1 Kasım 2016 Sayı:4 - Halkın Hukuk Bürosu

advertisement
1 Kasım 2016 Sayı:4
adalet ve direniş
HALKIN HUKUK BÜROSU DAVASI GÖRÜLDÜ 3
2
sayfa
KHK’LAR KAPSAMINDA “DEVLET
MEMURLUĞUNDAN ÇIKARILMA”
5
BİREYSEL BAŞVURU YOLU
12
“CÜMLENİN MURADINI DÜNYADA CENNET” 18
“TÜRKİYE BİR HUKUK DEVLETİ” 20
LEİPZİG DURUŞMALARI
22
DELİ DELİ OLMAYIN,
ÖLMEZ HALKIN SANATÇISI
24
ROSENBERGLER DAVASI
26
KISSADAN HİSSE 30
Av. Oya ASLAN
Tarih 2013’ın başlarıydı. Ve Haziran’da halk daha şaha
kalkmamıştı. Ekmek, Adalet ve Özgürlük haykırışını AKP
halka yönelik saldırısı ile mayalıyordu. 18 Ocak 2013
tarihinde AKP’nin polisi alışkanlık olduğu üzere gece yarısı
operasyonlarına devam ediyordu. Gecenin geç ve yıldızsız bir
saatinde gelirler hep. Yine öyle gelmişlerdi. Halkın acılarını,
kahramanlıklarını, direnişini besteleyen sanatçıların, parasız
demokrat, özerk bir eğitim için mücadele eden öğrencilerin,
açlığa ve yoksulluğa, yozlaşmaya karşı mücadele eden
dernek çalışanlarının işyerleri, evleri, dernekleri, kurumları
basıldı. Bunlar arasında Çağdaş Hukukçular Derneği ile
Halkın Hukuk Bürosu çalışanı avukatlar da vardı. Hak ve
Adalet mücadelesinde gelenek yaratmışlardı.
Demişti ki : “Bir apartman dairesinde gecenin yarısında
avukatlar toplanıp 11 çelik kapı var orada ne iş görür? Bu
çelik kapıların arkasında acaba ne iş yapılıyor. Bu çelik kapılar
açılamıyor. Bu çelik kapılar açılmaya çalışılıyor. Açıklamayınca
ne yapacak güvenlik camdan giriyor. İçerde ne isterseniz var.
Yakılmak istenen evraklar, sahte kimlikler. Kim bunlar. İşini iyi
bilen avukatlar. Dışarıda da bazı avukatlar o avukatlarla ilgili
‘Onlara müdahale edilemez’ diyor. Hadi canım sende...”
HHB GÜNCESİ
kasım 2016 | sayı: 4
HALKIN HUKUK BÜROSU
DAVASI GÖRÜLDÜ
Oysa ortada ne 11 kapı vardı, ne söylediklerini doğrulayacak
tek bir belge, bilgi, kanıt, delil... Çamur at izi kalsın politikası.
İnanacak mutlaka bulunur. İnanlar bulunmuş mudur?
Bulunmuştur. Fakat devrimci avukatlık tarihinde az rastlanır bir
şeyi daha yaratmıştır bu. Devrimci avukatların en geniş kitleyle
sahiplenilişi. Yakalama ve gözaltı kararlarına karşı itirazlar,
Bu gece yarısı operasyonu ile saldırıya uğrayan “devrimci karşı çıkışlar, kararları tanımama tavırları, faşist kuralların
avukatlık geleneğiydi” aslolarak. Neden mi? Gelenek, geçmiş reddedilmesi ve kendi meşruluklarını kabul ettirmek...
ile gelecek arasındaki köprüdür. Köprünün sağlamlığı ve gücü
geleceğe dair inancı besler, geleceğin yolunu daha bir aydınlatır. GÖZALTILAR... TUTUKLAMALAR... GELENEĞİ BÜYÜTMENİN
Geçmiş ve gelecek arasındaki köprü kesilmelidir. Böylece HALKASI OLDULAR...
beklenen son gerçekleşemesin istiyorlar.
Bu operasyonda 16 avukat gözaltına alındı. Operasyonda 9
Evet yolumuzu kesmek ya da engellemekti hayalleri. avukat tutuklandı. 22 avukat hakkında dava açıldı.
Operasyonun sonuçları bu hayallerin kabus olma hikayesidir.
Yalanlar söylediler günlerce. Siyasi iktidarın en tepesindeki Avukatlar, siyasi davalara girmekle, müvekkillerinin cenazesini
adam, Başbakan diyorlardı adına, haftalık gündem toplantısında adli tıp kurumundan almakla, onların cenazesine katılmakla,
operasyonu meşrulaştırmaya çalıştı.
çeşitli basın açıklamalarına katılmakla suçlanıyorlardı.
3
sayfa
Suç : Avukatlık mesleğini hakkıyla yerine getirmek, hak
mücadelesi verenlere moral olmak, meşruluk bilincini
geliştirmek.
Mesleği icra ederken devrimci avukatların onur duyduğu ne
varsa suçlama konusu yapıldı.
adalet ve direniş
Duruşma günü geldiğinde bu avukatlar, onur duydukları
mesleklerini savundu, mevcut adalet sisteminin asıl işlevini,
güttüğü amacı, bu amacın yaşama geçirilmiş halini, geçmişten
bugüne nasıl kullanıldığını örneklerle anlattılar. Yargılanmak
yerine yargılayanlar oldular. “Suç”larını üstlendiler, kendileri
adına asaleten, halkları adına vekâleten söz aldılar ve
egemenlerin gasp ettiği, yok saymaya çalıştığı ya da çarpıttığı
haklardan vazgeçmeyeceklerini, hak ve adalet mücadelesini
anlattılar.
4
sayfa
Devrimci avukatlar hakkındaki ilk duruşma 24 Aralık 2013
tarihinde yapıldı. O ilk duruşmadan bugüne, tutuklu iken
ve tahliye olduklarında, mevcut hukuk sistemini eleştiriyor,
sistemin siyasi yönünü gösteriyor ve alternatifini anlatıyorlar.
Yargı, düzenin koruyucu kalkanıdır. Halk kalkanı görür, çoğu
zaman ise kalkanı tutanı görmez. O saklanan taraftadır. Devrimci
avukatlar görünenin dışındaki gerçeği göstermekle yükümlüdür.
Kalkanı tutanın meşruluğu yoktur, meşruluğunu propaganda
ve yalanla yaratmaya çalışır. Görünenin dışındaki gerçek, arzu
ettiğimiz gerçek değilse onu değiştireceğiz. Değiştirdikçe
özgürleşecek ve değiştirdikçe gerçek işlevimizi yerine
getireceğiz.
Halkın avukatları olarak her duruşmada mevcut iktidarla karşı
karşıya gelerek esasen ideolojik mücadele veriyoruz. Bunun
bir parçası olarak bir önceki celsede avukat arkadaşlarımızdan
bazıları adalet mücadelesini simgelemek için duruşmaya
giderken, katledilen çocukları temsil eden önlük giydiler.
Geçtiğimiz duruşmada ise müdafiliğin yasaklanmasını
protesto etmek için bir avukat arkadaşımız temsilen ağzını
kapattı. Adliye kapısında açıklama yapma yasağına karşı ise
adliye içinde açıklama yapıldı. Alkış ve sloganlarla uygulamalar
protesto edildi. Avukatın ağzının kapatılmayacağını, savunmanın
susturulamayacağını anlattık ve mücadelemizdeki kararlılığımızı
bir kez daha haykırmış olduk böylece.
Gözaltılarla, baskınlarla, tutuklamalarla halkın avukatlığını
yapmamızın
önüne
geçemediler,
başaramadılar,
başaramayacaklar. Halkın avukatlığını yapabilmek için son
nefesimize kadar direneceğiz. Gerek hapishanelerde, gerek
karakollarda, gerek adliyelerde gerekse de sokaklarda…
AKP faşizmi, 15
Temmuz darbe
girişimini fırsata
çevirerek halka
karşı başlattığı
savaşını
her
geçen daha da
büyütüyor.
15 Temmuz darbe
girişiminden sonra “darbeyi bastırdık, şimdi demokrasiyi
koruma zamanı” diyerek, “demokrasi şöleni” ilan ettiler.
“Yenikapı Ruhu” diyerek birçok kişi, kurum ve çevrenin
darbeye karşı duruşunu arkalarına aldılar. Sözünü ettikleri
“demokrasi şöleninin ne olduğunu anlamak uzun sürmedi.
Darbe dönemlerini aratmayan, hatta birçok bakımdan 12
Eylül darbe koşullarını geride bırakan bir yönetim anlayışını
adım adım egemen kılıyorlar. Bugün yaşanan durumun
en yalın ifadesi, 12 Eylül darbesiyle kurumsallaştırılan
faşizmin bugün bütün maskelerini indirip açık yüzünü
göstermiş olmasıdır.
söylediler. İlk
işleri devrimci,
demokrat
kurumlara,
tüm muhalif
kesimlere
saldırmak
oldu. Peş
peşe KHK’lar
çıkardılar,
parlamentarizmin kabesi olan meclisi de boşa çıkararak
ülkeyi KHK’larla yönetmeye başladılar. Binlerce gözaltı,
yüzlerce tutuklama yapıldı. KESK üyesi binlerce memur
meslekten ihraç edildi, muhalif akademisyenler işten
atıldı. Hapishaneler işkencehaneye çevrildi. Gazeteler,
televizyonlar kapatıldı, gazeteciler, yazarlar gözaltına
alındı, tutuklandı... Şimdi de derneklerimizi, bürolarımızı
kapatıyor, kapılarına mühür vuruyorlar. İyi bakın bu
tabloya! Bu tabloda demokrasiyi, özgürlükleri değil
darbeyi, 12 Eylülü, faşizmi göreceksiniz!
15 Temmuzdan bugüne yaşananları kısaca ifade etmek
gerekirse; darbeyi bastırmak için OHAL ilan ettiklerini
Bugün, yani 11 Kasım günü içişleri bakanlığı tarafından
370 derneğin faaliyetlerinin valiliklerce durdurulduğu
kasım 2016 | sayı: 4
HHB GÜNCESİ
İŞTE AKP İŞTE FAŞİZM!
5
sayfa
adalet ve direniş
açıklandı. Bu açıklamadan kısa bir süre sonra birçok
derneğin kapılarının mühürlenmeye başlandığı haberleri
gelmeye başladı. Bu dernekler arasında Çağdaş Hukukçular
Derneği ve Adalet Okulu Derneği de bulunuyordu.
Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Merkezi ve Ankara
Şubesinin kapısının mühürlenmesi sırasında dernek
üyesi meslektaşlarımız bu durumu sloganlarla protesto
ederken Adalet Okulu Derneği’nin ve Ankara Halkın
Hukuk Bürosu’nun bulunduğu binaya gelen polisler halkın
avukatlarının direnişiyle karşılaştılar. Saatlerce içeri girmeye
çalışan polisler Halkın Hukuk Bürosu avukatlarının ve onlara
desteğe gelen ÇHD üyesi avukatların direnişi karşısında
geri adım atıp kısa süreliğine büro önünden çekilirken,
bir süre sonra yeniden talimat alıp kapıyı kırarak girmeye
çalıştılar. Bu kez de halkın avukatlarının barikatına çarpan
polisler içeri girmek için uzun süre uğraştılar. Açıklamayı
yazdığımız sıralarda polis hala içeri girmeye çalışırken
meslektaşlarımız ise direnmeye devam ediyorlardı.
