tc gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü kamu yönetimi anabilim

advertisement
T.C
GAZĐ ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
KAMU YÖNETĐMĐ ANABĐLĐM DALI
KENT VE ÇEVRE SORUNLARI
BĐLĐM DALI
KENTLEŞME VE KENTLEŞME SÜRECĐNĐN ÇOCUK
SUÇLULUĞU
ÜZERĐNDEKĐ ETKĐLERĐ (ANKARA ÖRNEĞĐ)
YÜKSEK LĐSANS TEZĐ
Hazırlayan
Sinan ESEN
Tez Danışmanı
Yard. Doç.Dr. Đhsan KELEŞ
Ankara-2008
II
III
T.C
GAZĐ ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
KAMU YÖNETĐMĐ ANABĐLĐM DALI
KENT VE ÇEVRE SORUNLARI
BĐLĐM DALI
KENTLEŞME VE KENTLEŞME SÜRECĐNĐN ÇOCUK
SUÇLULUĞU
ÜZERĐNDEKĐ ETKĐLERĐ (ANKARA ÖRNEĞĐ)
YÜKSEK LĐSANS TEZĐ
Hazırlayan
Sinan ESEN
Tez Danışmanı
Yard. Doç.Dr. Đhsan KELEŞ
Ankara-2008
II
ÖNSÖZ
Kentleşme sürecinde, sosyal yapıda birçok değişiklik meydana
gelmektedir. Kırdan kente göç, nüfus artışı ve sanayileşme kent hayatını
daha karmaşık bir hale getirmiş ve sosyal kontrol, bu yapı içinde etkisini
giderek daha az hissettirir olmuştur.
Çocuk suçluluğu sadece ülkemizde değil, tüm dünyada güncel olan ve
üzerinde çok tartışılan bir konudur. Son yıllarda özellikle büyük kentlerimizde,
çocuk suçluluğunda artış yaşandığı inkâr edilemez bir gerçektir. Bunun da
ötesinde medyada çocuklar; hırsızlık, tecavüz, adam öldürme ve çeşitli
sansasyonel terör eylemler nedeniyle sık sık boy göstermektedir ve bu durum
ise yaygın bir korkuya yol açmaktadır.
Dünyanın en kalabalık çocuk nüfusuna sahip ülkelerden biri olan
Türkiye'de, nüfus ile birlikte suçluluğun da artışının kaçınılmaz olduğu kabul
edilmelidir. Bununla birlikte; çocuk suçluluğuna neden olan etmenler,
derinlemesine incelenmelidir. Çünkü çocuklar geleceğimizdir ve çocukların
en iyi biçimde yetiştirilmesi ise geleceğimizin güvencesi olacaktır.
Bu tez çalışmasında, ülkemizde çocuk suçluluğunu arttıran bir neden
olarak kentleşme olgusu, Ankara bağlamında ele alınmıştır. Tezle ilgili olarak,
değerli fikir ve yorumlarını aldığım ve bana her türlü desteği sağlayan Sayın
Doç. Dr. Suna BAŞAK’a, Sayın Doç. Dr. Hasan Hüseyin ÇEVĐK’e, Sayın
Yard. Doç Dr. Đhsan KELEŞ’e ve 4. Sınıf Emniyet Müdürü Sayın Hilmi
ALTUNIŞIK’a şükranlarımı sunarım.
Son olarak, çalışmalarım boyunca desteklerini esirgemeyen aileme de
teşekkür etmek isterim.
II
III
IV
V
VI
KISALTMALAR
HÜEFD : Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi
AĐD: Amme Đdaresi Dergisi
AD Adalet Dergisi
HÜSBD Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi
ĐÜHFM: Đstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası
VII
TABLOLAR
Tablo 1: Dünyada Suç Trendleri
Tablo 2: Internet Ortamındaki Pornografiye Ait Bazı Sayısal Veriler
Tablo 3:Yargıtay Ceza Daireleri Đş Yükü 1996-2004 (Kaynak DĐE)
Tablo 4: Ceza Mahkemeleri Đş yükü 1995-2004 (Kaynak DĐE)
Tablo 5: Yaş Grubuna Göre Ceza Evine Giren Yükümlüler 2004 (Kaynak
DĐE)
Tablo 6: Asayiş Suçları 1985-2006 Türkiye Geneli (Kaynak : EGM AKKM,
EGM Kütüphanesi, Jandarma Genel Komutanlığı
Tablo 7: Asayiş Suçları Polis Bölgesi 2002-2006 (Kaynak :EGM AKKM)
Tablo 8:Asayiş Suçları Jandarma Bölgesi 2002-2006 (Kaynak Jandarma
Genel Komutanlığı)
Tablo 9: Islahevine Giren Hükümlü Çocuklar 2004 (Kaynak DĐE)
Tablo 10:Hakkında Đşlem Yapılan Çocuk Şüpheliler Polis Bölgesi 2000-2006
(Kaynak :EGM AKKM)
Tablo 11: Jandarma Bölgesi Hakkında Đşlem Yapılan Çocuklar 2002-2006
(Kaynak Jandarma Genel Komutanlığı)
Tablo 12: 27 Đl Çeşitli Nedenlerle Kolluğa Gelen Getirilen Çocuklar (Kaynak
DĐE)
Tablo 13: 27 Đl Suç isnadı/Şüpheli Olarak Kolluğa Getirilen Çocuklar (Kaynak
DĐE)
Tablo 14: 27 Đl Mağdur Olarak Kolluk Birimlerine Gelen veya Getirilen
Çocuklar, (Kaynak DĐE)
Tablo 15: 27 Đl Evden Kaçma Nedeniyle Kolluk Birimlerine Gelen veya
Getirilen Çocuklar (Kaynak DĐE)
Tablo 16: Suç Türlerine Göre Hakkında Đşlem Yapılan Çocuklar (27 Đl)
(Kaynak DĐE)
Tablo 17- Ankara Net Göç Hızı (Kaynak DĐE)
VIII
Tablo 18: Ankara Geneli Asayiş Suçları (Kaynak : EGM AKKM ve EGM
Kütüphanesi)
Tablo-19 EGM Çocuk Đstatistik Formu Çeşitli Nedenlerle Polis tarafından
Đşlem Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006
Tablo-20 EGM Çocuk Đstatistik Formu Suç Đşlediği Şüphesi Polis tarafından
Đşlem Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006
Tablo-21 EGM Çocuk Đstatistik Formu Suç Mağduru- Polis tarafından Đşlem
Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006
Tablo- 22 EGM Çocuk Đstatistik Formu Terk- Polis tarafından Đşlem Yapılan
Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006
Tablo- 23 EGM Çocuk Đstatistik Formu Buluntu- Polis tarafından Đşlem
Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002–2006
Tablo- 24 EGM Çocuk Đstatistik Formu Kayıp - Polis tarafından Đşlem Yapılan
Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002–2006
Tablo-25 EGM Çocuk Đstatistik Formu Evden Kaçma - Polis tarafından Đşlem
Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006
Tablo-26 EGM Çocuk Đstatistik Formu Sokakta Yaşama Nedeniyle Polis
Tarafından Đşlem Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 20022006
Tablo-27 EGM Çocuk Đstatistik Formu Ankara’da 2006 Yılında Polis
Tarafından Hakkında Đşlem Yapılan Çocukların Aile Özellikleri
Tablo 28- Devlet Đstatistik Enstitüsü - Kaba Boşanma Oranları Türkiye–
Ankara Değerlendirmesi
GĐRĐŞ
Yaşadığımız çağda toplumlar bir değişim süreci içindedir. Bu sürecin,
en belirgin göstergelerinden birisi de kentleşmedir. Bilindiği üzere kentlerin
asıl gelişmesi sanayi devriminden sonra gerçekleşmiştir. Sanayi devrimiyle
birlikte kentlerin gelişmesi ve büyük endüstri merkezleri halini alması, hızlı bir
kentleşmenin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yaşadığımız yüzyılın en
önemli özelliklerinden birini teşkil eden bu hızlı kentleşme süreciyle birlikte,
birçok sosyal problem de ortaya çıkmıştır.
Kentleşmenin zorunlu bir sonucu olan yer değişikliği, sosyal yaşamın
tüm yönlerinde köklü değişimlere neden olmaktadır. Kentleşme sürecinde
kentlere yerleşenler, yer değişikliğinin yanında iş, konut, yalnızlık, uyum, suç,
şiddet gibi birçok problemi de yaşamaktadır.
Böylece kentleşme olgusu ile kentler hızla şekil değiştirirken, diğer
birçok sorunla beraber çocuk suçluluğunun sayısında artış ve niteliğinde
değişiklikler ortaya çıkmaktadır.
Yaşadığımız yüzyılda gelişmiş ve gelişmekte olan bütün ülkelerde,
kentleşme ve suç ilişkisi kaygılara, tartışmalara ve geniş araştırmalara konu
olan önemli sorunlar arasında yer almaktadırlar. Dolayısıyla kentleşmenin
etkisiyle ortaya çıkan problemlerden birisi olan suç, özellikle de çocuk
suçluluğu, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin çözüm üretmeye çalıştığı
sorunlardan bir tanesidir.
Aynı şekilde ülkemizde de, son yıllarda suç istatistiklerinde kaydedilen
artış kamuoyunun dikkatini çekmekte; konu medya tarafından geniş bir
şekilde işlenilmekte ve bu çerçevede tartışmalar yaşanmaktadır. Ülkemizde
suçlarda meydana gelen artışa ilişkin haberler, medyamızda çarpıcı başlıklar
ile yer almakta olup; konu derinlemesine incelenmeden hızla tüketilmektedir.
Özellikle suç işleyen veya işlediğinden şüphe edilen kişi çocuk ise, medyada
yer alan haberler ve kamuoyunun ilgisi veya tepkisi daha yoğun olmaktadır.
2
Bütün toplumlarda, elbette çocuklar da zaman zaman suç işlerler ve
çocuk suçluluğunun çeşitli nedenleri vardır. Toplumsal yaşama uyum
sağlamakta güçlük çeken çocuklara, her zaman ve mekânda rastlamak
mümkündür. Fakat çocuk suçluluğu ilerlemiş endüstri toplumlarının daimi ve
kaygı verici bir problemi olarak görülmektedir.
Bunlardan hareketle bu çalışmada, kentleşme sürecinin insan tutum,
davranışlarında değişime ve sapmaya neden olduğu, kent suçluluğunun bu
kapsamda değerlendirilmesi gerektiği, kentte ve kırsal kesimde işlenen
suçların gerek sayısal gerekse nitelik açıdan farklılık göstereceği ve
kentleşmenin genelde suçluluğu, özelde de çocuk suçluluğunu arttıran bir
etmen olduğu varsayımından hareket edilerek; Ankara bağlamında bu
varsayımın sınanması hedeflenmektir.
Tez çalışması üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde tez
çalışmasını daha anlaşılır kılacak temel kavramlar üzerinde durulmuştur. Bunlar
“Suç ve Suçluluk”, “Kent, Kentleşme ve Kentlileşme ve ‘Kent ve Suç” alt
başlıkları altında üç bölüm halinde verilmiştir.
Đkinci bölümde çocuk suçluluğu ve çocuk suçluluğuna yol açan nedenler
geniş bir şekilde incelenmektedir. Bu bölümde çocuğu suça iten veya ona suç
işleten nedenler bütüncül bir yaklaşım içinde verilmeye çalışılmıştır.
Çocuğu suça iten nedenin hiçbir zaman tek olmadığı unutulmamalıdır.
Birçok kuvvetli veya zayıf neden, birbirlerine eklenip çocuğu suça
sürüklemektedir. Kentleşme çocuğu suça iten nedenlerden bir tanesidir ve
diğer nedenleri yok saymak doğru olmayacağı için, genel olarak çocuğu suça
iten nedenler geniş bir şekilde açıklanmaya çalışılmıştır.
Üçüncü bölümde öncelikle ülkemizdeki genel suç eğilimleri ile çocuk
suçluluğu incelenmektedir. Bu bölümde DĐE, Polis ve Jandarma verilerinden
hareketle, ülkemizde suçluluğun genel bir özeti verilmeye çalışılmıştır.
Ülkemizle ilgili genel değerlendirmenin ardından, Ankara ilinde çocuk
suçluluğunun mevcut durumu ve gelişiminin izah edilmesi hedeflenmiştir.
3
Bu bölümde istatistikî verilerin yanı sıra, derinlemesine mülakat
yöntemi de kullanılmıştır. Rastlantısal olarak seçilen on iki çocukla
derinlemesine mülakat gerçekleştirilmiştir. Derinlemesine mülakat yöntemi ile
teorik verilerin sınanması hedeflenmiştir.
Bu çalışmada metin altına atıf yapma metodu kullanılmış ve Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tez/Rapor Yazım Esaslarının EK7’sinde tanımlanan Birinci Yöntem esas alınmıştır.
BĐRĐNCĐ BÖLÜM
KENTLEŞME VE SUÇLA ĐLGĐLĐ TEMEL KAVRAMLAR
1.1. SUÇ VE SUÇLULUK
1.1.1 Tarihsel Gelişim
Suç, tarihin ilk çağlarından itibaren yüzyıllar boyunca toplumların korku
ile karışık ilgilerini yönelttikleri, nedenleri üzerinde durdukları ve karşı
önlemler aldıkları toplumsal bir sorun olmuştur.
Đnsanlar ilkel devirlerde her şeyde bir ruh ve canlılık görmüş ve belirli fiil
ve
hareketlerin
icra
edilmemesine
ilişkin
emirleri
tabuların
emirleri
saymışlardır. Kötülük yapanları veya yapanları cezalandırmayanları sözü
geçen
kuvvetlerin,
tabuların
şiddetle
cezalandıracaklarına,
felakete
uğrayacaklarına inanılmıştır. Fakat bazı hallerde ilahların, tabuları ihlal
edenleri hemen cezalandırmadıkları görüldüğünden toplumun müdahale ile
kuralı ihlal edeni cezalandırması zorunlu sayılmış ve böylece toplumun
felaketlerden, kıtlıktan korunabileceği kabul edilmiştir. Sonradan suç, dini
esaslarla tanımlanmış, topluma zarar veren fiil ve hareketlerin aynı zamanda
birer günah teşkil ettiği ve Allah’ın iradesine karşı olduğu kabul edilmiştir.
Zamanla ve yüzyıllar içinde suç fikri gittikçe laikleşmiş ve suçun zarar veren
kişi ile toplum arasındaki ilişkileri ilgilendirdiği görüşüne varılmıştır1.
1
Sulhi Dönmezer, Kriminoloji, Beta Yayınları, Đstanbul, 1994, s. 55
5
Suç, tarih boyunca tüm toplumlarda yaşanan bir olgu olması nedeniyle,
sosyal yaşamın bir sonucu olduğundan suçun algılanışı, hangi eylemlerin suç
sayılması gerektiği, suç işleyen şahıslara karşı toplumun nasıl hareket
edeceği gibi sorunlara her toplum tarih boyunca farklı çözümler getirmeye
çalışmıştır. Önceleri, suç işleyen kişileri yaşadığı toplum içerisinden tecrit
edecek şekilde cezaların verilmesi uygun görülürken, günümüzde insan
haklarına saygılı ve suç işleyen bireyi topluma kazandırma amacı taşıyan
çözüm arayışlarına gidilmektedir.2
Hukuksal bir olay olduğu kadar aynı zamanda toplumsal bir olay da olan
suç, çoğu zaman çeşitli nedenlerin bir neticesi olarak ortaya çıkan uygun
olmayan sosyal ortamların bir ürünü şeklinde düşünülebilir. Alfieri’nin “Suçu
cemiyet
hazırlar,
fert
işler”
sözü
yaşı
büyük
suçlular
açısından
düşünüldüğünde biraz iddialı olarak kabul edilse bile, suça itilmiş olan
çocuklar için çok yerinde bir saptamadır.3
Suç denilen olaya yani belirli hareketlerin yasak fiillerden sayılmaları ile
bunları işleyenlerin çeşitli tepkilere konu olmalarına, devlet müessesi şeklinde
gelişmiş insan toplumlarının meydana çıkışından çok önce bile rastlanmıştır.
Tarihte hiçbir toplum yoktur ki orada belirli filler yasaklanmamış ve bunun
karşılığı olarak ceza müeyyidesi var bulunmamış olsun. Suçlar toplumların
sosyal, ekonomik ve manevi şartlarına göre şekillenmiştir. Ceza hukukunda
suç ise, değişik yazarlar tarafından çeşitli biçimlerde tarif edilmektedir.
Gerçekten bütün tariflerde esas teşkil eden husus, fiilin suç olması için kanun
koyucu tarafından cezalandırılmış bulunmasıdır. Bu nevi tarifler hemen ikinci
bir soruyu tahrik eder. O halde niçin kanun belirli fiilleri ceza müeyyidesi ile
karşılamakta diğer filleri ise aynı işleme tabi kılmamaktadır.4
2
Mustafa Saldırım: “Suça Đtilmiş Çocukların Yeniden Sosyalizasyonu Projesi”, I. Ulusal Çocuk ve Suç,
Nedenler ve Önleme Çalışmaları Sempozyumu, 29-30 Mart 2001 AÜ ATAUM, UNICEF, Ankara, 2002,
s. 279.
3
Saldırım, a.g.m., s. 279
4
Dönmezer, Kriminoloji, s.45
6
Belirli bir suça verilen ceza belirli bir kültürde, belirli bir zaman süresi
içinde değişebilmekte, hafiflemekte veya ağırlaşmaktadır. Önceleri suç
sayılan davranışa türlü sebeplerle (sosyal, siyasal, ekonomik gibi) o suçun
cezası da ortadan kalkabilmektedir.
O halde önce çözümü gereken problem belirli hareketleri suç haline
getirirken kullanılacak ölçüdür.
Yüzyıllardan beri suç ve suçlu davranışları gerek bireyleri, gerekse
toplumları düşündürmüş
ve uğraştırmıştır. Eskiden beri bazı etmenlerin
suça yöneltici etkileri dikkat çekmiş bulunuyordu. Örneğin; Platon, Kanunlar
adlı eserinde suçu ruhun bir tür hastalığı olarak saymış ve bunun üç kaynağı
bulunduğunu belirtmiştir: Đhtiraslar (istek, arzu, kıskançlık, hiddet v.b), zevk
aramak ve cahillik. Platon’a göre ceza suçluyu aydınlatarak ıslah eder ve
onun üzerinde, hiddet, zevk arzusu vb. gibi etmenlerin kurduğu baskıların
ancak aydınlanma yoluyla yok edilebileceğini ifade etmiştir5.
Günümüzde genel ahlâk ve âdabı korumak amacı ile suç koymak
söyle dursun, hatta bu konuda bazı fiilleri suç olmaktan çıkarmak ya da bazı
fiilleri sadece idari tedbir ve müeyyidelerle karşılama yolu tutulmaktadır.
Ancak kanun koyucunun belirli suçları yaratmak için koyduğu
kanunların başarılı olabilmesi ve uygulanabilmesi kamuoyunun bunları
tutmasına bağlıdır. Yeni suç koyan kanunların, çok kuvvetli olarak,
kamuoyunca desteklenmesi gerekir. Bu sebeple esasında öteden beri var
olan bir örf ve adete dayanan kanunlar çok daha başarılı olarak uygulanırlar.6
Bütün bunlar toplum düzeninin sağlanmasına esas olarak yapılmaktadır.
Toplumsal değişme ve gelişmeye bağlı olarak, suçların algılanış
biçimi, suç türleri, suç işleyen bireye karşı gösterilecek yaklaşımlar da
değişmektedir. Önceleri suç işleyen bireyler, kötü, saldırgan olarak
görülmekte, bu nedenle toplum dışına itilmekte, çok katı cezalara maruz
5
6
Dönmezer, Kriminoloji, s.2
Dönmezer, Kriminoloji, s.20
7
kalmakta iken ve suç işleyen bireyin hakkından sözedilmezken, çağımızda
suç işleyen bireye yönelik daha modern ve insan onuruna yakışan
yaklaşımlar sergilenmeye başlanmıştır. Artık kasıtlı veya taksirli olarak, hukuk
kurallarına uymayıp suç işleyen bireyin de yaşadığı toplumun bir parçası
olarak görülmesi, insan olmalarından dolayı bazı hakları olduğu bilinci
toplumlarda yerleşmeye başlamıştır. Bu anlayış değişikliği, toplumların suç
nedenleri konusundaki düşüncelerinin değişmesi ile bağlantılıdır. Önceleri
suçu işleyen birey suç ile ilgili olarak tek başına ele alınmakta ve tüm
sorumluluğun ona ait olduğu düşünülmekteyken, bugün bireyi suça yönelten
nedenler pekçok faktörle açıklanmaya çalışılmaktadır. Toplumlar da artık
içlerinde bulunan suç işlemiş bireylerden sorumluluk duymaktadırlar7.
Kriminolojik teorilerin tümünde asıl amaç suç olgusunu anlamak ve
açıklamaktır. Burada nedensellik sorunu ortaya çıkar. Nedensellik basit bir
şekilde bir diğerini üreten veya bin görüldüğünde diğerinin ortaya çıktığı iki
olay ya da durum arasındaki ilişki şeklinde tanımlanabilir. Đnsan doğasını
bireysel bir olgu olarak gören teorisyenlerin nedensel açıklamalarını da
bireysel düzeyde yapmaları doğaldır.
yapılmış açıklamalar
vardır.
Bireysel düzeyde iki
kutupta
Bunlardan ilki suçlu davranışa neden
olunmadığı, fakat suçun insanın özgür seçimi olduğudur.
Bu açıklamaya
göre, suçun seçimi diğer herhangi bir davranışın seçimine benzemekle
birlikte onun bazı durumsal yükümlüleri olabilir, temelde yasaları ihlal etmeyi
seçen bireyler bunu güdülerini tatmin etmek için yaparlar. Bu güdülerin ranjı
sonsuza kadardır. Suçun kaynağını açıklamada bireysel düzeydeki ikinci
durum suçlu davranışın özgür seçimi yerine onun ortaya çıkmasına neden
olunduğunu kabul eden teorisyenlere aittir. Bireyi ihlale yönlendiren veya
onun yasa ihlal eden bir davranış sergilemesine yol açan herhangi bir güdü,
rahatlatıcı bir davranış olmak yerine nedensel olabilir. Biyolojik ve psikolojik
ve sosyolojik suç teorileri genetik veya kromozom anormallikleri, fiziksel
anormallikler, yetersiz sosyalizasyon, taklit, öğrenme, güçlendirme veya daha
7
Mustafa Saldırım: “Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi Açısından Suça Đtilmiş Çocuğun Haklarına
Bir Bakış ve Bir Öneri” Adalet Dergisi: sayı 1 http: www.adalet.gov.tr. Erişim tarihi 24.04.2007
8
genel bir süreç olan sosyal etkileşim gibi geniş bir yelpazede yer alan çeşitli
koşulların sonucu olabilir.8
1.1.2. Suçun Tanımı ve Niteliği
Suç hakkında yaradılıştan tek olan veya ayırt edilen hiçbir şey yoktur.
Bir çok davranış biçimi ensest dahil, evrensel olarak suç sayılmaz. Suç
faaliyeti doğuştan veya sonradan kazanılan özellikleri ile değil
bulunduğu
arasında
sosyal durumla tanımlanır. Örneğin
olunca yasaya uygun
içinde
cinsel ilişki karı-koca
bir davranış olarak
nitelendirilir. Bu
tanımlanması gereken fiziksel bir faaliyettir. Oysa aynı faaliyet
yasal
sistemler tarafından ensest, zina, ırza tecavüz şeklinde suç olarak, faaliyeti
yapan kişiler de suçlu olarak nitelendirilmiş olabilir. 9
Suç, hukuki olduğu kadar sosyolojik, kriminolojik, ahlaki, iktisadî ve
siyasi yönü de olan bir olaydır. Suç üzerinde yapılan çalışmalara bakacak
olursak bilim adamlarının yaptığı tanımları ve yapabileceğimiz diğer tanımları
şu şekilde sıralayabiliriz:
Pozitif hukuk alanında çalışan Teknik Hukuk Okulu’na göre suç,
“hukuki nizamın netice olarak ceza terettüp ettiği fiil”dir.” Maggiore suçu;
“ahlak düzenini ağır bir şekilde bozan ve bu nedenle devletin hoş
görmeyeceği ağır bir fiil” olarak tanımlamaktadır.” Garafalo suçu, tabii suç
biçiminde anlayıp “her zaman her yerde ortalama bir dürüstlük ve merhamet
duygularına saldırıyı ifade eden bir hareket” olarak tanımlamaktadır. Ferri’ye
göre suç, “Antisosyal, bireysel güdüler tarafından meydana getirilen, hayat
8
Tülin Günşen Đçli: “Toplumdan Kopuş Suç ve Şiddet”, Sosyolojiye Giriş, Ed. Đhsan SEZAL, Đstanbul, s.632633
9
Tülin Günşen Đçli: Kriminoloji, Ankara, 2007, s. 24
9
koşullarını bozan belli bir çağda halkın ortalama ahlak duygularına
aykırılık teşkil eden hareketler, cezalandırılabilir hareketlerdir.” 10
Jhering suçu “toplum halinde yaşama şartlarına yönelmiş her türlü
saldırı” olarak tanımlarken, Thomas ve Znaniecky göre suç“kişinin kendisini
mensubu saydığı grupta, varlığı toplum dayanışması ile çelişki gösteren
fiildir.” derken Durkheim da buna benzer bir tanımlama ile suç, “kollektif
bilincin kuvvetli ve belirli tutumlarını ihlal eden fiillerdir” demiştir.” Taft’a göre
suç ; topluma zarar veren hareketler ya örf ve adetlerce belirlenmiştir, yahut
grup içinde egemenliği elinde tutanlar, diğer kişilerin, tavır ve hareketleri
uydurmaları için modelleri, örnekleri ve bu suretle moral kuralların tümünü
tespit ederler; bu kurallara uyanlara sosyal itibar verir, bunları ihlal edenlere
söz konusu mevkii reddederler.”11
Başka bir tanıma göre ise suç, “halkın güvenliğini korumak için devletçe
yayımlanan ve ceza tahditini taşıyan bir konunun, sorumlu bir kişi tarafından, icrai
ve ihtimali olabilen bir hareketle ve bir hak veya vazifeye dayanmaksızın ihlal
edilmesidir.”12
Beccaria’nın şu tanımı biraz daha sosyolojik motiflere bürünmüş
gözükmektedir : “Suçların bir kısmı doğrudan doğruya ve kati bir şekilde cemiyetin
yahut da bu cemiyeti temsil edenin mahvedilmesi gayesine matuf (yöneltilmiş)
olmaktadır. Diğer bir kısım suçlar ise ya vatandaşın hayatına, yahut mallarına,
yahut da şeref ve haysiyetine bir tecavüz teşkil ederler ve nihayet bir kısım suçlar
da vardır ki, bunlar amme saadet ve selameti için ceza kanunun emir ve nehyettiği
(yasakladığı) hususlara taarruz teşkil eyleyen fiillerdir.”13
Uluğtekin, “Suç niteliği bakımından toplumsal yapıdaki düzensizliği, bireyler
ve tabakalar arasındaki çatışmayı en açık ve kesin bir şekilde yansıtan, bireyler ve
10
Uğur Alacakaptan, Suçun Unsurları, Sevinç Matbaası, 1970, s.1
Dönmezer, Kriminoloji, s. 46
12
Hakkı Uma, Ceza Hukuku, Ankara, 1975, s.14.
13
Cesare Bonesana Marchese Beccaria, Suçlar ve Cezalar Yahut Beşeriyetin Mecellesi, Çev., Muhittin
Göklü, Đstanbul, 1961, s.232
11
10
toplulukların toplumsal kurumlar ve değerlere olan hoşnutsuzluğunu gösteren
toplumsal hastalık belirtisidir.”14
Hukuksal bakımdan suç ise, devletin hukuk düzeni içinde kendisine
netice ve yaptırım olarak ceza konulmuş eylemdir ve suç sayılan bu eylem,
ceza yasasının ihlali değil, ceza yasası ile korunan kuralların ihlal
edilmesidir15.
Teknik hukuki nitelikleri tariflerin sosyolojik bakımından itibarları daha az
olmak gerekir; zira bu tariflere göre bir gün bu kanunlar ilga edilecek olursa
toplum içinde suçun da kalkacağını kabul etmek gerekecektir. Oysa topluma
zarar veren hareketler, kanunlar bunları tarif etmeden önceden de mevcuttur.
16
Suç
evrensel
bir
olgudur.
Toplumların
tarihsel
gelişim
süreci
incelendiğinde her tür sosyal yapıda suçun var olduğu görülür. Evrenselliğinin
yanında suçun bir başka niteliği de göreliliğidir. Suç oluşturan fiiller
toplumdan topluma ve aynı toplumda da zaman içinde farklılık gösterebilirler.
Bir toplumda suç olarak tanımlanan bir davranış başka bir toplumda suç
olarak tanımlanmayabilir. Bunun yanı sıra toplumların sosyal değişme ve
gelişme süreci içinde, bir dönemde suç olarak tanımlanmayan bir davranış
daha sonra yasalarda suç olarak tanımlanabilir. Buna örnek olarak 10 yıl
öncesine kadar alışverişlerde
‘katma değer’ vergisi ödememenin suç
olmaması gösterilebilir. Buna karşılık adam öldürme hemen her toplumda,
her dönemde ceza yaptırımı ile tepki görmüş bir davranıştır.17
O halde suç tümüyle tanımsal bir faaliyettir. Suç kavramı vardır, çünkü
bazı faaliyetler bu şekilde tanımlanmışlardır. Sosyal tepki dışında bu
faaliyetler benzer hatta aynı tür davranıştan açıkça ayırt edilemezler. Çünkü
‘suç’ doğal olarak ‘suç olmayan’ ile benzerdir. Bir davranış bazı kişiler
14
Sevda Uluğtekin: “Hükümlü Çocukların Toplumsal Kökeni”, AD, Ankara, 1983, s.639.
Hamdi Yaver Aktan, “Suç ve Suçluluk Nedenlerine Kriminolojik Bir Yaklaşım”, AD, Sayı 2, 1981, s.135
16
Dönmezer, Kriminoloji, s.45-46
17
Tülin Günşen Đçli: Türkiye’de Suçlular Sosyal, Kültürel ve Ekonomik Özellikleri, Atatürk Kültür ve
Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını, sayı 71, Ankara, 1993, s.7
15
11
tarafından bazı durumlarda yapıldığı zaman suçtur, başka kişiler tarafından
başka durumlarda yapıldığı zaman suç değildir.18
Suç sosyal problemlerden biridir. Sosyal sistem içinde var olan
değerlere aykırı davranışlarda bulunmak, sosyal problemlerin ortaya
çıkmasına neden olur. Gerçekte suç olgusunu izah edebilmek için toplum
içindeki mevcut sosyal problemleri bilmek gerekir.
Suç ile diğer sosyal problemler arasında yakın bir ilişki vardır. Özellikle
bazı sosyal problemler sonucu suç işleme oranları artmaktadır. En genel
anlamda suç toplumda yürürlükte olan normlardan bir sapma olarak
tanımlanmaktadır. Diğer bir deyişle suç diğer sapma davranışları gibi
toplumun değer ve normlarından sapan bir eylemdir. Fakat suç kanun
koyucuları tarafından ceza yaptırımı ile belirlenmiş olduğundan dolayı diğer
sapma davranışlarından ayrılır.
Bir davranışın suç sayılabilmesi için belirli unsurların bulunması gerektiği
düşüncesinden hareket eden Sutherland, bu unsurların neler olduğunu şu şekilde
ifade etmektedir.
1. Bütün grup veya bir grup içerisinde siyasal bakımdan önemli olan bir
alt grup tarafından takdir edilen bir değer,
2. Toplumlarda bir yer teşkil eden küçük bir grubun, kültürel bakımdan
diğer bir grup ile anlaşmazlık içinde bulunması, dolayısıyla söz konusu olan değeri
ya hiç takdir etmemesi ya da az takdir etmesi ve böylece o değeri tehlikeye
sürüklemesi,
3. Değeri takdir etmeyenlere karşı usulünce uygulanan bir yola
başvurulması.
19
Bu üç unsur etrafında oluşturulan tanımlamada, toplum içerisinde
ağırlıklı söz sahibi durumunda bulunan grubun suça ilişkin davranışları belirlediği
açıkça görülmektedir.
18
19
Đçli, Türkiye’de Suçlular,, s.3-4
Dönmezer, Kriminoloji, s.46
12
DURKHEĐM’e göre suç normal, zorunlu ve yararlıdır. Normaldir zira,
suç işlemeyen toplum tasavvuru imkansızdır. Zorunludur zira, suçların ihlal
eylediği duygular, bütün kişilerin vicdanlarında vardır, bunun tersi olan
duyguların kişinin vicdanına yerleşmesine imkan yoktur. yararlıdır, çünkü suç
olmasa idi, toplum mutlak bir durgunluk içinde kalırdı20.
1.1.3. Yaş ve Suç
Suç ve suçluluk konusundaki çalışmalar, suçun yaş, medeni hal,
eğitim durumu, meslek, yerleşim yeri, siyasal ve ekonomik dalgalanmalar,
coğrafi koşullar gibi birçok faktöre bağlı olarak değişiklik göstermektedir.
Çalışmamızda çocuk suçluluğu inceleneceğinden, suçun yaş ile olan
bağlantısı üzerinde durmak faydalı olacaktır. Ayrıca ilerleyen bölümlerde,
çocuk suçluluğu ve kentleşmenin suçluluk üzerine etkisi geniş bir şekilde
incelenecektir.
Yapılan araştırmalara göre suç işlemenin yaygınlığı onlu yaşlarda (1319) zirveye çıkmakta, ancak daha sonra yirmili yaşlarda düşüşe geçmektedir.
Bu seyir, hem kesir ve hem de uzun dönemli (zaman içinde birkaç defa tekrar
edilen) araştırmalarda görülmektedir. Đngiltere'de, resmî kayıtlara göre
erkeklerin suç işleme yaşının zirvesi 1987'ye kadar 15 idi. Fakat, dükkândan
mal aşırma suçunu işleyen genç suçluları tespitteki azalmanın bir sonucu
olarak 1988'de 18'e yükseldi. Đngiliz kadınlar için zirve yaş, 1985'e kadar 14
iken, o tarihten sonra 15'e yükseldi. Cambridge Üniversitesi tarafından
yapılan bir araştırmanın bulgularına göre, mahkûmiyetlerin oranı 17 yaşında
zirveye ulaşmakta ve bu yaştan sonra düşmektedir. Suç tiplerinin çoğunluğu
(bina hırsızlığı, gasp, oto ve otodan hırsızlık, dükkândan mal aşırma) için
20
Dönmezer, Kriminoloji, s.50
13
ortalama (medyan) mahkûmiyet yaşı 17 iken şiddet suçlan için 20,
sahtekârlık suçlan için ise 21'dir.21
Umumiyetle
istatistikler
yaş
arttıkça
suç
miktarının
azaldığını
göstermektedir ki, böylece ihtiyar mücrimlerin daha az olduğu anlaşılmaktadır
Adet itibariyle bu azalmağa mukabil bazı suçlarında yaş ilerledikçe çoğaldığı
görülmektedir. Meselâ; dolandırıcılık, küçük hırsızlıklar ve taksirli suçlar bu
meyandadır. Bir taraf dan da, ihtiyarlığın verdiği tedenninin bir aksülâmeli
olarak teşhircilik, küçüklerin ırzına geçmeğe teşebbüs gibi suçların çoğaldığı
da görülmektedir.22
Yaşın suçluluk üzerindeki etkileri şu suretle özetlenebilir23:
1)Đnsan hayatının ilk 15 yılı içerisinde suç çok az miktarda
işlenmektedir. Zira çocuklar bu dönemde ebeveynlerinin sıkı denetimi
altındadırlar. Bu dönemde çocukların davranışlarını kontrol bakımından bir
takım pekiştireçler etkin olarak faaliyettedir.
Buna karşılık yetişkinlik ve erişkinlik çağında durum bazı ülkelerde
değişmekte ve gençler suça yöneltici pekiştirenlerin etkisi altına girdikleri için
suç oranı yükselmektedir. Bizim ülkemiz bakımından ise suçu engelleyici
pekiştirenler faaliyetlerine devam ettiği için suç oranı, meselâ Amerika'dan
çok farklı olarak, suçta doruk (zirve) 21 yaşlarından sonra ortaya çıkmaktadır.
2) Esas trend yaş ilerledikçe suç oranının azalması olduğu halde bazı
suçlar, daha ileri çağlarda doruk (zirve) yapmaktadır: Söz gelişi otomobil
hırsızlıkları erken yaşlarda doruk noktasına ulaştığı ve kısa bir süre sonra
ortadan kalktığı halde basit hırsızlıklar, hileye dayalı suçlar daha ileri yaşlarda
bu düzeye gelmekte ve yavaş yavaş azalmaktadır.
21
H. Đbrahim Bahar, Kazım Seyhan: “Çocukta Suçluluğun Gelişmesine Yol Açan Faktörler”, Polis Dergisi,
Sayı 47, Ocak-Mart, 2006, s.96
22
Hüsnü Gider, Genel Kriminoloji ve Adalet Psikolojisi, Ankara,1961, s.334
23
Dönmezer, Kriminoloji, s. 124
14
3) Müzmin (kronik) suçluların suça erken yaşlarda başladıkları
görülmektedir.
4)Gençlik dönemi insan hayatının maceralı zamanıdır. Genç insan
suçta az beceri sahibi olduğundan çabuk yakalanır. Bu çağ tatmin edilmemiş
ihtiraslar, işsizlik dönemidir. Genç suçlu hızlı ve tehlikeli biçimde yaşar ve
erken ölür; böylece demografik bakımdan kanuna saygılı olanların daha yaşlı
ölmelerini sağlar. Ceza adalet sistemi çok küçük ve yaşlı suçluya karşı çok
daha yumuşak ve hoşgörülüdür. Ayrıca genç nüfus medya'nın suça yöneltici
etkilerine daha açıktır; buna karşılık yaşlılar din ile daha çok ilgilidirler; din ise
kişi üzerinde ahlâkîleştirici etki yapar.
5)Arz olunan sebepler dolayısıyla tarihî ve coğrafî bakımdan yaşın
etkisinin sabit kaldığı yapılan araştırmalarla tespit edilmektedir. Yetişkinlik ve
erişkinlik dönemlerinde ortaya çıkan ve suçlu davranışa yönelten para, seks,
arkadaş çevresi ve toplumun ortak ahlâk standartlarını reddetme gibi
pekiştireç kaynakları ve kişinin ana baba gibi güçlü kontrol unsurlarının etkisi
dışına çıkışı elbette ki; yaşın suça yöneltici etkileri olarak telakki edilmelidir.
Bir taraftan enerji, güç, kuvvetli dürtülerin etkileri sürerken diğer yandan
meşru tüketim kaynaklarının ve becerinin azlığı suçluluğu hayatın bir
bölümünde yaşa bağlı olarak arttırmaktadır. Bütün çağdaş toplumlarda
gençler bu uyumsuzluk döneminden geçmektedirler; ancak batı ülkelerinde
bu yaş dönemi 16-22 olduğu halde ülkemizde toplumsal sebeplerle 20'lerden
sonra gelmektedir. Demek oluyor ki, yaşa bağımlı olarak suçta bir doruk
oluşacaktır; ancak bunun yaş seviyesi toplumsal kültür ile ilgilidir.
Pek çok teoriler suç işlemenin neden onlu yaşlarda zirve yaptığını
açıklamaya çalışmaktadır. Meselâ, suç işleme ile erkeklerdeki testosteron
hormonu seviyesi, fiziksel kabiliyetlerdeki değişmeler veya suç fırsatları
arasında bağlantı kurulmuştur. Testosteron seviyesi, ergenlik ve erken
yetişkinlik esnasında yükselmekte, daha sonra ise düşmektedir. En popüler
açıklama, sosyal etki üzerine odaklanmaktadır. Doğumdan itibaren çocuklar,
suç işlemeyi genellikle çirkin gösteren ebeveynlerinin etkisi altındadırlar.
15
Fakat, onlu yaş yıllarında gençler yavaş yavaş ebeveynlerinin kontrolünden
kurtulurlar ve pek çok durumda suç işlemeyi teşvik eden arkadaşlarının etkisi
altına girerler. 20 yaşından sonra, arkadaş etkisinin yerini, eşlerden ve karı
koca gibi birlikte yaşanılan diğer kimselerden kaynaklanan ve suç işlemeye
karşı hasmane bir tavır takınan yeni ailevî etkiler aldıkça, suç işleme tekrar
azalmaktadır.24
1.1.4. Suçun Maliyeti
Suçun topluma iki tür maliyeti söz konusudur. Bunlardan ilki suç
sonrası ortaya çıkan zarardır ki, bu toplumsal nitelik ağırlıklı bir zarardır. Suç
toplumsal bir sorun olmakla birlikte her birey şahsına veya malına karşı
gerçekleşebilecek saldırılara karşı güvence içinde olmak ister. Suç korkusu
nedeniyle pek çok kişi toplumdan uzaklaşarak içine kapanır ve dolayısıyla
toplumsal birliği ve resmi olmayan sosyal kontrol mekanizmalarını zayıflatır.
Bütün bunların sonucunda toplumsal dayanışma çöker ve suçluluk daha da
fazlalaşır. Zira insanların suç korkusu ile toplumsal yaşamdan çekilmeleri ve
kendilerini evlerine kapatmaları sokaklarda suçlular için daha serbestçe
faaliyet gösterebilecekleri bir alan yaratır. Ayrıca, suç korkusu nedeniyle sarf
edilen paralar büyük meblağlara ulaşmaktadır. Örneğin koruma görevlileri istihdam etmek, alarmlar ve diğer koruyucu önlemler kurdurmak ya da sigorta
ettirmek için büyük paralar ödenmektedir. Bu yalnızca kişi ve özel
kuruluşların sarf ettikleri paralan ifade etmektedir. Öte yandan devlete
ödediğimiz vergilerin önemli sayılacak bir bölümü suçluları yakalama,
24
Bahar ve Seyhan, a.g.e., 97
16
kovuşturma, yargılama ve suçlulara hükmedilen cezalan infaz etmeye
harcanmaktadır 25.
17 ülkede 34.000 kişi ile telefon yolu ile yapılan Uluslararası Suç
Mağdurları Araştırması’na göre ise Đngiltere ve Galler’de suç mağdurları
oranı %26’dır. Bu sayı Hollanda, Đsveç’te %25, Kanada’da %24, ABD’de ise
%21’dir. Đngiltere’de hırsızlık suçlarının %53’ün ev sahiplerinin evlerinde
olduğu bir anda gerçekleşmesi bireysel güvenlik açısından ne kadar vahim
bir durumda olduğunu göstermektedir26.
Örneğin Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan bir araştırma Amerikan
halkının %64'ünün herhangi bir suçun mağduru olmamak için geceleri
sokağa çıkmaktan kaçındıklarını ortaya koymaktadır. Yine aynı araştırma her
dört kişiden birinin gece sokağa çıktığında yanına köpek, silah ya da düdük
gibi bir şey, her üç kişiden birinin ise başka bir kişiyi aldığını belirlemiştir.
Evlerinin korunması için ise halkın %5 inin birden fazla kilit, %15'inin alarm,
%8'inin
pencere
demiri
taktırdığını,%43
ila
%52'inin
evde
silah
bulundurduğunu, %44'ünün ise köpek beslediğini ortaya koymuştur. Öte
yandan kentte yaşayanların önemli bir bölümü evlerinden taşınmaları için en
başta gelen nedenin suç korkusu olduğunu (%24) belirtmişlerdir. Kırsal
yörelerde bu oran %30'dur27.
Harvard Law School tarafından yapılan suçluluk korkusu ile ilgili
olarak, düzenlenen bir ankette Portland / Oregon’da
soru sorulan
yetişkinlerden dörtte üçünün karşılarından bir gurup gencin geldiğini görünce
yolun diğer tarafına geçtiklerini; Baltimore’daki başka bir ankete göre
sorulanların yaklaşık yarısının sadece gelen bir tek gencin karşısına
çıkmamak için yolun karşısına geçtiklerini, ortaya çıkardı. Umumi bir oturma
tesisinde yaşayanlarla yapılan röportajda, çevrelerindeki en tehlikeli yer
neresidir diye sorulan soruda çocukların/gençlerin içmek ve müzik dinlemek
25
Füsun Sokullu-Akıncı, Kriminoloji, Đstanbul, 2004, s.5 4-60
Mehmet Özcan, “Avrupa’da ve Türkiye’de Suç Đstatistikleri ve Suçlardaki Artış”, s.1
http://www.turkishweekly.net/turkce/yorum.php?id=388, ulaşma tarihi 01.04.2007
27
Sokullu-Akıncı, a.g.e, s.55
26
17
için buluştukları bir yeri söylemişlerdi ki burada daha hiçbir suç olayı
meydana gelmemişti. Bostan’daki umumi oturma tesislerinde yaşayanlardan
en çok korku; düzensizlik ve saygısızlığın çok olduğu ama suçluluğun
olmadığı binalarda yaşayanlarca ifade edilmiş. Bu sebeplerin ardında
anlaşılan bu anlamdaki görünümlerdir; normalde zararsız olan, örneğin metro
ve grafiti gibi. Nathan Glazer’in tarif ettiği gibi metro kullanıcısının “ günde
birkaç saat zamanın geçirdiği çevrenin, kontrolsüz olduğu ve kontrol
edilemez olduğunu ve her isteyenin buraya girip düşünülebilen her şeyi ve
zararı meydana getirebileceğini” düşünmeye ve inanmaya başlar28.
1.1.5
Suç Đstatistikleri Nasıl Anlaşılmalıdır?
Đstatistik, verileri inceleme ile uğraşan bir disiplindir. Đstatistikten
konuşurken, gerçekte birtakım teknik ve yöntemlerden bahsetmekteyiz.
Araştırmada bir araç olarak düşünüldüğü takdirde istatistik, belirli amaçlar için
planlı ve sistemli olarak verileri toplama sınıflama, çözümleme ve
yorumlama teknik ve yöntemlerine alt bir disiplin olarak tanımlanmaktadır.29
Suçla ilgili yapılan araştırmalarda, istatistik önemli bir veri kaynağıdır.
Suç istatistikleri denilince öncelikle kolluğun (Polis Jandarma) ve Adalet
Teşkilatının istatistikleri akla gelir. Bütün bunlar resmî makamlarca meydana
getirilen istatistiklerdir. Bu çalışmada suç istatistiklerine yer verilmesi
nedeniyle, suç istatistiklerinin nasıl anlaşılması gerektiği değerlendirilmelidir.
Suçlu davranışının doğru bir biçimde ölçülmesi, kriminolojik çalışmanın
en önemli amaçlarından biridir. Suçun kökeninin belirlenmesinde suçlu
28
Recep Tayfun, “New York Şehri Polis Departmanının Suçla Mücadelesindeki Başarısı -New York’dan
Öğrenmek”, Polis Dergisi, Sayı 40 www.egm.gov.tr erişim tarihi 27.04.2007
29
Saim Kaptan, Bilimsel Araştırma Teknikleri ve Đstatistik Yöntemleri, Olgaç Matbaası, Ankara, s. 297
18
davranışın ölçülmesi temeldir. Güvenilir suç verileri aynı zamanda adalet
sisteminin geliştirilmesi için de gereklidir. Çünkü bu araştırmaların üç temel
amacı vardır. Öncelikle insanların neden suç işlediklerini belirlemek ki bu
suçun nedenlerini oluşturur. Đkinci olarak bu bilgiyi suçlu davranışı tahmin
etmede kullanmak ve son olarak ceza adalet sisteminin her aşamasında
karar vermeyi kolaylaştırmaktır.30
DÖNMEZER istatistik metodunun önemini belirtmekle birlikte, çeşitli
mahsurlarını da şu şekilde sıralamaktadır31
a) Söz konusu istatistiklerin hiç birisi, bir memlekette işlenen gerçek
suçlulara ait miktarları yani suçluluğun hacmini göstermez. Zira meydana
çıkmayan, Polisin veya Adliyenin ilgisini çekmemiş bulunan büyük bir suç
miktarı istatistiklerde gözükmez.
b) Resmî kuruluşlar, istatistiklerden faaliyetleri hakkında sonuçlar
çıkarılacağını bildiklerinden, istatistiklerdeki rakamları bilimsel maksatlarda
kullanabilecek
yönden
daha
çok, faaliyetleri hakkında fikir vermeyi
sağlayacak doğrultuda belirtme eğilimini taşırlar.
c) Metodun uygulanması suretiyle belirli bir kişinin ne için suçlu olduğu
belirlenemez ve sebep keşfolunamaz. Mukayese için ele alınan grupların
homojen olmayacağı meselâ suçsuz olarak ele alınan grupta suçluların
bulunabileceği, ayrıca suçlu olarak genellikle cezaevlerindeki kişiler ele
alınacağına göre bunların da gerçek suçluları temsil etmedikleri söylenebilir.
e) Bir cezaevinde bulunan suçlular, ancak bir grup halinde ele alınabilir
ve incelenebilirler. Oysa bu suçluların, renk, ırk, cinsiyet gibi özelliklerini
önceden tâyin mümkün ise de doğum, aile ve ev şartları, ebeveynin karakteri
gibi özellikleri mahkûmların evvelce yaşamış bulundukları yerlerden dikkatle
ve özenle tespit edebilmek bu metotla hemen de mümkün değildir.
30
31
Đçli: “Toplumdan Kopuş Suç ve Şiddet”, s. 640
Dönmezer, Kriminoloji, s.29-39
19
f) Metodun uygulanması için suçlularda bulunacak özelliklerin, bütün
nüfusun özellikleriyle mukayese edilmesi gerekir; oysa tüm nüfusu oluşturan
kişilerde bulunduğunu tasavvur ettiğimiz müşterek özelliklere ait istatistik
bilgiler ise çok kere gerçeğe uymamaktadır.
g) Belirli özellik ve şartların istatistik ifadesi bize bunlardan bazılarının
önemli olduğunu telkin eder ve belki bu önemi matematik olarak ölçmeye de
imkân verir; meselâ ana babası boşanmış veya ölmüş bulunan çocukların,
ebeveyni sağ ve boşanmamış çocuklara göre daha fazla suç işlediklerini
gösterir. Fakat biz aynı zamanda şu hususu da bilmek zorundayız: Ana
babaları boşanmış ve ebeveynleri vefat etmiş bulunan bazı çocuklar ne için
suç işlememektedirler? Đşte açıktır ki, istatistik metodunun uygulanması ile bu
gibi soruların cevabını almanın imkânı yoktur.
f) Đstatistik metodunun kullanışında bu metodun bünyesindeki en
esaslı sakınca, çeşitli tasnif şekillerini ve özellikleri rakamla belirtilir hale
getirmek zorunluluğu dolayısıyla, gruplar teşkili ve böylece incelenen süjelere
ve ünitelere ait bireysel özelliklerin kaybolmasıdır.
g) Geleneksel suç istatistikleri, ağırlık ve vahametleri ne olursa olsun
bütün suçları aynıymış gibi rakamlaştırır.
h)Son olarak, istatistik metodunu kullanırken çok dikkatli olmak
gereklidir.
Suçu
izah
bakımından,
doğrudan
doğruya
ilk
ilişkilerin
istatistiklerden elde olunamayacağını, ancak sadece bazı semptomların elde
edilebileceğini unutmamak gerekir.
Đstatistiklerdeki suç sayılarının artması, her zaman da siyah sayıların
azaldığını göstermez. Bu artışın çeşitli nedenleri olabilir:
a.- Polisteki etkinliğin artması, istatistiklerde daha çok suçun yer
almasını sağlar,
20
b.- Polis belirli konular üzerine daha fazla eğilir ve kamuoyunun ilgisini
çeken konularda (özellikle) yoğunlaşırsa bu konuya ilişkin istatistikler daha
kabarık olur,
c-Halkın polise karşı tutumunun daha olumlu hale gelmesi ve suç
ihbarında daha istekli davranması istatistiklerde yer alan sayıları artırır,
d.-Günümüzde insanların suç işleme olasılıkları artmıştır.
Bu,
insanların daha ahlaksız olmasından değil, pek çok suçun daha kolay
işlenebilir hale gelmesinden kaynaklanmaktadır. Örneğin marketlerden
hırsızlık, sayıca çok artan motorlu taşıt araçlarıyla işlenebilen suçlar,
e.-Polis memurları, daha etkin görünebilmek için daha çok yakalama
işlemi yapmaktadırlar,
f.- Kanunların yeni koyduğu suçlar da istatistiklerdeki sayılan artırır32.
Resmi suç istatistikleri yanında suç araştırmalarında kullanılabilecek
diğer veriler, mağdur anketleri ve bireyin beyanına bağlı suç ölçümleridir.
Mağdur anketleri, değişik ülke ve kentlerden çok sayıda kişiye belirlenen bir
süre içinde bir suç mağduru olup olmadıkları, oldularsa olayı polise rapor
etmedikleri sorularını içerir. Mağdur anketleri bazı suçların diğerlerine oranla
polise daha fazla rapor edildiklerini belirtir. Genel olarak ciddi suçları polise
ihbar edilme olasılığı yüksektir. Bireyin beyanına bağlı suç ölçümleri ise,
bireyin (varsa) kaç suça katıldığı öğrenmeye yönelik soruları içerir. Bu
araştırmalarda soru kağıtları isimsiz olarak, yalnız soruların bir kısmı yüzyüze
mülakatla tamamlanır. Bireyin beyanına bağlı suçlarla ilgili yıllardan beri
geliştirilen çok sayıda araştırma yapılmıştır. Bu araştırmaların doğruluğunu
sağlayan en önemli unsur bireyin beyanında dürüst olmasıdır. Bu üç suç
ölçütü birbirleriyle karşılaştırıldığında tüm eleştirilere rağmen ciddi suçlarda
32
Sokullu-Akıncı , a.g.e, s. 76
21
en güvenilir kaynağın resmi istatistikler, daha az ciddi suçlarda ise mağdur
anketleri ve kişisel beyana bağlı raporların güvenilir olduğu ifade edilmiştir.33
Suç istatistiklerinde oluşan siyah sayıların çeşitli nedenleri olabilir34.
Suçlunun mağdur tarafından yeterli bir şekilde tanımlanamaması:
Mağdurun suça rıza gösterdiği durumlarda, örneğin çocuk düşürme
suçlan ve cinsel suçlarda bu suçların ihbar edilebilme olasılığı çok
düşüktür.
Mağdur ve suçlu arasında önceden var olan ilişkiler de mağduru suçu
ihbardan alıkoyar. Örneğin mağdur akrabası, dostu veya iş arkadaşı
olan suçluyu küçük düşürmek istemez.
Önemsememe, korkma ve çekinme gibi nedenlerle de mağdur suçu
polise bildirmez.
Mağdur polis yöntemlerini yeterli görmez ve ona güvenmezse adalet
mekanizmasına inanmıyorsa suçluluk yine gizli kalır
Mağdur bir suçla ilişkisi olduğunun farkında değildir, ya da ihbar
edebilecek durumda değildir.
Mağdursuz suçta suçun faili kendi işlemiş olduğu suçun aynı zamanda
mağdurudur. Örneğin uyuşturucu madde kullanma, fuhuş, hukuka aykırı
kürtaj, kumar oynama. Bu suçların polisçe bilinmesi olasılığı çok azdır.
33
34
Polisin bilmediği suçlar olduğu gibi bilmek istemediği suçlar da vardır.
Đçli: “Toplumdan Kopuş Suç ve Şiddet”, s. 642-643
Sokullu-Akıncı, a.g.e, s. 77-85
22
1.1.6 Çeşitli Dünya Ülkelerinde Suç Eğilimleri
Bu bölümde bazı dünya ülkelerinde, suçluluğun bir kısım genel
karakteristiklerini açıklamaya çalışılacaktır. Ülkemizde çocuk suçluluğunun
durumunu sağlıklı bir şekilde tespit edebilmek için, özellikle gelişmiş ülkelerin
bu konudaki tecrübeleri incelenmelidir.
Bilindiği gibi endüstrileşmiş toplumun kentleri gençleri ve göçmen işçileri
kendine çekmiş ve kentleşme sürecinde çeşitli sorunlar ortaya çıkmıştır.
Bugün, en azından birçok gelişmiş ülkede durum bundan çok farklıdır.
Kentler, kendi dış mahallerine, uydu kasabalarına hatta kırsal alana doğru
nüfus kaybetmekte ve bu çerçevede suçlarda değişiklikler görülmektedir.
Ülkemizde de benzer ve farklı yönleriyle birlikte, hızlı bir endüstrileşme ve
kentleşme süreci yaşanmaktadır.
Bununla beraber bütün dünya memleketleri için geçerli, ortak suçluluk
karakteristiklerinin var olamayacağı ortadadır. Benzer özellikler, olsa olsa,
aynı bir medeniyet ve benzer kültür düzeyinde bulunan memleketler
yönünden söz konusu olabilir. Böylece ekonomik yönden gelişmiş Avrupa
toplumları ya da ekonomik yönden geri kalmış toplumlara müşterek
birbirinden ayrı suçluluk özellikleri belirlenebilir. Bu bölümde ulusal ve
uluslararası çeşitli suç istatistiklerine yer verilecektir.
Amerikalılar geçen yıllarda suç problemi ile gittikçe daha çok
ilgilenmişler ve siyasî seçimlerde en önemli tartışma konusu (law and order)
kanun ve düzen olmuştur. Bu arada yıkıcı nitelik gösteren teşkilâtsız şiddet
suçlan da artmak yolunu tutmuş, gençler ve çocuklar tarafından işlenen yıkıcı
hareketlere ait rakamlar çoğalmıştır. Uyuşturucu maddeler kullanılması
gençlere sirayet etmiş ve lise öğrencileri arasında tutkunlara rastlanmıştır.
Spor faaliyetlerine paralel olarak yürütülen bir kumar girişimi gittikçe
şekillenmektedir. Cinsel suçlardaki artış ortaya bir psikopat tipi çıkarmıştır.
23
Büyük kentlerde, liman tahmil ve tahliye işçileri organize gangsterlere âdeta
teslim olmuşlardır.35
Bu karanlık tabloya rağmen son yıllarda Amerika’da da suç işleme
oranlarının düşüşüne ilişkin çeşitli istatistikler verilmektedir. 2003 yılında
Amerikanın Sesi (VOA) tarafından verilen bir haber şu şekildedir. “Amerika’da
suç işleme oranları son 30 yılın en düşük düzeyine indi. Adalet Đstatistikleri
Bürosu tarafından yayınlanan rakamlara göre, cinayet dışında şiddete dayalı
suçlarla, mala tecavüz suçları geçen yıl 23 milyona indi. 270 milyon nüfuslu
Amerika’da bu rakam, istatistiklerin tutulmaya başladığı ilk yıl olan 1973’de 44
milyon idi. Son 30 yılın en düşük düzeyine indi. Adalet Đstatistikleri Bürosu
tarafından yayınlanan rakamlara göre, cinayet dışında şiddete dayalı
suçlarla, mala tecavüz suçları geçen yıl 23 milyona indi. 270 milyon nüfuslu
Amerika’da bu rakam, istatistiklerin tutulmaya başladığı ilk yıl olan 1973’de
44 milyon idi.”36
Amerika
Birleşik
Devletlerinde
yaşanan
suçluluk
şu
şekilde
özetlenebilir: ABD’de suç her şeyden önce bir erkek egemen bir eylemdir.
1991 yılında FBI kayıtlarında suçları (adam öldürme, zorla tecavüz, gasp,
yaralama, hırsızlık, otomobil hırsızlığı) sonucu yakalanan 2,012,906 kişiden
1,572,591 kişi veya %78’i erkekti. Đkinci olarak çocuk ve gençti, üçüncüsü
baskın bir şekilde kent kökenliydi. Dördüncü çoğunlukla zenciydi. Kayıtlı
suçlar sonucu yakalanan zencilerin oranı toplumdaki oranlarının üç katıdır.
Son olarak fakirdir. 1991 yılında hapishanedekilerin %33’ü işsizdi. Genel
nüfustaki erkeklerin oranının neredeyse 4 katı. Tipik suçlulardan en çok
kanunlara uyan Amerikanlar korkar. Fakir, genç, kent kökenli zenci erkekler
suça karşı savaşta düşman güçlerinin çekirdeğini oluşturuyor. Onlar kurallara
35
Dönmezer, Kriminoloji, s. 59
http://www.voanews.com/turkish/archive/2003-08/a-2003-08-26-12-1.cfm?renderforprint=
1&textonly=1&&TEXTMODE=1&CFID=54034472&CFTOKEN=68188566 erişim tarihi 30.04.2007
36
24
ve yasalara uyan insanların korktuğu ve onların yaşamlarını ve huzurlarını
tehdit eden sert ama organize olamamış bir gerilla ordusudur. 37
Bugün Avrupa memleketlerinde ise suçluluğun gittikçe yaygın hale
geldiği ve şiddetle birlikte işlenen suçların, diğer suçlara oranla işgal ettiği
yerin kısmen de olsa arttığı görülmektedir. Oysa medeniyet gelişmesi, örf ve
adetlerdeki
yumuşamaları
sonuçlandığından
ve
ayrıca
batının
ileri
toplumlarında etkili bir suç politikası da uygulanabildiğinden, şiddet belirten
adam öldürme, ırza tecavüz, yağma, naşı izrar, isyan, kamu otoritesini temsil
edenlere mukavemet gibi, şiddetle birlikte işlenen suçluluğun gerilemesine
sebep
olmak
gerekirdi.
Medeniyet
karşılıksız faydalanma, dolandırıcılık,
ilerledikçe
mutavassıtlık,
hırsızlık,
dincilik, inancı kötüye kullanma,
sahtekârlık, rüşvet ve irtikâp, yalan şahitlik, iftira, karşılıksız çek keşidesi,
şantaj ve genel olarak beyaz yaka suçlarının çoğalacağı söylenmek gerekir.
Bununla beraber Avrupa memleketlerindeki istatistikler son yıllarda şiddetle
birlikte işlenen suçların arttığını göstermektedir. Sözgelişi Fransa'da şiddet
suçlan çok yüksek bir orana ulaşmıştır. Yine batı memleketlerinde organize
suçun gittikçe genişlik kazandığı görülmektedir. Suçluluk gittikçe profesyonel
nitelik almakta, tekerrür oranı yükselmektedir38.
Birçok Avrupa kentlerinde, aile hayatının yıkılması; toplum kimliğinin
kaybedilmesi; toplumdan uzaklaşma; iskân yönetiminde kiracı ilişkilerinin
yoksunluğu; emniyetsizlik duygusu; kollektif hizmetlerin eksikliği (kreşler, boş
vakitlerin değerlendirileceği sportif değişik imkânlar, kolaylıklar ve benzerleri),
yüksek uyuşturucu kullanımı hadiseleri, yüksek işsizlik seviyesi, farklı sosyal,
ırk ve etnik gruplara karşı hoşgörüsüzlük gibi faktörlerin bir birikimi ile
karakterize edilmiş alanlar içerir. Aile yapılarının zayıflaması, önceki kuşaklar
tarafından kabul edilmiş disiplin ve değerleri tehdit etmektedir. Anne babanın
otoritesinin ve sorumluluk duygusunu azalması yeni genç neslin yolunu
şaşırmasına katkıda bulunmaktadır. Bireysel davranışlar için sınırları daha
37
John J. Dilulio, Jeffrey Reiman: “Is Street Crime More Harmful Than White-Collar Crime? in Taking
Sides”, Kurt Finsterbusch, Mc Graw-Hill/Dushkin, 2003, s.280-297 çeviren Ali Ünlü, Ayhan Sabancı, Polis
Dergisi,37.sayı, Ekim-Aralık 2003, s.246
38
Dönmezer, Kriminoloji, s.61
25
erken belirleyen diğer yetkililerin, özellikle kilisenin, gençlerin, özellikle ahlaki
ve vatandaşlıkla ilgili baştan çıkma gibi konulara katkı sağlama rolünü yerine
getirmesi
fonksiyonu
bitmiştir.
Yeni
uyuşturucuların
ortaya
çıkması,
uyuşturucu bağımlılığının yeni kullanıcı tabakalarına yayılması (genç nesil,
spor yapan insanlar, belirli eğlence oyunlarının müşterisi olanlar), uyuşturucu
kullanıcılarının para ihtiyacı ve ihtiyaç duyulan buluşmaların suç yolları,
dağıtım kanalları ve ticari yarar sağlama bağlantıları, tüm bunlar kentlerin
sosyal çevresinin özellikleridir39.
Batı medeniyetinde çocuk suçluluğu önemli bir sorun olmuştur.
Đngiltere’nin son iki yüz yıllık tarihinin önemli korkuların tarihi olarak yeniden
yazılabileceğini iddia edilmektedir. Kanun tanımaz şiddet yüklü çocuklardan
kaynaklanan öyle bir korkudur ki, bu çocuklar sokaklarda ve diğer kamu
alanlarında davranışlarıyla önceden görülmemiş şekilde sosyal düzeni
sarsmış, dürüst vatandaşları korkutmuş ve Đngiltere insanın büyük bir
çoğunluğu için ahlaken büyük bir çöküşün bir göstergesi olmuştur. Olayın
izlerini geçmişte takip edersek, her zaman genç erkeklerin sokak suçlarına
karşı, yirmi yıl öncesinin özlemiyle birlikte, büyük bir ahlaki panik vardı.
1980’lerde ırksal içerikli ayaklanmalar büyük bir tehditti ve 1950’lerde olduğu
gibi hala huzurun hüküm sürmesinden çok uzaktı, Teddy Boys hala tehlikeli
görülüyordu40.
Đngiltere’de çocuk nüfusu, toplam nüfusun beşte birinden biraz fazlasını
oluşturmaktadır. Birçok fakir bölgede ise, nüfusun üçte biri çocuklardan
oluşmaktadır. Basit suçların büyük bir çoğunluğu ve bazı ağır suçlar 10-20
yaşlar arasındaki çocuklar tarafında işlenmektedir. Ceteris paribus, gençlerin
nüfusta payı ne kadar yüksek olursa, suçların oranı da o kadar yüksek olur.
39
Urban Crime Prevention, A Guide For Local Autorities, Council of Europe Publishing, July, 2002, 50 çeviren
Đsmail Yılmaz, Polis Dergisi, sayı 38, Ocak-Mart, 2004, s.481
40
Heidenson, a.g.e., s.58
26
Bu suçlar ise çoğunlukla, dükkanlardan mal aşırma, vandalizm ve sokak
soygunları gibi suçlardan oluşur41.
Bazı Alman büyük kentlerindeki suçluluk oranlarının açık ve sevindirici
olan gerilemesini göstermekle beraber kırsal yapılanmış ve dağınık nüfus
karakterli yerleşim alanlarındaki sadece düşük gerileme ve hatta artan olay
sayısının yansıtmaktadır42.
Suç ve suçlulukta zaman içinde değişiklikler görülmesi mümkündür. Bu
konuda, Birleşmiş Milletlerin 1980’den 2000’ne 20 yıllık sürece ilişkin verdiği
suç değerler ilginç veriler içermektedir.
Birleşmiş Milletlerin suç trendleri hakkında bütün ülkeler çapında
toplam kayıtlı suçlar üzerinden yaptığı araştırmalar, her yüzbin kişi başına
1980’de olay sayısının düzenli olarak artarak 2000 yılına gelindiğinde,
2300’den 3000’in üzerine çıktığını gösteren verilere ulaşmıştır. Son yirmi yıl
içinde suç sorunu dünya çapında daha kötü bir hale gelmiştir43.
41
Anne Power: “Housing, Community and Crime”, Crime and City, Essays in Memory of John Barron
Mays , 1989, London, s.219
42
Recep Tayfun, “New York Şehri Polis Departmanının Suçla Mücadelesindeki Başarısı -New York’dan
Öğrenmek” ? Polis Dergisi, sayı 40 www.egm.gov.tr erişim tarihi 27.04.2007
43
Mark Shaw, “Determining Global Trends in Crime and Justice: An Overview of Results From The United
Nations Surveys Of Crime Trends and Operations Of Criminal Justice System”, Forum on Crime and Society,
vol. 3, Nos. 1 and 2, December, 2003, s.40
27
Tüm Dünya Genel
....... Avrupa Birliği
Latin Amerika ve Karayipler
Kuzey Amerika
Seçilmiş Bölgeler
Tablo 1: Dünyada Suç Trendleri
Bugünlerde az anlaşılmasına rağmen iyi bilinen önemli bir süreç ise
Kuzey Amerika’da tüm suç oranlarında ki düşüştür. Bu durum, Batı
Avrupa’da açık olarak gözlemlenmese de Avrupa Birliği ülkeleri için
1980’lerin ortalarından beri suç oranlarının durağan kaldığı söylenebilir.
Orta gelir seviyesinde gelişmekte olan ve geçiş süreci yaşayan
ülkelerin verileri az güvenilir olmakla birlikte, bazı önemli sonuçlara
ulaşılabilir. Şiddet suçlarının oranının gelişmiş ülkelerden çok fazla olduğu
büyük oranda doğrudur. Latin Amerika ve Sahra Afrikası’nın altındaki
ülkelerde karşılaştırmalı olarak yüksek intihar oranlarından muzdariptirler.
Đlave olarak ekonomisi geçiş sürecinde olan bazı ülkelerde, şiddet kullanarak
işlenen soygunlar (gasp) dikkatle izlenmelidir.
Birleşmiş Milletler anketine katılan az gelişmiş ülkelere ilişkin veriler
sağlıklı değildir. Bu elbette büyük oranda anketteki yetersizliklerden olmayıp,
az gelişmiş ülkelerdeki polis kayıtlarının gerçek suçların ancak küçük bir
28
kısmını yansıtmasından kaynaklanmaktadır. Açıktır ki, bu ülkelerdeki
suçluluğun değerlendirilmesi ancak suç mağdurlarına ilişkin olarak yapılacak
anketlerle ortaya konulabilir
Örneğin, 1962–1997 yılları arasında meydana gelen nüfus artışı da
dikkate alınarak Kanada’da son 30 yılın bilançosunu ele aldığımızda
toplamda Kanada’da meydana gelen suç artış oranı %30.2 olacaktır. Fakat
farklı suç türleri için durum farklı olabilir. Evlerden zarar vermek suretiyle
yapılan hırsızlık suçlarının %255, evlerden tecavüz suretiyle yapılan hırsızlık
suçlarının %444 oranında artış olmuştur.
Burada belirtmemizde yarar
olacaktır ki 90’lı yıllarda (1990-1997) bu suçlarda %12’lik bir düşüş
kaydedilmiştir. Ancak bu durum bile 1962 yılıyla kıyaslandığında bahsekonu
suçluluk oranının 2,5 ile 4,4 kat arasında bir artış gösterdiğini belirtmektedir44.
Amerikanın yaklaşık bütün kentlerinde suçluluk gerilemiştir. En belirgin
çekilme, 1994’den beri suçlulukla mücadelede yeni metotların kullanıldığı
New York’da göze çarpıyor; New York Polisi 1992’de her 100.000 kişide 30
olan cinayet suçunu 1996’da Amerikan ortalaması olan 13’e indirmeyi
başardı. Ama bununla birlikte New York yinede Almanya’nın ortalaması
üzerinde yer alıyor. Almanya da son 20 yıldır cinayetle suçlanan suçlular
100.000 kişide 1,2 ile 1,5 arasında dalgalanıyor. Gasp suçlarına ilişkin sayıda
da New York Almanya’ya göre 6 kat daha fazla, ama Berlin’e göre sadece 2
kat fazla. Kayıtlı suçluluk polis istatistiklerinde büyük bir gerileme ve bununla
beraber tutuklamalarda bir yükselme gösteriyor. 1994 ve 1995 yılları
arasındaki kıyaslamalarda mala karşı işlenen suçlarda %14,5 ve vücut
bütünlüğüne karşı işlenene suçlarda %13,8’ lik oranla, yani kesin sayılarla
ifade edildiğinde 391 ile cinayet suçundaki gerileme istatistiklere yansıyor:
1994 yılında 1561 vaka ve bir yıl ardından 1170 vaka45.
44
David Hicks, Daniel Sansfaçon http://www.crime-prevention-intl.org/, Erişim tarihi 10 Mart 2004, “Evlerden
Yapılan Nitelikli Hırsızlık Suçları Bazı Sanayileşmiş Ülkelerde Durum”, Çeviren Sinan Erbaş, Polis Dergisi,
Ocak-Mart 2004, Yıl 10, Sayı 38, s.482
45
Recep Tayfun, “New York Şehri Polis Departmanının Suçla Mücadelesindeki Başarısı -New York’dan
Öğrenmek ?” Polis Dergisi sayı 40 www.egm.gov.tr erişim tarihi 27.04.2007
29
1.2 KENT, KENTLEŞME VE KENTLĐLEŞME
1.2.1 Kent
Kente pek çok açıdan yaklaşılabilir. Psikanalizin kavramlarıyla, cetvel
ve pergelle, roman ve şiirdeki yeriyle, militer kaygılarla, “nostalji” ile “ilerleme
ve düzen” çiftiyle, “sınıf mücadelesi”nden hareketle, dolayısıyla kent,
sosyolojiden ekonomiye savaş sanatından mimariye birçok disiplinin ortak
konusudur46.
Đnsan topluluğunun yoğun bir şekilde yaşadığı yerleşim birimi olarak
nitelendirilen
kentlerin
fiziki
ve
fonksiyonel
açılardan
incelenmesi
mümkündür. Fiziki açıdan kentler, farklı amaçlar için kullanılan çok sayıdaki
binalar ile insanların ulaşımını sağlayan yollardan oluşur. Fonksiyonel açıdan
kent
ise
ekonomik,
sosyal
ve
kültürel
faaliyetlerin,
aktivitelerin
47
gerçekleştirildiği yerleşim birimleridir.
Ekonomik ölçüte göre kent, mal ve hizmetlerin, üretim, dağıtım ve
tüketimi
sürecinde
toplumun
sürekli
olarak
değişen
gereksinimlerini
karşılamak için ortaya çıkan bir ekonomik mekanizmadır. Bu genel tanımın
dışında bir yerleşmeye ‘kent’ adının verilebilmesi, genellikle, nüfusun tarım
dışı kesimlerde çalışmasına bağlıdır. Buna göre yerleşmeler, tarım dışındaki
ve tarımdaki nüfus oranlarına bakılarak kent ve köy adını almaktadır.48
Kent kavramını siyasi açıdan tanımlanacak olursa, kent ile uygarlık ve
siyaset arasında birçok dillerde yakınlık olmuştur. Kent (civitas) latin dillerinde
uygarlık (civilization) ile özdeş sayılmaktadır. Arap dillerinde de Medina’nın
“kentin”,
46
medeniyet’in
ise
“uygarlığın”
karşılığı
olduğu
Kürşat Bumin, Demokrasi Arayışında Kent, Đz Yayıncılık, Đstanbul, 1998, s.3
Eyüp Đspir, Şehirleşme ve Meseleleri, Ankara, 1991, s.5
48
Ruşen Keleş, Kentleşme Politikası, Đmge, Ankara, 2002, s.75.
47
bilinmektedir.
30
Yunancada kent (polis) ve siyaset (politika) sözcükleri arasında yalnız anlam
benzerlikleri değil, aynı zamanda köken bilimsel bağlantıları da vardır.49
Sosyal açıdan ise her şeyden önce kent bir insan ürünüdür daha açık
bir ifadeyle kent, bir toplumsal kümenin ürünü olmayı simgelemektedir. Kent
bu açıdan canlı bir varlık değil, toplumsal bir varlığın kendi yapısını
denetlemek ve ayakta tutmak üzere kullandığı araçlardan biridir.50
Diğer yandan sosyo-ekonomik açıdan bakıldığında kent, sosyal
hayatın mesleklere, işbölümüne, farklı kültür gruplarına
göre organize
edildiği; kurumlaşmaların yoğunluk kazandığı, karmaşık insan ilişkilerinin
bütün bir günlük yaşamı etkilediği yerleşme merkezi olarak tanımlanabilir.51
Ayrıca
yapılmaktadır.
kentin
Kent
kullanılan
ölçüte
tanımlamasında
bağlı
nüfus
olarak
ölçütü
çeşitli
tanımları
göz
önünde
bulundurulduğunda, belirli bir nüfus düzeyini aşmış yerleşimlere kent adı
verilebilmektedir. Nüfusa göre tasnif ülkeden ülkeye değişebilmektedir.
Belçika’da 5.000, Đsviçre’de 10.000, Hollanda’da 20.000, nüfuslu yerleşmeler
kent olarak kabul edilmektedir. ABD istatistikleri de 2.500’den fazla olan
yerleşimleri kent birimi olarak saymaktadır. Ülkemizde ise Köy Kanunu nüfus
ilkesine göre bir ayrım yapmakta, “Nüfusu 2.000’den aşağı yurtlara köy,
nüfusu 2.000 ile 20.000 arasında olanlara kasaba ve 20.000’den çok nüfuslu
olanlara şehir denir” demektedir. 52
Diğer bir ölçüt olan yönetsel sınır ölçütüne göre, belli bir yönetsel örgüt
biriminin sınırları içinde kalan yerlere kent, bu sınırların dışındaki alanlara köy
denilmektedir. Devlet Đstatistik Enstitüsü yayınlarında, il ve ilçe nüfusu kentsel
49
Ruşen Keleş, Yerinden Yönetim ve Siyaset, Cem Yayınevi, Đstanbul, 1992, s.73
Henri Laborit, Đnsan ve Kent, Çev: Onaran Bartan, Paye Yayınevi, Đstanbul, 1990, s.21-27
51
Ruşen Keleş, Artun Ünsal, Kent ve Sosyal Şiddet, A.Ü.S.B.F Yay., Ankara, 1982, s.2
52
Hasan Canpolat, Türk Belediye Sisteminde Ölçek ve Model Sorunu, Yayımlanmış Doktora Tezi, Đçişleri
Bakanlığı Mahalli Đdareler Kontrolörleri Derneği, Yayın No:17, Ankara, 2002, s.5
50
31
nüfus sayıldığına göre, Türkiye’de kent ve köy ayrımında yönetsel örgüt
sınırları ölçütünün benimsenmiş olduğu belirtilebilir.53
Toplum bilim ölçütüne göre kent, toplumsal bakımdan benzerlik
göstermeyen bireylerin oluşturduğu, göreceli olarak geniş, yoğun nüfuslu ve
mekanda süreklilik niteliği olan yerleşmedir.54
Amerikan sosyologlarından Queen ve Carpenter, kenti, ‘yerine ve
zamanına göre geniş sayılacak biçimde bir araya gelmiş ve bir takım
ayırdedici özellikleri bulunan insanlar ve yapılar topluluğu’ olarak tanımlar.55
Bu ölçütler bir arada değerlendirildiğinde, kenti: sürekli toplumsal
gelişme içinde bulunan ve toplumun, yerleşme, barınma, gidiş-geliş, çalışma,
dinlenme, eğlenme gibi gereksinmelerinin karşılandığı, pek az kimsenin
tarımsal uğraşılarda bulunduğu, köylere bakarak nüfus yönünden daha
yoğun olan yerleşme birimi olarak56 veya tarımsal olmayan, üretimin
yapıldığı, tüm üretimin denetlendiği, dağıtımın koordine edildiği, belirli
teknolojinin kullanıldığı, nüfusun belli bir büyüklük ve yoğunluğa ulaştığı,
heterojenlik ve bütünleşmenin var olduğu bir yerleşme yeri57 şeklinde
tanımlayabiliriz.
Kentin bir diğer tanımını da dolaylı yoldan, yani köyden ayrılan
özellikleri kaba hatlarıyla sıralayarak yapabiliriz.
Kent heterojen bir sosyal gruptur. Kent çeşitli etnik grupları,
sosyal grupları, ayrı kültür ve inanç sistemlerinden insanları bir
arada barındırır.
Kent nüfus olarak kalabalık ve nüfus yoğunluğu fazla bir
yerleşkedir.
