dopatk normokalsürk rekürren ürner sstem kalsyum taşlı hastalarda

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
BAKIRKÖY DR. SADİ KONUK
EĞİTİM ve ARAŞTIRMA HASTANESİ
ÜROLOJİ KLİNİĞİ
Klinik Şefi: Prof. Dr. Ali İhsan TAŞÇI
İDİOPATİK NORMOKALSİÜRİK REKÜRREN ÜRİNER SİSTEM
KALSİYUM TAŞLI HASTALARDA POTASYUM SİTRAT TEDAVİSİNİN
KEMİK MİNERAL DANSİTESİ ÜZERİNE ETKİSİ
(KLİNİK ÇALIŞMA)
UZMANLIK TEZİ
Dr. Bedi ÖZBAY
İSTANBUL-2008
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
BAKIRKÖY DR. SADİ KONUK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
ÜROLOJİ KLİNİĞİ
İDİOPATİK NORMOKALSİÜRİK REKÜRREN ÜRİNER SİSTEM
KALSİYUM TAŞLI HASTALARDA POTASYUM SİTRAT TEDAVİSİNİN
KEMİK MİNERAL DANSİTESİ ÜZERİNE ETKİSİ
(KLİNİK ÇALIŞMA)
UZMANLIK TEZİ
Dr. Bedi ÖZBAY
İSTANBUL-2008
TEŞEKKÜR
Asistanlık eğitimim boyunca bilgi ve deneyimlerinden yararlanma fırsatı bulduğum, her
konuda desteğini bizlerden hiç esirgemeyen, her konuda çok şey öğrendiğim, klinik şefimiz sayın
Prof. Dr. Ali İhsan Taşçı’ya, tez çalışmamda olduğu gibi, her konuda destek ve katkılarını
esirgemeyen Op.Dr. Volkan Tuğcu’ya teşekkür ederim.
İhtisas sürem boyunca tüm bildiklerini benimle paylaşan, yetişmemde emeği geçen
kliniğimiz uzmanlarından Op.Dr. Turgay Seymen, Op.Dr.Nadir Kalfazade, Op.Dr.Necati Gürbüz
ve Op.Dr.Ekrem Güner’e, asistanlığımın ilk senelerinde birlikte çalıştığımız Op.Dr. Mahmut
Yetkin, Op.Dr. Ali Rıza Sığırcı, Op.Dr. Murat Dinçer ve Op.Dr. Hakan Moralı teşekkürlerimi
sunarım.
Yine ihtisas sürem boyunca beraber çalışmaktan büyük zevk duyduğum asistan
arkadaşlarım Dr. Muzaffer Baş, Dr. Selçuk Şahin, Dr. Serdar Karadağ, Dr. Eray Kemahlı, Dr.
Bekir Aras, Dr. Selim Taş, Dr. Hakan Polat, Dr. Ernis Su, Dr. Alper Bitkin, Dr.Bircan Mutlu ve
Dr. Erkan Sönmezay’a teşekkür ederim.
Ayrıca ihtisas sürem boyunca yardım ve güleryüzlerini esirgemeyen başta sorumlu
hemşiremiz Şennur Çavdar olmak üzere tüm klinik ve ameliyathane çalışanlarına teşekkür
ederim.
Dr. Bedi ÖZBAY
2008
İÇİNDEKİLER
Sayfa No
1- GİRİŞ VE AMAÇ
1
2- GENEL BİLGİLER
3
3- MATERYAL VE METOD
49
4- BULGULAR
51
5- SONUÇLAR
55
6- TARTIŞMA
56
7- ÖZET
61
8- KAYNAKLAR
64
1. GİRİŞ VE AMAÇ
Üriner sistem taş hastalığı, modern toplumları etkileyen en sık hastalıklardan birisi olup
ciddi kaynak harcanmasına neden olmaktadır. Bunu önlemek amacıyla medikal profilaktik
tedavilerin geliştirilmesi önemlidir (1). Ülkemiz bu hastalığın prevalansının ve nüks oranlarının
yüksek olduğu bir ülkedir. Dolayısıyla ülkemiz için önemli bir sağlık sorunudur (2,3).
Üriner sistem taş hastalığı, vücutta çoğul sisteme etkili olup, bu hastalıkta yapılan tıbbi
değerlendirmenin ve tedavinin hedefi olası metabolik hastalığı belirlemek, yeni taş oluşumunu
engellemek ve böbrek işlevi korunurken taşa bağlı morbiditeyi de önlemek olmalıdır (4).
Literatürde üriner sistem taşlı hastalarda kemik mineral dansitesi (KMD)’nin normal
insanlara göre daha düşük olduğuna dair bilgiler vardır. İlk kez 1976'da üriner sistem taşı olan
hastalarda radiustan yapılan ölçümlerde mineral kaybı olduğu bildirilmiştir (5). Daha sonraları
renal hiperkalsiürili taş hastalarında I-125 foton absorbsiyometrisi ile yapılan ölçümlerde KMD
ölçümleri düşük bulunmuştur (6,7). Öte yandan son yıllarda dual-enerji X-ray absorbsiyometri
(DEXA) ile yapılan çalışmalarda idiopatik hiperkalsiürili taş hastalarında KMD düşük
bulunmuştur (4,8-12). Bunun devamında yapılan çalışmalarda üriner sistem kalsiyum taşlı
hastalarda osteopeninin oluşması için hiperkalsiürinin şart olmadığı bildirilmiştir (13,14). Ayrıca
idiopatik kalsiyum oksalat taşlı hastalarda kemik kaybının en sık ekstrarenal komplikasyon
olduğu bildirilmiştir (15). Literatürü gözden geçirdiğimizde üriner sistem taşlı hastalarda KMD
düşüklüğü (osteopeni) oranı genel olarak %10 olarak tahmin edilmektedir (5,6,9).
Genel olarak osteopeni, kemik yapımı ve yıkımı arasındaki dengesizlikten ortaya
çıkmaktadır (16). Kalsiyum taşı olan hastalarda da osteopeni, kemik yapımı ve yıkımı arasındaki
dengesizlikten kaynaklanabilir (17).
İdiopatik üriner sistem kalsiyum taşlı hastalardaki kemik kaybının patogenezi tam olarak
aydınlatılamamıştır. Ancak bu düşüklükten, genetik yatkınlık ve diyet gibi faktörlerin sorumlu
olabileceği ileri sürülmüştür. (4,18,19). Kalsiyumdan fakir ve sodyum ile proteinden zengin diyet
alımı kemik kaybına neden olan faktörler olarak suçlanmıştır (20-23). Özellikle proteinden
zengin diyet alımı; renal kalsiyum atılımında artış, artmış asit yükü ve kemik rezorpsiyonuna
neden olan IL-1, IL-6 ve TNF-α gibi sitokinlerin ve prostaglandinlerin salınımı yoluyla
kemiklerden mineral mobilizasyonuna neden olduğu saptanmıştır (21,24-26). Kemik mineralleri
bir baz tamponu olarak fonksiyon göstererek diyetle alınan asit yükünü tamponlamakta ve bu
nedenle kemikte kademeli ve kümülatif bir kayıp ortaya çıkmaktadır (27).
Pratikte hiperkalsiürik taşlı hastalarda sıklıkla ve normokalsiürik hastalarda da bazen
kalsiyumdan fakir diyet önerilmektedir (28). İdiopatik üriner sistem taşlı hastalarda 1 yıl süreyle
düşük kalsiyum diyeti alanlarda kemik mineralizasyonunda azalma olduğu bildirilmiştir (29).
Benzer bir çalışmada da 2-8 yıl süreyle kalsiyumdan fakir diyet alan hastalarda lomber
vertebralarda ve tibial epifizlerde anlamlı ölçüde mineralizasyon kaybı olduğu bildirilmiştir (30).
Normokalsiürik idiopatik üriner sistem taşlı hastalarda KMD'nin normal bulunduğu
çalışmalara (8-11) karşın, yapılan başka çalışmalarda total KMD ölçümlerinde tibial bölgede
hafif derecede mineral kaybı olduğu bildirilmiştir (29).
Günümüzde üriner sistem taş hastalığının ideal tedavisi sadece taş oluşumunu önlemekle
kalmamalı ayrıca kemik mineral yoğunluğundaki azalmayı da engellemelidir (31). Osteoporozun
tedavisi ise gelişmeden önce önlenmesinde yatmaktadır. Kemik yıkım oranını azaltmak için,
alkali ürünü olan bir diyet değerli olabilir. Potasyum ve magnezyum tampon etkisi olabilecek iki
madde olup, meyve ve sebzeler dahil rafine olmayan değişik besinlerde bulunabilmektedir
(32,33).
Rekürren üriner sistem kalsiyum taşlı hastalarda, yeni taş oluşumunu önlemek için
sodyum potasyum sitrat, potasyum sitrat, sodyum sitrat, potasyum magnezyum sitrat, potasyum
bikarbonat ve sodyum bikarbonat gibi alkalileştirici ajanlar kullanılmıştır. Bunların içinde en çok
kullanılan ajan potasyum sitrat olup, taş rekürrensini anlamlı ölçüde azalttığı gösterilmiştir (3437).
Ayrıca potasyum sitratın kemik üzerine koruyucu etkisi gösterilmiş olup (38), yetişkin
erkeklerde (39,40) ve postmenapozal kadınlarda (38) idrarla kalsiyum atılımını azaltarak renal
kalsiyum yükünü azalttığı gösterilmiştir (38,41). Potasyum sitrat, Taş hastalarında kemik kaybını
önlemek için potasyum sitrat kullanılmıştır (15). Ancak literatürde potasyum sitrat tedavisinin
idiopatik rekürren üriner sistem kalsiyum taşlı hastalarda kemik dansitesi üzerine etkisini
inceleyen çok az çalışma vardır.
Bu çalışmada idiopatik normokalsiürik rekürren üriner sistem kalsiyum taşlı hastalarda
potasyum sitratın KMD ve idrar parametreleri üzerine etkilerinin araştırılması planlandı.
2. GENEL BİLGİLER
Üriner Sistem Taş Hastalığı
Üriner sistem taş hastalığı, modern toplumları etkileyen en sık hastalıklardan biri
olmasına rağmen antik çağlardan beri bilinmektedir. Günümüzde taş oluşum yeri alt üriner
sistemden üst sisteme kaymış olup, hastalık artan ölçüde cinsiyetten bağımsız olarak
görülmektedir. Son 20 yılda taş hastalığının minimal invazif ve noninvazif tedavi
yöntemlerindeki büyük ilerlemeler, taşların kolayca alınmasını sağlamıştır. Ama cerrahi
yöntemler, taşın alınmasını sağlasa da, taş hastalığının doğal gidişini pek değiştirmemektedir. Taş
hastalığı ciddi kaynak harcanmasına neden olduğu ve taşların rekürrens oranı yüksek olduğu için,
bu rekürrensi önlemek için medikal profilaktik tedavilerin geliştirilmesi önemlidir (42).
Epidemiyoloji
Üriner sistem taş hastalığının ömür boyu prevalansı %1 ile %15 olarak tahmin
edilmektedir. Bu oran yaşa, cinsiyete, ırka ve coğrafi bölgeye göre değişmektedir. A.B.D.'de taş
hastalığının prevalansı %10 ile %15 olarak tahmin edilmektedir (43).
Üriner sistem taş hastalığı tipik olarak yetişkin erkeği kadına göre daha sık etkilemektedir.
Çeşitli göstergelere göre erkekler kadınlara göre 2-3 kat daha fazla etkilenmektedir (44, 45).
Ancak erkekler ve kadınlardaki insidans arasındaki farkının azaldığını gösteren kanıtlar vardır.
Stamatelou et al, NHANES verilerinden yararlanarak taş hastalığının görülme sıklığı açısından
erkek/kadın oranının 1.75’ten 1.54’e düştüğünü saptamışlardır (46).
Taş hastalığının insidansında ırksal ve etnik farklılıklar saptanmıştır. Soucie et al, ABD’li
erkeklerde en yüksek taş hastalığı prevalansının beyazlarda olduğunu ve bunları İspanyol, Asya
ve Afrika kökenlilerin sırasıyla takip ettiğini bulmuştur. ABD’li kadınlar arasında en yüksek
prevalans beyazlarda ve en düşük olanı ise bunun yarısı olduğu Asyalı kadınlardır (45). Etnik
kökene göre taş hastalığının prevalansında farklılık olmasına rağmen Maloney et al, aynı coğrafik
bölgedeki beyaz ve beyaz olmayan taş hastalarında metabolik anormallik insidansının oldukça
benzer olduğunu bulmuşlardır (47).
Taş hastalığının cinsiyet dağılımı, etnik kökene göre değişmektedir. Sarmina ve
arkadaşları, taş görülme açısından erkek/kadın oranının beyazlarda 2.3 ve Afrika kökenlilerde
0.65 olduğunu bildirmişlerdir (48). Ayrıca yaşam boyu taş hastalığı prevalansı açısından
erkek/kadın oranının Asyalılar, beyazlar, İspanyollar ve Afrika kökenlilerde sırasıyla 3.4, 2.6, 2.1
ve 1.8 olduğu bildirilmiştir (45).
Taş hastalığı 20 yaşından önce nispeten az görülür, insidans 4 ile 6. dekatlarda zirve yapar
(44,50). Kadınlarda taş hastalığı, insidans açısından bimodal bir dağılım gösterir. Kadınlarda,
menapoz başlangıcına uyacak şekilde 6.dekatta ikinci bir zirve görülür (50). Bu bulgu ve taş
hastalığı insidansının kadınlarda daha düşük olması, premenapozal kadınlardaki estrojenin taş
oluşumuna karşı koruyucu etkisine bağlanmıştır. Estrojenin koruyucu etkisi, artmış renal
kalsiyum absorpsiyonu ve azalmış kemik resorpsiyonuna bağlanmaktadır (51,52). Heller et al
erkeklere göre kadınlarda idrar kalsiyum oksalat ve bruşit satürasyonunun daha düşük olduğunu
tanımlamışlardır. Ayrıca idrar kalsiyum düzeyinin 50 yaşına kadar kadınlarda daha düşük
olduğunu ve sonrasında iki cinsiyette de aynı olduğunu bulmuşlardır. Estrojenle tedavi edilen
postmenapozal kadınlarda, tedavi almayanlara göre idrar kalsiyum düzeyi ve idrar kalsiyum
oksalat satürasyonu daha düşük bulunmuştur (53).
Taş hastalığının coğrafik dağılımı, çevresel risk faktörlerine kabaca uymaktadır;
prevalans, dağlık bölgeler, çöller ve tropikal bölgeler gibi sıcak ve kurak yerlerde daha yüksektir.
Halbuki genetik faktörler ve diyet coğrafik bölgenin etkilerine ağır basabilir (1). Finlayson et al,
dünya çapında birçok araştırmayı gözden geçirerek yüksek taş prevalansı olan bölgelerin ABD,
Britanya adaları, İskandinavlar, Akdeniz ülkeleri, kuzey Hindistan, Pakistan, kuzey Avustralya,
merkezi Avrupa, Malaya yarımadasının bazı kısımları ve Çin olduğunu saptamışlardır (54). Diğer
faktörler kontrol edildikten sonra ortam sıcaklığının ve güneş ışığının, taş prevalansı ile ilişkili
olduğunu saptamışlardır (55).
Sıcağa maruz kalma ve dehidratasyon taş hastalığı için mesleki risk faktörleridir. Aşçı,
metalurji sanayi işçileri, cam atölyesi işçilerinin daha yüksek sıcaklıklara maruz kaldığı için,
bunlarda taş oluşma riskinin sıcağa maruz kalmayan işçilere göre daha yüksek olduğu
bildirilmiştir (56-58) Ayrıca ofis işleri gibi hareketsiz işlerde çalışanlarda da taş oluşum riskinin
açık olmayan nedenlerle yüksek olduğu saptanmıştır (42, 57).
Üriner sistem taş hastalığı prevalansının her iki cinsiyette vücut ağırlığı ve VKİ (vücut
kitle indeksi) ile doğru korelasyon gösterdiği ve ilişki gücünün kadınlarda daha yüksek olduğu
bildirilmiştir (59,60). Obezitenin ve kilo alımının, taş oluşum riski için bağımsız risk faktörleri
olduğu saptanmıştır (60). Obezite ve insülin direncinin, düşük idrar pH'sı ve ürik asit taşlarıyla
ilişkili olduğunu gösteren kanıtlar vardır (61). Ayrıca hiperinsülinemi ile hiperkalsiüri arasında da
ilişki olduğu bildirilmiştir (62).
Su alımının, üriner sistem taş hastalığı riski ile ters ilişkili olduğu görülmüştür (63).
İdiopatik kalsiyum taşı olan hastalarda yapılan prospektif, randomize bir çalışmada, idrar
hacminin fazla sıvı alması önerilenlerde daha yüksek olduğu saptanmıştır. Fazla sıvı alanlarda,
almayanlara göre taş rekürrens oranı daha yüksek (%12'ye karşı %27) bulunmuştur (64).
Ayrıca taş hastalığının coğrafik bölge farklılıkları, suyun mineral ve elektrolit içeriğine
bağlanmıştır. Suyun sertliği, kalsiyum karbonat içeriğine göre belirlenmekte olup bir çok
araştırmacı, su kaynakları sert olan coğrafik bölgelerde taş hastalığı insidansının, kaynakları
yumuşak olarak nitelenen bölgelere göre daha düşük olduğunu bildirmiştir (65,66). Ancak
böylesine bir ilişki omadığını bildiren çalışmalar da vardır (67).
Üriner Sistem Taş Hastalığının Fizikokimyası
Fiziksel taş oluşum süreci, glomerüler filtrat nefronu geçerken oluşan kompleks bir
olaylar kaskadından ibarettir. Bu süreç, taş oluşturan tuzlar açısından aşırı doymuş idrarla başlar.
Burada idrarda çözünmüş iyonlar ve moleküller çökelmeye uğrar ve kristaller/çekirdekler oluşur.
Oluşan kristaller, idrarla birlikte atılabilir. Ancak böbrekte çeşitli bölgelerde tutunarak büyüme ve
agregasyonu uyararak sonuçta taş oluşumuna yol açabilir (42).
Satürasyon Durumu
Çözünebilen bir tuzun iyonlarını/moleküllerini içeren bir solüsyon, konsantrasyon ürünü
ile ifade edilir. Bu ifade, tuzun saf kimyasal bileşenlerinin (iyonlar veya moleküller)
konsantrasyonlarına bağlı matematiksel bir bir ifadedir. Bir tuzun saf bir solüsyonu, eklenen tuz
kristallerinin daha fazla erimediği noktaya ulaştığında doymuş solüsyon olarak kabul edilir.
Satürasyon noktasındaki konsantrasyon ürününe, termodinamik solubilite ürünü (Ksp; spsolubility product) denir. Bu noktada, çözünmüş ve kristalleşmiş bileşenler denge halindedir. Bu
durumda, pH ya da sıcaklık gibi koşullar değiştirilmediği sürece solüsyona tuz eklenmesi,
doymuş solüsyonda kristal çökelmesine yol açar (42).
Kalsiyum oksalat gibi taş oluşturucu tuz bileşenlerinin, konsantrasyon ürünleri solubilite
ürününü aşsa bile idrarda kristalizasyon olmayabilir. Bu durum, kalsiyum oksalatın daha yüksek
konsantrasyonlarının çüzünmesini sağlayan inhibitörlerin ve başka moleküllerin varlığına
bağlıdır. Bu doygunluk durumunda idrarın tuza göre metastabil olduğu kabul edilir. Tuzun
konsantrasyonu arttırıldıkça, solüsyonda daha fazla tutulamadığı bir noktaya ulaşılır ve kristaller
oluşur. Bu noktadaki konsantrasyon ürününe formasyon ürünü (Kfp; fp-formation product) denir.
Ksp ve Kfp, idrardaki üç temel satürasyon durumunu birbirinden ayırır: Doymamış,
metastabil, unstabil. Ksp altındaki konsantrasyonlarda, kristaller hiçbir koşulda oluşmaz ve
kristallerin çözünmesi teorik olarak mümkündür. Kfp üzerindeki konsantrasyonlarda, solüsyon
unstabil olup kristaller oluşur. Sık görülen taş bileşenlerinin konsantrasyon ürünlerinin yer aldığı,
Ksp ve Kfp arasındaki metastabil bölgede idrar aşırı doymuş olmasına rağmen spontan
nükleasyon ya da presipitasyon oluşmaz. Taş oluşumunu kontrol eden faktörlere müdahale edilen
bölge burasıdır (42).
Metastabil bölgede varolan kristallerin üzerinde kristal büyümesi görülebilmesine
rağmen, idrarın mesaneye ulaştığı kısa sürede de novo kristal oluşumu mümkün değildir. Ama
belli koşullarda bu konsantrasyon aralığında kristal oluşumu görülebilir: Nefronun bazı
kısımlarında lokal knsantrasyon ürünü, nükleasyon oluşmasına yetecek uzunlukta bir süre için
Kfp'yi aşabilir. Bundan başka üst üriner sistemdeki lokal obstrüksiyon veya staz bölgeleri, idrar
geçiş zamanını uzatarak metastabil bölgede kristal oluşumuna imkan sağlayabilir. Ayrıca idrarın
mikroskopik ölçekte saf olmaması, nükleayon sürecini kolaylaştırabilir; bunu asıl kristale
benzeyen kristal bileşenlerinin geometrik bir yolla adsorpsiyonu ile sağlar (42).
Nükleasyon, Kristal Büyümesi, Agregasyon ve Retansiyon
Normal insan idrarında kalsiyum oksalat konsantrasyonu, sudaki çözünürlükten 4 kat
daha yüksektir. Düşük idrar hacmi ve sitrat düzeyi ve artmış idrar kalsiyum, oksalat, fosfat ve
ürik asit düzeyleri dahil taş oluşumunu kolaylaştıran faktörler, kalsiyum oksalatın
süpersatürasyonunu arttırır. Kalsiyum oksalatın konsantrasyon ürünü, Ksp'yi aşınca
kristalizasyon potansiyel olarak gerçekleşebilir. Ama idrardaki inhibitörlerin ve diğer maddelerin
varlığında, kalsiyum oksalat çökelmesi yalnızca süpersatürasyon Ksp'yi 7-11 kat aşınca
gerçekleşebilir (42).
Homojen nükleasyon, çekirdeklerin saf solüsyonda oluştuğu süreçtir. Çekirdekler,
çözünmeyen ilk kristal yapıdır. Küçük çekirdekler stabil olmayıp belli bir boyutun altında
kristalin çözünmesi, büyümesinden kolaydır. Süpersatürasyon düzeyi ve çekirdeklerin stabilitesi
yeterli ve nükleasyon süresi, idrarın geçiş zamanı ile karşılaştırıldığında yeterince kısa ise,
çekirdekler kalıcı olur. İnhibitörler, çekirdeklerin stabilitesini bozar. Buna karşılık
kolaylaştırıcılar, çekirdeğin kristal yapısına uyan bir bağlanma yeri içeren yüzey sağlayarak
stabiliteyi arttırır. İdrarda kristal çekirdekleri genellikle epitel hücrelerinin yüzeyleri üzerine
adsorpsiyon yoluyla heterojen nükleasyon sonucu oluşurlar (42).
Yeterince çekirdek oluşur ve büyürse, idrarın transit zamanı içinde tübüler lümeni
tıkayacak büyük partiküller oluşur. İnhibitörler, kristal büyümesi ve ya agregasyonu sürecini
engelleyebilir (42). Serbest partikül büyüme teorisine göre idrar transit süresi boyunca yeterli
büyüklükte kristal partikülleri oluşabilir (68). Fikse partikül büyüme teorisinde kristallerin
bağlandığı yapışma bölgeleri olduğu ve böylece kristallerin aşırı doymuş idrarla temas süresinin
uzadığı kabul edilir. Bu da kristal büyümesi ve agregasyonunu kolaylaştırır. Bu teoriye göre
kristal fiksasyonu konusunda bazı mekanizmalar önerilmiştir. Bir teoriye göre renal tübüler epitel
hücrelerinde oksalat tarafından indüklenen hasar kalsiyum oksalat kristallerinin yapışmasını
uyarır (69). Ancak oksalatla indüklenen hasarın, kristal retansiyonunu nasıl kolaylaştırdığı
bilinmemektedir. Randall 1937’de ilk olarak renal papillalarda subepitelyal plaklarla ilişkili hasar
bölgeleri olduğunu gözlemiştir. Daha sonraları oksalatın toksik etkilerine karşı renal epitel
hücrelerinin bazolateral kısmının, apikal kısmından daha duyarlı olduğu gösterilmiştir. Bu da
interstisyumun primer taş oluşumu için olası bir bölge olduğunu göstermektedir (42, 70).
Taş oluşumunun patogeneziyle ilgili alternatif bir görüşe göre idiopatik kalsiyum oksalat
taşlı hastalarda plaklar, Henle kulbunun kısa kolundaki bazal membrandan kaynaklanmakta ve
daha sonra medüller interstisyumdan subepitelyal bir yerleşime uzanmaktadır. Bu plaklar
ürotelyumu erode ederek idrarla temas edince, kalsiyum oksalat kristallerinin çekirdek
oluşturarak büyüyebilecekleri sabit ve yapışık bir yüzey oluştururlar. Bunun tersine enterik
hiperoksalürili hastalarda plak görülmez, bunlarda terminal toplayıcı kanal lümenini tıkayan
apatite kristal birikimleri ve bununla ilişkili inflamasyonlu epitelyal hücre hasarı ve interstisyum
fibrozisi vardır (42,71). Bruşit taşları oluşturan hastalarda ara bir patoloji olduğu saptanmıştır.
Bunlarda interstisyel apatite plakları ve toplayıcı kanal hasarı ile interstisyel fibrozisin eşlik ettiği
terminal toplayıcı kanal tıkanması beraberliği olduğu gösterilmiştir (72).
Kristal Oluşumunun İnhibitörleri ve Kolaylaştırıcıları
Taş oluşturan tuz bileşenlerinin çoğu, idrar aşırı doymuş yapacak konsantrasyonlarda
bulunur, bu da kristal oluşumunu sağlayabilir. Ama kristal nükleasyonu için gerekli
süpersatürasyon derecesini yükselten ya da kristal büyüme/agregasyon hızını düşüren
moleküllerin varlığı, rutin taş oluşumunu engeller (42).
İnorganik fosfatın, idrarın kalsiyum fosfat kristalizasyonuna karşı olan inhibitör
aktivitesinin %25 ile %50'sinden sorumlu olduğu bulunmuştur. Buna karşılık farklı bir
metodoloji ile sitrat, magneyum ve pirofosfatın, idrarın inhibitör aktivitesinin yaklaşık %20'sini
gerçekleştirdiği saptanmıştır. Bu maddeler arasında en önemlisi sitrattır (42).
Sitrat, değişik yollarla kalsiyum oksalat ve kalsiyum fosfat taş oluşumunun inhibitörü
olark etki etmektedir. Birincisi, kalsiyumla kompleks oluşturarak oksalat ya da fosfat ile
etkileşebilecek iyonik kalsiyum miktarını azaltır (73). İkincisi, kalsiyum oksalatın spontan
presipitasyonunu doğrudan inhibe ederek kalsiyum oksalat kristallerinin birleşmesini engeller
(74, 75). Kalsiyum oksalat kristal büyümesi üzerine sınırlı inhibitör etkisine karşılık kalsiyum
fosfat kristal büyümesini azaltıcı etkisi daha güçlüdür (76). Son olarak sitrat, kalsiyum oksalatın
monosodyum üratla heterojen nükleasyonunu önler (77).
Magnezyumun inhibitör etkisi, oksalatla kompleks oluşturmasından kaynaklanır. Bu yolla
iyonik oksalat konsantrasyonunu ve kalsiyum oksalat süpersatürasyonunu azaltır. Ek olarak,
magnezyum in vitro ortamda kalsiyum oksalat kristal büyüme hızını azaltır (76).
Glikozaminoglikanlar, asit mukopolisakkaritler ve RNA dahil polianyonların kristal
nükleasyon ve büyümesini inhibe ettikleri gösterilmiştir. Bir glikozaminoglikanolan heparin
sülfat en kuvvetli etkileşimi kalsiyumoksalat monohidrat kristalleri ile gösterir (78). İdrar
glikoproteinleri olan nefrokalsin ve Tamm-Horsfall glikoproteini, kalsiyum oksalat monohidrat
kristal agregasyonunun güçlü inhibitörleridir Nefrokalsin, asidik bir glikoprotein olup proksimal
renal tübüller ve Henle kulbunun kalın çıkan kolu tarafından sentezlenir. Basit solüsyonda
kalsiyum oksalat monohidrat kristallerinin büyümesini kuvvetli bir şekilde inhibe eder (79).
Nefrokalsinin 4 izoformu olup taş oluşturmayan kişilerde inhibitör aktivitenin çoğundan sorumlu
olan 2 izoformu ve taş oluşturucu kişilerde inhibitör aktivitesi olmayan diğer 2 izoformu idrarda
üksek miktarda bulunur (80).
Tamm-Horfall glikoproteini, Henle kulbununkalın kolunda ve distal kıvrımlı tübüldeki
epitel hücreleri tarafından membrana bağlı bir protein olarak üretilir ve fosfolipazlar ya da
proteazlar ile yapışma bölgesini parçalanması sonucu idrara geçer. İdrarda en fazla bulunan
protein olup kalsiyum oksalat monohidrat kristal agregasyonunun kuvvetli bir inhibitörüdür,
ancak kristal büyümesini etkilemez. Bu proteinin inhibitör mü kolaylaştırıcı mı olduğu
tartışmalıdır (42).
Osteopontin (üropontin), kemik matriksinde ve Henle kulbunun çıkan kolu ile distal
tübülün epitel hücrelerinde bulunan asidik fosforillenmiş bir glikoproteindir. Kalsiyum oksalat
kristallerinin nükleasyon, büyüme ve agregasyonunu inhibe etmesi yanında, in vitro ortamda
kristallerin renal epitel hücrelerine bağlanmasını azaltır (81,82).
Matriks: Üriner sistem taşları, kristal ve kristal olmayan bileşenlerden oluşur. Kristal
yapıda olmayan bileşene matriks denir ve tipik olarak taş ağırlığınn %2.5'ini oluşturur. Genellikle
kronik üriner sistem enfeksiyonlarında olmak üzere bazen taşın büyük kısmını oluşturur.
