EGZERSİZLER, KORUYUCU, TEDAVİ EDİCİ VE MUAYENE POZİSYONLARI

advertisement
HEDEFLER
İÇİNDEKİLER
TOPLUMSAL BİR KURUM
OLARAK EĞİTİM
• Eğitimin Genel Karakteri
• Eğitim Nedir?
• Eğitimin Amacı
• Eğitimin Açık ve Gizli İşlevleri
• Eğitimi Etkileyen Faktörler
• Dünyadaki Eğitim Sistemlerinde Görülen
Eğilimler
• Eğitim-Öğretim Kuramları ve Eşitsizlik
• Eğitim ve İletişim Teknolojileri
• Türkiye'de Eğitim Sistemi
• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Eğitim ve öğretimin ne anlama geldiğini
öğrenecek,
• Hangi faktörlerin eğitimi etkilediğini
öğrenecek,
• Eğitimin işlevlerini öğrenecek,
• Eğitim ve iletişim teknolojileri ilişkisini
öğrenecek,
• Eğitimin geleceğine ilişkin belirli bir kanaat
sahibi olacaksınız.
SOSYOLOJİ
ÜNİTE
8
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
GİRİŞ
İnsanın eğitimi
doğuşuyla başlar, insan
konuşmadan,
anlamadan önce eğitilir
(J.J. Rousseau).
Eğitim, sosyologlar için önemli bir konudur. Sosyolojinin kurucularından biri
olan Durkheim’e göre eğitim, çocukların toplumsallaşmalarında önemli bir role
sahiptir. Eğitim aracılığıyla çocuklar toplumdaki ortak değerlere ilişkin birleştirici bir
anlayışa sahip olurlar. Bu ortak değerler, dinî-ahlakî inançları ve öz-disiplin
anlayışını içerir. Böylece eğitim, çocukların toplumun işleyişine katkıda bulunacak
kuralları içselleştirilmesini sağlar.
Eğitim, insanın bütün hayatını organize eden bir süreçtir. İnsan, doğumundan
ölümüne kadar eğitim etkinliğine tabidir. İnsan, özellikle yetişkinlik dönemine
gelinceye kadar şu veya bu şekilde eğitim kurumunun üyesi durumundadır. Bu
kurum içinde aldığı eğitim insanın gelecekteki bütün yaşantısını etkiler. Eğitimin ilk
başladığı yer, ailedir. Çocuklar ve gençler ailelerindeki yaşlı insanlardan ve
arkadaşlarından oyun sıralarında kendilerine gerekli olan bilgileri edinmektedirler.
Ancak toplumun ekonomik yapısı ve buna bağlı olarak yaşantısı değiştiği için aile
çocuğuna bazı bilgileri vermekte yetersiz kalmaktadır. Çünkü teknolojik ve
ekonomik hayat hızla değişmekte ve aileler bu değişim ve gelişim karşısında yeni
bilgileri bilemedikleri için çocuklara verilen eğitim de eksik ve yetersiz
kalmaktadırlar. Oysa toplumun gelişim hızına ayak uydurabilmek için insanların
bazı yeni bilgi ve becerileri öğrenmeleri gerekmektedir. Bunlar ise tek başına aile
kurumu içinde öğrenilecek şeyler değildir. İnsanlara bu bilgileri öğretecek yeni
kurumlara ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaçtan dolayı eğitim kurumu ortaya çıkmış,
resmileşmiş ve yaygınlaşarak toplumun büyük kısmının gittiği, eğitildiği yerler
hâline gelmiştir.
Eğitim bireylerin toplumsallaşması ve bir iş sahibi, meslek sahibi olabilmeleri
için gerekli olan en önemli kurumdur. Eğitimin toplumun kültürel mirasının yeni
kuşaklara aktarması, amacını gerçekleştirmesinde ilk ve orta öğretim kurumlarına
büyük görevler düşmektedir. Bireylere akılcı bir düşünce alışkanlığı kazandırmak,
onlara akılcı düşünüşün yollarını öğreterek bireylerin doğal ve toplumsal çevreyi
bilimsel ilkeler doğrultusunda değerlendirmelerini olanaklı kılmak eğitimin en
önemli işlevlerinden birisidir. Dolayısıyla eğitim, toplumsal değişme ve gelişmeyi
sağlayan bir araç niteliği taşımaktadır. Eğitim aracılığıyla insanlar; kendilerini,
toplumlarını, içerisinde yer aldıkları coğrafi çevrelerini tanır ve öğrenirler.
Eğitim bir toplumun kalkınmışlığının da temel ölçütlerinden birisidir. Çünkü
eğitilmiş nüfusa sahip olan ülkeler gelişmiş ülkeler olarak kabul edilmişlerdir.
Gelişmiş ülkelerde eğitim yaygınlaşmış ve demokratik bir özellik kazanmıştır. Hatta
modernleşme sürecini tamamlamış olan ülkelerde insanlar resmi eğitim
kurumlarının dışında gönüllü birliktelikler oluşturarak çocuklarına eğitim
vermektedirler. Bu durum çağdaş sosyologlar tarafından okulsuz bir toplumun
ortaya çıkabileceği fikrinin geliştirilmesine neden olmuştur.
Durkheim, sanayileşmiş toplumlarda eğitimin çok temel bir işlevinden söz
eder. Bu işlev, uzmanlaşma gerektiren işlerin yürütülmesi için gereksinim duyulan
becerilerin kazandırılmasıdır. Eskiden, geleneksel toplumlarda mesleki beceriler
aile içinde kazandırılabiliyordu. Ancak, toplumlar daha karmaşık bir yapıya
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
2
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
büründükçe, malların üretiminde iş bölümü önem kazandıkça eğitim sistemi de
uzmanlık gerektiren meslekler için gerekli görülen becerilere yönelmektedir.
Toplumsal bilimlerde bir konuyu ele almak için tarihsel bir arka plan,
kuramsal-kavramsal bir çerçeve esas alınır. Eğitim ve toplum konusunda tarihsel
bir başlangıç noktası olarak, modern zamanların başlangıcı esas alınır. Eğitimin
tarihi çok daha eskilere dayanıyorsa da eğitim ve toplumdan bahsedildiğinde
temelde modern toplum ve modern eğitimden söz edilmektedir. Eğitimin modern
bir hedef ve faaliyet hâline gelmesi, sanayinin yarattığı yeni emek gücü talebi ile
mümkün olmuştur. Bu yeni süreçte, insanlar çok farklı mesleklerde çalışmaktadır
ve gereken mesleki beceriler artık doğrudan ebeveyn tarafından çocuğa
aktarılamamaktadır. Bilgi edinme süreci, artan şekilde, özel becerilerin pratikte
aktarılmasından çok, matematik, fen, tarih, edebiyat gibi alanların soyut
öğretimine dayanmaktadır. Modern bir toplumda insanlar okuma yazma,
hesaplama gibi becerilerle ve fizikî, toplumsal ve ekonomik çevrelerine ilişkin genel
bir bilgiyle donatılmak zorundadırlar. Bu modern eğitim sistemi birçok Batılı
toplumda 19. yüzyılın başlarında şekillenmiştir.
EĞİTİM SOSYOLOJİSİ
Eğitim sosyolojisi, sosyolojinin bir dalıdır. Sosyolojik terminoloji ve
metodolojiyi kullanarak eğitim süreçlerini sosyolojik açıdan inceler. Kurucuları
Ward, Dewey, Durkheim, Weber ve Manheim gibi sosyal bilimcilerdir. Türkiye’de
eğitim sosyolojisiyle ilgili ilk çalışmaları yapanlar Prens Sabahattin, Ziya Gökalp ve
İsmail Baltacıoğlu’dur. Eğitim sosyolojisi, disiplinler arası (inter-disipliner) bir özellik
taşır. Sosyoloji, psikoloji, pedagoji, antropoloji gibi bilimlerle ilişkilidir. Eğitimcileri,
okulları, diğer eğitim kurumlarını toplumsal ve kültürel bir çerçeve içinde inceleyen
eğitim sosyolojisi şu konuları araştırır:
 Eğitim kuramları ve politikalarının toplumsal kaynakları, hazırlayıcı
faktörleri ve sonuçları.
 Eğitim sistem ve kurumlarının toplumsal yapı (nüfus, ekonomi, siyasî
düzen, toplumsal tabakalaşma) ile ilişkileri.
 Bir toplumsal grup ve yapı olarak okul düzeyinde insan ilişkileri.
 Eğitim kurumlarının toplum yaşamına etkileri.
 Eğitim-öğretim etkinliklerinde ortaya çıkan toplumsal ilişkileri: Öğretmenöğrenci-yönetici ilişkileri, otorite ve disiplin düzeni, oyun arkadaşlık ve
çalışma grupları.
EĞİTİMİN GENEL KARAKTERİ
Eğitim, toplumsal hayatın ortaya çıkışına kadar uzanan eski bir olgudur. Ancak
19. yüzyıldan itibaren bir bilim dalı hâline gelmiştir. Bir bilim dalı olarak eğitim, belli
amaçlara göre insanların davranışlarının değiştirilmesi ve geliştirilmesinin yasa ve
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
3
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
Erkeğin de kadının da
terbiyesi birbirleriyle
tartıştıkları zaman belli
olur.
ilkelerini bulmaya ve bu amaçla teknikler geliştirmeye çalışır. Eğitimin bunun
dışında biri daha geniş, diğeri daha dar anlamda olan iki tanımı daha vardır. Geniş
anlamda eğitim; bireylerin içinde doğup büyüdükleri, yaşamlarını sürdürdükleri
toplumun değerlerini, gerektirdiği becerileri öğrenme ve öğrendiklerini gelecek
kuşaklara aktardıkları süreci ifade eder. Bu anlamda eğitim toplumsallaşma ile eş
anlamlıdır.
Eğitim kelimesi, dar anlamda öğretim yerine kullanılmaktadır. Bu anlamda
eğitim, 19. yüzyıldan itibaren sanayileşme ve kentleşmeyle beraber yaygınlaşmıştır.
Sistemli şekilde, resmi öğretim kurumlarında, bu iş için özel olarak yetiştirilmiş
kimselerce insanlara yeni davranış ve becerilerin kazandırılması sürecini ifade eder.
Ekonomik düzenin ihtiyaç duyduğu insan gücünün yetiştirilmesini mümkün kılan
eğitim kurumları kısa sürede gelişmiş ve yaygınlık kazanmıştır. Bu amaçla Batı’nın
endüstrileşmiş toplumlarında eğitim zorunlu hâle getirilmiştir.
Bireylerin sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürdürebilmeleri için, çeşitli bilgi ve
değerleri öğrenmeleri gerekir. Bir bireyin doğaya uyum sağlayabilmesi en azından
onu çok iyi biçimde tanımasına bağlıdır. Diğer bir deyişle doğanın öğretmenliğinin
temel dayanaklarına ulaşmak, sunduğu olanak ve fırsatların neler olduğunu
anlamak, doğanın varlığını yakından tanımakla sağlanabilir. F. Bacon'ın da dediği
gibi, "Bilgi kuvvettir". Bu bağlamda birey, bilgi aracılığıyla her türdeki varlığın özüne
ulaşır ve onu kendi amacı doğrultusunda yönlendirerek kullanmaya başlar. Demek
oluyor ki insan, yapısı gereği, doğada ve toplum içinde sağlıklı bir yaşam
sürdürebilmek için, bilgi öğrenen ve onu kendi amacı doğrultusunda kullanan bir
varlık olarak yaşamını sürdürmek zorundadır.
Birey için öğrenilmesi gerekli bilgi, çeşitli ögelerden oluşan bir bütündür ve
yalnızca doğa bilgisiyle sınırlı değildir. Birey bir yandan dışında var olan doğanın
bilgisine egemen olmaya çalışırken; diğer yandan, kendini ve içinde yaşadığı
toplumu tanımak ve bu konularda bilgi sahibi olmak ister. Kendini ve içinde
yaşadığı toplumsal atmosferi tanıyan ve bilen insan, aynı zamanda yaşamının
devamını sağlayacak gerekli koşulların da bilincine ulaşmış demektir.
Bir birey için bilgi öğrenmek; tıpkı yeme, içme ve uyku gibi temel ihtiyaçtır.
Hatta bu ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağı sorusunun temelinde öğrenmenin
bulunduğunu, bireylerin bilgiye muhtaç olduğunu söyleyebiliriz. Eğer bireyler,
kendi ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklarını bilmezlerse, yaşamlarını tehlikeye atmış
olurlar. Bundan dolayı insanı korumak ve onun varlığını sürdürmesine yardımcı
olmak üzere toplumsal kurumlar oluşmuştur. Bu kurumlar bilinçli ya da bilinçsiz
olarak bireyin çeşiti ihtiyaçlarını karşılamak üzere ortaya çıkmış ve yapılaşmışlardır.
İşte bunlardan birisi de öğrenme ihtiyacını karşılama işlevi doğrultusunda
yapılaşma gösteren davranış kalıp ve şemalarının oluşturduğu eğitim kurumudur.
Söz konusu bu davranış kalıp ve şemaları, başlangıçta yaygın bir biçimde devam
eden eğitim uygulamalarıyla özdeş bir durumda bulunurdu. Ancak zaman
içerisinde kendine özgü bir biçim kazanarak bu davranış şemalarını ve çeşitli
bilgileri öğreten kurumsal bir tavır almaya başladı. Böylece insanın tüm
ihtiyaçlarının karşılanmasına hizmet eden genel, yaygın ve günlük amaçlı
davranışlar yanında özel, planlı ve düşünsel amaçlı uygulamalar çeşitli ad ve
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
4
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
düzeyde ortaya çıkarak öğrenme aracılığıyla değer kazandı ve eğitim aracılığıyla da
bunlar kuşaktan kuşağa aktarıldı ve yapılaşmaları sağlandı.
Bu anlamda eğitim, kendine özgü nitelikler taşıyan kurumsal bir davranışlar
yumağını ifade etmek yanında, öteki kurumların ihtiyacı olan bilgi ve davranış
biçimlerini de belleğinde taşıyan gerekli ve zorunlu bir eylem biçimine de
dönüşmüş oldu. Eğitimin bu genel karakteri, doğal olarak ona diğer kurumlar
karşısında üstün bir konum kazandırmış oldu.
Gerçekten de birkaç insan neslini eğitimden mahrum bırakmak mümkün
olsaydı, hiç kuşku yok ki, insanlık barbarlık dönemlerine geri dönmüş olurdu. Çünkü
ne inanç ne kural ne bilgi ve ne de kurumsal davranışlar kalırdı. Dünyada yalnızca
içgüdülerin ve fizyolojik ihtiyaçların gereğine uygun yaşayan ve bunlar için
davranışta bulunan bireyler olacaktı. Konuyu bu şekliyle düşünmek bile insana
büyük bir ürküntü vermektedir. Kalite ve düzey ne olursa olsun, eğitimsiz bir
toplumu düşünmek mümkün değildir.