Bize bunun hukuki olduğuna söylüyorlar, “hukuk böyle, KHK
var, hukukun gereğini yapıyoruz, direnmeyin” diyorlar. Hayır,
direneceğiz! Sizin hukukunuzu tanımıyoruz! KHK’larınızı
tanımıyoruz! Sizin pespaye hukukunuzla değil direnerek
var olduk; direnerek, mücadele ederek, bedeller ödeyerek
bugünlere geldik. Yine direneceğiz! Çünkü bugünden
geriye bir yarına gidenler bir de yarınlar adına direnenler
kalacak! Yani biz kalacağız! Siz ise KHK’larınızla, pespaye
hukukunuzla tarihin çöplüğüne gideceksiniz!
PAŞALAR, BEYLER, SULTANLAR BİZDEN KORKMAKTA HAKLILAR
ONLAR OSMANLININ TORUNLARIYSA BİZLER;
“FERMAN PADİŞAHINSA DAĞLAR BİZİMDİR” DİYEN DADALOĞLU’NUN,
“BAĞLASALAR PARÇALARIM BENDİMİ, YATACAĞIM BİLSEM BİLE ZİNDANDA” DİYEN KOZANOĞLU’NUN,
DARAĞACINDA KENDİ İPİNİ ÇEKEN SEYİT RIZA’NIN TORUNLARIYIZ
BİZ KAZANACAĞIZ! ÇÜNKÜ BİZ HALKIZ VE HAKLIYIZ!
HALKIN HUKUK BÜROSU
6
sayfa
Stj. Av. Ahmet MANDACI
15 Temmuz süreci sonrası ilki 23 Temmuz’da çıkarılan
667 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile birlikte 29
Ekim’de çıkartılan 675 ve 676 sayılı KHK’larla toplam
10 KHK çıkartıldı. Bu yazımızda KHK’larla uygulanan
“Devlet Memurluğundan Çıkarılma”ya ilişkin örnek dilekçe
çalışmamızı sizinle paylaşıyoruz.
Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvurusu öncesi ilgili
işlemin ilgili KHK’ya da aykırı olduğu gerekçesiyle İdare
Mahkemesi’ne gidilmelidir. Söz konusu hukuki işlem Kanun
Hükmünde Kararname olduğu için Danıştay’a yapılacak ilk
başvurunun doğru olduğu kanaatindeyiz. Ayrıca İHAM’da
bu tür durumlarda iç hukuk yollarının tüketilmesi şartının
içinde sadece Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruyu
Şunu belirtmeliyiz ki işleyecek kanun yolu açısından yeterli görmemektedir. İdare Mahkemesi ve Danıştay yolları
avukatların büyük bölümünün kafasında onlarca soru da tüketilmelidir.
işareti var. İdare Mahkemesi’ne gidilmesi gerektiğini
savunan hukukçular olduğu gibi ilk başvurunun Anayasa Bu sayımızda öncelikle Danıştay’a başvurunun örneğini
Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru şeklinde yapılmasını sizinle paylaşmak istedik. Bir sonraki sayımızda Anayasa
doğru bulanlar da var. Hatta hukukun askıya alındığını bu Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru örneğini bir sonraki sayıda
sebeple iç hukukun tüketilmesi gerekmediğini ve Avrupa ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başvuru örneğini
İnsan Hakları Mahkemesi’ne doğrudan gidilebileceğini paylaşacağız. Faydalı olmasını dileriz.
düşünen meslektaşlarımız da var.
HUKUK KİTAPLIĞI
kasım 2016 | sayı: 4
KHK’LAR KAPSAMINDA
“DEVLET MEMURLUĞUNDAN
ÇIKARILMA”
İlgili KHK’ların iptali için Anayasa Mahkemesi’ne
başvurulamayacağı hükmü bireysel olarak hak ihlaline
uğradığını iddia eden kamu görevlisi açısından geçerli
değildir. Ancak KHK’nın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne
başvurulamaz, bireysel bir işlemin iptali için başvurulabilir.
Yani devlet memuru Anayasa Mahkemesi’ne bireysel
başvuruda bulunabilir.
7
sayfa
ÖRNEK DİLEKÇE :
İSTANBUL ADLİYESİ MUHABERE BÜROSU
-ARACIĞILIYLA
-DANIŞTAY BAŞKANLIĞI’NA
DAVACI………………………: H. A. ( TC No )
Adres : ……
VEKİLİ………………………… : Av. H.H.B
adalet ve direniş
Adres:…..
DAVALILAR………………….: 1- BAŞBAKANLIK
Çankaya Mah. Ziaur Rahman Cad. Çankaya/Ankara
2- MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI
Atatürk Bulvarı No: 98 Bakanlıklar/Ankara
DAVA KONUSU…………… :İstanbul İli Şişli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı olarak Şişli A.Z. İlk Öğretim okulunda
görev yapan davacının 672 sayılı KHK’nın Ekler başlıklı 1 sayılı liste-8 listesinin 14414 sayılı cetveli gerekçe gösterilerek
“devlet memurluğundan çıkarılmasına” ilişkin işlemin davacı yönünden iptaline, yoksun kaldığı parasal haklarının işlemin
tesis edildiği tarihten itibaren yasal faizi ile birlikte tazminine ve davanın duruşmalı olarak taleplerimizden ibarettir.
AÇIKLAMALAR………………:
Şişli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne bağlı olarak Şişli A.Z. ilköğretim okulunda öğretmen olarak görev yapan davacı,
01.09.2016 tarih ve 29818 sayılı resmi gazete(mükerrer) yayınlanan 672 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
EKLER başlıklı 1 sayılı liste-8 listesinin 14414 sayılı cetvel gerekçe gösterilerek devlet memurluğundan çkarılmış olup
672 sayılı Olağanüstü hal kapsamında kamu personeline ilişkin alınan tedbirlere dair kanun hükmünde kararname 1
sayılı liste-8 sayılı listede davacının ismine yer verilmiş, 01.09.2016 tarihinde Milli Eğitim Bkanlığı’nın 68898891905.03/29816 sayılı yazısı ile görevine son verilmiştir.
Davacı aynı zamanda Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK)e bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri (EĞİTİMSEN) üyesidir.
Davacı hakkında herhangi bir soruşturma yapılmadan ( usule uygun bir soruşturmacı atanmadan,ifadesi ve soruşturma
sonrası savunması alınmadan , verilen disiplin cezasına itiraz hakkı tanınmadan , itirazı yüksek disiplin kurunda
görüşülmeden) devlet memurluğundan çıkarılması , Devlet Memurları Disiplin Yönetmeliğine , 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununa , Danıştay kararlarına, Anayasa Mahkemesinin kazanılmış hakları hüküm altına alınan kararlarına
, Anayasaya , AİHM’in adil yargılanma ve hak ihlali yönündeki kararlarına aykırılık oluşturması ve dava konusu işlemle
maddi ve manevi zaraları oluşması nedeniyle dava açma zorunluluğu doğmuştur.
8
sayfa
1-DAVACI DEVLET MEMURLUĞU GÖREVİNİ KANUNLARA UYGUN VE BAŞARIYLA YERİNE GETİRMİŞTİR.
Davacı meslek hayatı boyunca bir terör örgütü ile bağı olduğuna ilişkin hakkında bir şikayet ya da başlatılmış bir soruşturma
dahi mevcut değildir. Davacı hakkında açılmış bir disiplin soruşturması veya ceza ceza kovuşturması olmaksızın , terör
örgütü ile bağlantısı olduğu iddiası ile hukuka aykırı işlem tesis edilmiş ve davacı meslekten ihraç edilmiştir.
657 DMK’nın 125. Ve devamı maddelerindeki disiplin hükümleri ile memurun meslekten çıkarılmasına karar verilebilir.
OHAL kanununda ve kararında OHAL devam ettiği sürece 657 sayılı DMK’daki disiplin hükümlerinin uygulanmayacağına
yönelik bir hüküm bulunmadığından , memuriyete son verilmesinde 657 sayılı DMK’nın disiplin hükümlerinin uygulanması
gerekmektedir. Anayasa, Uluslararası sözleşmeler ve 657 sayılı DMK’nın disiplin hükümleri yok sayılarak doğrudan KHK
hükmü ile devlet memurlarının görevine son verilmesi açıkça hukuka aykırıdır.
Anayasa’nın “ temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması” başlıklı 15. Maddesi gereğince ;
“Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak
ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
(Değişik: 7.5.2004-5170/2 md.)Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına,
maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar
geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.”
Bir başka ifadeyle olağanüstü hallerde dahi uluslararası sözleşmeler ihlal edilmeksizin temel hak ve özgürlükler
kısıtlanabilir ancak kimse, cezai ya da idari olarak suçluluğu kanıtlanmadan suçlu adledilemez ve bu nedenle hakkında
işlem tesis edilemez hükmü yer almaktadır.
Anayasanın olağanüstü hallerle ilgili düzenleme başlıklı 121. Maddesinin 2. Fıkrası gereğince ise ;
“119 uncu madde uyarınca ilân edilen olağanüstü hallerde vatandaşlar için getirilecek para, mal ve çalışma yükümlülükleri
ile olağanüstü hallerin her türü için ayrı ayrı geçerli olmak üzere, Anayasanın 15 inci maddesindeki ilkeler doğrultusunda
temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya nasıl durdurulacağı, halin gerektirdiği tedbirlerin nasıl ve ne suretle
alınacağı, kamu hizmeti görevlilerine ne gibi yetkiler verileceği, görevlilerin durumlarında ne gibi değişiklikler yapılacağı
ve olağanüstü yönetim usulleri, Olağanüstü Hal Kanununda düzenlenir.”
kasım 2016 | sayı: 4
2- YASAL MEVZUAT, DAVACININ 672 SAYILI OHAL KHK’SI İLE GÖREVİNE SON VERİLMESİNE CEVAZ VERMEMEKTEDİR.
Şeklindedir.Anayasanın 121. Maddesi incelendiğinde olağanüstü hallerde yurttaşlara getirelecek yükümlülükler , temel
hak ve özgürlüklerin nasıl sınırlandırılacağı OHAL kanununda düzenleneceği açıkça hüküm altına alınmıştır.
Kanun Hükmünde Kararnamelerin anayasal denetimi konusunda mevzuatta ve doktrinde herhangi bir itilaf
bulunmamaktadır. OHAL KHK’ları anayasal ve hukuksal denetime tabidir. Anayasa, kanunlar ve uluslararası mevzuat
yok sayılarak kanun hükmünde kararnameler tesis edilemez.
Aksine KHK’nın idareye verdiği yetkiye dayalı olarak tesis edilen her türlü hukuki işlem evrensel hukuk kuralarına ve idare
hukukuna uygun olmalı ve mevzuatı rafa kaldırmamalıdır. Anayasanın 121. Maddesinin açık ifadesinden anlaşılacağı
üzere, ohal koşullarında idari yargının hukuki denetimi her koşulda yapabileceği konusunda herhangi bir hukuki tartışma
yoktur.