Matriksin yapısında birçok protein, serbest karbonhidrat ve matriks substans A bulunur. Matriks
substans A immünolojik açıdan özgül olup bütün taşların matriks bileşeninde bulunur. Matriksin
taş oluşumundaki rolü yeterince açık değildir (42).
Üriner Sistem Taş Hastalığında Sınıflama
Kalsiyum, bütün üriner sistem taşlarının yaklaşık %75’inde majör bileşendir. Kalsiyum
oksalat, tüm taşların %60’ını, mikst kalsiyum oksalat ve hidroksiapatit %20’sini ve bruşit taşları
%2’sini oluşturur (42). Üriner sistem taşlarının bileşimlerine göre görülme sıklığı tablo 1’de
verilmiştir (83).
Üriner sistem taşlarının sınıflama sistemlerinin çoğu, ilişkili oldukları metabolik veya
çevresel anormallik temelinde taşları birbirinden ayırır. Hiperkalsiüri, hipositratüri,
hiperürikozüri ve hiperoksalüri dahil çeşitli patofizyolojik bozukluklar, kalsiyum taşı oluşumuna
tek başına veya birlikte katkıda bulunurlar. Ürik asit taşları sadece asit idrarda, sistin taşları renal
sistin reabzorpsiyon bozukluğu sonucunda ve enfeksiyon taşları üreaz üreten bakterilerin
oluşturduğu alkalen idrarda oluşur. Kalsiyum içerikli taşlar değişik nedenlerle ilişkili
olduklarından, tedavi planı yapabilmek için altta yatan metabolik bozuklukların ve çevresel
faktörlerin anlaşılması gerekir (42). Üriner sistem taşlarında tanısal sınıflama tablo 2’de
verilmiştir (83).
Tablo 1: Bileşimine göre taşların görülme sıklığı (83)
Sıklık (%)
Taşın bileşimi
Kalsiyum içeren taşlar
Kalsiyum oksalat
60
Hidroksiapatit
20
Bruşit
2
Kalsiyum içermeyen taşlar
Ürik asit
7
Struvit
7
Sistin
1-3
Triamteren
<1
Silica
<1
2,8-Dihidroksiadenin
<1
Tablo 2: Üriner sistem taşlarında tanısal sınıflama(83)
Durum
Metabolik/çevresel bozukluk
Abzorptif hiperkalsiüri
Tip I
Tip II
Renal fosfat kaçağı
Renal hiperkalsiüri
Rezorptif hiperkalsiüri
Hiperürikozürik kalsiyum nefrolitiazisi
Hipositratürik kalsiyum nefrolitiazisi
İzole
Kronik diyare sendromu
Distal renal tübüler asidoz
Tiazidle indüklenen
Hiperoksalürik kalsiyum nefrolitiazisi
Primer hiperoksalüri
Diyetsel hiperoksalüri
Enterik hiperoksalüri
Hipomagnezürik kalsiyum nefrolitiazisi
Gut diyatezi
Sistinüri
Enfeksiyon taşları
Düşük idrar hacmi
Çeşitli veya anormallik yok
Prevalans (%)
20-40
Artmış gastrointestinal kalsiyum emilimi
Artmış gastrointestinal kalsiyum emilimi
Renal fosfor emilim bozukluğu
Renal kalsiyum emilim bozukluğu
Primer hiperparatiroidizm
Aşırı pürinli diyet, aşırı ürik asit üretimi
5-8
3-5
10-40
10-50
İdiopatik
Gastrointestinal alkali kaybı
Renal asit atılımında bozulma
Hipokalemi
2-15
Aşırı oksalat üretimi
Artmış diyet oksalatı
İntestinal oksalat emiliminde artma
İntestinal magnezyum emiliminde azalma
Düşük idrar pH’sı
Renal sistin reabzorpsiyonunda bozulma
Üreaz üreten bakterilerle enfeksiyon
Yetersiz sıvı alımı
Anormallik yok
5-10
15-30
<1
1-5
10-50
<3
Üriner Sistem Kalsiyum Taşlarının Patogenezi
Hiperkalsiüri, hipositratüri, hiperürikozüri ve hiperoksalüri gibi çeşitli metabolik
bozukluklar, kalsiyum taşı oluşumunda tek başlarına veya birlikte katkıda bulunurlar.
Hiperkalsiüri
Kalsiyum taşlı hastalarda en sık görülen anormalliktir. Ama taş oluşturan ve oluşturmayan
hastaların idrar kalsiyum düzeyleri arasında çakışma olduğu için hiperkalsiürinin taş
oluşumundaki rolü tartışmalıdır (84). Hiperkalsiürinin taş oluşumunda rolü olduğunu destekleyen
bazı kanıtlar vardır: Birincisi; hiperkalsiüri taş oluşturan hastaların % 35 ile % 65’inde görülen
sık bir durumdur. Gerçekte idrar kalsiyum düzeylerini düşürmeyi amaçlayan tedavi stratejileri,
taş rekürrens oranında bir düşme ile ilişkilidir. Medikal tedavi, persistan hiperkalsiürisi olan
hastalarda başarısız olmaktadır. İkinci kanıt; son çalışmaların Randall plaklarının taş
oluşturucularda daha sık görüldüğünü ve sayılarının idrar kalsiyum düzeyi ve taş atağı sayısı ile
doğrudan ilişkili olduğunu göstermesidir (85,86).
Yüksek idrar kalsiyum düzeyi, idrarda kalsiyum tuzlarının doygunluğunu arttırması
yanında sitrat ve kondroitin sülfat gibi negatif yüklü inhibitörlerle kompleksler oluşturarak idrarın
inhibitör aktivitesini azaltmaktadır (42).
Hiperkalsiüriyi tanımlama kriterleri değişkenlik göstermektedir. En sıkı tanımı ile
hiperkalsiüri; bir hafta boyunca 400 mg kalsiyum ve 100 mg sodyum içeren bir diyet alındıktan
sonra günlük idrar kalsiyum düzeyini 200 mg üzerinde olmasıdır (87). Parks ve Coe ise
hiperkalsiüriyi 4 mg/kg/gün veya 7 mmol/gün (erkek) ya da 6 mmol/gün (kadın) üzerinde
kalsiyum atılımı olarak tanımlamıştır (88).
1974’te Pak ve arkadaşları, hiperkalsiüriyi 3 ayrı alt tipe ayırmışlardır; abzorptif, renal ve
rezorptif hiperkalsiüri (89).
Abzorptif Hiperkalsiüri: Abzorptif hiperkalsiüri (AH), oral kalsiyum yüklemesi yapıldıktan
sonra artmış idrar kalsiyum atılımı (>0.2 mg/mg kreatinin) olarak tanımlanmıştır. AH’de açlık
idrar kalsiyum düzeyi normal genelde normal olmasına rağmen, ağır AH formları bazen açlık
hiperkalsiürisi ile ilişkili olabilir. Allta yatan anormallik, taş oluşturucuların yaklaşık %55’inde
görülen artmış intestinal kalsiyum emilimidir. AH’nin iki tipi vardır. Tip I’de kalsiyumdan fakir
diyete (200 mg/gün kalsiyum) rağmen idrar kalsiyum düzeyi yüksektir. Tip II’de ise kalsiyumdan
fakir diyet verilince idrar kalsiyum düzeyi normalleşir (42).
Renal Hiperkalsiüri: Renal tübüler kalsiyum reabzorpsiyon bozukluğu, idrar kalsiyum düzeyini
yükselterek sekonder hiperparatiroidizme yol açar. Renal kalsiyum kaybı, artmış paratiroid
hormon (PTH) sekresyonu ve vitamin D sentezine bağlı intestinal kalsiyum emiliminde ve kemik
rezorpsiyonunda artış ile kompanze edildiği için serum kalsiyum düzeyi normal kalır. Yüksek
açlık idrar kalsiyum düzeyi (>0.11 mmol/dl glomerüler filtrasyon), normal serum kalsiyum
düzeyi ile beraber renal hiperkalsiüri için tipiktir (42).
Rezorptif Hiperkalsiüri: En çok primer hiperparatiroidi ile ilişkili olan sık olmayan bir
anormalliktir. Primer hiperparatiroidi, kalsiyum taşlarının yaklaşık %5’inin nedenidir (90). Aşırı
paratiroid hormonu (PTH) salınımı, aşırı kemik rezorpsiyonuna ve artmış renal 1,25dihidroksikolekalsiferol (vitamin D3) üretimine yol açar. Artmış 1,25-dihidroksikolekalsiferol ise
intestinal kalsiyum emilimin arttırır. Sonuçta oluşan net etki, serum ve idrar kalsiyum
düzeylerinde artma ve serum fosfor düzeyinde azalmadır. Ayrıca PTH proksimal renal tübülden
bikarbonat ve fosfor atılımının artması sonucu fosfatüri ve hafif bir hiperkloremik metabolik
asidoza yol açar. Primer hiperparatiriodili hastalarda üriner sistem taşı oluşma oranı %5’ten azdır
(42).
Rezorptif hiperkalsiürinin diğer nadir nedenleri; malignite hiperkalsemisi, sarkoidoz,
tirotoksikoz ve vitamin D toksisitesidir (42).
Tüberküloz, sarkoidoz, histoplazmozis, lepra ve silikozis dahil birçok granülomatöz
hastalık hiperkalsemiye yol açar. Bunlar arasında sarkoidoz, üriner sistem taş hastalığı ile en çok
ilişkilidir. Sarkoid granüloması, 1,25-dihidroksikolekalsiferol üreterek intestinal kalsiyum
emiliminde artışa, hiperkalsemiye ve hiperkalsiüriye yol açar (42,91).
Malignite, hastaneye yatan hastalardaki hiperkalseminin temel nedenidir (92).
Maligniteye bağlı hiperkalsemisi olan hastalarda PTH ile ilişkili protein (PTHrP) üretilir (93).
Bunun yanında transforming growth factor-α (TGF-α) ve IL-1 ile TNF- α gibi sitokinler birçok
tümör tarafından salgılanır. Bu maddeler osteoklastları aktive ederek kemik yıkımı ve
hiperkalsemiye neden olurlar. Hiperkalsemi, doğrudan mekanik kemik yıkımına bağlı olarak da
oluşabilir (93-95).
Glukokorkikoidler; kemik, barsak ve paratiroid bezi üzerindeki etkileri sonucu kalsiyum
metabolizmasını belirgin şekilde değiştirebilirler. Kalsiyum metabolizması ile ilgili en güçlü etki
kemikler üzerine olup kemik rezorpsiyonunu arttırır ve kemik formasyonunu azaltırlar. Bu etkiler
nedeniyle uzun süreli kortikosteroid kullanımı osteopeniye yolaçar (42,96). Cushing sendromlu
hastalarda üriner sistem taş hastalığının sık olduğu ve glukokortikoidlerin muhtemelen taş
oluşumunu kolaylaştırıcı etkileri olduğu gösterilmiştir (97). Bir çalışmada; aktif Cushing
sendromlu hastaların %50'sinde, tedavi edilmiş hastaların %27'sinde ve kontrol grubunun %
6.5'inde taş oluğu bildirilmiştir (97).
Hiperoksalüri:
Hiperoksalüri, 40 mg/gün üzerinde üriner oksalat atılımı olarak tanımlanmaktadır. Üriner
kalsiyum oksalat satürasyonunu arttırarak, kalsiyum oksalat taşlarının oluşumunu
kolaylaştırmaktadır (42). Ayrıca hiperoksalüri, lipit peroksidasyonu ve serbest oksijen
radikallerinin üretimi yoluyla renal tübüler hücre hasarına neden olur. Buna bağlı olarak kristal
retansiyonu ve büyümesi gerçekleşir (98).
Hiperoksalüri çeşitli nedenlere bağlıdır: 1) Primer hiperoksalüri; biyosentez
yolaklarındaki bozukluklar sonucu artmış oksalat üretimine bağlıdır. 2) Enterik hiperoksalüri;
enflamatuar barsak hastalığı, çöliak hastalığı ve barsak rezeksiyonu sonucu gelişen
malabzorpsiyona bağlı olarak gelişir. 3) Diyet hiperoksalürisi; diyetle aşırı oksalat alımı veya
oksalat öncüsü maddelerin (C vitamini) aşırı alımı sonucu gelişir.
Primer hiperoksalüri: Glioksilatın glisine normal dönüşümünün gerçekleşmediği glioksilat
metabolizmasındaki otozom resesif geçişli nadir bir bozukluk sonucudur. Sonuçta glioksilat,
glisin yerine oksalata dönüşür ve yüksek üriner oksalat düzeyi (>100 mg/gün) ortaya çıkar. Bu
yüksek düzey, artmış kalsiyum oksalat satürasyonuna, taş oluşumuna ve belirgin nefrokalsinozise
neden olur (42). Tip 1 primer hiperoksalüride, glioksilatın glisine dönüşümünü sağlayan alanin
glioksilat aminotransferaz enzimini kodlayan gende mutasyonlar vardır. Tip 2 primer
hiperoksalüri ise, glioksilat redüktaz enzimini kodlayan gendeki mutasyona bağlıdır (42, 99).
Enterik hiperoksalüri: Edinilmiş hiperoksalürinin en sık nedeni enterik hiperoksalüridir. Yağ
malabzorpsiyonu sonucunda yağ asitlerinin kalsiyum ve magnezyum gibi divalan katyonlarla
sabunlaşmaya uğradığı kronik diyare durumları ile ilişkilidir. Sabunlaşmaya bağlı olarak
kalsiyum oksalat komplekslerinin oluşumu azalır ve emilebilecek oksalat havuzu artar.
Malabzorpsiyon yapabilecek her neden, artmış intestinal kalsiyum oksalat emilimine yol açabilir
(42).
Diyet hiperoksalürisi: Oksalattan zengin gıdaların aşırı alımı, normal kişilerde hiperoksalüriye
yol açabilir. Artmış hayvansal protein alımı da üriner kalsiyum ve oksalat düzeylerini arttırabilir.
Diyette ciddi kalsiyum kısıtlaması, barsakta oksalat bağlanmasının azalmasına ve oksalat
emiliminin artmasına neden olabilir (42). Ayrıca diyetle aşırı askorbik asit (C vitamini)
alınmasının da oksalata dönüşüm sonucu üriner oksalat düzeyini arttırdığı gösterilmiştir (100).
Ancak aşırı askorbik asit kullanımı, taş oluşum oranında belirgin artışa neden olmamaktadır
(101).
Hiperürikozüri:
İdrarla günlük 600 mg üzerinde ürik asit atılımı olarak tanımlanmıştır. Kalsiyum taşı
oluşturan hastaların %10'una varan bir kısmında, tek anormallik üriner ürik asit düzeyi
yüksekliğidir (87). Hiperürikozüri, üriner monosodyum ürat düzeylerini arttırır ve kalsiyum
oksalat taşı oluşumunu kolaylaştırır. Ürik asitin ayrışmamış formunun baskın olduğu durumlarda
(pH<5.5), ürik asit ve/veya kalsiyum oksalat taşı oluşumu gerçekleşir. Sodyum ürat oluşumunun
baskın olduğu durumlarda (pH>5.5); heterojen nükleasyon sonucu kalsiyum oksalat taşı oluşumu
uyarılır (42, 102).
Hiperürikozürinin en sık nedeni diyetle aşırı pürin alımıdır. Bunun yanında; gut,
myeloproliferatif ve lenfoproliferatif bozukluklar, multipl myeloma, sekonder polisitemiler,
pernisiyöz anemi, hemolitik bozukluklar, hemoglobinopatiler ve talassemi, komplet veya parsiyel
hipoksantin-guanin fosforiboziltransferaz eksikliği, aşırı fosforibozilpirofosfat senteteaz aktivitesi
ve kalıtımsal renal hipoürisemi gibi edinilmiş ve kalıtımsal bozukluklar da hiperürikozüriye
neden olabilir (42, 103).
Hipositratüri:
Üriner sistem taş hastalığı ile ilişkili önemli ve düzeltilebilir bir anormalliktir. Kalsiyum
taşı oluştururucularının %10'a varan bir kısmında izole bir anormalliktir. Ayrıca %20 ile %60
oranında başka anormalliklerle beraber bulunur (104).
Sitrat, kalsiyum taşı oluşumunu çeşitli mekanizmalarla azaltabilen önemli bir inhibitördür.
İlk olarak, kalsiyumla kompeksler oluşturarak, idrarda kalsiyum tuzlarının satürasyonunu azaltır
(73). İkincisi, spontan kalsiyum oksalat nükleasyonunu doğrudan önler (105). Üçüncüsü,
kalsiyum oksalat kristallerinin birleşmesini ve sedimentasyonunu ve kalsiyum oksalat ve
kalsiyum fosfat kristallerinin büyümesini önler (75,106). Son olarak, normal idrar sitrat düzeyleri,
Tamm-Horsfall glkoproteininin inhibitör etkisini arttırabilir (107).
Hipositratüri, 320 mg/gün altında bir idrar sitrat düzeyi (108) veya erkeklerde günlük 0.6
mmol ve kadınlarda 1.03 mmol altında bir idrar sitrat düzeyi (109) olarak tanımlanmaktadır.
İdrarla sitrat atılımının başlıca belirleyicisi vücudun asit-baz durumudur. Metabolik asidoz,
artmış renal tübüler geri emilime ve peritübüler hücrelerde azalmış sitrat sentezine bağlı olarak
idrar sitrat düzeyini düşümektedir (110).
Çeşitli patolojik durumlar, idrar sitrat düzeyinin azalmasına neden olur. Bunlar distal
renal tübüler asidoz (RTA), kronik diyare durumları, aşırı hayvansal protein alımı, tiazid grubu
diüretikler ve aşırı egzersiz olarak sayılabilir Bu faktörler metabolik asidoz gelişimi sonucu
hipositratüri oluşturmaktadır (42).
Renal Tübüler Asidoz (RTA):
Renal hidrojen iyonu atılımı ve idrarın asidifikasyonundaki bozukluklardan kaynaklanan
metabolik asidoz ile karakterli bir klinik sendromdur. Tip 1, tip 2 ve tip 4 olak üzere üç tipi vardır
(42). Tip 1 (distal) RTA, en sık görülen tip olup %70'e varan oranda taş oluşumu ile ilişkilidir
(111).
RTA; idrarla net asit atılımında azalma (tip 1) ya da bikarbonat geri emiliminde bozulma
(tip 2) sonucu gelişir (42).
Tip 1 (Distal) RTA: Sistemik asidoz varlığında idrarın asidifikasyonunun gerçekleştirilememesi
ile sonuçlanan anormal toplayıcı kanal fonksiyonu ilekarakterli bir sendromdur. Klasik bulguları,
üriner sistem taş hastalığı, nefrokalsinozis, yüksek idrar pH'sı (>6.0) ve anyon açığı olmayan
hipokalemik, hiperkloremik bir metabolik asidozdur (42).
Tip 1 RTA'lu hastalar sıklıkla üriner sistem taş hastalığı olan yetişkinler olarak
başvururlar (111). Metabolik asidoz, kemik demineralizasyonunu kolaylaştırır ve sekonder
hiperparatiroidi ve hipekalsiüriye yol açar. Ayrıca metabolik asidoz sonucu sitrat atılımı
bozularak ciddi bir hipositratüri yaratır. Hiperkalsiüri, hipositratüri ve yüksek idrar pH'sı nedeni
ile bu hastalarda en sık görülen taş tipi kalsiyum fosfat taşıdır (42).
Tip 2 (Proksimal) RTA: Plazma bikarbonat düzeyinin düşmesi ve filtre edilen bikarbonat
miktarının azalması ile başlangıçta yüksek olan idrar pH'sının normalleştiği bir bikarbonat geri
emilim bozukluğu ile karakterlidir. İdrarla sitrat atılımının nispeten normal olması nedeni ile
üriner sistem taş hastalığı bu tipte nadirdir (112).
Tip 4 (Distal) RTA: Genellikle interstisiyel renal hastalığı ve diyabetik nefropatisi olan
hastalarda görülen kronik renal hasar ile ilişkilidir. Glomerüler filtrasyonun düşmesi,
hiperkalemik hiperkloremik bir metabolik asidoza neden olur. Bu tipte üriner sistem taş hastalığı
sık değildir (42).
Hipomagnezüri:
İzole bir anormallik olarak taş oluturucu hastaların %1'inden azını etkileyen nadir bir
üriner sistem taş hastalığı nedenidir. Ancak başka anormalliklerle beraber taş vakalarının %6 ile
%11'inde görülebilir (104,113). Magnezyum, oksalat ve kalsiyum tuzları ile kompleksler
oluşturarak kalsiyum oksalatın satürasyonunu azaltır. Bu nedenle idrar magnezyum düzeyinde
düşüklük, inhibitör aktivite azalmasına neden olur. Ayrıca hipomagnezüri, üriner sitrat düzeyinde
azalma ile ilişkili olup, bu da taş oluşumuna katkıda bulunmaktadır (113). Ancak
hipomagnezürinin taş rekürrensi üzerine etkisi olduğu tartışmalıdır (42).
Taş Oluşumuna Anatomik Predispozisyon
Üriner obstrüksiyon ve/veya staz yaratan anomalileri olan hastalarda taş kastalığı
insidansı yüksektir. Ama bu hastalardaki yüksek taş insidansının üriner staz sonucu mu, yoksa taş
hastalığı ile ilgili metabolik anormallikler sonucu mu olduğu yeterince açık değildir (42).
Taş hastalığı insidansının yüksek olduğu üriner sistem anomalileri arasında üreteropelvik
bileşke (ÜPB) obstrüksiyonu, atnalı böbrek, kaliks divertikülü ve medüller sünger böbrek
sayılabilir (42).
UPB obstrüksiyonu olan hastalarda üriner sistem taşı insidansı % 20’ye yakındır (42).
UPB obstrüksiyonu ve üriner sistem taşının beraber bulunduğu hastaların, üriner sistem taş
hastalığı genel popülasyonu ile aynı metabolik riks faktörlerinden etkilendiği gösterilmiştir (114).
Atnalı böbreğin prevalansı % 0.25 olup ilişkili üriner sistem taş hastalığı oranı % 25’tir.
Üreterin renal pelvise yüksek insersiyonu nedeniyle nispi bir idrar drenaj bozukluğu gelişir. Bu
hastalarda idrar stazının taş oluşumuna eğilim yaratmasına rağmen, taş oluşumu için altta yatan
bir metabolik anormallik olması gereklidir (42).
Kaliks divertikülleri, hastaların % 40’a varan bir kısmında taşlarla ilişkilidir. Ancak
burada da obstrüksiyon ve/veya stazın mı yoksa altta yatan metabolik anormalliklerin mi taş
oluşumuna neden olduğu açık değildir (42).
Medüller sünger böbrek (MSB), toplayıcı kanalların ektazisi ile karakterli bir bozukluktur.
Nefrokalsinozis ve üriner sistem taşları, MSB’nin sık görülen komplikasyonlarıdır. MSB’li
hastalarda hiperkalsiüri ve hipositratürinin taş oluşumu için primer risk faktörleri olduğu, renal
tübüler bozukluklarınsa taş oluşumu için majör bir faktör olmadığı düşünülmektedir. Ayrıca
MSB’li hastalarda sık görülen rekürren enfeksiyonlar ve idrar stazı da taş oluşumu için risk
yaratmaktadır (42).
Üriner Sistem Taş Hastalığında Metabolik Değerlendirme
Üriner sistem taş hastalığı, ciddi sağlı sorunları ve ciddi mali yükler yaratabildiği için
rekürrensinin önlenmesi önemlidir. Yapılacak değerlendirme sırasında altta yatan metabolik
neden ortaya çıkarılmalıdır. Değerlendirme, basit ve ekonomik olmalı ve taş hastasına seçici ve
makul olan bir tedavi uygulanması yönünde bilgi vermelidir. Yapılacak değerlendirme, taş
rekürrensinden sorumlu metabolik bozuklukları tanımlayabilmelidir (115).
Metabolik Değerlendirme İçin Hasta Seçimi
Hangi hastalarda metabolik değerlendirme yapılacağı konusunda tartışmalar devam
etmektedir. Bu konuda hekimlere yol göstermek amacıyla Avrupa Üroloji Birliği (EAU) taş
oluşturucuları çeşitli kategorilere ayırmıştır. Bu hasta kategorileri tablo 3’te görülmektedir (116).
Tablo 3: Taş oluşturucuların kategorileri (116)
Tanım
Kalsiyum
Dışı Taşlar
Kalsiyum
Taşları
Kategori
Enfeksiyon taşı
INF
Ürik asit/amonyum ürat/sodyum ürat taşı
UR
Sistin taşı
ST
Rezidüel taş/fragman olmaksızın ilk defa taş
oluşturan
To
Rezidüel taş/fragman ile birlikte ilk defa taş oluşturan Trez
Rezidüel taş/fragman olmaksızın ve hafif hastalıkla
rekürren taş oluşturan
Rho
Rezidüel taş/fragman ile birlikte ve hafif hastalıkla
rekürren taş oluşturan
Rh-rez
Rezidüel taş/fragman olsun/olmasın, şiddetli
hastalıklı yada spesifik risk faktörlerine sahip
rekürren taş oluşturan
Rs
İlk taşını oluşturan hastalarda 10 yıl içinde % 50 oranında rekürrens riski olduğu tahmin
edilmektedir (117). Son kanıtlar, taş hastalığı insidansının artmakta olduğunu göstermektedir
(118). Ayrıca ilk taşın oluşumu altta yatan daha ciddi bir metabolik bozukluğa (RTA, kemik
hastalığı, hiperparatiroidi) bağlı olabilir. Bu hastalarda yalnızca böbrek dışı komplikasyonları
önlemek için doğru tanı konulması amacıyla metabolik değerlendirme yapılması gerekir. İlk kez
taş oluşturan hastalarda ayrıntılı metabolik değerlendirme kararı hekim ve hastanın ortak
görüşüyle verilmelidir. Değerlendirmenin kapsamı, rekürren taş oluşumu riskine göre
ayarlanmalıdır. Rekürrens açısından hastalarda daha yüksek risk yaratan durumlar tablo 4’te
verilmiştir. Taş rekürrensi açısından yüksek risk taşıyan hastalarda ayrıntılı metabolik
değerlendirme yapılmalıdır (115).
EAU taş hastalarının değerlendirilmesinde kategorilerine göre önerilerde bulunmuştur.
Komplikasyonsuz taş hastalığı bulunan hastalarda risk faktörlerinin analizi için gerekli kan ve
idrar araştırmaları tablo 5’te verilmiştir (116). Artmış risk taşımayan ilk taş oluşturucularında
kısaltılmış bir değerlendirme protokolü uygulanabilir. Taş hastalığının oluşumunda katkısı
olabilecek durumlar hakkında ayrıntılı tıbbi öykü alınmalıdır. Hastalar; sıvı alımları, diyetleri,
kullandıları ilaçlar, aktivite durumları ve ailede taş öyküsü açısından sorgulanmalıdır. Altta yatan
metabolik anormallikleri saptamak için bir kanda biyokimyasal bir tarama (sodyum, potasyum,
klorür, karbondioksit, üre, kreatinin) yapılmalıdır. Her hastada idrar analizi ve gerekirse idrar
kültürü yapılmalıdır. İdrar sedimenti, taş bileşimi hakkında ipuçaları verebildiği için kristalüri
açısından değerlendirilmelidir. Üriner sistem alanında opasite varlığını belirlemek amacıyla düz
karın filmleri çekilmelidir. Elde edilebiliyorsa taşlar, kristal bileşimlerini belirlemek için analiz
edilmelidir (115).
Tablo 4: Metabolik taş değerlendirmesi için endikasyonlar (115)
Rekürren taş oluşturucular
Ailede sık taş öyküsü varlığı
Barsak hastalığı (özellikle kronik diyare)
Patolojik iskelet kırıkları
Osteoporoz
Taşla beraber üriner sistem enfeksiyon öyküsü
Kişisel gut öyküsü
Genel sağlık bozukluğu (tekrarlayıcı taş atakları tolere edemeyecekler)
Soliter böbrek
Anatomik anormallikler
Böbrek yetmezliği
Sistin, ürik asit ya da struvitten oluşan taşlar
Tablo 5: Komplikasyonsuz taş hastalığı bulunan hastalarda risk faktörlerinin analizi için gerekli kan ve idrar
araştırmaları (116)
Taş analizi
Kan analizi
İdrar analizi
Her hastada bir taş analiz
edilmelidir
Kalsiyum
Albümin(1)
Aç karnına sabah spot idrar
örneğinde dipstick testinde şunlara
bakılır;
Kreatinin
•
pH
Ürat(2)
•
Lökositler/bakteriler (3)
•
Sistin testi (4)
(1) Ya albümin bağlanmasına atfedilebilecek kalsiyum konsantrasyonu farklarını düzeltmek için kalsiyum
+ albümin analizi ya da iyonlaşmış (serbest) kalsiyumun doğrudan analizi
(2) İsteğe bağlı analiz, ürik asit/ürat taşından şüpheleniliyorsa
(3) Bakteriüri durumunda idrar kültürü
(4) Eğer sistinüri başka yollarla dışlanamazsa ya da dışlanmamışsa
Ayrıntılı Metabolik Değerlendirme
Altta yatan metabolik bozuklukları ortaya çıkarmak için yapılan ayrıntılı metabolik
değerlendirme, rekürren üriner sistem taş hastalığında ve taş rekürrens riski yüksek olan taşlı
hastalarda yapılmalıdır. Değerlendirme süreci boyunca kalsiyum, ürik asit ve oksalat
metabolizması etkileyebilecek ilaçlar (D vitamini, kalsiyum preparatları, antiasitler, diüretikler,
asetazolamid ve C vitamini) ve taş tedavisi için kullanılmakta olan ilaçlar (tiazidler, fosfat,
allopurinol ve magnezyum) kesilmelidir. Üç kez 24-saatlik idrar numunesi toplanmalıdır. İlk iki
numune hasta normal diyet alırken elde edilmelidir. Üçüncü numune, 1 hafta kalsiyum, sodyum
ve oksalat açısından kısıtlı diyet yapıldıktan sonra toplanmalıdır. Ayrıca hastalardan normal
diyet alırken bir kez ve 1 hafta kalsiyum, sodyum ve oksalat açısından kısıtlı diyet aldıktan sonra
1 kez olmak üzere 2 kez kan numunesi alınmalıdır (115).