Buradaki amaç insanlık için bir senaryo üretmek değildir. Bu ifadelerle
öğrenme ihtiyacını ve onun kurumsal bir yönü olan eğitimin değer ve önemini
vurgulanmak istenmektedir. İnsanoğlu başlangıçtan itibaren eğitime ihtiyaç duyan
bir varlık olmuştur. Ancak bu ihtiyaç, birden bire kurumsal bir davranış biçimine
erişememiş; yetişkinler duygu, düşünce ve inançlarını bir yandan kuramsal olarak;
diğer yandan da pratik olarak (yaparak, yaşayarak ve bizzat göstererek) çocuklara
ve gençlere öğretmeye başlamışlardır. Bu öğretme işlemi zaman içerisinde
yoğunlaşarak ivme kazanmış, kültür ve uygarlığın gelişimine paralel olarak özel
biçimler kazanmıştır. Böylece eğitilir bir varlık olan insanın özündeki yapısal niteliğe
uygun bir toplumsal davranış modeli oluşmuştur.
Özetlemek gerekirse, varlığa bilgi aracılığıyla nüfuz etmek ihtiyacı, öğrenme
sürecini; öğrenme süreci de zaman içerisinde gelişerek eğitimle ilgili davranışları ve
bu davranışlar da giderek eğitimin kurumsal bir yapı oluşturmasını sağlamıştır.
Eğitimin bu kurumsal karakteri, bilgi ve uygarlık ögelerinin gelişmesine koşut olarak
somut bir güç uygulamasına dönüşmüş ve böylece ders, okul, organizasyon gibi
örgütlü-kurumsal eğitici yapılar ortaya çıkmıştır.
EĞİTİM NEDİR?
İnsanlık tarihi içerisinde eğitim kadar eski başka bir eylem biçimi
düşünülemez. İnsanın doğal yapısının bir yansıması olan eğitimi keşfetmesi, diğer
keşifleri için de önemli bir başlangıç oluşturmuştur. Eğitim yukarıda belirtildiği gibi
insanla ilgili temel yaratmalardan biridir. Eğitim içerisinde doğal ögelerle zihinsel ve
duygusal ürünler birlikte yer alırlar. Başka bir ifade ile, eğitim düşünce ve
uygulamalarında, bireyin ve toplumun iç dünyasından gelen ve bir fışkırış hâlinde
kendini gösteren duygusal yaşamıyla, istence dayalı yapıp etmelerinin doğayla
kaynaşmış etkili bir sentezi yer alır. Yani eğitim, içinde cereyan ettiği toplumun
sahip olduğu kamu bilincini oluşturan temel ögeler yanında, incelmiş hâldeki çeşitli
zihinsel ürünlerle çağdaş uygarlığın gerek bilişsel ve gerekse genel kültür ögelerinin
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
5
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
Hakiki eğitim, hem
bedenin hem de ruhun
eğitilmesidir.
karışıp kaynaşmasıyla oluşan düşünce, eylem ve eğilimleri içine alan toplumsal bir
kurum ve aynı zamanda da örgütlü bir uygulama biçimi olarak karşımıza çıkar.
Diğer açıdan eğitim, insanlığın, yapma, kurma ve icat etme alışkanlığıdır. İnsanoğlu
aldığı eğitim sayesinde icat edilmişi yeniden keşfetmeye yönelmez. Onun
aracılığıyla öğrendiği bilgi ve deneyimleri kullanır ve bunların yardımıyla transferler
yaparak yeni bilgi ve değerler yaratır. Bu bilgi ve değerleri bireylere aktararak
onların sürekliliğini sağlamaya çalışır. Böylece eğitim kurumu, öğretim programları
ve bu programlara uygun olarak yetiştirilen bireyler aracılığıyla bilginin korunması
için bir çeşit bellek görevi üstlenmiş olur. Eğitimdeki bu birikim, bireyin çok yönlü
gelişmesi ve olgunlaşması için, dolayısıyla da toplumun kendiliğindenlik formuna
erişmesi için çok değerli bir görev üstlenmiş olur.
Gerçekten de eğitim düşüncesi ve çeşitli uygulamaları aracılığıyla, çağdaş
uygarlık bilgi ve değerleri yanında, mevcut toplumun yapı elemanları olan bilgi ve
değerler de bireyin dikkatine sistemli ya da yaygın bir biçimde sunulmaktadır.
Özellikle içinde yaşanılan toplumun dünü, bugünü ve yarınıyla ilgili değer, düşünce
ve tasavvurlar, öğretim programlarına yansımak zorundadır. Bu durum, eğitim ve
öğretimin gelenekçi yanını ifade eden, başka bir anlatışla eğitim ve öğretim
çabasında toplumun kimlik ve kişiliğini oluşturan toplumsal bilinç ögelerinin
yansıtılması olarak değerlendirilebilir. Ancak bu yansıtma çabası, eğitim ve
öğretimin güçlü doğasını oluşturan tepkici ve gelişmeci karakterini bozar nitelikte
olamaz. Bu bağlamda eğitim, özellikle de onun planlı ve programlı (örgütlü) yanını
içeren öğretim, bu iki önemli tavır arasında dengeli bir durum yaratmak
zorundadır. Çünkü amaç olarak alınan kişilikli bir bireyin yetiştirilmesi, dolayısıyla
toplumsal gelişme ve olgunlaşmanın oluşturulması, bir bütün olarak eğitim
aracılığıyla toplumsal kalkınma (terakki), çok gerekli gördüğümüz bu önemli ve
etkili koşula bağlıdır. Bu koşul, bireyin öz güçleri ile çağın en geçerli bilgileri
yanında, toplumun değerler dünyasını kaynaştıran yeni bir model oluşumunu
gündeme getirir.
Aslında öğretim eyleminin ortaya çıkışı, toplumsallaşma biçiminde cereyan
eden eğitimin yetersizliğinden dolayıdır. Yaygın eğitimin doğallığına karşın, öğretim
faaliyeti pedagojik yöntem ve amaçlara uygun olarak düzenlenmiş bir grup
eylemdir. Bu grup eylemi temelde örnek birey ve toplumu yaratmayı amaçlayan
pedagojik paradigma ve bakış açılarıyla ilgilidir. Pedagojik bakımdan ana bir
stratejiyi de gündeme getiren öğretim eylemi, bu yapısıyla "kendiliğinden
aktifleşen bir birey ve toplum" yaratma amacı doğrultusunda biçimlendiğinden ve
"özleştiren bir eğitim modeli" içerdiğinden gündelik ihtiyaçları aşabilmektedir
Eğitim kurumunun örgütlü biçimini ifade eden öğretim anlayış ve
uygulamaları, öğrenciyi yönlendiren etki kaynağı olarak "bilişsel" ve duygusal
ögelerin ayrıntılı bir biçimde yansıtılması yanında, sujeninvarlığını (öğrencinin
değer, düşünce, algılama gücü ve çeşitli yeteneklerini) ve bu varlığı kuşatan
toplumsal, kültürel, ekonomik ve fiziksel dünyayı da al-gılamak zorundadır. Kaliteli
ve özü yakalamayı amaçlayan bir öğretim stili, "özetlenmiş bir evren" olan insanı ve
onu saran atmosferi mükemmel bir biçimde kuşatmak durumundadır. Aslında
eğitim ve onun örgün biçimi olan öğretim, bu dünyaların özüne inmek ve bu
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
6
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
atmosferi teneffüs eden bir oluşum meydana getirmek zorundadır. Çünkü eğitimci,
bu tür bir anlayışa sahip olmadan, insana yapılacak eğitici müdahâlelerin boşuna
olduğunun bilincinde olan insandır. Aynı zamanda eğitimci, çok değerli olan bu
dünyalarda, geçmişten geleceğe uzanan her türlü malzemenin bulunduğunun da
farkındadır.
Bu bağlamda eğitim, yalnızca yetiştirmeyi amaçlayan bilgi aktarımıyla ilgili bir
eğitici çaba değildir. Bununla birlikte eğitim; bir araştırma, anlama ve yeniden
biçimlendirme faaliyetidir de. Sanırım eğitimin sanatsal ve normatif karakteri
yanında, bilimsel niteliği de burada aranmalıdır. Aslında bu temel özellik, kullanılan
malzemeyi tanıma, anlama ihtiyaç ve arzusundan doğmuştur denilebilir.
Eğitimin Bireysel Karakteri
Eğitimle ilgili bu genel tanımlama ve değerlendirmeden sonra, eğitim iki ana
boyutta ele alınabilir. Bu boyutlar, bireysel ve toplumsal amaçlar doğrultusunda
oluşan eğitim anlayışlarını yansıtmaktadır.
Her şeyden önce eğitim ve öğretim anlayış ve uygulamaları birey ve toplum
için bir "iç olay" dır. Eğitimci, eğitim ve öğretim uygulamaları aracılığıyla bireyin ve
toplumun iç dünyasını öğrenmeye, çözmeye ve yeniden kurmaya çalışır.
Eğitimcinin, elinde birey ve bireyin yapıp-etmeleri üzerine kurulan toplum adında
iki malzeme vardır. İşte bu malzemenin anlaşılmasını ve buna uygun düşecek bir
yetiştirme sisteminin oluşturulmasını sağlayacak güç, eğitim ve öğretimde
bulunmaktadır. Bu anlayış içerisinde, eğitim ve öğretimin bireysel karakterini ön
plana çıkaran bazı düşünürlerin görüşleri şöyledir:
J. J. Rousseau (1717-1778) ile başlatılan pedagojik düşünce oluşumundaki
çocuğun doğasına dönüş hareketi, J. F. Herbart (1776-1841)'da çok güçlü bir felsefi,
pedagojik ve psikolojik içeriğe sahip olmuştur. 20. yüzyılın ünlü kadın eğitimcisi E.
Key (1848-1926) çocuğu bağımsız bir varlık olarak ele almaya çalışırken, aslında
onun kendine özgü bir dünyasının bulunduğunu göstermek istiyordu" . İşte bu
temel anlayıştan hareket eden bazı eğitimciler, eğitimin bireysel karakterini
vurgulamak amacıyla çok değerli düşünceler geliştirmişlerdir.
Çağdaş eğitimcilerden F.Y. Eggersdorfer (1879-1958)'e göre eğitim, insanın
bütün iç güçlerinin açılıp gelişmesini sağlayan sürekli bir oluşumdur" . Bu tanıma
göre yapılacak ilk iş, bireyin iç güçlerinin iyi bir şekilde bilinmesidir. Bireyin
potansiyel hâldeki güçlerinin tanınmasından sonra, bunu ortaya çıkarıp geliştirecek
ve olgunlaştıracak yollar düşünülmelidir.
Aynı görüşü değişik bir biçimde ifade eden ünlü eğitimci G. Kerschensteiner
(1854-1932) ise bu konuda şunları söyler: "Eğitim, insan bilincini oluşturan içerik
ögelerinin bilinmesi ve bunların açılıp-saçılmasını ortaya koyan düşünce ve
uygulamalardan oluşan bir bütün olmak zorundadır."
Bu eğitimciler , eğitim aracılığıyla bireyin içten kavranmasını, iç dünyasının
dışa vurumunu ve bu yönde biçimlenmesini savunurlar. Onlara göre bireyin
bedensel ve ruhsal dünyasını oluşturan ögeler, aynı gelişme ve olgunlaşma
yasalarına uygun olarak hareket ederler. Bundan dolayı çocuğun biyolojik ve
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
7
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
Bireyin kendine uygun
meslek seçmesi, iyi
üretici ve tüketici
yetiştirmek, nitelikli
insan gücü yetiştirmek
eğitimin ekonomik
işlevidir.
psikolojik yaşamı, onun doğuştan getirdiği ve özünde saklı bulunan bir gelişme plan
ve programının dışına çıkamaz. Bu bağlamda eğitimcinin elinde sihirli reçeteler
yoktur". E. Spranger (1882-1967)e göre eğitim, "Yaratılmışı, yeniden yaratma
çabası değil, onun yaşamını sağlıklı bir biçimde sürdürmesine yardımcı olmak için
gösterilen öğretici eylemlerin bir bütünü olarak kendini gösteren bir eylemler
topluluğudur".
Aslında bu eğitim anlayışlarının temelinde, bireyci kalıtım düşüncelerinin
bulunduğu söylenebilir. Eğitimle ilgili görüşlerde, bu anlayışın köklerini S. A.
Comanius (1592-1670)'a kadar götürmek mümkündür. Ona göre insan "Özetlenmiş
bir evren, yani bir mikro kozmos" tur. Fakat ona dışardan yapılan çeşitli
müdahâleler yüzünden "harmonisi" bozulmuş, yürüyüş mecrası değişmiş ve iç
dengesi (ahengi) ortadan kalkmış bir varlık olarak karşımızda bulunmaktadır. İşte
eğitimin amacı, çeşitli yanlış dış zorlamalar ve uygulamalar yüzünden bozulan bu
harmoniyi gerçekçi bir biçimde sağlamak ve bu dengeyi yeniden kurmak olmalıdır.
Bireysel anlamda eğitim, insanın iç dünyasının dışa açılımı; dolayısıyla organik
doğasındaki "biricikliğin" işlenmesiyle oluşan toplumsal ve psikolojik bir "tek
başınalık" olan "kişilik" hâline dönüşünü sağlamak için gösterilen çabalardan
meydana gelmektedir. Bu anlayışa göre eğitim, bireyi kendi gelişme yönüne ve
yasalarına uygun olarak mükemmelleştirme ve kişilikli hâle getirme işinden başka
bir şey değildir. Başka bir ifadeyle eğitim, bireyin iç dünyasında oluşan ve yılların
birikimi olan durgun denizin dışa açılan kapılarını aralayan, potansiyel durumdaki
güçlerini kinetik enerjiye dönüştüren bir katalizör ya da bir araçtan başka bir şey
değildir.
Bu anlayıştan hareketle denilebilir ki, eğitim için gösterilen çabalar bir çeşit
bahçıvanlık hizmeti gibidir. Çünkü eğitimci, yaratılmışı yeniden yaratmak amacı
güdemez. Aksine o, bireyin gelişim kademelerine dikkat ederek gelişmenin
özelliklerine uygun düşen bir gelişme anlayış ve uygulaması ortaya koyar. O, bu
işleme ters düşen ve düşmesi ihtimali olan toplumsal, kültürel ve ekonomik
etmenleri zararsız hâle getirmek için azami ölçüde çaba gösteren bir kişi olmak
zorundadır.