3- DAVACININ KANUNDAN KAYNAKLANAN TÜM HAKLARI İHLAL EDİLEREK MEMURİYETİNE SON VERİLMİŞTİR.
9
sayfa
Davacı hakkında somut bir iddia bulunup bulunmadığını bilmemekle beraber , isnat edilen bir fiil var olduğu kabul
edildiğinde dahi tarafına SAVUNMA HAKKI tanınmamış, davacı suçlu ilan edilerek yargısız infazla görevine son verilmiştir.
Anayasanın 129. Maddesi 2. Fıkrası gereğince;
“Memurlar ve diğer kamu görevlileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları mensuplarına savunma hakkı tanınmadıkça disiplin cezası
verilemez.”
şeklinde düzenleme bulunmaktadır. Bu yönüyle Anayasanın 129. Maddesi ihlal edilmiştir.
657 sayılı kanunun “savunma hakkı” başlıklı 130. Maddesi gereğince;
“Devlet memuru hakkında savunması alınmadan disiplin cezası verilemez.
adalet ve direniş
Soruşturmayı yapanın veya yetkili disiplin kurulunun 7 günden az olmamak üzere verdiği süre içinde veya belirtilen bir
tarihte savunmasını yapmıyan memur, savunma hakkından vazgeçmiş sayılır.”
Şeklinde olup kanunun bu hükmü de ihlal edilmiştir.
Yine 657 sayılı kanunun “cezai kovuşturma ile disiplin kovuşturmasın bir arada yürütülmesi” başlıklı 131. Maddesi
gereğince;
“Aynı olaydan dolayı memur hakkında ceza mahkemesinde kovuşturmaya başlanmış olması, disiplin kovuşturmasını
geciktiremez.”
Şeklinde olup 657 sayılı kanunun 130. Ve 131. Maddeleri ve anayasa hükümleri dikkate alındığında devlet memurunun
görevine ancak ceza yargılaması veya disiplin soruşturması ve yargılaması sonucu son verilebileceğini göstermektedir. Bu
hükümleri de ihlal eden dava kanusu işlemin hukuka uyarlılığı bulunmamaktadır. OHAL kanununda ve OHAL kararında
da memurun görevine re’sen son verme yetkisi idareye tanınmamıştır.
Memur, memur olma koşullarını kaybederse veya memurluktan çıkartılmayı gerektiren bir disiplin suçu işlerse memurluktan
çıkartılabilir. Kısacası memur ceza mahkemesinde memurluğuna engel kesinleşmiş bir mahkeme kararı veya disiplin
yargılaması sonucunda memurluktan çıkarılmasına karar verilmesi halinde memurluğuna son verilebilir. Her iki durumda
da memura mutlaka savunma hakkı tanınmış olmalıdır.Ceza veya disiplin yargılaması dışında (memurluktan çekilmiş
sayılma halleri hariç) memurun memuriyetine son verilen tüm işlemler yasaya ve hukuka aykırıdır.
4- DAVACI HAKKINDA MAHKEME KARARI OLMAKSIZIN MEMURİYETİNE SON VERİLMESİ ADİL YARGILANMA HAKKININ
İHLALİDİR.
Davacının aleyhinde hiçbir yargılama yapılmadan , kesinleşmiş mahkeme kararı olmaksızın, idari soruşturma
başlatılmaksızın ve savunma hakkı tanınmaksızın davacının görevine son verilmesi anayasanın ve AİHS’nin 6. Maddesinde
düzünlenen adil yargılanma hakkının ihlali anlamını taşımaktadır.
AİHS’in 6. Maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“2. Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.
3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
10
sayfa
a) Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak;
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi
için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını
istemek;”
Davacıya tebliğ edilen yazıda “672 sayılı KHK uyarınca kamu görevinden çıkarıldığı”belirtilmiştir.Davacının sonradan
adının yer aldığı 672 sayılı KHK’nın “kamu personeline ilişkin tedbirler” başlıklı 2. Maddesinde ;
“1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan;
b) Ekli (2) sayılı listede yer alan kişiler Emniyet Genel Müdürlüğü teşkilatından, c) Ekli (3) sayılı listede yer alan kişiler Jandarma Genel Komutanlığı teşkilatından,
ç) Ekli (4) sayılı listede yer alan kişiler Sahil Güvenlik Komutanlığı teşkilatından,
başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır. Bu kişilere ayrıca herhangi bir tebligat yapılmaz. Haklarında ayrıca özel kanun
hükümlerine göre işlem tesis edilir.”
Şeklinde belirtilmiştir.Davacı, tarafına isnat edilen fiilleri kendisine yöneltilen suçlamanın niteliğini bilmemektedir.
Davacı hakkında memuriyetten çıkarma işlemi tesis edilmiş ancak davacıya kendisini savunma hakkı dahi verilmemiştir.
Üstelik dava konusu işlem tesis edildiği sırada davacı hakkında ne disiplin soruşturması ne de bir adli soruşturma
bulunmamaktadır.
Danıştay 12. Dairesinin 26.12.2006 tarihinde verdiği K.N:2006/6690 ve E.N:2003/3174 sayılı kararında;
kasım 2016 | sayı: 4
a) Ekli (1) sayılı listede yer alan kişiler kamu görevinden,
“Disiplin cezaları,kamu görevlilerinin mevzuata,çalışma düzenine,hizmetin gereklerine aykırı eylemlerine karşı düzenlenen
idari yaptırımlardır.Kamu hizmetlerinden sürekli uzaklaştırabilmek gibi ağır sonuçlara uzanan disiplin cezaları,ağırlığı ve
önemi sebebiyle Anayasanın 38. maddesindeki suç ve cezalara ilişkin kurallara tabi tutulmuşlardır.
Anayasa Mahkemesi birçok kararında disiplin cezalarını Anayasanın 38. maddesinde yer alan “suç ve cezalara ilişkin
genel esaslar” kapsamında değerlendirmiştir. Anayasa Mahkemesi 19.4.1988 günlü, E: 1987/16,K: 1988/8 sayılı
kararında; yönetsel yaptırımların yönetimin karar ve işlemlerinin denetiminin zorunlu olanlarından olduğunu, suç ve
cezaların Anayasaya uygun olarak yasayla konulabileceği, “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesi uyarınca bir hukuk
devletinde,ceza yaptırımına bağlanan her eylemin tanımının yapılması ve suçların kesin bir şekilde ortaya konulması
gerektiği,anılan ilkenin özünün yasanın ne tür eylemleri yasakladığının hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirtmesi
ve buna göre cezasının da yasayla saptanmasının zorunlu olduğunu vurgulamıştır.
Disiplin suçu işlediği usulüne uygun yapılan soruşturma ile belirlenen kamu görevlisinin işlediği disiplin suçunun
ilgili disiplin mevzuatının hangi disiplin kuralını ihlal ettiği açık bir şekilde ortaya konulmalı ve karşılığında yetkili
makamlarca o suç için öngörülen disiplin cezası ile cezalandırılmaları gerekir.Kamu görevlisinin “Hak arama
özgürlüğünü” kullanarak disiplin cezasının iptali istemiyle dava açması durumunda yapılacak yargılamanın “Adil yargılanma” ilkesine uygun bir şekilde yürütülebilmesi için “Eylemin ağırlığına göre cezalandırma” ilkesinin disiplin
11
sayfa
cezası verilmesi aşamasında gözetilmesi zorunludur.
Kamu görevlilerinin gerçekleştirdikleri eylemlerin,kamu hizmetlerinin yürütülmesinde yaratacağı olumsuzlukların
ağırlığına göre disiplin cezası verilmesi; diğer bir deyişle cezanın suç ile orantılı olması gerekmektedir. Orantılılığın
bir yandan kanunda suç tipi olarak belirlenmiş olan eylem ile buna karşılık verilecek ceza arasında adil bir dengenin
olması,benzer hukuksal değerleri korumaya yönelik suçlar için öngörülen cezalar arasında mantıklı bir dengenin
olması,diğer yandan ise hukuksal değerlerin hiyerarşik özelliğinin zorunlu bir sonucu olarak farklı hukuksal değerleri
koruyan suçlar için öngörülen cezalar arasında bir dengenin olması şeklinde sonuçları bulunmaktadır.
Kamu görevlisinin işlediği disiplin suçu karşılığında niteliği itibariyle o suç için öngörülenden daha ağır bir disiplin
cezası ile cezalandırılması durumunda “eylemin ağırlığına göre cezalandırma”,diğer bir deyişle “orantılılık” ilkesi ihlal
edilecektir.
adalet ve direniş
denilmiştir.
5- MASUMİYET KAİNESİ İHLAL EDİLMİŞTİR.
1982 Anayasasının 2. Maddesinde, Türkiye’nin bir hukuk devleti olduüu yazılıdır. Hukuk devleti ilkesine göre; yasama,
yürütme ve yargı gücünü kullanan organlar bu gücü yanlızca hukukun genel ilkeleri , anayasa ve kanunlar çerçevesinde
insan haysiyetini korumak, insan hakları ile temel hak ve hürriyetleri gerçekleştirmek, adaleti ve hukuk güvenliğini
sağlamak amacıyla kullanabilirler.Bu onların meşruluğunun temelini teşkil eder.Anayasa mahkemesi kararlarında da
hukuk devleti bu şekilde tanımlanmaktadır.
1982 Anayasası’nın 38. Maddesinin 4. Fıkrasında yer alan “suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu
sayılamaz” hükmü, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinde de bulunmaktadır.
AİHS’in 6/2. Maddesinde de;”Bir suç ile itham edilen herkes , suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz
sayılır” denilmektedir. Suçsuzluk karinesi, kişinin suçsuz olduğu varsayımı ile hareket edilmesini, mahkeme kararı
olmadan suçlu gibi davranılmasını engelleyen bir hakdır.
Davacı hakkında dava açılmamış olup, suçlu olduğu yönünde bir karar da verilmemiştir.Kişinin suçlu olup olmadığına
ancak adli makamlarca kavuşturma,soruşturma ve yargılama aşamaları sonrasında karar verebileceği gerçeği karşısında
davacıdan savunma istemey dahi gerek görülmeksizin memuriyetten çıkarılması , suçsuzluk karinesi ve hukuk devleti
ilkesinin ihlali anlamına gelip dava konusu işlem hukuka aykırıdır.
Anayasanın 121. Maddesinin 2. Fıkrası ;
“119 uncu madde uyarınca ilân edilen olağanüstü hallerde vatandaşlar için getirilecek para, mal ve çalışma yükümlülükleri
ile olağanüstü hallerin her türü için ayrı ayrı geçerli olmak üzere, Anayasanın 15 inci maddesindeki ilkeler doğrultusunda
temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya nasıl durdurulacağı, halin gerektirdiği tedbirlerin nasıl ve ne suretle
alınacağı, kamu hizmeti görevlilerine ne gibi yetkiler verileceği, görevlilerin durumlarında ne gibi değişiklikler yapılacağı
ve olağanüstü yönetim usulleri, Olağanüstü Hal Kanununda düzenlenir.”
