Uluslararası Balkan Kongresi

advertisement
 Bu metin 28 – 29 Nisan 2014 tarihlerinde Kocaeli Üniversitesinde düzenlenen “Uluslararası Balkan Kongresi” başlıklı konferansta sunulan tebliğdir.
This paper was presented in International Balkan Congress that took place at
Kocaeli University, Turkey on April 28.29, 2011.
21. Yüzyılda BM, NATO, AB ve AGĐT’in Balkanlar’daki Güvenlik Yaklaşımı:
Güvenlik Yönetişimi
Burak Tangör*
Giriş
Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra demokrasi, çoğulculuk, insan hakları
ve güvenlik topluluğu söylemleri uluslararası alanda yaşanan politik değişimleri
ortaya koymaktadır. Bu değişimler sonucu ortaya çıkan politik düzen alışılagelinen
egemen ulus-devlet kavrayışından farklılık arz etmektedir. Öyle ki Uluslararası
Đlişkiler1 anlayışında anarşi ile hiyerarşi arasındaki çatallaşma anlamını yitirmektedir.
Söz konusu çatallaşma yıllarca iki farklı politika alanını, yani iç politika ile
uluslararası politikayı birbirinden ayıran bakış açısını yönlendirmiştir. Bu çatallaşma
ayrıca uluslararası çalışmalardaki kadar güvenlik çalışmalarının perspektiflerine ve
yaklaşımlarına da egemen olagelmiştir. Hâlbuki günümüz dünyasında karmaşık
karşılıklı bağımlılık, uluslararası ilişkiler üzerinde büyük oranda bir belirleyiciliğe
sahiptir. Bu bağlamda, Soğuk Savaş sonrasında güvenlik ilişkilerini ele almak, söz
konusu karmaşık karşılıklı bağımlılık ve anarşi ile hiyerarşi arasındaki çatallaşmanın
kesinliğini kaybetmesi nedenleriyle zorlaşmıştır.
1990 sonrasında bir yandan, güvenlik kavramının içeriği genişlemiş, öte
yandan güvenliğin idaresi çok daha geniş bir bağlamda yürütülmüştür. Bu dönemin
belirgin diğer bir özelliği de güvenlik idaresinin devletler yanında uluslararası
örgütler, hükümet-dışı örgütler ve özel şirketler gibi hem kamu hem de özel aktörler
tarafından yerine getirilmesi olmuştur. Bu bağlamda yönetişim perspektifi güvenlik
çalışmalarında güvenlik aktörleri arasındaki etkileşimi açıklamak için kullanılabilir
mi? Yönetişim perspektifinin uluslararası güvenlik alanında pek kullanılmamış
olması, diğer alanlarındaki sık kullanımı göz önüne alındığında şaşırtıcıdır. Bu
noktada üstesinden gelinmesi gereken temel zorluk, yönetişim perspektifinin pek çok
konu alanında kullanılmış olmasından kaynaklanan kavramsal belirsizliktir.
Güvenlik yönetişiminin anlaşılabilmesi için önce ‘güvenlik’ ve ‘yönetişim’
kavramlarından ne anlaşılması gerektiğinin tespit edilmesi gerekmektedir.
Güvenlik Kavramı
Güvenlik sorunsalına metodolojik açıdan yaklaşıldığında geçilmesi gereken
iki aşama karşımıza çıkar. ‘Kimin/kimlerin ya da neyin/nelerin güvenliği
araştırmacının ilgi alanına girmeli?’ sorusunun ardından ‘güvenliği kimin/kimlerin
ya da neyin/nelerin tehdit ettiği’nin cevabı verilmelidir. Bu iki kritik soruya cevap
bulunduktan sonra güvenliği kimin sağladığı ve hangi yöntemlerle güvenliğin temin
edilebileceği ortaya konmalıdır. Uluslararası ilişkilerde güvenlik kavrayışına ilişkin
olarak atıf noktası üzerinde bir uzlaşma yoktur. Dolayısıyla Uluslararası Đlişkiler
teorilerinin güvenlikten kastettiği şey/şeyler de farklılık göstermektedir. Bunun için
öncelikli olan güvenlikten ne kastedildiği, güvenliğe ilişkin olarak neyin/nelerin
tehdit olduğu ve bunların kimi/kimleri tehdit ettiğinin belirlenmesidir.
*
Yard. Doç.; Dr., TODAĐE, [email protected]
‘Uluslararası Đlişkiler’ bir disiplini belirttiğinde baş harfler büyük yazılmış, genel bir ifadeyi
belirttiğinde ‘uluslararası ilişkiler’ şeklinde kullanılmıştır.
1
42
Güvenlik, genel olarak, toplum yaşamında yasal düzenin aksamadan
yürüdüğü ve kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumunu belirten bir kavramdır.
Uluslararası ilişkilerde güvenlik kavramı, uluslararası sistemin, bölgelerin, devletin,
toplumun, toplumsal alt-grupların ve bireylerin güvenliği gibi çok çeşitli düzlemlerde
ele alınmıştır (Dedeoğlu 2003: 12). Ole Weaver’a göre bir devlete tehdit onun
egemenliğine iken, toplum açısından bu onun kimliğinedir. Toplumsal güvenlik,
geleneksel dil, kültür, cemiyet yapılarının, dini ve milli kimlik ile âdetlerinin
evrilebilir bir koşul içinde sürdürülebilinmesidir (Weaver, 1993). Öte yandan Edward
Kolodziej, güvenlik politikasını, uluslararası güvenlik sisteminin bütün yapısını ya da
yapının bir kısmını etkilemek ve belirlemek amacıyla gruplarca ve devletlerce
izlenen bir politika alanı olduğunu belirterek devlet düzeyinde yapılagelen analizleri
aşmıştır (Kolodziej 1992: 12). Susan Strange, daha da ileri giderek atıf noktasının
bireylerin güvenliği olması gerektiğini öne sürmüştür. Söz konusu görüş açlık,
salgın, sakatlık ve iflastan işsizliğe kadar diğer tüm bahtsızlıkları ciddi tehditler
olarak ele almıştır (Strange 1988). Yine, Ken Booth bireylerin ve grupların serbestçe
yapacakları faaliyetlerin önündeki fiziki ve beşeri engellemelerin ortadan kaldırılarak
özgürleştirilmelerinin gerçek güvenliği üreteceğini belirtmiştir (Booth 1991: 319).
Gerçekten, devletlerin olduğu kadar ulusların, toplumların, dinlerin ve bireylerin de
güvenliğinin, Uluslararası Đlişkiler disiplini çalışma alanı içine girdiği görülmüştür.
Bu çerçevede Barry Buzan, birey düzeyindeki güvenliğin devlet ve uluslararası
sistem düzeylerindeki güvenlikle ilişkili olduğunu, dolayısıyla güvenliğin herhangi
bir düzeyde ele alınarak izole edilemeyeceğini öne sürmüştür (Buzan 1991: 20-26).
Đnsan gruplarının varlığına tehdit oluşturan her şey, güvenliğin konu alanı
içine girmiştir. Bu bağlamda bu tehditler sadece askeri değil politik, ekonomik,
sosyal ve çevresel de olabilir. Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta,
tehditlerin öncelikle sosyal bir görüngü olarak anlaşılması gerekliliğidir. Tehditlerin
oluşumunda söylemlerin önemli rolü vardır. Söylemlerin anlamları özü itibariyle
kültürel bir olgudur. Bu bakımdan tehditler de nesnel gerçeklikleri içermekle birlikte
buna ilaveten sosyal ve kültürel unsurlarla bütünsellik içinde değerlendirilmelidir.
Ayrıca, görece daha güçlü olan aktörlerin söylemleri de uluslararası toplumda daha
kolay kabul görmektedir (Weldes 2003: 10-17).
Soğuk Savaş sonrası dönemde dünyayı anarşik yapıya sahip olmaktan çıkarıp
bir düzene kavuşturma çabaları görülmektedir. Bölgesel ölçekte Avrupa Birliği (AB),
küresel ölçekte ise Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Birleşmiş Milletler (BM),
liberal demokratik prensipleri genel geçer kurallar olarak hâkim kılmak istemişlerdir
(Karadeli 2003: 29-34). ABD önderliğindeki Batı, uluslararası politik ekonominin
düzenleyicileri olarak karşılarında rakip bir gücün olmamasından istifade ederek
kendi liberal değerlerini küresel ölçekte dayatabilmektedir. Yugoslavya’nın dağılma
süreci içinde de ortaya çıkan yeni cumhuriyetlerin politik ve ekonomik yapısında
liberal değerlerin yerleştirilmesinde uluslararası örgütler etkin olarak rol almışlardır.
Soğuk Savaş sonrasında devletlerin güvenlik anlayışlarının değişmesinde üç
küresel gelişimin büyük etkisi olmuştur. Bunlardan birincisi uluslararası alanda
devlet-dışı küresel aktörlerin etkisinin artması sonucu Vestefalyan tipi ulusal
egemenlik anlayışının aşınmasıdır. Yerel ve uluslararası gelişmeler arasındaki
etkileşimin daha karmaşık biçimler almaya başlaması ve ulus-aşan ağların artan
önemi, yukarıda sayılan karşılıklı bağımlılık, bütünleşme ve parçalanma güçleriyle
üstten ve alttan devlet egemenliğinin erozyona uğraması olgusu karşısında geleneksel
devlet merkezli güvenlik yaklaşımlarının faydalılığı azalmıştır.