Söz konusu bu eğitim anlayışı, her ne kadar "mekanik doğa" çerçevesinde
kendini gösteren bir bireysel karakteri ön plana çıkarmış gözükse de; temele,
kalıtımı, bununla ilintisi olan sosyo-kültürel bir birikimi ve onun uzantıları olarak
ortaya çıkan manevi ve düşünsel bir yapıyı koymaktadır. Bu anlayış naif bir
bireysellikten ayrılır ve çok değerli bir toplumsal içerik kazanır. Bu çeşit bireysel
eğitim taraftarlarına göre, insanın ruh dünyası içerisinde toplumsal kişiliğin
örnekleri de yer alır. Burada yapılmak istenen işlem, bilginin kullanımı aracılığıyla
insanın, "özetlenmiş bir evren" olmasını sağlayan yapı elemanlarının ortaya
çıkmasını amaçlayan bir düzenleme gerçekleştirmektir. Aynı zamanda bireyin
manevi tarihi, toplumun sahip olduğu kültür mirasından ayrı olarak
düşünülmediğinden, birey bu kültür atmosferi içerisinde yaşamını sürdürecek ve
ondan önemli ölçüde etkilenmek zorunda kalacaktır.
StuartMill (1806-1873) ve HerbertSpencer (1820-1903) gibi filozofların
eğitime bakış açıları yukarıda belirtilen eğitim görüşlerinden bazı bakımlardan
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
8
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
Gerçek eğitimci teori ve
pratiği birbirinden
ayırmayandır.
farklıdır. Bu filozoflara göre, bireyin eğitimi, toplumun eğitiminin, hatta insanlık
eğitiminin özünü oluşturur. Bütün insanlara uygun olabilecek bir yetiştirme sistemi
kurmak mümkündür. İnsanların bağlı olduğu tarihsel, toplumsal, kültürel ve
ekonomik koşullar ne olursa olsun, onlar arasında mevcut bulunan ortak yönleri
ele alıp işleyen bir eğitim anlayışı geliştirilebilir.
Bu filozoflara göre, insanlar hangi cins, soy ve dinden olurlarla olsunlar,
onların birbirlerine yaklaşmasını sağlayan ögeler, ayrılmalarına ve zıtlaşmalarına
hizmet eden ögelerden daha güçlüdür. Ayrıca insanın organik doğası, psiko-sosyal
doğasından önce gelir ve bu yapıya uygun düşen bir yetiştirme anlayışı
geliştirilebilir.
Ampirik felsefe ekolünün psikolojiye yansımasıyla ortaya çıkan deneyimcidavranışçı görüş, eğitim anlayış ve uygulamalarını da önemli ölçüde etkilemiştir. Bu
eğitim anlayışına göre insan zihni, doğuşu itibarıyla "Boş bir levha gibidir" . İnsan
organik doğasının dışında hiçbir şey getirmez ve her şeyi deneyim aracılığıyla
kazanır. Burada belki kimi yeteneklerin doğuştanlığı söz konusu edilebilir; ancak
bunlar da organik yapı içerisinde bir işlevde bulunan sinir sisteminin parçaları
gibidir. Bu bağlamda eğitim, istendik bir davranış değişmesi olarak tanımlanabilir.
Klasik öğrenme tanımıyla benzerlik içerisinde olan bu eğitim tanımı, davranışçıdeneyimci psikoloji ve bireyci eğitim düşünürleri tarafından çok fazla
önemsenmiştir.
Ampirik felsefeden yola çıkan deneyimci, davranışçı ve bireyci eğitim anlayışı
birçok bakımdan tek yanlıdır. İnsanlar organik doğaları bakımından birbirlerine
benzer ya da benzer yanları vardır. Ancak insanın organik doğası bakımından da
kendine özgü oluşu söz konusudur. Burada bile insanın "biricikliğinden" söz etmek
doğru olur. Öyle ise bu ekolün görüşleri çeşidi eleştirilere açık bir nitelik
göstermektedir, ifadesi yanlış bir tanımlama değildir.
Deneyimci-davranışçı psikoloji ekolünün bu görüşleri, yukarıda sözü edilen
gibi ampirik felsefenin bir yansımasıdır. Birincilerin (bireyci kalıtımcıların) Alman
romantiklerine bağlı olmalarına karşın; İkinciler, İngiliz pozitivistlerine yakın
dururlar. Birincilerde tarih, dil ve kültür gibi ögeler , bizim kişiliğimizi ören
toplumsal kalıtımımızın yansımalarıdır ve bunlar, bizim benliğimizde çekirdek
hâlinde mevcut olan ana değerlerdir. O hâlde eğitimi, çekirdek hâlindeki bu
değerleri anlamak, aynı türden bilgiler kullanmak suretiyle geliştirmek ve
biçimlendirmekle yükümlü bir iş olarak tanımlamak doğru bir yaklaşım olur.
Uzlaştırıcı Eğitim Tanımları
Bireyci bir anlayışla ele almaya çalıştığımız bu iki temel eğitim görüşünü ve
bunlarla insanın "sosyal karakterini" uzlaştırmaya uğraşan çok sayıda eğitim
düşüncesi bulunmaktadır. Bu bağlamda fenomenoloji, Existansiyalizm, yaşam
felsefesi ve yine bütüncü psikoloji ekollerinin eğitime bakışı birleştirici özellikler
taşır.
Söz konusu eğitim anlayışları üzerinde durulurken akla gelen ilk isim J. H.
Pestalozzi (1746-1827)'dir. Ona göre eğitim, "Yalnızca bireyin gelişmesine yardım
etme eylemi olarak düşünülmemelidir. Bununla birlikte bireyin kendi yaşamını
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
9
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
sürdürmek, bunu sevk ve idare etmek sanatı olarak görmek gerekir. Yaşamayı
öğretmek, bütün eğitim sistemlerinin temel amacı ve görevi olmalıdır".
Varoluşçu felsefenin öncülerinden K. Jaspers (1883-1969) eğitimi şöyle
tanımlar: “Eğitim, bireyi bir aile babası, bir birliğin üyesi ve bir iş yerinin yöneticisi
yapma işidir”. Görüldüğü gibi bu tanım, bazı bakımlardan Pestalozzi'nin "pratik
yararı" öngören eğitim anlayışına yaklaşmaktadır. "İnsanın yaşamayı öğrenmesi",
aynı zamanda toplumda bir iş başarması ve bir konum (statü) elde etmesi anlamına
gelir.
Birçok düşünür eğitim sürecini; bir düzeltme, değer yaratma, iyiye ve güzele
doğru yönelen bir değiştirme, bu bağlamda mükemmelleştirme, yetişme ve terk
etme, insan ruhunun ve zihninin sürekli olarak taze ve canlı kalmasını sağlama gibi
kavramlarla açıklamak isterler. Aristo (İ. O.384-322), Thomas vonAquin (12261274), Leibniz (1646-1716) ve Kant (1724-1804)'in düşüncesindeki bitme,
tamamlama, olgunlaşma ve J. F. Herbart (1776-1841)'ın eğitim felsefesinin özünü
oluşturan "mükemmele erişme" sözlerinin içerdiği anlam, eğitimin kapsamı ve
içeriğini anlatmak üzere seçilmiş kavramlardır. Bu düşünürlerin çoğunda görülen
"iyiye, güzele ve doğru olana yönelme" sözü, çağdaş eğitim sosyologlarından
AloisFischer (1880-1937)'in "İnsanı, şehevi ve geçici arzular dünyasından, kalıcı
değerler dünyasına götürme çabasıdır" biçiminde tanımladığı eğitim anlayışını
besleyen kaynaklar aslında bunlar olmalıdır.
Eğitimin toplumsal karakterini inkâr etmemekle birlikte bireysel özellikleri
savunan ve "telifçi" tavrıyla dikkati çeken Amerikalı ünlü eğitim filozofu J. Dewey
(1859-1952) eğitim aracılığıyla yeni bir toplum modelinin oluşturulabileceğini
savunur. "Experimental" okul anlayışının öncüsü olan J. Dewey, eğitimi şu şekilde
tanımlar: "Eğitim hayata hazırlık değil, fakat hayatın kendisidir. Eğitim gelişmedir.
Eğitim yaşantıların devamlı surette yeniden oluşumudur. Eğitim sosyal bir
süreçtir”.
J. Dewey'in bu eğitim tanımlarında sentezci bir anlayış sezilmektedir. Özellikle
bireyin varlığı toplumsal bir zeminde ele alınmak zorundadır. "Cemaat okulu"
kavramı da bireysel nitelikleri işleyerek geliştiren ve sonucunda istenen bir toplum
modeline ulaşmayı hedefleyen eğitim anlayışını içerir. Burada toplumun istekleri
ile bireyin özellikleri arasında sıkı bir bağın bulunduğunu belirtmek gerekir ki, bu
durum J. Dewey'de denge durumunu ifade eder. J. Dewey'nin bu görüşleri, G.
Kerschensteiner (1854-1932) ve H. Gaudig (1860-1937) gibi iş okulu taraftarlarının
"İşe dayalı bir eğitim, bireyin ve toplumun gelişmesinin temelidir." şeklinde
formüle ettikleri sentezci anlayışlarıyla örtüşmektedir. Özellikle G. Kerschensteiner,
bireysel gelişmenin gereği olan eğitim ilkeleri (bireysellik, özgürlük, aktivite) ile,
toplumsal varlığı ifade eden eğitim ve öğretim ilkelerini (sosyalite, totalite
(bütünlük), otorite (disiplin) ve nasyonalite (ulusallık), iş prensibi içerisinde birlikte
ele alır. Başka bir anlatış biçimiyle G. Kerschensteiner, bireysel gelişimi hedefleyen
eğitim çabaları ile "yurttaşlık eğitimini" birlikte düşünür ve iyi bir birey ve iyi bir
"yurttaş" yetiştirmek ister.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
10
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
Eğitimin Toplumsal Karakteri
Birey ve toplum
karşılıklı olarak
birbirlerini eğitirler.
Toplumsal kurum olarak eğitimi ele alırken önce bireysel yönünü, daha sonra
hem bireysel hem de toplumsal yönünü birlikte değerlendiren sentezci
düşünürlerden söz ettik ve toplumsal karakteri irdelemeyi bunlardan sonraya
bırakmayı uygun gördük. Tarafımızdan uygulanan böylesine bir inceleme
yönteminin eleştirilere açık olacağı ortadadır. Ancak burada eğitimin toplumsal
karakterini özellikle vurgulamak istediğimizden, böyle incelemenin daha yararlı
olabileceğini düşünerek klasik inceleme sistematiğine fazla önem vermeyi
düşünmedik.
Genellikle pedagojik kuramlar, eğitimi, 18. yüzyılın ortalarına kadar öğrenci ile
öğretmen arasında cereyan eden bir olay biçiminde değerlendirmiştir. Ancak daha
sonraki dönemlerde, öğretim programlarında bireyin ekonomik, toplumsal ve hatta
politik ihtiyaçları ile bireysel dokudan gelen özel sorunlarının ilişkisi yer almaya
başlamıştır. 19. yüzyılda Batı toplumlarında meydana gelen hızlı toplumsal,
ekonomik, siyasal ve kültürel değişmeler, özellikle de sanayi devrimiyle kendini
gösteren iş gücünün özelleşmesi, eğitim ve okul sistemlerini de etkisi altına almış;
eğitimde zaman zaman birbirleriyle çatışan ekollerin doğmasına neden olmuştur.
Bu bağlamda mesleki eğitim anlayışı yanında, eğitimin toplumsal karakteri ya da
"toplumsallaştırıcı eğitim" görüşü çok önemli bir eğitim ve öğretim düşüncesi
olarak programlara ve çeşitli eğitici uygulamalara yansımıştır.
19. yüzyılın ortalarında kendini gösteren eğitimin toplumsal karakterinin
olduğu ya da eğitim aracılığıyla "toplumsal bir varlık yaratma" düşüncesi, iki yönlü
bir gelişme göstermiştir: Bu düşüncelerden birincisi, Fransız Devrimin de etkisiyle
eğitimi temel bir hak olarak gören eğitim anlayışıdır. Buna göre eğitim, temel bir
hak olarak sınıf, zümre, tabaka, ırk, din ve cinsiyet farkı gözetilmeksizin toplum
tabanına yayılmalı "imkân ve fırsat eşitliği" sağlanmalı ve bu konuda devlet, bütün
olanaklarını kullanmalıdır. Söz konusu bu görüş, eğitimde imtiyaz sahibi olan
aristokrat ve ruhban sınıfına karşı demokratik bir anlayışı gündeme getirir ve
özellikle devleti, eğitimle ilgili çok önemli bir yükümlülük altına sokar.
Eğitimin toplumsal karakterini ön plana alan ikinci ana eğilim ise, toplumun
istediği, hatta idealize ettiği birey ve toplum tipinin yaratılmasıyla ilgilidir. Birçok
yönüyle 20. yüzyıla da taşan bu anlayış, geleceğe dönük bir düşünceyi savunmakla
birlikte, mevcut toplum ve onun ilişkiler düzeni içinde reformcu nitelikler gösterir.
Eğitimle ilgili sorunlarla, toplumsal olay ve olguların ilişkisi, çok eskiden beri
bilinen bir konudur. Platon (İ. Ö. 427-347)'dan sonra toplumsal süreçleri
irdelemeye çalışanlar, eğitim sorunlarıyla da karşılaşmışlardır. Paul Bahrt (18581922)'in belirttiği gibi eğitim tarihinde "sosyal pedagoji" ye ağırlık veren çok sayıda
düşünüre rastlanmaktadır. Toplumsal yön ve boyuta eğilen pedagoji anlayışında,
özellikle 20. yüzyılın başında Paul Natorp (1854-1924)'in çalışmalarıyla büyük bir
gelişme görülmüştür. Bu düşünür eğitimin toplumsal çevresini büyük bir ciddiyetle
incelemiş ve bu konuda önemli sayılabilecek düşünce ve görüşler öne sürmüştür.
Paul Natorp'a göre, insanın eğitimiyle ilgili bütün faaliyetler, toplumsal
zemine dayanmak ve bu zeminin gereğine uygun olarak biçimlenmek zorundadır.
Toplumdan soyutlanan insan (birey), "fizikçinin atomu" gibi soyut, hatta hayal
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
11
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
Eğitim, toplumun
kültürel mirasının
birikim ve sürekliliğini
sağlar.
edilen bir varlıktır. Doğada elementler atomlardan meydana gelmiş olmalarına
karşın, tek başına bir atomdan söz edilemez ve o yalnızca hesap yapmak için var
sayılır. Tıpkı bunun gibi, birey de tek başına düşünülemez. O bazı demografik
hesaplar yapıldığında gündeme getirilir. Gündeme getirdiğimiz bu birey toplumsal
koşullardan sıyrılmış ve bağımsızlığını kazanmış bir varlık değildir. Zaten toplum
olmadan onu tasavvur etmek bile mümkün değildir.
Aslında insanın temel özelliklerinin başında "diyalog kurma" yeteneği gelir.
İnsanın bir varlık olarak ortaya çıkması bu yeteneği sayesindedir. "Benlik" ve
"kişilik" gibi bireysel yapılar, yani bireyin kendine özgü oluşunu ifade eden
kavramlar bile toplumsallığın en yalın anlatımı olan "biz kavramına" muhtaçtır. Her
ne kadar toplumsal doğa, mekanik doğadan sonra gelir denmişse de; bu söz,
gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Gerçekte toplumsal doku, bireyselliğin
oluşumunda yer alan bir öz sorunudur.