Her hastaya diyet kısıtlaması yapıldıktan sonra açlık ve kalsiyum yükleme testleri
yapılmalıdır. Bu testlerin amacı, hiperkalsiürinin değişik tiplerini birbirinden ayırmaktır (115)
Basitleştirilmiş Metabolik Değerlendirme
Ayrıntılı değerlendirmenin yapılması zorluklar taşıdığından kullanışlı değildir. Bunun
yerine aynı standart ilkeleri ve prosedürleri kullanan ve tek seferde yapılabilen basitleştirilmiş bir
değerlendirme geliştirilmiştir. Bu değerlendirme, kalsiyum açlık ve yükleme testlerini
içermemektedir. Burada, biri normal diyet sırasında ve biri 1 hafta kısıtlı diyet yaptıktan sonra 2
kez 24-saatlik idrar numunesi toplanmaktadır (115). Ancak tek bir numunenin yeterli olduğunu
belirten çalışmalar vardır (117). EAU komplike taş hastalığı bulunan hastalarda yapılması
gereken analizlerle ilgili önerilerde bulunmuştur. Bu öneriler tablo 6’da verilmiştir (116).
Metabolik Anormalliğin Belirlenmesinde Taş Analizinin Kullanılması
Taş bileşiminin analizi her zaman uygun olmasa bile, önleyici tedavi verilmesine yardım
edebilecek bilgiler verebilir. Taş anlizine göre taş isimleri tablo 7’te verilmiştir (115).
Taşların çoğu birden fazla bileşenin karışımı oldukları için, herhangi bir molekülün baskın
olması veya nispi oranlar taşın tipi hakkında bilgi verebilir Kalsiyum apatit ve mikst kalsiyum
oksalat-kalsiyum apatit taşlarının, RTAve primer hiperparatiroidi tanıları ile ilişkili oldukları
bildirilmiştir. Taş bileşimindeki fosfat oranı arttıkça RTA ve primer hiperparatiroidi oranı
artmıştır (118). Saf ve mikst ürik asit taşları, gut diyateziyle; bruşit taşları, RTA’la; enfeksiyon
taşları, enfeksiyonla ve sistin taşları, sistinüriyle ilişkilidir. Saf ürik asit ve sistin taşlarında başka
test yapılamsına gerek yoktur (115).
Tablo 6: Komplike taş hastalığı bulunan hastalarda yapılması gereken analizler (116)
Taş analizi
Kan analizi
İdrar analizi
Her hastada bir taş analiz
edilmelidir
Kalsiyum
Albümin (1)
Kreatinin
Ürat (2)
Aç karna sabah spot idrar örneğinde dipstick
testinde şunlara bakılır:
•
pH
•
Lökositler/bakteriler (3)
•
Sistin testi (4)
Belirlenmiş bir zaman aralığında toplanan idrar
örnekleri:
•
Kalsiyum
•
Oksalat
•
Sitrat
•
Ürat (6)
•
Magnezyum (2,4)
•
Fosfat (2,4,5)
•
Üre (2.5)
•
Sodyum (2,5)
•
Potasyum (2,5)
•
Kreatinin
•
Hacim
(1) Ya albümin bağlanmasına atfedilebilecek kalsiyum konsantrasyonu farklarını düzeltmek için
kalsiyum + albümin analizi ya da iyonlaşmış (serbest) kalsiyumun doğrudan analizi
(2) İsteğe bağlı analiz
(3) Normal atılımla ilgili verileri olması koşuluyla, 24 saatlik idrar, 16 saatlik + 8 saatlik idrar ya da
herhangi bir örnek toplama dönemi seçilebilir
(4) Magbezyum ve fosfat analizi, AP(CaOx) indeksi ve AP(CaP) indeksi gibi kalsiyum oksalat
(CaOx) ve kalsiyum fosfat (CaP) ile ilgili süpersatürasyon tahminlerini hesaplamak için
gereklidir
(5) Üre, fosfat, sodyum ve potasyum ölçümleri, hastanın beslenme alışkanlıklarını değerlendirmek
için kullanılır
(6) Ürik asit, asitli çözeltilerde çökeldiği için, ürat analizinin asidifiye edilmemiş bir örnekte ya da
ürik asidi çözmek için yapılan alkalinizasyondan sonra yapılmalıdır
Tablo 7: Üriner sistem taşlarının mineral yapılarına göre terminolojisi (115)
Taşın mineral yapısı
Taşın ismi
Kalsiyum oksalat monohidrat
Whewellite
Kalsiyum oksalat dihidrat
Weddelite
Kalsiyum hidrojen fosfat dihidrat
Brushite
Trikalsiyum fosfat
Whitlockite
Karbonit-apatit
Carbonite-apatite
Magnezyum amonyum fosfat
Struvite
Sistin
Yok
Ürik asit
Yok
Üriner Sistem Kalsiyum Taş Hastalığında Medikal Tedavi
Sıvı Alımı
Kalsiyum taşı bulunan kişilerde önleyici tedaviye koruyucu önlemlerle başlanmalıdır.
Tüm hastalara, taş hastalığının altında yatan nedenden bağımsız olarak belli koruyucu önerilerde
bulunulmalıdır (115, 116). Hastalar günlük idrar miktarı 2 litreyi geçecek kadar bol sıvı almaya
teşvik edilmelidir (120). Taş bileşimi ne olursa olsun, bu tavsiye geçerlidir. Artmış idrar miktarı,
rekürrensin önlenmesinde iki yolla etkilidir. İlk olarak oluşan mekanik diürez sonucu idrar akış
hızı artarak semptomatik taş oluşumunu önleyebilir. Ayrıca idrarın dilüsyonun, taş bileşenlerinin
süpersaturasyon derecesini düşürerek spontan nükleasyonu önlediği gösterilmiştir (121). Bu
nedenle idrarın süpersaturasyon düzeyi, gerekli olan idrar dilüsyonu derecesinin bir kılavuzu
olarak kullanılmalıdır. Sıvı alımı 24 saatlik süreye eşit olarak dağıtılmalıdır ve olağandışı sıvı
kaybının meydana geldiği durumlara özel bir dikkat gösterilmelidir (115,116).
İçme suyunun sertlik derecesi, idrar parametrelerini değiştirse de taş oluşumu üzerine
etkisi azdır (122). Karbonatlı suyun, normal suya göre taş rekürrensine karşı koruma sağladığını
öne süren çalışmalar vardır (123, 124).
Limonata ve portakal suyu, idrar hacmini ve idrar sitrat düzeyini arttırmak için uzun
süredir kullanılmaktadır. Bu meyve sularını taş rekürrensini önlemek üzerine etkileri tartışmalıdır
(115).
Genel olarak taş oluşumunu önlemede alınan sıvının tipinden çok miktarı önemlidir. Bu
nedenle günlük 2500 ml’yi aşan idrar çıkışını sağlamak için tüm hastalara en az 3000 ml/gün sıvı
almaları önerilmelidir (115).
Diyet
Rekürren taş hastalığında etkili olan birçok risk faktörü olmasına rağmen, diyet
değişikliklerinin önemli etkisi olduğunu gösteren kanıtlar artmaktadır. Diyet değişiklikleri,
rekürren kalsiyum taşı hastalığının insidansını anlamlı ölçüde azaltabilir (115).
Taş hastalarına bütün gıda gruplarının katkıda bulunduğu, ama herhangi bir çeşidin
aşırıya kaçmadığı dengeli bir karma diyet uygulanmalıdır (125). Aşırı hayvansal protein alımı,
üriner kalsiyum, oksalat ve ürik asit atılımını arttırarak taş oluşma olasılığını arttırmaktadır. Bu
nedenle hayvansal protein aşırı miktarda tüketilmemelidir. Günlük hayvansal protein alımının
yaklaşık 150 gramla sınırlandırılması önerilmektedir (126-129).
Sodyum kısıtlaması, rekürren üriner sistem kalsiyum taş hastalığının önlenmesi amacıyla
yapılan diyet değişikliklerinin önemli bir bileşenidir (130). Hayvansal protein ve kalsiyum
açısından kısıtlamanın yanında sodyum kısıtlaması yapıldığında Taş rekürrensinin yaklaşık % 50
oranında azaldığı saptanmıştır (131).
Lifin yararlı etkilerinden dolayı, meyve ve sebze tüketimi teşvik edilmelidir (132).
Bununla birlikte, oksalat içeriği zengin olan meyveler ve sebzelerden uzak durulmalıdır. Bu,
oksalat atılımının yüksek olduğu gösterilmiş olan hastalarda özellikle önemlidir. Ravent, ıspanak,
kkao, çay yaprağı ve kabuklu yemişlerin oksalat içeriği yüksektir(133).
Taş oluşumu riskini arttırmaksızın günde 4 grama kadar C vitamini alınabilir (134-136).
Kalsiyum alımının kısıtlanması tavsiyesi için kuvvetli nedenler olmadıkça, böyle bir kısıtlama
yapılmamalıdır. Günlük asgari kalsiyum gereksinimi 800 mg’dır ve genel öneri günlük 1000
mg’dır. Yemeklerle birlikte ilave kalsiyum alınmasını gerektiren enterik hiperoksalüri olguları
dışında, kalsiyum takviyeleri önerilmemektedir.
Hiperürikozürik kalsiyum oksalat taş hastalığı bulunan kişilerin (137-140) özellikle ürat
içeriği zengin olan gıdaların alımı kısıtlanmalıdır. Günlük ürat alımı 500 mg’ı aşmamalıdır. Dana
timüsü, karaciğer, böbrek kümes hayvanı derisi ve ringa, sardalya hamsi, çaça balığı ürattan
zengin gıdalardır (141).
Yineleyen Kalsiyum Taşı Oluşumunun Önlenmesinde Farmakolojik Ajanlar
İçecek ve yiyecek alışkanlıklarına ilişkin tavsiyelerle idrar bileşimindeki anormallikleri
düzeltmek ve patolojik kristalleşme risk faktörlerini ortadan kaldırmak için her zaman
girişimlerde bulunulması yönünde genel bir görüş vardır. Ancak böyle bir uygulama
başarısızlıkla sonuçlandığı zaman, içecek ve yiyecekle ilgili önerilere ek olarak farmakolojik bir
yaklaşım düşünülmelidir. Bu bakımdan, en uygun tedavi şeklinin seçilmesi esastır. İdeal
farmakolojik ajan, kalsiyum taşı oluşumunu durdurmalı, yan etkilerden arınmış olmalı ve kolay
kullanılabilmelidir. Tedaviye makul ölçüde iyi bir uyum gösterilmesini sağlamak için bütün bu
yönler son derecede önemlidir (115,116).
Avrupa Ürolitiazis Araştırma Grubu, 1996’da Almanya’nın Mannheim kentinde
düzenlenen bir Konsensüsü Konferansı’nda literatür sonuçlarını geniş şekilde gözden geçirerek
üriner sistem kalsiyum taşı hastalığının önlenmesinde kullanılabilecek farmakolojik ajanlarlar
ilgili önerilerde bulunmuştur (1442-145).
Çeşitli ajanlarla ilgili öneriler yapılırken, hem bunların seçici olmayan bir biçimde
kullanıldıkları durumlar, hem de özgül bir idrar anormalliği için verildikleri durumlar göz önüne
alınmıştır. Kalsiyum taşı oluşturan hastalarda idrar bileşimindeki anormalliklere göre
kullanılabilecek özgül tedavi önerileri tablo 8’de verilmiştir (116). Ama üriner sistem kalsiyum
taşlarının önlenmesinde farmakolojik ajanların kullanımı hakkında mutlak bir uzlaşma henüz
sağlanamamıştır (145,146).
Kalsiyum taşı oluşumunun yinelediği hastalarda en yaygın olarak kullanılan farmakolojik
ajanlar; tiazidler, ortofosfat, magnezyum, selüloz fosfat, sodyum selüloz fosfat, allopurinol ve
bazı durumlarda, pridoksin ve oksabsorbdur. Bu tedavi şekillerinin bilimsel temeli aşağıda
özetlenmektedir.
Tiazidler ve tiazid benzeri ajanlar
Kalsiyum taşı hastalığı bulunan kişilerde yinelemeyi önlemek için hidroklorotiazid,
bendroflumetiazid, triklorotiazid ve indapamid kullanılmaktadır. Tiazid tedavisinin amacı,
hiperkalsiürik hastalarda kalsiyum atılımını azaltmaktır, ama normokalsiürili hastalarda da
kalsiyum azalması görülmektedir (147). Tiazidlerin hipokalsiürik etkinliğine aracılık eden
mekanizmanın, nefronun gerek proksimal gerekse distal kısımlarında kalsiyum geri emiliminin
artması olduğu düşünülmektedir (147,148). Dahası, tiazidlerin, muhtemelen barsaktan kalsiyum
emiliminin azalması yoluyla, oksalat atılımını azaltabildikleri ileri sürülmüştür (149-151).
Bununla birlikte, idrardaki oksalatta tiazid tarafından indüklenen bir azalma, klinik çalışmalarda
tutarlı olarak saptanmış bir bulgu değildir.
Taş önleme yöntemi olarak tiazidlerle kazanılan klinik deneyim 30 yıldan fazladır.
Yendt’in 1970’te yayınladığı ilk rapordan (152) sonra çok sayıda rapor yayınlanmıştır ve
bunların çoğu, yinelemenin önlenmesindeki olumlu etkiyi desteklemektedir (116).
Tiazid tedavisinin klinik etkisi, birçok çalışma ile değerlendirilmiştir. Tiazid tedavisi
verilerek hastaların 3 yıl süreyle takip edildiği birkaç çalışmada taş rekürrens oranının anlamlı
olarak azaldığı kaydedilmiştir (153-156). Ayrıca 2,3 yıl ve 4,3 yıl tiazidlerle tedavi edilen 3 hasta
grubunda da, koruyucu bir yaklaşımla tedavi edilen hastalara oranla benzer bir bulgu elde
edilmiştir (157-159). Yineleyici taş oluşturanlara aralıklı olarak tiazid verildiği zaman taş
oluşumu oranında anlamlı bir azalmanın meydana geldiği de gözlenmiştir (160).
Tedavi uygulanan hastaların herhangi bir farmakolojik ajan verilmeyen hastalarla
karşılaştırıldıkları birçok başka çalışmada da reküürrens oranının azaldığı gözlenmiştir (161-164).
Aktif tedavinin plasebodan ya da hiç tedavi uygulanmamasından anlamlı olarak daha iyi sonuçlar
ortaya koyduğu randomize çalışmaların bir meta-analizi de tiazid tedavisinin olumlu etkisini
desteklemektedir (165).
Tiazid tedavisinin en önemli olumsuzluğu, yan etkilerinin olmasıdır. Erektil
disfonksiyonun yanı sıra, normokalsemik hiperparatirioidinin ortaya çıkması, diyabet ve gut
gelişmesi de, toleransın düşük ve bırakma oranının yüksek olmasına katkıda bulunan etkenlerdir.
Tedaviye uyum çoğunlukla yalnızca %50-70 arasındadır (116).
Tiazid tedavisinin yalnızca hiperkalsiürili hastalar için mi saklanması gerektiği, yoksa bu
anormalliğin bulunmadığı hastalarda kullanılmasının da gerekip gerekmediği konusunda kesin bir
karara varılamamştır. Tiazidlerin hiperkalsiürili hastalarda kullanıldığı bazı çalışmalarda anlamlı
derecede olumlu etkiye sahip oldukları gösterilmiştir (157-159).
Seçilmemiş taş oluşturanlar grubunda da sıklıkla hiperkalsiüri meydana gelmesinden
dolayı, bu bakımdan bir öneride bulunmanın güçlü bir bilimsel temeli yoktur. Bununla birlikte bir
tiazidin ya da tiazid benzeri ajanın tercih edilmesi için majör endikasyon hiperkalsiüri olmalıdır.
Kalsiyum atılımının yüksek olmadığı durumlarda, başka tedavi şekilleri ilk seçilecek seçenekler
olarak daha uygun olabilir. Farmakolojik tedavi uygulanmasının düşünüldüğü bütün durumlarda
olduğu gibi, ilacın olumlu ve olumsuz etkileri arasında bir karara varılması gerekir (116).
Tablo 8: İdrarın bileşiminde anormalliklerin olduğu bilinen kalsiyum taşı
oluşturucular için seçici tedavi önerileri †(116)
Tedavi
Tedavi grupları
Tiazidler (1)
1) Hiperkalsiüri
Tiazidler + magnezyum (1)
2) Bruşit taşı oluşumu
3) Diğer anormalikler
Alkalin sitrat
1) Hipositratüri
1) RTA
2) Enterik hiperoksalüri
3) Düşük inhibitör aktivite (2)
4) Diğer anormallikler
Allopurinol
1) Hiperürikozüri
Piridoksin
1) Tip 1 primer hiperoksalüri
2) Hafif hiperoksalüri
Kalsiyum takviyeleri
1) Enterik hiperoksalüri
Ortofosfat (3)
1) Hiperkalsiüri
(1) Hipokalemiden ve hipokalemik intraselüler asidozun neden olduğu
hipositratüriden kaçınmak için potasyum takviyeleri gereklidir.
(2) Kristal büyümesinin/agregasyonunun değerlendirilmiş olması
durumunda
(3) Ortofosfat ilk basamak seçenek değildir, ama tiazidleri tolere
edemeyen hiperkalsiürili hastalarda kullanılabilir.
† İki prosedür aynı ölçüde yararlı görüldüğü zaman, bunlara aynı rakam
verilmiştir.
Alkalen sitrat
Alkalen sitrat ile tedavi, hipositratürili hastalarda üriner sitratı arttırma yöntemi olarak
sıklıkla kullanılır. Düşük sitrat atılımı, kalsiyum taşı hastalığı bulunan kişilerde sık rastlanan bir
bulgudur. Kalsiyumun rolü önemlidir, çünkü sitrat kalsiyumla şelat oluşturur ve böylece, hem
kalsiyum oksalatın hem de kalsiyum fosfatın iyon aktivitesi sonuçlarını azaltır. Dahası sitrat, bu
kristallerin büyümesini ve bir araya gelmesini inhibe eder (166). Bir alkalen tuzun verilmesi, pH
düzeyinin yükselmesini ve sitrat atılımının artmasını sağlar. Alkalen sitrat ile tedavi sırasında
rezidüel fragmanların temizlenmesine ilişkin olumlu raporlar da vardır.
Genel ilke sitrat preparatları vermek olmasına karşın, sitrat atılımındaki artışı etkileyen en
önemli faktör, tübüler hücrelerin alkalinizasyonudur; verilen sitratın yalnızca küçük bir kısmı
idrarla atılır.
Yineleyen kalsiyum taşı oluşumunu önlemek için kullanılan alkalileştirici ajanlar; sodyum
potasyum sitrat, potasyum sitrat, sodyum sitrat, potasyum magnezyum sitrat, potasyum
bikarbonat ve sodyum bikarbonattır. sodyum potasyum sitrat bir çalışmada (167) ve sodyum
magnezyum sitrat bir çalışmada (168) kullanılmıştır. Potasyum sitratın taş rekürrensinin
önlenmesinde kullanıldığı 2 çalışmada, rekürrens oranının anlamlı olarak azaldığı kaydedelmiştir
(169,170). Tedavi uygulanmayan bir grupla karşılaştırıldığında, potasyum magnezyum sitrat
tedavisinin de olumlu bir etkisi olduğu bildirilmiştir (167). Ancak sodyum potasyum sitratla
hiçbir olumlu etki gözlenmemiştir (168).
Alkalen sitratla ilgili diğer randomize olmayan çalışmalar değişken sonuçlar ortaya
koymuştur. Bununla birlikte, genel izlenim, potasyum sitratın (169-172) yinelemeyi önleme
potasiyelinin sodyum potasyum sitrattan (143,167,177,178) daha fazla olduğu yolundadır. Bu
gözlemi, potasyum sitratın ve sodyum sitratın idrar bileşimi üzerindeki farklı etkileri de
desteklemektedir (179).
Potasyum magnezyum sitrat yineleyen taş oluşumunu önlemede etkili görünmektedir.
Ancak bu ajanın bulunabilirliği henüz yaygın değildir. Bu preparatın potasyum sitrattan üstün
olup olmadığını göstermek için başka çalışmaların yapılmasına gerek vardır (116).
Alkalen sitrat preparatlarının hipositratürili hastalar için mi saklanması, yoksa seçici
olmayan bir biçimde mi kullanılması gerektiği, herhangi bir çalışmada uygun şekilde
değerlendirilmemiştir. Literatür verilerini karşılaştırmaya yönelik bir çalışma, seçici tedavi
yönünde bir eğilimin olduğunu ortaya koymaktadır (180). Randomize çalışmaların bir metaanalizinde, tedavinin sonucunu yeterli bir şekilde analiz etmek mümkün olmamıştır (165).
Şok dalgasıyla taş kırma sonrasında taşların temizlenmesini arttırmanın yolu olarak
alkalen sitratın yararlılığı bazı gruplar tarafından araştırılmıştır ve yakın zamanda Avrupa’da
yürütülen çokmerkezli bir çalışmaya konu olmuştur. Buna göre, potasyum sitratın (176,181) yanı
sıra, sodyum potasyum sitratın (182) da taş fragmanlarının temizlenmesini arttırdığı
gösterilmiştir.
Yan etkilerin sıklığı oldukça yüksektir ve alkalen sitrat tedavisine uyumun yaklaşık
%50’den daha iyi olmadığı gösterilmiştir.
Kalsiyum oksalat ve kalsiyum fosfat kristalleşmesi ile taş oluşumu üstündeki birçok
etkisinden dolayı, alkalen sitrat tedavisi yineleyen taşları önlemeye yönelik tedavi olarak tavsiye
edilebilir.
Önerilen ajan potasyum sitrattır. Bu tedavi şeklinin, sitrat atılımı düşük olan hastalara en
fazla yarar sağlama olasılığı bulunmasına karşın, şimdiye kadar literatürde bu varsayımı
destekleyen somut bir kanıt yayınlanmamıştır ve daha fazla çalışma yapılmasına gerek vardır.
Artan pH’nın sonucu olarak kalsiyum fosfat taşlarının oluşması riski teoriktir (116).
Ortofosfat
Yineleyen kalsiyum oksalat taşı oluşumunun görüldüğü hastalara ortofosfat verilmesinin
teorik gerekçesi, kalsiyum atılımını azaltmak ve pirofosfat atılımını arttırmaktır. Pirofosfat, hem
kalsiyum oksalat hem de kalsiyum fosfat kristallerinin büyümesini inhibe eder. Kalsiyum
emiliminin düşmesi ve kemik rezoprsiyonunun azlaması ile ilişkili olarak 1,25 (OH)2-D vitamini
oluşmasının, üriner kalsiyumun etkisine aracılık yaptığı varsayılmaktadır. Ortofosfat (nötr)
verilmesinin üriner sitratı da arttırdığı bildirilmiştir. Literatürde, ortofosfatın taş oluşumu
üstündeki etkisini ele alan yalnızca birkaç çalışma vardır. Üç yıllık bir dönemde verilen potasyum
asit fosfat ile ilgili randomize, plasebo kontrollü biir çalışmada, taş oluşumu ortofosfatla tedavi
edilen grupta artmıştır (183).
Fosfatla yapılan 3 yıllık tedavi sırasında taş oluşumu oranı da iki randomize çalışmada
incelenmiştir (154,155). Bu çalışmaların ikisinde de hasta sayısı azdır ve tedavi uygulanan
hastalar ile uygulanmayanlar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır. Daha
yetersiz kontrol uygulanan bazı çalışmalarda (184,185) fosfat tedavisinin güvenilir bir etkisini
teyit etmek de mümkün olmamıştır. Bununla birlikte, başka çalışmalarda (186) taş oluşumu
oranının azaldığı görülmüştür. Literatür bulguları üstünde yapılan değerlendirmelerde, kalsiyum
taşı oluşumunu önlemekte fosfatın etkili olduğunu gösteren bir bilimsel kanıt yoktur (165,187).
Hastaların tedaviye uyumunun iyi olduğu bildirilmesine rağmen, ishal, karın krampları,
bulantı ve kusma gibi yan etkiler sık görülür. Dahası paratiroid hormonu üzerindeki olası bir
etkinin de dikkate alınması gerekir. Yavaş salınan potasyum fosfatın yan etki profilini olumlu
şekilde etkilemesi mümkündür (188). Fosfat uygulamasının kalsiyum fosfat taşı oluşumu
üstündeki etkisi aydınlatılmamıştır.
Sonuç olarak, ortofosfatın kalsiyum oksalat taşı oluşumunu anlamlı olarak azalttığına
ilişkin yalnızca çok zayıf kanıtlar vardır. Bu tedavi şekli absorptif hiperkalsiürili hastalar için
muhtemel bir seçenek olabilmesine karşın, şimdiye kadar elde edilen kanıtlar, kullanımını
önermek için yetersizdir.
Magnezyum
Magnezyum atılımının artması, kalsiyum oksalatın iyon aktivitesi sonuçalarını azaltabilir
ve kalsiyum fosfat kristallerinin büyümesini inhibe edebilir. Sitrat atılımının arttığına ilişkin
gözlemler de vardır (189). Magnezyum, çeşitli kalsiyum fosfat kristal evreleri arasındaki
dönüşüm için de önemli kabul edilir. Dolayısıyla, idrarda magnezyum konsantrasyonunun yüksek
olmasının, bruşit oluşumu riskini azalttığı düşünülmektedir. Magnezyum oksit, magnezyum
hidroksit, potasyum magnezyum sitrat ve magnezyum aspartat kullanılmaktadır.
Magnezyumun klinik etkileri konusunda yapılmış iki randomize çalışma vardır; bunların
birisinde magnezyum hidroksit tedavisi, plasebo kontrol grubuyla (190) ve diğerinde magnezyum
oksit, tedavi uygulanmayan kontrollerle (154) karşılaştırılmıştır. Sırasıyla dört ve üç yıllık takip
dönemlerine rağmen, bu çalışmaların hiçbiri, taş oluşumu üstünde istatistiksel olarak anlamlı bir
etki ortaya koymamıştır.
Magnezyum kullanımının daha önce bildirilmiş olan (191,192) olumlu etkileri, yakın
tarihli kontrollü çalışmalarla doğrulanmamıştır (165,187). Dolayısıyla kalsiyum taşını önlemede
monoterapi olarak magnezyumu tavsiye etmek için kanıtlar yetersizdir.
Allopurinol
Kalsiyum oksalat taşlarının oluşumunu önlemek için allopurinol tedavisi, hiperürikozüri
ile kalsiyum oksalat taşı oluşumu arasında bir ilişki olduğu gösterildikten sonra uygulanmaya
başlanmıştır (193). Tuzla çökeltme etkisindeki azalma, kalsiyum oksalat çökelmesi
destekleyicileri olarak ürik asit ya da ürat kristali riskinin azalması, koloidal ürat ile
makromoleküler inhibitörler arasındaki kompleks oluşum ve/veya muhtemelen oksalat atılımının
azalması, allopürinolün kalsiyum oksalat taşı oluşumu üzerindeki etkisine aracılık ediyor olabilir.
Allopürinolün, sahip olduğu antioksidatif özelliklerle kristalizasyonu etkileyebileceğine de
değinilmesi gerekir.
Allopürinol, hem hiperürikozüri bulunan hem de bulunmayan hastaları tedavi etmek için
klinik olarak kullanılmıştır. Allopurinol ile tedavi edilen, hiperürikozürili, kalsiyum oksalat taşı
oluşturan hastaların katıldığı plasebo kontrollü bir çalışmada, allopürinol verilen hastaların
%75’i, plasebo grubundakilerin de %40’ı yineleyen taş oluşumundan bağışık kalmıştır. Bu etki
istatistiksel olarak anlamlıdır. Hiperürikozüri nedeniyle seçilmeyen hastaların katıldığı başka üç
randomize çalışmada (154,155,194), allopürinol ve plasebo tedavisi alanlar ile hiç tedavi
almayanlar karşılaştırılmıştır. Bu çalışmaların hiçbirinde, tedavi edilen hastalar ile tedavi
edilmeyen hastalar arasında anlamlı bir fark saptanmamıştır.
Günlük 300 mg allopürinol ile tedavi edilen, seçilmemiş, kalsiyum oksalat taşı
oluşturanların uzun dönem takibinde, taş oluşumuyla ilgili hiçbir etki saptanmamıştır (195).
İsveç’te yapılan başka bir çalışmada da benzer bir sonuç alınmıştır (196). Bu sonuçla,
hiperürikozüri için tedavi edilen hastalardaki sonuçlarla karşıtlık içindedir (197,198).
Allopürinole gösterilen tolerans çoğunlukla iyidir, ama yüksek dozlarla ciddi yan etkiler
bildirilmiştir. Uyum konusunda bir bilgi yoktur. Sonuçların gösterdiğine göre, allopürinol,
hiperürikozürik kalsiyum oksalat taşı oluşumu bulunan hastaları tedavi etmekte yararlı olabilir,
ama başka biyokimyasal anormalliklerin bulunduğu hastaların tedavisi için önerilmez.
Sellüloz fosfat
Sellüloz fosfat ve sodyum selüloz fosfat, absorptif hiperkalsiürili hastalarda kalsiyum
emilimini azaltmak için kullanılmaktadır. Ne yazık ki, bu karmaşık oluşum hiperoksalüri ile
sonuçlanabilir. Magnezyum bağlanması, hipomagnezüriye neden olur ve diğer iyonlar da bu
tedavi şeklinden olumsuz etkilenebilir. Literatürdeki çalışmalar randomize değildir ve yapılan
genel değerlendirmede, hastaların %40’ında yeni taşların oluştuğu bildirilmiştir(199-202). Bu
nedenle sellüloz fosfat ve sodyum selüloz fosfat, taş rekürrensine karşı profilaktik tedavi olarak
önerilmemektedir (116). Ancak tip 1 abzorptif hiperkalsiüride, diğer tedavi seçenekleri başarısız
kaldığında rekürrensin sık olduğu hastalarda kullanılabilir (115).
Piridoksin
Piridoksin (B6 vitamini) kullanımı, teorik olarak endojen oksalat üreteimini olumlu
şekilde etkileyebilir. Böyle bir etki, piridoksal fosfatın aktivitesinden dolayı glioksilat
transaminasyonunun artmasıyla açıklanabilir.
