etkili iletişim teknikleri

advertisement
T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2775
AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1733
ETKİLİ İLETİŞİM TEKNİKLERİ
Yazarlar
Prof.Dr. Erhan EROĞLU (Ünite 1, 2, 5)
Doç.Dr. Murat ATAİZİ (Ünite 3)
Doç.Dr. N. Aysun YÜKSEL (Ünite 4)
Prof.Dr. A. Halûk YÜKSEL (Ünite 6, 7, 8)
Editörler
Prof.Dr. Erhan EROĞLU
Prof.Dr. A. Halûk YÜKSEL
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
i
Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Anadolu Üniversitesine aittir.
“Uzaktan Öğretim” tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır.
İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt
veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz.
Copyright © 2013 by Anadolu University
All rights reserved
No part of this book may be reproduced or stored in a retrieval system, or transmitted
in any form or by any means mechanical, electronic, photocopy, magnetic tape or otherwise, without
permission in writing from the University.
UZAKTAN ÖĞRETİM TASARIM BİRİMİ
Genel Koordinatör
Prof.Dr. Müjgan Bozkaya
Genel Koordinatör Yardımcısı
Doç.Dr. Hasan Çalışkan
Öğretim Tasarımcıları
Yrd.Doç.Dr. Seçil Banar
Öğr.Gör.Dr. Mediha Tezcan
Grafik Tasarım Yönetmenleri
Prof. Tevfik Fikret Uçar
Yrd.Doç. Nilgün Salur
Öğr.Gör. Cemalettin Yıldız
Kitap Koordinasyon Birimi
Uzm. Nermin Özgür
Kapak Düzeni
Prof. Tevfik Fikret Uçar
Öğr.Gör. Cemalettin Yıldız
Grafikerler
Gülşah Karabulut
Özlem Çayırlı
Dizgi
Açıköğretim Fakültesi Dizgi Ekibi
Etkili İletişim Teknikleri
ISBN
978-975-06-1451-4
3. Baskı
Bu kitap ANADOLU ÜNİVERSİTESİ Web-Ofset Tesislerinde 100.000 adet basılmıştır.
ESKİŞEHİR, Eylül 2015
ii
İçindekiler
Önsöz
.... iv
1. Etkili İletişim ve Doğru Anlamak
.
2
2. Etkili İletişim ve Doğru Anlatma.....................................................................................
20
3. Sanal İletişim....................................................................................................................
38
4. Etkili İletişim ve Toplumsal Cinsiyet..............................................................................
60
5. İletişimde Kalite................................................................................................................
82
6. Etkili İletişimde Konuşma ve Dinleme...........................................................................
106
7. Etkileme, Etkili İletişim ve İkna Edici Konuşma...........................................................
142
8. Sözsüz İletişim: Etkili İletişimin Temeli.........................................................................
174
iii
Önsöz
İletişim insan hayatının ve insanın var olmasının en temel aracıdır. Hayatın her alanında ve anında değişik
tür ve biçimlerde iletişimi kullanırız. Bunun yanı sıra iletişim insan topluluklarını bir tolum haline getiren
ve bir arada tutan bir çimentodur. Bu sebeple iletişimi kullanan ve bu alanda çalışanlar iletişim biliminin
ne denli önemli ve ne denli kapsamlı olduğunu bilince çıkarmaları ve bağlı olarak araştırmalarını bu
bağlamda şekillendirmelidir.
Elbette her insan bir şekilde iletişim kurar ve kurmalıdır. Ancak iletişimi etkili kılmak ve etkililiğini
arttırmak ancak belli bir takım tekniklerin bilinmesi ve kullanılması ile mümkün olabilir. Elinizdeki bu
kitap bu yolun temel bir aracıdır. Anlama, anlatma, sanal iletişim teknikleri, iletişimin farklı toplumsal
cinsiyet kalıplarına göre nasıl farklılaştığını bilmek, konuşma ve dinleme konusundaki ayrıntıları anlama
ve kullanma, etkileme ve etkilemede ikna edici konuşmanın kullanılması, sözel iletişimi(konuşmadinleme ve yazma-okuma) destekleyen, tamamlayan, geliştiren ve bazen sözel iletişim yerine kullanılan
sözsüz iletişim ve nihayet iletişimde kalite sorunu ve iletişim kalitesini arttırabilmek bu kitapta ele
alınmış ve ayrıntılandırılmıştır. Bu konular iletişimi etkili kılma tekniklerinin temelleridir.
Kuşkusuz bu ders kitabı bütün iletişim sorunlarının üstesinden gelmeyi sağlamayacaktır. Ancak, bu
kitaptan hareketle, özellikle de ünite sonlarında verilen kaynakçadan yararlanarak konuyla ilgili çok daha
derinlemesine ve detaylı bilgi sahibi olabilir ve iletişim tekniklerinizi geliştirebilir ve iletişim kazalarını
engelleyebilirsiniz.
Sağlık, başarı ve mutluluk dolu bir hayat için etkili iletişim kurmanın temel olduğu gerçeğini bilen sizlere
en iyi dileklerimizle……
Editörler
Prof.Dr. Erhan EROĞLU
Prof.Dr. A. Haluk YÜKSEL
iv
1
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
İletişim kavramını açıklayabilecek,
İletişimde algının rolünü tanımlayabilecek,
Anlaşmanın ilk adımı olan anlamayı ve anlamak için gereken etkin dinleme unsurlarını
sıralayabilecek,
Empatinin ne olduğu; neden ve nasıl gösterilmesi gerektiğini ifade edebilecek,
Empatik iletişimin sonuçlarını tartışabilecek,
Başkalarına, kendine ve karşıdakine odaklı iletişimi değerlendirebilecek
bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.
Anahtar Kavramlar
Anlamak
Sempati
Dinlemek
Empati
Algı
İçindekiler
Giriş
İletişim Nedir?
İletişimde Algının Rolü
Etkin Dinleme
Empati
2
Etkili İletişim ve Doğru
Anlamak
GİRİŞ
İletişim, insanın ana rahmine ilk düştüğü andan itibaren sahip olduğu en temel beceri olarak
değerlendirilmektedir. Bu açıdan bakıldığında ise iletişim, insanın varlık sürdürme biçiminin bir
ürünüdür. Ayrıca varlık sürdürme biçiminde meydana gelen her türlü gelişmeden ve değişikliklerden
kolayca etkilenen bir olgudur. Diğer bir deyişle, iletişim insana özgü bir olgudur (Oskay, 1999). Sosyal
bir varlık olması sebebiyle, insan, iletişim kurarak diğer insanlarla bir uyum ve işbirliği içinde
yaşayabilir.
Bireysel bir varlık olan insan için, iletişim becerisiyle ilgili olarak yapılan bu değerlendirmenin bir
benzerini de tüzel birer kişilik olan kurumlar için de yapmak mümkündür. İletişim, aynen insan gibi, tüzel
bir kişilik olan kurumların da varlıklarını sürdürme biçimlerinin bir ürünüdür. Ayrıca iletişim kurumların
varlıklarını sürdürme biçimlerinde meydana gelen değişikliklerden ve gelişmelerden de kolayca etkilenen
bir olgudur. Söylenmek istenen şudur ki, son zamanlarda iletişim sadece insanlar için değil; kurumlar için
de hayati önem taşıyan bir olgu haline gelmiştir. Özellikle son zamanlarda kurumların iş yapma
alışkanlıklarındaki farklılaşmalar, tüzel birer kişilik olan kurumlar için iletişim becerilerini ve kurumsal
iletişim yönetimi çabalarını yadsınamaz derecede önemli hale getirmiştir.
İletişim en temel becerimizdir ama aynı zamanda başımızı da ağrıtan ve bizi en üzen beceri yine
iletişim becerimizdir. Herkes kendisini en iyi iletişimci olarak görür ve karşısındakinin de kendisi gibi
olmasını bekler. Diğer bir deyişle, herkes kendi mizacını erdem kabul eder ve kendine benzemeyen
insanları “hatalı” bulur; sürekli yanlış yaptıklarını kendisini anlamadıklarını ve kendilerini
anlatamadıklarını düşünür. İnsanın bu doğası dikkate alındığında, ev ve işyerlerindeki ilişkilerde
anlaşmanın bir mucize olduğunu düşünmek çok kolaydır. İletişim iki adımlı bir süreçtir; ilk adımı
karşımızdaki kişiyi anlamak için atarsak, bu gerçekleşmesi zor olarak düşünülen mucize başka deyişle
anlaşmak gerçekleşebilir. İletişim, anlayarak başlar.
İLETİŞİM NEDİR?
İletişim hem özel yaşamdaki bir insanın, hem kurumlarda çalışan yöneticinin/personelin hem de
kurumların ta kendisinin varlıklarını sürdürme biçimlerinin bir ürünüdür. Ayrıca bu ürün (iletişim
becerisi, iletişim yaklaşımları) hem günlük yaşamda hem de iş yaşamında meydana gelen her türlü
gelişmeden ve değişimden kolayca etkilenen bir olgudur. İletişim hem bireysel bir kişilik olan insanlara,
hem de tüzel bir kişilik olan kurumlara özgü bir olgudur. Diğer bir deyişle, iletişim, hem insanların hem
de kurumların günlerini mutlu ve huzurlu geçirebilmeleri için gerekli olan bir beceridir.
İletişim en temel becerimiz olmasına rağmen, aynı zamanda neden
hakkında en çok şikayet ettiğimiz becerimizdir?
Ama bu noktada ortada bir çelişki var gibi düşünülebilir. En temel becerimiz iletişim becerimizdir
ama, hakkında en fazla şikayet ettiğimiz becerimiz de iletişim becerimiz değil mi? Bir bakın çevrenize,
evlerinize, işyerlerinize. Birçok insan benzer cümlelerle şikayet içindeler. Evde ya da işyerlerindeki
ilişkilerimizde bir iletişimsizlik yaşandığında da genellikle “insan ilişkilerinin çok zor olduğundan” ya da
“anlaşmamızın çok zor olduğundan” şikayet ediyoruz. Eşimizle, çocuğumuzla, ana babamızla ya da bir
3
arkadaşımızla iletişimsizliğe sebep olan bir sorun yaşandığında da, genellikle o sorunun karşımızdaki
kişiden kaynaklandığını, iletişimsiz olanın o olduğunu, beceriksiz olanın o olduğunu, bizi anlamayanın o
olduğunu düşünürken; kendimizi de sütten çıkmış ak kaşık gibi görerek en iyi iletişimci olarak
nitelendiriyoruz. İşte bu tür bir düşüncenin var olduğu anda da hayatımızın hatasını yapmaya başlamış
oluyoruz. Öncelikle şunu bilmemiz gerekiyor: Ortada iletişimsizliğe sebep olan bir sorun varsa bu
sorunun yaşanmasında iki tarafın da katkısı vardır. İki tarafın da etkisi vardır. Eğer evlerde ve özel
yaşamımızdaki ilişkilerimizde MUTLU olmak istiyorsak aşağıdaki şu sloganı hiçbir zaman
unutmamamız gerekir:
İyi Bir İletişimin Temeli: SİZSİNİZ!
Wilbur Schramm “İnsan topluluğu ve davranışları ile ilgili her dalın iletişimle ilgilenmesi zorunludur”
biçiminde etkili bir saptama yaparak iletişim becerisinin sadece insanlar için önemli olmadığını; en az
insanlar kadar diğer bilim dalları ve insanın çabalarından yararlanarak amaçlarına ulaşmayı hedefleyen
işletmeler için de önemli olduğunu ifade etmeye çalışmıştır. Kurumlardaki iletişim ve yönetiminden
bahsetmeden önce iletişim kavramı üzerinde kısaca durmakta yarar vardır.
İnsanoğlu doğduğu ilk günden son gününe kadar bir yaşam mücadelesi sürdürmektedir. Bu yaşam
mücadelesi gün geçtikçe de zorlaşmaktadır. Söz konusu olan bu mücadelede başarılı olabilmek en temel
becerimiz olan iletişim becerilerimizin sürekli geliştirilmesini gerekli kılmaktadır. Çünkü yaşamak başlı
başına iletişim ağını, iletişim etkinliklerini içeren bir olaydır. Varolduğumuz anda çevreyle sürekli
iletişim, etkileşim içine gireriz. Bilmeden çevremizi etkilemeye, değiştirmeye, yine bilinçsizce
etkilenmeye, çevremize uyarlamaya başlarız. Bu iki yönlü alışveriş ömürboyu süregider. Kişiliğimizi
iletişim alışkanlıklarımızla, iletişim çabalarımızla ortaya koyarız. Bildiklerimiz, duyduklarımız,
yapabileceklerimiz iletişim tavrımızla belirlenir. Kişiler arası ilişkilerin aracı da iletişimdir: anlamak,
öğrenmek, anlatmak, başkalarına ulaşmak için iletişimi kullanırız (Usluata, 1995: 5).
İletişim sahnede Anouilh’in “Antigone’u, sinema perdesinde “Yurttaş Kane”dir. İletişim bazen
duymak, bazen görmek, bazen de dokunmaktır. İnsan etkinliklerinin ve ilişkilerinin tümü iletişimle
ilgilidir. Tüm etkinliklerimizle böylesine iç içe bir olguyu ayırt etmek, tanımlamak, işleyiş düzenini
kavramak ve incelemek oldukça zor (Zıllıoğlu, 1992: 2). Şunu da belirtmeden geçmek istemiyorum:
Bugün bir iletişim kitabını incelediğiniz zaman ya da herhangi bir iletişim fakültesi öğrencisi ile
görüştüğünüz zaman “iletişim konuşmaktır” tanımını çok basit bir iletişim tanımı olarak gördüklerini
ifade ederler. Aslında bu tanım, o kadar da basit bir iletişim tanımı değildir. Mesela, bir erkeğin
karşısındaki bir kadınla konuştuğunu düşünelim. Ayrıca konusu ne olursa olsun, konuşmanın başında,
ortasında ya da sonunda kadına “….. ama sen bir kadınsın!” dediğini varsayalım. Adam ne yaptı? Basitçe
konuştu değil mi? İşte bu basit konuşma, aynı zamanda, geçmişten bugüne kadar insanlık tarihinde kadın
ile erkek arasında yaşanan eşitsizliği gözler önüne seren toplumun öncü kültürünün de ne olduğunun bir
göstergesi değil midir? Adam karşısındaki kadınla konuşmakla kalmadı; bu önyargılı konuşma biçimiyle
aslında karşısındaki kadına, yani bir başka insana bakış açısını ortaya koydu. Diğer bir deyişle, adam bu
basit konuşmasıyla aslında kişiliğini gözler önüne serdi. Ama unutulmamalıdır ki, iletişim sadece
konuşmak değildir.
1994 yılında Zıllıoğlu tarafından yazılmış “İletişim Nedir?” kitabında 4560 tane iletişim tanımının
varlığından bahsedilmektedir. Herhalde 2010 yılında olduğumuz bugünlerde bu tanımların sayısı çok
daha da artmıştır. Bu tanımları tek tek saymaya çalışsak herhalde başlı başına bir kitap olur. Ama sadece
bu tanımlardan hareketle iletişim kavramını anlatmaya çalışmak da kendimizle çelişmemiz anlamına
gelir.
Peki iletişim nedir? İletişim kavramının ne olduğunu anlamak için iletişim alanında yazılmış olan
binlerce kitaba bakıp okumalar yapmak yeterlidir. Ama bu şekilde bir yöntemle iletişim kavramının ne
olduğunu anlamaya çalışmak demek öncelikle bizim kendi söylediklerimizle çelişmemiz anlamına gelir.
Çünkü yukarıdaki bölümlerde iletişimin sosyal bir varlık olan insana özgü bir olgu olduğunu söylemiştik;
ve biz bu insana özgü olguyu sadece kitaplara bakarak anlatmaya çalışırsak hata yapmış oluruz.
Dolayısıyla sizce (kitaplara göre değil) iletişim nedir?
İletişim aslında her şeydir.
İletişim televizyondur, gazetedir.
İletişim yazınsal bir eleştiridir.
4
İletişim mağara duvarlarındaki yazıdır. Mağara duvarlarına bakınca birkaç bin sene önce yaşamış bir
insan topluluğu hakkında bir mesaj alabiliyorsak, onların yaşam biçimleri hakkında bilgi sahibi
olabiliyorsak budur iletişim.
İletişim saç biçimimizdir, giyim tarzımızdır. İnsanların saç biçimlerine bakınca, giyim tarzlarına
bakınca hayata bakışları, yaşam biçimleri, dünya görüşleri hakkında mesaj alıyorsak budur iletişim.
Ama unutulmamalıdır ki, iletişim sadece konuşmak değildir. Birçok iletişimci ve birçok iletişim
kitabı, “iletişim konuşmaktır” tanımını çok basit bir iletişim tanımı olarak ifade ederler. Halbuki
konuşmak, o kadar da basit bir iletişim tanımı değildir. Mesela, bir erkek, karşısındaki konuşmakta
olduğu bir kadına, konuşmanın başında, ortasında ya da sonunda “ama sen bir kadınsın” dediğini
düşünelim. İşte bu basit konuşma, geçmişten bugüne kadın ile erkek arasındaki eşitsizliği, adaletsizliği
gösteren toplumun başat kültürünün ne olduğunun da bir göstergesidir aynı zamanda. Adam konuşmakla
kalmadı, adam karşısındaki bir insana nasıl baktığını ortaya koydu. Adam konuşmakla kalmadı, adam
kişiliğini ortaya koydu. Diğer bir deyişle, bizler iletişim kurarken, aslında kafamızdaki görüş ve
düşünceyi iletmenin öncesinde kendi kişiliğimizi ortaya koyuyoruz. Ama iletişim sadece konuşmak
demek değildir.
İletişim bazen araya mesafe koymaktır. Çünkü karşımızdaki herkesle aramızdaki mesafe aynı değildir.
Bazıları ile daha yakından bazıları ile ise daha uzak mesafeden iletişime geçeriz. Bu mesafeyi belirleyen
de o kişi ile aramızdaki ilişkinin biçimi ve düzeyidir.
İletişim bazen susmaktır. Susarak da mesaj verebiliriz. Mesela bazen ben evde eşimi kızdırırım ve
bana bir küser, 3 gün konuşmaz ve susar. Acayip mesaj verir.
İletişim bazen bakmaktır. Bakarak da mesaj veririz. Derler ki “Bir bakış bir bakışa neler anlatır, bir
bakış bir bakışı senelerce ağlatır.” Alın size iletişim kurma biçimi. Bazen uzun uzun cümlelerle
anlatamadığımız düşünce ve duygularımızı kısacık bir bakışla daha etkili anlatabiliriz.
İletişim bazen gülmektir. Gülerek de mesaj verebiliriz, hatta gülerek de kişiliğimizi ortaya koyarız.
Derler ki “Bir insanın neye güldüğü zekasını nasıl güldüğü ahlakını gösterir.” Alın size iletişim kurma
biçimi.
İletişim bazen yazmak’tır.
İletişim bazen Bilboard’lardaki reklam panolarıdır. Ne demekistediğimi size bir örnekle açıklayayım:
“çok iyi hatırlıyorum. 2004 yılının Şubat ayı idi. Eskişehir’de arabayı park ettik çarşıda yürüyoruz. Sağ
tarafımda eşim, sol tarafımda da Ali isimli arkadaşım var. Bu üç kişi; ben, eşim ve Ali birbirimize çok
benziyoruz. Aynı süreçlerden geçmiş, dünyaya aynı bakan algılaması aynı olan, aynı yaşlarda, aynı
beklentilerde olan ve birbirine çok benzeyen 3 insan düşününün. Yürürken üçümüzde karşı kaldırımdaki
bir reklam panosunda siyah bir zemin üzerine kırmızı yaldızlı harflarle yazılmış ve altında da birkaçtane
kırmızı gül resminin olduğu şöyle bir yazı okuduk: “Necla, evliliğimizin 25. yılında hala seni seviyorum.
Ahmet.” Çok şükür okuma yazmamız var. Aynı anda bu yazıyı okuduk. Sonrasında eşim sağ tarafdan
kulağıma fısıldadı Ali duymadan; “utan utan” dedi, “adama bak, adam 25 yıllık evli aşkını hala duvarlara
yazıyor, biz yedi yıllık evliyiz sen bunu bana 7 kere demedin.” Ben de aynı yazıyı okudum ama benim hiç
aklıma öyle gelmedi. Benim aklıma başka bir şey geldi. Ama aklıma geleni sesli dile getiremedim,
içimden geçirdim, dedim ki “Allah bilir adam ne haltlar yedi, karısını kızdırdı, eve giremiyor, eve girmek
için bak kaç takla atıyor.” Ben de böyle düşündüm. Ali dediğimiz o arkadaşın o yıllarda bir kız arkadaşı
vardı ve kızı kendisi ile evlensin diye ikna etmeye çalışıyor, ne yaparsa yapsın başarılı olamıyor; o da
birden çizgi filmlerde olduğu gibi sanki tepede bir lamba yandı ve ayaklar yerden kesildi, “abi, acaba ben
de böyle şehrin birkaç yerine bu tür bir yazı assam evlilik teklifimi kabul eder mi?” dedi. Bakın birbirine
çok çok benzeyen 3 kişi, kendilerine verilmeyen bir yazıyı aynı biçimde okumuş olmalarına rağmen 3
farklı biçimde okuyor ve anlamdırıyor. Yani iletişim algılama ile ilgili bir olgu. Sizin söylediğiniz
karşınızdaki 10 kişi tarafından 10 farklı biçimde anlaşılabilir. Dolayısıyla doğru ve etkili iletişim kurmak
inanın çok zor.
Görüldüğü gibi iletişim her şeydir.
“İletişim konuşmaktır” tanımı, neden basit bir iletişim tanımı değildir?
5
İletişim, insanın varolmasıyla ortaya çıkan bir gereksinimdir. Mağara duvarına çizilen resimler,
kızılderililerin ateş yakarak çıkardıkları dumanlar, Afrika yerlilerinin tam tam sesleri ilkel insanların
iletişim gereksinimlerini karşılamak için kullandıkları ilkel yöntemlerdir (Yüksel,1994: 9). İletişim
insanın ve toplumun varoluşunun zorunlu koşuludur. İletişim olmaksızın insanın kendi ve toplumsal
varlığını sürdürmesi olanaksızdır (Erdoğan, 2002: 17).
İletişim, insanın varlık sürdürme biçiminin bir ürünü ve insanın varlık sürdürme biçimindeki
gelişmelere göre değişimlere uğrayan insana özgü bir olgudur (Oskay, 1999: 7). İletişim, konuşma, işaret
(sinyal) veya yazı yoluyla mesaj veya düşüncelerin değişimidir (Kaya, 2003: 49).
Kendimizle, bir başkasıyla ya da başkalarıyla sürekli iletişim içinde olmanın dışında dinleyici,
okuyucu ya da izleyici olarak da iletişim ağının kapsamındayız. Bugün, artık milyonlarla iletişimi
paylaşma, başka bir deyişle, kitle iletişimi söz konusudur. İnsanlık tarihiyle başlayan iletişim konuşma,
yazma, basım ve elektronik kitle iletişimi araçlarıyla en son etkinliğe ulaşmış, uydular aracılığında yeni
hizmetler sunmaya başlamıştır. Elektronik iletişim ağları içinde ses çözümlemelerinin yapıldığı bir
dönemde yaşıyoruz, bilgi bankalarıyla, evlerimize giren bilgisayarlarla iletişim kuruyoruz (Usluata, 1995:
5).
İletişim gündelik yaşamımızda bize nesneleri, insanları tanımlar, işbölümü içinde değişik toplumsal
roller yüklenmiş insanlara bu rolleri yerine getirirken, bu rol dağılımından oluşan toplumun o tarih
dönemindeki hayat tarzını öğretir, olumlatır, yeniden-üretimi için gereken değerlendirme biçimlerini
aşılar. Toplumsal sistemin sürmesini, kendi kendini yeniden-üretmesini sağlar (Oskay, 1999: 8).
Bir benzeri bulunamayacak türlülükte anlamlar yüklü iletişim sözcüğünün kapsamına iletişim araçları
da, iletişim kurma etkinliği de, odada konuşulan bir söz de, uydu aracılığıyla gönderilen bir ileti de
girmektedir. Medya ya da başka bir deyişle gazete, kitap, dergi, radyo, televizyon gibi kitle iletişim
araçları; bilgisayar, telefon, uydu gibi iletişim teknolojileri; konferans, konser, tartışma gibi kişilerarası ya
da gruplararası iletişim; işaret, bakış, gözyaşı, gülümseme, mimikler, giyinme alışkanlıları gibi sözsüz
iletişim; dahası da sessizlik bile iletişim sözcüğünün anlamı içindedir (Usluata, 1995: 9).
Yakın zamana kadar, dilimize Fransızca’dan ve Fransızca söylenişi ile geçen komünikasyon
(communication) sözcüğü ile birlikte ve aynı anlamı karşılamak için haberleşme kavramı kullanılıyordu.
Günümüzde kullanımı yaygınlaşan iletişim sözcüğü ise haberleşmeyi de içeren daha geniş kapsamlı bir
ileti alış verişi anlayışını yansıtmaktadır (Zıllıoğlu, 1992: 2). Diğer bir deyişle, iletişim, yalın bir ileti
alışverişinden çok toplumsal nitelikli bir etkileşimi ve paylaşımı ifade eden bir olgu haline gelmiştir.
Bilgi paylaşma faaliyeti olan iletişim, kişilerin kendini ifade edebilme ve kendilerini dinletme
gereksinimleri sonucunda ortaya çıkar. Bu tanımlar doğrultusunda iletişim konusunda şunları
söyleyebiliriz (Tutar ve Yılmaz, 2003: 5):
•
iletişim toplumun temelini oluşturan bir sistem,
•
örgütsel ve yönetsel yapının düzenli işleyişini sağlayan bir araç,
•
bireysel davranışları görüntüleyen ve etkileyen bir teknik,
•
sosyal süreçler bakımından zorunlu bir bilim ve
•
sosyal uyum için gerekli olan bir sanattır.
Görüldüğü gibi, iletişim insanın doğasını oluşturan bir beceridir. İnsanlar varoldukları günden bu yana
gruplar, topluluklar halinde yaşadılar. Doğanın acımasız gücü karşısında haytta kalabilmek için
yardımlaştılar, dayanışma içinde birbirlerine destek oldular ve işbölümü yaparak hayatın yükünü
hafiflettiler. İnsanlık serüveninin ilk günlerinde, bir topluluğun üyesi olmayan kişinin hayatta kalma şansı
hemen hemen yoktu. Bir topluluğa kabul edilme çabası, iletişim, paylaşma, yardım etme, destek olma
gibi “iyi geçinme” davranışlarının gelişmesine yol açtı. “İyi geçinmek”, ilişkileri kuran, geliştiren,
sürdüren, işbirliğini teşvik eden ve başkaları tarafından onaylanan davranışlar olarak tanımlanır. İletişim
ise iyi geçinme davranışlarının temelini oluşturur. Bu bağlamda, iletişimin temel özelliklerini şu şekilde
sıralayabiliriz:
6
•
İletişim, iki tarafında aktif olduğu bir alışveriştir.
•
İletişimde mesajlar sözlü ve sözsüz olarak iletilir.
•
Bu mesajları ne şekilde aldığımız, algılarımız tarafından belirlenir.
•
İletişim kişiye değil, kişiyle yapılır.
•
İletişim, her zaman her yerdedir.
•
İletişimde amaç çevre üzerinde etkin olmaktır.
•
İletişim anlamların paylaşılmasıdır.
•
İletişim değişik katmanlarda gerçekleşir
Özetle iletişim tarafların bilgi/sembol üreterek birbirlerine iletme ve bu iletileri anlama, yorumlama
sürecidir. Bu süreçte, iki sistem arasında duygu, düşünce ve bilgi alışverişi gerçekleşir. Alışveriş
sözünden anlaşılacağı gibi, iki taraf da bu süreçte aktif olmalıdır.
İletişimin özellikleri nelerdir?
İletişim Bir Bütündür
Iletişim, kelimeler, ses tonu ve beden dilinden oluşan bir bütündür. Kelimeler “ne” söylediğimizle; ses
tonu ve beden dili “nasıl” söylediğimizle ilgilidir. Iletişimi yapılandırmada, kelimeler aynı kalmak
koşuluyla, kelimeler %10, ses %30 ve beden dili de %60 oranında rol oynar. Mesajın veriliş şeklinin %90
önem taşıdığı göz önüne alındığında, ses tonunun ve beden dilinin ortaya konulmadığı yazılı iletişimin ne
tür yanlış anlaşmalara (iletişim kazalarına) yol açabileceğini bir düşünün. Iletişimi bir bütün olarak
düşünmemiz ve ona gore iletişim yaklaşımımızı hayata geçirmemiz gerekmektedir. Kelimelerin
etkisi %10 olarak düşünüldüğünde karşımızdakinin bizi doğru anlaması için ses tonumuzun ve beden
dilimizin ne kadar da etkili ve önemli olduğu apaçık ortadadır. Benzer durum bizim için de geçerlidir.
Karşımızdaki kişi bizimle iletişim kurarken onu sağlıklı ve doğru anlayabilmemizde, onun ağzından
çıkardığı kelimelerden daha çok ses tonu ve beden dili ögeleri daha etkili olmaktadır.
Beden Dili
Başarılı iletişimin en temel önceliği olan doğru anlama eylemini etkili bir biçimde gerçekleştirebilmek
için karşımızdaki kişinin beden dilinin nasıl okunması gerektiğini, bedenimizin iletişim kurarken aslında
sözlerimizden daha önemli olduğunu ve beden dilimizi nasıl doğru kullanabileceğimizi bilgili ve becerikli
olmamız gerekmektedir. Doğru ve başarılı anlamak için karşımızdaki kişinin ses tonu ve konuşmasının
akıcılığı, beden duruşu, mimikleri ile mesafe ve bedensel temas önemlidir.
Ses Tonu ve Konuşmanın Akıcılığı
Sesin etkili bir biçimde kullanılması, kişinin kendini ortaya koyuşu ve mesajını iletmesindeki etkinlik
açısından büyük önem taşır. Ortama ve mesaja uygun bir ses tonu, akıcı bir üslup, açık, işitilir ve düzgün
cümlelerle yapılan bir konuşma, dinleyende rahatlık uyandıracak ve söylenenleri etkili kılacaktır.
Dolayısıyla, yapılan açıklamalardaki önemli noktaları dikkate alarak mesajımızı göndermek, karşımızdaki
kişinin bizi etkili ve doğru anlamasına da olanak sağlayacaktır.
Beden Duruşu
Karşımızdaki kişinin (alıcının) bizi doğru anlaması için beden duruşumuzun önemi de büyüktür.
Verdiğimiz mesajın alıcı tarafından anlaşılması noktasında, alıcı bizim beden duruşumuzu ve onun
verdiği mesajı okumaya ve anlamaya çalışır.
7
Mimikler
Kişi, duygu ve düşüncelerini beden diliyle , en çok da mimikleriyle dışa vurur. Yüz ifadesi, verilen
mesajla uyum içinde olur ya da alınan mesaja gore şekillenir. Dolayısıyla, verdiğimiz mesajın alıcı
tarafından etkili bir biçimde anlaşılmasında mimiklerimizin etkisi büyüktür.
Mesafe ve Bedensel Temas
Insanlar, çevrelerinde oluşturdukları boş mekanlar yoluyla da iletişimde bulunurlar. Başkalarına olan
uzaklığımızı ayarlayarak onlara bazı mesajlar iletiriz. Bir insane çok yakın durmak ve bedensel temas,
ilişkiye belirli bir yakınlık ve sıcaklık katar. Böyle bir yakınlık isteği içinde olmayan kimse, bu durumdan
rahatsızlık duyar ve savunuzu olur. Dolayısıyla, bize gönderilen mesajı doğru ve etkili anlamamız
noktasında mesajı gönderen kişi ile aramızdaki mesafe ve bedensel temas da önemli bir güce sahiptir.
Karşımızdaki kişinin ses tonu ve konuşmasının akıcılığı, onu doğru
algılamamızda ve verdiği mesajı doğru anlamamızda ne düzeyde etkilidir?
İLETİŞİMDE ALGININ ROLÜ
Dış dünyanın farkındalığı algıyla başlar. Algı, duyu organlarımızdan beynimize ulaşan verilerin
örgütlenmesi, yorumlanması ve anlamlandırılmasıdır. Başka bir deyişle hem kişinin referans çerçevesi,
hem de iletilerin hedefin alıcı kanallarına uygun olup olmaması algılamanın temelini oluşturur (Zıllıoğlu
vd., 2009: 12). Algıyı belirleyen ya da etkileyen en önemli süreçlerden biri de dikkattir. Öğrenme ise
dikkat sayesinde gelişen bir süreçtir. Buna bağlı olarak bilgi işleme süreçlerinin temelini algılama ve
dikkat oluşturmaktadır. Genel tanımıyla dikkat, bireyin duyu organlarıyla ulaşabildiği, duyu organlarıyla
farkında olduğu fenomenal çevresinde meydana gelen uyarıcıya ya da uyarıcılara, zihinsel alıcılarını
yönlendirmesidir.
Algı ve dolayısıyla dikkat becerileri sayesinde dış dünyayı tanımaya başlayan insan, öğrendiklerini
kendi iletişim sürecinin içine yerleştirmeye başlar. Kişi kendisinin farklı algılama ve anlamlandırma
süreçlerine uygun şekilde iletişim kurmasını sağlar. Dolayısıyla insan dünyayı ya da karşılaştığı bir
durumu nasıl algılıyorsa, kendisini o şekilde ifade eder. Bildirmenin aracı olan dil insanlar arasında bir
bağ kurar, ancak işlevi bununla sınırlı kalmaz. Aynı zamanda bireyin algılama, düşünme kavramasını da
yönlendirir (Zıllıoğlu, 2010: 119).
Algı olmadan düşünce, düşünce olmadan da iletişim sağlamak mümkün olamaz. Kısaca, insanın
duygularını isteklerini ve düşüncelerini anlatmak ve aktarmak için kullandığı iletişim (sistemleri)
düşüncenin maddi aracıdırlar (Zıllıoğlu, 2010: 49). İnsan çevresiyle etkileşime girdikçe belli bir bilinç
kazanır. Bu bilinci sayesinde de toplum içerisindeki varlığını etkin kılar ve kendi yaşamını
kolaylaştırmanın yollarını bulur.
Algı, iletişimden kuvvetle etkilenen bireyin kendisine özel çevresinin farkına varma hali olarak
tanımlanmaktadır. İletişim, anlamak, anlaşmak, çatışmak üzerine yani karşılıklı bir etkileşim üzerine
kuruludur. Bu etkileşimi ve bilgi alışverişini insanların algı düzeyine göre tasarlar ve sonra hedef
kitlemize uygun kanallar vasıtasıyla göndeririz.
Algılar bazen gerçeklerden daha önemli olabiliyor. Bir yalanı, gerçek yapmak için çalışabilir ve bunu
yapabilirsinizde. Ancak bir algıyı değiştirmeye çalışmanız seneler sürebilir ve belki hiç değişmeyebilir.
Nitekim gerek kendi yaşantımızda, gerekse çevremizle iletişimde gerçeğin algılanışı çoğu kez gerçeğin
önüne geçer. Bunun sonucunda ön yargılar ortaya çıkar. Ancak algı toplumdan topluma, kişiden kişiye ve
aynı kişide zaman içinde değişim sergileyebilir. Bu durum algı ve iletişimi karmaşıklaştırıyor gibi
görünse de hedef kitlenin doğru analizi (algılanışı) iletişimi daha kolay kılacaktır.
Algı ne demektir?
8
Algının Farklılaşmasının nedenleri:
•
Fizyolojik nedenler:
işleyebilmesi
•
Özgeçmiş: Deneyimlerimizin, algımızı etkileyecek derecede iz bırakmış olması
•
Kültürel değerler: Yorumlarımızı etkileyen kültürel bir birikime ve yargılara sahip olunması
•
Güncel duygu durumu: Gün içinde yaşamış olduğumuz bir olayın anlık tepkilerimizde ve
algılarımızda etkili olması.
•
Çevresel faktörler: Sosyal bir varlık olan insanın, içinde bulunulan saptama ve yorumlamayı
etkileyen dış çevredeki etmenler.
Gözümüzün
görebilmesi,
kulağımızın
duyabilmesi,
beynimizin
Her insanın mutluluk göstergesi olan gülmek; kırsalda ve ya doğuda utanç, kibir anlamına gelebilir:
kentte ve ya Batı’da ise doğal bir istek ve davranış anlamına gelebilir. Görüldüğü üzere insan
davranışları, algıları ve iletişimi çok farklı değişkenlerden etkilenmektedir. Kaynak, mesajının daha fazla
algılanabilir düzeyde olmasını sağlayabilmek açısından, tüm faktörleri dikkate alarak mesajını
oluşturmalıdır. Ancak, tüm bu değişkenleri de göz önünde bulundurmak iletişimimiz için yeterli
olmayacaktır. Sürekli bir algı bombardımanı altındayız; beynimiz milyonlarca uyarının arasından
kendisine uygun bulduklarını seçiyor. Bu nedenle algının seçicilik filtresinden kurtulmak için dikkati
çekecek bazı yöntemlerden yararlanmak gerekiyor.
Bu yöntemler arasında;
•
Ses ve ışık gibi güçlü fiziksel uyarıları kullanma,
•
Duygu uyandırma,
•
Beklenmeyenle karşılaştırma,
•
Eski bilgileri tamamlama,
•
Gereksinimlerin karşılanma vaadi sunma ve bir yarar sağlama yer almakta.
•
İletişimin her alanında olduğu gibi iletişim sektörlerinde de algı yönetimi çok önemli.
Etkili bir iletişim kurmada doğru algılama neden önemlidir?
ETKİN DİNLEME
Anlamak, üç unsurun başarılı bir biçimde bir arada tutulabilmesine bağlıdır. Bunlardan birincisi, niyet,
ikincisi bilgi ve üçüncüsü de gayrettir. Diğer bir deyişle, anlamak, niyet, bilgi ve gayret gerektirir. Once
karşımızdakini anlama niyeti taşımalı, eğer bir çatışma varsa, bunu çözmek için gereken yöntemleri
bilmeli, nihayet bunun için gereken gayreti göstermeliyiz. Etkili bir anlama süreci için bu üç unsur da tek
başına işe yaramaz. Bunları birlikte hayata geçirebilmemiz noktasında ise iyi bir dinleme
gerçekleştirmeliyiz.
Anlaşmak için dinlemek gerekir. Ama dinlemek kulağımıza çarpan kelimeleri duymak demek
değildir. Dinlemek, önem vermektir. Dinlemek, bağlantı kurmaktır.
Dinlemek, önem vermektir. Dinlemek, karşımızdakine hak vermek değil, ona önem vermektir. Etkin
dinleme, karşımızdakini onaylamak ya da ikna olmak demek değildir. Etkin dinleme yaparak hala,
•
Karşımızdakini onaylamama özgürlüğüne sahibiz.
•
“Evet” ya da “hayır” diyebiliriz.
•
Söyleyecek sözümüz var demektir.
9
Dinlemek, bağlantı kurmaktır. Dinlemek için iddialaşma, tartışma ve karşımızdakini yenme
alışkanlıklarından vazgeçmeliyiz. Çünkü asıl ihtiyacımız, hayatımızı paylaştığımız kişilere üstünlük
sağlamak değil, onlarla bağlantı kurmaktır.
Doğru anlamak noktasında bize yardımcı olan unsurlar nelerdir?
Çoğu zaman iyi dinleyemiyoruz. Başarılı bir dinleme için vazgeçmek zorunda olduğumuz
alışkanlıklarımız var. İyi bir dinleme için düzeltmek zorunda olduğumuz alışkanlıklarımız aşağıda
sıralanmıştır:
•
Dinliyor Gibi Görünmek: Dakikada ortalama 150 kelime söyleyebiliriz; buna karşın, ortalama
500 kelime dinleyebiliriz. Bu durum, dinlemekten sıkılmamıza sebep olur. Sonuçta da büyük
ihtimalle başka şeyler düşünür, hayal kurmaya başlarız. Bu tür bir alışkanlığımız bizim iyi bir
dinleyici olmamızı olumsuz bir biçimde etkiler.
•
Seçmek: İyi bir dinleyici olmak için anlatılanları kaçırmadan genelini dinlemek gerekir. Ama
sadece kendimizi ilgilendiren kısımları dinleriz. Çünkü doğamız gereği insanoğlu en çok
kendisiyle ilgilidir. Bu da başarılı bir dinlemeyi olumsuz biçimde etkiler.
•
Prova Yapmak: Karşımızdaki kişi konuşurken, onu kesintisiz bir biçimde dinlemek yerine,
konuşması bittiğinde ona verebileceğimiz cevabımızı düşünürüz. Karşımızdakinin söylediğine
cevap ararken de dinlemeyi unuturuz. Aradığımız cevap, genellikle kendi bakış açımızı yansıtan
bir tavsiye ya da ne kadar bilgili olduğumuzu gösteren bir kanıt içerir. Bu tür bir yaklaşım, etkili
bir dinlemeye zarar verir.
•
Akıl Okumak: Karşımızdaki kişi konuşurken, onu yüreğimizi açarak dinlemek yerine, daha ilk
kelimeden, cümlenin devamının nasıl geleceğini kestirmeye çalışırız. Genellikle bunu
başardığımızı düşünür, düşündüklerimizde haklı olduğumuzu düşünür, karşımızdaki kişiyi
dinlemeye değer bulmayız. Dolayısıyla bize anlatılanların bir kısmını kaçırırız.
•
Karşılaştırmak: Söylenenleri kendi başımıza gelen bir olayla ya da başkalarından
duyduklarımızla karşılaştırmaya başlarız. Bu biçimde bir dinleme bizi anlamak noktasında
başarısızlığa götürür.