Paul Natorp'a göre, eğitimi en güzel yansıtan niteliği toplumsal karakteridir.
Eğitimin bireysel yanı ise, son derece saf ve basit bir özelliktir. Aslında bireyin
eğitimi diye bir olaydan söz etmek doğru olmaz. Bu yalnızca düşünce planında
mümkündür. Gerçek olan toplumun eğitimidir. Çünkü birey, her şeyini topluma
borçludur.
Bu konuyla ilgili olarak öne sürülen düşünceler son derece aşırı görüşleri
alışılmamış düşünceleri, özellikle "sosyolojist" anlayışları yansıtmakla birlikte, bizim
için çok değerli malzemeler sunmaktadır. Özellikle eğitimin toplumsal karakteri
vurgulanmakla, bazı pedagogların bireysel eğitim görüşlerinin dengelediği
ortadadır.
Eğitimi toplumsal ve kültürel değerleri koruyan ve bu değerler aracılığıyla
bireyi mükemmelleştiren bir olay biçiminde tanımlayan düşünür ve
uygulayıcılardan biri de H. Lietz'dir. H. Lietz, "Kır Eğitimi Hareketi" nin öncülerinden
birisidir. Daha önce de belirtildiği gibi yeni bir eğitim ve okul modeli oluşturmuş;
bu eğitim ve okul anlayışı ile, Alman toplumunu reforma tabi tutmak istemiştir. H.
Lietz ve takipçilerine göre sanayileşme hareketi toplumu var eden ve onu yaşatan
temel değerlerin çözülmesine ve bunun sonucunda da bireyin kendine, toplumun
ise tarihine yabancılaşmasına neden olmuştur. "Asfalt kültürü" olarak
adlandırdıkları hızlı sanayileşmenin yarattığı kültürel yozlaşma, toplum yapısını
oluşturan çeşitli toplumsal sistem ve kültürel kurumların bozulmasını gündeme
getirmiştir. H. Lietz, bu durumun önlenebilmesi için, "Yeni Hümanizma"
döneminde ortaya çıkan insan, birey ve toplum anlayışlarının temel eğilimlerine ve
"sosyal idealist" bakış açısının özelliklerine uygun bir eğitim ve okul düşüncesi
geliştirmeye çalışmıştır. Bu eğitim anlayışı, işe dayalı olarak geliştirilen bir eğitim
görüşüdür ve bu görüşün yansımasıyla ortaya çıkan okul sistemleri de Kır Eğitimi
Yurtlarıdır. Söz konusu bu eğitim ve öğretim kurumu, doğanın kucağında, fakat
bozulmamış öz bir kültürel doku içerisinde kurulmuştur. Burada Alman kültürünün
tüm incelikleri öğretim programlarına yansıtılarak yeni bir Alman ideali yaratılmak
istenmiştir. H. Lietz'in önderlik ettiği "elitçi" okul anlayışı, idealize edilen bir Alman
ulusal toplumu yaratmayı amaçlar. Bu amaca ulaşmak için de, gerek okul
sisteminde gerekse öğretim programlarında, toplumun zihinsel ve kültür
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
12
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
dokusuna, bu bağlamda ulusal dil, tarih, vatan ve milliyet duygusu gibi toplumu
oluşturan kültürün ana ögelerine yönelerek bunları tam olarak öğrenciye verme
gereği duyulmuştur.
Almanya'da "toplumsal idealizm" düşüncesi içerisinde yer alan çok sayıdaki
bilim adamı ve düşünür; asgari müşterek olarak gördükleri ulusal bilinci oluşturan
değerlerin korunması ve genç kuşaklara aktarılmasını temele alan bir eğitim ve
okul anlayışını uygulamaya koymakla, Alman toplumunun yarınını emniyet altına
alma yanında, bugününü de kurtarmak istemişlerdir. İş eğitimi, estetik eğitimi, kır
eğitimi, yurttaşlık eğitimi, karakter eğitimi ve seçkinler eğitimi biçiminde gelişen
pedagojik düşünce ve uygulamalar; temele sosyo-kültürel dokuyu koymakla,
eğitimi toplumsal boyutuyla tanıma eğilimini ön plana çıkarmış oldular.
Eğitimi toplumsal çevre ve boyutuyla ele almaya ve tanımlamaya
çalışanlardan biri de TheodorGeiger (1891-1952)'dir. Bu Alman sosyologu, eğitim
olmadan bir toplumun var olamayacağını ve varlığını sürdüremeyeceğini söyler.
Ona göre, toplum varlığını sürdürebilmek için eğitime muhtaçtır. Ancak eğitimin
bireyin ihtiyaçlarını gidermeye yönelik toplu bir eylem biçimi olarak gelişebilmesi
için de toplumsal atmosfere muhtaçtır. Çünkü eğitimin işleyeceği malzemenin
tümünü toplumsal zemin ve atmosfer oluşturur.
Eğitimin toplumsal boyutunu inceleyen, diğer bir bakış açısıyla eğitim
sosyolojisinin önemli bir disiplin olarak gelişmesine katkıda bulunan iki büyük
düşünür-sosyolog E. Durkheim (1858-1917) ve M. Weber (1864-1920)'dir.
E. Durkheim'e göre, "Hiç yoktan var etmek tabiat âleminde imkânsız olduğu
gibi, sosyal nizam ve âlemde de imkânsızdır. İstikbal birden bire çıkıp gelmez.
İstikbal geçmişin bize verdiği ilksel maddeler ve malzemeler ile bina edilir. En
faydalı icatlar, keşifler ve yenilikler bile güngörmüş dünyamızın fikirleridir. O
fikirleri tadil etmek, yeni muhteva anlamlarıyla hem ahenk kılmak kâfidir.... Bizim
zihniyetimiz, düşünce mantığımız geçmişten geleceğe birdenbire ve top yekûn
değişmez. Bugün sahip olduğumuz çoğu değerler, bazı bakımlardan geçmişe ters
görünseler de, gerçekte onlar, öncekilerin bir devamından başka bir şey değildir".
Durkheim, bugünkü yaşamın gereği olan alışkanlıklara, çeşitli eğilimlere ve
bunların organize edilen biçimlerine geçmişten gelen kazanımların yansıdığını
vurgulayarak şöyle der: "Bu alışkanlıklar, bu temayüller bizi idare eden gerçek
kuvvetlerdir. İşte bu hakiki kuvvetler, şuur altında gizli ve saklıdırlar. Onları şahsi
hayatımızın tarihinde değil, ailemizin tarihinde bulabilir, keşfedebiliriz”.
Bu düşünceden hareket eden Durkheim eğitim ve okul kavramlarını da şöyle
ele alır: Eğitim ve okul sisteminin özünü kavramak istiyorsak, onun şu anda ki
"kisvesini (kıyafetini) çıkarıp tarihine ulaşmamız gerekir. Onun günümüzdeki
ögelerini var eden, toplumun tarihsel kaynağıdır. Yalnızca tarih, eğitimin
nedenlerini, neticelerini ve bunların arasındaki zincirin hâlkalarını aydınlatabilir".
Durkheim'e göre, eğitimin toplumlara, hatta her toplumun kendi içerisinde
yer alan çeşitli çevrelere göre farklılıklar göstermesinin nedenini tarihi yaşayışın
zorunlu oluşunda aramak gerekir. Her toplum kendi yapısı içerisinde ayrımı ön
plana alan, bütünleşmeyi önleyen eğitim anlayışı ve uygulamaları yanında,
toplumun vicdanını nakleden ve onun genel niteliğini ortaya koyan bir eğitim
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
13
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
Eğitim, içinde yaşanılan
toplumsal çevrenin
eseridir.
anlayışına da sahiptir. Gerçekte hiçbir toplum yoktur ki -hangi amaç ve ideale bağlı
olursa olsun- bütün çocuklarına telkin edilmesi gereken duygu ve düşüncelerin
taşıyıcısı olan bir eğitime sahip bulunmasın. Gerçekte bütün eğitim kuruluşları,
bağrından çıktıkları toplumsal yapının bir benzeri ve onun küçük bir örneğidir.
Eğitimin tarihsel, kültürel ve özellikle de toplumsal yönünü bu şekilde ortaya
koyan Durkheim, birey olarak insanın var oluş paradoksunu da bu anlayış içerisinde
değerlendirir. Ona göre, insanların iki temel varlığından söz edilebilir. Bu varlıklar,
bireysel ve toplumsal olarak iki çeşittir. İnsanın bireysel varlığı, yalnızca onun kendi
yaşamının ögeleriyle ilgili ruhsal durumlarının ürünüdür. Diğeri, yani toplumsal
varlık ise, eğitimin aracılığıyla yaratılan ikinci bir doğadır ki bu doğa, yaptığımız
mesleği, mensubu olduğumuz ulusu, ortak ya da üye olduğumuz grup ve
organizasyonu gündeme getiren alışkanlıklar, duygular ve fikirlerden oluşur. "Bu
alışkanlıklar, duygular ve düşünceler, dini inançlar, ahlaki, milli ve mesleki
ananeler, görenekler ve her türden topluluk inançları bizim sosyal varlığımızın
unsurlarıdır".
Durkheim, bir kişinin topluma katılmasını "ikinci bir doğuş" olarak görür. Ona
göre eğitim aracılığıyla yaratılan "sosyal varlığın" izlerini doğuştan, yani kalıtsal
niteliklerle bağlantılı görmek yanlıştır. İnsanın "sosyal varlığı" eğitimin eseridir.
Bizler "sosyal varlığımızı" eğitime borçluyuz.
Eğitimin ne olduğu konusunda ise Durkheim şu görüşleri öne sürer: "Eğitimin
olabilmesi için bir olgun, bir de genç nesil bulunmalıdır. Aynı zamanda birincilerin
ikinciler üzerine etki eden hareketleri de olmalıdır. Şimdi burada bu etkinin, bu
faaliyetin mahiyetini, ne olduğunu tarif etmek gerekiyor. Eğitim sisteminin ikizli
görünüm, manzara göstermediği toplum hemen hemen yoktur denilebilir. Toplum
da terbiye sistemi bir veya bir kaçtır. Bir toplum içinde çeşitli çevreler, muhitler
olduğuna göre, çeşitli türde terbiyeler vardır, denilebilir". Toplumu meydana
getiren bu çeşitli kısım, tabaka, sınıf, grup ve diğer ögeler, varlıklarını
sürdürebilmek için, kendilerini var eden temel özellikleri amaç edinen bir eğitim
anlayışına ihtiyaç duyarlar. Asilzadelerin (soyluların), Brahmanların, Şövalyelerin,
diğer toplumsal sınıf ve köylülerin kendilerine özgü bir eğitime sahip olmaları gibi.
Aynı zamanda eğitim, toplumsal tabaka anlayışına göre biçimlenme yanında,
bireyin yaş durumuna ve zamana uygun olarak da farklılaşma gösterir. Ayrıca
eğitim, çağın gereğine uygun olarak uzmanlaşmak zorundadır.
Söylenen bu nitelikler eğitimin ayırıcı (farklılaştırıcı) yönünü yansıtırlar; ancak
"Hiçbir millet yoktur ki hangi toplumsal sınıfa mensup olursa olsun, bütün
çocuklarına telkin edeceği belirli duygular, fikirler, değerler ve hareket tarzlarını
içine alan bir eğitime sahip olmasın". Eğitim aracılığıyla bireyler, dolayısıyla
kesimler arasında etkili bir dayanışma meydana getirilir. Eğitim, toplu yaşayışın ana
benzerliklerini çocuğun ruhuna "nakşeder". Eğer bu işlem olmazsa toplum,
yaşamını sağlıklı bir biçimde sürdüremez. Toplum, üyeleri arasında beraberlik
mevcut oldukça yaşayabilir. Eğitim, toplum yaşamında etkili olan ana ögeleri
çocuğun gönül ve zihin dünyasına yerleştirerek toplumsal birlik ve beraberliği
sağlamaya çalışır ve böylece toplumsal birliğin süresini uzatır. Yine eğitim, belirli
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
14
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
değişiklikler yaparak, özellikle de uzmanlık bilgisini kullanarak toplumun sağlıklı
yaşamasına katkıda bulunur.
"Bütün bu söylenenlerden sonra eğitim, çocukların kalbinde toplumun esaslı,
temel hayat şartlarını hazırlayan bir araçtan ibarettir diyebiliriz... Eğitim, olgun
nesiller tarafından henüz yetişmemiş nesillere yapılan etkidir. Eğitimin konusu
çocukta genel olarak siyasi toplumun, özel olarak gireceği özel çevrenin
kendisinden istediği, beklediği fikri, ahlaki, bedeni hâlleri anlamak, geliştirmektir.
Eğitim bir yöntem altında genç neslin toplumsallaşması olayıdır". Eğitimin amacı,
bireysel varlığımızın yanında, toplumsal varlığımızı, yani "milli varlığımızı"
kurmaktır. Aslında birey, toplumu isterken, aynı zamanda kendini istiyor demektir.
Eğitim aracılığıyla birey üzerine yapılan etki, onu tazyik altına alarak bireysel
doğasından (tabiatından) ayırma sonucunu doğurmaz. Aksine bireysel varlıktan
toplum içerisinde yaşama imkân ve şansına sahip insani bir varlık yaratmayı
amaçlar. Eğitimin temel amaçlarından birisi de budur.
Eğitim ve okul kavramlarının toplumsal boyutunu çağdaş sosyoloji
yöntemleriyle inceleyen ikinci önemli düşünür (birincisi E. Durkheim'dir) Max
Weber'dir. Eğitim nasıl bir olaydır? sorusunaWeber, "Bireyin daha sonraki toplum
yaşamında yerini (statüsünü) belirleyen beceri ve deneyim kazandığı bir faaliyet
çeşididir" diye cevap verir. M. Weber, "karizma" ve "ideal tip" gibi kavramları,
sosyolojik bakışla ele alırken, eğitimle, özellikle de "soyluların" ve "elitlerin" formal
eğitimiyle ilgilenmiştir. Bu temel ilgi doğrultusunda eğitimi, ekonomi, siyaset ve din
gibi toplumsal kurumlarla olan bağlantısı yanında; toplum içerisinde yer alan
toplumsal sınıfları karşılıklı etkileşimi dahilinde inceler ve böylece eğitimin
biçimlendirdiği ve eğitimi yönlendiren çeşitli güç ve ögeler arasındaki bağımlılığı
ortaya koymaya çalışır.
Eğitimin tarihsel yönüyle de ilgilenen M. Weber, eğitimin tarihsel süreç
içerisinde gösterdiği farklılıkları şu şekilde belirtir: Yedinci yüzyıldan modern çağa
kadar eğitim, küçük bir grubun tekelinde bulunuyordu. Bu dönemde pratik bilgiler,
mevki ve iş için önemli değildi. Ortaçağın "elit eğitiminde" örneğin, şövalye
eğitiminde erdem, namus ve kahramanlık gibi üst değerler ön planda yer alıyordu
ve bu değerler günlük iş ve hareket tarzlarından üstün tutulurdu.