Piridoksin, idiopatik hiperoksalürili hastaların yanı sıra, primer hiperoksalürili hastaların
(203) tedavisinde de ortofosfatla birlikte başarılı biçimde kullanılmaktadır (204,205). Şu anda
idiopatik kalsiyum oksalat taş hastalığı bulunan kişilerde piridoksin kullanımını destekleyen
hiçbir kontrollü çalışma yoktur.
Primer hiperoksalürinin ender ve şiddetli olmasından dolayı, piridoksinin etkinliği
konusunda hiçbir randomize çalışma yapılmamıştır. Bununla birlikte, çeşitli raporlar, tip 1
hiperoksalürili hastaların bir kısmının yüksek piridoksin dozlarına olumlu yanıt verdiklerini
doğrulamaktadır. Etkili başka bir tedavi şeklinin olmamasından dolayı, tip 1 hiperoksalürili
hastalarda oksalat atılımını azaltmak için piridoksin tedavisi kesinlikle denenmelidir.
İdiopatik kalsiyum taşı hastalığının yinelemesinin önlenmesi için seçici bir tedavinin,
seçici olmayan bir tedaviden daha iyi olduğu konusunda mutlak görüş birliği yoktur. Bununla
birlikte, literatürdeki verilerin analizi, bireysel biyokimyasal anormallikleri hedef alan tedavinin
lehine hafif bir farkın olduğunu düşündürmektedir (146).
OSTEOPOROZ
Kemiğin Yapısı ve Görevi
Kemiğin iki ana görevi vardır. Destek dokusu olarak stabiliteyi sağlarken, metabolik
olarak da vücut sıvılarındaki kalsiyum dengesini sağlamada kaynak görevini görmektir.
Makroskopik olarak mekanik desteği, kemiğin dış şekline, medüller kavitenin
büyüklüğüne ve şekline, diafizer korteksin kalınlığına, metafiz ve epifiz bölgesindeki
spongiöz kemiğin yapısına bağlıdır (206). Bazı durumlarda fonksiyonel gereksinimlere
adaptasyon genetik olarak kontrol edilir, fakat Wolff kanunlarına uygun olarak yaşam
boyunca remodelasyon aktiviteleri ile değişkenlik gösterir (207).
Kemik dokusunun mekanik özelliklerini anlamak için, hücreler arası maddenin
lameller yapısını incelemek gerekir. Her lamel 3 ila 7 µm genişliğinde olup, kemiğin uzun
aksı ile çeşitli derecelerde açı yapan paralel kollajen liflerden bir tabaka oluşturur. Kollajen
fibrillerin bu düzeni polarize ışık altındaki incelenmeleri sonucu ortaya çıkmış, osteoid ve
dekalsifiye lamellerin elektromikrografisi ile doğrulanmıştır.
Osteositler kemiğin mikroskobik yapısında yer alan önemli hücrelerdir. Osteositlerin
beslenmesi ve kalsiyum metabolizmasına katkıları, kanalikül ve lakunalardaki sitoplazmik
işlemler ile hassas haberleşmelerine bağlıdır. Metabolitler, çevrelerindeki boşluğa sitoplazmik
işlemler ile taşınır. Kanalikül-laküner sistemdeki hücre faaliyetleri osteoblastlara ve korteksin
iç ve dış yüzünde yer alan hücrelere bağlıdır.
Kimyasal olarak kemik, genel olarak hidroksiapatit biçimde %65 mineral ve %35
dolayında organik matriks içerir. Kollajen organik matriksin yaklaşık %90’ını (kuru ağırlığın)
oluşturur, geri kalan %10’u ise proteoglikanlar ve kollajen dışı proteinler oluşturur. Bunların
arasında osteokalsin, kemik dokusuna özgü olduğu için özellik arz etmektedir. Osteoblastlar
tarafından üretildiğinde yaklaşık yarısı hücre dışı sıvıya sızar. Bu sebeple de serumdaki
seviyesi kemik formasyonunu gösterir (208). Diğer bir kemiğe özgü komponent, hücre adezyon
unun düzenlenmesinde etkili, siyaloprotein formunda olan osteopontindir. Kalsiyum bağlayıcı
protein olan 2HS-glikoprotein, karaciğer tarafından sentez edilir ve kemik dokusu için daha az
spesifiktir. Osteonektin ise fosforile bir glikoprotein olup büyük bir kısmı kemik dışı dokular
tarafından sentez edilir (209).
Kemik hücrelerinin yapısı ve görevi
Kemik mineralize matriks ve tanımlanabilen 3 çeşit hücre tipinden oluşmuş bifazik bir
dokudur. Bu bifazik yapı kemiğe sertlik, fleksibilite ve güç kazandırır. Kemik özel bir bağ
dokusudur. Burada hücreler arası madde kalsifiye olmuştur (kemik matriks).
Bu 3 ayrı hücre;
1- Osteositler, matriksin lakuna adı verilen kavitelerinde yerleşim gösterir
2- Osteoblastlar, matriksin organik kısımlarının sentezini yaparlar
3- Osteoklastlar, kemik dokusunun rezorpsiyonu ve yeniden modellenmesini sağlayan
çok nüveli dev hücrelerdir.
Metabolitler difüzyon ile kalsifiye kemik matriksten geçemezler; dolayısı ile
osteositler ile kan kapilleri arasındaki madde alışverişi, matriksi ince ve silindirik olarak delip
geçen kanalcıklar (kanalikül) içindeki hücresel ilişkiler sayesinde sağlanır. Bu kanalcıklar
osteositlerin ince uzun sitoplazmik uzantıları (flopodia) aracılığı ile komşu osteositlerle,
kemiğin iç ve dış yüzeyleri ile ve matriks içinde seyreden kan damarları ile olan ilişkilerini
sağlar.
Osteoprogenitör hücreler
Bu hücreler uyarının türü ve derecesine bağlı olarak osteoblast, kondroblast ya da
fibroblastlara dönüşebilen indiferansiye primitif mezenkimal hücrelerdir. Perivasküler bağ
dokusu, periostun hücre tabakası ve kemik iliğinde var oldukları düşünülmektedir. Kemiğin
deri gibi ektopik alanlarda da oluşabildiği düşünülürse, buralarda da osteoprogenitör hücre
varlığından söz etmek gerekir. Bu hücreler normal histolojik kesitlerle gösterilemezler.
Osteoblastlar: Osteoprogenitör hücrelerden dönüşen osteoblastlar, Tip I kollajen, proteoglikan ve
glikoprotein yapımından sorumlu hücrelerdir. Kemiğin inorganik kısımlarının yapılabilmesi
osteoblastların varlığına bağlıdır. Osteoblastlar kemik yüzeylerinde epitel hücrelerine benzer
şekilde yan yana dizilirler. Matriks sentezini yapmaya başladıklarında şekilleri kübikten
prizmatiğe kadar değişkendir. Aktif osteoblastlar kolumnar şekilli, bazofilik sitoplazmalı
(artmış alkalen fosfataz nedeniyle), asentrik nukleuslu ve belirgin nükleollü hücrelerdir.
Genellikle aktif golgi cisimciği nedeniyle peri nükleer haloları vardır. Kallus gibi çok aktif
kemikleşme bölgelerinde çok katlı bir tabaka oluşturarak kemik yüzeyinde çıkıntı
oluşturabilirler.
Osteoblastlar sitoplazmalarında alkalen fozfataz (ALP) ve yüzeylerinde parathormon
reseptörleri içerirler. Parathormona ilk cevap veren hücrelerdir. Bu sayede kemik
rezorpsiyonunu parakrin ve otokrin sekresyonla aktive ederler.
Osteoblastların komşu osteoblastlar ile temaslarını sağlayan sitoplazmik uzantıları
vardır. Bu uzantılar, hücre kendi etrafını matriks ile sarmaya başlatınca daha da belirgin hale
gelir. Osteoblastlar yeni sentezi yapılmış matriks ile sarıldığında, osteosit adını alırlar. Hücre
ve sitoplazmik uzantıların etrafında matriksin oluşması lakuna ve kanalcıkları belirgin hale
getirmektedir.
Matriks sentezi sırasında osteoblastlar aktif protein yapan ve salgılayan hücrelere
benzerler. Matriks sekresyonu, daha önce yapılmış kemik matriksi ile temas halinde olan
osteoblast yüzeylerinde oluşur. Böylece osteoblastlar ile daha önce meydana gelmiş kemik
matriksi arasında osteoid adını alan yeni ancak kalsifiye olmamış matriks yer alır. Bu olay
kemik apozisyonu olarak adlandırılır, zamanla kalsiyum tuzlarının çökmesi ile tamamlanır.
Histolojik kesitlerde osteoid non mineralize olduğundan dolayı boya almaz ve
osteoblastların etrafında ışığı geçirgen bir bant şeklinde görülür.
Histolojik olarak inaktif osteoblastlar iğsi şekilli yassı hücreler olup, istirahat halindeki
kemik yüzeyini kaplarlar ve kemik büyümesi, hacmi ve şeklindeki değişiklikleri meydana
getirmek üzere mekanik uyarılara cevap verirler.
Osteositler: Osteoblastlardan kaynaklanan hücrelerdir. Matriks lamelleri arasında bulunan
lakunalar içinde yerleşim gösterirler. Her lakunada sadece bir osteosit vardır. Bu hücreler
ekstraselüler alanlar ve kemik matriks arasındaki iyon değişiminden sorumludur.
Osteositlerin sitoplazmik uzantıları ince silindirik kanalcıklarla sarılmıştır. Komşu
osteositler sitoplazmik uzantılarının birbirleri arasında yaptıkları hücre bağlantıları ile
iletişimi oluşturup, besin maddelerinin hücreden hücreye geçişini sağlarlar.
Osteositler kemik matriksin hem yapımı hem de yıkımıyla ilgilidir. Belli bazı
durumlarda osteositik osteoliz denilen kemikten hızlı kalsiyum ve fosfor salınım olayına
katılırlar.
Osteositler osteoblastlarla karşılaşırıldığında, yassı elips şeklinde hücrelerdir.
Endoplazmik retikulumları ve golgi kompleksleri dikkati çekecek kadar küçülmüştür.
Osteositlerin şekil, hacim ve organizasyonları primer ve sekonder kemikte farklılıklar
gösterir. Bu hücreler kemik matriks devamlılığı ile aktif olarak ilgilidirler. Osteositlerin
ölümünü takiben matrikste rezorpsiyon görülmesi tipiktir.
Osteoklastlar: Çok büyük, çok nukleuslu, ileri derecede dallanma gösteren hareketli ve kemik
rezorpsiyonunun çoğundan sorumlu hücrelerdir. Bu hücreler hemopoetik progenitör
hücrelerinden gelişirler. Hücre dallanmaları oldukça düzensiz, farklı biçim ve kalınlıktadır.
Kemik rezorpsiyonunun başladığı bölgelerde, enzimatik olarak açılmış Howship lakunası adı
verilen çukurcuklarda bulunurlar.
Osteoklastlar ortalama 10-15 (bazen 50) nukleuslu, genellikle asidofilik boyanan
hücrelerdir. Hücre sitoplazması çok sayıda vaküol içerir. Hücre içinde çok sayıda lizozoma ek
olarak granüllü endoplazmik retikulum, çok miktarda mitokondri ve iyi gelişmiş bir golgi
kompleksi bulunur. Aktif osteoklastlarda, kemik matriksine bakan yüzey düzensiz olarak
katlanıp, çoğu kez dallanarak, girintili çıkıntılı hale gelen fırçamsı bir kenarı oluşturur. Bu
kenar etrafında organel içermeyen sitoplazmik şeffaf bir bölge bulunmaktadır. Bu yapılar
küçük partiküllerin tuzağa düşürülüp enzimatik aktivite ile karşı karşıya getirilmesi için uygun
ortamın oluşturulması ile birlikte, aktif rezorpsiyon alanını da genişletir.
Osteoklastlar kemik matriksine hücum eden asit, kollajenaz ve diğer proteolitik
enzimleri salgılarlar. Böylelikle kalsifiye olmuş temel maddeyi serbest hale getirirler ve
kemik rezorpsiyonu sırasında meydana gelen artıkların ortadan kaldırılmasında aktif olarak
rol oynarlar. Osteoklastlar kalsitonin reseptörüne sahiptirler. Stimülasyonları parathormon
reseptörüne sahip osteoblastların sekrete ettiği otokrin ve parakrin faktörlerin bir sonucudur.
Kemikte Yeniden Modellenme (Remodelling) ve Osteoporoz
Yeniden modellenme, kemiğin yapımı ve yıkımını içeren bir siklustur. Osteon, kemiğin
yeniden modellenme ünitesi (bone remodeling unıt-BRU) olarak tariflenmiştir. Yeniden
modellenme, kemik homeostazı ile direnci sağlar. Bir yetişkinde yıllık olarak trabeküler kemiğin
%25’i, kortikal kemiğin %3’ü yenilenir ve yeniden modellenme kapasitesi belli bir dönem yaşla
beraber artar. Herhangi bir zamanda mevcut kemik yüzeyinin %10’u yeniden modellenmeye
uğrar. Normal erişkin iskeletinde kemik rezorpsiyonunun olduğu yerde kemik formasyonu da
vardır. Bu kemik rezorpsiyonu ve formasyonu gelişigüzel bir olay değildir, yeni ve eski kemik
arasındaki turnover mekanizmasının bir parçasıdır.
Kemikte yeniden modellenme iki majör anlam içerir;
1) Sürekli olarak kemiğin yenilendiği, günlük olarak kemikte artış ve azalışın olduğu bir süreç.
2) Kemiğin içine ve dışına kalsiyum ve diğer iyonların transferi ile mineral homeostazının
sağlanması.
Kemik büyümesi tamamlandığında her siklusta kemik oluşumu rezorpsiyondan daha az
olur. Bu da yeniden modellenme dengesizliği (remodeling imbalansı) nedenidir. Kemikte yeniden
modellenmeyi arttıran herhangi bir stimulus, kemik rezorpsiyon oranında artış ile sonuçlanır.
Kemiğin şekillenme döngüsünde görülen başlıca olaylar; aktivasyon, rezorpsiyon, reverse
şekillenme ve dinlenme olarak adlandırılır.
Aktivasyon: Kemik şekillenme döngüsündeki ilk olaydır. Kemiğin yüzeyi dinlenme döneminden
çıkar. Dinlenme dönemi, kemik yüzeyindeki ince tabaka yüzey hücreleri ile karekterize olup, bu
dönemde aktivasyon konumuna geçerler. Bu konumda kemik iliğinden dağılan hormonal
ve fiziksel uyarı sinyalleri, mononükleer proosteoklast prekürsör hücrelerinin kemik yüzeyini
tekrar şekillendirmek için göç etmesini sağlar. Hücrelerin hepsi değişerek multinükleer osteoklast
haline gelirler. Spesifik faktörler bilinmemesine rağmen mikrokırığın veya mikrohasarın
şekillendirme için predispozan faktörler olduğu düşünülmektedir.
Rezorpsiyon: Rezorpsiyon sürecinde osteoklastlar hem organik matrikse, hem de kemiğin
mineral bileşenlerine doğru hareket ederler. Trabeküler kemikte oluşan kavite ‘howship lakünası’
olarak adlandırılır. Bu yaklaşık 40-50 nm derinliğinde çay tabağı şeklindeki bir kavitedir.
Kortikal kemikte 2.5 nm uzunluğunda, 150–200 nm çevreli kemiğin uzun aksına paralel kesilmiş
koni şeklinde tanımlanmıştır. Rezorpsiyon fazı trabeküler kemikte 33 gün ve kortikal kemikte 23
gün devam eder. Osteoklastın kaderi bilinmemektedir, mononükleer hücre olmak için bölünürler
bu da rezorpsiyon fazını tamamlar.
Geri Dönüşüm Fazı (Reversal): Geri dönüşüm fazı esnasında tamir başlar. Rezorpsiyon
kavitesinde, osteoklast ve makrofaj benzeri mononükleer hücreler görülmeye başlar. Bu hücreler
yüzeyde rezorbe olurlar ve yeni kemiği eski kemiğe bağlayan sement benzeri madde birikir, diğer
hücreler bu faz esnasında o bölgede preosteoblastlara benzer. Reversal fazı, kortikal kemikte 4
gün ve trabeküler kemikte 9 gün sürer. Bu faz rezorpsiyondan formasyona geçişte kritik fazdır.
Yeniden Şekillenme (Formasyon): Formasyon süresince osteoblastlar rezorpsiyon kavitesini
doldurur ve yeni osteon şekillenmeye başlar. Osteoid birikimi osteoblast ve tip 1 kollajen
birikimiyle başlar. Rezorpsiyon kavitesinin doldurulması 150 gün sürer. Trabeküler kemikte 25,
kortikal kemikte 35 günden sonra osteoidlerin mineralizasyonu osteoblast kontrolü altında başlar.
Mineralizasyon başladıktan sonra, matriksin mineral içeriği hızla artar. İlk birkaç gün içinde son
mineral içeriğinin %75’i tamamlanmış olur. Matriksin mineralizasyonunun tamamlanması 1 yıl
kadar sürer.
Dinlenme (Resting): Bir sonraki sirkülasyon başlayana kadar kemik yüzeyinde inaktive olan
lining cell tarafından yüzey kaplanır. Şekillendirici osteoblastlar mineralize matriks içerisinde
osteositler olarak tuzaklanır (209-211).
Osteoporoz
Osteoporoz, düşük kemik kitlesi ve kemik mikroyapısının bozulması sonucu kemik
kırılganlığının ve kırık olasılığının artması ile karakterize sistemik ve sık görülen bir iskelet
hastalığıdır. Yaşam süresinin uzaması nedeni ile önemli bir halk sağlığı problemi haline
gelmiştir.
Osteoporoz özellikle klinik öncesi dönemde (osteopeni dönemi) genellikle
asemptomatik ve sessiz seyredebilen bir hastalıktır. Ancak patolojik süreç ilerledikçe
(osteoporoz ve yerleşmiş osteoporoz dönemi) çeşitli klinik manifestasyonlarla karşımıza
çıkabilir.
Asemptomatik dönemde hastanın risk faktörleri yönünden mutlaka değerlendirilmesi
yapılmalıdır. Osteoporozda çok çeşitli risk faktörleri vardır. Osteoporoz ve osteoporotik
kırıklar için risk faktörlerinin tanımlanması ile yüksek risk altındaki bireyler ortaya
çıkarılabilir ve böylece değiştirilebilen risk faktörleri modifiye edilerek kırıklar önlenebilir.
Risk faktörlerini 4 grupta incelemek mümkündür:
1- Yapısal ve genetik faktörler
- Yaşlanma
- Düşük kemik kütlesi
- Dişi olma
- Beyaz ırk
- Maternel geçmiş
- Erken menopoz
- Narin yapı
- Öyküde kırık varlığı
- Genetik faktörler (ailede OP varlığı)
2- Yaşam biçimi ve/veya beslenme
- İnaktif ve sedanter yaşam
- Kalsiyum ve D vitaminin’den fakir diyet
- Alkol kullanımı
- Sigara
3- Tıbbi koşullar
- Kullanılan ilaçlar (kortizon, heparin)
- İmmobilizasyon
- Amenore
- Düşme için risk faktörleri ( Kişiye özel ve çevresel)
- Denge ve normal yürümenin bozulması
- Sedatif kullanımı
- Kas zayıflığı
4- Kognitif bozukluklar
Bu risk faktörleri değiştirilebilen ve değiştirilemeyen risk faktörleri olarak da
incelenebilmektedir. Değiştirilemeyen risk faktörleri arasında cinsiyet, yaş, genetik faktörler,
vücut şekli, ırk, erişkin dönemde kırık hikayesi ve genel sağlık durumunun bozukluğu
sayılabilir. Değiştirilebilen risk faktörleri ise beslenme, yaşam tarzı, egzersiz ve hormon
düzeyleridir.
Bireyin kırık riski bütün bu faktörlerin net sonucudur. Bu faktörlerin önemi iskeletteki
bölgeye, bireyin içinde bulunduğu yaşamsal dönemlere ve bireyden bireye değişkenlik
gösterir.
Osteoporoz için belirlenmiş risk faktörleri kemik kütlesindeki değişikliğin %20-40’ını
yansıtır. Bu durum risk faktörlerinin belirlenmesinin risk altındaki bireyleri belirlemede
kemik kütlesi ölçülmesi yerine geçmeyeceğinin düşünülmesine yol açmıştır (212).
Sekonder osteoporoz
Osteoporozun primer ve sekonder olarak sınıflandırılması olası olmakla beraber, bu
konuda tartşılabilir durumlar da vardır. Örneğin hayatlarının erken dönemlerinde
hipogonadizm olan hastalarda ortaya çıkan osteoporoz sekonder olarak sınıflandırılırken
menopozdaki olgular veya düşük seks hormon seviyeli yaşlı erkeklerdeki durum primer
osteoporoz olarak tanımlanmaktadır. Bazı olgularda da hem primer hem sekonder sebepler bir
arada bulunmaktadır.
Sekonder osteoporoz çeşitli hastalıklar, cerrahi işlemler ve ilaç kullanımı sonucu
gelişen kemik kaybı için kullanılan bir terimdir. Bu koşullar olguların bir kısmında kemik
kaybından birinci derecede sorumlu iken diğer bir kısmında yetersiz doruk kemik kütlesi,
hipogonadizm ve yaşa bağlı kemik kaybına ek bir risk faktörü gibi etki eder (213).
Glukokortikoid fazlalığına bağlı osteoporoz, sekonder osteoporoz nedenleri arasında
en sık rastlanılanıdır. Hiperparatiroidi, hipertiroidi, hipogonadizm, anoreksia nevroza ve
atletik amenore gibi endokrinolojik sorunların seyri sırasında da osteoporoz görülmektedir.
Osteogenezis imperfekta, heparine bağlı osteoporoz, mastositozis, antikonvülzan
osteoporozu, post-transplantasyon osteoporozu, multipl myeloma, hematolojik hastalıklar ve
alkole bağlı osteoporoz olgularına ise seyrek olarak rastlanmakla birlikte osteoporoz gelişim
mekanizmalarının özellikleri nedeni ile yoğun ilgi çekmektedir. Bu sendromların hepsinin
klinik, biyokimyasal ve morfolojik özellikleri birbirinden farklıdır. Tanımlanmalarında kemik
döngüsünün biyokimyasal belirleyicileri ve kemik biyopsisi önemli rol oynar. Sekonder
osteoporoz tanısının konması, çoğu koşulda özgül tedavi seçimi ve prognozun belirlenmesi
açısından önem taşır (214,215).
- Sekonder osteoporoz nedenleri
1- Endokrin hastalıklar
- Hiperparatiroidizm
- Cushing sendromu
- Hipogonadizm
- Hipertiroidizm
- Prolaktinoma
- D.mellitus
- Akromegali
2- Hematopoetik hastalıklar
- Multiple myeloma ,makroglobulinemi
- Sistemik mastositozis
- Lösemi ve lenfomalar
- Orak hücreli anemisi ve talasemi
- Lipidozis:Gaucher hastalığı
- Myeloproliferatif hastalıklar:Polisitemi
3- Bağ dokusu hastalıkları
- Osteogenezis imperfecta
- Ehler Danlos sendromu
- Marfan sendromu
- Homosistinüri
- Skorbüt hastalığı
4- İlaca bağlı
- Glukokortikoidler
- Heparin
- Antikoagülasyon
- Metotreksat,Siklosporin
- LHRH agonist ve antagonistleri
- Alüminyum içeren antiasitler
5- Hareketsizlik
6- Böbrek hastalıkları
- KBY
- RTA(Rena tubuler asidoz)
7- Gastrointestinal hastalıklar ve beslenme bozuklukları
- Gastrektomi
- Hepatobiliyer hastalıklar
- Malabsorbsiyon
- Total parenteral beslenme
- Kalsiyum eksikliği
- Protein eksikliği
- Fosfatemia
8- Sigara
Başlangıçta osteoporoz genellikle asemptomatik olmasına rağmen bu hastalarda bazen
ağrı görülebilir. Hastalar çoğu olguda kemiğin trabeküler yapısını zayıflatan küçük kırıklar
nedeni ile ortaya çıkan kemik ağrısından yakınabilirler. Sıklıkla sırt ağrısı yakınması ön
plandadır. Tam olarak açıklığa kavuşmayan ağrı mekanizması hakkında bazı görüşler vardır.
1.Mekanik stimülasyon: Direk ve indirekt yapısal hasar sonucu kemik veya eklem
distorsiyonu, sinir ve yumuşak doku kompresyonu, zayıflamış kemik üzerine gelen mekanik
stresler ağrıya neden olmaktadır.
2.Kimyasal stimülasyon: Primer veya sekonder neoplazma, lokal infeksiyon veya inflamasyon
ile aktive edilen veya dolanan kimyasal mediyatörler ağrıya neden olmaktadır.
Osteoporoz kliniğinde 3 farklı ağrıdan söz edilebilir:
a. Akut ağrı: Oluşum nedeni vertebra corpusunda, femur başı, pelviste veya ön kolda oluşan
kırıklardır. Vertebra kırıklarında ağrı kompresyon kırığının meydana geldiği seviyede
lokalizedir, şiddetli olabilir veya hareketle artma eğilimindedir. Çok kere tedaviye
bakmaksızın 3-4 haftada kendiliğinden azalır.
b. Kronik ağrı: Vertebral kolonun bozulmuş statiği nedeni ile oluşan, derinden gelen, sızlayıcı
karakterde, genelde paraspinal bölgede lokalize olan ağrılardır. Uzun süre ayakta kalma veya
oturma sonrası şiddetlenir, istirahatle azalır. Paravertebral kaslarda hassasiyet ve spazm eşlik
edebilir.
c. Radiküler ağrı: Vertebralarda meydana gelen yapısal bozukluklar spinal kanalda veya nöral
foramenlerde darlığa dolayısı ile radiküler ağrıya neden olabilir. Osteoporozda daha nadir
görülen ağrı tipidir.
Osteoporozda en önemli klinik bulgu kırıklardır. Osteoporozda gelişen kırıklar sıklıkla
atravmatik, düşük enerjili veya frajilite kırıklarıdır. Baş kemikleri dışında vücudun her
bölgesinde olabilir. Genelde hastanın ayakta dururken kendi boyunu aşmayan yükseklikten
düşmesi sonucu oluşur. Vertebral kırıklar ve vertebra dışı kırıklar olmak üzere iki grupta
incelenebilir.
Vertebral kırıklar genellikle kompresyon kırıklardır ve ağırlık taşıyan alt dorsal ve üst
dorsal vertebralarda daha sık görülür. En sık T 11 ,T12, L1 ve L2 vertebralarda oluşur.
Nonvertebral kırıklardan en çok araştırılan kalça ve ön kol kırıkları dışında son
yıllarda distal femur, patella ve proksimal tibia kırıklarını kapsayan osteoporotik diz
kırıklarında bir artış gözlenmektedir. Ayrıca proksimal humerus, kaburgalar, pelvis ve ayak
diğer kırık bölgeleri olarak sayılabilir (218).
Daha ileriki dönemlerde özellikle vertebralarda oluşan kırıklar nedeni ile bu hastalarda
deformiteler görülmektedir. Vertebralarda kompresyon kırıklarının oluşması ile vücut postürü
bozulur. Dorsal kifoz ve servikal lordozun artışı en tipik görünümdür. Omuzlar öne doğru çıkar,
başın ağırlık çizgisi öne doğru deviye olur. Göğüs kafesi aşağı doğru yer değiştirirken karın
boşluğunu daraltır. Bu süreç alt kaburga krista iliacanın üzerine oturana kadar devam edebilir.
Karında bombeleşme ve boy kısalığı klinik tablonun ilerlemesi ile kendini belli eder ve
yüksekliğini kaybeden vertebra sayısı artış gösterir.
Osteoporoza bağlı olarak gelişen kırıkların ve deformitelerin bir sonucu olarak çeşitli
eklemlerde (tüm vertebral kolon, kalça, omuz gibi) eklem hareket açıklığı azalması, daralan
göğüs kafesi ve deforme olan abdomen ile kardiyovasküler performansta düşüş ve
gastrointestinal yakınmalar beklenen diğer şikayetler ve bulgular olabilir. Bunların yanında
düşme korkusu, vücut imajında bozulma, emosyonel bozukluklar gibi psikolojik yakınmalar
klinik diğer tabloları oluşturabilir.
Osteoporozda Laboratuvar incelemeleri
Osteoporozda rutin laboratuvar incelemeleri genellikle normal sınırlardadır. Sekonder
osteoporoz veya diğer altta yatan hastalıkları ayırt etmek için bu tetkikler yapılmalıdır. Rutin
olarak serum total ve iyonize kalsiyum, fosfat, idrar kalsiyum ve serum PTH ile vitamin D,
tiroid fonksiyon testleri kullanılmaktadır. Genel sağlık durumunu belirlemek için de kan
sayımı, sedimantasyon, açlık kan şekeri, kreatinin, karaciğer fonksiyon testleri ve tam idrar
tahlili yapılmalıdır. Bazı kemik metabolizması ile ilgili hastalıklarda bu laboratuvar
incelemelerinde değişiklik saptanabilir.
Osteoporozda kemik döngüsünün biyokimyasal belirteçleri
Kemik, kemik döngüsü olarak isimlendirilen bir süreçle sürekli olarak yeniden
şekillenmektedir (remodiling). Remodilingte işlev gören osteoklastlar ve osteoblastların
aracılığı ile kemik döngüsünü ölçmek için klinik olarak bir çok belirteç kullanılmaktadır. İşte
bu döngüde yer alan kemik kökenli moleküllerin serumda ve idrardaki miktarlarının
saptanması döngü hakkında klinisyene bilgi verir. Sağlıklı bir değerlendirme için en az bir
formasyon ve bir rezorbsiyon belirteci seçilmelidir (219).
Terapötik yanıtın takibi, terapötik ajanın seçilmesi, kemik kaybının ve kırık riskinin
öngörülmesi, diğer metabolik hastalıkların ayırıcı tanısında kullanılan bu belirteçleri
fonksiyonlarına göre yapım (formasyon ) ve yıkım (rezorbsiyon ) belirteçleri şeklinde iki ayrı
grupta incelemek konunun anlaşılması açısından daha doğru olur.