•
Şüphelenmek: Konuşmanın başında karşımızdakinin “abarttığına”, “şımarıklık yaptığına” ya da
“doğru söylemediğine” karar veriyoruz. Digger bir deyişle, önyargıyla yaklaşıyoruz. Bu da etkin
bir dinlemenin gerçekleşmesi karşısında büyük bir engel olarak karşımıza çıkıyor.
Dinlemek her zaman anlamayı sağlamak demek değildir. Çünkü duymak ve dinlemek aynı şey
değildir. Hatta kimi zaman dinlemek adına yaptığımız eylem dinlemenin kendisi olmayabilir. Çünkü
dinlemede duyulan sesler beyine aktarıldıktan sonra kod açımları yapılır ve kişi bunları değerlendirir.
Dinleme bilişsel bir süreçtir. Yapılan araştırmalar, bir konuşmayı dinleyen kişilerin konuşmanın
hemen ardından ancak yarısı anımsayabildiklerini göstermiştir (Zıllıoğlu, 2010: 243). Bu durum
insanların dinlemek istememesinden değil, insan beyninin işleyiş şeklinden kaynaklanır. Bazı durumlarda
insanlar bütün dikkatlerini verdikleri halde bazı şeyleri tam anlamıyla anlayamadıklarını fark eder
(Zıllıoğlu vd., 2009: 68). Bu noktada dinlediğimiz şeyi bize aktaran kaynağa geri bildirimde bulunmak
önemlidir. Geri bildirim sayesinde eksik kalan noktalar tamamlanabilir, ya da anlatımda anlamayı
engelleyen birtakım etkenler varsa onlar giderilmeye çalışılabilir.
İyi bir dinleyici öncelikle karşısındaki insana önem vermek durumundadır. Bir insana önyargılarla
yaklaşmak ve onun ne anlatacağını tahmin etmeye çalışmak dinleme sürecinin başlamadan bitmesine
sebep olur. Konuşan kişiyi gerçekten dinleniyorsa, onu jest ve mimiklerle onaylamak ya da yeri
geldiğinde soru sormak beraberinde gelir. Sadece dinliyormuş gibi görünmek için onaylamaya çalışmak
doğru değildir. Ayrıca karşıdaki kişi konuşurken onun sözünü kesmek ya da söylediklerini tamamlamaya
çalışmak hatalı dinleme davranışlarındandır. Onu küçümsemek, alaya almak ya da yanlış anlattığını ima
etmek hem yanlıştır hem de dinleme etkinliğinin sona ermesine sebebiyet verir.
10
İyi bir dinleyici, konuşmacının sadece söylediklerine değil, beden diline de dikkat eden dinleyicidir.
Etkin dinleme, alıcı açısından iletişimdeki gürültüye düşük oranda maruz kalma ve mesajı tam ve doğru
algılama becerisidir. Etkin dinleyiciler, dinlediği kadar, anladığını kaynağa geri bildiren davranışlar
sergilerler. Bu sayede iletişim daha verimli bir hal almaktadır. İletişim tek taraflı gerçekleşen bir olay
değildir. Her iki tarafın olumlu ve yapıcı bir iletişime açık olması, her iki tarafında iletişimden
istediklerini elde etmesiyle sonuçlanır. Aksi durumlarda, başlayan iletişim, bir süre sonra kopma
noktasına gelinerek biter. Ancak etkin dinleme söz konusu olmadığı durumlarda, kaynaktan çıkan
mesajdan çok kaynağın söylediği ile kendi algıladığı arasında bir çıkarımda bulunur. Etkin dinlemede
amaç, çoğu zaman bir sorunun anlaşılması ve çözülmesi için gerçekleşir.
Etkin dinlemeyi etkileyen faktörlerin arasında çevre önemli bir yer işgal etmektedir. Mesajının etkin
bir biçimde dinlenilmesini isteyen bir kaynak, mesajı ile uygun bir mekân seçiminde bulunmalıdır.
Gürültünün bozucu etkisinin azaldığı, yeterince aydınlık, iletişim sürecine dışarıdan müdahale edilmeyesi
engellenen mekânlar iletişimin kalitesini arttıracaktır. Örneğin, bir yazar, kitap imza gününü bir kitapçıda
yapmalıdır. Ancak kalkıp, İstiklal caddesinin üzerinde imza günü yapmaya kalkarsa, okurlarıyla yaptığı
söyleşi ve imza töreni, diğer dış çevreden gelen gürültü ve etmenlerle bozulmaya neden olacaktır. Etkin
bir dinleme için verilecek mesajla seçilen mekân uyumlu olmalıdır. Bir başka örnekte, Eski Amerikan
Başkanı George W. Bush, Türkiye ziyaretinde konuşmasını boğaz köprüsünün Avrupa yakası kıyısına
yakın bir yerde yapmıştır. Amerikan Başkanı’nın yer seçimi tesadüf değildir. Nitekim konuşmasının
içinde, Amerika’nın bir batı toplumu olarak doğu toplumlarıyla barışması gerektiği yönünde bir konuşma
yapmıştır. Bush, mekan seçimiyle konuşmasına daha fazla etki katmayı başarmıştır.
İyi bir dinleyici olmak için mekân seçiminin yanı sıra anlatan kişi ile göz teması kurmak, tüm
dikkatini karşı tarafın söz ve beden dili hareketlerine odaklamak, söz kesmemek, anlatılanı onaylamak ve
anlatılmak istenenlerin içeriğin niyetini doğru algılamak gibi hususlara da önemle dikkat etmek gerekir.
Nitekim konuşmacı sözel ve sözel olmayan mesajlarla desteklenip konuşmaya teşvik edilmelidir. Bunun
içinde söylenenlerin belirten hafif baş sallamaları vs. gibi metotlar, kaynağı da rahatlattığı gibi
dinleyicinin de etkin bir dinleme pozisyonunda olduğu mesajını verir.
İyi bir dinleyicinin özellikleri nelerdir?
EMPATİ
Empati bugün, psikiyatride ve psikolojide adından sıklıkla söz edilen önemli bir kavramdır. Empati, bir
insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak
anlamasıdır. Empati insan ilişkilerinin sürekliliği açısından önemli bir etmendir. İnsanların karşılarındaki
kişi ile empati kurabiliyor olmaları, iletişimin başladığını ve alıcının, kaynağı algılamaya çalıştığını ve
etkili bir dinleme sergilediğinin göstergesidir.
Çevremizde birçok insan vardır. Bunların bazıları empatik insanlardır. Bazıları ise empati gösterme
becerisinden yoksun kişilerdir. Hakkında şöyle düşündüğümüz kişiler, empati göstermeyi bilen kişilerdir:
•
“Keşke onu daha once tanısaydım”
•
“Ben derdimi en iyisi gidip ona açayım”
•
“Keşke sohbet edecek daha fazla zamanımız olsa”
Hakkında şöyle düşündüğümüz kişiler ise empati göstermeyi bilmeyen ve beceremeyen kişilerdir:
•
“Aman bunu duymasın, yine bir konferans dinleriz”
•
Ne zaman susacak, off…”
•
“Artık gitse de ben de kendimle başbaşa kalsam”
Hakkında olumsuz düşündüğümüz o kişilerle ilgili bu tür bir düşünceye sahip olmamızın sebebi, diğer
bir deyişle empati göstermeyi becerememelerinin sebebi bizim duygularımızı görmezden geliyor
olmalarıdır. Çünkü, kişinin olaylara karşısındakinin bakış açısından bakması, onun duygu ve
düşüncelerini doğru anlaması, hissetmesi ve bu durumu ona iletmesi sürecine empati denir.
11
Empati üç aşamadan oluşur. Bunlar:
•
Birinci Aşama: Olayları karşımızdaki gibi algılamaya çalışmak
•
İkinci Aşama: Karşımızdakinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlamak
•
Üçüncü Aşama: Kendisini anladığımızı karşımızdakine sözlerimizle, ses tonumuzla ve beden
dilimizle ifade etmek.
Empati, insanın kendini karşısındakinin yerine koyması olarak açıklanacak kadar basit değildir. Her
insan birbirinden farklıdır ve kimse kendini karşısındakinin yerine öyle kolay koyamaz. Çünkü ister
istemez kendini onun yerinde zannederken de kendisi gibi düşünür. Bu yüzden empati, önce karşıdaki
insanı tanımak daha sonra da içinde bulundu şartları da değerlendirerek dünyayı onun bakış açısıyla
görmeye çalışmaktır. Bu sayede karşıdaki insanın duyguları, yaşadıkları ve deneyimleri önem kazanır ve
onu daha iyi anlama eylemi gerçekleşir.
Empati için karşımızdakini doğru tanıyabilmek ve onun durumunu gerçekte olduğu şekliyle
anlayabilmek önemlidir. Bu da dinleme sayesinde olur. Empatide dinlemesini bilmek, işin büyük bir
kısmını halletmek demektir (Salmış, 2011: 146). Onunla ilgilenmek bir bakıma saygı duyduğumuzu
göstermektir. Saygı gören kişi de kendini daha fazla açmak konusunda rahat davranabilecektir. Bu
noktada anlamadığımız noktaları açıkça belirtmek ve bizim düşüncemizle örtüşmeyen söylemlere olumlu
yaklaşmaya çalışmak hiçbir zaman bir kayba yol açmaz. Hayatın merkezine kendimizi oturttuğumuz
zaman başkalarının ya da başka yaklaşımların varlığını göz ardı etmek iletişim sorunlarına yol açar.
Empati insanlara ben-merkezcilikten uzaklaşma şansı tanır.
Empati gösteren kişinin özelliklerini ise şu biçimde sıralayabiliriz:
•
Beden dili, ses tonu, sözleri ve duyguları uyumludur.
•
Tüm enerjisi, karşısındakinin ne söylediğine ve “aslında ne söylemek” istediğine odaklanmıştır.
Çocuklar gibi biz yetişkinlerde bazı zamanlarda, karşımızdakinin duygu ve düşüncelerini doğru
anlasak bile, uygun bir empatik tepki geliştirmemekteyiz. Örneğin, sevgilisinden ayrılmış ve çok fazla
üzülen bir arkadaşımızı dinlerken, onun duygusal ve bilişsel durumunu doğru algılayabiliriz. Ancak sıra
ifade etmeye geldiğinde “Boş ver yenisini bulursun” diye söyleyebiliriz. Bu durum, empatiyi doğru
kurduğumuzu ancak, çelişen bir ifade ile iletişimi devam ettirdiğimizi gösteriri. Sonuç olarak, empati
doğru kurulmuş fakat karşı tarafa yeterince iletilememiş olur ve empati yarım kalır.
Peki, empatik tepki nasıl verilir? Bunun başlıca iki yolu vardır. Birinci yol, yüzümüz ve bedenimizle,
karşımızdaki bireyi anladığımızı ve yanında olduğumuzu ifade etmektir. İkinci yolu, sözlü olarak onu
anladığımızı ifade etmek ve onun yanında olduğumuzu ona hissettirecek kelimeleri yoğunlukta
kullanmaktır. Emptaik tepki geliştirirken her iki yoluda birlikte kullanmak iletişimimizin ve empatinin
kalitesini arttıracaktır. Örneğin, aldatılan bir kadına destek olan bir erkeğin, aldatılan kadına destek olup,
bunu sözlü olarak ifade edip, tam ağladığı anda ona sarılır ve teselli etmeye çalışırsa, bu güçlü bir
empatiye örnek teşkil edecektir. Empati iletişime yön veren onu güçlü kılan bir iletişim örneğidir.
Empatinin olmadığı iletişim türleri süreklilik kazanamayan ve kısa süreli iletişim süreçleri olarak kabul
edilmektedir.
Empati de sempati de bir iletişim etkinliğidir. Her iki kavramda çok fazla karıştırıldığından dolayı,
iletişimciler ve psikologlar tarafından tartışma konusu haline gelmiştir. Sempati, bir insanın sahip olduğu
duygu ve düşüncelerin aynısına sahip olmak demektir. Bir kişiye sempati duyuyorsak, onun acısını da
sevgisini de paylaşırız. Empati kurulduğunda ise karşımızdakinin duygu ve düşüncelerini anlamak esastır.
Empatide hak vermesek de anlamaya çalışırız, sempatide hak vererek doğruluğunu ve duygu paydaşlığını
yanlış olsa bile devam ettirerek anlamaya çalışırız. Empati’de özdeşim kurarak anlamak varken,
sempatide “yandaş” olmak esastır. Örnekle açıklamak, bu iki kavram arasındaki farkı daha iyi bir şekilde
gözler önüne serecektir. Örneğin, Teoman’ı dinleyen ve onu seven dinleyicilerinden birisiniz ve onu çok
iyi bir şekilde özümsemişsinizdir. Onu dinleyen arkadaşlarınızla, hep birlikte onun bir şarkısını dinleyince
mırıldanırsınız ve bir paylaşımda bulunursunuz. Ancak onu dinleyen arkadaşlarınızın, onu dinlerken ne
hissettiğini anlamayabilirsiniz. Eğer anlasaydınız, sempati duymanın yanı sıra empati de duymuş
12
olurdunuz. Örneği biraz değiştirelim, Teoman bir gece kulübü çıkışı bir paparazziyi, fotoğraf çektiği için
yumruklamıştır. Bu olayda, Teoman’a sempati duyanlar: “Adamın gözüne sabahın 4’ünde flash
patlatıyorlar bardan çıkan adama, Teo az bile yapmış” diyebilir ve Teoman’a hak verir. Ancak, Teoman’a
empati ile bakanlar “Adamın gözüne flash patlatmışlar ama keşke vurmasaymış, sonuçta adamlarda işini
yapıyor” diyebilir ve Teoman’ın yapmış olduğu bu harekete hak verebilir veya vermeyebilir de.
Sempati kurduğumuz kişilerle özdeşim kurmuş olabiliriz. Ancak empati kurduğumuz kişilerle
özdeşim kurmamız gerekli değildir; hatta çoğu zaman özdeşim kurmak empatiyi zedeleyebilir. Empatide
anlamak önemlidir. Teoman’a sempati duyduğumuzda, onun flash patlaması sonucu gözlerinin ne kadar
acıdığını düşünürüz ama neden bu kadar çok büyük tepki verip, paparazziyi yumrukladığını anlamamış
olabiliriz. Fakat Teoman’la empati kurmuşsak, onun bu hareketi yaparkenki davranışını anlayarak
yorumlarız.
İnsanlar bazen bir yakınları acı çektiğinde aynı acıyı hisseder ve acıyı çekerler; örneğin eşleri doğum
sancısı çeken erkekler, benzeri bir sancıya tutulabilirler. Bu tür sancılar, bir sempati ifadesidir.
Yüzyılımızın başlarında Mcdougall (1908) bu duruma “sempatik acı çekmek” adını vermiştir.
Günlük yaşamda, çevremizdeki insanlarla iletişim kurarken hem sempati duymamızdan, hem de
onlara empati kurmamızda bir sakınca yoktur. Belki en fazla, bizimle aynı duyguları paylaşan, bize
sempati duyan yakınlarımızın, zaman zaman da olsa bizimle empati kurmalarını, bizi anlamalarını
bekleriz. Çevremizdekiler bize sempati duyduklarında, bir gruba ait olduğumuzu hissederiz. Ayrıca,
çevremizdekiler bizimle empati kurduklarında ise bizi anladıklarını hissederiz.
Görüldüğü gibi, sempati empatiden farklıdır. Birçok kimse karşısındakine empati gösterdiğini
zannetmekte, gerçekte ona sempati duymaktadır. Sempati duymak, karşımızdakinin duygu ve
düşüncelerinin aynısına sahip olmak anlamına gelir. Sempati duyguduğumuz kişi ile birlikte üzülür ya da
seviniriz. Empati kurduğumuzda ise, karşımızdakinin duygu ve düşüncelerini anlamak esastır. Empati,
aynı duygu ve düşüncelere sahip olmayı gerektirmez.
Empati kuran kişi, taraf tutmaz. Empatik iletişim ile karşısındakini düşündürmeyi ve yeni fikirler
geliştirmeyi amaçlar. Sempati gösteren kişi, karşısındakinin tarafını tutar. Karşısındakine hak vererek
onun duygusunu pekiştirir. Doğru anlama noktasında empatik iletişim gerçekleştirmek gerçekten de çok
büyük bir önem arz etmektedir.
Empati ile sempati birbirinden neden farklıdır?
Empatik iletişim kurabilmek için fırsatları iyi değerlendirmek gerekmektedir. Günlük hayatımız,
empatik iletişimi geliştirmek için biz insanlara sayısız fırsatlar sunar. Sadece sorunlar karşısında değil, en
önemsiz görünen olaylarda da karşımızdakinin duygu ve düşüncelerini anlamaya çalışarak empati kurma
fırsatı yakalar, bu becerimizi geliştirme şansı elde ederiz. Empatik iletişimde başarılı olup karşımızdaki
kişiyi doğru anlamak için şu iki noktaya dikkat etmek gerekmektedir:
•
Karşınızdakinin sadece sözlerini değil, ses tonunu ve beden dilini de göz önüne alarak
duygularıyla ilgili ipuçları yakalamaya çalışın; başka bir deyişle, “satır aralarını okuyun”.
•
Karşınızdakinin yaşadığına benzer deneyimlerinizi hatırlamaya çalışın. Kendinizin ya da aynı
durumla karşı karşıya kalmış yakınlarınızın duygu ve düşüncelerini hatırlamak, karşınızdakini
daha iyi anlamanıza yardımcı olabilir.
13
Özet
Pasif dinlemeden bahsedildiğinde, dikkatli ancak
sessizliği içeren ve çok az tepki göstermeye
ihtiyaç duyulan, en basit dinleme türüdür. Aktif
dinlemeyiempatik
dinleme
olarak
da
isimlendirmek mümkündür. Aktif ya da empatik
dinleme
denildiğinde,
karşıdaki
bireyin
duygularını onun bakış açısıyla anlamayı
sağlaması beklenir. Bir başka açıdan, karşıdaki
bireyin, ne ifade ettiği ile gerçekten ilgili
olunduğunu gösteren bir iletişim unsurudur.
İletişim kurarken, kişilerden verdiği mesaja,
diğeri onun beklentisine uygun yanıt verirse,
buna paralel iletişimadı verilir. Bahsi geçen
iletişim de, bireylerden birinin verdiği mesaja,
diğer bireyin, onun beklediğinden farklı bir yanıt
gelirse, bu defa iletişimin adı çapraz iletişim
olarak
tanımlanabilir.
Örtülü
iletişimde
dediğimizde ise kişi, birey iletişim rollerinden
birini çok açık mesajlarla sergilerken, asıl olan,
bunu farklı bir amaç için yaptığıdır. Burada gizli
bir mesaj verilerek, iletişime girenlerin içinde
bulundukları toplum için kabul edilebilir bir
mesaja dönüştürülerek iletilmesidir. İnsanlar,
iletişim kurdukları zaman çeşitli ve birbirinden
farklı davranış kalıpları sergilerler. Örneğin,
değişik sorunlar yaşandığında, gösterilen tepkiler
genellikle, saldırganlık, itaatkar ya da kendini
kabul ettirme olarak adlandırılabilecek üç farklı
davranış biçimiyle ortaya çıkmaktadır. Kişi
kendini savunduğunda itaatkar, karşı saldırıya
geçildiğinde isesaldırgan olarak tanımlanır. Bu
alanda gidilebilecek son yol ise kendini kabul
ettirmedir. Bu üç davranış tarzı, bireylerin değişik
durumlarda kullandığı ve bireylerle iletişim
şeklini şekillendiren davranışlardır. Empatik
iletişim, bireyler arasında, doğru ve etkin bir
dinleme becerisi ile birlikte kullanıldığında ancak
bir anlam taşır. Birey olarak karşıdaki kişiyi
işitmek yeterli olmaz, ne söylediğini duyup,
anlayabilmek, iyi bir dinleyici olabilmenin
yöntemlerini bilmek ve kullanmak gerekir.
İletişimin kalitesini yükseltmek isteyen bir birey
ancak,
dinlemeyi
öğrenerek
bunu
gerçekleştirebilir. Dinleme genel anlamda iki
şekilde karşımıza çıkabilir. Bunlardan pasif
dinleme, diğeri ise aktif dinlemedir.
Empati kavramını tanımlarsak, bir bireyin
kendisini iletişim kurduğu kişinin yerine koyması
ve onun duygu-düşüncelerini doğru olarak
anlamaya çalışmasıdır. Burada önemli olan,
bireyin karşısındakinin bakış açısıyla bakması,
onun duygulanımını ve düşüncelerini doğru bir
şekilde anlayabilmesi, hissedebilmesi, son olarak
da, bu algıladıklarını karşısındakine iletmesi
süreci empati olarak tanımlanır.
Sempati duymak, karşıdaki insanın duygu ve
düşüncelerin aynısını paylaşmak anlamına gelir.
Empati
kurulmasında
önemli
olan
ise
karşıdakinin duygu ve düşüncelerini anlamaktır.
Sempati kavramında "yandaşlık" asıl unsur
olarak göze çarpar. Empati kurulduğunda, o
kişiyle aynı duyguları ve görüşleri paylaşılmaz,
duygular ve düşünceler anlaşılmalıdır.
14
Kendimizi Sınayalım
1. İyi bir iletişimin temeli aşağıdakilerden
hangisidir?
5. Aşağıdakilerden
hangisi
özelliklerinden birisi değildir?
a. İnsanın kendisi
a. İletişim kişiyle değil, kişiye yapılır
b. Karşımızdaki kişi
b. İletişim, her zaman her yerdedir
c. Aracılık yapanlar
c. İletişimde amaç çevre üzerinde etkin olmaktır
d. Kanal
d. İletişim anlamların paylaşılmasıdır
e. Geribildirim
e. İletişim değişik katmanlarda gerçekleşir
2. İletişim ile ilgili olarak aşağıdaki ifadelerden
hangisi doğru değildir?
6. “İletişim bir bütündür” düşüncesinden yola
çıkarak,
aşağıdaki
seçeneklerden
hangisi
doğrudur?
a. İletişim, toplumun temelini oluşturan bir
sistemdir
iletişimin
a. %25 kelimeler, %40 ses tonu, %35 beden dili
b. İletişim, örgütsel ve yönetsel yapının karmaşık
ve sorunlu işleyişini sağlayan bir araçtır
b. %25 kelimeler, %40 ses tonu, %35 sözcükler
c. İletişim, bireysel davranışları görüntüleyen ve
etkileyen bir tekniktir
d. %10 kelimeler, %30 ses tonu, %60 beden dili
c. %60 kelimeler, %30 kelimeler, %10 beden dili
e. %10 ses tonu, %30 kelimeler, %60 beden dili
d. İletişim, sosyal süreçler bakımından zorunlu
bir bilimdir
7. “Duyu organlarımızdan beynimize ulaşan
verilerin
örgütlenmesi,
yorumlanması
ve
anlamlandırılmasıdır”
açıklaması
aşağıdaki
kavramlardan hangisini tanımlamaktadır?
e. İletişim, sosyal uyum için gerekli olan bir
sanattır
3. Aşağıdakilerden hangisi iletişimin özellikleri
arasında yer alır?
a. İletişim
b. Psikoloji
a. İletişim insan için gereksizdir
c. Önyargı
b. İnsan iletişim kurma konusunda yetersizdir
d. Endişe
c. İletişim aynen tekrarlanamaz ve tersine
çevrilemez
e. Algı
d. İletişimsiz hayat en rahat hayattır
8. Etkin dinleme ile ilgili olarak aşağıdaki ifa
delerden hangisi doğrudur?
e. İletişimde en önemli unsur kaynaktır
4. Aşağıdakilerden hangisi
öğeleri arasında yer almaz?
beden
a. Dinlemek, bağlantı kurmamaktır
dilinin
b. Dinlemek,
kulağımıza
kelimeleriduymak demektir
a. Jest ve mimikler
b. Ses tonu
c. Dinlemek,
demektir
c. Giyim kuşam kodu
d. Dinlemek, önem vermektir
d. Renklerin dili
e. Dinlemek, karşımızdakinin
ikna olmak demektir
e. Sözcükler
15
karşımızdakini
çarpan
onaylamak
söylediklerine
Kendimizi Sınayalım Yanıt
Anahtarı
9. “Bir insanın, kendisini karşısındaki insanın
yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini
doğru olarak anlaması” ifadesi aşağıdaki
kavramlardan hangisini açıklamaktadır?
1. a Yanıtınız yanlış ise “İletişim Nedir?” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
2. b Yanıtınız yanlış ise “İletişim Nedir?” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
a. Sempati
b. Dinleme
3. c Yanıtınız yanlış ise “İletişim Nedir?” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
c. İletişim
4. e Yanıtınız yanlış ise “İletişim Nedir?” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
d. Psikoloji
e. Empati
5. a Yanıtınız yanlış ise “İletişim Nedir?” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
10. “Bir insanın sahip olduğu duygu ve
düşüncelerin aynısına sahip olmak” ifadesi
aşağıdaki
kavramlardan
hangisini
açıklamaktadır?
6. d Yanıtınız yanlış ise “İletişim Bir Bütündür”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
7. e Yanıtınız yanlış ise “İletişimde Algının
Rolü” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
a. Sempati
b. Dinleme
8. d Yanıtınız yanlış ise “Etkin Dinleme” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
c. İletişim
d. Psikoloji
9. e Yanıtınız yanlış ise “Empati” başlıklı konuyu
yeniden gözden geçiriniz.
e. Empati
10. a Yanıtınız yanlış ise “Empati” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
16
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
Sıra Sizde 1
Sıra Sizde 4
Birçok insan benzer cümlelerle şikayet içindeler.
Evde ya da işyerlerindeki ilişkilerimizde bir
iletişimsizlik yaşandığında da genellikle “insan
ilişkilerinin çok zor olduğundan” ya da
“anlaşmamızın çok zor olduğundan” şikayet
ediyoruz. Eşimizle, çocuğumuzla, ana babamızla
ya da bir arkadaşımızla iletişimsizliğe sebep olan
bir sorun yaşandığında da, genellikle o sorunun
karşımızdaki kişiden kaynaklandığını, iletişimsiz
olanın o olduğunu, beceriksiz olanın o olduğunu,
bizi anlamayanın o olduğunu düşünürken;
kendimizi de sütten çıkmış ak kaşık gibi görerek
en iyi iletişimci olarak nitelendiriyoruz.
Sesin etkili bir biçimde kullanılması, kişinin
kendini ortaya koyuşu ve mesajını iletmesindeki
etkinlik açısından büyük önem taşır. Ortama ve
mesaja uygun bir ses tonu, akıcı bir üslup, açık,
işitilir ve düzgün cümlelerle yapılan bir konuşma,
dinleyende rahatlık uyandıracak ve söylenenleri
etkili
kılacaktır.
Dolayısıyla,
yapılan
açıklamalardaki önemli noktaları dikkate alarak
mesajımızı göndermek, karşımızdaki kişinin bizi
etkili ve doğru anlamasına da olanak
sağlayacaktır.
Sıra Sizde 2
Algı, iletişimden kuvvetle etkilenen bireyin
kendisine özel çevresinin farkına varma hali
olarak
tanımlanmaktadır.
Algı,
duyu
organlarımızdan beynimize ulaşan verilerin
örgütlenmesi,
yorumlanması
ve
anlamlandırılmasıdır. Başka bir deyişle hem
kişinin referans çerçevesi, hem de iletilerin
hedefin alıcı kanallarına uygun olup olmaması
algılamanın temelini oluşturur
Sıra Sizde 5
Birçok iletişimci ve birçok iletişim kitabı,
“iletişim konuşmaktır” tanımını çok basit bir
iletişim tanımı olarak ifade ederler. Halbuki
konuşmak, o kadar da basit bir iletişim tanımı
değildir. Mesela, bir erkek, karşısındaki
konuşmakta olduğu bir kadına, konuşmanın
başında, ortasında ya da sonunda “ama sen bir
kadınsın” dediğini düşünelim. İşte bu basit
konuşma, geçmişten bugüne kadın ile erkek
arasındaki eşitsizliği, adaletsizliği gösteren
toplumun başat kültürünün ne olduğunun da bir
göstergesidir aynı zamanda. Adam konuşmakla
kalmadı, adam karşısındaki bir insana nasıl
baktığını ortaya koydu. Adam konuşmakla
kalmadı, adam kişiliğini ortaya koydu. Diğer bir
deyişle, bizler iletişim kurarken, aslında
kafamızdaki görüş ve düşünceyi iletmenin
öncesinde kendi kişiliğimizi ortaya koyuyoruz.
Ama iletişim sadece konuşmak demek değildir.
Sıra Sizde 6
Algı olmadan düşünce, düşünce olmadan da
iletişim sağlamak mümkün olamaz. Kısaca,
insanın duygularını isteklerini ve düşüncelerini
anlatmak ve aktarmak için kullandığı iletişim
(sistemleri) düşüncenin maddi aracıdırlar. İnsan
çevresiyle etkileşime girdikçe belli bir bilinç
kazanır. Bu bilinci sayesinde de toplum
içerisindeki varlığını etkin kılar ve kendi
yaşamını kolaylaştırmanın yollarını bulur.
İletişim, anlamak, anlaşmak, çatışmak üzerine
yani karşılıklı bir etkileşim üzerine kuruludur. Bu
etkileşimi ve bilgi alışverişini insanların algı
düzeyine göre tasarlar ve sonra hedef kitlemize
uygun kanallar vasıtasıyla göndeririz.
Sıra Sizde 3
İletişim, iki tarafında aktif olduğu bir alışveriştir.
İletişimde mesajlar sözlü ve sözsüz olarak iletilir.
Bu mesajları ne şekilde aldığımız, algılarımız
tarafından belirlenir. İletişim kişiye değil, kişiyle
yapılır. İletişim, her zaman her yerdedir.
İletişimde amaç çevre üzerinde etkin olmaktır.
İletişim anlamların paylaşılmasıdır. İletişim
değişik katmanlarda gerçekleşir
Sıra Sizde 7
Anlamak, üç unsurun başarılı bir biçimde bir
arada tutulabilmesine bağlıdır. Bunlardan
birincisi, niyet, ikincisi bilgi ve üçüncüsü de
gayrettir. Diğer bir deyişle, anlamak, niyet, bilgi
ve gayret gerektirir. Once karşımızdakini anlama
niyeti taşımalı, eğer bir çatışma varsa, bunu
çözmek için gereken yöntemleri bilmeli, nihayet
bunun için gereken gayreti göstermeliyiz. Etkili
bir anlama süreci için bu üç unsur da tek başına
işe
yaramaz.
Bunları
birlikte
hayata
geçirebilmemiz noktasında ise iyi bir dinleme
gerçekleştirmeliyiz.
17
Sıra Sizde 8
Yararlanılan Kaynaklar
İyi bir dinleyici, konuşmacının sadece
söylediklerine değil, beden diline de dikkat eden
dinleyicidir. Etkin dinleme, alıcı açısından
iletişimdeki gürültüye düşük oranda maruz kalma
ve mesajı tam ve doğru algılama becerisidir.
Etkin dinleyiciler, dinlediği kadar, anladığını
kaynağa geri bildiren davranışlar sergilerler. Bu
sayede iletişim daha verimli bir hal almaktadır.
ERDOĞAN, İ. (2002). İletişimi Anlamak.
Ankara: Erk Yayınları.
http://www.enoctaakademi.com/
http://www.randevual.com/makaleler/empatikiletisim-ve-psikolojik-destek-_323.aspx
OSKAY, Ü. (1999). İletişimin ABC’si. İkinci
Basım. İstanbul: Der Yayınları.
Sıra Sizde 9
TUTAR, H. ve M. K. Yılmaz. (2003). Genel
İletişim Kavramlar ve Modeller. 4. Baskı.
Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
Sempati empatiden farklıdır. Birçok kimse
karşısındakine empati gösterdiğini zannetmekte,
gerçekte ona sempati duymaktadır. Sempati
duymak,
karşımızdakinin
duygu
ve
düşüncelerinin aynısına sahip olmak anlamına
gelir. Sempati duyguduğumuz kişi ile birlikte
üzülür ya da seviniriz. Empati kurduğumuzda ise,
karşımızdakinin duygu ve düşüncelerini anlamak
esastır. Empati, aynı duygu ve düşüncelere sahip
olmayı gerektirmez.
USLUATA,
A.
(1995).
İletişim,
Üniversitesi. İletişim Yayınları.
YÜKSEL, H. (1994). Bireylerarası İletişime
Giriş. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları
ZILLIOĞLU, M. (1992:. İletişime Giriş.
Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.
18
Cep
2
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Kızgınlık kavramını açıklayabilecek,
Neden ve nasıl kızarız ile ilgili verileri sıralayabilecek,
Kızgınlığı sağlıklı bir biçimde dışa vurmayla ilgili unsurları ifade edebilecek,
İletişimde “Ben” dili ve “Sen” diliyle konuşmanın etkilerini tartışabilecek,
İletişimde olumlu ilgi göstermenin önemini açıklayabilecek
bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.
Anahtar Kavramlar
Öfke
Olumlu İlgi
Ben Dili
İlgisizlik
Sen Dili
İçindekiler
Giriş
Bireylerarası İletişimde Anlatabilme
Kızgınlık
“Ben” Mesajı, “Sen” Mesajı
Olumlu İlgi
20
Etkili İletişim ve Doğru
Anlatma
GİRİŞ
Güne başladığımız andan itibaren kendimizle olan iletişimimiz de başlamış olur. Gün içinde yaşadığımız
her şey bir iletişim ağı çerçevesinde gerçekleşir. Kendi kendimize ilettiğimiz mesajların yanı sıra
çevremizde de birçok grupla mesaj alışverişinde bulunuruz. Sabah uyandığımız andan itibaren kendimizle
olan iletişimimiz başlar. Ne yiyeceğimize, ne giyeceğimize ve nereye gideceğimize karar veririz. Okul
yaşamında öğretmenlerle ya da arkadaşlarımızla iletişim kurarız. Kendimizi ve dış çevremizi anlama
çabası içine gireriz. İş yaşamımızda o günlük gereken işleri yapar ve bunu yaparken de yine iş
arkadaşlarımızla ya da yöneticimizle iletişim halinde oluruz.
İçinde bulunduğumuz toplumla olan ilişkimizde hem karşımızdakileri hem de kendimizi daha iyi tanır
ve tanımlarız iletişim sayesinde. Aynı zamanda içinde yaşadığımız çağın bize sunduğu kitle iletişim
araçları ile de iletişimi gerçekleştirmiş oluruz. Günlük gazete okurken, arkadaşlarımıza, ailemize
ulaşırken, medyada gündemi takip ederken kitle iletişim araçları sayesinde yine mesaj alışverişinde
bulunur, çevremizi anlamak isteriz. İletişim yoluyla başka insanlarla, toplumla, kültürle etkileşir, ilişkileri
yerli yerine kurarız.
İçinde bulunduğumuz çevre ile başarılı bir iletişim kurmak, iletişimi doğru bir şekilde gerçekleştirmek
de hepimizin isteğidir. Başarılı iletişimin temelini de karşılıklı anlaşabilmek oluşturur. Karşılıklı
anlaşabilmeyi gerçekleştirdiğimiz sürece doğru iletişimi de sağlamış oluruz. Bunu yaparken de dikkat
edilmesi gereken noktalar vardır. Karşılıklı anlaşabilmek için “anlamak” ve “anlatmak” oldukça önemli
olan en temel kavramlardır. Kişilerarası iletişimi doğru bir biçimde sağlamak için karşımızdakinin
mesajını anlamak önemlidir. Aynı zamanda da karşı tarafa mesajı doğru bir biçimde aktarmak için doğru
ifadelerle anlatmak sağlıklı iletişim için şarttır. Etkili iletişimin ilk adımı anlamak, ikincisi anlatmaktır.
Anlaşmak için kişi önce kendini, sonra karşısındaki kişiyi anlamalı; sonra da duygu ve düşüncelerini ona
anlatabilmelidir.
Bu çalışmada başarılı bir iletişim kurabilmenin yolu araştırılacak ve anlatabilmek kavramı
incelenecektir. Doğru zamanda doğru ifadeler kullanma ve anlatmanın nasıl gerçekleştiği etkin iletişim
kurmadaki önemi vurgulanacaktır. Etkin iletişim kurmada, doğru zamanda doğru ifadelerin kullanılması
ve anlatabilme kavramının nasıl gerçekleştiği üzerinde durulacaktır.
BİREYLERARASI İLETİŞİMDE ANLATABİLME
Birey öncelikle kendisi için etkin iletişimi gerçekleştirmelidir. Kendisi için bunu ne kadar başarırsa
çevresi içinde etkinliği sağlamış olur. Kendi düşünce ve davranışlarında etkili iletişim kurmayı başardığı
sürece, çevresini anlamayı kendine ilke edinir ve kendisini de doğru ifadelerle anlatmayı başarır.
Bireylerin iletişim becerilerine sahip olmaları aile içi ilişkilerinde, eşiyle olan ilişkilerinde, öğretmenöğrenci ilişkilerinde, işyerindeki çalışma arkadaşları, astları ve üstleri ile olan ilişkilerinde, sağlıklı ve
uzun süreli ilişkilerin geliştirilmesine ve sürdürülmesine olanak sağlar. Anlamlı ilişkileri kuran bireyler,
kendilerini daha mutlu hisseder. Kendisini mutlu hisseden bireylerin verimleri de yüksek olacağından,
çevrelerine ve topluma katkıları üst düzeyde olur (Şahin, 2010: 36).
İletişim becerisi Şahin’e göre; saygıyı ve empatiyi temel alarak, etkin dinleyebilme, somut konuşarak
uygun bir biçimde kendini açabilme, duygu ve düşünceleri karşıdaki kişiye maske takmadan ben dili ile
21
iletebilme, ‘ben’ savaşımı vermeden, başkalarını küçük görmeden kendi haklarını koruyabilme, sözel
mesajlarla sözel olmayan mesajları uyumlu olarak kullanabilme biçiminde bireyin karşısındaki kişilerle
doyum verici ilişkiler kurabilmesini sağlayan, başkalarından olumlu tepkileri getiren ve bireyin toplum
içinde yaşamasını kolaylaştıran öğrenilmiş davranışlar olarak tanımlanabilir.
Bu tanımdan hareketle diyebiliriz ki, bireyin etkili bir iletişim kurabilmesi ve aynı zamanda da
iletişim becerisini geliştirebilmesi için, bireyin önce kendisine ve ardından iletişim halinde olduğu
çevresine saygı duyması gerekir. İletişim kurduğu bireyi iyi anlaması için etkin dinlemeyi
gerçekleştirmelidir. Etkin dinlemeyi gerçekleştirmesi, karşısındaki bireyi daha iyi anlamasını sağlar.
Kendini doğru biçimde anlatması için de somut konuşması kaçınılmazdır. Konuşmalarında “ben dilini”
kullanması iletişimi etkin ve yerinde kılacaktır.
Sizce iletişim becerisi nasıl tanımlanabilir?
Kişilerarası iletişimde anlatabilmenin önemi büyüktür ve karşılıklı iletişim esnasında etkin düzeyde
anlatma ilişkinin boyutunu belirler. Kişi genellikle inançları, değerleri, istekleri, davranışları, yetenekleri,
özellikleri hakkında açıklamalar ya da tanımlamalar yapmaktadır. Bir anlamda, anlatma kişinin diğer
kişilerle kurduğu iletişimden kendi hakkında bilgi edindiği bir iletişim sürecidir. Anlatma, bir iletişim
biçimidir. Kişilerin açıktan açığa sözel ifadeleri ile, bilinçsiz olarak ya da düşünmeden gerçekleştirdikleri
hareketler ile, kendileri hakkında bilgi iletmesidir. Ayrıca anlatma, bir bilgidir. Kişinin alıcıya kendisi
hakkında bilmediği bir bilgiyi iletmesidir. Diğer bir kişi için bu oldukça yenidir. Kişi anlatma sayesinde
kendisi hakkında bilgi verir. Kişinin kendisine ait olan düşünceleri, duyguları ve davranışları hakkında
bilgiye sahip olmasıdır (Gürüz ve Eğinli, 2010: 14).
Bireylerarası iletişimde anlatmanın yeri ve önemi nedir?
Kişilerarası ilişkiler, birbirlerinde anlam bulan ve ilişkileri kişisel olmayandan kişisel olana doğru
ilerleme eğiliminde olan bireyler arasında gelişen ve sürekli değişen etkileşimsel bir paylaşımdır.
Kişilerarası ilişkilerin başlaması, gelişmesi, sürdürülmesi ve sona ermesinde kişilerarası iletişim, anahtar
bir rol oynamaktadır (Siyez, 2010, 70).
Kişi karşısındaki bireyle ilişki halinde bulunarak iletişimini gerçekleştirir. Bunu yaparken de birbirleri
arasındaki iletişimin etkinliğini ön planda tutmalıdır. İletişimi sağlıklı, doğru bir biçimde gerçekleştirmek,
hedefe ulaşmak için olmazsa olmazdır. En az iki kişiyle gerçekleştirilen kişilerarası iletişimde hedef ve
kaynak insandır.
Etkili iletişimi sağlamanın önemli gereksinimlerinden birinin de “saygı duymak” olduğundan
bahsetmiştik. Kişinin en başta kendisine saygı duyması gereklidir ki başkalarına da saygı duyabilmelidir.
Bu sağlıklı ve mutlu bir iletişim için şarttır ve karşıdaki bireye değer vermeyi öğretir. Şahin, bireyin
kendisine saygı duyması sonucunda, olumlu ve olumsuz özelliklerini daha iyi görebilmesini, daha az
savunucu olmasını ve diğer insanların daha kolay kabul edilmesini sağladığını vurgular.