43
Soğuk Savaş sonrasında devletlerin güvenlik anlayışlarının değişmesinde
etkili olan ikinci küresel değişim ise karşılıklı bağımlılığın artması ve
karmaşıklaşmasıdır. Bu tespit, tehdit algılamalarının ve silahlanmanın uluslararası
sistemde dengesizliklere yol açarak bundan tüm devletlerin güvenliğinin azalacağı
sonucuna götürmüştür. Böylelikle bir devletin güvenliği, uluslararası sistemin
sürdürülebilirliliği ile ilişkilendirilmiştir. Bu anlayış içerisinde belli bir devletin
güvenliği uluslararası aktörlerin politik ve ekonomik değerlendirmelerine bağlı hale
gelmiştir. Bu çerçevede Yugoslavya’nın dağılma süreci, bu ülkedeki gelişmeler
kadar uluslararası alanda etkin aktörlerin değerlendirmelerinin etkisinde
biçimlenmiştir.
1990’lı yıllarda artan karşılıklı bağımlılık, küreselleşme olarak ele alınmaya
başlamıştır ki bu, devletlerin güvenlik anlayışlarında değişime yol açan üçüncü
küresel değişimdir. Küreselleşme, Soğuk Savaş sonrası dönemdeki güvenlik
çalışmalarında değişim ve belirsizliğin sabit bir kaynağı olarak ele alınmıştır
(Aydınlı 2003: 43). James Rosenau (1990: 49), küreselleşme süreci içinde devlet
merkezli sistem (Vestefalyan sistem) ile aynı anda varolan ve gelişmekte olan çok
merkezli sistemden oluşan bir ikili yapıya dikkatleri çekmiştir. Küreselleşme
süreciyle beraber otorite alanlarının yeniden kurulmaya başlaması, uluslararası terör
örgütlerinin ve organize suç gruplarının artan faaliyetleri güvenlik odaklı
çalışmalarda çoklu aktör (devlet ve devlet-dışı aktörler: uluslararası örgütler, çokuluslu şirketler, sivil toplum kuruluşları vb.) seçeneklerinin benimsenmesine yol
açmıştır (Rosenau 1997; Rosamond 1999).
1990’lardan itibaren ortaya çıkan ‘yeni’ güvenlik tehditlerinin ‘geleneksel’
güvenlik tehditlerinden dört farklı yönü vardır. Birincisi, daha olasıdırlar. Soğuk
Savaş döneminde nükleer bir savaşın çıkma olasılığı günümüzde etnik çatışmaların
çıkma olasılığından çok daha azdır. Đkincisi, daha değişken kapsam ve yoğunluğa
sahiptirler. Dolayısıyla, etkileri ancak uzun dönemde ölçülebilir. Üçüncüsü ise, yeni
bir nesneye yönelik olmalarıdır: Devletlerden ziyade, toplumu ve kişileri hedef
almaktadırlar. Son olarak, güvenlik politikaları devletler, uluslararası örgütler,
hükümet-dışı uluslararası kuruluşlar, özel askeri şirketler gibi birçok sayıdaki
oyuncular arasında oluşturulmaya ve uygulanmaya başlamıştır. Aslında geleneksel
olarak devlete ayrılan bir alan olarak güvenlik sahasında dahi devlet-dışı aktörler
güvenlik politikalarının yürütülmesinde ve izlenmesinde giderek önemli bir hale
gelmişlerdir. Bu da, güvenliğin yaygınlaştırılmış anlamıyla uyum sağlayan bir
süreçtir.
Bu olgular işbirliğine dayalı güvenlik anlayışını ön plana çıkarmıştır.
Đşbirliğine dayalı güvenlik, ilgili taraflar arasında güvenlik konuları üzerinde işbirliği
yapılması olgusunu betimlemiştir. Bir başka deyişle, diğer devletlerin saldırgan
gücünü azaltan düzenlemeleri içermiştir (Art 2003). 1970’lerden bu yana sözü edilen
ancak Soğuk Savaş sonrasında genel kabul gören bu anlayış, güç dengesi
politikalarına karşı bir seçenek olarak geliştirilmiştir. Bu anlayışa göre,
devletlerarasında işbirliğinin güçlendirilmesi, devletlerin uzun dönemli çıkarlarına
hizmet etmektedir. Bir rejim olarak işbirlikçi güvenlik çok-taraflılık özelliğiyle,
üyeleri arasında diyalog ve uzlaşma kültürünü geliştirerek bir ortaklık boyutunu
ortaya çıkarmaktadır. Bu durum zaman içinde kollektif bir kimliğin oluşmasını da
sağlamaktadır.
44
Yukarıda sözü edilen bu değişimlerin güvenlik kavrayışı açısından çok
önemli iki etkisi olmuştur. Birincisi, askeri gücün rolü giderek daha fazla
sorgulanmıştır. Đkincisi, güvenlik kavramı üzerinde yeniden düşünmek gerekmiş ve
kavram yeniden ve yeniden tanımlanmıştır (Baldwin 1995: 118-120). Soğuk Savaş
dönemi boyunca güvenlik çalışmaları ve uygulamaları diğer anlayışlar dışlanarak
çoğunlukla ‘devletin bekası’ anlayışı içinde ele alınmaktayken, 1990’lı yıllarla
birlikte güvenlik kavramı daha karmaşık yorumlarla incelenmeye başlamıştır. Bu
bağlamda Buzan (1991: 1-13), askeri boyutun yanında siyasi, ekonomik, sosyal,
çevresel boyutları da olan bir güvenlik görüşü ortaya atmış, ulusal ve uluslararası
güvenlik algılamalarının uyuşup uyuşmadığı ve devletlerin işbirliğine daha yatkın
olma kapasitelerine sahip olup olmadıklarına ilişkin önemli soruları ortaya
koymuştur. David A. Baldwin (1997), bunun çoğunlukla güvenlik kavramının
kendine ilişkin olmaktan ziyade, yeni uluslararası güvenlik koşullarının güvenlik
kavramı üzerinde ne türden etkiler bırakmakta olduğuna ilişkin değerlendirmeleri
ışığında ulus-devletlerin politika gündemlerini yeniden tanımlaması ihtiyacından
kaynaklandığını öne sürmüştür.
Güvenlik kavramı bağlamında hangi konuların ve soruların üzerinde
durulacağına ilişkin tartışma devam etmektedir. Samuel P. Huntington (1993),
Medeniyetler Çatışması tezinde anarşiden, ortak değer ve kurumların yokluğundan
kaynaklanacak şiddetin ve çatışmanın devletler-arasında değil ancak medeniyetler
arasında olacağını ileri sürmektedir. Kolodziej (2000: 31-35) de, 21. yüzyılda,
uluslararası ilişkilerde demokratikleşme, insan hakları ve piyasaların küreselleşmesi
olgularının güvenlik konuları arasında önemli yer tutacağını öngörmektedir. Craig N.
Murphy ve Thomas G. Weiss (2000: 136) ise, güvenlik çalışmalarının Soğuk Savaş
dönemindeki realizminin aksine disiplinlerarası bir alan olarak daha normatif ve
kurumsal boyutları içereceğini ve daha çok sayıda aktör ile askeri nitelik taşımayan
yeni tehditleri de konu edineceğini belirtmektedirler. Waever (1993: 17-40) ise
toplumsal güvenlik kavramına odaklanılması gereğine dikkat çekmektedir:
Toplumsal güvenlik, evirilmesine olanak veren koşullar içinde dil, kültür, âdet, dini
ve ulusal kimliğin sürdürülebilirliğidir.
ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki rekabetin ortadan kalkması güvenlik
gündeminde yer alan konuları çoğaltmıştır. 1990’lı ve 2000’li yıllar boyunca resmî
metinlerde, bu genişletilmiş güvenlik gündeminin benimsendiği görülmektedir
(NATO Review 1999, osce.org 2010, ue.eu.int 2010, Howorth ve Menon 1997,
Niblett ve Wallace 2001). Gerçekten de, devletler ve uluslararası örgütler söz konusu
yeni güvenlik gündemine uygun tutumlar benimsemişlerdir. Devletler güvenlik
gündemlerinde askeri tehditlere karşı geleneksel güvenlik kaygılarına ek olarak
düzensiz sınır-aşan göçler, terörizm, silahların yaygınlaşması, örgütlü suçlar,
çatışmanın önlenmesi ve çatışmanın idaresi, insan hakları, ekonomi, çevre,
uyuşturucu madde kaçakçılığı, salgın hastalıklar gibi konulara da öncelik
vermişlerdir.
1990 sonrası dünyasında güvenlik kavramı bir önceki döneme göre daha
geniş bir içerikle kavranmaya başlamıştır. Bu nedenle güvenlik kavrayışı çok boyutlu
olarak askeri, ekonomik, toplumsal, bireysel, çevresel vb. yönleri ile bir bütün olarak
ele alınmaya başlamıştır. Bu şekilde ele alınan güvenlik sorunsalı, ulus-devletin
kapasitesini zorlamaya başlamış ve ulus-devletlerin yanında uluslararası örgütler,
hükümet-dışı kuruluşlar gibi diğer devlet-dışı uluslararası aktörler de güvenlik
politikalarında işbirlikçi güvenlik anlayışına uygun olarak yer bulmaya
45
başlamışlardır. Küreselleşme ile birlikte karmaşıklaşan karşılıklı bağımlılık olgusu
uluslararası aktörler açısından güvenlik sorunlarının idaresini, koordinasyonunu ve
regülâsyonunu zorunlu kılmıştır. Bu zorunluluk güvenlik politikalarında yeni bir
yaklaşımın benimsenmesine yol açmıştır.
Güvenlik tehditleri algılamasındaki bu gibi değişiklikler, güvenlik üzerine
yeni tanımlamalar ve algılamalar üretmiştir. Bu algılamalardan birisi, ‘güvenlik
mimarisi’dir. Güvenlik mimarisi Avrupa-Atlantik yapılanması sürecini ifade etmiştir.