M. Weber, "feodal", "teokratik" ve "patrimonyal" egemenlik sistemlerindeki
eğitim uygulamalarının amacını, alanında "uzmanlaşmış insan" dan ziyade,
"kültürlü adam" yetiştirmek şeklinde özetler. Ona göre, bu tip yönetim
modellerinde toplumsal statünün temelini, "kültürlülük" durumu oluşturur.
İngiltere'deki esnaf yönetimi, Çin'deki "patrimonyal bürokrasi" ve Helenik
dönemdeki "demagoglar" yönetimi bu tür eğilimlerdir.
Çağdaş eğitimin ise, rasyonel bir idari mekanizması olmuştur. Bugünün
eğitimine hâkim olan bürokratik model, toplumu çeşitli müesseseleriyle ayakta
tutan uzmanları yetiştirmektedir. Toplum çeşitli yönetici sınıflar aracılığıyla
uzmanların ortaya koyduğu görüşleri uygular. Dolayısıyla her ne kadar bir “siyasi
efendi” varsa da, gerçekte bunlar uzmanların karşısında acemidirler. Bu, bütün
siyasi rejimler için aşağı yukarı geçerlidir. Çağın eğilimi, eğitim olayını yeni bir sınıf
yaratma anlayışı içerisinde ele almaktadır.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
15
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
Özgürlükçü bir eğitimin
amacı iyi vatandaş
değil, iyi insan
yetiştirmektir.
Eğitimin amacı konusunda tarihte iki kutup olagelmiştir. Birincisi karizmayı,
yani insanüstü nitelikleri ya da doğaüstü güçleri uyandırmayı; ikincisi ise belli
alanlarda uzmanlık eğitimi vermeyi amaçlamaktadır. Birinci tip, egemenliğin
karizmatik yapısına; ikinci ise egemenliğin rasyonel ve bürokratik yapısına tekabül
eder. Bu iki tip karşı karşıya gelmezler; aralarında bağlar ve geçişler yoktur.
Savaşçı kahraman ya da büyücünün de özel eğitime ihtiyacı vardır; uzman
yetkili de yalnızca bilgi için eğitilmez. Ancak bu iki tip birbirinin tam zıddı eğitim
kutuplarıdır ve en aşırı karşıtlıklarla doludurlar. İkisinin arasında öğrenciye, ister
dünyevi, ister dini nitelikte olsun, bir yaşam biçimi öğretmeye yönelik diğer bütün
tipler yer alır. Her iki hâlde de yaşam biçimi bir statü grubunun yaşam biçimidir.
Öğretim pedagojisinin amacı da, nitelikleri bir toplumdaki en kudretli
tabakanın yetişme idealine uygun insan tipi yetiştirmetir. Bu da kişiyi hayatta belli
bir iç ve dış davranışa hazırlamak demektir. Kural olarak bu, her toplum için söz
konusudur, yalnız amaç değişir. Eğer en kuvvetli statü grubu -Japonya'da olduğu
gibi- ayrı bir savaşçılar tabakası ise, öğretimin amacı, öğrenciden kalem
efendilerinden Japon Samurayları kadar nefret eden gösterişli bir şövalye ve saray
adamı yaratmak olacaktır.
M. Weber tarafından "meşru otoritenin saf tipi" olarak belirtilen "rasyonel
bürokrasi anlayışı" içerisinde sistem ve bu sistemin parçalan olan "hiyerarşi", "amir
ve memurlar", "eylemlerin sınır ve insicamı", "emir verme", "sorumluluk" ve
"uzmanlık" gibi kavramlar, eğitim için de geçerlidir. Weber'e göre okul da
bürokratik bir yapıdır ve öyle olmak zorundadır.
Eğitim olayını ister bireysel güçlerin işlenerek güçlendirilmesi isterse bireyi bir
meslek mensubu yapmak için gösterilen çaba, kurumsal bir davranış biçimi ve
sistemi olarak tanımlayalım, en az bunlar kadar onun toplumsal boyutu ve
karakteri de önemlidir. Çünkü eğitimin en belirgin yanlarından biri toplumsal
karakteridir. Her ülkede uygulanan eğitim, o ülkenin toplumsal zemininde gelişir ve
bu atmosferde yaşam bulur. Bir toplum uygarlık bakımından hangi düzeyde
bulunursa bulunsun, kendi varlığını sürdürmek için genç kuşaklarını eğitmek ve bu
yolla onlara istendik davranışlar kazandırmak zorundadır. Yani toplum sürekli
olarak ve bu süreklilik içerisinde mutlu ve sağlıklı yaşamak için genç insanlar
arasında toplumsal dayanışmayı güçlendiren bir eğitime muhtaçtır. Aynı zamanda
toplum, bireyleri yetiştirerek kendini de yenilemiş olur. Bu bakımdan kimi
eğitimciler okulu toplum hayatının tohumu, nüvesi ve çekirdeği olarak
tanımlamışlardır. Ancak kabul etmek gerekir ki eğitimi ve okulu yönlendiren
düşünce, toplumsal istencin eseridir. Bu nedenle geçmişte ve şimdi olduğu gibi en
ince ayrıntılarına kadar eğitim ideali ve düşüncesi toplumsal istenç dışında
düşünülememiştir. Durkheim'ın ünlü ifadesiyle bireye olması istenilen tasviri çizen,
bu tasvirde, resimde örgütlenen bütün özelliklerini yansıtan toplumdur. Aynı
zamanda eğitimsiz bir toplum düşünülemez. Eğitim öyle bir yatırımdır ki, bir
toplumda birkaç nesli eğitimden mahrum bırakınız, o toplum belki de ilkellik
çağlarına geri döner. Bu bakımdan eğitim ile toplumsal oluş arasındaki ilişki, en az
bireysel güçlerin geliştirilmesi için gösterilen çabalar kadar önemlidir.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
16
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
EĞİTİMİN AMACI
Eğitim bir yaşama
sanatıdır. İnsanı hayatın
içinde gelecek
durumlara alıştıra
alıştıra hazırlama
sanatıdır.
Toplumsal bir kurum ya da örgütlü ve toplu bir eylem biçimi olarak
nitelediğimiz eğitimin amaçları ile işlevleri arasında çok sıkı bir benzerlik ve hatta
özdeşliğin bulunduğu söylenebilir. Yukarıdaki başlık altında eğitimin amaçları
dolaylı bir biçimde de işlevlerine değinmiş olacağız. Konumuz daha çok eğitimin
toplumsal boyutu, başka bir deyişle üzerinde durmak istediğimiz ana konu,
eğitimin kurumsal niteliği olduğundan, burada eğitimin temel amaçlarının neler
olduğunu ele alarak irdelemeye çalışılırken, toplumsal işlevlerin ön planda
bulundurulması ve buna göre bir amaç irdelemesinin yapılması doğaldır.
Örgün eğitimin (öğretimin) ortaya çıkışı çok eski devirlere kadar geri
götürülmesine ve toplumun eğitim üzerinde etkili bir güç olduğunun farkına
varılmasına rağmen, eğitimciler ya da eğitimden sorumlu olan güçler, çok uzun
zaman bireysel amaçlar peşinde koşmayı eğitici davranışın temeline koymayı
uygun bulmuşlardır. Eğitim bireysel güçleri geliştirmeyi amaçlayan bir nitelikle
varlığını sürdürüyordu. Genellikle eğitimciler, toplumların istediği bir insan tipinden
çok; bireysel güçleri olgunlaştıran eğitim uygulamalarını çok değerli görmüşlerdi.
Toplumların varlıklarının sürdürülmesi çabasında kendini gösteren bu eğitici
boşluk, eski dönemlerde aile ve diğer eğitici işleve sahip güçler tarafından ve
yaygın bir eğitim aracılığıyla kapatılmaya çalışılıyordu. Toplumlar, asırlarca örgün
eğitim uygulamaları dışında ve kendi eğitim anlayışlarına göre çocuklarına topluluk
değerlerini (cemaat inançlarını) vermeye uğraşmışlardı. "Buna karşılık eski
devirlerde öğretmenlerin ve 'mürebbilerin' çocukta yaratmak istedikleri ideal, bir
kelime ile ifade edilebilirdi. Ortaçağda fakülte hocası gençleri her şeyden önce
‘cedelci: dialektion yapmak istiyordu. Rönesans devrinde Cezvitler, kolej
öğretmenleri ve müdürleri 'insaniyetçi: hümanist amacını güdüyorlardı. Bugün de
bazı okullara bu tür görevlerin verildiği görülüyor. Görevimizin yalnızca çocukların
insan olmalarını sağlamaktan ibaret olduğunu söylemekle tüm sorunların
çözülebileceğini sanmayalım. Çünkü böyle bir çözüm son derece soyuttur. Hatta
insan anlayışı zaman içerisinde ve toplumdan topluma da değişiklik gösterir.
Hemen her toplumun kendine özgü bir insan anlayışı (telakkisi) olmuştur". Zaten
insanlık henüz bütün çağlar, insanlar ve toplumlar için sürekli geçerliliği olabilecek
bir eğitim stili de geliştirmiş değildir. Öyle ise soyut anlamda bir insan anlayışı
amacı gütmekten çok, yani bütün toplumlar için geçerli olabilecek bir insan imajı ve
tipi yaratmayı amaçlamaktan öte, günümüzün bilimsel ve teknolojik gelişmeleri
ışığında başkalarıyla düşmanlık duygusunu gündeme getirmeyen, ancak o
toplumun isteklerine uygun düşen bir insan modelini oluşturmak eğitimin
vazgeçemediği bir amaç olmak durumundadır. Bu bağlamda her toplum kendi
varlığını sürdürecek elemanı (insanı) yetiştirmek zorundadır. Unutmamak gerekir
ki, evrenselciliğe ulaşmanın en güvenilir yollarından biri, her şeyden önce ulusal
olmasını bilmekten geçer.
Doğal olarak eğitim, bir yandan evrensel insani değerleri genç kuşaklara ve
çocuklara aşılarken, diğer yandan da toplumsal bilinci oluşturan ulusal değer ve
idealleri de onlara kazandırmak zorundadır. Eğer bir toplum yaşamak ve bu yaşamı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
17
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
Eğitimi teoriler değil,
hayatın kendisi
yönetmelidir.
sürekli kılmak istiyorsa, genç kuşağın zihin ve gönül dünyasına ulusal hasletlerini
nakşetmek durumundadır. Fakat toplumun özgür ve bağımsız yaşamasının diğer
önemli bir koşulu da çağa egemen olan düşünce ve bilgilerin genç kuşağa eksiksiz
bir biçimde aşılanmasıdır. Eğitimin birinci yönünün muhafazakâr bir tavır
sergilemesine karşın, ikinci yönü atılımcı ve gelişimci bir nitelik taşır. Eğitim
plancıları ve program geliştirme uzmanları, eğitimin amaçlarını gerçekleştirecek
bilgi içeriğini, müfredat programının içeriğini saptamaya çalışırken, bu çok önemli
iki tavrı dikkate almak durumundadırlar. Çünkü uygarlaşan ya da uygarlık
değiştirmek isteyen toplumlar, öz kültürlerinin yarattığı ulusal tiplerden
uzaklaşabilirler. Hatta dışarından gelen ögelerle toplumsal bilinci oluşturan ögeler
arasında içten içe bir mücadelenin varlığı da söz konusu olabilir. Bu savaşım,
uzlaşma ile sonuçlandığı gibi aşırı tavırların doğmasına da yol açabilir. Dengeli,
uzlaşmacı ve bütünleştirici bir toplumsal tutumun doğması için, eğitimin amaçları
ve bu amaçları gerçekleştirmeye yönelen müfredat programının, kullanılan yöntem
ve tekniklerle uyumlu ve tutarlı bir bütünlük göstermesi gerekir. Toplumsal
değişmede öğretim uygulaması ve eğitim düşüncesi etkili, yani yol gösterici
olmadığı takdirde, bu bağlamda bazı olumsuz toplumsal ve kültürel, hatta siyasal
değişme modelleri egemen konuma geçebilir. Örneğin değişmenin iki zıt biçimi
olan "herodian" ve "zilotoist" tavırlar başat bir görünüm kazanabilirler. Onun için
eğitimin amaçları saptanırken çağın gerçekleri ile toplumun ve bireyin ihtiyaçlarının
dengelenmesini temel koşullardan biri olarak görmek gerekir. Bu bağlamda eğitim
ve öğretimin dört çeşit amacından söz edilebilir:
1- İnsanlık bilincinin uyandırılması: Evrensel bir insan imajının yerleştirilmesi,
hümanist eğitim.
2- Bireysel gelişimin sağlanması: Bir bütün olarak bireyin gelişimine yarayacak
bilgi ve yöntem seçimi.
3- Bireyin güçlerinin saptanarak kendi doğrultusunda açılıp gelişimini
öngören bir eğitim anlayış ve uygulaması.
4- Toplumsal karakterin olgunlaştırılmasını sağlamak ve iyi bir yurttaş
yetiştirmek. Toplumsal değer ve bilgileri, ulusal bilinç içerisinde ve onunla
uzlaştırılarak çocuğa ve gence kazandırmak onda ulusal kimlik ve kişiliğin
oluşmasına hizmet etmek. Yetişmekte olan insanı üretici ve iyi bir tüketici
yapmak. Bireyi ehil bir meslek mensubu hâline getirmek.
Her düzeydeki öğretim kurumu, çeşitli türden bilgilerin belirgin esas ve
ölçülere göre düzenlenmesiyle ortaya çıkmış bilgi kümelerini ifade eder. Aynı
zamanda öğretim programını (müfredat programını) da içeren söz konusu öğretim
uygulamasında, mesleklerle ilgili eğilimler taşıyan ögeler de yer alır. Örneğin
ilköğretim okulunda bile meslekleri ilgilendiren bilgi türlerinin yalın biçimlerine
zihinsel gelişimi sağlama amacıyla değerli birer eğitici motif ve ögeler olarak yer
verilir. Bu bilgiler, takip eden öğretim aşamalarında derinleştirilerek belli bir
meslek bilgisinde yoğunlaşma sağlanır. Fakat ilk ve ortaöğretimde verilen meslek
bilgisi, yalnızca çocukları belli bir meslek için temel alan yeteneklerin ortaya
çıkmasına ve işlenerek olgunlaşmasına yardım eder. Sağlıklı bir eğitim ve öğretim
faaliyeti, çeşitli yetenek ve güçlerin ördüğü bir yapı olarak tanımlanan zihin dünyası
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
18
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
ile meslek bilgisinin gereği olan çalışmalar arasında uyum sağlayan ve bu iki temel
özelliği, toplumsal, kültürel ve ekonomik koşullarla dengeleyen bir anlayışa
dayanmak zorundadır. Buradan hareketle denilebilir ki, meslek eğitiminin
kaynağını, eğitim faaliyetinin ilk aşamasına kadar geri götürmek mümkündür.