53
Keleş, Kentleşme Politikası, s.74
Canpolat, a.g.e., s.5
55
Keleş, Kentleşme Politikası, s.74
56
Ruşen Keleş, Kent Bilim Terimleri Sözlüğü, Đmge Kitabevi, Ankara, 1998, s.75
57
Rüstem Erkan, Kentleşme ve Sosyal Değişme, Bilimadamı Yayınları No:1, Ankara, 2002, s.19.
54
32
Kentte ilişkiler, gayrişahsî, soğuk ve sathidir.
Kentte sosyal kontrol en azından akraba, arkadaş vs. kontrolü
zayıftır.
Kentte şeklî iş organizasyonları kurulmuştur.
Kentte toplumsal hareketlilik hâkimdir58.
Bu çeşit tarifler ve kıstaslar, kent ve köyün incelenmesi konusunda
bazı esaslı noktalar ortaya koymakla beraber, açık ve yeter bir kıstas ta
oluşturmamaktadırlar. Bu iki topluluk üzerinde yapılan incelemeler kentin
köyden mekânının daha geniş, nüfusunun daha çok oluşu gibi bir nicelik
farkıyla değil, daha farklı ve birbirine katılımı mümkün olmayan bazı mahiyet
farklarıyla da ayrıldıklarını göstermiştir. Böyle olunca kentin bir formülle veya
tek bir kriterle tarifi yerine, kent topluluğunun birçok değişik özelliklerini bir
araya toplamak suretiyle onu köyden ayırt etmek daha yerinde görülmüştür.
Kent ve köy şu noktalardan birbirinden ayrılık göstermektedir59 :
1) Đşbölümü: Kentlerde işbölümü köylere göre daha ince ve ileridir.
2) Faaliyet bakımından: Köyde halkın iktisadî faaliyeti ziraat ve
hayvancılıktır. Kentte ise ticaret ve diğer meslekler hâkimdir.
3) Çevre bakımından: Köyde doğal çevre hâkimdir. Kentlerde ise,
insan eli ve emeğiyle değiştirilmiş ve yaratılmış yapay bir çevre görülür.
4) Hacim bakımından: Kent köye nispetle daha geniş bir saha üzerine
yayılmıştır.
5) Yoğunluk bakımından: Kentin mekânı barındırdığı nüfusa oranla
dardır. Kent nüfusu, köyünkine göre daha sıktır.
58
59
Ayda Yörükan, Şehir Sosyolojisinin Teorik Temelleri, Ankara,1968, s.19 vd.
Seha L.Meray, Toplum Bilim Üzerine, Đstanbul, 1982, s.96-97
33
6) Nüfusun yapısı bakımından: Kentin nüfusu hem milliyet, hem de
doğum yeri bakımından türdeş olmayan insan kütlelerinin yaşadığı bir
mekândır. Köylerde kente oranla bu bakımdan daha fazla bir düzenlik vardır.
7) Toplumsal farklılaşma ve tabakalaşma bakımından: Kent nüfusu
hem «ufkî», hem de «şakulî» olarak köy nüfusuna oranla daha çok ve daha
bariz bir farklılaşma gösterir. Kent nüfusu meslekler itibariyle büyük bir
farklılık gösterdiği gibi, servet farklılaşması da kent nüfusunda köydekine
göre daha fazladır.
8) Toplumsal kayganlık : (Social mobility) bakımından: Köy yaşamı
daha çok toprağa bağlı olduğu ve köy nüfusu gayrimenkul mülkiyetine daha
çok sahip bir kitle olduğu için, köylü, kentliye göre daha az mekân ve çevre
değiştirir. Meslek sorunu bulunmadığı için, meslek değiştirme, toplumsal
seviyede büyük bir tabakalaşma olmadığı için kayganlık çok azdır. Halbuki
kentlerde bu durum köyün tam tersidir.
9) Nüfusun göç yönü bakımından: Kent kendisine nüfus alır; köy ise
nüfus dağıtır.
10)
sahası
Karşılıklı
daha
ilişkiler
geniştir.
bakımından:
Kent
a)
nüfusunun
Kent
sakinin
onbinleri,
ilişki
yüzbinleri
nihayet milyonları bulan kalabalığı için de kentli daha geniş ve zengin bir
çevreyle temas halindedir; b) Kentte ikincil ilişkiler (Secondary contacts) daha
hâkimdir. Köyde ise doğrudan doğruya temaslar (primery contacts) hakimdir.
Köylü nüfus arasında temaslar daha ziyade; araya bir araç girmeden, yüz
yüze girişilenlerden ibarettir, c) Kentte ilişkiler gayri şahsîdir. Kentli ilişkide
bulunduğu kimselerin çoğunu tanımaz; d) Kent sakinin geliştirdiği ilişkiler
çoğunlukla devamsızdır. Halbuki köylü ilişkide bulunduğu insanlarla zaman
içinde tekrar temas haline gelmeyi zorunlu kılan bir toplumda yaşar.
11) Kültür bakımından: Kültür faaliyetleri, kentlerde köylere göre daha
yoğundur. Eğlence yerleri, tiyatro, sinema, okul vs. kentlerde daha çoktur.
34
Küçük topluluklar - köy ve küçük kasaba - nüfusu az olduğu için üyeleri
arasında sıkı ve yakın ilişkilerin bulunduğu ve normların uzun süreler içinde
sabit kaldığı topluluklardır. Kuşaktan kuşağa, toplumsal kurallarda, sosyokültürel normlarda değişiklikler olmaz. Bu toplumlarda işbölümü ve
uzmanlaşma ya hiç yoktur ya da çok düşük düzeydedir. Bu topluluklar iktisadî
bakımdan kendilerine yeterlidir. Aile bir üretim birimi olarak faaliyet gösterir.
Aile sosyal teşkilatlanmada önemli bir birimdir ve üyeleri üzerinde kontrolü
sağlar. Ayrıca toplumda sosyal kontrol oldukça sıkıdır. Toplumsal problemler
geleneksel kontrol mekanizmaları ile çözülür. Kurallar üzerinde çok faza
uyuşmazlık yok gibidir. Bu toplumlarda bütünleşme oldukça yüksek
düzeydedir. Bu özellikler büyük yerleşim merkezleri için geçerli değildir.
Toplum, aile ve arkadaşlık, akrabalık bağlan üzerine kurulu teşkilatlanmayı
terk etmiş, yeni bir teşkilatlanma tipini kabullenmiştir. Uzmanlaşmaya
dayanan yeni bir teşkilatlanma tipi benimsenmiştir. Sanayileşme süreci ile
birlikte kentler de büyümüştür. Sanayileşme yeni bir teşkilatlanma tipini de
beraberinde getirmektedir Sanayileşme ve kentleşmeyi dengeli ve düzenli
olarak gerçekleştiren toplumlarda bu teşkilatlar da gecikmeden kurulmuştur.
Ama azgelişmiş toplumlarda teşkilatlanmanın toplumun sağlıklı ve düzenli
yaşamasını sağlayacak biçimde oluşmadığını görüyoruz. Onun için bu
toplumlarda suçu ortaya çıkaran sebeplerin daha çok olduğu söylenebilir.60
Kentler sadece mekân değildir. Kentler aynı zamanda semboller ve
metaphorlardır, düşünce şekli ve yaşam biçimidir. Modern toplumlar
çoğulcudur, çok farklıdır ve çatışmalardan muzdariptir, kentler bu gibi
olguların yoğunlaştığı alanlardır61.
60
61
Kemal Görmez, Şehir ve Đnsan, M.E.B. Yayınları, Ankara, 1991, s.84, 85
Frances Heidenson, Crime And Society, 1989, s.35
35
1.2.2. Kentleşme
Kentleşme üzerinde çalışan araştırmacılar, farklı yaklaşımlarla konuyu ele
aldıklarından, tanımlamalar da çeşitlilik göstermektedir.
Kentleşme, iki ucu olan bir çözülme, yoğunlaşma ve akım olayıdır. Đki uçtan
birisi "kır"dır, ötekisi de "kent". Çözülme kırda olmaktadır. Yoğunlaşma ise kentte
gerçekleşmektedir. Çözülmenin ve yoğunlaşmanın özelliklerine uygun ve bunlara
bağımlı biçimde, akım da kır ile kent arasında olmaktadır. Bu üç olgu, yani "kırda
çözülme", “kente yoğunlaşma” ve “kır ile kent arasındaki akım” bir bütünün
parçalandır. Birbirlerinden ayrı olarak düşünülemezler. Bunların birbirlerine bağlı
olarak zaman içindeki işleyiş biçimi, bir ülkedeki “kentleşme sürecinin işleyiş
biçimini”ni oluşturur.62
KELEŞ kentleşmeyi dar anlamıyla, kent sayısının ve kentlerde yaşayan
nüfusun artması olarak tanımlamaktadır. Kentleşmenin ekonomik, toplumsal ve
siyasal boyutlarını da hesaba katan, geniş anlamda bir tanımı belki şudur:
Sanayileşmeye ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve
bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında, artan oranda
örgütleşme, işbölümü ve uzmanlaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde
kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikimi sürecidir.63
Kentsel nüfus bir yandan doğumların ölümlerden fazla olması sebebiyle, öte
yandan da köylerle kasabalardan gelenlerle, yani iç göçlerle artmaktadır. Türkiye
gibi az gelişmiş ülkelerde de kentsel alanlarda doğurganlık eğilimi azaldığından,
kentleşme daha çok köyden kente doğru olan akımlarla beslenmektedir. Kısaca,
kentleşme zaman içindeki bir değişmeyi, bir süreci anlatan devingen bir özellik taşır.
Kentleşmeyi demografik ölçütü ön planda tutarak tanımlamaya çalışanlara
göre kentleşme, kent olarak kabul edilen yerleşim birimlerinin sayıca artışı olarak
62
63
Kemal Kartal, Ekonomik ve Sosyal Yönleriyle Türkiye’de Kentlileşme, Ankara, 1983, s. 33
Keleş, Kentleşme Politikası, s.22
36
nitelendirilmektedir. Gökçe’ye göre kentleşme: “Belirli bir zaman aralığında şehir
olarak kabul edilen yerleşme birimlerinde nüfus artışı ile birlikte görülen ekonomik
ve toplumsal yapıdaki değişmeyi belirleyen süreçtir.”64 Gerçekten nüfus artış hızı
önemli bir etkendir. 1800 yılında 75 milyon kişi kentlerde yaşarken 1970
yılında 1 milyar 311 milyon kişi kentlerde yaşamaktadır. Bugün kuşkusuz bu
sayının çok üzerindedir65.
Kırsal ve kentsel alanlardaki esas çelişki, yalnızca nüfus yönünden
değildir. Aradaki farklılaşma, sosyal yapı farklılaşmasıdır. Bu açıdan
kentleşme bir sosyal yapıdan diğer bir sosyal yapı türüne geçişi dile getirir.
Kentleşme durumunda çevresel (ekolojik) merkezileşme ortadan kalkmakta
toplumsal ilişkiler etkilenmektedir. Bu açıdan da değişme süreci içinde
yığınlar için yeni yaşama tarzı (new modus viwendi) söz konusudur.
Yerleşme bölgesindeki yaşama örgütlenmesi değişmektedir.66
ĐSPĐR’E göre kentleşme, “Kasaba ve kentlerde veya belirli bölgede halkın
toplanması oranındaki yükselme olarak, geniş anlamda da kentleşme oranındaki
yükselme, üretim ve hizmetlerin büyümesini sağlayan sanayileşmenin etkisiyle veya
doğum oranının fazla olması ve bu fazlalığın kent içi yerleşim yerlerinde yaşamak
istemeleri veya iskân edilmeleri nedeniyle nüfusun kentlerde birikmesine ve kent
sayısının artmasına neden olan, aynı zamanda da burada yaşayanların özel
hayatlarını ekonomik, sosyal ve siyasal davranış açısından etkileyen ve devletinde
belirli birtakım faaliyetlerini gerektiren değişiklikler olarak tanımlanmaktadır.”67
Kentleşme olgusunu bir yandan ekonomik, sosyal ve teknolojik değişmelerin,
diğer yandan bunlara bağlı gelişmeler sonucunda toplumun yapısında ve insanın
tutum ve davranışlarında meydana gelen değişmeler açısından ele alan KARTAL,
kentleşmeyi iki boyutlu olgu olarak: “Birincisi, birtakım ekonomik, sosyal, siyasal ve
64
Birsen Gökçe, Gecekondu Gençliği, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara.,1977, s.8
Đsmail Kılınç, “Türkiye’de Kentleşmenin Özellikleri”, AĐD, HAZĐRAN, 1993, s.148
66
Çetin Özek: “Türkiye’de Şehirleşmenin Ana Nitelikleri ve Ceza Adaleti Yönünden Yol Açabileceği
Sorunlar”, Şehirleşmenin Doğurduğu Ceza Adaleti Sorunları Sempozyumu-17-19 Aralık 1973, Đ.Ü. Huk.
Fak. Ceza Hukuku ve Kriminoloji Enstitüsü Yayını, Đstanbul, 1974, s.27.
67
Eyüp Đspir, Kentleşme Metropolitan Alan ve Yönetimi, Ankara Đktisadi ve Ticari Đlimler Akademisi Yay.
No:185, Ankara, 1982, s.7-8
65
37
teknolojik değişmelerin sonucu olarak ortaya çıkan bir olgudur. Đkincisi, toplumun
ekonomik, siyasal ve sosyal yapısında ve insan tutum ve davranışlarında
değişmelere yol açabilme gücüne sahip bir olgu”68 şeklinde tanımlamaktadır.
Aynı şekilde kentleşme modernleşmenin diğer bir göstergesi olarak da
ele alınabilir. Modern toplumlar; sanayileşme ve kentleşmenin, yatay ve dikey
sosyal hareketliliğin, okur yazarlık oranının ve eğitim düzeyinin yüksek olduğu,
haberleşme olanaklarının etkin ve yaygın olduğu, sosyal ve siyasal yapıda
kuramsallaşmanın arttığı, yönetimde görevlerin siyasal olarak farklılaştığı,
demokratikleşmenin arttığı toplumlardır69.
Bugün batılı ülkelerin çoğunda büyük kentlerin sayısı fazladır. Ancak,
bu ülkelerin kentsel yapılan, toplumsal organizasyon biçimleri yaşam
standartları birbirinden farklıdır. Bu yönden Japonya'nın en büyük merkezlerinden biri olan Tokyo'nun kent yaşamı Amerika'nın Newyork kentinden çok
farklıdır. Çünkü iki ülkenin gelişim modelleri, yapılan farklıdır. Bu nedenle
batılılaşma, modernleşmenin bir yolu olmaktadır. Ancak, unutulmaması
gereken nokta her ülkenin modernleşme süreçleri (açısından bazı benzerlikleri
olmasına rağmen, her ülke kendi ekonomik ve toplumsal koşulları çerçevesinde
kendi kültürüne özgü bir modernleşme sürecini benimsemektedir70.
BOOCKIN ise kentleşmeyi yıkıcı yönleriyle ele almaktadır. Buna göre
kentleşme, yalnızca coğrafi bir genişleme olmayıp, aynı zamanda kent
yaşamının yıkıcı bir şekilde insani niteliğini yitirmesi, topluluk yaşamının yok
edilmesi ve tarımsal yaşamın doğal halinden uzaklaştırılması anlamına
gelmektedir71.
Herhangi bir toplum içerisinde kentleşmenin hızı, bazı dönemler
artarken bazı dönemler düşebilir. Kentleşmenin hızlı ve sağlıksız olduğu
68
Kemal Kartal, Kentleşme ve Đnsan, T.O.D.A.Đ.E. Yayınları, Ankara, 1987, s.4
Gülay Arıkan, Tuğça Poyraz, “Kalecik’e Bağlı Bağcılıkla Uğraşan On Köyde Ekonomi Kurumu Açısından
Modernleşme Eğilimleri”, HÜEFD, Cilt 22, Sayı 2, 2005, s.5
70
Enver Özkalp, Sosyolojiye Giriş, Eskişehir, 1993, s.282
71
Murray Boockin, Kentsiz Kentleşme Yurttaşlığın Yükselişi ve Çöküşü, çeviren Burak Özyalçın, Ayrıntı
Yayınları, Đstanbul, 1999, s.11
69
38
dönemler, eski kültür değerlerinin telkin edici, sosyal yaşamı düzenleyici
etkisini yitirmesine neden olurken, yeni yapının şekillendirip, gerektirdiği
değerler ise henüz bütünüyle benimsenmemiştir. Özellikle bu yeni değerlerin
kitle iletişim araçlarıyla benimsetilmeye çalışılması bir takım sosyal
problemleri ortaya çıkarmış, bununla birlikte işsizlik, gecekondulaşma, suç ve
suçların artması gibi problemleri beraberinde getirmiştir.72
1.2.3. Kentlileşme
Kent ve kentleşme tanımlarının yanında kısaca kentlileşme tanımına
değinecek olursak, çoğu kez kentleşmeyle karıştırılmakla birlikte ondan ayrı
olan ve kentleşme akımı sonucunda, toplumsal değişmenin insanların
davranışlarında ve ilişkilerinde, değer yargılarında, tinsel ve özdeksel yaşam
biçimlerinde değişiklikler yaratma sürecidir73.
KARTAL’A göre kentlileşmeyi iki boyutuyla ele almak mümkündür.
Ekonomik bakımdan kentlileşme, kişinin geçimini tamamen kentte veya kente
özgü işlerle sağlıyor duruma gelmesiyle gerçekleşir. Sosyal bakımdan
kentlileşme ise, kır kökenli insanın türlü konularda kentlere özgü tavır ve
davranış biçimlerini, sosyal ve tinsel değer yargılarını benimsemesi ile
gerçekleşmektedir74.
Kent, sadece yeni bir ekonomik teşkilatlanma ve değişmiş bir fiziki
çevreyi belirtmez; aynı zamanda insanın davranış ve düşüncelerini de tesir
eden yeni bir farklı düzeni ifade eder.75
72
Nuri Tortop, Mahalli Đdareler, T.O.D.A.Đ.E. Yayınları No: 211, 2. Baskı, Ankara, 1986, s.175-176
Ruşen Keleş, Kent Bilim Terimleri Sözlüğü, s.80
74
Kemal Kartal, “Kentlileşmenin Ekonomik ve Sosyal Maliyeti”, AĐD, Aralık, 1983, s.92
75
Đhsan Sezal, Şehirleşme, Đstanbul, 1992, s.23.
73
39
Đşte bu farklı fiziki çevre ve teşkilatlanma şeklini içeren mekan olarak
kent kendine özgü sosyal ilişki ve yaşama tarzı belirler. Bu yeni oluşan kente
özgü davranış şekli ve sosyal ilişkilere “kentlileşme” denilmektedir.
Geleneksel değerlerin, alışkanlıkların ve ilişki biçimlerinin içinin boşaltıldığı ve
yerinden yurdundan çıkartılıp oynatıldığı, bunun yerine yeni biçimlerin ikame
edilmeye çalışıldığı süreç olarak kentlileşme, kimliksel bir dönüşümü
içermekte, değerlerdeki, davranış kalıplarındaki, toplumsal pratikteki ve
gündelik yaşam alanındaki özgül bir birleşmeyi ve belli özelliklerle şekillenmiş
bir birey tipini işaret etmektedir şeklinde ifade edilebilmektedir.76
Kentsel yaşam deneyimi içinde elde edilen kültür birikimi77 olarak
nitelendirirken, kentlileşme bir anlamda toplum üyelerinin örgütler yoluyla
formel yaşama alışmaları birey-örgüt ilişkisinin yerini örgüt-örgüt ilişkisinin
alması, böylece bireyin, diğer ölçütler karşısında güçlenmesi, bireylerin
örgütsel yaşamın gerektirdiği bilgi ve becerilerle (mal ve hizmet, üretim
teknikleri) donanması ve kente özgü ilke, değer ve amaçları benimsemiş
olması durumu78 olarak tanımlanmaktadır. Kentleşme boyutu içerisinde
değerlendirilmesi gereken kentlileşme, geleneksel toplum yaşantısından
çıkan, eski değer ve normların, gelenek ve göreneklerin hakim olduğu,
nüfusu seyrek ve homojen olan kırsal alan bireyini bir değişikliğe zorlayarak
yeni davranışlar geliştirme ve benimsetme sürecini ifade etmektedir.
Dolayısıyla kentleşme, yeni mekansal zorunluluğun ve yaşama şeklinin kendi
iç dinamiğiyle davranış, usul ve yöntemleri belirler. Toplumsal boyutu olan
“kentli olmak” veya “kentlileşme” birey ölçeğindeki bir değişimi içermektedir.
Toplum ölçeğindeki kentleşme sürecinin birey ölçeğindeki yansıması ve
sosyal psikolojik yanı ağırlıklı olan kentlileşme
süreci kırdan kente göç
sonucu kişinin kente özgü işlerde çalışması, hem kente özgü davranış
76
Ernur Genç, “Kentlileşme, Geleneksel-Modern Gerilimde Kimlikler”, Toplum ve Göç, II. Ulusal Sosyoloji
Kongresi, Ankara, T.C. Başbakanlık D.Đ.E Yay., 1997,s. 312-313.
77
Ercan Tatlıdil: “Hızlı Kentleşmenin Eğitim Politikalarına Etkisi”, Toplum ve Göç, II. Ulusal Sosyoloji
Kongresi, Ankara, T.C. Başbakanlık D.Đ.E Yay., 1997, s. 559
78
Metin Erol, Nesrin Özdemir: “Kentsel Bütünleşme Üzerine Köy-Kent Farklılaşması ve Aile Kurumunun
Etkileri: Sivas Örneği”, Toplum ve Göç, II. Ulusal, Sosyoloji Kongresi, Ankara,T.C. Başbakanlık D.Đ.E.
Yay., 1997, s.342
40
kalıpları
benimsemesi,
hem
de
kentin
sunduğu
yararlanması yönünde bir değişim olarak tanımlanabilir.
tüm
olanaklardan
79
Modernleşme sürecinde kent, kırdan kente göç eden yığınların
modernite deneyimini yaşadıkları mekândır. Kırda köy cemaatlerinde bulunan
uyum, kent içinde sağlanacaktır. Kent modernizmin bir üst anlatısıdır,
kültürün oluşturulduğu alandır. Kültür modernist söylemin bir parçası olarak
insanın sembolleştirilebilme yetisinin olanak verdiği bir soyutlama, maddi
varlık
ve
eşyaların,
teknolojilerin,
sanatların
insan
davranışlarının
sembolleştirilmişi bir örüntüsüdür. Kültür kentlerde öğrenilecek ve yeni
kuşaklara iletilecektir. Kente her gelen bireyin bu heterojen ve yoğun ortamda
kentli olacağı düşüncesi vardır. Postmodernizm; kenti farklılığın ve çeşitliliğin
mekânı olarak örmektedir. Postmeodernizmin modernizme yönelttiği eleştiri
bireyin sınırlandırıldığı-kalıplandığı temeline dayanmaktadır. Modernizmin
ilerlemeci, kalkınmacı yaklaşımlarının insanları baskı altında tuttuğu savıyla
evrensel ve total tüm söylemlere karşı çıkılmaktadır80.
Bu klasik modernleşme kuramıyla ilgili tartışmalara ülkemizden
yapılabilecek en güzel katkı belki de, arabesk kültürdür. Ülkemizde 1960’ların
sonlarında
gecekondularda
yaşayan
kırsal
göçmenlerin
özlemlerini
yakalayan popüler bir müzik kültürü olarak ortaya çıkan arabesk müziğin,
sanayileşme ve kentleşmeyle yavaş yavaş silinip gideceğine dair özlem boşa
çıkmıştır81.
Kente göçle gelenlerin kente uyum sağlaması sürecinde göç nedeni
de etkilidir. Bu çerçevede göçü daha anlamlı kılmak için gönüllü göç-zorunlu
göç ayrımına gidilmesi gerekmektedir. Gönüllü göç insanların kendi istekleri
ve
beklentileri
doğrultusunda,
bir
bölgeden
diğer
bölgeye
yer
79
Cengiz Giritlioğlu, “Đç Göç ve Kentlileşme”, Kentleşme ve Kentlileşme Politikaları, Der. Suher, Hande,
TÜSES Vakfı, Đstanbul, 1991, s. 52
80
Rana A. Aslanoğlu, Kent, Kimlik ve Küreselleşme, 1. Basım Asa Kitapevi, Bursa,1998, s.103104
81
Meral Özbek: “Arabesk Kültür: Bir Modernleşme ve Popüler Kimlik Örneği’, Türkiye’de Modernleşme ve
Ulusal Kimlik, Der. Sibel Bozdoğan-Reşat Kasaba, Đstanbul,1999, s.168-188.
41
değiştirmeleridir. Gönüllü göç bireyin kendi isteğine bağlıdır fakat bu isteği
yaratan ise genellikle ekonomik ve sosyal şartların zorlamasıdır. Zorunlu göç
ise güvenlik, devletin çeşitli sosyal ekonomik kararları gibi nedenlerle bireyin
iradesi dışında zorunlu ve elinde olmayan nedenlerle kopmak durumunda
bırakılmasıdır. Gönüllü göç sonucunda kentle bütünleşme süreci görece
daha sorunsuz bir biçimde gerçekleşirken, zorunlu göçte bu süreç daha
problemlidir82.
Sanayi toplumu, kent toplumudur. Dolayısıyla kent hayatı geleneksel
cemaat hayatının yerini almıştır. Çok geniş bir işbölümü kentlerde heterojen
bir nüfus yığılmasını da beraberinde getirmiştir. Sonuçta kentte pek çok
kültürden insan bir arada yaşamaya başlamış ve toplumda kültür ihtilafı
doğmuştur. Bu farklı kültürler, gelişmiş ülkelerde hakim kent kültürü
tarafından asimile edilirken, gelişmekte olan ülkelerde asimile edilemediği
gibi "yan kültür"ler de ortaya çıkmıştır. Ülkemizde köyden kopup büyük
kentlerin, gecekondu bölgelerine gelen ailelerin geleneksel tutumlarını
değiştirdiklerini görüyoruz. Geleneksel tutumlarını değiştiren ve yeni değerler
sistemine intibak edemeyen bu insanlar - toplumda kurallar karmaşası
dolayısıyla intibak güçtür - mutlaka toplumun hakim kurallarına aykırı
davranışlar ortaya koyacaklardır.83
Kentleşme sürecinde, göç edenlerin kentte uyum sağlayamaması ve
karşılaştıkları sorunlar özellikle çocuklar çeşitli yönlerden etkilemektedir.
Endüstrileşme ve kentleşme sürecinde, geniş aile yapısından çekirdek aile
yapısına geçilmesi, ana-babanın çocuk bakımı ve diğer konularda sosyal
desteğini azaltmaktadır. Bu tür koşulların bulunması ailede stresin artmasına
neden olmaktadır. Stres durumunun artması da, ailenin, çocuğunu istismar
etmesine yol açmaktadır. Çocuk istismarı, 0-18 yaş grubundaki çocukların
(sorumlu olan kişi veya kişiler tarafından) zarar verici olan, kaza dışı ve
önlenebilir bir davranışa maruz kalmalarıdır. Bu eylemin çocuğun fiziksel,
psiko-sosyal gelişimini engelleyen, gerçekleştiği toplumun kültür değerleri
82
Rüstem Erkan, Mahzar Bağlı: “Göç ve Yoksulluk Alanlarında Kentle Bütünleşme Eğilimi: Diyarbakır
Örneği”, HÜEFD, Cilt 22, Sayı 1, 2005, s. 105
83
Görmez, Şehir ve Đnsan, s.85
42
dışında kalan ve uzmanı tarafından da istismar olarak kabul edilen bir
davranış olması gerekmektedir. Çocuğu istismarı da çeşitli sorunları
beraberinde getirmektedir.84
Bu durum çocuk suçluluğunda daha da dikkat çekicidir. Franchini ve
Introna birlikte yaptıkları, Çocuk Suçluluğu adlı çalışmalarında alışılmış bir
çevreden yepyeni ve değişik bir çevreye uyum gösterebilmenin çok güç
olduğunu,
bu
güçlüğün
çoğu
çocukları
yanlış
yollara
saptırdığını
söylemektedirler. Çoğu zaman ana baba, yeni çevreye uyamadıklarından,
çocuklarının da uyum göstermelerini güçleştirecek durumlar yaratmaktadırlar.
Franchini ve Introna' ya göre, bu oluşum, sosyo-kültürel temele dayandıktan
başka, aynı zamanda kent yaşamının gereklerine ve çocuğun çok az ya da
hiç mesleki hazırlığı olmamasına da bağlıdır.85
1.3 TÜRKĐYE’DE KENTLEŞME
19. yüzyıldan günümüze kadar, dünya üzerindeki ülkeleri etkisi altında
bulunduran kentleşme, özellikle, II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Türkiye’yi de
etkisi altına almıştır. Ancak hemen belirtilmelidir ki, Türkiye’deki kentleşme,
gelişmiş ülkelerdeki kentleşmeden farklı, tamamen azgelişmiş ülkelere özgü
özelliklere sahiptir. Türkiye’deki kentleşme hareketi gelişmiş ülkelerden ayırt
eden önemli bir özellik bu noktada ortaya çıkmaktadır. Batıda kentleşme,
kalkınma ile birlikte yürümüştür. Oysa Türkiye’de ekonomik büyüme hızı,
kentleşme hızından (bir kaç yıl dışında) her zaman düşük olmuştur. Batıda
kentlere göç edenler genellikle iş olanakları bulabilmiş iken, ülkemizde
köylerden göçenler içinde işsizlerin, gizli işsizlerin veya kayıt dışı sektörde
çalışanların sayısı bir hayli kabarıktır.
84
Gülümser Gültekin Akduman: “Çocuk Đstismarına Bilimsel Yaklaşım” Polis Dergisi, Sayı 47, Ocak-Mart
2006, s.244
85
Haluk Yavuzer, Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, 10. Basım, Đstanbul, 2001, s. 213
43
Nitekim Türkiye’de sanayileşmeye dayanmayan kentleşme, köyden
kente göç eden kitlelerin kent kesimi istihdamında sanayi dışı sektörlerin
ağırlık kazanmaları ve enformel bir sektörün oluşmasına sebep olmuştur. Bu
sektör üretici olmayan bir takım serbest iş alanlarını (işportacılık, hamallık,
ayakkabı boyacılığı, piyango satıcılığı, kapıcılık, temizlikçilik, yazıhane ve
büro işleri gibi) kapsamaktadır.86
Türkiye kentleşmesinde herkesin uzlaştığı faktörlerin başında hızlı
nüfus artışı gelmektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Türkiye'nin
nüfusu hızlı bir biçimde artmaya başlamıştır. DĐE 200 yılı nüfus istatistiklerine
göre Ülke nüfusu 200 yılına kadar beş kat artış göstermiştir. 1990–2000
Türkiye’nin yıllık nüfus artış hızı %018,3’tür. Yine Ülkemizde 1980 yılından
sonra nüfus çoğunluğunun kentlerde yaşadığı dönem başlamıştır. 1990–
2000 döneminde idari bölünüş yapısındaki değişikliklere düzenlenmiş
nüfuslar dikkate alındığında, kent nüfusunun yıllık artış hızı %026.8 ve köy
nüfusunun yıllık artış hızı ise %04,2’dir. 1927 yılında %24,2 olan kentte
yaşayan nüfus oranı, 1950 yılına kadar önemli bir değişim göstermemiştir.
Bundan sonra sürekli artış göstererek 2000 yılında %64,9’a yükselmiş olup
bunda göçün etkisi büyüktür.
1940'lı yıllarda tarımda traktörün kullanılmaya başlanması, radyonun
yaygınlaşması, ulaşım araçlarındaki gelişmeler ile 1950’li yıllarda karayolu
yapımındaki gelişmeler ve bu arada sanayileşme, Türkiye'de 1950lerden
itibaren kentleşme surecini hızlandırmıştır. Dikkat edilirse sanayileşme
Türkiye kentleşmesinde uzunca yıllar kentleşmeyi belirleyici bir faktör
olmamıştır. Dönemsel bazı gelişmeler dışında ancak 1950’li yıllardan sonra
sanayileşme bir kentleşme faktörü olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla
gelişmiş ülkelerin kentleşme süreçleri ile Türkiye'nin kentleşme süreci
birbirinden yapısal denilebilecek son derece önemli farklılıklar içermektedir.
Türkiye'de diğer ülkelerden farklı bir biçimde, kan davaları, kentliliğin bir statü
86
Sezal, a.g.e., s.78.
44
değişimi olarak görülmesi gibi pek çok faktör de kentleşmeye sebep
olmuştur.87
Toplumumuzun uzun yıllardan beridir içinde yaşadığı açmazlardan bir
tanesi de köy-kent ikilemidir. Her geçen gün, sosyal-ekonomik açıdan köy ile
kent arasındaki gelişmişlik farkı daha da açılmaktadır. Bu çelişki köylerin
iticiliğini arttırmakta, kentlerin ise yalancı bir çekim merkezi olma özelliğini
daha da pekiştirmektedir. Bütün bunlar köyden kente göç olgusunu
hızlandırmakta, bu gerçekle yakından ilişkili birçok toplumsal sorunu da
içinden çıkılması güç bir hale dönüştürmektedir. Toplum kalkınması ya da
kırsal kalkınma sorunu, uzun yıllardan beridir dikkat çeken bir konu olmakla
birlikte, özellikle günümüz Türk toplumu açısından, üzerinde önemle ve
acilen durulması gereken bir sorun şekline dönüşmüştür. Yaşananlar, Türk
toplumunun
gecekondulaşma,
kentlileşememe,
marjinalleşme,
suç
olaylarındaki hızlı artış... gibi bir çok önemli toplumsal sorunu için kozmetik
müdahaleler döneminin kapandığını, kırsal geri kalmışlık sorununa kalıcı
çözümler getirmeden bu sorunlara gerçekçi çözümler üretilemeyeceği
gerçeğini açıkça gözler önüne sermektedir. Unutulmamalıdır ki, toplumsal
hayat gibi toplumsal sorunlar da son derece karmaşık ve çok nedenli bir
yapıya sahiptir. Toplumsal hayatta yaşanan her toplumsal sorunun, birçok
öteki sorunları da tetiklediği bilinen bir gerçektir. Günümüz Türk toplumunun
yaşamakta olduğu birçok sorunun temelinde, ihmal edilmiş köy olgusu ve
kırsal Türkiye insanının görmezden gelinmiş sorunları yatmaktadır. Bir başka
anlatımla kırdan kente göç, gecekondulaşma, kentlileşememe, kentsel
işsizlik, radikalleşme, suç oranlarında ve sosyal-psikolojik sorunlarda
gözlemlenen hızlı artış gibi birçok toplumsal sorunun özünde, “insanları
doğduğu yerde doyuramama ve insanca yaşatamama” gerçeğinde saklıdır88.
Türkiye’deki önceleri kırsal alanın itimi, kentsel alanın çekimi ile
başlayan kentleşme hareketinin belirgin özellikleri şu şekilde özetlenebilir:
87
Kemal Görmez, Kent ve Siyaset, Gazi Kitabevi, Ankara,1997, s.14-15
Ali Arslan, “Bir Ankara Köyü (Kavaközü)nün Sosyolojik Đncelemesi”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, Sayı 17, 2004, s.54
88
45
1. Türkiye’de kentleşme, sanayileşmenin bir sonucu olarak ortaya
çıkmamıştır. Aksine, kentlerde, kentin ekonomik ve sosyal faaliyetlerinin
emme kapasitesinin üzerinde nüfusun bu yerleşim alanlarına yığılmasıyla
meydana gelen demografik kentleşme şeklinde olmuştur. Türkiye’de hızlı bir
kentleşme mevcuttur: Kentleşmede ölçü olarak genellikle yerleşim bölgesindeki nüfus oranının belirli bir çoğunluğu aşması kabul edilmektedir.
Türkiye bakımından genellikle 10.000 nüfusu aşan bölgeler kent olarak kabul
edilmektedir. Türkiye’deki kentleşme sürecinde köy-kent oranı değişmektedir.
Buna göre, belirli bir süreç içinde köy ve kent olarak kabul edilen alanların
birbirlerine oranları değişmektedir. Kentli nüfusun artışı özellikle 1950-55
yılları arasında büyük bir hız göstermiştir.89
Yine
Türkiye’de
kentleşme
hızı
yıllar
boyunca
hızlanarak
büyümektedir. Kentli nüfus oranımızdaki artış yüzdesi, Türkiye’de 1927
yılından bu yana bir kentleşme olayının varlığını ve bu olayın özellikle 1950
yılından bu yana artan bir hızla devam ettiğini göstermektedir. Ayrıca
kentleşme olağan doğurganlık dışında iç göçlerin bir sonucudur. Türkiye’de
doğurganlığa dayanan nüfus artışı ile kentleşme oranlarının karşılaştırılması,
kent nüfusundaki artımın kentlerdeki doğurganlığın doğal bir sonucu
olmadığını göstermektedir. Bu doğaldır. Çünkü halen köylerdeki doğum
hızları kentlere oranla yüksektir. Yıllık nüfus artışının % 25.5'i bulduğu 196570 devresinde kentler nüfusu yıllık % 55, köyler nüfusu ise yıllık % 22
arasında çoğalmıştır. Doğum oranının daha yüksek olması nedeniyle doğal
nüfus artışının köylerde, kentlere oranla daha fazla olması gerekirken; kentler
nüfusunun artışındaki yüzde fazlalığı, kentleşmenin doğurganlıktan çok
köyden kente bir iç göçe dayandığının açık bir kanıtıdır. Ayrıca göç olayının
hareket ve varış noktalarının değişkenliği de kentleşmenin nedenlerini
belirleyen önemli bir değer taşımaktadır. Göç nedenlerinin bulunduğu
bölgede “çekici” nitelik taşıyan bir kentin bulunmaması durumunda “göç”
daha uzak mesafeli ve doğrudan olmaktadır. Buna karşılık bu bölgedeki
“çekici” niteliği bulunan bir kentin varlığı halinde, göç kısa mesafeli ve
89
Ruşen Keleş, “Şehirleşmede Denge Sorunu”, Mimarlık Dergisi, Yıl 4, Sayı 37, 1974, s.27
46
kademe kademe gerçekleşmektedir. Kentlere göç, genellikle köylerden
olmaktadır. Göç sebebi ile belirli yerleşim bölgeleri önce kalabalıklaşma
süreci içine girmekte ve daha sonra nüfus biriminin gerçekleştiği alanda
sosyal yapı değişikliğinin süreci gerçekleşerek, ya yeni bir kentleşme ya da
kentin nitelik değiştirmesi süreci oluşmaktadır.
2. Türkiye’de kentleşme çok hızlı gerçekleşmiş, halende hızla devam
etmektedir. 1935’lerde nüfusun yaklaşık olarak %17’si kentsel yerleşim
alanlarında yaşarken, 1950’lerde bu oranda fazla değişiklik olmamakla
birlikte %19’a çıkmış ve bu yıldan sonra hızla artış göstermiştir. 1950
sonrasında kentsel nüfusun toplam nüfus içindeki oranına baktığımızda,
1960’da %26, 1970’de %36, 1980’de %42.1, 1985’te %47.2’ye, 1995’te ise
%60.9’ çıkmıştır. Günümüzde ise %70’lerde olduğu tahmin edilmektedir.90
Türkiye’nin kentleşme durumu, batı ülkelerine oranla geridir.91 Kentleşmiş
olmak belli bir ekonomik ve toplumsal gelişim ve yapının sonucudur.
Sanayileşmiş ülkelerde kentleşme oranı elbette ki çok fazladır. Sanayileşmeye
dayanan
kentleşme
olayı
gerçekte
o
ülkenin
uygarlık
derecesinin de ölçüsüdür.92 Bu noktada ülkemizin durumu ortadadır.
3. Türkiye'de kentleşmenin kaynağım oluşturan göçler genellikle
kırdan kente doğru tek yönlüdür. Bu süreç bazen köyden doğrudan büyük
kentlere
yönelirken
bazen
da,
ara
geçiş
noktaları
kullanılarak
gerçekleşmektedir. Yani köylü nüfusun önce küçük kazalara ya da kentlere
sonra bu yerleşmelerden büyük kentlere göç ettiği görülmektedir. Türkiye
kentleşmesinde etkili olan faktörler, Türkiye'de kentleşmenin niteliğini ve
özelliklerini belirlemekte ve bu özellikleri itibariyle Türkiye kentleşmesi,
90
Devlet Planlama Teşkilatı, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1996-2000), DPT Yayını, Ankara,1997,
s.78
91
Ruşen Keleş, 100 Soruda Türkiye’de Şehirleşme, Konut ve Gecekondu, Gerçek Yayınevi, Đstanbul, 1972,
s. 7-8
92
Özek, a.g.m., s.32
47
sanayileşmiş
etmektedir.
ülkelerdeki kentleşmeden önemli ölçüde farklılıklar arz
93
4. Kentleşme hareketi sonucunda, bütün kentlerin eşit düzeyde
büyümemesi, özellikle görece sanayileşmiş ya da hizmet sektörünün artmış
olduğu kentlerin daha hızlı bir şekilde büyümeleri, Türkiye’deki kentleşmenin
belirgin özelliklerinden bir tanesidir.
Türkiye'de nüfus hareketliliğinin sonucu oluşan sorunlar, tamamlanmış
bir sürecin sorunları olarak da algılanmamalıdır. Bu süreç farklılaşarak
devam edeceği için sorunlar da paralel biçimde farklılaşacaktır. Günümüz
Türkiye'sinin sorunları büyük ölçüde Sanayi Devriminin yarattığı kentleşme
sürecinin sorunlarıdır ve Türkiye halen sanayileşme sürecindedir. Batılı
toplumların 18. yüzyıldan bu yana geçirdiği değişimleri Türkiye gecikerek ve
yoğun bir biçimde yaşamaktadır. Diğer taraftan 1980'li yıllarda adına 2.
Sanayi Devrimi denilen yeni bir süreç başlamıştır ve Türkiye bu süreçten
henüz etkilenmemiştir. Bu sürecin getirdiği değişimler Türkiye'de başka
sorunları da gündeme getirecektir94.
Türkiye’de kırsal kesimden kente yönelik bilinen nedenlerle olan
göçlere, 1980 yılı sonrası (özellikle 1984 yılından itibaren) Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde yaşayan insanlarımızın can ve mal
emniyetini tehdit eden bölücü örgütün teröründen kaynaklanan göçler
eklenmiştir. Oluşan bu yeni “tür” göç dalgasıyla birlikte, bir yandan göç veren
kentlerin, bir yandan da ve ağırlıklı olarak göç alan kentlerin günlük hayat
akışında bir çok alanda sorunlar ve komplikasyonlar doğmuştur.
1980 öncesinde olağan şekilde büyük kentlere yönelen ve ülkenin her
yanından süren göç 1980'lerle birlikte farklılık kazanmıştır. 1980'li yıllardan
sonra Türkiye'de göçün yapısı ve sorunlarının, ülkenin öznel koşullarından
dolayı kısmen değiştiği görülmektedir. Önceki dönemlerde, sadece Batı'ya
93
94
Görmez: Kent ve Siyaset, s.16
Görmez: “Göçler, Kentleşme ve Büyükkentlerde Konut”, s.489
48
Batı'nın gelişmiş merkezlerine olan göç Doğu ve Güneydoğu'da sosyokültürel yapıyı değiştirmiştir. Bir taraftan eskiden beri göç alan merkezlere göç
sürerken, diğer taraftan Akdeniz ve Ege'deki sahil kentlerine hızlı bir insan akını
başlamıştır. Ayrıca Doğu ve Güneydoğu'nun Van, Diyarbakır, Urfa, Batman gibi
kentlerinin bölgeden çok yoğun bir göç almaya başladığı da görülmektedir.
Doğu Anadolu ve Güneydoğuda köylerden kentlere hızlı bir hareketlilik
yaratmaktadır95.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun kırsal kesiminden Türkiye’nin Batı
bölgelerine ya da bölgenin büyük merkezlerine göç hareketinde artış,
özellikle PKK terörüyle paralellik göstermektedir. 1983 yılından önce %7 olan
terörden kaynaklanan göç olayı 1983-1990 yılları arasında %64.5’e; 1991 ’de
%83.8’e; 1992 ’de %81.4’e; 1993 ’de %83.4’e çıkmaktadır. 1994 yılından
itibaren güvenlik güçlerinin etkisiyle terörle ilgili göç olayları % 62.7’ye; 1995
yılında %51.2’ye; 1996 yılında %41.6’ya; 1997 yılında %28’edüşmüştür.
Ayrıca 1994 ’ten itibaren bölgedeki göç olayı yavaşlamıştır. Bu sonuçta
güvenliğin bir ölçüde sağlanması etkili olduğu gibi göç potansiyeline sahip
nüfusun azalması da etkili olmuş olabilir. Köy ve mezra gibi kırsal kesimden
kaynaklanan göç olaylarında göç eden kesimin öncelikli olarak kendi
bölgesindeki büyük yerleşim merkezlerine yöneldikleri görülmektedir. 96
Böylece, ilkin kırsal alanlar (mezra, kom, yayla, zomalar) boşalmış,
yakın kentlere insanlar yığılmaya başlamıştır. Kars, Van, Ağrı, Diyarbakır,
Gaziantep bunlardan ilk akla gelenleridir. Đkinci safhada, bu yöre kentlerinden
Đstanbul, Ankara, Đzmir, Bursa, Adana, Antalya ve Mersin gibi büyük
metropollere yönelen göçlerle karşılaşmaktayız. Bu durum, "kent elastikiyeti"ni
zorlayarak marjinal alanlarda gecekondulaşma sürecini yoğunlaştırmıştır. Son
95
Kemal Görmez: “Göç ve Kültürel Kimlik Sorunları” , Cumhuriyetin 75. Yılında Doğu Anadolu’da
Güvenlik ve Huzur Sempozyumu 17-19 Aralık 1998 Elazığ, 1999, Đzmir, s.308
96
Zakir Avşar, Mustafa Aksoy, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan Terör Nedeniyle Göç Eden Ailelerin
Sorunları, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayını, Ankara,1998, s.14
49
yıllarda PKK’nın, Güneydoğu'daki eylemlerinde büyük kan kaybedince,
metropollerde bilinen kültür sahalarını harekete geçirmiştir.97
1996 yılında Diyarbakır’la ilgili olarak yapılan bir araştırmada,
yoksulluğun kentin her yerinde hissedildiği gözlemlenmiş olup, bu durum
hanelerin % 23,8'inin 0-53,3 $/ay gelire sahip olduğunu bildirmesi ile pekişmiştir. Diyarbakır'ın tüm hanelerinin % 41,2'sinin asgari ücretin altında gelir
düzeyine sahip olduğunun belirtilmesi ile derinleşen bu tablo, hane reislerinin
% 21'inin işsiz, % 5,6'sının tarımsal faaliyetlerde yer alması, % 38'inin ise
enformel sektör olarak tanımlanabilecek günübirlik işlerde ve geçici çalışması
ile tamamlanmaktadır. Diyarbakır hane reislerinin ancak % 28,7'si sürekli bir işi
olduğunu ifade etmiş olup, hiçbir sosyal güvencesi olmayan hane reisi oranı %
64 olarak belirlenmiştir. Kentin aktif nüfusunun % 71'inin iş aradığı Diyarbakır'da eğitim çağındaki çocuklardan, 7-18 yaş arasındaki nüfusun % 42 olan
okullaşma oranına karşılık, çalıştığını bildirenlerin oranı % 4,1'de kalmıştır.98
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ndan kaynaklanan bu göç, yeni
problemleri de beraberinde getirmektedir.
1. 3.1 Genel Olarak Türkiye’de Kentleşmenin Temel Niteliği
Türkiye’de
kentleşmenin
genel
bir
durumunu
belirttikten
sonra,
Türkiye’de kentleşmenin temel niteliğini ve sorunlarından kentleşmenin
demografik düzensizliği ve yarattığı sorunlara değineceğiz.
Genel olarak Türk toplum yapısına göz attığımızda gerek aile
işletmeciliği biçimindeki küçük üreticilik, gerekse ortakçılık temeline dayanan
97
Orhan Türkdoğan, Sosyal Şiddet ve Türkiye Gerçeği, Timaş Yayınları, Đstanbul, 1996, s.420-427
Atilla Göktürk: “Kentsel Haklar Kent Yoksullarını kapsar Đse...”, Editör Yasemin ÖZDEK, Yoksulluk,
Şiddet ve Đnsan Hakları, TODAĐE Yayınları, Ankara, 2002, s.224
98
50
toprak ağalığı,
ilkece
tüketime
yönelik üretim
örgütlenmeleri olmak
bakımından kapitalizm öncesi ilişki biçimleri olarak belirmiştir. Az gelişmişliğin
tarihsel temeli olarak günümüz Türkiye’sine aktarılan bu ilişkiler, toplumun
yapısal niteliğine önemli katkılarda bulunmuştur. Đşte kır kesiminde,
değişmeye elverişli olmayan geleneksel ilişkiler varlığını sürdürürken, kent
ekonomisinin büyük bir gelişme göstermeyişi nedeniyle Türk toplumu, kırsal
niteliğini günümüze kadar sürdürmüştür. Ancak 1950’lerden sonra hızlı bir
kentleşme olayına tanık olmaktayız. Türkiye’deki kentleşmeyi; kentleşme
hızı, kentleşme şekli ve kentleşme nedenleriyle düşündüğümüzde, tek kelimeyle düzensiz bir kentleşme biçimi olarak nitelendirebiliriz. Kentleşmemizi
daha başka sıfatlarla nitelemek gerekirse; “dengesiz”, “sağlıksız”, “ekonomik
kalkınma ürünü olmayan”, “sorun yaratan”, şeklinde de niteleyebiliriz.
Türkiye'de kentleşme; işlevsel değişim yaratmayan, çevreyi kalkınma
sürecine sokamayan, toplumsal ve kültürel değişim yaratmayan bir
kentleşme olarak belirmektedir.99
Dengesizlik kentlerin çekme gücü ile köylerin itme gücü arasında
ekonomik bir bağlantı ve tamamlama olmadığı zaman söz konusu olur. Bu
iticilik ve çekicilik arasındaki denge kentleşmenin belirli bölgelerdeki şişkinliği
olmaktan çıkıp, bütün ülkeye yaygın bir düzen kazanması olanağını sağlar.
Bu ise kentleşmenin ekonomik kalkınma sonucu olmasına kentin köylerden
gelen serbest işgücüne gereksinme duymasına, verimlilik esası üzerine
düzenli bir sanayileşmenin varlığına bağlıdır. Planlı bir kalkınma işgücü
gereksiniminin de yaygınlığını ve kentleşmenin düzenini sağlayacaktır.
Ülkemizde ise, “kentsel büyüme”, “ekonomik büyüme”den büyük olduğu
içindir ki bir bakıma “sahte kentleşme” olayı gerçekleşmektedir100. Kentleşme
bir gereksinmenin ürünü olmayıp yaşama koşulları yönünden olanak sağlama
endişesinin bir sonucu olmaktadır. Kırsal yaşamın iticiliğinin, kentleşmede
baskın etken oluşu, kentleşmenin ekonomik gelişimin geldiği noktanın
zorunlu bir sonucu olmadığını göstermektedir.
99
Keleş: “Şehirleşmede Denge Sorunu”, s.53
Cevat Geray, “Köy Yerleşmeleri ve Toplum Kalkınması”, Mimarlık Dergisi, s.11, Đstanbul, 1974, s.70
100
51
1960’lı yılların sonlarına kadar endüstriyel kalkınma ile kentleşme
özdeşleştirilmiştir. Kente olan yoğun nüfus akımları Türkiye'nin kalkınmakta
olduğunu göstergesi olarak algılanmıştır. Kırsal kesimde kullanılamayan
işgücünün
(gizli işsizliğin)
kente transferiyle üretimin artacağı, ülkenin
kalkınacağı varsayılmıştır. Kentlere yönelik göçü düzenleyen herhangi bir
aktif politika çizilmemesine karşın, pasif tutumlarla da kentlere yönelik göçün
teşvik edildiği ileri sürülebilir. Nitekim 1927'de yapılan ilk nüfus sayımından
1990'a kadar geçen 57 yıllık dönem içerisinde kent nüfusu 10 kez artarken
genel nüfus 4.2, kırsal nüfus ise sadece 2.9 kez artmıştır. 1955 ile 1990
yılları arasındaki veriler karşılaştırıldığında, 1950'li yılara kadar Türkiye'de
nüfus
büyümesi modelinde
dikkate
değer
bir
değişiklik
olmamıştır.
1950'lerden sonra nüfus ve yerleşim birimlerinin modellerinde önemli bir
değişme ortaya çıkmıştır. Türk köyleri, kasabaları ve kentleri sosyoekonomik
birimler olarak bu hızlı değişme içinde değişikliğe uğramışlardır. Yerleşim
birimlerinin nüfusları kentsel alanlara doğru hızla kaymaya başlamıştır.
Bunun anlamı Türkiye nüfusunun il ve ilçe merkezlerine yönelmesidir. 1950–
1960 yılları arasında Türkiye'nin üç büyük kenti olan Đstanbul, Ankara ve
Đzmir'e yönelen kırsal nüfusun 1965'lerden günümüze dek genellikle bu üç
büyük kentin çevresinde yer alan ekonomik gelişme potansiyeli yüksek,
nüfusu 100.000 i aşan kent merkezlerini de etkisi altına almıştır. 1950 Genel
Nüfus Sayımı'na göre kent nüfusu toplam Türkiye nüfusunun % 25 i iken,
1990 yılında bu oran % 57.4 e çıkmıştır.101
Devlet Đstatistik Enstitüsü verilerine göre 1995–2000 döneminde
6.692.263 kişi yerleşim yerleri (il, ilçe, bucak ve köy) arasında göç etmiştir.
Bu nüfusun 4.788.193'ünü iller arası göç eden nüfus oluşturmaktadır. Diğer
bir ifadeyle, 1995–2000 döneminde her yüz kişiden 11'i yerleşim yerleri
arasında, 8'i ise iller arasında göç etmiştir. 1975–2000 yılları arasındaki 25
yıllık zaman dilimi dikkate alındığında, 1980–1985 döneminde göç eden
nüfus oranının, diğer dönemlere göre daha düşük olduğu görülmektedir.
1995-2000 döneminde ise bir önceki döneme göre göç eden nüfus oranında
101
Ercan Tatlıdil, “Kentleşme ve Göç”, Sosyolojiye Giriş, Ed. Đhsan SEZAL, Đstanbul, s.430
52
önemli bir değişiklik gözlenmemektedir. Bununla birlikte, göç eden nüfus
büyüklüğü son 25 yılda yaklaşık iki kat artış göstermiştir. 1995–2000
döneminde yerleşim yerleri arasında göç eden nüfusun çoğunluğu kentten
kente göç etmektedir. Kentten kente göç eden nüfus, bir önceki döneme göre
yaklaşık 500 bin artış göstermiştir.
Türkiye’de kentleşme, görüleceği gibi, sadece belirli bölgelerdeki
yaygınlaşma, kalabalıklaşma olarak belirmektedir. Kentleşmenin belirli bir
değişim süreci olduğunu ve bunun başlıcalarının da, “mesleki kompozisyon”
değişimi “kent tipi” örgütlenmenin belirlenmesi, “uzmanlaşma ve ileri
işbölümü” olduğunu belirtmiştik. Türkiye'de, kentleşme sadece nüfus artışı ile
ortaya çıkmakta, belirttiğimiz değişiklik ise belirmemektedir.102 Bu şekildeki
kentleşmede bölgeler arası dengesiz nüfus birikimi ve nüfus kaçışı
görülürken, bu nüfus değişimine uygun hizmetlerin sağlanamaması söz
konusudur ve bu da kentleşmenin “sağlıksız” olduğunu göstermektedir.
Kentleşmenin demografik niteliğinin ağır bastığı Türkiye’de, köyden kente
gelen, köye oranla daha iyi bir yaşantıyı elde etse bile, yine de kent köyden
gelen işgücünü emecek kapasitede değildir. Bu durumda, köylerdeki “gizli
işsizlik” ve “mevsimlik işsizlik” kentlerde açık işsizliğe dönüşmektedir.
Ekonomik tabandan yoksun olan kentleşmenin, kentleşmeye paralel bölgesel
yapı
büyümesini
gösteremeyeceği,
kırsal
yerleşmeleri
ile
kentsel
yerleşmelerin işlevsel ve ekonomik bir bütünleşmeye varamayacağı açıktır.
Belirtilen nitelikler karşısında, Türkiye’deki kentleşmenin her biri birer sorun
olarak, “sanayileşmemiş ülke kentleşmesi” özelliklerini taşıdığını görürüz.103
102
103
Geray, a.g.m., s.20
Özek, a.g.m, s.53
53
1.3.2 Türkiye’de Kentleşmenin Oluşturduğu Sorunlar
Daha önce Türkiye’deki kentleşmenin demografik niteliğinin ağır
bastığını ve bunun nedeninin de kentleşmenin ekonomik kalkınmaya paralel
olmayışı olduğunu belirtmiştik. Kentleşmenin ekonomik tabanı oturmayan
demografik bir olay olarak belirmesi, kentleşmeye neden olan göçlerin de,
bölgesel dengesizliklere yol açacak bir gelişme göstermesine neden
olmaktadır. Kentleşmeye yol açan güçlerle, göç eden nüfusun belirli
bölgelerden koptuğu ve belirli bölgelerde birikim -özellikle 5 büyük
kentimizdekaynakları,
sağladığı
ne
taşımamaktadır.
yerlerinin
görülmektedir.
yeni yerleşim
Đstatistik
toplan nüfus
Dolayısıyla
kentleşme
bölgeleri yönünden
veriler
değerlendirildiğinde,
içindeki yüzdesinin
yaygın
küçük
ne
göç
bir nitelik
yerleşme
düşüşü, bunların
sayıca
çoğalmayışı bu yerleşme yerlerinin kendisine nüfus çekemediğini, doğal
nüfus artışını karşılayacak kadar bir nüfusu da göçmen olarak, dışarıya gönderdiğini gösterir. Böylece “iticilik” esasına göre olan kentleşme, küçük
yerleşim yerlerinin ve geri kalmış bölgelerin aleyhine bir süreç içinde
bulunmaktadır. Ancak kentleşme hızının belirli kentlerimizdeki hızının
yüksekliğinin kuşkusuz nedeni, sanayi ve hizmet sektörlerinin bu yerlerde
yoğun olmasındandır.104
Demografik düzensizliğin ve kalkınmaya paralel olmayan kentleşme
olayı da başlıca şu sorunlara yol açmıştır; a) Kamu hizmetlerinin yetersizliği;
b) Kentsel örgütlenme yokluğu, c) üretici olmayan yatırım yetersizliği, d) gizli
işsizlikten açık işsizliğe geçiş, e) Kentleşmede yerleşme sorunu, olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada meydana gelen bu sorunlar kentleşme ve
kentleşme sürecinde çözüm bulunmaya çalışılan en önemli sorunlar arasında
yer almaktadırlar.
104
Özek, a.g.m., s.56-57
54
Kırdan kente göç eden kitleler, bir yandan kentte anomi ve
yabancılaşmanın etkisinde kalırken diğer yandan daha yoğun bir anomi ve
yabancılaşma ortamına girmektedir. Ülkemizde bu oluşum biraz farklı bir yapı
arz etmektedir. Göç büyük kentlerimize çok yüksek oranlarda olmasına
rağmen, kentlileşmenin gerçekleşmediği ve göç edenlerin tamamına yakının
kente intibak edemediği görülmektedir. Ülkemizde kentler, göç edenlerin
ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte değildir. Tarımdan kopan kitleler, plansız,
programsız bir şekilde kentlere akın etmektedir. Fakat kente gelişte kentin
asil üyesi olarak değil, kente "'ikinci sınıf" üye olarak katılmaktadır. Bu kitleler
çeşitli sebeplerle tarımsal ve cemaatsal yapıdan ve geleneksel kültür
ortamından kopmaktadırlar. Kent ortamında ise kentin teşkilatlanma biçimini
hizmet sınaî faaliyetleri belirlemektedir. Bu yapı yeni gelenler için tamamen
farklı özelliktedir. Bu durum doğrudan intibakı uyum güçleştirmektedir. Ayrıca
bu hizmet ve sanayi faaliyetlerinin yapısı kente gelenleri kavrayıp, kent içinde
eritecek durumda da değildir. Çünkü sanayileşme hızı düşük ve sanayileşme
yapısı düzensizdir.105
Hızlı
nüfus
artışı
ülkemizde
kalkınmayı
engelleyici
bir
etki
yapmaktadır.106 Dolayısıyla gelişmekte olan tüm ülkelerde olduğu gibi
Türkiye'de de kentleşme sürecinde ortaya çıkan diğer bir problem, kentlerin
işsizlik baskısı altında kalmasıdır. Kentsel yerleşim birimlerinin mevcut
sistemleri kentsel iş isteyenlere yeterli yanıtı verebilecek kapasiteden uzaktır.
Bununla birlikte kırsal alanlarda yaşam ve çalışma koşullarının yetersizliği,
kentsel alanlara yönelmede önemli bir itici faktör görünümündedir. Kent
yönetimleri göç yoluyla hızlı ve yoğun nüfus artışının ihtiyacı olan istihdam,
altyapı hizmetleri ve konut üretimi ile uğraşmak zorundadır. Kendi doğal
nüfus artışının iki katını aşan oranlarda kente katılanlara da hizmet vermek
zorunda kalmaktadır.107
105
Görmez, Şehir ve Đnsan, s.80
Özkalp, a.g.e., s.226
107
Tatlıdil, a.g.m., s.431
106
55
Gelişmekte olan ülkelerde nüfusun % 42’sini yaşları 15’in altında olan
genç nüfus oluştururken, gelişmiş ülkelerde bu oran % 26’dır. Böylece, aileye
bağımlı olan genç nüfus sayısı arttıkça, ekonomik kalkınmada ve yatırımlarda
kullanılacak kaynaklar, ev okul, eğitim ve yiyecek gibi ihtiyaçları gidermek için
kullanılmakta bu da gelişmekte olan ülkelerin zaten bozuk olan ekonomik
dengelerini biraz daha kötüleştirmektedir.108
Ülkemizin de gelişmekte olan bir ülke olarak genç nüfusun fazla
olduğu bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla zikredilen ekonomik problem ve
onunda yakından ilgili toplumsal problemler ülkemizde de çeşitli seviyelerde
gözlemlenen bir olgudur. Ancak, Türkiye’deki kentleşmenin etkilediği
toplumsal problemleri inceleyip bir saptama yaparken şu önemli noktayı
belirtmekte fayda vardır. Hızlı kentleşme sosyal ve ekonomik problemlerin tek
nedeni görülmemeli, bu problemlere tesir eden tek bir faktör olarak
algılanmamalıdır. Diğer bir husus, hızlı kentleşme ve beraberinde yaşanan
sorunlar sebep-sonuç ilişkisi şeklinde bir zorunluluk değil, bu tür problemlere
zemin hazırladığı şeklinde tanımlanmalı ve yaklaşımlar bu çerçevede
değerlendirilmelidir.
Kente uyum gösteremeyen kesimler, huzursuzluklarını şu veya bu
şekilde dışarı vururken, mevcut sosyal kurallardan farklı ve bu kurallara
yabancı davranış türlerini sergilemektedirler. Kente, göç edenler haricinde de
her zaman arada kalmış kesimler bulunmaktadır, ama kırsal kesimden
gelenlerin, özellikle de genç neslin kente uyumu ve kente katılımı bunalımlı
olmaktadır. Anomi ve yabancılaşma topluma başkaldırma devlet otoritesine
başkaldırma gibi sonuçlan da getiriyor çoğu zaman.109
Konu terör eylemleri bakımında da ele alınabilir. Ülkemizde yaşanan
terör problemi, birçok yönden ciddi toplumsal problemlere yol açmaktadır.
Ekonomik şartların zorluğu, insanları maddi yönden etkilediği gibi psikolojik
ve moral yönünden de etkiler. Bu nedenle, toplumdaki dengesiz gelir
108
109
Özkalp, a.g.e., s.45.
Görmez, Şehir ve Đnsan, s.80-82
56
dağılımı, terörizmin ekonomik nedenlerinden biri olarak ilk sırada yer
almaktadır. Terörizmin psikolojik nedenleri ele alındığında, günümüzde
yaşanan hızlı kentleşmenin toplumda neden olduğu çok hızlı değişim de
dikkati çekmektedir. Kent kendi başına şiddetin kaynağı olamaz. Bununla
birlikte bölgeler arasındaki, kırsal alanlar ve kentler arasındaki dengesizlikler;
kentler içindeki gelir ve yaşam düzeylerinin istikrarsızlığı, kısacası çarpık
kentleşmenin özellikleri şiddet olaylarını beslemekten geri kalmaz; Terör
örgütlerinin eleman kaynağının 15-25 yaşları arasındaki gençler olduğu
görülmektedir. Bu dönem, psikoloji ve psikiyatri literatüründe “Adolesans”
olarak ifade edilmektedir. Bu geçiş dönemi olması gereken hususlardan bir
tanesi de, benimseme duygusunun pekişmesidir. Bu kavram, kişinin
geçmişinin devamı ve bir gruba ait olma duygusunun karışımıdır. Bu yaştaki
çocuklar dengesizdirler; kolayca kontrollerini kaybedebilirler. Konuşma yerine
bağırabilirler. Đtaat etmektense, dövüşmeyi tercih ederler. Terör olaylar ise en
çok Adolesans çağındaki çocuklarımızı etkilemekte ve kendi tarafına
çekmektedir110.
Terör nedeniyle gerçekleşen göçlerde, göç alan bölgelerimiz yeni göç
edenlerin konut, iş ve sosyo-kültürel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmışlar ve
bazen çaresiz kalarak "işi oluruna bırakmak" yolunu seçmişlerdir. Bu
bakımdan hem Akdeniz ve Ege hem Doğu ve Güneydoğu kentleri aynı
sorunu yaşamaktadır. Ancak Doğu ve Güneydoğu kentleri marjinal bile olsa
yeni göç edenlere bazı fırsatlar sunma imkanı bulmuşlardır. Fakat Batı
kentlerinde süreç biraz farklı yaşanmıştır. Bu bölgelerde kültürel dokuların
farklılığı esasta birbirine benzer olmakla beraber görünürde ayrı-farklı
problemleri gündeme getirmeye başlamıştır111.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan Terör Nedeniyle Göç Eden Ailelerin
Sorunlarıyla ilgili olarak yapılan bir araştırmada, göç edenlerin yeni yerleşim
yerlerindeki konumu ile ilgili şikayetleri dikkate alındığında insanların %17.5’i
soruları cevaplamazken, her bakımdan rahat bir ortama kavuştuklarını
110
111
Ebru Aktan Kerem: “Çocuk ve Terörizm” Polis Dergisi Sayı 40 erişim www.egm.gov.tr 01.04.2007
Görmez: Göç ve Kültürel Kimlik Sorunları, a.g.m., 309-310
57
söyleyenlerin oranı %6.4’te kalmaktadır. Göç edilen yerdeki konumları ile ilgili
olarak %45.0 kentte uyum sağlayamadıklarını belirtmişlerdir. Göç edenlerin
%21.5’i
işsizlik,
%5.9’u
konut,
%0.4’ü
hayat
pahalılığı,
%0.1’i
ise
anlaşamamaktan doğan dil problemini dile getirmişlerdir112.
Göç alan kentlerin yeni gelenleri kapsayacak, kavrayacak, iş, mekân,
sosyo-kültürel imkanlara sahip olmaları halinde yeni gelenlerin eski kente çok
çabuk
uyum
gösterecekleri
ve
kent
de
bilinen
görülen
sorunların
yaşanmayacağına dair ciddi bulgular olduğu görülmektedir. Nitekim yapılan
araştırmalarda kente yeni göç edenler problemlerinin eskiden beri kentte
oturanlarla aynı olduğunu ısrarla vurgulamaktadır. Özellikle göç edenlerin
göç ettikleri yerde yaşama süresi uzadıkça intibaklarının da hızlandı
görülmektedir. Hatta dikkat edilirse göç edenlerin yaşadıkları yerlerdeki pek
çok
soruna
rağmen
geri
dönmeme
eğilimi
içinde
oldukları
da
gözlenmektedir113.
Son yıllarda gecekondu nüfusuna yönelik yapılan araştırmaların bir
çoğunun işaret ettiği gibi, bu nüfusun giderek kentli olduğu söylenmektedir.
Şöyle bu nüfus hem kendini kentte görmekte, hem kentle bütünleşmeye
çalışmakta,
hem
de
kıra
dönmeyi
istememektedir.
GÖKÇE’nin
koordinatörlüğünde yapılan geniş kapsamlı bir araştırmada özetle aşağıdaki
sonuçlara ulaşılmıştır:114
Bu nüfus hem kendini kentte görmekte, hem kentle bütünleşmeye
çalışmakta,
hem
de
kıra
dönmeyi
istememektedir.
Ekonomik
bütünleşme hem kentsel üretime katılmada hem de tüketim alanları ve
tarzlarının değişmesiyle büyük ölçüde sağlanmıştır. Ayrıca
köye
dönmek isteği olmadığı gibi (sadece deneklerin %12.7 si dönmek
istiyor) büyük bir çoğunluk, (%77.1) de kentteki hayatlarının köyden
112
Avşar, a.g.e., s.25
Görmez: Göç ve Kültürel Kimlik Sorunları, s.309-311
114
Birsen Gökçe ve Diğerleri, Gecekondularda Ailelerarası Geleneksel Dayanışmanın Çağdaş
Organizasyonlara Dönüşümü, Kadın ve Sosyal Hizmetler Müsteşarlığı Yayınları, Ankara, 1993, s.343-359
113
58
daha iyi olduğunu ifade etmiştir. Büyük bir kısmı iyi yaşamak
istemekte, çok azı ise uyum sağlama endişesi duymaktadır.
Gecekondulu nüfusun kente dönük ve özünde kentli olduğunu kabul
etmekle beraber onların kentte özgün bir konumlan da vardır.
Kentin, kentli olmakla birlikte, geçici nüfus olmayanların içinde kır ile
en yoğun ilişkisi olanlar gecekondulardır. Bunun en önemli göstergesi;
bu nüfusun büyük bir kısmı zaten kır doğumludur. Az bir kısmı ise kır
doğumlu anne babaların çocuktandır.
Bu gecekondularda oturanların büyük çoğunluğu kentin alt gelir
gruplarını oluşturmaktadır. Bu nüfusun büyük bir kısmı gelir ve beceri
seviyesi düşük işlerde çalışmaktadır. Yaklaşık üçte ikisi ev sahibi
olmasına rağmen evlerinde imarlı kesime göre birçok imkândan
yoksun yaşamaktadırlar.
Gecekondular dar gelir grubunu oluşturmasına ve sosyal hareketlilik
imkanının kısıtlı olmasına rağmen, bir sefalet yuvası olma, eğiliminde
de değildir. Ailelerin büyük bir kısmının birçok dayanıklı tüketim
maddesi mevcuttur. Kentte geçen yıllar, gecekondulu nüfusun
örgütsüz marjinal işlerden, örgütlü sürekli işlere geçmesine, aynı
zamanda güvencesinin de artmasına yol açmaktadır. Bu da
gecekondulu nüfusun geleceğe daha ümitle bakması sonucunu
vermektedir.
Gecekondulularda bir cemaat yaşamı sürmektedir. Bu cemaat yaşamının bir boyutu mesafedir. Gecekondu semtleri kent merkezine uzaktır,
ulaşımı zordur. Bu da çeşitli yönleriyle cemaat yaşamını getirmektedir.
Bu alt kültür bir kısmı kendine özgü bir kısmı ise toplumun diğer
kesimleri ile paylaşılan unsurlar içeren dört kurumla dayanışma
mekanizmaları oluşturmaktadır. Bu dört kurum aile, akrabalık,
komşuluk ve modern örgütlerdir.
59
Ailelerin büyük bir çoğunluğu çekirdek ailedir. Aile büyüklüğü (5.4) hala
daha
Türkiye
ortalamasının
üstünde
olmakla
birlikte
aileler
küçülmektedir. Evlenme yaşı yıllar içinde yükselmiş, aynı zamanda
istenen çocuk sayısı ikiye düşmüştür.
Gecekondu ailelerine genelde bakıldığı zaman geleneksel davranışlar
modern davranışlardan daha fazladır.
Gecekondu ailesinde bir dayanışma kurumu olarak çözülme görülmemektedir. Ailelerin iki tür problemi görülmektedir. Bunlardan birincisi
ekonomiktir. Ailelerin kent yaşamları ileriye dönük olarak umutla dolu
olmakla birlikte, maddi ihtiyaçları, güvence ve gelir gereksinimleri yüksektir. Đkinci problem ise ailede modernleşme mevcut olmasına
rağmen bu konuda kentleşmeyle beklenilen hızda gelişmelerin
olmadığıdır. Bu açıdan ilginç bir sonuç davranışların değerlerden,
beklentilerden daha önce değişmesidir.
Akrabalık dayanışması gecekondulu ailenin en kuvvetli yönüdür
Akrabalığın desteklenmesi ancak kırla olan bağlantıları daha kuvvetlen
dirilmesi açısından düşünülebilir.
Gecekondu ailesinin en önemli açılım alanı komşuluk çevresidir.
Komşuluk çevresinin bir yanda akrabalık çevresiyle çakışması orada
kendiliğinden oluşmuş bir geleneksel dayanışma alanı yaratmakta bir
yandan
da
farklı
köken
ve
kültürlerin
kaynaşma
alanını
oluşturmaktadır. Gecekondularda komşuluk çevresinde ilişkilerin çok
yoğun, büyük ölçüde olumlu ve dayanışmacıdır. Gecekondulu
komşuluğu daha geleneksel davranış ve dayanışma kalıplarını
içermektedir.
Gecekondulu
yaklaşımının
nüfusun
bir
oluşturduğu
kültürden
alt
diğerine
kültür,
geçiş
modernleşme
beklentisini
karşılamamaktadır. Bir yanda kent yaşamıyla bir çok açıdan
60
bütünleşmiş bir nüfus söz konusudur, diğer yandan geleneksel dayanışma türleri bütün yoğunluğuyla yaşanmaktadır.
GÖKÇE koordinatörlüğünde yapılan bu araştırma da elde edilen
veriler, ülkemizde gecekonduların dayanışmanın halen geçerli olduğunu ve
sefalet kültürü olmadığını göstermekte olup, mevcut dayanışma kültürü ve
cemaat yapısı nedeniyle bu bölgelerde suçluluk üretmemektedir.
Kentlerin türdeş bir yapıya sahip olduğu ve bu yapı ile "bütünleşme"
denilen sürecin tek boyutlu ve tek yönlü bir ilişki olduğunu varsayılmamalıdır.
Örneğin göçmenlerin kentte kalış sürelerinin göç ettikleri yöre ile ve kente
yerleşmiş hemşerileri ile olan toplumsal ilişkilerini azaltmadığı görülmektedir.
Bu durum "bütünleşmede" olumsuz bir öğe olarak yorumlanmamalıdır. Bu
yoğun ilişkiler Modernleşme Okulu'nun savunduğu ve göçmenlerin kente
köklerinde kopartılmış, yalıtılmış bir çevrede çaresiz ve güçsüz bir kesim
oluşturdukları görüşüne verilecek bir yanıttır. Göç edilen yöre ve kentteki
hemşerilerle özellikle ilk yıllarda sürdürülen yoğun ilişki ve dayanışma kentsel
çevreye uyumu kolaylaştıran sancısız bir geçişi sağlayan olumlu etmenler
olarak yorumlanmalıdır.115
Ülkemizin yaşadığı terör nedeniyle oluşan göç, toplumsal yapıda
önemli tahribatlara yol açtığı gibi, suçluluk üzerinde farklı görünümlere yol
açmıştır.
Medyada
Diyarbakır’dan
büyükşehirlere
kapkaç
için
gelen
çocuklarla ilgili haberler sık sık yer almaktadır116.
Bu konuda başka bir örnek ise Mersin’den verilebilir. Doğudan ciddi
biçimde göç alan Mersin’in gelişip büyümesine katkısı olan demokrat kültür,
suçun ve suçlunun serbestçe dolaşımına da şahitlik edecektir. Mersin’e
gelenler geldikleri yerin yaşamını, kültürünü kendi gettolarında sürdürecekler;
Diyarbakırlılar Urfalılar, Mardinliler diye ayrılan bir hemşehricilik ilişkisi pek
115
Melih Ersoy: Göç ve Kentsel Bütünleşme, Türkiye Geliştirme Araştırmaları Vakfı, Ankara, 1985, s.176177
116
“Kapkaç Göçü Başlıyor: Suç çetelerinin kapkaç işine soktuğu 12–16 yaş arası çocuklar her yıl Mayısta
Diyarbakır’dan Đstanbul, Đzmir ve Antalya’ya göç ediyor.” (04.09.2007) Sabah Gazetesi
61
çok şeyi belirleyecektir.
Yeni misafirler, hiçbir zaman Kayseri Konya gibi
köklü kentlerde göremeyecekleri bir şekilde hüsnü kabul görürler. Bu bir
ilginin değil, ilgisizliğin göstergesidir aslında, çünkü yeni gelenleri değiştiren,
dönüştüren ya da iten bir merkezden söz edilemez. Mersin’deki suçların
büyük bir çoğunluğunun Doğu kökenlilerce işlenmesi, neredeyse hiçbir siyasi
suçun işlenmediği Mersin’de en önemli suçun hırsızlık olması derinlemesine
incelenmesi gereken bir konudur117.
117
Muhsin Öztürk: “Herkes Gider Mersine”, Aksiyon, Sayı 641, Tarih 19.03.2007, www. aksiyon.com.tr,
erişim tarihi, 06.04.2007
62
1.4 KENT VE SUÇ
1.4.1 KÖY, KENT VE SUÇ
Suçluların kent, ilçe ve köylerde tarım ve sanayi bölgelerinde ve
kentlerin belli kısımlarında nasıl dağıldığına dair çeşitli incelemeler
yapılmıştır, bunların sonuçları hemen hemen bütün dünya memleketlerinde
aynı olarak gözükmektedir. Araştırmalar aynı bir memleket içinde büyük
kentler, küçük kentler ve köyler arasında suçların işlenmesi, yoğunluğu, şekil
ve türleri itibariyle esaslı farklar bulunduğunu ortay koymuştur118.
Kentleşme yirminci yüzyılın ekonomik, siyasal, toplumsal olaylarının
en belli başlılarından biridir. Sanayisi gelişmiş olan yirmiye yakın ülkenin
nüfusunun yarısından fazlası kentlidir. Kentleşme ve suçluluk arasında
oluşabilecek ilişkiler pek çok ve karmaşıktır. Çok sayıda bilimsel
araştırmaya neden olmuşlardır. Yapılan araştırmalarda bazı genel yönler
belirlenmiştir. Đlk olarak, kentlerdeki yoğunlaşma suç eylemine büyük
imkânlar sağladığı ölçüde suçluları kendine çeker. Zenginliklerin daha önemli
bir kısmı gibi, ekonomik hayatın önemli eksenleri orada toplanmıştır. Yine
zenginlerle fakirler arasındaki en büyük ekonomik gerginlikler de kentte
bulunabilir. Bir başka yönden de, toplumsal denetim planında, nüfusun
yoğunluğu, isimlerin bilinmeyişi, hareketlilik gibi olguların aynı zamanda
araştırmalardan kurtulmak için suçlulara sağlanan kolaylıklar olduğu da
unutulmamalıdır.119
Büyük Britanya’da 1952 senesinde polisçe bilinen suçlar adedinin
milyon nüfus itibariyle Londra’ya yakın olan County’lerde en yüksek sayıyı
bulduğu, ikinci sırada merkezi Đngiltere’deki sanayi kentleri ve başlıca büyük
118
119
Dönmezer, Kriminoloji, s.171
Georges Pıcca: Kriminoloji, Çeviren Ebru Erbaş, Đstanbul, 1992, s.59.