Düzenlemesini içermektedir.
Anayasanın 121. Maddesi uyarınca yürürlüğe konulan ve 01.09.2016 tarih ve 29818 sayılı mükerrer resmi gazetede
12
sayfa
yayınlanan 672 sayılı olağanüstü hal kapsamında kamu personeline ilişkin alınan tedbirlere dair kanun hükmünde
kararname ile 20.07.2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü
hal kapsamında kamu personeline ilişkin bazı tedbirlerin alınması amaçlanmıştır.
Yukarıda yer alan hükümler çerçevesinde olağanüstü hal döneminde dahi idarelerce gerçekleştirilen işlemlerin
taraf olduğumuz uluslararası sözleşme hükümleri ile anayasada yer alan hükümler doğrultusunda gerçekleştirilmesi
gerekmektedir.
6- DAVACI PARASAL HAK KAYBINA UĞRAMIŞTIR.
Dava konusu işlemin , 657 sayılı yasaya, anayasaya, Avrupa İnsan Hakları sözleşmelerine ve hukukun genel ilkelerine
uyarlık göstermediği açıktır.
Davacı hak etmediği bir cezalandırma sürecine maruz bırakılarak, başarıyla yürüttüğü kamu görevi haksız bir şekilde
elinden alınmış, bir kamu çalışanına verilebilecek en ağır ceza ile czalandırılmış bulunmaktadır.
Yıllarca davalı idare bünyesinde verdiği hizmet yok sayılmış, boşlukta bırakılmıştır. ŞU ANDA EKONOMİK HAKLARININ
TAMAMINDAN YOKSUNDUR.YAŞAMINI İDARE ETMEK VE ASGARİ İHTİYAÇLARINI GİDEREBİLMEK İÇİN DAHİ
DÜZENLİ VE SÜREKLİ GELİRİ BULUNMAMAKTADIR.
Sağlık ve sosyal güvenlik hakkından mahrum edilen davacının hastalanması halinde tedavi ve ilaç giderlerini karşılayabilme
olanağı da elinden alınmıştır.Bu hukuk dışı süreç çok ağır şekilde mağduriyetine sebep olmuştur.Sadece davacı değil, ailesi de
maddi ve manevi yönden oldukça ağır şekilde cezalandırılmıştır.
Anayasanın Yargı yolu başlığını taşıyan 125/son maddesi: “idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle
yükümlüdür” amir hükmü uyarınca davacının yoksun kaldığı parasal haklarının yasal faiziyle ödenmesini gerekli kılmaktadır.
kasım 2016 | sayı: 4
Memuriyetten çıkarılma kararı sebebiyle , davacı davalı idare bünyesinde görev yaparken her ay aldığı maaşından yoksun bırakılmış,
parasal hak kaybına uğramıştır.
HUKUKİ SEBEPLER……………….:Anayasa, 657 sayılı DMK,uluslararası sözleşmeler ve mevzuat
HUKUKİ DELİLLER…………………:Dava konusu işlem,672 sayılı KHK vs her türlü delil
SONUÇ VE TALEP…………………:Yukarıda açıklanan ve re’sen gözetilecek nedenlerle;
Davalı idare bünyesinde öğretmen olarak görev yapan davacının 672 sayılı kanun hükmünde kararname (EKLER başlıklı
1 sayılı liste-8 listesinin 14414 sayılı cetvel) gerekçe gösterilecek devlet memurluğundan çıkarılmasına ilişkin işlemin
iptaline
Yoksun kaldığı mali haklarının işlemin tesis edildiği tarihten itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazminine
Yargılama giderleri ve avukatlık ücetinin davalı idareye yikletilmesine
Karar verilmesini vekâleten talep ederim.
Davacı Vekili
13
sayfa
adalet ve direniş
HUKUK KİTAPLIĞI
BİREYSEL BAŞVURU YOLU
Av. Ali ŞAFAK
Bireysel Başvurunun Tanımı
Bireysel başvuru, temel hak ve özgürlükleri kamu gücü tarafından ihlal edilen bireylerin başvurdukları olağanüstü bir
kanun yolu olarak tanımlanabilir.
Bireysel başvuru kurumu, farklı kapsamda uygulansa da, başlıca Federal Almanya’da, Avusturya’da, İspanya’da,
Macaristan’da, Polonya’da, Çek Cumhuriyeti’nde, Slovak Cumhuriyeti’nde, İsviçre’de, Belçika’da, Meksika’da, Brezilya’da,
Arjantin’de, diğer Latin Amerika ülkelerinde, Doğu Avrupa ülkelerinin çoğunda ve Güney Kore’de uygulanmaktadır.
Bireysel Başvurunun Özellikleri
1- Bireysel başvuru, temel hak ve özgürlükleri ihlal edilenlere, bu haklarını korumakla görevli olan mahkemelere başvurma
olanağı sağlayan bir dava türüdür.
2- Bireysel başvurunun amacı, olağan kanun yollarının bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin korunmasını
gerçekleştirememesi halinde, bu hak ve özgürlüklerin korunmasını sağlamaktır.
3- Bireysel başvurunun konusu, kamu gücüne dayanılarak yapılan işlem ya da eylemlerdir. Bireyler için bağlayıcı ve emredici
olmayan genel direktifler, kurum içinde bildirilen görüşler, bilirkişi raporları, yargısal tavsiye ya da öneriler gibi işlemler
bireysel başvuruya konu yapılamaz. Kamu kurum ve kuruluşlarının özel hukuk niteliği taşıyan eylem ya da işlemlerine karşı
bireysel başvuruda bulunulamaz.
14
sayfa
4- Bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiası öncelikle genel adalet
sistemi içinde çözüme kavuşturulması esastır. Hak ihlali iddiasının genel adalet sistemi içinde giderilememesi durumunda
bireysel başvuru yolu gündeme gelebilir. Bireysel başvuru bu özelliği ile ikincil nitelik taşımaktadır.
5- Bireysel başvuru, bir olağanüstü kanun yoludur. Bu yönü ile mevcut kanun yollarının devamı olmadığı gibi, ilk derece
mahkemeleri tarafından verilen kararların yargısal denetimini üstlenen İstinaf veya Yargıtay konun yolu da değildir. Bireysel
başvuruda, hukuki açıdan isabetli olsun ya da olmasın, kesinleşmiş olan yargı kararının bireyin temel hak ve özgürlüklerini
ihlal edip etmediğine; eğer bir ihlal varsa, bu ihlalin bireysel başvuru haricinde başka yollarla giderilip giderilmediğine
bakılır.1
ANAYASA MAHKEMESİNDE BİREYSEL BAŞVURU YOLU
Anayasa’nın 148. ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesine
göre “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek
Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine başvurabilir.”
BİREYSEL BAŞVURU ŞARTLARI
Taraf Ehliyeti
Hak ehliyetini haiz gerçek ve tüzel kişiler bireysel başvuru hakkına sahiptir. Bu bağlamda sadece vatandaşlar değil,
yabancılar ve vatansızlar da taraf ehliyetine sahiptir.
Özel hukuk tüzel kişileri, faaliyet alanlarına uygun olarak yararlanabildikleri eşitlik, mülkiyet hakkı, çalışma özgürlüğü, kanuni
yargıç ilkesi, örgütlenme özgürlüğü, hak arama özgürlüğü gibi hak ve özgürlükler bakımından taraf ehliyetine sahiptir.
Kamu tüzel kişilerinin, kamu gücünü kullanan taraf olmaları nedeniyle kural olarak taraf ehliyeti bulunmamaktadır;
ancak devletten kısmen bağımsız olan kuruluşların (üniversiteler, enstitüler, sanat ve meslek yüksekokulları, radyo,
televizyon vb.) taraf ehliyetini haiz olduğu kabul edilmelidir.
kasım 2016 | sayı: 4
5982 sayılı Yasa’nın 18. Maddesi ile Anayasa’nın 148. maddesi değiştirilmiş ve Anayasa Mahkemesinin görevleri arasına
bireysel başvuruların karara bağlanması da eklenmiştir.
Dava Ehliyeti
Medeni hakları kullanma ehliyetine sahip olan bütün gerçek ve tüzel kişiler dava ehliyetine sahiptir.
Bireysel Başvuruya Konu Edilebilecek İşlemler
Bireysel başvuru yoluna sadece kamu gücüne dayalı olarak gerçekleştirilen işlem ve eylemler nedeniyle başvurulabilir.
Kamu gücü en genel tanımıyla yasama, yürütme ve yargı organlarının işlem ve eylemlerinden oluşmaktadır.
6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin 3.Fıkrası uyarınca “yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan
bireysel başvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler
de bireysel başvurunun konusu olamaz”.
Bireysel Başvuruya Konu Olan Temel Hak ve Özgürlükler
Anayasa’da bireysel başvuru tanımlanırken Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden, AİHS
1
KILINÇ, s. 25
15
sayfa
adalet ve direniş
kapsamındakilerden bahsedilmiş, AİHS’e ek protokollere açıkça yer verilmemiştir. Anayasa’da öngörülmeyen bu konu,
6216 sayılı Kanun ile netlik kazanmıştır. Kanun’un 45. maddesinde “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel
hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki
herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir” denilerek bireysel
başvuruya konu yapılabilecek temel hak ve özgürlüklerin kapsamı belirlenmiştir. Bu bağlamda:
AİHS ve Türkiye’nin Taraf Olduğu Protokoller
Anayasa
Yaşam hakkı (m.2)
1
m.15/2; 17/1; 38/9
2
İşkence ve kötü muamele yasağı (m.3)
m.17
3
Kölelik ve zorla çalıştırma yasağı (m.4)
m.18
4
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı (m.5)
m.19
5
Adil yargılanma hakkı (m.6)
m.36; 38; 138-142
6
Suç ve cezaların kanuniliği (m.7)
m.15/2; 38/1
Özel yaşama, aile yaşamına, konut ve haberleşme özgürlüğüne saygı
7
m.20; 21; 22; 26/2
(m.8)
8
Düşünce, ifade, din ve vicdan özgürlüğü (m.9-10)
m.15/2; 24; 26; 10; 27-31; 32; 133
9
Örgütlenme ve toplantı özgürlüğü (m.11)
m.33, 34, 51, 53, 54, 68, 69
10
Evlenme ve aile kurma hakkı (m.12)
m.41
11
Etkili başvuru hakkı (m.13)
m.36-40
12
Ayrımcılık yasağı (m.14)
m.10
13
Mülkiyet hakkı (1.Ek Protokol m.1)
m.35; 46-47
35
14
Eğitim ve öğrenim hakkı (1.Ek Protokol m.2)
m.42
Serbest seçim hakkı (1.Ek Protokol m.3)
15
m.67; 75-79; 101-102,104
AİHS’de Yer Almayan ve Türkiye’nin Taraf Olmadığı 4, 7 ve 12
Anayasa
Nolu Protokollerde Yer Alan Haklar
Sözleşmeden doğan bir yükümlülük nedeniyle kişi özgürlüğünden yoksun bırakmama (4.Protokol, m.1)
1
2
Seyahat ve yerleşme özgürlüğü (4.Protokol, m.2)
3
Vatandaşların sınır dışı edilememesi ve ülkeye girişlerinin engellenememesi (4.Protokol, m.3)
4
Eşler arasında eşitlik (7.Protokol, m.5)
5
Yabancıların toplu sınır dışı edilme yasağı (4.Protokol, m.4)
6
Bir suçtan hüküm giyen kişinin üst mahkemeye başvurma hakkı (7.Protokol, m.2)
7
Haksız hüküm giyen kişiye tazminat hakkı (7.Protokol, m.3)
8
Aynı suçtan iki defa yargılanamama ve cezalandırılamama (7.Protokol, m.4)
m.38/8
m.23
m.23/6
m.41/1
m.16
m.36/1 ve
40/1
m.40/3
m.36/1 ve
38
İhlal Edildiği İddia Edilen Hakkın Doğrudan, Güncel ve Kişisel Nitelik Taşıması
Bireysel başvuruda bulunulabilmesi için kişinin bireysel başvuruya konu edilecek kamu gücüne dayalı işlem ya da eylem
nedeniyle kişisel olarak, doğrudan etkilenmesi ve etkilenen hakkının güncel bir hak olması gerekmektedir. Daha net bir
16
sayfa
ifade ile:
Bizatihi başvurucuya ait bir hakkın ihlali söz konusu olması,
İhlal edilen hakkın başka bir işlem ya da eylemle değil, doğrudan başvuruya konu olan işlem ya da eylem ile ihlal edilmiş
olması
Hak ihlaline neden olan yasa, işlem veya eylemin başvurunun yapıldığı anda yürürlükte (mer’i) olması
halinde güncel ve kişisel bir hakkın doğrudan ihlal edildiği söylenebilecektir.