Bir diğer önemli nokta da karşımızdaki bireyi anlayabilmek, onun dünyasına, yargılamadan onun
açısından bakabilmektir. Bireyi etkin bir biçimde dinlemek ve olaya onun açısından bakmak, bireyi
anlamak etkili iletişimin ilk adımını oluşturur. Etkin dinlemenin ardından konuyla ilgili fikirlere somut
konuşmalarla yer vermek bireyi dinlemek kadar önemlidir. Tek önemli olan şey dinlemek değil, bunun
yanında karşılığında yine doğru ifadelerle fikirleri sunmaktır.
Şahin, somut konuşma üzerine; kişilerarası ilişkilerde bireyin, etkin dinleme davranışını gösterdikten
sonra konuyla ilgili duygu, düşünce ve isteklerini ifade edebilmenin, ilişkiyi zenginleştirebilmenin
önemini vurgulamıştır. Aynı zamanda karşıdaki kişi ile konuşurken genel ifadelerden kaçınıp belirgin
ifadeler kullanmanın, ifadelerin doğru anlaşılması için açık ve net konuşmanın gerekliliğini önemli kılar.
22
Bireyin kendisini iletişim kurduğu kişiye ya da dış çevreye sağlıklı anlatabilmesi etkin iletişimin
kazanılmasının göstergesidir. Bu noktada anlatmak ya da anlatabilme kavramı oldukça önemlidir. Sağlıklı
iletişimin temel taşlarındandır. Bireye karşı düşünceler, duygular ifade edilirken önemli olan ne
anlatıldığı değil, nasıl anlatıldığıdır. Bu yüzden bireyle olan iletişim esnasında kurulan cümleler, seçilen
kelimelerin önemli olmasının yanı sıra, ifade anındaki duruş ve mimikler de bir o kadar iletişimin doğru
biçimde sağlanmasına katkı sunar.
Kişilerarası ilişkilerde bazı insanlar duygularını değil, düşündüklerini söylerler. Bazı insanlar ise
duygularını açıklayamazlar. Oysa yaşanan duyguların açıklanması kişilerarası ilişkilerde oldukça
önemlidir. Birey, kendi duygularını açarak kendisi ile ilgili farkındalık düzeyini arttırırken, karşısındaki
kişi tarafından duygularının anlaşılmasına olanak sağlar (Şahin, 2010: 49).
Duyguları açıklarken birey kendi duygularından bahsediyorsa bunu ben dili ile ifade eder. Bu sayede
bireyin duygusunu açıklarkenki hissini de anlatması kolaylaşır. Ayrıca, kişilerarası iletişimde bireyin
karşısındakinden duyduğu bir rahatsızlığı dile getirdiği zaman da “ben dilini” kullanması iletişimin etkin
olmasını kılar. Şöyle ki, birey rahatsız olduğu bir konuda sen dilini kullanarak; “Sen ne kadar çok
bağırıyorsun!” yerine, ben dilini kullanarak; “Bağırdığın zaman üzülüyorum ve bana değer vermediğini
düşünüyorum” cümlesiyle karşı tarafı suçlamadan düşüncelerini iletmesi önemlidir. Şahin (2010: 49)’ a
göre “ben dili”, bireyin karşısındaki kişiyi suçlamadan, küçültmeden, bir konuya ilişkin, duygu ve
düşüncelerini iletmesidir. Sağlıklı iletişim kurabilmek için, duygu düşüncelerimizi açık ve ifade etmek
önemlidir ve bu duygu ve düşünceleri anlatırken ben dilini kullanmak etkin iletişimin temelidir. “Ben”
dili ile ilgili açıklamalara bu ünitenin ilerleyen başlıklarında detaylı bir biçimde değinilecektir.
Kişilerarası ilişkilerin sağlıklı bir şekilde yürütebilmesinde önemli olan faktörlerden biri de kendini
açma davranışıdır. Kişilerarası ilişkilerde bireylerin kendilerini daha çok tanıyıp anlayabilmelerine de
önemli katkıları olan kendini açma davranışı, aynı zamanda, bu ilişkilerin daha rahat kurulabilmesi, daha
çabuk geliştirilebilmesi ve daha güvenli sürdürülebilmesinde de önemli bir rol oynar (Çetinkaya, 2010:
10).
Paylaşma duygusu, hayatın her alanında kendini gösteren bir ihtiyaçtır. Kişiler hissettiği duyguları,
yaşadığı olayları başka bireylerle paylaşmak ister. Yaşanılan sevinçlerin, hüzünlerin, pişmanlıkların,
mutlulukların paylaşımı da elbette iletişim kurulan herkesle gerçekleştirilmez. Birey kendine özel duygu
ve düşünceleri yakın çevresine, günlük sıradan yaşadığı olayları da bulunduğu mekândaki çevresine
paylaşmayı tercih eder.
Çetinkaya (2010: 153)’nın da çalışmasında bahsettiği üzere, kendini açma davranışı, kişilerarası
ilişkilerin açıklığı, gelişimi ve sürdürülebilirliği açısından en önemli faktörlerden biridir. Bir kavram
olarak kendini açma bilimsel olarak ilk kez Sydney M. Jourard tarafından ele alınmıştır. Jourard’ a (1958)
göre, kendini açma davranışı kişinin düşündüklerinin, hissettiklerinin ve isteklerinin dolaysız bir şekilde
iletilmesi, bireyin kendini karşısındakine tanıtması yönünde atılmış en etkili adımdır. Ayrıca Çetinkaya
(2010: 168) bu konu üzerine bir makalesinde, insanın sosyal ve kültürel bir varlık olmasının yanında
psikolojik bir varlık olma gibi çok önemli bir özelliğinin olduğunu vurgular. İnsanların psikolojik açıdan
ne kadar güçlü olursa olsun zaman zaman sorunlarını veya kendi yaşamlarıyla ilgili konuları başkalarıyla
paylaşma ihtiyacı duyduklarını dile getirir.
Birey ne paylaşacağına nerede ve kiminle paylaşacağına kendisi karar verir. Elbette birey bu
paylaşımı her ortamda gerçekleştiremez. Bunun için doğru zaman ve mekânı iyi seçmelidir. Örneğin, iş
arkadaşlarının olduğu bir mekânda, kişi ailesiyle yaşadığı bir problemi anlatırken dikkatli olmalıdır. Bir
sorunu paylaşırken, başka kişileri de rencide etmekten uzak durmalıdır. Aksi takdirde bu durum, hem
problem için bahsedilen kişi için hem de olayı anlatan insan hakkındaki düşünceleri değiştirebilir. Doğru
zaman ve mekânda doğru ifadelerle anlatmayı başarabilmelidir birey.
Birey anlatabilme sayesinde, duygu ve düşüncelerini ifade etme özgürlüğüne erişmiş olur. Ama şu da
önemlidir ki başkalarının özgürlüğünü kısıtlamadığı sürece kendisi bu özgürlüğü gerçekleştirmelidir.
Çetinkaya (2010: 166)’ya göre, birey kendini açarak, kendi inanç ve görüşleri hakkında konuşurken,
kendi durumunu açıklıkla kavrayabilmesini, inana ve görüşlerine ilişkin duygu ve düşüncelerini fark
edebilmesini sağlar. Kendini açma sürecinde bireyin sosyal onay görüp görmemesi ve diğer insanlardan
23
olumlu-olumsuz geri bildirimler alması kendi ben kavramını daha doğru saptamasını veya değiştirmesini
sağlar. Ayrıca kendini açma yakın bir ilişkinin şekillenmesinde önemli bir araçtır. Kişisel bilgiler
bireylerin kendilerini açmasıyla paylaşıldıkça ilişkilerin gelişmesi sağlanır. Uygun kendini açma sosyal
kontrol yoluyla bireylerin gizli ve özel yönlerinin paylaşılmasına kriterler getirerek gizliliğin ve özelliğin
korunmasını, başkalarına aktarılan kişisel bilgilerin riskinin azalmasını sağlar.
KIZGINLIK
Kızgınlık her canlının tehdit karşısında gösterdiği doğal bir tepkidir. Diğer tüm duygular gibi, kızgınlık
da organizmada bazı fizyolojik değişikliklere yol açar; kalbin daha hızlı çarpmasına, kan basıncının
yükselmesine, enerji veren hormonların salgılanmasına sebep olur. Kızgınlık, genellikle saldırgan duygu
ve davranışlara yol açarak gerektiğinde savaşmamızı ve kendimizi savunmamızı sağlar
(http://www.enoctaakademi.com/).
Kızgınlık kavramı da diğer büyün duygular gibi iletişim açısından olumsuz bir etki yaratır. Burada
önemli olan duygu kontrolünü doğru bir şekilde sağlamak ve kızgınlığın bir iletişim engeli olmasının
önüne geçmektir. Etkili bir iletişimi sağlayabilmenin en önemli yolu da duygu kontrolüdür.
Karşılaştığımız olumsuz olaylar, beklenmedik bir durum, hayal kırıklığı gibi etmenler kızgınlığa sebep
olur. Birçok noktada da bireyler kızgınlığı bastırmayı tercih ederler. Kızgınlığı bastırmanın doğru bir
davranış olup olmaması da tartışmalı bir konudur.
Kızgınlık nedir?
Kızgınlığı bastırarak ya da sağlıksız yöntemlerle dışa vurarak, bizi kızdıran kişiyi ya da durumu
değiştirmemiz mümkün değildir. Bu yöntemler ancak ilişkiyi zedeler, kızgınlığın bize ve çevremize olan
yıkıcı ve yıpratıcı etkisini artırır. Kızgınlığı kontrol ederek, bizi kızdıran kişiyi ya da durumu
değiştirebilir, iletişimi daha sağlıklı hale getirebiliriz (http://www.enoctaakademi.com/).
Kızgınlığın neden ya da kimden kaynaklandığını irdeleyerek, doğru zamanda ve mekânda doğru
kişiyle bu duygumuzu paylaşarak kızgınlığın üstesinden gelebiliriz. Bu duygumuzu doğru tanımladığımız
ve uyguladığımız takdirde, karşı bireyle olan ilişkimiz zedelenmez ve iletişim engeline takılmadan etkin
bir şekilde iletişimi sağlayabiliriz.
Hakkımız olanı alamadığımız ya da önem verdiğimiz bir insan beklentilerimiz doğrultusunda
davranmadığında yaşanan duygu kızgınlıktır. Böyle bir duygunun salt o olaya ilişkin olarak yaşanması
insan doğasının gereğidir. Ancak, bu gibi olaylar ‘’yaşam boyu insanlar zaten hep beni engelledi!’’ ya da
‘’insanlar zaten bencildir!’’ biçiminde yaşanıyorsa o zaman durum farklıdır ve bu tür genellemelerin
gerisinde kişinin geçmişinden getire geldiği kızgınlıkların birikimi bulunur. İnsanlar vardır araba sürerken
kırmızı trafik ışığıyla karşılaştıklarında ya da fazla kalabalık bir caddede yürürken de kızarlar. Bu gibi
duygular zaten öfkeli bir insanın öfkesine gerekçe araması sonucu yaşanır.
Çocukluk yaşantılarında özerk bir varlık olmaktan engellenen kişiler bu durumun yarattığı düşmanca
eğilimleri çeşitli tepki biçimleriyle yaşarlar. Kimi insan daha önce ayrıntılarıyla açıklandığı gibi sevgiyi
yitirme kaygısıyla kızgınlıklarını sürekli bilinçaltına itme alışkanlığı geliştirir, ama bundan ötürü
insanlarla birlikteyken nedenini bilmediği bir tedirginlik yaşar. Düşmanca duyguların bilinçaltında
yoğunlaştığı bazı durumlarda ise kişi, bu duyguları denetim altında bulundurabilmek için tam karşıtı
tutumlar geliştirerek insanlara karşı aşırı sevecen davranışlar geliştirir. Aslında bu mekanizme bilinç
dışında geliştirildiğinden, kendisi de insanları gerçekten sevdiğine inanır. Gerçek benliğine o denli
yabancılaşmıştır. Eğer bir insan, abartılmış bazı davranışlar gösteriyorsa gerçekte o davranışın tam karşıtı
duygular yaşamakta olduğunu da düşünmek gerekir.
Bir insan diğer insanları nedenli çok sevdiğinden sürekli söz ediyorsa, bunu neden ilan etme gereğini
duyduğu sorusu da akla gelir. Çünkü insanları gerçekten seven biri, bunu sürekli dile getirme gereği
duymaz, sevgisini yaşantıya çevirir.
24
İnsan kızgın olduğu için diğer insanlardan korkar, insanlardan korktuğu için de onlara kızar. Kızgın
insan, ‘’Nasıl olsa beni engelleyecekler ya da reddedecekler!’’ beklentisi içinde öyle davranışlarda
bulunur ki, çoğu kez gerçekten de engellenir. Bu kez, ‘’İstenmediğimi zaten biliyordum!’’ biçiminde
yaşanan bu duygu kızgınlığı daha da pekiştirir ve böylece bir kısır döngü oluşur. Düşmanca duygular
taşıyan bir insan, bilinçli düzeyde insanlar tarafından kabul edilmeyi isterken, bilinçaltında bunun
gerçekleşmemesini ister. İlk bakışta bu çelişki yadırganabilir. Ama düşmanca duygular taşıyan bir insan
gerçekten kabul edildiğini fark ettiğinde, ’İstenmediğimi zaten biliyordum!’’ senaryosu da geçerliliğini
yitirdiğinden, düşmanca duygularıyla yüzleşmek zorunda kalır ve bu kez suçluluk duyguları yaşar. Bunu
yaşamamak içinde kabul edildiği duyguları bozmaya ve kendi senaryosunu gerçekleştirmeye çalışır. Bu
mekanizma bilinçdışında işlendiğinden, ortaya çıkan durumları aslında kendisinin yarattığını fark
edemez.
Kıyasıya dövüşmekte olan iki kişi, çevredekilerin araya girmesiyle birbirinden ayrıldığında, bazen bu
kişilerden birinin engellenen kızgınlığını kendi üzerine yönelterek başını ya da göğsünü yumrukladığı
görülür. Kızgınlığın dıştaki insanlara yöneltilmediği bazı durumlarda, dıştaki insanlar kişinin kendi
benliğine mal edilir ve duygular dışa vurulacağı yerde, insanın kendi üzerine çevrilebilir. Dıştaki
insanların kişinin benliğine alınması olgusu, onun aşırı bağımlılığını doğal bir sonucudur. Engellenmenin
yarattığı kızgınlık, engelleyen kişiye yöneltilemediğinde küskünlük duygusuna dönüşür. Bazı intihar
olgularında da benzer bir mekanizma işler. Sevgisini esirgeyen, engelleyen ya da terk eden kişiye
kızgınlık öylesine yoğundur ki, bu onu yok etme isteğine dönüşür. Genellikle bilinçdışında yaşanan bu
isteği gerçekleştirmek için, dolaylı bir yol seçilir; kişi öfke duyduğu insanı önce benliğine mal eder, sonra
içindeki insanı yok etmek amacıyla kendi canına kıyar. Bazı durumlarda öfke duyulan, belirli bir kişi
değil, kişinin çevresi ya da tüm insanlıktır. Dünyada umduğunu bulamadığı sonucuna ulaşan kişi, kendini
ortadan kaldırmakla dünyayı cezalandırdığına inanır. Ancak belirtmek gerekir ki burada açıklanan
mekanizma intihar olgusunun oldukça karmaşık yapısının yalnızca bir boyutunu oluşturur.
Kimi insan sürekli olarak diğer insanları “iğneleyerek” kızgınlık boşaltır. Bu, mizah, şaka, sitem,
kinaye, vb. dolaylı yollarla olduğu gibi, bazen de doğrudan ve acıtmak istercesine söylenen sözlerle
gerçekleştirilir. Böyle durumlarda kişi sık sık ama küçük oranlarda gerilim boşaltmakta olduğundan
davranışlarının diğer insanlar üzerinde oluşturduğu etkiyi algılamayabilir. Hatta onlardan gelen karşıt
tepkileri bazen şaşkınlıkla karşılar, bazen de kendisine yönelik düşmanca yönelik davranışlar olarak
değerlendirir ve bu tür davranışlara kendisinin neden olduğunu göremez.
Kızgınlık durumları evrenseldir. Çünkü çoğu insan, bu duyların başkalarında da olduğunu
gözlemlemiş ya da bu tür duyguların varlığının doğal olduğunu mantıksal olarak da kabul etmiş olsa,
kendine ait duygularında suçluluğundan kurtulamadığı için başkalarına tanıdığı hakkı kendisine
tanıyamaz. Özellikle, düşmanca eğilimleriyle yüzleşmemek için kurduğu savunma sistemi çok katı ise!
Dolayısıyla, bir insanın yaşamakta olduğu kısır döngülerden kurtulabilmesi için, belirli bazı çözüm
önerileri de söz konusu olmaz. Çünkü her insan kendi benliğiyle yüzleşmeyi göze alabildiği ve değişmeyi
istediği oranda değişebilir. Böyle bir değişim sürecini başlatabilmek için insanın davranış alanını daraltan
katı savunma sistemlerini görebilmesi gerekir.
Neden Kızarız?
İnsanlar beklenmedik, istenmeyen durumlarla karşılaştıklarında Freud’un boşaltım sistemine
benzettiği kızgınlık olgusu devreye girer. Kızgınlık aslında belli bir alt yapısı olan bir süreçtir. Neden
kızarız? sorusunun cevabı çoğu zaman ‘hak etmediğimiz bir durumla karşılaşmaktır’ aslında kızgınlığın
nedenleri çocukluk hatta bebeklik dönemine kadar uzanmaktadır. Çeşitli nedenlerle engellenen birey bir
yerde boşalım sağlama ihtiyacı hisseder. Bunu kimi zaman hiç olmayacak bir yerde sergilerken; kimi
zamanda aşırı bir boşalım şeklinde (fiziki müdahale) gösterebilir. Önemli olan ise bu defans sistemini en
iyi şekilde konrtol etmektir.
25
Neden ve Nasıl Kızarız?
Kızgınlık içerisinde karmaşık hisler barındırmaktadır. Kızgınlık; sinirlenmemize, hiddetlenmemize,
öfkelenmemize, engellenmiş ve hatta incinmiş hissetmemize neden olan farklı tepkilerden meydana
gelmektedir.
Kızgınlığa yönelik tepkilerimizi; vücudumuzla, davranışlarımızla ve düşünce süreçlerimizle veririz.
Kızgın hissetmemize neden olan olaylar, tek başlarına duygusal bir değer taşımazlar; burada önemli olan
nokta, fizyolojik uyarımlar sebep olan bu olayları bizim değerlendirme biçimimizdir. Belli bir şekilde
tepki vermemize sebep olan şey: bizi kışkırtan olaya bakış tarzımızdır. Kızgınlığa sebep olan olaylar,
muhakkak olumsuz olmak zorunda değildir. Her birimizin hayatımızda karşılaştığımız çeşitli olaylara
neden farklı tepkiler verdiğimizi açıklayan pek çok sebep mevcuttur.
Neden belli bir şekilde tepki verdiğimizi anlamak önemlidir, ancak daha önemlisi, tepkilerimizi
(kızgınlığımızı) kontrol altına almaktır. Aşağıda, kızgınlık oluştuğunda ortaya çıkan tipik olaylar dizisi
sıralanmıştır.
•
Kızgınlık bir olay ya da kışkırtılma sonucu tetiklenir.
•
Kızgınlık düşünceleri geliştirir.
•
Bunu izleyen davranışlar, kızgınlık düşünceleri üzerine temellenir.
•
Kızgınlık beslenir ve artar. Kızgınlık duygusu eğer kontrol edilemezse şiddetlenir ve yapıcı
eylemlerle kontrol edilmesi giderek güçleşir.
•
Kontrol altına alınamayan kızgınlık, uzun süren, şiddetli, acı verici ve tahrip edici bir dizi öfkeli
düşünce ve eylemleri başlatır.
Gerçekte ise kızgınlığı devam ettiren kendi düşünce süreçlerimiz ve eylemlerimizdir; bir olay ya da
birisinin söylediği veya yaptığı bir şey değildir. “Bu şekilde hissetmeme sebep oluyorsun” demek, kendi
kendine yenilmektir. Eğer kendi hislerinizle ilgili olarak başkalarını suçlamaya devam ederseniz
kendinizi, davranış biçiminizi değiştirme şansından mahrum bırakacaksınız demektir. Kızgınlığınızı
kendinizin yarattığını kabul etmek kışkırtılma ile çok daha yapıcı bir şekilde başa çıkma olasılığını
beraberinde getirecektir. Duygularınıza ilişkin tam sorumluluk üstlendiğinizde davranışlarınızı yeni ve
önceden tahmin edilebilir bir şekle doğru yönlendirebilirsiniz. Böylelikle kızgınlığa ilişkin uyarımı ve
davranışı, daha üretken eylemlere dönüştürmeyi başaracaksınız.
Bilişsel terapistler, olumsuz düşünmenin gerçekten de kızgın ve olumsuz hissetmemize neden
olduğunu ileri süren teori üzerinde çalışmaktadırlar. Bizi kışkırtan olaylara daha olumlu ve gerçekçi bir
bakış açısıyla yaklaşmayı başarabildiğimizde, kendimizi hayatımız üzerinde daha fazla kontrol sahibi ve
mutlu hissedebiliriz.
Kızgınlık çoğunlukla, bir haksızlığa uğradığınıza inandığınızda, birisi kendi çıkarı için sizden
faydalandığında ya da sizin için önemli bir şeyi kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığınızda ortaya
çıkmaktadır. Bu duygular, sağlıksız ve tahrip edici bir şekilde sürebilir.
Zihninizdeki bu durumdan kurtulmanın tek yolu, düşünceleriniz ve duygularınız arasındaki
bağlantının farkına varmanızdır.
Zaman zaman herkes bir şeylere kızabilir. Bazen birisinin şöyle dediğini duyarsınız: “Ben asla
kızmam.” Bu kişilerin gerçekte söylediği, ya kızgınlık hislerini hiç fark edemiyor oldukları ya da
kızgınlıklarını gizliyor olduklarıdır.
Kızgın olmak ille de hiddet göstermek anlamına gelmemektedir. Yaşadığımız kızgınlık çoğu kez
şiddet öğesi içermez, hatta kontrolümüzün dışına bile çıkmaz. Kızgınlık; basit bir irkilme, sıkıntı hissi ya
da günlük problemlere verdiğimiz tepki olarak kendini gösterebilir. Bununla birlikte, kızgınlığın
ilişkilerimize ve sağlığımıza zarar verdiği hatırlanmalıdır.
Çoğunlukla insanların davranışlarını, nasıl davranılması ve nasıl davranılmaması gerektiğine ilişkin
bireysel kurallarımız doğrultusunda yargılarız. Çok içimizde bir yerlerde, bizim kurallarımıza
26
uymayanları “yanlış yapıyor” diye damgalarız. Ancak başkalarının yanlış yapıyor diye damgalarız. Ancak
başkalarının yanlış yaptığına inandığımızda çok doğal olarak kızgınlık hissederiz. Çoğunlukla da, farklı
değer ve ihtiyaçlara sahip birine kendi değer ve ihtiyaçlarımızı empoze ederiz.
İnsanlar arasındaki kızgınlık çoğu zaman, her birinin zihinlerinde farklı bir manzaranın yer almasıdır.
Kızgınlıkla baş etmede öğrenilmesi gereken önemli noktalardan biri de, ateş çıktığında bunu
söndürebilmek için ne yapılması gerektiğidir. Kızgınlığı değerlendirmede ne denli doğru ve bilinçli
davranabilirsek, durumu kontrol altına da almak o denli kolay hale gelecektir. Bunun yanında olumsuz
düşünceler olumsuz davranışı doğurmaktadır (Luhn, 2004).
Peki bizler neden kızarız? Bizden ya da dışarıdan ve karşımızdaki kişinin tutumundan kaynaklanan
durum ve olaylar kızgınlığa yol açar. Yapılan çalışmalar, insanoğlunun genel olarak 2 nedenden dolayı
kızdığını ortaya koymakadır. Bunlar;
•
Bize göre doğru, bize göre adil veya bize göre dürüst olmayan durumlarla karşılaştığımızda
bizler kızarız. Diğer bir deyişle, ortadaki bir olay veya duruma bizim gibi bakmayan insanlarla
karşılaştığımızda bizler onlara kızarız. Çünkü bir olay veya durumla ilgili olarak herkesin algısı
ve değerlendirmesi farklıdır. Algımız ve değerlendirmelerimiz de farklı olduğuna göre, evde ya
da işyerindeki karşımızdaki kişinin de bizim gibi algılamasını, düşünmesini ve davranmasını
beklemek bizde kızgınlığın oluşmasına neden olur.
•
Kızmamıza neden olan diğer bir unsur da beklentilerimizdir. Bizim özel hayatımızdaki ve iş
hayatımızdaki kişilerden beklentilerimiz vardır. Bizler, bu beklentilerimiz karşılanmadığında ya
da gerçekleşmediğinde kızarız. Bu sebeple, kendimizden ya da başkalarından beklediklerimizi
gerçekçi temellere dayandırmalıyız.
Öfke duygusuna en sık yol açan nedenlerden birisi hedefe yönelik davranışlarımızın engellenmesidir.
Burada “hedefe yönelik” kavramı oldukça geniş kapsamlı olarak kullanılmakta; örneğin bitirmeyi
amaçladığımız bir işi yarıda bırakmaya zorlanma kadar hakarete uğramada bir engelleme olarak
görülmektedir. Normal olarak tüm insanlar olumlu bir kendilik değerine sahip olmayı ister ve amaçlarlar.
Kendilik değeri terimi bir bireyin kendi yetenek, yeterliliklerinin ve değerinin ne olduğu konusunda
düşüncelerinin tümüne işaret etmek için kullanılmaktadır. Hakarete uğrama, geçici bir süre için de olsa
kendilik değerimizi zedelemekte ve dolayısıyla olumlu sonuca ulaşmayı engellemektedir.
Çocuklarda öfke duygusu çoğu kez bağırma, kendini yerden yere atma, tekmeleme, itme vb. gibi
saldırgan durumlara yol açar. Aşağı yukarı tüm toplumlarda toplumsallaşma süreci içinde, öfkenin
kontrol edilmesi öğretildiğinden öfke duygusunun yetişkinlerde açtığı ortak bir tepkiden söz etmek
güçtür. Bununla birlikte öfke duygusu yetişkinlerde daha sık saldırgan tepkilere yol açabilmektedir.
Yetişkinlerde saldırganlık, çocuklarda olduğu gibi her zaman doğrudan doğruya değil, çoğu kez dedikodu
yapma, laf atma ve benzeri gibi dolaylı yollarla ifade edilir (Luhn, 2004).
İnsanları öfkelendiren sebepler engellenme, önemsenme, aşağılanma, keyfi bir tutumla karşılaşma ve
saldırıya uğramaktır. İnsan’haz’yaşamaya dönük bir canlıdır. Bebek, hayata bütünüyle haz duygusunu
yaşamaya yönelik başlar. İnsan haz duygusunun önüne çıkan düzenlemelerin başında eğitim ve terbiye
gelir. Haz duygusunu engelleyecek her durum, olay veya kişi, insandaki öfke duygusunun en başta gelen
sebebidir.
İnsanın neden öfkelendiği esas olarak aynı sebebe dayansa bile her dönemin kendine özgü
engellemeleri vardır. Çocukluk döneminde eğitim, terbiye ve çocuğun isteklerinin karşısına dikilen
yasaklar onu öfkeye sürükler. Ergenlik döneminde genç, iki temel istek arasında sıkışır. Bir taraftan
ailesinden kopmak, bağımsız olmak isterken, diğer taraftan güvensizlik ve yetişkinlerin desteğine duyula
ihtiyaç, çatışma ve öfkeye sebep olur.
Öfke normal bir duygu mudur?
27
Yetişkinlikte rekabet şartlar, sorumlulukların getirdiği zorunluluklar insanı engeller ve öfke doğurur.
Bu arada reddedilme duygusu, ister toplumdan olsun, ister aile ve arkadaşlar tarafından olsun, insanda
şiddetli bir öfke doğmasına sebep olur.
Orta yaştan ileri yaşa geçenlerde gelecekle ilgili güvensizlik ve bunun getirdiği belirsizlik, yaşın
getirdiği sınırlamalar engelleme duygusuna ve öfkeye yol açar.
Bütün bu söylediklerimizden anlaşılacağı gibi, insan için bu saf anlamıyla özgürlük, isteklerinin
mutlak olarak karşılanmasıysa haz duygusunun yaşanmasıysa, yaşadığımız çağ ’özgürlük’ görünüşü
arkasında kesin sınırlar ve çerçeveler getirmektedir. Bu da insanın haz duygusunu dilediğince yaşamasını
engellemektedir.
Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki, öfke normal ve sağlıklı bir duygudur. Diğer bir deyişle,
öfke en insani duygularımızdan birisidir. Öfkesi ve kızgınlığından ötürü insanın kendisini suçlu
hissetmesi doğru değildir. Sağlıksız olan, öfkenin saldırganlığa dönüşmesidir.
Engellenmeler bir enerji doğurur. Bu enerji yapıcı da kullanılabilir, yıkıcı da kullanılabilir. Sağlıklı bir
biçimde dışlaştırılmış öfke amaca yöneliktir, çoğunlukla toplumsal olarak kabul edilebilir biçimdedir ve
çok kere uzun vadede kişiye yarar getirmesi mümkündür. Öfkenin sağlıksız olarak dışlaştırılması ise
saldırganlık ve şiddet biçimindedir ve en büyük zararı kişinin kendisine verir.
Öfke ne kadar açık ve doğrudan ortaya konursa, o kadar çocukça olduğu düşünülür. Çünkü, çocuklar
öfkelerini açık ve doğrudan ifade ederler. Bu sebeple öfkelerini yenemeyen, onları kontrol edemeyen ve
olduğu gibi ortaya koyan kimselerin duygusal açıdan olgunlaşmadıkları kabul edilir.
Bireylerarası iletişimde önemli olan kızgınlığımızı nasıl ifade ettiğimizdir. Bu ünitenin ana konusu da
bunun üzerine odaklanmaktadır. Dolayısıyla neden ve nasıl kızdığımız önemlidir; ama daha önemlisi
kızgınlığımızı nasıl ifade ettiğimizdir. Kızgınlığımızı daha doğru nasıl ifade edebilirizi anlatabilmek için
“nasıl kızarız?” sorusuna açıklık getirmek yerinde olacaktır.
Bunu açıklayabilmek için bir örnek vermek faydalı olacaktır. Babasının elinden tutmuş, diğer elinde
oyuncak arabası olan ve yolda yürüyen 5 yaşındaki çocuğu düşünelim. Çocuk birden babasına “baba,
bana gerçek bir araba alır mısın?” demiş olsun. Çocuğun bu cümlesinin de babasını gerçekten kızdırmış
olduğunu varsayalım. Çocuğun bu cümlesi babanın kulağından girip beyne ulaştığında, babanın beyinde
2 ayrı düşünce oluşur. Bunlardan birisi “sana bir çakarsam, görürsün gerçek arabayı, bacak kadar boyuyla
istediği şeye bak” ve diğeri de “saçmalama o daha küçük bir çocuk” düşünceleridir. Babanın beyninde bu
iki ayrı düşüncenin oluşmasına sebep olan 2 ayrı yer vardır. Bunlardan birincisinin adı amigdaladır.
Amigdala bizim kızmamıza sebep olan yerdir. Amigdala babanın beyninde “sana bir çakarsam, görürsün
gerçek arabayı, bacak kadar boyuyla istediği şeye bak” düşüncesini oluşturan ve belki de yaptıran yerdir.
Eğer böyle kızıyorsanız, sizi amigdalanız yönetiyor demektir. Beyinde bademe benzer bir çekirdek olan
amigdala, duyguların merkezidir. Kızgınlık, korku gibi duygular burada oluşur. Babanın amigdalası o tür
bir kızgınlık cümlesi oluşturabilir ve baba bu düşüncesini doğrudan ağzından çıkarıp çocuğa söyleyebilir.
Bu da çocuğun babasının cevabından rahatsız olması, savunmaya geçmesi ve belki de karşılık vermesine
sebep olacaktır.
Amigdala nedir?
Ama beyinde, amigdalanın yanında bir başka yer daha vardır. Oranın adı ise prefrontal lobdur.
Yukarıdaki örnekte, babanın beyninde “saçmalama o daha küçük bir çocuk” cümlesini oluşturan yer
prefrontal lobdur. Bu lob, bir süzgeç niteliğindedir. Prefrontal lob, bilgilerin toplandığı, süzgeçten
geçirildiği ve ne yapılacağına karar verildiği bölgedir. Prefrontal lob, duyguların kaynağı olan amigdalayı
zihinsel bir yapıya oturtur (www.enoctaacademi.com). Dolayısıyla bireylerarası iletişimde içimizde
oluşan duygunun karşımızdaki kişiye doğru aktarılması noktasında amigdalanın bizi esir almasına izin
vermememiz gerekmektedir. Aksine amigdala ile prefrontal lobu beraber barışık yaşatabilmeyi başarmak
gerekmektedir. İletişim kurarken sadece amigdalaya bağlı kalarak mesajlarımızı göndermemiz, pişman
olacağımız davranışlarda bulunmamıza yol açabilir. Amigdalamızı kontrol altına alamazsak,
28
duygularımızla hareket ederiz ve bu şekilde ifade edilen kızgınlık da yıkıcı olur. Halbuki iletişim sağlıklı
bir biçimde gerçekleştirildiğinde amacına ulaşır. Kızmaya her zaman hakkımız var, çünkü kızgınlık
sevmek gibi, korkmak gibi, nefret etmek gibi en insani duygularımızdan birisidir. Ama önemli olan,
kızgınlık anında amigdalanın değil, prefrontal lobun öncülüğünde ve etkisinde hareket edebilmeyi
başarmaktır. Ancak bu şekilde bir yaklaşımla kızgınlığımızı kontrol edebilir, onu sağlıklı bir biçimde dışa
vurabiliriz. Son yaptığımız açıklamaları ifade eden güzel bir söz vardır; “konuşmak bebek gibidir, ona
gebe kalması çok kolay, onu başarılı ve sağlıklı bir biçimde doğurması çok zordur” sözü insan
ilişkilerinde sürekli hatırlanması gereken etkili bir sözdür. Amigdala bizim konuşmaya anında gebe
kalmamızı sağlayan yerdir. Amigdalada oluşan düşüncemizi doğrudan ağzımızdan çıkardığımızda kırıcı
olma ihtimalimiz çok yüksektir. Ama amigdalada oluşan düşünceyi bir süzgeç niteliğinde olan prefrontal
lobtan geçirerek ifade edersek ilişkilerimizde yapıcı olmayı başarmış, sağlıklı bir iletişim kurmuş oluruz.
Amigdalamızı aldırsak, hayat daha mı mutlu ve huzurlu yaşanır?
“BEN” MESAJI, “SEN” MESAJI
Bireylerarası iletişimde kızgınlıkla başa çıkmak doğru ifade ile alakalı bir durumdur. Bizler insan
ilişkilerimizde kızgıdığımızda ya kızgınlığımızı bastırırız ya da dışa vururuz. Öncelikle şunu ifade
etmekte çok büyük bir fayda var ki, o da iletişimde kızgınlığı bastırmak hiç doğru bir şey değildir.
Kızgınlığımızı dışa vurmamız ama bunu da sağlıklı bir biçimde dışa vurmamız gerekmektedir.
Kızgınlığımızı o an doğru ifade edemeyeceğimizi düşünüyorsak, belli bir süre bekleyip sonra
karşımızdaki kişiye ifade etmek olabilecek bir şeydir. Ama kızgınlığı bastırmaktan kastımız bir süreliğine
değil, kızgınlığımızın nedenini karşımızdaki kişiye hiç ifade etmemek, hiçbir zaman konuşmamaktır. Bu
anlamda bastırmak hiç iyi bir şey değildir. Çünkü kızgınlığımızı bastırdığımızda bazı psikosomatik
problemler (yüksek tansiyor, baş ağrısı, mide ağrısı, ritim bozuklukları, depresyon gibi) yaşamaya
başlarız.
Kızgınlığımızı dışa vurmada, susmak neden iyi bir yöntem değildir?
Buradan hareketle kızgınlığımızı ifade etmemiz ama bunu da sağlıklı bir biçimde ifade etmemiz
gerekmektedir. Öncelikle şu sorunun cevabını düşünmekte yarar vardır: “Biz neden kızgınlığımızı ifade
etme gereği duyarız?” Bizler, karşımızdaki kişi bir dahaki seferde benzer bir olayda bize aynı biçimde
davranmasın diye kızgınlığımızı ifade etmek için iletişim kurarız. Diğer bir deyişle, kızgınlığımızı ifade
etmemizin sebebi karşımızdaki kişiyi değiştirmek değildir. Aksine bizim duygumuzu ve beklentimizi
görmesine yardımcı olmak için kızgınlığımızı ifade eder, iletişim kurarız. Dolayısıyla, kimsenin kimseyi
değiştiremeyeceği gerçeğinden hareketle, karşımızdaki kişiye yönelik ifade biçimimizi değiştirerek
iletişim kurmak ve kızgınlığımızı ifade etmek daha sağlıklı bir dışa vurumdur. Bunun yolu da “Ben
Dili”ni kullanarak iletişim kurmaktan geçer.
“Ben Dili”ni anlatmaya başlamadan önce sağlıksız dışa vurum yöntemlerinden bahsetmek yerinde
olacaktır. Kızgınlığımızı ifade ederken kullandığımız bazı sağlıksız dışa vurma yöntemlerinden bazıları
şunlardır (www.enoctaacademi.com) :
•
Suçlu hissettirmek: İmalı yollarla karşımızdaki kişiye bizi neden mutsuz ettiğini ya da
kızdırdığını suçlu hissettirerek anlatmaya çalışırız.
•
Akıl okumak: Karşımızdakinin “aslında ne demek istediğini” bildiğimizi zanneder, bunu ona
öğretmeye çalışırız.
•
Tuzak kurmak: Karşımızdakini “açık konuşmaya” davet eder, o bunu yapınca da alınır ve
bozuluruz.
•
Kaçınmak: Konuşmaktan kaçmak için uyumak, başka şeylerle meşgul olmak gibi davranışlar
gösteriririz.
29
•
Ima etmek: Karşımızdaki kişiye neden kızdığımızı imalı yollarla belli ederiz, ama neden
kızdığımızı söylemeyiz.
•
Eleştirmek: karşımızdakini hırpalamak amacıyla onun farklı davranışlarını eleştiririz.
•
Öç almak: karşımızdaki kişiyi önemsediği bir şeyden mahrum bırakma
Dolayısıyla, kızınca kızgınlığımızı doğru kişiye, doğru biçimde, doğru düzeyde, doğru zaman ve
ortamda ve doğru nedenden dolayı ifade etmeyi başarmamız gerekmektedir. Bu anlamda bize yardımcı
olacak iletişim dili ise “Ben Dili”dir.
Akıl okuma yöntemi neden sağlıksız bir dışa vurum yöntemidir?
Thomas Gordon’a göre, karşımızdaki kişilerle sorun yaşadığımızda, dikkati karşımızdakinin yanlış
olan davranışlarına çekmekle sorunu çözemeyiz. Bu aksine, kişilerin savunmaya geçmesine neden olur.
Böylece ortaya çıkan problemli durumla ilgili olarak kişiler, kendi payına düşen sorumluluğu almazlar ve
soruna yönelik kendi katkısını doğru değerlendirmezler. İletişimde bunun yerine sorunun ne olduğu, sizin
üzerinizde nasıl bir etkisi olduğu ve sonucunda nasıl bir durum ortaya çıktığı açıklanırsa, savunmaya
geçme riski olmaksızın karşı tarafı işbirliğine çekmiş oluruz. Örneğin “sürekli sözümü kesiyorsun” , ya da
“niye sözümü kesiyorSUN” , demek yerine, “sen benim sözümü kestiğinde (sorun tanımlanıyor), kendimi
önemsenmemiş hissediyorum (sorunun sizde uyandırdığı DUYGU) ve bütün anlatma hevesim kaçıyor
(sonucun ne olduğu)”. Görüldüğü gibi sorun yaşayan kişi, karşı tarafı suçlamadan, hangi davranışın onun
üzerinde ne gibi etki yaptığı, onda hangi duyguyu uyandırdığını açıklamaktadır. Bu kişinin çatışma
istemediği, işbirliğine hazır olduğu, dikkati duygulara çektiği, duygulara çekmekle, içini açtığı
mesajlarını da vermektedir. Bu dostça, iyi niyetli ve güçlü bir ileti göndermek demektir. Bu “ben dili”
tepkisi karşısında, sorunun nedeni olan kişinin de, güçlü bir uyarılma ile kendi davranışının karşı tarafı
nasıl etkilediği konusunda iç görü kazanması ve haliyle çözüme taraf olması beklenir. Ancak her zaman
ben dili ile ilerlemek, zamanla bu iletilerin gücünün zayıflamasına yol açtığı gibi, gönderen kişinin de
yakınmacı, mızmız bir kişi durumuna düşmesine neden olabilecektir (Gordon, 1996’dan aktaran Taylı,
2010, s. 279).
Biz öyle bir canlıyız ki, aynı duygu ve düşünceyi farklı şekillerde ifade etme becerisine sahibiz. Ama
yeter ki isteyelim. Etkili iletişim kurup, kızgınlığımızı sağlıklı bir biçimde dışa vurmak istiyor,
karşımızdaki kişiden davranış değişikliği bekliyorsak, duygu ve düşüncelerimizi doğru kelimeleri seçerek
ifade edebiliriz (www.enoctaacademi.com). Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, kimse kimseyi değiştiremez,
ama o kişiye karşı ifade biçimimizi değiştirebiliriz. Enoctaacademi sitesinde yer alan ve aşağıda sunulan
örnek yapılan açıklamaları doğru bir biçimde örneklendirmektedir:
A Tipi Adam: Hayvanlara eziyet edenlerden nefret ederim. Randevularına sadık kalmayanları hiç
sevmem. Hayatın tadını kaçıranlardan kaçarım. Savaş karşıtıyım.