63
limanların geldiği ve en az oranların ziraat ve madencilikle uğraşan kentlerde
olduğu tespit edilmiştir. Birleşik Amerika’nın Uniform Crime Reports’larına
göre güney batıda bulunan 14 eyalet adam öldürme ve şahsa karşı diğer
tecavüzler bakımından en yüksek oranı göstermektedirler. Buna karşılık New
York, New Jersey ve uzak batıda oranlar çok daha aşağı düzeydedir. New
England bu bakımdan en aşağı oranı göstermektedir. Bazı yazarlar güney
devletlerindeki bu yüksek adam öldürme oranını zenci nüfusun buradaki
çokluğu ile izah etmektedir. Amerika’da yapılan istatistikler köylere nispetle
kentlerde daha fazla olduğunu göstermektedir. Fransa’da kent ve köy
suçlarının tahminen aynı nispette olduğu görülmekte, Đtalya’da ise köy ve
kent suçları köyler lehine 100 de 47 ağır cezalı suçlarda köyler aleyhine 100
de 75 olarak tespit edilmiştir120.
Kent ve suç bağlamında yürütülen tartışmalar sadece gelişmekte olan
ülkelerle
ilgili
tartışmalar,
bir
problem
özellikle
değildir.
kentleşme,
Amerika
ekonomik
Birleşik
statü
ve
Devletlerindeki
suç
üzerine
yoğunlaşmıştır. Amerikan kentleri, Avrupa ve Đngiliz kentlerine göre daha
fazla net bir şekilde sosyal ve etnik gruplara bölünmüştür. ABD Milli Suç
Đstatistiklerine dayanan bir araştırmaya göre hızlı kentleşme, suç oranlarını
etkileyen önemli bir faktördür ve bu durum yetişkin suçlularda, çocuk
suçluluğuna göre daha göz alıcı bir şekilde görülebilmektedir. Ayrıca,
1980’lerde SSCB sağlanan daha fazla bilgi edinme imkânıyla, kent suçlarının
orada da yükselmekte olduğu ortaya çıkmıştır. Eğer bu veriler doğru ise,
Sovyet suç istatistikleri 1980’lerde ABD’de tespit edilenlere göre yüksektir121.
Fakat verilen bu istatistiklerde, resmin tamamını tüm yönleriyle
görmeye imkân yoktur. Çünkü bu verilerle tespit edilen suçun işlendiği yerdir.
Hâlbuki çeşitli nedenlerle, ticaret, iş arama, tatil gibi nedenlerle köyden
kentlere ve kentlerden köylere doğru bir hareketlilik vardır ve bu suçları
kimlerin işlediği veya suçları işleyenlerin ikamet yerleri istatistiklerde açıkça
görülmemektedir.
120
121
Gider, a.g.e., s.364
Heidenson, a.g.e., s.23
64
Suçun köy ve küçük kentlere göre büyük kentlerde daha fazla
işlenmekte olduğu herkes tarafından kabul edilmiş bir gerçektir. Đncelemeler
ağır nitelikteki suçların sayısının kentlerin nüfusu arttıkça çoğaldığını
göstermektedir. Şahıslara karşı işlenen suçlar ve cinsel suçlar oranı kırsal
bölgelerde fazladır. Bununla beraber genellikle büyükkentden uzaklaşıldıkça
suçların sayısı azalmaktadır. Büyük kentlerde daha çok mala karşı işlenen
suçlar dikkat çekerken, kırsal kesime doğru gidildikçe suç oranının azalmakta
olduğu fakat şahsa karşı işlenen suçlarda belirgin bir artış olduğu
gözlenmektedir.
Kırsal
kesimde
çoğunlukla
ilk
kez
suç
işleyenlere
rastlanmasına rağmen, kentlerde çeşitli suçları defalarca işleyenlerin sayısı
çoğunluktadır. Kırsal kesimde suç işleyenlerin büyük çoğunluğu aynı
bölgelerde doğmuş kişiler olmalarına rağmen, kentlerde suç işleyenlerin
büyük bir bölümü kırsal alanda doğup, sonradan büyük kentlere göç eden
kişilerdir122
1.4.1.1 Kent ve Suç
Đnsanların toplu olarak yaşadıkları kent kasaba ve köy gibi bölgelerin
yani insanların toprak üzerinde yayılışının suç ve suçluluk ile yakın ilgisi
bulunduğu iddia edilmiştir. Kent ve suçların özellikleri ile bazı suç türleri
arasında ciddi bir ilişki vardır.
Özellikle büyük kentin, içinde oturanlar bakımından yaptığı suça
götürücü etkiler büyüktür. Bundan başka suç işlemeye yatkın durumda olan
birçok kimseler tarımsal bölgelerden büyükkentlere gelmektedirler, küçük
oturma bölgeleri ise hareketlerin kontrolü bakımından adeta bir fonksiyon
görmektedir. Sosyologlar tarımsal bölgelerde yaşayan halkın mutaden daha
122
Dönmezer, Kriminoloji, s.172
65
homojen bir ilgi durumu gösterdiklerini tespit etmişlerdir. Tarım bölgelerindeki
servet miktarı azdır ve servet dağılışı büyük farklar göstermemektedir. Bu
nedenle zengin ve fakir arasındaki mesafe ve ekonomik rekabetin yoğunluğu
buralarda daha az, tarım bölgesindeki aile daha sabittir, nüfus seyrektir,
suçlular için suçlarını saklamak ve gizlemek imkanı daha azdır. Tarımsal
bölgelerde oturan mütecanis ve kuvvetli ahlâk standartlarına, kanaat ve
adetlere sahip halkın tamamıyla tersine olarak, kentli geniş ölçüde birbirinden
farklı, birbirine zıt ve karşılıklı olarak birbirini eleştiren teoriler, fikirler,
inanışlar ve ideolojilerle temasa gelir. Bu tür şartlar altında herhangi bir kural,
dernek ya da herhangi bir kurum, ya da parti doktrininin kutsal olmadığı ve
bunların mutlak gerçekler olarak kabul edilemeyeceği hissolunur. Bu nedenle
sosyal düzen ve onu temsil edenlere karşı saldırıların ve özellikle cinsiyet ve
mülkiyete karşı olan taarruzların, sarhoşluğun kentlerde daha yüksek oranda
olmasını doğal karşılamak gerekir123.
Kent, kentleşme ve suç bağlantısı, sadece sosyoloji, kriminoloji gibi
suçla yakından ilgili olduğu düşünülen alanlardan farklı şekilde de karşımıza
çıkabilmektedir.
Bu bağlamda kent ve suç tartışmalarına yeni bir açılım
getirebilmek için, modernite-postmodernite tartışmalarından bir alıntı yapmak
istiyorum. Buna göre, mimarlık çevrelerinde St.Louis teki toplu konutlarda
Pruiit-Đgoe Bloklarının dinamitlenişi, modernizmin ölümü olarak ele alınmış ve
15 Temmuz 1972 ölüm tarihi olarak kabul edilmiştir124.
Pruiit-Đgoe Bloklarının yıkılış konumuz açısından önemli olduğu için
kısaca bahsetmekte fayda görüyorum. Acaba bu binaların suçu neydi? Söz
konusu mahalle, 1952-55 yılları arasında ABD'li ünlü mimar Minoru Yamasaki
tarafından tasarlanıp gerçekleştirilmişti. O yıllarda o yapılar mimari açıdan pek
başarılı bulunmuş ve AIA (Amerikan Đnstitute of Architects) tarafından
ödüllendirilmişti. Binalar toplu konut olarak tasarlanmış ve kullanılmaya
başlanmıştı ve oturanların çoğu ise zenci Amerikalılardan oluşmaktaydı.
Zamanla çevrede olumsuz etkiler görülmeye başladı. Binalara zarar veriliyor,
123
124
Eray Utku, Kentleşme ve Suç, Adalet Dergisi, 5. sayı http: www.adalet.gov.tr. Erişim tarihi 24.04.2007
Arseli Gencer, Postmodern Mimari ve Endüstri Sonrası Toplum Đlişkileri, Đzmir,1992, s.6
66
suç oranı öteki mahallere göre çok yüksekti ve buralarda yaşamak çok
tehlikeli bir hal almıştı. Charles Jenks bu olumsuz durumu şu etkenlere
bağlamaktaydı. Binalardaki uzun koridorların varlığı, kimsezislik, yarı-mahrem
mekânların denetimsizliği, ye mimari üslup, yapılar ''pürist" bir dile
sahiptiler(Biçimsel Saflık) Cjenks 'a göre bu durumun nedeni modern mimari
anlayışa göre yapılmış olmasındandı. Ama araştırmalar bu arada yaşanan
krizin en büyük nedenin orada yaşayan insanların kültür ve eğitim düzeyinden
kaynaklandığı tespit edildi ."125
Suçluluğun dünyanın her yerinde siyaset malzemesi yapılmaktadır.
Örneğin Amerika Birleşik Devletlerinde adaylar hukukun, düzenin sağlanacağı, sokakların daha güvenli hale getirileceği, ceza adalet sisteminin
düzeltileceği gibi vaadlerde bulunmaktadırlar. Bütün bunlar dünyanın her
yerinde halkta suç korkusu yaratmakta ve bunun ise topluma maliyeti son derece yüksek olmaktadır126. Amerika'da kanun ve nizam egemenliğini sağlama
seçimlerde, üzerinde en çok durulan ve vurgulanan konu haline gelmiştir.
Büyük kentlerde sokağın güvenliğini sağlamak Amerikanın en başta gelen
sosyal problemidir127.
Bazı dünya ülkelerinde, suçla mücadele yerel seçimlerin en önemli
boyutunu oluşturmaktadır. Eski New York’un eski belediye başkanı Rudy
Giuliani suçluluğa karşı mücadelesiyle meşhurdur. Kurulduğu günden bu
yana ‘suç ve para’nın başkenti olan New York, artık büyük Amerikan kentleri
arasında güvenli yaşam konusunda üst sıralarda bulunuyor. Giuliani seçim
kampanyasını kentte güven ve huzur sağlayacağı üzerine kurmuştu. Nitekim
demokrat ağırlığı ile bilinmesine karşılık, New York halkı güven ihtiyacı
nedeni ile Cumhuriyetçi Giuliani’yi başkan seçti. Giuliani, göreve geldikten
125
Enis Kortan, Modern ve Postmodern Mimarlığa Eleştirel Bir Bakış, Mimari Akımlar, Yem Yayınları,
Đstanbul, 1996, s.67
126
Sokullu-Akıncı, a.g.e, s. 57
127
Dönmezer, Kriminoloji, s.59
67
sonra harekete geçerek, seçim kampanyasında söz verdiği gibi ilk olarak
‘küçük suçlar’la mücadeleye ağırlık verdi128.
GIULIANI, James Q. Wilson ve George L. Kelling’in 1982’de
yazdıkları, tartışmalı “Kırılmış Pencereler” makalesindeki fikirleri aynen
uygulamaya geçirdi. Makalede, “cam kıran mahallenin gençlerine, mafya
üyesi gibi uygulama yapılmazsa, ileride onların da mafya üyesi olacağı” ana
fikri işleniyordu. James Q. Wilson ve George L. Kelling’in görüşlerini şu
şekilde açıklıyorlardı:
“Toplum düzeyinde kargaşa ve suç kaçınılmaz olarak karşılıklı
gelişen bir biçimde birbiri ile ilişkili. Sosyal psikologlar ve polisler bir
binadaki pencerenin camı kırılır ve tamir edilmeden bırakılırsa, geride
kalan bütün camlar da yakın zamanda kırılacaktır görüşünde birleşme
eğilimindeler. Bu gelişmiş kentlerde böyle olduğu gibi küçük harabe
yerlerde de böyledir. Tamir edilmemiş bir kırık cam, hiç kimsenin dikkat
etmediğinin ve daha fazla cam kırmanın bir şeye mal olmadığını gösterir. Standford Üniversitesi'nden psikolog Philip Zimbardo, 1969 yılında
kırık camlar teorisini test eden bazı deneylerini açıkladı. Bir otomobili
plakasız ve kaportası cadde üzerine gelmiş şekilde Bronx'ta, mukabil bir
başka arabayı ise Kaliforniya eyaletinin Palo Alto şehrine bıraktı. Terkedilmiş olduğundan Vandallar 10 dakika içinde Bronx'taki araca saldırdılar. Olay yerine ilk yetişen radyatör ve aküyü yağmalayan bir aileydibaba, anne ve genç bir erkek çocuk-24 saat içinde hemen hemen
aracın her şeyi, yağmalandı. Sonra rast gele tahrip başladı, -camlar
indirildi, bölmeler parçalandı ve döşemeleri söküldü. Genç Vandalların
hepsi görünüşte iyi giyimli ve iyi tıraşlı beyazlardı. Palo Alto'daki araca
ise neredeyse bir hafta hiç dokunulmadı. Sonra Zimbardo, bir parçasını
çekiç ile kırdı. Az bir zaman sonra yoldan geçenler de kendisine katıldı.
Bir iki saat içinde araba ters çevrilmiş ve ne varsa yağmalanmıştı. Yine
128
Emrah Ülker, “New York’ta Suç Oranları Nasıl Düştü?”, Aksiyon Dergisi, www. Aksiyon.com.tr, Sayı:
536 - 14.03.2005, erişim tarihi 06.04.2007
68
burada olmayan kişiler: dilenciler, ayyaşlar, madde bağımlıları, sokakta
gürültü patırtı çıkaran gençler, fahişeler, akıl hastaları...129”
Kırık pencereler kuramı, sıfır hoşgörülü polislik de denen, süre giden
düzenin korunma sürecinin ciddi suçların azaltılmasında esas olan bir
yaklaşımın temeli olarak işe yaramıştır. Sıfır hoşgörülü polislikte küçük suçlar
ile kırıp dökme, serserilik, dilencilik, sarhoşluk gibi rahatsız edici davranışlar
hedef almaktadır. Düşük düzeydeki sapkınlığa yönelik polis baskısının, daha
ciddi
suç
biçimlerinin
azaltılmasına
olumlu
bir
katkı
sağlayacağı
düşünülmektedir.130
Giuliani’nin başkanlığının ilk döneminde her türlü cürme yönelik
tutuklamaların oranı önceki döneme göre yüzde 70 arttı. Suç grafikleri
“Kırılmış pencereler” hipotezini doğrular nitelikteydi. Artan her yüzde 10’luk
tutuklama oranı, suç işleme oranlarını yüzde 2-3 düşürüyordu. Hem suç
işleyecek kapasitedeki kişilerin ortalıkta kalmaması, hem de suça meyilli
kimselerin sert uygulamalar nedeni ile gözünün korkması, oranlardaki
düşüşün nedeni olarak gösteriliyordu. Zira, aynı dönemde hapishanelerde
kalan mahkumların oranı yüzde 24 arttı.Suç oranının azalmasının, polisin
gözaltına aldığı insan sayısı ile doğru orantılı olduğunu 1990’larda New
York’ta şiddet içeren suçların oranındaki düşüş yüzde 56, mala karşı işlenen
suçlarda azalma yüzde 65 oldu. Suç oranlarının düşmesinde Bill Clinton’un
başkan olduğu 90’lı yıllarda yaşanan ekonomik patlamanın da büyük rolü
olduğu muhakkak. 1990-99 arasında hem ülke genelinde hem de New
York’ta işsizlik oranlarında yüzde 40’lara varan azalmalar yaşandı.
Araştırmalar,
işsizlik
oranlarındaki
yüzde
10’luk
azalmanın
hırsızlık
oranlarında yüzde 2,2’lik, araba çalma oranlarında yüzde 1,8’lik azalmaya
sebep olduğunu ortaya koydu. New York, huzura kavuşması karşılığında
129
James Q. Wilson ve George L. Kellıng: “Broken Window” Atlantic Mountly, (1982), çeviren Serkan
Altuntop; Polis Dergisi, Sayı: 35, Nisan Haziran 2003, s. 110-117
130
Antony Gddens, Sosyoloji, Yayına Hazırlayan Cemal Güzel, Ankara, 2005, s.214
69
insan haklarından biraz taviz verdi; ama güven ortamı sağlanınca dünyanın
dört bir yanından gelen turistlerden milyarlar kazandı131.
Sıfır hoşgörülü polislik, New York Cıty'deki görünür başarısının
ardından
yaygın
olarak
büyük
Amerikan
kentlerinde
uygulanmaya
başlamıştır. New York Polis Örgütü, kent metrosundaki düzeni yeniden
kurma amacıyla başlattığı saldırgan bir kampanyanın ardından, sıfır hoşgörü
yaklaşımını sokaklara genişleterek, dilenciler, evsizler, sokak satıcıları ile
porno kitap satan kitapçılar ve klüpler üzerindeki kısıtlamaları artırmıştı.
Sonuçta, standart suçların (yankesicilik, hırsızlık gibi) oranında çarpıcı bir
düşme ortaya çıkmakla kalmamış, cinayet düzeyleri de, neredeyse bir yüzyıl
içindeki en düşük seviyesine inmişti. Ancak "kırık pencereler" kuramının
önemli bir eksikliği, bir "toplumsal düzensizliğin tanımını bütünüyle polisin,
canı nasıl isterse, öyle yapmasına olanak sağlamasıdır. Düzensizliğin
sistematik bir tanımı olmadan, polis neredeyse her şeyi bir düzensizlik işareti,
herkesi de bir tehdit olarak görmeye yetkili kılınmaktadır. Gerçekte,
1990'larda New York City'de suç oranları düştükçe, polisin kötü davranışı ye
tacizi hakkındaki, özellikle potansiyel bir suçlu profiline uyan genç, kentli
siyahlardan gelen yakınmalarda artmıştı.132
1.4.1.2 Kentleşme Süreci ve Suç
Toplumun devamı ve bütünleşmesi, toplumu meydana getiren
insanların, sosyal yaşam içerisinde oluşturulan din, ahlak, hukuk kurallarına
uygun hareket etmeleriyle mümkün olabilmektedir. Toplumsal kurallara riayet
etme halkın birlikte yaşamasını temin ederken, bu kurallardan sapma, toplum
içinde yaşayan insanların rahatsız olmasına neden olarak toplumun devamını
ve bütünlüğünü zedeler. Bu bağlamda, genel olarak norm ihlali durumu
131
132
Emrah Ülker, a.g.m. erişim tarihi 06.04.2007
Gıddens, a.g.e., s.214
70
şeklinde tanımlanan suç ve gelişmiş ülkelerde olduğu gibi gelişmekte olan
ülkelerde, kentlerde olduğu gibi kırsal alanlarda da yaşanan evrensel bir
olgudur. Toplumun birlik ve beraberini bozduğu, toplumsal yaşamı tehlikeye
sokup toplumun tümden zarar görmesini engellemek maksadıyla kanun
koyucular tarafından yapılmaması gereken eylem, davranış, tavır ve
hareketler olarak tanımlanan suçun, biyolojik, fizyolojik, psikolojik ve çevre
gibi birçok alanı ilgilendiren sebepleri vardır133.
Ancak biz burada konumuz açısından, bir yerleşim merkezi olarak
kentle suç arasında bir ilişkisi olup olmadığını var ise ne yönde gerçekleştiği
üzerinde durmaya çalışacağız.
Sosyologlar kent ve köy suçluluğu arasındaki farkı esasta sosyal
çözülme (deorganizasyon) süreci ile izah eğilimindedir. Köylerde sosyal
çözülme çok ağır işlediğinden suçta azdır. Yeni bir teori ise şudur: bir
bölgede nüfus belli bir basamağı aşınca bireyler daha saldırgan olmaya
başlarlar; zira kişisel gelişmeleri bakımından asgari bir alana sahip olmamaya
başlarlar. Gerçekten esas itibariyle kentleşmedeki yoğunlaşmanın suçluluk
oranını arttırması ortaya çıkan çeşitli kriminojen etmenler ve etkenle
dolayısıyladır.
Sosyal
hareketliliğin
hızlanması,
sosyal
kontrol
mekanizmasının çözülmüş hale gelmesi, sosyal normların insan tavır ve
hareketlerini
idare
edici
güçlerin
yıkılması
(anomi),
çözülme
(deorganizasyon), farklılıkların bir araya gelmesi çeşitli sebeplerle bir suç alt
kültürünün teşekkülü bu kriminojen etkenler arasında sayılmalıdır134.
Kırsal alanlardaki sayılan yapısal özelliklerin yanında kent, büyük,
farklılaşmış, heterojen, gayri şahsi, anonim ilişkilerin yaygın olduğu,
insanların birbirini tanımadığı, insanlar arasında ilişkilerde maddiyatın ön
plana çıktığı yapı özelliklerinin yaşandığı mekândır. Böyle bir ayırımın
sonucunda da kent suçluluğun ve şiddetin kaynağı olarak gösterilmektedir.135
133
Dönmezer, Kriminoloji, s.61
Dönmezer, Kriminoloji, s.174
135
Đlhan Tekeli, Türkiye’de Kentleşme Yazıları, Ankara, 1982, s.302
134
71
Daha anlaşılır bir ifade ile kırsal alanlardaki homojenlik,
herkesin
herkesi tanıması ve sosyal kontrolün etkisi, kent yaşamında etkisini
yitirmektedir. Bunun yanında kent, kentleşme içinde yaşayan bireyler
arasında rekabeti karşılamakta, ortaya kaypak, farklı bir bireyselliği meydana
getiren, sosyal düzen çıkmakta bu da içinde suçun rahatlıkla gelişeceği bir
ortamı hazırlamaktadır.136
Genel olarak gelişmiş bir toplumda birey, toplum yapısı, kültürün
maddi manevi unsurları arasında sıkı bir ilişki ve denge vardır. Gelişmekte
olan toplumlarda, ekonomik bunalım, sanayileşme, sağlıksız kentleşme, hızlı
nüfus artışı, dengesiz gelir dağılımı, işsizlik gibi birçok farklı boyutları olan
sorunlar, toplum içindeki bağın gevşemesine neden olur. Bu gevşeme ise
dengeyi bozarak uyumsuzluğu doğurur.137
Büyük kentlere gelenlerin birçoğu baba ocaklarından, alışıla gelmiş
oldukları, çevrelerinden uzaklaştığından, gereksindikleri maddi ve manevi
destekten mahrum kalırlar. Parlak iş hayalleriyle geldikleri kentte, bu
hayallerini gerçekleştiremez, işsiz kalırlar. Küçük köy topluluğunun oynadığı
kontrol işlevlerin etkisi azaldığından toplum için tasvip edilmeyen yollara
yönelme olasılığı belirir.138
Kent sosyologu Herbert J. Gans bugün Amerikan kentlerinde beş ayrı
nüfus grubunun bulunduğunu ve her birinin de kendine has bir yaşam biçimi
olduğunu vurgulamaktadır. Acaba bunlar kimlerdir?139
«Tuzağa Düşenler» (Trapped): Kent içinde yaşamak için ekonomik gücü
bulunmayan yaşlı ve emekli kesiminden oluşmaktadır. Bu insanlar düşkün
durumdadırlar. Evleri kente yeni gelen göçmenler tarafından adeta işgal
136
Sulhi Dönmezer: “Hızlı Şehirleşme ile Suç ve Adalet Sistemi Đlişkileri”, Hızlı Şehirleşmenin Yarattığı
Ekonomik ve Sosyal Sorunlar, SĐSAV, Đstanbul, 1986, s.60
137
Özcan Köknel, Bireysel ve Toplumsal Şiddet, Altın Kitaplar, Đstanbul, 1996, s.68
138
Keleş: Kentleşme Politikası, s.36
139
Herber J. Gans, People and Plans Essays on Urban Problems and Solutions, Newyork, 1968, s.36-38
nakleden Enver Özkalp, a.g.e., s.301-302
72
edilmiş, işlerini kaybetmiş ya da ailenin geçimini sağlayan kişinin ölümü ile
ortaya çıkmış kişilerdir.
Yoksunlar ve Đhtiyaç Đçinde Olanlar (Deprived): Bunlar kent içinde yaşayan göçmenler, çok fakir ve yaşlı insanlardan oluşmaktadır. Bu insanlar çok
ucuz kiralı evlerde ve sefalet içinde yaşamakta ve hükümetten yardım almak
durumundadırlar.
Etnik Köylüler (Ethnic Viîlagers): Bu grup kente çok yeni gelen göçmen
işçilerden oluşur. Bunlar kentin içinde birbirine son derece bağımlı, benzer
kültürlerden
gelen
insanların
oluşturduğu
gruplardır.
Değişime
direnç
gösterirler. Kentle ilişkileri zayıftır.
Bekârlar ve Çocuksuzlar (The Unmarried and Childless): Bu insanların
kent yaşamını tercih etmelerinin nedeni kentin kendilerine sunduğu eğlence
imkânlarında faydalanmak ve yeni insanlarla tanışmaktır. Bunlar sık sık ev
değiştirirler ve eş bulunca ve çocuk sahibi olunca kenti terkederler.
Zenginler veya Kozmopolitler (Cösmopolites): Bunlar iyi eğitim görmüş
ve yüksek gelirli gruplardır. Belirli meslek gruplarında olan ve çeşitli
endüstrilerde yüksek mevkilere gelmiş insanlardan oluşurlar. Bu insanlar
komşularıyla pek ilgilenmeyen, kentin içindeki pahalı yörelerde yaşayan
kimselerdir
Bu çalışmadan da görüldüğü gibi kentin farklı görünümlerini inceleyen
bütün çalışmalar, kent yaşamını daha belirginleştirmekte ve aydınlatmaktadır.
Chigaco okulunun çalışmalarında ortaya çıkan veriler insanları daha çok
stereotipleştirmekte ve kent insanının birbiriyle olan ilişkilerindin çok sınırlı
olduğunu göstermektedir. Ancak, daha sonra yapılan çalışmalarda kent
içindeki birincil grup etkinliklerinin çoğaldığı, buna karşın bireylerin mesleki ve
ekonomik rollerinde bir takım düşmeler olduğu saptanmıştır. Yani kent insanı
73
mesleki ve ekonomik rolünü bir ölçüde çok fazla önemsememeye
başlamıştır140.
Ülkemizde bölgeler arasında, kırsal alanlar ve kentler arasındaki
eşitsizlikler ve kentler içinde de gelir yaşam düzeyi dengesizlikleri kısacası
çarpık kentleşmenin göstergeleri olan bu belirgin özellikler şiddet olaylarını
beslemektedir.141
Kentte suç işleyenlerin büyük bir oranını buralarda doğmayan, daha
sonra kente göç edenler oluşturmaktadır. Bu suç işlemenin sebebi olarak
gösterilen teoriye göre sosyal çözülme şartlarının belirlenmesi sebebiyle
toplumdaki sosyal kontrolün sevk edici ve engelleyici işlerinin azalması
gösterilmektedir.142 Kırsal alandaki yaşam tarzının kentte imkan bulamaması
nedeniyle önceki yerleşim alanındaki yapı özelliklerinin değişmesine,
dolayısıyla sosyal kontrolün yaptırım gücünün azalmasının suç işleme
eylemine neden olacağı ileri sürülmektedir.
Kentleşme sürecinin göç edenler üzerindeki etkisi, yaş, cinsiyet gibi
özelliklere göre değişiklik gösterebilmektedir. DÖNMEZER ve ĐÇLĐ Türkiye’de
kadın suçluluğunun, kesinlikle kent suçluluğu olduğunda hemfikirdirler143.
Kentleşme süreci kadın suçluluğunu arttıran bir etmendir. Sosyal
değişme sürecinde kadın suçluluğu şöyle bir görünüm arz etmektedir.
Kadınların ekonomik faaliyetlere (ücretli işgücü olarak) buna bağlı olarak
sosyal bayata gittikçe artan oranlarda katılmaları, buna karşılık anne ve eş
rollerini sürdürme zorunlulukları onları belli derecelerde rol çatışmalarına
sürükleyebilir. Ayrıca, sosyal değişmenin en yoğun biçimde gözlendiği
kentlerde kadın suçlan daha sık görülmektedir. Değişen yapıyla birlikte
kadınların üzerindeki sosyal baskının azalması da kadınlara, suç işlemesini
kolaylaştırabilmektedir. Bunlara, ek alarak eğitim seviyesindeki düşüklüğün,
140
Özkalp, a.g.e, s.301-302
Keleş ve Ünsal, Kent ve Sosyal Şiddet, s.32
142
Dönmezer, “Hızlı Şehirleşme ile Suç ve Adalet Sistemi Đlişkileri”, s.55
143
Dönmezer, Kriminoloji, s.131 ve Tülin Günsen Đçli, Aslıhan Ögün: “Sosyal Değişme Süreci Đçinde Kadın
Suçluluğu” HÜEFD, Cilt 5, Sayı 2, Aralık, 1998, s.31
141
74
problemli geçmişin ve evlilikte geçimsizliğin kadın suçlarını arttırıcı etkileri
görülmektedir144.
Ayrıca kentleşmenin intihar üzerinde etkisi de görülmektedir. Diğer
Ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de, çok genç yaşta (15 yaşın altında) intihar
seyrek görülmektedir. Türkiye genelinde 24 yaşa kadar artma gösteren
intihar oranları, 24 yasından itibaren düşmeye başlamakta, 64 yaşından
itibaren tekrar yükselmektedir. Çok nedenli bir sosyal gerçek olan intiharın
büyük kentlerde sık görülmesi, gerek Durkheim'in gerekse Park ve Burgess'in
ileri sürdükleri gibi birincil ilişkilerin yerini alan formal ilişkilerin kişinin
boşanma, hastalık, aile geçimsizliği gibi durumlarda ihtiyaçlarına yeterince
cevap verememesi nedeniyle olabilir. Kentte çok yönlü etkileşim ağı içinde
sürekli rekabet halinde olan kişi, ailesi dışında her gün ayrıca iyi tanımadığı
birçok kişiyle de formal ilişki içindedir. Bunun yanında kadının giderek attan
sayıda iş gücüne katılması, aile sorumluluğuna ek olarak iş sorumluluğunun
katılması aile geçimsizliği olumsuz yönde etkileyen faktörler arasında
sayılabilir.
Kentleşme
ve
endüstrileşme
sonucu
ailenin
geleneksel
fonksiyonlarından bazıları başka kurumlara devredilmiş haldedir. Çekirdek
ailede artık yaslı anne ve babaların geleneksel ailedeki yerleri kaybolmaya
başlamaktadır. Onları barındıracak kurumlar da ülkemizde yeterince
gelişmemiştir. Kendini ve geleceğini güvence içinde görmeyen yaşlı kişilerin
intihara yönelmeleri ihtimali hiç de uzak görünmemektedir. Hele yaşlılık
hastalıkla birleşince bu ihtimal daha da kuvvetlenebilir145.
Şunu bir kez daha ifade etmeliyiz ki sanayileşen ve kentleşme oranı
artan toplumların tümü mutlak olarak sosyal problemler, başta suçluluk olmak
üzere yaşamazlar. Çünkü toplumların kültürleri, meydana getirdiği davranış
kalıpları, normatif yapısı ile sosyo-ekonomik ve siyasal koşulları ile
karşılaşılan problemleri gidermede bir takım farklılıklar gösterir. Bu nedenle
genelde köy sosyal yapısı ve bu yapı içindeki bütünleşme unsurları üzerinde
144
Đçli ve Ögün, “Sosyal Değişme Süreci Đçinde Kadın Suçluluğu”, s.31
Tülin Günşen Đçli, “Türkiye’de Đntiharların Yaş ve Cinsiyete Göre Dağılımı” HÜEFD, Özel Sayı 1983,
s.193-207
145
75
şekillenen Türk toplumunda sosyal norm ve değerler toplum üyelerince öyle
benimsenmiştir ki, hızlı sanayileşme ve kentleşmeye rağmen normlar,
bozucu güçlere karşı kuvvetlerini muhafaza edilmekte ve uyumlar kolaylıkla
değişmektedir.146
Karanlık senaryolara rağmen, biz gerçekten kentlerimizin geleceğinin
nasıl olacağını bilmiyoruz. Bazı trendler kurulacak/oluşacak ve muhtemelen
devam
edecek,
ama
kendimiz
hazırlanmamız
gerekenler
belirsiz
değişikliklerdir. Chicago üniversitesi kurulduğunda, etrafındaki kent çok hızlı
büyüyordu, tıpkı bugün gelişen dünyanın birçok kentinde görüldüğü gibi.
Birçok Batı Avrupa ülkesi, endüstrileşme ve kentleşmenin en üst düzeyde
olduğu klasik dönemini yaşadı. (Sadece Đngiltere bu sürecin içinden etkili bir
şekilde geçmiştir.). Endüstrileşmiş toplumun kentleri gençleri ve göçmen
işçileri kendine çekti. Kentleşmeye ilişkin olduğuna inanılan gençlik sorunları,
büyüme, mekan sıkıntısı, kültürel yarılmalar bununla ilgilidir. Bugün, en
azından birçok batı toplumunda resim bundan çok farklıdır. Kentler, kendi dış
mahallerine,
uydu
kasabalarına
hatta
kırsal
alana
doğru
nüfus
kaybetmektedirler. Londra’nın nüfusu 1920’lere kadar düşüyordu. Aynı
zamanda ikinci ve üçüncü dünya ülkelerinde kentler ise genellikle katlanarak
büyüyordu. Mexicocity dünyanın en büyük metropolüdür. Kentler özellikle
onların iç bölgeleri, bu çerçevede bir düşüş içindedirler ve nüfus
kaybediyorlar. Fakat suçların bu bölgeler için, 50 ya da 100 yıl öncesine
kadar önemli bir problem olduğuna inanılıyordu. Birçok batı ülkesinde nüfus
yaşlanıyor ve risk yaşındaki genç nüfusun sayısı ise kalanlara oranla
düşüyor. Dahası kent merkezlerinde görülen iyileşme Londra’nın ve Paris’in
mahallelerinde gözlenebilmektedir. Gelecekte kentlerimiz nelerle yüz yüze
gelecek, huzurlu ve problemsiz olmayacak gibi gözüküyor. 147
146
Sulhi Dönmezer, “Hızlı Şehirleşen ve Sanayileşen Bir Küçük Şehir Toplumunda Suçluluk Ereğli Projesi”,
Şehirleşmenin Doğurduğu Ceza Adaleti Sorunları Sempozyumu, Đ.Ü. Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku ve
Kriminoloji Enstitüsü Yayını, Đstanbul, 1974, s.142-145
147
Heidenson, a.g.e., s.34-37
76
1.4.1.3 Köy ve Kent Suç Farklılıkları
Sağlıksız kentleşmenin doğurduğu uyumsuzluğun, bireysel davranış
sapmalarında yarattığı olumsuzluğu “suçluluk” olarak nitelendirebiliriz. Kırsal
kesimde doğal denetim sistemi işlemektedir. Bu denetim kişisel davranış
sapmalarından olan suçluluğu önleyici niteliktedir. Bu nedenle kırsal
alanlardaki suçlar yoğunluk göstermez. Kentler de ise, doğal denetim yerini
ikincil ilişkilere bırakmış ve doğal denetimin yerini resmi denetim sistemi ve
örgütler almıştır. Resmi denetim koruyucu ve önleyici görevle yükümlüdür.
Bu denetimin etkililiği sınırlı kalmakta ve suça eğilimli olanlar suç sınırını
aşabilmektedirler. Kentleşme ve sanayileşme bir kültür değişimine yol
açmaktadır. Suçluluk açısından,
kültür değişiminin etkinliği şöyle
olabilmektedir: Kentleşme geleneksel yapı değişimine yol açmaktadır.
Geleneksel yapı değişimi; din, aile, ahlak vb. gibi görüşler sisteminin
değişmesi anlamındadır. Bu değişim ise, heterojenliği ve çatışmayı ifade
eder. Bu olgu, kişinin; bireyciliğine, toplumsal disiplin dışına çıkma ve suçlu
oluşumuna yol açabilir. Kentleşme, sosyal denetim sistemini de yok
ettiğinden veya en azından oldukça zayıflattığından, akıcılık, konut
değiştirme
olanakları,
kişinin
suç
yolundaki
eğilimlerini
önleyici
mekanizmaların kalkışı anlamına gelmektedir.148
Dünya Savaşına kadar kentleşme süreci ile suç arasındaki ilgiler
konusu Tönnies, Durkheim, Burkley, Tarde gibi yazarların incelemelerine
konu teşkil etmişti. Đnceleme konumuz bakımından çok dikkati çeken bir
araştırmayı Clinard yapmış bulunmaktadır. Buna nazaran kentleşme
sürecinin suçluluk üzerindeki etkileri bakımından hareketlilik, kişisel olmayan
ilişkiler, aykırılıkların bir araya gelmesi (differential association) toplum
örgütlenmelerine katılmamak, teşkilatlı suç kültürü ve sosyal suç tipi
148
Özek, a.g.m., s.78-79
77
varsayımlarının etkileri incelenmiştir. Varılan sonuç şudur: Köy veya tarım
bölgelerinde kişiler çevrelerinde sıkı bir sosyal kontrole tabidirler149.
Sutherland kent ve kırsal bölge suçluluğu arasındaki farkın, farklı
içtima ve farklı sosyal örgütlenmeden doğduğunu söylemektedir. Guadagno,
kentteki yüksek suçluluk oranını, insanları çok ve çabuk heyecanlanır bir
hale getiren lüzumundan fazla dış uyaranların varlığı ile izaha çalışmaktadır.
Barnes
ve
Teeter’in
ileri
sürdüğü
gibi,
köy
ve
kent
suçluluğu
karşılaştırmasındaki Polisin suçları ortaya çıkartmasındaki başarısı önemli
bir unsur olabilir çünkü genellikle Polis tarafından verilen rakamlar istatistik
olarak kullanılmaktadır150.
Kentleşmemiş cemaatçi toplum, geniş hısımlık gruplarından, komşuluk
ilişkilerinden, aynı bir din ve mezhebe mensup insanlardan oluşmaktadır;
insanların, akıbetleri geniş ölçüde doğumla belirlenmektedir; kuralların sosyal
normların gücünü gelenekler sağlamakta ve bunların doğruluğundan kimse
şüphe etmemektedir. Geçmişte cereyan eden, ileride de aynen oluşacaktır.
Oysa kent toplumunun sosyal düzeninde bütün bunların tersi cereyan
etmektedir. Kişisel ilişkilere dayanan cemaat hayatının yerini büyük menfaat
birlikleri almıştır; kuralların geçerliliği bunların faydalılık ve meşruiyetine
bağlıdır. Büyük metropollere gelip yerleşenlerde suç teşkil eden fiillerin
işlenmesi hususunda yatkın bir tavır ve hareketler alışkanlığının oluştuğu
görülmektedir. Kentlerdeki bir takım özellikler, zevk imkânları, tarımsal
bölgeler, gençlerin değişik tavır ve hareket şekilleri ile temasa gelmelerini
sağlamaktadır. Oysa kişisel olmayan durumlarda suçun işlenmesi hususunda
çok sayıda imkân ve fırsatlar çıkmaktadır. Tarımsal bölgelerde sosyal suç
tipleri oluşamamaktadır. Clinard bu konudaki ilk araştırmasını 1940 yılında
Amerika’da Iowa eyaletinde yapmış ve bulduğu sonuçları diğer bir kültür
149
Dönmezer: “Hızla :”s.130
Nevzat Gürelli: “Şehirleşme ve Suç”, Şehirleşmenin Doğurduğu Ceza Adaleti Sorunları Sempozyumu,
Đ.Ü. Huk. Fak. Ceza Hukuku ve Kriminoloji Ens. Yayını, Đstanbul, 1974, s.122
150
78
ortamında da tahkik etmek üzere 1954-1955 yıllarında aynı araştırmaları
Đsveç’te de tekrarlanmıştır. 151
Kentleşme ve suçluluk konusunda aşağıda belirtilen varsayımlar
bakımından araştırma sonuçları arasında bazen mutabakat bazen de ayrılık
saptanmıştır.152 Bunları aşağıdaki gibi açıklayabilir ve ayrıca köy-kent suç
farklılıklarını ortaya koyabiliriz.
-Bir toplumda kentleşme ne kadar geniş olursa, diğer faktörler ve
genel kültür sabit farz edilmek şartıyla mülkiyete karşı işlenen suçlar o derece
çoğalır.
-Suç işleyenler, akıcılık sürecine uygun olarak mesken değiştiren,
kendilerinin suç işledikleri topluma tabi bulunmadıkları görüşünde, çevreleri
ve kişisel olmayan ilişkileri bulunan kişilerdir.
-Kent hayatı kişisel olmayan ilişkilerle kendisini karakterize eder. Bu
nedenle suçlu, fiilini hayatını kişisel olmayan bölgeleri içinde işler. Böylece
kent
bölgelerinde
suçların
işlendiği
yer,
suçluların
ikametgâhlarının
bulunduğu mahaller olmadığı gibi suçlu fiilini işlediği topluma girmiş de
değildir.
-Kent hayatı kültür yönünden heterojendir. Bu nedenle suçlular
geleneksel kurallar dışında bir kültür teşkilatlanması yapar ve buna geçerler.
Kentleşme arttıkça suçlu faaliyetler arasında şebekeleşme de artar.
-Heterojen kent toplumu bir sosyal suçlu tipi yaratır; bu tipi suç tekniği,
argosu ve belirli bir gelişme gösteren bir hayat öyküsü karakterize eder.
Böylece az ya da ılımlı küçük kent bölgelerine ait suçlular, geniş ve
yoğun olarak kentleşmiş bölgelerin suçlularının tersine, cezaevlerine
girmeden önce belirli sosyal suçlu tiplerini teşkil etmezler. Köy suçlusu
kendisini suçlu olarak saymaz; kent suçlusu ise böyle sayar.
151
152
Dönmezer, “Hızla:” s.130
Dönmezer, Kriminoloji, s.286
79
Bütün bu sebeplerle kentleşen toplumlarda suçluluğun artacağı,
kentleşmenin en önemli sebeplerinden birini teşkil eden sanayileşmenin
suçların nicelik bakımından da durumunu değiştireceği, kentleşen bölgelerde
cebir ve şiddete dayanan suçların genel suçluluk arasındaki yeri azalırken
mala karşı işlenen suçların hileli suçların, kadın ve çocuk suçluluğunun
artacağı kabul edilmektedir. Bu gelişmeler batı toplumları sanayileşip
kentleşirken kendini göstermiştir153.
Daha öncede belirttiğimiz gibi, gerçek anlamda kentleşmeden; kent
türü bir örgütlenmenin ve yaşam tarzının belirmesini, hizmet, ticaret, sanayi
merkezi olarak işlevsel bir değişime uğraması anlaşılmaktadır. Đşlevsel
değişim yerleşme bölgesindeki mesleki kompozisyonun değişmesini sosyal
tabakalaşma sisteminin başlamasını, ikincil grupların çoğalmasını, kent türü
örgütlenmenin belirmesini, uzmanlaşmayı, tarımsal olmayan işlevlerin gelişimini de gerektirir. Bu açıdan, kentleşme olayı her şeyden önce bir
ekonomik yapı değişikliği, bir uygarlık, hatta bir uygarlık tipi meselesidir.
Kentleşmenin işlevsel değişim öğesi; belirli bir süreç içinde gelişirken, o
yerleşme bölgesinin işgücü türündeki değişiklik kişi başına düşen ulusal gelir
oranındaki başkalık, tarımsal hizmetlerin ikinci plana düşmesi, köyden kente
gelenlere kırsal alanlarla ilişkilerinin kesilmesi de söz konusu olur. 154
Kimi sosyologların kentleşme ile sanayileşmeyi hemen hemen
birbirinin eşanlamı olarak görmeleri ve değerlendirmeleri özellikle çok
ilerlemiş sanayi toplumlarındaki kentleşme konusundadır. Çünkü bu tür
sanayi toplumlarında «kent, köyle gittikçe azalan ilişkileri içinde daha çok
kendine göre kendini belirlemektedir.» Bu durumun köylerin sonu olacağı ya
da bu durum yüzünden köylerin kaybolacağı konusu, yapılan tartışmalara
polemiği bile getirmektedir. Genel olarak şu sorular sorulmaktadır: «Artık köy
kültürü olmayınca kent uygarlığı nedir? Köy kaybolursa kentler hâlâ var
olacak mı?» Bu sorular hangi amaçla sorulursa sorulsun, yeni yaklaşımların
oluşmasını
153
154
sağlamaktadır.
Dönmezer, Kriminoloji, s.174
Özek, a.g.m., s.73.
Gerçek
olan
da
önemli
bir
değişmenin
80
gözlenmesidir ve bu değişme, «kent - köy kutuplaşmasının sonu» olarak
görülmektedir. Evrimlerinin başında olan sanayici toplumlarda kentlerle köyler
arasındaki
«gerilim hatta çatışma»
belirleyici bir rol oynamaktadır. Bu
gerilim ya da çatışma, sanayici toplumların örgütlenişinde ve işleyişinde
ekonomik toplumsal,
siyasal, kültürel v.b.
bakımlardan •önemli bir rol
oynamaktadır. Özellikle gelişmiş ülkelerde kentsel büyüme «birbirine paralel
iki olayın yaratıcısı» olmaktadır; bu olaylar, köy topluluklarının kentleşmesi
ve kent topluluklarının köyleşmesi, olarak gerçekleşmektedir. Örneğin,
kentsel merkezlerde çalışan çok kimseler köylerde oturmaktadır ve «bu her
gün yapılan hareketlilik kentlerde oturanları etkilemektedir.» Köylü işçiler,
gittikçe kentsel yaşama tarzından etkilenmekte ve kentlerde de daha önceki
kültürel ikilik gittikçe yumuşamaktadır, azalmaktadır ve köyden kente göçlerin
sonucu olarak da yeni yeni yerleşme biçimleri oluşmaktadır155. Bu süreç ise
elbette ki suç ve suçluluğu etkileyecektir.
Ancak batı memleketlerinde ve özellikle Amerika’da gerçekleştirilmiş
olan taşıma kolaylıkları ve medya büyük ve küçük kentler ve tarımsal bölgeler
arasındaki soysal yaşayış farklarını azaltmakta ve bu hal suç bakımından var
olan sosyal farkların azalması ile sonuçlanmaktadır. Amerikan Uniform Crime
Reportslar 1944’ten beri köy suçluluğunun her gün biraz daha arttığını
göstermektedir156.
Aynı şekilde ülkemizde de, günümüzde köylerin kapalı topluluklar
olmaktan çıkarak gittikçe dış dünyaya açıldıkları da bir gerçektir. Kentler ve
köyler arasındaki fonksiyonel ilişkiler arttıkça, ulaşım, haberleşme ve eğitim
olanakları geliştikçe sosyo-ekonomik gelişme ve modernleşmeye elverişli bir
ortam meydana gelmektedir. Diğer yandan üretim ve tüketimi çoğunlukla
kendi içinde kalan bir tarım ekonomisinden pazar ekonomisine geçilmesi ve
köylünün oy kullanarak memleketin politik hayatına katılması, kendine yeten
küçük toplum birimlerinin büyük topluma daha bağımlı ve dış alemle daha
155
156
Doğan Ergun, Sosyoloji El Kitabı, Đstanbul,1984, s.145
Dönmezer, Kriminoloji, s.174
81
ilişkili hale gelmesini sağlamaktadır.157 Bu durumun ülkemizde de köy
suçluluğu üzerinde etkisi olduğu kolaylıkla söylenebilir.
1.4.2. SUÇ EKOLOJĐ VE CHĐCAGO OKULU KENT ÇALIŞMALARI
DÖNMEZER’e göre Türk toplumu toplumsal hareketlilik ve kentleşme
bakımından Amerika’nın 20. yüzyıl başındaki dönemine çok benzer bir durum
içindedir.
Türkiye’deki iç hareketlilik, ülkedeki çok yüksek nüfus artışına
bağlıdır. Bu nüfus artış oranı sürdükçe, hareketliliğin de yüksek oranda devam
edeceği hususunda şüphe yoktur. Birleşik Amerika’da 20. yüzyılın başlarında,
kırsal bölgelerden kentlere doğru, bugün bizde olduğu gibi, geniş bir iç göç
tespit edilmişti; tarımda makineleşme sonucu belirli bir uzmanlığa sahip
olmayan, yeteri derecede eğitim görmemiş kişiler kentlere hücum ederek
hizmet sektöründe iş bulmaya çalışıyorlar ve bunun neticesi olarak da yüksek
bir suçluluk oranı ortaya çıkıyordu. Ancak zaman içinde bu nüfusun büyük bir
bölümü kentli haline gelmiştir; bu sebeple bugün kentten kente hareketlilik söz
konusudur ve kentleşmenin suç etkisi üzerinde durulmamaktadır.158
Ülkemizin toplumsal hareketlilik ve kentleşme bakımından Amerika’nın
20. yüzyıl başındaki dönemine çok benzer bir durum içinde olduğuna dair
önermenin
sorgulanabilmesi,
Suç
Ekolojisi
ve
Chicago
Okulunun
çalışmalarının değerlendirilmesini faydalı buluyorum. Bu değerlendirme ile,
Suç Ekolojisi ve Chicago Okulunun kent suçluluğu ile ilgili tespitlerini
açıklamayı ve benzerlikler ve farklılıkları ortaya koymayı hedefliyorum.
Đnsan ekolojisi kavramı ilk defa Robert Park tarafından 1921 yılında
kullanılmıştır: Park bu kavramı bireylerin birbirleri ve çevreleriyle olan fiziki
157
Ahmet Tugaç: “Kırsal Topluluklarda Değişmeler”, Türkiye Coğrafi ve Sosyal Araştırmalar, Ed. Erol
Tümertekin ve Diğerleri, Đstanbul, 1971, s.295
158
Dönmezer, Kriminoloji, s.195-196
82
ilişkilerini inceleyen bir bilim dalı olarak tanımlar. Đnsan ekolojisiyle uğraşan
bilim adamlarının en temel ilgi alanları fiziksel çevrenin insanların
yaşantılarını nasıl değiştirdiği ile aynı zamanda da insanların kendi
çevrelerini nasıl etkiledikleridir. Diğer bir deyimle hem insan yaşadığı
çevreden etkilenmekte, hem de aynı insan yaşadığı çevreyi değiştirmekte
etkilemektedir. 1960'lı yıllarda başlayan ve hızlanarak artan doğal çevrenin
aşırı ve yanlış kullanımı yeryüzünde bütün insanlığı etkileyen birçok sorunun
ortaya çıkmasına yol açmıştır. Đşte, petrol sızıntıları, radyasyon kaçakları,
kimyevi maddelerin yaşam sahalarındaki sulara karışarak binlerce canlıyı
öldürmesi, hava ve deniz kirliliği insanlar ve çevre üzerinde son derece
olumsuz etkiler yaratmıştır. Bilim adamları ve halk da artık bunların bilincine
varmakta olduğundan doğadaki dengenin korunması açısından belirli
önlemlerin alınmasını istemektedirler. Đşte nasıl insan ekolojisi insanın
çevresiyle olan ilişkilerini inceliyorsa kent ekolojistleri de bu ilişkiyi kentsel
bölgelerde incelemektedir. Kent ekolojistleri arasında yer alan Robert Park
ve Ernest Burgess kentsel yaşamı inceleyerek kentlerin oluşumu ile ilgili
çeşitli kuramlar ileri sürmüşlerdir. 159
Bir kentin içyapısı, diğer bir kentinkinden birçok bakımlardan bilhassa
ayrıntı bakımından farklar göstermekle beraber, hemen her kentte mevcut
bazı müşterek sahalar da vardır: sınaî, ticaret ve yerleşme sahaları gibi.
Bilhassa Amerikalı bilim adamları, kentler üzerinde yaptıkları incelemeler
sonunda kentlerin yapısını sosyal seviye, sahne oldukları faaliyetler
bakımından birtakım bölgelere ayırarak, bu bölgelerin birbiriyle olan
durumuna göre bazı teoriler kurmuşlardır.
Chicago sosyologları tarafından geliştirilen en üretken ve provakatif
kuramsal görüşlerden biri olan ekolojik kuram; 1920’lerin ortalarından
1940’lara dek Chicago sosyologları tarafından yapılan klasik kent hayatı
çalışmalarının çoğu için geniş, esnek, kuramsal çerçeve sunan kent sosyal
organizasyon çalışmasına temel teşkil etmiştir. Park, Burgess ve diğerleri, bitki
159
Özkalp, a.g.e., s.294
83
ve hayvan organizasyonunu ele alan ekologların çalışmalarından, kentin
sosyal organizasyonunu incelemek için, biyolojideki ekolojik işlemler ile
kentleşme arasında doğrudan benzetmeler kullanmışlardır. Darwinci “yaşam
ağı” (web of life) kavramından esinlenen Park, bir biyotik düzenin birbirlerine
karşılıklı olarak bağımlı gruplar arasında, yarışma, egemenlik kurma ve
ötekilerini yerini alma yollarıyla doğduğu üzerinde odaklaştı. Bu gruplar
çevreye uyum sağlayarak ve bulundukları, yere yerleşme yoluyla kendilerine
bir yer açıyor görünürler. Park insan topluluklarının kültürce taşınan simgesel
ve moral evrene sahip olmaları nedeniyle hayvan topluluklarından ayrıldıklarını
belirtir. Park’a göre insan toplulukları iki özelliğe sahiptir: Birbirleriyle, ekonomi
ve toprak üzerinde egemenlik kurmak için yarışırlar, fakat aynı zamanda
karşılıklı olarak birbirlerine bağlıdırlar. Toplumsal düzen var olma yolunda
verilen yarışmacı savaşımın etkisini toplumsal denetim normlarla ilgili
rehberlik ve bireyleri aşan görevlere katılma yoluyla yumuşatır. 160
Yapılan çalışmalar sırasında kentlerin resmi politikalar tarafından
değil, belirli ekolojik süreçler sonucunda ortaya çıktığı belirlenmiştir.
MacKenzie bu süreçleri şu şekilde sıralamaktadır:
Konsantrasyon,
Merkezileşme
ve
Merkezden
Uzaklaşma
(Concentration, Centralization, Decentralization).
Ayrılma (Segregation)
Đstila (Invasion)
Tamamlama (Succession)161.
Konsantrasyon: Yoğunluk olarak da kullanabileceğimiz bu kavram bir
bölgede yaşayan insanların kalabalıklığıdır. Aynı yerde yaşayan kalabalık
yığınlara verilen hizmet ise merkezileşme olarak tanımlanmaktadır. Aşırı
yığılmanın doğal bir sonucu olarak insanlar ve endüstriler bu bölgeden
160
161
Lester Kurtz, Evaluating Chicago Sociology, The University of Chicago Press, 1984, s.21
Özkalp, a.g.e., s.299
84
uzaklaşmakta ye çevreye doğru yayılmaktadırlar. Böylece de yukarıda sözü
edilen merkezden uzaklaşma gerçekleşmektedir. Kentleşme sürecinde bu
olguların ikisi de gerçekleşmektedir. Gerçekten aynı yerde yaşayan insanlar
zamanla
yaşam
şartlarının
güçlüğü
ile
merkezden
uzaklaşmaya
çalışmaktadırlar. Böylece yaşam merkezleri kent merkezlerinin dışına
taşmakta ve uzaklaşmaktadır.
Ayrılma: Ekolojik farklılaşma olarak da kullanılan bu kavram, belirli
faaliyetlerin kentin belirli bir kesiminde yapılmasını ve diğer bölgelerden
ayrılmasını ifade eder. Burada, sektör kuramında da olduğu gibi belirli
faaliyet ve hizmetlerle ilgili bölgeler gelişir, örneğin, finansal kurumların
olduğu merkez, ticaret merkezi, ithalatçılar merkezi, alışveriş merkezi gibi.
Bu olgunun insanlar açısından da gelişen bir yönü vardır. Genellikle aynı
kültürden gelen insanlar benzer özellikleri nedeniyle bir arada bulunmak
isterler. Bu gruplaşma onlara bir güvence sağladığı gibi kendi kültürlerinin
değer ve normlarını da devam ettirme olanağı sağlar. Böylece kentin belirli
bölgelerinde belirli yörelerden gelen insanlar yerleşerek alt kültürlerini
oluştururlar, işte, Amerika'nın çeşitli kentlerinde olan, zenci mahallesi, Đtalyan
mahallesi, Đspanyol mahallesi gibi bölgeler bu ayrılma ve birlikte yaşama
isteğinden doğmuştur. Buna benzer bir olguya ülkemizde gecekondu
semtlerinde de rastlanır. Sivas, Erzurum, Karadeniz mahallelerinde olduğu
gibi. Yani Sivas'tan gelenlerin bir mahallede, Erzurum'dan gelenler bir mahallede oturmaları şeklinde.
Đstila ve Tamamlanma: Bu iki kavram ve süreç birbiriyle yakinen
ilgilidir. Kentler hiçbir zaman statik bölgeler değildir. Aksine bir dinamizm
içindedirler. Kentin içinde her yeni gelişmeye başlayan bölge hem kent
insanlarının hem de yeni etkinliklerin istilasına açıktır. Bu olaya istila
(invasion) diyoruz, örneğin, bir sanayi sektörünün komşu bölgeyi istila etmesi
veya kentlin stoklarının bulunduğu bölgenin lüks bir yerleşim bölgesi
tarafından istilaya uğrayıp buralarının yıkılarak yeni lüks konutlar yapılması
bu olayı simgeler. Tamamlanma ise bu dairesel sürecin bitmesi aşamasıdır.
85
Bu süreçler sonucunda istilaya uğrayan bölge veya mahalle karakter
değiştirir, örneğin, çökmekte olan eski bir semt, yıkılarak yeni konutların
yapıldığı lüks bir semt haline gelebilir .
Park’ın yukarıda özetlenen görüşlerini geliştiren Burgess, Chicago
kentini merkez alarak Tek Merkezli Daireler Teorisi olarak adlandırılan kent
teorisini geliştirmiştir. Burgees'in bu teorisi yeni araştırmalara ilham vermiş ve
daha sonraki yıllarda Homer Hoyt “Sektör Teorisi (Sector Theory)”;
C.D.Harris ve E.L Ullman’da “Çok Merkezli Gelişim Kuramı” teorileriyle yeni
kent tipolojisinin oluşmasını sağlamışlardır.162
1.4.2.1 Suç Ekolojisi (Suçluluk Bölgeleri)
Çağdaş ekoloji, canlıların birbirleriyle ve çevreleriyle olan ilişkilerini
inceleyen bir bilim dalı olarak tanımlanır. Temelde biyolojinin bir alt dalıdır.
Günümüzde ekoloji yalnızca bir alt bilim dalı olmayı çoktan aşmıştır. Çok
daha geniş bir anlama taşır hale gelmiştir163.
Ekoloji teorileri belli fenomenlerin dağılımını ve çevreleriyle ilişkilerini
inceler. Ekoloji ile uğraşanlar suçu, çevrenin değişimi ile birlikte ortaya çıkan
sosyal değişmenin bir fonksiyonu olarak açıklamaya çalışırlar. Ekoloji
teorisyenleri asıl ilgilerini yoksulluk oranı, nüfus değişmeleri, yerleşim
yerinin özellikleri, sosyal eşitsizlik ve göreli rahatsızlık gibi, makro düzeydeki
değişkenlerde toplamışlardır.164
Suç ekolojisi veya bölgesel yaklaşım olarak adlandırılan bu kavram;
harita metodunu uygulayarak suçun yer itibariyle dağılışını tespit ve suçlunun
162
Sezal, a.g.e., s.43
Mine Kışlalıoğlu, Fikret Berkes, Çevre ve Ekoloji, Đstanbul, 1999, s.16
164
Đçli, Türkiye’de Suçlular, s.35-36
163
86
içinde bulunduğu ortamın suça sebep olucu bir etmen niteliği ile gözlemi,
analizi ve incelenmesi ve bu bakımdan belirli bir yer üzerindeki suçluluk ile
oradaki etmenler arasındaki korelâsyonların belirtilmesi ve suçluluğun buna
göre izahı şeklinde tanımlanabilir165.
Kentin ekolojik yapısı, nüfus, teknoloji ve ekonomik düzenlemelerden
oluşur. Kültürel hayatı ve yaşam tarzları ise o kentin toplumsal yapısını
oluşturur. Ekoloji teorisyenleri genel olarak, kentleşme ve suç arasındaki
ilişkiyi şöyle değerlendirmişlerdir: Suçluluğun beklentileri (iyi öğrenim görmek,
iyi bir meslek sahibi olarak yüksek gelir elde etmek gibi) yüksek olan alt
sosyo-ekonomik bölgelerde sık görüldüğü; kentte bazı bölgelerde nispi
ekonomik eşitsizliğin ve istihdam imkânlarının sınırlı olmasının suç oranlarını
yükselttiği; sosyal adaletsizliğin kızgınlık ve sosyal organizasyonsuzluğa yol
açtığını, düşmanlığın sergilenmesine ve suçlu davranışa neden olduğunu
ifade etmişlerdir.
Mesela, 1980 yılında Newark, New Jersey’in sokak suçları merkeziydi.
Newark bölgesinde 100.000 kişiye karşılık işlenen 920’den fazla suç vardı.
(cinayet, zorla tecavüz, hırsızlık ve öldürücü silahla saldırı) Eyaletin diğer
bölgelerinde bu sayı 500’ün altındaydı ve Princeton gibi zengin ve refah
seviyesi yüksek bölgelerde ise neredeyse hiç yoktu. Aynı yıl New Jersey
hapishanelerinde yatan 5866 kişiden 2967’si Newark bölgesindendi.
Ekonomik yönden kötü olan bu kentin çoğu bölgesinde her 200 kişiden en az
biri hapiste yatmış bir suçlu. Aynı tablo diğer büyük kentler için de aynıdır.
Başka bir örnek, 1988 yılında ülkenin başkenti, cinayet başkenti haline
gelmiştir. Washington D.C.’de 372 kişi öldürüldü ve bunların %82’si genç
zenciler tarafından öldürülen genç zencilerdi. Kent Detroit ile birlikte en yüksek
genç katil oranına sahipti. Aşağıda bu olayların canlı tanığı olan Washington’lu
Isaac Fulwood’un işaret ettiği olaylardan bir parça: “Cinayet istatistikleri bu
insanların yaptıklarını kapsamıyor. Bize şu ana kadar ulaşan uyuşturucu
kullanımı sonucu işlenen 1260 yaralama var. Đnsanlar bu çocuklardan
165
Dönmezer, Kriminoloji, s.182
87
korkuyor. Birisi diğerini gün ortasında vuruyor ve kimse bir şey görmüyor.
Kimse konuşmuyor. Herşey benim çocukluğumda olduğundan çok farklı.” Aynı
şeyler, diğer kentlerin düşük gelirli semtleri için de söylenebilir. Detroit’te şu
anda yüzden fazla varoş sakini kendilerine bir blok ötede oturan komşuları
tarafından öldürüldü.166
Türkiye’de
1964-1968
yılları
arasında
Ereğli’deki
sanayileşme
sürecinin suç oranları üzerine etkisini inceleyen araştırmasında Dönmezer,
1965-1966 yılları arasında Ereğli’deki suç oranlarının % 30 oranında arttığını
belirtmiştir. Bu çalışmada, suç oranlarındaki artışın nedeni olarak 1965’ten
itibaren bölgeye gelen sanayi işçilerinin nitelikleri gösterilmiştir. Örgütsüz,
konut sıkıntısı içindeki bu insanların önce suçluluğu artırdıkları, fakat daha
sonra geçen iki yıllık süre içinde topluma uyum sağlayarak potansiyel suçlu
olmaktan çıktıkları görülmüştür. Dönmezer’e göre suçluluğun artma nedeni
sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan organizasyonsuzluktur. Toplumun
kendine
ait
normatif
düzeni,
sosyo-ekonomik
şartları
bu
geçici
organizasyonsuzluğu etkilemekte ve sosyal yapı çok geniş ölçüde zarar
görmeden yeniden bütünleşme ve organizasyon sağlanmaktadır.167
1.4.2.2 Chicago Okulu
1982 yılında Chicago Üniversitesi’nde kurulan sosyoloji bölümü,
20.’nci yüzyılın ortalarına kadar “Chicago Okulu” adı altında sosyoloji
konusunda en etkili kuruluşlardan birisi haline gelmiştir. Chicago Okulu
mensupları ve sosyal sorunlarla ilgili çalışma yapan diğer araştırmacılar,
Yirminci yüzyılın başlarında Amerika’da kentlerin büyümesi, sanayileşme,
166
John J. Dilulio, Jeffrey Reiman, “Is Street Crime More Harmful Than White-Collar Crime ? in Taking
Sides”, Kurt Finsterbusch, Mc Graw-Hill/Dushkin, 2003, s.280-297 çeviren Ali Ünlü, Ayhan Sabancı, Polis
Dergisi, 37.sayı, Ekim-Aralık 2003, s.246
167
Dönmezer, “Hızla:” s.129-145
88
göçler, I. Dünya Savaşı’nın yarattığı sorunlar, içki yasağı, Dünya Ekonomik
Bunalımı gibi konularla ilgilenmişler ve bunların suçlulukta artış, ahlaki
çöküntü ve suç çeteleri gibi olumsuzluklara neden olduğunu ortaya
koymuşlardır.168
1898-1930 yılları arasında Chicagonun nüfusu göçler nedeniyle ikiye
katlandı ve küçük kasabaya özgü yalın yaşam biçimleri yerini karmaşık ve
çelişik
kentsel
yaşam
modellerine
bıraktı.
Endüstrileşmenin
sınırına
gelindiğinde ve işçinin yerini teknolojinin almasıyla büyük, yerleşik olmayan
ve niteliksiz nüfusa talep ortadan kalkarak, arkasında yetersiz yerleşim ve
sağlık hizmetleri, evsiz insanlar, gençlik çeteleri ve ahlak bozukluğu bıraktı169.
"Slum'larda, yani yoksulların yaşadıkları kenar mahallelerde suçluluğun daha
çok görüldüğü fark edildi. Özellikle göçmenlerin yaşadığı bu bölgelerle
suçluluğun ilişkisi incelendi. Bu yıllarda Amerika'ya göç eden güney ve doğu
Avrupalılar ülkenin durumundan sorumlu tutuluyorlardı. Bunlar aşağılık bir
grup olarak görülüyor, ayırımcı bir tutuma maruz bırakılıyorlar ve özellikle
savaş zamanlarında sadakatlerinden kuşku duyuluyordu. Göçmen çocukları
ise kültür farklılaşmalarına anne-babalarından daha çabuk uyum sağladılar
ve onlardan utanıp uzaklaştılar. Aile bağlarının yerini çeteler ve diğer destek
grupları aldı. Öte yandan bu karışık toplum yapısı güvenlik güçlerinin
karabasanı idi, zira kent toplumunda pek az ortak gelenek ve amaç
bulunuyordu. Bu sorunlara cevap bulunabilmesi için Chicago kenti, Chicago
Üniversitesi sosyologları için adeta bir laboratuar gibiydi.
Chicago sosyologları ekolojik kuram ve sosyal organizasyonsuzluk
kavramına dayanarak, yaşadıkları dönemin başlıca problemi olan suç ve
suçlu
davranışı
açıklamaya
çalışmışlardır.
Chicago
Okulu’nun
ün
kazanmasında etkili olan bu çalışmalar yerleşim yerinin suçluluk üzerindeki
etkisini göstermesi açısından önemlidir. Chicago sosyologları yirminci
yüzyılın başında insan ve çevre arasındaki güçlü ilişkileri ve çevrenin seçici,
dağıtıcı güçlerinden etkilenen insanların, alansal ve geçici ilişkilerinin
168
169
Timur Demirbaş, Kriminoloji, http//www.kriminoloji.com, erişim tarihi 01.04.2007
Sokullu-Akıncı, a.g.e,s.135
89
çalışmasını yaparak insan ekolojisi çalışmalarının ivme kazanmasında etkili
olmuşlardır.170
Chicago Okulu araştırmalarında iki yöntem uygulamıştır: Đlki suç
istatistikleri ve nüfus sayımları gibi resmi sayılardan yararlanılmasıdır.
Bunlara göre, yoksulluğun ve yüksek suç oranının bulunduğu bölgeler
belirlenmiş, sosyal gerçeklerin bu harita ile grafiklerinin izlenmesi suçun
nedenleri konusunda önemli bir gerçeği ortaya çıkardı: Değişik etnik grupların
gelip gitmek suretiyle geçici olarak bu yerlerde bulunmalarına rağmen, kentin
bunun gibi belirli yerleri suça daha elverişliydi. Đkincisi ise, yaşam öyküsü ve
olay incelemesi metotlarını kullanmasıdır; bu şekilde, suçluluğun psiko-sosyal
süreci ortaya çıkarabiliyordu. Bunun için araştırmacılar süjelerinin arasına
karışarak onlarla birlikte yaşadılar; bu şekilde suçluların kendi çevrelerin
içinde günlük yaşamları ve kişilikleri daha iyi incelenebiliyordu. Suçlunun
içinde yaşadığı bu çevre değişik olabiliyordu; işte bu şekilde, bitki ve
hayvanların doğal çevrelerinde incelenmesinde olduğu gibi, “insan ekolojisi”
kavramı ortaya çıkmış ve Chicago Okuluna “Ekolojik Okul” adı da verilmiştir.
Chicago Okulunca yapılan “yaşam öyküleri” çalışmaları, ekolojik bölgelerin
sosyal yaşam üzerindeki etkilerini açıklama yönünden önem taşımıştır.
Nitekim bu araştırmalar, kent yaşamının birbirini tanımayan insanlar
arasından akrabalık ve dostluk ilişkilerinin çok zayıfladığı ve bir makine gibi
yürüdüğü sonucuna varmışlardır. Đşte bu sosyal ilişkilerin zayıflaması ise,
sosyal organizasyonsuzluğa; bununda suçluluğa neden olduğu ortaya
çıkmıştır.171
Chicago Okulu teorisyenlerinin suç çalışmaları geliştirmiş oldukları,
ekolojik yaklaşımın formülasyonlarına dayanarak yaptıkları kent çalışmalarına
paraleldir. Chicago kenti çok fazla göç alan aynı zamanda suçluluk oranının
yüksek olduğu problemli bir kentidir. Chicago Okulu’nun kentin problemlerini
çözme endişesi taşıdığı bilinmektedir. Bu endişelerinin sonucunda suç
çalışmalarına yönelmişlerdir. Ekolojik yaklaşımı benimsemelerinden dolayı,
170
171
J. Gregory, D. Smith, The Dictionarv of Human Geography, New York, 1986, s.51
Demirbaş, a.g.e.,
90
suçu kentin doğal yapısının bir (yerleşim yerinin) özelliği olarak ele
almışlardır. Burgess’in tipolojisi benimsenerek kentin bölgeleri ve bu
bölgelerdeki suçluluk oranı araştırılmıştır. Bölgelerin etnik heterojenliği,
nüfusun değişmesi yerleşim bölgelerindeki hareketlilik gibi faktörlerle
suçluluğu açıklamaya çalışmışlardır.
Chicago
Okulu
sosyologlarının
kent
çalışmalarına
yönelmeleri,
üniversitenin kurulduğu kent olan Chicago'nun kentleşmenin getirdiği
problemleri yaşamasıyla ilgilidir. Chicago hızlı bir nüfus artışına, etnik
heterojenliğe tanık olmuştur. Sanayi ve ticaret merkezi olmasından dolayı çok
fazla göç almaktadır ve göç ile gelenlerin çoğu başka ülkelerden gelmiştir.
Kentteki suç oranı yüksektir. Tüm bu nedenler, dönemin sosyologlarını kent
çalışmalarına yönlendirmiştir. Chicago Okulu'nun kent çalışmaları kentle ilgili
araştırmalar üzerinde çok yakın döneme kadar etkili olmuştur. Burgess’in
geliştirmiş olduğu kent teorisinde kullandığı Chicago kentinin incelenmesi ile
gerçekleştirilen kent tipi, en çok benimsenen ve kentleşme analizlerinde en
çok kullanılan tipolojilerden birisidir.172
Chicago Okulu’nun kent konusunda birbirleriyle ilgili iki görüşü
özellikle dikkate değerdir. Bunlardan ilki, kent merkezini çevreleyen semt ve
mahallerin dağılımını esas alınarak gerçekleştirilen ekolojik yaklaşımdır.
Diğeri ise Louis Wirth’in kentlerdeki yaşamın evrensel niteliklerini tanımak
konusuna bir ölçüde sahip çıkan “Kentleşme bir yaşama biçimidir” yolundaki
görüşüdür. 173
Wirth, kentlerle ilgili olan üç ana özellik belirliyor: Nüfusun
büyüklüğü, yoğunluğu ve kentin heterojen oluşu. Wirth’e göre bu kriterler
biçimseldir ve bunların doğuracağı sonuçların oluşmasında çok çeşitli
faktörlerin payı vardır. Köy ile kent bir sürekliliğin iki ucundadır ve
aralarında görülen ayrımlar bu süreç içindeki derece ayrımlarıdır.
kentlerde, kente özgü olmayan yaşam biçimlerine rastlanabileceğini,
172
173
Sezal, a.g.e, s.43
Giddens, a.g.e., s.565
91
bunun gibi kente özgü yaşam biçimlerinin kentlerin dışına uzayabileceğini
kabul eder. Ulaşım ve iletişim araçlarındaki ilerlemelerin köy ve kent
sürekliliğini sağladığını vurgular. 174
Ancak Wirth’e göre yine de kentin kentlerde oturanlara özgü bir
yaşam biçimi vardır. kentte insanların başkalarıyla ilişkileri bölük pörçük,
kısa temaslıdır. Đnsanlar bu ilişkilere kendi içinde tatmin olmaktan çok, bir
hedefe götüren, çıkarlara yönelik araçlar olarak bakarlar. Ona göre birey
bütünleşmiş
yardımlaşma
bir
toplumda
duygusu
gibi
yaşamaktan
dolayı,
özelliklerinden
manevi
soyutlanmıştır.
değerler,
Ekolojik
görüşten hareket eden Wirth’e göre kalabalık ve yoğun nüfusun
farklılaşması ve belirli özellikler kazanması kaçınılmazdır. Bitki ve
hayvanlarda olduğu gibi işlevlerin farklılaşması daha fazla sayıda bireyin
nispeten ufak bölgelerde bir arada yaşamasına fırsat verir. 175
Değişim için hazırlanmış ve değişimi anlamak isteyen Çok iyi
donanımlı sosyologdan ilgili bir vatandaşa kadar, Chicago tecrübesinden
büyük şeyler öğrenebilirler. Sosyoloji için Chicago daha sonra suç
araştırmalarına kaynak teşkil edecek aşama ve fikirleri sağlamıştır.
Kendini sosyolog olarak tanımlamayanlar için ise Chicagonun organize
konsepti, içeriği anlamak ve analizlerde kullanmak üzere heyecan verici
materyal sağlamıştır176.
1.4.2.3 Chicago Okulunun Suç Üzerindeki Çalışmaları
Chicago sosyologlarının temel argümanı, göçmen nüfusunun, istikrarlı
bir sosyal yapı geliştirme fırsatına sahip olmamaları üzerine kuruludur.
174
Keleş, Kentleşme Politikası, s.93
Giddens, a.g.e., s.567
176
Heidenson, a.g.e., s. 36
175
92
Geleneksel değerlerin
yerini
suçlu
değerler
ve
gelenekler
almıştır.
Toplumdaki dayanışma duygusu sağlanamamış bu durumda suça yol
açmıştır. Chicago sosyologlarına göre yapılması gerekli ilk iş, sosyal
organizasyonsuzluğun olduğu bölgeler üzerine çalışma yapmak ve kontrolü
sağlamaktır. Chicago Okulu’nun çalışmaları suç olgusunu sadece saptamak
amacıyla yapılmamıştır. Bu problemi çözmek amacıyla kontrol kurumlarını da
devreye sokmuştur. Chicago Sosyoloji Okulu’nun çalışmalarını her zaman kent
odaklı açıklamak mümkündür. Bu sosyologlar için Chicago kenti incelenmesi
gereken bir araştırma nesnesiydi. Chicago sosyologları arasında özellikle Park,
Burgess, Louis Wirth ve Jane Addams kent çalışmalarıyla bilinen kişilerdir. Bu
kişiler ekolojik kuram üzerinde temellenen kent kuramını geliştirmişlerdir.177
Chicago Sosyoloji Okulu’nun çok vurgulanan konulardan biri, insan
davranışının genetik yapı nedeniyle değil sosyal ve maddi çevre faktörlerinden etkilenerek oluştuğu idi. Đnsanların karmaşık yaratıklar olduğu ve
yaşam biçimlerini önemli ölçüde çeşitlendirebilme yeteneğine sahip olduğu
varsayılıyordu. Buna bağlı olarak da toplumun insan davranışını önemli ölçüde etkilediği kabul ediliyordu. Kentlerin insanın doğal çevresini, "insan
evreninin mikrokozmu" nu oluşturduğuna inanılıyordu178.
Yüksek suçluluk oranı taşıyan bu bölgelerde, geniş bir hareketlilik
(mobilite), değişme, sosyal yapının. dağılması, çözülmesi ve istikrarsızlığa
rastlandığını ortaya koyuyor. Gerçekten nüfusun azalması, komşuluk
güvenliğinin tehlikede olduğunu belirtir; yoksulluk, kötü konut şartlarına ve
sağlık şartlarının, uygun sosyal müesseselerin sağlanması ve muhafazası
bakımından
gerekli
kolaylıkların
yokluğuna
delalet
eder.
Keza
bu
bölgelerdeki, yabancı memleketlerde doğmuş değişik köklere mensup ve
kültür çevrelerinden gelme nüfusa ait yüksek oran, ahlak standartlarının
karışıklığını ve sosyal dayanışmanın ortadan kalkmasına yol açar. Bu tür
177
178
Giddens, a.g.e, s. 565
Sokullu-Akıncı, a.g.e, s.133
93
şartların üstün geldiği bölgelerde ise toplum bir kontrol unsuru olarak
nispeten etkisiz kalır.179
Sosyal organizasyonsuzluk teorisi grup, topluluk ve toplum içinde ve
bütünleşme ne kadar azsa sapma ve suç oranları o kadar yüksektir görüşünü
ileri sürer. Sosyal organizasyonsuzluk teorisi ilk kez Chicago Üniversitesi ile
1920 ve 1930'larda Chicago Gençlik Araştırma Enstitüsünün kentte genç ve
yetişkin suçluluğu çalışmalarıyla görülmüştür. Bu çalışmaların sonuçlarına
göre, kentteki bazı mahallelerde etnik ve ırksal yapı önemli değişmeler
geçirmesine rağmen buralarda gençlik suçluluğu oranları uzun yıllar yüksek
kalmaya devam etmiştir. Kent merkezini çevreleyen yerlerde alt sınıf suçluluk
oranlarının yüksek bu bölgelerden uzaklaştıkça azaldığı görülmüştür. Chicago
Sosyologları sapma oranlarının biyolojik ve psikolojik yönden anormal
olmadıkları oysa onların sapma ve suçlulukları normal insanların anormal
koşullara normal cevaplarını yansıttığını belirtmişlerdir. Endüstrileşme,
kentleşme ve modern toplumdaki diğer değişmeler Chicago sosyologlarına
göre, geleneksel sosyal kontrol ve sosyal değerleri gözardı ederek sosyal
organizasyonsuzluğa
yol
açar.
Bu
sosyologlar
gençlik
suçluluğunun
önlenmesiyle ilgili projelerde geliştirmişlerdir. Bu çalışmaya bazı mahallelerde
gençlikte suçluluk oranlarının azaltılmasında başarılı olmuştur.180
Amerikan bilginlerinden Taft suçluluğun yoğunluk gösterdiği bölgeleri
altı kısımda mütalaa etmektedir181.
Birinci Tip bölge, başka etkiler sebebiyle nispeten karışık bir mahiyet
arzetmeyen açık derecede normal aile teşkilâtına malik ve farkruzaruretin
hüküm bulunduğu mıntıka. Bu bölgelerde nispeten hırsızlıklar ileri miktardadır.