Bireysel başvuruda bulunulabilmesi için kural olarak işlemle ilgili kanun yollarına başvurulmuş olması gerekmektedir.
Bu başvurunun, işlemin niteliğine göre ilgili kuruma, idareye ya da mahkemeye yapılması gerekir. Başvurucunun kasten
veya kendi hatası nedeniyle kanun yollarını tüketmemesi, bireysel başvuru hakkını kaybetmesi sonucunu doğuracaktır.
Kanun yollarının tüketilmiş olması koşulunun aşağıda belirtilen istisnai durumlarda aranmayacağı kabul edilmektedir:
Kanun yollarının tüketilmesinden bir sonuç alınması beklenmiyorsa,
Başvuruya konu olan normun esaslı anayasal sorunlar ortaya koyması ve mahkemenin kararının somut olay dışında
benzer birçok durumu aydınlatacak olması söz konusu ise,
Başvuruya konu edilecek işlemin derhal uygulanması nedeniyle ağır ve başka türlü giderilemeyecek bir zarar söz konusu
ise.
Hukuki Yarar Şartı
Bireysel başvuruda bulunabilmek için şikâyet hakkının varlığı tek başına yeterli olmamakta, başvurucunun dava açmakta
hukuki bir yararının bulunması da gerekmektedir.
kasım 2016 | sayı: 4
Kanun Yollarının Tüketilmiş Olması
Başvurunun Gerekçeli ve Yazılı Olarak Yapılması
6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin 3. fıkrasında başvuru dilekçesinde bulunması gereken hususlar belirtilirken
“Başvuru dilekçesinde başvurucunun ve varsa temsilcisinin kimlik ve adres bilgilerinin, işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle
ihlal edildiği ileri sürülen hak ve özgürlüğün ve dayanılan Anayasa hükümlerinin, ihlal gerekçelerinin, başvuru yollarının
tüketilmesine ilişkin aşamaların, başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarih ile
varsa uğranılan zararın belirtilmesi gerekir. Başvuru dilekçesine, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen
işlem veya kararların aslı ya da örneğinin ve harcın ödendiğine dair belgenin eklenmesi şarttır” denilerek başvurunun
gerekçeli ve yazılı olarak yapılması gerektiği de ifade edilmiştir.
Süre Koşulu
Bireysel başvurunun belli bir süre içinde yapılması gerekmektedir. Süre koşulu, 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin
5. Fıkrasında düzenlenmiştir. Söz konusu düzenlemeye göre“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği
tarihten; başvuruyolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuzgün içinde yapılması gerekir. Haklı bir
mazereti nedeniyle süresi içinde başvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren on beş gün içinde ve mazeretlerini
17
sayfa
belgeleyen delillerle birlikte başvurabilirler. Mahkeme, öncelikle başvurucunun mazeretinin geçerli görülüp görülmediğini
inceleyerek talebi Kabul veya reddeder.”
Başvuru Harcı
Bireysel başvuru hukuk sistemimizde harca tabi olarak yürütülmektedir. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin 2.
fıkrasında açıkça bireysel başvuruların harca tabi olduğu belirtilmiştir.
BİREYSEL BAŞVURULARIN İNCELENMESİ
Başvuru ve Önİnceleme
adalet ve direniş
6216 sayılı Kanun’un 47. Maddesinin 6.fıkrasında başvuru evrakında herhangi bir eksiklik bulunması hâlinde,
Mahkeme yazı işleri tarafından eksikliğin giderilmesi için başvurucu veya varsa vekiline onbeş günü geçmemek üzere bir
süre verileceği ve geçerli bir mazereti olmaksızın bu sürede eksikliğin tamamlanmaması durumunda başvurunun reddine
karar verileceğinin bildirileceği belirtilmiştir.
Kabul Edilebilirlik Aşaması
Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartlarının incelenmesi 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinde düzenlenmiştir.
göre:
Bireysel başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verilebilmesi için başvurunun 45 ila 47. maddelerde öngörülen
şartları taşıması gerekir (m. 48/1).
Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi
açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir (m. 48/2).
Kabul edilebilirlik incelemesi komisyonlarca yapılır. Kabul edilebilirlik şartlarını taşımadığına oybirliği ile karar verilen
başvurular hakkında, Kabul edilemezlik kararı verilir. Oybirliği sağlanamayan dosyalar bölümlere havale edilir (m. 48/3).
Kabul edilemezlik kararları kesindir ve ilgililere tebliğ edilir (48/4).
Kabul edilebilirlik şartları ve incelemesinin usul ve esasları ile ilgili diğer hususlar İç tüzükle düzenlenir (m. 48/5).
Esas Hakkındaki İnceleme
Esas hakkındaki inceleme, 6216 sayılı Kanun’un 49. Maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu düzenlemeye göre:
Kabul edilebilirliğine karar verilen bireysel başvuruların esas incelemesi bölümler tarafından yapılır (m. 49/1).
Bireysel başvurunun Kabul edilebilirliğine karar verilmesi hâlinde, başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
gönderilir. Adalet Bakanlığı gerekli gördüğü hâllerde görüşünü yazılı olarak Mahkemeye bildirir (m. 49/2).
Komisyonlar ve bölümler bireysel başvuruları incelerken bir temel hakkın ihlal edilip edilmediğine yönelik her türlü
araştırma ve incelemeyi yapabilir. Başvuruyla ilgili gerekli görülen bilgi, belge ve deliller ilgililerden istenir (m. 49/3).
18
sayfa
HAYATA DAİR
Mahkeme, incelemesini dosya üzerinden yapmakla birlikte, gerekli görürse duruşma yapılmasına da karar verebilir (m.
49/4).
Bölümler, esas inceleme aşamasında, başvurucunun temel haklarının korunması için zorunlu gördükleri tedbirlere resen
veya başvurucunun talebi üzerine karar verebilir. Tedbire karar verilmesi hâlinde, esas hakkındaki kararın en geç altı ay
içinde verilmesi gerekir. Aksi takdirde tedbir kararı kendiliğinden kalkar (m. 49/5).
Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip
edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz (m. 49/6).
Karar
Anayasa Mahkemesinin esas inceleme sonucunda vereceği kararlar 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinde düzenlenmiştir.
Söz konusu düzenlemeye göre:
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi
yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez (m. 50/1).
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden
yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir (m. 50/2).
kasım 2016 | sayı: 4
Bireysel başvuruların incelenmesinde, bu Kanun ve İçtüzükte hüküm bulunmayan hâllerde ilgili usul kanunlarının
bireysel başvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır (m. 49/7).
Bireysel başvuru, olağanüstü bir kanunyolu olması nedeniyle kamu gücü işleminin uygulanmasını durdurmaz. Söz
konusu kuralın istisnası ise 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin 5.fıkrasında düzenlenmiştir. Söz konusu düzenlemede
“Bölümler, esas inceleme aşamasında, başvurucunun temel haklarının korunması için zorunlu gördükleri tedbirlere
resen veya başvurucunun talebi üzerine karar verebilir. Tedbire karar verilmesi hâlinde, esas hakkındaki kararın en geç
altı ay içinde verilmesi gerekir. Aksi takdirde tedbir kararı kendiliğinden kalkar” denilerek Mahkemenin ihlale yol açan
kamu gücü işleminin uygulanmasının durdurulması dâhil temel hakların korunması için zorunlu gördüğü her türlü
tedbiri alabileceği belirtilmiştir.
Bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığı tespit edilen başvurucular aleyhine, yargılama giderlerinin dışında,
ayrıca iki bin Türk Lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasına hükmedilebilir.
19
sayfa
adalet ve direniş
KAVRAM
PUSULASI
CÜMLENİN MURADI DÜNYADA CENNET
Av. Engin GÖKOĞLU
Halkın haktan, hukuktan anladığı ile yasaları yapan ve
uygulayanların dili bir olmadığından halkımız bu hukuk
belasından çok çekegelmiştir; ki bu yüzden genelde bir
hukukçuya başvurma zorunluluğu doğduğunda arzuhalciden
mahkemeye giden yolda en kestirme ve sonuç alıcı yol ne
ise onu seçer. Talepleri sade ve açıktır. Gündelik hayatın
içindendir.
20
sayfa
Siz “Temerrüde düşürülmüşsünüz.” dersiniz, o “Borçtan
nasıl kurtulurum?” diye bakar, Siz “davada mütalaa
henüz verilmedi.” dersiniz, O “Yatarı kaç yıl?” der,
onun mahallesindeki gençlerin“arantısı” çıkar. Krediyle
bile konut alamaz ama bir çağrı kâğıdıyla mahkemeyi alır.
“Benim mahkemem var abi.” der içinizden “hayırlı olsun
kaça aldın(!)” demek geçer mi bilmem ama halkın ve
Zamanın birinde Kars Adliyesi’nde Ağır Ceza’nın Azeri
kökenli başkanı davanın sonunda kararı okur: “Oy balam,
sana beş yıl ağır hapis cezası verdik.” Sanık olan teyzemiz
şaşkınlıkla sorar; “Ee, balam şimdi ben ne yapacam?”
Başkan yine Azeri lehçesiyle sanığa cevap verir: “Şimdi
temyiz eylersin” Başkanın ne demek istediğini tam olarak
anlayamayan sanık, Azeri şivesiyle cevap verir: “Ben ne
temizleyecem? Nasıl pislettiysen öyle temizle.” Doğruya!
Teyzemiz haklıdır, düzenin bunca pisliğini teyze nasıl ve
neden temizlesin ki?