Diğer bir algılama ‘güvenlik topluluğu’dur. Güvenlik topluluğu, devletler arasındaki
ilişkilerde savaş tehdidinin ya da savaşın artık varolmayacağı düşüncesini belirtmek
için kullanılmıştır. Savaşın olmaması, aksine ileri düzeyde bir kurumsallaşmanın
olması ve paylaşılan bir kimlik duygusunun varlığı AB ve NATO üyeleri arasında
böyle bir topluluğun varlığına olanak vermiştir. Ne var ki, Balkanlarda geçmişte
meydana gelen krizler ve Rusya’nın NATO genişlemesine karşı takındığı tavır bu
algılamanın yetersizliğini ortaya çıkarmıştır. ‘Güvenlik rejimi’, başka bir algılamadır.
Güvenlik rejimi, Avrupa’da NATO gibi kurumsal yapılanmalar ya da belli bölgeler
içindeki ya da bazen Avrupa Konvansiyonel Kuvvet Anlaşması gibi işlevsel normlar
içinde bir dizi güvenlik rejimini ortaya koyabilmiştir. Yine de bu rejimlerin toplamı
güvenliğinin düzgün bir şekilde kavramlaştırılmasında güçlük yaratmıştır. Bu durum,
söz konusu rejimlerin daha kapsamlı bir yönetişim sistemi yapılanması içinde
faaliyet gösterdiği yeni bir perspektif gereksinimini doğurmuştur.
Yönetişim Kavramı ve Yönetişim-Yönetim Karşılaştırması
Yönetişim kavramı, bir toplumsal-politik sistemdeki ilgili bütün aktörlerin
ortak çabalarıyla elde edilen sonuçların oluşturduğu yapı ya da düzeni
betimlemektedir (Bozkurt vd. 2008: 274). Bu tanımdan yönetişimin kamu kuruluşları
ile özel sektör arasında belirsiz sınırlarda gelişen bir yönetim tarzı olduğu ortaya
çıkmaktadır. Yönetişim, yönetimden farklı bir olgudur. Yönetişim (governance)
terimi, resmi yönetimden (government) yetki çekilmesini ifade etmek için
kullanılmaktadır. Bu bağlamda yönetişim terimini yönetim teriminden ayrıştırmak
gerekmektedir. Yönetim merkezileşmeyi ve bütünleşmeyi, yönetişim ise parçalanma
ve farklılaştırmayı betimlemektedir. Parçalanma üç biçimde olabilir: (1) aşağıya yerel aktörlere doğru, (2) yukarıya - küresel düzeye doğru, ve (3) yana -müstakil ve
gönüllü aktörlere doğru (Rhodes 1999: xxiii). Farklılaştırma ise ayrışıklığı ve
çıkarların çatışmacı doğasını kabul etmeyi ifade etmektedir. Yönetim, devlet içinde
merkezileşmiş politik kontrol sistemini; yönetişim ise, ulus-altı, ulusal ve uluslararası
düzeydeki devlet ve devlet-dışı oyuncuları da içeren, bölünmüş politika oluşturma
sürecini belirtmektedir (Cziempel 1992: 250). Bir başka deyişle yönetişim, genel
olarak, resmi yönetim kurumlarının olup olmadığına bakmaksızın yetki kullanımının
varlığını betimlemektedir.
Yönetişim, yönetimden farklı bir içeriğe de sahiptir. Gerek yönetişim gerekse
yönetim amaca dönük davranışları, belli bir hedefe yönelik faaliyetleri, bir hukuk
düzenini ifade ederler. Ancak, yönetim, usulüne uygun olarak oluşturulan
politikaların uygulanmasını sağlamak üzere resmi otoritenin ve polis kuvvetlerinin
desteğindeki faaliyetler için kullanılırken; yönetişim, resmi olarak tespit edilmiş
yükümlülüklerden kaynaklansın ya da kaynaklanmasın, polis kuvvetine zorunlu
olarak dayanmayan ve paylaşılan hedefler doğrultusundaki faaliyetleri anlatmaktadır
(Rosenau 1992: 4). Paylaşılan hedefler bağlamında yönetim ve yönetişim, çıkarlar
açısından da farklılık gösterir. Yönetimde tek tek tercihler ortak çıkarlara feda
46
edilmeli düşüncesi yatar; hâlbuki yönetişim, farklı çıkarların elde edilmesine imkân
vermektedir. Bu bakımdan yönetişim, yönetim teriminden daha kapsamlıdır.
Yönetim kavramı hiyerarşik nitelikteki bürokratik yapıya dayalı idare
anlayışını öne çıkarmaktayken; yönetişim kavramı, idare sürecinde rol oynayan
kamu kesimi ve özel sektör aktörleri arasındaki etkileşimi belirtmektedir. Yönetişim
kavramında, yönetimden farklı olarak, dikey (hiyerarşik) ilişki yerine yatay
(heterarşik) ilişki vurgulanır. Heterarşi, anarşi ya da hiyerarşi gibi durumlardan farklı
olarak karşılıklı ilişki ve bağımlılık halindeki faaliyetlerin, eşgüdümlü davranış
biçimlerini ifade etmektedir. Heterarşik yapı içinde karşılıklı bağımlılık çerçevesinde
işlevsel bakımdan otonom olan sistemlerin ve kurumların kendi kendini örgütlemesi
söz konusudur (Yüksel 2000: 146). Bu bağlamda yönetişim, “kendi kendine
örgütlenme heterarşisi” (Jessop 1999: 351) anlayışına yakınlaşmakta ve çok sayıda
güç merkezinin varlığını öngörmektedir. Kendiliğinden örgütlenme sürecinde yer
alan aktörler sayısızdır (Pierre 2000: 4). Merkezileşmiş bir düzenlemede kaynakların
tamamı ya da tamamına yakını yönetim tarafından sağlanır. Yönetişimde ise, tersine,
kaynaklar ortak sorunların çözümü için birçok politik oyuncunun çabaları
eşgüdümleşerek kullanılır. Bu bağlamda Küresel Yönetişim Komisyonu, yönetişimi,
bireylerin ve kurumların, kamusal ya da özel aktörlerin ortak ilişkilerinin birçok
yoldan yönetilmesinin toplamı olarak tanımlamıştır (Commission on Global
Governance 1995: 2). Böyle bir tanımlama yönetişim yaklaşımlarının devletlere
olduğu kadar kurumlara, sivil toplumlara ve ulus aşan örgütlere de önem atfettiğini
göstermektedir.
Yönetişim resmi bir otorite olsun ya da olmasın etkin bir şekilde işleyen
düzenleyici mekanizmaları haiz olması dolayısıyla da yönetimden farklılaşmaktadır.
Yönetişim çoğunluğun oluru sağlandığı takdirde işleyecek bir hukuk düzenidir.
Yönetişimden farklı olarak yönetimde ise çoğunluğun muhalefetine rağmen
hükümetler politikalarını uygulayabilirler. Bu, yönetişimin bir üst otoriteye bağımlı
olmamasının mantıksal sonucudur. Zorlamanın söz konusu olmadığı bir durumda
kollektif eylem kurumsal düzeneklerle kolaylaştırılırken en başında eyleme istekli
olmaya ve arzu edilen nihai durum üzerindeki görüşlerin ahengine bağlı kalmaktadır
(Rosenau 1992: 4-5).
Yönetişim kurallara bağlı olduğu kadar öznelerarası anlamlara da bağlı bir
hukuk düzenidir. Kurumsallaşmış oluşumlar içindeki resmî etkileşim, eylemleri
belirleyen kuralların ve değerlerin gelişmesini sağlamaktadır. Bu bağlamda, bir aktör
tarafından bir düzene ya da kuruma itaat edilmesi gerektiğine dair inanç anlamına
gelen meşruiyet, yönetişim yapıları üzerinde otorite bahşettiğinden yaşamsal bir
mülâhazadır (Hurd 1999: 381). Sonuç olarak yönetişim; birden fazla müstakil otorite
tarafından gönüllü olarak eşgüdümlenmiş bir idare altında kurallar ve söylem yoluyla
bir düzenin belli bir amaca yönelik olarak yapılandırılmasını içermektedir.
Güvenlik Yönetişimi Unsurları
Uluslararası Đlişkiler disiplini çerçevesinde ‘güvenlik yönetişimi’, uluslararası
alanda barış ve istikrarın sürmesi amacıyla idari, ekonomik ve politik otoritenin ortak
kullanımını ifade etmektedir. Bu tanıma ortak anlayış duygusunun varlığı
eklenmelidir. Güvenlik yönetişimi hem düşünsel hem de kurumsal temellere
gereksinim duymaktadır (Webber 2002: 44). Bir başka deyişle güvenlik yönetişimi,
47
maddi bileşenler üzerinde bir uzlaşmaya olduğu kadar söylemler hususunda da bir
yakınlaşmaya dayanmalıdır.
Küreselleşme çağında, geleneksel devlet merkezli güvenlik yaklaşımlarının
karşılıklı bağımlılık, bütünleşme ve parçalanma güçleriyle erozyona uğradığı gerçeği
göz önüne alındığında kullanılabilirliği azalmaktadır (Cooper 2005). Bu bağlamda
“güvenlik yönetişimi yaklaşımı”, uluslararası aktörlerin güvenlik algılamalarını
etkileyen kurumların çokluğunu, ulus-devletlerin iç ve dış sınırlarının
bulanıklaşmasını, ulus-devletlerin egemenlik ilkesinin aşınmasını, giderek artan
karşılıklı bağımlılığı ve küreselleşmeyi kapsamaktadır.
Güvenlik yönetişimi üç unsur içermektedir. Birincisi, çok sayıda aktör
arasında etkileşimlerin çoğalmasıyla tanımlanan yatay (heterarşik) bir ilişki
anlayışına dayanmaktadır. Đkincisi, maddi (örgütsel yapı) ve düşünsel bileşenleriyle
kurumsallaşmayı içermektedir. Üçüncüsü, farklı çıkarlar söz konusu olmasına karşın
hedefte birlikteliği gerektirmektedir.