B Tipi Adam: Hayvanları sevenleri severim. Randevularına sadık kalanları takdir ederim. Hayatı
zevkli kılan insanlarla yaşamaktan hoşlanırım. Barış yanlışıyım.
Şu an karşınızdaki kişiye, A tipi adamın mı yoksa B tipi adamın mı karşısında olmak isterdiniz diye
bir soru yöneltseniz herhalde herkes B’yi seçecektir. Peki A ile B birbirinden farklı şeyler mi söylüyorlar?
Hayır. İkisi de aynı şeyi söylüyor ama farklı biçimlerde ifade ederek iletişim kuruyorlar. A tipi adam “Sen
Dili” ile konuşup karşısındaki kişinin sırınına girip onu eleştirirken, B tipi adam “Ben Dili” ile iletişim
kuruyor ve kendi duygusunu ifade ediyor. A tipi adam tepki topluyor, B tipi adam ise kabul görüyor.
"Ben" dili, kisinin o anda karsilastigi durum veya davranis karsisinda, kisisel tepkisini duygu ve
düşüncelerle açiklayan bir ifade tarzidir. Duygu ve düsüncelerimizi içtenlikle ifade etmemizdir.
Baskalariyla ilgili degerlendirme ve yorumlarimizi degil, kendi duygu ve yasantilarimizi açiklarlar. "Ben"
mesajini duyan kisi, karsisindakine ne hissettirdigini ögrenir ve eger bu olumsuz bir duyguysa, kendi
istegiyle davranisini değiştirir ya da degistirmez. Yani davranisinin sorumlulugu tümüyle kendine aittir.
Suçlama olmadigi için "ben" mesaji ile gönderilen iletiler, genellikle gönüllü bir farkli davranma çabasina
30
zemin hazirlayabilir. "Ben" dilinin en önemli yarari ise, karsimizdaki kisiye "ben böyle hissediyorum ama
bu davranisin herkese böyle hissettirmeyebilir" anlamini içeren bir ileti gönderildiginden, onun
suçlanmadan kendini gözden geçirmesine olanak tanimasidir. Çünkü kesinlik içeren yargilamalar
karsisinda özellikle çocuklar, ne yapacaklarini bilemezler. “Baba çok kabasin! Her zaman sözümü
kesiyorsun!” gibi “sen” mesajı yerine, “Baba, bir sey söylemeye baslayip da bir türlü sonunu
getiremedigim zaman çok rahatsiz oluyorum” gibi “ben” mesajı verin. Daha etkili olacaktır.
İletişimde “Ben” mesajı ile konuşmak neden önemli ve gereklidir?
"Sen" mesaji iletisimi engeller. Sen mesaji, sen dilidir ve genellikle kizginlik ifadesi için kullanilir.
Sen mesajlari, bizim hakkimizda bir ileti göndermez, odak hep karsimizdaki kisidir. "Ben" mesaji
gönderen kisi, kendi hakkinda yaptigi degerlendirmeyi karsisindaki kisiyle paylasmak istegindedir. "Ben"
mesajlari karsimizdaki kisiyi suçlayici ifadelerden arinmis ve tümüyle kendi duygu ve düsüncelerimizi
içerdiginden, iletisimin olumlu sürmesine yardimci olabilirler. Kizginlik hissettigimiz durumlarda, bunu
"ben" mesaji ile iletmemiz, karsimizdakinin savunmaya geçmesini, öfkeyle karsilik vermesini, kendini
kistirilmis hissetmesini, suçlanmasini ve konusmaktan kaçinmasini engelleyebilir. Size sözle
saldirilmadigi sürece, rahatsizligini ve kizginligini dile getiren biriyle anlasmak mümkündür.
Suçlama, eleştiri ve tehdit içeren “sen” mesajı, karşımızdakini sinirlendirir ve savunmaya, çoğu zaman
da karşı saldıraya geçirir. Bu durumda konuşulan konu önemini yitirir, hangi tarafın yeneceği, kimin
üstün geleceği yarışı başlar. Böylece iletişimdeki amaç “kızgınlık yaratan sorunu çözmek” olmaktan
çıkar, karşı tarafı kırarak, inciterek “galip gelmek” haline dönüşür. Sonuç olarak, taraflar düşmanca
duygularla iletişim kurmaya çalışırlar ve başarısızlık kaçınılmaz olur. Uzun lafın kısası, “sen” dili ile
konuşmak, karşımızdaki kişinin savunmaya geçmesine ve iletişim veriminin düşmesine neden olan bir
iletişim yaklaşımıdır.
“Ben” mesajı ise bizde olumsuz duygular oluşturan durumun tanımını, bizde yarattığı etkiyi ve
duyguları içerir. “Ben” mesajı ile karşımızdakini yargılamadan davranışı tanımlar, yorumlarımızı kişiye
değil, davranışa yöneltiriz. “Ben” mesajı tehdit, suçlama ve yargılama içermediği için karşımızdaki
savunmaya geçmez aksine dinlemeye ve anlamaya başlar. Bu da iletişimi başlatan açısından doğru ve
etkili anlatmanın önemli bir sonucudur.
OLUMLU İLGİ
Bireylerarası iletişimde başarılı olmak için sadece “Ben Dili” ile konuşmak yeterli değildir. Bunun yanı
sıra olumlu ilgi de göstermemiz gerekmektedir. Çünkü karşımızdaki kişi sevilmek ve değer verilmek
değil; sevildiğini ve değer verildiğini hissetmek ister. Olumlu ilgili, karşımızdakinin olumlu yönlerini
görmek ve bunu onunla paylaşmaktır. Olumlu ilgi göstermek, hataları eksikleri görmezden gelmek değil,
bu hataları ve eksikleri doğrulardan sonra söylemektir. Hataları düzeltmek, eksiklikleri tamamlamak için
doğruları yakalamak, konuşmaya doğruları vurgulayarak başlamak gerekir. Örnek vermek gerekirse, “Ne
biçim rapor, bir sürü eksiklikler ve yanlışlar var, doğru dürüst yap getir şunu” demek yerine “Raporun
şurası iyi olmuş, devamı da böyle olsun” demek arasında çok fark vardır. Birinci konuşma sadece
yanlışlar ve eksiklikler üzerine odaklanmışken; ikinci konuşma önce işin iyi ve başarılı yanlarını
vurguluyor, sonrasında da eksiklikleri dile getiriyor. Herhalde hepimiz ikincisi gibi konuşan yöneticilere,
eşlere, ana babalara sahip olmayı isterdik.
31
Özet
Sonuç olarak baktığımızda, iletişimin ilk ve en
temel amacı iletişim kurulan bireyle etkin ilişki
kurmaktır. Bunu sağlamanın koşulu da bireyin
önce kendi içinde sonra da çevresinde nasıl
iletişim kuracağını belirlemesidir. Karşısındaki
bireyi etkin biçimde dinleyerek, anlayarak,
kendini de doğru içimde ifade edip anlatarak
bunu başarır. Aynı zamanda da kullandığı dilin
önemi büyüktür. Duygularını kontrol ederek
iletişim engeli oluşturmadan, karşısındaki bireye
karşı düşüncelerini dile getirirken “ben dilini”
kullanmaya
özen
göstererek
ve
bunu
davranışlarında da yer ederek, karşısındaki
bireyin de onu anlamasını sağlar. Böylece etkin
bir iletişimi oluşturan birey, her daim kişilerarası
ilişkilerde başarıyı sağlar. Herşey yolunda iken
sağlıklı ve başarılı iletişim kurmak daha kolaydır.
Ama özellikle kızgınlık ve öfke anlarında aynı
başarıyı gösteremeyebiliriz.
kısıtlayacak şekilde kontrol altına almaya
çalıştığını hissetsek, direnç göstermeye başlarız.
Strateji: Ne zaman birinin bizle gizli amaçlar
uğruna oyun oynadığını hissetsek, ya güceniriz
ya da kurnazlık göstererek iyi iletişimi keser ve
aynı şekilde aldatıcı bir oyunla karşılık vermeye
başlarız.
Üstünlük:
Başkasından
üstün
olduğunu
varsaymak, verimli bir iletişimi sona erdirir.
Kesinlik: Emin olmadan kesinlik ifade etmeye
çalışmak dinleyicide direnç oluşmasına yol açar.
Sen mesajı verilen ve genellikle davranıştan çok
karşımızdakinin kişiliğine yönelik suçlama ve
yargılama tarzındaki ifadeler, Sen dili olarak
adlandırılır. “Ne laf anlamaz çocuksun, sen adam
olmazsın, dır dır edip duruyorsun, terbiyesizin
tekisin” gibi sen dili kullanılarak yapılan uyarılar,
olumsuz davranışın ne olduğunu ve bizi nasıl
etkilediğini açıklamaz.
İletişim kurarken, bilerek ya da bilmeyerek
problem, öfke ve düşmanlık yaratan engeller
çıkarırız. “Doğru” mesaj, “doğru” bir şekilde bir
taraftan öteki tarafa hiçbir zaman geçmeyebilir.
Mesajda bazen sorunlara ve yanlış anlaşılmalara
yol açan gecikmeler olur. Ya da sizinle
karşınızdaki arasında iletişim sürecinde soruların
ve tepkilerin anlamı bir hayli değişebilir.
Ben dili ise karşımızdakinin olumsuz davranışı
karşısında bizde oluşan gerçek duyguları onu
suçlamadan ve yargılamadan ifade etmektir. Bu
yaklaşımda istenmeyen davranış tanımlanır,
sonra bu davranışın anne baba üzerindeki etkileri
belirtilir ve bunun ne tür duygular uyandırdığı
açıklanır. Örneğin bir işle uğraşırken çocuğunun
oyuncaklarını vurarak çıkardığı sesten rahatsız
olan bir baba, “çok gürültücüsün” demek yerine
“oyuncaklarını birbirine vurduğunda çıkan sesten
dikkatim dağılıyor, işimi iyi yapamıyorum ve
geriliyorum” veya bir anne, oyuncaklarını dağıtan
çocuğuna “oyuncakların dağınık olduğunda
toplamaktan yoruluyorum bu da beni kızdırıyor”
derse sorunu ben diliyle ifade etmiş olur.
Bu iletişim bozukluklarının nedenini aşağıdaki
faktörlerle özetleyebiliriz:
Hassasiyet eksikliği: Başkalarının duygularının
farkında olmamak tehlikeli ve yıkıcı bir hale
gelebilir. İnsanlar kendi duygularını taşıyan
bireyler olarak tanınmak isterler.
Yanlış seçim: Yanlış zamanda yanlış kelimeler
kullanmak incitici ve zarar verici mesajlar
gönderilmesine neden olabilir.
İletişimde çoğunlukla sen dili kullanılır ancak
ben dilinin kullanılması daha iyi sonuç verir,
iletişimi zenginleştirir. Bu iki yaklaşımın
özellikleri
ile
verdiği
sonuçlar,
şöyle
karşılaştırılabilir: Sen dili ifadelerinde genellikle
kızmanın gerekçesi belirtilmez, istenmeyen
davranış üzerinde durulmaz ve hemen suçlamaya
ve yargılamaya geçilir. Bu nedenle çocuk hangi
davranışına kızıldığını ya da düzeltmesi
gerekenin ne olduğunu ve davranışlarının anne
babasını nasıl etkilediğini anlamayabilir. Bu
nedenle olumsuz davranışların azaltılmasında
yeterince etkili olmaz.
Düşünmeden atlamak: Düşünmeden sonuçlara
varmak ve yanlış varsayımlarla hareket etmek,
bir dizi yanlış anlaşılmalara yol açabilir.
Çoğunlukla tehdit edici, düşmanca, saldırgan ya
da başka deyişle “öfkeli” olarak algılanan diğer
iletişim davranışları şöyledir:
Eleştiri: Eleştiri olarak gözüken konuşma ya da
davranışlar dinleyicilerin ve gözlemcilerin
savunmaya geçmesine neden olur. İnsanların
çoğu kendileri hakkında yargıya varılmasından
hoşlanmaz.
Kontrol: Ne zaman karşımızdaki kişinin bizi
idare etmeye kalkıştığını ya da özgürlüğümüzü
32
Kendimizi Sınayalım
5. İletişimde etkili ve doğru anlatabilmek için
kullanmamız gereken dil aşağıdakilerden
hangisidir?
1. I. Kaybetme korkusu
II. Karşımızdakini kızdırma ya da kışkırtma
korkusu
a. Sen dili
III. Başkaları tarafından “sevilmemek, yalnız
kalma” korkusu
b. Tehdit dili
Yukarıdaki cümlelerden hangisi ya da hangileri
kızgınlığı bastırmanın nedenlerindendir?
c. Susmak
a. I ve II
e. Eleştiri dili
d. Ben dili
b. Yalnız III
6. Bireylerarası iletişimde karşımızdakini
eleştirmemize, yargılamamıza ve sınırlarına
girmemize sebep olan dil tipi aşağıdakilerden
hangisidir?
c. I, II ve III
d. I ve III
e. Yalnız III
a. Sen dili
2. Aynur Hanım, geç saatlere kadar çalışan
eşinin her akşam eve geç gelmesinden dolayı
Ahmet Bey’e kızgındır. Aynur Hanım
kızgınlığını şu cümlelerle belirtir: Evi otel gibi
kullanıyorsun,
yüzünü
gören
cennetlik!
Önümüzdeki hafta bana da bir randevu ver de iki
kelime konuşalım!
b. Tehdit dili
c. Susmak
d. Ben dili
e. Eleştiri dili
7. Sinan akşam eve çok geç saatte gelmiş ve
annesini telaşlandırmıştır. Onu kapıda bekleyen
Fatma Hanım, oğlunu görünce bağırmaya başlar:
“Nerde kaldın? Ne sorumsuz çocuksun sen! Bu
saate kadar ne yapıyordun dışarıda?”
Aynur Hanım’ın kızgınlığını dışa vurma yöntemi
ne şekilde adlandırılır?
a. Akıl okumak
b. Tuzak kurmak
Fatma Hanım neyi yanlış yapıyor?
c. Suçlu hissettirmek
d. Kaçınmak
a. Yanlış kişiye kızıyor
e. Üstünlük sağlamak
b. Yanlış zamanda kızıyor
3. Biz insanların kızmamıza sebep olan yer
neresidir?
c. Yanlış mekanda kızıyor
a. Amigdala
e. Yanlış nedenden kızıyor
d. Yanlış şekilde kızıyor
b. Prefrontal lob
8. Aşağıdaki ifadelerden hangisi sen diline
örnektir?
c. Sinirlerimiz
d. Duygularımız
e. Kaşlarımız
a. Eve geç kalınacağı zaman haberdar edilmek
istiyorum
4. Beynimizde yer alan, kızgınlığımızı ve
düşüncelerimizi doğru anlatmada bize yardımcı
olan süzgeç hangisidir?
b. Özel günlerin hatırlanmasını ve gerektiği gibi
kutlanmasını istiyorum
a. Amigdala
c. Raporda bazı eksiklikler buldum, müsaitsen
beraber bakalım
b. Prefrontal lob
d. Hep böylesin,
sorumsuzsun
c. Sinirlerimiz
d. Duygularımız
ihmalkar
hem
e. Sözümün kesilmesi beni rahatsız ediyor
e. Kaşlarımız
33
hem
de
Kendimizi Sınayalım Yanıt
Anahtarı
9. Aşağıdakilerden hangisi ben dili konuşmaya
örnektir?
1. c Yanıtınız yanlış ise “Ben Mesajı, Sen
Mesajı” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
a. Sürekli hatalar yapıyorsun, sen sınıfta kalmak
istiyorsun herhalde
2. c Yanıtınız yanlış ise “Ben Mesajı, Sen
Mesajı” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
b. Hiç sözümü dinlemiyorsun, sürekli kafanın
dikine gidiyorsun
c. Sen bunu bilerek yaptın, benim kötü duruma
düşüp mağdur olmamdan hoşlanıyorsun
d. Sürekli kendini düşünüyor,
isteklerin olsun istiyorsun
hep
3. a Yanıtınız yanlış ise “Kızgınlık” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
senin
4. b Yanıtınız yanlış ise “Kızgınlık” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
e. Ben herkesin bu evde sorumluluklarını yerine
getirmesini bekliyorum
5. d Yanıtınız yanlış ise “Ben Mesajı, Sen
Mesajı” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
10. Aşağıdakilerden hangisi “ben” mesajının
içerdiği bir tutumdur?
6. a Yanıtınız yanlış ise “Ben Mesajı, Sen
Mesajı” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
a. Tehdit etme
b. Üstünlük kurmaya çalışma
7. d Yanıtınız yanlış ise “Ben Mesajı, Sen
Mesajı” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
c. Denetleme
d. Kendi duygularını tanımlama
8. d Yanıtınız yanlış ise “Ben Mesajı, Sen
Mesajı” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
e. Karşısındakinin sınırına girme
9. e Yanıtınız yanlış ise “Ben Mesajı, Sen
Mesajı” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
10. d Yanıtınız yanlış ise “Ben Mesajı, Sen
Mesajı” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
34
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
Sıra Sizde 1
Sıra Sizde 6
İletişim becerisi, saygıyı ve empatiyi temel
alarak, etkin dinleyebilme, somut konuşarak
uygun bir biçimde kendini açabilme, duygu ve
düşünceleri karşıdaki kişiye maske takmadan ben
dili ile iletebilme, ‘ben’ savaşımı vermeden,
başkalarını küçük görmeden kendi haklarını
koruyabilme, sözel mesajlarla sözel olmayan
mesajları uyumlu olarak kullanabilme biçiminde
bireyin karşısındaki kişilerle doyum verici
ilişkiler kurabilmesini sağlayan, başkalarından
olumlu tepkileri getiren ve bireyin toplum içinde
yaşamasını kolaylaştıran öğrenilmiş davranışlar
olarak tanımlanabilir.
Amigdala bizim bir takım olaylar ve
olumsuzluklar karşısında kızmamıza sebep olan
beyinde bulunan bir yerdir.
Sıra Sizde 7
Amigdalamızı aldırmamız hayatımızı tehlikeye
sokmak demektir. Çünkü amigdala sadece bizim
kızmamıza sebep olan bir yer değildir. Amigdala
aynı zamanda bir takım tehlikeler karşısında
gereken savunmamızı yapmamıza yardımcı olan,
reflekslerimizi çalıştıran bir yerdir de aynı
zamanda.
Sıra Sizde 8
Sıra Sizde 2
Kızgınlığımızı o an doğru ifade edemeyeceğimizi
düşünüyorsak, belli bir süre bekleyip sonra
karşımızdaki kişiye ifade etmek olabilecek bir
şeydir. Ama kızgınlığı bastırmaktan kastımız bir
süreliğine değil, kızgınlığımızın nedenini
karşımızdaki kişiye hiç ifade etmemek, hiçbir
zaman konuşmamaktır. Bu anlamda bastırmak
hiç iyi bir şey değildir. Çünkü kızgınlığımızı
bastırdığımızda bazı psikosomatik problemler
(yüksek tansiyor, baş ağrısı, mide ağrısı, ritim
bozuklukları, depresyon gibi) yaşamaya başlarız.
Bireylerarası iletişimde, karşılıklı iletişim
sırasında etkin düzeyde anlatma ilişkinin
boyutunu belirler. Kişi genellikle inançları,
değerleri, istekleri, davranışları, yetenekleri,
özellikleri hakkında açıklamalar ya da
tanımlamalar yapmaktadır. Bir anlamda, anlatma
kişinin diğer kişilerle kurduğu iletişimden kendi
hakkında bilgi edindiği bir iletişim sürecidir.
Anlatma, bir iletişim biçimidir. Kişilerin açıktan
açığa sözel ifadeleri ile, bilinçsiz olarak ya da
düşünmeden gerçekleştirdikleri hareketler ile,
kendileri hakkında bilgi iletmesidir. Ayrıca
anlatma, bir bilgidir. Kişinin alıcıya kendisi
hakkında bilmediği bir bilgiyi iletmesidir.
Sıra Sizde 9
Akıl okuma yöntemini kullanarak, karşımızdakinin “aslında ne demek istediğini” bildiğimizi
zanneder, bunu ona öğretmeye çalışırız. Halbuki
sağlıklı iletişim için kendi duygumuzu anlatmaya
çabalamamız gerekmektedir.
Sıra Sizde 3
Kızgınlık her canlının tehdit karşısında gösterdiği
doğal bir tepkidir. Diğer tüm duygular gibi,
kızgınlık da organizmada bazı fizyolojik
değişikliklere yol açar; kalbin daha hızlı
çarpmasına, kan basıncının yükselmesine, enerji
veren hormonların salgılanmasına sebep olur.
Sıra Sizde 10
"Ben" dili, kisinin o anda karsilastigi durum veya
davranis karsisinda, kisisel tepkisini duygu ve
düşüncelerle açiklayan bir ifade tarzidir. Duygu
ve düsüncelerimizi içtenlikle ifade etmemizdir.
Baskalariyla
ilgili
degerlendirme
ve
yorumlarimizi
degil,
kendi
duygu
ve
yasantilarimizi açiklarlar. "Ben" mesajini duyan
kisi, karsisindakine ne hissettirdigini ögrenir ve
eger bu olumsuz bir duyguysa, kendi istegiyle
davranisini değiştirir ya da degistirmez. Yani
davranisinin sorumlulugu tümüyle kendine aittir.
Suçlama olmadigi için "ben" mesaji ile
gönderilen iletiler, genellikle gönüllü bir farkli
davranma çabasina zemin hazirlayabilir.
Sıra Sizde 4
Bizler beklentilerimiz karşılanmadığı zaman ya
da bize görü doğru, dürüst ve samimi olmayan
durumlarla karşılaştığımızda kızarız.
Sıra Sizde 5
Öfke normal ve sağlıklı bir duygudur. Diğer bir
deyişle, öfke en insani duygularımızdan birisidir.
Öfkesi ve kızgınlığından ötürü insanın kendisini
suçlu hissetmesi doğru değildir. Sağlıksız olan,
öfkenin saldırganlığa dönüşmesidir.
35
Yararlanılan Kaynaklar
Siyez, M. D. (2010). “Kişilerarası İlişkilerin
Başlangıcı ve Gelişimi.” Kişilerarası İlişkiler ve
Etkili İletişim. (Ed: A. Kaya). Ankara: Pegem
Akademi.
Baltaş, A.(1990). Stress ve Başaçıkma Yolları,
İstanbul: Remzi Kitabevi
Çetinkaya, B. (2010). “Kişilerarası İlişkiler ve
İletişimde Kendini Açma.” Kişilerarası İlişkiler
ve Etkili İletişim. (Ed: A. Kaya). Ankara: Pegem
Akademi.
Şahin, Y. F. (2010). “İletişim Becerilerine Genel
Bir Bakış.” Kişilerarası İlişkiler ve Etkili
İletişim. (Ed: A. Kaya). Ankara: Pegem
Akademi.
Geçtan,E.(1983). İnsan Olmak, İstanbul: Metis
yayınları 10. Basım, 2011.
Taylı, A. (2010). “Kişilerarası İlişkiler ve
İletişimde Duygusal Zeka.” Kişilerarası İlişkiler
ve Etkili İletişim. (Ed: A. Kaya). Ankara: Pegem
Akademi.
Gupta, M.K. (2005). Ölümcül Düşman Öfke,
İstanbul: Platform Yayınları.
Gürüz, D. ve Eğinli, A. (2010). İletişim
Becerileri Anlamak-Anlatmak-Anlaşmak (2.
Baskı). Ankara: Nobel Yayın.
Titrek, O. (2010). Duygusal Zeka ve Liderlik:
Yönetimde Yeni Yaklaşımlar. (Ed: H.B.
Memduhoğlu ve K. Yılmaz) Ankara: Pegem
Akademi.
Luhn, R. (2004). Kızgınlıkla Başa Çıkma,
İstanbul: Alfa Yayınları.
www.enoctaacami.com
Özkalp, E. (2002). Davranış Bilimlerine Giriş,
Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Açıköğretim
Fakültesi Yayınları.
36
3
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
İletişim ve iletişim biçimlerini tanımlayabilecek,
Bilgi toplumu ve özelliklerini açıklayabilecek,
Yeni medya ve sanal iletişimi ilişkilendirebilecek,
Yeni medya araçlarını listeleyerek betimleyebilecek
bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.
Anahtar Kavramlar
İletişim Süreci
Yeni Medya Araçları
Bilgi Toplumu
Sayısal Ağlar
İnternet
Akıllı Taşınabilir Ortamlar
Yeni Medya
İkinci Kuşak Web
Geleneksel Medya
Sayısal Oyunlar
İçindekiler
İletişim Tanımı
Bilgi Toplumu
Yeni Medya ve Sanal İletişim
Yeni Medya Araçları
38
Sanal İletişim
GİRİŞ
İletişim insanlık tarihi kadar eski bir olgudur. İnsanın varoluşundan günümüze değin pek çok iletişim türü
geliştirilmiştir ve geliştirilmeye de devam etmektedir. Bireylerarası iletişim ile diğer insanlarla
etkileşimde bulunuruz, onlardan birşeyler öğreniriz ve duygularımızı diğerlerine gösterme fırsatı buluruz.
İletişimde bulunduklarımız yeni tanıdığımız insanlar olabileceği gibi eski arkadaşlarımız, ailemiz,
sevgilimiz ve eşimiz de olabilirler ve biz bu insanlara kendimizi anlatır, tanıtır bazen de onlarla olan
ilişkilerimizi sonlandırırız. Küçük grup iletişiminde diğer grup üyeleriyle etkileşimde bulunurken çeşitli
sorunları çözeriz, yeni fikirler geliştiririz ve aynı zamanda bilgi ve deneyimlerimizi de paylaşırız.
Kültürerarası iletişim ile yeni kültürler öğrenirken bize yabancı toplum ya da topluluklardan arkadaşlar
ediniriz, onlarla etkileşimde bulunurken birbirimizin yaşam biçimini, kültürünü, hayata bakışını,
duygularını ve düşüncelerini öğreniriz. Kitle iletişimi ile medya adını verdiğimiz kitle iletişim araçlarıyla
bilgileniriz, eğleniriz, medya tarafından bazı konularda ikna da edilmeye çalışılırız!
Yukarıda sözü edilen tüm iletişim biçimleri insan için vardır. İnsanlar her türlü iletişimi kullanarak
çevreleri ile etkileşime girerler. Bu etkileşimdeki amaç, insanın çevresinde olan biteni anlaması ve
kendisini de çevresine anlatması ilkesine dayanır. Son yıllarda teknolojinin hızla gelişmesi ve yayılması,
toplumların artık bilgi toplumları olarak adlandırılması ve bilgi toplumunda teknolojik araçların, özellikle
de bilgisayarların devreye girmesi ile birlikte iletişim artık sanal iletişim olarak algılanmaktadır. Sanal
iletişim, teknolojinin tüm olanaklarını kullanarak bireyi yukarıda sözü geçen tüm iletişim biçimlerini son
hızla ve evinden ve hatta mobil (seyyar) araçlar vasıtası ile dilediği yerden gerçekleştirebilir bir konuma
getirmiştir.
Bu ünitede genel olarak iletişim şemsiyesi atında özelde bilgi toplumu ve bilgi toplumunun iletişim
biçimi haline gelmekte olan sanal iletişim ortamları incelenmiştir.
İLETİŞİM: TANIMI
Sanal iletişim kavramını tanımlamadan önce genel iletişim kavramına odaklanmamız gerekmektedir:
İletişimi bir ya da birden fazla bireyin katılımı ile gerçekleşen, bir bağlam içerisinde oluşan, bazı etkileri
olan ve çevredeki gürültüden az ya da çok etkilenen ve sonucunda da bazı geribildirim olanakları sunan
bir tür eylem olarak açıklayabiliriz (DeVito, 1988).
39
Şekil 3.1: Genel iletişim şeması.
DeVito, 1988’den alınmış ve uyarlanmıştır.
Şekil 3.1.’de iletişim süreci görsel olarak ifade edilmiştir. Şekildeki iletişimi evrensel veya genel
iletişim olarak ifade edebiliriz çünkü şekilde görülen iletişim süreci bireyin kendi ile iletişimini (bireysel
iletişim), bireylerarası iletişimi (bir ya da birden fazla bireyle yapılan iletişim), küçük grup iletişimini,
kamusal söylevi (topluluk önünde konuşma) ya da kitle iletişimini de açıklamaktadır (DeVito, 1988).
Diğer bir deyişle bütün iletişim biçimlerini açıklayan görsel bir anlatımdır. İlerleyen bölümlerde, kısaca,
Şekil 1.1. deki iletişimin ögeleri açımlanacaktır.
İletişim Bağlamı
İletişim daima bir bağlam içerisinde gerçekleşir. Bazı zamanlarda bu bağlam ince ve zarif bir biçimde
kendini gösterebilir; bazı durumlarda arka planda çalan bir müzik parçası gibi olabilir. Bazen de bu
bağlam daha net ve sert bir biçimde de olabilir. Örneğin bir cenaze evindeki ince ve sessiz ortam ile bir
futbol müsabakasındaki ortam arasındaki fark gibi düşünebiliriz. Cenaze evinde ya da sessiz bir
toplantıdaki ortam ile bir futbol karşılaşmasındaki ortam, iletişimdeki ince ve zarif bağlam ile daha sert
bağlamı net bir biçimde anlamamıza yardımcı olur.
İletişim bağlamını daha iyi anlayabilmek için bağlamın üç boyutunu incelemek gerekmektedir.
İletişim bağlamının üç boyutu; fiziksel, sosyo-psikolojik ve zamansal boyut olarak sınıflandırılır. Elle
tutulur ya da maddi ortam ve çevrelerde gerçekleşen iletişimde fiziksel boyut ön plandadır. Fiziksel boyut
iletişimin gerçekleştiği fiziksel ortam ya da çevredir. Bu fiziksel boyut, ne tür olursa olsun, iletişimin
biçimini, içeriğini ve iletiyi de etkilemektedir. Örneğin sınıf içinde öğrencilerin birbirleriyle olan
iletişimi, lokantada müşterinin garsonla olan iletişimi, sosyal ağlarda bireylerin arkadaşlarıyla
gerçekleştirdiği bilgi alışverişi gibi örnekler iletişimin gerçekleştiği maddi ve fiziksel çevrelere örnek
olarak verilebilir.
İletişim bağlamının sosyo-psikolojik boyutu bireyler arasındaki sosyal statü farklarını, oyunlardaki
rolleri, toplumlardaki töre ve gelenekleri, bazı durumlardaki arkadaşlık ilişkilerini, kurallı ya da kurallı
olmayan durumları, yine bazı durumlardaki ciddiyeti ya da şakaları kapsamaktadır. Örneğin doğum günü
ya da mezuniyet partisindeki iletişim ortamı ile cenaze evi ya da hastane ortamındaki iletişim, iletişimin
sosyo-psikolojik bağlam boyutu olarak açıklanabilir.
40
İletişim bağlamının zamansal boyut’u iletişimin gerçekleştiği günün ve tarihin zamanı olarak
açıklanabilir. Pekçok insan için sabah saatleri iletişim için uygun bir zaman değildir, ama diğerleri için ise
en uygun zaman olabilir. Tarih içinde bir zamanda gerçekleşen iletişimin etkisi, önemi ve uygunluğu
açısından oldukça önemlidir. Örneğin, zaman içerisinde dinler, ırklar ve cinsellik ile ilgili verilen iletiler
verildiği zamana ve yere göre önemlidirler. Bir zamanlar okunması ve hatta evde bile bulundurulması
tehlike arz eden kitaplar günümüzde kütüphanelerin raflarında sıra sıra dizili bir biçimde okunmayı
beklemektedirler! Örneğin, D. H. Lawrence’ın Lady Chatterley’s Lover (Leydi Chatterley’in Aşkı) ve
Vladimir Nabokov’un Lolita isimli kitapları Batı’da bir zamanlar yasaklı kitaplar listesindeydi,
günümüzde ise öğrencilerin okuma listelerinde olan bu kitaplar üniversite kütüphanelerinin raflarını
süslemektedirler (DeVito, 1988).
Ülkemizde geçmişte yasak olan ve günümüzde serbestçe okunan
kitapların bir listesini de siz çıkarın.
İletişim bağlamının zamansal boyutu ile ilgili bir başka örnek de arkadaşlıklarımızla ilgili verilebilir.
Arkadaşlarımızla iletişimimizin herhangi bir noktasında, belki de iletişimin kopma noktalarında, geçmiş
yaşantılarımızla ilgili hatırladığımız ya da bize hatırlatılan küçük de olsa hatıralar veya olaylar
arkadaşlarımızla tartışmalarımızı anında kesebilir. Bu durum iletişim bağlamının zamansal boyutu ile
açıklanabilir bir olaydır.
İletişim bağlamının bu üç boyutu birbiriyle etkileşim halindedir; her biri birbirini etkiler ve bir
diğerinden etkilenir. Örneğin, bir buluşmaya geç kalan bir aşık (iletişim bağlamının zamansal boyutu) kız
ya da erkek arkadaşının kendisine olan ilgisini etkileyebilir (iletişim bağlamının sosyo-psikolojik boyutu)
ve değişen bu ilgi durumu buluşmada akşam yemeği için gidilecek lokantanın seçimini bile etkileyebilir
(iletişim bağlamının fiziksel boyutu). İletişim bağlamının boyutlarının birbirlerini etkilemesi ve bu
nedenle de iletişimde olan değişiklikler devam eden bir süreçtir ve asla durağan değildir (DeVito, 1988).
Kaynak ve Alıcılar
Şekil 3.1’ de görüldüğü gibi iletişim iki birey arasında gerçekleşmektedir (bireylerarası iletişim). Eğer
şekile bakarak bireyin kendi ile iletişimini düşünürsek, şekilde bireyin karşısındakini ya da diğer bir
deyişle ikinci katılımcıyı bireyin iç dünyası olarak düşünebiliriz. İletişimin, birinin iletiyi gönderen bir
diğerinin de iletiyi alan bireyler arasında gerçekleştiğini düşünebiliriz.
Bir insanın kendi ile iletilaşması da bir iletişimdir. İnsanın kendi iç
dünyası ile ileti alışverişinde bulunması normaldir. Bu durumda, şekil 4.1.’e de bakarak,
insanın kendi iç dünyasını da ikinci bir birey olarak düşünmemiz gerekir.
İletişimin kaynak-alıcı arasındaki bu ikili işlevini birbirinin yerine geçme olarak vurgulayabiliriz.
Genel olarak iletilerimizi konuşarak, yazarak, mimik hareketlerimizle ya da gülerek göndeririz. Bize
gelen iletileri de dinleyerek, okuyarak, koklayarak, dokunarak vb. yollardan alırız. İletileri almamızda en
önemli unsur beş duyumuzdur. Konuşurken hem iletimizi yollarız hem de kendimizden ileti alırız çünkü
aynı zamanda kendi söylediklerimizi de duyarız. Mimiklerimizi ve vücut hareketlerimizi görürüz ve
hissederiz. Aynı zamanda karşımızda bulunan kişi ya da kişilerin de gönderdikleri iletileri alırız. Beş
duyumuzdan biri olan koku alma da iletilaşmada önemli bir unsurdur. İyi bir yiyeceğin kokusu bize çok
şey hatırlatır. Karşımızdakini dinler, izler, kokusunu hisseder, belki tadar ve belki de dokunuruz. Az önce
açıklandığı gibi iletişimde duyu organlarımızı kullanırız. Bazen karşımızdaki insanın jest ve mimiklerini
izler, konuşması ile bütünleştirerek aslında bize ne söylemek istediğini, bir şifre çözer gibi, anlamaya
çalışırız. İletişimde bazen kaynak (iletişimi başlatan ve masajları gönderen) bazen de alıcı oluruz (iletiları
alan). Bu durum dinamik, yani durağan olmayan ve devam eden bir süreçtir.
İnsanların neyi nasıl söylediği, aslında onların kim olduklarını, ne bildiklerini, neye inandıklarını, ne
tür değerleri olduğunu, ne istediklerini, ne söylediklerini, ne kadar akıllı olduklarını, tutumlarının ne
41
olduğunu vb. bize anlatır. Örneğin zengin ve iyi eğitimli bir genç ile fakir, eğitilmemiş ve bir kenara
atılmış bir gencin benzer bir olayı konuşmaları ve yorumlamaları arasında fark vardır çünkü aynı iletiyi
farklı bir biçimde algılarlar. Aynı televizyon programını seyretmiş olsalar bile programda verilen iletileri
yorumlamaları farklı farklı olacaktır. Aldığınız, gönderdiğiniz ve yorumladığınız iletiler aslında sizin kim
olduğunuzu açıklamaktadır (DeVito, 1988). Bu durumdan, aslında, her bireyin birbirinden oldukça faklı
olduğu sonucunu çıkarabiliriz.
Her birey bir diğerinden farklı olduğu için, iletişimde, seçtiğimiz ve
gönderdiğimiz iletilere çok dikkat etmemiz gerekir. Aynı iletinin bir arkadaşımızı
sevindirirken bir diğerini üzeceğini unutmamak gerekir.
Kodlama ve Kod Açma
İletişim çalışmalarında konuşma ve anlama, ya da yazma ve yazılanları okuyarak anlama süreci kodlama
ve kod çözme işlemleri olarak tanımlanmaktadır. Konuşma ve yazma diğer bir deyişle iletişimde ileti
üretme süreci, iletişim çalışmalarında, iletiyi kodlama olarak tanımlanmaktadır. Görüş ve fikirleri bir
biçimde konuşmaya veya yazıya dönüştürmek iletileri kodlama anlamına gelmektedir. Kodlanmış iletileri
diğer bir deyişle ses ya da yazı biçimine dönüştürülmüş iletilerin kodlarını çözme işlemine de iletinin
kodunu çözmek veya kod açma denir. Bu nedenle konuşmacılara ya da yazarlara kodlayıcı, dinleyici ya
da okuyuculara da kod açıcılar ismi verilir. İletşimde kaynak ve alıcı lar aslında kodlayıcı ve kod
çözücülerdir. Bir iletişim ortamında, karşılıklı konuşmada, bir diğeri ile iletişimde bulunan bir birey hem
kodlayıcı hem de kod açıcıdır. Duygu ve düşüncelerini ses sinyallerine çevirerek başka deyişle
kodlayarak karşısındakine konuşma ile iletilerini iletir, aynı zamanda, karşısındaki bireyden gelen
iletilerin de kodlarını açarak anlamaya çalışır.
Resim 3.1: Karşılıklı Görüşme
Kaynak: http://sg.jobsdb.com/SG/EN/Resources/JobSeekerArticle/career%20events?ID=291 isimli internet sitesinden
13.08.2012 tarihinde alınmıştır.
42
İletiler ve Kanallar
İletişim sürecinde gönderilen ve alınan (kodlanan ve kodları çözülen) iletiler pek çok farklı biçimde
olabilir. İletilerin gönderme ve alma işlemleri birden fazla duyu organımızın yardımıyla
gerçekleştirilebilir. Genel olarak yazılı-sözlü (sözel iletişim) olarak gönderilen ve alınan iletiler çok
değişik biçimlerde de olabilir. Sözlü iletişimin yanı sıra, sözsüz iletişim de gündelik yaşamımızda önemli
bir yer tutar. Örneğin, insanın giydiği bir kıyafet ve kıyafetin renkleri kendimize ve aynı zamanda
karşımızdakilerine belirli iletiler iletebilir. Bazı günler, bazen de genelde, taraftarı olduğumuz futbol
takımının forması ya da forma renklerinde, belirli renklerde kıyafetler giymeyi tercih ederiz (sözsüz
iletişim). Tanışma sırasında insanların ellerini sıkma biçimimiz, kafamızla insanları selamlamamız,
saçımızı kestirme biçimimiz, oturuşumuz, gülüşümüz, kaşlarımızı çatışımız vb. jest ve mimiklerimiz
kendimizi anlatmak istediğimiz iletilerimizi kodlama biçimimizdir. Yanımızdakine fısıldamamız ya da
kaş göz işareti yapmamız da dikkatlice hazırlanmış bir konuşma gibi bir iletişim biçimidir.
Resim 3.2: Taraftarı olduğumuz futbol takımının forması
Kaynak: http://www.resim.im/18448_eskiehirspor-formas.html isimli internet sitesinden 13.08.2012 tarihinde alınmıştır.
Sözel veya sözel olmayan ve isteyerek ya da istemeyerek, kasıtlı veya kasıtsız gönderilen (kodlanan)
iletilerimiz bizim iletişimimizi oluşturur.
Resim 3.3: Çeşitli iletişim biçimleri
Kaynak: http://villains.wikia.com/wiki/File:Obama-frown.jpg,http://www.luma-coaching.com/how-much-truth-willdo/whisper, http://tr-tr.facebook.com/ahyuksel,http://blogpoz.com/2012/08/13/asian-spiky-bob-hairstyles/ isimli internet
sitelerinden 13.08.2012 tarihinde alınmıştır.
43
Gönderilen ve alınan iletilerin iletildiği kanalları iletişim ortamları olarak tanımlıyoruz. Gerçekte
iletişim çok seyrek olarak tek bir kanaldan oluşmaktadır. Genelde bir, iki, üç ve hatta dört kanaldan anlık
olarak (eş zamanlı) iletişim gerçekleşmektedir. Bu nedenle, örneğin, yüz yüze gerçekleşen iletişimde hem
konuşur hem dinleriz (ses kanalı), aynı zamanda jest ve mimiklerimizi de kullanırız (görsel kanal),
bunlara ek olarak koku da duyarız (kimyasal-koku kanalı), çoğunlukla da birbirimize dokunuruz bazen de
tad almak için dilimizi kullanırız (deri-dokunma ve tad alma kanalı). Daha önce de belirtildiği gibi
iletişimde tüm duyu organlarımızı kullanırız.