Çünkü ileride meslek eğitiminin türünü belirleyen ilk bilgi ve değerler burada
verilerek bunlara uyan zihinsel yetiler işlenerek geliştirilir. Bundan dolayı meslek
eğitimini yalnızca meslek liseleriyle ve üniversite öğretimiyle sınırlandırmanın
yanlış olacağını, bir bütün olarak eğitim ve öğretim kurumunun böyle bir amaç
gütmesi gerektiğini vurgulamak gerekir.
EĞİTİMİN İŞLEVLERİ
İnsan varlığı üzerine kurulan bütün toplumsal sistemler, tarihsel yaşayış
içerisinde ya kendiliğinden evrim biçiminde ya da çeşitli dış müdahâle ve
yönlendirmeler aracılığıyla değişim süreci yaşamıştır. Aslında ortaya çıkan tüm
toplumsal ilişki biçimleri, insanın ilgi, ihtiyaç ve gelecekle ilgili tasarımlarının
sonucudur. İnsanın ihtiyaçları ve ürettiği değerler, özellikle de temel ihtiyaçları
estetik zevklere uygun olarak değişime uğradıkça, insan üzerine kurulan toplumsal
ilişki biçimleri de zaman içerisinde insanla birlikte değişmek zorundadırlar. Aynı
zamanda insanoğlunun yaşadığı tarihsel zaman bir değişim sürecinden başka bir
şey değildir. Genellikle bu değişim süreci ilkellikten modernliğe doğru bir gelişim
çizgisi sergilerken ya da aynı anda çeşitli hatlar biçiminde kendini gösterirken, çok
çeşitli kurumsal biçimleri de birlikte getirir ve onları yoğurarak formlaştırır.
Toplumsal bir kurum olan eğitimi de bu değişim süreci içerisinde düşünmek ve bu
ana yönüyle birlikte ele almak gerekir. Fakat eğitimin diğer kurumlardan en önemli
farkı, bu kurumun bir yandan tarihsel değişim ilkelerine uygun olarak değişim
süreci yaşaması, öte yandan da diğer kurumların değişiminde son derece etkili olan
işlevler yüklenmesidir. Çünkü eğitimin işlevleri diğer kurumlara oranla daha
etkilidir. Bu bağlamda insanlık, eğitim aracılığıyla bir yandan öğrenme ihtiyacını
karşılamayı sağlarken; diğer yandan da ona yüklediği görevler aracılığıyla doğaya
nüfuz eder ve hatta ona egemen olarak varlığını sürdürür.
Eğitim kurumu, insanların yarattığı kurumsal davranışların oluşturduğu en eski
toplumsal yapılardan biridir. O, doğal yaşayışın bir parçası gibi görünmesine
rağmen, aslında istence dayalı çabaların bir sonucudur. Hatta günümüzde eğitim;
toplumsal, kültürel, ekonomik ve siyasi etmenlerin kesiştiği bir nevi bileşke
görünümündedir. Bu bileşkenin felsefesi, ilkeleri, amacı, içeriği, yöntemi, teknolojik
boyutu ve sistematik uygulamaları mevcuttur. Fakat eğitim kurumunun bu ögeleri,
toplumdaki diğer öge ve araçların değişimine paralel olarak değişmek ya da onları
değiştirmek zorundadırlar. Eğitim kurumu bir yandan toplumdaki hatta dünyadaki
büyük fikri, siyasi, ahlaki, kültürel ve ekonomik değişmelerden etkilenirken; diğer
yandan da planlı ve programlı değişme eğilimleriyle ve sağladığı bilgi birikimi
aracılığıyla değişmeye zemin hazırlar. Bu bağlamda bir toplumdaki bilimsel,
teknolojik, ideolojik, ahlaki ve ekonomik değişme karşısında birkaç çeşit tepki
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
19
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
verdiği ve işlev yüklendiği görülür. Eğitimin bu bağlamdaki kurumsal ve genel
işlevlerini dört ana madde altında karakterize etmek mümkündür:
1- Önemli bir kontrol mekanizması geliştirerek muhafazakâr bir tutum
sergilemek,
2- Çeşitli toplumsal, kültürel ve ekonomik değişmelere uygun olarak yapı
elemanlarını revizyona tabi tutmak ve bunlara uyum sağlamak,
3- Planlı ve programlı bir değişim sürecinin odağı olmak ve ona istendik bir
içerik ve form kazandırmak,
4- Değişme istek ve girişimleri ile toplumun süreklilik gösteren ögeleri
arasında denge kurmak, gelişme ve olgunlaşmayı sağlıklı bir biçimde
temin etmek.
Bu genel ilkelere bağlı olarak eğitimin açık ve gizli işlevleri maddeler hâlinde
şu şekilde sıralanabilir:
Çağdaş toplumlarda eğitimin açık ve gizli işlevler olmak üzere iki tür işlevi
vardır: Bu işlevlerin bazıları açık işlevler, bazıları da gizli işlevlerdir.
Eğitimin Açık İşlevleri
Eş seçimi, tanıdık
sağlama ve çocuk
bakıcılığı eğitimin gizli
işlevleri içerisinde yer
alır.
 Toplumun kültürel mirasının yeni kuşaklara aktarmak. Eğitimin bu işlevinin
gerçekleştirilmesinde ilk ve ortaöğretim kurumlarına büyük görevler düşer.
Bu eğitime devam edenler yaşları itibariyle eğitilmeye en açık kesimdir.
 Toplumsallaştırma sürecinde toplumun norm ve değerlerini yeni kuşaklara
öğretmek.
 Bireylere bilimsel ve mesleki bilgi aktarmak, gerekli becerileri kazandırarak
onları meslek sahibi yapmak.
 Yönetici seçkinlerin yetiştirilmesini sağlamak. Ayrıca siyasî sistemi
destekleyici bir siyasî kültür üretmek ve bunu toplumun üyelerine
benimsetmek. Demokratik sistemler, demokratik değerleri; otoriter
sistemler ise tek yönlü siyasî itaat ve sadakat değerlerini benimsetmeye
çalışırlar.
 Bireylere rasyonel düşünme alışkanlığı kazandırarak yenilik ve değişime
açık, hoşgörülü bir nesil yetiştirmek. Bu şekilde yetişmiş bir nesille
toplumsal değişim de sağlanacaktır.
 Eğitim, fırsat eşitliği ilkesiyle toplumsal hareketliliği artırarak, toplumsal
sınıf farklılıklarını azaltmak.
 Üniversite ve uzmanlık kurumları bilim, teknoloji ve sanatın gelişmesine
katkıda bulunmak.
Türk eğitim sistemi, eğitimin açık işlevlerini yerine getirmede istenen seviyede
değildir. Bunun en önemli nedeni, Türkiye’nin demografik yapısıdır. Türkiye’nin
nüfusu çok genç ve artış oranı yüksektir; buna karşılık eğitim yatırımları nicelik ve
nitelik açısından yetersiz kalmaktadır. Ancak ülkemizde son yıllarda uygulan
ekonomik politikalar eğitimin de olumlu bir şekilde gelişmesine etki etmektedir.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
20
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
Eğitimin Gizli İşlevleri
Eğitim kurumlarının gizli birtakım işlevleri de vardır. Bu işlevler şunlardır:
 Bireylere yeni toplumsal ilişkiler kurma ve farklı insanlar tanıma imkânı
sunarak, onları dar görüşlülükten kurtarmak. Aile ve yakın çevrenin yanlış
şartlandırmalarını aşmalarına yardım etmek.
 Özellikle yüksek öğretim kurumlarının eş seçme konusundaki işlev sahibi
olmak.
 Cinsiyet ayrımcılığını engellemek ve eşitlik fikrinin içselleştirilmesini
sağlamak.
 Geçici olarak da olsa işsizliği azaltmak.
 Rekabeti özendirmek ve rekabet ahlakını yerleştirmek.
EĞİTİMİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER
Doğal Faktörler
Kültürleme, kültürün
devamını sağlama,
toplumsal sorunları
çözme eğitimin
toplumsal işlevleri
arasında yer alır.
Doğal faktörlerin en önemlisi coğrafî koşullardır. Coğrafya şartları kültürleri
etkilediği gibi, eğitim kurumlarını da etkiler. Uygarlıkların ve bilimin doğuşunda ve
gelişmesinde coğrafyanın etkisi bilinmektedir. En eski uygarlıklar olan Çin,
Mezopotamya ve Mısır uygarlıkları büyük nehirlerin kıyısına kurulmuştur. Ancak
bilim ve teknolojinin ilerlemesi, toplumlar üzerindeki coğrafî koşulların etkisini
azaltmıştır. Artık doğal faktörler doğrudan sınırlandırıcı olmaktan çıkmıştır. Eğitim
süreci de, doğal koşullardan belli oranlarda etkilenmektedir. Ulaşım ve iletişim
imkânlarının sınırlı olduğu durumlarda eğitim merkezileştirilmiş veya gezici
öğretmenlik gibi çözüm yollarına başvurulmuştur. Türkiye’de uygulanan yatılı bölge
okulları da bu tür çözüm yollarından bir tanesidir.
Sosyo-Kültürel Faktörler
Sosyo-kültürel faktörler çok çeşitlidir. Bunlardan bazıları; demografik
faktörler, dil, din, ırk, toplumsal sınıf, cinsiyet ve teknolojidir. Demografik faktörler,
nüfusun yapısı, nüfus artış hızı, nüfusun yaşa ve cinsiyete göre dağılımı, doğum ve
ölüm oranları, ortalama insan ömrü gibi göstergelerle ilgilidir. Dil faktörü bir ülkede
dil birliği olup olmadığı, farklı dillerin konuşulup konuşulmadığıyla ilgilidir. Dil
farklılıkları eğitimi sınırlandırıcı etki yapabilmektedir. Benzer şekilde etnik
farklılıklar etnik ayrımcılığa neden oluyorsa eğitimi olumsuz şekilde etkiler. Modern
eğitimde din, dil, ırk ve cinsiyet gibi değişkenlerin gözetilmemesi esastır. Teknoloji
faktörü ise, enformasyon toplumlarında en belirleyici eğitim faktörüdür. İletişim
teknolojilerinde yaşanan gelişmeler, özellikle internetin yaygınlaşması, eğitim
süreçlerini önemli şekilde etkilemiş ve “sanal eğitim” gibi kavramlar ortaya
çıkmıştır.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
21
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
DÜNYADAKİ EĞİTİM SİSTEMLERİNDE GÖRÜLEN
EĞİLİMLER
Eğitimin Yaygınlaştırılması ve Demokratikleştirilmesi
Endüstriye dayalı ekonomilerde yetenekli insan gücünü yetiştirmek amacıyla
eğitimin bütün nüfusu içine alacak şekilde yaygınlaştırılması birincil hedeftir. Bu
amaçla ilköğretimler, 6-15 yaş grubunu kapsayacak şekilde zorunlu hâle
getirilmiştir. Ortaöğretimin evrenselleştirilmesi bu amaca yönelik ikinci adımdır.
Yükseköğretimin geniş kitleleri kapsayacak şekilde düzenlenmesi ise bu hedefin
son adımını oluşturur. Ancak eğitimin yaygınlaştırılması bütün sorunların çözülmesi
demek değildir. Eğitimin yaygınlaştığı, eğitilmiş iş gücü oranı yüksek bir toplumda
bile eğer bu insanların becerilerine uygun istihdam alanları sağlanamazsa verilen
eğitimin bir anlamı kalmaz. Bu nedenle eğitilmiş iş gücüne yeterli iş imkânları
sağlamak da eğitim kadar önemli bir meseledir.
Eğitimin geniş kitlelere yaygınlaştırılması, toplumsal demokrasi olgusuyla
yakından ilgilidir. Eğitimin toplumun tüm üyelerine yaygınlaştırılması, bu insanlara
yeteneklerini geliştirmede ve toplumsal konumlarını değiştirmede bir fırsat
tanımaktır. Eğitim yoluyla insanlar hem kendilerini hem de toplumsal statülerini
değiştirebilecektir.
Eğitimin Bürokratikleşmesi
Eğitim kurumları birçok formalite içerisinde işler. Bu nedenle eğitim
kurumlarında bürokratikleşme çok yaygındır. Eğitimin yaygınlaşmasıyla okullar
kalabalıklaşmış, çok sayıda öğrenciyle ancak bürokratik kurallarla baş edilebileceği
düşüncesi benimsenmiştir. Bu bürokratikleşmenin gereği olarak okul içindeki
kişilerin statüleri açık olarak tanımlanmış ve bu insanların okul içindeki rollerini en
iyi şekilde nasıl yerine getirecekleri gösterilmiş, bu kişilerin gerek okul gerekse de
çevreyle ilişkileri çeşitli kurallara göre düzenlenmiştir.
Eğitimin Merkezileşmesi
Eğitimin aşırı bürokratikleşmesiyle beraber ortaya çıkan bir diğer eğilim de
merkezileşmedir. Eğitimin merkezileşmesi, eğitimin merkezi otoriteler tarafından
kontrol edilmesi ve denetlenmesi anlamına gelir. Merkezileşmenin nedenlerinden
biri politik gerekliliklerdir. Hükümetler eğitimi denetleyebilmek için ülkedeki
eğitimin tek bir merkezden idare edilmesini istemektedirler. Eğitimi politik,
toplumsal ve ekonomik amaçlar için kullanan hükümetler, bu amaçlara okullarda
ne derece ulaşıldığını görmek için eğitim kurumlarının denetimini yaparlar. Böylece
ülke için belirlenen eğitim politikaları bu merkezi otorite tarafından okullarda
uygulanır ve denetlenir.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
22
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
Okul Sistemi
Özgürlükçü bir eğitim
anlayışını benimsemiş
olan eğitici, eğitilen
insanı istenilen şekle
sokulabilecek bir
balmumu olarak
görmemektedir.
Modern dünyada ve modernleşme aşamasındaki tüm toplumlarda eğitim
açısından okul merkez kurumdur. Modern okul sistemleri büyük ölçüde
modernleşmenin sonucudurlar. Sanayileşme sonrası okul reformlarında
endüstrileşme ve demokratikleşme şeklinde başlıca iki eğilim görülür.
Endüstrileşme eğilimi, hızlı bir şekilde gelişen endüstriyel oluşuma ve yeni
meslekler dünyasına cevap verme zorunluluğuyla ilgilidir. Örneğin mesleklerin
toplumsal prestij ve statü hiyerarşisi, ihtiyaç duyulan uzmanlık alanlarına göre
biçimlenir. Demokratikleşme eğilimi, her çocuğa mensup olduğu toplumsal,
ekonomik, coğrafî ve dinî kökenlerinden bağımsız olarak öğretimde fırsat eşitliği
sağlamaktır.