Aktörler Arasında Yatay Đlişki Ağı
Yeni tehditlerin ve yeni aktörlerin ortaya çıkmasına ve bu aktörler arasında
yatay ilişkilerin gelişmesine etki eden unsurlar güvenlik alanında yönetişime kayışın
nedenlerini oluşturmuştur. Her şeyden önce artan bütçe baskıları sebebiyle devlet,
güvenlik alanındaki faaliyetlerinin etkinliğini arttırmak üzere dışarıdan kaynak temin
etmek ve faaliyetlerini devretmek ya da özelleştirmek zorunda kalmıştır (Majone
1997: 142). Đkinci etken, ulus-aşan suçlar, terörizm ve göç gibi yeni küresel güvenlik
tehditleriyle yalnızca uluslararası işbirliği yoluyla başa çıkılabileceğinin farkına
varılmıştır (Rosenau 1992: 3). Üçüncü etken ise bu yeni güvenlik tehditlerini küresel
hale getiren küreselleşme sürecinin kendisidir (Karaosmanoğlu 2004: 11-19).
Küresel düzeyde üstün bir otoritenin yokluğu dikkate alınırsa uluslararası alandaki
farklılık özel bir ilgiyi gerektirmiştir.
Güvenlik alanında devlet ve devlet-dışı gibi değişik aktörler arasında
birbirlerinden farklı ve birbiriyle örtüşen ilişkiler ağı, yönetişim ile
kavranabilmektedir. Günümüzde ulus-devletler uluslararası ilişkilerde baş aktör
olmasına karşın, söz konusu değişim uyarınca uluslararası örgütler, çok-uluslu
şirketler, hükümet-dışı kuruluşlar gibi diğer aktörlerin de artık değerlendirmelerde
göz önüne alınması gerekmektedir. Devlet-dışı oyuncular güvenliğin temininde
giderek devletleri tamamlamaktadır. Devlet-dışı oyuncular bir yandan
güvenliksizliğin temel kaynaklarından biri haline gelirken, öte yandan bu tehditlerle
mücadelede artan bir rol oynamaya başlamaktadırlar (Krahmann 2008).
Güvenlik kavramının içeriğinin genişlemesi, ortaya çıkan yeni güvenlik
alanlarında ulusal hükümetlerin sınırlı uzmanlığa ve kaynaklara sahip olmasından
ötürü bu alanlarda devlet-dışı aktörlerin rolünü kuvvetlendirmiştir. Dernekler,
vakıflar, insan hakları kuruluşları ve çevre örgütleri gibi hükümet-dışı aktörler,
geleneksel olmayan güvenlik alanlarında politika yapımında, politikaların
yürütülmesinde ve bu politikaların izlenmesinde önemli roller edinmişlerdir
(Krahmann 2003: 9-16). Güvenlik kavramı, mülteciler ve çevre kirliliği gibi konuları
da içerip genişledikçe artan güvenlik politikalarının maliyetleri uzmanlaşmış devletdışı aktörler tarafından da karşılanır hale gelmiştir (Krahmann 2005: 13). Silah
endüstrisinin özelleştirilmesinde ve silahlı kuvvetlerin profesyonelleştirilmesinde,
48
hükümetler özel sektör aktörleriyle işbirliği yapma yolunu tutmuşlardır. Dahası,
hükümetler, uluslararası örgütler ve hükümet-dışı örgütler uluslararası operasyonlar
için özel güvenlik şirketlerini kiralama yolunu benimsemiştirler (Zabcı 2004;
Yalçınkaya 2006). Oxfam2 ve Care3 gibi örgütler insani yardım konularında;
Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) ve Đnsan Hakları Đzleme Komitesi
(Human Rights Watch) gibi örgütler insan haklarının korunması ve onlara saygı
gösterilmesi konularında; Uluslararası Kurtarma Komitesi (International Rescue
Committee) ve Uluslararası Kızıl Haç Komitesi (International Committee of the Red
Cross) mültecilere ilişkin konularda; askeri eğitim ve koruma alanında faaliyet
gösteren askeri şirket MPRI (Military Proffessional Resources Incorporated) söz
konusu işbirliğine verilecek örneklerdir.
Yönetişime kayışın temel nedeni, devlet ve devlet-dışı aktörler arasında yeni
koordinasyon ağlarının gelişmiş olmasıdır. Güvenlik yönetişimi açısından da politik
koordinasyon oldukça elverişlidir. Đçerseme ve enformel ilişkiler, koordinasyon
ağlarını yeni oyuncular ve talepler karşısında esnek ve dolayısıyla çabuk
uyarlanabilir kılmıştır. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra bir yandan yeni ağlar
(hükümet-dışı kuruluşlar, çok-uluslu şirketler vb.) ortaya çıkarken diğer yandan eski
ağlar (uluslararası örgütler) kendilerini yeni koşullara uyarlamışlardır. Bu çerçevede
Kuzey Atlantik Đttifakı (North Atlantic Treaty Organization- NATO), kollektif
savunma örgütü özelliğini kollektif güvenlik örgütüne dönüştürmüştür. NATO,
askeri savunmanın yanı sıra barışı koruma faaliyetlerinde de işlevsel kılınmış (adapte
edilebilirlik), örgüt doğuya doğru genişleyerek üye sayısını artırmıştır (içerseme).
Bosna ve Kosova’daki müdahaleler sırasında da Hükümet-Dışı Kuruluşlar ve diğer
devlet-dışı oyuncularla sivil-asker ilişkileri tesis edilmiştir (enformel ilişki). Bu
müdahaleler esnasında askeri güvenlik, mayınların temizlenmesi, insani yardım ve
savaştan sonra kalkınma faaliyetlerini koordine etme amacıyla devlet ve devlet-dışı
oyuncular arasında faaliyet alanına özgü yeni ağlar geliştirilmiştir (NATO Review
2001: 21). Söz konusu ağlar, ulusal sınırları ve dolayısıyla egemenlikleri de
aşabilmektedir. Bu şekilde, terörizm, kitle imha silahlarının yayılması, çevrenin
kirlenmesinin önlenmesi gibi ulus-aşan güvenlik tehditleriyle daha etkin bir şekilde
mücadele edilebilmektedir.
Soğuk Savaş sonrası dönemde güvenlik yönetişiminde hükümetler kendilerini
ilgilendirdiğini düşünmedikleri güvenlik tehditlerine doğrudan cevap vermemeyi
yeğlemişlerdir. Bunun sonucunda hükümet-dışı kuruluşlar kendilerinin ilgi alanına
giren konu alanlarında daha aktif hareket etmek gereğini duymuşlar ve güvenlik
politikalarının oluşturulması sürecine dâhil olma isteği sergilemişlerdir (Krahmann
2005: 13). Güvenlik alanında ulusal egemenlik normunun zayıflaması Kosova
Krizi’nde ve Irak Savaşı’nda kendini belirginleştirmiştir. Her iki müdahalede de özyönetim (self-government) ve güvenliğin özelleştirilmesi unsurları görülmüştür
(Singer 2010). Küresel güvenlik çerçevesinde uluslararası müdahalelerde devlet-dışı
oyuncuların artması ve politika oluşturma düzenlemelerinde sivil-asker işbirliğinin
bir konsept olarak ortaya çıkması yönetişimin bu özelliğinin güvenlik alanında da var
olduğunu gösteren gelişmelerdir.
Güvenlik faaliyetlerinin devletten NATO ve AB gibi bölgesel düzeye veya
BM gibi küresel düzeye veyahut Hükümet-Dışı Kuruluşlar ve özel güvenlik şirketleri
2
3
Küresel adaletsizlikle savaşan 12 örgütten oluşan bir konfederasyon.
Küresel yoksullukla savaşan örgüt.
49
gibi ulus-aşan özel tüzel kişilere aktarımı yönetişim şeklinde karşımıza çıkmaktadır
(Rosenau 2000: 169-200). Güvenlik yönetişiminde uluslararası barışı koruma
görevlerinde konu alanlarına bağlı olarak yapılan işbölümü ortaya çıkmaktadır.
Örneğin eski Yugoslavya’da BM ve NATO askeri güvenliği temin ederken,
Hükümet-Dışı Kuruluşlar insani yardım ve özel güvenlik şirketleri de lojistik destek
sağlamışlardır (Cooley ve Ron 2001: 5-39).
Kurumsallaşma
Devletlerin kapasitelerini bir araya getirerek başkasının gücüne karşı
direnmek için ya da tek başına hareket ederek sağlanamayacak yararları bir arada
hareket ederek elde etmek için işbirliği yaptıkları görülmektedir. Devletler-arası
işbirliği, devletlerin önemli çıkarları söz konusu olduğunda gerçekleşebilir.4
Devletler işbirliğinden müştereken faydalandığında kurumlar oluşturmak suretiyle bu
işbirliğini kolaylaştırırlar ve sürdürürler. Bu noktada birçok uluslararası kurumun
faaliyetleri uluslararası ilişkilerde yönetişimin artmasına katkı yapmaktadır. Burada
belirtilen kurum kavramı sadece örgütleri değil, kabul edilegelen ve tekrarlanan
davranışları da kapsamaktadır. Kurumlar, davranış rollerini belirleyen, aktivitelerinin
sınırını çizen ve beklentilerini oluşturan formel ya da enformel ikna edici bağlantılı
kurallar seti olarak tanımlanmaktadır (Keohane 1989: 3). Kurumların bu şekilde
anlaşılması onların gönüllü oluşumlar oldukları ön kabulüne dayanmaktadır.
Đşbirliği sağlandığı ve sürdürülebilindiği takdirde realist perspektifte önemli
yer tutan anarşinin5 zorunlu kıldığı iki önemli engelin üstesinden gelinecektir.