Resim 3.4: Çeşitli iletişim kanalları
Kaynak: http://esnbusinessblog.com/category/marketing isimli internet sitesinden 13.08.2012 tarihinde alınmıştır.
İletişim kanallarındaki ileti ve bilgi oranı yaşadığımız zamana değin artan bir grafik izlemiştir. John
Naisbitt Megatrends (Megatrendler) isimli kitabında endüstri toplumundan bilgi toplumuna geçişteki
toplumsal değişmelerden bahseder. Bilginin ve iletilerin iletimlerinin hızlanmasını kaynak ve alıcının
birbirine yakınlaşması olarak ifade eder (Aktaran: DeVito, 1988). Günümüzde iletişim kanallarının
çeşitlenmesi ve hızlanması bilgi toplumunun gereklerinden olarak gösterilmektedir. Ünitenin ilerleyen
bölümlerinde bilgi toplumu ve sanal iletişim konuları ayrıntılı olarak incelenecektir.
Yansıma
Kaynağa geri gönerilen bilgi ya da iletiye yansıma diyoruz. Yansıma bireyin kendinden (kaynaktan)
gelebileceği gibi diğerlerinden de gelebilir (alıcıdan). Yansıma hem olumlu hem de olumsuz olabilir.
Aynı zamanda, yansıma, anında ya da gecikmeli de olabilir. İlerleyen bölümde kısaca yansıma
biçimlerinden söz edeceğiz.
Yansıma Kaynakları
Sözel olarak ileti yollarken, diğer bir bireyle konuşurken, aynı zamanda söylediklerimizi kendimiz de
duyarız, hareketlerimizi görür ve hissederiz, yazdıklarımızı görürüz vb. gönderdiğimiz iletileri biz de
duyumsarız. Kendimizden aldığımız bu iletilere ya da bilgilere göre de kendi iletilerimizi düzeltiriz.
Kendi kendimize aldığımız bu geribildirimlere ek olarak iletişim ortamında karşımızda bulunan birey ya
da bireylerden de iletiler alırız. Başka bir bireyle konuşurken hem biz ileti yollarız hem de karşımızdaki
bireyden gelen iletileri alırız. Karşımızdaki bireyden gelen ileti ya da bilgilere yansıma adı verilmektedir.
Geribildirim de diğer iletiler gibi herhangi bir biçimde olabilir. Örneğin, bir gülümseme, onaylama,
44
kızgınlık, bir tokat ya da yumruk vb herhangi bir ileti olabilir. Şekil 1.1 deki genel iletişim şemasında
kaynak ve alıcı arasındaki oklar yansımayı temsil etmektedir. Yansıma, iletişim sürecinde, daimi bir
döngü biçimindedir. Kaynaktan alıcıya, alıcıdan kaynağa bir döngü sergiler. İletişim sürecinde, genel
olarak, biz hem kendi gönderdiğimiz iletileri hem de gönderdiğimiz iletilere karşılık bize karşı taraftan
gelen iletileri yansıma olarak alırız.
Olumlu ve Olumsuz Yansıma
Yansıma hem olumlu hem de olumsuz biçimde olabilir. Olumlu yansıma kaynağa gönderdiğin iletiler
yerine ulaştı ve olumlu bir izlenim yarattı mesajını iletir. Olumsuz yansıma ise kaynağa başka deyişle
iletileri gönderene şunu der: “Gönderdiğin iletiler karşı tarafta olumsuz bir izlenim yarattı, iletinin
biçimini ya da davranışını değiştir.” Olumsuz yansıma, kaynağa iletinin değiştirilmesi ve yeniden
yapılandırılması gerektiğini söyler. Etkili iletişim, kaynağın aldığı geribildirimle gönderdiği iletileri
yeniden düzenlemesi ve tasarlaması ile oluşur.
Anında ve Gecikmeli Yansıma
Yansımada anındalık bireylerarası ve kitle iletişimini birbirinden ayıran en önemli unsurlardan biridir.
Bireylerarası iletişimde aldığımız yansıma genelde anında olur. Karşımızdaki bireyin gülümsemesi ya da
suratını asması ve bizi sözleriyle onaylaması ya da onaylamaması anında olur. Kitle iletişiminde ise
yansıma genellikle gecikmeli olarak gerçekleşir. Örneğin, bir gazetenin okurunun editöre yazdığı mektup
genellikle birkaç gün sonra editöre ulaşır ve yanıtlanması da zaman alırdı. Eski iletişim kitaplarında
gecikmeli geribildirime genellikle bu örnekler verilirdi. Günümüzde ise bilgi ve iletişim teknolojileriyle
desteklenen kitle iletişim araçlarında anında yansıma verilmeye başlanmıştır. Ünitenin ilerleyen
bölümlerinde sanal iletişim konuları işlenirken konuyu daha iyi bir biçimde özümseyebileceksiniz.
Gürültü
İletişim kuramının daha yeni geliştirilmeye başlandığı yıllarda iletişimde gürültü kavramı telefon ile
konuşanların kablo sisteminden dolayı (elektrik tesisatındaki sorunlar) birbirlerini tam anlamı
duyamamalarından ortaya çıkan sorun olarak tanımlanmaktaydı. Diğer bir deyişle, gürültü iletişim
kanalındaki yaşanan herhangi bir sorunun alıcı ve kaynak arasındaki iletişimi etkilemesi durumu olarak
tanımlanmaktaydı. Ancak, gürültü, gerçek anlamda, iletişim sistemini etkileyen ve iletileri bozan bir
durum olarak tanımlanabilir. Gürültü gönderilen iletilerin bozulmaya uğrayarak alıcı tarafından yanlış
anlaşılmalarını da sağlar. Bu nedenle, gürültü üç ana başlık altında incelenebilir.
Fiziksel Gürültü
Fiziksel gürültü ileti ya da sinyalin iletimi sırasında bozulmaya uğraması durumudur. Örneğin,
bilgisayarın bir anda durması, konuşma yapan bireyin ağzındaki fiziksel bozulma dolayısıyla peltek
konuşması, görüşü engelleyen gözlükler ve güneş gözlükleri vb. Fiziksel olarak iletişimi bozan engeller
olarak tanımlanabilir. Fiziksel gürültü, aynı zamanda, yazılı iletilerin de bozulması durumudur. Örneğin,
silik ve okunaklı yazılmamış iletiler, yazılı kağıdın anlamsız katlanmasıyla bozulmaya uğraması,
okunaksız el yazıları ve gerçekte alıcının gönderilen iletileri açık ve net bir biçimde almasına engel olan
herhangi bir fiziksel bozulma durumudur.
Psikolojik Gürültü
Önyargılar, yanlılık, peşin hükümler, yanlış varsayımlar, kapalı görüşlülük ya da fikirlilik ve benzer
zihinsel engeller iletiyi almada ve işlemede sorun çıkaran durumlardır. Açıklanan ve benzeri zihinsel
engeller iltişimin tam manası ile yapılmasına engel olur. Bu gibi zihinsel engellere iletişimde psikolojik
gürültü adı verilir.
45
Anlamsal (Semantik Gürültü) Gürültü
Anlamsal gürültü iletişimde kaynak tarafından üretilen iletilerin alıcı tarafından tam olarak
anlaşılamaması durumudur. Geniş anlamda, iletişim sürecinde kaynak ve alıcının aynı dili konuşmaması
durumu olarak özetlenebilir. Daha anlaşılabilir bir örnek ise, iletişim sürecinde kaynağın çok teknik bir
dil kullanması alıcının konuşulan konu ile ilgili herhangi bir şey anlayamamsı durmunu ortaya çıkarabilir.
Örneğin, ülkemizde, maalesef zaman zaman, doktor ve hukukçuların kullandığı dil çok teknik terim
içerdiği için normal vatandaşlar tarafından tam olarak anlaşılamamakta ve iletişim tam olarak
sağlanamamaktadır. Yanlış anlaşılma ya da anlaşılamama durumlarına bir diğer örnek ise şu durumlar
olabilir: Din, eğitim, ölüm, komünizm, kapitalizm vb. tartışmalı konu başlıklarında kaynak ve alıcı
arasında görüş farklılıkları olabileceğinden iletişim sırasında anlamsal bir gürültü oluşabilir. Bu durumlar
da iletişimin tam anlamı ile gerçekleşememesini sağlar.
Resim 3.5: İletişimi engelleyen durumlar
Kaynak: http://garymcshane2010.blogspot.com/p/barriers-of-effective-communication.html isimli internet sitesinden
13.08.2012 tarihinde alınmıştır.
İletişimde gürültü kaçınılmaz bir durumdur. Her iletişim ortamında gürültünün herhangi bir çeşidi ya
da tümü olabilir. Biz bir iletişimci olarak da tüm bu gürültü durumlarını tam olarak engelleyemeyebiliriz.
Ancak bir iletişimci olarak, iletimizi açık, net ve anlaşılır bir biçimde karşı tarafa yani alıcıya iletmemiz
gerekmektedir.
BİLGİ TOPLUMU
Bilgi toplumu olma düşüncesi ve bazı toplumların artık bilgi toplumu olduğu görüşü Kuzey Amerika,
Avrupa ve Japonya’da benzer zamanlarda ortaya atılmıştır. Bu benzer zamanlar 1960’lı yılların sonu ile
1970’li yılların sonu arasındaki 10 yıllık zaman dilimi kapsar. Bilgi toplumu olma düşüncesi, bilginin ve
bilgi üretiminin nasıl zaman içinde oransal olarak değiştiğini ve anlamlı bir biçimde artma gösterdiğini
açıklayan deneysel (bilimsel) çalışmaların sonucunda ortaya çıkmıştır. Aynı zaman dilimi içerisinde, bilgi
üretimindeki artış oranı ile yetinmeyen araştırmacılar işgücünün niteliksel olarak da yeni sosyal
oluşumlara ve ekonomik-politik yapılara doğru gelişim gösterdiğini söylerler. Pek çok araştırmacı, bu
süreç içerisinde –ki daha önce bahsedilen 1960’lı ve 70’li yılların sonları- bilginin değişen rolü ve
organizasyonundan söz etmektedirler. Bilgilendirmek ya da bilgilendirme süreci olarak dilimize tercüme
edilebilecek “informatisation” terimi bilgi toplumu kuramcıları tarafından, o yıllarda, sosyo-ekonomik
yapıdaki değişimleri açıklamak için kullanılmaktaydı (Preston, 2001). Amerika Birleşik Devletleri’nde
bir yönetim gurusu (guru: bir çalışma alanında en yetkin kişi olarak kabul gören birey) olan Peter Drucker
1968 yılında yazdığı The Age of Discontinuity (Süreksizlik Çağı) adlı eserinde modern ekonominin temel
zenginliğinin yaratıcısı olarak bilgi ekonomisini vurgulamaktaydı. 1970’li yılların sonu ve 1980’li
46
yılların başları itibari ile Bilgi Toplumu terimi Amerika Birleşik Devletleri’nde endüstri, araştırma ve
politika üçgeninde konuşulan konular arasına girmiştir. İngiltere’de Tom Stonier’in Wealth of
Information (1983) (Bilginin Zenginliği) isimli eserinde bilgi ve iletişim teknolojilerinin yeni sosyal,
ekonomik ve biyolojik sinerjiyi nasıl yaratacağı konusunda öngörüler bulunmaktaydı. Bunun paralelinde
Japonya’da Umesao isimli yazar “informatisation” terimini kullanarak bilgi toplumunu anlatmış ve bu
fikirleri Japon Hükumeti dikkate alarak değerlendirmiştir (Preston, 2001).
Batı dünyasında, yukarıda söz edilen yazar ve araştırmacıların biraz daha fazla öne çıkanı ise Daniel
Bell’dir. Daniel Bell bilgi ve enformasyon miktarındaki hızlı değişimi ve bu değişime bağlı olarak
toplumun karşılaşacağı değişiklikleri önceden kestirme ve belgeleme yeteneği açısından öne çıkan bir
sosyologtur. İlerleyen bölümde, kısaca, Daniel Bell’in Bilgi Toplumu Kuramı özetlenecektir.
Daniel Bell’in Bilgi Toplumu Kuramı
Resim 3.6: Prof. Daniel Bell
Kaynak: http://en.wikipedia.org/wiki/Daniel_Bell isimli internet sitesinden 13.08.2012 tarihinde alınmıştır.
1973 senesinde yayımladığı çalışmasında, Prof. Bell Toplumsal Gelecek Üzerine Deneme isimli
makalesinde gelecek 30-50 sene içinde kendisinin “the post industrial society” olarak tanımladığı
Türkçemize endüstri ötesi toplum olarak çevirebileceğimiz toplumsal gelecek yapılanmasını
değerlendirmiştir. Daha sonra, Bell endüstri ötesi toplum terimi yerine bilgi toplumu “information
society” terimini kullanmaya başlamıştır.
1973 senesinde yayımlanan çalışmasında Bell birden fazla düşünürden etkilendiğini belirtmiştir. Bu
düşünürlerden ilki olan Joseph Schumpeter teknolojiyi açık bir denize benzetmiştir. Etkilendiği diğer
önemli fizikçi ve tarih bilimci Gerald Holton makalesinde teknolojik bilginin bilime, teknolojiye ve
dolayısı ile ekonomik politikaya getirdiği yenilikleri irdelemiştir. Gençliğinde sosyal demokrat olan Bell
1973 senesindeki yayımladığı çalışmasında bu iki önemli insanın kendisine ışık tuttuğunu söylemiştir.
Aslında Bilgi toplumu kuramını Bell’den önce düşünenler de vardı ancak doğrudan bu terimi
kullanmamışlardır. George Wilhelm Friedrich Hegel’den etkilenen Karl Marx, çok önceden, kapitalizmin
etkisi ile oluşacak sınıfsız toplumdan söz etmişti. Karl Marx’ın yanı sıra bu düşünürlere Adam Smith’i de
ekleyebiliriz.
47
http://tr.wikipedia.org/wiki/Adam_Smith, http://tr.wi-kipedia.org/wiki/Karl_Marx adresinden Karl Marx ve Adam Smith isimli düşünürler hakkında ansiklopedik
bilgilere ulaşabilirsiniz.
Felsefe, bilim ve düşünce tarihine ilginiz varsa, bunların yanı sıra
diğer düşünürlerin, filozofların ve bilim insanlarının ürettikleri eserleri okumanız ve
incelemeniz sizin zihinsel gelişiminize katkıda bulunacaktır.
Bell’e göre modern toplum üç parçaya bölünmüştür ve her bir parça farklı ilkelerle yönetilir. Birincisi
ekonomik, teknolojik ve mesleki ya da tabakasal sistemleri içeren sosyal yapıdır. Batı toplumlarında
görülen bu sosyal yapı kaynakları düşük fiyat, optimizasyon (en uygun duruma getirme) ve
maksimizasyon (azami ölçülere çıkarma, genelde üretimdeki kazancı) ilkeleriyle kullanma
düşüncesindedir. İkinci parça yönetim biçimidir. Bu yönetim biçimi, bireyin ya da grupların
gereksinimlerine göre yönetimin dağılımını ayarlar. Bell’e göre bu yönetim biçimi katılım’a odaklıdır ve
tabandan (geniş halk kitlelerinden) gelen isteklerle biçimlenir. Üçüncü parça ise kültürdür. Bell’e göre
kültürün amacı bireyin arzu ve isteklerini tamamlamak ya da artırarak genişletmektir. Bell bu üç parçanın,
diğer bir deyişle modern toplumu oluşturan parçaların 1. Sosyal yapı, 2. Yönetim biçimi ve 3. Kültürün
modern toplumu oluşturduğu düşüncesindedir. Ancak, Bell sosyal yapının, yönetim biçimi ve kültürden
eleştirel olarak ayrı olduğu görüşünü de savunur.
Daniel Bell’e Göre Bilgi Toplumunun Özellikleri
Bell’e göre bilgi toplumunun en önemli özellikleri aşağıda listelenmiştir:
a.
Mal üretiminden hizmet üretimine geçen bilgi toplumunda sağlık, eğitim, araştırma, devlet
hizmetleri ve yüksek teknoloji endüstrileri hızlı bir yükseliş göstermişlerdir.
b.
Yüksek teknoloji ve yeniliklerin üretilmesine verilen destek ile, özellikle IBM (International
Business Machines- Uluslararası İş Makineleri) firması 20. yüzyılın bilime dayalı firmaları
arasında en ünlü olanı olarak gösterilmektedir. Bunun yanı sıra, üniversiteler de endüstri ötesi
toplumun yani bilgi toplumunun en önemli kurumlarıdır.
c.
Bilgisayarlaşma ile gelen yeni süreç soyut sembol sistemlerin yasalarla ve standartlaşmayla
somutlaştırılması yeni akıllı teknolojilerin doğmasının önünü açmış ve bilgisayarlaşma ile yeni
ekonomik modeler geliştirilmiştir. Bu bağlamda, bilgisayarla ya da diğer bir deyişle sanal
iletişimin de yaygınlaşması ve hayatımızda önemli bir yer alması sağlanmıştır. Ünitenin
ilerleyen bölümlerinde bu sistemlere somut örnekler verilecektir.
d.
Bilim ve bilişsel değerlerin güç kazanması ve bu bağlamda da bilimin saygınlığının artması,
bilimin ve araştırmanın bilgi toplumunun temel gereklerinden olduğu düşüncesinin ön plana
çıkmasını sağlamıştır.
e.
Karar alma süreçlerinde yaşanan değişikliklerle bilim uzmanlığı ve bilimsellik ön plana
çıkmıştır. Hizmet sektörünün de bilgi toplumunda hızla gelişme göstermesiyle, hizmet
sektörünün ve çalışanlarının ön plana çıkması beraberinde hemen hemen tüm sektörlerde
ekonomikleşme davranışının yerini sosyalleşme davranışının almasına neden olmuştur.
f.
Bu değişimler çoğu sektörde ve toplumda liyakati ön plana çıkarmıştır. Diğer bir deyişle bir işi
uzmanının ve ustasının yapması bilgi toplumunda ön plana çıkan değerdir. Bilgi toplumunda
liyakat ile işlerin yapılmasına verilen önem mülkün ve zenginliğin önüne geçmiştir. Bu durumu
dilimizde yorumlamaya çalışırsak, paranın ve malın yerini bilginin aldığını görmekteyiz.
Günümüzde de dünya zenginlerinin listesine baktığımızda bilgi ile kazanılan zenginliklerin ön
plana çıktığını gözlemlemekteyiz.
g.
Teknik konularla ilgili entellektüelliğin yaygınlaşması da, bilgi toplumunda şu tartışmayı ön
plana çıkarmıştır. Teknik entellektüellik mi yoksa edebiyat ve sanat alanında entellektüellik mi
daha ön planda olmalıdır?
48
Sizce de hangisi doğrudur? Teknik entellektüellik mi yoksa edebiyat
ve sanat alanında entellektüellik mi daha ön planda olmalıdır?
Bell geçmiş birkaç 10 senelik dilimlerde teknoloji alanında uzman olanların çoğu sektörde yoğun bir
biçimde işe alındıklarını söylemektedir. Bilim ve teknoloji alanındaki hızlı gelişmeyle birlikte, bilgi
toplumunda iş bulabilmenin en azından yüksek öğretim gerektirdiğinden söz etmektedir (Bell, 1973).
Günümüzde ise nitelikli bir iş bulabilmek için üniversite eğitiminin yanı sıra yüksek lisans ve doktora
gibi alanda uzmanlık eğitimi almak bir gereklilik haline gelmektedir.
Daha önce sözü edildiği gibi mal üretiminden hizmet üretimine geçen bilgi toplumunda sağlık, eğitim,
araştırma, devlet hizmetleri ve yüksek teknoloji endüstrileri hızlı bir yükseliş göstermişlerdir ve
göstermektedirler. Bilgi toplumunda sözü edilen bu sektörlerin ön plana çıkması ve yoğun bilgi
teknolojilerinin kullanımı aslında bir kurumu en ön plana çıkarmktadır. Bu kurum sözü edilen sektörlere
nitelikli insan gücünü yetiştiren üniversitelerdir. Aslında Bell yıllar öncesinden (1973) eğitimin ve
özellikle yüksek öğretimin önemini vurgulamıştır. Endüstri ötesi ya da bilgi toplumu ile beraber nitelikli
insangücüne gereksinim ön plana çıkmıştır. Bu durum da üniversiteleri bilim, teknoloji ve nitelikli insan
gücü üreten kurumların bilgi toplumunun temelini oluşturduğu düşüncesini doğrulamaktadır. Bunlara ek
olarak Bell (1973) teorik bilginin değişen ve yükselen değerinden de bahsetmiştir. Bilgi toplumunun
istediği teknolojik bilgi ile donanmış mühendislerin, uzmanların daha doğrusu insan-makina iletişimi ile
gerçekleştirilecek ürün ve hizmet üretiminin yenilikçi teorik bilgi ile şekilleneceğinden söz etmiştir.
Son olarak, bilgi toplumu ya da endüstri ötesi toplum iletişim hizmet ve araçlarını en üst düzeyde
kullanmayı amaçlayan bir yapıdadır diyebiliriz. Yeniliklerin ve yeni düşüncelerin hızla yayılması ve
insan hayatını kolaylaştırması için iletişimin çok hızlı ve anlık olması gerekmektedir. Bu nedenlerle
endüstri ötesi toplum ya da bilgi toplumu sanal iletişim ve sanal iletişim araçlarını en uygun düzeyde
kullanmayı amaçlar. İlerleyen bölümde sanal iletimi oluşturan ortamlar ve kullanımları açıklanmıştır.
YENİ MEDYA VE SANAL İLETİŞİM
Yeni medya ve sanal iletişimden önce medya kavramı üzerine odaklanalım. Geleneksel medya olarak da
tanımlanan kitlesel medya, kitle iletişimi için kullanılan gazete ve dergi gibi basılı yayınlar; radyo,
sinema, televizyon gibi sesli veya hem sesli hem de görüntülü iletileri taşıyan ortamlardır denilebilir.
Günümüzde bu ve benzeri ortamlara geleneksel medya adı verilmektedir. Geleneksel medya araçları; işe
bilgisayarı karıştırmadan ve barındırdığı iletileri bilgisayar yardımıyla işlemeden ve kayıt etmeden
kullanan iletişim ve kitle iletişimi araçlarıdır. Bu araçlar yukarıda da sözü edildiği gibi gazete ve dergi
gibi basılı yayınlar; radyo, sinema, televizyon gibi sesli ya da hem sesli hem de görüntülü iletileri
(iletileri) taşıyan ortamlardır.
Kitle haberleşmesi ve iletişimi için kullanılan bu ortamlar geleneksel yapılarında metin, ses, resim,
hareketli resim ve hem hareketli resim hem de sesleri barındırmaktadırlar. Kitle iletişimi dediğimizde bir
kaynaktan kitleye yani büyük bir insan topluluğuna yönelik yapılan bir iletişim biçimini dününmemiz
gerekir. Kitle iletişim araçları denildiğinde ise insanların kitleler biçiminde alıcı durumda olduğu iletişim
sürecinde iletileri taşıyan araçlarıdır. Bu iletileri kitlelere taşıyan araçlar gazete, radyo, televizyon vb.
olabilir.
Teknolojinin ilerlemesi ve buna bağlı olarak da bilgisayarların kullanılması ve yaygınlaşması ile
metin, ses, resim, hareketli resim ve hem hareketli resim hem de ses ögelerinin bilgisayara aktarılması
diğer bir deyişle sayısallaşması (dijitalleşmesi) yeni bir devrin başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Çok
kısa bir tanımlamayla yeni medya iletilerin sayısallaşması ile ortaya çıkmış bir terimdir denilebilir. Metin,
ses, resim, hareketli resim ve hem hareketli resim hem de sesleri sayısal ortamlara aktarmak, işlemek,
düzenlemek, depolamak ve yeniden üretmek için kullanılan araçlar bilgisayarlardır ancak yeni medya
kavramı iletilerin bilgisayarla sayısallaştırılmasından çok daha ileride ve çok daha geniş bir kavramdır.
Bilgi toplumunun özelliklerine baktığımızda bilgisayarlaşma ve iletişimin, ticaretin, üretimin ve
hizmetlerin bilgisayar desteği ya da tamamen bilgisayarlarla yapıldığını görmekteyiz. Bu nedenle bilgi
toplumu yeni medya araçlarını kullanmanın yanı sıra iletişiminin büyük bir bölümünü de yeni medya
49
araçları yardımıyla gerçekleştirmektedir. Yeni medya kavramını ayrıntılarıyla açıklamadan önce medya
tarihine kısaca bir göz atmamız gerekmektedir.
Tarihçe
Medyanın kısa tarihçesine göz attığımızda 19 Ağustos 1839’da Paris’te meraklı kalabalığın bakışları
arasında Louis Degauerre’un müthiş buluşunu halka tanıttığını gözlemliyoruz. Degauerre’nin buluşuna
ilk ticari fotoğraf işleme ünitesi denilebilir. Bulduğu mekanizmaya yine kendi adından esinlenerek
Degauerreotype adını vermiştir. Bu mekanizma ışığa duyarlı maddelerle bir nevi fotoğraf elde etme
yöntemiydi. Bu durum tarihte ilk fotoğrafçılık olayı olarak da kabul edilir. Burada asıl önemli olan konu,
bu tarih aynı zamanda, Manovich (2001) ’e göre medya çılgınlığının da başlangıcı olarak kabul edilir. Bu
tarihi buluştan sonra, hemen herkes, evlerinin pencerinden manzarayı resmetmeye çalışmış ve çok kısa
bir süre içerisinde yeni buluşlarla fotoğrafçılık büyük bir hızla yayılmaya başlamıştır (Manovich, 2001).
Resim 3.7: İlk fotoğraf makinaları
Görüntüler www.blogs.davenportlibrary.com ve www.teknokulis.com isimli internet sitelerinden 13.08.2012 tarihinde
alınmıştır.
Medya tarihindeki turumuza devam ettiğimizde 1890’lı yıllarda hareketsiz görüntülerin yanına
hareketli görüntülerin de eklendiğini görmekteyiz. 1893 yılında ilk film stüdyosu olan Edison’u medya
tarihinin kilometre taşları arasında gözlemliyoruz. Bundan iki sene sonra Lumiere kardeşler yeni icatları
olan sinematografi kamerasını tanıtmışlardır. Bu yıllarda görüntü işleme çalışmalarının yanı sıra
bilgisayarla ilgili ilk çalışmalar da yapılmaktaydı ancak teknolojik olanaklar ve bilgi birikimi henüz
yeterli değildi. Bu nedenle bilgisayarların yaygın kullanımı için 1980’li yılları beklemek gerekecekti.
Daha eskilere baktığımızda, kitle iletişiminin en önemli unsurlarından biri olan kitabın seri olarak
basılması 1456 yılında matbaanın bulunmasına kadar gider. Kitap öyle değerli bir iletişim aracıdır ki;
günümüzde hem geleneksel medyadaki hem de yeni medyadaki yerini korumaktadır. Günümüzde kitaplar
basılı olarak da kullanıldığı gibi elektronik ortamlarda da yerini almıştır ve günden güne
yaygınlaşmaktadır. Bilgi toplumunu oluşturan insanlar ve günümüzde yeni nesil olarak tanımlanan
gençler, kitap okuma alışkanlıklarını elektronik ortamlara ve bilgisayarlara doğru kaydırmışlardır.
Tarih turumuzda 1609 yılında ilk gazetenin yayınlamasına şahit oluyoruz. Kitle iletişimde yüzlerce
yıldır basılı bir araç olarak kullanılan gazete de kitap gibi, bilgi toplumunda yerini, elektronik ortamlarda
yayımlanmaya bırakmaktadır. Yeni medya araçlarında yerini alan gazete, genellikle, elektronik
ortamlarda ücretsiz ve güncel olduğu için okunurluğunu günden güne artırmaktadır. Bunun aksine,
geleneksel olarak kâğıda basılan gazetelerin satış rakamları da günden güne azalmaktadır. Bu durum bize
bilgi toplumunda bilgisayarların ve bilgisayar desteği ile yapılan sanal iletişimin önemini bir kere daha
kanıtlamaktadır.
İlk ses kaydı ise 1877 yılında yapılmıştır. Ses kayıtlarını büyük kitlelere taşımak için de 17 yıl
beklenmişti. Tahmin edeceğiniz gibi ses kayıtlarını taşıyan plaklar 1894 yılında üretilmeye başlanmıştır.
50
Daha sonra müzik ve daha farklı amaçlarla kopyalanan plakların dünya üzerinde hemen her yere
yaygınlaştığını görüyoruz.
Sesleri kitlelere taşımada en en etkili araçlardan biri olan radyo ise 1920 yılında bulunmuş ve
günümüze kadar en etkili kitle iletişim araçlarından biri olarak evlerimizde, arabalarımızda, yanımızda ve
taşınabildiği hemen her yerde yerini almıştır.
Televizyon, diğer bir deyişle, hem sesi hem de hareketli görüntüleri taşıyabilen müthiş araç için
insanların 1936 yılını beklemesi gerekmekteydi. Günümüzün vazgeçilmez kitle iletişim araçlarından biri
olan televizyon, bazı kaynaklara göre, dünya üzerindeki pekçok insanın hala vazgeçemediği haber alma,
eğlence ve eğitim aracıdır. Bilgi toplumunda televizyon yayınları da artık bilgisayar desteği ile
yapılmaktadır. Ülkemizde de henüz yaygınlaşmaya başlayan IPTV Internet Protocol Television (İnternet
protokolü üzerinden (TCP/IPV4 - IPV6) görüntü ve ses aktarımı ile çalışan cihaz) televizyon
izleyicilerine yayımcı ile etkileşimli bir iletişim sağladığı için kitle iletişimin temel kurallarını
değiştirecek bir ortam olarak adından söz ettirmektedir.
Resim 3.8: Geleneksel kitle iletişim araçları
Resim 3.9: IPTV
Kaynak: http://www.tivibu.com.tr/ ve http://iptv.pro/ isimli internet sitelerinden 13.08.2012 tarihinde alınmıştır.
Yeni Medyanın Tanımı
Yeni medya ile ilgili pek çok tanım yapılmıştır ve yapılmaktadır. Tanımlardaki çeşitlilik, tanımları yapan
araştırmacıların bakış açılarına göre değişiklik göstermektedir. Bazı önemli araştırmacı ve yazarların yeni
medya tanımlamaları ise şöyledir:
McQuail (2005)’e göre yeni medya geleneksel, diğer bir deyişle var olan medyanın yerini almaktan
çok ona yapılan bazı ilaveler olarak tanımlamaktadır. İlave edilenleri ise sayısal (dijital) ve kümelenme
olarak açıklamaktadır. Burada sözü edilen sayısallık bilgisayarın verileri “0” ve “1” lerden oluşan sayı
51
formlarına çevirerek işlemesi durumudur. Kümelenme ise geleneksel medyada var olan metin, ses ve
görüntü formlarının düzenleme ve yayınlanma süreçlerinde, genellikle bilgisayar deseği ile, bir araya
getirilmelerini ifade eder. Diğer bir deyişle bilgisayar yardımıyla oluşturulan sayısal formlar tüm ileti
biçimlerini (metin, ses ve görüntü) bir araya getirip işleyebilmektedir. Bunun yanı sıra tüm formlardan
yeni biçimler de oluşturabilmektedir. Örneğin metin, görüntü ve ses’in yerlerinin değiştirilmesi bir nevi
yeniden biçimlendirilmesi ya da kurgulanması durumudur.
Flew (2008) ise yeni medyanın analog (sayısal olmayan) yayın yapan geleneksel televizyon ve radyo
yayınları, basılı ortamlardan gazete ve dergi gibi geleneksel medyadan farklı olarak sayısal bilgisayar ve
ağ tabanlı iletişim araçlarından oluştuğunu belirtmektedir. Bu durumda bilgi toplumunun özelliklerine
vurgu yaparsak yine bilgisayarların yoğun kullanımı özelliği ön plana çıkmaktadır.
Resim 3.10: Yeni medya tasvirleri
Yeni medya kitle iletişimine de yenilikler getirmiştir. Daha önce izleyici konumunun, istisnalar
dışında, ötesine geçemeyen bireyler yeni medya uygulamaları ile birlikte içeriğe ve uygulamalara da
erişebilir bir konuma gelmiştir. Geray (2002) farklı zaman dilimlerinde içeriğe ve uygulamalara
etkileşimli bir biçimde ulaşabilen bireylerden söz etmektedir. Bu durumun anlamı, geleneksel medya
uygulamalarında (radyo, televizyon, gazete vb.) bireyler kitleye gönderilen iletileri izleyebilmektedirler.
Bu iletilere veya iletilere yanıt vermeleri, geribildirimde bulunmaları oldukça güçtü ancak sayısal iletişim
ve yeni medya araçları bu imkânı yalnızca izleyici olan kesime sunmaya başlamıştır. Kitle iletişimi için
bu durum çok önemli bir yeniliktir.
Bu tanımlamalardan sonra yeni medyayı, iletişimde etkileşimi artıran, iletileri sayısal bir biçime
getiren ve herkesin kolayca erişebileceği ortamlar olarak tanımlayabiliriz. Yeni medya araçları ile yapılan
iletişime de sanal iletişim adını vermekteyiz.
YENİ MEDYA ARAÇLARI
Yeni medya iletişim ortam ve araçlarını akıllı taşınabilir ortamlar, internet, internet uygulamaları ve ara
yüzleri ve sayısal görsel oyunlar olarak sıralayabiliriz.
Akıllı Taşınabilir Ortamlar
Akıllı taşınabilir ortamlar iletişim uygulamalarında gün geçtikçe yaygınlaşmaktadır. Alanyazında mobil
iletişim (seyyar iletişim) olarak da adlandırılan yöntem akıllı taşınabilir araçlar yardımıyla
gerçekleştirilmektedir. Mobil iletişimde iletiler PDA’ler, cep telefonları ya da tablet bilgisayarlar ile
taşınabilir. Bu yöntemle bireyler her an ve her yerde iletişimi gerçekleştirme şansını yakalayabilirler. Bu
yöntemle bireyler diledikleri zaman ve diledikleri yerden haberleşme ya da iletişimde bulunma şansına
sahiplerdir. Cihazların, aynı zamanda, internete ve diğer sayısal ağlara bağlanabilme kapasiteleri
sayesinde çok zengin bir iletişim içeriğine kavuşmak bireyleri motive etme açısından da önemlidir. Bu
sistemlerin anında kayıt yapma, düzenleme ve farklı belleklerden çağırma özellikleri düşünüldüğünde
iletişimde çığır açabilecek yeniliklerden biri olma özelliği yadsınamaz. Taşınabilir yeni medya araçları,
aynı zamanda, eş zamanlı ve eş zamansız çalışabilme özellikleri ile birlikte yeni bir iletişim modeli de
oluşturmaktadır. Belki konumuzla tam ilintili değil ancak mobil ortamlarla günümüzde uzaktan eğitim de
yapılmaktadır. Eğitimi bir iletişim süreci olarak düşündüğümüzde bilgi toplumunda eğitim hizmetlerinin
geldiği bu durum da sevindirici bir haberdir.
52
PDA’lar (Personal Digital Assistant-Kişisel Sayısal Yardımcı)
Türkçe olarak kişisel sayısal yardımcı adı verilen ve İngilizce kısaltması PDA olan bu teknolojik ürün
bilgisayar, cep telefonu, sayısal müzik çalar ve kameradan oluşan taşınabilir bir ortamdır. Telefon olarak
da kullanılan bu system artık günümüzde tablet bilgisayar olarak da kullanılmaktadır. İnternet hizmetinin
günümüzde cep telefonu şirketlerinden de verilmeye başlanması bu tür cihazlara olan ilginin daha da
artması sağlamıştır. Her geçen gün ekranı ve işlemci hızı daha büyük olan modelleri piyasaya
sürülmektedir. Bu ve benzeri cihazlar kitle ve bireylerarası iletişimde zamandan ve mekândan bağımsız
olarak eşzamanlı ve eşzamansız (anında ve gecikmeli) iletişim olanakları sunmaktadır.
GSM (Cep) Telefonlar
Akıllı taşınabilir teknolojilerin belki de en bilineni GSM ya da cep telefonlarıdır. Global System for
Mobile Communications ya da kısaca GSM olarak isimlendirilen teknoloji Türkçe olarak Mobil İletişim
için Küresel Sistem olarak tercüme edilebilir. Sistem adından da anlaşılacağı gibi bir cep telefonu iletişim
protokolüdür. Günümüzde telefonla konuşma hizmetinin yanı sıra, kısa ileti gönderme ve alma, fotoğraf
çekme, müzik ve video çalma, internet’e bağlanma, dosya indirme, elektronik posta okuma, veri aktarma
ve ses kaydı gibi özellikleri vardır. Bir nevi taşınabilir bilgisayar gibi olan modelleri de vardır. PDA
cihazlarıyla bütünleşmiş modelleri, aynı PDA cihazlarında olduğu gibi, kitle ve bireylerarası iletişimde
mekândan ve zamandan bağımsız olarak eşzamanlı ve eşzamansız (anında ve gecikmeli) iletişim
olanakları sunmaktadır.
Tablet Bilgisayarlar
Çeşitli ekran boyutlarında ancak taşımaya olanak veren, günümüzde oldukça hafif ve hızlı modelleri
bulunan, bilgisayar gibi değişik işletim sistemleriyle çalışabilen, kalemle ya da dokunmatik olarak
çalışabilen ekran özelliklerine sahip, kolayca her yere taşınabilen, el yazısını metne çevirebilen ve hemen
hemen kişisel bilgisayarların yaptığı her işlemi yapabilen bir teknolojik ortamdır. GSM şebekelerinden
ve diğer sistemlerden internet’e de bağlanabilen bu araçlar, bazı modellerinde, cep telefonu özelliği bile
barındırmaktadırlar. Günümüzde artık taşınabilir ortamlar bir bütün olarak düşünülmelidir. Tablet
bilgisayarlar kullanıcıların kablosuz iletişim kurabileceği ve bilgisayarların yaptığı işlemleri de
yapabilcek bir araca dönüşmektedir. Teknolojinin sağladığı bu olanak kullanıcılara mobil iletişim
alanında sınırsız olanaklar sunmaktadır.
Yazı
Tahtası
Resim 3.11: Akıllı Taşınabilir Ortamlar
İnternet ve Sayısal Ağlar
Çağdaş toplum çeşitli niteleme ve adlandırmalarla anılmaktadır. Bu nitelendirmeler arasında bilgi
toplumu, teknoloji toplumu, iletişim toplumu ve ağ toplumu gibi kavramlar sayılabilir (Şimşek, 2011). Bu
kavramların bize anlatmaya çalıştığı en önemli değer ise günümüz insanının iletişimi ve özellikle uzak
mesafelerle iletişimi yoğun bir şekilde kullanmasıdır. Uzak mesafelerle iletişim de teknolojik araçların
yardımıyla gerçekleşmektedir. Teknolojik araçları birbirine bağlamak ve aralarında iletişim kurmak için
de çeşitli ağlar bize yardımcı olmaktadır.
Kısaca Web (ağ) adı verilen World Wide Web (www) dünya üzerindeki en önemli sayısal ağdır. Web
teknolojisi kullanıcılarına bir adres üzerinde sisteme bağlanma olanağı sunar ve "www" ile başlayan
53
adreslerdeki sayfaların görüntülenmesini sağlayan bir hizmeti ifade eder. Web üzerinde çeşitli adres
uzantıları bulunmaktadır. Bu uzantılar sahip oldukları alana ve paylaştıkları bilgi türüne göre
sınıflandırılmışlardır. Örneğin eğitim kurumlarına “edu” hükümet kuruluşlarına “gov”, ticari işletmelere
“com”, kişisel sitelere “gen”, ağ anlamındaki network “net”, vakıf, dernek, oda ve sivil toplum
örgütlerine “org”, askeri kurumlara “mil” ve uluslararası kuruluşlara “int” uzantısı verilir. Televizyon
şirketlerine ise “tv” uzantısı verilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri dışındaki ülkelerin ülke kodları da
web adreslerinin sonuna eklenir. Türkiye için “tr” uzantısı adresin sonuna eklenmelidir. Örneğin,
Anadolu Üniversitesinin web adresi: https://www.anadolu.edu.tr/ dir. Bir eğitim kurumu olduğu için de
adresinde “edu” uzantısı vardır.
Web’in orataya çıkması ve yaygınlaşması oldukça hızlı olmuştur. Şu anda büyük çoğunlukla ikinci
kuşak web hizmetlerini kullanmaktayız. Web 2.0, O'Reilly Media tarafından 2004'de kullanılmaya
başlayan bir sözcüktür ve ikinci kuşak internet hizmetlerini - toplumsal iletişim sitelerini, vikileri, iletişim
araçlarını, folksonomileri- yani internet kullanıcılarının ortaklaşa ve paylaşarak yarattığı sistemleri
tanımlar (http://tr.wikipedia.org/wiki/Web_2.0).
http://www.trt.net.tr/anasayfa/anasayfa.aspx ne uzantılı bir internet
adresidir?
İkinci Kuşak Web Hizmetleri
Günümüzde yaygın bir biçimde ikinci kuşak web hizmetleri kullanılmaktadır. İkinci kuşak web
hizmetleri kısaca şunlardır:
Resim 3.12: Web 2.0 tasviri
Kaynak: http://blogs.ukoln.ac.uk/cultural-heritage/category/web-20/page/2/ isimli internet sitesinden13.08.2012
tarihinde alınmıştır.