Đkinci tip mıntıka, nüfustaki gayri mütecanis oluş ve geçim darlığı gibi
birçok âmillerle mudil bir mahiyet arz eden slum mıntıkalarıdır. Buralarda
karanlık yollar, rutubetli yer odaları hürriyet ve ferdiyetçilik, muhacir
179
Dönmezer, Kriminoloji, s.186
Đçli, “Toplumdan Kopuş Suç ve Şiddet”, s.661
181
Gider, a.g.e., s.376-377
180
94
gruplarından kötü unsurlar, geçim darlığı içinde dağılmış aileler, metruk insanlar
ve kalifiye olmayan işçilerden muvaffakiyetsiz ve mütecaniz olmayan kütleler,
suçlular ve muhacir işçiler, fakru zaruret, uyuşturucu madde müptelâları,
ayyaşlar kalabalık. sebebiyle komşuluk münasebetlerinin temin edeceği
kontrolden uzak bulunurlar. Buralarda, şahıslar arasındaki sosyal mesafeler,
sıfıra müncer olmuş ve bu sebeple herhangi bir tanışma hemen samimiyet
teşkil etmekte ve halkın mazilerinde de hiçbir iftihar unsurları da mevcut olmadığından, suçlar adetâ tohum halinde ekilmektedir.
Üçüncü bölgeler, mafsal mıntıkalarıdır ki. nizamlı sosyal çevreden bazı
fiziki sosyal çevreden bazı fiziki sosyal setlerle, meselâ bir nehir demir yolu ile
yahut rekabet halindeki milliyet gruplarının husumetleri dolayısıyla, ayrılmış ve
daha iyi organize vaziyette bulunan iki sosyal çevrenin arasında kalmışlardır.
Bu bölgeler, çatışma halinde bulunan kültürlerin adeta harp sahalarıdır. Bu
kültür ihtilâfları bu bölgeleri cürüm mıntıkalar maline sokmaktadır.
Dördüncü mıntıka kiralık odalar mıntıkalarıdır, buralarda son derece
seyyar vaziyette ve çocuksuz olan kişiler ve gayri samimi ve şahsi
münasebetler mevcuttur. Meselâ., bir iki hafta evvel bir odayı tutanın kim olduğu ev sahibine sorulduğu zaman onun bunu unutmuş bulunduğu görülür. Gelen
şahıs ev sahibi için tamamen bir varidat kaynağı olan bir nesneden başka bir
şey telakki edilmez. Bu cins isimsiz ve anonim bölgelerde, topluluk münasebet
ve kontrolü mevcut değildir ve bir topluluk ahlâkı ananesi ve "amme efkârı
teşekkül etmemiş ve siyaset hayatına karşı tamamen bir alâkasızlık mevcuttur.
Ferdi ve sosyal bakımlardan organizmanın bozulması ve teşkilatsızlaşması
mıntıkası olan bu yerler de ki insanlar, bir yerde durmak bilmez ve hayalperest
kimseler halini alarak, tatmin olunamama yüzünden, olağan üstü bir şekilde fiil
ve hareketleri suç halini iktisap eder.
Beşinci cins bölge, muayyen bir yabancı grup tarafından işgal edilen ve
suç mıntıkası haline gelebilen mıntıkalardır. Meselâ Đtalyanların silahlı
dolaşmak ve aralarındaki ihtilâfları mahkemeye gitmeksizin yine kendi
aralarında hal etmek ve amme otoritesini temsil edenlerle iş birliği yapmamak
95
hususundaki meyilleri, Amerika da yerleştikleri bölgelerde suç nispetinin artmasına sebep olmaktadır.
Altıncı cins bölgeler, suça itekleyen etkileri mevcut olan bazı nevi ziraat
bölgeleridir. Meselâ: Kent gangsterlerine yataklık yapan ziraat bölgeleri
mevcuttur. Yine müteşebbis elemanları kentlere gittiğinden teşebbüs
kabiliyetinin sönmesiyle ahlâksızlığın teşekküle başladığı bölgeler mevcuttur.
Amerikanın muhtelif yerlerinde bulunan ve bugün artık terkedilmiş olan eski
maden kentleri de bu kategoriye dahildir. Buralarda nüfus ve servet
azalmakta,
vergiler,
varidat,
topluluğun
ihtiyaçlarını
temin
için
kafi
gelmediğinden ağır gelmektedir. Mekteplerde zayıf öğretmenler tedrisat
yapmakta ve Kiliseler de kapanmış durumdadır. Buralarda tekâmülü temin
edecek liderler yoktur. Bu cins kasabalar belki ciddi suçların merkezi olmasa
da ahenksizliklerin ve hafif suçların çokluğu ile karakterize edilebilirler, işte
Taft sosyal münasebetlerin bir neticesi olarak tavır, hareket ve fiillerden
suçların doğduğunu savunmaktadır
ve genel rekabet ve tecrit vetiresinin
müessir bulunduğunu belirtmektedir.
Ekolojik görüş çerçevesinde yapılmış en pozitif çalışmalardan bir
tanesi Clifford Shaw tarafından yapılan ve Chicago kentinde çocuk
suçluluğunun
özelliklerinin
incelenmesi
sebep
ve
faktörlerinin
tespit
edilmesine yönelik çalışmadır. Shaw yaptığı araştırma sonuçlarından elde
ettiği verilerle ilk kez suç önlenmesi programı hazırlayan bilim adamı olarak
karşımıza çıkar. Shaw ve McKay 1840'lardan itibaren kentteki demografik
hareketleri, zenci-beyaz yerleşim özelliklerini ve ekonomik özellikleri
incelemişlerdir.
Göçmen işçilerin ekonomik yapı içindeki durumuna da
değinmişler ve onların yaşam şekillerinin ve yerleşim yerlerinin özelliklerini
açıklamışlardır. Araştırmaları 1900'dan 1933'e kadar 33 yılda gençlik
mahkemelerinin
55.998
dosyasının
incelenmesini
içermektedir.
Dosyalar
mahkeme öncesi, mahkeme sürecinde ve mahkeme sonrasında olmak üzere üç
aşamalı olarak incelenmiştir. Her aşamada 1900'den 1927'e kadar altışar yıllık üç
dönemde polis ve mahkeme ile karşı karşıya gelen gençler karşılaştırmıştır.
96
1942'de yayınladıkları "Gençlik Suçluluğu ve Şehir Bölgeleri" gençlik suçluluğu
konusundaki görüşler üzerinde çok etkili olmuştur. Shaw ve McKay, Chicago'da
suçluluğun coğrafi dağılışı ve suç bölgelerinin kentin iş ve sanayi merkezlerine bitişik
bölgelerde yoğunlaşması sonucunu Amerika'nın diğer kentlerinde de araştırmışlar
ve bu araştırmalarda da suçun bir coğrafi esas çerçevesinde dağılım gösterdiği
gerçeğini ortaya koymuşlardır. Shaw ve MCKay'ın çalışma sonuçlarına
göre182:
1.
Suç oranlarının, kentte farklı bir dağılımı vardır.
2.
Merkeze yaklaştıkça suç oranlarında artma, uzaklaştıkça azalma
3.
Bazı bölgelerde, etnik nüfusun yapısı ne olursa olsun suçluluk oranı
görülür.
yüksektir.
4.
Genç suçlu oranının yüksek olduğu bölgelerde, göçmen oranı
yüksek, gelir düzeyi ve ev sahipliği oranı düşüktür. Bu bölgede beyaz olmayan
nüfus yaşar.
5.
Suç oranlarının yüksek olduğu bölgelerde, geleneksel olmayan
normlar genelde kabul edilmektedir, bu normlar bölge sakinlerinin çoğu tarafından
geleneksel normlarla tamamlanmıştır.
Shaw ve Mc Kay'ın bu konuda incelemelerini ve araştırmalarını biraz
daha ayrıntılı incelenmelidir. Araştırmalar, suçluluğun kentin belirli bölgelerinde
yoğunlaştığını, bu bölgelerin kentin merkezine göre belirli oranda bir yön
izlediğini ve uzun zaman aralıkları içinde sabit kaldığını ortaya koymuş
bulunmaktadır. 183:
Ernest R. Mower ve Sophia M. Robison gibi birçok müellifler, Shaw’ın
fikirlerini teyit etmekte ve birçok müellifler de hemen hemen aynı teyidi
mahiyette fikirler öne sürmekle beraber bazı hususlarda analiz bakımından
farklar göstermektedirler. Sutherland ise, yukarıdaki tahlillerin Amerikan kentleri
182
Đçli, Kriminoloji, s.106
Clifford R. Shaw ve Henry Mckay: Social Factors In Juvenile Delinquency, Newyork, 1931, s.23
nakleden Dönmezer, Kriminoloji, s.184-189
183
97
için doğru olabileceğini fakat diğer kıtalardaki kentlerin kriminalite bakımından
gelişiminin
başka
suretler
gösterebileceğini
ve
oralara
uymayacağını
belirtmektedir. Bu alanda bu fikre iştirak edilerek denilebilir ki, memleketimizin
büyük kentlerinde bu derece kesin bölge çevrelerini görmeğe ve bütün
kentlerdeki sosyal hareketleri ayni sebeplerle izah etmeğe imkân bulunamaz.
Fakat genel olarak denilebilir ki kentlerde, suçluluk kesafeti merkezi ticaret ye
sanayi mıntıkalarından uzakta kalan, kenar semt ve mahallelerde tezahür
etmektedir184.
Ekolojik görüş çeşitli açılardan eleştirilmiştir. Glueck'a göre suçluluğun
başlıca sebebinin büyük kentin iktisaden ve ahlaken düşük bazı bölgelerinden
doğduğu iddia edilemez. Zira bu bölgelerden hiç suç işlemeyen binlerce çocuk
da çıkmaktadır. Bunun belirttiği anlam şudur ki, böyle bir bölgenin kültür
çevresi, çeşitli tipteki kişiler üzerinde değişik etkiler yapmaktadır. Kültürü
anlamak için, buna muhatap olan kişilerin yapılışlarını incelemek gerekir yani
kişinin somatik teşekkülünü ve mizacını araştırmak lâzımdır. Zira kişiler malik
oldukları
direnç
yetenekleri
yönünden
farklıdırlar.
Bu
farklar kişiliğin
teşekkülüne ait bütün şartların değişkenliğinden ve verasetten ileri gelmektedir.
Bu sebeple aynı kültüre muhatap olan kişilerin tepkileri farklı olur. Kentlerin
suçluluk bölgeleri olarak adlandırılan kısımlarında ancak % 10 ila % 15
sayısındaki çocuklar suç işlemektedirler. Bu itibarla suçluluk bölgeleri adı
verilen yerlerdeki özel etkilerin suça sebep olduğu hakkındaki görüş
dayanıksız sayılmak gerekir. Suçluluk bölgesinden gelen çevre etkisini
suçluluğun potansiyel ya da mümkün sebebi olarak almak gerekir; yoksa
bunları suçun aslî sebepleri olarak saymak hatadır185.
Chicago okulunun tespitleri ülkemizle kıyaslanırsa, çok farklı bir görüntü
ortaya çıkacaktır. Türkiye'de genel olarak gecekondular, henüz "yoksulluk
kültürü"nün hâkim olduğu suçluluk alanları haline gelmemiş ve gecekondulu
uzun bir zaman sürecinde de olsa kente intibak etmeye başlamıştır. Fakat bu
"intibak" sürecinin geçliği ve intibakı engelleyen sebeplerin sürekliliği, kentte
184
185
Gider, a.g.e., s.375
Sheldon Glueck, The Problem of Delinquency, 1959, s.164, naklden Dönmezer, Kriminoloji, s.191
98
ikili, üçlü sosyo-kültürel kutuplaşmayı hızlandırıcı bir olgu olarak karşımızda
durmaktadır.186
Türkiye'deki geleneksel kültürler ile aile yapısı ve kentleşme sürecinde
ortaya çıkan gecekondu ve benzeri tampon mekanizmalar bunalımların
şiddetini hafifletmektedir. Meselâ, gecekondu bir yandan kente intibakı
engelleyen bir mekanizma iken, diğer yandan kente göçte, göçedenlerin kente
"yumuşak iniş" yapmasını sağlayan bir mekanizma olmaktadır. Orta ve Güney
Amerika gibi ülkelerde göçmenler "slum" ve benzeri yerleşmelerde büyük toplumsal problem olarak ortaya çıkıp bu bölgeler suçlu yatağı olurken, ülkemizde
gecekondu bazı bilim adamlarının deyimi ile "problem âlânı" değil bir nevi
"problem çözme alanı" olarak kendini göstermektedir.187
Dolayısıyla Chicago okulunun tespitlerinin birebir ülkemizde gözlendiğini
söylemek mümkün değildir; fakat ülkemizde de suçu meslek edinmiş grupların
yaşamakta olduğu, Đstanbul’da Hacı Hüsrev, Sulukule, Ankara’da Çinçin veya
Adana’da Cano Aşiretinin bölgesi, Bursa’da Kızyakup Mahallesi (Kanberler),
Antalya’da Zeytinköy Mahallesi gibi yüksek suçluluk oranına sahip bazı
bölgelerden söz edilebilir. Bu bölgeler özellikle asayiş suçlarının yoğun olarak
işlendiği kısımlardır.
Bu bölgeler yüksek suç oranlarıyla sık sık medyada yer almaktadır.188
Belki de ülkemizde mevcut olan yüksek suçluluk bölgelerini, Chicago Okulunun
tezleri çerçevesinde değerlendirmek daha doğru olacaktır.
Türkiye'de
kenar
yerleşimlerin
barınma
sorunu
genellikle
gecekondulaşma yoluyla çözüme kavuşturulur. Öte yandan, özellikle Đstanbul
gibi bir kentte, Merkez'e uzak bölgelerdeki gecekondulaşmanın yanısıra "tarihi"
değeri olan semtlerde veya semtlerin ara sokaklarında oluşturulmuş, geçmişin
merkezi bugünün "çöküntü alanları" olan ama "kenar" içinde değerlendirilen
yerleşim yerleri de vardır. Buralarda, gecekondu semtlerinden farklı olarak,
186
Kemal Görmez, Kent ve Siyaset, Ankara,1997, s.18
Görmez, Şehir ve Đnsan, s.102
188
Başkentin Harlemleri, Hürriyet Gazetesi, 9 Mayıs 2000, s.8
187
99
apartman yaşantısının belli özellikleri görülmekle beraber (eviçleri ve önlerinde
hareket serbestîsinin azalması, konutun ortak giderlerini paylaşmakta çıkan
sorunlar, ayrıca bir apartman komşuluğunun oluşması vb.), sakinlerinin taşıdığı
kenar mahalleli kimliği aynı temel üzerine kuruludur. Mahalle sakinleri düşük
gelir getiren işlerde çalışırlar veya işsizdirler, buna rağmen kalabalık aileler
içinde yaşarlar, kimisi geldiği yerde çiftçilikle uğraşmış, kimisi de bir zanaat
sahibi olmuştur (zanaat sahibi olanlar kentte iş bulma konusunda daha
avantajlıdırlar), kadınların çoğu bir meslek ve iş sahibi değillerdir, çocukların
pek azı eğitimini sürdürür, büyük bölümü çalışarak (çıraklık ya da seyyar satıcılık yaparak) aile bütçesine katkıda bulunur. Tıpkı Ankara'da Çinçin'de olduğu
gibi, erkeklerin bir bölümü esans, Kur'an ve Battal Gazi Destanı, Hz. Ali'nin
Cenkleri kitapları satar. Çocuklar çoğunlukla ilkokuldan sonra okumazlar. Boyacılık, çöpçülük, şişe toplama, dilencilik, yankesicilik yaparlar.189
Bu bölgelere Đstanbul’dan da örnek vermek mümkündür. 1994-2004
yılları arasında Đstanbul’un nüfusu yüzde 40 büyürken, Đstanbul genelinde
işlenen suçlarda yüzde 87,6’lık artış meydana gelmiştir. 1994 yılında 20 bin 9
olan asayiş suçu sayısı, 2004’te 37 bin 523’e ulaşmıştır. Gecekonduların
yoğunlaştığı Đstanbul’un 14 ilçesinde ise suç oranlarındaki artış yüzde 285
olmuştur. 1994 yılında 5 bin 873 olay meydana gelirken on yıl sonra olay sayısı
16 bin 739’a tırmanmıştır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan gelen birçok genç
organize çeteler tarafından bu tür gecekondulara yerleştirilmekte, yeri
geldiğinde
de
suçlarda
kullanılmaktadır. Đstanbul’daki kimi gecekondu
mahalleleri suç konusunda uzmanlaşmaya bile gitmiştir. Đstanbul Emniyetine
göre oto hırsızlarının büyük bölümünün Pendik’in Aydos Mahallesi’nden
çıkarken, Hacı Hüsrev Mahallesi Đstanbul’daki kapkaççıların yüzde 90’ını
barındırmaktadır.
189
Đşsiz
olan
Hacı
Hüsrevli
gençleri
kapkaça
Yüksel Akaya, “Göç, Yoksulluk ve Kentsel Şiddet”, Yoksulluk, Şiddet ve Đnsan Hakları, Editör:
Yasemin Özdek, TODAĐE Yayınları, Ankara, 2002, s.211
aileleri
100
yönlendirmektedir. Kapkaçla ilgili emniyetin tespitine göre gençleri yönlendiren
aile sayısı 30 dur ve 200 tane çocuğu poliste kaydı vardır.190
190
Đbrahim Doğan, “Đstanbul’a Suç Gecekondu”, Aksiyon Dergisi, Sayı: 536 - 14.03.2005,
www.aksiyon.com.tr, erişim tarihi 11.06.2007
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
ÇOCUK SUÇLULUĞU VE ÇOCUKLARI SUÇA ĐTEN NEDENLER
2.1. ÇOCUK VE ÇOCUKLUK
2.1.1 Çocuk
Çocukluk
kavramı
bilim
kullanıldığı
alanları
içerisinde
değerlendirildiğinde farklı yaşam dönemlerini içerdiğini görmekteyiz. Ancak
burada ortak olan nokta bilim alanlarının çocukluğun başlangıcını doğum
olarak
kabul
etmekte
olup,
ancak
bitişi
konusunda
aynı
görüşleri
paylaşmamaktadırlar.191
Çocukluk döneminin sınırları ile ilgili tartışmaların nedeni, büyük
ölçüde bireyin fiziksel, duygusal, sosyal ve zihinsel gelişim özelliklerinin
birbirinden farklı zaman dilimi içerisinde gerçekleşmesidir.192
Ayrıca her çocukta hukuksal korumanın ne zamana kadar devam
edeceği genel fiziki ve ruhsal gelişmesi ile sıkı sıkıya bağlı olduğu kadar
toplumdan topluma da değişen bir husustur.193
Çocuk kelimesinin tam karşılığı insan yavrusu olarak verilmektedir.
Đngilizce’de
“child”,
Almanca’da
“kind”,
Fransızca’da
“enfant”
olarak
tanımlanır. Biyolojik olarak ise çocuk, ergenlik çağından önceki birey olarak
düşünülebilir. Bir diğer tanıma göre ise çocuk, gelişim dönemlerini yaşayan,
191
Emine Akyüz, Ulusal ve Uluslararası Hukukta Çocuğun Haklarının ve Güvenliğinin Korunması,
Milli Eğitim Basımevi, 2000, s.59
192
Mehmet Kontaş, Türkiye’de Çocuk Politikası”, Emniyet Genel Müdürlüğü Küçükleri Koruma
Hizmetleri Yönetici Semineri Notları, Ankara, 1997, s.2
193
Y.Handan Sevük, Uluslararası Sözleşmelerdeki Đlkeler Açısından Çocuk Suçluluğu ile Mücadelede
Kurumsal Yaklaşım, Beta Basım Yayım, 1. Basım, 1998, s.1.
102
toplumsal anlamda birey olmaya hazırlanan ve bu nedenle sorunlar ve
karmaşalarla yüklü 18 yaşından küçük bireylerdir194.
Çocuk kavramı da çocukluk çağı gibi belirsizlik ve çelişkilerle yüklüdür:
Çocuk küçüktür ve aklı ermez; güçsüzdür, bilgisizdir, deneyimsizdir, saftır. Bu
nitelikleri taşıyanlara da "Çocuksun! Çocukluk etme!" denir. Kaygısızlık,
mutluluk, masumluk, bilinçsizlik, yaramazlık sözleri çocukluğu çağrıştırır.
Çocuklar genellikle sevimli, sevecen, sokulgan, canlı, neşeli yaratıklardır.
Safça soruları, şaşırtıcı gözlemleri, ilginç yorumları ve içten davranışlarıyla
ilgi çeker, sevgi toplarlar. Sevilmedikleri zaman bile acıma ve hoşgörü
duygulan uyandırırlar.
2. 1.2. Çocukluğun Tarihsel Gelişimi
Çocukluk, yaşam zincirinin doğal ve değişmez halkalarından biridir.
Ancak çocukluk, bebekliğin tersine doğal bir gerçeklik değil sosyo-kültürel bir
kavramdır. Bu nedenle de öteki toplumsal kavramlar gibi norm ve değerlere
göre göreceli olarak belirlenir. Çocukluğun tarihi uzun bir karabasandan
farksızdır. Đnsanlık bu karabasandan ancak 20. yüzyılda uyanabilmiştir.
Çocukluk kavramı yüzyıllar boyunca değişim göstermiştir. Eski toplumlara
göz atıldığında, insanların çocukluğu yaşamın farklı bir dönemi olarak
görmediğini, bu dönemin ilerde yaşanacak olan hayatın bir başlangıcı ve
belirleyici özelliği olup yaşamın temellerini oluşturduğunu bilmemekteydiler.
195
Eski çağlarda çocuğun yazgısı anasının yazgısına sıkı sıkıya bağlıydı.
Her ikisi de toplumda kölelerden biraz daha iyi durumdaydılar. Ama bu, her
194
195
Ebru Aktan Kerem: “Çocuk ve Terörizm” Polis Dergisi Sayı 40 www.egm.gov.tr erişim tarihi 27.04.2007
Akyüz, a.g.e, s. 59
103
ikisinin mal gibi alınıp satılmasını, döve döve sakat bırakılmasını, kurban
edilmesini önleyemiyordu. Örneğin, köleci uygarlıklar diye bilinen eski
Yunan'da ve Roma'da babaların çocukları üstündeki hakları sınırsız,
egemenlikleri tartışılmazdı. Romalı baba (Pater Familias), çocuğunu dilediği
gibi cezalandırabilir, alıp satabilir, sakat bırakabilir ve öldürebilirdi. Đlginçtir ki
birçok batı dillerinde ortak olan ve aile anlamına gelen familya (Familia,
Famille, Family) sözü köle demek olan Latince Famulus sözünden türemiş.
Familya bir babanın kölelerinden, çoluğundan çocuğundan oluşan bir
topluluktu. Babanın oğlu üzerindeki egemenliği ölünceye dek, kızı üstündeki
de evleninceye dek sürerdi. Bu salt egemenlik evlilikte kocaya aktarılırdı196.
Ortaçağda da yine çocukluk kavramı bilinmemekteydi, ve çocuklarla
yetişkinler arasındaki bugünkü anlamda bir fark söz konusu değildi.197
Çocukluğun keşfi süreci 13. yüzyılda başlamış ve bunu izleyen 15-16.
yüzyıllarda da sanata konu olmuştur. Özellikle bu dönemlerde Hz.Meryem’in
kollarında ki küçük Đsa gibi anne ve çocuk ilişkisini anlatan resimler modern
çocuk kavramını ortaya çıkarmaya başlamıştır.
17.yüzyılın başlarından
itibaren çocuklarla yetişkinlerin dünyasının birbirinden ayrıldı görülmektedir.
Ancak zengin sınıfa mensup bireylerin çocukları ile fakir sınıfına mensup
bireylerin çocukları arasındaki fark belirgin biçimde de ortadadır. Fakir
çocuklar eski dönemlerde olduğu gibi yetişkinlerin dünyasını paylaşmaktadır.
Bu paylaşım giyim, içki ve kumardan başlayıp cinsel taşkınlıklara kadar
kendini göstermektedir. 198
Rönesans’la birlikte kültürel ve düşünsel ortamda başlayan değişim
19.yüzyılda da sürmüş ve çocukların ve yetişkinlerden farklı bir sınıf olduğu
anlayışı iyice pekişmiştir. Bu değişimde, ekonominin tarımdan sanayie
kayması, orta sınıfın gelişmesi, ailenin yapısının ve rolünün değişmesi, çocuk
196
Atalay Yörükoğlu, Değişen Toplumda Aile ve Çocuk, Đstanbul,1997, s.21
Kontaş, a.g.e., s.2
198
Akyüz, a.g.e, s. 60
197
104
ölümlerinin azalması, boş zamanların artması, ana-baba-çocuk ilişkisinde
duygusal bağın önem kazanması etkenlerin de rolü olmuştur.
199
ABD'de 20. yüzyıl başına dek geçerli olan yasalara göre, çocuğa ana
babasından başka kimse karışamazdı. Ana babaya karşı gelen çocuk
uslanıncaya kadar hapse atılabilirdi. 1880'de Đngiltere parlamentosunda,
kendi evlerinde ezilen, işkence gören, aç bırakılan, sokağa atılan çocuklar
konusu görüşülüp önlem alınması önerilmiş. Ancak "aile içinde olup bitenler
yalnız aileyi ilgilendirir" gerekçesiyle öneri geri çevrilmiş. Maden ocaklarında
ve dokuma fabrikalarında kıyasıya çalıştırılan küçük çocukların durumu
gündeme geldiğinde de "ana babanın haklarına ters düşeceği" için bir önlem
alınması uygun bulunmamış. Đngilizcede evin dokunulmazlığını belirten bir
söz vardır: Đnsanın evi kendi kalesidir (A home is a man's castle). Bu söz
sanki, "Ev bir kale, baba da kalenin derebeyidir" anlamında söylenmiş!200
Ama hepimiz biliyoruz ki, dünya tarihide dünya edebiyatı da çocuklara
karşı feci önyargılarla bugüne gelmiştir. Hiç değilse bugün artık böyle sözler
söylenmiyor ama mesela Tolstoy demiş ki “Çocuklar bir işkenceden başka bir
şey değildir.” Bir Çin atasözüne göre, sevecen nice anne babalar vardır ama
sevecen çocuk yoktur. Napolyon demiş ki ”Çocukların hemen hepsi her
zaman nankördür.”19. yüzyılın başlarında Đngiliz yazar Samuel SPRING’in
söylediklerine bakın, “Tüm çocuklar kötü yürekli doğar, büyüdüklerinde de
kötü yürekli olurlar. Masum ve güzel görünene bebekler bile için için tanrının
küçük düşmanlarıdır.” Bir sözde çocuklara o kadar şirin gelen masalların
yazarı La FONTAĐNE’den, “Çocuklar acımasızdır.”Jonathan EDWARDS
şöyle bir lanetleme yapıyor. “Tüm çocuklar yaradılıştan gazap çocuklarıdır.”
Edgar Alan POE ise “Çocuklar dövülemeyecek kadar yumuşak değildir hiçbir
vakit. Biftek gibidir. Onlar. Ne kadar döverseniz o kadar yumuşarlar.”201
199
M.J. Gander, H.W.Gandıner, Çocuk ve Ergen Gelişimi, Çeviren Bekir Onur, Đmge, Ankara, 1993, s.30
Yörükoğlu, a.g.e., s.25
201
Talat Halman, “Suçlu Olan Biziz. Çocuk Cumhuriyeti ve 10 Düş”, I.Ulusal Çocuk ve Suç Nedenler ve
Önleme Çalışmaları Sempozyumu 29-31 Mart 2001 Ankara Üniversitesi, s.28
200
105
20. yüzyılda ise yaşanan gelişmeler insanı mutlu edici niteliktedir.
Filozofların, araştırmacıların, hukukçuların, eğitimcilerin onları incelemeleri,
gelişimleri ve hakları konusunda fikirler ileri sürmeleri nedeniyle bu yüzyıl
“Çocuk Yüzyılı” olarak adlandırılmıştır.
Çocuk yüzyılı denen 20. yüzyıl gerçekten çocukluğun altın çağı oldu.
Bilimsel buluşlar, teknik yenilikler ve artan refah çocukların yazgısını tümden
değiştirdi.
Hekimlikteki
ilerlemeler
çocukların
sağlıklı
büyümelerini,
hastalıklardan korunmalarını sağladı. Toplumları eskiden kırıp geçiren
bulaşıcı hastalıklar bir bir yenildikçe ölümler azaldı, çocuğun değeri yükseldi.
Yüzyılın başında dünya büyük bir eğitim patlamasına tanık oldu. Đlköğretim
yaygınlaştı ve tüm ülkelerde zorunlu kılındı. Teknik gelişmeler eğitim
araçlarını zenginleştirdi. Okullara elektronik aygıtlar girdi; derslikler deney
odalarına döndü. Eğitim yaşı giderek düştü; eğitim süresiyle birlikte, çocukluk
çağı uzadı. Eskiden ucuz işçi olarak tepe tepe çalıştırılan çocuklar okula
gönderildiler. Daha çok çocuk, daha üst düzeyde öğrenim olanağı buldu.
Gelişme dönemlerinin bilimsel incelenmesi çocukluk çağının daha iyi
tanınmasına, anlaşılmasına yol açtı. Başka bir gelişme toplumsal yardım
alanında oldu; sosyal hizmet mesleği doğdu. Yoksullara, işsizlere, sakatlara,
kimsesizlere el uzatan örgütler kuruldu. Kimsesiz ve korunması gerekli
çocuklar için yasalar çıkarıldı; yeni yaklaşımlar denendi. Böylece çocuk ailenin sevgisine ya da acımasına bırakılmış bir kimse değil, toplumun
sorumluluğu altında özenle bakılıp yetiştirilecek bir yurttaş olarak görülmeye
başlandı. Suç işleyen çocuklara yaklaşımda bir hukuk devrimi gerçekleşti.
Çocuğa ceza vermek yerine, onu yoldan saptıran nedenlerin araştırıldığı,
düzeltim çarelerinin arandığı merkezler açıldı; çocuk ve gençlik mahkemeleri
kuruldu202.
202
Yörükoğlu, a.g.e., s.239
106
Bununla
birlikte,
modern
toplumun
sorunlarından
en
fazla
etkilenenlerde çocuklardır. 08-10 Mayıs 2002, New York yapılan Birleşmiş
Milletler Çocuk Özel Oturumunda verilen bilgiler oldukça dikkat çekicidir203.
•
Dünyada 2.1 milyar çocuk yaşamakta. Çocukların sayısı dünya
nüfusunun %36'sına tekabül etmektedir.
•
Her yıl dünyada 132 milyon civarında yeni doğum olmaktadır.
•
Dünyada
her
dört
çocuktan
biri
yoksullukla
mücadele
etmektedir. Bu çocukların ailelerinin günlük maddi girdileri 1$
dan daha azdır.
•
Gelişmiş ülkelerde ise her üç çocuktan biri yoksullukla
mücadele etmektedir.
•
Doğan her 12 çocuktan biri önlenebilir sebepler nedeniyle beş
yaşına ulaşmadan ölmektedir.
•
Doğan her yüz çocuktan 40'ı kayıt altına alınmamakta ve
kimliksiz olarak yaşamaya mahkum edilmektedir.
•
Doğan çocukların %26'sı hastalıklara karşı aşılanmamaktadır.
•
Doğan çocukların %30'u yaşamlarının ilk beş yılında kötü
beslenmeyle
karşılaşmaktadır.
Çocukların
sadece
%46'sı
doğumdan sonraki ilk üç ayda anne sütüyle beslenebilmektedir.
•
Yeni doğan çocukların %19'u temiz içme suyu bulamamaktadır.
•
Doğan çocukların %17'si hiçbir zaman okula gidememektedir.
Okula gidemeyenlerin %9'u kız çocuklardır.
•
Okula
başlayıp
beşinci
sınıfa
gelmeden
okulu
çocukların oranı ise %25'dir.
203
http://www.0-18.org/sayilar/019_bm_cocuk_ozel_oturumu.htm, erişim tarihi 04.03.2007
bırakan
107
UNICEF öncülüğünde beş ülkede (Brezilya, Filipinler, Hindistan,
Kenya, Đtalya) yapılan araştırma sonuçlarına göre modern toplumun ürettiği
yeni tip yoksunluklar beş başlık altında ele alınmıştır:204
1.
Ailede ve toplumda çocuklara toplumsal destek dokusunun
giderek erimesi: Gelişmekte olan ülkelerde geniş ailenin desteği giderek
azalmış, gelişmiş ülkelerde ise geniş ailenin bir duygusal ve fiziksel destek
sistemi olarak önemi çoktan kaybolmuştur. Kaldı ki çekirdek ailenin içindeki
destek sistemleri bile belirli bir aşınmaya uğramıştır.
2.
Çocuğun toplumsallaşma olanaklarının sınırlanması: Yetişkin
olarak hayatta yerini bulması için, çocuğun diğer çocuklarla ve yetişkinlerle
ilişki içinde olması gerekir. Ancak kuzeydeki ülkelerde anne babası çalıştığı
için anahtarla kapıyı açıp giren çocuk sayısı giderek artmaktadır. Güney
ülkeleri veya gelişmekte olan ülkelerde ise benzer sorunlar yaşanmaktadır.
Kentin zor koşullarıyla baş edebilmek için çalışmaktan yorgun düşmüş
yetişkinlerin çocuğa vakit ayıramaması ve sağlıklı arkadaş ilişkilerinin
kurulabilmesi için güvenli ortamların bulunmaması çocuğu giderek büyüyen
bir yalnızlığa itmektedir.
3.
Çocuğun/ gencin toplum içinde kendi değerini ve bulunduğu yeri
tayin etmede şansının az olması: Çocuklar ve gençler, toplum içinde değer
kazanmanın, tüketim mallarına sahip olmakla özdeşleştiği bir ortamda
yetişmekteler. Özellikle kent içinde marjinal konumda olan gençler için daha
önemli olan bu konuda, çocuklar ve aileleri tüketim gereksinimlerini yerine
getiremediklerinde
engellenme
ve
kaygı
duygusuna
kapılmaktalar.
Brezilya'da yapılan araştırmalarda, çocukların sokak çetelerine itilme
nedenleri arasında en belirgin nedenin, tüketim arzusu ile sevgi ve arkadaşlık
gereksinimi olduğu görülmüştür.
204
Sevil Atauz, “Kent Yoksulu Aileler ve Çocukları”, III. Aile Şurası Bildirileri, Aile Araştırma
Kurumu Yayınları 25-29 Mayıs 1998, Ankara,1999, s.436-438
108
4.
Marjinalleşme ve geleceğin belirsizliği: Kentteki baskıların en
temel nedenleri bugününü yaşayamamak ve geleceğin ne getireceğini
bilememektir. Gelişmiş ülkelerin kentlerinde özellikle göçmen gruplar
tarafından yaşanan belirsizlik, büyük ölçüde ailenin yasal statüsündeki
belirsizliklerle ilişkilidir. Gelişmekte olan ülkelerde ise sorun, bireyin, ailenin
ve toplumun kendi hayalarını doğrudan etkileyen konularda söz sahibi
olmamasının getirdiği engellemedir.
5.
Kent planlamasındaki yetersizlikler: Çocuğun çevresindeki fiziki
olumsuzluklar çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimini etkilemektedir. Çocukların
gürültülü, kazalara ve hastalıklara açık ortamlarda, sağlıksız konutlarda, oyun
alanlarından yoksun çevrelerde yetişmesi ve onun yetişkinlerle ve diğer
çocuklarla
sağlıklı
ilişkiler
kurmasını
engeller.
Çocuğun
ve
ailenin
yalnızlaşması, onların giderek daha yabancılaşmasına, marjinalleşmesine ve
toplumsal ayrımcılığın hedefi olmasına yol açar. Az gelişmiş ülkelerde olduğu
kadar gelişmiş ülkelerde de bu nedenler çocuklarda madde bağımlılığı, suç
eğilimi yanında çeşitli psikolojik bozukluklarla (yeme bozuklukları) karşı
karşıya bırakmakta, onların ihmal ve istismara uğrama riskini arttırmaktadır.
Günümüz toplumunda çocukların mağduru olduğu diğer bir sorun ise
cinsel istismardır. Ülkemizde çocuğa yönelik cinsel istismarın sıklığına ilişkin
sağlıklı istatistik verilere ve tatmin edici araştırma sonuçlarına ulaşamamış
olmamıza karşın, Amerika Birleşik Devletleri’nde bu konuda yapılan
çalışmalar, çocukların yaklaşık %12’sinin cinsel olarak istismar edildiğini
göstermektedir.
Yapılan
bu
çalışmalar
ışığında
Amerika
Birleşik
Devletleri’nde her yıl yaklaşık yarım milyon çocuğun cinsel istismara
uğradığına işaret edilmekte ve Kuzey Amerika ülkeleri dışındaki ülkelerde de
istatistik sonuçlarının benzeştiği tahmin edilmektedir205.
Günümüzde yaygın kullanımı bulunan internet, çocuk pornosu
malzemelerine ulaşılmasını ve bu tür malzemelerin dünyada serbest
205
A. Rezan Çeçen: “Çocuk Cinsel Đstismarı: Sıklığı, Etkileri Ve Okul Temelli Önleme Yolları” Uluslararası
Đnsan Bilimleri Dergisi, www.InsanBilimleri.com erişim tarihi 03.03.2007
109
dolaşımını çok kolay hale getirmiştir. Internet pornografinin yaygınlaşmasına
hizmet etmiştir. Dünyada çocuk pornografisi milyonlarca dolarla ifade edilen
bir sektördür.
Tablo 2: Internet Ortamındaki Pornografiye Ait Bazı Sayısal Veriler206
Dünyada Pornografik Web site sayısı: 4.2 milyon
Tüm Web Sitelerinin % 12 ’si
(familysafemedia.com)
Pornografik sayfa sayısı:
372 milyon
(familysafemedia.com)
Arama motorlarında “günlük” pornografik site arama sayısı: 68 milyon
Tüm aramaların % 25 ’i
(familysafemedia.com)
Arama motorlarında en çok aranan kelime: SEX
(Hagelin,2005)
Download edilen “aylık” pornografik sayfa sayısı: 1.5 milyon
Son bir yılda üretilen pornografik içerikli film sayısı :
Pornografik içerikli günlük e-mail sayısı :
11.000
2.5 milyon
(familysafemedia.com)
(Hagelin,2005)
(healthymind.com,2005)
Pornografi içeren sayfaya ilk giriş yaşı: 11 yaş
(internet-filter-review.toptenreviews.com)
Pornografik sitelere giren en sık yaş aralığı: 12-17y.(internet-filter-review.toptenreviews.com)
Yasadışı çocuk pornografisi site sayısı: 100.000
(internet-filter-
review.toptenreviews.com)
Pornografik içerikli sitelerin % 30’unda, 26 popüler çocuk karakteri kullanılmakta
(Pocekomon, Action Man, My Little Pony gibi)
(afa.net,2005)
Đnternetle çocuk pornografisinden kazanılan yıllık para: 3 milyon $ (healthymind.com,2005)
66 ülkede 300.000 kişi web sitelerinden kredi kartı kullanarak çocuk pornografisi görüntüleri
satın alıyor
(make-it-
safe.net,2005)
206
Oğuz Polat, Çocukların Cinsel Sömürüsü Raporu 2006, www.0-18.org, erişim tarihi 25.03.2007
110
1998.............. 3.267
1999.............. 7.736
2000..............16.724
Çocuk
pornografisi
içerikli
2001..............21.611
sitelerin sayısı
2002..............37.647
2003..............76.178
2004............ 106.119
(iwf.org.uk )
Çocuk pornografisi içerikli sitelerin çoğu USA merkezli
(missingkids.com)
Rusya merkezli çocuk pornografisi sitelerinin sayısında büyük artış var
(missingkids.com)
Cinsel tacize uğramış her çocuğun tüm duyguları ayaktadır. Yoğun bir
korku, acı ve suçluluk duyguları içerisinde yer alırlar. Uğradıkları tacizin etkisi
bütün yaşamları boyunca silinmeyecek izler bırakır ve korkularını üzerinden
atmanın bir yolu olarak şiddete yönelebilirler. Başka insanları taciz ederek ya
da onların kendilerinden korkmalarını sağlayarak bir anlamda kendilerini
güvene
almak,
yaşamlarında
sıklıkla
başvurdukları
savunma
davranışlarından birisi olarak yerleşir. Ancak içinde bulundukları duygu
durumu böylesine patolojik bir savunma refleksiyle hafiflemez. Bu nedenle,
daha güçlü görünmek için, daha fazla şiddete yönelmek çözüm olarak
algılanabilir.207
Ülkemize çocuk pornosunun durumu bir dönem tartıma konusu
olmuştur. Medya Türkiye’de çocuk pornosunun ne kadar yaygın olduğu,
dünyada en fazla çocuk pornosu ifadelerinin arandığı ülkelerin başında
geldiği şeklinde yoğun bir yayın yapılmıştı.
Oysa “Đnternet Đzleme Vakfı'nın (IWF- Đnternet Watch Foundation)
verilerine göre çocuk pornosu görüntülerinin yüzde 51’i ABD'nin. Ardından
yüzde 14.9'la Rusya, yüzde 11.7'yla Japonya, yüzde 8.8'le Đspanya, yüzde
3.6'yla Tayland, yüzde 2.1'le de Güney Kore geliyor. Diğer ülkelerin çocuk
pornografisindeki payı ise yüzde 7.7. Yani Türkiye onlarca ülkenin bulunduğu
207
Altay Ere, “Korku Kültürü, Değerler Kültürü Ve Şiddet.” Aile ve Toplum, Yıl 7, Cilt 2, Sayı 8, Mart 2005,
s.23
111
bu yüzde 7.7’lik dilimde yok denebilecek ölçüde bir paya sahip” Bu bilimsel
verilere rağmen uzun bir süre Türkiye kamuoyu çocuk pornosu konusunda
yanlış bilgilendirildi208.
Ayrıca dünya üzerinde her yıl binlerce insan özellikle kadın ve
çocuklar, insan ticareti suçunun mağduru olmakta ve organize suç örgütleri
tarafından bu suç sayesinde büyük kazançlar sağlanmaktadır. Đnsan
ticaretinin sebepleri işsizlik, yoksulluk, cinsiyet ayrımı, eğitim eksikliği, ucuz
işgücü ve öbür istismar sebeplerini de kapsamaktadır. Bu konuya kapsamlı
bir yaklaşım seks ve işgücü sömürüsünü özellikle çocuk işçiliği ve çocuklara
dilencilik yaptırılmasını da içine aldığı gibi ayrıca bebeklerin ya da çocukların
evlatlık verilme amacıyla ticareti, organ ticareti, zorla hizmetçi olarak
çalıştırılma, zorunlu evlilikler ve seks turizmini de kapsamaktadır. Bu kadar
geniş kapsamları olan insan ticareti, dünyada uyuşturucu ve silah
kaçakçılığından
sonra
önemli
bir
yer
tutmaktadır
ve
suçun
soruşturulmasındaki güçlük ve uyuşturucu ile silah kaçakçılığına göre
nispeten daha az riskli olması, özellikle suçun mağduru olan kişilerin suç
örgütlerinden çekinerek veya kendilerinin de cezalandırılacağı korkusuyla
sessiz kalmalarından dolayı, her geçen gün insan ticareti daha da
artmaktadır209.
Ülkemizde yaşanan toplumsal değişimden etkilenen çocukların bir
kısmı aile ortamından uzakta yaşamakta olup, sokak çocukları olarak
adlandırılmaktadırlar. Bu çocuklar aileleriyle olan ilişkilerini tamamen
koparmış yada aileleriyle yok denecek kadar az ilişki içinde bulunan ve
sokağı mesken edinmiş, günün 24 saatini sokaklarda geçiren çocuklardır.
Köprü altı çocukları olarak da bilinen bu çocuklar zaman zaman sokakta
çalışan çocuklarla karıştırılsalar bile aslında yaşayış, kılık kıyafet ve
davranışları itibariyle tamamen farklıdırlar. Genellikle grup halinde yaşayan
208
Özcan, a.g.m., s.2
Leman Tosun, “Đnsan Ticareti, Özellikle Kadın Ve Çocuk Ticareti Konusunda Uluslararası Düzenlemeler ve
Đç Hukuk Kuralları”, Adalet Dergisi, 5. sayı http: www.adalet.gov.tr. Erişim tarihi 24.04.2007
209
112
bu çocuklarda uçucu madde bağımlılığına, hırsızlık ve yan kesicilik olaylarına
sıkça rastlanmaktadır.
Ülkemizde ise çocukların mağdur olduğu diğer bir konu ise varlığını
yüzlerce yıldır devam ettiren töre cinayetleridir. Türkiye’nin bazı yörelerinden
törelere dayanarak cinayetler işlenmekte, masum kadın ve erkekler
öldürülmekte ve bazen de cinayetlerin son bulması için kadınlar “berdel”
olarak bir aileden diğerine gelin “barış hediyesi” olarak gönderilmektedir. Töre
ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin
Sebeplerinin
Araştırılarak
Alınması
Gereken
Önlemlerin
Belirlenmesi
Amacıyla kurulan TBMM Araştırma Komisyonunun Raporuna göre 20002005 yılları arasında mağdur kadınlar incelendiğinde, töre cinayetlerinden
öldürülen kadınların %10’u, on sekiz yaşından küçüktür, yani çocuktur.
Tüm toplumsal yapay olgular gibi çocukluk düşüncesinin de varlığını
sürdürmesi kaçınılmaz değildir. Çocuklarla yetişkinler arasındaki farklar,
giysilerden dil, tavır, tutum, davranış ve beklentilere varıncaya kadar ciddi bir
biçimde azalmıştır. 1850'de telgrafın icadıyla başlayan elektronik kitle
iletişimine -özellikle de televizyona- geçiş, iletişimi kişiselden ve yerelden
gayri şahsiye ve küresele çevirerek bilginin nitelik, miktar, akış ve alınışını
değiştirmiş, simgesel çevrenin denetimini evden ve okuldan koparmıştır.
Analitik becerilerin yerine ilkel algılamaları geçiren medya, düşünsel
toplumsal hiyerarşilerin çöküşünü, çocuk ve yetişkin kategorileri arasındaki
farkları kaldırmıştır. Bu ortam, gizlerin ortadan kalktığı, yetişkin dünyasındaki
şiddetin, sıkıntı, çürümüşlük, yolsuzluk ve güvensizliklerin alabildiğine
sergilenip
paylaşıldığı,
yetişkinlerin
cinsel
fantezilerinde
çocukların
kullanıldığı, tüketiciliğin sağladığı doyumun çocuklara etkinlikle aktarıldığı bir
ortamdır. Yetişkin bilgisinin saklı meyvesine ulaşan çocuk, çocukluğun
bahçesinden kovulurken yetişkin de çocuklaşmaktadır.210
210
Mine Tan, “Çocukluk, Dün ve Bugün”, Toplumsal Tarihte Çocuk Sempozyumu 23-24 Nisan 1993,
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1993, s.24
113
Günümüzde sevecen nitelendirmeler ile ifade edilen çocukluk kavramı,
farklı bir boyuta doğru gitmektedir. Sevilen korunan ve kollanan çocukluk
günümüzde tüketim toplumunun en asli öznesi ve aktörü durumundadır.
Çocukluğun kendine has tüketim metaları, oyuncakları, giyecekleri, oyunları
vs. yerlerini cep telefonlarına, kredi kartlarına ve makyaj malzemelerine
bırakmaktadır. Tüketim mekanizmaları çocukları tüketim sürecinin küçük
adam ve kadınları yaptılar. Ürünler ve tüketici davranışları üzerine araştırma
ve analiz yapan, Đngiltere merkezli uluslararası bir araştırma şirketinin
yayınladığı bir rapor kız çocuklarındaki güzellik ve makyaj tutkusunun çok
yüksek düzeylerde olduğunu ortaya koymaktadır. 7-19 yaşları arasındaki
5856 kız üzerinde yapılan araştırmanın sonuçları çocuklarla ilgili olan herkesi
yani toplumu çok yakından ilgilendirecek kadar ürkütücü boyuttadır. Bu rapor
ve sonuçları değişen ve tükenen çocuk kimliğine vurgu yapması açısından
çok önemlidir. Rapor, sosyolojik, psikolojik ve ekonomik değerlendirmelerde
kullanılabilecek veriler içermektedir. 211
Araştırma sonucuna göre;
•
Kız çocuklarında makyaj yapma alışkanlığı son iki yılda ikiye
katlanmıştır.7-10 yaşları arasındaki kız çocukların %63’ü ruj,
%44’ü göz kalemi ve far kullanmaktadır. Bu yaşlardaki her dört
kızdan biri de rimel sürmektedir.
•
11-14 yaşları arasındaki kız çocukların %74’ü far ve rimel
kullanmaktadır. Ruj ve dudak parlatıcısının oranı ise % 80’i
bulmaktadır.
•
11-14 yaşları arasındaki kızların yarısı allık kullandıklarını
belirtmektedir. Bunların %14’ü ise her gün allık sürmektedir.
•
11-14 yaşları arasındaki kız çocuklarında saç boyası kullanımı
oranı %27’dir.
211
Levent Eraslan, 21. Yüzyılın Küçük Adam ve Kadınları, Uluslararası Đnsan Bilimleri Dergisi,
www.InsanBilimleri.com, Erişim tarihi 23.03.2007
114
•
Aileler 13-14 yaşlarındaki kızların röfle yaptırdığını hatta okula
da böyle gittiklerini vurgulamaktadır.
•
Daha küçük yaştaki çocuklar içinde aynı durum söz konusudur.
Bu yaş grubundaki kız çocuklarının yüzde 44’ü rimel ya da göz
farını denemiştir. 7-19 yaş arasındakilerin yüzde 13'ü, 11-12
yaşındakilerin
ise
yüzde
20'i
geçici
bronzluk
sağlayan
ürünlerden kullanmaktadır.
•
Araştırmaya göre gençlerin hemen hemen tümü deodorant
kullanmaktadır.
•
Örneklem grubu makyaj yapmalarının en önemli sebebinin farklı
ve güzel olmak olduğunu belirtmektedirler.
Çocukluk tarihi konusundaki çalışmalar, çocukluğun doğal sandığımız
özelliklerinin büyük ölçüde toplumsal ve değişken olduklarını görmemize
yardım ediyor. Belli bir zamana ya da topluma özgü, tek bir çocukluk anlayışından söz edilemeyeceğini ortaya çıkarıyor. Aynı zaman diliminde,
giderek aynı toplumda değişik ve çelişik çocuk anlayışlarının birlikte yer alabildiğini görüyoruz. Çocukluk kavramı, kız ve erkek çocuklar, varsıl ve yoksul
çocuklar, köylü ve kentli çocuklar açısından değişik içerikler taşıyor. Devlet
ideolojisi, çocukluğu kendine özgü bağımlılıkları ile özel bir dönem olarak
tanımlayarak okul çağıyla özdeşleştirirken, bazı kesimlerde beş-altı yaşını
geçer geçmez yetişkin dünyasında eriyip giden bir çocukluk anlayışı etkisini
sürdürüyor. 212
2.1.3. Ceza Kanunları Açısından Çocuk
Çocuk suçluluğu ve çocukları suça iten nedenleri incelemeden önce,
ceza kanunları kapsamına çocuğun tanımı yapılmalıdır.
212 Tan, a.g.e., 25
115
Yaş sınırları her üye ülkenin ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi ve
hukuksal sistemlerine dayalı olarak farklılık göstermektedir. Bu durumda 7
yaşından 18 yaşına ya da daha fazlaya kadar olan sınırlar içinde bir çocuk
tanımı oluşmaktadır. Çok değişik hukuk kuralları içerisinde bu farklılığın
kaçınılmaz olduğu görülecektir.
Ülkeler arasındaki “çocukluk” yaşının sona ermesi ile ilgili farklılıklar 20
Kasım 1989 tarihli Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 1.
maddesinde “çocuğa uygulanabilecek olan yasaya göre daha erken yaşta
reşit olma durumu hariç, 18 yaşına kadar her insan çocuk sayılır” hükmü ile
giderilmeye çalışılmıştır.
Ülkemiz hukuk sisteminde, çocukluk için on sekiz yaş sınırı kabul
edilmektedir. 5271 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda çocuk onsekiz yaşını
doldurmamış kişi olarak tanımlanmış olup, aynı Kanun’un 31. maddesinde∗
on iki yaşını doldurmamış çocukların cezai sorumluluğunun olmadığı, onbeş
yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan çocuklara ise
çeşitli cezai indirimler uygulanacağı düzenlenmektedir.
Yasa koyucu çocukların işlemiş oldukları suçların ele alınması
sırasında,
çocuklara
şefkatle
yaklaşılmasını
öngörmektedir.
Böylece
çocukların işlemiş olacakları bir suç dolayısıyla bütün geleceklerini
∗ 5271 sayılı Türk Ceza Kanunu
Yaş küçüklüğü
MADDE 31. - (1) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu yoktur. Bu
kişiler hakkında, ceza kovuşturması yapılamaz; ancak, çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilir.
(2) (Değişik: 08.07.2005/25869-5377/5.md.) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını
doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını
yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması hâlinde ceza sorumluluğu yoktur. Ancak bu kişiler
hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. Đşlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama
ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığı hâlinde, bu kişiler hakkında suç,
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde oniki yıldan onbeş yıla; müebbet hapis cezasını
gerektirdiği takdirde dokuz yıldan onbir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların yarısı indirilir ve
bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası yedi yıldan fazla olamaz.
(3) (Değişik: 08.07.2005/25869-5377/5.md.) Fiili işlediği sırada onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını
doldurmamış olan kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde onsekiz
yıldan yirmidört yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde oniki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına
hükmolunur. Diğer cezaların üçte biri indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası oniki yıldan fazla
olamaz.
116
karartmadan, onları damgalamadan yeniden topluma kazandırmak, ıslah
etmek ve eğitmek amaçlanmaktadır.
Amerika Birleşik Devletlerinde 1999 yılı itibariyle 10 Eyalette 17
yaşındakiler erişkin, 3 eyalette 16 ve 17 yaşındakiler erişkin olarak kabul
edilmektedir. Bununla birlikte tüm bilimsel yayınlarda “Juvenile” kavramı ile
18 yaşından küçük olanlar kastedilmektedir. 213
Đngiltere’de cezai sorumluluk yaşı 10 olup, 10-13 yaş arasındakiler
çocuk, 14-17 yaş arasındakiler genç bireyler olarak tanımlanmaktadırlar.
1991 yılı içerisinde Ceza Adalet Yasasında yapılan değişiklik ile Çocuk
Mahkemelerinin adı Genç Mahkemeleri olarak değiştirilmiş olup söz konusu
çocuklarla da ilgilenmektedir. Yeni kanuna göre 18 yaşından küçük suçlu
bireyler iki grupta ele alınmaktadır; birinci grup olarak 10-13 yaş dilimi, ikinci
grup 14-17 yaş dilimini içermektedir. Alman Ceza Adalet Sisteminde 14’den
18 yaşına kadar olan gençler ile 18’den 21’e kadar olan gençlerin yaş
derecelerini düzenlemiştir. 21 yaşından itibaren genel ceza hukuku geçerli
olmakta 14 yaşından küçüklerin cezai ehliyeti yoktur. Çin’de 13 ile 25 yaşı
arasındaki bireyler çocuk olarak tanımlanmaktadır. Çin’de çocuk olarak
yargılanan bireyler çoğu ülke ile kıyaslandığında yetişkin mahkemelerinde
yargılandığı görülmektedir.214 Çocuklar için cezai ehliyet yaşı Đsveç’te 8 ve
Đsviçre’de 7’dir.215
2.2. ÇOCUK SUÇLULUĞU
213
Sevil Atasoy-Neylan Ziyalar, “1997 ve 1998 Yıllarında Đstanbul ve Los Angeles’te Güvenlik Birimleriyle
Đhtilaf Haline Düşen Çocukların Karşılaştırılması”, I.Ulusal Çocuk ve Suç: Nedenler ve Önleme Çalışmaları
Sempozyumu Bildirileri ,29-30 Mart 2001, A.Ü. ATAUM, UNICEF Yayınları, 2002, s.11
214
Sevük, a.g.e., s.11
215
Đlhan Dağdeviren, “CMK ve Polis Uygulama Değerlendirmesi”, Çağın Polisi, Yıl 5, Sayı 55, Temmuz
2005, www.cagınpolisi.com erişim tarihi 18.06.2007
117
Suçlu çocuk yoktur, suça itilmiş çocuk vardır.216 Çocuk ve suç bir
araya gelmişse suçlu olan çocuk değildir. Yetişkinlerdir, eğitenlerdir daha
doğrusu eğitemeyenlerdir. Yönetenlerdir. Yönetemeyenlerdir217.
Çocuklar, her dakikasında dört ciddi suç işlenen bir dünyaya gözlerini
açıyorlar. Đstatistiki verileri, kayıtlara geçmeyen “gizli suçlar” ve halka halka
yayılan anti-sosyal davranışlar ortamıyla da genişletince, ortaya çıkan
toplumsal panaromayı göz önüne getirmek zor olmayacaktır.218
Suça yönelen çocuk, ailedeki ve toplumdaki düzensizliklerin bedelini
ödeyen, sonra da topluma ödeten çocuktur. Suçlu denen çocuk daha baştan,
vazgeçilmez birçok hakkından yoksun bırakılan, dolayısıyla yasa dışı
yollardan hakkını almaya zorlanan çocuktur. Ezilmişliğine, itilmişliğine
bilinçsizce tepki gösteren çocuktur. Suç işleyen çocuk iki kez cezalandırılır:
Önce
kendi
yaratmadığı
koşulların
kurbanı
olduğu
için
yeterince
cezalandırılmıştır, sonra da suçlu damgası vurularak toplum dışına itildiği
için219.
Buna hemen eklememiz gereken, çocuğun, aslında gelişiminin ilk
evrelerinde yaşamını çoğunlukla anti-sosyal nitelikli dürtülerle yönlendiren ve
böylelikle doyum sağlayan bir varlık olduğudur. Küçük yaşlarda tüm çocuklar
ufak tefek suç işlerler. Hatta bazı uzmanlara göre, “her çocuk kendisini
yenebilecek suçluluk dürtülerine sahiptir; aslında suçluluk kategorisine girdiği
halde, önemsiz sayılan küçük suçları işlemeyen hiç kimse yoktur”.
Çocukluğunda komşusunun bahçesinden yasak meyveyi çalmamış kaç kişi
yaşamıştır şu dünyada? Ancak bu, çocukların gelecekte suç işleyecekleri,
suçlu olacakları anlamına gelmez. Gelişim süreci içinde çocukların büyük bir
bölümü toplumsallaşmada ve çevreye uyumda denge sağlayacaklardır.220
216
Yavuzer, a.,g.,e., s.31
Talat Halman: “Suçlu Olan Biziz. Çocuk Cumhuriyeti ve 10 Düş”, I.Ulusal Çocuk ve Suç Nedenler ve
Önleme Çalışmaları Sempozyumu 29-31 Mart 2001 Ankara Üniversitesi, s.21
218
Yavuzer, a.,g.,e., s.31
219
Yörükoğlu, a.g.e., s.214-215
220
Yavuzer, a.,g.,e., s. 31
217
118
Ancak içlerinden bazıları, bu gelişim süreci içerisinde bu dengeyi
çeşitli nedenlerle yakalayamamakta ve istemeden de olsa kendilerini suçlu
olarak toplum karşısında bulabilmektedirler.
Kendini idrak etmeğe başlayan ve ruhi ve bedeni inkişaflara adım atan
bulûğ çağında bulunan çocukların, muhtelif cins suçlar işlediği görülmektedir.
Bilhassa cinsi arzuların yersiz tezahürlerine yol açan tecrübesiz ve kudretsiz
cinsi istekler, homoseksüel şeklindeki fiillere sebep olabilir. Kız çocuklarında
yangın çıkarma meyli görülmüştür. Almanya da kasten yangın çıkaran 100
Erkek suçluya mukabil 42,9 nispetinde 18 yaşımdan aşağı erkek suçlunun
mevcut olduğu tespit edilmiş, buna mukabil 100 kadın suçluya nispetle 139,7
kişinin 18 yaşından küçük kız çocuğu olduğu istatistik incelemeleriyle
görülmüştür. Yine bu çağda kızlarda cinsi ithamlarla ilgili iftira vakalarına çok
miktarda rastlanmıştır. Çocuklarda bütün suç meyil ve fiillerini cinsi
değişmelere bağlamak doğru değildir, bunlarda saik ve fiil arasındaki
nispetsizlik aklı ve ruhi olgunluktaki kifayetsizlikten de olabilir. Basit amaçların
büyük fiiller doğurduğu görülmüştür: Meselâ, bisikletini almak için sahibini
öldüren veya işinden çıkarıldığı içîn patronunu öldüren, veya uykudan
uyandırdığı için babasını öldüren çocuklar olmuştur.221
Halkın suçtan duyduğu korku, hırsızlık, soygun, saldırı ve tecavüz gibi
suçlar büyük ölçüde genç işçi sınıfı erkeklerinin alanı diye görülen "sokak
suçları"- çevresinde dönmektedir. Artan suç oranlarını medyanın ele alışı
çokluk, genç insanlar arasındaki "ahlaki çöküntü" üzerinde odaklanmakta ve
toplumun "fazla hoşgörülü" olduğunu göstermek için kırıp dökme, okuldan
kaçma ve uyuşturucu kullanımı gibi konulan öne çıkarmaktadır. Çocukların
suç etkinliğiyle böyle eşleştirilmesi, kimi sosyologlara göre yeni bir şey,
değildir. Genç insanlar genellikle toplumun kendisinin sağlık ve refahının bir
göstergesi diye görülür. Suç oranlan hakkındaki resmi istatistikler, genç
insanlar arasında yüksek saldırı oranı olduğunu göstermektedir. 1997'de
Đngiltere’de, bütün yakalanan ya da hüküm giyen kişilerin beşte ikisi, yirmi bir
221
Gider, a.g.e., s. 332
119
yaşın altındaydı. Hem erkekler hem de kadınlar için suçun en yukarıda
olduğu yaş, on sekizdi.222
Çocuk suçları, ilerlemiş endüstri toplumlarının daimi bir problemidir.
Örneğin 1950’lerde tüm dünyada çocuk suçluluğu yaygın bir fenomen olarak
gözüküyordu. Đngiltere Teddy Boys∗, Fransa’da ‘Blousons Noirs’ vardı, hatta
Japonya ve Rusya’nın ayırıcı ve rahatsız edici olaylar içeren tecrübeleri
vardı. Bazı yazarlar bu paniğin abartıldığını ve suç istatistiklerinde büyük bir
artış olmadığını iddia etmektedir. Bununla birlikte sosyal politikanın bu
olaylara cevabı somuttu. Đngiltere’deki suç ve ceza politikaları üzerindeki
tartışmalar ilerleyen yıllarda, neredeyse tamamen çocuk suçluluğuna
yöneldi223. Bazı yazarlar tarafından Đngiltere’nin son iki yüz yıllık tarihinin
önemli korkuların tarihi olarak yeniden yazılabileceğini iddia etmektir. Kanun
tanımaz şiddet yüklü çocuklardan kaynaklanan öyle bir korkudur ki, bu
çocuklar sokaklarda ve diğer kamu alanlarında davranışlarıyla önceden
görülmemiş şekilde sosyal düzeni sarsmış, dürüst vatandaşları korkutmuş ve
Đngiltere insanın büyük bir çoğunluğu için ahlaken büyük bir çöküşün bir
göstergesi olmuştur. Olayın izlerini geçmişte takip edersek, her zaman genç
erkeklerin sokak suçlarına karşı, yirmi yıl öncesinin nostaljisiyle birlikte, büyük
bir ahlaki panik vardı. 1980’lerde ırksal içerikli ayaklanmalar büyük bir tehditti
ve 1950’lerde olduğu gibi hala huzurun hüküm sürmesinden çok uzaktı,
Teddy Boys hala tehlikeli görülüyordu.
Đngiltere’de çocuk nüfusu, toplam nüfusun beşte birinden biraz
fazlasını oluşturmaktadır. Birçok fakir bölgede ise, nüfusun üçte biri
çocuklardan oluşmaktadır. Basit suçların büyük bir çoğunluğu ve bazı ağır
suçlar 10-20 yaşlar arasındaki çocuklar tarafında işlenmektedir. Ceteris
222
Giddens, a.g.e, s. 228
Teddy Boys 1950’lerin başında Londra’da doğup hızla tüm ülkeye yayılan bir gençlik kültürüdür. Bu kültür
kısa süre içerisinde Amerikan Rock and Roll müzik süreciyle yakın birlikteliğe gitti. Diğer gençlik kültürü
hareketlerinde olduğu gibi bunlar da, bazen çeteler oluşturdular, rakip çetelerle şiddetli kavgaları seviyorlardı.
Olayları popüler basın tarafından ciddi bir şekilde takip ediliyor ve abartılıyordu, bunların en unutulmaz ve rezil
olanı 1958’deki Notting Hill ayaklanmasıydı ki bu olayda siyah insanlara ve mülklerine saldıran ırkçılarla
birlikte gözlemlenmişlerdi. Kaynak http://en.wikipedia.org/wiki/Teddy_Boy erişim tarihi 12.05.2007
223
Heidenson, a.g.e., s. 58
∗
120
paribus, gençlerin nüfusta payı ne kadar yüksek olursa, suçların oranı da o
kadar yüksek olur.
Bu suçlar ise çoğunlukla, dükkânlardan mal aşırma,
vandalizm ve sokak soygunları gibi suçlardan oluşur224.
Çocuk suçluluğu bazı ülkelerde en çok korkulan suç haline gelmiştir.
Bazı kentlerde ise suç korkusu, ırksal endişeler için mantıklı bir yer değişikliği
haline geldi. Aynı şekilde çocuk suçluluğunun tanımlaması da, çok korkulan
bir suç olarak değişti225.
Suçun yasanın çiğnenmesini çağrıştırmasına rağmen, çocuk suçluluğu
kesin konuşmak gerekirse çoğunlukla, suç niteliğinde olmayan etkinliklerle
eşlenmekte, beraber anılmaktadır. Çocuklarda rastlanan toplum dışı
davranış, alt kültürler ve uyumsuzluk, suçluluk diye görülebilir; ancak bunlar
gerçekte suç davranışı olarak görülmemelidir.
224
Anne Power, “Housing, Community and Crime”, Crime and City, Essays in Memory of John Barron
Mays , 1989, London, s.219
225
Heidenson, a.g.e., s.59
121
2.3. ÇOCUKLARI SUÇA ĐTEN NEDENLER
Çocuğu suça iten veya ona suç işleten neden ve amaç hiçbir zaman
tek olmamıştır. Birçok kuvvetli veya zayıf nedenler birbirlerine eklenip çocuğu
suça sürükledikleri halde, ilk bakışta şu veya bu şartlar altında kendisini
gösterebilen neden, illiyet yönünden o suçun tek nedeniymiş gibi bir kanının
doğmasına yol açabilir. 226
Bu bakımdan çocuğu suça iten nedenleri üç ana grupta toplayabiliriz:
1.Bireysel Nedenler
2. Aileden Kaynaklanan Nedenler
3.Çevresel Nedenler
2.3.1 Bireysel Nedenler
2.3.1.1 Biyolojik Etkenler
Biyolojik teoriler, suçluların biyolojik ve genetik bakımdan genel nüfusa
oranla daha aşağıda olduklarını savunmaktadır. Çok basit oldukları için çok
yandaş bulmuşlardır. Suçlu kişilerin farklı kumaştan yapılmış olduklarını
genetik, fizyolojik ve yapısal farklılıkları nedeniyle suç işlemeye yatkın
olduklarını savunmuşlardır227.
226
Yılmaz Akıncı, Tahsin Atakan, Psikolojik-Pedagojik –Hukuki Yönleriyle Suça Giden ve Suç Đşleyen
Çocuklar, Mim Yayınları, 1968, s.20
227
Sokullu-Akıncı, a.g.e, s.152
122
Biyolojik açıklamaları başlatan, kriminolojinin babası olarak bilinen
Lombrosso, suçlulukla kalıtım arasında ilişki kurarak, doğuştan suçlu
olunduğuna, buna da kişinin sahip olduğu fiziki, biyolojik ve psikolojik
anormalliklerin neden olduğunu ileri sürmektedir.228
Lombrosso özellikle fiziki eksikliğin suçluluğa neden olduğunu
belirterek, çalışmasının başlangıcında suçluluğu bireysel olarak ele almış ve
onu insan davranışının biyolojik yapısını araştırmıştır.Ona göre suç bedensel
koşulların bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır.229 Yani bazı insanlar suçlu
olarak doğarlar. Bu insanların fiziki yapısı diğer insanlara göre farklılık
arzeder ve bu anormallik onları suç işlemeye yöneltir.
Ancak bu kuram daha sonra başka uzmanlar tarafından eleştirilmiş ve
bu
görüşün
doğru olmadığını
ispatlama
yönünde
yeni araştırmalar
yapılmasına sevk etmiştir.
Bunların uzmanların başında Charles Goring gelmektedir. Goring,
çalışmalarında denek olarak aldığı 3000 Đngiliz hükümlüden oluşan deney
grubuyla, suçlu olmayan kontrol grubunu dikkatli bir biçimde incelemiş ve
doğuştan suçlu olma ile ilgili Lombrosso’nun fikirlerini çeşitli açılardan ele
almıştır. On iki yıl süren ciddi çalışmalar sonunda Goring, fiziksel olarak
kriminal bir tipin var olmadığı sonucuna ulaşmış ve Lombrosso’nun
görüşlerini doğrulamamıştır.230
Vücut tipleri ve çocuk suçluluğu arasındaki ilişkiyi sistematik olarak
ortaya
koyan
diğer
bir
çalışma
1940’lı
yıllarda
Willam
Sheldon’ın
çalışmasıdır. 1949 yılında Boston Islahevindeki 200 erkek çocuğun öyküleri
ile fizik ölçümlerini toplayan Sheldon, Lombrosso’dan farklı olarak suçluları
suçlu olmayanlardan ayırmak için atavizmi (doğuştan suçlu olma) bir anahtar
olarak görmemiş, bir başka deyişle doğuştan suçlu görüşünü benimsememiş
228
Larry J. Siegel-Joseph J. Senna, Juvenile Delinquency, Theory, Practice and Law, Minnesota, 1981,s.72-
73
229
230
Yavuzer, a.,g.,e., s. 253
Dönmezer, Kriminoloji, s.88
123
ancak suçlu fiziksel yapı kavramını Lombrosso gibi desteklemiştir. Bu
bakımdan Sheldon’a beden yapısına göre insanları 3 ayrı gruba bölmüştür.
231
Endomorfik; kısa, küçük kemikli,şişman, yumuşak tenli kimselerdir.
Ektomorfik; Hassas, nazik, utangaç, ince uzun, düşük omuzlu, küçük
yüzlü kimselerdir.
Mezomorfik; kemikli, adaleli, geniş göğüslü sert, atletik ve saldırgan
kimselerdir.
Özellikle mezomorfik tiplerin çok büyük olasılıkla suçlu davranış
özelliği gösterdiğinden bahseder232.
Nitekim Sheldon’ın bakışıda bu bakımdan eleştirilmiş ve eleştirilerin en
önemlisi,
beden
yapısının
çocukları
suç
işlemeye
nasıl
yönelttiğini
açıklayamamış olması hususundadır. Bu amaçla Glueck’lar 1956 yılında,
500 suçluyu 500 suçlu olmayan kişiyle kontrol ederek incelemiş ve
Sheldon’un görüşü ile karşılaştırmışlardır. Beden yapısının, suçlu davranışa
neden olmadığını bulmuşlardır. 1972 yılında McCandles ve Roberts,
yaptıkları çalışmada aynı sonuca ulaşmışlardır.233
Lombrosso ve Sheldon’nun bedensel özellikler ile çocuk suçluluğu
arasında kurdukları ilişki kabul görmemiş ancak biyolojik olarak insanı
etkileyen kromozom ve salgı bezi bozuklukları, kimyasal dengesizlikler,
beslenme yetersizlikleri araştırılmış ancak yine de bunların tek başlarına
suça yöneltme de ne derece etken oldukları açıklanamamıştır. Çocuk
suçluluğu konusunda ister sonradan meydana gelsin, ister kalıtım yoluyla
geçmiş bulunsun, bedeni bozukluklar gösteren çocukların, yaşamlarının
belirli bir anında mutlak suç işleyecekleri, yani bunların mutlak suçlu oldukları
231
Sokullu-Akıncı, a.g.e, s.135
Yavuzer, a.,g.,e., s. 256
233
Sevük, a.g.e., s.31
232
124
söylenemez, her ne kadar suç eğilimleri diğer normal çocuklara nazaran fazla
olsa da.234
Lombrosso ekolünün başarısızlığının ardından, suçluluğu fiziksel yapı
yerine zihni yetersizlikle açıklayan kuramlar ortaya atılmıştır. Kısa sürede
yaygınlaşan ve yasaya karşı gelen her bireyde zihni yetersizlik olduğuna
inanan bu görüş H.H.Goddard tarafından ileri sürülmüştür. Goddarda göre
bütün geri zekalılar suçlu, bütün suçlularda geri zekalıdır. Zeka testleri
geliştirildikten,
bu
testler
suçlu
ve
suçsuz
bütün
denek
kitlelerine
uygulandıktan ve çalışmaların sonuçları daha kritik bir gözle analiz edildikten
sonra zihni yetersizliği öngöen kuramların zamanla önemlerini kaybettikleri
görülmüşür.235
Günümüzde cezaevlerinde bulunan suçlular gerçekten de daha kaba
hatlı, daha çirkin ve daha sağlıksızdırlar. Bunun bir nedeni sosyal akıcılıktır.
Gerçekten de daha güzel olanlar daha üst sınıflarla evlilik yapmaktadır. Diğer
nedenler ise doğumdaki güçlükler, kazalara daha fazla maruz kalma, zor
yaşam koşullar vs. olarak sıralanabilir. Adaleli ve atletik vücud tipine sahip
olanların suç işleme eğiliminde oldukları görüşü artık iyice terk edilmiştir.
Bilakis spor yapan ve sağlıklı yaşam süren kişilerin suça yönelmedikleri
düşünülmektedir236.
2.3.1.2 Kalıtsal Etkenler
Öteden beri insanın cedlerinin fizik ve ahlaki karakterlerini aldığına
inanılmıştır. Günümüz biyolojisi tam olmasa da bu konuda oldukça tatmin
234
Feyyaz Gölcüklü, Türkiye’de Çocuk Suçluluğu Hakkında Bir Araştırma, Ankara ,1962, s.25-26
Yavuzer, a.,g.,e., s. 256
236
Sokullu-Akıncı, a.g.e, s.160
235
125
edici izahlar verebiliyor. Anne ve babadan gelen kromozomların içinde çok
daha
küçük
genlerin
bulunduğu,
bunların
jenetik
maddesinin
deoxyribosenuclic asit (DNA) olduğu, işte bu genlerin veraseti naklettikleri,
genlerdeki kimyevi yetersizlik ve dengesizliklerin kusurlu, sakat, geri zekalı
bir organizmayı meydana getirebileceği açıklanmaktadır. Verasetle suç
arasındaki ilişkileri ispat hususunda, suçlu aileler, ikizler ve ırk ve suçluluk
üzerinde araştırmalar yapılmıştır. Üzerinde araştırma yapılan en ünlü suçlu
ailesi Jukes'lardır. Jukes ailesi, 1700-1740 yılları arasında doğmuş olan Max
adındaki erkekle başlamaktadır. Max hayatını avcılık ile kazanan, içki tutkunu
bir kişi idi ve geniş bir ailenin reisi bulunuyordu; çocuklarından bazıları gayrı
meşru idi. Max'ın oğularından ikisi Jukes ailesine mensup altı kızkardeşten
ikisi ile evlendiler. Kızlardan birisinin adı Ada Juke idi; bu kız sonradan
Margaret, suçluların annesi olarak tanınmıştır, bu kadının evlilik dışı bir oğlu
olmuş ve bu çocuk sonradan ailenin suçlu kolunun başlangıcı olmuştur.
Dugdale adlı yazar bu kandan gelen 709 kişiyi dikkatle incelemiştir. Sonuç
şudur: Bu aile New York Devletine 280 kamu yardımına muhtaç fakir veya
dilenci, 140 suçlu ve saldırgan, 300 prematüre çocuk, 7 adam öldüren, 50
fahişe, 440 zührevî hastalıklı, 30 gayrı meşru çocuk meydana getirmekten
hakkında kovuşturma yapılan kişi vermiştir. 1915 yılında Dr. Estabrook bu
ailenin durumunu tekrar incelemiş ve 2094 kişiden 1258'inin yaşamakta
olduğunu tespit etmiş ve bunlardan 170'inin dilenci ve kamu yardımına
muhtaç, 129'unun keza sosyal yardımdan faydalanan kişi, 118'inin suçlu
378'inin fahişe, 86'sının genelev işleten kişi ve 180'inin dengesiz olduğunu
tespit etmiştir237.
Bu metodun çeşitli eksiklikleri görülmektedir. Bir kere doğum ve
mahkeme kayıtlarına güven duymak zordur. Ayrıca araştırmalarda soya
çekimin
mi,
yoksa
anlaşılamamaktadır.
237
psiko-sosyal
Kaldı
Dönmezer, Kriminoloji, s.105
ki
özelliklerin
günümüzde
mi
ailenin
etkili
suçluluğa
olduğu
etkisi
126
yadsınmamaktadır.
Kültür
değerleri
çocuğa
aile
vasıtasıyla
geçirilir.
238
Suçluluğun aynı süreç içinde öğrenildiğinin kabulü daha doğrudur
.
Çocuk suçluluğunda kalıtımın önemli bir etken olduğunu ileri süren
Lombrosso ilk kez ‘doğuştan suçluluk kavramını ortaya atmış ve doğumla
gelen bedensel kusurların “stigmata” suçlu bedenlerinde bulunduğunu ileri
sürmüştür. Evlenmeden önce bile anne ve babanın genlerinde taşıdıkları
bozukluklar, doğacak çocukların, hiç değilse bazılarında, çeşitli bedensel ve
ruhsal bozuklukların, hastalıkların ortaya çıkmasına yol açabilmektedir.
Bunların başında doğuştan gelen bedensel sakatlıklar, eksiklikler, özürler,
hastalıklar, zeka geriliği ve zeka geriliği ile beraber görülebilen metabolizma
bozuklukları, foetal enfeksiyonlar ve epilepsi (sara) gelmektedir. 239
Epilepsi, şuur kaybı, duyumsal sanrılar ve çeşitli ruhsal bozukluklarla
birlikte, genel veya lokal ihtilaç nöbetleri halinde gelen ve bilinç kaybına yol
açan
sinir
hastalığıdır.
Sebebi
beyindeki
bir
grup
sinir
hücresinin
kendiliğinden harekete geçerek deşarj olmasıdır. Bazı hastalarda ruhsal
etkinliğe, sanrıya, bilinç değişikliklerine ve otomatik hareketlere yol
açabilmektedir.240
Epilepsi hastalığı ile suç işleme arasındaki ilişki incelenmiş ve su
sonuca varılmıştır. Tüm epilepsi hastalarının suç işlediği söylenemezse bile,
suç işlemişler arasında epilepsinin sıklığı gözden kaçmamalıdır. Araştırmacı
Đsveç toplumunda ruhsal hastalık belirtisi gösteren saralılarda normallere
göre % 7 oranında suç işleme görüldüğü saptanmıştır. Gudmundson, Kuzey
ülkelerinde erkek saralıların suç oranının normal erkeklere göre üçte bir
oranında fazla olduğunu belirlemiştir.241
Ayrıca, Profesör Adler ise bedenen arızalı olarak doğan çocukların bu
dünyayı bir sıkıntı alemi gibi telakki ettiklerini ve çocuklarda bir kıymet olan
238
Sokullu-Akıncı, a.g.e, s.162
Yavuzer, a.,g.,e., s. 81-83
240
Meydan Larousse Ansiklopedisi, Cilt 10, 1985, s.956
241
Yavuzer, a.,g.,e., s. 84
239
127
gelişme zevkini katiyen tatmadıklarını, böylece adeta, bedenlerinin yükü
altında ezilmiş gibi davranıp hayatın ağırlığını fazlasıyla hisseden bu
çocukların bencil nitelikler taşıyıp başkalarından çok kendi nefisleri ile
ilgilendiklerini belirtmektedir.242
Bedeni noksanlıkların, psikomotor bozuklukların, çocuğun ilgi kurmak
zorunluluğunda olduğu kimseler veya yakınları tarafından istismarı alay
konusu yapılması veyahut acıma hislerine hedef tutularak şımartılma veya
ters doğrultulara itilişleri, onları suça sürükleyen nedenler olarak kendilerini
gösterirler. 243
2.3.1.3 Psikolojik Etkenler
Đnsanda psikolojik dengeyi sağlayan faktörler doğuştan kendisine
verilmiştir. Bunlar zeka, idrak, dikkat, hafıza, zihin, akıl, şuur, irade ve şuuraltı
kontrol altında tutulabilen ihtiyaçlar, güdüler, dürtüler ve ihtiyaçların kaynağı
vicdan denilen sağduyudur.244
Zihni ve duygusal bozuklukların çeşitli şekilleri ve buna bağlı olan
kişilik
bozuklukları
görülmektedir.
suçluluğu
Birçok araştırıcı,
oluşturan
dinamik
etmenler
olarak
zihni ve
duygusal bozuklukları suç
kuramlarına temel kabul etmiş ve bu konuda geniş bir literatür ortaya
konmuştur. 245.