Kanda yapım belirteçleri : total ve kemiğe özgü alkalen fosfataz, osteokalsin, karboksi
terminal propeptit Tip 1 (prokollajen), aminoterminal propeptit Tip 1(prokollajen)
Yıkım belirteçleri; Tartrat resistan asit fosfataz, karboksiterminal çapraz telopeptit Tip 1
kollajen , aminoterminal çapraz bağlı telopeptit Tip 1 kollajen , kemik siyaloproteindir.
İdrarda yıkım belirteçleri; piridinolin, deoksipiridinolin, hidroksiprolin, hidroksilizin
glikozitleridir (220).
Kollajen kemikteki baskın proteindir. Kollajen molekülleri birbirlerine piridinolin
çapraz bağları ile bağlıdır. Bu bağlar, kollajen osteoklast tarafından yıkıldığında ortaya çıkar
ve metabolize olmadan dolaşıma salınıp idrarla atılırlar. Ayrıca klinik kullanım için serum
analizlerinden de yararlanılır.Göstergelerin üriner atılımı diürnal bir varyasyon gösterir, gece
ve sabah erken saatlerde doruk yaparlar ve öğleden sonra dip noktasına ulaşırlar. Belirteçler
sabah ikinci çıkarılan idrarla ölçülmeli eğer bu sağlanamazsa ve tedavi takibi için
kullanılacaksa günün aynı saatinde alınması sağlanmalıdır. Yinede kollajen çapraz bağlarının
yüksek bir biyolojik değişkenlik göstereceği unutulmamalıdır. Öyleki aynı idrar örneğinin 4
farklı bölümünün arasında %2-3 fark olabilir veya aynı gün , aynı saatte yapılan 4 farklı
ölçüm %20 fark gösterebilir. Bu yüzden özellikle tedavi takibinde bu belirteçlerin düzeyinde
%50 ‘lik bir azalma anlamlı kabul edilmelidir (220,221).
Total ALP aktivitesi osteoblast, barsak ve karaciğer tarafından üretilen enzimleri
yansıtır. İskelet bileşeni bu oran içinde %50 ‘dir. Genelde osteoporozda total ALP aktivitesi
normaldir. ALP yüksekliği eğer iskelet kaynaklı ise, kırık, Paget hastalığı, kemik
metastazlarını akla getirmelidir. Kemiğe spesifik ALP ölçümünde karaciğer ve barsak
bileşenleri dışarıda tutulur ve bu durum osteoporoz gibi ‘daha hafif ‘ bir iskelet hastalığının
takibine olanak verir.
Bu belirteçlerin bazı avantaj ve dezavantajları vardır. Avantajları arasında noninvaziv
ve tekrarlanabilir olmaları, kemik döngüsünü yansıtmaları, patogenez hakkında fikir
sağlamaları, hızlı kemik kaybını tespit edebilmeleri ve tedaviye yanıtı erken dönemde
değerlendirebilmeleri sayılabilir.
Dezavantajları ise değerlendirmeler arası farklılıklar, ölçüm hataları, standart eksikliği
gibi teknik güçlükler gün içinde farklı sonuçlar, etkileyen faktörlerin varlığı ve
metabolizmadaki bozukluk için yeterli duyarlılığın olmamasıdır. Ancak bu belirteçlerin
osteoporoz tanısında dansitometrik ölçümün yerine kullanılamayacakları unutulmamalıdır.
Osteoklastik kollajen yıkımından kaynaklanan yıkım ürünlerinin kısmen gelecekteki
kemik yıkımını öngörebileceğine dair veriler vardır. Özellikle idrar NTX, serum osteokalsin
ve serum PTH ölçümleri kalçada oluşan kemik kaybının farklılığının %43 ‘ünü
açıklayabilmektedir ve bu açıdan kemik kaybının belirleyicilerindendirler. Bugün kabul
edilen görüşe göre kemik formasyonun değerlendirilmesi için osteokalsin ve kemik spesifik
alkalen fosfataz, kemik rezorbsiyonu için deoksipiridonilin veya telopeptit (NTX veya çapraz
bağları) tercih edilmelidir.
Belirteçlerin Ayırıcı Tanıdaki Yeri
- Primer hiperparatiroidi: Serum Ca ↑, idrar Ca ↑, serum PTH↑’tir. CTX, NTX yüksek ise
antirezorptif tedaviye karar verilebilir.
- Paget hastalığı: Kemik spesifik ALP, NTX ile hastalık aktivitesi takip edilebilir.
- Malign kemik hastalıkları: NTX ve BSP (kemik sialoproteini)takipte yararlı görünmektedir.
- Multipl myelom: İdrar OHP, BSP takip ve prognoz belirlemede kullanılır.
- Kortikosteroidlere bağlı osteoporoz: Tedavi öncesi ve sonrası kemik metobolizmasını
yansıtırlar.
- Romatizmal hastalıklar: İdrar OHP ve NTX, CTX ↑Kemik formasyonları ise genelde
değişmez.
İdeal bir kemik döngüsü belirleyicisi kemiğe özgü olmalıdır. Kemik yapımı ve kemik
yıkımı esnasında salınmalı, normal ve hızlı kemik yapım ve yıkımını ayırt edebilmeli, normal
ve osteoporotik olgular arasında ayrım yapabilmelidir.
Biyokimyasal belirteçlerin analitik ve biyolojik değişkenliği ve yanıltıcı sonuçlar
verebildiği unutulmamalıdır. Daha özgül ve duyarlı belirteçler osteoporoz patofizyolojisini
aydınlatmaya yardımcı olabilecektir (222).
Kemik mineral yoğunluğunun değerlendirilmesinde görüntüleme yöntemleri
Osteoporoz, kemik kırılganlığının artması sonucunda minimal travmalarda kırıkların
oluşabilmesi ile karakterize bir hastalık tablosu olup, kırık riski kemik mineral
yoğunluğundaki azalmaya bağlı olarak artış göstermektedir. Kemik yoğunluğu, kemiğin
fizyolojik ve patofizyolojik durumunun önemli bir göstergesidir. Bu nedenle KMD ölçümü
kemikte kırık oluşma riskinin saptanması açısından son derece önemlidir (223).
Günümüzde kemik mineral yoğunluğunun ( KMD) saptanmasında en çok kullanılan ve
kabul gören yöntemler kantitatif ultrasonografi, dual enerji X-ışını absorbsiyometri (DEXA) ve
kantitatif bilgisayarlı tomografi şeklinde sıralanabilir. Kadınlarda ciddi bir rahatsızlık olarak
bilinen osteoporoz günümüzde erkeklerde de önemli bir morbidite ve mortalite nedeni olarak
kabul edilmektedir. İnsan yaşamı boyunca osteoporoza bağlı kırık gelişme riski kadınlarda ¼,
erkeklerde 1/8 dir (224) .
Osteoporoz kortikal ve trabeküler kemikte değişik derecelerde ve zamanlarda
görülebilmektedir. Kortikal kemik kaybı femur boynu kırığı gibi uzun kemiklerde kırıklara
neden olurken, trabeküler kemik kaybı ise vertebra kırıklarına yol açmaktadır. Bu nedenle
ölçümü yapılan kemiğin vücudun hangi bölgesinde olduğu önemlidir. İskelet sisteminin
%80’i kortikal kemikten ,%20’si trabeküler kemikten oluşmuştur. Trabeküler kemik özellikle
aksiyal iskelette bulunurken, kortikal kemik apendiküler iskeleti oluşturmaktadır. Trabeküler
kemik, kortikal kemiğe göre daha yüksek metabolik aktiviteye ve turnover oranınına sahiptir.
Bu nedenle postmenopozal dönemde trabeküler kemiğin durumunun değerlendirilmesi daha
önceliklidir (225).
Osteoporoz, kırık veya vertebra corpuslarında deformite gibi komplikasyonların ortaya
çıkmadığı dönemlerde asemptomatiktir. Kırık olmaksızın düşük kemik kitlesi ile karakterize
bu dönem osteopeni olarak adlandırılmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO, World Health
Organization ) tarafından dual enerji X –ışını absorbsiyometri yöntemi kullanılarak elde
edilen KMD değerleri ve kırık varlığı dikkate alınarak normal, osteopeni, osteoporoz ve
yerleşmiş osteoporoz tanımları yapılmıştır (226).
Kemik mineral yoğunluğundaki azalma kemik kırılganlığının artmasına neden
olduğundan, osteoporoz tanısının erken dönemde konulması risk altındaki kişileri gelecekte
oluşabilecek kırıklardan korumada önemli rol oynar. Kemik mineral yoğunluğu ölçümü rutin
klinik uygulamalarda önemli bir adım oluşturmuş; osteoporozun tanısı, osteoporotik kırık
riskinin tahmini, osteoporoz tedavi ve takibine yeni bir boyut kazandırmıştır (227).
Görüntüleme Yöntemleri
Rutin klinik uygulamalarda çok değişik alanlarda kullanılmakta olan direkt radyolojik
yöntemlerle osteoporoz bulguları ciddi kemik mineral kaybı olduğu durumlarda belirlenebilir.
Direkt radyolojik yöntemlerin duyarlılığının bu derecede düşük olması daha duyarlı ve
kantitatif değerlendirme yapılabilen yöntemlerin geliştirilmesi zorunluluğunu ortaya
çıkarmıştır. Osteoporoz tanısı ve tedavisinin değerlendirilebilmesi için kemik mineral
yoğunluğunun kantitatif olarak ölçülmesine ihtiyaç vardır. Bu amaçla geliştirilmiş olan topuk
ultrasonografisi, dual enerji X –ışını absorbsiyometri ve kantitatif bilgisayarlı tomografi
yöntemleri günümüzde kemik mineral yoğunluğunun değerlendirilmesinde en yaygın olarak
kullanılan yöntemlerdir. Belirtilen yöntemlerin dışında, yerini yeni tetkiklere bırakan, daha
nadir olarak kullanılan, ya da geliştirilme aşamasında olan single foton absorbsiyometri, dual
foton absorbsiyometri, single enerji X-ışını absorbsiyometri, nötron aktivasyon yöntemi,
kemik sintigrafisi ve kantitatif magnetik rezonans görüntüleme gibi metodlar da mevcuttur
(228,229).
Belirtilen yöntemlerin büyük çoğunluğunun çalışma sistemi gama ışını, X ışını yada
ultrason dalgalarının kemik dokusunu geçerken bir kısmının kemik tarafından absorbe
edilmesi, kalan miktarlarının ise hesaplanarak kemik mineral içeriğinin saptanması esasına
dayanmaktadır. Elde edilen sonuçlar önceden belirlenmiş olan ilgili yaş –cinsiyet değerleri ile
karşılaştırılarak sapmalar tespit edilir.
Rutin klinik uygulamalarda menopoz dönemi bayanlarda ve tüm hipogonadal
hastalarda kırık riskinin belirlenmesi ve antirezorptif tedavi takibi (230-232)
inhale veya oral kortikosteroid tedavi almakta olan hastalarda fraktür riskinin saptanması
(233,234), asemptomatik primer hiperparatiroidili hastalarda (235), tiroid hormon fazlalığı
durumlarında (236), böbrek yetmezliği veya karaciğer fonksiyon bozuklukları (237)
durumlarında kemik mineral yoğunluğu ölçüm endikasyonu mevcuttur.
Foton Absorbsiyometri Yöntemleri
Foton absorbsiyometri yöntemleri gama (single foton absorbsiyometri ve dual foton
absorbsiyometri ) ya da X-ışını (single enerji X-ışını absorbsiyometri ve dual enerji X ışını
absorbsiyometri ) absorbsiyonuna göre iki farklı şekilde çalışmaktadır.
Kantitatif Magnetik Rezonans Görüntüleme
Kortikal kemik sinyal üretmediğinden MR sessiz olarak bilinmektedir. Ancak yeni
geliştirilen MR cihazları osteoporoz araştırmasında trabeküler kemiği değerlendirmek
amacıyla kullanılabilmektedir. Kemik minerali ile kemik iliği arasındaki manyetik sinyal
farklılığına dayanan kantitatif MR teknolojisi normal trabekülasyon ile osteoporotik
trabekülasyonu ayırt etmeye olanak vermektedir (238,239).
Kemik Sintigrafisi
Osteoporoz tanısında ve değerlendirilmesinde kemik sintigrafisinin rolü sınırlıdır.
İskelet sistemindeki azalmış radyofarmasötik uptake’i nedeniyle osteoporozlu hastaların
kemik sintigrafisi düşük kalitelidir. Kemik sintigrafisi düşük kalitede olmasına rağmen, kırık
oluşan alanlarda belirgin artmış aktivite tutulumları izlenir. Kemik sintigrafisi klinik olarak
şüphelenilmeyen bölgelerdeki kırıkların erken tanısında faydalı bir yöntemdir (240,241).
Kemik mineral yoğunluğunun saptanmasında en çok kullanılan ve kabul gören
yöntemler kantitatif USG, dual enerji X-ışını absorbsiyometri ve kantitatif bilgisayarlı
tomografi olarak sıralanabilmektedir.
Kantitatif USG
Ultrasonografik dalgaların dokular arasından geçerken uğradığı fiziksel değişimler
esas alınarak geliştirilmiş bir yöntemdir. Kantitatif USG ‘de kemik yoğunluğu
hesaplamasında kullanılan vücut bölgesi kalkaneus bölgesidir. Kantitatif USG ile yapılan
incelemelerde t (elde edilen sonuçların aynı cins ve uyruktaki genç sağlıklı bireylerin
değerleri ile kıyaslanması ) ve z (elde edilen sonuçların aynı cins ,uyruk ve yaştaki bireylerin
değerleri ile kıyaslanması ) skorlarına bakılmaktadır.
Kantitatif USG özel bir eğitim gerektirmeyen pratik bir uygulama olup poliklinik
şartlarında kullanılabilmesi mümkündür. Kantitatif USG inceleme süresi çok kısa, radyasyon
riski olmayan, maliyeti ucuz, taşınması ve uygulanması kolay bir yöntemdir. Ancak tekniğin
kalkaneus gibi periferik yapılarla sınırlı olması ve diğer ölçüm testlerinde osteoporoz
tanımlanan hastaların %10 ‘undan fazlasında yalancı normal sonuçlar vermesi gibi olumsuz
yönleri vardır. Ayrıca, vertebra gibi medikal tedaviye cevapta en duyarlı olan trabeküler
kemikten zengin yapıların değerlendirilmesinin mümkün olmaması diğer önemli bir
dezavantajıdır (242).
Kantitatif Bilgisayarlı Tomografi
Kantitatif bilgisayarlı tomografi ile kemik yoğunluğunun ölçülmesi X-ışını
absorbsiyometri ile aynı prensibe dayanmaktadır. SPA, DPA ve DEXA yöntemlerinde planar
ölçüm yapılmakta ve kemik mineral dansitesi değerleri gr/cm2 cinsinden hesaplanmaktadır.
Buna karşılık KBT yöntemi ile üç boyutlu ölçüm yapılmakta ve KMD değerleri gr/cm3 olarak
hesaplanmaktadır.
KBT (kantitatif bilgisayarlı tomografi) yöntemi ile kemik mineral yoğunluğunun
saptanması işlemi lomber bölgedeki birkaç vertebranın düşük dozda çok kısa süre içerisinde
elde edilebilen BT kesitlerini içermektedir
KBT ile kemik mineral yoğunluğu hesaplanmasında, DEXA yöntemindeki lateral vertebra
ölçümlerine benzer şekilde vertebra korpusundan spinöz proseslerin ayrımı yapılarak
trabeküler kemiğin yoğunluğunu elde etmek mümkündür. Bu durum, özellikle yaşlı hastalarda
gözlenen dejeneratif değişiklikler ve aort kalsifikasyonu gibi standart AP DEXA ölçümlerinde
sorun teşkil eden etkenlerden bağımsız bir şekilde KMD’nin hesaplanabilmesine olanak
tanımaktadır (242,243).
KBT yöntemi ile vertebranın fraktür riski PA (posterior anterior) DEXA ‘ya
göre daha iyi tahmin edilebilmektedir. KBT tekniğinin BMD değerlendirilmesinde hassas bir
yöntem olmasına rağmen, pahalı olması ve hastaların nispeten daha yüksek radyasyona
maruz kalması gibi dezavantajları vardır (237,238).
Dual Enerjili X-ışını Absorbsiyometri (DEXA)
Günümüzde kemik yoğunluğu ölçümünde en yaygın olarak kullanılan yöntem DEXA
‘dır. DEXA yöntemi tanısal ölçümlerde en uygun seçenek olup kemik mineral yoğunluğu
tarama yöntemleri arasında önceliğini korumaktadır (237,244,245).
DEXA, Dünya Sağlık Örgütünün osteopeni ve osteoporoz sınıflandırılması için kullandığı
kriterler içerisinde yer almaktadır (246).
DEXA iki farklı enerji seviyesindeki X-ışınlarının vücut içindeki atenuasyon
profillerinin ölçümü prensibine dayanmaktadır (247).
X-ışını atenüasyon katsayısı dokunun atom numarasına ve fotonun enerjisine bağlıdır.
Düşük enerjili ışınlar sadece yumuşak dokuları geçebilirken, yüksek enerjili ışınlar hem yumuşak
dokuyu hem de kemik dokusunu geçerek dedektöre ulaşırlar. Düşük enerji seviyesindeki
atenüasyon değerinden yüksek enerji seviyesindeki atenuasyon değeri çıkartılarak yumuşak
dokunun etkisi ortadan kaldırılmaktadır. Bu sayede kemik ve yumuşak dokuyu geçebilen yüksek
enerjili ışınların ne kadarının yalnızca kemiğe ait olduğu hesaplanabilmektedir. Netice olarak
BMC(bone mineral content, ölçüm yapılan alandaki kemik mineral içeriği olup birimi gr’dır) ve
KMD (bone mineral density, ölçüm yapılan alandaki kemik mineral dansitesi olup birimi
gr/cm2’dir) hesaplanmaktadır. KMD ölçümü için yüksek uzaysal çözünürlük gerekmediğinden,
hastaya verilen radyasyon dozu çok düşüktür (237,248).
Osteoporoz belirlenmesi için ideal iskelet sistemi bölgesinin seçimi tartışma konusu
olmakla birlikte, osteoporotik değişikliklerin saptanmasında kemik turnover’ının en yüksek
olduğu bölgelerin (trabeküler kemik) incelenmesinin en hassas olduğu hakkında fikir birliği
mevcuttur. Yapılan longitudinal çalışmalar ölçümü yapılan iskelet sistemi alanlarının
(vertebra, femur, radius, kalkaneus veya tüm vücut) herhangi bir yerdeki fraktür riskinin
saptanmasında yararlı olduğunu göstermiştir (249).
Bununla birlikte belirli bir bölgedeki fraktür riskinin belirlenmesinin en doğru yöntemi,
bu bölgedeki KMD değerinin hesaplanmasıdır.
Lomber vertebra: Lomber vertebra KMD ölçümü için hasta çekim masasına sırt üstü
yatırılır. Lomber lordozu azaltmak için ,hastanın dizlerinin altına uygun aparatlar
yerleştirilerek kalça ve diz hafif fleksiyona getirilir. DEXA sistemlerinde genel olarak L1-4
vertebralar posteriyor-anteriyor(PA) veya anteriyor-posteriyor (AP) projeksiyonda tetkik
edilirler. DEXA çekimlerinde amaç vertebra corpusunun KMD değerinin hesaplanmasıdır.
Osteofitik oluşumlar abdominal aortadaki kalsifikasyonlar, dejeneratif faset hipertrofisi ve
dejeneratif disk hastalığına bağlı intervertebral disk aralığının daralması gibi nedenler PA
projeksiyondaki incelemelerde KMD değerlerinin olduğundan yüksek çıkmasına neden
olabilirler. Bu durum özellikle yaşlı hastalarda DEXA yönteminin önemli bir eksikliğini
oluşturmaktadır. Bu nedenle lomber vertebraların lateral projeksiyonda DEXA inceleme
tekniği geliştirilmiştir. Lateral DEXA incelemeleri kortikal kemiği oluşturan vertebra
oluşumlarını ekarte ederek, trabeküler kemiği oluşturan vertebra korpusunun yoğunluğunun
değerlendirilmesine olanak vermektedirler (236,237,250).
Bu nedenle vertebra korpusunun değerlendirilmesinde KBT ve lateral DEXA ölçümleri,
standart PA DEXA ölçüm sonuçlarına göre daha anlamlıdır (251,252). Bununla birlikte lateral
DEXA yönteminde L4 seviyesinde iliak krest ve L2 seviyesinde kostalara bağlı oluşabilen üst
üste binme sonucu, ölçülen kemik dansitesi gerçek değerinden hafifçe yüksek bulunabilir.
Proksimal femur: Proksimal femur KMD incelemesinde femur boynunu çekim
masasına paralel hale getirmek için femura hafif abdüksiyon ve internal rotasyon yaptırılır.
Proksimal femur DEXA incelemesi ile femur boynu, trokanter, Wards üçgeni ve total kalça
BMD ölçümleri yapılabildiği gibi proksimal femur geometrisini gösteren kalça eksen
uzunluğu (HAL) (253,254) ve boyun –şaft açısı (NSA) (255,256) gibi parametrelerin
de değerlendirilmesi mümkündür (257). Bunlardan femur boynu KMD değeri osteoporoz
tanısında en sık kullanılan kalça parametresidir.
Periferik bölgeler: Periferik bölgelerin KMD ölçümlerinde distal radius, falankslar ve
kalkaneuslar kullanılmaktadır. Distal radiusun DEXA incelemesinde radiusun ultradistal,
distal (mid-radius) ve radius şaftı (1/3-radius) kısımlarının KMD incelemesi yapılır.
Bunlardan ultradistal bölge trabeküler kemiğin en fazla bulunduğu kısım olması nedeniyle ön
kol KMD değerlendirilmesinde kullanılmaktadır.
Distal radius, falankslar ve kalkaneus gibi periferik alanlar için geliştirilmiş ofis
kullanımları için daha uygun olan taşınabilir cihazlar da mevcuttur. Bu yöntemler tarama
çalışmaları için kullanışlı olmakla birlikte tedavi etkinliğinin izlenmesinde kullanılamazlar ve
standart DEXA incemelerinin düşük hata oranlarına sahip değildirler. Bununla birlikte
tasarlanan alanlardaki fraktür riskini ölçmek ve tahmin etmek için iyi bir KMD
değerlendirilmesine olanak sağlamaktadırlar (235,238).
Tüm vücut incelemesi: Tüm vücut DEXA incelemesi tüm iskelet sistemine kapsamlı
bir bakış sunabilmesi açısından ilginçtir. Tüm vücut DEXA taraması kafatası, kollar, kostalar,
dorsal lomber vertebralar, pelvis ve alt ekstremite subgrupları ile birlikte tüm iskeletin BMC
ve KMD değerlerini verebilmektedir (258). İki farklı enerjideki X ışınlarının atenüasyon oranları
üzerinden yağ dokusu ve kemik dokusunun ayrı ayrı kitleleri hesaplanabilmektedir (259).
* KMD Değerlerinin Yorumlanması
DEXA yöntemi kullanılarak elde edilen KMD değerleri ve kırık varlığı dikkate
alınarak WHO tarafından normal, osteopeni, osteoporoz ve yerleşmiş osteoporoz tanımları
yapılmıştır (259).
WHO tarafından BMD değerleri ve kırık varlığına göre yapılan tanımlamalar
BMD durumu SD T-skoru
Normal <1 -1’den daha iyi
Osteopeni 1-2.5 -1 ile -2.5 arası
Osteoporoz >2.5 -2.5 ‘dan kötü
Şiddetli osteoporoz >2.5 ve bir yada daha -2.5 ‘dan kötü ve bir
ya da daha fazla kırık
*KMD; Kemik mineral dansitesi
*SD: Standart sapma değerleri genç erişkin KMD ortalamalarına göredir. Normalden her
bir standart sapma %10-15’lik kemik mineral kaybına ve kırık riskinin iki kat artmasına
karşılık gelir.
KMD skorlarının yorumlanmasında istatistiksel bilgiler (t ve z skorları)
kullanılmaktadır.T skoru, aynı cinsten genç sağlıklı bireylerin (20-35 yaş,genç-erişkin) KMD
ortalamasından standart sapmayı ifade etmektedir
T-skoru =Ölçülen KMD-Genç erişkin KMD/Genç erişkin standart deviyasyonu
formülü ile hesaplanır. T skorundaki belirgin azalma, KMD değerinde önemli bir azalmayı ve
artmış fraktür riskini göstermektedir (260).
KMD’nin yorumlanmasında kullanılan Z skoru ise, aynı cins ve yaş grubundaki
bireylerin KMD ortalamasından sapmayı ifade etmektedir (261):
Z-skoru = Ölçülen KMD-Kendi yaş grubu KMD/Kendi yaş grubu standart deviyasyonu
formülü ile hesaplanır. Rutin klinik uygulamalarda osteoporoz tanısında t skorunun
kullanılmasından dolayı, z skoru ölçümünün güncel kullanımı tartışmalıdır. Bununla birlikte
örneğin çok negatif bir z skoru, kendi yaş grubundaki emsallerine göre, bireyin KMD’sinin
daha kırılgan olduğunun göstergesidir. Böyle bir durumda, hastada örneğin hiperparatiroidi
gibi daha ileri bir araştırmayı gerektirebilecek herhangi bir patolojiye ait sekonder bir bulgu
olabileceği konusunda uyanık olunmalıdır. Otuz yaşın altındaki genç hastalarda z skoru
kullanımı daha uygun görülmektedir (238).
Kemik mineral yoğunluğundaki genç-erişkin veya bireyin kendi yaş grubu
ortalamasından %10 sapma, t veya z skorlarında +-1’lik değişmeye neden olmaktadır.
Örneğin z skorunun +1 olması, bireyin kendi yaş grubuna göre kemik mineral yoğunluğunun
% 10 fazla olduğunu göstermektedir. Buna karşılık z skorunun -2 olması, bireyin kendi yaş
grubuna göre kemik mineral yoğunluğunun % 20 düşük olduğunu göstermektedir. KMD
değerindeki azalmaya bağlı olarak osteoporotik fraktür riskinin belirgin olarak arttığı
gösterilmiştir. Kemik mineral yoğunluğunda 1 SD düzeyindeki azalma fraktür riskindeki iki
kat artışa karşılık gelmektedir (261-263).
Bireylerde kemik fraktürü gelişimi yaşam kalitesinin bozulmasına, mortaliteye ve
morbiditeye neden olmaktadır. Kalça ve vertebra bölgesinden yapılan DEXA ölçümleri ile
elde edilen düşük KMD sonuçları, fraktür gelişiminin tahmininde kullanılan risk faktörleri
içerisindeki en önemli parametrelerdir (264).
Vertebra ve kalçanın önemli ölçüm alanları olması, bu alanlarda osteoporotik fraktürlerin
sık olarak ortaya çıkması nedeniyledir. Kalça fraktür riski değerlendirilmesinde proksimal femur
KMD ölçümü en güvenilir yöntemdir (265,266).
Hastanın osteoporoz tedavisine verdiği cevabın izlenmesinde ise vertebra korpuslarındaki
metabolik olarak aktif kemik mevcudiyeti (trabeküler kemik) nedeniyle, vertebra KMD ölçümü
daha duyarlıdır (267).
DEXA’nın kesinlik değeri %0.5-2, doğruluk değeri %3-5 olup; KMD ölçüm zamanının
kısa olması ve hastaya verdiği radyasyon dozunun akciğer grafisinin % 10’u gibi düşük
düzeylerde olması ve lateral vertebra incelemesine olanak tanıması gibi avantajları vardır.
Bununla birlikte yumuşak doku içeriğinin bireyler arası değişkenlik göstermesinden dolayı
DEXA’nın doğruluğu sınırlanabilmektedir. Yüksek hidrojen içeriği nedeniyle, yağ dokusunun
atenüasyon katsayısı diğer yumuşak dokulardan farklıdır. X ışınlarının yolları boyunca
karşılaştıkları yumuşak doku kompozisyonlarındaki farklılıklar kemiğe komşu yumuşak doku
referansıyla kıyaslandığında KMD ölçümünde hatalara neden olabilmektedir (268,269).
Sonuç olarak, kemik mineral yoğunluğu ölçümü osteoporoza bağlı fraktür riski olan
hastaların tanısında ve takibinde önemli bilgiler vermektedir. Osteoporoza bağlı kırık oluşma
ihtimali KMD’deki azalmayla ilişkili olarak belirgin artış göstermektedir. Kemik mineral
yoğunluğu ölçümünde DEXA yöntemi standart teknik olup bu yöntem ile elde edilen KMD
değerleri WHO’nun osteoporoz tanısında kullandığı temel kriterlerdendir (270,271).
3- MATERYAL VE METOD
Bu çalışma Haziran 2005 ile Haziran 2007 tarihleri arasında yapıldı. Çalışmaya Sağlık Bakanlığı
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Üroloji Polikliniğine üriner sistem taşına bağlı
şikayetlerle başvuran ve yaşları 18 ile 51 yıl arasında değişen ve takipleri yapılabilen 16'sı kadın ve 14'ü
erkek olmak üzere toplam 30 hasta alındı.
Yapılan taş analiz sonucu, taşının içeriğinde kalsiyum bulunan ve metabolik değerlendirme
sonucu idiopatik normokalsiürik üriner sistem kalsiyum taşı tanısı konulan ve daha önce en az 2 kez taş
düşüren hastalar çalışmaya dahil edildi.
-Hiperparatroidi, hipertiroidi, hiperkortisizm, granülomatöz hastalık, hiperkalsiüri, renal tübüler
asidoz,, kronik böbrek yetmezliği, neoplazm gibi kalsiyum ve kemik metabolizmasını ve monosit
fonksiyonunu etkileyen ve kemik mineral dansitesinde değişiklik yapabilen hastalığı olanlar,
-Östrojen, progesteron, kortikosteroid, diüretik, antikonvülsan, D vitamini ve analogları,
prostaglandin analogları, antiasit preparatları ve heparin gibi kalsiyum metabolizmasını etkileyen
ve kemik mineral dansitesinde değişiklik yapabilen hormon ve ilaç kullananlar,
-Hekim önerisi ile kalsiyumdan fakir veya zengin diyet alanlar,
-Konjenital üriner sistem anomalisi olanlar;
-Menapoza girmiş kadınlar,
-Üriner sistem taşı dışında herhangi bir hastalığı olanlar çalışma dışı bırakıldı.