Avukat tutukluluğa itiraz eder. Dilekçesini dosyaya
bakacak hâkime sunar ve “Dosyayı okur musunuz?” der.
Hâkimşöyle bir göz gezdirir. «Eee okudum n’olmuş der”
kararını sonra vereceğini avukata söyler. Avukatın odadan
çıkmasının ardından dilekçenin üstüne “talebinin reddine”
yazıverir. Yandaki kâtibesine de “Zaten bütün avukatlar
müvekkillerinin suçsuz olduğuna inanırlar” der. İşte bu
ülkedeki yargılamalardan bir anekdottur yaşanan.
Egemenlerin gözünde bizler aptalız, tembeliz, kalın kafalıyız
ve korkağız. Onlara göre özünde durumumuz hak ettiğimiz
yeri gösteriyor. Her daim adaletsiz yasalar önünde divan
durmalı, secdeye varmalıyız. Eğer itaat edersek cenneti
kazanırız; eğer itaat etmezsek cehennemlerinde bizleri
yakarlar.
Aslında sanık sandalyesinde olmanız suçun gerçek
faili olduğunuz anlamına gelmez. Ki sistem sömürü ve
adaletsizlik üzerine kurulduğu için siz sadece suç üreten
düzenin cezalandırılan kurbanları olursunuz. Nerede nasıl
davrandığınız değildir mesele. Çünkü suç ve cezanızın
nerede başlayıp biteceğine yine suç üretenler ve onlar Seri olarak imal edilen egemenlerin yasaları, kendi gerçek
gücünü bilmemesi için halkın belleğini kısırlaştırmayı ve
adına hareket edenler karar verir.
yaratıcılığını öldürmeyi amaçlar. Ve ilk olarak uygulayıcıların
….Bir gün Üsküdar’da bir hırsızlık olur. Polis mağdur üzerinde denenir. Uygulayıcılar yalan söyledikçe burunları
kadına sorar: “Şüphelendiğiniz biri var mı?” der. Kadın, uzayan ama asla yüzleri kızarmayan, idrak ve muhakemeden
“Apartmanda komşularım var ama bilmiyorum. Dairemin yoksun kuklalardır.
kapısı zorlanmış ve girilmiş” der. Polis alt kata iner ve
yukarıdaki daireyle ilgili sorular sorar. Komşusu olan adam, Peki, Kendi kaderimizi gözleri bizleri görmemeye
“Valla ben su parasını almak için kapıyı çaldım” yanıtını ayarlanmış, cüzdanları dolu, kalpleri tahtadan olan bu
verir. ‘Çaldım› lafını duyan polis, adamı alır götürür. pinokyoların insafına mı bırakacağız? ASLA! Biz kararımızı
İfadesindeki ‘çaldım’ kelimesinin altını çizer, evrakları çoktan verdik, pazarlık olmaz ulu divanımızda diyoruz.
savcılığa gönderir. Altı çizili kelimeleri okuyan savcı sorar: Ve “cümlenin muradını dünyada cennet kılmak” için
“Polisteki ifaden doğru mu?” “Evet, Savcı Bey” cevabını düşüyoruz adalet yollarına…
kasım 2016 | sayı: 4
çocuklarının kavramları basit, sade ve bir o kadar da çözüm veren adam, tutuklamaya sevk edilir, yaptığı hırsızlığı itiraf
beklemektedir.
ettiği gerekçesiyle tutuklanır ve cezaevine gönderilir.
21
sayfa
adalet ve direniş
HAYATTAN ve
KİTAPTAN
“Türkiye Bir Hukuk Devleti”
Ülkemizde
yıllardır
duyduğumuz,
“Türkiye
bir
hukukdevletidir”, “masumiyet karinesi”, “adil yargılama
hakkı”… Özellikle egemenler tarafından tekrarlanıpduran
bu sözleri, önce iktidardaki belirliisimler söyler, ardından
burjuva medya tekrar eder.Öyle ki, ne hukukunu, ne
adaletini gören halkın, dilinekadar yerleşir bu kavramlar.
kişiye 40 kere ‘delisin’ deyince deliolur” derler. Bu da
öyle; devletin “hukuk devleti olmasıgerektiğine” inanmaya
başlıyor.
Faşizmin amacı da kabulüyaratmak. Oysa egemenler
istedikleri zaman kendi yaptıkları yasalarıihlal ederler.
İşlerine gelmediği zaman yasa hukuktanımazlar. Bu
“Bu nasıl bir hukuk devletidir?” diye yakınsa da devletin yalanlar da zaten halkı kandırmak için tekrarlanır durur.
“hukuk devleti” olabileceğinikabul etmektedir. Oysa Adalet Bakanlığı’nın insan hakları bilgi bankasında “Adil
gerçekte “hukuk devleti” diye bir devlet tanımı yoktur.Halk yargılanma hakkı” diye bir madde var. Bu madde;
arasında söylenen bir söz vardır:“Aşağıda yalan söyledim,
yukarıda kendim inandım”Faşizmin propagandası da öyledir. “1- Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyleilgili
Bir yalanı bıkmadan usanmadan gerçekmiş gibi tekrarlıyor. nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen
Her fırsatta tekrarlıyor. Halk,zerresini görmemesine rağmen suçlamalarkonusunda karar verecek olan, yasayla
kavram diline yerleşiyorve o da kullanmaya başlıyor. “Bir kurulmuşbağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından
22
sayfa
kasım 2016 | sayı: 4
davasınınmakul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık Ülkemizde “adil yargılamahakkı”nınkağıt üzerinde varlığı
olarakgörülmesini istemek hakkına sahiptir.
gerçekte o hakkın kullanıldığıanlamına gelmiyor. Bu
hakkın var olup olmadığısorun değil çünkü. İşte bakanlık
2- Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal bilgi bankasında yazmış,bu hak var. Adil yargılama ancak
olaraksabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.
adaletin olduğu yerde mümkündür. Ülkemizin, devletin
yönetim biçimi faşizmdir. Faşizmin olduğu yerde adalet
3- Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir:
yoktur.
a) Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedenindenen
Gözaltına aldığı kişilere “terörist yakaladık” diyeyargıya
kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarakhaberdar
teslim eden iktidar, sonra “masumiyet karinesi”nden niye
edilmek;
söz eder? Zaten hükmünü vermiş, teröristdemiştir. Hangi
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve mahkeme, hayır efendim terörist değillerdiyecek? Böyle bir
mahkeme yok.
kolaylıklara sahip olmak; ...” şeklinde devam ediyor…
23
sayfa
adalet ve direniş
HAYATTAN ve
KİTAPTAN
LEİPZİG DURUŞMALARI
Naim Feyzullah EMİNOĞLU
Hukuk Öğrencisi
Leipzig duruşmaları, Ernst Fischer’in 1946 yılında yazmış
olduğu, faşizmin hukukunun nasıl işlediğini anlatan
bir eser olarak karşımıza çıkmaktadır. Kitapta öncelikle
kurulan bir komplo anlatılmaktadır. Devamında ise
kurulan bu komplo ve sonrasında açılan mahkemelerdeki
yargılamalardan bahsedilmektedir. Göstermelik olarak
kurulan bu mahkemenin nasıl çaresiz kaldığı ve dosyanın
nasıl kapandığı bilgisiyle kitap sona ermektedir. Tabi
duruşma sırasında kullanılan ve tarihe geçen notlar da
kitapta yer almaktadır.
Kitap öncelikle bir durum tasviri yaparak başlar. Sene
1932 ‘dir. Yer Almanya. O yıllarda Almanya’da faşizmin
yükseliş yıllarıdır. Daha doğrusu Nazilerin iktidarı
demokrasicilik oyunuyla ele yeni geçirdiği yıllardır. Siyasi
atmosfer Nazilerden yanadır ancak Almanya’daki sol
sosyalist muhalefet tamamıyla bastırılamamıştır ve bu
durum Nazileri kara kara düşündürmektedir. Daha sonra
içişleri bakanı Goeringin aklına ‘mükemmel’ bir fikir gelir...
24
sayfa
Kitabın cümleleri ile durum şöyle anlatılır: “ ‘Evet budur’ bu
da protokole geçirildi. Ve böylelikle gece yarısına doğru örümcek
ağı gibi ince bir ‘komünist komplosu’ hazırlanmış oldu. İlk
anda zaten bu kadarını hazırlamak yeterdi, geri kalan bütün iş
propagandaya ve zorbalığa bırakılmıştı”
Planlanan bu komplo adım adım uygulamaya konur.
Öncelikle Alman Milli Meclisi olan Reichstag, Nazilerin
eliyle yakılır. Bu suç komünistlerin üzerine atılarak,
ülkedeki birçok kişi tutuklanarak hapse atılır. Devamında
ise göstermelik bir yargılama süreci başlar. Yargılama
göstermelik olduğu şundan anlaşılacaktır; yangından
hemen sonra 15 bin hakim ve savcı askeri kıyafetlerle
Hitlere selam dururlar. Propaganda Bakanı Gobbels’in
amacı ise bu yargılama ile komünistlerin aleyhine karalama
kampanyası başlatmaktır. Ancak işler sandığı gibi gitmez.
Açılan bu davanın sanıklarından olan Dimitrov mahkemeyi
adeta bir mücadele alanına çevirir ve bu yargılamalarda
faşizmin hukukunu mahkûm eder. Yargılanan değil de adeta
yargılayan olur. Dimitrov’un kendi cümleleri ile: yararlanılmalı yani konkre ithamlar konkre delillerle
G e r ç e k t e n
de
Dimitrov
söylediğini yapar
Faşizmi
bütün
dünyanın önünde
maskara eder ve
sonunda kendisi
beraat eder. Ve
Dimitrov
beraat
kararını
dahi
kabul
etmez.
Çünkü
faşizmin
mahkemesini
yargılarken sanık
pozisyonundan
çoktan çıkmıştır.
Kitapta yer alan
pratikler avukatlık
pratiği açısından
önemlidir. Şöyle
ki
günümüzde
avukatlar birçok
komplo dosyasıyla
ile karşılaşmakta.
Bu kitapta ise bir
komplo dosyasının
nasıl çökertildiği
anlatılmaktadır.
alaşağı edilmelidir”
Sonuç olarak özellikle Nazi Almanya’sı gibi
ikna etme yöntemiyle kurulmuş faşizm türünde
propaganda çok önemlidir. Bu durumun bir
ayağı ise komplo kurmak ve bunun sonucunda
yapılan yargılamalardır. Ülkemizdeki komplolar
üzerine kurulu dosyalara benzemesi açısından
ilginç bir dosyadır, Reichstag yangını davası.
Bir komplo dosyası dahi olsa avukatların bu tip
dosyalarda nasıl mücadele edebileceğini bir
sanık olarak göstermektedir Dimitrov bizlere.
Dolayısıyla faşizmin hüküm sürdüğü hallerde
dahi kararlı ve ısrarlı bir mücadele sonucunda
belli haklar kazanılabilecek ve halk yararına
kullanılabilecektir. Liepzig duruşmalarında bu
pratiğe yol gösterilmiştir adeta.
Son söz yerine, “Dimitrov kendi cesaret ve zekasıyla
Alman celladının yumruğunu defetti. Bütün dünya
özgürlüksever insanlar cephesi onu destekledi.