242
Alfred Adler, Eğitimi Zor Çocukların Psikolojisi-Karşılaştırmalı Ferdi Psikoloji Tekniği, Çeviren:
Refia Uğurel-Şemin ve Đstanbul Üniversitesi Pedagoji Enstitüsü Öğrencileri, Đstanbul, 1965, s.6-8
243
Akıncı-Atakan, a.g.e., s.22
244
Hüseyin Turgut, Çocukta Psiko-Sosyal Denge Nedir? Çocuk Niçin ve Nasıl Suç Đşler”, Suçlu Çocuklar,
Suça Đtilme Nedenleri ve Eğitim Yolu ile Korunmaları, Adalet Bakanlığı Yayınları, Yeni seri no: 65, 1985,
s.9
245
Yavuzer, a.,g.,e., s. 257
128
Suçlulukta psikolojik teoriler, suç kişinin ruhundaki çatışmaların bir
ifadesi olarak görülmektedir. Freud’cu teoriye göre sapmaların temel
dürtülerin baskı alında tutulmasıyla ortaya çıktığı söylenmektedir. Bu baskı
uygar yaşamdaki adetler ve beklentiler nedeniyle ortaya çıkar ki bilinç ya da
super ego ile açlık ve cinsellik gibi temel isteklerin çelişmesi nedeniyle oluşur
246
.
Bu teoriler suça, kişilik unsurlarının sapma gösteren davranışlara
neden olduğu görüşüne dayanmaktadır. Kliniksel kişilik yaklaşımların çoğu
suçluluğun gerçekte psikolojik denge bozukluğunun neden olduğu normal
dışı davranış örneklerine dayanmaktadır. Suçlu çocuklar nörotik (kızgınlık
hislerinin, zorlayıcı davranışın ve saplantılı düşüncelerin baskılı olması),
psikotik (ciddi davranış düzensizliğinden dolayı acı çekmesi), sosyopatik(
asosyal, kızgın, atılgan, suçluluk duygusundan yoksun olması) ve şizofrenik
(duygusal olarak dengeli ve düzenli olmayan kafası karışmış, içe dönük
olması) olarak gözlemlenmiştir.247
Brachve göre doğan çocuk tazaddi bakımından dışarıya muhtaç
duruma düşmesi sebebiyle fizyolojik olarak bir felâkete düşmüş olur ki, bu hal
şuur altında bir mağdurluk duygusuna başlangıç teşkil eder. Adier'e göre
çocuk kendini bilmeğe başladığı andan itibaren zayıflığını ve noksanını
anlayan baba ve anası gibi büyük olmak arzusu ile bu mağdurluğun bir
reaksiyonu olarak hareket ve ahvalinde değişmeler olur ve hattâ bütün
itaatsızlık ve kaba hareketlerinin sebebi de budur. Birçok zaman duyduğu
noksanlıkların telâfisi için hakikati bilerek değiştirmekten tereddüt etmez ve
böylece yalancı olur. Yine aynı psikolojik durum içinde ve arkadaşlarının
maddi durumundan aşağı olmadığını göstermek hissiyle hırsızlığa da
başlayabilir ve çaldıklarını etrafına mütemadiyen göstererek aşağı kalmadığı
hissini uyandırmak ister. Yine bu hisle büyüklerine, daima kardeş ve
246
247
Sokullu-Akıncı, a.g.e, s.168
Sevük, a.g.e., s.31
129
arkadaşlarını şikâyet etmek suretiyle, onları gözden düşürmek için gayrette
bulunur.248
Psikopati daimi ve asli bir karakter anormalliği olup, ne psikozlar gibi
giderek derinleşen bir hastalık, ne de akıl zayıflığı gibi zeka noksanı teşkil
etmektedir249.
Bu durum kalıtımla geldiği gibi, doğum sonrasında ya da
doğumdan sonra ki dönemlerde olan arızlar nedeniyle de görülebilir. Zekaca
önemli bir kusur göstermemesine rağmen bazen ileri düzeyde zekaya sahip
olabilen, fakat karakter ve ahlak bakımından bozukluk gösteren ve bu
nedenle toplumla uyum içinde olamayan insanlara “psikopat” denilmektedir.
Bu davranışlar ahlak dışı ve anti- sosyal olduğu gibi bundan haz ve gurur
duyma durumu da söz konusudur. Gibbens’in yaptığı araştırma neticesinde
psikopatik teşhis konulan insanların işlediği suçların normal insanlara göre %
24 fazla olduğudur.250
Psikopatların
yapılarındaki
karakter
bozukluğu,
duygusal
dünyalarındaki tepkilere, onların toplumsal yaşama uyum göstermemelerinde
etkin rol oynamakta ve bunun sonucu olarak toplumsal kurallar ve yasalarla
çatışmaya girmektedirler.
Duygusal olarak tatmin edilememiş, kişilik ve karakterleri ile ilgili olarak
ihtiyaçların giderme adına çaba gösteren ve bunu giderme konusunda
karmaşa ve bocalama yaşayan çocuğun eksik yönlerini tamamlamak
amacıyla suç işlediğine inanılmaktadır.
Sonuç olarak bireysel nedenlerin genel bir değerlendirmesini yapmak
gerekirse, çocuk suçluluğunun altındaki nedenlerin kalıtsal, bireysel olmaktan
çok,
psiko-pedagojik
görmektedir.
248
251
Gider, a.g.e., s.332-333
Dönmezer, Kriminoloji, s.154
250
Yavuzer, a.,g.,e., s. 85-86
251
Yavuzer, a.,g.,e., s. 14
249
ve
toplumsal
kaynaklı
olduğu
genel
kabul
130
2.3.2 Aileden Kaynaklanan Nedenler
"Hayvanlar eşleşir, insanlar evlenir." Bu ifade evlilik kavramının
insanoğluna ait ve salt eşleşmeden çok daha geniş bir içerik kazanmış
olduğunu göstermektedir. Bazı sosyologlara göre evlenen çiftler çocuk sahibi
olduklarında aile tam anlamıyla gerçekleşmiş olmaktadır. Karı-koca arasındaki çeşitli bağlar çocuk sahibi olmalarıyla hayatî bağ haline dönüşmektedir.
Çocuğun dünyaya gelmesiyle kadın anne, erkek de baba olarak bütün diğer
sorumluluklarının ötesinde ve birinci derecede ebeveynlik sorumluluğu yüklenmiş olmaktadırlar. Anne ve babanın dağınık olan ilgileri müşterek varlıkları
tarafından bir araya toplanmaktadır. Bu devrede ana baba yaşantılarını
çocuklarının
çeşitli
ihtiyaçlarına
cevap
verecek
şekilde
düzenlemek
252
zorundadırlar
.
Aile, toplumun ünitelerinden biri olarak içinde bulunduğu toplumun her
durumundan etkilenecektir ve onun tüm değerlerini nesilden nesile
geçirecektir.
Çocuğun
ilk
ve
doğal
çevresi
ailedir.
Aile
çocuğun
toplumsallaşmasında en önemli ve en etkili görevi üstlenmiş olan toplumsal
gruptur. Aile de gerçekleşen toplumsallaşma temel olup, bireyin daha sonra
diğer gruplar içinde öğrendikleri, bu temele göre şekillenir.253
Ailenin çocuk üzerindeki etkisi doğumdan önce başlar. Ailenin o
çocuğa karşı isteksiz ya da istekli oluşu, gerek ruhsal-kültürel, gerekse
toplumsal- ekonomik yönden bu çocuğun gelişimine hazır olup olmadığı ve
çocuktan beklentileri, bu çocuğun yaşantısını, ilk izlenimlerini ve çevresiyle
duygusal iletişimini önemli ölçüde etkileyecektir. Aile üyeleriyle olan ilişkileri,
çocuğu diğer bireylere, nesnelere ve tüm yaşama olan tutumlarının temelini
oluşturur.
252
253
Birsen Gökçe, “Evlilik Kurumuna Sosyolojik Bir Yaklaşım” HÜSBD, Sayı 1, Aralık, 1978 s.56
Sevda Uluğtekin, Hükümlü Çocuk ve Yeniden Toplumsallaşma, Ankara, 1991, s.35
131
Sosyal normların bireye ilk öğretilmeye başladığı yer ailedir. Toplumda
var olan normlar, aile aracılığıyla bireylere aktarılır. Bunun yanında aile,
normların
aile
üyeleri
tarafından
uygulanıp
uygulanmadığını
da
denetlemektedir. Böylece toplum aileyi, o da bireyi kontrol altında tutarak
merkezi toplumsal bir mekanizma oluşturmaktadır. Bu açıdan, sosyal
kontrolün sağlanmasında önemli bir role sahip olan aileler bunu yeterince
sağlayamadıklarında bireylerde bazı sapmış davranışların ortaya çıkmasında
önemli rol oynayabilirler254.
Ailenin
çocuk
için
bir
toplumsallaştırma
kurumu
olduğundan
bahsetmiştik. Çocuklara ve gençlere yönelik sosyal kontrol görevlerini yerini
getirir ve toplumun tamponudur. Toplumsallaştırma süreci, ailenin yapısal ve
fonksiyonel olarak tam olmaması halinde zarar görebilir. Bu nedenle, normal
aile çevresi ve hayatının yokluğu, çocuğu güçlü bir etki ile uyumsuzluğa ve
sonunda suça götürecektir. Öncelikle normal aile hayatından yoksun bir
çocuk, normal gelişimini yapamayacaktır; aynı zamanda aile hayatındaki
bozukluk çocuğun ruhi dengesini altüst edecektir; normal aile hayatının
yokluğu çocuğun terbiyesinin de ihmali demektir.255 Normal fiziki ve psikolojik
gelişimini
sağlamaya
elverişli
olan,
beslenme,
güvenlik
ve
sevgi
gereksinimleri karşılandığı bir aile çevresinde yetişen çocuğun suç işleme
olasılığı azdır.
Modernleşme, bir boyutuyla aile kurumunu özerk bireyin gelişimi
önünde bir baskı alanı olarak algılamaktadır. Diğer bir ifadeyle aile, bireyin
özgürlüğünü engelleyen bir kollektivite olarak görülmektedir. Modernleşmenin
"ailenin sonu"na ilişkin muhayyilesine koşut olarak ailenin işlevine soyunmuş
bir çok sosyal kurum ortaya çıktı. Çocuk Esirgeme Kurumu, yetiştirme yurdu,
yaşlılar evi, kadın konuk evi gibi bu yapılar, yeni alternatifler olarak
çoğalmakta. Acaba "ailenin sonu" mu gelmektedir?. "Ailenin anlamı" yok mu
254
Tülin Günşen-Đçli, Esra Burcu, “Đnformal Sosyal Kontorlün Sağlanmasında Ailelerin Gelir ve Eğitim
Düzeyinin Önemi Ankara’da Uygulamalı Bir Çalışma”, HÜEFD, Yıl 10, Cilt 1, Temmuz 1993, s.45
255
Sevük, a.g.e., s.45
132
olmaktadır? Ailenin işlevlerini üstlenmeye yönelik olarak geliştirilen sosyal
kurumlar, gerçekten aileyi gereksiz bir alana mı dönüştürmektedir?256
Batı toplumlarında ailenin yok oluşuna ilişkin kaygılar giderek
artmaktadır.
Örneğin, gelişmiş toplumlarda boşanmaların kaygı verici bir hızla
artışı, aile kurumunun sarsıldığının en somut göstergesidir. Evlilik önce kutsal
bir bağ olmaktan çıkıp bir sözleşme düzeyine inmiştir. Kimi Batı ülkelerinde
kâğıt üzerinde sözleşme niteliğini de yitirmektedir. Özellikle gençler arasında
nikâhsız bir arada yaşamalar artmıştır. Toplumbilimcileri asıl düşündüren, bu
nikâhsız
birlikte
yaşamanın
(cohabitation)
toplumca
hoşgörüyle
karşılanmasıdır257.
Đngiltere’deki pek çok gözlemciye göre, çağdaş aileleri etkileyen
değişimler
insanı
neredeyse
sersemletmekte
ve
uzun
zamandır
sorgulanmaksızın kabul edilen aile yaşamı kalıpları dağılıp gitmektedir.
Đlişkilerde bireysel gereksinimlerin vurgulanmasının bedeli, toplumun temel
kurumu olan ailenin yok olması gibi görünmektedir. Đngiltere, bir "münzeviler
ulusu' olmaya doğru evrim geçirmektedir. Günümüz Đngiltere’sine ilişkin bazı
veriler şu şekildedir:258
Yaşam döngüsünün tüm aşamalarında, her zamankinden daha fazla
sayıda insan yalnız yaşamaktadır. Yirmi birinci yüzyılın başlangıcında,
altı milyondan fazla Britanyalının -tüm evlerin yüzde 28'i - tek başına
yaşadığı tahmin ediliyor. Bu sayı, kırk yıl öncekinin üç katıdır.
Artık daha az kimse evlenmekte olup; evlenmeyi seçenlerse daha ileri
bir yaşta evlenmektedir. Đngiltere’de yıllık evlenme oranı yüz elli yıldan
fazla zamandır ulaştığı en düşük noktadadır. Đlk evlilikte yaş
ortalaması giderek tırmanmaktadır. 1996 yılında yaş ortalaması
256
Ergün Yıldırım, “Bir Modernite Rüyası : Ailenin Sonu mu? -Kütahya Yetiştirme Yurdu Örneği”, Aile ve
Toplum, Yıl 7, Cilt 2, Sayı 8, Mart, 2005, s.95
257
Yörükoğlu, a.g.e., s.50
258
Giddens, a.g.e, s.176
133
erkeklerde 29, kadınlardaysa 27'ydi. Daha uzun süre "bekar kalmak"
yaygınlaştı.
Kadınlar daha ileri bir yaşta çocuk doğurmayı yeğlemektedir. Çocuk
doğurmada yaş ortalaması 29, ancak pek çok kadın çocuk doğurmayı
otuzlu ve kırklı yaşlara kadar ertelemektedir. 1973 yılında doğmuş
olan kadınların dörtte birinin 45 yaşına geldiğinde çocuksuz olacağı
tahmin ediliyor.
Boşanma oranları artmaktadır. Artık, evliliklerin yaklaşık olarak yüzde
40'ı boşanmayla sonlanmaktadır.
Daha önce hiç olmadığı kadar çok sayıda çocuk tek ebeveynli
ailelerde
yaşamaktadır.
Bugün,
çocukların
yüzde
21'i
anne
babasından yalnızca biriyle yaşamakta olup, bu oran 1972'dekinin üç
katıdır.
Aynı şekilde Norveç'te yeni doğan çocukların büyük çoğunluğu yasal
olmayan birlikteliklerin ürünüdür. Bu tür ilişkilerin, ilk doğumdan sonra yasal
evliliğe dönüştüğü de görülmektedir. ABD'de tüm evliliklerin yüzde üçünü (2
milyon) evlilik bağı olmadan birlikte yaşayan çiftler oluşturmaktadır. 259
Günümüz Amerika'sında
yapılan
araştırmalara
göre,
Amerikan
nüfusunun % 25’ini 18 yaşın altındaki çocuklar oluşturuyor. Yeni doğanların
%34'ü evlilik dışı ilişkilerin sonucu 5 yaşından küçük yaklaşık her 10 çocuktan 4'ünün anneleri çalışıyor ve akrabalık ilişkisi olmayan kişiler
tarafından bakılıyorlar. 18 yaşından küçük çocukların %16'si fakirlik içinde
yaşıyor.
Fakirlik
oranları
Afrikalı
Amerikalılar
ve
yerli
Amerikalılar
(Kızılderililer) söz konusu olduğunda ikiye katlanıyor.260
Günümüz Amerikasında da ailelere bakıldığındaysa, çekirdek aile
tipinin çökmeye yüz tuttuğu açıkça görülüyor. Ana ve babadan yalnızca bir
259
260
Yörükoğlu, a.g.e., s.50
Murat Koçak, “Küçükler ve Suç Ortaklığı”, Polis Dergisi, Sayı 47, Ocak-Mart, 2006, s.341
134
tanesi tarafından yürütülen ailelerin sayısının artması, bunun en iyi kanıtıdır.
Son yıllarda genellikle çekirdek ailede olmak üzere boşanmalar ve ayrılmalar
o denli çoğalmıştır ki, bugün Amerika'da yedi çocuktan biri ana ve babadan
yalnızca biri tarafından yetiştirilmektedir. Kentlerdeyse dört çocuktan birine
ana ya da baba tarafından bakılmaktadır. Bu olgu yalnızca Birleşik
Amerika'da değil, Batı Avrupa ülkelerinde, özellikle de Đngiltere'de, çok
yaygındır.261
Görüldüğü gibi modern toplumlarda çekirdek aile sarsılmıştır. Tüm
toplumda görülen bu sarsıntı, kentlerde kırsal alandan daha şiddetli bir
şekilde görülmektedir.
Dolayısıyla aile kurumunun parçalanmasının,
kentlerde çocuk suçluluğunu arttıracağı rahatlıkla söylenebilir.
Bu problemlerin bir yansıması olarak, pek çok araştırmacı çocuk
suçluluğunun ve suç ortaklığının nedenlerini aydınlatmaya çalışmaktadır. Aile
yapısındaki değişim ve dağılma çocuk suçluluğunu arttırıcı bir etkisinden
bahsedilebileceği gibi, nüfus artış hızının düşmesi ve nüfusun yaşlanmasının
da suçluluğu azaltıcı etki göstereceği rahatlıkla söylenebilir.
Aile kurumu çocuğun sosyalleşmesinde en önemli katkıyı sağladığı
gibi, çocuk suçluluğundan da ilk planda etkilenmekte ve suç kendi felaketini
de beraberin de getirmektedir. Örneğin çocukların ebeveynlerine karşı
kullandıklar şiddet dünyada önemli boyutlardadır. Ülkemizde bu tür şiddete
karşı önemli bir bilgi eksikliği vardır. A.B.D’de her yıl yaklaşık 1 milyon buluğ
çağı çocuk ebeveynlerinden birine karşı şiddet kullanmaktadır. Her yıl 2000
ebeveyn kendi çocukları tarafından öldürülmektedir. Buna ek olarak 65 yaş
üzerinde yaklaşık yarım milyon Amerikalı ailesinin daha genç yaştaki
üyelerinin çeşitli tür saldırılarına hedef olmaktadır262.
Tarım
toplumundan
modern
sanayi
toplumuna
geçiş
süreci,
geleneksel tüm kurumlar gibi, ailenin yapısını da değişikliğe uğratmıştır.
261
Yavuzer, a.,g.,e., s. 43
Tülin Günşen Đçli: “Aile Đçi Şiddet: Ankara-Đstanbul ve Đzmir Örneği”, HÜEFD, Cilt 11, sayı 1-2, Aralık
1994, s.8
262
135
Sanayileşmenin
hızlanması,
kentleşme,
ekonomik
büyüme,
tarımda
makineleşme, Medeni Kanun'un kabulüyle kadının ailede ve toplum
yaşamında erkeklerle eşit haklara sahip olması, tek asli evliliğin yasal
zorunluluk olması, eğitimin yaygınlaşması gibi bir dizi sosyo-ekonomik
gelişme sonucunda, ataerkil geniş aileler bölünmüş ve çekirdek aile, Türkiye'de egemen aile biçimi olmuştur. Türkiye'de ailelerin % 60'ı çekirdek
ailedir. Ataerkil geniş ailelerin oranı % 19, geçici geniş ailelerin oranı % 13,
parçalanmış aile oranıysa % 8'dir263
Hirschi ve arkadaşları ABD’de, okul çağı çocuklarının rapor edilen ve
kayıt edilmiş olan, okulla ilgili ve okulda gerçekleşen suçlarıyla ilgili bağlantıyı
çözebilmek için birçok anket gerçekleştirdiler ve aile bağlarının çocukları
suçtan koruduğunu tespit ettiler. Đngiltere’de Wilson çocukların aileleriyle ilgili
yaptığı çalışmalar, gözetim ve denetimin çocuk suçluluğunu belirlemede
hayati bir değişken olduğunu ortaya koymuştur264.
Sutherland
yaptığı
araştırmalarda,
suçlu
çocukların
evlerinde
aşağıdaki koşulların e az birine ya da daha çoğuna rastlamıştır265:
Ailenin diğer üyelerinin suçlu veya alkolik olmaları.
Boşanma ölüm ya da terk nedeniyle ebeveynlerden birinin ya
da her ikisinin yokluğu.
Đhmal, körlük, ya da buna benzer fiziksel bir özür ya da hastalık
nedeniyle anne-babanın kontrol eksikliği.
Evin
çok
kalabalık
olması,
aşırı
baskı,
kıskançlık,
ebeveynlerden birinin aşırı hâkimiyeti.
263
Yavuzer, a.,g.,e., s. 151
Heidenson, a.g.e., s. 60
265
Edvin Sutherland, The Principles of Criminology, Philadelphia, 1966, s.217 nakleden Nilüfer Özcan,
“Şiddete Dayalı Olmayan Sapmış Davranışlar ve Aile Kurumu”, HÜEFD, Cilt 11, Sayı 1-2 , Aralık 1994,
s.154
264
136
Đşsizlik,
yetersiz gelir gibi ekonomik baskılar ve annenin
dışarıda çalışması.
Ailenin çocuk üzerindeki gözetim ve denetimin çocuk suçluluğunu
belirlemede hayati bir değişkendir. Örneğin ailenin gözetim ve denetimden
uzak olan sokak çocukları suça daha yatkıdır. Sokak çocukları; aileleriyle
olan ilişkilerini tamamen koparmış ya da aileleriyle yok denecek kadar az
ilişki içinde bulunan ve sokağı mesken edinmiş, günün 24 saatini sokaklarda
geçiren çocuklardır. Genellikle grup halinde yaşayan bu çocuklarda uçucu
madde
bağımlılığına,
hırsızlık
ve
yan
kesicilik
olaylarına
sıkça
rastlanmaktadır266.
Çeşitli aile değişkenleriyle çocuk suçluluğu arasındaki ilişkiyi inceleyen
araştırmalardan elde edilen bulguları şu şekilde özetleyebiliriz267:
Ailenin kalabalık oluşu ile ergen suçu ilişkilidir.
Eğer çocukların bakımı ve denetimi kontrol altına alınmışsa,
annenin çalışması ergenin suça yönelmesinde etkili değildir.
Ebeveyn sapması, ergen sapmasına neden olmaktadır.
Ailenin yapısal bütünlüğünden çok aile ilişkilerinin niteliği suçu
önlemede daha etkilidir.
Tutarlı
ve
uygun
disiplin
ergenlerin
suça
yönelmelerini
azaltırken, gevşek, katı ve tutarsız disiplin uygulamaları ise
ergenlerin suça yönelmelerinde önemli olmaktadır.
Ebeveynlerin etkili olmayan problem çözme becerileri ve aile içi
çatışmalar çocukların toplumsallaşmalarında ve dolayısıyla
sapmaya yönelmelerinde önemlidir.
266
Abdürrahim Esmek, “Sokak Çocukları ve Polis”, Polis Dergisi, 26. Sayı, Ocak-Mart 2001, Yıl 7, s.600
Sema Kaner, “Çocuk-Ergen Suçunda Ailenin Rolü”, Türkiye’de Suç ve Polislik, Ed. Đbrahim Cerrah-Emin
Semiz, Ankara, 2001, s.13
267
137
Çocukların istismar ve ihmal edilmeleri onların suça yönelme
olasılıklarım arttırmaktadır.
Aileyle geçirilen zaman, suçu önlemede önemli bir etkendir.
Ebeveynlere bağlılık arttıkça, suç işleme riski azalmaktadır.
Aile değişkenlerinin farklı kombinasyonları ile ergenlerin suç
davranışları arasındaki ilişkinin incelenmesi gerekmektedir.
Son olarak eklemek gerekir ki ailenin yok oluş a-şamasına girdiği
varsayımlarına şüpheci yaklaşmakta yarar vardır. Bütün sosyal değişimlerin
yanı sıra aile ve evlilik doğalarında birçok değişime uğramışlardır ve
uğramaya devam edeceklerdir.268
Günümüzde olumsuz birçok gelişmeye rağmen ülkemizde "Ailenin
anlamı", yani ailenin temel işlevleri varlığını korumaya devam ettiği
söylenebilir. Çocuk ve ergen için aile, aidiyet bilinci edinme, modelleme
ortamı, değer ve norm kazanarak sosyalleşme, sosyal onay aracılığıyla statü
kazanma ve kimlik inşa etme açısından önemlidir. Bütün bunlar, bireyin
sosyal bütünleşmesi açısından büyük bir önem taşımaktadır. Ergen ve
gençler, mekânsal olarak aileden bir "kopma"yı yaşasalar da çoğunlukla aile
kollektivitesinin sağladığı duygusallık, güven, paylaşım vb. özellikleri yine aile
ile
giderebileceklerine
yönelik
inanışları
devam
etmektedir.
Kütahya
Yetiştirme Yurdu üzerinde yapılan bir araştırmada elde edilen bulgular bunu
bizlere kanıtlamaktadır. Aile, hem sosyal çevreden "başkaları" olarak
algılanmaktan kurtularak sosyal onay edinmenin hem de statü kazanmanın
önemli
bir
aracı
olarak
algılanmaktadır.
Modernite
ailenin
sonunu
varsayarken, geçirdiği değişimler sonunda modernitenin olumsuzluklarından
kurtularak kendini yeniden üretecek koşulların da yine modernite ile
sağlandığı anlaşılmaya neden olmuştur. Modernleşme sürecinin tek evrimsel
bir aile modelini dayattığı ve bunun da çoğunlukla evsizliği getirebileceğine
268
Oğuz Polat, Çocuk ve Şiddet, Đstanbul, 2001, s.80
138
ilişkin yorumlara bütünüyle katılmak mümkün değildir. Dünyanın birçok
bölgesinde ve Türk toplumunda bu aileye yönelik evrimsel değişimin
dominant olmadığı gözlemlenmektedir.269
GÖKÇE’ye göre bir alt kültür olan gecekondularda aile, bir dayanışma
mekanizması olarak varlığını ve önemini sürdürmektedir. Gecekondu
ailelerine
genelde
bakıldığı
zaman
geleneksel
davranışlar
modern
davranışlardan daha fazladır ve gecekondu ailesinde bir dayanışma kurumu
olarak çözülme görülmemektedir.270 Dolayısıyla ülkemizde gecekondu
ailesinin,
çocuk
suçluluğunu
önleyici
ve
azaltıcı
etkisi
olduğundan
bahsedilebilir.
Ailenin çocuk suçluluğu üzerindeki etkisini ayrıntılarıyla incelenmesi
gereklidir.
2.3.2.1 Parçalanmış Aile
Ölüm, boşanma, ayrılık ya da terk gibi nedenlerle aile bütünlüğünün
bozularak ana babadan birinin ya da her ikisinin birden olmaması durumu
”parçalanmış aile “ olarak tanımlanmaktadır.271 Ailenin parçalanmasından
kasıt, yalnızca ana-babanın ayrılıp eve üvey ana ya da babanın gelmesi
değildir. Evliliklerini sürdürdükleri halde, duygusal açıdan kopmuş yani
parçalanmış ailelerde bu guruba dâhildir.
272
Ailenin yapısal bütünlüğünün
anne ve babanın boşanma, ölüm, ayrı yaşama ve benzeri nedenlerle
bozulması sonucunda parçalanmış aile ile ergen suçu arasındaki ilişki pek
269
Yıldırım, a.g.m., s.100
Gökçe ve Diğerleri, a.g.e, 343-359
271
Uluğtekin, Hükümlü Çocuk ve Yeniden Toplumsallaşma, s.37-38
272
Mehmet Taner, “Çocuk Niçin Suç Đşliyor?”, Suçlu Çocuklar, Suça Đtilme Nedenleri ve Eğitim Yolu ile
Korunmaları, Adalet Bakanlığı Yayınları, Yeni seri no: 65, 1985, s.31
270
139
çok araştırmaya konu olmuş ve uzun yıllar ergen suçunda temel faktör olarak
düşünülmüştür273.
Parçalanmış ailelerin temel nedeni olan boşanma, özellikle batı
toplumlarında çok yaygın olduğu bilinen bir gerçektir. Fransa'da 1963’de
34.000, 1980 yılında 90.000, buna karşın boşanma, boşanma yaşında da
düşüş saptandı; 25-34 yaşlan arasında kadın erkek boşananlarının sayısı
1968'den 1979 yılına kadar on yılda üç katı fazlalaştı. Belli bir yılda evlenme
ve boşanma sayışı karşılaştırıldığında nüfus planlamacılarının "aşağı
çekilmiş boşanma oranı" dedikleri yüzde elde edilir. 1960 yılında 100 evlilik,
11 boşanma saptanmışken 1979 da bu sayı 24,7 olmuş. Daha yalın bir
deyişle, Đstatistiklere göre, Fransa'da bugün, dört evlilikten biri kısa sürede
sona erme riski taşımaktadır274.
Parçalanmış aile deneyimi, çocuğun toplumsallaşma sürecini kesintiye
uğratması nedeniyle hatalı ve eksik bir toplumsallaşmaya yol açar. Kuruma
göre, hatalı ve eksik toplumsallaşmanın görünen sonuçlarından biri de suç
davranışıdır. 275
Ayrıca parçalanmış aile, çocukların yanı sıra kadın suçluluğunu
arttıran bir etkendir. Suçluluk ve medeni hal ilişkisi incelendiğinde, kendi
gruplarının
nüfusuna oranlandıkları zaman
kadın
suçluluğu en çok
boşanmışlar arasında görülmektedir. Boşanmış ve eşi ölmüş kadınlar hiç
evlenmemiş ve evli kadınlardan daha fazla problemlerle karşı karşıyadır. Bu
onların bazı sapma davranışları için zemin hazırlayıcı bir etken olabilir276.
Çocuklar daha küçük yaştan itibaren anne sevgisini ve ilgisini
kaybetmemek için uslu durmayı ve onların istediği gibi davranmayı öğrenirler.
Yani toplumsal davranışların öğrenmesinin temelinde anneye duyulan sevgi
ve bağlanma vardır. Bu sevgi ve bağlanma gelişmemişse çocuk toplumsal
273
Kaner, “Çocuk-Ergen Suçunda Ailenin Rolü”, s.7
Christiane Collange, Boşanma Salgını, çeviren Sevim Akten, 1997, Ankara, s.29
275
Uluğtekin, Hükümlü Çocuk ve Yeniden Toplumsallaşma, s.38
276
Tülin Đçli, Aslıhan Ögün, “Sosyal Değişme Süreci Đçinde Kadın Suçluluğu” HÜEFD, Cilt 5, Sayı 2, Aralık
1998, s.30
274
140
davranışları da öğrenemeyecektir. Devamlı hırsızlık yapanlar arasında anne
yoksunluğu ya da anneyle kötü ilişkileri olanlar çoğunluktadır. Başlangıçta
anneye bağımlı olan çocuk özellikle kişilik gelişimi için koruyucu ve gözetici
bir babaya muhtaçtır. Baba, otorite temsilcisi rolü bir yandan da toplumsal
değerlerin temsilcisidir. Çocuğun üstüne aşırı düşen, çok koruyan ya da ona
çok az zaman ayırabilen, onu ihmal eden zayıf ya da aşırı otoriter baba
çocuk kişiliği üzerinde olumsuz etkiler bırakacaktır. Baba yokluğu duruma
göre, otorite boşluğu, benimseyecek, örnek alacak kişilik eksikliği yaratabilir.
Warren ve Palmer’in 316 suçlu çocuk üzerinde yaptığı araştırma da % 98
baba yokluğu (evde baba yerini tutabilecek kimse de yok) ve % 17 anne
yokluğu görülmektedir.277
West ile Trajanowicz ve Morash tarafından derlenen çok sayıda
araştırma, parçalanmış ailelerden gelen suçlu çocukların oranının, suçlu
olmayanlarınkinden anlamlı düzeyde daha yüksek olduğunu göstermektedir.
Yine Glueck’in 500 suçlu ve 500 suçsuz çocuk üzerinde yapmış olduğu
araştırmaya göre, parçalanmış ailede yetişenlerin olanı suçlu grupta % 60,6,
suçsuz grupta % 34,2’dir. Aynı araştırmada üvey ana baba, koruyucu aile ya
da akraba yanında yetiştirilenlerin oranı suçlu grupta % 46, suçsuz grupta, %
12, olarak elde edilmiştir. Suçlu ve suçsuz gruba ilişkin oranlar arasındaki
farklar , istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.278
Merril’in 3000 suçlu çocukla yaptığı araştırmada da suçlu çocukların %
50,7 oranında dağılmış ailelerden geldiğini ortaya koymuştur. Hâlbuki
suçsuzlarda bu oran % 26,7 olarak bulunmuştur. Amstrong, 660 evden kaçan
çocuğun %, 29’unun, 4 yaşından önce, % 28’inin de 4-6 yaşlar arasında
parçalanmış aileler içinde yaşadıklarını tespit etmiştir.279
Resmi
bulunmasının
277
suç
olası
kayıtlarıyla
nedenleri
ailenin
parçalanması
arasında
suç
arasındaki
işlediği
ilişki
belirlenmiş
Gülseren Günçe, “Çocuk Suçluluğu ve Aile”, Çocuk Suçluluğu ve Çocuk Mahkemeleri Sempozyumu
22-23 Haziran 1983, Ed.Esin Onur, A.Ü.Basımevi, 1983, s.3-4
278
Uluğtekin, Hükümlü Çocuk ve Yeniden Toplumsallaşma, s.38
279
Günçe, a.g.e., s.2
141
çocuklara/gençlere yönelik ön yargılar, yanlı tepkiler genel olarak kabul
görmektedir. Yine de bazıları özellikle babanın olmadığı evlerin, sapan
davranışın anahtar belirleyicisi olduğunu ve parçalanmanın, ebeveyn çocuk
ilişkisinin niteliğini azalttığını, bunun da suç olasılığını arttırabildiğini
düşünmektedirler.280
Bu sonuçlardan da anlaşılacağı gibi parçalanmış aileden gelen
çocukların suç işlemeye daha kolay yönlendiği görülmektedir.
2.3.2.2 Ebeveyn Tutumları
Suçlu çocuklar genellikle, ya ana babaları ile yakınlık ya da hiç ilişki
kuramamaktadır. Suçlu çocuğun ana babasının suçlu, içkici, sert disiplinli,
evlilik uyuşmazlığı olan, yetersiz bir model, sert ve etkisiz olduğu
gözlenmektedir.
Böylece
çocuğun
aile
yaşamının
niteliğinin
ailenin
bütünlüğünden çok daha önemli olduğu görülmektedir.281
Özellikle baskıcı, bedensel cezalara yer veren, çocuğa karşı sevgi
göstermeyen ailelerde yetişen çocuklarda saldırganlık belirtilerine kızma ve
öfke duygularına rastlanmaktadır. Çocuğun doğrudan doğruya bu duygularını
ana babaya yansıtması yasaklandığından, çocuk öfke ve saldırganlık
duygularını içine atar. Bu içe itimler aşırı derecede çoğalırsa çocuk nörotik bir
yapıya bürünür ve hedefini aile dışında arar. Đşte bu iç çatışmanın çeşitli ifade
yöntemleri vardır ki bunlardan biri de suçtur.282
Aile içi şiddetin oluşmasına zemin hazırlayan faktörler incelendiğinde,
Ülkemizdeki
280
en
önemli
faktörlerden
Kaner, Çocuk-Ergen Suçunda Ailenin Rolü, s.7
Sevük, a.g.e., s.48
282
Taner, a.g.e., s.29
281
birisi
göçler
ve
göçlere
bağlı
142
gecekondulaşma, uyum sorunu ve refah düzeyinin yetersizliğidir. ABD'de
yapılan bir çalışmada eşlerin dayağı kabullendiği bir ailede çocuk istismarının
%72 oranında olduğu gösterilmiştir. Ülkemizde yapılan bir araştırmada dayak
yediği için Kadın Sığınma Evine gelen kadınları %92'sinin, çocuklarını
dövdüğü görülmüştür. Yapılan çalışmalarda her gün dayakla karşılaşma
sıklığının %10, haftada bir ise %25 olduğu belirlenmektedir. Buna göre her
dört çocuktan biri haftada bir dayak yemektedir. Dayağın eğitimde
cezalandırma
yöntemi
olarak
kullanılması
sıklığının
%85'lere
ulaşabilmektedir.283
Konuya çocuğun cinsel istismarı yönüyle de yaklaşılabilir.
Küçük
yaşlardaki çocuklar ve ergenler, çoğu zaman tanıdıkları ve güven duydukları,
ailelerinde veya yakınlarındaki bir yetişkin tarafından cinsel istismara
uğramaktadırlar. Bir çalışmada çocukken (on iki yaşın altında) cinsel
istismara uğramış yetişkinlerin %86’sının kendilerini istismar edenleri
tanıdıklarını (%20 baba, %16 akraba, %50 ahbap yâda ailenin iyi tanıdıklarını
düşündükleri arkadaşları) ve hatta öncesinde sevdikleri kişiler olduğunu rapor
etmişlerdir284.
Đstismarda bulunan yabancı birisi ise, bu duygu nispeten daha hafif
olacaktır. Ancak böyle bir durumda çocuk, onu korumakla yükümlü olan
ailesine, kendisini gereği gibi korumadıkları için öfke ve düşmanlık
duyabilmekte ve bu kez de onlar tarafından ihanete uğradığı duygusunu
yaşamaktadır. Ayrıca aile, olup bitenden dolayı çocuğa inanmaz ve onu
ayıplar bir tavır takınırsa, bu durumda çocuğun kendisine olan bütün saygısı
zedelenecek, kendini değersiz hissedecek ve muhtemelen içe kapanacaktır.
Bu duyguların sonuçları yetişkinlik yıllarına kadar uzanabilen, kendini diğer
insanlardan ayırma, onlarla içten ilişkiler kuramama, topluma ters düşen
283
284
Polat, Çocuk ve Şiddet, s.554
Çeçen, a.g.m., erişim tarihi 03.03.2007
143
davranışlar, madde bağımlılığı veya suça yönelme formlarında ortaya
çıkabilmektedir285.
Eğer anne ve baba hoşgörü sahibi kişiler ise, bazı kısıtlamalar dışında
arzularını diledikleri biçimde gerçekleştirmelerine izin verme anlamına
gelmektedir ki böyle durumlarda çocuk evine yönelik bir birey olur ve
çocuğun kendine güvenen, yaratıcı ve toplumsal bir birey olmasına yardımcı
olur.286
Ancak çocuğa gösterilen aşırı hoşgörü, şefkat ve yersiz koruma da
olumsuz etkilere yol açmaktadır. Çünkü bu çocuklar karşılaştıkları en ufak bir
sorun ile tek başlarına mücadele edebilecek potansiyele ve cesarete sahip
olamamakta
ve
en
kolay
yolu
seçerek
uyumsuz
davranışlara
yönelebilmektedirler. Ceza siyasetinde “Pasif Suçlular” adı verilen bu grup
şiddet suçları işleyen aktif gruplar kadar bazen tehlikeli olabilmektedirler.287
Çocuğun her hareketinin ana baba tarafından bağışlanması suç işlemenin ve
suçlu kişiliğin oluşmasının nedenlerinden biridir.
Çünkü çocuk suç
işlediğinde bağışlanacağına inanır. Ve özellikle çocuğun ilk suç işlediğinde
bağışlanması ve hoş görülmesi çocuğun yeni suçlar işlemesi için teşvik
edecektir.288
Glueck’lar, 200 suçlunun % 95’inin ailesinin çocuklarına verdiği
disiplinin dengesiz biçimde ya da çok sert ya da çok yumuşak olduğunu
saptamıştır.
Yine Glueck’lar 500 suçlu ve 500 suçlu olmayan gruplar
üzerinde yaptıkları araştırmada suçlu grup ailelerindeki annelerin % 96,
babaların da % 94 oranında çok sert ya da aşırı hoşgörü ve yumuşak disiplin
uyguladıkları, buna karşılık suçlu olmayan grupta bu tür disiplin uygulayan
anne oranının % 66 ve baba oranını da % 56 olduğunu bulmuşlardır. Burt,
çok sert ya da yumuşak türdeki dengesiz disipline ve suçlu ailelerinde, suçlu
olmayanlara oranla 5 kat daha fazla olduğunu belirtmektedir. Healy ve
285
Çeçen, a.g.m., erişim tarihi 03.03.2007
Yavuzer, a.,g.,e., s. 133-134
287
Gölcüklü, a.g.e., s.29
288
Sevük, a.g.e., s.48
286
144
Bronner de 4000 suçludan % 40’ının bozuk disiplin ortamından geldiklerini
bulmuşlardır.289
West ve Farrington “zalim, edilgen ihmalkar”olarak nitelendirilen
anababa tutumlarıyla suçluluk arasında ilişkiler olduğunu ortaya koymuştur:
Bulgulara göre, çocuklarına karşı ilgisiz, sevgi ve şefkatten yoksun ya da açık
biçimde onları reddeden 42 annenin % 33,3’ü, 68 babanın % 30,9’unun
çocukları suça itilirken; bu biçimde davranmayan 339 annenin % 17,4’ü, 286
babanın % 16,1’inin çocuklarının suça itildiği ortaya çıkmıştır. Bulgular
istatistiksel açıdan anlamlıdır. Ayrıca bu araştırmada, anababanın uyguladığı
biçim açısından sert, duygusal açıdan acı veren disiplin tekniklerinin de
çocuk suçluluğu ile ilişkili olduğunu da göstermiştir.290
Literatür, şiddet suçu işleyenlerin istismar ve ihmal kurbanı olma
oranlarının yüksek olduğunu, çocuklukta istismar edilmenin ileride işlenen
şiddet içeren ve içermeyen suçlan ayırt ettiğini ancak, istismar edilen
çocukların çoğunun ileride istismar eden ebeveyn, suçlu ya da şiddet suçlusu
haline gelmediklerini ve bunun nedeninin de muhtemelen bu çocukların
yaşamlarında, yaşadıkları istismarla başa çıkmalarında onlara destek olan en
azından bir yakın kişi olduğunu göstermektedir291.
Son yıllarda ailenin suçluluk üzerindeki etkisi yeniden gündeme
gelmiştir. Özellikle sosyal kontrol kuramcıları toplumsallaşma sürecinde
yetersiz kalan ailelerin, çocukların toplumsallaşmış yaşam şekillerini
benimsemelerini sağlayan bağlılığı geliştirmede başarısız olduklarını ileri
sürmektedirler. 292
289
Yavuzer, a.,g.,e., s. 138
Uluğtekin, Hükümlü Çocuk ve Yeniden Toplumsallaşma, s.41
291
Kaner, Çocuk-Ergen Suçunda Ailenin Rolü, s.7
292
Sema Kaner: “Ana Baba Denetimleriyle Ergenlerin Suç Kabul Edilen Davranışları Arasındaki Đlişkinin
Đncelenmesi”, I.Ulusal Çocuk ve Suç:Nedenler ve Önleme Çalışmaları Sempozyumu, Bildiriler ,29-30
Mart 2001, AÜ ATAUM, UNICEF, 2002, s.229
290
145
2.3.2.3 Đstenmeyen Çocuk
Bazı anne ve babalar, çocuklarından hoşlanmadıklarını, onları
sevmediklerini, hatta nefret ettiklerini çeşitli biçimde gösterirler. Çocuğun,
ailenin “istenmeyen birey”i olmasının da birtakım nedenleri vardır. Evlilik
ilişkilerinin doyurucu olmaması, yoksulluk, erken evlenen çiftlerin yeterince
olgunlaşamaması, çocuğun çirkin, sakat ya da istenen cinsiyette olmaması,
eşlerden birinin çocuğa düşkünlüğü nedeniyle kıskançlık, bunların başında
gelir.
Ayrıca çocuğun gayri meşru olması, çocuğun istenmeyen birey olarak
algılanmasına yol açan etkenlerden birisi olabilmektedir. Günümüzde gayri
meşru olan çocuklar önemli toplumsal sorunlar içinde yer almaktadır.
Geleneksel toplumlar bu gibi çocukları kolay kolay kabul edilmez ve ona
saygı gösteremez, hatta bu çocukları anneleri bile terk eder.
Gerçekten serbest birleşmeler ürünü nesebi sahih olmayan küçüklerin
de, büyük çoğunluğu itibariyle, suç işlemelerinin sebebini muntazam bir
aileye mensup bulunmayışlarına yormak hata olmaz. Çoklukla evlilik dışı
çocuk kendisini koruyup büyütecek bir koruyucuya malik olmayacağı gibi
toplum hayatı içinde de daima lekeli bir parya muamelesi görmek
durumundadır. Hayatının her safhasında karşılaşmak durumunda düşeceği
zorluk ve güçlükler onu birçok hallerde suç işlemek, böylelikle hayatını temin
ve sürdürmek zorunda bırakacaktır.293
Duygusal etkileşimin azlığı yalnızca bireyin duygusal yönden değil,
aynı zamanda fizyolojik, zihinsel ve toplumsal gelişimine de olumsuz ektide
bulunur. Prof.Dr. Şemin’e göre, istenmeyen, sevilmeyen çocuğun davranışı
aşağıdaki özelliklerden birini ya da daha fazlasını gösterir.
293
Dönmezer, Kriminoloji, s.247
146
•
Çocuk, sevgi kazanmak ya da hiç olmazsa dikkati üzerine
çekmek arzusunu gösterir
•
Ana babanın, kendisine gösterdiği düşmanlığı başkalarına
beslemek yoluyla öç alır.
•
Kendisinin değeri olmadığını düşünür, bu, onda endişe
duyguları uyandırır.
•
Đstenmeyen, sevilmeyen çocuğun tipik davranışı saldırganlıktır.
Olumsuzdurlar,
meyillidirler.
kavgacı
ve
isyankar
ve
suç
işlemeye
294
Glueck’lar, anne ve babanın ailede istenmeyen kişi (reddetme) olarak
gördükleri çocukların suç işleme oranlarını tespit etmek amacıyla yaptıkları
araştırmada, suçlu grupta bulunan çocuklara karşı ilgisiz ya da düşmanlık
gösteren baba ve annelerin oranı sırasıyla % 69,8 ve % 27,9 iken, suçsuz
grupta bu oranlar % 19,4 ve % 4,5 olduğu ortaya çıkmıştır. Bu oran ayrıca
çocukların anne ve babalarına karşı ilgisiz ve düşmanlığının da sonucudur.
295
2.3.2.4 Ebeveyn Sapması
Çocuk suçluluğunun açık sebeplerinden birisinin de aileye mensup
kişilerden bazılarının suçlu olmaları, alkole tutkun bulunuşları ve kötü ahlâkî
durumları olduğu genellikle kabul edilmektedir.
Ebeveyn ve çocuk ilişkileri kapsamında bir diğer değişken de ailedeki
üyelerden birinin, suç işlemesi durumudur. Ailede ebeveynlerden birisinin suç
294
295
Şemin Uğurel, Ruh Sağlığı, Đstanbul, 1972 s. 66
Uluğtekin, Hükümlü Çocuk ve Yeniden Toplumsallaşma, s.41
147
işlemesi, çocuğu iki açıdan etkilemektedir. Anne ya da baba cezaevine gittiği
için aile fiilen parçalanmakta ve çocuk ebeveynin sapmış davranışını model
alarak suça yönelebilmektedir.
Bulgular genel olarak sapkın davranışları olan ebeveynlerin kendi
sapkın
eğilimlerini
çocuklarına
aktardıklarını
göstermektedir.
Sapan
davranışların diğer nesillere aktarılmasıyla ilgili mekanizma tam olarak
anlaşılmış değildir. Ergenlerin ne kadar sapmaya maruz kalırlarsa, ne kadar
sapmaya yöneleceği açık değildir. Belki de pek çok ergen toplumsallaşma
sürecinde toplumsal kuralları öğrenemedikleri için ya da yanlış kurallar
öğrendikleri için veya hatalı ebeveyn tutumları sonucunda uygun yaşantı
eksikliği nedeniyle sapmaya yönelmektedirler 296.
Burt, Đngiltere'de yapmış bulunduğu incelemelere dayanarak suçlu
çocukların ailelerinde suçlu olmayanlara göre beş katı fazla suçluya
rastlandığını kaydetmektedir. Glueck'lar inceleme konusu olarak ele aldıkları
500 çocuktan %90,4'ünün ailelerinde sarhoşluk, suç ve gayrı ahlâkî
hareketlere tesadüf edildiğini ve kontrol grubunu teşkil eden 500 suç
işlememiş çocuğun ailesinde ise bu oranın %50 olduğunu tespit etmiş
bulunmaktadırlar. Yine Glueck'lar tarafından incelenen 2000 suçlu çocuktan
%86'sının ailesinde yani ana, baba, büyük ana, babalar ve amca ve dayılar,
hala ve teyzeler içinde suçluların bulunduğu tesbit edilmiştir.297
Baker ve Mednick 1984'de yaptıkları çalışmada babaları suç işlemiş
ergenlerin, babalan suç işlememiş olan ergenlere göre daha çok şiddet suçu
işlediklerini; Fagan ve Wexler ise şiddet suçu işlemiş ergenlerin ailelerini
incelediğinde hem ergenlerin hem de ebeveynlerinin hem şiddet suçundan
hem de şiddete yönelik olmayan suçlardan daha çok tutuklandıklarım
bulmuşlardır.
Aile
üyeleri
arasında
suçun
varlığı,
ergenlerin
sapan
davranışlarla daha çok karşılaşmalarına, antisosyal davranış normlarının
296
297
Kaner, Çocuk-Ergen Suçunda Ailenin Rolü, s.7
Dönmezer, Kriminoloji, s.252
148
oluşmasına, evde şiddete yönelik davranışların model alınmasına ve
pekiştirilerek öğrenme fırsatlarının yaratılmasına fırsatlar sağlamaktadır.298
Suçlu ebeveynlerin suçlu çocuklara sahip olma eğilimi göstermelerinin
sebepleri tam olarak açık değildir. Cambridge Üniversitesi tarafından
gerçekleştirilen bir araştırmada, suçlu ebeveynlerin çocuklarını suç işlemeye
doğrudan teşvik ettikleri veya onlara suç tekniklerini öğrettikleri hususunda
delil mevcut değildir. Aksine, suçlu ebeveynler çocuklarını suç işlemesi
konusunda oldukça eleştirel idiler. Meselâ mahkûmiyet sahibi 32 yaşındaki
erkeklerin % 89'u, "Eğer oğlum/kızım suç teşkil eden bir fiil işlerse itiraz
etmem" ifadesine katılmamışlardır. Aynı zamanda, bir ebeveyn ile bir
çocuğun, birlikte (iştirak hâlinde) işledikleri bir suç için mahkûm olmaları, çok
ender idi.299
Taft, ailenin çocuğa suçu telkin veya öğretmek hususundaki
mekanizmasını üç şekilde özetliyor: 1) Ebeveyn çocuklarına açık olarak suçu
öğretir, 2) Doğrudan doğruya bir öğretim bulunmamakla beraber, çocuk
etrafında gördüğü suçlu tavır ve hareketi taklit eder, 3) Çocuğa antisosyal fiil
ve hareketler yaptırılır.300
2.3.2.5 Ailenin Öğrenim Durumu
Suçlu çocukların aile yapılarının ilgi çekici ve çarpıcı bir noktası da
eğitim durumlarıdır. Bu aileler, genel olarak ya çok düşük seviyede eğitim
görmüşlerdir ya da eğitimleri yoktur. Çocukların ilk eğitimlerini aldıkları yuva
aile yuvalarında, genellikle töre, görenek ve gelenekler doğrultusunda
alışılagelmiş yöntemlerle eğitildikleri açıktır. Okuma yazma bilmeyen ana
babanın, çocuğunu tanımak için hiçbir bilimsel aydınlanma olanağı yoktur.
298
Kaner, Çocuk-Ergen Suçunda Ailenin Rolü, s.6
Bahar ve Seyhan, a.g.e., s.97
300
Dönmezer, Kriminoloji, s.253
299
149
Eğitilmiş olmak, ana babaya hiç değilse kendi davranışlarını denetleme
olanağını verir.301
Ülkemizde yapılan bir araştırmada, suçlu çocukların annelerinin %
76,6’sının, babalarında % 40,7’sinin okuma yazma bilmediği saptanmıştır.
Devlet Đstatistik Enstitüsü’nün çocuk hükümlüler anketi de annelerden %
73,7’sinin, babalardan % 39’unun okuma yazma bilmediğini göstermekle
bulgular doğrulanmaktadır. Bu bulgular, bize suçlu deneklerimizin anne ve
babalarının öğrenim durumlarının ülkemiz standartlarının altında olduğunu
göstermektedir.302
2.3.2.6 Ailenin Ekonomik Durumu
Ailenin ekonomik koşulları, aile hayatının ruh sağlığını etkilediği gibi,
çocuğun kişiliğini de etkiler. Arzularının doyum bulamamasının yanında
yoksulluk nedeniyle sürekli olarak açlık ve soğuğa maruz kalan çocuklarda
endişe görülür. Bu da kişilik yapısında derin izler bırakabilir. Ve çocuğun
kendini güven içinde hissetmemesi gibi kötü bir sonuç verir. Çocuğu ilişki
içinde bulunduğu arkadaş çevresiyle büyük farklar varsa, çocukta aşağılık
duygusu gelişebilir. 303
Bu
şartlar
içinde
yetişen
çocuklar
sıkıntı,
aşağılık
duygusu,
engellemeler içinde bocalayacak, güçlü ve güvenli kişilik özelliklerini
kazanamayacaklardır.304
301
Sevük, a.g.e., s.49-50
Yavuzer, a.,g.,e., s. 150
303
Yavuzer, a.,g.,e., s. 153
304
Günçe, a.g.e., 5
302
150
Đşsizlik ekonomik bunalım ve suç arasındaki doğru orantıyı ortaya
koymaktadır. Bu görüş tarihin çok eski zamanlarına uzanmaktadır. Eflatun,
Cumhuriyet adlı eserinde fakirliğin olduğu toplumlarda suçlular da olacak
derken, Aristo, siyasette fakirliğin ihtilâllere ve suça yönelttiğini ileri sürmüş,
Thomas Moore, Ütopya adlı eserinde ekonomik kalkınmanın suça ve sosyal
huzursuzluğa nasıl neden olabileceğini anlatmıştır305.
Suçlu çocukların ailelerinin ekonomik durumu üzerinde yapılan
araştırmalar, bunların, genel olarak ekonomik durumu düşük ailelerden
geldiklerini göstermektedir. Ailelerin ekonomik durumlarındaki ani ve büyük
gerilemelerin kötü etkilerini çocuklar üzerinde görmek mümkündür.306Çocuk
suçluluğu oranının yüksek olduğu bölgelerde, kötü yaşama koşullarına sahip
evler, fakirlik, kalabalık nüfus, yüksek oranda göç görülmektedir.307 Ailenin
ekonomik durumu ile suçluluk arasındaki ilişki gelir düzeyi düşük sosyal
sınıflara mensup ailelerin çocuklarının, diğer sınıf çocuklarına göre daha az
denetime tabi olmalarına, daha çabuk kısmi ve ekonomik özgürlüğe
kavuşmalarına ve yoksul aile ortamı içinde yetişme koşullarına bağlanır.308
Yine bu konudaki ekolojik çalışmalar işsizliğin yoğun olduğu yörelerde
nispeten yüksek suç oranı olduğuna değin kanıtlar ortaya koymuştur.
Örneğin Amerika’da yetişkinlerin mala karşı işledikleri suç oranının yıllar
itibariyle işsizlik oranı ile doğrudan doğruya değiştiğini göstermiştir. Yine
tutuklanan gençler, işsizlik ve iş gücü katılımı yüzdelerinin 20 yıl içinde
karşılaştırılması sonucu siyah ve beyaz gençler için çalışma fırsatları
eksikliğinin mala karşı suçları doğuran ana etmen olduğu sonucuna varılmış,
işsizliğin hürriyeti bağlayıcı cezayı kullanma üzerindeki etkisini inceleme
sonucu cezaevlerine girenlerin sayısı ile işsizlik arasında yakın bir
korelasyonun Amerika ve Kanada’da var olduğuna işaret edilmiştir309.
305
Eray Utku, “Kentleşme ve Suç”, Adalet Dergisi, 5. sayı http: www.adalet.gov.tr. Erişim tarihi 24.04.2007
s.5
306
Akıncı ve Atakan, a.g.e., s.43
Sevük, a.g.e., s.49
308
Dönmezer, Kriminoloji, s.255
309
Utku, a.g.m., s.7
307
151
West’in araştırmasına göre, suçlu çocukların %14”ünün ekonomik
düzeyi yüksek gruptan gelmelerine rağmen, % 33’ünün ekonomik düzeyi
düşük olan gruptan geldiğini belirtmiştir. Glueck’lar da 2000 suçludan ¾’ünün
ekonomik koşullarının düşük olduğunu saptamışlardır.310
Yine bu konu ile ilgili olarak Booth’un araştırmasında araştırmasına
konu olan nüfusun % 30,7’sinin ekonomik düzeyinin düşük ailelerden
oluştuğunu
ve
suçlu
çocukların
%
56’sının
bu
kesimden geldiğini
311
göstermektedir.
2.3.2.7 Ailedeki Birey Sayısı ve Konut Durumu
Çocukların özellikle küçük yaşlarda yaşadıkları ortama kolaylıkla uyum
sağlayabildikleri genellikle bilinen bir gerçektir. Ancak, ekonomik, sosyal ve
kültürel şartlar dolayısıyla ailelerin belirli semtlerde yıkılmaya yüz tutmuş eski
evlerdeki her türlü konfordan yoksun dairelerde ve bazen tek odada yaşamak
zorunda kalmaları, çocukların bakımı, terbiyesi ve eğitimi açısından son
derece olumsuz etkiler yapmıştır. Kendi aile çevrelerindeki bu olumsuz fiziki
şartlara bir de yabancı bir kültür çevresine uyum sağlayamama gibi dış etkiler
eklenince bundan çocuklar çok büyük zararlar görmüşlerdir.
Küçük, sağlıksız konutlar ve kalabalık ailelerin çocuk suçluluğu
üzerindeki etkisini tespit hususunda yapılan çalışmalardan, doğrudan veya
dolaylı olarak bu çeşit bir etkinin olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu tür durumlar
özellikle çocuğun eğitimi konusunda bir soruna neden olabilmektedir. Ailenin
kalabalık olması çocuğun anne babası tarafından takip
imkansızlıkları da beraberinde getirmektedir.
310
311
Yavuzer, a.,g.,e., s. 154
Günçe, a.g.e., s.5
ve gözetiminde
152
Türkiye kentlerinde konut, uluslararası biçim ve kalıplarla çözümlenmiş
apartmanların oluşturduğu yerleşmeler biçiminde tasarlanmış ve ortaya çıkan
yeknesaklık kullanıcıların psikolojik yapılarının bozulmasına yol açar hale
gelmiştir. Türkiye'de kırda ve kentte yaşayan ailelerin çoğunun, ömrünün
yarısından fazlasını geçirdiği konutunda insan olmanın getirdiği/gerektirdiği
imkânlardan yoksun olması konut sorununun ciddi bir boyutudur. Toplumun
temeli olduğu iddia edilen ailenin yaşadığı mekânların yaşanılabilir hale
gelmesi için kısa ve uzun vadeli pek çok tedbirin gerçekleştirilmesi
gerekmektedir. Kısacası, Türkiye'de ailenin yaşadığı mekân, aile içinde
ailenin bireyleri içinde son derece olumsuz şartlara sahiptir312.
Ayrıca YAVUZER’in araştırmasında ailedeki birey sayısı ve suçluluk
arasındaki ilişki şu şekilde ortaya çıkmıştır: Suçlu gruplardan mala ilişkin
suçların % 86,8’inin, şahsa ilişkin suçluların % 81,4 ünün, cinsel suçluların da
% 76’sının beş kişilik ya da daha kalabalık ailelerden geldiği görülmüştür.313
Konut türü incelendiğinde, suçluların % 2,4 ünün apartman katında
oturduğu görülmektedir. Apartman katında oturma oranı mala ilişkin
suçlularda % 10,5, cinsel suçlulardaysa % 1’dir. Gecekonduda oturan
deneklere sadece mala ilişkin suçlularda rastlanmıştır ev onun oranı da %
8’dir.
Çok fazla çocuğa sahip olmak ana-babalık sorumluluklarının yerine
getirilmesinde sorunlara neden olmaktadır. Çok çocuk ebeveynlere maddi
yük getirmekte, ebeveynlerin çocukların öğrenme ve toplumsallaşmaları için
gerekli uyarıcıları sağlamalarım güçleştirmekte, ebeveynlerin çocuklarım
kontrol etmelerinde ve denetlemelerinde yetersiz kalmalarına, çocuklarına
ayırdıkları zamanın paylaşılmasına ve ebeveynleriyle geçirdikleri zamanın
312
Kemal Görmez: “Göçler, Kentleşme Ve Büyükkentlerde Konut”, III. Aile Şurası Bildirileri, Başbakanlık
Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı, 25-29 Mayıs 1998, Ankara, 1998, s.494
313
Yavuzer, a.,g.,e., s. 158
153
azalması sonucunda çocukların akran gruplarının etkisiyle daha çok
sapmaya maruz kalmalarına neden olabilmektedir314.
Sonuç olarak, suçlu gruplardan kalabalık aileye sahip olma oranının
en çok mala ilişkin suçlularda görüldüğü, ancak aynı grubun gerek konut
şekli, gerekse de oda sayısı açısından diğer suçlu gruplara oranla daha iyi
koşullara sahip olduğu anlaşılmaktadır. Yine sonuçlar bize, kalabalık
açısından ikinci sırada yer alan şahsa ilişkin suçlu grubunun yaşama
olanakları
bakımından
daha
güç
koşullar
altında
olduklarını
göstermektedir.315
2.3.3 Çevresel Nedenler
Çocuğun suça itilmesinde çevresel nedenlerin bireysel nedenlerden
daha fazla rol oynadığı, hatta birçok kişisel nedenin kaynağında, çevresel
nedenlerin bulunduğu genel olarak paylaşılan bir görüştür.
Çocuk suçluluğu ile çocuğun geçmişi ve kişisel oluşumu arasında
yakın bağlar bulunmaktadır. Çocuğun davranışları, eylemleri, içinde yetiştiği
ortamın özelliklerine göre biçim almaktadır. Bundan dolayı çevresel nedenler
olarak, kentleşme ile çocuğun içinde bulunduğu okul, iş durumu, aile ve okul
dışındaki çevre ile kitle iletişim araçları üzerinde durulacaktır,
COHEN yaptığı çalışmalardan sonra, çocuk suçluluğunu gençlerin
sosyal ve maddi problemlere bir cevabı olduğu sonucuna ulaşmıştır.
Ekonomik değişiklikler çocukların çalışma hayatına olan bakış açısını bozdu
ve dağıttı ve kentleşme politikaları geleneksel yerleşimleri parçaladı. “Dazlak”
314
315
Kaner, “Çocuk-Ergen Suçunda Ailenin Rolü”, s.4
Yavuzer, a.,g.,e., s. 158
154
haline gelmek bu kriz için doğru çözüm olmadığı gibi, bu iş kazandıran bir
hareket değildi. Cohen durumu, yaşanan gizli çatışmaya karşı sembolik veya
sihirli bir çözüm olarak resmeder316.
2.3.3.1 Kentleşme ve Göç
Dünyanın pek çok ülkesinde kentler, çocukların sağlıklı ve mutlu bir
ortamda büyümelerine olanak sağlayacak biçimde gelişmediği için kent
çocukları giderek daha zor koşullarda yetişmektedir. Gelişmekte olan
ülkelerde ise aileler ve çocukları, yoksulluk, işsizlik, konut sorunu, altyapı
eksikliği ve beslenme, sağlık ve eğitim olanaklarının yetersizliğinden
kaynaklanan ek yoksunluklar yaşarlar. 1980'li yıllardan başlayarak 1990'lı
yıllarda kent ailelerinin ve çocuklarının üzerindeki yükler giderek arttı. Bu
yükler, başta Kenya olmak üzere pek çok Afrika ülkesinde kalkınmanın
kesintiye uğramasıyla, Brezilya ve Filipinler gibi ülkelerde ise dış borçlar,
enflasyon ve diğer ekonomik darboğazlar nedeniyle kent hayatı çocuklar ve
aileleri için zorlaşmaktadır. Güney ülkelerinde, yoksulluk sınırı altında
yaşayan ailelerin içinde bulundukları koşullar giderek ağırlaşırken, kuzey
ülkeleri de uzun süren ekonomik durgunluk sonucu, oldukça gelişmiş bir
düzeye ulaşmış olan sosyal güvenlik, sağlık ve eğitim hizmetlerinden
kesintiler yapmak zorunda kaldılar. Tüm bu olumsuzlukların yanında yaşanan
bireyselleşme ve aile destek sistemlerinin çökmesi sonucu hem kuzey hem
güney ülkelerinde, kentlerde zor koşullar içinde yaşayan çocukların varlığı,
hissedilir bir biçimde arttı.317
Batı toplumlarında çocuk suçluluğu sanayileşme ile orantılı olarak artış
göstermiştir. Hiç kuşkusuz sanayileşme hızlı ve düzensiz kentleşmeyi birlikte
getirir. Onun ürünü olan işsizlik, gelir dağılımında eşitsizlikler, geleneklerin
316
317
Phil Cohen, Modern Social Theory, London, 1968 nakleden Heidenson, a.g.e., s.50
Atauz, a.g.m., s.433
155
sarsılması, özellikle çocuk ve genç nüfusun artışı suça eğilim yaratır. Bu
toplumsal etkenlerin ailelerde ve bireylerde yarattığı doyumsuzluklar,
umutsuzluk ve çaresizlik duyguları, suça yakınlık yaratmaktadır. Örneğin,
ülkemiz nüfusunun yüzde 42'sini 15 yaşın altındaki çocuklar oluşturuyor.
Oysa Avrupa ülkelerinde nüfusun ancak yüzde 20'si 15 yaştan küçüklerdir.
Buna karşılık gelişmiş ülkelerde çocuk ve gençler arasında suçluluk oranı,
nüfus artışından daha hızla yükselmektedir318. Ailelerin sık sık yer
değiştirmesi ve göçlerle çocukların suça yönelmesi arasındaki ilişkiler de
incelenmiş ve sonuçta, geleneksel değerlere bağlı tutucu ortamlardan büyük
kentlere göç eden ve kentlerde az gelirli işlerde çalışarak ekonomik
yetersizlikler içinde kötü konut ve mahallelerde yaşayan ailelerde çocuk ve
gençlerin suça eğilimlerinin arttığı bulunmuştur.319
Ekonomik, sosyal veya siyasal nedenlerle bireylerin yer değiştirmesine
"göç" denir. Göçler geçici ya da daimi olmaktadır. Aynı ülkenin bir
bölgesinden diğer bölgesine yapılan göçlere "iç göç" denilmektedir. Endüstri
gelişmesi yüksek düzeye ulaşmış ülkelerde nüfusun büyük oranı sık sık yer
değiştirmektedir. Yer değiştirmeler aileler, özellikle küçük çocuklar ve yaşlı
kimseler için çoklukla baskı nedeni olmakta, çoğu zaman yeni bir çevreye
uymakta ve yeni dostlar edinmekte zorluk çekmektedirler. Đç göçler
beraberinde bazı sosyal sorunlara neden olmaktadır. Bu süreç içinde artan
gecekondulaşma, kentsel hizmetlerin aksaması, işsizlik, göç edenlerin
topluma uyumsuzluğu, kent kültürüne yabancılık ve kültürler arası çatışma
gibi sorunlar yaşanmaktadır. 320
Kırdan kente göç olgusunun yarattığı en temel sorunlardan biri
yığınlaşma sürecini yaşayan göçerlerin kent çevresinde hızla gecekondu
kuşağını oluşturmalarıdır. Böylelikle bir taraftan kır özelliklerini kente taşımaya çalışan, öte taraftan kent özelliklerine uyum sağlamak zorunda kalan
318
Yörükoğlu, a.g.e., s.214.
Elif Yılmaz, “Suçlu Kentin Çocukları: Đstanbul'da Suç Đşlemiş Çocuklar Sorunu” , III Aile Şurası Bildirileri
25-29 Mayıs 1998, Ankara, 1998, s.348
320
Đ.Hamit Hancı, “Çocuk Suçluluğuna Yol Açan Sosyal Bir Yara “Đç Göçler ve Çarpık Kentleşme”, Đzmir
Tabip Odası Bülteni, Sayı 6, Mayıs-Haziran 1999, s.24-28
319
156
kırla kent arasına sıkışmış, yaşamlarında zaman zaman kente tepki, zaman
zaman
da
kıra
özlemi
sergileyen
bir
alt
kültür
oluşmuştur.
Bu
gecekondulaşma önemli sorunları da beraber getirmektedir. Özellikle risk
altında çocuklar için çok uygun bir ortamın oluştuğu gözlenmektedir.
Gecekondulaşma, işsizlik, konut, çevre, trafik gibi sorunlarla birlikte temel
sorunun yeni bir yaşam tarzından kaynaklanan uyumsuzluk sorunları olduğu
görülmektedir. Bu uyumsuzlukta güç koşullardaki çocuklar için önemli bir
zemin oluşturmakta, sokak çocukları ve suça itilmiş çocukların yüksek
oranlara ulaştığı, istismarın yaygın bulunduğu görülmektedir.321
Bertoloni’ye göre değişik gelenek ve kültüre sahip bölgeler arasındaki
göçler, toplumsal uyumsuzluğun başlıca nedenidir. Sonuç olarak Bertoloni
şöyle demektedir “Çocuklardaki uyumsuzluk oranıyla göç arasındaki ilişki,
göç edenlerin kişilik yapısına bağlı değildir, bu bireylerin toplumsallaşmaya
entellektüel bakımdan, hazırlıklı olmayan kişiliklerine yapılan etkilerden
doğmaktadır.”322
Kırsal kesimde çoğunlukla ilk kez suç işleyenlere rastlanmasına
rağmen, kentlerde çeşitli suçları defalarca işleyenlerin sayısı çoğunluktadır.
Kırsal kesimde suç işleyenlerin büyük çoğunluğu aynı bölgelerde doğmuş
kişiler olmalarına rağmen, kentlerde suç işleyenlerin büyük bir bölümü kırsal
alanda doğup, sonradan büyük kentlere göç eden kişilerdir323
Sosyal hayatta insanların tavırları ve hareketleri bazı kurallar ve
otoriteyi belirleyen standartlara göre örgütlenmiştir. Sosyal norm adı verilen
bu standartlara ve kurallara uyumu sağlamak için bunlardan sapmaları
önlemeye imkân verecek esas ve temellerin tümüne “sosyal kontrol” adı
verilir.
Kırsal toplulukların bazı genel özelliklerinden ve kırsal-kentsel
farklılıklardan söz edilebilir. Kentlerden farklı olarak köylerde gelenek, örf,
321
Polat, a.g.e., s. 555
Yavuzer, a.,g.,e., s. 212
323
Dönmezer, Kriminoloji, s.172
322
157
adet ve sosyal normlar fertlerin yaşayış ve davranışlarını yakından
etkilemekte olup, fertler arası münasebetler sıcak ve şahsidir. Bu hususlar
yardımlaşma ve dayanışma bakımından bir çeşit geleneksel sigortanın ve
köyün mütecanis bir topluluk olmasının esasını teşkil etmektedir. Kırsal
topluluklarda
şahıs,
hayatı
boyunca
belirli
sayıdaki
rollere
sahip
bulunmaktadır. Kentsel toplulukların müesseseleşmiş yapısı içinde güdümlü
değişmeler daha kolaylıkla meydana gelmekte, fakat köylerde sosyal ve
ekonomik değişmelerin meydana getirilmesi, köyün sosyal yapısı ve değerler
sistemine bağlı olarak köylünün ferdî vaziyet alış ve karar alışlarıyla ilgili
bulunmaktadır.324
Zamanla karmaşıklaşan toplum yapısı yüz yüze ilişkilerin yerini formal
ilişkiler almaya başlamıştır. Bu durum büyük oranda aile yapısına da
yansımıştır. Özellikle kentleşme süreci ile birlikte gençler üzerinde informal
sosyal kontrol gücünü yitirmeye başlamıştır. Cemaat tipi toplumlardan nitelik
ve nicelik olarak farklı sorunlarla karşı karşıya kalınan kentlerde, gençler
ebeveynlerinin kontrolünden büyük ölçüde uzaklaşmış ya da tam aksine
çevredeki sapmış davranış örneklerini gören ebeveynler çocuklarına çok
daha sıkı bir sosyal kontrol uygulamaya başlamışlardır325.
1960–1978 döneminde Avrupa Ülkelerinde çocuk suçluluğunun
gösterdiği gelişmeleri ve sebepleri tespit etmek üzere kurulan bir komite bu
husustaki inceleme sonuçları “ Sosyal Değişme ve Çocuk Suçluluğu” ismiyle
Konsey tarafından yayınlanmıştır. Bu Raporda kentleşme ve çocuk
suçluğuyla ilgili şu tespitler yapılmıştır326:
Kırsal bölgelerden kentlere göç eden aileler ve böyle bir
genişleme bakımından ekseriya hazırlıklı olmayan bölgelerin
oluşup büyümesi, çağın olayıdır. Suçluluğun nüfus artışı, iskân
324
Tugaç, a.g.e., s.294
Đçli ve Burcu: Đnformal Sosyal Kontorlün Sağlanmasında Ailelerin Gelir ve Eğitim Düzeyinin Önemi:
Ankara’da Uygulamalı Bir Çalışma, s.53
326
Social Change and Juvenile Delinquency, European Comitte On Crime Problems, Strasbourg, 1979
nakleden Dönmezer, Kriminoloji, s. 263
325
158
yapısı ve kuşakların dengesiz dağılımı ile fonksiyon halinde
bulunduğu ise bir gerçektir.
Düzensiz kentleşme, nüfusun kültürel, ekonomik ve demografik
bakımdan soyutlanmasına neden olmaktadır.
Yeni kentler anomilik ve soyutlanmayı cesaretlendirmekte ve
dayanışma ruhu kaybolmaktadır.
Đstanbul Bakırköy Tutukevi'ndeki tutuklu bulunan çocuklarla ilgili olarak
yapılan bir çalışmada, Tutukevindeki çocukların ailelerinin % 84 gibi önemli
bir çoğunluğunun Đstanbul'da yaşamakta olduğu; Đstanbul dışında yaşayan
aileler o tarihte Siirt, Zonguldak, Kars, Ağrı, Amasya, Kırşehir, Bursa ve Adana illerinde ikamet etmekte oldukları görülmüştür. Aileleriyle beraber
Đstanbul'da yaşayan gençlerin ikamet ettikleri semtler ise sırasıyla Esenler,
Maltepe, Avcılar, Güneşli, Çatalca, Nurtepe, Pendik, Parseller, Küçükköy,
Ümraniye,
Dudullu
gibi
alt
ve
Fatih,
Ortaköy
gibi
alt-orta
olarak
değerlendirebileceğimiz gelir grubuna mensup ailelerin yaşadığı semt ve
ilçelerdir. Yoksul çevrelerde yaşayan ve ekonomik olarak baskı altında
bulunan
çocuklarda,
suç
davranışının
görülme
nedenlerini
şöyle
sıralayabiliriz:
Çocuğun sosyal ve ekonomik olarak bazı arzular taşıması ve bu
arzulara yasal yollarla ulaşmak için fırsatların olmadığını
düşünmesi,
Đçinde bulunduğu durumdan memnun olmama, daha iyi duruma
gelmek
için
karşılaştığı
engellere
karşı
duyulan
memnuniyetsizlik,
Çok sayıda insanın sıradan eğitim ve geleneksel yollarla yüksek
mevkilere gelme olasılığının kısıtlılığı karşısında çocuğun içine
düştüğü ümitsizlik.
159
Tutukevi'ndeki çocukların % 16'sının ailelerinin başka illerde yaşıyor
olmaları, onların evden kaçarak Đstanbul'a gelmiş ve burada var olma savaşı
verirken başlarına gelen, yaşadıkları ya da yaşamak zorunda bırakıldıkları bir
olay nedeniyle tutuklanmalarına yol açmaktadır. Kırsal kesimdeki ya da
varoşlardaki evinden kaçarak kentin merkezine gelen ve karnını doyurmak
için küçük hırsızlıklar yapan bir çocuğun, sokakta yaşama ve var olma
savaşını sürdürebilmek için giderek daha büyük ve organize suçlara
yönelmesi neredeyse kaçınılmazdır. Tek başına Đstanbul'a gelen bir çocuğun
yiyecek, barınma gibi en temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken sokaklarda
karşılaşacağı tehlike ve riskleri tahmin edebilirsiniz. Zaman içerisinde ister
ısınmak, ister daha rahat dilenebilmek ya da hırsızlık yapabilmek için
başladıkları tiner ve bally gibi uçucu maddelerin bağımlısı olan, yaşça
kendilerinden büyük kişiler tarafından her türlü istismara maruz kalan bu
çocuklar için günün birinde tutuklanmak nerdeyse kaçınılmazdır327.
Kentleşme dolaylı yollardan da çocuk suçluluğunu etkilemektedir.
Parçalanmış ailelerin çocuk suçluluğuna etkisini daha önce incelenmişti.
Büyük kentler uzun süre çağdaş aile yapısının çektiği sıkıntıların tek
sorumlusu olarak kabul edilmiştir. Çalışanlar neredeyse gün boyu evlerinden
uzaklaşırken, bireyleri adı sanı olmayan kalabalık yığınlarında boğarken,
iletişim kurma ve bir arada yaşama olanaklarını sınırlı tutarken, çekirdek aile
en yalın anlamına indirgenirken karı-koca, bir ya da iki çocuk, kentleşme
bireyler arasındaki sürtüşmeleri arttırıp, evlilik kurumunu sarsacaktır. Bu
görüş apaçık ama yeni değildir328.
2.3.3.2 Okul
Bugün için okul, çocuk suçluluğunu yok etmeye çalışan yardımcı bir
kurum olarak kabul edilmektedir. Okulun çocuk hayatındaki düzenleyici rolü
327
328
Yılmaz, a.g.m., s. 348
Collange, a.g.e., s.32
160
çok yönlü olup; çocuğun fikren gelişimini sağlayacak ona toplum hayatının
icaplarını öğretecek, düzenli çalışma alışkanlığını verecek ona zamanını iyi
yönde
değerlendirmesi
alışkanlığını
kazandıracaktır.
Hatta
ailelerin
fonksiyonlarındaki kayıplar nedeniyle önemi son yıllarda daha da artmıştır.