Çalışmaya alınan hastaların potasyum sitrat tedavisi boyunca diyetle sodyum (100
mEq/gün) ve oksalat alımları kısıtlandı.
Her hastanın boyu (cm) ve vücut ağırlığı (kg) ölçüldü ve vücut kitle indeksi (VKİ) hesaplandı.
İdrar ve kan analizi: Çalışmaya alınan her hastadan potasyum sitrat tedavisi öncesinde
sabah aç karnına kan numunesi alınarak serum kalsiyum, ürik asit, kreatinin, alkalen fosfataz,
paratiroid hormon düzeyi ölçüldü. Ayrıca tedavi öncesi her hastadan 24 saatlik idrar numunesi
toplanarak idrar hacmi ve idrar kreatinin, kalsiyum, sitrat, oksalat ve ürat düzeyi ölçüldü. İdrar
kalsiyum düzeyinin 300 mg/gün üzerinde olması hiperkalsiüri olarak kabul edilerek, bu durumda
hastalar çalışma dışı bırakıldı ve sadece normokalsiürik olanlar çalışmaya alındı. Tüm hastaların
böbrek fonksiyonları normal olup kan kreatinin değerleri 1.20 mg/dl altındaydı.
Plazma intakt paratiroid hormon düzeyi,
radyoimmunoassay yöntemi kullanılarak
ölçüldü. İdrar sitrat düzeyi, Boehringer-Mannheim Kit® (Boehringer, Ingelheim Ltd., Ridgefield,
Connecticut) ile sitrat liyaz tekniği ve idrar oksalat düzeyi Sigma-Diagnostics®
(Sigma
Diagnostics, St. Louis) ile enzimatik yöntem kullanılarak ölçüldü. İdrar ürat, kalsiyum ve
kreatinin düzeyi ise spektrofotometrik yöntemle ölçüldü.
Taş analizi: Çalışmaya alınan hastaların taşları, Türkiye Bilimsel Araştırma Kurumu
(TÜBİTAK) Marmara Araştırma Merkezi'nde SHIMADZU XRD-6000 cihazı ile Cu X-Işını tüpü
kullanılarak X-ray kristallografi yöntemi ile değerlendirildi.
Kemik Mineral Dansitesi (KMD): Tüm hastaların potasyum sitrat tedavisi öncesinde total
femur ve L2-4 vertebra KMY ve z-skoru Dual Energy X-ray Absorbsiometry (DEXA) (QDR
Elite W 4500, Hologic, Waltham, Massachusetts) yöntemi kullanılarak kemik dansitesi ölçüldü.
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Etik Kurulu’nun onayı alınarak
hastalara ortalama 12 ay (6-18 ay) boyunca 60 mEq/gün potasyum sitrat (Urocit-K, potassium
citrate in wax matrix, Mission Pharmacal Company, San Antonio, Texas) verildi.
Potasyum sitrat tedavisi sonrası hastaların serum biyokimya parametreleri, 24-saatlik idrar
biyokimyası parametreleri ve total femur ve L2-4 vertebra kemik dansitometrileri aynı yöntemle
tekrar değerlendirildi.
Bütün değerler aritmetik ortalama ± standart sapma (SD) olarak ifade edildi. SSPS for
Windows version 12.0 kullanılarak bulgular one-sample-t testi ile karşılaştırıldı ve p<0.05
istatistiksel açıdan anlamlı kabul edildi.
4- BULGULAR
Çalışmaya alınan erkeklerin yaş ortalaması 34.5 ± 8 yıl, kadınların yaş ortalaması 32.18 ±
6 yıl idi. Vücut kitle indeksi (BMI); erkeklerde 24.8 ± 1.9 kg/m2, kadınlarda ise 22.6 ± 1.5 kg/m2
idi. Hastaların demografik özellikleri tablo 9’de verilmiştir. Hastaların tedavi öncesi ve
sonrasındaki
kan
biyokimya
sonuçları
değerlendirildi.
Tedavi
öncesi
değerlerle
karşılaştırıldığında tedavi sonrası kan parametrelerinde istatistiksel anlamı olan bir değişimin
olmadığı ve tüm değerlerin normal sınırlarda olduğu saptandı (Tablo 10).
Tablo 9: Demografik dağılım
Erkek
Kadın
Yaş (yıl)
34.5 ± 8
24.8±1.9
Boy (cm)
175 ± 7.5
160 ± 6.3
Kilo (kg)
76 ± 6.4
58 ± 5.7
VKİ (kg/m2)
24.8±1.9
22.6 ± 1.5
Tablo 10: Tedavi öncesi ve sonrası kan parametrelerinin karşılaştırılması
Tedavi öncesi
Tedavi sonrası
p
Kalsiyum (mg/dl)
6.47 ± 1.5
6.65 ± 1.4
(N.S.)
Ürik asit (mg/dl)
4.2 ± 1.4
3,99 ± 1.1
(N.S.)
Kreatinin (mg/dl)
0.8433 ± 0.15
0.8317 ± 0.19
(N.S.)
Potasyum (mEq/L)
4.25 ± 1.23
4.1± 1.1
(N.S.)
PTH (pg/ml)
35.03 ± 8.35
37.57 ± 6.19
(N.S.)
Ortalama değer ± standart deviasyon
N.S.: Not Significant (P>0.05)
Hastalar cinsiyete göre gruplanarak tedavi öncesi ve sonrası idrar biyokimya sonuçları
değerlendirildi. Hem erkeklerde hem de kadınlarda potasyum sitrat tedavisi sonrası, tedavi
öncesine göre idrar kalsiyum değerinde anlamlı değişme saptanmadı. Her iki cinsiyette tedavi
sonrasında, tedavi öncesine göre idrar sitrat düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı artış oldu.
Ayrıca her iki cinsiyette tedavi öncesine göre tedavi sonrası idrar ürik asit ve oksalat atılımında
istatistiksel olarak azalma olduğu tespit edildi (Tablo 11).
Tablo 11: Tedavi öncesi ve sonrası idrar parametrelerinin karşılaştırılması
Tedavi öncesi
Kalsiyum (mg/gün)
Sitrat (mg/gün)
Oksalat (mg/gün)
Hacim (ml/gün)
Ürik asit (mg/gün)
Tedavi Sonrası
Erkek
Kadın
Erkek
Kadın
177.53 ± 39.89
181.07 ± 48.87
173.97 ± 42.810
176.33 ± 50.39
a
b
465.37 ± 167.68
480.17 ± 196.88
495.47 ± 118.62
531.73 ± 74
31.04 ± 15.38
32.13 ± 14.76
27.89 ± 8.05
29.17 ± 7.64
2083.33 ± 467.50
2098 ± 323.79
1974.44 ± 357.38
1980 ± 257.44
286.13 ± 85.77
300.53 ± 109.38
278.36 ± 98.78
282.04 ± 88.52
Ortalama değer ± standart deviasyon
a: Erkeklerin tedavi sonrası ortalama değeri ile karşılaştırıldığında anlamlı fark var (p<0.05).
b: Kadınların tedavi sonrası ortalama değeri ile karşılaştırıldığında anlamlı fark var (p<0.05).
Taş analiz sonuçları değerlendirildiğinde 27 (%90) hastada saf kalsiyum oksalat taşı ve 3
(%10) hastada mikst içeriğe sahip kalsiyum oksalat taşı olduğu saptandı. Taşın kimyasal yapısı;
saf kalsiyum oksalat taşı olan hastaların 13'ünde whewellite, 2'sinde weddelite ve 12'sinde
whewellite + weddelite idi. Mikst tipte taşı olan 3 hastada ise kimyasal yapının whewellite +
ürisit olduğu saptandı.
Potasyum sitrat tedavisi öncesinde L2-4 vertebralarda ve femur totalde erkeklerin KMY
değerleri sırasıyla 0.853 ± 0.155 g/cm2 ve 0.9040 ± 0.109 g/cm2, kadınların ise 0.8957 ± 0.211
g/cm2 ve 0.8904 ± 0.164 g/cm2 olarak bulundu (Tablo 12). Erkeklerin L2-4 vertebralarda ve femur
totalde z-skoru sırasıyla -0.47 ± 0.13 ve 0.65 ± 0.15, kadınların ise -0.54 ± 0.13 ve -1.59 ± 0.30
olarak hesaplandı (Tablo 13).
Potasyum sitrat tedavisi sonrasında erkeklerin L2-4 vertebrada ve femur totalde KMY
değerleri sırasıyla 0.9165 ± 0.285 ve 0.9117 ± 0.156, kadınların ise 0.9023 ± 0.139 ve 0.9366 ±
0.150 olarak bulundu (Tablo 12). Tedavi sonrasında erkeklerin L2-4 vertebrada ve femur totalde zskoru sırası ile -0.42 ± 0.20 ve 0.68 ± 0.29, kadınların ise -0.152 ± 0.27 ve -0.43 ± 0.15 olarak
tespit edildi (Tablo 13).
Tablo 12: Cinsiyete göre kemik mineral yoğunluğunun tedavi öncesi ve sonrası değerleri
Tedavi öncesi
KMY (gr/cm2)
Tedavi sonrası
Erkek
Kadın
Erkek
Kadın
femur total
0.9040 ± 0.109a
0.8904 ± 0.164b
0.9117 ± 0.156
0.9025 ± 0.15
L 2-4 vertebra
0.8530 ± 0.155a
0.8957 ± 0.211b
0.9165 ± 0.285
0.9366 ± 0.139
Ortalama değer ± standart deviasyon
a: Erkeklerin tedavi sonrası ortalama değeri ile karşılaştırıldığında anlamlı fark var (p<0.05).
b: Kadınların tedavi sonrası ortalama değeri ile karşılaştırıldığında anlamlı fark var (p<0.05).
Tablo 13: Cinsiyete göre z-skorunun tedavi öncesi ve sonrası değerleri
Tedavi öncesi
z-skoru
Erkek
Femur total
0.65 ± 0.15
L2-4 vertebra
Tedavi sonrası
Kadın
a
a
-0.47 ± 0.13
Erkek
Kadın
b
0.68 ± 0.29
-0.43 ± 0.15
b
-0.42 ± 0.20
-1.52 ± 0.27
- 0.54 ± 0,13
-1.59 ± 0.30
Ortalama değer ± standart deviasyon
a: Erkeklerin tedavi sonrası ortalama değeri ile karşılaştırıldığında anlamlı fark var (p<0.05).
b: Kadınların tedavi sonrası ortalama değeri ile karşılaştırıldığında anlamlı fark var (p<0.05).
Potasyum sitrat tedavisi sonrası; hem erkeklerde hem de kadınlarda L2-4 vertebralarda ve
femur totalde KMY değerleri tedavi öncesine göre anlamlı olarak daha yüksekti. Ayrıca
potasyum sitrat tedavisi sonrası; hem erkeklerde hem de kadınlarda L2-4 vertebralarda ve femur
totalde z-skoru değerleri tedavi öncesine göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu.
5- SONUÇLAR
Bu çalışmanın temel amacı normokalsiürik rekürren üriner sistem kalsiyum taşı olan
hastalarda kemik mineral yoğunluğunu saptamak ve potasyum sitrat tedavisinin bu hastalardaki
kemik mineral yoğunluğu üzerine etkilerini araştırmaktı. Ayrıca potasyum sitrat tedavisinin idrar
biyokimya parametreleri üzerine etkilerinin araştırılması amaçlandı.
Sonuçta potasyum sitrat tedavisi sonrasında her iki cinsiyette, tedavi öncesine göre idrar
sitrat düzeyinde artma ve idrar ürik asit ve oksalat düzeyinde azalma olduğu saptandı.
Normokalsiürik rekürren üriner sistem kalsiyum taşlı erkeklerde femur total için KMY ve z-skoru
normalken, kadınlarda normalden düşük olduğu bulundu. L2-4 vertebralarda ise KMY ve z-skoru
her iki cinsiyette de normalden düşük bulundu. Ortalama 12 aylık potasyum sitrat tedavisi
(Urocit-K tablet-60 mEq/gün) sonrasında; hem erkeklerde hem de kadınlarda L2-4 vertebralarda
ve femur totalde KMY değerlerinin tedavi öncesine göre daha yüksek olduğu saptandı. Ayrıca
potasyum sitrat tedavisi sonrasında; hem erkeklerde hem de kadınlarda L2-4 vertebralar ve femur
total için z-skoru değerleri tedavi öncesine göre daha yüksek bulundu. Potasyum sitrat tedavisinin
normokalsiürik rekürren üriner sistem kalsiyum taşlı hastalarda KMY üzerine olumlu etkisi
olduğu ve hastaları osteoporozdan koruyabileceği söylenebilir.
6- TARTIŞMA
Genel olarak KMD düşüklüğü (osteopeni), kemik rezorpsiyonu ve formasyonu arasındaki
dengesizlikten ortaya çıkmaktadır (16). Düşük KMD’nin etyopatogenezindeki risk faktörleri
değiştirilebilen ve değiştirilemeyen risk faktörleri olarak ayrılabilir. Değiştirilemeyen risk
faktörleri arasında cinsiyet, yaş, genetik faktörler, vücut şekli, ırk, erişkin dönemde kırık hikayesi
ve genel sağlık durumunun bozukluğu sayılabilir. Değiştirilebilen risk faktörleri ise beslenme,
yaşam tarzı, egzersiz ve hormon düzeyleridir (212). Bu faktörler arasında; yaş (271,272),
hipogonadizm (271,272, yetersiz kalsiyum alımı (272,273), kortikosteroid gibi ilaçların kullanımı
(272) ve genetik yatkınlık (274) öbürlerine göre daha önemli risk faktörleri olarak
değerlendirilmektedir.
Üriner sistem kalsiyum taşlı hastalarda %30'lara varan osteopeni oranı saptanırken,
kemiklerde ortalama olarak % 10-15 oranında bir mineralizasyon kaybı olduğu gösterilmiştir
(3,4,275). Üriner sistem kalsiyum taşlı hastalarda da osteopeninin, kemik rezorpsiyonu ve yapımı
arasındaki dengesizlikten kaynaklandığı düşünülmektedir (13). Yapılan çalışmalarda bu
hastalarda %90' lara varan oranda kemik metabolizmasını etkileyen metabolik bozukluklar tespit
edilmiştir (276,277).
Nedeninden bağımsız olarak hiperkalsiürinin KMİ'nde azalmaya neden olduğu bilinen bir
gerçektir. Absorptif hiperkalsiürili üriner sistem taşlı hastalarda azalmış KMİ saptandığı
bildirilmiş ve bu durumun artmış kemik resorpsiyonu, azalmış kemik oluşumu ya da her ikisine
bağlı olabileceği öne sürülmüştür (13). İdiopatik hiperkalsiürili bazı hastalarda, osteoklastik
yüzeylerde artış ve osteoblastik yüzeylerde azalma olduğu bulunmuştur (278). KMİ ile idrar
hidroksiprolin düzeyi arasında korelasyon olmaması, artmış kemik resorpsiyonundan ziyade
azalmış kemik oluşumunun lehine dolaylı bir bulgudur (13). Yapılan bir çalışmada idiopatik
absorptif hiperkalsiürili hastalarda artmış osteoklastik resorpsiyon olmadan, osteoblastik
aktivitede ve kemik mineralizasyonunda azalma olduğu gösterilmiştir (279). İdiopatik
hiperkalsiürili çocuklarda ve premenapozal annelerinde yapılan bir çalışmada, çocukların
%38’inde ve annelerinin %33’ünde düşük KMD olduğu saptanmıştır. Bu bulgu, idiopatik
hiperkalsiürili yetişkinlerdeki kemik kütlesi düşüklüğünün hayatın erken dönemlerde başladığını,
genetik faktörlerden etkilenebileceğini ve osteoporoz için önemli bir faktörü gösterebileceğini
düşündürmektedir (280).
Hiperkalsiürili üriner sistem taşlı hastalarda KMD ölçümünün yaygın şekilde yapılmasına
karşılık normokalsiürik hastalarda KMD ölçümü yaygın uygulama alanı bulmamıştır. Ayrıca
normokalsiürik rekürren üriner sistem kalsiyum taşlı hastalarda rutin KMD ölçümü yapılması
önerilmemektedir (281). Ancak literatürde bu hasta grubunda yapılmış çalışmalar vardır.
Yapılan bir çalışmada KMD'nin idiopatik normokalsiürik rekürren üriner sistem kalsiyum
taşlı hastalarda kontrol grubuna göre düşük olduğunu tespit edilmiştir (282). Yapılan başka bir
çalışmada diyetinde kalsiyum kısıtlaması yapılan ve yapılmayan idiopatik üriner sistem kalsiyum
taşlı hastalarda distal ve proksimal radius KMD’sinin kontrol grubuna göre düşük olduğu
bildirilmiştir (283). Diğer bir çalışmada uzun süre kalsiyumdan fakir diyet alan hastaların lomber
vertebralarında ve tibial epifizlerinde anlamlı ölçüde mineralizasyon kaybının olduğu
gösterilmiştir (284). Yapılan prospektif kontrollü bir çalışmada ise idiopatik rekürren üriner
sistem kalsiyum taşlı hastalarda lomber KMD ve z- skoru değerleri kontrol grubuna göre daha
düşük olarak bildirilmiştir. Bu düşüklüğün trabeküler kemik içeren lomber bölgede belirgin
olduğu, ancak kortikal kemik içeren femoral bölgede azalma eğilimi göstermesine karşın anlamlı
derecede düşük olmadığı bulunmuştur (285). Başka çalışmalarda da kemik kaybının, trabeküler
kemiği kortikal kemikten daha çok etkilediği ve azalmış KMD'nin, radiustan ziyade vertebralarda
saptandığı bildirilmiştir (286,287).
Ülkemizde 60 yaş altı idiopatik rekürren üriner sistem kalsiyum taşlı erkeklerde yapılan
bir çalışmada, lomber vertebra KMY’nda, benzer yaş ve cinsiyete göre %19.5 oranında azalma
saptandığı bildirilmiştir (285). Yetişkin erkeklerde yapılan başka bir çalışmada L2-4 vertebra
KMY'nun %53.3 oranında düşük olduğu saptanmıştır (17).
Bizim çalışmamızda idiopatik normokalsiürik rekürren üriner sistem kalsiyum taşlı
erkeklerde femur total için KMD ve z-skoru normalken, kadınlarda normalden düşük olduğu
bulundu. Öte yandan L2-4 vertebralar içinse KMD ve z-skoru her iki cinsiyette de normalden
düşük bulundu. Erkeklerde KMD ve z-skorunun bir kortikal kemik olan total femur için normal
ve trabeküler kemik olan lomber vertebralar için düşük olması literatür verileriyle uyumlu olarak
değerlendirilmiştir. Kadınlarda ise hem total femur hem de lomber vertebralar için aynı
değerlerin düşük olması, Türk toplumunda erkek ve kadın arasında diyet alışkanlıklarında
farklılıklar olmasına bağlı olabilir.
Normokalsiürik idiopatik üriner sistem taşlı hastalarda KMD düşüklüğünün nedeni açık
değildir. Ancak diyet alışkanlıkları bunu açıklayabilecek bir faktör olabilir. öne sürülmüştür.
Yapılan çalışmalarda üriner sistem taşlı hastalarda kalsiyumdan fakir bir diyete eğilim olduğu ve
düşük mineral içerikli içme suları kullanılması ile beraber bu faktörün osteopeniyi
açıklayabileceği öne sürülmüştür (17,285). Ayrıca toplumların gelişmesi sonucu diyet
alışkanlıklarında değişimler olmakta ve proteinden zengin diyet alımı artmaktadır. Proteinden
zengin diyet içeriğindeki metiyonin ve zengin hidrojen iyonları nedeni ile vücuttaki net asit
yükünü arttırmaktadır (288). Vücuttaki bu net asit yükü artışının sonucu olarak ekstraselüler
alandaki HCO-3 tampon sisteminin ve kemiklerdeki diğer alkali tampon sistemlerin
aktivasyonuna neden olmaktadır. Bu da kemikten mineral kaybına yol açarak, sonuçta KMD’nde
düşmeye ve osteoporoza neden olmaktadır (38). İn vitro yapılan kemik çalışmalarında net asit
yükündeki artışın diğer bir sonucu interlökin-1 ve prostaglandin düzeyinde yükselmeyle birlikte
artmış osteoklast aktivasyonu ve bunun sonucu kemik rezorpsiyonu olmasıdır (14,24). Kemikten
mineral kaybına neden olduğu için vücuttaki artmış net asit yükünün tamponlanması gerekir.
Bu amaçla oral yoldan alkali özellikleri olan ajanlar kullanılabilir. Bu amaçla
kullanılabilecek alkalileştirici ajanlar; sodyum potasyum sitrat, potasyum sitrat, sodyum sitrat,
potasyum magnezyum sitrat, potasyum bikarbonat ve sodyum bikarbonattır. Ancak en yaygın
olarak kullanılan ajan potasyum sitrattır (169,170).
Yapılan bir çalışmada hayvansal proteinden zengin diyet alışkanlıkları olan kişilerin
yüksek kan asiditesi ile birlikte düşük bikarbonat konsantrasyonu tespit edilmiş, potasyum
bikarbonat replasmanının kemik rezorpsiyon oranında azalmaya ve kemik formasyonunda artışa
neden olduğu görülmüştür (38). Başka bir çalışmada potasyum sitratın, alkali bir yük sağlayarak,
asit fazlasını tamponladığı ve kemik resorpsiyonuna yol açan etkilerini önlediği bildirilmiştir
(289).
Üriner sistem taşlı hastalarda potasyum sitratın esas kullanım amacı, taş hastalığının
rekürrensinin önlenmesidir. Potasyum sitrat kullanımı, pH düzeyinin yükselmesini ve sitrat
atılımının artmasını sağlar. Sitrat atılımındaki artışı etkileyen en önemli faktörün, tübüler
hücrelerin alkalinizasyonu olduğu ve verilen sitratın yalnızca küçük bir kısmının idrarla atıldığı
gösterilmiştir. Sitrat kalsiyumla şelat oluşturmakta ve hem kalsiyum oksalatın hem de kalsiyum
fosfatın iyon aktivitesi sonuçlarını azaltmaktadır. Dahası sitrat, bu kristallerin büyümesini ve bir
araya gelmesini inhibe etmektedir (166). Değişik çalışmalarda potasyum sitratın yetişkin
erkeklerde (39,40) ve postmenapozal kadınlarda (38) idrarla kalsiyum atılımını azaltarak renal
kalsiyum yükünü azalttığı gösterilmiştir (38,41,290). Azalmış idrar kalsiyum atılımı, potasyum
sitrat tedavisinin ilk 6 aylık erken döneminde görülmekte ve muhtemelen kompansatuar
mekanizmalara bağlı olarak sonrasında kaybolmaktadır (291).
Çalışmamızda potasyum sitrat tedavisi sonrasında her iki cinsiyette, tedavi öncesine göre
idrar sitrat düzeyinde artma ve idrar ürik asit ve oksalat düzeyinde azalma olduğu saptandı.
Rekürren üriner sistem taş hastalığının önlenmesinde geniş kullanım alanı olan potasyum sitrat
kemikten mineral kaybını da önlemektedir (290). Normal postmenapozal kadınlarda yapılan
ayrıntılı bir çalışmada potasyum sitratın muhtemelen kemik resorpsiyonunu azaltarak veya
oluşumunu arttırarak kalsiyum dengesini iyileştirdiği gösterilmiştir (291). Potasyum sitrat, alkali
bir yük sağlayarak, asit fazlasının kemik resorpsiyonuna yol açan etkilerini önlemektedir (289).
Literatürde potasyum sitratın kemik mineral dansitesi üzerine etkisini araştıran fazla
çalışma yoktur. Çalışmaların çoğunda ya üriner sistem taş hastalığı dışımda patolojik durumlar ya
da metabolik anormallik olan üriner sistem taş hastalığı incelenmiştir. Bir çalışmada osteopenisi
olan postmenapozal kadınlarda 1 yıllık potasyum sitrat tedavisinin L2-4 vertebra, femur boynu ve
distal radius KMD ve z-skorlarını belirgin derecede arttırdığı saptanmıştır. Ancak potasyum
klorür verilen eşleştirilmiş kadınlarda böyle bir etki elde edilmemiştir (294). Distal renal tübüler
asidozlu hastalarda yapılan bir başka çalışmada 1 yıllık potasyum sitrat tedavisinin total femur ve
femur trokanter BMD ve z-skorunda, tedavi öncesine göre artış sağladığı, ancak L2-4 vertebra ve
femur boynu BMD ve z-skorunda olmadığı bildirilmiştir (295).
Taş oluşumunun kontrolü amacıyla sadece potasyum sitrat alan (ortalama 44 ay) değişik
metabolik bozuklukları olan 16 erkek ve 5 kadının retrospektif olarak değerlendirildiği bir
çalışmada, L2-4 vertebra KMD'nde ve z-skorunda erkeklerde %3.3 ve %3.6, kadınlarda %2.7 ve
%4.2 artış olduğu bildirilmiştir. Tüm hastalarda ise KMD’de ve z-skorunda %3.1'lik hafif ama
anlamlı bir artış olduğu saptanmıştır bildirilmiştir (15). Potasyum sitrat tedavisi, L2-4 vertebra zskorlarını arttırmış ve z-skorlarındaki artış gerçek KMD değerlerindeki artıştan marjinal derecede
fazla olmuştur. Gerçek L2-4 KMD değerleri, potasyum sitrat tedavisi sırasında hastaların
çoğunda artmıştır (15).
Tip 1 abzorptif hiperkalsiürili 18 erkek ve 10 kadında yapılan bir çalışmada ise hastaların
diyette kalsiyum, oksalat ve tuz kısıtlaması yanında sıvı alımlarını arttırılmış ve hastalara tiazid
ve potasyum sitrat tedavisi verilmiştir. Hastaların 1-11 yıllık (ort. 3.7 yıllık) bir süre sonunda
yapılan değerlendirmelerinde L2-4 vertebralar ve femur boynu KMD ve Z-skorlarını arttırdığı
saptanmıştır. Z-skoru L2-4 vertebralar ve femur boynu için sırasıyla %5.7 ve %4.1 oranında
artmıştır. Sonuçta bu tedavi rejiminin tip 1 abzorptif hiperkalsiürili hastalarda vertebra ve femur
boynu kemik dansitesini arttırdığı ve taş oluşumunu önlemek yanında kemik kaybını önlemek
amacıyla da kullanılabileceği sonucuna varılmıştır (31).
Literatürde çalışmamız gibi idiopatik rekürren üriner sistem kalsiyum taşlı hastalarda
potasyum sitratın KMD üzerine etkisini araştıran yalnızca bir çalışma vardır. İdiopatik üriner
sistem kalsiyum taşlı 51 erkek ve 58 kadında yapılan bu çalışmada 2 yıllık potasyum sitrat
tedavisinin önkol BMD ve t-skorunu arttırdığı bildirilmiştir. Muhtemelen potasyum sitratın
sağladığı alkali yükü, endojen asit yükünü tamponlayarak kemik rezorpsiyonunu önlemektedir.
Çalışma sırasında idrar kalsiyum düzeyi değişmemiştir. Potasyum sitrat, kalsiyum taşlı hastalarda
osteoporozun tedavisinde bir tedavi seçeneği olarak görünmektedir (294).
Bizim çalışmamızda ortalama 12 aylık potasyum sitrat tedavisi sonrasında; hem
erkeklerde hem de kadınlarda L2-4 vertebralar ve total femur için KMD ve z-skoru değerlerinin
tedavi öncesine göre daha yüksek olduğu saptandı.
İdiopatik normokalsiürik rekürren kalsiyum taşlı hastalarda KMD’ndeki azalmanın nedeni
tam olarak bilinmemekte birlikte üriner sistem taşlı hastalardaki diyet alışkanlıkları önemli bir
neden olarak gösterilmektedir (15). Yüksek hayvansal protein ve düşük kalsiyum içeren bir diyet
metabolik asidoz ile KMD’nde düşüşe neden olmaktadır. Çalışmamızda üriner sistem taşlı
hastalarda sık olarak görülen vücuttaki net asit yükünü tamponize etmek amacı ile alkali tedavi
vererek kemik mineral kaybını engellemeye ve rekürren taş oluşumunu önlemeye çalıştık. Bu
amaçla rekürren kalsiyum taşlı hastaların tedavisinde kullanılan potasyum sitrat ile, idrar sitrat
miktarı arttırıldı ve kemik mineral yoğunluğunda her iki cinsiyette de artış sağlandı.
Sonuç olarak potasyum sitrat tedavisinin normokalsiürik rekürren üriner sistem kalsiyum
taşlı hastalarda KMD üzerine olumlu etkisi olduğu ve hastaları kemik mineral kaybından ve
osteoporozdan koruyabileceği saptanmıştır. Bu nedenle potasyum sitrat, ciddi KMD düşüklüğü
olan, osteoporoz ve kırık açısından riskli hastalarda uzun süreli tedavi şeklinde kemik koruyucu
bir ajan olarak kullanılabilir.
7- ÖZET
Rekürren üriner sistem kalsiyum taşlı hastalarda KMD bulguları ile ilgili literatür
bilgilerini değerlendirdiğimizde, bu hastalarda KMD’nin normal insanlara göre düşük olduğunu
söyleyebiliriz. Önceleri değişik metabolik anormallikleri olan kalsiyum taşlı hastalarda yapılan
çalışmalarda belirgin kemik mineral kaybı olduğu bildirilmiştir (4-8, 12). Daha sonraları yapılan
çalışmalarda KMD düşüklüğü (osteopeni) gelişmesi için hiperkalsiürinin şart olmadığı
saptanmıştır ve idiopatik üriner sistem kalsiyum taşlı hastalarda da kemik mineral kaybı olduğu
(13,14), hatta bu durumun en sık ekstrarenal komplikasyonlardan biri olduğu bildirilmiştir (15).
Literatür gözden geçirildiğinde rekürren üriner sistem taşlı hastalarda KMD düşüklüğü
(osteopeni) oranı genel olarak %10 olarak tahmin edilmektedir (5,6,9).