Blog
Türkçede internet günlüğü olarak adlandırılan (Web Log) teriminin kısaltmasıdır. Bireyler ya da gruplar
tarafından yapılan serbest yorumlar ardışık sıra ile listelenir. Web günlükleri iletişimde bağımsız bireyler
tarafından belirlenen konuların tartışması ve yorumlaması biçiminde kullanılır. Web günlükleri ile artık
bireyler, bireyden kitleye türünde sanal bir iletişimin de başlamasına neden olmuştur.
54
RSS
İngilizce Really Simple Syndication kelimelerinin kısaltmasıdır. Web kullanıcılarının içerikte yapılan
değişikleri otomatik olarak almalarını sağlayan bir tür güncelleme sistemidir. Kitle iletişiminde alıcı
konumunda olan bireyler içerikte yapılan değişiklikleri anında izleyebilirler. Örneğin internetten yayın
yapan gazeteler manşetleri gün içerisinde pek çok kere değiştirirler. İzleyenler her an yeni bir haber
alabilirler. Aynı zamanda, izleyenler haberlere yorum da yazabilirler ve yazdıkları yorumu anında olmasa
bile çok az bir gecikmeyle bu sistem sayesinde gazetenin web sitesinde görebilirler. Bu durum, kitle
iletişiminde bireylerin katılımına çok güzel bir örnektir. RSS ile geribildirimin, az bir süre ile gecikmeli
olması da bilgi toplumunda sanal iletişimin getirdiği en önemli yeniliklerden biridir.
Wiki
Wiki Türkçe “çabuk” kelimesinin Hawicesidir. Kullanıcıların web içeriği oluşturmalarına ve
düzenlemelerine olanak veren bir tür yazılımdır. Birey ya da gruplar wikinin bu özelliğinden faydalanarak
büyük çaplarda dökümanlar oluşturabilir. Wikipedia wikiye verilebilecek en önemli örneklerden biridir
çünkü kullanıcıları tarafından devamlı olarak geliştirilen bir sistemdir. İletişimde yeni medyanın
kullanımına en önemli örneklerden biridir.
Sosyal Ağlar
Bireyleri internet sistemi üzerinden birbiriyle buluşturan ve metin, ses ve video paylaşarak eşzamanlı ve
eşzamansız sosyalleşmelerini sağlayan bir tür yazılımdır. En çok kullanılan sosyal ağlar Facebook,
Twitter, Linkedin, Myspace, Badoo, Xing vb. olarak sıralanabilir. Bu sosyal ağların kullanımı ülkeden
ülkeye değişiklik gösterebilir. Her ne kadar bu sosyal ağlar bireyler arasında sosyalleşmek ve iletişim
amaçlı olarak kullanılsa da eğitim alanında da son zamanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Eşzamanlı ve
eşzamansız iletişim ve metin, ses ve video paylaşım olanaklarıyla kullanımı günümüzde artık çılgınlık
boyutlarna ulaşmıştır.
Sizce ülkemizde en fazla kullanıcısı olan sosyal ağlar hangileridir?
Resim 3.13: İnternet ve sosyal medya
55
Sayısal Görsel Oyunlar
Geleneksel kültürlerde oyunlar bir iletişim aracı olarak da kullanılmaktaydı. Çocuklar diğer arkadaşlarıyla
iletişimi ve sosyalleşmeyi oyunlarla sağlamaktaydı. Yeni medya oyun kültürüne de çok değişik boyutlar
getirmiştir. Yeni medya araçlarıyla oynanan oyunlar hem bireysel hem de bireylerarası olabilmektedir.
Sayısal oyunlar bilgisayar ve mobil iletişim araçlarının desteğiyle dünya üzerinde eşzamanlı oynanabilir
bir düzeye gelmiştir. Sosyal ağlarda oyunlar artık bir tanışma ve sosyalleşme aracı olarak da
kullanılabilmektedir.
Sanal iletişim bilgi toplumu ile önemli bir gelişme kazanmıştır. Yukarıda sözü geçen iletişim araçları
ile insanlar anında ya da çok az bir gecikmeyle olsa bile iletişimlerini hızlandırmışlardır. Artık bir evden
bir bireyin büyük kitlelere yayın yapması ve duygu ve düşüncelerini açıklaması, iletiler yollaması oldukça
kolay bir hale gelmiştir. Bilgi toplumunda bireyler teknoloji yardımıyla kendilerine sağlanan iletişim
olanaklarını son derece ucuza kullanmaya başlamışlardır. Bu durumda dikkat edilmesi gereken nokta,
sanal iletişim araçlarıyla yolladığımız ya da yollamayı düşündüğümüz iletilerin niteliklerinin
artırılmasıdır.
56
Özet
İletişim bir ya da birden fazla bireyin katılımı ile
gerçekleşen, bir bağlam içerisinde oluşan, bazı
etkileri olan ve çevredeki gürültüden az ya da çok
etkilenen ve sonucunda da bazı geribildirim
olanakları sunan bir tür eylemdir. İletişim daima
bir bağlam içerisinde gerçekleşir. İletişim
bağlamının üç boyutu; fiziksel, sosyo-psikolojik
ve zamansal boyut olarak sınıflandırılır. İletişim
sürecinin bileşenleri kaynak ve alıcı, kodlama ve
kod çözme, ileti ve kanal, geribildirim ve gürültü
olarak söylenebilir.
Bilgi toplumu kavramı Kuzey Amerika, Avrupa
ve Japonya’da benzer zamanlarda ortaya
atılmıştır. Bilgi toplumu kavramının gündeme
gelmesi 1960’lı ve 1970’li yılların sonları
arasındaki 10 senelik zaman dilimini kapsar.
Bilgi toplumu fikrini ortaya atan en önemli
kuramcılardan biri Daniel Bell dir. Mal
üretiminden hizmet üretimine geçen bilgi
toplumunda sağlık, eğitim, araştırma, devlet
hizmetleri ve yüksek teknoloji endüstrileri hızlı
bir yükseliş göstermişlerdir. Bilgi toplumu ya da
endüstri ötesi toplum iletişim hizmet ve araçlarını
en üst düzeyde kullanmayı amaçlayan bir yapıdır.
Geleneksel medya olarak da tanımlanan kitlesel
medya, kitle iletişimi için kullanılan gazete ve
dergi gibi basılı yayınlar; radyo, sinema,
televizyon gibi sesli veya hem sesli hem de
görüntülü iletileri taşıyan ortamlar olarak
tanımlanmaktadır. Sanal iletişim bilgi toplumu ile
önemli bir gelişme kazanmıştır. Sanal iletişimde
yeni medya ortamları kullanılmaktadır. Yeni
medya ise, iletişimde etkileşimi artıran, iletileri
sayısal bir biçime getiren ve herkesin kolayca
erişebileceği ortamlardır. Yeni medya araçları ise
akıllı taşınabilir ortamlar, internet, internet
uygulamaları ve ara yüzleri ve sayısal görsel
oyunlar olarak sıralanmaktadır.
57
Kendimizi Sınayalım
1.
6. 1893 yılında kurulan ilk film stüdyosunun
ismi nedir?
İletişim bağlamının kaç tür boyutu vardır?
a. 1
a. Edison
b. 2
b. Apple
c. 3
c. Daniel
d. 4
d. Bell
e. 5
2.
e. Samsung
İletişimde ileti üretme sürecine ne ad verilir?
7.
a. İletiyi kodlamak
İlk televizyon yayını hangi tarihte yapıldı?
a. 1928
b. İletiyi yollamak
b. 1936
c. İletiye geribildirim vermek
c. 1947
d. İletinin kodunu çözmek
d. 1964
e. İletiyi kanala yollamak
e. 1980
3. Eşzamanlı iletişimde kaç kanaldan iletişim
gerçekleşmektedir?
8. Aşağıdakilerden
aracıdır?
a. 1
hangisi
yeni
medya
hangisi
yeni
medya
a. Gazete
b. 2
b. Radyo
c. 3
c. Film
d. 4
d. Kitap
e. 5
e. Tablet bilgisayar
4. İletişim sürecinin unsurlarından biri olan
gürültü kaç biçimde incelenir?
9. Aşağıdakilerden
aracıdır?
a. 1
a. Gazete
b. 2
b. Radyo
c. 3
c. Film
d. 4
d. Kitap
e. 5
e. PDA
5. Aşağıdakilerden hangisi bilgi toplumunda
öne çıkan değerlerdendir?
a. Liyakat
10. Aşağıdaki internet adres uzantılarından
hangisi
eğitim
kurumları
tarafından
kullanılmaktadır?
b. Kültür
a. com
c. Yönetim
b. net
d. Sosyal
c. edu
e. Teknik
d. mil
e. tv
58
Kendimizi Sınayalım Yanıt
Anahtarı
Yararlanılan Kaynaklar
Bell, D. (1960). The End of Ideology: New
York: Glencoe.
1. c Yanıtınız yanlış ise “İletişim Bağlamı”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Bell, D. (1973). The Coming of the PostIndustrial Society: A Venture in Social
Forecasting. New York: Basic Books.
2. a Yanıtınız yanlış ise “Kodlama ve Kod
Çözme” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
DeVito, A. J. (1988). Human Communication.
New York: Harper ve Row.
3. d Yanıtınız yanlış ise “İletilar ve Kanallar”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
4. c Yanıtınız yanlış ise “Gürültü”
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Flew, T. 2008, New Media: An Introduction, ,
Melbourne: Oxford University Press.
başlıklı
Geray, H. (2002). İletişim ve Teknoloji:
Uluslararası Birikim Düzeninde Yeni medya
Politikaları. Ankara: Ütopya.
5. a Yanıtınız yanlış ise “Daniel Bell’e Göre
Bilgi Toplumunun Özellikleri” başlıklı konuyu
yeniden gözden geçiriniz.
Manovich, L. (2001). The Language of New
Media. Cambridge, Mass: MIT Press.
6. a Yanıtınız yanlış ise “Medyanın Tarihi”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
7. b Yanıtınız yanlış ise “Medyanın Tarihi”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
McQuail, D. (2005). McQuail’s Mass
Communication Theory, 5. Baskı, Londra: Sage
Publications.
8. e Yanıtınız yanlış ise “Yeni Medya Araçları”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Preston, P. (2001). Reshaping Communications.
Londra: Sage Publications.
9. e Yanıtınız yanlış ise “Yeni Medya Araçları”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Şimşek, A. (2011). Öğretim Tasarımı. Ankara:
Nobel Akademik Yayıncılık Eğitim Danışmanlık
Tic. Ltd. Şti.
10. c Yanıtınız yanlış ise “İnternet ve Sayısal
Ağlar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Web_2.0
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
Sıra Sizde 1
Ülkemizde de belirli dönemlerde pekçok yasaklı
film, kitap vb. eserler olmuştur.
Sıra Sizde 2
Teknik entellektüellik mi yoksa edebiyat ve sanat
alanında entellektüellik mi daha ön planda
olmalıdır? Sorusuna verilecek en güzel yanıt
herikisi de olmalıdır. İyi yetişmiş bir insanın
teknolojik becerilerinin yanısıra edebiyat ve sanat
alanında da söylecek sözleri olmalıdır.
Sıra Sizde 3
http://www.trt.net.tr/anasayfa/anasayfa.aspx
isimli adres sonunda net uzantısı olduğu için ağ
anlamındaki network “net” tür.
Sıra Sizde 4
Ülkemizde en çok Facebook, Twitter gibi sosyal
ağlar kullanıcı bulmaktadırlar.
59
4
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Toplumsal cinsiyet kavramı ve boyutlarını tartışabilecek,
Konuşmada toplumsal cinsiyet farklılıkları ve etkili iletişim kavramlarını açıklayabilecek,
Sözsüz iletişimde toplumsal cinsiyete bağlı farklılıklar ve etkili iletişimi ifade edebilecek,
Çatışmada toplumsal cinsiyet farklılıkları ve etkili iletişim konularını tartışabilecek
bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.
Anahtar Kavramlar
Toplumsal Cinsiyet
Dokunma
Konuşma
Bakışlar ve Mimikler
Sözsüz İletişim
Çatışma
Beden Hareketleri
Mobbing
Kişisel Alan Kullanımı
İçindekiler
Giriş
Toplumsal Cinsiyet Kavramı
Konuşmada Toplumsal Cinsiyet Farklılıkları ve Etkili İletişim
Sözsüz İletişimde Toplumsal Cinsiyete Bağlı Farklılıklar ve Etkili İletişim
Çatışmada Toplumsal Cinsiyet Farklılıkları ve Etkili İletişim
60
Etkili İletişim ve
Toplumsal Cinsiyet
GİRİŞ
Hiç kuşku yok ki insan sosyal bir varlıktır. Doğduğunda ağlayarak, daha sonra basit sözcüklerle ve daha
sonra da içine doğduğu kültürün sözlü ve sözsüz dilini öğrenerek çevresiyle bağlantı içinde olmaya,
duygu ve düşüncelerini paylaşmaya çabalar. En geçimsiz insan bile en azından nelerden hoşnut
olmadığını anlatmak için bu sözünü ettiğimiz sosyalleşmeye gereksinim duyar. Dolayısıyla, iletişim her
insanın en temel gereksinimlerinden ve eylemlerinden biridir. Ne var ki her konuda olduğu gibi iletişimde
de daha iyisini yapmak olanaklıdır. Örneğin, fiziksel bir engeli olmayan herkes konuşur ama insanları
manipüle edecek biçimde konuşmak çok az sayıda insanın başarabileceği bir şeydir. İşte gerek iş
yaşamımızda gerekse özel yaşamımızda çevremizdeki kişilerle daha etkili, amacımıza uygun biçimde
iletişim kurabilmemizin yolu etkili iletişim yollarını öğrenmekten geçer. Bu konuda bazı becerilerimizi
çalışarak geliştirebileceğimiz gibi, çevremizde olup bitenleri gözlemlemek, içinde yaşadığımız kültürün,
o kültürün bize sunduğu değerlerin farkında olmak, aynı toplumda yaşadığımız kişilerle daha rahat, doğru
ve etkili bir biçimde iletişim kurmamızı sağlayacaktır.
İletişim kurduğumuz kişilerin yaşlarını, geldikleri çevreyi, eğitim durumlarını, ekonomik koşullarını
bilmek kiminle nasıl iletişim kurmamız gerektiği konusunda bize kılavuzluk eder. Tıpkı yaş, eğitim,
sosyal çevre vb. koşullar gibi kişilerin cinsiyetleri de etkili iletişimde belirleyici olan koşullardan biridir.
Toplumsal cinsiyet olgusu kadın ve erkek olarak içinda yaşadığımız toplumun bizden ne beklediğini,
kadınlık ve erkeklik üzerine hangi değerlerin yüklendiğini belirlemektedir. Başka deyişle, toplumsal
cinsiyet, toplumun görmek istediği kadın ve erkek kalıplarını ve normlarına işaret etmektedir. Bu normlar
arasında, kadın ve erkek rolleri, kadın ve erkeğin kendini sunum biçimi; konuşması, davranış kalıpları ve
giyim kuşam kodları, eş deyişle iletişimde farklılaşan tüm yönleri bulunmaktadır. Bu farklılıkların
ayırdına varmak, daha doğru, sağlıklı ve etkili iletişim kurmamıza yardım eder. Dolayısıyla, bunların
farkında olmak hem profesyonel yaşantımızda hem de özel yaşantımızda sağlıklı ve etkili iletişim
kurmamıza yardım eder.
Bu ünitede toplumsal cinsiyet kavramının ne olduğu, kadın ve erkek olarak iletişim kurarken nasıl
davrandığımız, hatalarımız ve bunları düzeltme yolları üzerinde duracağız. Böylece olası engellerin
farkına vararak bu açıdan da etkili iletişim kurmanın yollarını bulmak olanaklı hale gelecek.
TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI
İnsan yavrusu dünyaya dişi ve erkek olarak gelir. Toplumsal beklentiler doğrultusunda da kadın ve erkek
olmayı öğrenir. Başka deyişle, biyolojik cinsiyetlerimize içine doğduğumuz kültür anlam yükler. İşte
kültürel olarak kurulan kadınlık ve erkeklik fenomenine toplumsal cinsiyet adını veriyoruz. Toplumsal
cinsiyet kavramı, insanı dişi ve erkek olarak ayıran cinsiyet kavramından daha farklı ve kapsamlı olarak,
kadın ve erkek arasındaki toplumsal, kültürel, ekonomik, politik ve davranışsal tüm farklılıkları
içermektedir. Bu farklılıklar doğumdan itibaren egemen ideoloji tarafından güçlendirilmekte ve bu yolla
etkili bir toplumsal denetim sağlanmaktadır.
Toplumsal cinsiyet kalıplarının oluşturulmasında etkili olan kimi süreçler bulunmaktadır. Biyolojik,
sosyal ve tarihsel süreçler kişinin kadın ve erkek olarak içine doğduğu topluma uyumlanması ve kendini
61
olduğu kadar çevresini de anlamlandırmasını sağlar. Biyolojik süreç, anatomik yapıların farklılığına,
hormonal dönüşümlerin ayrışmasına dayanır. Bu farklılıklara bağlı olarak kişi bedenini kadın ve erkek
olarak tanımlar. Sosyal süreç, çevrenin belirlediği kadın ve erkek davranışları, duygu, değer ve düşünce
beklentileri ile ilişkilidir. Kadın ve erkek olarak sosyalleşir, çevrenin kadın ve erkek rol beklentilerine
göre koşullanırız. Tarihsel süreç ise kültürün ve aile tarihinin taşıyıp yinelediği kadın ve erkek olma
davranış biçimleri ile ilintilidir (Navaro, 1996:23-24). Anılan süreçlerin hepsi birbiriyle ilişkili ve
birbirinin üzerinde etkilidir. Cinsel roller var olan anatomik farklılıklar üzerine kuruludur ve tarihsel
olarak taşınanlardan kolayca arınamaz.
Cinsel rollerin öğretilmesinde pek çok kurum ve pratik iş görür ve bu yolla cinsel kimlikler
yapılandırılır. Hiç kuşkusuz öncelikle aile ve ailenin toplumsal, kültürel olarak sahip olduğu değerler
çocuğa yansır. Çoğunluk ev içi görev dağılımında ve rollerin benimsenmesinde anne kız çocuk için, baba
erkek çocuk için model oluşturur. Bandura toplumsal öğrenme kuramı yoluyla, çocukların anne ve
babalarını gözlemleyerek ve onlardan aldıkları olumlu ve olumsuz tepkilerden yola çıkarak cinsel rolleri
öğrendiklerini ileri sürer (Aktaran Griffths, 1994: 323). Kuramda, cinsel rollerle ilgili davranışların
edinilmesinde çocuğun anneyle babayı iki ayrı model olarak ele alıp özdeşlik kurmasının ve onlara
benzemeye çalışmasının belirleyici olduğu ileri sürülmektedir. Piaget’nin bilişsel gelişim kuramıise
toplumsal öğrenme kuramından farklı olarak, çocukların dünyayı algılayıp kavramalarının bilişsel gelişim
sürecine bağlı olduğuna, dolayısıyla çocukların edilgin bir konumda olmadığına dayanmaktadır. Kurama
göre, çocuklar çevrelerindeki düzenli yapıları, kategorileri kavramaya çalışmakta, bunları bir kez
kavradıktan sonra da kendi benliklerini bunların içine yerleştirmekte, kendilerine kadın ve erkek etiketini
yapıştırıp ona göre bir benlik geliştirmektedir. Anlaşılacağı üzere, bilişsel gelişim kuramı toplumsal
gelişim kuramından farklı olarak, çocuklara etkin bir rol vererek, çocuğun önce cinsel bir benlik geliştirip
sonra kendine uygun modeller bulacağını öne sürmektedir (Onaran vd. 1998:10-12). Her iki kuramda da
çevresel faktörlerin göz ardı edilemeyecek bir öneme sahip olduğunu söylemek olanaklıdır. Edilgin ya da
etkin yollarla olsun çocuğun kadınlık ve erkekliği öğrenme ve bu konuda benlik geliştirme sürecinde
çevreden gelen iletiler belirleyici olmaktadır. Bu noktada, aile kadar okul, kitle iletişim araçları ve kültürü
oluşturan bütün kurum ve pratikler etkin rol oynamaktadır.
Sizce, cinsel rollerin öğrenilmesinde hangi kurum ve pratikler iş
görür?
Her kültürde kadın ve erkek olmaya dair beklentiler ve değerler bulunmaktadır. Bu değerler bir erkek
ve kadın modelinin oluşmasını sağlar. Kadın ve erkek arasındaki farklılıklar derin bir ayrışmaya
dayanmaktadır. Bu ayrışma ataerkil toplumlarda daha da fazladır. Çoğunlukla iki cins toplumsal
yapılanma içinde birbirinin karşıtı olarak sınıflandırılır. Ataerkil toplumlarda başat olan geleneksel
ideolojinin cinsiyetçi işbölümü, kadını ev işlerinden ve çocuk bakımından sorumlu tutar. Böylece, eve
bağımlı hale getirilen kadın toplumsal üretime katılmaktan uzaklaşır ve küçük yaşlardan itibaren öğretilip
benimsetilen toplumsal cinsiyet kalıplarına uyum sağlar (Arat, 1994: 45). Eş deyişle, erkek kamusal
alanla, kadın ise özel alanla ilişkilendirilir. Davranış ve karakter olarak, erkeklerin hırslı, güçlü, kararlı,
risk alan, bağımsız, rasyonel, aktif ve atak olması, kadınların ise şefkatli, neşeli, sevecen, duygulu,
duyarlı, yumuşak nazik, sadık, sabırlı, anlayışlı olması beklenir (Leathers, 1997: 308). Kuşkusuz bu
nitelikler, kalıplar, cinsel rolleri toplumun kadın erkekten beklentileriyle uyumludur. Bu beklentiler
doğrultusunda biçimlendirilen roller çevresel baskıların beraberinde getirdiği dışlanma korkusuyla çoğu
zaman sorgulanmadan kabullenilir. Kadına ve erkeğe atfedilen görevlerin sorgusuzca tekar edilmesi,
rollerin fazla düşünülmeden ve değiştirmeye çalışılmadan devam ettirilmesi beraberinde cinsel rollere
yüklenen yanlış değer ve yargıların sürdürülmesini de getirmektedir.
Kültür başta olmak üzere toplumsal tüm kurumlarla bağıntılı olan toplumsal cinsiyet kavramı durağan
bir yapı göstermez. Toplumsal değişmelerle birlikte toplumsal cinsiyet kavramı da büyük ölçüde
değişkenlik gösterir, bir başka deyişle, evrim geçirir, dönüşüme uğrar. Türkiye’de toplumsal cinsiyet
62
değerlerine bakıldığında da kadın ve erkekten çok farklı beklentilerin var olduğu gözlemlenebilir. Türkiye
geleneksel yapısını koruma eğilimi gösteren bir toplumsal yapıya sahiptir. Dolayısıyla, geleneksel alt yapı
yavaş değişmekte, hatta bazı konularda geriye doğru evrilmektedir. Kadınların büyük çoğunluğu ailede,
toplumda ve ekonomide erkek egemen kurumların dayattığı koşullara göre hareket etmek ve pek çok
geleneksel, hukuki zorlukla ve ayrımcılıkla mücadele etmek zorundadır. Fişek’in belirttiği gibi Türk
toplumu geleneksel, otoriter ve ataerkildir. Türkiye’de nesiller arası hiyerarşinin yanı sıra toplum, ataerkil
düzen ya da cinsel rol hiyerarşisi üzerine kuruludur. Cinsler arası ilişkiler erkeğin üstünlüğü; kadının ise
değer, itibar ve güç bakımından düşük konumu üzerine kuruludur (Aktaran Navaro, 1996:27). Tablo
4.1’de Türk toplumunda kadın erkekten beklentilerin neler olduğu görülebilir.
Kültür başta olmak üzere toplumsal tüm kurumlarla bağıntılı olan
toplumsal cinsiyet kavramı durağan bir yapı göstermez. Toplumsal değişmelerle birlikte
toplumsal cinsiyet kavramı da büyük ölçüde değişkenlik gösterir, bir başka deyişle,
evrim geçirir, dönüşüme uğrar.
Tablo 4.1: Onaylanan kadın ve erkek değerlerine ilişkin sınıflandırma (Fişek aktaran Navaro, 1996:29)
KADINLAR İÇİN
Şöyle ol
ERKEKLER İÇİN
Böyle olma
Şöyle ol
Böyle olma
Yumuşak
Sert
Sert
Yumuşak
Uyum gösteren
Hükmeden
Hükmeden
Uyum gösteren
Güçsüz
Güçlü
Güçlü
Güçsüz
Kabullenici
Yargılayıcı
Yargılayıcı
Kabullenici
Kararsız
Kararlı
Kararlı
Kararsız
Başarı peşinde
koşmayan
Başarılı
Başarılı
Başarısız
Bağımlı
Bağımsız
Bağımsız
Bağımlı
Hırslı
Hırslı
Çaresiz
Çözüm getiren
Çözüm getiren
Çaresiz
Edilgen
Etkin
Etkin
Edilgen
Yukarıda da değinildiği üzere, toplumsal cinsiyet, toplumun görmek istediği kadın ve erkek kalıplarını
ve normları içermektedir. Bu normlar arasında, kadın ve erkek rolleri, kadın ve erkeğin kendini sunum
biçimi; konuşması, davranış kalıpları ve giyim kuşam kodları, eş deyişle iletişimde farklılaşan tüm
yönleri bulunmaktadır. Bu farklılıkların ayırdına varmak, daha doğru, sağlıklı ve etkili iletişim
kurmamıza yardım eder.
KONUŞMADA TOPLUMSAL CİNSİYET FARKLILIKLARI VE
ETKİLİ İLETİŞİM
Doğan herkes, fiziksel ve zihinsel bir engeli olmadığı sürece, konuşmayı öğrenir. Konuşma toplumsal bir
varlık olan insanın doğal yeteneğidir ve insanı tüm diğer canlılardan ayıran temel özelliklerinden biridir.
Basit olarak ele alınacak olursa duygu ve düşüncelerimizi, görüp yaşadıklarımızı karşımızdakilere
sözcükleri seslendirerek gönderme, iletme işidir biçiminde tanımlayabileceğimiz konuşma, kendiliğinden,
çok fazla bilincine varılmadan gelişen bir süreçtir. Konuşma eylemi gerçekleşirken kadın ve erkeklerin
iletişim biçimleri kimi farklılıklar göstermektedir.
63
Konuşma duygu ve düşüncelerimizi, görüp
karşımızdakilere sözcükleri seslendirerek gönderme, iletme işidir.
yaşadıklarımızı
Yukarıda da değinildiği gibi toplumsal cinsiyet kavramı dinamik bir yapı göstermektedir. Kadın ve
erkekten beklentiler kuşaktan kuşağa aktarılır. Bu aktarım sırasında içinde yaşanılan dönemin koşullarına
gore kimi değişimler de yaşanabilir. Daha önce de vurgulandığı gibi kadından beklenen yumuşak, uysal,
uyumlu, şefkatli vb. olmasıyken erkekten beklenen sert, rekabetçi, otoriter, koruyucu, karar verici, atak
vb. olmasıdır. Yine kadın ve erkek arasındaki önemli ayrışmalardan biri yaşam alanlarıyla ilgilidir. Pek
çok kültürde ve toplumsal olduğu gibi Türk toplumunda da kadının çocukların bakımından, evin
idaresinden sorumlu olması beklenir. Dolayısıyla, kadının yaşam alanının ev, başka deyişle özel alan
olduğu yargısı yaygındır. Bu yargının izleri, kamusal alanda kadınlar için uygun görülen meslek
gruplarında ve kadınların istihdam oranlarında da sürülebilir. Kadınlar daha çok evde yaptıkları işlerle
uyumlu ya da evdeki sorumluluklarını aksatmayacak işlere (hemşirelik, hasta bakıcılık, ev temizliği ya da
öğretmenlik gibi) yönlendirilir. Erkekler ise evin dışındaki alanla, diğer bir deyişle, kamusal alanla
ilişkilendirilir. Ancak şunu da belirtmek gerekir. Kuşkusuz, kadın kamusal alanda varlığını sürdürürken,
erkek de özel alanda yer alır. Burada önemli olan bu alanlarda kadın ve erkeğin neler yapıp
yapmadıklarıdır. Örneğin, akşam eve gelen erkek artık özel alandadır. Ama kültüre, toplumsal değerlere
göre bir erkeğin kadın gibi ev işlerinden sorumlu olması beklenmez. Eve gelip yemeğini yiyen,
televizyonun kaşısına geçip, akşamını dinlenerek geçiren erkek de aslında özel alandadır. Benzer
biçimde kadın da çalışma yaşamında ya da farklı nedenlerle kamusal alanda var olur. Ancak örneğin
kamyon şoförlüğü yapmak toplumsal ve kültürel olarak çoğu zaman bir kadında görülmek istenmeyen bir
eylemdir. Eğer bir benzetme üzerinden açıklayacak olursak, pek çok toplumda olduğu gibi Türk
toplumunda da kadın da erkek de hem özel alanda hem de kamusal alanda varlık göstermelerine karşın,
kadın kamusal alanın, erkek de özel alanın adeta misafiridir. İşte bu durum kadın ve erkeğin konuşma
gereksinimlerini ve konuşma alışkanlıklarını da belirler.
Kamusal alan birincil mekanları olduğu için erkekler çoğunlukla topluluk içinde, profesyonel
ortamlarda konuşma konusunda istekli ve beceriklidir. Kendilerini topluluk önünde rahat hissederler.
Kadınlar ise yakınlık gerektiren, özel konuşmalar yapma konusunda erkeklerden daha becerikli ve
yeteneklidirler. Şüphesiz, topluluk önünde konuşma konusunda istekli ve yetenekli kadınlar ve özel
konuşmalarda nispeten rahat olan erkekler de vardır. Ancak genel eğilim erkeklerin kamusal alanda,
kadınların ise özel alanda konuşurken daha rahat olduklarını göstermektedir. Burada evin erkek için ve
kadın için ne ifade ettiği üzerinde durmak erkek ve kadınların özel ve kamusal alanda konuşma
eğilimlerini anlamak adına yardımcı olacaktır. Ev çoğunlukla bir erkek için, kendini kanıtlamaktan
kurtulduğu, sözlü gösterilerle başkalarını etkilemek zorunda kalmadığı güvenli bir limandır. Çoğu erkek
için ev, konuşmanın gerekmediği, daha doğru bir söyleyişle uzun ve derinlikli konuşmanın gereksiz
olduğu bir ortamdır. Bu güvenli limanda erkek, halk deyişiyle, kafasını dinlemek ister. Çoğu kadın için
ise ev, yetiştirilme tarzları nedeniyle yabancısı oldukları, kendilerini çok rahat hissetmedikleri, kamusal
alanın rekabetçi ortamından uzaklaştıkları ve konuşmaya en çok gereksinim duydukları mekandır. Evin
rahatlığı, sözlerinin nasıl karşılanacağını düşünmeden, yargılanmadan, eleştirilmeden rahatça
konuşacakları ve kendilerine en yakın olan insanlarla, başka deyişle, aile fertleriyle dertleşip paylaşım
içinde olacakları bir ortamdır. Evin algılanışına ilişkin bu farklılık erkeklerin suskunluğunun kadınlar
tarafından yadırganıp eleştirilmesinin, kadınların konuşkanlığının da erkekler tarafından lüzumsuz
görülüp eleştirilmesinin kaynağını oluşturur. Dale Spender’a göre pek çok insan bilinçli olmasa bile
içgüdüsel olarak kadınların da tıpkı çocuklar gibi yalnızca gözle görülecek, kulakla işitilmeyecek
varlıklar olması gerektiği hissine sahiptir, dolayısıyla kadından gelen her tür konuşma gereğinden
fazlaymış gibi gözükür (Aktaran Tannen, 1997:61).
Rekabet erkeklik için en önemli vurgu noktalarından biridir. Küçük yaştan itibaren bir erkek kendini
sürekli ispat etmek zorundadır. Küçük bir erkek çocuğu yetişkin erkeklerin dünyasına geçene kadar
beklemek ve kendini, olgunluğunu ispat etmek zorundadır. Erişkinliğe ulaştıktan sonra da bir erkeğin
64
mücadelesi bitmez. İyi bir iş sahibi olmak, iyi bir eş sahibi olmak, iyi bir ev, iyi bir araba… Her konuda
güçlü olması beklenen erkek, kamusal alanda da gücünü kanıtlamak, dolayısıyla rekabet içinde olmak
zorunda hisseder. Erkekler çoğunluk, hiyerarşik sosyal bir düzen içindeki bir birey olarak konuşma
eylemini gerçekleştiriler. Başka bir deyişle, böyle hiyerarşik bir sistem içinde birey hiyerarşik yapının ya
üst ya da alt kademesinde yer alır.
Toplumda erkeklik için en önemli vurgu noktalarından birisi olan
rekabet olgusunu siz nasıl değerlendirirsiniz?
Konuşma bir anlamda bir pazarlık aracıdır. Birey elinden geldiğince üstte kalmaya çalışır, kendini
diğerlerinden gelebilecek olası saldırılara karşı korur. Bunu yapmak için de diğerlerinin daha alt statüde
kalmaları için çaba sarfeder. Bu bir çeşit yarışmadır, rekabet içerir, bağımsızlığı sürdürme ve
başarısızlıktan kaçınma savaşımıdır. Kuşkusuz, başarı elde, etme, başarı için mücadele etme ve rekabet
kadınların da dünyasında var olan durumlardır. Ancak, pek çok kültürde olduğu gibi Türk toplumunda ve
kültüründe de kadınlar için öngörülen yaşam tarzı, değerler açısından rekabet ve rekabete eşlik eden yarış,
acımasızlık kadının dünyasında birinci sırada değildir. Birinci sırada olduğunda da çoğunluk hoş
karşılanmaz. Erkeksi olmakla suçlanır. Kadınlar rekabetten çok yakınlık kurmak, bağlantı içinde olmak
ister. Yetiştirilme biçimleri onlaraı bu yöne doğru yöneltir. Yapılan konuşmalar, yakın olmak için bir
pazarlıktır; birbirlerini onaylamak, desteklemek, fikir birliği elde etmeye yöneliktir. Başkalarını
tarafından yalıtılmaktan sakınırlar. Kadınların gözünde çoğunluk hayat bir topluluktur, yakınlığı koruma
ve yalnızlıktan kaçınma savaşımıdır. Sözü edilen bu dünyada da hiyerarşi vardır. Ancak bunlar erk ve
başarı hiyerarşilerinden çok dostluk hiyerarşileridir. Kuşkusuz erkekler de katılım sağlamak isterler.
Yalnız kalmak bir erkeğin de ideali olamaz. Ancak, bağlantı içinde olmak, yandaşlık duygusu kadınların
aksine erkeklerin birincil hedefi, odaklandıkları bir mesele değildir. “Yakınlık, bireyin karmaşık dostluk
ağlarının pazarlığını yaptığı, farklılıkları en aza indirgemeye çalıştığı, fikir birliği elde etmeye uğraştığı,
farklılıkları vurgulayacak üstünlük görünümlerinden kaçındığı, bağlantılardan oluşan bir dünyanın
anahtarıdır. Bağımsızlık ise mevki dünyasının anahtarıdır, çünkü mevki sahibi olmanın başlıva
yollarından biri, diğer insanlara ne yapacaklarını söylemektir, emir almak ise düşük mevkinin bir
göstergesidir. Gerçi her insanın yakınlığa da, bağımsızlığa da ihtiyacı vardır, ama kadınlar daha çok
birincisine, erkekler ise ikincisine odaklanma eğilimindedirler.” (Tannen, 1997: 14). Dolayısıyla, bir
erkek için konuşma rekabetin, kendini ispat etmenin bir yoludur. Bir erkek kendisine ne yapmasının
gerektiğinin söylenmesinden hoşlanmazken bir kadın uyum adına kendinden istenen şeyi yapma eğilimi
gösterir.
Konuşma bir anlamda bir pazarlık aracıdır. Birey elinden geldiğince
üstte kalmaya çalışır, kendini diğerlerinden gelebilecek olası saldırılara karşı korur. Bunu
yapmak için de diğerlerinin daha alt statüde kalmaları için çaba sarfeder. Bu bir çeşit
yarışmadır, rekabet içerir, bağımsızlığı sürdürme ve başarısızlıktan kaçınma savaşımıdır.
Bir kadın hemen her önemli dönemeçte eşine danışma ihtiyacı duyar, erkekse bunu yapmanın kendi
bağımsızlığını zedeleyecek bir tutum olarak algılar. Örneğin, bir kadın evde erkeğin yapması gereken bir
işi sık sık hatırlattığında bu, erkek tarafından dır dır olarak algılanır. Çünkü kendisine ne yapması
gerektiği söylenmekte ve bu konu üstelenmektedir. Erkek bir şeyi kendi iradesiyle yapmak ister; ona
söylendiği için değil. Bazı erkekler başkalarından bilgi almaya karşı direnç gösterirler. Özellikle de bu
kişi bir kadınsa özellikle uzak dururlar. Bazı kadınlar da, erkeğin baskınlığını onaylayan, rıza gösteren
hegemonik bir ilişkiyi desteklerler ve sahip oldukları bilgiyi, erkekten daha üstün gözükmemek adına
kendilerine saklamayı, paylaşmamayı tercih ederler. Burada bilginin ne ifade ettiği açıklayıcı olacaktır.
Bir kişi bir diğerine bilgi verdiği zaman, bu asimetrik bir duruma yol açar. Taraflardan biri o bilgiye sahip
değilken diğeri o bilginin sahibidir. Bu da dolaylı yoldan üstünlük metamesajını verir. Başka deyişle
hiyerarşik olarak taraflardan birinin altta diğerinin üstte olmasını gerektirir. Yol kaybetmek üzerinden
65
verebileceğimiz bir örnek daha açıklayıcı olacaktır. Bir erkek yeni gittiği bir güzergahta eğer ulaşması
gereken adresi bulamıyorsa buluncaya kadar kendi başına çabalamayı tercih eder çoğunluk. Bilgi sahibi
olmak ve bilgiyi başkasından almak üzerine kurulu yukarıda sözü geçen asimetrik, hiyerarşik durum göz
önünde bulundurulduğunda, erkeklerin özsaygısının temelini oluşturan bağımsızlığı sürdürmeleri için
yolu kendi başlarına arayıp bulmaları esastır. Çoğu erkek bunu böylesi bir açık bilinçle yapmaz kuşkusuz.
Ancak, yetiştirilme tarzlarının neredeyse otomatik bir uzantısı olarak böyle davranma eğilimi gösterirler.
Benzer durumda bir kadının tutumu ise bir yerde durup başkasından yardım almaktır. Çünkü bir erkek
olabildiğince başkasından yardım almadan, üstün konumunu zayıflatmadan meseleleri halletmekten
yanadır. Kadın ise bir başkasından yardım almakta sıkıntı çekmez. Çünkü yaşama bakışı bir erkekteki
gibi öncelikli olarak güç ve rekabet üzerine kurulu değildir.
Kadın ve erkek konuşmaları açısından bir başka bariz ayrım noktası bir sorun karşısında yaşanır.
Günlük yaşam içinde pek çok sorunla karşılaşır ve üstesinden gelmeye çalışırız. Bu süreçte kadın ve
erkek arasında kimi belirgin farklılıklar söz konusudur. Bir erkek için, yetiştirilme tarzı ve ondan
beklenen davranışlar doğrultusunda bir sorun sadece ivedilikle çözülmesi gereken bir meseledir. Bir
erkek çoğunluk sorunun ne olduğunu net biçimde ortaya koymaya ve çözümüne odaklanır. Çünkü bir
sorun erkeğin rekabet içinde olduğu hiyerarşik yaşamda onun bulunduğu konumu zayıflatacak bir
durumdur. Dolayısıyla bir çok erkek çok zor durumda kalmadıkça sorunu hakkında konuşmamayı, sorunu
hakkında konuşacaksa da bütün detayları başkalarına yansıtmamayı tercih eder.
Bir kadın söz konusu olduğunda ise çoğunlukla sorunu hakkında konuşmak onu zorlayan bir durum
değildir. Başkalarıyla sorunları hakkında konuşmak, kendileri hakkında bilgi vermek yakınlık kurmanın
yollarından biridir. Özellikle dostlar arasında yapılan dertleşme toplantılarının alt metni “Yalnız değilsin.
Benzer şeyleri biz de yaşıyoruz”dur. Kadınlar dertleşirken hassas bir sistemi dengede tutmaya çaba
sarfederler. Bu sistemde dertleşme, duyguları onaylamak ve bir topluluk olunduğu duygusunun yaratmak
adına kullanılır. Genelde kadın ve erkek hemcinsleriyle birlikteyken sorunlarla başa çıkma konusunda
çatışma yaşamazlar. Ancak bir kadın ve bir erkek bir sorun hakkında konuşmayı seçtiklerinde çatışma
yaşanması olasıdır. Örneğin, diyelim ki çalışan bir kadın eve geldiğinde eşine, iş yerinde bir arkadaşıyla
yaşadığı işe dair bir sorunu anlatmaya başladı. Çoğunluk erkeğin tutumu sorunun çözümüne odaklı
olacaktır ve muhtemelen “O zaman müdüre anlatsaydın durumu” diyecektir. Bu, bir erkek için olağan bir
tepkidir. Eşine işiyle ilgili bir sorunda yardımcı olmaktadır. Oysa kadın kendi sorunundan söz ederken
yakınlık ilişkisi kurmaya çalışmak ister. İçinde bulunduğu durumun anlaşılmasını ve kendisiyle yandaşlık
kurulmasını umut eder. Ona sorunuyla ilgili ne yapması gerektiği söylendiğinde kendisini yalnız
hissetmesinin yanı sıra bir de zaten kendisinin de akıl edebileceği bir çözüm önüne konduğu için ikincil
duruma düşürüldüğü duygusunu yaşar. Kadın yakınlık kurmak ve anlaşılmak isterken erkek bir anlamda
“Senin sorunların var. Benimse çözümlerim” demektedir. Karşılıklı anlayış simetrik bir yapı iken, öğüt
vermek asimetrik bir yapıdır. Öğüt vereni daha bilgili, daha mantıklı, daha denetleyici durumda gösterir.