Okul toplumun ve yetişkinlerin çocuğun yaşamında doğrudan etkisinin
görüldüğü bir ortam oluşturmaktadır. Böylece toplumsal değerlerin ve
normların biçimlenmesine, kısaca toplumsallaşmaya önemli ölçüde katkıda
bulunur. Okul, çocuğun akran gruplarıyla olan etkileşimine fırsat tanıyan bir
ortam oluşturmasının yanında, çocuğun model almaya ve taklit etmeye çaba
göstereceği kişilerle karşılaşmasına da olanak sağlar.329
Ancak içinde bulunduğumuz eğitim sisteminde çocukları ezen,
kişiliklerini bozan, kendine güveni, yaratıcılığı yok eden, ağırlıklı olarak
olumsuz insanların yetişmesine olanak tanıyan bir sistemin varlığı da söz
konusu olabilmektedir.
Đstanbul’da yapılan bazı çalışmaların sonuçları konu hakkında bir
görüş oluşmasını sağlamaktadır. Đstanbul'da ortaöğretim kurumlarında dayak
olgusunun %87'lere varan oranda çıkmaktadır.330
Her dört öğretmenden biri şiddete yönelmekte, her yüz çocuktan
dokuz tanesi okulda şiddetle karşılaşmaktadır. Geleceğin toplumsal yapısını
oluşturacak olan çocuklarımıza yönelik şiddetin bu denli yoğun yaşanması
çocuklarımızın kişiliğini bozmakta, öğrenciler üzerinde onarılması güç
olumsuz davranışlar ortaya çıkarmaktadır. Okullarda şiddet unsuru ile
karşılaşan öğrencilerin bunu bir yaşam biçimi olarak benimsedikleri ve
yaşamlarının ileriki yıllarında çok yoğun olarak uyguladıklarına ve çeşitli
suçlara karıştıklarına tanık olmaktayız. Bununla birlikte XVII. yüzyılda Victor
Hugo : “ Bir okulun yapılması bir hapishanenin kapanması demektir” sözüyle
eğitim ve suçluluğun arasında doğrudan bir ilişki olduğunu vurgulamıştır.
Okul ve suçluluk arasındaki ilişkide iki önemli faktör söz konusudur. Birincisi,
329
330
Sevük, a.g.e., s.51
Polat, Çocuk ve Şiddet, s.556
161
yetenek eksikliğinden veya öğrenme güçlüğünden kaynaklanan okul
başarısızlığı, diğeri de eğitim uygulamasından uzaklaşma yani okula devam
etmemedir. Okul başarısızlığı, bir toplumsallaşma gücü olarak okulun, çocuk
üzerindeki önemini yitirmesine, dolayısıyla yetersiz toplumsallaşmaya yol
açar.331
Birçok araştırmacı, eğitim sisteminin suç oranının yükselmesinde
sorumluluğu olduğu kanaatindedir. Örneğin son yıllarda yapılan, suçlu ve
suçlu olmayanların okul kayıtlarının karşılaştırıldığı okul başarısı ve suçluluk
konusundaki bir araştırma sonucunda, okuldaki başarısızlığın veya okuldan
ayrılmanın anti-sosyal davranışa neden olduğu belirlenmiştir.332
Okulu terk eden gençler bu kez çalışma yaşamında bir başka
savaşıma giriyorlar. Batı Avrupa ülkelerinde değil okulu terk eden, okulu
bitirmiş bir yabancı genç için bile iş bulmak büyük bir sorundur. Birçok
göçmen genç, ilkel bazı işleri bile bulamamaktadır. Đsveç'te yabancı
gençlerde işsizlik oranı ulusal ortalamanın dört katıdır. Okulu terk eden ve iş
bulamayan gençlerin bir bölümü küçük suçlara ya da uyuşturucu madde
kullanmaya yönelmekte, buna sıkıntı ve kırıklıklarına bir çıkış yolu olarak
başvurmaktadırlar. 15 Mart 1982 tarihli Newsweek dergisinin «Avrupa'nın
Göçmen Çocukları» başlıklı araştırmasında, Batı Almanya'daki Türk
toplulukları arasında esrar, eroin ve uyarıcı hapların yaygın bir biçimde
kullanıldığı ileri sürülmektedir.333
Ülkemizde okur-yazar oranının artmasına rağmen özellikle son
zamanlarda çocuk suçluluğu artmaktadır. Bu nedenle okur-yazarlığın çocuk
suçluluğunda salt bu haliyle doğrudan etkisi yoktur. Esasen Avrupa
devletlerinde de okuma yazma oranı çok yüksek olduğu halde çocuk
suçluluğuna yüksek oranlarda rastlanmaktadır ve genç nüfus sayısının
331
Uluğtekin, Hükümlü Çocuk ve Yeniden Toplumsallaşma, s.45
W. Frank Jerse, M. Đbrahim Fakouri, Juvenile Deliquency and Akademic Defiency, Contemporary
Education, 1978, s.108-109
333
Yavuzer, a.,g.,e., s. 221
332
162
azlığına rağmen artış göstermektedir.
334
1967 yılında yapılan bir araştırma
sonucunda okulda başarısız olan çocukların, başarılı olanlara nazaran yedi
defa daha fazla suçlu olma olasılığı olduğunu göstermiştir. Daha sonra
Hirschi, 1971‘de Empey ve Lubeck’in araştırmaları da bunu doğrulamıştır.335
Ayrıca, Glueckler, karşılaştırmalı araştırmalarında suçlu çocukların
suçsuzlara göre daha çok yıl kaybettiklerini (sınıfta kaldıklarını) ortaya
koymuşlardır. Okulda hiç yıl kaybetmeyenlerin oranı suçlu grupta % 15,6 iken
suçsuz grupta ise bu oran % 33 tür. Buna karşılık üç ya da daha çok yıl
yitirenler suçlu gurubun % 20,8’ini, suçsuz grubun ise % 10,4, ünü
oluşturmaktadır. Aradaki farklar anlamlıdır. Glueck’lerden önce Kvareceus
suçlu olanların, suçsuzlara göre daha yüksek bir oranda okulda başarısız
olduklarını gösterdi. Polk ve Halferty, suçlulukla okuldaki başarı ve okula
karşı olumlu tutumu ifade eden “bağlanma” faktörü arasında olumsuz yüksek
ilişkiler bulmuştur. Başka bir deyişle suçluların okulda aldıkları notlar düşüktü.
Okulda başarısız olduklarına inanıyorlardı ve okulu sıkıcı buluyorlardı.
Yüksek eğitim yapmak istemiyorlardı; ev ödevleriyle başları hoş değildi.
West, okul başarısızlığının suçlu çocukların en belirgin özelliklerinden biri
olduğunu belirterek; Gold’un araştırmasında, suçsuz olanlarla zeka düzeyi
açısından hiçbir fark göstermeyen suçlu çocukların, okulda suçsuz çocuklara
göre daha başarısız olduğunun saptandığını ifade etmektedir.336
CORRĐGAN ise Sunderland’de iki okulda 14–15 yaşlarında işçi sınıfı
çocuklar üzerinde çalıştı ve bu çocukların kavga ve futbol holiganlığıyla ilgili
olarak neden bu kadar çok zaman harcadıklarını açıklamak için tarihi
materyalist perspektifi kullandı. CORRĐGAN’A kavgalar için çocuklara
konuşma fırsatı verilirse, cumartesi sıkıcılığı çerçevesinde onlar kendileri için
heyecan yaratıyorlardı. Bu öyle bir eylemdi ki, bunun alternatifi büyük
ihtimalle hiçbir şeydi. Çocukların canı sıkılmıştı çünkü onların zorunlu okul
deneyimleri oldukça konu dışı, ilgisiz ve duygusuzdu. Đşçi sınıfı gençlik için
334
Gölcüklü, a.g.e., s.1
Sevük, a.g.e., s.52
336
Uluğtekin, Hükümlü Çocuk ve Yeniden Toplumsallaşma, s.46
335
163
eğitim, olumlu manada iyi olmaktan oldukça uzaktı, 19 yüzyılda burjuva
tarafından onların üzerine sosyal kuralları ve hiyerarşinin empoze edilmesi
durumuydu.337
Öğrenme güçlüğü, birinden beklenen başarı ile o şahsın gösterdiği
başarı arasındaki uyumsuzluk olduğu zaman ortaya çıkmaktadır. Ancak
öğrenme güçlüğü ile ortaya çıkan başarısızlık ile suça yönelme konusunda
yapılan araştırmalar bu ikisi arasında nedensel bir ilişki kurulamayacağını
göstermiştir. Okuldaki başarısızlığın en önemli sonucu kişinin kendisine olan
saygısını ve inancını yitirmesidir. Okuldaki yeterliliği ve özsaygıyı ölçen
değişkenler, başarılı öğrencilerin kendilerine olan davranışlarında daha iyi
olduğunu göstermektedir.338
Bazı araştırmacılarda, eğitim sisteminin bizzat kendisinin, suçlu
davranışa katkıda bulunduğunu savunmaktadır. Çocuklarında aykırı bir
eğitimden geçirilen kişilerin gördüğü sağlıksız eğitim, içlerinde toplumdan öç
alma duyguları uyandırmış; insanlara besledikleri kinde onları suça itmiş
olabilmektedir. Ama belki de bu çocuklar, çocukken sürekli değişen eğitim
görevlilerince eğitilmişler, karşılarında kendilerini sürekli örnek alacak kimse
bulamamış veya katı kurallara göre yani hatalı eğitilmiş, doğru dürüst
eğitimden geçirilmemiş, bu da onların ilerde suç işlemesine yol açmıştır.339
Sonuç olarak, bir toplumsallaştırma kurumu olarak okulların işlevi son
derece önemlidir. Okul, bir sosyal kurum olarak gerektiğinde bir aile ve yakın
çevrenin veremediği olumlu etkileşim ortamını hazırlayan, bu boşluğu
dolduran bir kuruluştur.340 Okul, bu önemli işlevini gereği gibi yerine
getirebildiği ölçüde başarılı sayılır. Okul tek başına suçluluk problemini
kontrol edemez,
337
Paul Corrigan: Schooling The Smash Street Kids, London,1979 nakleden Heidenson, a.g.e., s.50
Sevük, a.g.e., s.52
339
Hans Zulliger, Suçlu Çocuklar ve Çocuk Mahkemeleri, Çev. Kamuran Şipal, Đstanbul, 1996, s.27
340
Yavuzer, a.,g.,e., s. 167
338
164
2.3.3.3 Đş Çevresi
Kendi isteği ile çalışan çocuk yoktur. Çocukluk, oyun, öğrenim ve
yetişme çağıdır. Çocuğun gün boyu bir işte çalışmaya zorlanması onun
eğitimini, sağlığını ve beden gelişmesini bozmakla kalmaz, kişilik gelişimini
de etkiler. Çocuğun becerileri artsa bile zihinsel yetenekleri belli bir düzeyde
saplanıp kalır. Öğrenime en yatkın yıllar, eve giren az bir gelir karşılığında
yok olup gider. Bu nedenle uzun dönemde çocuk çalıştırmak çok verimsiz bir
yatırımdır. Öğrenimi engellenmiş bir çocuk ömür boyu işçi ve emekçi kalmaya
mahkûm edilmiş demektir. Ne var ki çocuklar tarih boyu çalıştırılmışlardır.
Karın tokluğuna işe koşulup sömürülmüşlerdir. Tarlalarda, fabrikalarda itilip
kakılarak, dövülerek güçlerini aşan işlerde sağlıklarından ve canlarından
olmuşlardır341.
Ailenin ekonomik yetersizliği ve/veya çocuğun okuldaki başarısızlığı
çocuğun erken yaşlarda iş hayatına sürüklenmesine neden olmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde işsiz gençlerin sayısındaki yüksek oranlar, (özellikle
etnik azınlıklar arasında) genç insanların durumunu değiştirdi ve parçaladı.
Bazı durumlarda gençlerin potansiyel tehditleri hakkındaki daimi korkular o
kadar büyüktü ki farklı alanlara uzandı342.
Kentsel hizmet ve istihdam olanaklarının yetersizliğine karşın, kırdan
kente göç, ortaya çıkan işsizlik ve yoksulluk gibi sorunlar çocukların
çalışmasında
önemli etkiye
sahip
unsurlardandır.
Kırsal,
geleneksel
toplumdan kaynaklanan ve çocuklara ekonomik değer atfeden toplumsal
tutumlar da çocukların erken yaşta çalışmalarına neden olmaktadır.
Toplumumuzun özelliği, kültürü ve değerleri gereği “çocuğun küçükken
341
342
Yörükoğlu, a.g.e., s.220
Heidenson, a.g.e., s. 59
165
pişmesi” veya uzun eğitim yerine kısa yoldan ekmek kazanmayı, zor yaşam
şartlarını öğrenmesi anlayışı onları çalışmaya itmektedir.343
Onları erken yaşta hayata hazırlamanın en geçerli yolu, bir zenaat
öğrenmesi için bir işyerine çırak olarak yerleştirmektir. Bu olmaz ise, çocuğun
eline bir simit tablası, bir çiklet kutusu ya da bir sandık limon tutuşturulup
sokağa salmak zorunda kalınır. Bu çocukların bir bölümü, yetişkin şebekeleri
eliyle sokaklarda karaborsa ya da kaçak sigara satıcılığına yöneltilmekte,
böylelikle de çocuklar kendilerini bir suç şebekesi içinde bulmakta ve suçlu
damgası yemektedirler.344
Uluslararası Çalışma Örgütünün 1980 raporlarında dünyada okul
çağında olup da okula gidemeyen ve çalıştırılan çocukların 52 milyon
dolayında olduğu belirtilmektedir. Bu 52 milyon çocuğun ancak bir milyonu
Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde, geri kalan 51 milyonu Asya ve Güney
Amerika ülkelerinde yaşamaktadırlar345.
Gelişmekte olan ülkelerde 10-14 yaşları arasındaki çocukların %l
8'inden fazlası, Latin Amerika'da en az %7'si, Asya'dakilerin %l 8'i,
Afrika'dakilerin %25'i çalışmaktadır. Günümüzde, çalışmaya hazır çocuk
sayısı ile birlikte çocuk işçilere talep de artmaktadır. Birçok ülkedeki
çocukların ekonomik bir değere sahip oldukları kanısı, nüfus artışının başlıca
nedenlerindendir. Afrika ile Asya'nın bir bölümü, hızlı nüfus artışı, savaş ve
açlık
yüzünden
sıkıntı çekmekte, kıtlıkla
karşı karşıya
kalmaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerden bazılarında işsizlik oranları %20-30 olabilmekte
ve 100-200 milyon çocuk işçi, 2.4 milyarlık dünya istihdam potansiyelinin %48'ini temsil etmektedir. Çocuk işçilerin yetişkin işsizlerin yerini almasıyla, bir
çok
ülkede
istihdam
açısından
gelecekle
ilgili
etkilenmektedir.346
343
Akyüz, a.g.e, s.514
Yavuzer, a.,g.,e., s. 238
345
Yörükoğlu, a.g.e., s.223
346
Zeynep Türkmen, Bülent Đlik, Sokakta Çalışan Çocuklar, Ankara, 1984, s.5
344
beklentiler
olumsuz
166
DĐE’nin 2005 yılı 27 Đl Güvenlik Birimlerine Gelen Veya Getirilen
Çocuklar yayınına göre 2002 yılında 2262, 2003 yılında 4444, 2004 yılında
3566 ve 2005 yılında 4602 sokakta çalışan çocuğa işlem yapılmıştır. Bu
çocukların tamamı kent kökenli olup, sokakta çalışan çocuklar kentlere özgü
bir sorundur. Zaten kırsal alanda çocuklar, aile için ücretsiz tarım işçisi olarak
üretime katılmaktadır.
Ankara’da yapılan bir saha araştırmasında, ankete katılan sokakta
çalışan çocukların çoğunluğu ( % 86.40) polis ile ilgisinin olmadığını
belirtmiştir. Buna rağmen çocukların % 13.60'nın polisle ilgisinin olduğu
saptanmıştır. Ancak yapılan görüşmelerde bu çocukların yanlışlıkla veya
yanlarında nüfus cüzdanı bulundurmamalarından dolayı polislerle başlarının
derde girdiği saptanmıştır.347 Ülkemizde sokakta çalışan çocukların suç
işleme eğilimlerini değerlendiren, yeterli bir çalışmada yoktur.
Çocuğun iş hayatına vaktinden önce karışması onun çeşitli evrelerle
temasa gelmesini ekonomik güdülenmelere vaktinden önce maruz kalmasını,
eğitim yoluyla kötü etkilere direnmeyi sağlayacak manevi desteklerden
yoksun duruma düşmesini sonuçlanmakta ve suça yöneltmek hususunda
önemli bir etmen niteliği göstermektedir.348
Ekmek
parası
kazanma
savaşını
veren
çocukların
erken
olgunlaştıklarını ve bedenlerinin normal sağlıklı gelişmesini yapamadıklarını
bunun sonucu olarak da ruhlarının sakatlanmaktadır. Bu dengesiz yaşam ve
geleceğe ilişkin güvensizlik onları sadece uyum bozukluğuna itmekle
kalmamakta, aynı zamanda çeşitli davranış bozukluklarına da neden
olabilmektedir. Böylece erken yaşlarda suça yönelme olasılığı artmakta,
çalışan çocuklar kesimi büyük bir potansiyel suçlu grubunu oluşturmaktadır.349
Yetersiz ekonomik koşulların ortaya çıkardığı önemli problemlerden
bir tanesi de işsizliktir. Đşsizlik farklı yönleriyle suçluluk üzerinde bir takım
etkiler yaratabilir. Đşsizlik insanda bir takım ruhi bunalımlara ve yoksulluğa
347
Türkmen ve Đlik, a.g.e., s.40
Dönmezer, Kriminoloji, s.297
349
Yavuzer, a.,g.,e., s. 210
348
167
sebebiyet vermektedir. Bu sonuçlar ise insanın karşılaştığı zorluklarla baş
edebilme yetisi zayıflatmaktadır.
Açıklayalım ki, bugünün uygar toplumlarında etkili olarak uygulanan
sosyal mevzuat, işsizlik sigortaları, işsizliğin ekonomik yönden suça etkisini
çok azaltmıştır. Bununla beraber iş insanın ruhi dengesinin bir unsurudur ve
ekonomik yönünden ayrı olarak da kişinin normalden sapan fiilleri üzerinde
etki
yapmaktadır.
Đşsizlik
kişinin
duygusal
yönden
dengesizliğini
sonuçlanmaktadır.350
Ancak çocuğun bir işte çalışmasıyla suçluluk arasındaki ilişkiler
konusunda araştırma yok denecek kadar azdır. Gueck’ların yaptıkları
araştırmaya göre, suçlu ve suçsuz çocuklar arasında okul sonrası iş
açısından yaptıkları karşılaştırmalar sonucunda suçluların % 84,4’ünün,
suçsuz gruptakilerin ise % 78,3’ünün çalıştıklarını göstermiştir. Okul sonrası
yürütülen bu işlerin çoğunluğu seyyar satıcılık, gazete dağıtıcılığı, evlere
servisle görevli bakkal çıraklığı gibi herhangi bir yetişkin kontrolünde ve
korumasında olmayan işler oluşturmaktadır. Fabrika da işçi ya da denetim
altında bir işi olanların oranı daha düşük olup, suçlu grupta % 9,4, suçsuz
grupta, % 27 olarak görülmektedir.351
2.3.3.4 Aile- Okul-Đş Dışındaki Ortam
Endüstrileşme ve kentleşme genellikle boş zamanın kullanımı ve
yapısında değişikliği yol açmaktadır. Özellikle kentleşmiş alanlarda boş
zaman, aileden çok yaşıtlarla harcanır. Yaşıtlarla arkadaşlık ise ani suçların
işlenme riskini artırdığı yolunda endişeler uyandırmaktadır. Yapılan bir
350
351
Dönmezer, Kriminoloji, s.298
Uluğtekin, Hükümlü Çocuk ve Yeniden Toplumsallaşma, s.48
168
araştırma sonucunda hızlı kentleşmenin yaşandığı yerlerde çocukların kırsal
kesime nazaran çok daha fazla boş zamanın olduğu ve bu boş zamanın
yetişkinlerden çok kendi akranlarıyla geçirdiği görülmüştür. Ayrıca çocuklarla
yapılan bu görüşmeler neticesinde onların daha çok grup faaliyetinde
bulundukları tespit edilmiştir.352
Aile ve okul dışında, iyi düzenlenmemiş boş zaman etkinlikleri,
çocuklara suç işleme fırsatları yaratmaktadır. Ailenin, çocuklarına boş
zamanlarını
iyi
değerlendirmesi
için
ortam
hazırlamaması
veya
hazırlayamaması, çocuğu sokağa itmekte, oyun grupları ve çeteler halinde
birleşerek suç işlemesine neden olmaktadır. Çocuklar ve gençler tarafından
işlenen suçlar arasında iştirak oranının pek yüksek derecede olması, çocuk
suçluluğu ile oyun grubu arasında bir nedensellik bağının olduğunu yolunda
araştırmacıları
sevk
etmiştir.
Kriminolojide,
suçluluğun
sosyokültürel
nedenlere dayandığını ileri süren görüşler, suçluluğun oluşumunda “çocuk
çetelerine” ve “arkadaşlığa” üstün yer vermektedirler. Uygunsuz kimselerin
toplandığı arkadaş ve oyun gruplarına katılmak, özellikle kanunların yasak
saydığı birtakım işleri yapma konusunda alışkanlık edinmiş çocukların
grubuna katılmak suçluluk örneklerinin yayılmasına neden olmaktadır.353
Çocuk ve gençlerin boş zamanlarının bir bölümü eğlenceyle
geçmektedir. Ancak denetime tabi tutulmamış ve özellikle ticari amaçlar
güden eğlencelerin çocuklar üzerinde tahrip edici etkileri olduğu ve suçu
artırdığı, buna karşılık sağlıklı ve programlı bir eğlencenin suçluluğu önleyici
katkı sağladığı kabul edilmektedir.354
1856 yılında Turner gençlik suçluluğunun çocuk çetelerinde hakim
olan arkadaşlık duygusunun yarattığı birlik bilinci sonucu ortaya çıktığını ve
bunun Londra için özel problemler yarattığını söylemiştir355.
352
Sevük, a.g.e., s.55
Sulhi Dönmezer, “Çocuk ve Gençlik Suçluluğunda Boş Zamanların Rolü”, ĐÜHFM, Đstanbul, 1964, s.4
354
Yavuzer, a.,g.,e., s. 242
355
Tülin Đçli, Türkiye’de Suçlular, Ankara,1992, s.35
353
169
Ülkemizde de çocukları oluşturduğu sokak çetelerine rastlanılmaktadır.
Sokak çetelerini de sokak çocukları içinde ele almak mümkünse de daha çok
15 yaş üstü çocuklardan oluşmakta ve organize bir biçimde sokaklarda
bulunmaktadırlar. Bu çocuklarda agresif davranışlar ön plana çıkmaktadır.
Eski binalarda otogar ve tren istasyonu gibi yerlerde bulunmaktadırlar.
Üzerlerinde bıçak taşıdıkları ve uçucu madde kullandıkları için tehlikelidirler.
Art niyetli yetişkinler tarafından kullanılabilmektedirler356.
Willis analizlerini okul alt kültürüne ve çocuk suçluluğuna yoğunlaştırdı.
Midland’de bir lisede yaptığı çalışmalarda, o otorite karşıtı bir okul alt kültürü
olan “The lads”ı takip etmeyi ve gözlemlemeyi seçti. “The lads”, çekici
olmayan bir gruptu, ırkçı, karşı cinsin daha zayıf olduğuna inanan, kabadayı
erkeklerden oluşan bir gruptu. Willise’e göre onlar okul ve otorite karşıtı
olmakla göze batan kendilerine has değerlerini geliştirdiler. Fakat bunun
kapsamı oldukça sınırlı ve paradoksaldı. Onlar okuldayken gülmekten,
diğerlerine takılmaktan, diğer çeşitli eğlencelerden zevk alırlarken, onlar okul
yaşamına yabancılaştılar, onların batışı bir maço dayanışmasıydı, kesinlikle
onlar ayrıldıklarında el işlerinde çalışmayı kabul ediyorlardı. Willis alt kültür
çalışmalarına önemli bir bakış açısı kazandırdı, fakat onun çalışmalarının
farklılığı sosyal sınıf, okul ve sapkınlığın politik ekonomisinde yaşanan ve
paylaşılan tecrübeler arasında bağlantı kurmasında yatar357.
Aynı şekilde ülkemizde çok büyük yankı uyandıran Hrant Dink’in 17
yaşında bir çocuk tarafından öldürülmesi olayında Ertuğrul Özkök bir alt
kültürün izini sürmektedir.
“Hiç kendinize sordunuz mu: “Niye bunları atıp delilleri yok
etmemiş? Cevap çok basit. Trabzon’a dönüyor. Orada arkadaşlarına
övüne övüne “Hrant Dink’i ben öldürdüm’ diyecek. Büyük ihtimalle
arkadaşları
356
357
Esmek, a.g.m., s.600
Heidenson, a.g.e., s.49
‘atma
lan’
diyerek
dalga
geçecekler.
Yani
170
inandıramayacak. Đşte o nedenle delileri de getiriyor. Sırf arkadaşlarını
ikna edebilmek için.358”
Fransa’da gençlik çetelerin genel özellikleri şu şekilde özetlenebilir.
Fransa’da gençlik çeteleri yeni bir fenomen olmasa bile, bununla birlikte
içerisinde geliştiği genel durum açısından bugün ve geçmiş arasında önemli
farklılıklar bulunmaktadır359:
Đşsizlik ve istikrarsızlık halkın ikamet ettiği mahalleleri çok
önemli şekilde etkilemiştir. Çetelere giriş imkânlarını arttırmış ve
çetelerden uzaklaşma düşüncelerini kesinlikle sınırlandırmıştır.
1980‘li yılların başından beri, gençlerin, katılımcıların yaşına ve
şebekelerin
tipine
bağlı
olarak
çeşitli
suç
alanlarına
yönlendirilmesine izin veren, yasadışı uyuşturucu pazarları
çoğalmıştır. Bu şebekeler içerisinde yan görevlerde bulunan
genç çocuklar böylece para kazanmaya başlayabilmektedirler
ve bu da daha yasal toplumsallaşma şekillerine alternatif
oluşumların
kurulmasını
ve
çetelere
giriş
tarzını
oluşturabilmektedir.
Eğitimin yoğunlaştırılması, kontrol yöntemlerinin iyileştirilmesi
ve okuldan kaçışın cezalandırılması, okul ortamında gençlerin
şiddet eylemlerine yoğunlaşmasına neden olmuş ve bizzat okul
çevresinde
gözlemlenebilen
bir
araya
gelme
eğilimlerini
geliştirmiştir.
Önceki yıllarda gözlemlenen genç grupların tersine, 1980‘li
yıllarda karşılaşılan çetelerin bir kısmı Antil, Mağrib ve Kara
Afrika göçmenlerinden çıkan gençlerden oluşmaktadır. Yabancı
kökenli genç figürü toplumsal tehlikenin eş anlamlısı olmaktadır.
Etnik kimlik özellikle çete üyesi olan gençlerde gelişmiştir. Bu
358
359
Ertuğrul Özkök, Hürriyet Gazetesi (23 Ocak 2007),
Fikret Tiren, “Fransa’da Gençlik Çeteleri”, Polis Dergisi, Ocak-Mart 2004, Yıl 10, Sayı 38, s.477
171
da bizler ve onlar arasındaki ayrımı kuvvetlendirmiş, etnik
kimliklerine göre, Arap Fransızlar, Beyaz Fransızlar ve Zenci
Fransızlar şeklinde kendini gösteren bir sınıflandırmaya sebep
olmuştur.
Toplu taşıma şebekelerini geliştirerek Merkezi değiştirilen
mahallelerin dışarıya taşınması işlemlerinde kamu güçlerinin
anlamsız etkisi, olağan tüketim şekilleriyle erişme hakları
olmayan fakir mahalle çocuklarını tüketim mallarıyla karşı
karşıya bırakmak olmuştur. Kenar mahalleler artık, geçmişte
olduğundan daha iyi bir şekilde kent merkezlerine bağlanmakta
ve daha önceleri banliyölerde vuku bulan olaylar şimdi daha
görünür sosyal çevrelerde meydana gelmektedir. Bu, Paris,
Strasburg
ve
Lille
kentleri’nde
gözlemlenen
durumdur.
Günümüzde, gençler ve yeni yetişenler gençliğe özgün taşkın
gösterileri daha az hoş gören bir toplumda coğrafi olduğu kadar
zaman olarak da özgürlük alanlarına sahiptirler. Gurup halinde
suçluluk bazen çok küçük gençleri ilgilendiren çete teşekkülü
dâhil (tesadüfî veya daha sabit) sosyal hayata bırakılmış bu
alanlarda yer almaktadır. Onlar aralarından birçoğu için grup
halinde yaşamanın ilk öğretisini oluşturan özellikle toplumsal
şekilleri yaşamaktadırlar.
Batı'da amaçsız, çocukça suç işleyen çocuk çeteleri, toplumsal bir
sorun oluşturmaktadır. Ülkemizde bu anlamda çocuk çeteleri pek sık görülen
bir olgu değildir. Bizde bu yaş grupları daha çok, oyun grupları, klikler olarak
adlandırılırlar. Oyun grubu, zamanla çocuğun yaşamına hükmetmeye başlar.
Ona birtakım kavramlar kazandırır. Bunlardan bir bölümü doğru, bir bölümü
yanlıştır. Bir gruba ait olma, çocuğa sadece arkadaş ve eğlence sağlamakla
kalmaz, fakat aynı zamanda ona gurur ve statü duygusu da verir. Kollektif ve
kurallı
oyunların
egemen
olduğu
çocukluğun
son
dönemlerinde,
çocuklarımızın organize oyunlar için mahalle ve sokak aralarını seçtiklerini
172
görmekteyiz. Büyük kentlerde yaşayan çocuklarımız için, ne yazık ki, yeterli
oyun alanları bulunmamaktadır.360 Bu durumda haliyle birçok problemi bir
arada getirmektir.
2.3.3.5 Kitle Đletişim Araçları
Bugünün dünyasında dergi, gazete, kitap gibi basın-yayın araçları ile
radyo, sinema, televizyon, video filmleri gibi görüntülü ve sesli olan kitle
iletişim araçları insanlara bilgi aktarımında bulunmaktadır. Đletişim araçları
bilgi aktarımının yanı sıra bireylerin ve toplumun yaşamını değiştirecek
davranış değişikliklerinin ortaya çıkmasına neden olur. Ortak amaçların,
beklentilerin, duyguların, düşüncelerin, değerlerin, inançların, tutumların ve
eylemlerin oluşmasına katkıda bulunur.
Avrupa ülkelerinde yayın yapan televizyon kanallarında, kanal başına
saatte ortalama beş tane şiddet sahnesine yer verildiğini belirtmektedir. Bu
rakam sırf Alman televizyon kanallarında haftada 3500 adet şiddet sahnesi
anlamına gelmektedir. Eğer televizyon seyredenler kanallar arasında gidip
gelirse, bir cinayet sahnesini izleme olasılığı daha da artmaktadır. Alman
kanallarında
günde
ortalama
70
tane
cinayet
sahnesi
gösterildiği
belirlenmiştir. ABD'de bu rakam daha da fazladır. 1990'lı yıllarda yapılan bir
araştırmaya göre ABD'deki televizyon kanallarında, kanal başına saatte
ortalama 10 tane şiddet sahnesi düştüğü saptanmıştır. Amerikan seri
filmlerinin, Avrupa seri filmlerinden sayısal yönden daha fazla şiddet içerdiği
360
Yavuzer, a.,g.,e., s. 110
173
de belirlenmiştir. Ama sayısal fazlalık, şiddetin kalitesini belirlemeye
yetmez361.
Kitle Đletişim araçlarının kriminojenik etkileri üzerine araştırmaların
çoğu, özellikle sinema ve televizyon programlarında görülen şiddet üzerine
yoğunlaşmıştır. Gerçek ile kriminojenik potansiyel ve saldırgan olarak
düşünülen iki ayrı boyutun birbirine karışması riski söz konusunudur. Ancak
yapılan araştırmalarda, daha çok kitle iletişim araçlarının çocuk suçluluğuna
dolaylı etkisinden söz edilmektedir.362
Şiddet
ve
medya
bağlamında
tartışmalar
yoğun
bir
şekilde
yapılmaktadır. Özellikle sosyologlar ve psikologlar arasındaki çetin mücadele
sürüp gitmektedir. Psikologlara göre, medyanın sunduğu şiddet sahneleri,
insanları psikolojik yönden etkileyerek, toplum içinde şiddet olaylarının
artmasına yol açıyor. Buna karşın sosyologlar, olayı daha geniş kapsamda
ele alarak, sadece psikolojinin değil, aynı zamanda aile, yaşam koşulları,
konut durumu gibi birçok faktörle birlikte ele alındığı takdirde, medya ve
şiddet arasındaki bağlantıların daha doğru bir şekilde açıklanabileceğine
inanıyorlar363.
1995 yılında ABD’nin Teksas eyaletinde televizyonda "Robin Hood"
çizgi filmlerini izleyen 13 yaşındaki çocuk, Noel’de bütün çocukların
oyuncağa kavuşması için babasının tüfeğini alarak bir oyuncak yüklü
kamyonun önünü kesip, aracın sürücüsünü yaralamıştır. 1996 yılında yine
Amerika Birleşik Devletlerinde 14 yaşında bir çocuk, şiddet öğeleri içeren
bilgisayar oyununu izledikten sonra arkadaşını öldürmüş daha sonrada
kendini vurmuştur. Amerika’da televizyonun en yoğun izlendiği saatlerde,
izleyici kitlesinin yaşadığı semtlerde 85 saatlik izleme sürecinin ardından 84
öldürme olayı olduğu belirlenmiştir. 2-7 yaşlar arasında yaklaşık 26 milyon
çocuğun izleyebileceği saatlerde yayınlanan şiddet içerikli filmlerin ardından
361
Đsmail Tufan, “Medyada Şiddet: Medyanın Sunduğu Şiddet Sahneleri Đnsanları Şiddet Eylemine Sürükler
mi?”, Polis Bilimleri Dergisi, Cilt 5, Sayı 3-4, 2003, s.135
362
Sevük, a.g.e., s.57
363
Tufan, a.g.e., s.137
174
163 dakikada bir şiddet olayı meydana gelmiştir. Đngiltere, Fransa ve bazı
ülkelerde yapılan araştırmalar televizyonda şiddet içerikli film izleyen
çocukların tepkilerini farklı biçimlerde ortaya koydukları saptanmıştır.364
1939 yılında Chicago’da gerçekleştirilen bir araştırmada, kentte
eğlence yerlerinde boş zamanlarını geçirmiş bulunan çocukların, boş
zamanlarını burada geçirmeyenlere göre daha az suç işlediği ortaya
çıkmıştır. Yani yapılan araştırma sonucunda kontrollü ve programlı eğlence
faaliyetlerin suçu önleyici etkilerinden söz edilmektedir. Ne zaman ki çocuklar
kendilerini boş hissettikleri, yapacak bir iş bulamadıkları zaman yeniden suç
işlemeye başlamaktadırlar.365
Kitle iletişim araçlarından belki de en önemlisi olan televizyonun
çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri şu şekilde özetlenebilir. Çocuğun sosyal,
fizyolojik ve psikolojik gelişimini olumsuz yönde etkilemekte, derslerini ihmal
etmesine neden olmakta, televizyon ekranlarında sergilenen aşırı ölçüde açık
saçık sahneler, pornografik görüntüler ve erotik filmler, çocuklardaki cinsel
dürtülerin normalden önce uyarılmasına ve onların çevrelerine karşı erken
cinsel ilgi duymalarına yol açmaktadır. Bütün bunlar ise çocukların buluğ
çağına, olması gerekenden çok daha önce girmesine neden olmaktadır.
Ayrıca televizyon bireylerin; aile iç ilişkilerin sağlamlaştırılmasına, bu ilişkilere
derinlik kazandırılmasına, aileyi oluşturan bireyler ararsındaki iletişim ve
etkileşimin etkin ve kalıcı kılınmasına yardımcı olacak; bütün bunların
sonucunda da sağlıklı bir aile ortamı oluşturabilmesi ve sürdürülebilmesine
olanak sağlayacak zamanlarını çalmaktadır. Özellikle çocuklara yönelik
olarak hazırlanan ve baş döndürücü görsel ve işitsel efektlerle sergilenen
reklamlar, çocukların tüketim dürtülerini uyarıp, sahip olma duygularını
harekete geçirmektedir. Bu durum ise çocukların tüketim eğilimlerini
arttırmakta, deyim yerindeyse onları tüketim kölesi haline getirmektedir366.
364
Çocuk, Şiddet ve Suç, Kitle Đletişim Araçları, 12.04.2007, http://www.egitimsen.org.tr/yayinlar/siddet.htm
Yavuzer, a.,g.,e., s. 242
366
Ali Arslan, “Bir Sosyolojik Olgu Olarak Televizyon”, Uluslararası Đnsan Bilimleri Dergisi,
www.insanbilimleri.com, Ulaşma tarihi 23.03.2007
365
175
Ayrıca konu ile ilgili olarak Feshbach tarafından 1965 yılında yapılan
bir araştırmada, kendisine şiddet filmi seyrettirilen yetişkin grubunun filmi
izledikten sonra normal film izleyenlere nazaran daha az saldırgan olduğunun
tespit etmiş ancak bu deney çocuklar üzerinde uygulandığında bunun tam
aksine şiddet filmi izleyen çocukların daha fazla saldırgan oldukları
görülmüştür 367.
Mafya dizilerinin ülkemiz gençliği üzerindeki etkilerini araştıran bir
araştırma da, lise gençliğinin %71.6’sının yerli dizilerdeki en az bir karakteri
kendisine örnek aldığı veya bunu kendisine modellediği ortaya çıkmıştır. Yine
aynı araştırmanın bulgularına göre gecekondu ağırlıklı semtlerde ikamet
eden ve öğrenim gören gençlerde modelleme davranışı daha yoğun bir
şekilde tespit edilmiş olmasına rağmen bu araştırmada gençlerin suç
eğilimlerine yol açmasına ilişkin anlamlı bir veri bulunamamış ve gençlerin
suç işleme davranışı oldukça düşük çıkmıştır.368
Türkiye de şimdiye kadar yapılmış olan araştırmalar, kitle iletişim
araçlarının çocuk suçluluğu üzerinde etkili olduğunu gösterebilecek nitelikte
değildir ve şaşırtıcı olsa da çocuklar suçluluk sosyalleşmeyle birlikte
artmaktadır.
367
368
Yavuzer, a.,g.,e., s. 246
Hayati Tüfekçioğlu, Mafya Dizilerinin Gençlik Üzerindeki Etkisi, Đstanbul, 2003, s.105
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKĐYE’DE ÇOCUK SUÇLULUĞU VE ÇOCUK SUÇLULUĞUNDA
ANKARA ÖRNEĞĐ
3.1. GENEL OLARAK TÜRKĐYE’DE SUÇ EĞĐLĐMLERĐ
Yargıtay Ceza Dairelerinin iş yüküne bakıldığında, özellikle 2000
yılından itibaren gelen dava sayılarında ciddi bir artış görülmektedir. Bu artışa
paralel olarak karara bağlanan dava sayısında ve düşüş ve gelecek yıla
devirlerde artış görülmektedir. 2000 yılından itibaren görülen bu ciddi suç
patlamasında ekonomik krizlerin önemli bir etkisi olduğunu düşünüyorum.
Bazı kriminologlar ekonomik buhran dönemleri ile suçlu davranışın
ilişkisi araştırmışlardır. Bu konuda dikkate değer Amerikan araştırmalarının
sonuçlarını Sutherland ve Cressey şöyle özetlemişlerdir:
177
1-
Ekonomik çöküntü dönemlerinde ağır suçlarda genel olarak hafif
bir artma ve refah dönemlerinde ayni suretle bir azalma görülüyor.
2-
Genel
olarak
suçluluk
çöküntü
dönemlerinde
açıkça
yükselmemektedir.
3-
Buna karşılık cebir ve şiddetle mülkiyete tecavüz suçlarında
artma görülmektedir.
4-
Sarhoşluk refah dönemlerinde artmaktadır.
5-
Kişilere karşı işlenen suçlarla ekonomik buhranlar arasında sabit
bir ilişki tespit olunamamaktadır.
6-
Çocuk suçluluğu refah dönemlerinde artmakta buna karşılık
çöküntü dönemlerinde azalmaktadır.369
Türkiye’de suç oranlarında ciddi bir artış gözlemlenmektedir. Devlet
Đstatistik Enstitüsünün 2004 yılı verilerine göre, ceza mahkemelerinin son on
yıllık çalışma trendine bakıldığında; gelen dava sayısında artış olduğu
görülmektedir. 1995 yılında ceza mahkemelerine gelen dava sayısı
(geçen yıldan devir, yıl içinde açılan ve bozularak gelen toplam dava sayısı)
1.849.533 iken, %56,2'lik artış oranı ile 2004 yılında 2.888.958 olmuştur.
369
Dönmezer, Kriminoloji, s.295
178
Cezaevine
giren hükümlü sayısının 11+ yaş toplam
nüfusa
oranlanması ile elde edilen hükümlülük oranı, 1995 yılında 100.000 kişide
133 iken, 2004 yılında 181 olmuştur. Diğer bir değişle, 2004 yılında her
100.000 kişiden 181'i hükümlü olarak cezaevine girmiştir
1995 yılında 63.103 kişi cezaevine girmiş iken, %60,5'lik artış oranı ile
2004 yılında 101.308'e ulaşmıştır. 1995 yılında cezaevinden çıkan
hükümlü sayısı 58.941 iken, %84,0'lık artış oranı ile 2004 yılında 108.437'ye
ulaşmıştır.
Yaş grubuna göre cezaevine giren hükümlülere ilişkin tablo aşağıda
verilmiştir. Đnsan, doğumundan ölümüne kadar birbirini izleyen gelişme
aşamalarından geçmektedir. Bu itibarla yaş ile beden gelişmesi ya da
değişme aşamaları arasında bir paralellik bulunmaktadır. Yaş deyince de
bundan insanın beşikten mezara kadar sürdürdüğü çeşitli organik gelişme ve
çökme
aşamalarını
anlamaktayız.
Suçlu
davranışın,
demografik
karakteristikler arasında en ziyade yaşla ilgili bulunduğu söylenebilir.
Gerçekten suçluluk oranı, suç verileri itibariyle yaşla çok ilgilidir. Ülkemizde
cezaevine giren hükümlülerin sayısı 25–34 yaş grubunda yoğunlaşmaktadır.
179
Yapılan araştırmalar insan hayatında "suçlu davranış hayat eğrisinin’’
varlığını ortaya koymaktadır. Bu eğri her ülkede aynı şekilde değildir. Suç
bazı yaş gruplarında daha çok yoğunlaşmaktadır. Bunun genellikle hemen
rüşt yaşına önce gelen devre olduğu bazı yazarlarca açıklamakta ve Đngiliz
mahkûmiyet istatistiklerine göre bu yaşın erkeklerde 12-13, kadınlarda 16-17,
Amerika'da ise 18-24 olduğunu belirtmektedir. Suçun açık olarak bir gençlik
davranışı teşkil ettiği Amerika'da, nüfusun yaş bölümüne göre olan eğrisinde
suçluluk yirmi yaşlarından yukarı doğru fazlalaşmakta ve yukarı yaşlarda ise
düz bir çizgi halini almaktadır. Buna karşılık Goring 20-45 yaşları arasında
geniş suçluluk oranı bulmuştur370.
2004 yılı sonu itibariyle cezaevlerindeki toplam hükümlü sayısı
26.144'dür. Bu hükümlülerden 763'ü kadın hükümlü, toplam hükümlü
içindeki oranı %2,9, 25.381'i erkek hükümlü, toplam hükümlü içindeki
oranı %97,1'dir. 2004 yılı sonu itibariyle ceza evlerimizdeki toplam
tutuklu sayısı 31.872'dir. Bu tutuklulardan 1.191'i kadın, toplam tutuklu
içindeki oranı %3,7, 30.681'i erkek, toplam hükümlü içindeki oranı
%96,3'dür.
370
Dönmezer, Kriminoloji, s.119
180
Tablo 6: Asayiş Suçları 1985-2006
(Kaynak :EGM AKKM, EGM Kütüphanesi, Jandarma Genel Komutanlığı)
600000
500000
400000
300000
200000
100000
0
Polis
1985
1986
1987
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
187474
192791
160101
99921
101650
95747
97009
107191
185487
200181
234368
291662
304147
304114
280554
285971
298664
308324
313662
332005
365222
532685
138.072
147.557
144.487
157.741
183.640
Jand.
Asayiş suçları incelendiğinde, özellikle polis bölgesinde 1999
yılından itibaren ciddi bir artış görülmektedir.
181
Tablo 7: Asayiş Suçları Polis Bölgesi 2002-2006
(Kaynak :EGM AKKM)
500000
450000
400000
350000
300000
250000
200000
150000
100000
50000
0
2002
2003
2004
2005
2006
Mala Karşı
155735
178003
195337
289765
463834
Şahsa karşı
140093
143802
158241
197996
321676
Polis verileri şahsa karşı ve mala karşı suçlarda büyük bir artışa işaret
etmektedir. Özellikle 2005 ve 2006 yılları arasındaki artış çok büyüktür. 2002
ve 2006 yılları arasında, mala karşı suçlarda %197 ve şahsa karşı suçlara ise
%129 luk bir artış gözükmektedir.
Suç türlerine göre düzenlenmiş olan tablodan da anlaşılacağı gibi
mala karşı işlenen suçların diğer suçlardan daha fazla olduğu görülmektedir.
Bunun nedeninin ülkenin ekonomik yapısına, endüstrileşmeye ve kırsal
kesimden kente göçe bağlanabilir.
Suçun köy ve küçük kentlere göre büyük kentlerde daha fazla
işlenmekte olduğu herkes tarafından kabul edilmiş bir gerçektir. Đncelemeler
ağır nitelikteki suçların sayısının kentlerin nüfusu arttıkça çoğaldığını
göstermektedir. Şahıslara karşı işlenen suçlar ve cinsel suçlar oranı kırsal
bölgelerde fazladır. Bununla beraber genellikle büyük kentten uzaklaşıldıkça
suçların sayısı azalmaktadır. Büyük kentlerde daha çok mala karşı işlenen
suçlar dikkat çekerken, kırsal kesime doğru gidildikçe suç oranının azalmakta
182
olduğu fakat şahsa karşı işlenen suçlarda belirgin bir artış olduğu
gözlenmektedir.
Kırsal
kesimde
çoğunlukla
ilk
kez
suç
işleyenlere
rastlanmasına rağmen, kentlerde çeşitli suçları defalarca işleyenlerin sayısı
çoğunluktadır. Kırsal kesimde suç işleyenlerin büyük çoğunluğu aynı
bölgelerde doğmuş kişiler olmalarına rağmen, kentlerde suç işleyenlerin
büyük bir bölümü kırsal alanda doğup, sonradan büyük kentlere göç eden
kişilerdir371
Tablo 8:Asayiş Suçları Jandarma Bölgesi 2002-2006
(Kaynak Jandarma Genel Komutanlığı)
120.000
100.000
80.000
60.000
40.000
20.000
0
2002
2003
2004
2005
Mala Karşı
47.341
54.266
53.460
59.000
74.657
Şahsa karşı
90.731
93.291
91.027
98.741
108.983
Jandarma
Bölgesi
suç
istatistikleri
incelendiğinde,
2006
Dönmezer
tarafından belirtilen teoriyi doğrular nitelikte, kırsal alanda şahsa karşı suçlar
kentsel alanda ise mala karşı suçlar yoğunlukla işlenmektedir. Dönem
içerisinde Jandarma Bölgesinde mala karşı suçlarda % 57’lık, şahsa karşı
371
Dönmezer, Kriminoloji, s.172
183
suçlarda ise % 20’lik bir artış olmuştur. Bu Polis Bölgesindeki artışın çok
gerisindedir.
Polis ve Jandarma bölgelerindeki artış karşılaştırıldığında kentlerde
yani polis bölgesinde artışında kırsal alana göre daha hızlı bir artış
gösterdiğini gözlemlenmektedir. Bunun nedeni kentleşme ve iç göç ile yeni
bir sosyal çevreye entegre olmaya çalışan bireylerin bu süreçte yaşadığı
sorunlar ve bu sorunların doğurduğu yansımalardır. Köyde, kırsalda kalan
kişiler bu değişim süreci içine girmediğinden, sosyal kontrolün belirli ölçüde
devam etmesinden dolayı tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bu artış
daha yavaş seyretmektedir372.
1992 Yılında ĐÇLĐ Türkiye'de ekoloji suç ilişkisini belirlemek amacıyla,
25 cezaevinde hükümlü bulunan 2934 kişiye, hükümlünün yaş, cinsiyet,
medeni hal gibi demografik özeliklerin yanında kendisinin ve ailesinin sosyoekonomik durumunu, yaşadığı yerin kültürel özelliklerini, hükümlünün aile ve
arkadaş çevresi ile ilişkilerini, suç işleme nedenini ve şeklini, yaşadığı yerin
ve yakın çevresinin suçluya karşı tutumunu ortaya çıkarmaya yönelik sorular
sormuştur. Bu araştırma neticesinde, aşağıdaki neticelere ulaşmıştır373:
Türkiye'de hızlı sosyal değişmeye rağmen, bazı tür suçların hala kırsal
kesim suçu olduğunu ve kır kent farklılaşmasının da gerek suç türleri,
gerekse suçun sıklığı açısından halen mevcut olduğunu göstermiştir.
Örneklerin %62'sinin adam öldürme suçu işlemiş olması ve bu suçtan
hüküm giyenlerin çoğunun kırsal kesimde yaşayıp suçunu da yaşadığı
yerde işlemesi, adam öldürme suçunun Türkiye'de özellikle kırsal
kesimde önemli bir problem olduğunu göstermektedir. Adam öldürme
yanında kız kaçırma da kırsal kesim suçu olma özelliği taşımaktadır.
Araştırma sonuçları, kırsal kesimde başlık geleneğinin halen devam
ettiğini göstermiştir. Bu da söylerde kız kaçırmanın yoğunluğunu
372
Özcan, a.g.m., s.2
Tülin Günşen-Đçli, Nilüfer Özcan, “Tükiye’de Ekoloji Suç Đlişkisi Üzerine Sosyolojik Bir Çalışma”,
HÜEFD, Cilt 9, Sayı 1-2, Aralık-1992, s.27-52
373
184
büyük ölçüde açıklamaktadır. Buna karşılık, hırsızlık, cinsel suçlar,
gasp ve birden fazla suçluluklar kentlerde daha yoğundur.
Çevrenin suç işlemeyi hoş karşılamamasına ve teşvik etmemesine
rağmen, sosyal yapıda mevcut bazı problemlerin çözümünde, öğrenim
düzeyi düşük olanlarda ve kırsal kesimde yaşayanlarda suç işleme
yolunda gidilmesi ilginçtir.
Çevrenin adam öldürenlere,
hırsızlık yapanlara iyi davranmadığını
belirtenlerin çoğunun köyde yaşaması, köyde sosyal kontrolün ve
baskının daha etkin olmasının sonucudur. Buna karşılık bir kırsal
kesim suçu olan kız kaçırma durumunda çevrenin suçluya hiçbir şey
olmamış gibi davrandığını ifade edenlerin oranı da yüksekliği, gene bu
davranışın kırsal kesimde çok sık görülmesi ve kabul görmesiyle
açıklanabilir.
Araştırma sonuçlarına göre, kan davası hem adam öldürmeye neden
olmakta hem de adam öldürme ve kız kaçırma sonucu kan davası
başlayabilmektedir.
Örnekleri oluşturan suçluların büyük bölümü, yaşadığı yerin yerlisidir.
Bu da suç işlemede yatay hareketliliğinin belirleyici bir faktör
olmadığını göstermektedir. Aksine, uzun süre aynı yerde yaşamak,
özellikle adam öldürme ve kız kaçırma suçlarında sosyal ve kültürel
yapının etkinliğini artırmaktadır.
Ayrıca bir başka ilginç sonuç, hükümlülerin çoğunun suçu yaşadıkları
yerde işlemiş olmalarıdır. Bu durum, göçün suçlulukta etkili bir faktör
olduğu hipotezini kanıtlamamaktadır.
Türkiye'de cana karşı işlenen suçlar en sık kırsal kesimde, mala karşı
suçlar da ili ve ilçelerde işlenmektedir. Cana karşı suçlarda en belirgin
neden, namus uğruna ve kıskançlık, mala karşı suçlarda da maddi
185
sıkıntıdır. Bu sonuçlar cana karşı suçların kırsal kesim suçu olduğu
hakkındaki hipotezini doğrulamaktadır.
ĐÇLĐ’nin yapmış olduğu araştırmada, göç bir suç nedeni olarak ortaya
çıkmamıştır, fakat bu araştırmanın cezaevinde gerçekleştirilmiş olduğu yani
cezası kesinleşen sınırlı sayıda hükümlü ile gerçekleştirilmiş olduğu
unutulmamalıdır.
Türkiye gelişmekte olan bir ülke olarak artan bir suç grafiği
yaşamaktadır. Buna ülkemizde yaşanan ekonomik, toplumsal gelişme ile
kentleşme ve endüstrileşme süreci çerçevesinde yaşanan değişimlerin
kaçınılmaz getirisidir.
Suç bir sosyal uyumsuzluk ve ahenksizlik alametidir. Sosyal
uyumsuzluklar ise statik bir topluma göre dinamik toplumlarda ve dinamik
geçiş süreçlerinde daha fazla ortaya çıkar. Dinamizm sosyal hayatta sosyal
gelişme ile bir aradadır. Bu itibarla hayatı sakin ve statik ölçüler içerisinde
geçen küçük köy çevrelerinde, şüphesiz büyük kentlerin dinamizm içinde
geçen hayatına göre daha az suç işlenir. Köylü çevrelerinde, mevsimlerin
getirdiği değişiklikler ayrı tutulursa, iklim şartları uygun gittikçe, yarın da aşağı
yukarı bugün gibi olacaktır. Gerçekten mesela Amerika’nın dinamik hayatının
başladığı tarihten itibaren, suç bakımından içine girdiği görünüm incelenecek
olursa, suçun bir çeşit gelişmeye işaret ettiği görülecektir. Hiç kuşkusuz
ekonomik gelişme ile suç arasında yakın ilişkiler vardır. Ekonomik yönden
gelişen bir toplumda, suçluluk nitelik ve nicelik bakımından değişecektir374.
Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen bir araştırmada,
suçlarda görülen artışa (personel, araç-gereç eksiklikleri vb. tespitler
alınmamıştır) şu tespitler yapılmaktadır:375
Doğu ve Güneydoğu illerinden metropol illere yönelik sosyoekonomik nedenli göç,
374
375
Dönmezer, Kriminoloji, s.52
Asayiş Olayları Değerlendirmesi, EGM Asayiş Daire Başkanlığı, Ankara, 1997, s.19
186
Çarpık kentleşme ve hızla büyüyen gecekondulaşma,
Kentleşme ve konut politikalarının yetersizliği,
Az gelişmiş yerleşim yerleri ve tam oturmamış alt yapıdan
kaynaklanan olumsuz koşullar,
Aile
geçimsizlikleri
ve
geçim
zorluklarına
bağlı
ruhsal
bunalımlar,
Halkın eğitim ve gelirinin düşük olması,
Kültürel aktivitelerin yeterli düzeyde olmaması,
Spor alanlarına ve faaliyetlerine yeterli önemin verilmemesi,
Ailenin ve toplumun fertler üzerindeki kontrolünün azalması,
Suç işleyen veya suça meyilli çocuklara ailelerin sahip
çıkmaması,
Genç nüfusun alkole ve kahvehanelere yönelmesi,
Alkol ve uyuşturucu madde kullanımı ile talih oyunlarına eğilim,
Yasalar ile vatandaşların namus anlayışlarındaki farklılık,
Kan davalarının devam etmesi,
Ağalık ve aşiret sistemi etkisiyle suçluların kendileri tarafından
cezalandırılmak istenmesi,
Örf-adet gereği suç işleyen veya işleyebileceklerin ihbar
edilmemesi,
Basın ve yayın yoluyla yapılan zararlı reklam ve programlar,
187
Basın-yayın organlarındaki reality show programlarında cinayet
ve yaralama olaylarına yer verilmesi nedeniyle ekonomik ve
sosyal sıkıntı içerisinde olan halkın psikolojik olarak etkilenmesi,
CMUK'da 1992 yılında yapılan değişiklikle, sanık durumundaki
kişilere tanınan yeni haklar, 18 yaş altı suçluların serbest
bırakılması, suçun cezasız kaldığı imajının yaratmış olması,
Yasalardan faydalanarak tahliye olmuş suçluların yeniden suç
işlemesi,
Cezaların caydırıcı olmaması,
Adli makamlarca verilen cezaları yetersiz gören mağdurlar
kendi yöntemleri ile suçluları cezalandırma istekleri,
Polis sorumluluk alanı nüfusundaki artış,
Türkiye’de suç oranlarındaki artışın bir diğer nedeni son yıllarda Türk
toplum yapısında meydana gelen değişimlerdir. Yapılan incelemelerde
ailelerin daha fazla parçalandığı ve bu parçalanmış ailelerin bireylerinin daha
fazla suça karıştığı tespit edilmiştir. Aile yapısındaki dönüşüm, sosyal kontrol
eksikliği 1990’dan bu yana Türkiye’nin gerçeği olarak suça iten nedenler
arasında yerini almıştır.
Suçlardaki artışın bir diğer nedeni ise uygulamada suçlara verilen
cezaların etkisiz kalmasıdır. Caydırıcı niteliğinin birçok suç anlamında
olmamasıdır. Devlet Đstatistik Enstitüsünün 2004 yılı verilerine göre
cezaevinden çıkan hükümlülerin çıkış nedenlerine bakıldığında; koşullu
(şartla) salıvermeden yararlanarak çıkanların oranının %75,7 olduğu
görülmektedir.
Bir diğer nedenin, Avrupa Birliğine uyum süreci çerçevesinde yapılan
yasal değişikliklerin uygulamaya yansıması konusunda karşılaşılan güçlükler
188
olduğu
rahatlıkla
söylenebilir.
Kurumların
zaman
içinde
edindikleri
alışkanlıkları kısa sürede değiştirmesini beklemek çok da gerçekçi değildir.
Tüm bu veriler ve gerçeklere rağmen Türkiye için şunu belirtmek
gerekir ki; Türkiye suç ve suçlu cenneti değildir. Batı Avrupa ülkeleri nüfusları
ile orantılı olarak incelendiğinde Türkiye’ye göre çok daha yüksek suç
oranlarına sahiptir. Örneğin Đngiltere ve Galler’in toplam nüfusu 52
milyon’dur. Đngiltere Đçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan suç istatistiklerine
göre 2005–2006 yıllarını kapsayan 12 aylık dönemde tespit edilen suç
rakamı 5 milyon 556.513’tür. Bu rakamı Türkiye ile mukayese ettiğimizde
nüfus oranının da hesaba katarsanız yaklaşık olarak Türkiye’nin 7 katı daha
fazla suç işlendiği görülmektedir. 5 Şubat’ta Brüksel’de yayınlanan Avrupa
Suç ve Güvenlik Araştırması (EU ICS) sonuçları incelendiğinde de
Türkiye’nin Avrupa ülkeleri içinde en güvenli ülkeler arasında yer aldığını
göstermektedir. Birleşmiş Milletler, Avrupa Komisyonu ve Gallup tarafından
18 ayrı Avrupa ülkesinde 40.000 kişi üzerinde yapılan araştırmaya göre
Avrupalıların üçte biri sokaklarda alkol tüketimi ve şiddet arasındaki neden
sonuç ilişkisinden dolayı sokaklarının güvenli olmadığını ve hırsızlıktan
korktuklarını ifade etmişlerdir. Araştırma sonuçlarına göre Đngiltere, Hollanda,
Danimarka, Đrlanda ve Estonya Avrupa’nın en yüksek suç oranlarına sahip
beş ülkesi oldu. Yapılan araştırma sonucunda 2004 yılında Avrupa’da
insanların ortalama olarak %15’inin bir suçun mağduru olduğunu ortaya
koymaktadır376.
Yukarıdaki verileri ve örnekleri çoğaltmak mümkündür. Belki sonuçta
şu gerçeği yalın bir şekilde kabul etmek zorunda kalacağız: Suç insanlık ile
birlikte var oldu ve olmaya devam edecektir. Ancak suç modern toplumlarda
çok daha yıkıcı hale gelmektedir.
Ülkemizde 1946 yılından itibaren yerleştirilmesine çalışılan yeni siyasal
rejim ve gerçekleşmek yolunu tutan sınaî gelişme, bireyciliği tahrik etmiş ve
sosyal hareketlilik kültür çekişmesi ve rekabet süreçlerini büyük ölçüde
376
Özcan, a.g.m., s.2
189
arttırmıştır. Gerçekten memleketimizde yukarıda sözü edilen süreç büyük
nüfus kitlelerinin hareketliliğini çok arttırmıştır; sınaî, ekonomik ve siyasî
alanlardaki değişiklikler, yüzyıllardan beri bir lokma, bir hırka zihniyeti ile
harekete alışmış köylüleri sadece üreten değil ve fakat ayni zamanda tüketen
kitleler haline getirmiş, tarımsal krediler, tarımın makineleşmesi akımı bu
süreci hızlandırmıştır. Diğer yandan duyulan ihtiyaçları karşılamak çabası,
nüfus kitlelerinin, büyük kentlere hücumunu sonuçlanmış; büyük kentlerin
nüfusu artmış, iskân problemlerinin önemi büsbütün çoğalmıştır. Bu hal kültür
çekişmeleri de doğurmaktadır. Esasen geçen yıllar memleketimizde siyasî
kanatlarda ve uygulamada derin değişiklikler yapmış, eski değerler yıkılmış,
hiç olmazsa bunlardan geniş ölçüde şüphe edilmeğe başlanılmıştır. Bütün
bunların belirttiği anlam bir kültür değişmesidir. Kültür değişmesi ise, eski ve
yeni kültür arasında çekişme demektir. Đhtilâf ister bir insanın kendisinde,
ruhunda, ister diğer insanlarla olan ilişkilerinde gerçekleşmiş olsun suç
doğurucu bir süreçtir377.
Kente göç edenler kısa sürede kente intibak edememekte ve kentte
problemli cemaatler ve gruplar ortaya çıkmaktadır. Kentte kalış süresi
uzadıkça intibak mümkün olabilmekte, ancak bu uzun zaman aldığı için
kentlerimizde problemler yoğunlaşmaktadır. Bu süreçte kentlerimizde ruh
hastalıkları artmakta, özellikle stress ve nevroz sık rastlanılan hastalıklar
olarak ortaya çıkmaktadır. Yine aynı şekilde toplumumuzda anomi ve
yabancılaşmanın da yaygınlaştığı, toplumsal kuralların gücünü kaybettiği ve
kentlerimizde fuhuş, alkol ve uyuşturucu alışkanlığı ile suçluluk gibi "normal
olmayan davranışlar"a rastlanılmaktadır. Davranış bozukluklarının tek sebebi
kentleşme olayı olmamakla birlikte, bunda kentleşme olayının büyük etkisi
olduğu görülmektedir Yalnız hemen şunu belirtmek gerekir ki, ülkemizde
kente intibaksızlık yoğun olmasına rağmen intibak problemleri diğer gelişmiş
ve gelişmekte olan ülkelerdeki kadar kapsamlı ve toplumsal meseleleri
"patlamalar"a
dönüştürecek
kadar
yoğun
olmamaktadır.
Türkiye'deki
geleneksel kültürler ile aile yapısı ve kentleşme sürecinde ortaya çıkan
377
Dönmezer, Kriminoloji, s.66-67
190
gecekondu
ve
benzeri
tampon
mekanizmalar
bunalımların
şiddetini
378
hafifletmektedir.
Gecekondu, konut olmasının yanı sıra, kente göçenler için, kırsal
özellikleri ve kırla ilişkileri yitirmeden yaşama ortamıdır.379 Bu bağlamda
hemşericilik gibi akrabamsı ilişkiler geleneksel enformel cemaat ilişkilerinden
kent ortamındaki zorunlu birincil formel ilişkilere yumuşak geçişi sağlayan bir
tampon mekanizma olarak ortaya çıkmaktadır.380
Gecekonduda yaşayanları toplum düzenine karşı tavır almaktan
alıkoyan bir unsur da, köyden göç edenlerin tercihen aynı yöreden gelen
kişilerle oluşturdukları cemaat-odaklı yaşantılarıdır. Kentte oluşturulan cemaat
yaşantısı, kent kuramlarının öngördüğü kuralsızlık, değer karmaşası, yalnızlık,
yabancılaşma gibi olguların bu insanların yaşantısında oluşmasını büyük
ölçüde engellemiştir. Bu durum, günlük yaşamlarında birbirleriyle sıkı bir ilişki
içinde olan gecekondu insanlarının alıştıkları davranış ve değerler sistemini
büyük
ölçüde
yeniden
kurabilmelerine
olanak
vermiştir.
Gecekondu
mahallelerinde hakim olan ve komşular tarafından uygulanan sıkı toplumsal
denetim, bir taraftan dayanışma, birliktelik, yalnızlık çekmeme anlamına
gelirken, bir taraftan da baskı, engelleme, dedikodu anlamına gelmektedir.381
378
Görmez, Şehir ve Đnsan, s.102
Kartal, Ekonomik ve Sosyal Yönleriyle Türkiye’de Kentlileşme, s.253
380
Adnan Tekşen, Kentleşme Sürecinde Bir Tampon Mekanizma Olarak Hemşehricilik Ankara’daki
Malatyalılar Örneği, DPT Yayın No 2669, Ankara,2003, s.57
381
Tahire Erman, “Kent Yoksulu ve Şiddet: Gecekondu Bağlamında Eleştirel Bir Yaklaşım, Editör, Yasemin
Özdek, Yoksulluk, Şiddet ve Đnsan Hakları, TODAĐE Yayınları, Ankara, 2002, s.197
379
191
3.2 TÜRKĐYE’DE ÇOCUK SUÇLULUĞUNUN DURUMU
3.2.1 Türkiye’de Çocuk Suçluluğunun Tarihsel Gelişimi
Türkiye’de suçlu çocuklar konusunda 1927’de Đzmir Hapishanesi ile
sınırlı da olsa bir anket uygulayan ve bu alanda kuramsal ve karşılaştırmalı
bilgiler veren Rıdvan NAFĐZ’in bu yayını ülkemizde muhtemelen ilk
araştırmadır. Bu araştırmada yazar ülkemizdeki çocuk suçluluğu problemine
dikkat çekmekte, bu konuda alınması gereken önlemleri sıralamakta ve
çocuk mahkemeleri kurulması gerekliliğini vurgulamaktadır382.
Ülkemizde bugüne kadar yapılan diğer araştırmalara göz atıldığında
1937 yılında Hilmi Malik, 1942 yılında Hadi Tan, 1942 yılında Đstanbul
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku öğrencileri, 1940’da Tezer
Taşkıran, Samet Ağaoğlu, 1947 yılında Đstanbul Üniversitesi Kriminoloji
Enstitüsü, 1962 de Dr. Saran’ın suçlu çocuklar
ile ilgili olarak yaptıklara
araştırma sonuçları itibariyle şahsa karşı işlenen suçların mala karşı işlenen
suçlara göre fazla olduğu,
Enstitünce
tutulan
383
ancak son zamanlarda Devlet Đstatistik
istatistiklerde
mala
karşı
(hırsızlık,
yankesicilik
dolandırıcılık vs.) işlenen suçların diğer suçların önüne geçtiği görülmektedir.
Yaşar Kemal’in 1962 Aralık ayında yayınladığı “Anadolu Çocuğu”
başlıklı bir yazısı var. Diyor ki “Çocuklar, Anadolu’daki çocuklar köy çocukları.
Büyükler gibi adam da öldürürüler. Kızıp dövüşüp çocuk arkadaşlarını
öldürdükleri de vardır. Vardır ama iş bu değildir. Çocuklar büyük insan
382
Yahya Akyüz, “Çocuk Suçluluğu Konusunda Türk Eğitim Tarihinde Đlk Önemli Araştırma”, I.Ulusal
Çocuk ve Suç Nedenler ve Önleme Çalışmaları Sempozyumu 29-31 Mart 2001 Ankara Üniversitesi,
s.35-45
383
Yavuzer, a.,g.,e., s. 55
192
öldürürler, çoğunlukla. Bu yerleşmekte bir gelenek olmaktadır. Köylü bilir ki
reşit olmamış çocuğu cezası azdır.”384
3.2.2 Türkiye’de Çocuk Suçluluğunun Mevcut Durumu
Ülkemizin dünyadaki konumuna, dünyanın ve toplumumuzun gelişme
dinamiğine
etkilendiği
bakıldığında,
açıktır.
Türkiye'nin
Ülkemizin
çağdaş
azgelişmişlik
değişmelerden
çemberini
kırma
derinden
yolunda
sanayileşmeye, kalkınmaya çalıştığı, sahip olduğu doğal ve toplumsal
potansiyelle daha ileriye doğru hızlı bir değişme yaşadığı tartışılmaz. Bu
değişime damgasını vuran temel sosyo-ekonomik olay, hızlı bir sanayileşme
ve
kentleşmedir.
toplumundan,
Başka
çağdaş
bir
deyişle,
(modern)
bir
Türkiye
sanayi
geleneksel
toplumuna
bir
tarım
doğru
evrim
geçirmekte, toplumumuz bir geçiş döneminin tüm sarsıntılarını yaşamaktadır.
Bu toplumsal değişme tüm olumlu ve olumsuz sonuçlarıyla yaşanırken,
suçluluk oranlarında görülen artış, çocuk suçluluğuna da koşut olarak
yansımaktadır.385
DĐE 2000 yılı nüfus istatistiklerine göre Türkiye nüfusunun yarısı 24.8
yaşından gençtir. Đllere göre yaş yapısı incelendiğinde, medyan yaşın batı
bölgesinden doğu bölgesine doğru gençleştiği görülmektedir. Doğu ve
Güneydoğu Anadolu bölgelerinde genç nüfusun yaşlı nüfustan daha fazla
olduğu, buna karşılık özellikle Marmara ve Karadeniz bölgesinin batısındaki
nüfusun diğer bölgelere göre daha yaşlı olduğu görülmektedir.
Islahevine giren çocuk hükümlülerin 1995-2004 yılları arasındaki
değişimine bakıldığında; 1998 yılından sonra
384
hükümlü çocuk sayısında
Talat Halman, “Suçlu Olan Biziz. Çocuk Cumhuriyeti ve 10 Düş”, I.Ulusal Çocuk ve Suç Nedenler ve
Önleme Çalışmaları Sempozyumu 29-31 Mart 2001 Ankara Üniversitesi, s.29
385
Yavuzer, a.,g.,e., s. 53
193
düşme görülmektedir. Çocuk ceza ve ıslahevlerine giren 334 çocuk
hükümlüden, 45'i adam öldürme, %13,5; 51'i hırsızlık, %15,3; 30'u ırza
geçme, %9,0; 27'si fiili livata, %8,1; 7'si yaralama, %2,1; 134'ü gasp, %40,1;
40'ı bunların dışında kalan diğer suçları, %12,0 işlemişlerdir. Fakat çocuk
hükümlülerin sayısındaki düşüş, çocuk suçluluğundaki azalışa işaret
etmemektedir. Suç sayısındaki artış sonucu
yargı sistemindeki tıkanıklık
nedeniyle davaların çok geç neticelenmesi, şartla salıverme
sistemi ile
uygulanan dolaylı af uygulamasının hükümlü sayısındaki düşüşün asıl nedeni
olduğunu düşünüyorum
Örneğin 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunun 19’uncu maddesinde
“Kamu davasının açılmasının ertelenmesi” ve 23’üncü maddesinde “Hükmün
açıklanmasının
geri
bırakılması”
müessesesi
düzenlemeler hükümlülük oranlarını düşürecektir.
düzenlenmiştir.
Bu
194
Tablo 10: Hakkında Đşlem Yapılan Çocuk Şüpheliler Polis Bölgesi 2000-2006
(Kaynak EGM AKKM)
500000
450000
400000
350000
300000
250000
200000
150000
100000
50000
0
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
18 Yaş ve Altı
39677
41746
45492
46345
49481
53433
62865
19 Yaş ve Üstü
246294
256918
262832
267317
282524
311789
469820
Konuyu çocuk suçluluğu bakımından ele alırsak; Polis bölgesinde
2000 ila 2006 yılları arasında yetişkin suçluluğunda, % 90’lık bir artış olurken,
aynı periyotta Polis bölgesinde görülen çocuk suçluluğunda % 60’lık bir artış
görülmüştür. Polis bölgesi için yetişkinlerin suç oranlarında görülen artış,
çocuk suçluluğu oranından çok fazladır.
195
Tablo 11: Jandarma Bölgesi Hakkında Đşlem Yapılan Çocuklar 2002-2006
(Kaynak: Jandarma Genel Komutanlığı)
200.000
175.000
150.000
125.000
100.000
75.000
50.000
25.000
0
18 Yaş ve Altı
19 Yaş ve Üstü
2002
2003
2004
2005
2006
2.686
3.424
4.875
6.648
9.520
183.348
188.559
186.582
187.232
205.749
Çocuk suçluluğunu Jandarma Bölgesinde için ele alırsak, 2002 ile
2006 yılları arasında Jandarma Bölgesi çocuk suçluluğunda % 254’lük bir
artış olurken, yetişkin suçluluğunda sadece % 12’lik bir artış olması dikkate
değer ve izahı zor bir gelişmedir.
DĐE 2004 yılı verilerine göre çocuk
hükümlü
çocukların
%97,9'unu
ceza
erkekler,
ve ıslahevlerine giren
%2,1'ini
kadınlar
oluşturmaktadır. Türkiye’de çocuklar tarafından diğer suçlara göre en çok
işlenen suçun mala karşı işlenen suçlar olduğu görülmüştür.
DĐE’nin 2005 yılı 27 Đl Güvenlik Birimlerine Gelen Veya Getirilen
Çocuklar386 yayınına göre; suç isnadı- şüpheli, terk, buluntu, kayıp, mağdur
ve sokakta çalışan, madde bağımlısı, dilenci ve diğer başlıklar altında kolluk
birimlerine getirilen çocukları sayısında da ciddi bir artış vardır. Bu artış
özellikle Polisin sorumlu olduğu kentsel alanlarda dikkat çekici boyutlardadır.
386
Anket formu, 27 ilin (Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Elazığ, Erzurum,
Gaziantep, Isparta, Mersin, Đstanbul, Đzmir, Kars, Kayseri, Kocaeli, Konya, Malatya, Manisa, Muğla, Sakarya,
Tekirdağ, Samsun, Trabzon, Ş.Urfa, Zonguldak) tüm ilçelerinde, Jandarma Genel Komutanlığı'na ve Emniyet
Genel Müdürlüğü'ne bağlı güvenlik birimlerinde uygulanmaktadır.
196
Tablo 12:Çeşitli Nedenlerle Kolluğa Gelen Getirilen Çocuklar- 27 Đl
(Kaynak DĐE)
70000
60000
50000
40000
30000
20000
10000
0
2001
2002
2003
2004
2005
Polis
37202
48677
56551
65137
66387
Jandarma
2245
3387
4208
5783
8947
Suç isnadı /şüpheli başlıkları altında, kolluk birimlerine getirilen
çocukların sayısı kent ve kır merkezlerine göre şu şekildedir.
50000
Tablo 13: Suç isnadı/Şüpheli Olarak Kolluğa Getirilen
Çocuklar 27 Đl
(Kaynak DĐE)
40000
30000
20000
10000
0
2001
2002
2003
2004
2005
Polis
26482
32098
36467
43186
41742
Jandarma
1730
2388
2234
2806
3405
Görüldüğü gibi suçlar, suçlar nedeniyle oluşan çocuk mağduriyetinde
ve çocukların evden kaçmasına ilişkin verilerde hem kentsel alanlar da hem
de kırsal bölgelerde artışla beraber, ağırlığın kentsel alanlarda olduğu açıktır.
197
Tablo 14: Mağdur Olarak Kolluk Birimlerine
Gelen veya Getirilen Çocuklar 27 Đl
(Kaynak DĐE)
14000
12000
10000
8000
6000
4000
2000
0
2001
2002
2003
2004
2005
Polis
6495
9265
8563
11222
12407
Jandarma
323
708
1395
2291
4416
Tablo 15: Evden Kaçan Çocuklar 27 Đl
(Kaynak DĐE)
3000
2500
2000
1500
1000
500
0
2001
2002
2003
2004
2005
Polis
888
1741
2501
2463
2605
Jandarma
53
83
82
123
124
Evden kaçma nedeniyle kolluk birimlerine getirilen çocuklara ilişkin
veriler incelendiğinde, kentsel alanlarda 2003 yılına kadar büyük bir ivme ile
arttığı, 2003 yılından sonra ise yatay bir seyir izlediği görülecektir.
198
3.2.3 Türkiye’de En Çok Đşlenen Çocuk Suçu Türleri
1937 yılında Hilmi A. Malik, çeşitli kentlerdeki 732 suçlu çocuk
üzerinde yaptığı çalışmada; bu çocukların işlediği suçların % 46'sının şahsa
karşı, °A 20'sinin cinsel, % 30'unun mala kar şı, % 3'ününde farklı suçlar
olduğunu tespit etmiştir.
Aynı yıllarda Hadi Tan, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevfik Evleri Genel
Müdürlüğünde 395 suçlu çocuğa ait dosya üzerinde incelemelerde bulunmuş
ve bu çocukların % 38'inin şahsa karşı, % 16'sının mala karşı, % 26'sının
cinsel. % 21'inin de diğer suçları işlediğini tespit etmiştir.
1940'da Tezer Taşkıran ve Samet Ağaoğlu tarafından Ankara Çocuk
Islahevinde bir çalışma yapılmış ve buradaki 86 çocuktan, 60'ının şahsa
karşı, 24'ünün cinsel türde ve 2'sinin de mala karşı suç işlediklerini
anlamıştır.
1942'de Đ.Ü. Hukuk Fakültesi öğrencileri Đstanbul ve Üsküdar
Cezaevlerinde bulunan 21 yaşından küçük 124 suçlu çocuk üzerinde
yaptıkları incelemede en çok işlenen suçların, şahsa karşı, mala karşı ve
cinsel olduğu ortaya çıkmıştır.
1947 yılında çok geniş bir araştırma yapılmış. Đ.Ü. Kriminoloji
Enstitüsü, bütün Islahevi ve cezaevlerinde bulunan 974 çocuk üzerinde
inceleme yapmış ve suçlu çocukların % 64'ünün şahsa karşı, % 22'sinin
cinsel, % 19'unun mala karşı, % 12'sinin de diğer suçlardan işlediklerini tesbit
etmişlerdir.
Dr. Gölcüklü, 1938-1970 yılları arasında Ankara islahevine gelen 2946
çocuk hükümlünün % 42'sinin şahsa karşı, % 37'sinin cinsel, % 19'unun mala
karşı, % 2'sinin diğer suçları işlediğini tesbit etmiştir.
199
1986 yılında Dr. Saran Đstanbul'da polisle ilgili olan 18 yaşından küçük
çocukların sosyokültürel özelliklerini incelemiş ve organize suç kavramının
ülkemize yerleşmediğini görmüştür. Dr. Saran "Kaçakçılık, hırsızlık, cinsel
suçlar ve şiddet suçları sosyo-kültürel ve psikolojik faktörler sonucu gibi görülmekte, yalnız yankesicilik öğretilmektedir" hükmüne varmıştır.
Devlet Đstatistik Enstitüsü 1972 yılında "Kadın ve Çocuk Hükümlüler
Anketi yayınlamıştır. Bu anketle 1181 hükümlü çocuktan % 37.5'unun şahsa
karşı,
%32.3'ünün
cinsel,
%26.9'unun
mala
karşı
suç
işledikleri
anlaşılmıştır387.