İdiopatik rekürren üriner sistem kalsiyum taşlı hastalarda kemik kaybının patogenezi tam
olarak aydınlatılamamıştır. Ancak bu düşüklükten, genetik yatkınlık ve diyet gibi faktörlerin
sorumlu olabileceği ileri sürülmüştür. (4,18, 19). Kalsiyumdan fakir ve sodyum ile proteinden
zengin diyet alımı kemik kaybına neden olan faktörler olarak suçlanmıştır (20-23). Özellikle
proteinden zengin diyet alımı; renal kalsiyum atılımında artış, artmış asit yükü ve kemik
rezorpsiyonuna neden olan IL-1, IL-6 ve TNF-α gibi sitokinlerin ve prostaglandinlerin salınımı
yoluyla kemiklerden mineral mobilizasyonuna neden olduğu saptanmıştır (21,24-26). Kemik
mineralleri bir baz tamponu olarak fonksiyon göstererek diyetle alınan asit yükünü
tamponlamakta ve bu nedenle kemikte kademeli ve kümülatif bir kayıp ortaya çıkmaktadır (27).
Günümüzde üriner sistem taş hastalığının ideal tedavisi sadece taş oluşumunu önlemekle
kalmamalı ayrıca kemik mineral yoğunluğundaki azalmayı da engellemelidir (31). Osteoporozun
tedavisi, gelişmeden önce önlenmesinde yatmaktadır. Kemik yıkım oranını azaltmak için, alkalen
ürünü olan bir diyet değerli olabilir. Potasyum ve magnezyum tampon etkisi olabilecek iki madde
olup, meyve ve sebzeler dahil rafine olmayan değişik besinlerde bulunabilmektedir (32,33).
Alkalinizasyon amacıyla en sık kullanılan potasyum sitratın kemik üzerine koruyucu
etkisi gösterilmiş olup (38), yetişkin erkeklerde (39,40) ve postmenapozal kadınlarda (38) idrarla
kalsiyum atılımını azaltarak renal kalsiyum yükünü azalttığı gösterilmiştir (38,41). Potasyum
sitrat, üriner sistem kalsiyum taşlı hastalarda kemik kaybını önlemek için de kullanılmıştır (15).
Ancak literatürde idiopatik normokalsiürik rekürren üriner sistem taşlı hastalarda potasyum sitrat
tedavisinin kemik dansitesi üzerine etkisini inceleyen çok az çalışma vardır.
Bu çalışma idiopatik normokalsiürik rekürren üriner sistem kalsiyum taşlı hastalarda
potasyum sitratın KMD’ndeki düşüklüğü azaltabileceği ve idrarda biyokimyasal parametreleri
olumlu etkileyebileceği düşünülerek planlandı.
Çalışmamıza yaşları 18 ile 51 yıl arasında değişen ve daha önce en az 2 kez taş düşürmüş olan
idiopatik normokalsiürik rekürren üriner sistem kalsiyum taşlı 16'sı kadın ve 14'ü erkek olmak üzere
toplam 30 hasta alındı. Hastaların çalışma boyunca diyetle sodyum (100 mEq/gün) ve oksalat
alımları kısıtlandı. Potasyum sitrat tedavisi öncesinde her hastada serum kalsiyum, ürik asit,
kreatinin, alkalen fosfataz ve paratiroid hormon düzeyleri ile 24 saatlik idrarda hacim, kreatinin,
kalsiyum, sitrat, oksalat ve ürat düzeyleri ölçüldü; total femur ve L2-4 vertebra bölgelerinden
kemik dansitesi DEXA yöntemi ile ölçüldü. Ayrıca her hastada en az bir taşın X-ray kristallografi
yöntemi ile analizi yapıldı. Hastalara ortalama 12 ay (6-18 ay) boyunca 60 mEq/gün potasyum
sitrat (Urocit-K, potassium citrate in wax matrix, Mission Pharmacal Company, San Antonio,
Texas) verildi. Potasyum sitrat tedavisi sonrası her hastanın serum biyokimya parametreleri ve
24-saatlik idrar biyokimyası parametreleri ile total femur ve L2-4 vertebra kemik dansitesi tekrar
değerlendirildi. Hastalar cinsiyetlerine göre gruplanarak tedavi öncesi ve sonrası total femur ve
L2-4 vertebra BMD ve Z-skorları karşılaştırıldı.
Çalışmamız sonucunda aşağıdaki sonuçlara varılmıştır:
- Potasyum sitrat tedavisi öncesi erkek grubunda femur total KMD ve Z-skoru normal, kadın
grubunda normalden düşük olarak bulundu. L2-4 vertebralar için KMD ve Z-skoru ise her iki
grupta normalden düşüktü.
- Potasyum sitrat tedavisi sonrasında her iki grupta tedavi öncesine göre idrar sitrat düzeyinde
artma ve idrar ürik asit ve oksalat düzeyinde azalma olduğu saptandı.
- Ortalama 12 aylık potasyum sitrat tedavisi sonrasında hem erkek grubunda hem de kadın
grubunda femur total ve L2-4 vertebralar için KMD ve Z-skoru değerlerinin, tedavi öncesine göre
anlamlı artış gösterdiği saptandı.
- Potasyum sitrat tedavisinin idiopatik normokalsiürik rekürren üriner sistem kalsiyum taşlı
hastalarda KMD üzerine olumlu etkisi olduğu ve bu hastalarda gelişmiş olan kemik kaybını
düzelttiği bulundu.
Sonuç olarak potasyum sitrat tedavisinin idiopatik rekürren üriner sistem kalsiyum taşlı
hastalarda sık görülen net asit yükünü tamponlayarak vücuttaki kemik mineral dengesini olumlu
etkilediği, kemik mineral kaybını önlediği ve düşük KMD’nde artış sağladığı gösterilmiştir. Bu
sonuçlardan hareketle potasyum sitratın, ciddi KMD düşüklüğü olan ve osteoporoz ve kırık
açısından riskli hastalarda uzun süreli tedavi şeklinde kemik koruyucu bir ajan olarak
kullanılabileceğini söyleyebiliriz.
8- KAYNAKLAR
1) Pearle MS and Lotan Y. Urinary lithiasis: Etiology, epidemiology and pathogenesis. In:
Kavoussi LR, Novick AC, Partin AW and Peters CA (Eds), Campbell-Walsh Urology
Philadelphia, Saunders, 2007; p. 1363.
2) Akıncı M, Esen T and Tellaloğlu S. Urinary stone disease in Turkey: An updated
epidemiological study. Eur Urol 1991; 20:200.
3) Özkeçeli R, Satar N, Doran Ş ve ark. Üriner sistem taş hastalığı. In: Göğüş O, Anafarta K,
Bedük Y ve Arıkan N (eds), Temel Üroloji, Ankara, Güneş Kitapevi, 1998; 559.
4) Pietschmann F, Breslau NA, and Pak CYC. Reduced vertebral bone density in hypercalciuric
nephrolithiasis. J Bone Miner Res 1992; 7:1383.
5) Alhava EM, Juuti M and Karljalainen P. Bone mineral density in patients witth urolithiasis.
Scan J Urol 1976; 10:154.
6) Lawoyin S, Sismilich S, Browne R, et al. Bone mineral content in patients with calcium
urolithiasis. Metabolism 1979; 28: 1250.
7) Lindergard B, Colleen S, Mansson W, et al. Calcium loading test and bone disease in patients
with urolithiasis. Proc EDTA 1983; 20: 460.
8) Borghi L, Meschi T, Guerra A, et al. Vertebral mineral content in diet- dependent and dietindependent hypercalciuria. J Urol 1991; 146: 1334.
9) Pietschmann F, Breslau NA, and Pak CYC. Reduced vertebral bone density in hypercalciuric
nephrolithiasis. J Bone Miner Res 1992; 7:1383.
10) Ghazali A, Fuentes V, Desaint C, et al. Low bone mineral density and peripheral blood
monocyte activation profile in calcium stone formers with idiopathic hypercalciuria. J Clin
Endocrinol and Metab 1997; 82:32.
11) Bataille P, Achard JM, Fournier A, et al. Diet, vitamin D and vertebral mineral density in
hypercalciuric calcium stone formers. Kidney Int 1991; 39: 1193.
12) Borghi L, Meschi T, Guerra A, et al. Vertebral mineral content in diet- dependent and dietindependent hypercalciuria. J Urol 1991; 146:1334.
13) Fuss M, Gillet C, Simon J, et al. Bone mineral content in idiopathic renal stone disease and in
primary hyperparathyroidism. Eur Urol. 1983; 9:32.
14) Pacifici R, Rothstein M, Rifas L, et al. Increased monocyte interleukin-1 activity and
decreased vertebral bone density in patients with fasting idiopathic hypercalciuria.
J Clin
Endocrinol Metab. 1990; 71:138.
15) Pak CYC, Peterson RD and Poindexter J. Prevention of spinal bone loss by potassium citrate
in cases of calcium urolithiasis. J Urol 2002; 168: 31.
16) Fuss M, Pepersack T, Van Geel J, et al. Involvement of low-calcium diet in the reduced bone
mineral content of idiopathic renal stone formers. Calcific Tissue Int 1990; 46:9.
17) Özbek E, Davarcı M. İdiopatik rekürren üriner sistem taşlı hastalarda dual-enerji X-ray
absorpsiyometri kullanarak kemik mineral dansitesi ölçümü. Van Tıp Dergisi 2000; 1:37.
18) Barkin J, Wilson DR, Bayiey A, et al. Bone mineral content in idiopathic calcium
nephrolithiasis. Miner Electrolyte Metab 1985; 11:19.
19) Reed BY, Heler HJ, Gitomer WL, et al. Mapping of common gene defect in absorptive
hypercalciuria and idiopathic osteoporosis to chromosome 1q. J Clin Endocrinol Metab. 1999;
84:3907.
20) Breslau NA, Brinkley L, Hin KD, et al. Relationship of animal protein-rich diet to kidney
stone formation and calcium rnetabolism. J Clin Endocrinol Metab 1988; 66:140.
21) Weisinger JR, Alonzo E, Bellorin-Font E, et al. Possible role of cytokines on the bone
mineral loss in idiopathic hypercalciuria. Kidney Int 1996; 49:244.
22) Giannini S, Nobile M, Sartori L, et al. Bone density and skeletal metabolism are altered in
idiopathic hypercalciuria. Clin Nephrol 1998; 50:94.
23) Bushinsky DA. Acidosis and bone. Miner Electrolyte Metab 1994; 20:40.
24) Weisinger JR, Alonzo E, Bellorin-Font E, et al. Possible role of cytokines on the bone
mineral loss in idiopathic hypercalciuria. Kidney Int 1996; 49:244.
25) Hess B, Ackerman D, Essig M, et al. Renal mass and serum calcitriol in male idiopathic
calcium renal Stone formers: role of protein intake. J Clin Endocrinol Metab 1999; 80:1916.
26) Weisinger JR, Alonzo E, Bellorin-Font E, et al. Possible role of cytokines on the bone
mineral loss in idiopathic hypercalciuria. Kidney Int 1996; 49:244.
27) Wachman A, Bernstein DS. Diet and osteoporosis. Lancet 1968; 1:958.
28) Pak CYC, Smith LH, Resnick MJ, et al: Dietary management of idiopathic calcium
urolithiasis. J Urol 1984; 131:850.
29) Jaeger P, Lippuner K, Casez JP, et al. Low bone mass in idiopathic renal stone formers:
magnitude and significance. J Bone Min Res 1994; 9:1525.
30) Hess B, Casez JP, Takkinen R, et al. Relative hypoparathyroidism and calcitriol up-regulation
in hypercalciuric calcium renal stone formers: Impact of nutrition. Am J Nephrol 1993; 13: 18.
31) Pak CYC, Heller HJ, Pearle MS, et al. Prevention of stone formation and bone loss in
absorptive hypercalciuria by combined dietary and pharmacological interventions. J Urol 2003;
169:465.
32) Chan JCM. Nutrition and acid-base metabolism. Fed Proc 1981; 40:2423.
33) Remer T, Manz F. Potential renal acid load of foods and its influence on urine pH. J Am Diet
Assoc 1995; 95:791.
34) Barcelo B, Wuhl O, Servitge E, et al. Randomized double-blind study of potassium
citrate in idiopathic hypocitraturic calcium nephrolithiasis. J Urol 1993; 150:1761.
35) Tuncel A, Biri H, Küpeli B, et al. Efficiency of long-term potassium citrate treatment in
patients with idiopathic calcium oxalate stone disease. In: Urolithiasis (Proceedings of the 2nd
Eurolithiasis Society Meeting). Sarica K, Yagci F, Erbagci A and Inal Y (eds), Gaziantep, ReTa
offset publishing, 2003, p. 273.
36) Hofbauer J, Höbarth K, Szabo N, et al. Alkali citrate prophylaxis in idiopathic recurrent
calcium oxalate urolithiasis - a prospective randomized study. Br J Urol 1994;73:362.
37) Ettinger B, Pak CY, Citron JT, et al. Potassium-magnesium citrate is an effective prophylaxis
against recurrent calcium oxalate nephrolithiasis. J Urol 1997; 158:2069.
38) Sebastian A, Harris ST, Ottaway JH. Improved mineral balance and skeletal metabolism in
postmenopausal women treated with potassium bicarbonate. N Engl J Med. 1994; 330:1776.
39) Green TJ, Whiting SJ. Potassium bicarbonate reduces high protein induced hypercalciuria in
adult men. Nutr Res 1994; 14:991.
40) Lemann JJ, Pluess JA, Gray RW, et al. Potassium administration reduces and potassium
deprivation increases urinary calcium excretion in healthy adults. Kidney Int 1991; 39:973.
41) Lemann JJ, Gray RW, Pluess JA. Potassium bicarbonate, but not sodium bicarbonate, reduces
urinary calcium excretion and improves calcium balance in healthy men. Kidney Int 1989;
35:688.
42) Pearle MS and Lotan Y. Urinary lithiasis: Etiology, epidemiology and pathogenesis. In:
Kavoussi LR, Novick AC, Partin AW and Peters CA (Eds), Campbell-Walsh Urology
Philadelphia, Saunders, 2007; p. 1363.
43) Sierakowski R, Finlayson B and Landes R. Stone incidence as related to water hardness in
different geographical regions of the United States. Urol Res 1978;7:157.
44) Hiatt RA, Dales LG, Friedman GD, et al. Frequency of urolithiasis in a prepaid medical care
program. Am J Epidemiol 1982; 115: 255.
45) Soucie JM, Thun MJ, Coates RJ, et al. Demographic and geographic variability of
kidney stones in the United States. Kidney Int 1994; 46: 893.
46) Stamatelou KK, Francis ME, Jones CA, et al. Time trends in the reported prevalence
of kidney stones in the United States: 1976–1994. Kidney Int 2003; 63: 1817.
47) Maloney ME, Springhart WP, Ekeruo WO, et al. Ethnic background has minimal impact on
the etiology of nephrolithiasis. J Urol 2005; 173: 2001.
48) Sarmina I, Spirnak JP, Resnick MI. Urinary lithiasis in the black population: An
epidemiological study and review of the literature. J Urol 1987; 138:14.
50) Marshall V, White RH, De Saintonge MC, et al. The natural history of renal and ureteric
calculi. Br J Urol. 1975; 47:117.
51) McKane WR, Khosla S, Burritt MF, et al. Mechanism of renal calcium conservation with
estrogen replacement therapy in women in early postmenopause--a clinical research center
study.J Clin Endocrinol Metab 1995; 80:3458.
52) Genant HK, Cooper C, Poor G, et al. Interim report and recommendations of the World
Health Organization Task-Force for Osteoporosis. Osteoporos Int 1999; 10:259.
53) Heller HJ, Sakhaee K, Moe OW, et al. Etiological role of estrogen status in renal stone
formation. J Urol 2002; 168:1923.
54) Finlayson B. Symposium on renal lithiasis. Renal lithiasis in review. Urol Clin North Am.
1974; 1:181.
55) Soucie JM, Coates RJ, McClellan W, et al. Relation between geographic variability in
kidney stones prevalence and risk factors for kidney stones. Am J Epidemiol 1996;143:487.
56) Blacklock NJ. The pattern of urolithiasis in the Royal Navy. In: Hudgkinson A and Nordin
BEC (Eds). Renal Stone Research Symposium. London, J and A Churchill Ltd 1969, p.33.
57) Atan L, Andreoni C, Ortiz V, et al. High kidney Stone risk in men working in steel industry
at hot temperatures. 2005; 65:858.
58) Borghi L, Meschi T, Guerra A, et al. Randomized prospective study of a nonthiazide diuretic,
indapamide, in preventing calcium stones recurrences. J Cardiovasc Pharmacol 1993; 22(Suppl
6):S78.
59) Curhan GC, Willett WC, Rimm EB, et al. Body size and risk of kidney stones. J Am Soc
Nephrol 1998; 9:1645.
61) Maalouf NM, Cameron MA, Moe OW, et al. Novel insights into the pathogenesis of uric acid
nephrolithiasis. Curr Opin Nephrol Hypertens 2004; 13:181. Review.
62) Nowicki M, Kokot F, Surdacki A. The influence of hyperinsulinaemia on calcium-phosphate
metabolism in renal failure. Nephrol Dial Transplant 1998; 13:2566.
63) Curhan GC, Willett WC, Speizer FE, et al. Comparison of dietary calcium with supplemental
calcium and other nutrients as factors affecting the risk for kidney stones in women. Ann Intern
Med 1997; 126:497.
64) Borghi L, Meschi T, Amato F, et al. Urinary volume, water and recurrences in idiopathic
calcium nephrolithiasis: a 5-year randomized prospective study. J Urol. 1996; 155:839.
65) Churchill D, Bryant D, Fodor G, et al. Drinking water hardness and urolithiasis. Ann Intern
Med 1978; 88:513.
66) Sierakowski R, Finlayson B and Landes R. Stone incidence as related to water hardness in
different geographical regions of the United States. Urol Res 1978; 7:157.
67) Schwartz BF, Schenkman NS, Bruce JE, et al. Calcium nephrolithiasis: effect of water
hardness on urinary electrolytes. Urology 2002; 60:23.
68) Kok DJ, Khan SR. Calcium oxalate nephrolithiasis, a free or fixed particle disease. Kidney
Int 1994; 46:847.
69) Chen DH, Kaung HL, Miller CM, et al. Microarray analysis of changes in renal phenotype in
the ethylene glycol rat model of urolithiasis: potential and pitfalls. BJU Int 2004; 94:637.
70) Knoll T, Steidler A, Trojan L, et al. The influence of oxalate on renal epithelial and
interstitial cells. Urol Res 2004; 32:304.
71) Kuo RL, Lingeman JE, Evan AP, et al. Urine calcium and volume predict coverage of renal
papilla by Randall's plaque. Kidney Int 2003; 64:2150.
72) Evan AP, Coe FL, Rittling SR, et al. Apatite plaque particles in inner medulla of kidneys of
calcium oxalate stone formers: osteopontin localization. Kidney Int 2005; 68:145.
73) Kitamura T, Zerwekh JE, Pak CY. Partial biochemical and physicochemical characterization
of organic macromolecules in urine from patients with renal stones and control subjects. Kidney
Int 1982; 21:379.
74) Nicar MJ, Hsu MC, Johnson T, et al. The preservation of urine samples for determination of
renal stone risk factors. Lab Med 1987; 18:382.
75) Kok DJ, Papapoulos SE, Bijvoet OL. Excessive crystal agglomeration with low citrate
excretion in recurrent stone-formers. Lancet 1986; 1(8489):1056.
76) Meyer JL, Bergert JH, Smith LH. Epitaxial relationships in urolithiasis: The calcium oxalate
monohydrate-hydroxyapatite system. Clin Sci Mol Med 1975; 49:369.
77) Pak CY, Peterson R. Successful treatment of hyperuricosuric calcium oxalate nephrolithiasis
with potassium citrate. Arch Intern Med 1986; 146):863.
78) Yamaguchi S, Yoshioka T, Utsunomiya M, et al. Heparin sulfate in the stone matrix and its
inhibitory effect on calcium oxalate crystallization. Urol Res 1993; 21:187.
79) Nakagawa Y, Ahmed MA, Hall SL, et al. Isolation from human calcium oxalate renal stones
of nephrocalcin, a glycoprotein inhibitor of calcium oxalate crystal growth. J Clin Invest 1987;
79:1782.
80) Nakagawa Y. Properties and function of nephrocalcin: mechanism of kidney stone inhibition
or promotion. Keio J Med. 1997; 46:1. Review.
81) Asplin JR, Arsenault D, Parks JH, et al. Contribution of human uropontin to inhibition of
calcium oxalate crystallization. Kidney Int 1998; 53:194.
82) Wesson JA, Worcester EM, Weissner JH, et al. Control of calcium oxalate crystal structure
and cell adherence by urinary macromolecules. Kidney Int 1998; 53:952.
83) Wilson DM. Clinical and laboratory approaches for evaluation of nephrolithiasis. J Urol
1989; 141:770.
84) Coe FL, Parks JH, Webb DR. Stone-forming potential of milk or calcium-fortified orange
juice in idiopathic hypercalciuric adults. Kidney Int. 1992; 41:139.
85) Kuo RL, Lingeman JE, Evan AP, et al. Urine calcium and volume predict coverage of renal
papilla by Randall's plaque. Kidney Int 2003; 64:2150.
86) Jeong BC, Park MY, Kwak C, et al. An animal model of calcium oxalate urolithiasis based
on a cyclooxygenase 2 selective inhibitor. Urol Res 2005; 33:453.
87) Menon M, Koul H. Clinical review 32: Calcium oxalate nephrolithiasis. J Clin Endocrinol
Metab 1992; 74:703. Review.
88) Parks JH, Coe FL. A urinary calcium-citrate index for the evaluation of nephrolithiasis.
Kidney Int 1986; 30:85.
89) Pak CYC, Delea CS, Bartter FC. Successful treatment of recurrent nephrolithiasis (calcium
stones) with cellulose phosphate.N Engl J Med 1974; 290:175..
90) Broadus AE. Primary hyperparathyroidism. J Urol 1989; 141:723.
91) Bell NH. Hypercalcemic and hypocalcemic disorders: diagnosis and treatment. Nephron
1979; 23:147.
92) Rizzoli R, Bonjour JP. Management of disorders of calcium homoeostasis. Baillieres Clin
Endocrinol Metab. 1992; 6:129. Review.
93) Burtis WJ, Broadus AE, Insogna KL. Calcium and kidney stones. N Engl J Med 1993;
329:508.
94) Mundy AR. Metabolic complications of urinary diversion. Lancet 1999; 353(9167):1813.
95) Edelson GW, Kleerekoper M. Hypercalcemic crisis. Med Clin North Am 1995; 79:79.
Review.
96) Doga M, Bonadonna S, Burattin A, et al. Bisphosphonates in the treatment of glucocorticoidinduced osteoporosis. Front Horm Res 2002; 30:150. Review.
97) Faggiano A, Pivonello R, Filipella M, et al. Spine abnormalities and damage in patients cured
from Cushing's disease. Pituitary 2001; 4:153.
98) RavichandranV, Selvam R. Increased lipid peroxidation in kidney of vitamin B-6 deficient
rats. Biochem Int 1990; 21:599.
99) Khan SR, JohnsonJM, Peck AB, et al. Expression of osteopontin in rat kidneys: induction
during ethylene glycol induced calcium oxalate nephrolithiasis. J Urol 2002; 168:1173.
100) Traxer O, Huet B, Poindexter J, et al. Effect of ascorbic acid consumption on urinary stone
risk factors. J Urol 2003; 170:397.
101) Curhan GC, Willett WC, Speizer FE, et al. Intake of vitamins B6 and C and the risk of
kidney stones in women. J Am Soc Nephrol. 1999; 10:840.
102) Grover PK, Ryall RL. Urate and calcium oxalate stones: from repute to rhetoric to reality.
Miner Electrolyte Metab 1994; 20:361. Review.
103) Halabe A, Sperling O. Uric acid nephrolithiasis. Miner Electrolyte Metab 1994; 20:424.
104) Levy FL, Adams-Huet B, Pak CY. Ambulatory evaluation of nephrolithiasis: an update of a
1980 protocol. Am J Med 1995; 98:50.
105) Sakhaee K, Nigam S, Snell P, et al. Assessment of the pathogenetic role of physical exercise
in renal Stone formation. J Clin Endocrinol Metab 1987; 65:974.
106) Tiselius HG, Berg C, Fornander AM, et al. Effects of citrate on the different phases of
calcium oxalate crystallization. Scanning Microsc 1993; 7:381. Review.
107) Hess B, Zipperle L, Jaeger P. Citrate and calcium effects on Tamm-Horsfall glycoprotein as
a modifier of calcium oxalate crystal aggregation. Am J Physiol 1993; 265:F784.
108) Pak CYC. Renal Stone Disease. Boston,Martinus Nijhoff Publishhing 198; 13?.
109) Menon M, Mahle CJ. Urinary citrate excretion in patients with renal calculi. J Urol 1983;
129:1158.
110) Jenkins AD, Dousa TP, Smith LH. Transport of citrate across renal brush border membrane:
effects of dietary acid and alkali loading. Am J Physiol 1985; 249:590.
111) Caruana RJ, Buckalew VM Jr. The syndrome of distal (Type 1) renal tubular acidosis.
Clinical and laboratory findings in 58 cases. Medicine 1988;67:84.
112) Laing CM, Toye AM, Capasso G, et al. Renal tubular acidosis: developments in our
understanding of the molecular basis. Int J Biochem Cell Biol 2005; 37:1151. Review.
113) Schwartz BF, Bruce J, Leslie S, et al. Rethinking the role of urinary magnesium in calcium
urolithiasis. J Endourol 2001; 15:233.
114) Husmann DA, Milliner DS, Segura JW. Ureteropelvic junction obstruction with a
simultaneous renal calculus: long-term followup. J Urol 1995; 153:1399.
115) Pietrow PK, ans Preminger GM. Evaluation and medical management of urinary lithiasis.
In: Kavoussi LR, Novick AC, Partin AW and Peters CA (Eds), Campbell-Walsh Urology
Philadelphia, Saunders, 2007; p. 1393.
116) Tiselius HG, Ackermann D, Alken P, et al. Guidelines on urolithiasis. In: EAU
guidelines. Edition presented at the 16th EAU Congress, Geneva, Switzerland 2001 (ISBN 90806179-3-9).
117) Uribarri J, Oh MS, Carroll HJ. The first kidney stone. Ann Intern Med 1989; 111:1006.
Review.
118) Bartoletti R, Cai T, Mondaini N, et al. Epidemiology and risk factors in urolithiasis. Urol Int
2007; 79 Suppl 1:3. Review.
120) Borghi L, Meschi T, Schianchi T, et al. Urine volume stone risk factor and preventive
measure. Nephron 1999;81(suppl):31.
121) Pak CY, Sakhaee K, Crowther C, et al. Evidence justifying a high fluid intake in treatment
of nephrolithiasis. Ann Intern Med 1980; 93:36.
122) Schwartz BF, Schenkman NS, Bruce JE, et al. Calcium nephrolithiasis: effect of water
hardness on urinary electrolytes. Urology 2002; 60:23.
123) Caudarella R, Rizzoli E, Buffa A, et al. Comparative study of the influence of 3 types of
mineral water in patients with idiopathic calcium lithiasis. J Urol 1998; 159:658.
124) Coen G, Sardella D, Barbera G, et al. Urinary composition and lithogenic risk in normal
subjects following oligomineral versus bicarbonate-alkaline high calcium mineral water intake.
Urol Int 2001; 67:49.
125) Hess B, Mauron H, Ackermann D, et al. Effects of a ‘’common sense diet’’ on urinary
composition and supersaturation in patients with idiopathic calcium urolithiasis. Eur Urol 1999;
36:136.
126) Robertson WG. Diet and calcium stones. Miner Electrolyte Metab 1987; 13:228.
127) Yendt ER. Commentary: Renal calculi - twenty years later. J Lithotripsy Stone Dis 1990;
2:164.
128) Iguchi M, Umekawa T, Ishikawa Y, et al. Dietary intake and habits of Japanese renal stone
patients. J Urol 1990;143:1093.
129) Kok DJ, Iestra JA, Doorenbos CM, et al. The effects of dietary excesses in animal protein
and sodium on the composition and the crystallization kinetics of calcium oxalate monohydrate in
urines of healthy men. J Clin Endocrinol Metab 1990; 71:861.
130) Massey LK, Whiting SJ. Dietary salt, urinary calcium, and kidney stone risk. Nutr Rev
1995; 53:131. Review.
131) Borghi L, Meschi T, Schianchi T, et al. Medical treatment of nephrolithiasis. Endocrinol
Metab Clin North Am 2002; 3:1051. Review.
132) Ebisuno S, Moritomo S, Yasukawa T. Results of long-term rice bran treatment on stone
recurrence in hypercalciuric patients. Br J Urol 1991; 67:237.
133) Hesse A, Tiselius HG, Jahnen A. In: Urinary Stones- Diagnosis, treatment and prevention of
recurrence. Karger: New York, 1996, pp.62.
134) Wandzilak TR, D’Andre SD, Davis PA, Williams HE. Effect of high dose vitamin C on
urinary oxalate levels. J Urol 1994; 151:834.
135) Sutton RA, Walker VR. Enteric and mild hyperoxaluria. Miner Electrolyte Metab 1994;
20:352.
136) Auer BL, Auer D, Rodger AL. The effects of ascorbic acid ingestion on the biochemical and
physicochemical risk factors associated with calcium oxalate kidney stone formation. Clin Chem
Lab Med 1998; 36:143.
137) Coe FL. Hyperuricosuric calcium oxalate nephrolithiasis. Kidney Int 1983;24:392.
138) Pak CY, Holt K, Britton F, Peterson R, Crowther C, Ward D. Assessment of pathogenetic
roles of uric acid, monopotassium urate, monoammonium urate and monosodium urate in
hyperuricosuric calcium oxalate nephrolithiasis. Miner Electrolyte Metab 1980;4:130-136.
139) Hofbauer J, Zechner O. Impact of allopurinol treatment on the prevention of
hyperuricosuric calcium
oxalate lithiasis. Eur Urol 1988;15:227-229.
140) Sarig S. The hyperuricosuric calcium oxalate stone former. Miner Electrolyte Metab
1987;13:251-256.
141) Hesse A, Tiselius HG, Jahnen A (eds). In: Urinary stones - diagnosis, treatment and
prevention of recurrence. Karger: New York, 1996; pp. 88.