Bunlardan ilki, devletlerin aldatılmaya, ikincisi ise aldatılmaktan kaynaklanan göreli
kazançlara ilişkin kaygılarıdır. Đşbirliği durumunda kandırılmaya ilişkin bir kaygı o
işbirliği için söz konusudur, ancak güvenlik alanında bu kaygı her zaman için
geçerlidir. Çünkü silahlardaki değişim, güç dengesindeki kaymaları olanaklı
kılmaktadır. Bir devlet güvenliğe ilişkin işbirliğinden vazgeçtiğinde diğerleri
karşısında askeri bir üstünlük kazanacaksa işbirliği içinde bulunduğu devlet ya da
devletleri aldatabilir. Bunun için devletler işbirliği anlaşmalarına uyulmaması
hususunda tetikte olmalıdırlar ve aldatılmaya karşı tedbirlerini almalıdırlar
(Mearsheimer 1994-1995: 10-12). Bu husus, devletlerin işbirliğini sınırlı tutmaktadır.
Đşte bu noktada kurumlar, aldatılmaya ilişkin kaygıları birçok yönden
hafifletmektedir. Kurumlar, işbirliği içindeki devletlerarasındaki istihbaratı olanaklı
kılarak birbirleri hakkında edindikleri bilgiyi artırmaktadır. Bu durum aldatmaya
meyilli devletlerin tespit edilmesine olanak verdiğinden aldatmadan zarar görecek
devletlerin önlem almalarına olanak sağlamaktadır. Bundan başka kurallar işlemlerin
sayısında da bir artışı beraberinde getirir. Kurumsallaşmış yineleme, aldatmayı
maliyeti yüksek bir seçenek haline getirmektedir; çünkü devletler bu yüzden
4
Kurumların uluslararası ilişkilerde ne derece önem taşıdıkları ve anarşik yapının etkilerini ne derece
azalttıkları Neorealizm ve Neoliberalizm arasındaki rekabetin konusu olmuştur (Keohane ve Martin
1995: 39).
5
Uluslararası anarşik yapı, devletlerin doğasında var olan sağ kalma güdüsü nedeniyle devletler
arasında işbirliğini engellemektedir; ancak kurumların anarşi sorununu ıslah edebildiği oranda
işbirliği gelişebilmektedir. “Anarşi” kavramı Uluslararası Đlişkiler disiplininde merkezi bir otoritenin
olmamasını ifade ede gelmektedir. Anarşinin ne olumlu ne de olumsuz bir içeriği vardır. Anarşi,
devlet otoritelerinin üzerinde merkezi bir otoritenin yokluğunu tasvir eden bir kavram olmasına
rağmen ortak ilkeler, normlar, kurallar ve izleklerin varlığı göz önüne alınmadan kural yoksunluğu
anlamında da betimlenmektedir. Hâlbuki devletler anlaşmalara, uluslararası örgütlere bağlı olarak da
davranışlarda bulunmaktadırlar.
50
gelecekteki kazançlarından olacaktır. Yinelenen işlemler aldatanın cezalandırmasına
da olanak vermektedir. Şöyle ki, aldatan devlet işbirliği mekanizmalarının dışında
bırakılırken, anlaşmalarına uyan ve güven uyandıran devletler bu mekanizmalar
içinde kolayca yer bularak kazançlarını artırabilmektedirler. Kurumsallaşmış kurallar
devletlerarasında birçok farklı konuda işlemlerin gerçekleşmesine olanak vererek
karşılıklı bağımlılığı artırmaktadır. Bir konu alanında aldatan devlet birçok konuda
işbirliği yaptığından geriye kalan konu alanlarında cezalandırılabilinecektir. Bu
husus, devletleri aldatmaktan alıkoyamasa bile maliyetleri göz önüne getirerek
aldatmayı çekici olmaktan çıkarmaktadır. Kurumlar tek tek her bir anlaşma için sarf
edilen zaman ve müzakere süreçlerinin devletlere yüklediği maliyeti gereksiz
kılabildiğinden işlem maliyetlerini de azaltmaktadırlar. Bu yönüyle kurumlar,
işbirliğinin maliyetini azaltmakta ve kârlılığı arttırmaktadırlar (Keohane ve Nye
2001: 1-31).
Göreli kazançlara ilişkin kaygı ise özellikle iki etmen tarafından
şekillenmektedir: Đlki, sistemdeki büyük aktörlerin sayısıdır. Sadece iki devletin
çatışmacı çıkarlarının söz konusu olduğu durumlarda göreli kazanç önemli hale
gelmekte ve işbirliği zorlaşmaktadır. Ancak çok sayıda birbirine şöyle ya da böyle
denk güçlerin söz konusu olduğu durumlarda, devletler çıkarlarını korumak için
birçok koalisyon olanağına sahip olacaklarından, devletlerin göreli kazançlara
verdiği önem azalmaktadır. Đkinci etmen ise askeri ilişkilerdir: Sorunların
çözümünde askeri gücün kullanılma olasılığı düşük olduğunda devletlerin göreli
kazanç değerlendirmeleri de daha az önem kazanmakta ve böylece işbirliği daha
kolay gerçekleşebilmektedir (Powell 1993: 209-233).
Kurumlar, anarşinin zorunlu kıldığı mecburiyetleri yumuşatmaktadır.
Kurumlar enformasyon temin etmek suretiyle işlem maliyetlerini azaltmakta ve
böylelikle devletlere daha güvenilir yüklenimler sunmaktadırlar (Keohane 1993:
292-296). Bunlardan başka işbirliği için bir alan oluşturduklarından eşgüdüm için
uygun noktalar oluşturmakta, devletler arasında karşılıklılığa ve çok-taraflılığa
katkıda bulunmaktadırlar. Kurumların belli yollardan faaliyette bulunabilmek
amacıyla etkin ve ikna edici olması, davranış beklentilerinden kaynaklanmaktadır
(Keohane 2001: 1-3).
Aktörlerin davranışlarının arkasında olduğu varsayılan akılcılık, işbirliğine
yönelik etkileşimleri tam olarak açıklayamadığından inançlar ve düşünceler de bir
eylemi açıklamakta önem kazanmaktadır (Goldstein ve Keohane 1993). Bunun
içindir ki yönetişim yaklaşımı, söylemlerin ve kimliklerin önemine de vurgu
yapmaktadır. Tehditlerin oluşumunda söylemlerin önemli rolü vardır. Söylemlerin
anlamları özü itibariyle kültürel bir olgudur. Bu bakımdan tehditler de nesnel
gerçeklikler olmaktan ziyade sosyal ve kültürel ürünlerdir (Weldes vd. 1999: 10-17).
Tehdit algılamaları sözde nesnel uluslararası güç yapısından ortaya çıkmaz. Görece
daha güçlü olan aktörlerin söylemleri de uluslararası toplumda daha kolay kabul
görmektedir. Nesnel tehditlerin söz konusu olduğu durumlarda devletler ittifak
oluşturma yoluna giderler. Bu nesnel tehditler dağıldığında ise söz konusu ittifaktaki
uyumluluk zayıflar. Bu yüzden Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ve yerine eşit
derecede bir tehdit koymanın mümkün olmadığı bir durumda, NATO’nun
önemsizleşmesi gerekiyordu. Đttifak işlevselleştikten sonra paylaşılan değerler
tarafından şekillenir. Bu ortak değerlerin kurumu siyasal değişimle karşılaştığında
direnç gösterir; çünkü güvenlik işbirliğinin yeni kurumlarını oluşturmaktansa
mükellef bir kurallar seti ve karar oluşturma izlekleri ihtiva eden hâlihazırdaki
51
mevcut örgütü yeni koşullara ayarlamak daha kolaydır (Risse-Kappen 1996: 395396). Uluslararası kurumlar değerlerin başlıca temsilleri olabilmektedir.
Hedefte Birliktelik
Son olarak güvenlik yönetişimi anlayışı hedefte birliktelikle
desteklenmektedir. Buradaki “hedefte birliktelik” hem yapı hem de süreç sonunda
elde edilen sonuçlar olarak anlaşılabilir. Yapısal anlamda yönetişim, kurumları içerir
ve bu kurumlar giriş kurallarını, etkileşim kurallarını ve davranışlar üzerindeki
kısıtlamaları buyurarak katılımcıları arasında hususi davranış biçimlerini
yerleştirirler. Süreçsel anlamda ise yönetişim, aktörlerin elde ettikleri sonuçları
tanımlamak ve bunlara ulaşmak için izlediği faaliyetlerle ilgilenir. Bu, yönetişimde
amaçların aktörler arasındaki tercihlerin bir yekûnunu yansıttığını öngörür. Söz
konusu tercihler çoğu zaman benzer olurlar ama arada sırada yarışıyor da olabilirler.
Mamafih bu elde edilen sonuçlar zorunlu olarak tüm aktörlerinkini değil ama
çoğunluğun amaçlarını karşılamaktadır.
Balkanlar’da Güvenlik Yönetişimi
1991 yılında Yugoslavya’da başlayan çatışmaları sona erdirmek için gereken
araç ve yöntemler konusunda bir görüş birliğinin olmaması nedeniyle,
Yugoslavya’nın dağılmasına yol açan süreç yıpratıcı fakat öğretici olmuştur.
Vestefalyan sistem6, Yugoslavya’daki krizlerin ortaya çıkardığı güvenlik sorunlarını
çözmek için yetersiz kalmış, yeni yaklaşımların yolunu açmıştır.
Bosna-Hersek’teki çatışmalar uluslararası topluma duyulan güveni
zayıflatmıştır. Balkanlarda meydana gelecek yeni bunalımlar “Batı”ya ek maliyetlere
yol açacağından Sırbistan’ın Kosova’ya uyguladığı baskıcı politikaların sona
erdirilmesi ve Makedonya’nın uluslararası koruma altına alınması uluslararası
topluma dolayısıyla “Batı”ya olan güveni yeniden tesis edebilir düşüncesi hakim
olmaya başlamıştır. Bosna-Hersek, Avrupa’yı bölgedeki konumuna ve çatışma
çözme kapasitesine ilişkin bir değerlendirme yapmasına sevk etmiştir.