YAVUZER tarafından 1972-1977 yılları arasında Ankara, Đzmir ve
Elazığ ıslah ve cezaevlerinde, 15-18 yaşlarında en az ilkokul mezunu 214
hükümlü genç üzerinde “suçlu çocuklarda zeka, kişilik ve yakın çevre
özellikleri”ni ele alan bir araştırmada; suçlu deneklerden %44,8’inin cinsel
suçtan, %37,4 ünün şahsa karşı ve %17,8’inin de mala karşı suçtan hüküm
giydiği görülmüştür.
DĐE’nin 2004 yılı Adalet Đstatistiklerin bakıldığında, çocuk ceza ve
ıslahevlerine giren 334 çocuk hükümlüden, 45'i adam öldürme, %13,5; 51'i
hırsızlık, %15,3; 30'u ırza geçme, %9,0; 27'si fiili livata, %8,1; 7'si yaralama,
%2,1; 134'ü gasp, %40,1; 40'ı bunların dışında kalan diğer suçları, %12,0
işlemişlerdir.
Daha önce ülkemizde çocuk suçluluğu ile ilgili yapılan çalışmalar
bölümünde
1940
ve
1970
yılları
arasında
yapılan
istatistiği
değerlendirmelerle karşılaştırıldığında şu neticelere varılmaktadır. 1940'lı
yıllarda yapılan anketlerde şahsa karşı işlenen suçlar bilhassa adam öldürme
suçlan önceliği alırken, bu suçlarda 1990'lara doğru hızla azalma görülmüş
ve bunun yerini hırsızlık suçu almıştır. Hırsızlık suçları 1979-1987 döneminde
%14,2 artarken, adam öldürme suçları %17,7 azalmıştır. Aynı şekilde cinsel
suçlarda bu dönemde %25,47 azalmıştır. -Đngiltere’de ve diğer gelişmiş
387
Yavuzer, a.,g.,e., s. 56-57
200
ülkelerde olduğu gibi çocuk suçluluğu denildiğinde akla hırsızlık gelmektedir.
Gerçekten de 1965 yılı Đngiliz suçlu çocuk istatistiklerindeki hırsızlık ve
soygun oranının %79 olması ve 1954’e kadar olan dönemde %90’ı bulması
bunun en açık seçik kanıtıdır. Polis kayıtları ve tutuklamaya ilişkin veriler
dikkate alındığında ülkemizde de en çok işlenen çocuk suçu türünün hırsızlık
olduğu rahatlıkla söylenebilir.388
Devlet Đstatistik Enstitüsünce hazırlanan
2005 yılı 27 Đl Güvenlik
Birimlerine Gelen veya Getirilen Çocuklar yayınına göre; seçilmiş suç türüne
göre güvenlik birimlerine getirilen çocuklar ve isnad edilen suçlara ilişki veriler
aşağıda verilmiştir. Bu veriler de YAVUZER’in tespitini doğrulamaktadır.
Tablo 16: 27 Đl Bazı Suç Türlerine Göre Hakkında
Đşlem Yapılan Çocuklar Ülke Geneli (Kaynak DĐE)
14000
11791
12701
12000
10000
8000
6000
4000
2000
271
485
600
715
2
3
4
942
1056
5
6
1480
1652
1913
2070
2469
7
8
9
10
11
0
1
1
Adam Öldürmek
8
Trafik Suçları
2
Irza Geçmek ve Sarkıntılık
9
Gasp
3
Đntihara Teşebbüs
10
Oto Hırsızlığı
4
Kız Kadın ve Erkek Kaçırmak
11
Yan Kesicilik
5
6136 Sayılı Kanuna Muhalefet
12
Hırsızlık
6
Izrar
13
Yaralama, darp
7
Otodan Hırsızlık
388
Yavuzer, a.,g.,e., s. 57
12
13
201
Hırsızlık suçlarında çocuklara, yaş küçüklüğü veya çalınan malın
değerinin düşük olması nedeniyle uygulanan indirimler veya cezaların tecili
gibi nedenlerle; ıslah ve ceza evlerinde yapılan araştırmalarda şahsa karşı
suç işleyen çocukların sayısının fazla çıkması doğal karşılanmalıdır.
2005 yılı 27 Đl Güvenlik Birimlerine Gelen Veya Getirilen Çocuklar
yayınına göre, suç isnat edilen çocukların %7,1 kırsal alanda, 92,9’u ise
kentsel bölgelerde ikamet etmektedir. Görüldüğü gibi, çocuk suçluluğunun da
bir kent suçu olduğu ve hırsızlık suçlarının ise ağırlıkla işlenen suç olduğu
rahatlıkla söylenebilir.
Çocuk suç türlerinden mala karşı işlenen suçların en önemli
özelliklerinden
biri,
bu
suç
türünün
kalabalık
nüfuslu
büyük
kent
merkezlerinde daha fazla işlenmesidir. Paris kentinde yapılan incelemelerde
olduğu gibi, Đstanbul kentinde de çocuk suçluluğunun başında, hırsızlığın
geldiği tespit edilmiştir. Ülkemizde yapılan diğer araştırmalarda ise, mala
karşı suç işleyen çocukların bu suçları gerçekleştirmek üzere, Đstanbul,
Ankara, Đzmir ve Adana gibi büyük kentlerin pazaryerlerini ve miting alanlarını
seçtikleri saptanmıştır.389
Faustini, Renato Breda ile birlikte Đtalya’da yaptığı araştırmasında, son
yıllarda çocuklar tarafından işlenen suç türlerinin değiştiğini, ağır suçlarda
azalma, hafif suçlardaysa artma olduğunu saptamışlardır. Toplumun gelenek
ve göreneklerine karşı direncin giderek arttığı, büyük kentlerde, küçük
yaşlardaki kız ve erkek çocuklarda cinsel suç oranının yüksekliği göze
çarpmaktadır. Adli kayıtlara göre, çocuklar tarafından yapılan soygunlar ve
hırsızlıklarda, özellikle grup halinde yapılan soygunlarda belli bir artış
olmaktadır.390
389
390
Yavuzer, a.,g.,e., s. 69
Yavuzer, a.,g.,e., s. 212
202
3.2.4 Türkiye’de Kentleşme, Göç ve Çocuk Suçluluğu
Çocuk suçluluğunu Türkiye açısından değerlendirirsek: Geleneksel
tarım toplumundan çağdaş sanayi toplumuna geçiş sürecini, kendi tarihsel ve
yapısal koşullarıyla yaşamakta olan ülkemizde ve genç bir nüfusa sahip
toplumumuzda özellikle kırsal alanlardan kentlere ve yurt dışına göç olayı,
genç kuşaklar için suç potansiyelini de beraberinde getirmektedir. Bir yandan
sanayileşme ve tarımın makineleşmesi, bir yandan kırsal bölgelerdeki nüfus
patlaması, özellikle 1950'lerden bu yana kırsal bölgelerden kentlere hızlı bir
göçe yol açarken. Bu dengesiz kentleşmenin doğurduğu konut yetersizliği ve
gecekondu sorunu da konumuzla ilgili olarak ön plana çıkıyor. Kente göç
eden nüfusun içinde 15–24 yaş grubu egemendir. Doğal olarak kadınlardan
çok erkekler göç etmektedirler. Bu noktada konumuz açısından dikkat çekici
bir olgu şudur: En çok göç eden grubun büyük bölümünün henüz reşit
olmamış gençlerden oluştuğu gözönüne alınırsa, kent ortamında yaşam
kavgası verirken ne türlü tehlikelerle, güçlüklerle karşı karşıya bulunduklarını
tahmin etmek güç değildir. Koşulların onları kolayca suçluluğun kucağına
iteceğini söylemekse, kehanet olmayacaktır.391
Đzmir'de yapılan bir çalışmada kent haritasından yararlanarak,
sosyoekonomik yönden benzer semtleri mümkün olduğunca bir araya
getirerek büyükşehir belediyesi içindeki semtler sınıflandırılmıştır. Bu
çalışmalarda sosyoekonomik düzeyin düşük, kırsal kesimden göçlerin ve
gecekondulaşmanın yoğun olduğu kent bölgelerinde suç oranlarının kentin
diğer
bölgelerine
göre
yüksek
olduğu
belirlenmiştir.
Yapılan
başka
çalışmalarda da benzer sonuçlar bulunmuştur. Bu çocuklar kendi oturdukları
semtlerin yanı sıra, kentin sosyoekonomik yönden gelişmiş semtlerine ya da
garaj çevresine gelerek burada da suç işlemektedirler.392
391
392
Yavuzer, a.,g.,e., s. 215
Hancı, “Çocuk Suçluluğuna Yol Açan Sosyal Bir Yara Đç Göçler ve Çarpık Kentleşme”, s. 24-28
203
1988–1990 yılları arasında Đzmir Çocuk Mahkemesi’nde haklarında
inceleme raporu düzenlenen veya gözetim altına alınan 11–15 yaş grubunda
151 çocuk üzerinde yapılan araştırmada;
99 olgunun % 65,56 sı sosyo-ekonomik yönden geri kalmış ve
gecekondulaşmanın
yoğun
olduğu
bölgelerde
oturduğu.,
çocukların % 30.46’sı gecekondu da, % 41,05’müstakil evde, %
21,85’ i apartman dairesinde oturduğu görülmektedir.
89 olgunun ailesi %58,94’ü göç olayını yaşamıştır. Bunların %
87, 64’ü ekonomik, % 6, 74’ü sosyo-kültürel, % 3,377si tayin, %
1,12’si öğrenim nedeniyle göç olayını gerçekleştirmişlerdir.393
Diyarbakır’da yapılan bir araştırmanın bulgularına baktığımızda, suç
işleyen çocukların %90’ının ailelerinin son on yıl içerisinde Diyarbakır’a göç
etmiş oldukları görülmektedir. Formel ve enformel sektörün yeterince
gelişmediği Diyarbakır gibi kentlere özellikle zorunlu göç sonucu yerleşen
aileler, büyük oranda iş piyasası dışında kalmış ve kırsal kesimdeki ekonomik
durumlarına göre daha da yoksullaşmışlardır. Bu ailelerdeki ortalama çocuk
sayısının da yüksek olması nedeniyle aileler çocuklarının sokakta çalışmasını
teşvik eder duruma gelmiş buna bağlı olarak da çocuklar aile ilişkilerini
sağlıksız olarak algılamaya başlamışlardır394.
Gecekondunun çekirdek ailesi kentin modern çekirdek ailesinden
farklı bir kültür yapısına sahiptir. Gecekondu ailesi henüz kopup geldiği yurt
yöresinin
geleneksel
değerlerine
bağlıdır.
Kent
değerlerine
kısmen
özenmekte kısmense yadırgamaktadır. Kentin insan yaşamını kolaylaştıran
konforu çekicidir. Ancak kentteki gelenek görenekler, kırsal kesimin daha çok
dinsel inançların yönlendirdiği örf ve adetlerine, namus ve ahlak anlayışına
uymamaktadır. Erkek otoritesini yitirmekten korkmakta, kadınlar ve çocuklar
393
Đ. Hamit Hancı ve Beyhan Ege, “Đzmir’de Suç Đşleyen Çocukların Sosyolojik Özellikleri”, Adli Tıp Dergisi,
Cilt IX, No. 1-4, s. 5-6
394
Rüstem Erkan, Mahzar Bağlı: Göç ve Yoksulluk Alanlarında Kentle Bütünleşme Eğilimi: Diyarbakır
Örneği”, HÜEFD, Cilt 22, Sayı 1, 2005, s.124
204
ise daha özgür ve bağımsız olmayı istemektedirler. Bu kültür çatışması en
çok genç kuşaklan etkilemekte ve onları suçlu davranışa itebilmektedir395.
Kentleşme ve göç olgularından kaynaklanan sosyal farklılıkarın suçlu
davranışa kucak açtığı ve özellikle kentte organize olmuş suç gruplarının
kırsal kesimden yeni göç etmiş insanların gruba aidiyet arzularını kullanarak
onları suça teşvik ettiği gerçeği özellikle terör suçlarında kendisini
göstermiştir.
"Bilindiği gibi insanlar kendilerine kucak açan, değer veren ve
onlara bir kişilik veren oluşumlara meylederler. Bu dinsel bir grup,
siyasal bir parti ya da bir terör örgütü olabilir. Varoşlarda yaşayan
insanlarımız,
mensup
oldukları
grubun
en
ateşli
savunucusu,
sahiplenicisi olurlar. Çünkü kendilerini her yerde ezilmiş, horlanmış,
yok sayılmış ve dışlanmış hisseden kitleler bu oluşumlar içinde insan
yerine konmanın, birey olarak özümsenmesinin etkisi altına girerler. Bu
yüzden daha çok duygusal ve daha az kontrollüdürler. Bu nedenle
gecekondularda yaşayan insanlarımızın içine düştüğü boşluğu, dini
istismar eden gruplar ve terör örgütleri en iyi şekilde doldurmuş
bulunmaktadırlar396.
Sosyo-ekonomik
varsayımlardan
hareket
eden
araştırmacılar,
sanayileşme, kentleşme gibi hızlı değişim süreçlerinin, ekonomik bunalımlar,
işsizlik, göçler ve savaşlar gibi toplumsal sarsıntı dönemlerinin suçluluğun
artışına yol açtığını da ileri sürmektedirler397.
Batı ülkeleri geniş ölçüde kentleşirken ortaya çıkan bu olguların,
Türkiye’nin
kentleşmesi
ve
sanayileşmesi
sürecinde
aynı
yoğunlukta
gözükmemektedir. Sanayi toplumundaki çok geniş bir bölümü, kentlerde
heterojen bir nüfus kitlesinin yığılmasına neden olur; neticede kentlerde kültür
yönünden aykırılıklar bir araya gelir ve bundan kültür ihtilafları doğar. Heterojen
nüfus, yeni normlarla karşı karşıya kalmış insan grupları demektir. Bunun
395
Yavuzer, a.,g.,e., s. 215
Necati Alkan, Gençlik ve Terörizm, EGM Basımevi Ankara, 2002, s.45
397
Yavuzer, a.,g.,e., s. 210
396
205
sonucu elbette, normlardan sapma ve normlar üzerinde uyuşmazlıktır. Elbette
ki normlar üzerinde ortaya çıkan uyuşmazlık ve sapmalar toplumun bütünleşme
derecesini düşürecektir ve suç normlardan sapmanın ve suçluluğun
çoğalmasının ana sebeplerinden birisini ortaya koyacaktır. Türkiye’deki iç
hareketlilik, ülkedeki çok yüksek nüfus artışına bağlıdır. Bu nüfus artış oranı
sürdükçe, hareketliliğin de yüksek oranda devam edeceği hususunda şüphe
yoktur. Amerika’da 20. yüzyılın başlarında kırsal bölgelerden kentlere doğru,
bugün bizde olduğu gibi, geniş bir iç göç tespit edilmişti. Tarımda makineleşme
sonucu belirli bir uzmanlığa sahip olmayan, yeteri derecede eğitim görmemiş
kişiler kentlere hücum ederek hizmet sektöründe iş bulmaya çalışıyorlar ve
bunun neticesi olarak da yüksek bir suçluluk oranı ortaya çıkıyordu. Ancak
zaman içinde bu nüfusun büyük bir bölümü kentli haline gelmiştir; bu sebeple
bugün kentten kente hareketlilik söz konusudur ve kentleşmenin suç etkisi
üzerinde durulmamaktadır. Türk toplumu bu bakımdan Amerika’nın 20. yüzyıl
başındaki dönemine çok benzer bir durum içindedir.398
398
Dönmezer, Kriminoloji, s.195-196
206
3.3.
ANKARA’NIN
ÇOCUK
SUÇLULUĞU
BAKIMINDAN
DEĞERLENDĐRĐLMESĐ
3.3.1 Ankara Đlinin Genel Özellikleri
Ankara, başkentlik fonksiyonu ile, milyonu aşan nüfusu ve son 50 yıldaki şaşırtıcı gelişme hızı ile ülke kentleri arasında tamamen özel bir yere
sahiptir.
Milâttan önce 8. yüzyılda Frigya Kralı Kordios tarafından kurulduğu
bilinen Ankara, tarih boyunca birçok kez el değiştirmiş ve türlü yönetimlerin
malı olmuştur. Bunlar arasında, Galatlar, Romalılar Araplar, Bizanslılar
vardır. Kentin Osmanlılar eline geçişi, Đstanbul'un fethinden bir yüzyıl kadar
öncedir. Türkiye Cumhuriyeti, Ankara'yı, Osmanlı Đmparatorluğundan 20 bin
nüfuslu bir Orta Anadolu kasabası olarak devraldı ve yarım yüzyıldan kısa bir
sürede, milyonluk başkentler arasına soktu. Ankara, yurt ölçüsünde dengeli
nüfus dağılışını gerçekleştirmede başvurulan büyüme merkezleri ya da
büyüme kutupları tekniğinin nispeten başarılı bir örneği oldu. Devlet
merkezinin, 1923 yılında Đstanbul'dan Ankara'ya taşınması kentin iktisadî ve
sosyal yapısında önemli değişmelerin başlangıcıdır.399 Oysa, Kurtuluş
Savaşı'ndan önce Ankara'yı başkent olmaya ve böyle özel bir önem
kazanmaya aday kılan belirtiler görülmemektedir. Zaten, tamamen gayriresmî
şekilde de olsa, stratejik nedenlerle başkentliğin Đstanbul'dan nakledilmesi
399
Ruşen Keleş, Eski Ankara’da Bir Şehir Tipolojisi, Ankara, 1971, s.1
207
düşünüldüğünde örneğin Kayseri, Halep söz konusu olmuş fakat Ankara'nın
adı geçmemiştir.400
Muhtelif tarihlerde, kentin 30-50 bin arasında değişen bir nüfusa sahip
olduğuna dair kayıtlara rastlanmaktadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında, kent
nüfusu 22 bine kadar düşmüştür. 1923 yılında başkent olan Ankara, bu
tarihten sonra hızla büyüyecek, nüfusu 1935'de 122.720'ye, 1950'de ise
228.530'a ulaşacaktır. 1980 yılında 1.877.775 olan kent nüfusu, bugün 4
Milyona yaklaşmış bulunmaktadır. Ankara’daki nüfus artışı, 1975 yılından
sonra Türkiye ortalamasının altına düşmüş olmakla birlikte, kent göç almaya
devam etmektedir. Ankara bir sanayi kenti olmayıp, göç alan bir merkez
konumuna gelişi, büyük ölçüde, başkent oluşuyla ilişkilendirilebilir. Nüfusun
önemli bir bölümü hizmet sektöründe istihdam edilirken, kentsel nüfus kentin
gerektirdiği imkânlardan yeterince yararlanamamaktadır.401
Devletçi ve merkeziyetçi sistem nedeniyle Türkiye'de başkentlik diğer
birçok ülkedekinden daha önemli ve daha etkili bir fonksiyon olmaktadır.
Devlet, kontrolünde bulunan bu iktisadî (sanayi hariç) ve sosyal faaliyet
kollarını, bir yandan merkeziyetçi geleneği sonucunda, öte yandan
başkentlileri memnun etmek amacıyla Ankara'ya teksif etmiş bulunmaktadır.
Böylece, Ankara'da faal nüfusun önemli bir kesimi, devletin geleneksel
görevleri içinde olsun veya olmasın, devletle ilgili ve Ankara başkent olduğu
için
buraya
yığılmış
kamu
faaliyet
kollarında
çalışmaktadır.
Bu
yoğunlaşmanın önemi, söz konusu faaliyetlerin karar verme basamağındaki
yüksek memur, mütehassıs teknisyenlerde görülen daha da büyük
yoğunlaşmanın katkısıyla artmaktadır.402
Ankara’nın 1920'lerden bu yana sürekli bir nüfus akışını emmiş bir
göçmen kenti olduğunu biliyoruz. Ancak Ankara'nın "toplumsal yapısı" salt bu
göçmenlerin oluşturduğu bir karışım olmanın çok ötesindedir. Türk gelenek
400
Tuğrul Akçura, “Türkiye’de Şehirleşme ve Bazı Şehir Örnekleri”, Türkiye Coğrafi ve Sosyal
Araştırmalar, Ed. Erol Tümertekin, Đstanbul, 1971, s. 206
401
Görmez, Kent ve Siyaset, s.19
402
Akçura, a.g.m., s.206
208
ve görenekleri, yeni devletin başkenti olmak, batı kapitalizminin etkileri, ulusal
kalkınma, uluslararası kurumlar vb. bu toplumsal yapının oluşmasına katkıda
bulunmuşlardır. Benzer biçimde Ankara'nın "kültürü" de salt bir Türk karışımı
olmanın ötesinde oldukça karmaşık bir dizi sürecin ürünüdür. Göçmenlerin
farklı yörelerden getirdikleri "kültürler", Kemalist ideoloji, kapitalizmin egemen
kültürü vb.'nin içice eklemlenmesinin oluşturduğu yeni ve özgün fikirler,
gelenekler, görenekler, inançlar ve değer yargıları kendinden sonra gelenleri
etkileyecek yeni sistemin temel öğeleri oldular. Ankara'nın bu heterojen
yapısı kuskusuz ülkenin çok farlı bölgelerinden göç edenler için çok farklı ve
çok da karmaşık bir görünüm sergiler. Bu karmaşık ve heterojen yapı zaman
içinde toplumsal değişime koşut olarak daha da yoğunlaşır. Kısacası, Ankara
toplumsal yapısı ve kültürü bakımından ülke düzeyinde en hızlı değişime
uğrayan kentlerin başında gelir ve bu hızlı değişime katkıda bulunan
etmenlerden birisi de ülkenin dört bir yanından yapılan göçtür.403
Kentin iktisadî ve sosyal bünyesi, gelişmenin hızı ve tarihî mirasın
sınırlılığı nedenleriyle, fizikî bünyeye kuvvetle yansımakta, ekolojik ilişkiler
açıkça görünmektedir. Ankara'da modern ve geleneksel bölüm kutuplaşması
şeklinde iki bölümden bahsetmek mümkün olup; bu iki bölüm birbirinden
kopmakta ve hatta iki merkezden bahsedilme imkânı doğmaktadır. Güneyde,
Kızılay-Bakanlıklar merkezinde, hâkim arazi kullanışı, buraya yoğun şekilde
yerleşmiş devlet daireleridir. Sonra, devlet dairelerinde çalışan ve bunlara
yakın şekilde yerleşen yukarı ve orta sosyal tabakaların etkisiyle modern
tüketim ticareti ve hizmetleri gelişmiştir. Gene Bakanlıkların yakınlığı
nedeniyle bu merkez, ihtisaslaşmış ileri iş hizmetlerini çekmiştir. Dolayısiyle
Kızılay tamamen başkentlik fonksiyonuna bağlıdır ve zaten doğması ve gelişmesi Cumhuriyet devrinde olmuştur. Kuzey merkezi Ulus ise, eski kente ve
tarihî merkeze dayanarak daha karmaşık bir şekilde gelişmiştir. Hakim
fonksiyon, orta ve ortanın altı gurupların tüketim ticareti ve hizmetleri ile
toptancılıktır. Gerçekte, bu gurupların genişliği nedeniyle Ulus içinde de bir
farklılaşma görülmektedir. Merkezin bir bölümü geleneksel nüfusa hizmet
403
Ersoy, a.g.e., s.176
209
etmekte
ve
bu
arada
kırsal
bölgenin
merkezliği
fonksiyonunu
yükümlenmektedir. Ulus'un diğer bölümü ise, Kızılay'a oranla daha fakir
guruplara hitap etmekle beraber açıkça kentsel karakterdedir. Günümüzde
de Ulus'ta önemli sayıda resmî daireye rastlanmakla beraber başkentlik
fonksiyonunun
göreli
önemi
çok
azalmış
bulunmaktadır.
Başkentlik
fonksiyonu kente geniş alan gerektiren faaliyetler çekmiştir. Hastahaneler,
üniversiteler, geniş devlet daireleri, büyük park ve spor tesisleri, kamu
depolama yerleri ve özellikle de ordu bunun örnekleridir. Devletin kamu
arazisine yerleştirdiği faaliyet kolları, kent bünyesini kuvvetle etkileyen bir
etmen olmuştur.404
DĐE’nin verilerine göre Türkiye’nin 2000 yılındaki nüfusu 67 803 927,
1990-2000 döneminde yıllık nüfus artış hızı 18.3’tür. 1927 yılında ülkemizde
en fazla nüfusa sahip üç il sırasıyla Đstanbul, Đzmir ve Konya iken, 2000 yılı
nüfus sayımı sonuçlarına göre, toplam nüfusu en fazla olan ilk üç il sırasıyla
Đstanbul, Ankara ve Đzmir’dir. Bu illerden Đstanbul ilinin toplam nüfusu 10 018
735 iken Ankara ilinin toplam nüfusu 4 007 860’dü. Ankara’nın başkent olarak
ilanından sonra ciddi bir nüfus artışı görüldüğü ortadadır.
1990-2000 döneminde 81 il içinde nüfus artış hızı en yüksek olan ilk
üç il sırasıyla Antalya, Şanlıurfa ve Đstanbul’dur. 1990-2000 döneminde
Antalya’nın yıllık nüfus artış hızı ‰41.8, Şanlıurfa’nın yıllık nüfus artış hızı
‰36.6 ve Đstanbul’un yıllık nüfus artış hızı ise ‰33.1 olarak gerçekleşmiştir.
Ankara Đçanadolu bölgesinde yer almaktadır. Đç Anadolu Bölgesi, Türkiye
nüfusunun %17’sini oluşturmakta ve bu bölgedeki nüfus 1990-2000
döneminde yıllık ‰15.8’lik bir hızla artmaktadır.
13 ilden oluşan bu bölgede 1990-2000 döneminde Konya ilinin nüfusu
yıllık ‰22’lik bir hızla artarken, Sivas ilinin nüfusu aynı dönemde ‰-1.5 ile
azalmaktadır. Başkent Ankara’nın nüfusu 4 007 860 olup Türkiye nüfusunun
yaklaşık %6’sını oluşturmakta ve nüfusu yıllık ‰21’lik bir hızla artmaktadır.
404
Akçura, a.g.e., s.210
210
Görüldüğü gibi Ankara’da halen ciddi bir nüfus artış hızı mevcuttur. Ankara
kent nüfus oranının en yüksek olduğu iller sıralamasında, Đstanbul’dan sonra
ikinci sırada yer almaktadır. diğer iller ise sırasıyla Đzmir, Eskişehir,
Gaziantep, Bursa ve Adana’dır. Kent nüfusu en fazla olan il, yaklaşık 9.1
milyon ile Đstanbul ili iken, bu ili yaklaşık 3.5 milyon ile Ankara ve yaklaşık 2.7
milyon ile Đzmir illeri takip etmektedir.
3.3.2 Ankara’da Genel Suç Eğilimleri
Türkiye'nin büyük kentleri çok hızlı göç almaktadır. Hızla topraktan
kopan ve kente gelen yeni insanlar, bir anlamda köyü kente taşımaktadırlar.
Çünkü kentsel mekanlar, kentsel meslekler, kentsel kurumlar yeni kentlileri
genellikle dışlamakta, göç edenler kente karşı savunma amacıyla kent
mücavir alanlarına yerleşmekte ve ancak birkaç kuşak sonra kentle irtibata
geçmektedirler. Bu noktada kentlerde en azından ikili ve kutuplaşmış bir
kültürel yapı ortaya çıkmaktadır, Đstanbul, Ankara, Đzmir gibi kentlerimizin %
50 veya daha büyük bir nüfus grubunun gecekondu yerleşmelerinde yaşadığı
düşünülürse, sorunun büyüklüğü daha iyi anlaşılabilir. Son yıllarda Türkiye
metropolleri, etnik, sosyal, kültürel, siyasi, dinsel farklılıkların son derece
yoğun yaşandığı ve bu farklılıkların diğer kimliklerden daha öne çıkarıldığı
mekânlar olmaya başlamıştır. Göçün hızlı olduğu dönemlerde ortaya çıkan
konut açığının gecekondularla kapatılmaya çalışılması, Ankara'yı, nüfusunun
büyük kısmı gecekondularda yaşayan bir kent konumuna getirmiştir. 1990 yılı
verilerine göre Ankara'da bulunan 350.000 gecekonduda 1.750.000 insan
yaşamaktadır. Bu miktar toplam kent nüfusunun % 58,3’üne ulaşmaktadır. Bu
bakımdan Ankara, ulaşım, konut, çevre, altyapı ve gecekondu sorunları ile
yüz yüze bir kent durumundadır. 1950'lerden sonra Ankara'ya yönelen göçe
211
paralel biçimde yeni kentlileri kente bütünleştirecek organizasyonların
kurulamaması nedeniyle birtakım sosyo-kültürel sorunların ortaya çıkışı da
kaçınılmaz
olmuştur.
Kent
nüfusunun
yarıdan
fazlasının
yaşadığı
gecekondular, kentle bütünleşememelerinin sonucu olarak, "sorun alanı"
olmaya devam etmektedirler. 405
DĐE 2000 yılı nüfus sayımı verilerine göre, 1975–2000 döneminde en
fazla göç alan ilk üç il sırasıyla Đstanbul, Ankara ve Đzmir illeridir. 1995–2000
döneminde iller arası göç eden nüfusun yaklaşık beşte biri Đstanbul'a göç
etmiştir. Elbette ki bu durum büyük kentlerimizdeki suçluluk durumunu
etkilemektedir ve Ankara’da bu çerçevede değerlendirilmelidir. Ankara’nın
net göç hızı tabloda verilmiştir. 1995–2000 döneminde Ankara net göç hızına
göre, Tekirdağ, Muğla, Antalya, Bilecik, Đstanbul, Bursa, Đzmir, Isparta ve
Çanakkale’den sonra 10. sıradadır.
Tablo 17- Ankara Net Göç Hızı
(Kaynak DĐE)
YILLAR
NET
1975-1980
GÖÇ 20,6
1980-1985
1985-1990
1995-2000
13
24,9
25,6
HIZI %0
Ankara, Đstanbul gibi 1965–70 dönemine nazaran net göç alma oranı
önemli ölçüde azalan illerimizin basında yer alır. Gerçekten, Ankara'nın
1965–70 döneminde net göç alma oranı, %122,4 iken 1975–80 döneminde
%19,4’e inmiştir. Aynı şekilde, 1965–70 döneminde tüm ülke içindeki göç
hareketinin % 11.34 ü Ankara'ya yönelmiş iken, 1975–1980 döneminde bu
405
Görmez, Kent ve Siyaset, s.19
212
oran % 9,4’e inmiştir. Görülen bu gerilemeye rağmen Ankara önemli göç
odaklarından biri olma özelliğini sürdürmüştür. Ankara'ya yerleşen bu
nüfusun %76’sı Çorum, % 74 Đstanbul, % 71’ i Yozgat'tan gelmiştir. Bu
dönemde Ankara'ya göç eden nüfusun % 25–49 u arasında göç veren iller
ise, «şöyle sıralanır: Kırşehir, Çankırı, Kars, Sivas, Erzurum, Konya, Kayseri
ve Đzmir. Ayrıca çeşitli bölgelere dağılmış 19 ilin (Bolu, Adana, Eskişehir,
Niğde, Samsun, Tokat, Malatya, Nevşehir, Diyarbakır, Zonguldak, Trabzon,
Amasya, Ordu, Balıkesir, Elazığ, Erzincan, Bursa, Gümüşhane ve Đçel) bu
göç eden nüfus içindeki payları % 10–24 arasında değişir. Mutlak değer
itibariyle Đstanbul'dan sonra en çok nüfus çeken bir il olarak Ankara, şüphesiz
Türkiye'nin hemen her bölgesinden nüfus almaktadır. Fakat Ankara'yı birinci
derecede yerleşme yeri alarak tercih eden illerin sayısı fazla değildir. Bunlar,
Ankara'yı doğudan çevreleyen komşu illerdir: Kırşehir, Corum, Yozgat,
Çankırı, ve Nevşehir. Daimi ikametgahını Ankara'ya taşıyan nüfusun, bu
illerden ayrılan toplam nüfus içindeki payı, sırasıyla şöyledir: Kırşehir için %
554, Çorum için % 498, Yozgat için % 450, Çankırı için % 401, Nevşehir için
% 245. Ülke düzeyinde yer değiştiren nüfusun % 9.4’ü, Ankara’ya
yerleşmiştir. Đç Anadolu bölgesinde, Ankara'nın yakın çevresinde yer alan iller
için başkent, yerleşmek üzere birinci derecede tercih edilen bil il
durumundadır. Bilhassa Kırşehir, Corum, Yozgat, Çankırı ve Nevşehir'den
göç eden nüfusun önemli bir bölümü (% 55-25’i), daimi ikametgâhını
Ankara'ya taşımıştır.406
Ankara, toplumsal ilişkilerden oluşmuş bir yapıdır. Kente yerleşen her
kişi kendisini bu yapının içinde bulur. Farklı düşünceler, töresel kurallar,
değer yargıları, dünya görüşleri vb.'nin içice girip eklemlendiği birbirlerini karşılıklı etkilediği bu yapının karmaşık doğasının kavranılması olanaksızdır.
Đnsanların bir toplumsal yapı ve kültürden diğerine geçişi ile ortaya çıkan
durum basit bir mekân değişikliği ile karşılaştırılamayacak denli karmaşık
süreçleri içerir. Đlkin, göçmenler iki farklı çevre arasında yeni toplumsal
ilişkiler kurarak iki kültürü de değiştirirler. Đkinci olarak, bu süreç içinde
406
Alaettin Tandoğan, Türkiye’de 1975-1980 Döneminde Đller Arası Göçler, Trabzon, 1988, s.28
213
göçmenler kendi toplumsal konumlarını değiştirirler, kişisel bilgi stoklarını
genişletirler ve yeni normlar, değer yargıları, gelenek ve düşüncelerle karşı
karşıya gelirler.407
Ankara’daki mevcut suç eğilimlerini izah etmek için, ülke genelinde
kentlerimizde yaşanan suç eğilimleriyle ilgili bazı tespitlere gözatılması
faydalı olacaktır.
2004 yılında, kentlerimizde suçların artış oranlarını ve kent güvenliği
problemini inceleyen bir araştırmada; Türkiye’de kent merkezlerinde suç
oranları yükseliş trendinde olduğu ve hızlı nüfus artışı, kentlerin kontrolsüz
büyümesi, gecekondular gibi sağlıksız çevre koşulları ile birlikte yükselen
işsizlik sayılarının büyük kentlerimizde suç oranları arttırdığı sonucuna
ulaşılmıştır. Bu çalışmada Đstanbul, Ankara Đzmir Bursa, Adana, Konya, Gaziantep
ve Đçel olmak üzere nüfusu bir milyonu aşan yerleşim yerleri büyükşehir olarak
tanımlanmış ve kamu düzeni aleyhine suçların %59’unun şahsa karşı suçların %
31’inin ve mala karşı suçların ise %70’inin bu büyük kentlerde işlendiği
görülmüştür. Ayrıca suç şekilleri ve oranları kentlerin bazı özelliklerine göre
farklılıklar arz etmekle birlikte genel olarak kentlerimiz için aşağıdaki
tespitlerde bulunulmuştur: 408
Sosyo-ekonomik olarak daha fazla gelişmiş ve kentleşmiş olan
Ülkemizin batı kesimlerinde suçlar daha yüksektir.
Ayrıca kentleşme oranı düşük olan kentlerimizde ise şahsa
karşı suçlar daha fazla görülürken; sosyo ekonomik olarak daha
fazla gelişmiş ve göç alan kentlerde ise mala karşı suçlar daha
fazla sıklıkla işlenmektedir.
Büyükkentler genellikle tüm ülkenin suç ortalamasından daha
yüksek suç sayılarına sahip olmalarına rağmen, bu kentler en
yüksek suç oranlarının kaydedildiği kentler değildir.
407
Ersoy, a.g.e., s.175
Semra Gunay Ergun, Ali Yılmaz, “Increasing Crime Rates And The Problem Of Safety In Cities In
Turkey”, Istanbul Conference On Democracy & Global Security 9-11 Haziran 2005, Ankara, 2005, s.318319
408
214
Mala karşı suçlar yoğun olarak büyük kentlerde işlenmektedir.
Adaletsiz gelir paylaşımı, toplum katmanları arasındaki sosyoekonomik farklılıklar, yoksulluk ve işsizlik mala karşı suçlardaki
artışın nedeni olarak görülmektedir.
Araştırma sonuçlarına bir ilavede bulunmak faydalı olacaktır, büyük
kentlerde mevcut ekonomik eşitsizlikler ve sıkıntılar mala karşı suçları
arttıran bir etmendir. Bunun yanı sıra büyük kentler; mala karşı suçların
işlenmesini kolaylaştıran ve devamında bu suçu işleyenlerin yakalanmasını
güçleştiren karmaşık bir ortama sahiptir. Bu nedenle büyük kentler, suç
işlemeyi meslek haline getirmiş kişileri kendine çekmekte ve bu da suç
sayılarını arttırmaktadır.
Tablo 18: Ankara Geneli Asayiş Suçları
(Kaynak : EGM AKKM ve EGM Kütüphanesi)
Polis
1983
1984
1985
1986
1987
1988
1989
1990
1991
1992
12418
14295
15308
13080
13174
18484
17434
16422
16729
15354
Jand.
1993
1994
1995
22180
32576 29848
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
27934
25855
24879
23059
28194
30016
31219
29385
27830
32988
5723
5402
4064
3635
4526
Ankara’nın son yıllara ait suç istatistikleri incelenirse şu tablo ortaya
çıkacaktır. 1983 yılından 2006 yılına kadar geçen 23 yıllık dönemde % 165’lik
bir artış gözükmektedir.
215
Ankara ilindeki suçluluğun genel karakteristiklerinin incelendiği bir
çalışmada aşağıdaki hususlar tepsi edilmiştir:409
•
Ankara’da işlenen suçlar sayısal olarak çok fazladır ve suçların
büyük bir oranı, nüfusun, ticari ilişkilerin, sosyal hareketliliğin
yoğunlaştığı ve suç işleme fırsatlarının arttığı Çankaya ve
Altındağ ilçelerinde meydana gelmektedir. En fazla işlenen
suçlar hırsızlık ve yankesicilik olmak üzere mala yönelik
suçlardır.
Özellikle
kentleşme
oranının
yüksek
olduğu
bölgelerde, bu suçları işlemeye uygun ortam ve şartların çok
fazla bulunması ve yakalanma riskinin düşük olması suçların
artmasına sebep olmaktadır.
•
Kentleşmenin daha düzenli gerçekleştiği bölgelerde suçlar daha
az görülmektedir. Etimesğut’un en az suç işlenen ilçe olduğu
görülmüştür.
•
Kentleşme sürecinin beraberinde getirdiği işsizlik, fakirlik ve
ekonomik
yetersizlikler
suçların
işlenmesinde
önemli
rol
oynamaktadır.
Gaziantep’te
de
benzer
durum
gözükmektedir.
Gaziantep’te
Cumhuriyet Başsavcılığı verilerine göre yoğun göç alan Gaziantep’te oluşan
kozmopolit yapının yanı sıra yaşanan sosyal ve ekonomik sıkıntıların suç
oranlarında önemli artışa yol açtığı, 1989-1999 yılarında kentteki suç
oranının %100 oranında arttığı, 1989 yılında resmî kayıtlara giren toplam suç
sayısı 12.084 olurken, 1999 yılında bu sayı 24.205 ile %7.1 oranında yıllık
artış göstermiştir. Bu artışın nedeninin ise kente olan yoğun göç ve
kentleşme nedeniyle sosyal ve ekonomik dengenin bozulması ile birlikte
409
Serdar Utku; Şehirleşme ve Suç Đlişkisi (Ankara Araştırması); Basılmamış Master Tezi, Ankara 2005.
216
işsizliğin de arttığı, işsizliğin ise insanları belli oranda suça yönelttiğinin altını
çizmek gerekir410.
3.3.3 Ankara’da Çocuk Suçluluğu
Ankara’daki çocuk suçluluğunu derinlemesine incelemek için 20022006 yılları arasında Emniyet Genel Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürlüğü/Büro
Amirliği Kuruluş, Görev Ve Çalışma Yönetmeliği ekinde bulunan Çocuk
Đstatistik Formunda yer alan veriler değerlendirildiğinde aşağıdaki sonuçlara
ulaşılmaktadır. Bu formda sadece suç şüphesi değil bunun yanı sıra sokakta
yaşama, evden kaçma, kayıp, buluntu, terk ve suç mağduru şeklinde
kolluğun müdahale ettiği problemlerde yer almaktadır. bu yönüyle suç
dışındaki kalan fakat sosyal problemlere işaret eden verilere de ulaşmak
mümkündür.
Tablo-19 EGM Çocuk Đstatistik Formu Çeşitli Nedenlerle Polis tarafından Đşlem Yapılan
Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006
126095
109121
83249
4654
2002
96716
98912
Polis Bölgesi Genel
Ankara
7454
2003
9026
2004
9837
2005
8799
2006
Ülke genelinde çeşitli nedenlerle polisin işlem yaptığı çocukların
sayısı, 2002-2006 döneminde %51’lik bir artış göstermiştir. Ankara’da ise
410
Utku, a.g.e,, s.4
217
2002 yılıyla 2003 yılı kıyaslandığında %61’lik bir artış gözükmekte, 2003
yılından sonra ise genel olarak yavaş bir artış ortaya çıkmaktadır.
2002-2006 döneminde Ülke geneli polis bölgesinde 514.093 çocuk
hakkında çeşitli nedenlerle işlem yapılmıştır. Aynı dönemde ise Ankara’da
39.770 çocuk hakkında işlem yapılmıştır ki, bu %7,7’lik bir orana karşılık
gelmektedir.
Tablo-20 EGM Çocuk Đstatistik Formu Suç Şüphesi Nedeniyle Polis tarafından Đşlem
Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006
70395
63590
56536
58907
45813
2383
2002
Polis
Bölgesi
Genel
Ankara
4929
2003
5854
2004
6432
2005
5325
2006
Suç Đsnadı veya şüpheli ile, kişinin suç işlediği zannına varılması ve bir
suçla itham edilmesidir. Daha açık bir ifade ile hakkında hazırlık soruşturması
yapılan veya hazırlık soruşturması açılmadan kolluk kuvvetinin yaptığı
araştırmaya konu olan veya kimliğini bir belge ile veya kolluk kuvvetince
tanınmış veya güvenilir kişilerin tanıklığı ile ispat edemeyen veya
gösterdikleri belgelerin doğruluğundan şüphe edilenler ile hakkında suç
işlediğine ilişkin basit şüphe bulunan kişiler ifade edilmektedir. Ülke genelinde
2002-2006 döneminde %53’lük bir artış meydana gelmişken, Ankara’da ise
%123’lük bir artış meydana gelmiştir. Ankara’da çocuk suçluluğunda görülen
artış hızı, ülke genelinde görülenden çok fazladır. Bu Ankara’nın halen çok
hızlı göç almasının bir sonucu olduğu söylenebilir.
218
Tablo-21 EGM Çocuk Đstatistik Formu Suç Mağduru- Polis tarafından Đşlem Yapılan
Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006
38041
23819
1469
1491
2002
Polis Bölgesi Genel
27081
23882
2003
Ankara
22018
1985
2004
2356
2005
2188
2006
Mağdur, ile suçtan zarar gören kişi ifade edilmektedir. Ülke genelinde
2002-2006 döneminde suç mağduru çocuklarda %59’luk bir artış görülürken,
Ankara’da ise %48 lik bir artış görülmektedir. Suç mağdurlarına ilişkin veriler
ve artış hızı benzerdir.
Tablo- 22 EGM Çocuk Đstatistik Formu Terk Nedeniyle Polis tarafından Đşlem Yapılan
Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006
572
529
Polis Bölgesi Genel
561
252
404
Ankara
215
85
2002
70
2003
50
2004
2005
48
2006
Terk; anne-babası veya kanuni mümessili tarafından korunmasız ve
yardıma muhtaç bir şekilde bırakılan çocuk ifade edilmektedir. Terk edilen
çocuklara ilişkin işlemler hem ülke genelinde hem de Ankara’da benzer bir
219
seyir izlemektedir. Terk olaylarında 2004 yılında görülen ani yükseliş ve
devamındaki ani düşüşü izah etmek oldukça zordur.
Tablo- 23 EGM Çocuk Đstatistik Formu Buluntu Nedeniyle Polis tarafından Đşlem Yapılan
Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006
6057
7966
Polis Bölgesi Genel
5497
2455
46
2002
4391
28
2003
27
2004
16
2005
Ankara
24
2006
Buluntu ile kanuni mümessili tarafından terk edilmiş veya evinden veya
bulunduğu kurumdan kaçmış halde bulunan çocuk ifade edilmektedir.
Tablo- 24 EGM Çocuk Đstatistik Formu Kayıp - Polis tarafından Đşlem Yapılan Çocuklar
Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006
3359
4035
2533
1601
1387
Polis Bölgesi Genel
Ankara
143
2002
274
2003
462
2004
500
2005
667
2006
Kayıp; evden veya bulunduğu kuruluştan kaçan veya kaybolan çocuk
ifade edilmektedir. 2002-2006 döneminde ülke genelinde kayıp çocuklara
%190’lık bir artış olurken, Ankara’da %366’lık bir artış olmuştur.
220
Tablo-25 EGM Çocuk Đstatistik Formu Evden Kaçma Nedeniyle Polis tarafından Đşlem
Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006
5273
4770
4351
4468
4694
Polis Bölgesi Genel
Ankara
240
263
124
2002
2003
202
2004
2005
203
2006
Çocuğun sağlıklı bir ruhsal ve toplumsal gelişme gösterebilmesinin ilk
koşullarından biri, ailede tutarlı bir disiplin uygulanması ve belli ölçüde bir
otoritenin, denetimin varlığı olmaktadır. Evden kaçma; çocuk ya da gencin
aile çevresinin mutlu bir ortama sahip olmayışı, ana babalar arasında sürekli
geçimsizlikler, çocuğun onlarca sevilmeyip, istenmemesi, ihmal edilmesi,
kardeşlerinin açıkça tercih edilmeleri gibi nedenler, bireyi aile çevresinden
uzaklaşmaya zorlayabilir. Burada kaçışın iki ruhsal nedeni olabilir: Biri
cezalandırılma
korkusudur;
cezalandırmaktır.
Gerçekten
diğeri
de
kendisine
YAVUZER
iyi
davranmayanları
tarafından
yapılan
bir
araştırmada, suçlu gençlerin evden kaçmalarına, yani bir anlamda anti-sosyal
davranışa ilk adımlarını atmalarına neden olan en büyük etkenin (% 59
oranında) baba baskısı olduğu görülür. Suçlu gençler, evden kaçma nedeni
olarak, babalarının kendilerine fazla iş vermesi ya da yaptıkları bir hatadan
dolayı cezalandırma endişesini ileri sürmüşlerdir. Kaçma nedenlerinden bir
başkası da, çocuk ya da gençlerin okudukları ya da sinema ve televizyonda
izledikleri serüven öykülerinin etkisiyle o tür ilginç yaşamları taklit etmek istemeleridir.
411
Evden kaçma çocukları suça iten önemli etmendir. Ülke
genelinde ve Ankara’da evden kaçma fiilleri yatay bir seyir izlemektedir.
411
Yavuzer, a.,g.,e., s. 138-139
221
Tablo-26 EGM Çocuk Đstatistik Formu Sokakta Yaşama Nedeniyle Polis Tarafından Đşlem
Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006
4832
4468
3712
3509
4135
Polis Bölgesi Genel
Ankara
293
2002
338
2003
220
2004
281
2005
344
2006
Sokak çocuğu, yoksulluk, aile parçalanması, istismar gibi nedenlerle
evlerinden kaçmış ya da uzaklaştırılmış, sokakları mesken edinmiş, sorumlu
bir büyüğün korumasından yoksun, aileleri ile bağları gittikçe azalmakta olan
ve her türlü istismara açık olan çocukları ifade etmektedir. Ülke genelinde
sokakta yaşayan çocuk sayısında azalış ve Ankara’da ise bir miktar artış
görülmektedir. Bu durumun bir suç olmadığı ama bir problem göstergesi
olduğu unutulmamalıdır. Kolluğun herhangi bir suç ihbarını görmezden
gelemez, fakat sokakta yaşayan çocuğu kolaylıkla görmezden gelebileceği
unutulmamalıdır. Burada yer alan rakamların tüm polis birimlerinin rastladığı
sokakta yaşayan çocuklar değildir, bu veriler sadece Çocuk Şubelerinin
gayretleri ile tespit edilip toplanan ve ilgili kurumlara teslim edilen çocukları
kapsadığını düşünüyorum.
222
Yine Polisin çeşitli nedenlerle hakkında işlem yaptığı çocukların aile
durumlarına bakarsak aşağıdaki verilere ulaşırız.
Tablo-27 EGM Çocuk Đstatistik Formu Ankara’da 2006 Yılında Polis
Tarafından Hakkında Đşlem Yapılan Çocukların Aile Özellikleri
Öz Anne-Öz Baba
7525
Öz Anne- Üvey Baba
440
Üvey Anne- Öz Baba
196
Kardeş
68
Yakın Akraba
281
Arkadaş
77
Sokakta
51
Kurumda
91
Tablo 28- Devlet Đstatistik Enstitüsü - Kaba Boşanma Oranları Türkiye–
Ankara Değerlendirmesi
Yıllar
2001
2002
2003
2004
2005
Türkiye Ortalaması
1.35
1.38
1.32
1.28
1.33
Ankara Ortalaması
1.94
1.94
1.77
1.72
1.91
Ankara
7870
7973
7389
7327
8232
Boşanma
Sayıları
Ailenin çocuk suçluluğu üzerindeki önemini geniş bir şekilde izah
etmiştim. Burada tablo incelendiğinde hakkında çeşitli nedenlerle polis
tarafından işlem yapılan çocukların ezici çoğunluğunun öz anne ve babasının
yanında yaşadığı görülmektedir. Ankara’da boşanma oranları Ülke genellinin
223
üstünde seyretmesine rağmen, bu tablo bize en azından bu çocukların
parçalanmış ailelerden gelmediği bilgisini vermektedir.
Elbette ki bu istatistikî veriler; ailelerin nitelikleri, ailenin çocuğa yaklaşımı,
çocuğu yönlendirmesi ve ailenin çocuğa sağladığı imkânlarla ilgili yeterli bilgi
vermemektedir.
Yapılan bu çalışma ile kentleşmenin çocuk suçluluğunu arttıran etmen
olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bununla birlikte ülkemizde geleneksel kültürler
ile aile yapısı ve kentleşme sürecinde ortaya çıkan gecekondu ve benzeri
tampon mekanizmalar bunalımların şiddetini hafifletmektedir. Meselâ,
gecekondu bir yandan kente intibakı engelleyen bir mekanizma iken, diğer
yandan kente göçte, göç edenlerin kente "yumuşak iniş" yapmasını sağlayan
bir mekanizma olmaktadır. Orta ve Güney Amerika gibi ülkelerde göçmenler
"slum" ve benzeri yerleşmelerde büyük toplumsal problem olarak ortaya çıkıp
bu bölgeler suçlu yatağı olurken, ülkemizde gecekondu bazı bilim
adamlarının deyimi ile "problem âlânı" değil bir nevi "problem çözme alanı"
olarak kendini göstermektedir.412
3.3.4.Alan Araştırması Derinlemesine Mülakat
Tez çalışmasında derinlemesine mülakat yöntemi kullanılmıştır.
Derinlemesine mülakat yöntemi, çeşitli nedenlerle polis tarafından hakkında
işlem yapılmış olan on iki çocukla gerçekleştirilmiştir.
Derinlemesine mülakatta güven, en önemli unsurlardan bir tanesidir.
Derinlemesine mülakatın gerçekleştirileceği çocukların suç şüphesi altında
bulunması nedeniyle, güven ortamının oluşması zaman almıştır. Çocuklara
sergilenen pozitif tutum ile sıcak bir ortamın oluşturulması için gayret sarf
412
Görmez, Şehir ve Đnsan, s.102
224
edilmiş ve görüşmelerin ilerleyen safhalarında taraflar arasında buzların
kırıldığı görülmüştür.
Merak,
öğrenme isteği ve özellikle de isimlerinin gizli tutulacağı
teminatı; çocukların mülakatı kabul etmelerini ve yeterli cevapları vermelerini
sağlamıştır.
Çocuklar
işledikleri
düşünülen
suçla
ilgili
sorularda
çekinerek
konuşsalar da; diğer konularla ilgili olarak çekinmeden açıklamada
bulundukları görülmüştür.
Elbette işledikleri düşünülen suçları açıkça kabul etmemiş ve bu
konularda fazla açıklamada bulunmamışlardır.
Çalışma sırasında çocuklar rastlantısal olarak tespit edilmiştir. On
sekiz yaşından küçük olmak ve Ankara Polisi tarafından çeşitli nedenlerle ve
özellikle suç şüphesiyle haklarında işlem yapılmış olması yeterli kabul
edilmiştir.
Uzun uğraşlar sonucunda, Ankara Polisi tarafından çeşitli nedenlerle
işlem yapılan oniki çocukla derinlemesine mülakat gerçekleştirilebilmiştir.
Elbette ki herhangi bir cezaevinde kilit altında bulunmayan suçlulara
ulaşmanın ve onları derinlemesine mülakata ikna etmenin, bu arada ailelerini
ikna etmenin veya avukatlarını aşmanın kolay olmayacağı açıktır.
Bu nedenle birçok mülakat denemesi başarısız olmuştur. Đletişim
kurmaya çalışılan birçok çocuk, mülakatı reddetmiştir.
Bununla birlikte uzun uğraşlar sonucunda, Ankara Polisi tarafından
çeşitli nedenlerle işlem yapılan, fakat şu anda özgür olan üçü kız toplam oniki
çocukla derinlemesine mülakat gerçekleştirilmiştir.
225
Burada hakkında halen bir suç şüphesi nedeniyle soruşturma
yürütülen çocukları isimleri kodlanarak verilmiş, diğer çocukların ise sadece
isimleri kullanılmıştır.
3.3.4.1. Birinci Mülakat A.D.
Đlk mülakat A.D. isimli, kendinden küçük yaştaki erkek çocuğa cinsel
tacizle suçlanan, 15 yaşındaki bir erkek çocukla gerçekleştirilmiştir.
13 yaşındaki mağdur psikolojik bir buhran içindedir ve arkadaşlarının
cinsel tacizi altında yaşamaktadır veya A.D.’nin ifadesine göre cinsel bir
sapkınlık içindedir.
Mağdurun yaşadıkları, yaşıtı bir akrabası tarafından mağdurun ailesine
iletilir. Bunun üzerine mağdurun ailesi olayı araştırmaya başlar ve A.D. cinsel
taciz ile suçlanır.
A.D.; cüssesi, sesi, hal hareket ve tavırlarıyla ergenliği yaşayan
masum ve sevecen bir çocuk görüntüsündedir.
A.D. ortaokulu terk etmiş ve öz anne ve babasıyla Keçiören’de
yaşamaktadır. A.D.’nin babası özel sektörde işçi olup aylık gelirleri 750
YTLdir. Zaman zaman annesi de temizliğe gitmektedir. A.D. bir fast-food
lokantasında komi olarak çalışmaktadır. Sigortası ödenmekte ve 475 YTL
asgari ücret almakta ve ailesine yardım etmektedir.
A.D.
ekonomik
şartlarını,
“durumumuz
fena
değil”
diyerek
tanımlamaktadır. A.D. kendisini ve ailesini “fakir”, “yoksul” veya “yıkılmış”
olarak tanımlamamaktadır. “Durumumuz fena değil” cümlesi çerçevesinde
yapılan
anlatımda, göreceli
yoksulluktan
ziyade
“kendilerinin
normal
olduğuna” duyulan inançla ilgilidir. A.D. fakir değildir, fakirler A.D.’den fakir
olanlardır, A.D. zengin değildir, bundan çok fazla şikâyetçi de değildir, bu
226
konu onun için problem kaynağı da değildir, o ve ailesinin ekonomik durumu
“normal” dir.
A.D.’nin
ailesinde
bağımlılık
yapıcı
maddeler
ve
alkol
kullanılmamaktadır, sadece A.D. ve babası sigara bağımlısıdır. A.D. dört
kardeştir ve ondan büyük çok iyi geçindiği bir ablası vardır.
A.D. göç tecrübesi yaşamış bir aileden gelmektedir. Köyün büyük
çoğunluğuyla birlikte, A.D.’nin dedesi de Yozgat’ın bir köyünden Ankara’ya
göç etmiştir. Ankara’da yaşayan köylüleri arasında hala sıkı akrabalık ilişkileri
mevcuttur.
A.D.’nin arkadaş grubunda içki veya uyuşturucu madde kullanan
kimse bulunmamaktadır. Bu arkadaş grubunun bazı üyeleri de Yozgat’tan
göç
etmiştir.
Arkadaş
grubunda
çetecilik
gibi
suçlu
davranışlar
gözlenmemektedir.
A.D. sabah 08.00‘da başlayıp akşamları 19.00’da biten bir mesai
düzeninde çalışmaktadır. Bazen mesaileri saat 22.00’a kadar uzamaktadır.
Haftada bir gün izin hakkı vardır.
Kurtlar Vadisi gibi aksiyon dizilerinden hoşlanmamakta, Pusat, Yalancı
Yarim gibi dizileri daha soft dizileri sevmekte ve sanatçılardan Barış
AKARSU’yu çok beğenmektedir.
Kendini, mutlu bir kişilik, her zaman gülen bir insan olarak
tanımlamaktadır. En büyük zevki aksesuarlarla güzelleştirilmiş arabalardır.
A.D. işlediği suçu; “ o istedi…, yapmazsam seni ihbar ederim dedi…,
mecbur kaldım…., onu tamamen soydum... evet bende tamamen soyundum,
arkasına geçtim, ama çok fazla ileri gitmedim” şeklinde kesik kesik ama
muzip gülümsemesine engel olmaya çalışarak ve cinsel tacizin kendi evinde
gerçekleştiği, kardeşinin ona yardım ettiği konularından bahsetmeden
açıklamaktadır.
227
“Bir kere yanlış yapmıştır, şeytana uymuştur, aslında suçlu bir insan
değildir, bir daha olmayacaktır” şeklinde kendini savunmakta, her şeyden
önce işlediği suçun önemini kavrayamadığı intibaını vermektedir. Bu
açıklamaları yaparken, terlemek, gözlerini kaçırmak, başını eğmek gibi
utanma-sıkılma hareketleri görülmemektedir.
A.D., mağdurun psikolojik sıkıntıları veya sapmaları olan küçük ve
tedaviye muhtaç bir çocuk olduğunun farkında değildir. A.D. kendisini, öncesi
ve sonrası düşünülmemiş bir eylemin,
kendisine göre yaramazlığın
kaçamamış ve yakalanmış talihsiz haylazı gibi hareket etmektedir.
3.3.4.2 Đkinci Mülakat S.M.
Đkinci mülakat, 17 yaşındaki S.M. ile gerçekleştirilmiştir. Đlk bakışta
uzun boyu, intizamlı tıraşı, bembeyaz ve sıkıntılı bir yüz ifadesi ile size
yaklaşırken; tanışmak için gönül rahatlığı ve gülümseme ile elinizi ona
uzatabilirsiniz. Fakat karşılığında uzanan elin görüntüsü nedeniyle, elinizi geri
çekmek için tereddüt geçirmemek mümkün değildir. O hakkında uyuşturucu
satışı ve silah bulundurmaktan işlem yapılmış bir kâğıt toplayıcısıdır.
Đlk vakıada görüşmüş olduğum A.D’de bilinen basit manasıyla bir
çocuk veya küçük çehresi ve sevecenliği varken, S.M.’de tam manasıyla bir
“delikanlıdır”, dağları devirecek bir delikanlı.
Yüzünde zor geçen ergenliğin izleri okunmakta, gençliğin heyecanı ve
yaşadıklarının öfkesi görülmektedir.
Konuşmasındaki heyecan ve ağlamaklı gözler, zorlukla zapt edilmeye
çalışılan birkaç damla gözyaşı, gören herkesi üzüntüye sevk edecektir.
S.M. Ankara’ya Karabük’ten gelmiştir. Babası iki yaşındayken vefat
etmiştir. Babasının vefatı, S.M.’nin gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde yer
228
alan bunaltıcı hikâyelere benzer şekilde anlattığı talihsiz hayat hikâyesini
başlattığı noktadır.
Annesi şu an üçüncü eşiyle evlidir ve iki tane daha kardeşi vardır. (Öz
babasından olan ilk kardeşinin baş harfi, tükenmez kalemle sağ elinin
başparmağının üstüne yazılmıştır, yanında da kendi isminin ilk harf
işlenmiştir.)
Annesinin ikinci eşi onları istememiştir ve onlar nedeniyle çıkan
kavgalar, annesinin ikinci evliliğinin boşanmayla bitmesine neden olmuştur.
S.M. 16 yaşına kadar, yaşantısının çoğunu dedesinin yanında
geçirmiştir. Ortaokulu bitirmiş ve altı ay Kuran Kursuna gitmiştir.
Görüşmenin yapılmasından üç ay kadar önce evden kaçmıştır, evden
kaçmasını tetikleyen kavga, üçüncü kardeşinin para karşılığı evlatlılık
verilmesi; onun deyimiyle “satılmasıdır”, kardeşinin “satılmasını” hiddetle ve
gözleri yaşararak anlatmaktadır.
Evden kaçar, bir arkadaşının tavsiyesiyle Ankara’ya gelir, teyzesinin
yanına yerleşir, bir lokantada bulaşıkçı olan eniştesi ona aynı lokantada bir iş
ayarlar, işten ayrılması ile teyzesi ile kavga eder, herkes ekmek parası
kazanmalı ve ev bütçesine katkı sağlamalıdır.
Teyzesinin evini de terk eder, kağıt toplamaya başlar, topladığı
kağıtları Đskitlerdeki depo evlere teslim etmektedir. Burada tanıştığı
bir
“abi”si, ona bir oda verir, çöpten onun için biraz eşya toplanır ve orada
yaşamaya başlar.
Bu kâğıt deposunda, aynı zamanda uyuşturucu madde satılmakta ve
burası narkotik birimlerince takip edilmektedir. Narkotik birimlerince yapılan
operasyonda S.M.’in yatağının altından silah, “abi”sinin cebinden uyuşturucu
madde çıkar, narkotik polisi S.M.’ninde uyuşturucu satışında görev aldığını
düşünmektedir. S.M. ise ısrarla ve büyük bir öfkeyle bunu reddetmektedir,
onun böyle işlerden haberi yoktur, her türlü aksilik üst üste gelmektedir.
229
S.M. nasıl bir hayata yelken açacağı belli olmayan her türlü istismara
ve yönlendirmeye açık bir delikanlıdır.
S.M.’nin hikâyesinde ailenin çocuk suçluluğundaki önemi ortaya
çıkmaktadır. S.M. kötüde olsa dedesinden, ailesinden ve teyzesinden
uzaklaşmasıyla, her türlü toplumsal kontrolden kopmuştur. Yaşamını idame
ettirme çabası ise onu art niyetli insanların kucağına itmektedir.
3.3.4.3. Üçüncü Mülakat E.A.
E.A isimli 16 yaşında genç bir kızla gerçekleştirilmiştir. EA’nın aile
büyükleri, onun bilmediği bir tarihte Samsun’dan Đstanbul’a göç etmiştir.
Anne ve babasının ayrılması nedeniyle EA Eskişehir’de teyzesinin
yanında yaşamaya başlamıştır. EA’nın anne ve babası, o henüz beş
yaşındayken ayrılmış, o tarihten bu yana gerçek ebeveynleriyle bir irtibatı
olmadığı gibi, onların neden ayrıldığını da bilmemektedir.
EA’nın teyzesi konfeksiyonda dayısı ise tır şoförlüğü yapıyor. EA ile
yapılan mülakat önce bir güvensizlik ile başlıyor; “neden” diyor “neden
görüşmek istiyorsun” onu ikna etmek için taslak sorularımı gösteriyorum,
gözlerini kısarak uzun uzun bakıyor sorulara ve okuma bilmediği anlaşılıyor
her halinden ama bunu kabullenmiyor, “Hayır hiç okula gitmedim, ama kendi
kendime öğrendim okumayı, harfleri birleştirebiliyorum, teyzem göndermek
istedi ama ben gitmedim, bilmiyorum, kapalı yere gelemiyorum.”
EA çanta çalmaktadır. Daha öncede birçok kez hakkında adli işlem
yapılmıştır. Bir müddet kardeşinin kimliğiyle ıslah evinde yatmıştır. Farklı
kimlikle cezaevinde yatması asla bir taktik değildir onun için, “polisler bana
EP misin diye sordular evet dedim, o isimle yatıp çıktım, daha sonra
yakalandığımda durum anlaşıldı”. Diye durumu izah etmektedir.
230
Teyzesiyle bir problemi yoktur, EA birlikte yaşadığı ve ailesi bildiği
insanların gelir durumunu normal olarak tanımlamaktadır, bir de evleri vardır.
“çok huzurlu” bir ortam diye tarif ediyor evini, yeterli harçlık vermektedirler.
Sigara hariç, herhangi bir bağımlılık yapıcı madde kullanmamaktadır.
Bir erkek ve diğeri kız olmak üzere üç kardeşler.
Ankara’da Çinçin’de yaşayan halasının nişanına geliyor, diğer
teyzesinin kızıyla geliyor ve işe çıkıyorlar, yakalanıyorlar ablası tutuklanıyor o
ise yaş küçüklüğünden ailesine teslim ediliyor.
Ailenin tepkisi sorulunca sadece “üzüldüler” demekle yetinmektedir.
Öyle çokta büyütülecek bir olay değildir onların bölgesinde.
Yaşı daha küçük olduğu için istemeye gelen olmadı onu henüz,
kuaförlük öğrenmek istiyordu ama o da olmadı.
Hal ve hareketlerinde umursamazlık ve bir rahatlık vardır, ne de olsa
birçok Ankaralının yakınından geçmekten korktuğu Çinçin mahallesinde
Roman havasında açıkta düğün yapmaktan çekinmemektedir.
En az yirmi hırsızlığı vardır EA’nın, Eskişehirden Ankaraya zaman
zaman hırsızlığa gelmektedir.
“Dar yerlere gelemiyorum, sıkılıyorum, bunalıyorum, bunaltı var
bende..” diyor ve kollarını açıyor, bütün kolları lime lime jilet kesiklerinin
izleriyle dolu olduğu görülüyor.
Yeterli bir eğitimi almamış olduğu her halinden belli olan EA, her
soruya
“Nasıl
yani
abi”
diye
cevap
vermektedir,
açıklamalar
onu
yönlendirmekte ve her “abi” deyişinde televizyonlarda Roman mahallerini
anlatan dizilerden bir karakter karşınızda boy göstermektedir.
Ailesiz büyümenin verdiği sıkıntı ve yaşadığı ortam, onu depresif bir
ruh haline büründürmüştür.
231
Amaçsızlık
sürüklemektedir
ile
ve
içinde
yaşadığı
bundan
grubun
kurtulmak
için
özellikleri,
herhangi
onu
bir
suça
gayreti
görülmemektedir.
3.3.4.4 Dördüncü Mülakat G.D.
GD; 14 yaşında, uzun sarı saçları ile sempatik bir kız çocuğudur ve 14
yaşının tüm masumluğu yüzünden okunmaktadır.
Ankara’da Doğantepe’de oturuyor. Đki yıl geç kaydolduğu ilkokulu,
dördüncü sınıfta terk etmiş, dört yaşından beri öz babasından ayrı olan GD
boşanmış
bir
Kahramanmaraşlı
ailenin
ve
çocuğudur.
aile
Annesi
parçalanmadan
Gaziantep,
önce
babası
ise
Kahramanmaraş’ta
yaşıyorlar.
Annesinin dolmuş şoförü olan yeni babasından olma dört tane daha
kardeşi ve bir tanede anne baba bir ablası var.
Onun deyimiyle “Ablası da kötü yoldadır”. GD ve ablası pavyonlarda
konsomatrislik yapmaktadır, fuhuş deneyimi olmuştur ve ablası Ankara’nın en
belalı, ismi korkuyla anılan ve polisle dahi çatışmaya girmekten çekinmeyen
organize suç örgütü liderinin bir dönem sevgilisi olmuştur.
Evden kaçmasını anlatırken elleri ve ayakları titriyor. Dört yaşına kadar
üvey annesinin yanında Kahramanmaraş’ta yaşıyor, o küçük yaşına rağmen
üvey annesi sırtında oklava kırıyor, o yaşlarda karakola sığınıyor ama karakol
onu üvey anneye teslim ediyorlar.
Dört yaşından sonra, o sıralar konsomatrislik yapan öz annesinin
yanına Ankara’ya taşınıyor. “ Başıma gelenlerin tek suçlusu öz annemdir,
bana hiç annelik yapmadı, bakıcıların elinde büyüdüm, ayda bir bakıcıya para
232
vermeye gelirdi ama beni görmeden giderdi” diyerek annesine karşı duyduğu
nefreti ifade ediyor.
11 yaşında okula gidiyorum diye evden çıkıyor, okula gitmiyor,
komşuda oturuyor, geziyor; artık öz annesinin yanında yaşamaktadır.
Bunu öğrenen annesi onu feci şekilde dövüyor, Bunun üzerine ilk kez
evden kaçıyor. Caner diye bir arkadaşına sığınıyor, Caner yaşça ondan
büyüktür, fakat ona herhangi bir zararı dokunmaz. Bir ay evinden ayrı kalıyor,
bir parkta bulunup, annesine teslim ediliyor.
12
yaşında
tekrar
kaçıyor
evden
ve
bu
sefer
ilk
cinsel
ilişkisini/tecavüzü yaşıyor. Daha sonraki kaçışlarında ise çeşitli suçlara
bulaşmış
alkol,
sigara
ve
çeşitli uyuşturucu maddeleri kullanmıştır.
Uyuşturucu madde bağımlısı değildir ama “yaş, kuru fark etmez ortamlarda
kullanırım” diye açıklamaktadır durumu.
Bir dönem Erdoğan isimli sitelerdeki bir mobilyacı ile takılır, adam 20
yaşındaydı o zaman önce iyi başladı arkadaşlıkları, fakat bir gün ona tecavüz
etti, daha sonra anlaşmazlıkları ve dayak başladı, bunun üzerine şikayetçi
oldu Erdoğan’dan. Erdoğan yakalandı ve cezasını çekti.
Daha sonra dördüncü kez Çocuk Şubesine gittiğinde tanıştığı Tolga ile
takılır bir dönem, araba teybi çalıp satarak idare ederler. Daha sonra
hayatına girip çıkan erkekler oldu.
En son altı ay önce, gece yarısından sonra boş boş sokaklarda
gezerken, bir araç içinde üç genç ile tanışıyor, o günden sonra altı ay
boyunca temelde hırsızlıkla geçinen bu üç gence takılıyor.
Esrar, içki, çarpık cinsel ilişkiler ve hırsızlık ile geçen altı ay içerisinde
bir de çocuk aldırıyor. Daha sonra bu üç arkadaşı tarafından pazarlanmaya
ve gazinolarda çalıştırılmaya başlanıyor. “Dövüldüm, odaya kilitlendim, her
türlü sapıklığın kurbanı oldum.”
233
Özgür isimli bir çocuktan hamile kalıyor, dört aylık olmasına bir hafta
kala bebeğini, gazetelere “ kasap doktor” diye çıkmış bir doktora aldırıyor.
Fakat çocuğunu aldırmasını anlattığındaki, yüzündeki ifade ise insanı
şaşkına çeviriyor. Bu altı aylık süreçte, Ersin (30 yaşında) ve Özgür (20)
yaşında, onları pavyonda çalıştırıyordu, parayı da onlar alıyordu ve
kaçmamaları için onları silahla tehdit ediyordu.
Bir gün ablası, karakola giderek bu şahısları şikayet ediyor, o da
ablasını destekliyor ve ismini verdiği tüm şahıslar polis tarafından
toparlanarak tutuklanıyor.
Bu çocuğa telefonlarını kırıp, Doğantepe’de takıldıkları şahıslardan
mekânlardan, uzaklaşmasını yeni bir hayata başlamasını tavsiye etmenin
gereksizliği kısa sürede anlaşılıyor.
Onun yüz ifadesinde herhangi bir değişiklik, herhangi bir pişmanlık,
herhangi bir amaç görülmüyor. Tüm konuşma boyunca aynı amaçsızlık, aynı
boş ifade yüzünden silinmiyor. Kendisini kurtarmak gibi bir amacının olmadığı
her halinden belli oluyor.
Kısa süre sonra olacakları ise tahmin etmek güç değil, haklarındaki
suçlamalar nedeniyle tutuklanan şahısların yakınları, avukatları GD ve
ablasıyla irtibata geçecekler, şikâyetini geri alması için uzun süren bir
pazarlık başlayacak ve pazarlık bir noktada neticelenecek.
Boynu bükük uzun altın sarısı saçları yüzünü kapatıyor, yüzünde derin
bir elemle birlikte büyük bir umutsuzluk ve boş vermişlik var.
Tırnaklarındaki siyahlık ise bembeyaz teniyle büyük bir tezat teşkil
ediyor.
Onunla konuşan insanın, insanlığından utanmaması mümkün değildir
fakat onun kendini kurtarmak için herhangi bir çaba göstereceğini beklemek
boşunadır.
234
3.3.4.5 Beşinci Mülakat H.Ö.
H.Ö. kimliğine göre şu an 11 yaşında, gerçekten daha fazlasını
söylemekte mümkün değil. Fakat yakalandığı son olay nedeniyle yapılan
kemik testinde, kemik yaşı 16 olarak çıkıyor, farkında olmasa da bu onun
yakın zamanda demir parmaklıklarla tanışacağının bir habercisi.
HÖ iyi bir hırsız hem de en iyisinden, şu ana kadar yaklaşık 100 tane
olayı olduğu tahmin ediliyor, en son yakalandığı olayda, Kayseri’den 12 kilo
altın ve 27.000 YTL nin çalınması ile suçlanmış. Polis tarafından yakalanmış;
fakat yaş küçüklüğü nedeniyle hemen serbest bırakılmış.
HÖ’nün sülalesi çoğunlukla Bursa’da yaşamalarına rağmen, Eskişehir,
Ankara ve Kayseri hattında çok aktifler ve suçlarını bu bölgelerde işliyorlar.
HÖ kendini Roman olarak tanımlıyor. Kendilerine çingene denilmesine
çok kızıyor ve tepki gösteriyor, “Çingeneler çok pis biz Romanız, dedelerimiz
Erzurum’dan gelmişler, onlar çok pis ve dileniyorlar, kimse iş güç vermiyor
onlara, onlar o….’luk yapıyor,” diye başlıyor anlatmaya.
Bursa’da beş yaşında başlıyor hırsızlığa, telefon çalıyor, çanta çalıyor
“gözünün kestiği ne varsa” çalabiliyor. Çevresindeki herkes hırsızlıktan
yakalanmış; ama yanlış anlaşılmasın sadece kadınlar çalışıyor ve ninesi de
hırsızlık yaparmış. Parayı onlar kazanıyor ama evde onların sözü geçmiyor,
ağabeyleri ve babaları tüm kararları veriyor.
Ablaları ve yengeleri hep kocaya kaçmışlar. Bugüne kadar hiç erkek
arkadaşı olmamış, öz anne ve babasıyla yaşıyor ve ebeveynleri ne zaman
izin verirse o vakit evlenecek.
Anne ve babasından bahsederken yüzü gülüyor. Ailesiz veya sıkıntılı bir
aileyle büyümediğini anlatıyor, her yönüyle normal bir aile sade geçinme
235
metotları farklı. Dolayısıyla ruh haliyle itibariyle gayet sağlıklı görülüyor, ne
kollarında jilet kesikleri var, ne de sıkıntı ve bunaltıdan bahsediyor.
Yakalandıklarında her şeyi inkâr ediyorlar ama ısrarla inkâr ediyorlar,
kamera görüntülerini bile inkâr ediyorlar, “tanımadığım bir amca taşıyıver
dedi” diyorlar.
Her yerde belirli avukatları var, onlar hemen geliyor ; hatta bir avukatları
hâkimlikten emekli. Bursa adliyesi kayıtlarında yaşı 16 gözüküyor o nedenle
sadece bir olay nedeniyle kısa bir süre ceza evinde bulunmuş ve
arkadaşlarıyla orada vakit geçirmiş
Beş kardeşler, onlarda sadece kadınlar çalışır ama evli ablaları bu işi
yapmıyormuş, kayınvalideleri hırsızlık yapıyormuş.
Onların töresi var, erkeklerin sözü geçer ailenin istemediği birine
kaçarsa ve ailesi onu affetmez ise öldürürlermiş onu. Erkekler çalışmasa da
içki ve kumardan uzak dururmuş, “Annem ve babam oruç tutar ama ben hiç
namaz kılmam ki, ben hiç sure bilmem ki, ne bileyim abi ben,
aşure
günümüz var, o gün işe gitmeyiz, aşure yapar dağıtırız, her şeyi katarız
aşureye” diyor.
Babası ceza evinde, 100 YTL için çıkan bir kavgada ateş etmiş ve
hasmı erkekliğinden olmuş.
“Đlk işe çıktığında biraz korktum, karakola tutturdular beni, bir hafta
kaldım, sonra gelip aldılar beni, artık polis görünce korkmuyorum
telaşlanmıyorum.” diyor ve profesyonelliğiyle övünüyor.
Devletten ne istersin, hırsızlığı nasıl bırakırsın? Ne kadar aylık istersin?
diye sorulduğunda; “Bizim yeteri kadar paramız var abi, üç tane evimiz var
Bursa’da ayda bir milyar benim masrafımı bile karşılamaz abi” diyor pazarlığı
başlatıyor.
236
HÖ
ülkemizde
asayiş
suçlarını
en
çok
işleyen
Romanlardan.
Romanların geleneksel mesleği olan sepetçilik gibi mesleklerin yok olması,
onları hırsızlık gibi suçlara itmiş ve artık hırsızlık onlar için normal hale
gelmiş.
3.3.4.6 Altıncı Mülakat Neco, Ali ve Hüseyin
Neco (16) , Ali (15) ve Hüseyin (10) yaşlarında Kızılay’da mendil satan
ve sık sık Çocuk Polisi tarafında haklarında işlem yapılan çocuklar. Onlar için
hayatın normal akışıdır bu olay. Bu üç çocuk yakın akrabalar ve aslen
Kayseri Melikgazi Đlçesi nüfusuna kayıtlılar.
Ali’nin babası bir olayda silahlı çatışmaya girmiş, altı kurşun yemiş ve
yakın zamanda hapishaneden çıkmış. Altındağ Hıdırlık Tepede oturuyor ve
dört kardeşler.
Neco iki kardeş ve bir tane de geliyor. Ege mahallesinde oturuyor.
Hüseyin, ailesinde boşanma olayı yaşamış, öz annesinin yanında
kalıyor, “Birbirlerini sevmediler ve ayrıldılar” üzüldüm diyor gülerek.
Neco ortaokul 2. sınıftan terk, Ali 8. sınıfa gidiyor ama okula iki yıl geç
başlamış. Hüseyin ise yaşının henüz 10 olmasına rağmen 1. sınıfa yazılmış
ama bir ay bile okula devam etmemiş ve “Selpak yüzünden gitmeyeceğim,
akşama kadar dona dona titreye titreye bekleyeceğim, bir internet salonunun
temizliğini yapmam için günlük on YTL verdiler ama kabul etmedim, keşke
bende büyüsem ve zengin olsam” diyor gülerek.
Üç tane akraba ve yaşıt çocukla sohbet etmenin zorluğu ve avantajları
bir arada ortaya çıkıyor. Üçünün kahkahaları kesilmiyor, aralıksız devam
ediyor, bu sayede devamlı konuşuyorlar, birinin cevap vermekte çekindiği
237
hususları, diğerleri hemen açıklıyor, özellikle Neco konuşmayı seviyor,
Hüseyin ise gülmeyi, Ali’nin ise daha olgun ve ağır bir görüntüsü var.