Modern eğitimin bir diğer adı da kamu eğitimidir. Gouldner’a göre bu
eğitimin üç özelliği vardır:
1- Bu eğitim evden uzakta dolayısıyla anne-babanın sıkı gözetiminden uzakta
gerçekleştirilir.
2- Öğretmenler, öğrencilerine söylemlerinin değerinin toplumsal sınıflarına
bağlı olmadığı bilincini aşılar.
3- Bütün kamu okulları, öğrencileri gündelik hayatta kullandıkları dilden
uzaklaştırıp eleştirel söylem kültürüne yönelterek bir dil değişimi
gerçekleştirirler.
EĞİTİM-ÖĞRETİM KURAMLARI VE EŞİTSİZLİK
Bu kuramlar eğitimdeki toplumsal eşitsizlikleri açıklamaya yönelik sosyolojik
kuramlardır. Bunların hepsi eğitimle gerçekleşen toplumsal yeniden üretimle
ilgilidir ama bu konuya yaklaşım şekilleri birbirlerinden farklıdır.
Ivanİllich: Gizli Müfredat
Eğitimle ilgili en çok tartışmaya neden olan düşünürlerden birisi Ivanİllich’tir.
İllich, daha önceleri kendi kendilerine yetebilen insanların geleneksel becerilerini
kaybetmelerine ve sağlık için doktora, eğitim-öğretim için öğretmene, eğlenmek
için televizyona bel bağlamalarına neden olan bir süreç olarak gördüğü modern
ekonomik düzene getirdiği eleştirilerle tanınır. İllich, zorunlu eğitim fikrinin
sorgulanması gerektiği kanaatindedir. İllich’e göre okullar, şu dört görevi yerine
getirmek için kurulmuştur: Çocukları muhafaza altında tutma, mesleki rol
dağılımını sağlama, hâkim değerleri öğretme ve toplum tarafından övülen bilgi ve
becerileri kazandırma. İllich’ın okulları muhafaza mekânı olarak görmesinin nedeni
şudur: Okullar zorunludur ve bu şekilde çocuklar çocukluklarının erken
dönemlerinden iş hayatına geçinceye kadar sokaklardan uzak tutulurlar.
İllich, okullarda öğrencilere derslerin resmi içeriğiyle hiç ilgisi olmayan birçok
şeyin öğretildiği iddiasındadır. Okullar, disiplin yapıları ve düzene sokma
anlayışlarıyla var olan toplumsal düzenin sorgulanmaksızın kabulünü aşılamaya
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
23
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
Her beceri ve yetenek
eğitimle geliştirilebilir.
Yaratıcılık beceriniz ise
ancak kullanılarak
gelişir.
çalışırlar. Bu konular bilinçli olarak değil de okulun örgütleniş tarzı ve
prosedürleriyle örtük olarak öğretilir. Gizli müfredatla çocuklara yaşamlarındaki
rollerinin yerini bilmek ve orada kalmak olduğu öğretilir.
Ivanİllich, toplumun okulsuzlaştırılması gerektiğini savunur. Bugünkü eğitim
sitemi, herhangi yararlı bir beceri ya da işle uzaktan ya da yakından ilgisi olmayan,
bir diploma kazanan kişiyi yeğleyen bir ayrım sistemidir. Okul kurumunun kalkması,
insanları okulda başarısızlık nedeniyle uğrayacakları dışlanmadan kurtaracağı için
ruhsal bakımdan da yararlı olacaktır.
İllich, okul sistemini son derece pahâlı, antidemokratik, insan doğasına aykırı,
zihinleri köleleştirici işlevleri olan, eski ve köhne bir sistem olarak görür. Zorunlu
eğitim-öğretim, görece yeni bir icat olduğu için kaçınılmaz olarak görülmek
zorunda değildir. Okullar şu anki hâlleriyle, eşitliği sağlamadıkları veya yaratıcı
yetenekleri geliştirmedikleri için neden terk edilmesin? Okulsuz toplumu savunan
İllich, bir bütün olarak eğitim kurumlarının her şekline karşı değildir. O, öğrenmek
isteyen herkesin, yalnızca çocukluk ya da yetişkinlik dönemlerinde değil, yaşamın
herhangi bir döneminde var olan kaynaklara ulaşım hakkına sahip olması
gerektiğini savunur. Böylesi bir sistem, bilginin birkaç uzmanın tekelinde değil,
geniş çapta yaygın ve paylaşılabilir olmasını gerektirir. Öğrenmek isteyen kişiler
belli müfredatları takibe zorlanmamalı, çalışmak istedikleri konularda seçim
hakkına sahip olmalıdırlar.
İllich’in 1970’lerde ileri sürdüğü bu görüşler, yeni iletişim teknolojilerinin
ortaya çıkışıyla beraber yeniden ilgi görmeye başlamıştır.
Bernstein: Dil Kodları
Bernstein, dil becerileri üzerine yaptığı bir çalışmayla eğitimdeki eşitsizliği ele
almıştır. 1970’lerde Bernstein, farklı altyapılardan gelen çocukların yaşamlarının
henüz daha ilk yıllarında daha sonraki okul hayatlarını etkileyecek farklı kodlar ve
konuşma biçimleri edindiklerini ileri sürmüştür. Daha yoksul ve daha zengin
çocukları karşılaştıran Bernstein, dili kullanma açısından bunlar arasında görülen
sistematik farklılıklarla ilgilenmiştir. Bernstein, işçi sınıfından gelen çocukların dili
basit kod içerecek şekilde kullandıklarını ileri sürer. İşçi sınıfından birçok insan,
değerlerin ve normların sorgulanmaksızın öylece kabul edildiği bir kültürde yaşar.
Anne-babalar çocuklarının davranışlarını düzelterek toplumsallaşmalarını sağlamak
için ödüllendirir ya da azarlarlar ama çocuklarına o davranışı niçin benimsemeleri
gerektiği konusunda gerekçeler göstererek konuşmazlar. Basit kod içindeki dilde
soyut kavramlarla tartışmaya, kavramlar arasında bağ kurmaya pek fazla yer
verilmez.
Buna karşılık orta sınıftan çocukların dil gelişimi karmaşık kod edinimini içerir.
Bu çocuklar, kolaylıkla genelleme yapabilmekte ve soyut kavramları dile
getirebilmektedirler. Orta sınıftan anne-babalar çocuklarını denetlerken çoğu kez
çocuğun davranışına gösterdikleri tepkinin neden veya ilkesini açıklama yoluna
giderler.
Bernstein, karmaşık kodlarla konuşma becerisi kazanmış çocukların resmi
akademik eğitimin gereklerini karşılamada basit kodlarla sınırlanmış çocuklara göre
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
24
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
daha avantajlı olduklarını iddia eder. İşçi sınıfından gelen çocukların kullandığı dil,
okullarda var olan akademik kültürle çatışmaktadır. Karmaşık kodlar edinmiş
çocuklar okul ortamına daha kolay uyum sağlar.
Pierre Bourdieu: Eğitim ve Kültürel Yeniden Üretim
Kültürel yeniden üretim, okulların öteki toplumsal kurumlarla beraber
toplumsal ve ekonomik eşitsizlikleri kuşaktan kuşağa aktararak sürdürmeye yardım
etme rolleriyle ilgilidir. Kavram, okulların gizli müfredatla değerlerin, tutumların ve
alışkanlıkların kazandırılmasına dikkat çeker.
İşçi sınıfından gelen çocuklar, okula başladıklarında üst sınıftan gelenlere göre
daha fazla kültürel çatışma yaşar. Aslında alt sınıftan gelen bu çocuklar yabancı bir
kültürel ortama düşmüşlük hissi yaşarlar. Bu çocuklar, hem yüksek akademik başarı
yakalama konusunda daha az güdülenmişlerdir hem de edinmiş oldukları konuşma
ve davranış tarzları öğretmenlerinkiyle uyuşmaz.
Paul Willis: Kültürel Yeniden Üretimin İncelenmesi
Paul Willis’in bir okulda gerçekleştirdiği çalışmada kültürel yeniden üretime
dair ayrıntılı bir tartışma yer alır. Willis, bu çalışmasında kültürel üretimin nasıl
oluştuğu, diğer bir deyişle, işçi sınıfından gelen çocukların nasıl olup da işçi sınıfına
özgü işler edindikleri sorusuna yanıt arar. Okulu bitiren hiçbir çocuk “Ben aptalın
tekiyim, bu yüzden bütün gün bir fabrikada kutu dizmem son derece adil ve
doğrudur.” diye düşünür. Willis, daha az ayrıcalığa sahip alt tabakadan gelen
çocukların yaşamları boyunca kendilerini başarısız görmeden bu tür işlerde
çalışabilmelerinin nedenlerini araştırır.
Willis, bu nedenleri araştırmak için bir okuldaki belli bir grup erkek çocuk
üzerine yoğunlaşmış ve onları gözlemlemiştir. Bu süreçte Willis, bu çocukların
okuldaki otorite sistemi hakkında son derece isabetli bir anlayışa sahip olduklarını
ve her şeyin farkında olduklarını ama bunu sistemle uyuşmak için değil, onunla
çatışmak için kullandıklarını görmüştür. Bu çocuklar, öğretmenlerle çoğu kez küçük
tartışmalar şeklinde sürekli bir çatışmaya girmekte ve öğretmenlerinin otoritelerini
zayıflatmaya çalışmaktaydı.
Willis’in gözlemlediği bu öğrenciler, iş hayatının büyük oranda okul hayatına
benzeyeceğinin farkındaydılar ama buna rağmen iş hayatına atılmayı sabırsızlık
içinde beklemekteydiler. İş hayatından hoşnut olmayı beklememelerine karşılık,
para kazanma düşüncesi onları sabırsızlandırmaktaydı. Yaptıkları basit işlerden
dolayı aşağılık duygusuna kapılmaksızın, okula karşı sergiledikleri gibi işe karşı da
reddedici bir üstünlük tavrı sergilemekteydiler. Ancak çok daha sonraları, oldukça
yıpratıcı ve karşılığını alamadıkları işlerde çalışmaya mahkûm olduklarını
anlamaktadırlar. Evlenip bir aile kurduktan sonra geçmişlerine bakarlar ve
umutsuzca ellerindeki fırsatların kaçmış olduğunu görürler. Bu düşüncelerini kendi
çocuklarına aktarmaya çalışsalar bile, büyük ihtimalle bu konuda ancak kendi annebabaları kadar başarılı olacaklar ve kültürel üretim yeniden bu şekilde devam
edecektir.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
25
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
EĞİTİM VE IQ
Her problem, yaratıcı
olmak için mükemmel
bir fırsattır.
Psikologlar, zekâ adı verilen tek bir insan yetisinin olup olmadığını ve eğer
varsa onun da doğuştan belirlenip belirlenmediğini uzun yıllardır tartışmaktadırlar.
Zekânın tanımını yapmak oldukça zordur. Zekâ kavramı belirli bir tanım içinde ifade
edilmeye karşı dirençli olduğundan bazı psikologlar zekânın IQ testi ile ölçülen şey
olarak kabul edilebileceğini ileri sürerler. Ancak bu bir kısır döngü olduğu için
başarısız bir tanımlama girişimidir.
IQ testlerinin çoğu kavramsal ve sayısal problemlerin karışımından oluşur.
Test, alınacak ortalama puan 100 olacak şekilde oluşturulur. Bundan daha aşağı
puan alanlar “ortalama zekânın altında”, daha fazla puan alanlarsa “ortalama
zekânın üstünde” kabul edilir. Zekâyı tanımlamada ve onu ölçmede yaşanan
zorluklara rağmen bu test okul, işyerleri ve araştırmalarda yaygın olarak
kullanılmaktadır. Bu testten elde edilen sonuçlar akademik başarı ile büyük ölçüde
karşılıklı ilişki içindedir. Bu durumsa oldukça normaldir. Çünkü test asıl olarak
okuldaki başarıyı tahmin etmek için oluşturulmuştur. Bu nedenle IQ testlerinden
elde edilen sonuçlar, eğitimle ilgisi bulunan toplumsal, ekonomik ve etnik
farklılıklarla yakından ilgilidir.
Yapılan çalışmalara göre nüfusun genel toplamı dikkate alındığında, IQ
seviyesi son yarım yüzyıl içinde çarpıcı biçimde yükselmiştir. Günümüz çocukları elli
yıl önceki IQ testleri uygulandığında ortalama 15 puan fazla almışlardır. Ancak bu
durum, bu çocukların anne-babalarından kalıtımsal olarak daha zeki oldukları
anlamına gelmemektedir. Bu değişimin nedeni, büyük olasılıkla, artan refah düzeyi
ve toplumsal avantajlarla ilgilidir. Öte yandan bazı araştırmacılar, ırklar arasında bir
zekâ farkı olduğunu, bazı ırkların diğerlerinden daha zeki olduğunu iddia
etmektedirler ki, bu iddia herhangi bir şekilde kanıtlanamamıştır.
EĞİTİM VE YENİ İLETİŞİM TEKNOLOJİLERİ
İçinizdeki çılgın fikirli
kişiye yeterli söz hakkı
verin. Bu kişi sizi terk
etmişse, onunla
barışma yollarını arayın.
Bazı araştırmacılar, eğitimin multimedya teknolojilerinin ve bilgisayarın artan
kullanımı ile beraber değişmeye başlayacağı düşüncesindedirler. Bu kişiler, yeni
teknolojilerin var olan müfredatlara kolayca eklemlenemeyeceğini bu nedenle de
müfredatların dönüşüme uğrayacağını ileri sürerler. Onlara göre, günümüz gençleri
zaten bilgi ve medya toplumu içinde doğup büyümektedirler ve bu teknolojilerle
öğretmenleri de dahil pek çok yetişkinden daha içli dışlıdırlar. Bu verilerden yola
çıkan bazı gözlemciler sınıf devriminden, duvarsız sınıflardan ve masa üstü sanal
gerçeğe ulaşmaktan söz ederler.
Bilgisayarın eğitime olan etkilerinden çok az sayıda insanın kuşkusu vardır.
Bilgisayar, öğrencilere bağımsız çalışma, konuları internet üzerinden araştırma ve
ilgili oldukları alanlarda ilerlemelerine yardımcı olacak eğitim yazılımlarından
faydalanma olanakları sunar. Ancak tüm bu gelişmelere rağmen, yalnızca kişisel
bilgisayarlardan yararlanarak öğrenen çocuklardan oluşan duvarsız sınıflar hâla çok
uzaktır. Okulda ve evde kullanılabilecek yeterli sayıda bilgisayar olsa bile
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
26
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
öğretmenlerin çoğu, bilgisayarı geleneksel derslerin yerini alacak bir araç olarak
değil, ancak bu derslere takviye olarak kullanılabilecek bir araç olarak görmektedir.
Öğrenciler, bilgisayarı bu çerçevede müfredatta belirtilen konuları öğrenmek, bir
araştırma projesi geliştirmek ve güncel konuları araştırmak için kullanmaktadır.