Başka deyişle hiyerarşide üst konuma taşır. Bu da kaşısındaki kişide, özellikle de bir kadında
uzaklaştırılma duygusuna neden olur. Erkeklerin yaklaşımı, duyguların nedenlerine saldırarak o duyguları
yatıştırmak iken, kadınlar duygularının desteklenmesini bekler ve erkeklerin söz konusu yaklaşımı
kendilerini saldırıya uğramış gibi hissetmelerine yol açar.
Olaylara yaklaşım açısından kadın ve erkeklerin konuşmaları, kültüre, içinde yaşadıkları toplumsal
yapıya bağlı olarak farklılık göstermektedir. Bunun yanı sıra kadın ve erkeklerin içeriğin ötesinde
biçimsel olarak da konuşma biçimlerinde kimi farklılıkla bulunmaktadır. Bunları maddeler halinde
sıralamak olanaklıdır.
66
Tablo 4.2: Biçimsel olarak kadın erkek konuşma farklılıkları (Glass 1992)
ERKEKLER
KADINLAR
Erkekler konuşurlarken yüksek ses tonuyla
konuşur.
Kadınlar konuşurken yumuşak ses tonuyla
konuşur.
Erkekler konuşurken vurgu yapmak için selerini
yükseltir.
Kadınlar konuşurken vurgu yapmak için ses
perdesini ve ses değiştirmeyi kullanır.
Erkeklerin konuşması daha monotondur. Üç ses
tonu kullanırlar.
Kadınlar daha duygusal vurgular yaparlar. Beş ses
tonu kullanırlar.
Erkekler konuşma sırasında başkalarının
sözünü kesme eğilimi gösterir.
Kadınlar konuşma sırasında erkeklere gore çok
daha az söz kesme eğilimi gösterir.
Erkekler sözlerinin kesilmesine daha az izin
verirler.
Kadınlar sözlerinin kesilmesine daha fazla izin
verirler.
Konuşma sırasında erkekler kendileri hakkında
daha az kişisel bilgi verirler.
Kadınlar konuşma yaparlarken kendileri hakkında
daha çok bilgi verme eğilimi gösterir.
Erkekler doğrudan suçlayıcı konuşur. Örneğin,
“Aramadın!”
Kadınlar dolaylı yoldan suçlayıcı konuşur. Ses
tonuyla suçlamayı vurgular. Örneğin, “Aramadın?”
Bir konu hakkında doğrudan ifadeler kullanırlar.
Bir konu hakkında dolaylı ifadeler kullanırlar.
Konuşmaları sırasında daha az kuvvetlendirici
sözcüklere başvururlar.
Konuşmaları sırasında daha çok kuvvetlendirici
sözcüklere başvururlar. Örneğin, çok iyi, gerçekten
güzel, en çok bu şekilde gibi.
Deklare edici cümle kuruluşlarını yeğlerler.
Örneğin, “Güzel bir gün!”
Denemeli, onay bekleyen cümle kuruluşlarını
tercih ederler. Örneğin, “Güzel bir gün değil mi?”
Konu değiştirirken daha çok ünlem, nida
kullanırlar. Örneğin, Aaa bak! Hey!
Konu değiştirirken daha çok bağlaç kullanırlar.
Örneğin, bu arada, öte yandan gibi.
Erkekler bir görüşmeyi canlandırmak için daha
az soru sorma eğilimi gösterirler.
Görüşmeyi canlandırmak için daha çok soru
sorarlar.
SÖZSÜZ İLETİŞİMDE TOPLUMSAL CİNSİYETE BAĞLI
FARKLILIKLAR VE ETKİLİ İLETİŞİM
Farklı sözsüz iletişim kodlarının oluşmasında belirleyici olan unsurlardan biri de toplumsal cinsiyet
kavramıdır. Yukarıda da değinildiği üzere, toplumsal cinsiyet toplumun görmek istediği kadınlık ve
erkeklik normlarını içermektedir. Bu normlar arasında, kadın ve erkeğin kendini sunum şekli; davranış
kalıpları, beden hareketleri, jestleri, mimikleri, konuşma biçimleri, giyim kuşam kodları da yer
almaktadır. Giyim kuşam kodlarında toplumsal cinsiyete dayalı ayrışma üzerine verilecek bir örnek
konuyu daha anlaşılır kılacaktır. Ortalama biçim ve görüntü olarak aslında bedensel farklılıkları çok fazla
olmayan kadın ve erkek, giysilerle farklılaştırılır. Kadınlar etekle, erkekler pantolonla sınıflandırılır
(Connell, 1998:109). Giysi, bireyin kişisel tercihlerini hemen dışa vuran en temel toplumsal cinsiyet
göstergesidir. Kadınlığın etekle, erkekliğin pantolonla kodlanmasının yanı sıra, bireyin tarzı (seçtiği
renkler, modeller, takip ettiği moda akımları), cinsel eğilimi (erkeğin hangi kulağına küpe taktığı), meslek
ve uğraşıya özgü kostümler (hemşire üniforması, mutfak önlüğü, iş tulumu gibi)ile yapılan kodlamalar da
toplumsal cinsiyete uygunluk konusunda ip ucu verir (Bullough-Bullough, 1993:312). Yakın dönemden
bu yana erkekler de renkli giyinmeye başlamış olsalar da hala çingene pembesi kadınlarda görülmeye
daha alışkın olunduğu için pek çok erkeğin gözünde iddialı bir seçimdir. Yine erkeklerde simli, payetli
giysileri günlük yaşam içinde görmek neredeyse imkansızdır. Hemşire üniforması ya da asker üniforması
67
dediğimizde aklımıza belli cinsiyetler gelmektedir. Dolayısıyla yalnızca pantolon ve etekle değil, tarz,
meslek ve uğraşıya uygun giysiler de içinde yaşadığımız topluma ve kültüre göre toplumsal cinsiyetteki
ayrışmayı pekiştirmektedir.
Kadın ve erkekler toplumun kendilerinden beklediği kadınlık ve erkeklik değerleriyle uyumlu olan
sözsüz iletişim biçimlerini öğrenir ve uygularlar. Elbette her kadın ve her erkek aynı biçimde
davranamaz. Burada değinilecek olan sözsüz iletişim biçimleri genellemeler içermektedir.
Toplumsal Cinsiyete Dayalı Beden Hareketleri
Araştırmalar küçük çocukların okul öncesi dönemde kendi biyolojik cinsiyetlerine uygun, toplumun ve
kültürün arzu ettiği toplumsal cinsiyete dayalı beden hareketlerini ve jestleri öğrenip uyguladıklarını
kanıtlamaktadır. Örneğin okul öncesi dönemde kız çocuklarının diğer kız çocuklarıyla birlikteyken rahat
ve dışa dönük olmalarına karşın, kendi akranları olan erkek çocuklarla bir araya geldiklerinde utangaç
davrandıkları ve daha içe dönük hareketler sergilemedikleri bulgulanmıştır (Richmond ve McCroskey,
2000:242). Kuşkusuz bu durum rastlantısal değildir. Kadınlık ve erkeklik kalıpları çocukların
çevrelerindeki yetişkinleri model almalarıyla, kendilerine aktarılan değerlerle kısa zamanda çocuklar
tarafından kavranmaktadır. Yetişkin erkekler kadınlarla iletişim halindeyken daha dominant (baskın) ve
daha buyurgan jestlere başvurmaktadır. Kadınlar ise erkeklerle iletişim içindeyken aksi bir yol
izlemektedirler. Pek çok araştırma göstermektedir ki, kadınlar erkeklerle iletişime girdiklerinde daha az
alan kaplama, bedenlerini olabildiğinde küçültme, dinlerken ya da konuşurken daha fazla baş sallama,
saçlarıyla erkeklere nazaran daha fazla oynama ya da düzeltme, ellerini kucaklarında tutma, bacaklar ve
dirsekler yoluyla kapanma hareketleri yapma, otururken bacakları ve ayakları birbirine bitişik tutma, daha
fazla göz kırpma ve daha fazla aşağıya yönelik bakışlara sahip olma eğilimi gösterdikleri saptanmıştır.
Erkeklerin ise daha fazla ve doğrudan baktıkları, daha fazla alan kapladıkları, başlarını dik tuttukları,
ayaktayken, otururken bacaklarını açtıkları, çenelerini daha çok sıvazladıkları, daha büyük ve geniş jestler
yaptıkları, bacak ve ayaklarını daha fazla hareket ettirdikleri ve kollarını bedenlerinden daha uzakta
hareket ettirdikleri bulgulanmıştır (a.g.k., 2000:242-243).
Leathers, kadınlık ve erkekliğe ilişkin oluşturulmuş olan kalıp yargıların kadın ve erkeklerin beden
dillerine, sözsüz iletişim kodlarına da yansıdığını ileri sürer. Bu kalıp yargılara göre kadınlar, uysal,
itaatkar, bağımlı, alıngan/aşırı hassas, kaprisli, çabuk parlayan, çabuk telaşlanan, havai, çenesi düşük,
çekingen, sevecen, düşünceli, saygılı, işbirliğini seven, destekleyici ve duyarlıdır. Genel olarak erkeklere
ilişkin var olan kalıp yargılarda ise erkekler, görev bilinci olan, rasyonel, aktif, mantıklı, gayretli, keskin
zekalı, kurnaz, kendinden emin, güçlü, baskın, palavracı, inatçı, kibirli, söz dinlemez ve fırsatçı olarak
öne çıkar (1997: 308). Bu kalıp yargılardan yola çıkılarak, örneğin, kız çocuklarına çoğunluk hanım
hanımcık olması, oyun oynarken dikkatli olması, bir yerini incitmemesi öğütlenirken, erkek çocuklarına
ürkek olmamaları, kafalarına koydukları şey için uğraşmaları ya da ağlamamaları öğütlenir. Dolayısıyla,
sürekli dikkatli olması gerektiği konusunda uyarı alan bir kız çocuğu kendini korumak adına daha
kararsız, daha kapalı beden hareketleri geliştirir. Dışa dönük olmak konusunda yüreklendirilen erkek
çocuk ise daha açık beden hareketleri geliştirir. Benzer biçimde gerek yetiştiğimiz toplumda gerekse
televizyonda, sinemada izlediğimiz diziler ve filmler aracılığıyla kadının hep tehdit altında olduğu, evinin
dışındaki dünyada onu pek çok tehlikenin beklediği mesajları yinelenir. Toplumumuzda “Sana
güveniyorum ama çevreye güvenmiyorum sözü” pek çok kadının yetişme çağında işittiği bir sözdür. Bu
ve benzer iletilerle dünyayı algılayan kadının toplum içinde kendine çok güvenen, dışa açık tavırlar
sergilemesi sık karşılaşılacak bir durum değildir. Bunun dışında uyumlu, destekleyici, aşırı hassas,
duygusal, müşfik olduğu düşünülen kadın özellikleri, saldırgan tavırlarla örtüşmez. Bir kadın, örneğin iş
yaşamında beklenilenden daha fazla açık beden dili kullanıyorsa, beden dili keskin kodlamalar içeriyorsa
erkeksi olduğu düşünülür. Çünkü bu dışa dönük, hatta kimi noktalarda agresif olabilen beden dili
kadınlara ilişkin kalıp yargılarla uyumlu değildir. Benzer durum erkekler için de geçerlidir.
Beklenildiğinin aksine dışa dönük tavırlar sergilemeyen, beden dili yeterince keskin ve net olmayan bir
erkeğin çevresi tarafından kendine güvensiz olduğu hatta pısırık olduğu düşünülebilir. Ancak burada
toplumsal değerler açısından adaletsiz bir durum vardır. Erkeksi beden diline sahip bir kadın, erkeksi
bulunsa bile, erkeksi referanslara sahip olduğu için karşısındaki kişilere güven verebilir. Ama bir erkeğin
68
yeterince erkeksi beden diline sahip olmaması çoğu zaman güvensizliğe yol açar, o erkek özgüvensiz
algılanır ve hatta cinsel yönelimiyle ilgili şüpheler bile söz konusu olabilir. Bu da ataerkil toplumlarda
erkek olmanın ve erkek değerlerinin, kadın olmaktan ve kadın değerlerinden daha üstün görülmesinden
kaynaklanmaktadır. Kadınsı beden diline sahip olmak bir erkek için sorun oluştururken, kadının erkeksi
beden diline sahip olması o kadının “mert bir kadın” olarak kabul görmesine yol açar.
Kadınlık ve erkekliğe ilişkin oluşturulmuş kalıp yargıların sözsüz
iletişim kodlarına yansımaları neler olabilir?
Kişisel Alan Kullanımında ve Dokunmada Toplumsal Cinsiyete Dayalı
Farklılıklar
Beden hareketlerinde toplumsal cinsiyet farklılıklarının öğrenilmesinde olduğu gibi kişisel alanın nasıl
kullanılacağı da yine kültürle ve o kültürün kadından ve erkekten beklentileriyle uyumlu olarak erken
yaşta çocuklara aktarılır. Araştırmalar sonucunda küçük oğlanların küçük kızlara göre daha fazla yer
kapladıkları gözlemlenmiştir. Bunda erkek çocuklarının daha hızlı büyümeleri bir neden olarak
gösterilebilir. Ancak bu tek başına yeterli bir gerekçe değildir. Yetişkinlerin kız ve erkek çocukları
oynamaları için özendirdiği oyuncaklar da bu alan kaplama, kişisel mekanı oluşturma konusunda etkili
olmaktadır. Örneğin, toplumsal cinsiyet kalıplarıyla uyumlu olarak kız çocuklarına bebekle, oyuncak
mutfak setleriyle oynamaları özendirilirken, erkek çocukları otomobil, kamyon, tren, kılıç vb.
oyuncaklarla oynamaya heveslendirilir. Daha bu aşamada bile erkek çocuğunun kullandığı kişisel alanla
kız çocuğunun kullandığı kişisel alan farklılıkları, yetişkin kadın ve erkeklerin kişisel alan
kullanımlarındaki farklılıklarla uyum gösterir. Kız çocuğu daha dar bir alanda anne rolüne bürünüp
bebeğini besleyip büyütürken, erkek çocuğu kılıcını savururken ya da kamyonunu hareket ettirmek için
çok daha geniş bir alana gereksinim duyar. Çocuklukta öğrenilen, alışkanlık haline getirilen bu farklılıklar
yetişkinlik çağında da pekişir. Yukarıda da değindiğimiz gibi, örneğin, erkekler gerek otururken gerekse
ayaktayken bacakları açık durmaya, eş deyişle, daha geniş yer kaplamaya eğilimlidirler. Yine otururken
çoğunluk kollarını sandalye, koltuk arkasına dayayarak, bacak bacak üstüne atarken bileği diğer bacağın
üstüne koyacak biçimde oturarak daha fazla alanı baskın biçimde kaplamaktadırlar. Kadınlar ise çoğunluk
kapanma hareketleri göstermekte, otururken de çoğunlukla elleri kucaklarında, bacaklar ve ayaklar
birbirine bitişik duracak biçimde bir duruş sergilemektedirler. Dirsekleri bedenlerine yakın dururlar. Bu
şekilde durarak erkeklerin aksine, herhangi bir alanı kendi bölgesi olarak belirleme, o bölgeyi bir nevi
işaretleme eğiliminden kaçınmış olurlar. Karşı cinse dokunma konusunda ise erkeklerden çok daha az
girişkendirler. Özetle, kadınlar kişisel alanlarını erkeklere nazaran daha dar tutmaktadırlar (Richmond ve
McCroskey, 2000:248-249). Buna karşın, yapılan bir araştırmaya göre kadınların %56’sı erkeklere göre
daha fazla yer kapladıklarına ilişkin bir algıya sahiptirler. Oysa konunun uzmanları erkeklerin
kadınlardan daha fazla yer kapladıkları konusunda hemfikirdirler. Benzer biçimde kadınlar özellikle
erkeklerle birlikteyken daha az jest kullanıyor olmalarına karşın, kendilerine yönelik algıları aksi
doğrultuda çıkmıştır. Kadınların %74.5’i erkeklerden daha fazla jest yaptığını belirtmiştir (Griffin ve
diğerleri 2003). Kadınların algılarıyla, gerçekteki durum arasındaki bu ayrımın, erkek egemenliği
karşısında ikincilleştirilmesinden ve buna bağlı olarak da kadınların kapladıkları alanın hakları olmadığını
hissetmelerinden kaynaklandığı söylenebilir.
Dokunmak ise kültürden kültüre farklılık göstermektedir. Pek çok batı toplumunda erkeklerin
birbirlerine sarılması, kucaklaşması hoş karşılanmaz. Latin, Akdeniz ve Arap ülkelerinde ise erkekler
hemcinslerine batı toplumlarına göre daha rahat dokunabilmektedirler. Kadınların hemcinslerine
dokunmaları ise neredeyse hemen her toplumda daha hoşgörüyle karşılanır. Bu tür kültürel farklılıklara
karşın söz konusu kadınlar ve erkekler olduğunda durumun çok fazla değişmediği görülmektedir.
Araştırmalar kız bebeklerin erkek bebeklere göre daha fazla temasla karşılaştıklarını göstermektedir.
Kuşkusuz bu erkek bebeklerin sevilmemesinden değil, erkek olmanın daha az teması neredeyse zorunlu
kıldığına ilişkin genel yargıdan kaynaklanmaktadır. Söz konusu kadınlar ve erkekler olduğunda
erkeklerin kadınlara dokunma eğilimi kadınların erkeklere dokunma eğiliminden daha fazladır. Özellikle
kadınların erkeklere yönlendirici temaslarda bulunmaması gerektiği erken yaşlardan itibaren öğretilir.
69
Örneğin bir kapıdan geçerken, erkeğin birlikte yürüdüğü kadının geçmesine izin verip arkadan onu takip
ederken sırtına dokunması ve gidilecek yöne doğru gitmesini sağlaması yönlendirici bir dokunmadır.
Aynı davranışın bir çiftte kadın tarafından erkeğe yapılması çoğu toplumda kabul edilebilir bir dokunma
biçimi değildir (Richmond ve McCroskey, 2000:250-251). Buna karşın yapılan bir çalışmada katılımcı
kadınların %57.8’i erkeklerden daha fazla dokunduklarını düşündüklerini ifade etmişlerdir. Oysa ikili
ilişkilerde erkeklerin kadınlara dokunma eğilimlerinin daha fazla olduğu pek çok çalışmayla
kanıtlanmıştır (Griffin ve diğerleri 2003). Ancak, özellikle evlilik sonrası kadınların eşlerine dokunma
sıklıklarının arttığı saptanmıştır. Örneğin, toplum içinde bir kadının eşinin yakasında sanki toz varmış
gibi silkelemesi, kravatını düzeltmesi vb. davranışlar sahiplenme hareketleri olarak tanımlanabilir.
Değişik kültürlerde dokunma konusundaki farklar nelerdir?
Bakışlar ve Mimiklerde Toplumsal Cinsiyete Dayalı Farklılıklar
Üzerinde durduğumuz diğer sözsüz iletişim biçimlerinde olduğu gibi bakışlar ve mimiklerde de toplumsal
cinsiyet açısından farklılıklar bulunmaktadır. Aslında iletişim halindeyken gerek kadınlar gerekse
erkekler göz temasını gerçekleştirirler. Ne var ki bakışlarının nitelikleri birbirinden oldukça farklıdır.
Kadınlar bir erkekle birlikteyken konuşma sırasında dikkatle dinlediklerini belli etmek için göz temasına
dikkat ederler. Ancak bunu karşıdakine kilitlenerek değil, belli aralıklarla bakışı kesintiye uğratarak
devam ettirirler. Oysa, erkeklerin bakışları çoğunlukla egemenlik kurma eğilimleriyle uyumlu olarak dik
dik ve/veya kilitlenerek gerçekleşir. Özellikle kadınla erkek arasındaki iletişim flörtif bir boyuttaysa
erkek kilitlenerek bakmayı çoğunluk kendine verilmiş bir hak olarak görür. Buna karşın erkekler, bir
kadınla iletişim halindeyken, bazı koşullarda ast üst ilişkilerini anımsatacak biçimde tam aksi bir eğilim
de gösterebilirler. Kadının statüsünü ikincil gören egemen erkek bakış açısıyla uyumlu olarak, kadın
konuşurken onu önemsemiyormuş gibi göz temasını en aza indirgerler. Kadınlarsa daha fazla
gözlemcidirler. Çevrelerine inceleyerek bakar, gözlem yaparlar. Kuşkusuz bunda toplumsal düzenin ve
kültürün önemli etkisi vardır. Türkiye gibi geleneksel özelliklerini büyük oranda korumakta olan ve
ataerkil nitelikler barındıran toplumlarda erkeğin öfkesinden kaçınmak için kadının daha fazla gözlemci
olması olağandır. Toplumumuzda “Onun nefes alışından ne düşündüğünü bilirim” sözü çoğunluk kadın
becerisiyle ilişkilidir. Örneğin, akşam için hazırlanan yemeği beğenmeyen bir erkeğin hoşnutsuzluğunu
kadın, daha o dillendirmeden, gözlemciliği sayesinde fark eder ve olası bir sözel, psikolojik ve belki
fiziksel bir şiddete uğramadan durumu düzeltmeye çaba gösterir. Bu örnekte, kadının kendini olası bir
şiddetten koruyabilmesi için gözlem yeteneğini geliştirmiş olması yardımcı olur. Kuşkusuz
toplumumuzda tüm kadın ve erkek ilişkilerinin bu seviyede olduğu söylenemez. Fakat ne yazık ki
medyada sık sık gündeme gelen haberler verilmiş olan örneğin sıra dışı olmadığını da kanıtlamaktadır.
Özetle, yoğunluk açısından bakıldığında kadınların erkeklerden daha fazla baktıkları, göz teması
kurdukları saptanmıştır. Ancak nitelik olarak değerlendirildiğinde erkekler kadınlardan çok daha fazla dik
dik bakma ve kilitlenerek bakma eğilimi göstermektedirler. Kadın ve erkeklerin bakma eğilimleri ise
farklı amaçlara dayanmaktadır. Erkekler çoğunluk egemenlik kurmalarına yardımcı olacak göz temasına
eğilim gösterirken, kadınlar gözlem yapma ve gerekli koşullarda kendi stratejisini geliştirme amaçlı
bakma eylemini gerçekleştirir.
Mimiklerde de yine kadınlar ve erkekler arasında farklılıklar bulunmaktadır. Yapılan çalışmalara göre
erkekler duygularını gizlemek adına kadınlardan daha az mimik yapmaktadır. Bir deney sonunda elde
edilen veri oldukça ilgi çekicidir. Kadın ve erkeklerden oluşan bir gruba farklı duygusal ifadeler içeren
kimi fotoğraflar gösterilmiştir. Katılımcılardan fotoğraflara baktıktan sonra fotoğraftaki kişinin
duygusunu söylemeleri istenmiştir. Sonuçta ise kadınlarla ilişkili fotoğraflarda duygular hem erkek
katılımcılar hem de kadın katılımcılar tarafından daha rahat ve doğru tespit edilmiştir. Çalışmanın
sonunda yapılan değerlendirmede kadınların duygularını dışa vurmada mimiklerini kullanma
özgürlüklerinin erkeklere göre daha fazla olduğu öne sürülmüştür (Richmond ve McCroskey, 2000:243).
Bunun yanı sıra kadınların erkeklerden daha fazla gülümseyip kahkaha attıkları pek çok araştırmayla
saptanmıştır. Kültürümüzde bir erkeği aşağılayarak “Kadın gibi gülme!” denmesi tesadüfi değildir.
Benzer biçimde “Erkekler ağlamaz!” yargısının pek çok toplumda yaygın olması da erkeklerin
70
duygularını dışa vurma konusunda daha kontrollü olmaları gerektiğinin bir göstergesidir. Ancak burada
ilgi çekici bir nokta bulunmaktadır. Erkekler duygularını gizlemek için mimik yapmamayı, donuk bir
ifade takınmayı tercih ederken, kadınlar da duygularını gizlemek için gülümsemeyi kullanmaktadırlar.
Dolayısıyla, bir kadınla iletişim halindeyken güler yüzlü olması, söylediklerinizi gülümseyerek
karşılaması her zaman halinden memnun olduğu anlamına gelmemektedir. Pek çok toplumda ve kültürde
kadınlara ilişkin beklentilerle uyumlu olarak, kadının hoş görülü, yumuşak başlı ve uyumlu olması
beklenmektedir. Kadınların büyük çoğunluğu da bu beklentiyi karşılamak adına gülümsemeyi bir araç ve
bazen de maske olarak kullanmaktadırlar. Kabul etmeli ki pek çok toplumda yüzü çok fazla gülmeyen bir
kadın, haksız bir biçimde sevimsiz ve/veya suratsız olarak nitelendirilir. Oysa bir erkeğin sık
gülümsememesi çoğunluk onun gizemli, karizmatik kişiliğinin bir yansıması olarak algılanır. Kuşkusuz
tüm bunlar toplumun kadından ve erkekten beklentileriyle uyumlu olarak öğrenilmiş ve geliştirilmiş
sözsüz iletişim biçimleridir.
Kadın ve erkeklerdeki mimik farklılıklarını siz nasıl ele alısınız?
Tablo 4.3: Kadın-erkek iletişiminde sözsüz iletişim davranışları (Richmond ve McCroskey, 2000:251)
KADINLARIN SÖZSÜZ İLETİŞİM
PERFORMANSLARI
ERKEKLERİN SÖZSÜZ İLETİŞİM
PERFORMANSLARI
Karşı cinsle iletişim halindeyken aşağı doğru
bakışlara eğilimlidir.
Karşı cinsle iletişim halindeyken gözlerini dikerek
bakma eğilimindedir.
Daha fazla gülümser.
Genellikle sert bakışlara sahiptir.
Karşı cinsle iletişim halindeyken baş eğik durur.
Karşı cinsle iletişim halindeyken başı çoğunluk dik
tutar.
Yönlendirici değildir.
Yönlendiricidir.
Daha olumlu jestler sahiptir.
Daha az olumlu jestlere sahiptir.
Daha az alan kaplar.
Daha geniş alan kaplar.
Erkeğin alanının dışında durur.
Kadının alanının içine girer.
Teması kabullenir.
Temastan kaçınır.
Bedeni küçültme eğilimi gösterir.
Bedeni dikleştirme, olduğundan büyük gösterme
eğilimi gösterir.
Bacaklar bitişik oturur ve durur.
Bacaklar ayrık oturur ve durur.
Elleri yanda ya da kucakta tutar.
Elleri kalçalarda tutma eğilimi gösterir.
Daha yumuşak konuşur.
Daha gürültüyle konuşur.
Daha az söz keser.
Daha çok söz keser.
ÇATIŞMADA TOPLUMSAL CİNSİYET FARKLILIKLARI VE ETKİLİ
İLETİŞİM
İletişim içindeyken karşımızdaki kişi ya da kişilerle zaman zaman anlaşamamız, çatışma yaşamamız
olağandır. Çatışma yalnızca özel yaşamımızda değil, profesyonel iş ortamında da sık sık karşılaştığımız
sorunlardan biridir. İki kişinin yolları çakıştığında kimi anlaşmazlıkların olması muhtemeldir. Şu söz bu
durumu çok güzel açıklamaktadır: Birimiz diğerinin ayağına basmadan her ikimiz de aynı nokta üzerinde
71
duramayız (Tannen, 1997: 129). Çatışma ilk bakışta uyum ve yakın ilişki içinde olmanın tam aksiymiş
gibi görünür. Gerçekten de çatışma içinde olumsuz bir anlam barındırmakla birlikte iyi yönetildiğinde
yapıcı bir hal alabilir. Peki çatışma nedir? Çatışma için tamamen kapsayıcı, evrensel boyutta bir tanım
bulmak neredeyse olanaksızdır. Çatışma genel ve en basit, kavranabilir anlamıyla toplumsal taraflar
arasında etkinlikler, ilişkiler ve davranışlar bağlamında yaşanan uyuşmazlık olduğu söylenebilir. Örgüt
ortamındaki çatışma ise, bireyler ve grupların birlikte çalışma sorunlarında kaynaklanan ve normal
etkinliklerin durmasına veya bozulmasına neden olan olaylar olarak dile getirilebilir (Tınaz, 2006:18-19).
Toplumsal cinsiyet olgusu gerek özel yaşamımızda gerekse profesyonel yaşamımızda çatışmalarımızın
üslubu konusunda belirleyici olabilir. Daha önce de vurgulandığı gibi konuşma erkekler için bir rekabet
alanıyken kadınlar için yandaşlık sağlamanın bir yoludur. Ancak durumu bu denli basite indirgemek her
zaman olanaklı olmayabilir. Çoğu kadın için çatışma karşılıklı bağ içinde olmayı ortadan kaldıran bir
durum olarak algılandığı için kesinlikle kaçınılması gereken bir tehdittir. Çoğu erkek için ise çatışma
rekabetçi ruhu besleyen bir ödüldür. Dolayısıyla daha başlangıçta kadının ve erkeğin çatışma kavramına
farklı biçimde yaklaştığı çok açıktır. Ong’a göre, erkeksi davranış tipik olarak karşı çıkmayı içermekte ve
bu da kavga, savaşım, çatışma, rekabet ve çekişmeyi içermektedir. Araştırmacıya göre, erkekler
arasındaki yaygın eğilim sert oyun ve sporlarla kendini dışa vuran kavga ritüelidir. Kadınlar ise
erkeklerinkine benzer ritüelleri kullanmak yerine gerçek amaçlara hizmet eden savaşımları yeğlerler.
Erkekler arasındaki arkadaşlık, çoğunlukla dostça bir saldırganlık içermektedir ve kadınlar da çoğu
zaman bu durumu gerçek saldırganlık olarak algılamaktadırlar (Aktaran Tannen, 1997: 130).
Toplumsal cinsiyet olgusu çatışmaların üslubunu nasıl belirler?
Kadın ve erkek arasındaki en temel çatışma alanlarından biri sahip olunan özgürlüklerle ilgilidir.
Özgürlük, özellikle erkekler için hassas alanlardan biridir. Erkekler çoğu zaman hayatı bir özgürlük
mücadele alanı olarak görürler. O alanın ihlali temel çatışma noktalarından biridir. Örneğin, bir kadının
sık sık yakın çevresindeki bir erkeğe ne yapacağını söylemesi erkeğin gözünde özgürlüğünün
kısıtlanmasıdır. Çoğu erkek, eşinin kendisine bir şey yaptırma çabası olarak gördüğü şeylerden rahatsızlık
duyar. Oysa kadınların hayatı çoğunlukla ailelerinin, eşlerinin istek ve beklentilerini karşılamaya
çalışmakla geçmiştir. Dolayısıyla, birinin istediğini karşılamaya çalışmak kadınlar için olağan bir
alışkanlıktır ve bu nedenle çevrelerindeki erkeklerden bir şey istediklerinde bunun neden sorun olduğunu
çoğu zaman anlayamaz ve kırgınlık yaşarlar. Çünkü, onlar kendilerini çevrelerinin ve özellikle
çevrelerindeki erkeklerin isteklerini karşılamaya çalışmakta ama aynı özveriyi karşılarındaki kişiden
görememektedirler. Bu koşullarda kadın, haksızlığa uğramış, önemsenmemiş ve çabalarının boş olduğu
duygusuna kapılır. Oysa tüm bunların ardında kadın ve erkek olarak dünyaya farklı gözlerle bakmamız
yatmaktadır (a.g.k. 1997:131-132).
Kadın ve erkek arasındaki en temel çatışma alanlarından biri sahip
olunan özgürlüklerle ilgilidir. Özgürlük, özellikle erkekler için hassas alanlardan biridir.
Erkekler çoğu zaman hayatı bir özgürlük mücadele alanı olarak görürler. O alanın ihlali
temel çatışma noktalarından biridir.
Öte yandan, çatışma kavramı çoğu zaman kadınlar ve erkekler tarafından oldukça farklı bir biçimde
algılanır. Erkekler çoğunlukla çatışmayı kazanılması gereken bir savaş olarak görürken kadınlar
çatışmamak için kimi zaman zarar görmeyi bile göze alabilirler. Onlar için çatışma denkler arasında bir
mücadeledir. Kendilerine denk gördükleri kişilere meydan okumaktan çoğu zaman hoşlanırlar. Aslında
bu eğilimin kanıtlarına kimi söylencelerde de rastlamak olanaklıdır. Örneğin, Gılgamış Destanında
hükümdar Gılgamış ölümsüzlük arayışı içinde yollara düştüğünde karşısına bir yabani olan Enkidu çıkar.
Gılgamış ve Enkidu kavgaya tutuşurlar. Uzun süre dövüşürler. Ancak bir türlü yenişemezler. En sonunda
Gılgamış Enkidu’nun kendisine dost olacak kadar değerli olduğuna kanaat getirir ve bir daha yanından
hiç ayırmaz. Benzer bir öykü ise Kral Arthur efsanesinde karşımıza çıkar. Kral Arthur ormanda
72
gezintideyken karşısına zırhlar içinde bir şövalye çıkar. Kral Arthur kendisine tehdit oluşturduğunu
düşündüğü bu kişiye meydan okur ve kılıçlarla dövüşmeye başlarlar. Ne var ki karşısındaki kişi en az
kendi kadar iyi bir kılıç ustasıdır. Onlar da bir türlü yenişemezler. En sonunda Kral Arthur karşısına çıkan
ve adının Percival olduğunu öğrendiği bu kişiyi önce yuvarlak masa şövalyelerinden biri yapar daha sonra
da sağ kolu ilan eder (Rosenberg, 1998:259-306, 431-484). Dolayısıyla, profesyonel iş yaşamında bir
toplantıda hararetle tartışan iki arkadaşın çıkışta halı saha maçı planlamaları şaşırtıcı değildir. Çünkü,
erkekler bilinçli ya da bilinçsizce çatışarak bağ kurmaya eğilimlidirler. Kuşkusuz, çatışmadan her koşulda
kaçınan kadınlar için bu ilişki biçimi anlaşılmazdır. Oysa pek çok durumda aslında erkek kadınla bağ
kurmaya çalışmakta, örneğin bir toplantıda meydan okuyan bir üslupla soru sorduğunda aslında kadını
kendine denk gördüğünü gösterip, bir çeşit iltifat ediyordur.
Kuşkusuz buraya kadar anlatılanlardan kadınların asla çatışmadığı sonucu çıkarılamaz. Kadınlar
çatışmadan kaçınırlar. Ancak onların da çatışmak durumunda kaldıkları durumlar olmaktadır. Kadınlar da
zaman zaman çatışır, ama çatışmak zorunda kaldıklarında çoğunlukla erkeklerden farklı bir yol izlerler.
Kadınlar çatışma sırasında doğrudan mesajlarını iletmektense genellikle metaamesajlar yoluyla
sıkıntılarını dillendirmeyi tercih ederler. Deborah Tannen’ın aktardığı şu örnek konunun anlaşılmasına
yardımcı olacaktır:
“Çatışma kadının onu gece yarısı uyandırmasıyla başlar:
Adam: Ne oldu?
Kadın: Yatakta bana yer bırakmadın.
Adam: Özür dilerim.
Kadın: Bunu hep yapıyorsun.
Adam: Neyi?
Kadın: Beni kenara itiyorsun.
Adam: Dur bir dakika. Uykudaydım ben. Uykuda yaptıklarımdan beni nasıl sorumlu tutarsın?
Kadın: Peki, bakalım buna ne diyeceksin, hani bir kere (...)” (1997: 152-153).
Bu örnekte erkek mesaj düzeyinde kalırken, kadın metamesaj düzeyindedir. Yani erkek meseleyi
kelime anlamıyla yatakta yer kaplaması üzerinden ele alırken, kadın düşündüklerini dolaylı yoldan,
yatakta kendisine yer bırakılmamasını, hayatta kendisine yer bırakılmadığını dile getirmek üzere bir araç
olarak kullanmıştır. Başka deyişle, kadınlar bağ kurmak, ılımlı ilişkiler içinde olmak için kendilerinden
sürekli özveride bulundukça bir süre sonra bununla baş edemeyip çok dolaylı yoldan çatışmayı
başlatabilirler. Çatışmadan kaçınıyor olmaları, kadınların pek çok başarı fırsatını kaçırmalarına da yol
açabilir. Çünkü, daha önce de değinildiği üzere, çatışma iyi yönetildiğinde iletişimi çok olumlu yönde
etkileyebilir. Ünlü televizyon program yapımcısı ve sunucusu Oprah Winfrey’in kendi hakkında
söyledikleri, belli bir yere gelmiş olsun ya da olmasın, ünlü olsun ya da olmasın aşağı yukarı her kadının
çatışma konusunda benzer bir yol izlediğini göstermektedir: “En büyük kusurum, insanlarla
çatışamayışımdır. Onca program yaptıktan, onca kitap okuduktan, bunca psikologla konuştuktan sonra,
hala sonuna dek kazık yiyorum. Bir şey söyleyebilmek için günlerce kendimi kurup hazırlanmam
gerekiyor. Bazen, bana kazık atan biriyle yüz yüze gelmektense, kaçıp bir kamyonun altında kalmayı
yeğleyeceğimi düşünüyorum” (Tannen, 1997:161). Kuşkusuz Oprah Winfrey şu anda ünlü bir televizyon
şahsiyetidir. Ama bu noktaya gelinceye kadar yaşamının erken dönemlerinde, bir kadın olarak çatışmadan
kaçınması gerektiğini, içinde yaşadığı kültürün toplumsal cinsiyet rollerine bağlı olarak öğrenmiştir.
Çatışma ve Mobbing (İşyerinde Duygusal/Psikolojik Taciz)
Daha önce de sık sık değindiğimiz gibi çatışma hen özel yaşamımızda hem de iş yaşamımızda
karşılaştığımız bir durumdur. Ortak bir çıkarın olduğu bir yerde çatışmanın olmaması neredeyse
olanaksızdır. İş yerindeki çatışmalar profesyonel iş kurallarıyla yönetilip olumlu bir enerji yaratılabilir.
Ama bazen bu mümkün olmayabilir. İşte mobbing kavramı son dönemlerde sık sık adı duyulan bir
kavram olarak dikkat çekicidir ve bu kavramla ilgili olarak toplumsal cinsiyet açısından kimi
farklılıkların var olduğu gözlemlenmektedir.
73
Mobbing Nedir?
Mob sözcüğü isim olarak, kanun dışı şiddet uygulayan düzensiz kalabalık fiil olarak da “ortalıkta
toplanmak, saldırmak veya rahatsız etmek” anlamına gelmektedir. Latince’de “kararsız kalabalık”
anlamına gelen mobile vulgus sözcüklerinden türemiştir. Avusturyalı biliminsanı Konrad Lorenz
mobbing terimini, hayvanların bir yabancıyı veya avlanmakta olan bir düşmanı kaçırmak için yaptıkları
davranışları tanımlamak için kullanmıştır. Daha sonra İsveçli Peter-Paul Heinemann, çocuklarda zorbalık
içeren davranışları araştırırken mobbing terimini, kurbanı yalıtan ve ümitsizlik nedeniyle intihara kadar
götürebilen bir davranış olarak nitelendirmiştir. 1980’li yıllarda ise Dr. Leymann terimi işyerinde
yetişkinler arasında, çocuklarda olduğu gibi benzer zorbaca davranış özelliklerini tanımlamak için
kullanmıştır. Leyman’a göre mobbing bir ya da bir kaç kişi tarafından diğer bir kişiye yönelik olarak,
sistematik biçimde düşmanca ve ahlakdışı bir iletişim yöneltilmesi şeklinde, psikolojik bir terördür
(Davenport vd. 2003: 3, 4-5). Mobbing duygusal bir saldırıdır. Bir kişinin, diğer insanları kendi
rızalarıyla ya da zorla başka bir kişiye karşı etrafında toplaması ve sürekli kötü niyetli hareketlerde
bulunma, ima, alay ve karşısındakinin toplumsal itibarını düşürme gibi yollarla, saldırgan bir ortam
yaratarak onu işten çıkmaya zorlamasıdır (a.g.k. 2003: 15).
Çatışma ve mobbing kavramı arasında bir bağ bulunmaktadır. Leymann mobbingin genel yargıdan
farklı olarak, çatışmanın ileri boyutu olmadığını, bazen çatışmadan haftalar, aylar sonra ortaya
çıkabileceğini öne sürmektedir. Sosyal psikoloji araştırmalarında çok sayıda saldırganlık ve çatışmayı
konu alan çalışma olmasına karşın, işyerinde psikolojik taciz konusu çok yeni bir kavram olduğu için
gündeme getirilmemiştir. Öte yandan, mobbing işyerinde psikolojik taciz içerdiği için doğal olarak
kurban üzerinde psikolojik ve patolojik sorunlara yol açmaktadır. Ne var ki, çatışma zorbalığa
odaklanılan çalışmaların büyük çoğunluğunda işin sağlık boyutu ihmal edilmiştir. Dolayısyla da mobbing
kavramı çatışma ile ilgili çalışma alanlarında geride kalmıştır. Leymann, çatışma ve mobbing
kavramlarının birbirinden farkının, olayın “ne olduğu” ya da “nasıl olduğu” değil; olayların sıklığı, süresi
ve olayların etkisiyle açık bir şekilde ortaya çıkan psikolojik, psikosomatik ve patolojik sonuçlar
olduğunu belirtmiştir. (Tınaz, 2006: 29-30, 35).
Mobbing Kimler Üzerinde Etkilidir ve Nasıl İşler?