Ama onu canilerin elinden tamamıyla kurtaran güç
sosyalizmdi.”
kasım 2016 | sayı: 4
“Siyasi bakımdan yalnız iddianameyi değil,
düşmanın kendisini de
didiklemeye, onun
toplumun şuurunda
parçalamaya
ve
herkesin
önünde
maskaraya etmeye
karar vermiştim.”
“İthamın
ve
yürütülen davranışın
bütün
ayrıntıları
dikkatli bir biçimde tartılmalı,
her şey takip edilmeli, her şey göz önüne
alınmalı, davanın gösterdiği bütün olanaklardan
25
sayfa
adalet ve direniş
HAYATTAN ve
KİTAPTAN
26
sayfa
DELİ DELİ OLMAYIN,
ÖLMEZ HALKIN SANATÇISI
Av. Çiğdem AKBULUT
Halkın bağrından beslenecekleri
2014 yılında yaptığı bir televizyon
yerde iktidar gücünden medet
programındaki
konuşmasında
uman onca “aydın”dan ayrıydı
“Sanatçı dediğin andan itibaren;
yeri... Sözünü sakınmadı söyledi,
dünyaya bakışı, yaşamı, görüşleri,
çekinmeden sordu. 80’lerden bu
her şeyi politiktir. Bu politik düşünce
yana geçtiği işkencehaneler onu
hiçbir zaman gerici, muhafazakâr,
yıldırmadı, halkının yanında saf
tutucu bir politika değildir.” demişti.
tutmaktan alıkoyamadı. Yukarıdaki
Yaşamı boyunca da bu sözlerine sadık
sözleri, halkın çocuğu Berkin
kaldı. Halkı aydınlatma misyonunun
Elvan’ın katiline söylediği sözler,
farkında, gerçek bir sanatçı olarak
sorduğu sorular idi. Çünkü Tarık Akan, bir halk sanatçısıydı. sinema ekranlarına toplumsal adaletsizliği, yoksulluğu,
iş kazalarını, ezilen ve sömürülen halkları taşıdı. “Sürü”,
Hayatımıza 1970 yılında Ses dergisinin oyunculuk “Maden”, “Çark”, “Yol”, “Karartma Geceleri” filmleri Tarık
yarışmasında aldığı birincilikle girmişti.
70’li yıllar Akan’dan bize kalan halkı, sömürüyü, mücadeleyi anlatan
boyunca rol aldığı “Canım Kardeşim”, “Ah Nerede”, filmlerin başlıcalarıdır.
“Delisin” ve “Hababam Sınıfı” serileri başta olmak üzere
daha birçok, kimi zaman duygusal, kimi zaman eğlenceli, 2015 yılında katliam temasıyla ilkini düzenlediğimiz Adalet
kimi zaman acıklı ama hep hayatın içinden olan filmler ve Direniş Filmleri Festivali kapsamında Tarık Akan’ın
ile Türk Sinemasındaki yerini alması çok zaman almamıştı. senaryosunun yazımında da yer aldığı Muzaffer Hiçdurmaz
Artık sinemanın cici çocuğu, jönüydü. Halk onu o haliyle yönetmenliğindeki “Çark” filmini halkımızla yeniden
de elbette çok seviyor ve beğeniyordu, o da halkını bir o buluşturduk. Fabrika işçilerinin emek sömürüsü karşısında
kadar seviyordu. İşte bu sevgiden olacak ki, bizler onu direnişini anlatan bu tarihsel film, halkımıza adalet,
bugün yalnızca “jön” değil, halk sanatçısı olarak anıyoruz. mücadele ve direniş kavramlarını yeniden sorgulatmayı
Geçen yıl kendisinden aldığımız desteğin ve
bundan bağımsız bize kazandırdıklarının anısına
bu yılki festivalimizde hafızamızda yer edinmiş filmleriyle
yeniden Tarık Akan’ı konuk edeceğiz. “Maden”, “Karartma
Geceleri” ve “Deli Deli Olma” filmleri ile Tarık Akan Anısına
adayacağımız gösterimlerde onu anacağız. “Maden”
filmiyle devrimci bir maden işçisinin mücadelesini,
“Karartma Geceleri” ile sıkıyönetim koşullarındaki yaşam
mücadelesini O’nun aracılığıyla bir kez daha hatırlatmaya
çalışacağız.
Tarık Akan’ı sinema ekranında gördüğümüz son filmi “Deli
Deli Olma” da bu yıl festivalimiz kapsamında yer alacak. 93
Harbi sebebiyle Çar’ın Rusya’dan gönderdiği kavimlerden,
Kars’a yerleşen bir ailenin çocuğu Mişka (Tarık Akan) ile
köy halkının dayanışması, köyün hırçın ve kendisinden
nefret eden yaşlısı Popuç’un (Şerif Sezer) aksine Popuç’un
torunu Alma (Cemile Nihan Turhan) ile kurduğu “yürekten
dedelik” ilişkisi. Aslında Anadolu halkının güzelliğinin ve
halkların kardeşliğinin hikâyesi olan “Deli Deli Olma” ile
aramızda olacak Tarık Akan.
kasım 2016 | sayı: 4
amaçlayarak yola çıktığımız festivalimiz için
olmazsa olmazlar arasındaydı. Tarık Akan ne
yazık ki programındaki yoğunluğu sebebiyle
gösterimimiz ve akabindeki söyleşimize eşlik
edememiş ancak yanımızda ve destekçimiz
olduğunu bildirerek bize büyük bir onur vermişti.
“Bir sarmaşık olsaydım,
sıkıca tutunsaydım bir yere,
sökülüp atılmasaydım,
köklerimi salsaydım derinlere” diye söylemişti Deli Deli
Olma’ da.
Şimdi kim diyebilir ki ona kök salmadı diye? Tarık Akan halkın
aydını, halkın sanatçısı, bu halkın çocuğu olarak elbette
kök salmıştır değerlerimize. Aramızdan ayrılmasından
hemen önce 7 Eylül’ de Yılmaz Güney için düzenlenen
anma gecesine hastalığı sebebiyle telefonla bağlandığında
da söylediği gibi “Mücadele hiç bitmeyecek!”
Anısına saygıyla.
27
sayfa
adalet ve direniş
ROSENBERGLER DAVASI
28
sayfa
Julius bir mühendistir ve Genç Komünistler Birliği’nin
üyesidir. Avrupa’da faşizmin yükselişi ve Yahudi sorunu
üzerine araştırmalar yapmaktaydı. Sanayi Sendikası’nda
aktif bir militan olarak görev alıyordu. Ethel’le Julius 1939
yılında Yahudi geleneklerine göre evlendiler. Evlilikleri
boyunca sendikal faaliyetlerin içinde yer aldılar. Bundan
dolayı da sürekli işsizlik ve maddi sıkıntılarla boğuştular.
1943’te ilk çocukları Michael, 1947’de de Robby doğdu.
Bu dört kişilik aile iki odalı yoksul bir evin sadeliğinde
yaşamlarını sürdürdü. Ta ki, 1950 Temmuz ayına kadar.
İşte Julius ve EthelRosenberg, yalnızca parti üyesi ya da
ilerici olmanın bile “Sovyet casusu” damgası yemek için
yeterli olduğu böyle bir ortamın kurbanı olur. Ethel ve
Julius Rosenberg, FBI tarafından atom bombası sırlarını
Sovyetler Birliği’ne satmakla suçlanırlar.
McCarthy Dönemi; Hedef Sosyalistler: Bu komplonun üç
temel kahramanı vardı.
KlausFuchs, ingiliz bir fizikçi. b- Hary Gold, eski solcu
dönek bir kimyager. c- David Greenglass, eski solcu dönek
Bir Gecede ‘Ajan’ ilan Edildiler: 17 Temmuz sabahı bir fizikçi ve EthelRosenberg’in kardeşi.
uyandıklarında “Sovyet Ajanı Komünistler” oldukları ilan
Herşey, KlausFuchs’un, ingiliz gizli servisine başvurup
edildi. Ajanlık meselesini anlamadılar, çok da üzerinde
Sovyetler’e atom sırlarını sattığını itiraf etmesi ile başlar.
durmadılar önce, ciddiye almadılar, hatta komik buldular.
Fuchs, savaş sırasında atom bombası yapımında çalışan
Komünistlik konusunda ise zaten bir itirazları olamazdı,
ekiptendir. Amerikan hükümeti Fuchs’un “atom sırlarını”
belgeliydi, parti üyelik kartları vardı. 6 Ağustos 1945’de
tek başına çalamayacağını iddia eder. Sonuçta ucu
Hiroşima’ya atılan atom bombası korkunç bir kıyım
Rosenbergler’e kadar uzanan bir komplo kurulur. Önce
olduğu kadar, ABD’nin dünya hâkimiyetini simgeleyen
bir eski solcu bulunur: Harry Gold. Amerika’da ihanet
bir gelişmeydi. ABD, dışta halkları katlederek, içte büyük
yılları yaşanmaktadır. Birbirini ihbar eden edene, itiraflar
bir baskı ve korkutma ile imparatorluğunu inşa ediyordu.
diz boyudur. Gold’un itirafları sonunda EthelRosenberg’in
İmparatorluk, teknolojik gelişmenin bu “üstün ürünüyle”
kardeşi David Greenglass tutuklanır ve sorgusunun
elde ettiği tartışılmaz liderliğini ancak 4 yıl koruyabildi.
hemen ardından Julius Rosenberg tutuklanır. Rosenberg
1949’da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde ilk
tutuklandıktan bir süre sonra serbest bırakılır. FBI’ın
atom bombası yeraltı denemeleri başladı. ABD, artık “tek
yeni itirafçıları David Greenglass ve eşidir. İkna edilirler
bir düğmeye basma” tehdidiyle dünyayı avuçlarının içinde
ve itiraf ederler: “Atom bombası sırlarını Sovyetlere
tutabilme gücünü kaybetmişti.
veren komplocuların başı Julius ve Ethel Rosenberg”dir.
kasım 2016 | sayı: 4
Amerika’nın her köşesinde bombanın bilgilerini SSCB’ye
aktaran casus aranmaya başlandı. Aynı yıllarda “Soğuk
Savaş” başlıyordu. Komünizm fobisi bir virüs gibi
yayılıyordu. 1950’de başlayan Kore Savaşı, komünizme
karşı bir haçlı seferiydi. Ama savaş bir yanıyla da ABD’de
savaş karşıtı muhalefetin güçlenmesine yol açıyordu. Savaş
karşıtlarını bastıracak bir politika belirlemek gerekiyordu,
ilk adım, tarihe “komünist avcısı” olarak geçen Senatör
Joseph McCarthy’nin “Güvenliği Tehdit Eden 57 Milyon
205 Bin 81 Kişiyi Tespit Ettim” açıklamasıyla atıldı.
Ardından, sendikalarda, üniversitelerde, sinema ve
tiyatro endüstrisinde “komünistleri” ortaya çıkartmak için
geniş çaplı soruşturmalar açıldı. Soruşturmalarda suçlu
bulunanlar kara listeye alındı. Onları bekleyen işsizlik ve
sosyal tecritti. Atom bombası bilgilerinin çalınması olayı
McCarthy’ci hükümet için bulunmaz bir fırsat olarak
değerlendirildi. “Hayatı, Sovyet Rusya’ya karşı savaşla”
özdeşleşen anlayış, düşmanını belirlemişti. Hedef
sosyalistlerdi.