Bosna-Hersek’te yaklaşık dört buçuk yıl süren iç savaş sonrasında politik
sosyal ve ekonomik anlamda yeniden yapılanma, barışın tesisi ve saldırganların
durdurulmasının askeri bir destek olmadan gerçekleştirilemeyeceği anlaşılmıştır.
Böylece Avrupa güvenliğinde kriz yönetimine dayanan bir anlayış hakim olmaya
başlamıştır.
Yugoslavya’daki krizlere NATO’nun müdahalede bulunmuş olması, Soğuk
Savaş sonrası Avrupa güvenliğinde anlayış değişikliklerini beraberinde getirmiştir.
NATO’nun işlevleri ile diğer güvenlik temin eden uluslararası örgütlerle (BM, AB
ve AGĐT) ilişkilerinde önemli değişiklikler olmuştur. 1990’larda Avrupa güvenliğine
ilişkin konular BM-NATO-AB-AGĐT dörtgeninde şekillenmiştir. BM, NATO, AB
ve AGĐT krizleri birlikte yönetmiş, aralarında eşgüdüm sağlanarak işbölümü
yapılmış ve istikrarın temin edilmesinde ortak hedefler belirleyerek hareket
etmişlerdir.
6
Vestefalyan sistemde ulus-devlet, uluslararası sistemin temel aktörüdür. Devlet merkezli anlayışın
temelini devletin egemenliği ilkesi oluşturur. Egemenlik uluslararası politikanın düzenleyici kuralıdır.
Bunun yanında güç (power), uluslararası politikanın belirleyici olgusudur.
52
1992’den 1995’e kadar BM ve NATO güvenlik konularında ikili olarak
hareket etmişlerdir. 1995’ten sonra NATO güvenlik alanını tek başına yürütmüştür.
BM bünyesinde sürekli görev yapan askeri bir güç bulunmaması sebebiyle
NATO’nun sahip olduğu olanaklar ve deneyim bu görevi üstlenmesini gerekli
kılmıştır. BM barışı koruma operasyonu, Bosna’da savaş sonrasında devlet
işlevlerinin yeniden yapılanmasında yardımcı olmuştur. Günümüzde BM, Kosova’da
öncelikle vasilik görevini yürütmektedir. Kosova, NATO müdahalesi 1244 sayılı BM
Güvenlik Konseyi kararıyla BM himayesine dönüştürüldüğünden bu yana, sekiz
yıldır belirsiz bir konumdadır.
Yugoslavya’daki krizler NATO’ya örgütsel becerisini göstermesini
sağlamıştır. IFOR ve SFOR’da üstlendiği yükümlülükler ve Barış Đçin Ortaklık
çerçevesinde yürüttüğü faaliyetler NATO’nun Avrupa’daki istikrar için gerekli
olduğunu göstermiştir.
Yugoslavya’daki çatışmalar Avrupa güvenliğinin istikrarına yönelik tehlike
ve tehditlerin varlığını göstermiştir. Böylece AGSP’nin ve NATO bünyesinde
korunan Avrupa güvenliğinin geleceğine yönelik tartışmaların başlamasına,
NATO’nun yapısı, işlevleri, ve stratejisinin gözden geçirilmesine neden olmuştur.
Kosova Krizi örneğinde kolektif bir savunma örgütü olan NATO, üye devletlerin
topraklarına doğrudan bir saldırı olmamasına rağmen Đttifakı ve onun temel
değerlerini etkilediği gerekçesiyle müdahalede bulunmuştur.
Bosna-Hersek’te yaşanan gelişmeler ve yapılan müdahale AB’nin Ortak Dış
ve Güvenlik Politikası’nı geliştirmelerine neden olmuştur. Yugoslavya’da iç savaşın
patlak vermesinin ardından AB ortak bir politika geliştirmeye çalışmış ancak üye
ülkelerin ulusal çıkarları adına farklı hareket etmeleri bunu engellemiştir. Başlangıçta
Yugoslavya’nın toprak bütünlüğünün korunması ve bütünden ayrılarak bağımsızlık
ilan eden ülkeleri tanımama biçiminde bir politika belirlenmişse de buna
uyulmamıştır. AB’nin müstakil bir silahlı gücünün olmaması nedeniyle önce NATO
bünyesinde bir Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği oluşturma, sonrasında ise AB
bünyesinde ODGP’nin bir açılımı olarak AGSP geliştirme çabaları görülmüştür. AB,
uluslararası toplumun temel değerleri olarak gösterdiği demokrasi, insan hakları,
self-determinasyon ve serbest pazar ekonomisini Ortak Dış ve Güvenlik Politikasının
temeline yerleştirmiştir. Bu değerler Bosna-Hersek ve Kosova krizlerinde askeri güç
kullanımının gerekçesi olarak gösterilmiştir (Sheperd 2000: 18). Yine bu çerçevede
NATO’nun Ağustos 2001’de Makedonya’ya silahsızlandırma görevini ifa etmek
üzere gönderdiği silahlı uluslararası güce 700 kişilik AB ve AGĐT gözlemcileri de
katılmıştır.
Yugoslavya’daki çatışmalara NATO’nun müdahale etmiş olması Avrupa
Birliği’nin desteklediği Đstikrar Paktı’nın kurulmasına yol açmıştır. Bu bağlamda
Avrupa Birliği, tam üye adaylığı için talepte bulunan ülkelerden komşularıyla olan
sorunlarını çözmelerini şarta bağladığından Balkan ülkeleri sorunlarını barışçı
yollardan çözmeye, insan haklarına ve azınlıklarına saygı göstermeye, demokratik
süreçleri işler kılmaya özen göstermişlerdir.
ABD, AB ve üye devletleri, Kosova krizinde Bosna’dakinden daha çabuk
harekete geçmişlerdir. NATO, Kosova’da kuvvet kullanmak için BM’den yetki alma
gereksinimi duymamıştır; hâlbuki Bosna’da BM’den kendisine yetki verilmesini
beklemiştir. O dönemin NATO Genel Sekreteri olan Javier Solana NATO’nun
53
Kosova müdahalesini değerlendirirken Atlantik topluluğunun özgürlük, demokrasi,
insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi temel değerlerin savunulmasının bir işareti
olduğunu belirtmiştir (Solana 1999: 3). Bosna’da kuvvet kullanma tehdidi diplomatik
girişimlerin gerisinde tutulmuştu, tersine, Kosova’da öne çıkmıştır. Bosna ile Kosova
arasındaki belki de en önemli farklılık, Batı’nın Kosova krizi konusunda gösterdiği
kararlılık olmuştur.
Makedonya içindeki etnik gerilimler, dışarıdan gelen müdahalelerle zoraki bir
barışa kavuşmuştur. BM güçlerinin Makedonya’ya konuşlanması bu ülkede silahlı
çatışmaların önlenmesine katkıda bulunmuştur. UNPREDEP, BM Güvenlik
Konseyi’nin bölgeye ilişkin yaklaşımının bir sembolü olarak Sırbistan’ı
Makedonya’ya karşı olası saldırgan eğilimlerinden caydırmıştır. BM Güvenlik
Konseyi, Makedonya’nın bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün korunmasına
ilişkin eğilimini ortaya koymuştur. Ayrıca, bölgedeki çatışmaların Makedonya’ya
sıçramasını da engellemiştir. Kosova’da meydana gelen gelişmelerin sonucunda
Makedonya içinde oluşacak gerginliğin dağıtılmasında varlığıyla önemli bir rol
oynamıştır. Bunlardan başka UNPREDEP varlığıyla, Arnavutluk’un Makedonyalı
Arnavutlara ilişkin kışkırtıcı politikalar izlemesini engellemiştir.
Krizlerde çok sayıda aktör yer almıştır. Güvenlik yönetişimi süreci boyunca
uluslararası güvenlik örgütleri daha önce resmi bir biçimde kendi aralarında hiyerarşi
oluşmamışken çeşitli girişimlerde bulunmuşlardır. Uluslararası örgütler bu
girişimleri yaparken kendi aralarında danışmalarda bulunarak sorumluluklarının
sınırlarını tayin etmişlerdir. Bu bağlamda en önemli ortak unsur, güvenlik
yönetişiminin işbölümünde örgütlerin kapasitelerinin belirleyici olduğu gerçeğidir.
Devletlerin istikrarın yönetiminde tek başlarına yetersiz kalacağı görülmüştür. Bu
yüzden devletler birbirleriyle işbirliği yapma ve kapasitelerini eşgüdümleme
gereksimi duymuşlardır. Bu suretle uluslararası örgütler devletlerin istikrarı
pekiştirme hedefini başarıya ulaştıracak en iyi araçlar olarak değerlendirilmiştir.
Kurumsallaşmış aktörler güvenlik yönetişimini yürütmüşlerdir. Bosna,
Kosova ve Makedonya krizlerinde yer alan aktörler öngörülen rollerini ve oluşan
beklentileri içeren kurallar seti ile birbirleriyle irtibatlandırılmışlardır. BM, güvenlik
yönetişimi faaliyetlerinin meşruluk merkezi ve tedarikçisi olarak bulunmuştur.
NATO askeri faaliyetleri yürütmüş, AB ise yeni demokratikleşen ülkelerin
biçimlendiricisi olarak faaliyet göstermiştir. BM ve AB, uzun dönemli çatışmaları
önleyerek rollerini ve meşruiyetlerini güçlendirmişlerdir. AGĐT ise, çoğunlukla
bireylerin ve toplumun güvenliği ile meşgul olmuş, dolayısıyla çabalarını insan
haklarının sağlanmasına, yerinden edilenlerin geri dönmesine ve demokratikleşme
süreçlerine yoğunlaştırmıştır.