“bırakında sorsun sorularını” diye sık sık diğerlerini susturuyor.
Ali’nin bu olgun ve durgun tavırlarının nedeni çok geçmeden anlaşılıyor,
Ali bir suç nedeniyle 3 ay ıslah evinde bulunmuştur. Islah evinden ve işlediği
suçtan hiç bahsetmiyor, “iftiraya uğradım ve zordu” diyor sol elini göstererek,
sol elinin üstünde bir dövme var, büyük harflerle” canım annem yazıyor.
Neco hemen atılıyor ve gülerek anlatıyor, “Abi bu hapse giren
çocukların hepsi böyle olur, canım annem, canım babam, her yerlerine
yazarlar bunlar” diye Ali’yle dalgasını geçiyor. Ali’den cevap yok, sessizliğini
muhafaza ediyor.
Ailelerin doğru dürüst gelir getirecek işleri yok, Ankara’nın çöküntü
alanlarında yaşıyorlar.
Neco’nun babası Hacı Bayramı Veli’de Kur’an satıyormuş, günde 50100 YTL arası kazanıyormuş ve Neco’ya devamlı dini hikâyeler anlatıyormuş.
“O zaman sen dini konularda sen çok bilgilisin” denilince, sevinçle
boynundaki Hz. Ali madalyonunu çıkartıyor ve başlıyor anlatmaya:
“Abi sen bunu tanıyor musun, Hz. Ali Ekber bu, Hz. Muhammet gibi
peygamber bu, ondan sonra başka peygamberler var, Haydar Sultan var,
Kızıldereli Seyit Ali Sultan, Peygamber hepsi bunların,………Yezid denen
zulüm ediyor bunlara, kafirlersiniz diyor bunlara,…………. Kabede Hz.
Muhammet yatıyor, Kerbela’da Hz. Ali ve Hz. Hüseyin yatıyor, Mısır’da
Kaygusuz Abdal yatıyor,……..Hz. Ali’nin kır bir atı varmış, Yezitlerle
savaşıyorlarmış, Yezitler çoluk çocuk öldürüyorlarmış, Allah atı konuşturmuş,
Hey Hz. Ali Efendimiz demiş, kuyruğunu bir sallıyorlarmış, on kişi
ölüyormuş,………..Bir gün bir ailenin önünü eşkıya kesiyor, adam karısı ve
çocuklarını korumak için eşkıyayı öldürüyor, sonra Hacı Bektaşi Veliye
gidiyor, ben adam öldürdüm diyor, Hacı Bektaşi Veli bir ağaç dik onu büyüt
ve yedi sene sonra gel diyor, yedi sene sonra yukarıdan Cebrail geliyor, Hacı
238
Bektaşi Veliye o adam söyle o da artık evliya oldu diyor, Bostancı Baba
oluyor……..”
Kafa sallıyorum o anlatırken ve benim bilgisizliğim onun heyecanın
arttırıyor. “Amma gebensin abi” diyor ve devam ediyor, “Türk’e teber denir,
geben Allaha inanmayanlara denir” Ali hemen atılıyor ve Neco’nun kırdığı
potu düzeltiyor, “Hayır abi sen buna bakma, geben zenginlere denir. ”
Aliye cezaevini evini soruyorum, “Sincan Çocuk ve Gençlik Kapalı
Cezaevinde kaldım, kötüydü kötü ama ne yapalım, ya seve seve ya da
anlarsın yaa, çok oyun oynadık orada en çokta uzun eşek oynadık, bu
dövmeyi de iğne ve mürekkeple yaptılar….”
Hüseyin’in babası kokoreç imal eden bir işletmede çalışıyormuş, günde
200 YTL alıyormuş, ama kışın iş olmazmış, sadece yazın çalışabilirmiş. Üç
çocuktan sadece Hüseyin babasının dayaklarından şikâyetçi, “sırtımda soplar
kırılırdı” diyor, Ali’nin babası ona bir kere bile vurmamış.
Ali’nin babası ise hiçbir iş yapmıyor, sadece bira içiyor, evin ihtiyaçlarını
Ali karşılıyor. Mendil satıyor, çocuklar normal bir günlerini şu şekilde
özetliyorlar, sabaha kadar televizyon izliyorlar, akşama kadar uyuyorlar,
akşam ise Kızılay’a ve trafiğin ana arterlerine selpak satmaya gidiyorlar. “ne
izliyorsunuz?” sorusu büyük bir gürültüye, kesilmeyen bir kahkaha tufanına
yol açıyor, Neco gene heyecanla başlıyor anlatmaya, “Filmleri izliyoruz,
yabancı filmleri izliyoruz,
abi bunlar var ya hele sen Hüseyin’in yaşına
bakma, bunlar sabaha kadar, cd izliyorlar eğitim cdsi anlarsın ya oynaş cdsi
…..“ ve kesilmeyen gülüşmeler.
Çocuk Polisi tarafından sık sık yakalanıp Şubeye getiriliyorlar, onların
trafiği tehlikeye düşürmesi ve halkın şikâyetleri nedeniyle Çocuk Polisi onları
topluyor, sosyal hizmet uzmanlarıyla görüştürüyor ve ailelerine teslim ediyor.
Hepsinde yeşil kart var, devletten herhangi bir istekleri olmadığını
belirtiyorlar, zaten kömür ve gıda yardımı yapılıyormuş.
239
Hüseyin’in dayılarında ikisi cezaevinde, üstelik bir dayısı kendi babasını
öldürdüğü için ceza çekiyor.
Ali’nin ise halası, babaannesi ve üç dayısı ceza evindedir. Yine son
noktayı Neco koyuyor büyük bir kahkahayla, “Bizim sülale cezaevinde”.
Gelecekte ne olmak istedikleri sorunca Neco ve Hüseyin polis Ali ise
mühendis olmak istediğini söylüyor, ama usulen verilmiş bir cevap kendileri
de inanmıyorlar buna.
Uzun dağınık saçları, siyaha çalan görüntüleri ile Ankara’nın çöküntü
semtlerini temsil eden bu çocukların yüzünden gülümseme görüşme boyunca
kesilmiyor.
3.3.4.7 Yedinci Mülakat Ömer ve Hakan
Ömer kız arkadaşını ziyaret için arkadaşı Hakan’la birlikte Ankara’ya
gelmiş iki delikanlıdır.
Her ikisi de pırıl pırıl kıyafetlerle ve briyantinden parlayan gösterişli
saçlarla, oldukça şık bir görünüm içerisindedirler. Ömer 16 ve Hakan 17
yaşındadır.
Daha önce üç kez gelmişlerdir Ankara’ya ve elbette sadece Ömer’in kız
arkadaşını görebilmesi için.
Hakan,
ailesiyle
anlaşamadığı
için
Ömer’in
ailesiyle
birlikte
yaşamaktadır. Uzun yıllardır hiç ayrılmamışlardır ve artık onlar kardeşten
ötedir. Hakan parçalanmış bir ailenin mensubudur.
240
Üç gün bir arkadaşlarında kalırlar, dördüncü günü dışarıda geçirirler,
beşinci gün paraları biter ve AŞTĐ Polis Karakoluna otobüs ayarlanarak
Mersin’e gönderilmeleri için başvururlar.
Tabiî ki karakol polisinin yapabileceği hiçbir şey olmadığının, Çocuk
Polisinin haberdar edilerek muhafaza altına alınacaklarının ve bunun
sonucunda yalnızca ailelerine teslim edilebilecekleri gerçeğinin farkında
değillerdir.
Artık onlar polisin gözünde Mersin’den Ankara’ya kaçmış ve aileleri
gelene kadar muhafaza edilmesi zorunlu çocuklardır.
AŞTĐ Karakolunda
Çocuk Şubesi ekipleri beklenirken şu şekilde konuşmaktadır Ömer, “Size
sığındık, ekonomik durumumuz kötü, zaten annem hasta, ameliyat olacak
annem, bize bir bilet alıverin yeter,” diye durumu özetliyordu.
Her ikisi de bayan kuaförlüğü yapıyor, Ankara’ya gitmek amacıyla işi
bırakmışlar, son haftalıklarını alıp Ankara’ya gelmişler, üç gün eğlenmişler,
dördüncü gün paraları bittiği için, biletlerinin temin edilmesini rica etmek için
karakola gelmişlerdir.
Durumdan ailelerinin haberdar olması ve evden kaçmış muamelesi
görmeleri nedeniyle oldukça sinirliydiler
Ömer’in babası on sene önce vefat etmiştir. Hakan ise Ömer’in artık
kardeşi olmuştur.
Ömer ve Hakan, herhangi bir suçla bağlantıları olmasa da veya
bilinmese de; mutlu bir aile ortamının, aile disiplininin ve boş zamanların
önemini ortaya koymaktadır.
Çocukların boş zamanı düzgün bir şekilde doldurulamazsa, bu durum
beraberinde birçok sıkıntıyı da getirecektir.
Ömer ve Hakan’la mülakatımız tamamlandığında, yeni bir sürprizle
karşılaştım. Veysel, 11 yaşında üzerinde boğazlı bir kazak ve bir kaban
241
elinde bir poşetle evinden kaçmış ve bulunmuş bir çocuk. Çocukluğun tüm
saflığı yüzüne yansımış olan Veysel ile iletişim kurmak mümkün olmaz.
Veysel’den uzun uğraşlar sonunda, Çinçin’deki babaannesinin evinden
kaçmış olduğu dışında bir bilgi alınamaz, küçük bir poşete sımsıkı sarılmış
olan Veysel’in yanaklarını sıkarak ona veda etmek zorunda kaldım.
Birçok
soru
açıklanmamıştır,
Kimden
kaçmaktadır?,
Neden
kaçmaktadır?, Bu ısrarlı sessizliğin nedeni nedir? Küçük poşette ne
taşımaktadır? vb.
3.3.4.8 Sekizinci Mülakat M.G.
M.G. 18 yaşına girmesine 7 ay kalmış bir çocuktur. 2 ay Sincan Çocuk
ve Gençlik Kapalı Cezaevinde bulunmuş ve 6-7 kez polis tarafından
yakalanarak hakkında işlem yapılmıştır.
Mardin’den 1993’te terör nedeniyle göç etmişler ve Ankara Keçiören’e
yerleşmişler.
Babasının ayakları sakat ve bir parkta bekçilik yapıyor. Altısı kız ve
dördü erke olmak üzere on kardeşler, kardeşlerinden birisi de cezaevinde.
Kardeşlerinden üçü ise evli ve boşanmış olan bir ablası ise çocuğuyla birlikte
onlarda kalıyor. “Ekonomik durumumuz yine de iyi Allaha şükür o kadar kötü
değil.” şeklinde durumlarını ifade ediyor.
Defalarca evden kaçmış sokaklarda yaşamış, evden kaçmaya 7–8
yaşında başlamış. “arkadaşlara uydum, çocukluk aklı” diyor, evden
kaçmalarının nedenini izah ederken.
242
Dokuz sene bally kullanmış, içkide içiyor zaman zaman, ailenin
erkeklerinden de içki kullananlar var. Eskiden evden kaçıp parklarda
gezerken, kendine jilette atmış zaman zaman.
Yedinci sınıfa kadar okumuş, sonra bırakmış.
“Mardin’de kalsak böyle olmazdı. Mardin’deyken Türkçe konuşmayı
bile bilmiyorduk. Biz artık Ankaralı olduk. Buranın imkânları daha iyi.
Gelmemiz bir yandan iyi oldu, diğer yönden çok kötü oldu. Ama artık geri
dönüşümüz yok. Zaten Mardin’de fazla bir tarlamız da yoktu. Kalanı da
akrabalarımız ekiyor. Bayramda seyranda nadiren gidebiliyoruz ama
Ankara’daki köylülerimizle görüşüyoruz. Annem babam bile geri gidelim
demiyor artık.”
Düzgün bir mesleğe yönlendirilmemiş. Ayakkabı boyacılığı, simit ve
selpak satışı, lokanta gibi işlerde çalışmış.
“Bir dönem Kars’tan göç etmiş arkadaşlarına takıldım. Onlara
takılmamak lazımdı. Çok pişmanım evden kaçtığıma. Annem bana hiçbir
zaman kötü davranmadı. Babam küçükken döverdi ama kaçmayayım diye,
kaçmaktan vazgeçeyim diye, o dövdükçe daha çok kaçıyorduk, aslında
babamda çok sert ve katı değildir. Son yakalandığım olaydan dolayı
hakkımda tahkikat sürüyor, eğer tutuklanmazsam işe güce bakacağım artık.
Cezaevinden çıkışımdan sonra Keçiören’de bir arkadaşımla CD satışına
başladım. Her gün tezgâhımızı polis basıyordu. On altı milyon ceza
kesiyordu. Olmadı bıraktık bu işi de. Şu an düzgün bir meslek sahibi olmayı
isterdim. Devlet dairesinde çalışmayı isterdim. Devlet sabıkamızı silse o bile
yeter ” diyor ve duygularını anlatıyordu.
Evlilik
ile
ilgili
düşüncelerini
ve
kız
arkadaşı
olup
olmadığını
sorulduğunda başlıyor anlatmaya: “Kırşehirli bir kız arkadaşım var, son iki üç
aydır beraberdik, 14 Şubatta sözlenecektik, umarım son yakalanışımı
duymaz ve umarım tutuklanma kararı çıkmaz” diyor ve pişmanlığını anlatıyor.
243
Onu en çok yaralayan şey ise bazen cebinde hiç parası olmadığı için,
kız arkadaşının yemek paralarını ödemesi oluyormuş. Düzgün bir işi ve
gelirinin olmayışı, kriminal geçmişi yüzünden kız arkadaşına karşı yaşadığı
mahcubiyeti anlatıyor uzun uzun.
“Cezaevi çok zordu, bir anda her şeyden uzaklaşıyorsun, çok
bunalımlıydı,
görüş
gününü
bekliyorsun,
aileni
özlüyorsun,
yalnız
bırakmadılar beni, toplu halede geldiler hep. Kötü maceralar hep, şimdiki
aklım olsa evi hiçbir şeye değişmem.” diyor, hastalığından dolayı burnunu
çeke çeke, çok utanmasa da saygılı bir ifade ile anlatıyor pişmanlıklarını uzun
uzun.
3.3.4.9 Dokuzuncu Mülakat U.K.
U.K., kimliğinde 93 doğumlu gözükse de gerçekte 91’li. Cezaevine hiç
düşmese de üç kez polis tarafından yakalanmış ve hakkında işlem yapılmış.
Son yakalanmasına bir dükkân soygunu sırasında görüldüğüne dair iftira
atılmasıymış. U.K. oldukça kalıplı ve Amerikan tarzı kesilmiş saçlarıyla
bakımlı bir genç.
Karslı bir aileden geliyor, ama ne zaman ve hangi sebeple göç
ettiklerini bilmiyor.
Ailesiyle birlikte Sitelerin arka tarafındaki Hüsrev Gazi Mahallesinde
yaşıyor ve yedi kardeşler.
Đlkokul ikinci sınıfta son bulmuş eğitim hayatı. Babası kan davası
nedeniyle son yedi yıldır cezaevinde. Kan davası Ankara’da 2000 yılında
başlamış, abisi 15 yaşında kanlılarını öldürmüş, babası da azmettirmekten
2001’de hapse düşmüş.
244
Kanlıları halen Ankara’da ve halen olay devam ediyor, fakat en son
cinayet 2001’de işlenmiş, artık olay yavaş yavaş külleniyor. Kanlılarıyla aynı
şehirde yaşamaktan dolayı herhangi bir korku hissetmiyor.
Babası ve kardeşi hapse düşünce akrabaları onlara sahip çıkmamış,
haftada sadece 50 YTL vermişler. Kardeşi şimdi hapisten çıkmış ve araba
alıp satıyor. Yenidoğan’da evlerini kiraya vermişler, Hüsrev Gazi’deki evleri
ise kira. Şimdi üç kardeşi ve 15 yaşındaki kız yeğeniyle beraber aynı evde
yaşıyorlar, yeğeninin boşanmış olan annesi şimdi evlendi, ama yeğenlerini
üvey babanın yanına gitmesini istememişler. Annesinin de ikinci evliliği.
Sigara dışında hiçbir şey kullanmıyor.
Hiç evden kaçmamış, hep ailesiyle beraber yaşamış. “Normal bir
aileydi, korkma ve çekinme yoktu, nasihat verirlerdi, diğer olaylarımda da
masumdum, 2007 Ağustosunda birde yaralama nedeniyle gözaltına alındım”
Şu anda Bentderesinde otoparkçılık yapıyor. Haftanın belli günleri
orada kuş meraklıları toplanıyor, sadece bunun parkını kullanabiliyorlar. Araç
başına 2,5 YTL alıyor. Haftanın dört günü çalıştırıyor ve diğer günler geziyor.
Günlük 30-40 YTL kalıyor.
Kars’a sadece bir kez yedi yaşındayken gitmiş. Kars’tan gelmeselerdi
farklı ve daha güzel bir hayatları olurmuydu hiç bilmiyor, hiç düşünmemiş bu
konuyu.
Otopark, kendi yeri ama yasal olup olmadığını bilmiyor.
Evlilik düşünmüyor, ama ileride evlenirse çocuğunu kimseye minnet
ettirmeyecek.
Bir dönem bir abisinin sahibi olduğu oto tamircisinde çalışmış ama
sevmemiş o işi ayrılmış, otoparkçılık daha çok hoşuna gitmiş. “o iş hasta etti
beni, baydı, beni yoksa ağabeyimle bir sıkıntım yok” diyor.
245
Boş zamanlarını evde yatarak ve arkadaşlarıyla gezerek geçiriyor.
“Arkadaşlarını hepsi temiz insanlar, diğerlerinden hayır gelmez zaten, …”
diyerek uzun uzun arkadaşlarının meziyetlerini anlatıyor.
U.K. düzgün bir eğitim almamış ve düzenli bir işte sebat edemeyecek
bir görüntü çiziyor. Boş zamanlarını düzgün bir şekilde doldurmaması, aile
disiplinin yeterli olmayışı zaman zaman çeşitli suç olayların karışmasına
neden olsa da profesyonel olarak suçla hayatını sürdüren bir kişiye
benzemiyor. Bununla birlikte, geleceğini düşünmeyen ve umursamaz tavırları
insanı hayrete düşürüyor.
3.3.4.10 Derinlemesine Mülakat Sonuçlarının Değerlendirilmesi
On iki yaşından küçük çocukların, en azından derinlemesine mülakat
için yeterli olgunlukta olmadıkları görülmüştür.
Rastlantısal olarak belirlenmesine rağmen, mülakat yapılan çocukların
kendileri veya aileleri göç deneyimini yaşamıştır. Çocukların genelinde yoğun
bir şekilde; umutsuzluk, geleceği düşünmeme, umursamama veya boş
vermişlik hali görülmektedir.
Mülakatlar sırasında Ankara’nın; Çinçin, Hıdırlık Tepe, Hüseyin Gazi
Doğan Tepe, gibi suçluların ikamet ettiği ve yüksek suçluluk oranlarına sahip
olan semtlerinin isimleri, çeşitli vesilelerle sık sık tekrarlanmıştır. Bu yüksek
suçluluk bölgelerinin suçluluğu arttırdığı ve bu alanlar üzerinde derinlemesine
araştırmalara ihtiyaç olduğu düşünülmektedir.
Ankara’da çocuk suçluluğuna kolay yönelebilen, hassas grupların
birincisinin Roman vatandaşlar olduğu söylenebilir. Hırsızlık gibi asayiş
suçlarının, Romanlarda yaygın olduğu ortaya çıkmaktadır. Roman kökenli
246
vatandaşların, hayatlarını sürdürmek için suçu seçmiş olmaları ve çocuklarını
suça yöneltmeleri; bu gruplar arasında suçun bir yaşam biçim olarak
algılandığını göstermektedir.
Bu grupların; yeterli sermayeyi toplayarak küçük ve yasal bir iş
edinmek, bu suretle helal kazanç elde etmek ve çocuklarını suçtan korumak
gibi bir amaçları olmadığı görülmüştür. Özellikle bu insanlar için hırsızlık, aile
büyüklerinden kalan bir mirastır.
Roman kökenli çocuklardan sonra, Ankara’da çocuk suçluluğuna
kolayca yönelebilen hassas grupların ikincisinin ise; kentin çöküntü
alanlarında yaşayan, kente uyum sağlayamamış alt gelir gruplarına mensup
çocuklar olduğu söylenebilir.
Bu alanlarda yaşayan çocukların ifadelerine göre bu alanlardaki
yaşam şu şekilde özetlenebilir. Genellikle insanlar düşük gelir getiren işlerde
çalışırlar veya işsizdirler, buna rağmen kalabalık aileler içinde yaşarlar,
çocukların pek azı eğitimini sürdürür, büyük bölümü çalışarak selpak satmak
gibi faaliyetlerle aile bütçesine katkıda bulunur ve en önemlisi çocukların
ailelerinde suçluluk yaygın bir şekilde görülür.
Yine çocukların ifadelerin göre, kentin çöküntü alanlarına devletin
önemli yardımları vardır. Yeşil kart uygulaması, kömür ve gıda yardımının, bu
bölgelerdeki hayatı oldukça kolaylaştırdığı ifade edilmiştir. Bununla birlikte
sözkonusu yardımlar, bu kitlelerin kente uyumunu sağlama ve normal bir
hayata
geçişlerini
temin
etme
fonksiyonları
bakımından
yeniden
değerlendirilmelidir. Örneğin devletimiz tarafından sağlanan bu ciddi
yardımlara rağmen, en azından çocukların okula gönderilmesi bile temin
edilememiştir. Çocukların okula gönderilmesi, yeşil kart veya diğer yardımlar
için bir şart olarak düzenlenebilir.
Ankara’da çocuk suçluluğuna kolay yönelebilen üçüncü hassas
grubun, terör nedeniyle zorunlu göçü yaşamış ailelerin çocukları olduğu
söylenebilir. Zorunlu göç; güvenlik, devletin çeşitli sosyal ekonomik kararları
247
gibi nedenlerle ve iradesi dışında, bireyin yer değiştirmek durumunda
bırakılmasıdır. Özellikle 1984 yılından itibaren, Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgeleri’nde yaşayan insanlarımız, terör nedeniyle zorunlu göç kervanına
katılmıştır.
Gönüllü göç sonucunda kentle bütünleşme süreci görece daha
sorunsuz bir biçimde gerçekleşirken, zorunlu göçte bu süreç daha
problemlidir. Bazı suçlu çocuklarda; zorunlu göç sonucu, kent hayatına uyum
sağlayamama ve suça yönelme görülmüştür.
Ayrıca köylerde ve kırsal alanda nüfus seyrektir, suçlular için suçlarını
saklamak ve gizlemek imkânı daha azdır ve özellikle mala karşı suçların
işlenebilmesi için gerekli olan zenginlik ve eşya da kırsal alanda daha azdır.
Kentler, özellikle mala karşı suçların işlenebilmesini kolaylaştıran birçok
etkeni barındırmaktadır.
Bu nedenle, hayatını suçtan elde ettikleri gelirlerle sürdüren gruplar,
çocuklarını büyükkentlere yönlendirmektedir. Kent, özellikle mala karşı suç
işleme arzusunda olanlar için bir çekim alanıdır. Bu çerçevede; mülakat
yapılan çocukların önemli bir kısmının, farklı kentlerde ikamet etmelerine
rağmen, Ankara’ya suç işlemeye geldikleri görülmüştür. (Her ne kadar,
Ankara’da suç işlerken yakalanmalarını düğün vb. mazeretlerle açıklamaya
çalışsalar da)
Ayrıca büyükkent, evden kaçan çocukların ilk yöneldikleri
alandır.
Mülakat ailenin çocuk suçluluğu açısından önemini, bir kez daha
ortaya çıkarmıştır. Çocuğun sağlıklı ve huzurlu büyüyebilmesi için, normal bir
aile hayatı şarttır. Bununla birlikte, normal bir aile hayatına sahip olmasına
rağmen suç işleyen çocuklarda görülebilir. Yalnız bu durumun yaygın
olmadığı düşünülmektedir.
Mülakat gerçekleştirilen oniki çocuktan sadece beş tanesi öz anne ve
babasıyla birlikte yaşamaktadır. Bunlardan H.Ö.’nün ailesi çocuğunu suça
yönlendirmekteyken, Neco
ve
Hüseyin
ise
sokakta selpak satışına
248
gönderilmektedir. A.D. ve M.G. öz anne babasıyla yaşayan ve normal bir
aileye sahip oldukları söylenebilecek yegâne örneklerdir.
Mülakatlar; parçalanmış aile deneyiminin ve ailenin niteliklerinin, çocuk
suçluluğunda belirleyici rol oynadığını ortaya çıkarmıştır.
Ayrıca, öz anne ve babasıyla birlikte yaşayan veya nispeten düzgün
bir aile hayatına sahip olan çocuklar, çeşitli suçlar işlemiş olsalar bile, en
azından bunalımlı bir görüntü sergilememektedir. Düzenli bir aile hayatına
sahip olmayan çocuklarda, kollarına jilet atma gibi ciddi depresyon veya
mutsuzluk belirtileri görülmektedir.
Suçlu bir aileye mensup olan çocukların, daha kolay ve profesyonel bir
şekilde suça yöneldiği görülmektedir. Suçla geçimini temin etse bile, aile
sevgisine ve korumasına sahip olan çocuklarda depresyon, mutsuzluk
işaretleri ve diğer buhranlar görülmemektedir.
Evden kaçan veya çeşitli şekillerde suç işleyen bazı çocuklarda,
ailelerine yönelik ciddi bir nefret veya onları cezalandırma arzusu olduğunu
düşündüren bulgular vardır.
Evden kaçarak Ankara’ya gelmiş ve burada var olma savaşı verirken
başlarına gelen, yaşadıkları ya da yaşamak zorunda bırakıldıkları olaylar,
çocukları suça itebilmektedir. Tek başına Ankara’ya gelen bir çocuğun en
temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken sokaklarda birçok tehlikeyle
karşılaşacağı açıktır.
Yaşça kendilerinden büyük kişiler tarafından her türlü istismara maruz
kalan
bu
çocuklar
için,
günün
birinde
suçla
tanışmaları
nerdeyse
kaçınılmazdır. Erkek çocuklarda çeşitli suçlarda kullanılırken, bazı olaylarda
kız çocuklarının cinsel yönden istismar edildikleri görülmektedir.
Cinsel yönden istismar edilen kız çocuklarından bazıları ise, ilerleyen
süreçte profesyonelleşmektedir. Kendisiyle cinsel ilişkiye giren kişiler
249
hakkında şikâyetçi olarak onların cezaevine girmelerini sağlamaktadırlar.
Daha sonra ise şikâyetini geri almak için onlarla pazarlığa oturmaktadır.
Hayatını suçtan elde edilen gelirlerle sürdürmek, beraberinde birçok
açmazı da getirmektedir. Bu gruplar suçtan elde ettikleri gelirin bir kısmını,
avukatlı ücretleri, ceza evindeki yakınlarının ihtiyaçları gibi konularda
harcamak zorundadırlar. (Đlginç bir şekilde, suçu meslek haline getirmiş olan
çocuklar, genellikle aynı avukatların isimlerini vermişlerdir. ) Dolayısıyla suç
işlemenin maliyeti, suçlular için de yüksektir. Bu durumda bir kısır döngüye
yol açmaktadır.
Mülakat yapılan çocukların büyük bir çoğunluğunun, düzenli bir eğitim
hayatı yoktur. Eğitime geç başlanılmakta veya erken terk edilmektedir.
Çocuklar; zamanlarını ve enerjilerini okulda harcamadıklarından, büyük bir
boş zamana sahiptirler. Bunun yanı sıra aileler ve yaşam çevreleri, onları
okula yönlendiremediği gibi, boş zamanlarını etkili ve faydalı bir şekilde
geçirmelerini
sağlayacak
çözümler
de
üretmemekte
veya
üretememektedirler.
Đyi bir şekilde düzenlenmemiş boş zaman, çocuklara suç işleme fırsatı
yaratmaktadır. Ailenin, çocuklarına boş zamanlarını iyi değerlendirmesi için
ortam hazırlamaması veya hazırlayamaması, çocuğu sokağa itmekte ve suç
işlemesine neden olmaktadır.
Eğitime yönlendirilmemiş olan zaman; çıraklık gibi aynı zamanda
meslek edinmelerini sağlayacak etkinliklere aktarılabilseydi, çocukların
suçtan uzak durmaları sağlanabilirdi. Fakat çocukların ve ailelerin bu bilinçten
uzak olduğu, yaşam çevresinin ise bu fırsatı tanımadığı anlaşılmaktadır.
Aynı zamanda suç kendi felaketini de beraberinde getirmektedir.
Haklarında suç nedeniyle işlem yapılan çocukların birçoğunun ailesinde,
çeşitli nedenlerle cezaevinde bulunan aile bireylerine rastlanmaktadır.
250
Cezaevi, bütün çocuklar tarafından acıyla anlatılan bir tecrübedir.
Fakat yaş küçüklüğü nedeniyle henüz demir parmaklıklara tanışmamış
olanların, tehlikenin önemini fark edemedikleri görülmüştür.
Suç işleme konusundaki profesyonelliğini anlatanlar veya bazı
yakınları cezaevinde olanlar bile, konunun ciddiyetini fark etmemiş
haldedirler. Cezaevi tecrübesi olanlar, tekrar suç işlemiş olsalar bile, en
azından konunun ciddiyetinin farkındadırlar. Bu çerçevede; profesyonel suçlu
olma yolunda olma yolunda hızla ilerleyen fakat yaş küçüklüğü nedeniyle
hakkında herhangi bir adli işlem yapılamayan 12 yaşından küçük çocukların,
(Beşinci mülakatta görüşülen H.Ö isimli çocukta olduğu gibi) cezaevi
tehlikesini anlamalarını sağlamak amacıyla, uzman psikologların desteğiyle
çeşitli girişimlerde bulunulması yolları araştırılmalıdır.
Ülkemizin önemli ve büyük kentlerinden birisi olan Ankara, yukarıda
açıklanan nedenlerle, çocuk suçluluğunu kendine çekmekte ve ondan
etkilenmektedir.
251
SONUÇ
Kentleşme
bir
değişme
sürecidir.
Bu
değişimle
birlikte
çeşitli
problemlerin ortaya çıkması, mevcut problemlerin nitelik değiştirmesi veya
yoğunlaşması olağan karşılanmalıdır. Kentleşme sonucu meydana gelen
sorunları tespit, analiz ve çözümler üretmek için geniş araştırmalar yapılmalı
ve büyük çaba harcanmalıdır. Bu çerçevede ülkemizde, özellikle kent
suçluluğunun analizi için yeterli bilimsel araştırma yapıldığı söylenemez.
Suçun köy ve küçük kentlerde göre büyük kentlerde daha fazla
işlenmekte olduğu, herkes tarafından kabul edilmiş bir gerçektir. Klasik
kuramlar, suç eğilimini temelde sosyal çözülme süreci, anomi, göreli
yoksunluk gibi kavramlarla açıklamaktadırlar. Kırsal alanlardaki homojenlik,
herkesin herkesi tanıması ve sosyal kontrol kent yaşamında etkisini
yitirmektedir. Köyden büyük kente gelmiş ve kentin kozmopolit ortamında
alıştığı değer ve kuralları bulamamış kişilerin kuralsızlık içine düşerek,
çevresine yabancılaşarak toplum dışı davranışlara ve suça başvurabileceği
öngörülmektedir.
Ayrıca, 'göreli yoksunluk' kavramı, yani kişilerin kendilerine referans
aldıkları
gruplarla
kendi
yaşam
ve
kaynaklarını
karşılaştırdıklarında
duydukları eksiklik ve haksızlık duygusu, köy-kent göçmenini potansiyel suçlu
olarak işaret etmektedir. Buna göre, kentte yetişen bu çocuklar kendilerine,
annelerinin, babalarının yaptıkları gibi, köyde bıraktıkları akraba ve tanıdıkları
referans almak yerine, kendilerini kentteki avantajlı gruplarla karşılaştırmakta,
yaşam beklentilerini yüksek tutmakta ve sonuçta beklentileri yerine
gelmeyince yaşadıkları hayal kırıklığı suça yol açabilmektedir.
Kentleşme süreci sadece çocuk suçluluğunu değil, kadın suçluluğunu
ve intiharları da arttıran bir etmendir.
252
Çocuğu suça götüren yol, çoğu zaman birçok nedenin birleşmesiyle
oluşmaktadır. Çeşitli olaylar zinciri birbirlerine eklenip çocuğu suça
sürüklemektedir.
Yapılan
çalışmalarda,
bireysel
nedenlerin
suçluluğa
etkisinin çok az olduğu tespit edilmiştir. Ailevi ve çevresel nedenler, çocuk
suçluluğuna yol açan en önemli etkenlerdir. Kentleşmede bu kapsamda
değerlendirilmelidir.
Şaşırtıcı
da
olsa
çocuğun
sosyalleşmesi,
çocuk
suçluluğunu arttırmaktadır.
Çocuğun sosyalleşmesine ilk ve en önemli katkıyı sağlayan aile
kurumunun çocuk suçluluğuna engel olma veya yol açmasına ilişkin
fonksiyonu, inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Aile kurumu da modern
toplumun sıkıntılarından etkilenmektedir. Örneğin kentleşme sürecinin,
bireyler arasındaki sürtüşmeleri arttırıp evlilik kurumunu sarsması ve bunun
boşanmaya yol açması gibi. Bilindiği gibi parçalanmış aile, çocuk suçluluğuna
yol açan etkenlerden bir tanesidir.
Amerika’da 20. yüzyılın başlarında kırsal bölgelerden kentlere doğru,
bugün bizde olduğu gibi, geniş bir iç göç tespit edilmişti ve bu göç nedeniyle
yüksek bir suçluluk oranı ortaya çıkıyordu. Bazı yazarların belirttiği gibi ülkemiz
bu bakımdan, Amerika’nın 20. yüzyıl başındaki dönemine çok benzer bir durum
içindedir.
Chicago şehri bu problemlerin en yoğun yaşandığı yerlerden birisiydi.
Hızlı kentleşme sonucu oluşan suç problemine çözüm bulmak amacıyla,
Chicago Okulu tarafından ciddi eserler ortaya konulmuştur.
Chicago sosyologlarına göre suç, genetik yapı nedeniyle değil sosyal
ve
maddi
çevre
faktörlerinden
etkilenerek
oluşmaktadır.
Chicago
sosyologlarının temel argümanı göçmen nüfusunun, istikrarlı bir sosyal yapı
geliştirme fırsatına sahip olamamaları üzerine kuruludur. Geleneksel
değerlerin
yerini
suçlu
değerler
ve
gelenekler almıştır.
Toplumdaki
dayanışma duygusu sağlanamamış ve bu durumda suça yol açmıştır. Kentin
253
yüksek suçluluk oranı bulunan kısımlarında, geniş bir hareketlilik, sosyal
yapının dağılması ve istikrarsızlığa rastlandığı tespit edilmiştir.
Bazı dünya ülkelerinde, kentlerde göçmenlerin yaşadığı alanlarda,
başta suç olmak üzere derin toplumsal problemlerin ortaya çıktığı
görülmektedir. Ülkemizde ise durum bunun tam tersidir ve genel olarak
gecekondular suç ve suçluluk üreten bölgeler olmamıştır. Ülkemizde
kentleşme sürecinde ortaya çıkan tampon mekanizmalar, aile ve kültür
yapısı, geleneksel değerler göç edenlerde yaygın bir suçluluğun ortaya
çıkmasına engel olmaktadır.
Dolayısıyla
Chicago
okulunun
tespitlerinin
birebir
ülkemizde
gözlendiğini söylemek mümkün değildir; fakat kentlerimizde kente uyum
sağlayamamış, suçu meslek edinmiş grupların yaşamakta olduğu çeşitli
çöküntü alanları bulunmaktadır. Bu bölgelerde yaşayanlar, kentin genelinde
büyük bir asayiş sorununa yol açmaktadır. Kentlerimizdeki bu çöküntü
alanlarının, Chicago Okulunun tespitleri çerçevesinde değerlendirilmesi
gereklidir. Kentlerimizde yer alan bu tip çöküntü alanlarında, suça götürücü
etmenlerin analizi için kapsamlı bilimsel araştırmalara ihtiyaç vardır.
Türkiye’deki genel suç eğilimi incelendiğinde; adalet, polis ve
jandarmanın istatistikleri olmak üzere tüm veriler, suç sorunun da ciddi bir
artışa işaret etmektedir. Özellikle polis görev sahasında, 1999 sonrasında
görülen artış dikkat çekicidir. Kentsel alanlar da suçlarda görülen artış, kırsal
alanda görülenden çok fazladır. Özelikle büyük kentlerimizde yaşanan çocuk
suçluluğundaki
artış
ve
bunun
kamuoyuna
yansıması
dikkat
çekici
boyutlardadır.
Ayrıca genel kabulleri doğrular şekilde; ülkemizde kentsel alanlarda
mala karşı suçlar yoğun olarak görülürken, kırsal kesimlere doğru gidildikçe
suç sayıları azalmakta fakat şahsa karşı suçlar artmaktadır.
Polis bölgesinde 2005 yılı ile 2006 yılları kıyaslanırsa iki yıl arasında
ciddi artış görülmektedir. Bu artışta asıl etkenin müdahale edilen tüm suç ve
254
kabahatlere suç numarası verilmesi nedeniyle oluşmaktadır. Artık Emniyet
Genel Müdürlüğü politikası olarak, müdahale edilen veya tespit edilen her türlü
asayiş suçuna numara verilerek, kaynakların planlamasının en etkili şekilde
gerçekleştirilmesi hedeflenmektedir. Bu nedenle 2005-2006 döneminde
suçlarda görülen ani sıçrama dikkate alınmamalı veya gelecek yıllarda
oluşacak değerlerle birlikte değerlendirilerek bir neticeye varılmalıdır.
Konuyu çocuk suçluluğu bakımından ele alırsak; polis bölgesinde
2000 ila 2006 yılları arasında hem yetişkin suçluluğunda, hem de çocuk
suçluluğunda ciddi bir artış görülmektedir.
Devlet Đstatistik Enstitüsünün verilerine göre, suç isnat edilen
çocukların ezici bir çoğunluğu kentsel bölgelerde ikamet etmektedir.
Görüldüğü gibi, çocuk suçluluğunun da, büyük oranda bir kent suçu olduğu
ortaya çıkmaktadır.
Genel olarak ülkemizdeki büyük kentlerin suç özellikleri şu şekildedir.
Büyük kentlerimiz genellikle tüm ülkenin suç ortalamasından daha yüksek
suç sayılarına sahip olmalarına rağmen, bu kentler en yüksek suç
oranlarının kaydedildiği kentler değildir. Mala karşı suçlar yoğun olarak
büyük kentlerde işlenmektedir.
Türkiye'nin büyük kentleri çok hızlı göç almaktadır. DĐE 2000 yılı nüfus
sayımı verilerine göre, 1975–2000 döneminde en fazla göç alan ilk üç il
sırasıyla Đstanbul, Ankara ve Đzmir illeridir. Ankara, 1965–70 dönemine
nazaran net göç alma oranı önemli ölçüde azalan illerimizin başında yer alır.
Gerçekten, Ankara'nın 1965–70 döneminde net göç alma oranı, %122,4 iken
1995–2000 döneminde %25,6’e inmiştir. Görülen bu gerilemeye rağmen
Ankara önemli göç odaklarından biri olma özelliğini sürdürmüştür. Ankara’nın
suç eğilimleri bu kapsamda değerlendirilmelidir.
Ankara’da çocuk suçluluğunda görülen artış hızı, ülke genelinde
görülenden çok fazladır. Bu duruma, Ankara’nın halen çok hızlı göç
almasının neden olduğu söylenebilir.
255
Yapılan derinlemesine mülakatlar ile Ankara’da çocuk suçluluğuna
yönelebilecek üç hassas grup tespit edilmiştir. Bunlar; suç işlemeyi meslek
haline getirmiş Roman ailelerin, kentin çöküntü alanlarında yaşayan ve kente
uyum sağlayamamış alt gelir gruplarına mensup ailelerin ve terör nedeniyle
zorunlu göç tecrübesi yaşayan ailelerin çocukları olduğu söylenebilir.
Mülakat ailenin çocuk suçluluğu açısından önemini, bir kez daha
ortaya çıkarmıştır. Çocuğun sağlıklı ve huzurlu büyüyebilmesi için, normal bir
aile hayatı şarttır.
Ayrıca istatistikî veriler incelendiğinde; Ankara’da ülke genelinden
daha yüksek bir boşanma oranı mevcut olmasına rağmen; polis tarafından
hakkında işlem yapılan çocukların ezici çoğunluğunun, öz anne ve babası ile
yaşamakta olduğu görülmektedir. Dolayısıyla istatistikî verilere göre, çeşitli
nedenlerle polis tarafından haklarında işlem yapılan çocukların bile, en
azından parçalanmış ailelerden gelmedikleri ortaya çıkmaktadır.
Elbette ki bu istatistikî veriler; ailelerin nitelikleri, ailenin çocuğa
yaklaşımı, çocuğu yönlendirmesi ve ailenin çocuğa sağladığı imkânlarla ilgili
yeterli bilgi vermemektedir. Yapılan mülakatlarda ise istatistikî verilerin
aksine; parçalanmış
aile deneyiminin ve
ailenin
niteliklerinin
çocuk
suçluluğunda belirleyici rol üstlendiği görülmüştür.
Ayrıca; nispeten normal bir aile hayatına sahip olan çocuklar, çeşitli
suçlar
işlemiş
olsalar
bile,
en
azından
bunalımlı
bir
görüntü
sergilememektedir. Düzenli bir aile hayatına sahip olmayan çocuklarda,
kollarına
jilet
atma
gibi
ciddi
depresyon
veya
mutsuzluk
belirtileri
görülmektedir.
Boşanma oranlarının azlığına rağmen, bazı sosyal tabakalardaki aile
özelliklerinin, çocukları suça sürüklediği veya onları suçtan uzak tutacak bir
ortam sağlamadığı ortaya çıkmaktadır. Suçu meslek haline getirmiş olan
ailelerin dışında kalan ailelerde; kente uyum ve intibaklarında güçlük
yaşadıkları düşündürmektedir. Bu ailelerde, bizzat ebeveynlerin kendileri kent
256
ortamına uyum sağlayamadığı gibi, hayatları düzgün bir şekilde idame
ettirecek iş imkânlarına da sahip değillerdir. Dolayısıyla bu tip aileler,
çocuklarını topluma faydalı bireyler olarak yetiştirecek ortamı oluşturmaktan
uzaktırlar.
Sonuç olarak; polis tarafından hakkında çeşitli nedenlerle işlem
yapılan çocukların ezici çoğunluğunun, öz anne ve babaları ile yaşıyor
olması, çocukları suçtan koruma bakımından herhangi bir değer ifade
etmemektedir.
Ülkemizde suçlarda görülen bu ciddi artışa rağmen, ülkemizde suçluluk
oranları halen gelişmiş toplumların gerisindedir. Bu çerçevede, ülkemizin suç
ve suçlu cenneti olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Gelişmiş toplumlarda hızlı kentleşme sonucu yaşanmış olan sorunlar,
bugün benzer şekilde fakat farklı yoğunluklarda ülkemizde de görülmektedir.
Türkiye’deki kentleşmenin ekonomik kalkınmaya paralel olmayışı ve
demografik niteliğinin ağır basması nedeniyle, hızlı kentleşme birçok sorunu
da beraberinde getirmektedir.
Birçok gelişmiş ülke, endüstrileşme ve kentleşmenin en üst düzeyde
olduğu klasik dönemi ve bunun getirdiği problemleri yaşamıştır. Ülkemizdeki
çocuk ve suçluluğunu değerlendirilirken, gelişmiş ülkelerin tecrübeleri önemli
bir veri olarak karşımıza çıkacaktır.
Birleşmiş Milletler istatistiklerine göre, 1980’lerden sonra Kuzey
Amerika’da suç oranlarının düşüşü ve AB üyesi ülkelerde ise suç oranlarının
yatay seyrettiği tespit edilmişken, ülkemizde suç sayılarının hızla artıyor olması,
ülkemizde yaşanan hızlı değişim sürecinin bir sonucudur. Bu ülkelerde suç,
özellikle de çocuk suçluluğu halen ciddi bir problemdir fakat hız yitirmektedir.
Kentleşme oranı artan toplumların, tamamının aynı sosyal problemleri
yaşayacakları beklenebilir; fakat farklı toplumlarda benzer sorunlar değişik
yoğunluklarda görülecektir. Çünkü toplumlar; gelenekleri, kültürleri, davranış
257
kalıpları, sosyo-ekonomik ve siyasal koşulları ile karşılaşılan problemlerin
çözümü sırasında çeşitli farklılıklar gösterirler.
Sonuç olarak; diğer gelişmiş ülkelerde bir dönem yaşandığı gibi hızlı
kentleşme, ülkemizde de çocuk suçluluğunu arttıran nedenlerden bir
tanesidir. Fakat ülkemizin toplumsal ve kültürel özellikleri gereği, sorunun
boyutları farklı derecede ortaya çıkmaktadır.
Ülkemizde mevcut yapısal sorunlar sürdüğü müddetçe, kentleşme
nedeniyle ortaya çıkan çocuk suçluluğu artışı da doğal karşılanmalıdır.
Ülkemizdeki kentleşme, çok yüksek nüfus artışına bağlıdır. Bu nüfus artış oranı
sürdükçe, kentleşmenin de yüksek oranda devam edeceği ve bunun da çocuk
suçluluğunda artışa neden olacağı; ilerleyen yıllarda ise, gelişmiş ülkelerde
olduğu gibi tablonun tersine döneceği söylenebilir. Ankara’da mevcut çocuk
suçluluğu, bu kapsamda değerlendirilmelidir.
Çocuklarımızın suça yönelmesine engel olmak için, gerekli sosyal,
ekonomik, kültürel politikaların ciddi şekilde saptanarak, kararlılık içerisinde
uygulanması gereklidir. Bu konuda sadece kamu kuruluşlarına değil, toplumun
her kesimine de önemli görevler düşmektedir. Çocukları suç işlemeye iten
nedenleri tespit ederek çözüm bulmak ve onları işledikleri suçlar nedeniyle
damgalamadan, en iyi biçimde yetiştirmek ve topluma iyi vatandaşlar olarak
kazandırmak zorundayız.
258
KAYNAKÇA
ADLER, Alfred; Eğitimi Zor Çocukların Psikolojisi-Karşılaştırmalı Ferdi
Psikoloji Tekniği, Çeviren: Refia Uğurel-Şemin ve Đstanbul Üniversitesi
Pedagoji Enstitüsü öğrencileri, Đstanbul, 1965.
AKÇURA, Tuğrul; “Türkiye’de Şehirleşme ve Bazı Şehir Örnekleri”, Türkiye
Coğrafi ve Sosyal Araştırmalar, Ed. Erol Tümertekin, Đstanbul, 1971, s.205211.
AKDUMAN, Gülümser Gültekin, “Çocuk Đstismarına Bilimsel Yaklaşım”
Polis Dergisi, Sayı 47, Ocak-Mart, 2006, s.243-249.
AKINCI, Yılmaz, ATAKAN, Tahsin; Psikolojik-Pedagojik –Hukuki
Yönleriyle Suça Giden ve Suç Đşleyen Çocuklar, Mim Yayınları, 1968.
AKKAYA Yüksel, “Göç, Yoksulluk ve Kentsel Şiddet”, Editör: Yasemin
ÖZDEK: Yoksulluk, Şiddet ve Đnsan Hakları, TODAĐE Yayınları, Ankara,
2002, s.203-215.
AKTAN, Hamdi Yaver. “Suç ve Suçluluk Nedenlerine Kriminolojik Bir
Yaklaşım”, AD, Sayı 2, 1981, s.134-139.
AKYÜZ, Yahya: “Çocuk Suçluluğu Konusunda Türk Eğitim Tarihinde Đlk
Önemli Araştırma”, I.Ulusal Çocuk ve Suç Nedenler ve Önleme
Çalışmaları Sempozyumu 29-31 Mart 2001, Ankara Üniversitesi, s.34-45.
AKYÜZ, Emine, Ulusal ve Uluslararası Hukukta Çocuğun Haklarının ve
Güvenliğinin Korunması, Milli Eğitim Basımevi, 2000.
ALACAKAPTAN, Uğur. Suçun Unsurları, Sevinç Matbaası, 1970.
ALKAN Necati, Gençlik ve Terörizm, EGM Basımevi, Ankara, 2002.
259
ARIKAN Gülay, POYRAZ Tuğça, “Kalecik’e Bağlı Bağcılıkla Uğraşan On
Köyde Ekonomi Kurumu Açısından Modernleşme Eğilimleri”, HÜEFD, Cilt 22,
Sayı 2, 2005, s.1-19.
ARSLAN, Ali, “Bir Sosyolojik Olgu Olarak Televizyon”, Uluslararası Đnsan
Bilimleri Dergisi, www.insanbilimleri.com, Ulaşma tarihi 23.03.2007.
ARSLAN, Ali, “Bir Ankara Köyü (Kavaközü)nün Sosyolojik Đncelemesi”
Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 17, 2004,
s.53-63.
ASLANOĞLU, Rana A.; Kent, Kimlik ve Küreselleşme, 1. Basım Asa
Kitapevi, Bursa,1998.
ATASOY, Sevil, ZĐYALAR, Neylan; “1997 ve 1998 Yıllarında Đstanbul ve Los
Angeles’te Güvenlik Birimleriyle Đhtilaf Haline Düşen Çocukların
Karşılaştırılması”, I.Ulusal Çocuk ve Suç: Nedenler ve Önleme
Çalışmaları Sempozyumu Bildirileri, 29-30 Mart 2001, AÜ ATAUM,
UNICEF, 2002, s.11-20 .
AVŞAR, Zakir, AKSOY Mustafa; Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan Terör
Nedeniyle Göç Eden Ailelerin Sorunları, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu
Yayını, Ankara,1998.
BAHAR, H. Đbrahim, SEYHAN, Kazım; “Çocukta Suçluluğun Gelişmesine
Yol Açan Faktörler”, Polis Dergisi, Sayı 47, Ocak-Mart, 2006, s. 96-113.
BECCARĐA, Cesare Bonesana Marchese, Suçlar ve Cezalar Yahut
Beşeriyetin Mecellesi, Çev., Muhittin GÖKLÜ, Đstanbul, 1961.
BLANC, Cristina; “Urban Children in Distress”, UNICEF, 1994 nakleden
Sevil ATAUZ; “Kent Yoksulu Aileler ve Çocukları”, III. Aile Şurası Bildirileri
Aile Araştırma Kurumu Yayınları 25-29 Mayıs 1998, Ankara, s.430-441.
260
BOOCKIN, Murray; Kentsiz Kentleşme Yurttaşlığın Yükselişi ve Çöküşü,
çeviren Burak Özyalçın, Ayrıntı Yayınları, Đstanbul,1999.
BUMĐN, Kürşat; Demokrasi Arayışında Kent, Đz Yayıncılık, Đstanbul, 1998.
CANPOLAT, Hasan; Türk Belediye Sisteminde Ölçek ve Model Sorunu,
Ankara, 2002.
COLLANGE, Christiane; Boşanma Salgını, çeviren Sevim Akten, Doruk
Yayınları, Ankara, 1997.
ÇAĞATAY, Tahir; Günün Sosyolojisine Giriş, Ankara,1968.
ÇEÇEN,A. Rezan; “Çocuk Cinsel Đstismarı: Sıklığı, Etkileri Ve Okul Temelli
Önleme Yolları” Uluslararası Đnsan Bilimleri Dergisi, ww.InsanBilimleri.com
ulaşım tarihi 03.03.2007.
COHEN, Phil, Modern Social Theory, London, 1968
CORRĐGAN, Paul; Schooling The Smash Street Kids, London,1979
DEMĐRBAŞ, Timur; Kriminoloji, http//www.kriminoloji.com, 01.04.2007.
DĐLULĐO, John, REĐMAN, Jeffrey; “Is Street Crime More Harmful Than WhiteCollar Crime ?” in Taking Sides, Kurt Finsterbusch, Mc Graw-Hill/Dushkin,
2003, sh; 280-297 çeviren Ali Ünlü, Ayhan Sabancı, Polis Dergisi 37.sayı,
Ekim-Aralık 2003, s.244-252.
DOĞAN, Đbrahim; “Đstanbul’a Suç Gecekondu”, Aksiyon, Sayı 536, Tarih,
14.03.2005, www.aksiyon.com.tr, ulaşım tarihi 11.06.2007.
DÖNMEZER, Sulhi; Kriminoloji, Đstanbul, 1994.
261
DÖNMEZER, Sulhi; “Hızlı Şehirleşme ile Suç ve Adalet Sistemi Đlişkileri”,
Hızlı Şehirleşmenin Yarattığı Ekonomik ve Sosyal Sorunlar, SĐSAV, Đstanbul,
1986, s. 55- 70.
DÖNMEZER, Sulhi; “Hızlı Şehirleşen ve Sanayileşen Bir Küçük Şehir
Toplumunda Suçluluk Ereğli Projesi”, Şehirleşmenin Doğurduğu Ceza
Adaleti Sorunları Sempozyumu, Đ.Ü. Huk. Fak. Ceza Hukuku ve Kriminoloji
Ens. Yayını, Đstanbul, 1974, s. 129-145.
DÖNMEZER, Sulhi; “Çocuk ve Gençlik Suçluluğunda Boş Zamanların Rolü”,
ĐÜHFM, Đstanbul, 1964, s.1-22.
ERASLAN, Levent; 21. Yüzyılın Küçük Adam ve Kadınları, Uluslararası Đnsan
Bilimleri Dergisi www.InsanBilimleri.com, Erişim tarihi 23.03.2007.
ERE, Altay: “Korku Kültürü, Değerler Kültürü ve Şiddet.” Aile ve Toplum, Yıl
7, Cilt 2, Sayı 8, Mart, 2005 s.23-37.
ERGUN, Doğan; Sosyoloji El Kitabı, Đstanbul, 1984.
ERGUN Gunay Semra, YILMAZ , Ali; “Increasing Crime Rates And The
Problem Of Safety In Cities In Turkey”, Istanbul Conference On
Democracy & Global Security 9-11 Haziran 2005, Ankara, 2005, s.311320
ERKAN, Rüstem, BAĞLI, Mahzar; “Göç ve Yoksulluk Alanlarında Kentle
Bütünleşme Eğilimi: Diyarbakır Örneği”, HÜEFD, Cilt 22, Sayı 1, 2005, s.105124.
ERKAN, Rüstem, ERDOĞDU, M.Yüksel; “Göç ve Çocuk Suçluluğu”, Aile ve
Toplum, Yıl 8, Cilt 3, Sayı 9, Ocak, Şubat Mart 2006, s.79- 90
ERKAN, Rüstem; Kentleşme ve Sosyal Değişme, Ankara, 2002.
262
EROL, Metin, ÖZDEMĐR Nesrin; “Kentsel Bütünleşme Üzerine Köy-Kent
Farklılaşması ve Aile Kurumunun Etkileri: Sivas Örneği”, Toplum ve Göç, II.
Ulusal Sosyoloji Kongresi, Ankara,T.C. Başbakanlık D.Đ.E. Yay., 1997,
s.342-390.
ERSOY, Melih; Göç ve Kentsel Bütünleşme, Türkiye Geliştirme
Araştırmaları Vakfı, Ankara, 1985.
ERMAN, Tahire: “Kent Yoksulu ve Şiddet: Gecekondu Bağlamında Eleştirel
Bir Yaklaşım”, Editör Yasemin Özdek, Yoksulluk, Şiddet ve Đnsan Hakları,
TODAĐE Yayınları, Ankara, 2002, s.193-202.
ESMEK, Abdürrahim, “Sokak Çocukları ve Polis”, Polis Dergisi, 26. Sayı,
Ocak-Mart 2001, Yıl 7, s.599-608.
GANDER, M.J., H.W.GANDINER, Çocuk ve Ergen Gelişimi, Çeviren Bekir
Onur, Đmge, Ankara, 1993.
GANS, Herber J., People and Plans Essays on Urban Problems and
Solutions, Newyork, 1968
GENCER, Arseli; Postmodern Mimari ve Endüstri Sonrası Toplum
Đlişkileri, Đzmir,1992.
GENÇ, Ernur; “Kentlileşme, Geleneksel-Modern Gerilimde Kimlikler”,
Toplum ve Göç, II. Ulusal Sosyoloji Kongresi, Ankara, T.C. Başbakanlık
D.Đ.E Yay., 1997 s.300-313.
GERAY, Cevat; “Köy Yerleşmeleri ve Toplum Kalkınması”, Mimarlık
Dergisi, s.11, Đstanbul, 1974, s.69-76.
GIDDENS, Antony; Sosyoloji Kısa Fakat Eleştirel Bir Giriş, Çeviren Ülgen
Yıldız Battal, Phoenix, II. Baskı, Ankara, 2005.
263
GIDDENS, Antony; Sosyoloji, Yayına Hazırlayan Cemal Güzel, Ayraç
Yayınevi, Ankara, 2005
GĐDER, Hüsnü; Genel Kriminoloji ve Adalet Psikolojisi, Ankara,1961
GĐRĐTLĐOĞLU, Cengiz; “Đç Göç ve Kentlileşme”, Kentleşme ve Kentlileşme
Politikaları, Der. Suher Hande, TÜSES Vakfı, Đstanbul, 1991, s.49-57
GÖKÇE, Birsen ve Diğerleri; Gecekondularda Ailelerarası Geleneksel
Dayanışmanın Çağdaş Organizasyonlara Dönüşümü, Kadın ve Sosyal
Hizmetler Müsteşarlığı, Ankara, 1993.
GÖKÇE, Birsen; Gecekondu Gençliği, Hacettepe Üniversitesi Yayınları,
Ankara,1977.
GÖKÇE, Birsen: “Evlilik Kurumuna Sosyolojik Bir Yaklaşım” HÜSBD, Sayı 1,
Aralık, 1978, s.29-44
GÖKTÜRK, Atilla; “Kentsel Haklar Kent Yoksullarını kapsar Đse...”, Editör
Yasemin Özdek, Yoksulluk, Şiddet ve Đnsan Hakları, TODAĐE Yayınları,
Ankara, 2002, s.217-233
GÖLCÜKLÜ, Feyyaz; Türkiye’de Çocuk Suçluluğu Hakkında Bir
Araştırma, Ankara, 1962
GÖRMEZ, Kemal; “Göçler, Kentleşme Ve Büyükkentlerde Konut”, III. Aile
Şurası Bildirileri 25-29 Mayıs 1998 Ankara, Başbakanlık Aile Araştırma
Kurumu Başkanlığı, Ankara, 1999, s. 490-498
GÖRMEZ, Kemal; “Göç ve Kültürel Kimlik Sorunları” , Cumhuriyetin 75.
Yılında Doğu Anadolu’da Güvenlik ve Huzur Sempozyumu 17-19 Aralık
1998 Elazığ, 1999, Đzmir, s.307-312
264
GÖRMEZ, Kemal; Şehir ve Đnsan, M.E.B. Yayınları, Ankara, 1991,
GÖRMEZ, Kemal; Kent ve Siyaset, Gazi Kitabevi, Ankara,1997
GREGORY, J., D. Smith; The Dictionarv of Human Geography, New York,
1986
Glueck, Sheldon; The Problem of Delinquency, Newyork, 1959
GÜNÇE, Gülseren; “Çocuk Suçluluğu ve Aile”, Çocuk Suçluluğu ve Çocuk
Mahkemeleri Sempozyumu 22-23 Haziran 1983, Ed.Esin ONUR,
A.Ü.Basımevi, 1983, s.1-17
ĐÇLĐ, Tülin Günşen; “Toplumdan Kopuş Suç ve Şiddet”, Sosyolojiye Giriş,
Ed. Đhsan Sezal, Đstanbul, s. 627-705
ĐÇLĐ, Tülin Günşen; Kriminoloji, Seçkin Yayınları,7. Baskı, Ankara, 2007
ĐÇLĐ, Tülin Günşen; Türkiye’de Suçlular Sosyal, Kültürel ve Ekonomik
Özellikleri, Atatürk Kültür ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi
Yayını, sayı:71, Ankara, 1993
ĐÇLĐ, Tülin Günşen, Tülin, BURCU, Esra; “Đnformal Sosyal Kontrolün
Sağlanmasında Ailelerin Gelir ve Eğitim Düzeyinin Önemi Ankara’da
Uygulamalı Bir Çalışma”, HÜEFD, Cilt 10, Sayı 1, Temmuz 1993, s.43-56
ĐÇLĐ, Tülin Günşen, ÖZCAN, Nilüfer; “Tükiye’de Ekoloji Suç Đlişkisi Üzerine
Sosyolojik Bir Çalışma”, HÜEFD, Cilt 9, Sayı 1-2, Aralık,1992, s.27-52
ĐÇLĐ, Tülin Günşen, ÖGÜN, Aslıhan; “Sosyal Değişme Süreci Đçinde Kadın
Suçluluğu” HÜEFD, Cilt 5, Sayı 2, Aralık 1998, s.17-32
265
ĐÇLĐ, Tülin Günşen: “Türkiye’de Đntiharların Yaş ve Cinsiyete Göre Dağılımı”
HÜEFD, Özel Sayı 1983, s.193-207
ĐÇLĐ, Tülin Günşen; “Aile Đçi Şiddet: Ankara-Đstanbul ve Đzmir Örneği”,
HÜEFD, Cilt 11, sayı 1-2, Aralık 1994, s.7-20
ĐÇLĐ, Tülin; “Uyuşturucu Madde Bağımlıları Đle Sosyolojik Bir Çalışma”,
HÜEFD, 2.2.1984, s.77-86
GÜRELLĐ, Nevzat; “Şehirleşme ve Suç”, Şehirleşmenin Doğurduğu Ceza
Adaleti Sorunları Sempozyumu, Đ.Ü. Huk. Fak. Ceza Hukuku ve Kriminoloji
Ens. Yayını, Đstanbul, 1974, s.119-128
HALMAN, Talat; “Suçlu Olan Biziz. Çocuk Cumhuriyeti ve 10 Düş”, .Ulusal
Çocuk ve Suç: Nedenler ve Önleme Çalışmaları Sempozyumu Bildirileri,
29-30 Mart 2001, AÜ ATAUM, UNICEF, 2002, s.21-30
HANCI, Đ.Hamit; “Çocuk Suçluluğuna Yol Açan Sosyal Bir Yara “Đç Göçler ve
Çarpık Kentleşme”, Đzmir Tabip Odası Bülteni, Sayı:6, Mayıs-Haziran 1999,
s.24-28
HANCI, Đ. Hamit, EGE, Beyhan; “Đzmir’de Suç Đşleyen Çocukların Sosyolojik
Özellikleri”, Adli Tıp Dergisi, Cilt IX, No. 1-4, s.3-9
HEIDENSON, Frances; Crime And Society, 1989
HICKS, David. SANSFAÇON, Daniel; http://www.crime-prevention-intl.org/
(Erişim tarihi 10 Mart 2004): “Evlerden Yapılan Nitelikli Hırsızlık Suçları Bazı
Sanayileşmiş Ülkelerde Durum” çeviren Sinan Erbaş Polis Dergisi, OcakMart 2004, Yıl 10, Sayı 38, s.482-485
ĐSPĐR, Eyüp; Şehirleşme ve Meseleleri, Gazi Kitabevi, Ankara, 1991
266
ĐSPĐR, Eyüp; Kentleşme Metropolitan Alan ve Yönetimi, Ankara Đktisadi ve Ticari
Đlimler Akademisi Yay No:185, Ankara, 1982
JERSE, W. Frank, FAKOURĐ , M. Đbrahim; Juvenile Deliquency and
Akademic Defiency, Contemporary Education , 1978.
KANER, Sema; “Çocuk-Ergen Suçunda Ailenin Rolü”, Türkiye’de Suç ve
Polislik, Ed. Đbrahim Cerrah-Emin Semiz, Ankara, 2001 s.3-17.
KANER, Sema; “Ana Baba Denetimleriyle Ergenlerin Suç Kabul Edilen
Davranışları Arasındaki Đlişkinin Đncelenmesi”, I.Ulusal Çocuk ve Suç:
Nedenler ve Önleme Çalışmaları Sempozyumu, Bildiriler, 29-30 Mart
2001, AÜ ATAUM, UNICEF, 2002, s.220-232.
KARTAL, Kemal; “Kentlileşmenin Ekonomik ve Sosyal Maliyeti”, AĐD, Aralık,
1983, s.92-110
KARTAL, Kemal; Ekonomik ve Sosyal Yönleriyle Türkiye’de Kentlileşme,
Ankara, 1983.
KARTAL, Kemal; Kentleşme ve Đnsan, T.O.D.A.Đ.E. Yayınları, Ankara, 1987.
KAPTAN, Saim; Bilimsel Araştırma Teknikleri ve Đstatistik Yöntemleri,
Olgaç Matbaası, Ankara.
KELEŞ, Ruşen; Kentbilim Đlkeleri, Sevinç Matbaası, Ankara, 1976.
KELEŞ, Ruşen: “Şehirleşmede Denge Sorunu”, Mimarlık Dergisi, Yıl: 4,
Sayı: 37, Đstanbul, 1974, s.26-39.
KELEŞ, Ruşen; 100 Soruda Türkiye’de Şehirleşme, Konut ve
Gecekondu, Gerçek Yayınevi, Đstanbul, 1972.
267
KELEŞ, Ruşen; Eski Ankara’da Bir Şehir Tipolojisi, Ankara, 1971.
KELEŞ, Ruşen; Kentleşme Politikası, Đmge, Ankara, 2002.
KELEŞ, Ruşen; Yerinden Yönetim ve Siyaset, Đstanbul, 1992.
KELEŞ, Ruşen, ÜNSAL, Artun; Kent ve Sosyal Şiddet, AÜ SBF Basım
Yayım Yüksek Okulu, Ankara, 1982.
KELEŞ, Ruşen; Kent Bilim Terimleri Sözlüğü, Ankara, 1998.
KEREM, Ebru Aktan; “Çocuk Ve Terörizm” Polis Dergisi Sayı 40 erişim
www.egm.gov.tr 01.04.2007
KILINÇ, Đsmail; “Türkiye’de Kentleşmenin Özellikleri”, AĐD,HAZĐRAN, 1993,
s.132-151
KOÇAK, Murat; “Küçükler ve Suç Ortaklığı”, Polis Dergisi, Sayı 47, OcakMart, 2006, s.340-343
KONGAR, Emre; Đmparatorluktan Günümüze Türkiye’nin Toplumsal
Yapısı, Đstanbul, 1981.
KORTAN, Enis; Modern ve Postmodern Mimarlığa Eleştirel Bir Bakış,
Đstanbul, 1996.
KÖKNEL, Özcan; Bireysel ve Toplumsal Şiddet, Altın Kitaplar, Đstanbul,
1996.
KURTZ, Lester; Evaluating Chicago Sociology, The University of Chicago
Press, 1984
LABORIT, Henri; Đnsan ve Kent, Çev: Onaran Bartan, Đstanbul, 1990
268
MERAY, Seha L.; Toplum Bilim Üzerine, Đstanbul, 1982.
ÖZBEK, Meral; “Arabesk Kültür: Bir Modernleşme ve Popüler Kimlik Örneği’,
Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, Der. Sibel Bozdoğan-Reşat
Kasaba, Đstanbul,1999, s.168-188.
ÖZCAN, Mehmet. “Avrupa’da ve Türkiye’de Suç Đstatistikleri ve
Suçlardaki Artış”, http://www.turkishweekly.net/turkce/yorum.php?id=388,
ulaşma tarihi 01.04.2007
ÖZCAN, Nilüfer: “Şiddete Dayalı Olmayan Sapmış Davranışlar ve Aile
Kurumu” HÜEFD, Cilt 11, Sayı 1-2, Aralık 1994, s. 149-158
ÖZEK, Çetin; “Türkiye’de Şehirleşmenin Ana Nitelikleri ve Ceza Adaleti
Yönünden Yol Açabileceği Sorunlar”, Şehirleşmenin Doğurduğu Ceza
Adaleti Sorunları Sempozyumu, 17-19 Aralık 1973, Đ.Ü. Huk. Fak. Ceza
Hukuku ve Kriminoloji Enstitüsü Yayını, Đstanbul, 1974, s.15-87
ÖZKALP, Enver; Sosyolojiye Giriş, Eskişehir, 1993.
ÖZKÖK, Ertuğrul; Hürriyet Gazetesi, 23 Ocak 2007.
ÖZTÜRK, Muhsin; “Herkes Gider Mersine”, Aksiyon, Sayı 641, Tarih
19.03.2007, www. aksiyon.com.tr, erişim tarihi, 06.04.2007
PICCA, Georges; Kriminoloji, Çeviren Ebru Erbaş, Đstanbul, 1992.
POLAT, Oğuz; Çocuk ve Şiddet, Đstanbul, 2001
POLAT, Oğuz; Çocukların Cinsel Sömürüsü Raporu 2006, www.0-18.org,
erişim tarihi 25.03.2007
269
POWER, Anne; “Housing, Community and Crime”, Crime and City, Essays
in Memory of John Barron Mays , 1989, London s.200-219
SALDIRIM, Mustafa. “Suça Đtilmiş Çocukların Yeniden Sosyalizasyonu
Projesi”, I. Ulusal Çocuk ve Suç, Nedenler ve Önleme Çalışmaları
Sempozyumu, 29-30 Mart 2001, Ankara, 2002, s.279-296
SALDIRIM, Mustafa, “Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi
Açısından Suça Đtilmiş Çocuğun Haklarına Bir Bakış ve Bir Öneri”, Adalet
Dergisi, Sayı 1, http: www.adalet.gov.tr. Erişim tarihi 24.04.2007
SHAW, Clifford R. ve MCKAY Henry; Social Factors In Juvenile
Delinquency, Newyork, 1931
SEVÜK, Y.Handan; Uluslararası Sözleşmelerdeki Đlkeler Açısından
Çocuk Suçluluğu ile Mücadelede Kurumsal Yaklaşım, Beta Basım Yayım,
1. Basım, 1998.
SEZAL, Đhsan; Şehirleşme, Ağaç Yayınları, Đstanbul, 1992
SEZAL, Đhsan; “Toplum ve Aile”, Sosyolojiye Giriş, Editör Đhsan Sezal, Martı
Yayınları, Đstanbul, s.161-197
SHAW, Mark. “Determining Global Trends in Crime and Justice: An Overview of
Results From The United Nations Surveys Of crime Trends and Operations Of
Criminal Justice System”, Forum on Crime and Society, vol. 3, Nos. 1 and 2,
December, 2003, s. 27-41
SĐEGEL, Larry J, SENNA, Joseph J.; Juvenile Delinquency, Theory,
Practice and Law, Minnesota, 1981.
SOKULLU-AKINCI, Füsun; Kriminoloji, Đstanbul, 2004.
270
SUTHERLAND, Edvin, The Principles of Criminology, Philadelphia, 1966
ŞENYAPILI, Önder; Kentlileşen Köylüler, Đstanbul, 1978.
TAN, Mine, “Çocukluk, Dün ve Bugün”, Toplumsal Tarihte Çocuk
Sempozyumu 23-24 Nisan 1993, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1993, s.12-25
TANDOĞAN, Alaeddin; Türkiye’de 1975-1980 Döneminde Đller Arası
Göçler, Trabzon, 1988.
TANER, Mehmet; Çocuk Niçin Suç Đşliyor? Suçlu Çocuklar, Suça Đtilme
Nedenleri ve Eğitim Yolu ile Korunmaları, Adalet Bakanlığı Yayınları, Yeni
seri no: 65, 1985.
TATLIDĐL, Ercan; “Hızlı Kentleşmenin Eğitim Politikalarına Etkisi”, Toplum
ve Göç, II. Ulusal Sosyoloji Kongresi, Ankara, T.C. Başbakanlık D.Đ.E
Yay., 1997, s. 536-552
TATLIDĐL, Ercan: “Kentleşme ve Göç”, Sosyolojiye Giriş, Ed. Đhsan Sezal,
Martı Yayınları, Đstanbul, s.403-447
TAYFUN, Recep; “New York Şehri Polis Departmanının Suçla Mücadelesindeki
Başarısı -New York’dan Öğrenmek” , Polis Dergisi sayı 40 www.egm.gov.tr
ulaşım tarihi 27.04.2007 .
Tiren, Fikret, “Fransa’da Gençlik Çeteleri”, Polis Dergisi, Ocak-Mart 2004,
Yıl 10, Sayı 38, s.476-478
TEKŞEN, Adnan; Kentleşme Sürecinde Bir Tampon Mekanizma Olarak
Hemşehricilik Ankara’daki Malatyalılar Örneği, DPT Yayın No 2669,
Ankara, 2003.
TEKELĐ, Đlhan; Türkiye’de Kentleşme Yazıları, Ankara, 1982.
271
TEZCAN, Mahmut; Sosyolojiye Giriş, Temel Kavramlar, Ankara, 1995.
TORTOP, Nuri; Mahalli Đdareler, Ankara, 1986.
TOSUN, Leman; “Đnsan Ticareti, Özellikle Kadın Ve Çocuk Ticareti
Konusunda Uluslararası Düzenlemeler ve Đç Hukuk Kuralları”, Adalet
Dergisi, 5. sayı http: www.adalet.gov.tr. Erişim tarihi 24.04.2007
TUFAN, Đsmail; Medyada Şiddet: Medyanın Sunduğu Şiddet Sahneleri
Đnsanları Şiddet Eylemine Sürükler mi?, Polis Bilimleri Dergisi, Cilt 5 ,sayı
3-4, 2003,s.131-142
TUGAÇ, Ahmet: “Kırsal Topluluklarda Değişmeler”, Türkiye Coğrafi ve
Sosyal Araştırmalar, Ed. Erol Tümertekin ve Diğerleri, Đstanbul, 1971,
s.289-301.
TURGUT, Hüseyin; Çocukta Psiko-Sosyal Denge Nedir? Çocuk Niçin ve
Nasıl Suç Đşler, Suçlu Çocuklar, Suça Đtilme Nedenleri ve Eğitim Yolu ile
Korunmaları, Adalet Bakanlığı Yayınları, Yeni Seri No, 66, 1985.
TÜFEKÇĐOĞLU, Hayati; Mafya Dizilerinin Gençlik Üzerindeki Etkisi,
Đstanbul, 2003.
TÜRKDOĞAN, Orhan; Sosyal Şiddet ve Türkiye Gerçeği, Đstanbul, 1996.
TÜRKMEN, Zeynep, ĐLĐK, Bülent; Sokakta Çalışan Çocuklar, Ankara, 1984.
ULUĞTEKĐN, Sevda; “Hükümlü Çocukların Toplumsal Kökeni”, AD, Ankara, 1983
s. 627-642
UMA, Hakkı; Ceza Hukuku, Ankara, 1975
272
UTKU, Eray: “Kentleşme ve Suç”; Adalet Dergisi, 5. sayı http:
www.adalet.gov.tr. Erişim tarihi 24.04.2007
UTKU, Serdar; Şehirleşme ve Suç Đlişkisi (Ankara Araştırması);
Basılmamış Master Tezi, Ankara 2005.
ÜLKER, Emrah; “New York’ta Suç Oranları Nasıl Düştü?”, Aksiyon, www.
Aksiyon.com.tr, Sayı 536, Tarih 14.03.2005, erişim tarihi 06.04.2007
WĐLSON, James Q., KELLING, George L.; “Broken Window”, Atlantic
Mountly, 1982, çeviren Serkan Altuntop; Polis Dergisi, Sayı 35, Nisan
Haziran 2003, s.110-117
YAVUZER, Haluk; Çocuk ve Suç, Remzi Yayınevi, Đstanbul, 2001
YILDIRIM, Egün: “Bir Modernite Rüyası : Ailenin Sonu mu? -Kütahya Yetiştirme
Yurdu Örneği”, Aile ve Toplum, Yıl 7, Cilt 2, Sayı 8, Mart, 2005, s.93-101
YILMAZ, Elif; “Suçlu Kentin Çocukları: Đstanbul'da Suç Đşlemiş Çocuklar
Sorunu” , III Aile Şurası Bildirileri 25-29 Mayıs 1998 Ankara, Ankara, 1998,
s. 330-347
YÖRÜKAN, Ayda; Şehir Sosyolojisinin Teorik Temelleri, Ankara,1968.
YÖRÜKOĞLU, Atalay; Değişen Toplumda Aile ve Çocuk, Đstanbul,1997.
ZULLĐGER, Hans; Suçlu Çocuklar ve Çocuk Mahkemeleri, Çev. Kamuran
Şipal, Đstanbul, 1996.
--------Social Change and Juvenile Delinquency, European Comitte On Crime
Problems, Strasbourg, 1979
273
ÖZET
ESEN, Sinan; Kentleşme ve Kentleşme Sürecinin Çocuk Suçluluğu
Üzerindeki Etkileri (Ankara Örneği), Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2008
Kentler sadece mekan değildir. Kentler aynı zamanda semboller ve
metaphorlardır, düşünce şekli ve yaşam biçimidir. Modern toplumlar
çoğulcudur, çok farklıdır ve çatışmalardan muzdariptir, kentler bu gibi
olguların yoğunlaştığı alanlardır.
Birçok Batı Avrupa ülkesi, endüstrileşme ve kentleşmenin en üst
düzeyde olduğu klasik dönemini yaşamıştır. Endüstrileşmiş toplumun kentleri
gençleri ve göçmen işçileri kendine çekmiştir. Kentleşmeye ilişkin olduğuna
inanılan gençlik sorunları, büyüme, mekan sıkıntısı, kültürel yarılmalar
bununla ilgilidir. Bugün, en azından birçok batı toplumunda resim bundan çok
farklıdır. Kentler, kendi dış mahallerine, uydu kasabalarına hatta kırsal alana
doğru nüfus kaybetmektedirler. Aynı zamanda ikinci ve üçüncü dünya
ülkelerinde kentler ise genellikle katlanarak büyümektedir.
Birleşmiş Milletler verilerine göre, 1980’lerden sonra Kuzey Amerika’da
suç oranlarının düşüşü ve AB üyesi ülkelerde ise suç oranlarının yatay
seyrettiği tespit edilmiştir. Buna rağmen ülkemizde suç sayılarının hızla artıyor
olması; ülkemizde yaşanan hızlı değişim sürecinin bir sonucudur. Türkiye’de
yaşanan
bu
hızlı
sosyal
değişim,
sosyal
yapının
her
katmanında
gözlemlenebilir ve bu değişim bir çok sorunu da beraberinde getirmektedir.
Ankara’da çocuk suçluluğu bu bakış açısıyla değerlendirilebilir.
Anahtar Sözcükler
1.Kentleşme,
2. Kent ve Suç
3. Çocuk Suçluluğu,
274
ABSTRACT
ESEN, Sinan; Urbanization and Influence Of Urbanization On Juvenile
Delinquency (Ankara Sample), Master Thesis, Ankara, 2008
Cities are not merely places; they are also symbols and metaphors,
states of mind and styles of life. In so far as modern societies are pluralistic,
diverse and prone to conflict cities are likely to be where these are focused.
Many Western countries were in the classic take-off period of
industrialization and urbanization. The cities of industrial society attracted
young migrant workers. Most of the problems perceived as urban issues had
to do with youth, growth, lack of space, cultural clashes, etc. Today, in most
Western countries the picture is very different. Urban areas tend to be losing
population to then outer suburbs, satellite towns and even the country side.
At the same time, in Second and Third World countries, cities are often
growing exponentially.
According to United Nations surveys, overall crime rates decline in
North America and stable in the European Union countries since the 1980s.
But overall crime rates of Turkey are getting higher for every year because of
the rapid metamorphosis process. These rapid social changes in Turkey can
be observed every stage of social structure and it cause various social
problem. Juvenile delinquency in Ankara may be evaluate according to this
view.
Key Words
1. Urbanization
2. City and Crime
3. Juvenile delinquency
Download