Rosenbergler Tutuklanıyor: Julius ve Ethel hızla bir
karabasanın içine sürükleniyordu. Julius 17 Temmuz
1950’de tutuklandı. Hemen ardından eşi için basın
açıklaması yapan Ethel hedef tahtasına oturtuldu. 11
Ağustos 1950’de, yüz bin dolar kefalet karşılığında
serbest bırakılmak üzere tutuklandı. Julius ve
EthelRosenberg’i, komünizme sempati duyan yüz
binlerce insandan ayıran, “atom bombası casusluğu
yaptıkları” iddiasıyla yargılanmalarına neden olan kimi
özellikleri vardı. Julius, teknik bilimlere hâkim bir
29
sayfa
adalet ve direniş
30
sayfa
mühendisti. Davanın kilit ismi, Ethel’in kardeşi David
Greenglass, 1944-1945 yılları arasında, Manhatton
Projesi olarak bilinen atom bombası projesinin geliştirildiği Los Alamos’ta askerlik yapıyordu. Terhis
olurken uranyum ve bir takım teknik araçları çalarken
yakalanmıştı. Greenglass, ortaya çıkan iki ifade sonucu
tutuklandı. Manhatton Projesi’nde çalışan bir bilim
adamı KlausFuchs, atom bombası bilgilerini Raymond
adıyla bildiği bir Rus ajanına verdiğini (1950 fiubatı’nda)
itiraf etti. Üç ay sonra,
Raymond’un kimyager
Harry Gold olduğu
belirlendi. Tutuklanan
Gold, belgeleri aldığı
kişinin ismini bilmediğini,
ancak karısının adının
Ruth “olabileceğini”
polis ifadesinde
belirtti. Greenglass’a
bu açıklamayla
ulaşıldı. Greenglass
verdiği ilk ifadede
Julius Rosenberg’i suç
ortağı olarak gösterdi.
Rosenbergler’in ilk
mahkemesi 6 Mart
1951’de yapıldı. Hâkim
IrvingKaufmann’ın baş- kanlık ettiği yargılama süreci
bir komploya dönüştü. Ethel’in kardeşi Greenglass,
mahkemede, Julius’un atom bombası bilgilerini almak
üzere Gold’u gönderdiğini söyledi. Karısı Ruth’la
paralel ifade veren Greenglass, EthelRosenberg’in de
Ruslarla yapılan bağlantıları kaleme aldığını öne sürdü.
Rosenbergler’in avukatı EmmanuelBloch, Greenglass’in
cezaevinde kaldığı sürece, özel bir yerde tutularak,
Rosenbergler aleyhine ifade hazırladığını iddia eder.
Casusluk davasının bir başka sanığı Harry Gold, ilk
ifadesini değiştirerek Rosenbergler’i zan altında bırakacak
açıklamalarda bulunur.
50 Yıl Sonra itiraf 50 yıl sonra Rosenbergler davasının
baş tanığı Ethel’in kardeşi David Greenglass, yalan ifade
verdiğini, New York Times Gazetesi’nin editörlerinden
Sam Roberts’ın “TheBrother” adlı yeni kitabında ve CBS
Televizyonu’nun 6 Aralık 2001 tarihinde yayınlanan “60
Dakika” programında itiraf etti. Karısı Ruth ile birlikte
mahkum edilmekten korktuğunu, daha sonra McCarthy’nin
yardımcısı olan savcı RoyCohn’un yalan söylemesi için
kendisini cesaretlendirdiğini anlatan Greenglass, davanın
zaman zaman aklına
geldiğini, o zaman da
karısının “Bak, biz hala
hayattayız”
dediğini
anlattı.
Greenglass,
Rosenbergler’in
ölümünden
sorumlu
olup olmadığı sorusuna
da “evet” cevabını verdi.
gelindi. Rosenbergler’in
gösterdiği hiçbir delil
incelenmedi,
hiçbir
tanık dinlenmek için
mahkemeye çağırılmadı.
Tanık
ifadelerindeki
aleni yalanların üzerine
gidilmedi. Antikomünist
propagandanın yargıçlar
aracı- lığıyla yürütüldüğü duruşmalar 14 gün sürdü.
Sürekli antikomünist mücadeleye vurgu yapan mahkeme
Rosenbergler’i ölüm cezasına çarptırdı. Verilen kararın
adaletsizliği, davayı takip eden dünya kamuoyunda ve
ABD’de büyük yankı uyandırdı. Uluslararası düzeyde
yürütülen kampanyayla, Rosenbergler’in “yasal” linci
engellenmeye çalışıldı ama cinayete odaklanmış mahkeme
çemberi kırılamadı. Yine de, muhalefetin gücü karşısında
hükü- met siyasi manevralar yapmak zorunda kaldı.
Hapishaneler müdürü James Bennett’i Ethel’le görüşmeye
yolladı. Bennett, “işbirliğine yanaşmaları ve suçlamaları
kabul etmeleri durumunda idam kararının yeniden
gözden geçirileceğini” iletti. Ancak Ethel, dava boyunca
Hakkım Olan Adaleti İstiyorum: Rosenbergler komünist takındıkları tutumdan ve suçsuz olduklarını söylemekten
kimliklerine her defasında sahip çıkarak, suçlamaları vazgeçmedi. Bennett’e şu sözlerle karşılık verdi: “Elektrikli
şiddetle reddettiler. Duruşmalarda gerçekler görmezlikten sandalyeden korkmuyorum. Bir yurttaş olarak hakkım olan
Ethel’in kardeşi David Greenglass’tan geldi. Greenglass
idama yol açan ifadesinin yalan olduğunu itiraf etti.
Her iki sosyalist de asılır, aradan elli yıl geçer ve ikna
edilen ve itirafçı yapılan kardeş konuşur: “Kullanıldım,
artık vicdanımın kaldırmıyor bunu. Bunu yapmazsam
İnfaz günü olarak belirlenen 18 Haziran 1953’te hapishanede çürüteceklerdi beni” der. Bir kardeş, bir
Rosenbergler’e son teklif götürüldü. Sabaha kadar itirafçı ve bir kişiliksiz pişman.
Washington’a telefon açarak affedilmelerini isterlerse
çocuklarına kavuşacaklardı. Çocukları Robby 6, Michael Aradan yarım yüzyıl geçtiği halde ne yöntemler ne
ise 10 yaşındaydı ve Amerikan faşizmi Rosenbergler’i gerekçe değişmemiştir egemenler için. Melih Cevdet
en hassas yerlerinden vurmak istiyor, onları ölümle Anday Türkiye’den ses verir bukomploya ve çağrı yapar
yaşam arasında tercih yaptırarak, itaate zorluyordu. halka,Rosenbergler’e sahip çıkılmasıiçin…
Rosenbergler’in tavrı bir anne ve babanın vakurluğunda ve
bir militanın kararlığındaydı: “Ya suçsuzluğumuza inanan Rahat döşeklerinizde yatıyorsunuz, bakın döşeğin
onca insan, onlar da bizim çocuklarımız değil mi? Onlara utandığını göreceksiniz’ der bunun öfkesini içinde
ihanet etmeyeceğiz.” Ve Washington’a telefon edilmedi. duyumsamayanlara…
Rosenbergler 19 Haziran 1953’te, evlilik yıldönümlerinde
‘Bir çift güvercin havalansa
Sing Sing Hapishanesi’nde elektrikli sandalyede idam
Yanık yanık koksa karanfil
edildiler. 1966’da yani aradan on üç yıl geçtikten sonra,
değil bu anılacak şey değil
atom bombasının mimarı Philip Morrison, Rosenbergler
davasında “mahkemeye sunulan ‘bomba nasıl yapılır’
apansız geliyor aklıma
planının, çok kötü bir karikatür olduğu ve bu taslağın ele
Sevdiğim çiçek adları gibi
vereceği tek sırrın, sadece böyle bir bombanın yapılabilir
sevdiğim sokak adları gibi
OLDU⁄U” şeklinde açıklama yaptı. Bu da zaten Hiroşima’da
1945 yılında kanıtlanmıştı. Yani bilirkişiler, mahkeme,
sevdiklerimin adları gibi
herkes yalan söyledi. Evet bir plan vardı ama bu sadece bir
adınız geliyor aklıma.
atom bombasının nasıl yapılacağını anlatıyordu ve zaten
Rahat döşeklerin utanması bundan
1945’den beri biliniyordu, yeni bir şey yoktu. Çok daha
sarsıcı bir açıklama yaklaşık 50 yıl sonra 2001 yılında
apansız geliyorsunuz aklıma’
kasım 2016 | sayı: 4
adaleti istiyorum. Adalet istemekte ısrarlı olacağım. Adalet
istemek yerine aşağılık bir pazarlığı, küçülmeyi kabul ederek,
gittikçe daha sık uygulanır hale gelen antidemokratik, polis
devleti yöntemlerine de ortak olmayacağız...”
31
sayfa
adalet ve direniş
Halkın Ekmeği
Bilin: Halkın ekmeğidir adalet.
bakarsınız bol olur bu ekmek,
bakarsınız kıt,
bakarsınız doyum olmaz tadına,
bakarsınız berbat.
Azaldı mı ekmek,başlar açlık,
bozuldumu tadı,başlar hoşnutsuzluk boy atmaya.
Bozuk adalet yeter artık!
Acemi ellerle yuğurulan,iyi pişirilmemiş adalet yeter!
Yeter katıksız,kara kabuklu adalet!
Dura dura bayatlayan adalet yeter!
Bolsa insanın önünde ekmek,lezzetliyse,
gözler öbür yiyeceklere yumulsada olur.
Ama her şey bollaşmaz ki birdenbire...
Bilirsiniz,nasıl bolluk doğurur ekmek:
Adaletin ekmeğiyle beslene beslene.
Ekmek her gün nasıl gerekliyse nasıl,
adalet de gerekli her gün,
hem o,günde bir çok kez gerekli.
Sabahtan akşama dek,iş yerinde,eğlencede,
hele çalışırken canla başla,
kederliyken, sevinçliyken,
halkın ihtiyacı var pişkin, bol ekmeğe,
günlük, has ekmeğine adaletin.
madem adaletin ekmeği bu kadar önemli,
onu kim pişirmeli, dostlar, söyleyin?
Öteki ekmeği kim pişiren?
Adaletin ekmeğini de
kendisi pişirmeli halkın,
gündelik ekmek gibi.
Bol,pişkin,verimli.
Bertolt Brecht
32
sayfa
alabildiğine uzanan otobüs kuyrukları süslüyor
iş çıkışlarımızı...
kasım 2016 | sayı: 4
Plazaların aralarından doğuyor artık güneş
​kalabalıklaştıkça yalnızlaşıyoruz..
aklıma geliyor
otobüs camına çarpıp duran başım;
bu dünyada
hep aynı insanlar öldürülüyor...
Av. Aydın Sunelcan
33
sayfa
Download