Son olarak aktörler tarafından alınan sorumluluklar sınırlı ancak amaca
yönelik olmuştur. Zamanlamada başarı, açık bir şekilde tanımlanmış görev ve
yetkiler, uluslararası toplumun gereken ilgiyi göstermiş olması, örgütler arasında
sağlanan işbirliği ve koordinasyon, son olarak ev sahibi ülke vatandaşlarının
(hükümetin, muhalif siyasi partilerin ve muhalif liderlerinin) bu uluslararası
örgütlerle işbirliği içinde bulunması operasyonların amaçlarına ulaşmasını olumlu
yönde etkilemiştir. Örgütler tarafından oluşturulan görevler belli bir zaman dilimi ve
belli bir bölgede belirlenmiş amaçların gerçekleşmesini hedeflemiştir. Söz konusu
görevler gönüllülüğe dayanmıştır. Bir yandan örgütlerin üyeleri istekli olmadıkları
54
durumda görevlere katılımda bulunmazlarken, diğer yandan üye olmayanlar
örgütlerle aynı amaca sahip olduklarında bu görevlere katılımda bulunmuşlardır.
Genel Değerlendirme
Günümüzün güvenlik anlayışında toprak bütünlüğünün korunması hâlâ
önemlidir. Bunun yanında, barış ve istikrarın tesisi, kolektif savunma ve kriz
yönetimi operasyonlarına katkıda bulunulması (barışı koruma, insani yardım ve polis
görevleri vb.), etnik ve dini çatışmaların kontrol altına alınması da önem kazanmıştır.
Kitle Đmha Silahlarının ve bunların fırlatma vasıtalarının yayılmasının önlenmesi,
silahsızlanmanın teşvik edilmesi, terörizm ve organize suç, devletleri aşan yeni
tehditler olarak karşımıza çıkmıştır. Bunlara ilaveten temel kaynakların azalması,
silahlı çatışmalar sonucu insanların kontrol dışı kitlesel hareketleri, siber savaş
olasılıkları, bulaşıcı hastalıkların yayılması, fakirlik ve sosyo-ekonomik
dengesizlikler gibi asimetrik risk ve tehditlerle mücadele de günümüzün başlıca
tehdit unsurları arasında yer bulmuştur. Günümüzdeki risk ve tehditler, esas itibariyle
askeri nitelikte olmaması nedeniyle, güvenlik artık yalnızca askeri imkân ve
politikalarla sağlanamamıştır. Güvenliğin tanımının genişlemiş olması risk ve
tehditlerle mücadele yöntemlerinin de arttırılmasını gerektirmiştir. Günümüzde
karşılaşılan güvenlik risk ve tehditleriyle mücadele edilirken politik, askeri,
ekonomik ve sosyal araçların bir arada kullanılması önem arz etmiştir. Güvenlik
tehditleri arasındaki bu gibi bağlantılar güvenlik politikasının daha geniş bir alanda
uygulanması ihtiyacını doğurmuştur.
Avrupa devlet sistemi (Vestefalya tipi devlet sistemi) Soğuk Savaş güvenlik
düzeninin dönüşümünden etkilenmiştir. Geleneksel Vestefalya tarzı sistemde
egemenlik, uluslararası politikanın düzenleyici kuralı olarak ortaya çıkmıştır. Ne var
ki, devletleri sahip oldukları geleneksel otonomi derecesiyle kavramsallaştırmak artık
geçerlilik taşımamaya başlamıştır. Devletin yapısal niteliğindeki, güç erkinin
kullanımındaki değişimler, uluslararası alanda işbirliği olanaklarını artırmıştır. Artık
‘göreli kazanç’ anlayışının yerini ‘mutlak kazanç’ almaya başlamıştır. Yeni güvenlik
gündeminin zorluklarının üstesinden hâlihazırda devam eden kurumsal yenilenme ve
uyarlanma ile gelinebilmiştir. Buna uygun olarak da yeni bir yaklaşımın husumet,
çatışma ve şiddet yerine işbirliğine odaklanması gerekmiştir. Dolayısıyla günümüz
güvenlik gündemi istikrarlı bir uluslararası ekonomik ve politik ortamı
sağlayabilmek için uluslararası işbirliğini zorunlu kılmıştır. Bu çerçevede
çatışmaların önlenmesi, barışa zorlama, barışı koruma ve barışın tesisi gibi kavramlar
öne çıkmaya başlamıştır.
Güvenliğin koordinasyonu, idaresi ve düzenlemesi kendine özgü araçlarla
gerçekleştirilmiştir. Soğuk Savaş sonrasındaki güvenlik yönetişimi görüşü, üç
varsayım üzerinde temellenmiştir. Öncelikle, güvenlik, kavram ve politika
bakımından anlam değiştirmiştir. Đkinci olarak, bu değişimi ve bu değişimin
dinamiklerini tanımlama gereksinimi doğmuştur. Üçüncü olarak da, devletler ve
faaliyette bulundukları uluslararası örgütler (BM, NATO, AB ve AGĐT) güvenliğin
hâkim aktörleri olmuşlardır. Bu varsayımlar ışığında birbirleriyle yatay ilişki ağına
sahip aktörler aracılığıyla kurumsallaşma ile hedef birlikteliğinin gerçekleştirildiği
ortaya konmuştur. Bu dört kurum arasındaki işbirliği ve eşgüdüm güvenliğin
idamesinde etkin olmuştur. Güvenlik tehditlerine önceden çerçevesi kesin sınırlar
çizilmemiş, parçalı, ad hoc ve eylemsel tepkilerle karşılık verilmiştir. Bu süreçler
içerme ile dışlama arasında dinamik bir ilişkiye eşlik etmiştir.
55
Bosna, Kosova ve Makedonya Krizlerinde güvenlik yönetişimi, birçok
aktörle birlikte, açıkça güvenlik temin eden uluslararası örgütler arasında
yürütülmüştür. Söz konusu ilişkiler ne anarşik bir halde ne de hiyerarşik bir düzende
yürütülmüştür. BM, NATO, AB ve AGĐT tamamlayıcılık anlayışıyla kendiliğinden
işbirliği ve eşgüdüm içinde bulunmuşlardır. Söz konusu tamamlayıcılık, lüzum
görüldüğünde güvenlik yönetişiminin yürütülmesi için üye olmayanların kabulünde
de kendini göstermiştir. Her bir örgüt yapabilecekleri düşünülen görevleri başarmaya
talip olmuştur. Bu suretle, hem materyal yetenekler hem de düşünsel roller örgütlere
rehberlik etmiştir. Son olarak, bu örgütler devlet içi şiddetten kaynaklanan güvenlik
tehditleriyle karşı karşıya kaldıklarında barış ve istikrarı liberal normlar üzerinde
tesis ederek hedefte birlikteliği sağlamışlardır.
Türkiye, güvenlik kavramındaki değişime uyum sağlamıştır. Bu çerçevede
güvenlik temin eden kurumlarla yakın bir işbirliği içinde olmuş ve kurumların
değişen işlevlerine de katkılarda bulunmuştur. Türkiye, genel olarak, güvenlik
yönetişiminin kurumsal yapısına dâhil olmuştur; ancak AB’nin tam üyesi olmaması
sebebiyle hariç tutulduğu uygulamalarla da karşılaşmıştır. Güvenlik yönetişiminin
içerseme-dışarsama sorunsalı temelinde Türkiye’nin özellikle AB ile olan ilişkileri
ön plana çıkmıştır. Güvenlik yönetişimi uygulamalarında ise Bosna krizi örneğinde
olduğu gibi politik ve kültürel nedenlerden dolayı profilinin düşük tutulduğu da
olmuştur.
Uluslararası örgütler çerçevesinde gelişen güvenlik ağının içerme kapasitesi
göz önüne alınırsa güvenlik yönetişimi olgusunun dışında kalınması Türkiye’yi zor
bir duruma sokacaktır. Balkanlar’da vuku bulan krizlerde Sırbistan’ın bu ağın
karşısındaki dirençli tutumu onu başarılı kılmamıştır. Tersine, NATO, AB ve AGĐT
eşgüdüm içinde Yugoslavya’nın dağılması sürecini yöneterek ‘arzu edilen’ siyasi
sonuçlara ulaşılmasını sağlamışlardır. Bu sonuçlar doğal olarak söz konusu ağın
dışında bırakılan Sırbistan bakımından memnun edici değildir. Öte yandan ağ
içindeki devletlerin ulusal çıkarları temelinde bir rekabete ve çatışmaya girmelerine
de engel olabilmiştir.
Yugoslavya’nın parçalanması sürecinde uluslararası kurum ve kurallar ağının
işlevi Türk dış politikası için çok önemlidir. NATO ve AGĐT üyesi olan Türkiye’nin
AB’ye üyelik sürecinde karşılaştığı sıkıntılar Türk kamuoyunda söz konusu güvenlik
ağının işleyişine ilişkin şüpheleri artırmıştır. NATO ve AB arasında gelişen ilişkiler
ve bu süreçte Batı Avrupa Birliği (BAB)’nin işlevlerini kaybetmesi, Türkiye’de
büyük bir kaygı yaratmıştır. Türkiye her ne kadar AB’nin tam üyesi olmasa da söz
konusu ağ etkinliğini koruduğu müddetçe bu ağın dışında kalmak Türkiye açısından
yüksek risk ve maliyetlere katlanmak anlamına gelecektir. Dolayısıyla, Türkiye, bu
ağın dışında kalmak yerine ağın işleyişine mümkün olduğunca etkileyebilmek
stratejisi izlemelidir. Türkiye, istikrarsız Balkanlar-Kafkasya-Ortadoğu bölgesinin
merkezinde yer alan ve bu bölgelerdeki krizlerin olumsuz etkilerini ülkesinde
hisseden bir aktör olarak Soğuk Savaş sonrası dönemde artan ve çeşitlenen güvenlik
sorunları ve tehditlerle başa çıkmak durumunda kalmaktadır. Bu yüzden Türkiye,
güvenlik yönetişimi sistemini anlamak ve dikkate almak zorundadır.
