup uluslararası barış ve güvenliğe yönelik önemli bir tehdit
oluşturmaktadır.
‘Modern dünyanın kanseri’ şeklinde nitelendirilen terörizm uluslararası toplumun
güvenliğine yönelttiği tehlike nedeniyle derhal çözüme kavuşturulması gereken bir sorun
niteliği kazanmıştır. İlk bölümde genel olarak terör ve terörizm kavramları incelenmektedir.
Konuyla bağlantılı olarak terörizm ile diğer şiddet eylemleri arasındaki farklılıklar
incelenmekte
ve
mevcut
terörizm
tanımları
değerlendirilmektedir.
Terörizmin
sınıflandırması yapıldıktan sonra devlet destekli teörizmle mücadele edebilmek için ileri
sürülen çeşitli yollar ele alınmıştır.
İkinci bölümde uluslararası hukukta düzenlenen kuvvet kullanma yasağı ve devlet
destekli terörizm karşısında kuvvet kullanılması
söz konusu yasak kapsamında
değerlendirilmektedir. Son bölümde ise değişik devletlerin terörist eylemler karşısında
gerçekleştirdikleri örnek olaylar ele alınmakta ve bir önceki bölümde oluşturulan hukuki
çerçeve bağlamında ele alınmaktadır.
SUMMARY
International terrorism, using modern technology in its full capabilities, expanding
its realm of activity from national lands to the whole globe, gaining power to impact on
human lives, economical life, political stability and international relations, has become an
important phenomenon in regional, national and international level with respect to its threat
to global peace and the responses to it. Although terrorism has a long history, it has
constantly been on the agenda of the international community since 1960’s. As it can be
seen in the 9/11 attacks, terrorism turned out to be a novel phenomenon considering its
development as well as its appearance in last years. This makes terrorism a big threat
against the international peace and security. The attacks, recorded as the foremost terror
event in human history, definitely demonstrate the level of international terrorism and its
negative influences on global peace.
Terrorism, referred as “the cancer of the modern world” and gained the status of a
big problem which needs to be addressed as it poses threat to the global community, is
analyzed in three chapters in this dissertation. The first chapter examines the definition of
terrorism with exploring the concepts of terror and terrorism. Moreover, it presents the
differences between terrorism and other violent actions. Following the classification about
terrorism, the first chapter also examines the various ways proposed to use or being used in
order to fight against state sponsored terrorism. The second chapter examines the
prohibition against the use of force presented in international law and discusses whether
force could be used against terrorism in the framework of the exceptions to the prohibition.
The last chapter is devoted to the exposition of the exemplary cases in which the actions of
the different states against terrorist actions are analyzed with regard to the lawful
framework presented in the previous chapter.
Download