Yeni teknolojiler ve bilgi ekonomisinin yükselişi, eğitim ve iş konularındaki
geleneksel düşünceleri dönüşüme uğratmaktadır. Teknolojinin hızlı işleyişi, iş
alanında, bir zamanlar var olandan daha hızlı bir alt üst oluşa yol açmaktadır.
Mesleki eğitim ve gerekli nitelikleri kazanma, günümüzde, yaşamın erken
dönemlerinde bir kez edinilen bir şey olmaktan öte, yaşam boyu devam eden bir
süreç hâline gelmektedir. Meslek hayatlarının ortalarında bulunan kişiler, internet
tabanlı öğrenim ve sürekli eğitim programları sayesinde var olan becerilerini
güncelleştirmeyi seçmekteler. Birçok işveren, çalışanlarına, bağlılıklarını artırmanın
ve şirketin beceri gücünü yükseltmenin bir yolu olarak, meslek içi eğitimlere
katılma izni vermektedir.
İçinde yaşadığımız toplum dönüşüme uğramaya devam ederken, bu toplumun
temelini oluşturan geleneksel inanç ve kurumlar da değişime uğramaktadır. Eğitim
kavramı- ki bilginin resmi bir kurum aracılığıyla düzenli olarak iletilmesini içerirfarklı ortamlarda gerçekleşen, daha kapsamlı bir “öğrenme” anlayışına yol
vermektedir. “Eğitim” in yerini “öğrenme” ye bırakması, yersiz bir değişiklik
değildir. Öğrenenler, yalnızca tek bir kurumsal ortamdan değil, birçok kaynaktan
bilgi elde edebilen, meraklı ve aktif toplumsal faillerdir. Öğrenmeye ağırlık vermek,
bilgi ve becerilerin rastlanılan her tür şeyden –arkadaşlardan, komşulardan,
seminerlerden, müzelerden, kahvehanelerdeki sohbetlerden, internetten, diğer
kitle iletişim araçlarından ve daha birçok şeyden- elde edilebilir olduğunu kabul ve
itiraf etmektir.
EĞİTİM VE ENFORMASYON TOPLUMU
İletişimi sağlamak ve enformasyon kaynaklarına ulaşmak için düşük maliyetli
teknolojilerin yaygın olarak kullanıldığı topluma enformasyon toplumu denir.
2000’li yılların teknolojisi bireylere çok ucuz bir maliyetle çok büyük miktarda
düşünsel kaynağa ulaşma imkânı tanımaktadır. Yeni ekonomik düzende eğitime
daha fazla yatırım yapan ülkeler rekabette avantaj sağlayacaktır. Enformasyon
toplumu hâline gelmenin temel koşulu eğitim yatırımlarıdır. Artık toplumlar
enformasyon zengini ve enformasyon fakiri olarak sınıflandırılmaktadır.
TÜRK TOPLUMUNDA EĞİTİM
Daha önce değinildiği gibi, eğitim insanlık tarihi kadar eskidir; ancak eğitimin
toplumsal bir kurum olarak ortaya çıkışı oldukça yeni bir gelişmedir. Eğitim özellikle
endüstrileşme süreciyle önem kazanmaya başlamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyılın ortalarına kadar eğitim dinî
kurumların etkisi altındaydı. Bu dönemde sıbyan mektepleri ve medreseler
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
27
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
Eğer işin içinden bir
türlü çıkamıyorsanız,
yeni bir yaklaşma yolu
deneyin. Meseleyi
başka bir açıdan
görmeye çalışın.
şeklinde temelde iki tür okul vardı. Sıbyan mektepleri ilköğretim kurumlarıydı ve
çocuklar bu okullara dört yaşından itibaren kabul edilirlerdi. Burada karma eğitim
yapılır; okuma, yazma, Kuran-ı Kerim ve matematik gibi dersler verilirdi.
Medreseler ise yükseköğretim kurumlarının işlevini yerine getiren okullardı. Bu
okullarda ülkenin ihtiyaç duyduğu doktor, hâkim gibi görevliler yetiştirilirdi.
Osmanlı İmparatorluğu’nda bu iki okulun yanı sıra Enderun mektepleri adında
bir okul daha vardı. Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulan bu okullarda yönetici
ve devlet adamları yetiştirilirdi. 19. yüzyılda Avrupa’da başlayan ekonomik ve
politik değişim Osmanlı İmparatorluğu’nu da etkilemiştir. Bilimsel ve endüstriyel
gelişmeler Osmanlıya da yansımış ve bu yansıma Osmanlı İmparatorluğu’nda bazı
reformlara ve yapısal değişikliklere neden olmuştur. Maarif-i Umumiye Nezaretinin
kuruluşu eğitimle ilgili gerçekleştirilen değişikliklerden birisidir. Bu dönemden
Cumhuriyet dönemine kadar okullar üç ayrı şekilde yapılandırılmıştır.
1- Mahâlle mektepleri ve medreseler
2- Tanzimat okulları (idadi ve sultaniler)
3-Yabancı dilde eğitim yapan kolejler ve azınlık okulları
Bu eğitim kurumları üç farklı dünya görüşüne bağlı insan tipinin yetişmesine
neden olmaktaydı. Bu yüzden bu eğitim sistemi vatandaşları birleştirici bir rol
oynamaktan uzaktı.
Cumhuriyet Türkiye’si Osmanlı’dan pek parlak olmayan bir eğitim mirası
devralmıştır. Eğitim kurumları sayıca yetersizdi ve hâlkın yaklaşık % 90’ı okumayazma bilmemekteydi. Cumhuriyetin kurucuları ihtiyaç duyulan insan gücünü
yetiştirmek için birtakım önlemler almıştır. Bu konuda yapılan ilk önemli değişiklik
Tevhid-i Tedrisat Kanunu yani öğretimin birleştirilmesi yasasıdır. Böylece Osmanlı
dönemindeki üç okul tipi birleştirilmiştir. Eğitim alanında yapılan ikinci büyük
değişiklik, Latin alfabesinin kabulüdür. Bu gelişmenin ardından yoğun bir eğitim
seferberliğine girişilmiş, tüm yurtta millet mektepleri açılarak 15-45 yaş arasındaki
tüm yurttaşlara bu okullara gitme zorunluluğu getirilmiştir. Böylece 1928-1942
yılları arasında yaklaşık 1.2 milyon kişiye okuma yazma öğretilmiştir.
Yapılan bu değişikliklerle ilgili değinilmesi gereken bir diğer husus da, 1926’da
teşkilat yasası ile eğitim programlarının hazırlanması görevinin, resmi ve özel okul
açma izninin Milli Eğitim Bakanlığı’na verilmesidir.
Milli eğitim sistemi örgün ve yaygın eğitim olmak üzere iki kısımdan oluşur.
Örgün eğitim, belli yaş grubundaki benzer düzeydeki bireylere amaca göre
hazırlanmış programlarla, okul çatısı altında düzenli olarak yürütülen eğitimdir.
Örgün eğitim, okul öncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim
kurumlarını kapsar. Yaygın eğitimse, örgün eğitim yanında veya dışında
gerçekleştirilen eğitimdir.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
28
Bireysel Etkinlik
Tartışma
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
• Bireyin ve toplumun gelişimi açısından eğitimin önemi sizce
nedir? Tartışınız.
• Düşüncelerinizi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan
“tartışma forumu” bölümünde paylaşabilirsiniz.
• Eğitimin bireyi meslek sahibi yapmaktan başka ne gibi
işlevleri olabileceğini düşünelim.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
29
Özet
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
•Eğitim, günümüz insanının tüm hayatını etkileyen bir süreçtir. Endüstride yaşanan gelişmeler
becerikli insan gücüne duyulan ihtiyacı artırmaktadır. Bu nedenle gelişmiş toplumlarda
insanlar, hayatlarının en verimli yıllarını resmi eğitim kurumlarında geçirmektedir. Bunun
sonucunda daha fazla insan okuma, yazma, hesaplama gibi becerilerin yanı sıra soyut bilgiler
elde eder olmuştur.
•Yirminci yüzyılda eğitimin yaygınlaşmasının, eğitimli ve disiplinli işgücüne duyulan açık
gereksinimle yakından ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bilgi ekonomisine geçilmesiyle
beraber eğitimin önemi daha da artmıştır. Kalifiye olmayan, kol gücüyle çalışan işçiler için iş
olanakları gitgide azalırken; emek piyasasında yeni teknolojilere uyum sağlayabilen, yeni
beceriler elde edebilen ve yaratıcı düşünebilen insanlara gereksinim duyulmaktadır.
•Eğitim-öğretimle ilgili çeşitli sosyolojik kuramlar ortaya konmuştur, bu kuramlar eğitimöğretime ilişkin yorumları etkilemektedir. Bu kuramlardan birini ortaya koyan Bernstein’e
göre karmaşık kodlu konuşma biçimine sahip çocukların basit konuşma kodu edinmiş
çocuklara oranla eğitimin isterlerini karşılama olasılıkları daha yüksektir.
•Resmi okul müfredat programları kültürel yeniden üretimin bir parçasıdır. Ancak gizli
müfredat kültürel yeniden üretimde daha önemli bir role sahiptir.
•Okulların ve okul içindeki öğretimin örgütlenme biçimi, cinsiyete dayalı eşitsizlikleri sürdürme
eğilimindedir.
•Zekânın tanımlanması son derece güçtür ve bu nedenle bu konuda birbiriyle çatışan çeşitli
görüşler ileri sürülmüştür. Bazıları toplumsal grupların IQ’sunu genlerin belirlediğini iddia
ederken, bazıları da bunda toplumsal koşulların etkili olduğunu savunmaktadır. Ancak eldeki
kanıtlar, toplumsal ve kültürel etkenlere ağırlık verenleri destekler niteliktedir.
•Yeni teknolojiler ve bilgi ekonomisi eğitim anlayışının değişmesine neden olmaktadır. Artık
yaşam boyu eğitimin gerekliliği pek çok insan tarafından kabul edilmektedir. Bireylerin yaşam
boyu eğitim faaliyetlerine katılma ve sınıfların dışında eğitim alma imkânları gitgide
artmaktadır.
•E-Üniversitelerin kurulması ve internet yoluyla öğrenimin yaygınlaşmasıyla bilgi teknolojileri
eğitim sürecinin bir parçası hâline gelmektedir. Bilgisayar eğitimi almamış ve bu
teknolojilerden yararlanma imkânı olmamış kimselerin bir tür bilgi yoksulluğu ile
karşılaşmasından endişe edilmektedir.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
30
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Osmanlı devletinin eğitim medreselerle yapılırdı ve Osmanlının sosyal
yapısına uygun bir tarzdaydı. Ancak Cumhuriyetle birlikte bu kurumun
yapısı değiştirilmiş ve laik sisteme uygun hâle getirilmiştir.
Değerlendirme sorularını
sistemde ilgili ünite
başlığı altında yer alan
“bölüm sonu testi”
bölümünde etkileşimli
olarak
cevaplayabilirsiniz.
Parçadan ulaşılabilecek sonuç aşağıdakilerden hangisidir?
a) Sosyal kurumlar birbirleriyle bağlantılı olarak sosyal yapıyı oluşturur.
b) Sosyal kurumların niteliği ve işlevi toplumdan topluma aktarılır.
c) Sosyal kurumlar farklı hızda değişirler.
d) Sosyal kurumlar bireyin sosyalleşmesini sağlar.
e) Her sosyal yapı, kendine özgü kuramları oluşturur.
2.
Çağdaş eğitimde herkes mevcut olanaklardan yararlanır. Bu nedenle
demokratik toplumlar olarak fırsat eşitliği ilkelerine göre eğitim sistemi
oluşturmak gerekir.
Buna göre, aşağıdakilerden hangisi eğitimde eşitlik anlayışına uymaz?
a) Bireylere eğitimin en yukarı basamaklarına kadar gidebilme hakkını
sağlama
b) Bireyin özelliklerine uygun eğitim olanakları sağlama
c) Herkese eşit miktarda öğrenim imkanı sağlama
d) Bireylere ekonomik düzeylerine göre eğitim sağlama
e) Her çocuğa asgari öğrenim görme hakkı tanıma
3. Aşağıdakilerden hangisi eğitimin hedeflerinden biri değildir?
a) Kültüre, sanata katılımlı birey yetiştirme
b) Vatansever ve farklılıklara saygılı olma
c) Doğaya karşı sorumluluk duyma
d) Özgür bir insan olmasını sağlama
e) Sosyal adalete ve demokrasiye duyarlı olma
4. Eğitim sosyolojisi içerisinde yer alan bir görüşe göre sosya1 kuramlar belli
bir toplum gereksinmesini karşılayabilmek için var olur. İşte eğitim de
çağdaş toplumların gereksinmelerini akılcı çözümlerle karşılamak için
vardır.
Bu yaklaşım aşağıdakilerden hangisidir?
a) Etkileşimcilik
b) Yorumlayıcılık
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
31
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
c) İşlevselcilik
d) Çatışmacı yaklaşım
e) Bilgi sosyolojisi
5. Eğitim, toplumun değer verdiği ve içselleştirdiği davranış şekillerinin birey
tarafından edinilmesidir. Bu bağlamda birey olumlu davranış kazanmış
olmaktadır.
Aşağıdakilerden hangisi olumlu davranışla anlatılmak istenendir?
a) İyi davranış
b) Özgür davranış
c) Toplum beklentisine uygun davranış
d) Tahmin edilebilir davranış
e) Özgün davranış
Cevaplar: 1.E , 2.D , 3.D , 4.C , 5.C
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
32
Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim
YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR
Giddens, A.(2008). Sosyoloji. (Çev. Cemal Güzel). İstanbul: Kırmızı .
Özkalp, E. (2003). Sosyolojiye Giriş. Eskişehir: Anadolu Üniv.
Tolan, B. (2005). Sosyoloji. Ankara: Gazi .
Akyüz, H. (2008). Kurumlar Sosyolojisi. Ankara: Siyasal.
Akyüz, H. (2001). Eğitim Sosyolojisinin Temel Kavram ve Alanları. İstanbul: Milli
Eğitim Bakanlığı.
Tezcan, M. (1984). Sosyal ve Kültürel Değişme. Ankara: Ankara Üniv.
Illıch, I. (1985). Okulsuz Toplum. (Çev. T. Bedirhan Üstün) Ankara: Birey ve Toplum.
Berger, L. P. , Berger, B., & Kellner, H. (1985). Modernleşme ve Bilinç. (Çev. Cevdet
Cerit). İstanbul: Pınar.
Kongar, E.( 1985). Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği. İstanbul:
Remzi.
Hughes, H.S. (1985). Toplum ve Bilinç. (Çev. Güzin Özkan). İstanbul: Metis.
Bilhan, S. (1986). Eğitim Sosyolojisi. Ankara: Ankara Üni. Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi.
Başaran, İ. E. (1982). Örgütsel Davranışın Yönetimi. Ankara: Ankara Üni. Dil ve
Tarih Coğrafya Fakültesi .
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
33
Download