Kaynakça
Adams, T.K. (1999) “The New Mercenaries and the Privatization of Conflict”,
Parameters, 29 (2).
56
Art, Robert J. (2003), A Grand Strategy for America, Ithaca, NY: Cornell University
Press.
Aydınlı, Ersel (2003), “Küreselleşme ve Güvenlik: Teorik Yaklaşımlar”, Avrasya
Dosyası, 9 (2).
Baldwin, David (1995), “Security Studies and the end of the Cold War”, World
Politics, 48 (1).
Baldwin, David A. (1997), “The Concept of Security”, Review of International
Relations, 23 (1).
Biermann, Rafael (2008), “Towards a Theory of Inter-organizational Networking”,
International Organizations, 3 (2).
Booth, Ken (1991), “Security and Emancipation”, Review of International
Studies, 17 (4).
Bozkurt, Ömer, Turgay Ergun ve Seriye Sezen (2008), Kamu Yönetimi Sözlüğü,
Ankara: TODAĐE.
Buzan, Barry (1991), People, States and Fear: An Agenda for International Security
Studies in the Post-Cold War Era, Boulder, CO: Lynne Rienner.
Buzan, Barry ve Richard Little (2000), International Systems in World History:
Remaking the Study of International Relations, Oxford: Oxford University Press.
“Charter for European Security”, (http://www.osce.org/docs/english/19901999/summits/istachart99e.htm, 3.2.2010).
“Cimic Reconstruction”, NATO Review, 49 (1), 2001.
Cooley, Alexander ve James Ron (2001), “The NGO Scramble: Organizational
Insecurity and the Political Economy of Transnational Action”, International
Security, 27 (1).
Cooper, Robert (2005), Ulus Devletin Çöküşü: 21. Yüzyılda Düzen ve Kaos, Berrin
Karahan (çev.), Đstanbul, Güncel Yayıncılık.
Czempiel, Ernst-Otto (1992), “Governance and Democratization”, James N. Rosenau
ve Ernst-Otto Czempiel (der.), Governance without Government: Order and Change
in World Politics, Cambridge: Cambridge University Press.
Dedeoğlu, Beril (2003), Uluslararası Güvenlik ve Strateji, Đstanbul: Derin Yayınları.
Finnemore, Martha (1996), “Constructing Norms of Humanitarian Intervention”,
Peter J. Katzenstein (ed.), The Culture of National Security, New York: Columbia
University Press.
Goldstein, Judith ve Robert Keohane (der.) (1993), Ideas and Foreign Policy:
Beliefs,Institutions and Political Change, London: Cornell University Press.
57
Howorth, Jolyon ve Anand Menon (1997), The European Union and National
Defence Policy, London: Routledge.
Huntington, Samuel P. (1993), “The Clash of Civilizations”, Foreign Affairs, 72 (3).
Hurd, Ian (1999), “Legitimacy and Authority in International Politics”, International
Organization, 53 (2).
Jessop, Bob (1999), “The Changing Governance of Welfare: Recent Trends in its
Primary Functions, Scale and Modes of Coordination”, Social Policy and
Administration, 33 (4).
Karadeli, Cem (2003), “1989 Sonrası Dünya Düzeni”, Cem Karadeli (der.), Soğuk
Savaş Sonrasında Avrupa ve Türkiye, Ankara: Ayraç Yayınevi.
Keohane, Robert O. (1989), “Neoliberal Institutionalism: A Perspective on World
Politics”, Robert O. Keohane (der.) International Institutions and State Power,
Essays in International Relations Theory, London: Westview Press.
Keohane, Robert O. (2001), “Governance in a Partially World”, American Political
Science Review, 95 (1).
Keohane, Robert O. ve Joseph S. Nye (2001), Power and Interdependence, New
York: Longman.
Keohane, Robert O. ve Lisa M. Martin (1995), “The Promise of Institutionalist
Theory”, International Security, 20 (1).
Kirchner, Emil .J. (2007) “Regional and global security: changing threats and
institutional responses”, Emil J. Kirchner ve James Sperling (eds.), Global Security
Governance, London: Routledge.
Kolodziej, Edward A. (1992), “What is Security and Security Studies?”, Arms
Control, 13 (1).
Kolodziej,, Edward A. (2000), “Security Studies for the Next Millennium: Qua
Vadis?”, Stuart Croft ve Terry Terriff (eds.), Critical Reflections on Security and
Change, London: Routledge.
Krahmann, Elke (2003), “Conceptualizing Security Governance”, Cooperation and
Conflict, 38 (1).
Krahmann, Elke (2005), “From State to Non-State Actors: The Emergence of
SecurityGovernance”, Elke Krahmann (der.), New Threats and New Actors in
International Security, New York: Palgrave Macmillan.
Krahmann, Elke (2008), “Security: Collective Good or Commodity?”, European
Journal of International Relations, 14 (3).
Majone, Giandomenico (1997), “From the Positive to the Regulatory State: Causes
and Consequences of Changes in the Mode of Governance”, Journal of Public
Policy, 17 (2).
58
Mearsheimer, John J. (1994-1995), “The False Promise of International Institutions”,
International Security, 19 (3).
Murphy, Craig N. ve WEISS, Thomas G. Weiss (2000), “International Peace and
Security at a Multilateral Moment: What We Seem to Know, What We Don’t, and
Why”, Stuart Croft ve Terry Terriff (der.), Critical Reflections on Security and
Change, London: Routledge.
Niblett, Roger ve William Wallace (2001), Rethinking European Order: West
European Responses, Basingstoke: Palgrave.
Peters, B. Guy (1998), “Globalisation, Institutions and Governance”, European
University Institute, Jean Monnet Chair Paper, RSC no. 98/51.
Pierre, Jon (2000), “Introduction: Understanding Governance”, Jon Pierre (ed.)
Debating Governance: Authority, Steering and Democracy, Oxford: Oxford
University Press.
Powell, Robert (1993), “Absolute and Relative Gains in International Relations”,
David A. Baldwin (der.), Neorealism and Neoliberalism: The Contemporary Debate,
New York: Columbia University Press.
Rhodes, R.A.W. (1999), “Foreword: Governance and Networks”, Gary Stoker (der.),
The New Management of British Local Governance, Basingstoke, Macmillan.
Risse-Kappen, Thomas (1996), “Identity in a Democratic Security Community: The
Case of NATO”, Peter Katzenstein (der.) The Culture of National Security, New
York: Columbia University Press.
Rosamond, Ben (1999), Globalization and Multi Level Governance in Europe,
working paper R99/2, European Union Center in Georgia.
Rosenau, James N. (1990), Turbulence in World Politics: A Theory of Change and
Continuity, New Jersey: Princeton University Press.
Rosenau, James N. (1992), “Governance, Order and Change in World Politics”,
James Rosenau ve Ernst-Otto Czempiel (der.), Governance without Government:
Order and Change in World Politics, Cambridge, Cambridge University Press.
Rosenau, James N. (1997), Along the Domestic-Foreign Frontier: Exploring
Governance in a Turbulent World, Cambridge: Cambridge University Press.
Rosenau, James N. (2000), “Change, Complexity, and Governance in Globalizing
Space”, Jon Pierre (der.), Debating Governance: Authority, Steering and Democracy,
Oxford: Oxford University Press.
Presidency Conclusions (1999), Annex-IV Presidency Progress Report to the
Helsinki European Council on Strengthening the Common European Policy on
Security and Defence, 10 and 11 December 1999.
59
Presidency Report on the European Security and Defence Policy (2000), Annex VI to
Presidency
Conclusions,
Nice
European
Council,
(http://ue.eu.int/Newsroom/LoadDoc.asp?BID=64245&LANG=1, 2.2.2010).
Sheperd, Alistair J. K. (2000), “Top-Down or Bottom-Up: Is Security and Defence
Policy in the EU a Question of Political Will or Military Capability?”, European
Security, 9 (2).
Singer, Peter W. (2004), “Warriors for Hire in Iraq”, Brookings Institution,
(http://www.brook.edu/views/articles/fellows/singer20040415.htm, 30.1.2010).
Solana, Javier (1999), “A Defining Moment for NATO: The Washington Summit
Decisions and the Kosovo Crisis”, NATO Review, 47(2).
Strange, Susan (1988), States and Markets, London: Pinter.
“The Alliance’s Strategic Concept” (1999), NATO Review, 47 (2).
Weaver, Ole (1993), “Societal Security: The Concept”, Ole Weaver, Barry Buzan,
Morten Kalstrup ve Pierre Lemaitre (der.), Identity, Migration and the New Security
Agenda in Europe, London: Pinter.
Webber, Mark (2002), “Security governance and the excluded states of
postcommunist Europe”, Derek Averre and Andrew Cottey (der.), New Security
Challenges in Postcommunist Europe, Manchester: Manchester University Press.
Weldes, Jutta, Mark Leffey, Hugh Gusterson ve Raymond Duvall (1999),
“Introduction”, Jutta Weldes, Mark Leffey, Hugh Gusterson and Raymond Duvall
(der.), Cultures of Insecurity: States,Communities and the Production of Danger,
Minneapolis: University of Minnesota Press.
Yalçınkaya, Haldun (2006), “Özel Askeri Sektörün Oluşumu ve Savaşların
Özelleşmesi”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 61 (3).
Young, Oran R. (1994), International Governance: Protecting the Environment in a
Stateless Society, Ithaca, NY: Cornell University Press.
Yüksel, Mehmet (2000), “Yönetişim Kavramı Üzerine”, Ankara Barosu Dergisi, 58
(3).
Zabcı, Filiz Çulha (2004), “Yeni Savaşların Gizli Yüzü: Özel Askeri Şirketler”,
Mülkiye, XXVIII (243).
60
Download