142) Tiselius HG, Ackermann D, Alken P, Buck C, Conort P, Gallucci M. Guidelines on
urolithiasis. In: EAU guidelines. Edition presented at the 16th EAU Congress, Geneva,
Switzerland 2001 (ISBN 90-806179-3-9).
143) Tiselius HG. Epidemiology and medical management of stone disease. BJU Int
2003;91:758.
144) Tiselius HG, Ackermann D, Alken P, Buck C, Conort P, Gallucci M; Working Party on
Lithiasis, European Association of Urology. Guidelines on urolithiasis. (Abbreviated version) Eur
Urol 2001;40:362-371.
145) Tiselius HG and Advisory Board of European Urolithiasis Research and EAU Health Care
Office Working Party for Lithiasis. Possibilities for preventing recurrent calcium stone
formation: principles for the metabolic evaluation of patients with calcium stone disease. BJU
International 2001;88:158-168.
146) Tiselius HG. Comprehensive metabolic evaluation of stone formers is cost effective. In:
Urolithiasis. AL Rodgers, BE Hibbert, B Hess, SR Khan, GM Preminger (eds). Cape Town:
University of Cape Town, 2000, pp 349-355.
147) Yendt ER. Commentary: Renal calculi twenty years later. Journal of lithotripsy and stone
disease 1990;2:164-172.
148) Constanzo LS, Windhager EE. Calcium and sodium transport by the distal convoluted
tubule of the rat. Am J Physiol 1978;235:F492-506.
149) Cohanim M, Yendt ER. Reduction of urinary oxalate during long-term thiazide therapy in
patients with
calcium urolithiasis. Invest Urol 1980;18:170-173.
150) Ehrig U, Harrison JE, Wilson DR. Effect of long term thiazide therapy on intestinal calcium
absorption
in patients with recurrent renal calculi. Metabolism 1974; 23:139-149.
151) Zerwekh JE, Pak CY. Selective effects of thiazide therapy on serum 1 alpha, 25dihydroxyvitamin D
and intestinal calcium absorption in renal and absorptive hypercalciuras. Metabolism 1980;29:1317.
152) Yendt ER. Renal calculi. Canadian Medical Association Journal 1970;102:479-489.
153) Laerum E, Larsen S. Thiazide prophylaxis of urolithiasis. A double-blind study in general
practice. Acta Med Scand. 1984;215(4):383-389.
154) Wilson DR, Strauss AL, Manuel MA. Comparison of medical treatments for the prevention
of recurrent calcium nephrolithiasis. Urol Res 1984;12:39-40.
155) Robertson WG, Peacock M, Selby PL, Williams RE, Clark P, Chisholm GD, Hargreaves
TB, Rose MB,Wilkinson H. A multicentre trial to evaluate three treatments for recurrent
idiopathic calcium stonedisease - a preliminary report. In: Urolithiasis and related clinical
research. Schwille PO, Smith LH,Robertson WG, Vahlensieck W (eds). Plenum Press: New
York 1985, pp. 545-548.
156) Ettinger B, Citron JT, Livermore B, Dolman LI. Chlorthalidone reduces calcium oxalate
calculous recurrences but magnesium hydroxide does not. J Urol 1988;139:679-684.
157) Ohkawa M, Tokunaga S, Nakashima T, Orito M, Hisazumi H. Thiazide treatment for
calcium urolithiasis in patients with idiopathic hypercalciuria. Br J Urol 1992;69:571-576.
158) Borghi L, Meschi T, Guerra A, Novarini A. Randomized prospective study of a nonthiazide
diuretic, indapamide, in preventing calcium stones recurrences. J Cardiovasc Pharmacol 1993;
22(Suppl 6):S78-86.
159) Ahlstrand C, Sandwall K, Tiselius HG. Prophylactic treatment of calcium stone formers
with hydrochlorothiazide and magnesium. In: Renal stones - aspects on their formation, removal
and prevention. Proceedings of the Sixth European Symposium on Urolithiasis 1995. HG Tiselius
(ed). Akademitryck AB, Edsbruk 1996, pp 195-197.
160) Ala-Opas M, Elomaa I, Porkka L, et al. Unprocessed bran and intermittent thiazide therapy
in prevention of recurrent urinary calcium stones. Scand J Urol Nephrol 1987; 21:311.
161) Coe FL, Kavalach AG. Hypercalciuria and hyperuricosuria in patients with calcium
nephrolithiasis. New Eng J Med 1974;291:1344-1350.
162) Birkenhäger JC, Juttman JR, Lockefeer JHM. Do thiazides prevent recurrent idiopathic
renal calcium stones? Lancet 1981;578-589.
163) Ljunghall S, Backman U, Danielson BG, Fellström B, Johannson G, Wikström B. Longterm treatment with bendroflumethiazide for prevention of renal stones: clinical experiences. In:
Urolithiasis clinical and basic research. Plenum Press: New York 1981, pp. 241-244.
164) Ahlstrand C, Tiselius HG, Larsson L, Hellgren E. Clinical experience with long-term
bendroflumethiazide treatment in calcium oxalate stone formers. Br J Urol 1984;56:255-262.
165) Pearle MS, Roehrborn CG, Pak CY. Meta-analysis of randomized trials for medical
prevention of calcium oxalate nephrolithiasis. J Endourol 1999;13:679-685.
166) Tiselius HG, Berg C, Fornander AM, Nilsson MA. Effects of citrate on the different phases
of calcium oxalate crystallisation. Scanning Microsc 1993;7:381.
167) Hofbauer J, Höbarth K, Szabo N, Marberger M. Alkali citrate prophylaxis in idiopathic
recurrent calcium oxalate urolithiasis - a prospective randomized study. Br J Urol 1994;73:362.
168) Ettinger B, Pak CY, Citron JT, Thomas C, Adams-Huet B, Vangessel A. Potassiummagnesium citrate is an effective prophylaxis against recurrent calcium oxalate nephrolithiasis. J
Urol 1997;158:2069.
169) Barcelo B, Wuhl O, Servitge E, Rousaud A, Pak CY. Randomized double-blind study of
potassiumcitrate in idiopathic hypocitraturic calcium nephrolithiasis. J Urol 1993;150:1761-1764.
170) Tuncel A, Biri H, Küpeli B, Tan Ö, Sen I. Efficiency of long-term potassium citrate
treatment in patients with idiopathic calcium oxalate stone disease. In: Urolithiasis (Proceedings
of the 2nd Eurolithiasis Society Meeting). Sarica K, Kyagci F, Erbagci A and Inal Y (eds). ReTa
offset publishing, Gaziantep,Turkey, 2003, p 273.
171) Lee YH, Huang WC, Tsai JY, Huang JK. The efficacy of potassium citrate based medical
prophylaxis for preventing upper urinary tract calculi: a midterm follow-up study. J Urol
1999;161:1453-1457.
172) Pak CY, Fuller C. Idiopathic hypocitraturic calcium-oxalate nephrolithiasis successfully
treated with potassium citrate. Ann Int Med 1986;104:33-37.
173) Pak CY, Peterson R. Successful treatment of hyperuricosuric calcium oxalate nephrolithiasis
with potassium citrate. Arch Intern Med 1986;146:863-867.
174) Preminger GM, Harvey JA, Pak CY. Comparative efficacy of “specific” potassium citrate
therapy versus conservative management in nephrolithiasis of mild to moderate severity. J Urol
1985; 134:658-661.
175) Whalley NA, Meyers AM, Martins M, Margolius LP. Long-term effects of potassium citrate
therapy on the formation of new stones in groups of recurrent stone formers with hypocitraturia.
Br J Urol 1996;78:10-14.
176) Soygur T, Akbay A, Kupeli S. Effect of potassium citrate therapy on stone recurrence and
residual fragments after shockwave lithotripsy in lower caliceal calcium oxalate urolithiasis: a
randomized controlled trial. J Endourol 2002;16:149-152.
177) Berg C, Larsson L, Tiselius HG. The effects of a single evening dose of alkaline citrate on
urine composition and calcium stone formation. J Urol 1992;148:979-985.
178) Jendle-Bengten C, Tiselius HG. Long-term follow-up of stone formers treated with a low
dose of sodium potassium citrate. Scand J Urol Nephrol 2000;34:36-41.
179) Sakhaee K, Nicar M, Hill K, Pak CY. Contrasting effects of potassium citrate and sodium
citrate therapies on urinary chemistries and crystallization of stone-forming salts. Kidney Int
1983; 24:348-352.
180) Tiselius HG. Stone incidence and prevention. Braz J Urol 2000;26:452-462.
181) Fine JK, Pak CY, Preminger GM. Effect of medical management and residual fragments on
recurrent stone formation following shock wave lithotripsy. J Urol 1995;153:27-33.
182) Cicerello E, Merlo F, Gambaro G, Maccatrozzo L, Fandella A, Baggio B, Anselmo G.
Effect of alkaline citrate therapy on clearance of residual renal stone fragments after
extracorporeal shock wave lithotripsy in sterile calcium and infection nephrolithiasis patients. J
Urol 1994;151:5-9.
183) Ettinger B. Recurrent nephrolithiasis: natural history and effect of phosphate therapy. A
double-blind controlled study. Am J Med 1976;61:200-206.
184) Palmqvist E, Tiselius HG. Phosphate treatment of patients with renal calcium stone disease.
Urol Int 1988;43:24-28.
185) Tiselius HG, Sandvall K. How are urine composition and stone disease affected by
therapeutic measures at an outpatient stone clinic? Eur Urol 1990;17:206-212.
186) Smith LH, Werness PG, VanDenBerg CJ, Wilson DM. Orthophosphate treatment in
calcium urolithiasis. Scand J Urol Nephrol 1980; suppl 53:253-263.
187) Churchill DN. Medical treatment to prevent recurrent calcium urolithiasis. A guide to
critical appraisal. Miner Electrolyte Metab 1987;13:294-304.
188) Breslau NA, Heller HJ, Reza-Albarran AA, Pak CY. Physiological effects of a slow release
potassium phosphate for absorptive hypercalciuria: a randomized double-blind trial. J Urol 1998;
160:664-668.
189) Schwartz BF, Bruce J, Leslie S, Stoller ML. Rethinking the role of urinary magnesium in
calcium urolithiasis. J Endourol 2001;15:233-235.
190) Ettinger B, Citron JT, Livermore B, Dolman LI. Chlorthalidone reduces calcium oxalate
calculous recurrence but magnesium hydroxide does not. J Urol 1988;139:679-684.
191) Johansson G, Backman U, Danielson BG, Fellström B, Ljunghall S, Wikström B. Effects of
magnesium hydroxide in renal stone disease. J Am Coll Nutr 1982;1:179-185.
192) Prien EL Sr, Gershoff SF. Magnesium oxide - pyridoxine therapy for recurrent calcium
oxalate calculi. J Urol 1974;112:509-512.
193) Favus MJ, Coe FL. The effects of allopurinol treatment on stone formation in
hyperuricosuric calcium oxalate stone-formers. Scand J Urol Nephrol 1980;53:265-271.
194) Miano L, Petta S, Galatioto GP, Gullucci M. A placebo controlled double-blind study of
allopurinol in severe recurrent idiopathic renal lithiasis. In: Urolithiasis and related clinical
research. New York, Plenum Press 1985, pp. 521-524.
195) Tiselius HG, Larsson L, Hellgren E. Clinical results of allopurinol treatment in prevention
of calcium oxalate stone formation. J Urol 1986;136(1):50-53.
196) Fellström B, Backman U, Danielson BG, Holmgren K, Johannson G, Lindsjo M, Ljunghall
S, Wikström B. Allopurinol treatment of renal calcium stone disease. Br J Urol 1985;57:375-379.
197) Coe FL, Raisen L. Allopurinol treatment of uric-acid disorders in calcium-stone formers.
Lancet 1973;1:129-131.
198) Coe FL. Uric acid and calcium oxalate nephrolithiasis. Kidney Int 1983;24:392-403.
199) Hallson PC, Rose GA. A new urinary test for ‘stone activity’. Br J Urol 1978;50:442-448.
200) Hautmann R, Hering FJ, Lutzeyer W. Calcium oxalate stone disease: effects and side effects
ofcellulose phosphate and succinate in long-term treatment of absorptive hypercalciuria and
hyperoxaluria. J Urol 1978;120:712-715.
201) Pak CY. Clinical pharmacology of sodium cellulose phosphate. J Clin Pharmacol
1979;19:451-457.
202) Backman U, Danielson BG, Johansson G, Ljunghall S, Wikström B. Treatment of recurrent
calcium stone formation with cellulose phosphate. J Urol 1980;123:9-13.
203) Milliner DS, Eickholt JT, Bergstralh EJ, Wilson DM, Smith LH. Results of long-term
treatment with orthophosphate and pyridoxine in patients with primary hyperoxaluria. N Eng J
Med 1994;331:1553-1558.
204) Mitwalli A, Ayiomamitis A, Grass L, Oreopoulos DG. Control of hyperoxaluria with large
doses of pyridoxine in patients with kidney stones. Int Urol Nephrol 1988;20:353-359.
205) Ahlstrand C, Sandvall K, Tiselius HG. Prophylactic treatment of calcium stone formers with
hydrochlorothiazide and magnesium. In: Renal stones - aspects on their formation, removal and
prevention. Proceedings of the Sixth European Symposium on Urolithiasis. Tiselius HG (ed).
University Hospital: Linköping, 1995, pp. 195-197.
206) Frost HM: The mechanostat: A proposed pathogenic mechanism of oeteoporoses and
the bone mass effects of mechanical and nonmechanical agents. Bone Min 1987; 2:73–85.
207) Christian CA: General principles of fracture treatment. In: Canale ST (ed) Campbell’s
Operative Orthopaedics. 9 th ed. St Louis: Mosby, 1998: 1993–2041
208) Price P, Pathermore J, Deftos J: New biochemical marker for bone metabolism. J Clin
Invest 1980; 66: 878
209) Parfitt, A.M,1984,”The coupling of bone formation to bone resorption: A critical
analysis of the concept andof ıts relevance to the pathogenesis of osteoporosis”Metabol. Bone
Dis Relat ResVol 4,pp1–6.
210) Parfitt AM. Bone remodeling: Relationship to the amount and structure of bone,
and pathogenesis and prevention of fractures, ın osteoporosis, Raven Pres. 1988
211 Boskey A.L,1990 ”Bone and Matrix”The orthopedic clinics of North america
vol 21,no 1,pp19–29.
212) Eryavuz M:Osteoporoz epidemiyolojisi; Yeşim Gökçe Kutsal (Ed) Osteoporoz 1998
İstanbu, 8-32.
213) Eastell R.Treatment of postmenopausal osteoporosis.N Engl J Med 1998 12;338(11):736.
214) Webber CE.The effect of fat on bone mineral measurements in normal subjects with
recomded values of bone ,muscle and fat attenuation coefficients.Clin Phys Physiol Meas
1987 May;8(2):143-58.
215) Tothill P,Pye DW.Errors due ton on –uniform distribution fat in dual X-ray
absorptiometry of the lumbar spine.Br J Radiol 1992 Sep;65(777):807-13.
216) Öncel S:Osteoporozda klinik bulgular ;Yeşim Gökçe Kutsal (Ed) Osteoporoz 1998
İstanbul ,73-80
217) Delmas P:The use of biochemical markers of bone turnover for monitoring treatment of
osteoporosis,Eastell R ,Baumann M,Hoyle N,Wieczorek L(Ed) ,Bone Markers 2001 ,Martin
Dunitz Ltd.London ,149-158.
218) Ebeling :Potential candidates for bone turnovert markers –N-telopeptide crosslinks of type
1 kollagen (NTX),Eastell R,Baumann M,Hoyle N,Wieczorek L(Ed),Bone markers
2001,Martin Dunitz Ltd.London,27-48
219) Sepici V:Osteoporoz tanı ve takibinde laboratuar yöntemleri;Yeşim Gökçe
Kutsal(Ed)Osteoporoz 1998 İstanbul,104-118
220) Garnero P,Delmas P:Biochemical markers of bone turnover in osteoporosis ;Marcus
R,Feldman D,Kelsey J(Eds) Osteoporosis 2.Ed .Academic Pres:San Diego ,California
2001;Vol 2.459-478
221) Russell G:Introduction :bone metabolism and its regulation ;Eastell R,Baumann M,Hoyle
N,Wieckzorek L(Ed),Bone Markers 2001,Martin Dunitz Ltd.London ,1-26
222) Diagnois,prophylaxis and treatment of osteoporosis.Consensus Development Conference.
Br Med J 1993;94:646-650.
223) Black DM,Arden NK,Pelermo L,et al .Prevalent vertebral deformities predict hip fractures
and new vertebral deformities but not wrist .Study of Osteoporotic Fractures Research Group
.J Bone Min Res 1000;14:821-828
224) Tüzün Ş,Osteoporozda tanı yöntemleri .İ.Ü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp
Etkinlikleri Osteoporoz Sempozyumu. İstanbul 1999;41-50.
225) Assessment of fracture risk and its application to screening for postmenopausal
osteoporosis. Report of a WHO Study Group .World Health Organ Tech Rep Ser 1994;843:1129
226) Sarıdoğan ME,Metabolik kemik hastalıkları .In:Oğuz H,Dursun E,Dursun N(ed),Tıbbi
Rehabilitasyon İstanbul ,Nobel ,2004; pp:1199-1220
227) Kutsal YG.Osteoporoz .In :Beyazova M,Kutsal YG (ed).Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon
.2.cilt Ankara ,Güneş Kitabevi ,2000;pp:1872-1893.
228) Hogson SE,Watts NB,Bilezikan JP,et al.Aerican Association of clinical Endokrinologists
2001 Medical Guidelines for Clinical Practice fort he Prevention and Management of
Postmenopausal Osteoporosis .Endocr Pract 2001,7:293-312.
229) Lindsay R,1988.Prevention and treatment of osteoporosis with ovarian hormones ,Ann
Chir Gynaecol 7:219-23
230) Lufkin EG,Wahner HW, O’Fallon WM et al.Treatment of postmenopausal osteoporosis
with transdermal estrogen .Ann Intern Med 1992;117:1-9.
231) Nelson HD, Rizzo J, Haris E et al.Osteoporosis and fractures in postmenopausal women
using estrogen. Arch İntern Med 2002;162:2278-2284
232) Hubbard RB,Smith CJ,Smeeth L,Harrison TW,Tattersfield AE,Inhaled coricosteroids and
hip fracture :a population –based case –control study .Am J Respir Crit Care Med
2002;166:1563-1566
233) Blake GM,Fogelman I.Bone densitometry ,steroids and osteoporosis .Curr Opin Nephrol
Hypertens 2002;11:641-647
234) Crandal C.Parathyroid hormıne for treatment of osteoporosis .Arc Intern Med
2002;162:2297-2309.
235) Lindstedt G,Nystrom E.Increased risk of bone fragility –related fractures in TSHsuppressive thyroxine treatment. Lakartidningen 2002;99:2844-2845
236) Durieux S,Mercadal L,Orcel P et al.Bone mineral density and fracture prevalance in longterm kidney graft recipients.Transplantation 2002;74:496-500.
237) Jon Placide ,MD,and Mark G Martens ,MD.Current Women’s Healthy Reports
2003;3:207238) Cummings SR,Black DM,Nevitt MC,et al.Bone density at various sites for prediction of
hip fractures .The Study of Osteoporotic Fractures Research Group.Lancet 1993 Jan
9;341(8837):72-5.
239) Brownfor JP,.The Scientific Advisory Council the Osteoporosis Society of Canada and
R.G.Josse .Clinical practice guidelines for the diagnosis and management of osteoporosis in
Canada .CMAJ 2002(suppl 10);167:1-34.
240) Blake GM,Fogelman I.Applications of bone densitymetry for osteoporosis .Endocrinol
Metab Clin N Am 1998;27:267-288.
241) Moyad MA .Osteoporosis :a rapid review of risk factors and screening methods.Urol
Oncol 2003 Sep-Oct;21(5):375-9
242) Skeletal system .Thrall JH,Ziessman HA(ed).The Requisites 2.ed.United States
,Mosby,2001,pp:110-144.
243) Finkelstein JS,Cleary RL,Butler JP ,et al :A comparison of lateral versus anterior posterior
spine dual enegy X-ray absorptiometry fort he diagnosis of osteopenia .J Clin Endocrinol
Metab 1994;78:724-730.
244) Licata A.Osteoporosis in men :Suspect secondary disease first.Cleveland Clin J Med
2003;70:247-254.
245) Myers BS, Arbogast KB, Lobaugh B,et al. Improved assessment of lumber vertebral body
strenght using supine lateral dual –energy X-rayabsorptiometry. J Bone Miner Res
1994;9:687-693.
246) Wade JP. Osteoporosis. CMAJ 2001 Jul 10;165(1):45-50.
247) Richmond B.DXA scanning to diagnose osteoporosis:do you know what the results
mean? Cleve Clin J Med 2003 Apr;70(4):353-60.
248) Blake GM,Fogelman I.Technical principles of dual energy X-ray absorbtiometry.Semin
Nucl Med 1997;27:210-228.
249) Blake GM,Fogelman I:Bone densitymetry and Diagnosis of Osteoporosis In:Sandler
PS,Coleman RE,Wacker FJ,Patton JA,Gottschalk A(ed)Diagnostic Nuclear Medicine
4.ed.Philedelphia ,Lippincot Williams Wilkins,2003;pp.697-713.
250) Miller PD,Bonnick SL,Rosen CJ.,Altman ,RD et al.Clinical utility of bone mass
measurements in adults :consensus of an internal panel .The Society for Clinical Densitometry
.Semin .Arthritis Rheum 1996;25(6),361-372.
251) Genanat HK, Engelke K, Fuerst T, et al.Noninvasive assessment of bone mineral and
structure:state of the art.J Bone Miner Res 1996 Jun ;7(1):97-101.
252) Jergas M,Breitenseher M,Gluer CC,et al.Which vertebrae should be assessedusing lateral
dual energy X-ray absorptiometry of the lumbar spine. Osteoporos Int 1995 May; 5:196-204.
253) Rupich RC,Griffin MG,Pacifici R,et al.Laterl dual –energy radiography:artifact error from
rib and pelvic bone .J bone Miner Res 1992 Jan ;7(1):97-101.
254) Faulkner KG,Cummings SR,Blacl D,et al.Simple measuremant of femoral geometry
predicts hip fracture .The Study of Osteoporotic Fracture.J Bone Miner Res 1993;8:12111217.
255) Boonen S,Koutri R, Queker J,et al. Measurement of femoral geometry in Type 1 and Type 2
osteoporosis: differences in hip axis lenght consistent with heterogeneity in the pathogenesis
of osteoporotic fractures. J Bone Miner Res 1995;10:1908-1912.
256) Leidig-Bruckner G, Ziegler R. Diabetes mellitus a risk for osteoporosis? Exp Clin
Endocrinol Diabetes.2001;109 Suppl 2: 493-514.
257) Alonso CG,Curiel MD,Carranza FH, et al.Femoral bone mineral density ,neck-shaft angle
and mean femoral neck width as predictors of hip fracture in men and women .Multicenter
Project for Research İn Osteoporosis.Osteoporos Int 200;11:714-720.
258) Gnudi S,Ripamonti C,Gualtieri G,et al.Geometry of the proximal femur in the prediction
of hip fracture in osteoporotic women .Br j Radiol 1999;72:729-733.
259) Gnudi S,Ripamonti C,Lisi L,et al .Proximal Femur Geometry To Detect and Distinguish
Femoral Neck.
260) Herd RJ, Blake GM, Parker JC, et al.Total body studies in normal British women using
dual energy X-ray absorbtiometry. Br Radiol 1993; 66(784):303-8.
261) Pietrobelli A,Formica C,Wang Z,Heymsfiald SB.Dual energy X-ray absorptiometry body
composition model :review of physical concepts.Am J Physiol 1996 Dec;271(6 Pt 1):E94151.
262) Levis S,Altman R.Bone densitymetry .Arthritis Rheumatol 1998;41:577-587.
263) Licata A.Osteoporosis in men :Suspect secondary disease first.Cleveland Clin J Med
2003;70:247-254.
264) Hui SL,Slemenda CW,Jonston CC.Age and bone masses as predictors of tracture in
aprospective study.J Clin Invest 1998;81:1804-1809.
265) Cummings SR,Black DM,Nevitt MC et al.Appendicular bone density and age predict hip
fracture in women .JAMA 1990;263:655-668.
266) Ross PD,Davis JW,Epstein RS,Wasnich RD.Pre-existing fractures and bone mass predict
vertebral fractures incidence in women .Ann ıtern Med 1991;114:919-923.
267) Lee RL,Dacre JW,Hart DJ,et al.Femoral neck trabecular patterns predict osteopotic
fractures.Med Phys.2002 Jul;29(7):1391-1396.
268) Marshall D,Johnell O,Wedel H.Meta –analysis of how well measures of bone mineral
density predict occurence of osteoporotic fractures.BMJ 1996 May 18;312(7041):1254-9.
269) Kanis JA. Causes of osteoporosis. In: Kanis JA, editor. Osteoporosis. Oxford, UK:
Blackwell Science;1994. pp. 81–113.
270) Favus MJ, Goldring SR, Christakos S, editors. Primer on the metabolic bone diseases and
disorders of mineral metabolism. An official publication of the American Society for Bone and
Mineral Research. Philadelphia, PA, USA: Lipincott-Raven;1996. pp. 248–341.
271) Aerssens J, Declerc K, Maeyaert B, Boonen S, Dequeker J. The effect of modifying dietary
calcium intake pattern on the circadian rhythm of bone resorption. Calcif Tissue Int 1999;65:34–
40.
272) Audi L, García-Ramírez M, Carracosa A. Genetic determinants of bone mass. Horm Res
1999;51:105–123.
273) Curhan G, Willett W, Rimm EB: A prospective study of dietary calcium and other nutrients
and the risk of symptomatic kidney stones. N Engl J Med 1993; 328:833-837.
274) Pak CYC, Britton F, Peterson R, Ward D, Northcut C, Breslau NE, McGuire J, Sakhaee K,
Bush S, Nicar M, Norman DA, Peters P. Ambulatory evaluation of nephrolithiasis. Classification,
clinical presentation and diagnostic criteria. Am J Med 1980;69:19–30.
275) Pak CYC. Pathogenesis of idiopathic hypercalciuria. In: Coe FL, editor. Hypercalciuric
states. Pathogenesis, consequences and treatment. Orlando, FL, USA: Grune & Straton;1984. pp.
205–220.
276) Bordier P, Ryckewart A, Gueris J, et al. On the pathogenesis of so-called idiopathic
hypercalciuria. Am J Med 1977; 63:398.
277) Malluche HH, Tschoepe W, Ritz E, et al. Abnormal bone histology in idiopathic
hypercalciuria. J Clin Endocrinol Metab 1980; 50:654.
278) Freundlich M, Alonzo E, Bellorin-Font E, et al. Reduced bone mass in children with
idiopathic hypercalciuria and in their asymptomatic mothers. Nephrol Dial Transplan 2002;
17:1396.
279) Johnston CC, Melton LJ, Lindsay R, et al: Clinical indications for bone mass
measurements. J Bone Miner Res 1989; 4:1-28.
280) Jaeger P, Lippuner K, Casez JP, Hess B, Ackermann D, Hug C. Low bone mass in
idiopathic renal stone formers: magnitude and significance. J Bone Min Res 1994;9:1525 -1531.
281) Fuss M, Pepersack T, Van Geel J, et al: Involvement of low-calcium diet in the reduced
bone mineral content of idiopathic renal stone formers. Calcific Tissue Int 1990; 46:9-13.
282) Hess B, Casez JP, Takkinen R, et al: Relative hypoparathyroidism and calcitriol upregulation in hypercalciuric calcium renal stone formers: Impact of nutrition. Am J Nephrol
1993; 13:18-26.
283) Koçak İ, Yürekli Y, Dündar M, Özeren B. İdiopatik tekrarlayan üriner sistem taşlı
erkeklerde kemik mineral yoğunluğu. Ege Tıp Dergisi 2003;42(3):179-182.
284) Pietchmann F, Breslau NA; Pak CYC. Reduced vertebral bone density in hypercalciuric
nephrolithiasis. J Bone Miner Res 1992; 7:1383.
285) Lawoyin S, Sismilich S, Browne R, et al. Bone mineral content in patients with calcium
urolithiasis. Metabolism 1979; 28:1250.
286) Lennon EJ, Lemann JJ, Litzow JR: The effects of diet and stool composition on the net
external acid balance of normal subjects. J Clin Invest 1966; 45:1601-1607.
287) Bushinsky DA, Sessler NE, Krieger NS. Greater unidirectional calcium efflux from bone
from metabolic metabolic compared with respiratory acidosis. Am J Physiol 1992; 262: 425.
288) Lemann J Jr, Gray RW, Pleuss JA. Potassium bicarbonate, but not sodiumbicarbonate,
reduces urinary calcium excretion and improves calcium balance in healthy men. Kidney Int
1989; 35:688.
289) Sakhaee K, Nicar M, Hill K, et al. Contrasting effects of potassium citrate and sodium
citrate therapies on urinary chemistries and crystallization of stone-forming salt. Kidnet Int 1983;
24:348.
290) Barcelo P, Wuhl O, Servitge E, et al. Randomized double-blind study of potassium citrate in
idiopathic hypocitraturic calcium nephrolithiasis. J Urol 1993; 150:1761.
291) Sebastian A, Harris ST, Ottoway JH, et al. Improved mineral balance and skelatal
metabolism in postmenopausal women treated with potassium bicarbonate. N Engl J Med 1994;
330:1776.
292) Jehle S, Zanetti A, Muser J and et al. Partial neutralization of the acidogenic western diet
with potassium citrate increases bone mass in postmenopausal women with osteopenia. J Am Soc
Nephrol 2006;17(11):3213-3222.
293) Domrongkitchaiporn S, Pongskul C, Sirikulchayanonta V and et al. Bone histology and
bone minerak density after correction of acidosis in distal renal tubular acidosis. Kidney Int
2002;62(6):2160-2166.
294) Vescini F, Buffa A, Ciavatti A and et al. Long-term potassium citrate therapy and bone
mineral density in idiopathic calcium stone formers. J Endocrinol Invest 2005;28(3):218-222.
Download