Mobbingin mağdurlarının kimler olduğuna bakıldığında genel olarak şunu söylemek olanaklıdır:
Mobbing mağduru çalıştığı kurum içinde bir sebeple farklı olan kişidir. İyi eğitim almış, işinde çok
başarılı olan biri, yaşı ilerlemiş bir çalışan, tamamı kadınlardan oluşan bir kurumdaki tek erkek ya da
tamamı erkeklerden oluşan tek kadın gibi kişiyi çalıştığı ortamda farklı kılan bir nitelik o kişinin
dışlanmasına, mağdur edilmesine yol açabilir.
Mobbing mağduru çalıştığı kurum içinde bir sebeple farklı olan
kişidir. İyi eğitim almış, işinde çok başarılı olan biri, yaşı ilerlemiş bir çalışan, tamamı
kadınlardan oluşan bir kurumdaki tek erkek ya da tamamı erkeklerden oluşan tek kadın
gibi kişiyi çalıştığı ortamda farklı kılan bir nitelik o kişinin dışlanmasına, mağdur
edilmesine yol açabilir.
Mobbingin pek çok davranışsal boyutu bulunmaktadır. Bunlar iletişime yönelik saldırılar, sosyal
ilişkilere yönelik saldırılar, sosyal imaja yönelik saldırılar, mesleki ve özel konuma yönelik saldırılar,
sağlığa yönelik saldırılar olarak sıralanabilir. Kişinin kendini ifade etmesine izin verilmemesi, sözlü ya da
yazılı tehditlere maruz kalması iletişime yönelik saldırılardan bazılarıdır. Sosyal ilişkilere yönelik
saldırıya verilebilecek en temel örnek kişinin içinde bulunduğu ortamdan, diğer çalışanlardan dışlanması,
görmezden gelinmesidir. Kişi hakkında dedikodu çıkarılması, ruhsal sorunlarının olduğunun söylenmesi,
dünya görüşüyle, inancıyla alay edilmesi, gülünç duruma düşürülmesi ve benzeri davranışlar mağdurun
sosyal imajına yönelik saldırılar arasında yer almaktadır. Çalışanın kapasitesinin çok altında işlerde
çalıştırılması, yaptığı işlerin ve işe dair önerilerinin küçümsenmesi mesleki ve özel konuma yönelik
saldırılar arasındadır. Kimi durumlarda mağdura fiziksel şiddet de uygulandığı görülmektedir. Kişinin
74
işyerindeki eşyalarına veya kendisine zarar verilmesi sağlığa yönelik saldırılardandır (Hürriyet Gazetesi
IK eki, 05 Nisan 2009). Mağdur zaman içinde kendisi hakkında söylenenlerle baş edememeye başlar.
İşinden verim alamaz ve işten çıkarılma noktasına gelir. Böylece işyerinde duygusal taciz döngüsü
tamamlanmış olur.
Mobbingin davranışsal boyutları nelerdir ve siz bunları nasıl ele
alırsınız?
Daha ileri araştırmalar için Dr. Pınar Tınaz tarafından yazılmış olan
ve Beta Yayınları tarafından 2012 yılında basılan Çalışma Psikolojisi ve Hukuki
Boyutlarıyla İşyerinde Psikolojik Taciz kitabı incelenebilir.
Toplumsal Cinsiyet Açısından Mobbing
Mobbing üzerine yapılan çalışmalarda mobbing mağdurunun cinsiyetine ilişkin kimi farklı görüşler
ortaya çıkmaktadır. Niedle kadın ve erkek çalışanlar arasında mobbinge uğrama oranları açısından
anlamlı bir fark olmadığını ileri sürmektedir. Buna karşın, Ascenzi ve Bergagio kurumların niteliğine,
ekonomik koşullara ve ülkeden ülkeye var olan farklılıklara bağlı olarak değişkenlik gösterse de
kadınların erkeklerden daha fazla mobbinge uğradığını bulgulamışlardır (Aktaran Tınaz, 2006: 98).
Almanya’da yapılan bir araştırmaya göre hem erkekler hem de kadınlar mağdur olarak daha çok kadınları
seçmektedir. Erkeklerin %69’u ve kadınların %84’ü kadın çalışanları hedef almaktadır. Başka deyişle,
kadın tacizciler erkeklere diş geçiremezken ve diğer kadınları mağdur olarak seçmektedirler. Sevda
Ergenekon ise Türkiye’de işyerinde duygusal tacizin Avrupa ülkelerinden daha fazla yaşandığını ileri
sürmektedir. Ergenekon’un yaptığı araştırmaya göre, 25 yaşın altındakiler ve 55 yaşın üstündeki
çalışanlar mobbinge daha fazla uğramaktadırlar. Mağdurların %77’si ise kadındır. Araştırmacıya göre, bir
kadın işe girdiğinde bir erkeğin işine engel oluyormuş gibi algılanmaktadır. Erkekler evin geçiminden
erkeğin sorumlu olduğunu, dolayısıyla çalışma hakkının erkeğin olduğunu düşünmekte, kadına bakacak
bir erkeğin nasılsa var olduğunu, dolayısıyla kadının çalışmasının gerektiğine odaklanmaktadır. Bu bakış
açısıyla pek çok kadın çalışan mobbingin kurbanı olmaktadır (Vatan Gazetesi, 04 Eylül 2006). Bu da
Türkiye’de ataerkil sistemin egemen olduğunu, kadın ve erkekten beklenen kadınlık ve erkeklik rol ve
davranışlarının kadını evde domestik işlerle uğraşmaya, erkeği ise evin geçimini sağlamaya zorladığını
ortaya koymaktadır. Hiç kuşkusuz içinde yaşanılan çağda kadınların istihdam edilmeleri, hem kendi
ekonomik özgürlükleri ve hem de ülke kalkınması açısından büyük önem taşımaktadır.
75
Özet
Toplumsal cinsiyet kalıplarının oluşturulmasında
etkili olan kimi süreçler bulunmaktadır.
Biyolojik, sosyal ve tarihsel süreçler kişinin
kadın ve erkek olarak içine doğduğu topluma
uyumlanması ve kendini olduğu kadar çevresini
de anlamlandırmasını sağlar. Biyolojik süreç,
anatomik yapıların farklılığına, hormonal
dönüşümlerin
ayrışmasına
dayanır.
Bu
farklılıklara bağlı olarak kişi bedenini kadın ve
erkek olarak tanımlar. Sosyal süreç, çevrenin
belirlediği kadın ve erkek davranışları, duygu,
değer ve düşünce beklentileri ile ilişkilidir. Kadın
ve erkek olarak sosyalleşir, çevrenin kadın ve
erkek rol beklentilerine göre koşullanırız.
Tarihsel süreç ise kültürün ve aile tarihinin
taşıyıp yinelediği kadın ve erkek olma davranış
biçimleri ile ilintilidir (Navaro, 1996:23-24).
Anılan süreçlerin hepsi birbiriyle ilişkili ve
birbirinin üzerinde etkilidir. Cinsel roller var olan
anatomik farklılıklar üzerine kuruludur ve
tarihsel olarak taşınanlardan kolayca arınamaz.
Kadın ve erkek konuşmaları açısından bir başka
bariz ayrım noktası bir sorun karşısında yaşanır.
Günlük yaşam içinde pek çok sorunla karşılaşır
ve üstesinden gelmeye çalışırız. Bu süreçte kadın
ve erkek arasında kimi belirgin farklılıklar söz
konusudur. Bir erkek için, yetiştirilme tarzı ve
ondan beklenen davranışlar doğrultusunda bir
sorun sadece ivedilikle çözülmesi gereken bir
meseledir. Bir erkek çoğunluk sorunun ne
olduğunu net biçimde ortaya koymaya ve
çözümüne odaklanır. Çünkü bir sorun erkeğin
rekabet içinde olduğu hiyerarşik yaşamda onun
bulunduğu konumu zayıflatacak bir durumdur.
Dolayısıyla bir çok erkek çok zor durumda
kalmadıkça sorunu hakkında konuşmamayı,
sorunu hakkında konuşacaksa da bütün detayları
başkalarına yansıtmamayı tercih eder.
Pek çok araştırma göstermektedir ki, kadınlar
erkeklerle iletişime girdiklerinde daha az alan
kaplama, bedenlerini olabildiğinde küçültme,
dinlerken ya da konuşurken daha fazla baş
sallama, saçlarıyla erkeklere nazaran daha fazla
oynama ya da düzeltme, ellerini kucaklarında
tutma, bacaklar ve dirsekler yoluyla kapanma
hareketleri yapma, otururken bacakları ve
ayakları birbirine bitişik tutma, daha fazla göz
kırpma ve daha fazla aşağıya yönelik bakışlara
sahip olma eğilimi gösterdikleri saptanmıştır.
Erkeklerin ise daha fazla ve doğrudan baktıkları,
daha fazla alan kapladıkları, başlarını dik
tuttukları, ayaktayken, otururken bacaklarını
açtıkları, çenelerini daha çok sıvazladıkları, daha
büyük ve geniş jestler yaptıkları, bacak ve
ayaklarını daha fazla hareket ettirdikleri ve
kollarını bedenlerinden daha uzakta hareket
ettirdikleri bulgulanmıştır.
Kültür başta olmak üzere toplumsal tüm
kurumlarla bağıntılı olan toplumsal cinsiyet
kavramı durağan bir yapı göstermez. Toplumsal
değişmelerle birlikte toplumsal cinsiyet kavramı
da büyük ölçüde değişkenlik gösterir, bir başka
deyişle, evrim geçirir, dönüşüme uğrar.
Türkiye’de toplumsal cinsiyet değerlerine
bakıldığında da kadın ve erkekten çok farklı
beklentilerin var olduğu gözlemlenebilir. Türkiye
geleneksel yapısını koruma eğilimi gösteren bir
toplumsal yapıya sahiptir. Dolayısıyla, geleneksel
alt yapı yavaş değişmekte, hatta bazı konularda
geriye doğru evrilmektedir.
Konuşma bir anlamda bir pazarlık aracıdır. Birey
elinden geldiğince üstte kalmaya çalışır, kendini
diğerlerinden gelebilecek olası saldırılara karşı
korur. Bunu yapmak için de diğerlerinin daha alt
statüde kalmaları için çaba sarfeder. Bu bir çeşit
yarışmadır, rekabet içerir, bağımsızlığı sürdürme
ve
başarısızlıktan
kaçınma
savaşımıdır.
Kuşkusuz, başarı elde, etme, başarı için mücadele
etme ve rekabet kadınların da dünyasında var
olan durumlardır. Ancak, pek çok kültürde
olduğu gibi Türk toplumunda ve kültüründe de
kadınlar için öngörülen yaşam tarzı, değerler
açısından rekabet ve rekabete eşlik eden yarış,
acımasızlık kadının dünyasında birinci sırada
değildir.
Beden
hareketlerinde
toplumsal
cinsiyet
farklılıklarının öğrenilmesinde olduğu gibi kişisel
alanın nasıl kullanılacağı da yine kültürle ve o
kültürün kadından ve erkekten beklentileriyle
uyumlu olarak erken yaşta çocuklara aktarılır.
Araştırmalar sonucunda küçük oğlanların küçük
kızlara göre daha fazla yer kapladıkları
gözlemlenmiştir. Bunda erkek çocuklarının daha
hızlı büyümeleri bir neden olarak gösterilebilir.
Ancak bu tek başına yeterli bir gerekçe değildir.
Yetişkinlerin kız ve erkek çocukları oynamaları
için özendirdiği oyuncaklar da bu alan kaplama,
kişisel mekanı oluşturma konusunda
etkili
olmaktadır.
76
Çatışma ve mobbing kavramı arasında bir bağ
bulunmaktadır. Leymann mobbingin genel
yargıdan farklı olarak, çatışmanın ileri boyutu
olmadığını, bazen çatışmadan haftalar, aylar
sonra ortaya çıkabileceğini öne sürmektedir.
Sosyal psikoloji araştırmalarında çok sayıda
saldırganlık ve çatışmayı konu alan çalışma
olmasına karşın, işyerinde psikolojik taciz konusu
çok yeni bir kavram olduğu için gündeme
getirilmemiştir. Öte yandan, mobbing işyerinde
psikolojik taciz içerdiği için doğal olarak kurban
üzerinde psikolojik ve patolojik sorunlara yol
açmaktadır.
İletişim halindeyken gerek kadınlar gerekse
erkekler göz temasını gerçekleştirirler. Ne var ki
bakışlarının nitelikleri birbirinden oldukça
farklıdır. Kadınlar bir erkekle birlikteyken
konuşma sırasında dikkatle dinlediklerini belli
etmek için göz temasına dikkat ederler. Ancak
bunu karşıdakine kilitlenerek değil, belli
aralıklarla bakışı kesintiye uğratarak devam
ettirirler. Oysa, erkeklerin bakışları çoğunlukla
egemenlik kurma eğilimleriyle uyumlu olarak dik
dik ve/veya kilitlenerek gerçekleşir. Özellikle
kadınla erkek arasındaki iletişim flörtif bir
boyuttaysa erkek kilitlenerek bakmayı çoğunluk
kendine verilmiş bir hak olarak görür. Buna
karşın erkekler, bir kadınla iletişim halindeyken,
bazı koşullarda ast üst ilişkilerini anımsatacak
biçimde tam aksi bir eğilim de gösterebilirler.
Kadın ve erkek arasındaki en temel çatışma
alanlarından biri sahip olunan özgürlüklerle
ilgilidir. Özgürlük, özellikle erkekler için hassas
alanlardan biridir. Erkekler çoğu zaman hayatı bir
özgürlük mücadele alanı olarak görürler. O alanın
ihlali temel çatışma noktalarından biridir.
Örneğin, bir kadının sık sık yakın çevresindeki
bir erkeğe ne yapacağını söylemesi erkeğin
gözünde özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Çoğu
erkek, eşinin kendisine bir şey yaptırma çabası
olarak gördüğü şeylerden rahatsızlık duyar. Oysa
kadınların hayatı çoğunlukla ailelerinin, eşlerinin
istek ve beklentilerini karşılamaya çalışmakla
birinin
istediğini
geçmiştir.
Dolayısıyla,
karşılamaya çalışmak kadınlar için olağan bir
alışkanlıktır ve bu nedenle çevrelerindeki
erkeklerden bir şey istediklerinde bunun neden
sorun olduğunu çoğu zaman anlayamaz ve
kırgınlık yaşarlar.
77
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdakilerden hangisi toplumsal cinsiyet
kalıplarının oluşturulmasında sosyal süreç
beklentilerinden birisidir?
6. Bireyin kişisel tercihlerini hemen dışa vuran en
temel toplumsal cinsiyet göstergesi hangisidir?
a. Dinleme
a. Değer beklentileri
b. Giysi
b. Anatomik yapı farklılığı beklentisi
c. Bakma
c. Saç rengi beklentisi
d. Dokunma
d. Boy beklentisi
e. Yürüme
e. Kilo beklentisi
7. Kadın ve erkek arasındaki en temel çatışma
alanlarından biri aşağıdakilerden hangisidir?
2. Aşağıdakilerden hangisi davranış olarak
erkeklerden beklenenler arasında yer alır?
a. Özgürlükler
a. Şefkatli
b. Bağlılıklar
b. Neşeli
c. Yasaklar
c. Hırslı
d. Bilinmezlikler
d. Sabırlı
e. Kurallar
e. Nazik
3. Aşağıdakilerden hangisi davranış olarak
kadınlardan beklenenler arasında yer alır?
8. Bir kadının sık sık yakın çevresindeki bir
erkeğe ne yapacağını söylemesi erkek tarafından
nasıl algılanır?
a. Kararlı
a. Özgürleşme
b. Risk alan
b. Bağımlılık yaratılması
c. Atak
c. Bilinmezliğin artması
d. Duyarlı
d. Bilinmezliğin azalması
e. Hırslı
e. Özgürlüğün kısıtlanması
4. Duygu
ve
düşüncelerimizi,
group
yaşadıklarımızı
karşımızdakilere
sözcükleri
seslendirerek
gönderme,
iletme
işi
aşağıdakilerden hangisidir?
9. Aşağıdakilerden hangisi iyi yönetildiğinde
iletişimi olumlu yönde etkileyebilir?
a. Yasaklar
a. Yazma
b. Bağlılıklar
b. Konuşma
c. Çatışma
c. Okuma
d. Özgürlükler
d. Dinleme
e. Kurallar
e. Bağırma
10. Aşağıdakilerden
hangisi
mobbingin
davranışsal boyutları arasında yer alır?
5. Toplumsal cinsiyet ve etkili iletişim açısından
bakıldığında
konuşma
bir
erkek
için
aşağıdakilerden hangisinin yoludur?
a. Fiziksel özelliklere yönelik saldırılar
a. Duygusallık
b. Giysilere yönelik saldırılar
b. Samimiyet
c. Saç biçimine yönelik saldırılar
c. Gösteriş
d. İletişime yönelik saldırılar
d. Mutsuzluk
e. Eğitime yönelik saldırılar
e. Rekabet
78
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
Kendimizi Sınayalım Yanıt
Anahtarı
Sıra Sizde 1
1. a Yanıtınız yanlış ise “Toplumsal Cinsiyet
Kavramı” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
Cinsel rollerin öğretilmesinde pek çok kurum ve
pratik iş görür ve bu yolla cinsel kimlikler
yapılandırılır. Hiç kuşkusuz öncelikle aile ve
ailenin toplumsal, kültürel olarak sahip olduğu
değerler çocuğa yansır. Çoğunluk ev içi görev
dağılımında ve rollerin benimsenmesinde anne
kız çocuk için, baba erkek çocuk için model
oluşturur. Bandura toplumsal öğrenme kuramı
yoluyla, çocukların anne ve babalarını
gözlemleyerek ve onlardan aldıkları olumlu ve
olumsuz tepkilerden yola çıkarak cinsel rolleri
öğrendiklerini ileri sürer.
2. c Yanıtınız yanlış ise “Toplumsal Cinsiyet
Kavramı” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
3. d Yanıtınız yanlış ise “Toplumsal Cinsiyet
Kavramı” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
4. b Yanıtınız yanlış ise “Konuşmada Toplumsal
Cinsiyet Farklılıkları ve Etkili İltişim” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Sıra Sizde 2
5. e Yanıtınız yanlış ise “Konuşmada Toplumsal
Cinsiyet Farklılıkları ve Etkili İltişim” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Rekabet erkeklik için en önemli vurgu
noktalarından biridir. Küçük yaştan itibaren bir
erkek kendini sürekli ispat etmek zorundadır.
Küçük bir erkek çocuğu yetişkin erkeklerin
dünyasına geçene kadar beklemek ve kendini,
olgunluğunu ispat etmek zorundadır. Erişkinliğe
ulaştıktan sonra da bir erkeğin mücadelesi
bitmez. İyi bir iş sahibi olmak, iyi bir eş sahibi
olmak, iyi bir ev, iyi bir araba… Her konuda
güçlü olması beklenen erkek, kamusal alanda da
gücünü kanıtlamak, dolayısıyla rekabet içinde
olmak zorunda hisseder. Erkekler çoğunluk,
hiyerarşik sosyal bir düzen içindeki bir birey
olarak konuşma eylemini gerçekleştiriler. Başka
bir deyişle, böyle hiyerarşik bir sistem içinde
birey hiyerarşik yapının ya üst ya da alt
kademesinde yer alır.
6. b Yanıtınız yanlış ise “Sözsüz İletişimde
Toplumsal Cinsiyete Bağlı Farklılıklar ve Etkili
İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
7. a Yanıtınız yanlış ise “Çatışmada Toplumsal
Cinsiyet Farklılıkları ve Etkili İletişim” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
8. e Yanıtınız yanlış ise “Çatışmada Toplumsal
Cinsiyet Farklılıkları ve Etkili İletişim” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
9. c Yanıtınız yanlış ise “Çatışmada Toplumsal
Cinsiyet Farklılıkları ve Etkili İletişim” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
10. d Yanıtınız yanlış ise “Mobbing Kimler
Üzerinde Etkilidir ve Nasıl İşler?” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Sıra Sizde 3
Kadınlık ve erkekliğe ilişkin oluşturulmuş olan
kalıp yargıların kadın ve erkeklerin beden
dillerine, sözsüz iletişim kodlarına da yansıdığını
ileri sürülür. Bu kalıp yargılara göre kadınlar,
uysal, itaatkar, bağımlı, alıngan/aşırı hassas,
kaprisli, çabuk parlayan, çabuk telaşlanan, havai,
çenesi düşük, çekingen, sevecen, düşünceli,
saygılı, işbirliğini seven, destekleyici ve
duyarlıdır. Genel olarak erkeklere ilişkin var olan
kalıp yargılarda ise erkekler, görev bilinci olan,
rasyonel, aktif, mantıklı, gayretli, keskin zekalı,
kurnaz, kendinden emin, güçlü, baskın, palavracı,
inatçı, kibirli, söz dinlemez ve fırsatçı olarak öne
çıkar
79
Sıra Sizde 4
Sıra Sizde 6
Dokunmak ise kültürden kültüre farklılık
göstermektedir. Pek çok batı toplumunda
erkeklerin birbirlerine sarılması, kucaklaşması
hoş karşılanmaz. Latin, Akdeniz ve Arap
ülkelerinde ise erkekler hemcinslerine batı
toplumlarına
göre
daha
rahat
dokunabilmektedirler. Kadınların hemcinslerine
dokunmaları ise neredeyse hemen her toplumda
daha hoşgörüyle karşılanır. Bu tür kültürel
farklılıklara karşın söz konusu kadınlar ve
erkekler olduğunda durumun çok fazla
değişmediği görülmektedir. Araştırmalar kız
bebeklerin erkek bebeklere göre daha fazla
temasla
karşılaştıklarını
göstermektedir.
Kuşkusuz bu erkek bebeklerin sevilmemesinden
değil, erkek olmanın daha az teması neredeyse
zorunlu kıldığına ilişkin genel yargıdan
kaynaklanmaktadır.
Toplumsal
cinsiyet
olgusu
gerek
özel
yaşamımızda gerekse profesyonel yaşamımızda
çatışmalarımızın üslubu konusunda belirleyici
olabilir. Daha önce de vurgulandığı gibi konuşma
erkekler için bir rekabet alanıyken kadınlar için
yandaşlık sağlamanın bir yoludur. Ancak durumu
bu denli basite indirgemek her zaman olanaklı
olmayabilir. Çoğu kadın için çatışma karşılıklı
bağ içinde olmayı ortadan kaldıran bir durum
olarak algılandığı için kesinlikle kaçınılması
gereken bir tehdittir. Çoğu erkek için ise çatışma
rekabetçi ruhu besleyen bir ödüldür. Dolayısıyla
daha başlangıçta kadının ve erkeğin çatışma
kavramına farklı biçimde yaklaştığı çok açıktır.
Sıra Sizde 7
Mobbingin pek çok davranışsal boyutu
bulunmaktadır.
Bunlar
iletişime
yönelik
saldırılar, sosyal ilişkilere yönelik saldırılar,
sosyal imaja yönelik saldırılar, mesleki ve özel
konuma yönelik saldırılar, sağlığa yönelik
saldırılar olarak sıralanabilir. Kişinin kendini
ifade etmesine izin verilmemesi, sözlü ya da
yazılı tehditlere maruz kalması iletişime yönelik
saldırılardan bazılarıdır. Sosyal ilişkilere yönelik
saldırıya verilebilecek en temel örnek kişinin
içinde bulunduğu ortamdan, diğer çalışanlardan
dışlanması, görmezden gelinmesidir. Kişi
hakkında
dedikodu
çıkarılması,
ruhsal
sorunlarının olduğunun söylenmesi, dünya
görüşüyle, inancıyla alay edilmesi, gülünç
duruma düşürülmesi ve benzeri davranışlar
mağdurun sosyal imajına yönelik saldırılar
arasında yer almaktadır.
Sıra Sizde 5
Mimiklerde de yine kadınlar ve erkekler arasında
farklılıklar bulunmaktadır. Yapılan çalışmalara
göre erkekler duygularını gizlemek adına
kadınlardan daha az mimik yapmaktadır. Bir
deney sonunda elde edilen veri oldukça ilgi
çekicidir. Kadın ve erkeklerden oluşan bir gruba
farklı duygusal ifadeler içeren kimi fotoğraflar
gösterilmiştir.
Katılımcılardan
fotoğraflara
baktıktan sonra fotoğraftaki kişinin duygusunu
söylemeleri istenmiştir. Sonuçta ise kadınlarla
ilişkili fotoğraflarda duygular hem erkek
katılımcılar hem de kadın katılımcılar tarafından
daha rahat ve doğru tespit edilmiştir. Çalışmanın
sonunda yapılan değerlendirmede kadınların
duygularını dışa vurmada mimiklerini kullanma
özgürlüklerinin erkeklere göre daha fazla olduğu
öne sürülmüştür.
80
Yararlanılan Kaynaklar
Arat, N. (1994). “Türkiye’de Kadınların Çalışma
Yaşamında Karşılaştıkları Zorlukların SosyoKültürel Nedenleri”, Türkiye’de Kadın Olmak,
İstanbul: Say Yayınları.
Leathers, D. (1997). Successful Nonverbal
Communication-Principles and Applications,
New York: Allyn and Bacon Press.
Navaro L. (1996). Tapınağın Öbür YüzüKadınlar ve Erkekler Üzerine, İstanbul:Varlık
Yayınları.
Bullough V.L.-Bullough B. (1993). Cross
Dressing, Sex and Gender, Pennsylvania:
University of Pennsylvania Press.
Davenport N., Schwartz R.D., Elliot G.P. (2003).
Mobbing İşyerinde Duygusal Taciz, İstanbul:
Sistem Yayıncılık.
Onaran, O., Büker, S., Bir, A.A. (1998).
Eskişehir’de Erkek Rol ve Tutumlarına İlişkin
Alan
Araştırması,
Eskişehir:
Anadolu
Üniversitesi Yayınları.
Glass L (1992). He Says, She Says: Closing the
Communication Gap Between Sexes, Newyork:
Putman.
Richmond V.P.-McCroskey, J.C. (2000).
Nonverbal
Behavior
in
Interpersonal
Relations, New York:Allyn and Bacon Press.
Griffiths, M. (1994) “A Rewiew”, Journal of
Broadcastingand Electronic Media 38 (3), 323327.
Rosenberg, D. (1998).
İstanbul: İmge Kitabevi.
Tınaz, P. (2006). İşyerinde Psikolojik Taciz
(Mobbing), İstanbul: Beta Yayınları.
Hürriyet
81
Mitolojisi,
Tannen D. (1997). Hiç Anlamıyorsun-Kadın
Erkek Konuşmaları, İstanbul: Varlık Yayınları.
____İşyerinde Duygusal Taciz, Vatan Gazetesi,
4 Eylül 2006.
____İşyerinde Psikolojik Taciz,
Gazetesi IK eki, 05 Nisan 2009
Dünya
5
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
İletişimde benmerkezciliğin etkisini açıklayabilecek,
İnsan ilişkilerinde farkındalığa saygının önemini açıklayabilecek,
İletişim benliklerini tanımlayabilecek,
İnsan ilişkilerinde davranış biçimlerini sıralayabilecek
bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.
Anahtar Kavramlar
Egosentrizm
Saldırgan
Farkındalık
Çekingen
Benlik
Güvenli
İçindekiler
Giriş
İletişimde Benmerkezciliğin Etkisi
İletişim Benlikleri
İletişimde Davranış Biçimleri
82
İletişimde Kalite
GİRİŞ
İletişim, insanın varlık sürdürme biçiminin bir ürünüdür. İletişim, insanın varlık sürdürme biçiminde
meydana gelen her türlü gelişmeden kolayca etkilenen bir olgudur. İletişim insana özgüdür. En kısa
tanımı ile insanlar ya da toplumlar arasında düşünce ve duyguların aktarılmasına iletişim adı verilir.
İnsanlar, yaşamlarının büyük bir bölümünü çevresi ile iletişim içerisinde geçirmektedir. İnsanlar bir
şeyleri farklı yollar ve yöntemlerle anlatmak ister. Bu yollardan bazıları takılar, rozetler, eşyalar, sözlerle,
odadaki renklerle karşıdaki insan ya da topluluğa bir şeyler anlatılmak amaçlanır. İletişim, üst düzey
yöneticilerin de aynı ölçüde içiçe olduğu bir olgudur. Çünkü yöneticilerin sürekli yüz yüze oldukları
halkla ilişkiler, tören, karşılama, toplantı, uğurlama gibi birçok işi iletişim olgusunun içinde ele almak
mümkündür.
İletişimi bir başka şekilde, bilgilerin, duyguların, düşüncelerin, sorunların ve çözümlerin insandan
insana ya da toplumdan topluma aktarılma ve iletilme süreci şeklinde tanımlayabiliriz. İletişimin tanımı
özetle şöyledir: İnsanlar, gruplar ve örgütler arasında bağ kurmayı hedefleyen bir etkileşim sürecidir.
Başka bir ifadeyle duyguların, davranışların, düşüncelerin açıklanması ve anlaşılmasında en büyük etken
olan bir araçtır. İletişim, anlamlarında uzlaşılmış simge ve sembollar aracılığıyla; bilgi, duygu ve
düşüncelerin biriktirilip aktarılmasının ve paylaşılmasının hem ortak hem de değişik zaman ve mekan
boyutlarında gerçekleştirilmesidir.
İletişimin insan hayatındaki yeri ve önemi sizce nedir?
Hem özel hayattaki ilişkiler (karı-koca ilişkisi, anne-baba-çocuk ilişkisi) hem de iş hayatındaki
ilişkiler (yönetici-çalışan ilişkisi, çalışan-çalışan ilişkisi) açısından bakıldığında, huzurun ve mutluluğun
sağlanmasında bireylerarası iletişim gerçekten de çok önemli bir yere ve güce sahiptir. Sözü edilen
bireylerarası iletişim becerisi doğru hayata geçirildiğinde ilişki ve iletişim kalitesine olumlu katkılarda
bulunurken; yanlış hayata geçirildiğinde de çok büyük kavgaların ve mutsuzlukların yaşanmasına zemin
hazırlamaktadır. Görüldüğü üzere, iletişim, bireyler arasında yer alandüşünce ve duygu alışverişini dile
getiren bir etkinliktir. Dolayısıyla, uygun iletişim yöntemini benimseme ve bunu doğru olarak kullanma
hem kişsel ilişkilerde, hem de toplumsal hayatta çok önemlidir.
Hem özel hayatta hem de iş hayatımızda etkili iletişim yöntemini benimsemek ve bunu ilişkilerimizde
doğru kullanabilmek için iletişim engellerini bilmekte ve bu engellere dikket ederek ilişki
gerçekleştirmemizde büyük yarar vardır. Bireylerarası etkileşim ve olumlu iletişimi engelleyen etmenleri
şöyle sıralayabiliriz: kendi düşünce ve fikirlerimizi tek doğru olarak benimsemek, başkalarının fikir,
düşünce ve duygularını görmezden gelmek ve önemsememek, onlara saygı göstermemek. Bu tür
engellerle iletişim kurmaya çalışmak, takdir edersiniz ki, çatışmalara neden olacak ve başarısızlıkla
sonuçlanacaktır. Diğer bir deyişle, insanlar arasında doğru, etkili ve olumlu bir iletişimden söz etmek
mümkün olmayacaktır. Bu ünitemizde de, az önce bahsedilen engellerin yaşanmaması için dikkat
edilmesi gereken iletişim benliklerinden ve davranış biçimlerinden söz edilecektir.
83
İLETİŞİMDE BENMERKEZCİLİĞİN ETKİSİ
Çocuklar “egosantrik”tir, yani benmerkezcidir. Diğer bir deyişle, dünyayı ve çevlerini sadece kendi bakış
açılarından görürler. Diğer insanların da kendileriyle aynı şeyleri gördüğünü ve aynı şekilde düşündüğünü
zannederler. Başkalarının, olayları farklı açılardan gördüklerinden ve farklı algıladıklarından
habersizdirler (www.enoktaakademi.com). Bu habersizlik beraberinde iletişim kalitesini de
etkilemektedir. Bakış açısını şu biçimde açıklamaya çalışsak herhalde yanlı olmaz: Bakış açısı, herhangi
bir varlık, olay ve insan karşısında, sahip olduğumuz dünya görüşü, hayat tecrübesi, kültür, yaş, meslek,
cinsiyet, ruh hali ve yere göre aldığımız algılama, idrak etme ve yargılama tavrıdır. Bu tavır ev ve iş
yaşamımızdaki iletişim tavrımızı da biçimlendirmektedir. Bu noktada, Robert Burns’un güzel bir sözü
akla gelmektedir: “Tanrı, bize, bizi başkalarının gördüğü gibi görme yeteneği verseydi, bu bizi birçok
hata ve saçma fikirden kurtarırdı.”
İnsan ilişkilerinde benmerkezli olmak iletişim kalitesini nasıl
etkilemektedir?
Benmerkezcilik (egosantrizm), başkalarının varlığını ve çıkarlarını göz ardı ederek kendini ve
sorunsalını her şeyin merkezine koyma tutumu ve davranışıdır. Benmerkezcilik, başkasının görüşlerini ve
bakış açılarını anlamada yetersiz olma, kendi gördüğü ve düşündüğü şeyleri herkesin gördüğünü
zannetmektir. Benmerkezci düşünme, insanların doğal olarak başkalarının hak ve ihtiyaçlarını
görmemeleri gibi bir talihsizlikten kaynaklanır. Ne başkalarının ne de kendi bakış açılarının sınırlı
olduğunun farkındalar. İnsanlar bu konuda eğitilirlerse ancak o zaman benmerkezci düşünme biçimlerinin
farkına varabilirler. İnsanlar benmerkezci varsayımlarını, bilgiyi benmerkezci bir şekilde kullanıp verileri
benmerkezci bir şekilde yorumladıklarını, bu kavram ve fikirlerin kaynağını ve bu tür düşünce tarzının
hangi sonuçlar doğuracağını doğal yollarla bilemeyebilirler. Yalnızca kendilerine hizmet eden bakış
açılarına sahip oldukalarının farkında varmazlar. İnsanlar, şeylerin gerçekliğine ilişkin bilgiyi temelden
bildiklerine ve bunu nesnel bir biçimde yaptıklarına ilişkin olarak mantıksız fakat bir güven duygusu
içinde yaşarlar.
Benmerkezcilik, bireylerarası ilişkilerde olayları bir başkasının görüş açısından görememektir.
Benmerkezcilik, iletişimde kaliteyi ve başarıyı yakalamak için farklı bakış açılarını hayal edemememktir.
Benmerkezci davranışa sahip bir kişi, karşısındaki bir kişinin bir nesneye, bir olaya kendi bulunduğu
konumdan farklı bir noktadan bakabileceğini, farklı bakış açılarının, farklı algısal ve fikirsel sonuçları
olabileceğini düşünemez. Bu biçimde bir düşünceye sahip kişinin konuşma biçimi, ifadesi de
benmerkezciliğinin etkisi altındadır. Benmerkezcilik bencillik değildir, fakat kişinin olayları kendine
yönelik anlaması veya kişinin olayları kendini merkeze koyarak anlamasıdır. Benmerkezcilik, aslında
çocuk ya da yetişkinin sınırlı olan düşünme kapasitesinin temelini oluşturur. Benmerkezcilik, ayrıca
dikkati odaklamanın bir çeşididir. Benmerkezci kişiler kendi bakış açılarına o kadar çok odaklanmışlardır
ki aynı anda bir başkasının bakış açısını anlayamazlar.
Egosentrizm kısaca benmerkezciliktir. Diğer bir deyişle, bireyin kendini merkeze almasıdır. Her şeyde
kendini esas almak, her şeyi kendine dayandırmak, her işi kendine bağlamak, kendine indirgemek, her
olayı, her düşünceyi kendi görüş açısından yorumlamak ve kendi fikrini, mantığını, duygusunu hareket
noktası olarak seçme olarak tanımlanır.
Egosentrizm ne demektir?
Bazıları benmerkezcilikle bencilliği karıştırsa da, farklı ama ilişkili iki kavram olduğu görülür.
Bencillik; her olayda, her işlemde kendi menfaatını düşünme ve her işten çıkar sağlama düşüncesidir.
Benmerkezcilik ise dünyayı “ben”e dayanarak algılamaya ve yorumlamaya karşılık gelir. Eğitim
bilimciler bencillik ve benmerkezcilik düşüncesinin genel olarak 2-7 yaşları arasındaki evrelerde
kazanıldığını söylemektedir. Daha sonraki yaşlarda ise bu çok özel benlik duygusu olgunlaşarak kişinin
kendisini bir güneş gibi hissedip, dünyanın 365 gün kendisinin etrafında döndüğünü sanmasına
84
dönüşmesidir. Küçük yaşlarda görülmeye başlayan bu düşünce biçimi bireyin erişkin olmaya başlaması
ile birlikte ruhsal bozukluk ya da bir davranış bozukluğuna dönüşmekte, önceleri kabul edilmiş teorilere
inanırken yaşı büyüdükçe “yalnızca gözümle gördüğüme inanırım, dünya düzdür ” fikrini savunmaya
başlamaktadırlar (http://www.sarivelilerhaber.com/yazar.asp?yaziID=1576).
Benmerkezcilik dönemi (egosantrizm dönemi), insanda 6 yaş civarında sona erer. Daha doğrusu,
ermesi gerekir. Ancak çevremize baktığımızda, birçok yetişkinin hala bu dönemde olduğunu ve bu
dönemde yaşadığını görürüz. Dolayısıyla, yetişkin olmasına rağmen, hala egosantrik dönemde yaşayan ve
bu dönemin davranış biçimlerine göre iletişim kuran insanların sağlıklı ve başarılı bir iletişim
kurduklarından bahsetmek zordur. Çünkü sağlıklı ilişkiler kurmak ve sürdürmek için, öncelikle her
bireyin farklı algıları, düşünceleri ve istekleri olduğunun farkında olmalıyız (www.enoktaakademi.com).
Ancak, bu bilinçle hareket ederek iletişim kurduğumuzda karşımızdaki kişiyi doğru anlama ve
beraberinde de ona kendimizi doğru anlatma şansı yakalayabiliriz. İletişim kurarken bu biçimde bir
yaklaşım sergilemek ilişkimizin ve iletişimimizin sağlıklı ve kaliteli olmasına zemin hazırlar.
Aslında, daha önceki ünitemizde de detaylı bir biçimde anlatıldığı gibi, benmerkezcilikten kurtulmak
ve sağlıklı ilişkiler yaşamak için empatik davranmak gerçekten de çok önemlidir. Empati, bir insanın,
kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak
anlamasıdır. Basit gibi gözüken bu tanımın gerisinde pek çok kuramsal öğe bulunmaktadır ve belki de bu
yüzden sözkonusu tanıma ulaşılması oldukça zaman almıştır. Günümüzde "empati" denildiğinde akla
Carl Rogers ve onun konuya ilişkin çalışmaları gelir. Psikoterapi alanında empatik iletişim kurma
becerisiyle ünlenmiş Rogers'ın adı ile empati kavramı adeta özdeş hale gelmiştir. Bir kişinin kendisini
karşısındaki kişinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısıyla bakması, o kişinin duygularını ve
düşüncelerini doğru olarak anlaması, hissetmesi ve bu durumu ona iletmesi sürecine "empati" adı verilir.
Görüldüğü üzere, az önce yapılan empati tanımı üç temel ögeden oluşmaktadır. Bir insanın karşısındaki
bir kişi ile empati kurabilmesi için gerekli olan bu ögeleri şöyle sıralayabiliriz
(http://www.psikolojikdanisma.net/empati.htm):
•
Birinci öge, empati kuracak kişi kendisini karşısındakinin yerine koymalı, olaylara onun bakış
açısıyla bakmalıdır. Başka bir söyleyişle, empati kurmak isteyen kişinin karşısındaki kişinin
fenomonolojik alanına girmesi gereklidir. Fenomenolojik alan nedir? Psikolojideki
fenomenolojik yaklaşıma göre her insanın bir fenomenolojik alanı verdır. Her insan gerek
kendisini gerek çevresini, kendisine özgü bir biçimde algılar; bu algısal yaşantı özneldir
(subjektiftir); kişiye özgüdür. Yani her insan dünyaya, kendine özgü bir bakış tarzıyla bakar.
Eğer bir insanı anlamak istiyorsak, dünyaya onun bakış tarzıyla bakmalı, gerçekleştirmek için de
empati kurmak istediğimiz kişinin rolüne girmeli, onun yerine geçerek adeta olaylara onun
gözlüklerinin gerisinden bakmalıyız. Karşımızdaki kişinin rolüne girerek empati kurduğumuzda,
o kişinin rolünde kısa bir süre kalmalı, daha sonra da bu rolden çıkarak kendi rolümüze
geçebilmeliyiz. Aksi halde empati kurmuş sayılmayız. Karşımızdaki ile özdeşim kurmak (ona
benzemek) veya ona sempati duymak, empatiden farklı şeylerdir.
•
İkinci öge, empati kurmuş sayılmamız için, karşımızdaki kişinin duygularını ve düşüncelerini
doğru olarak anlamamız gereklidir. Karşımızdakinin yanlızca duygularını veya yanlızca
düşüncelerini anlamış olmak yeterli değildir. Empatiyi tanımlarken bu noktayı
vurguladığımızda, empatinin iki temel bileşeninden söz etmiş oluyoruz. Bunlar empatinin
bilişsel ve duygusal bileşenleridir. Karşımızdakinin rolüne girerek onun ne düşündüğünü
anlamamız, bilişsel nitelikli bir etkinlik (bilişsel rol alma/bilişsel perspektif alma),
karşımızdakinin hissettiklerinin aynısını hissetmemiz ise duygusal nitelikli bir etkinliktir
(duygusal rol alma/duygusal perspektif alma). Bilişsel rol alma duygusal rol almanın ön şartı
sayılabilir. Empatinin bileşenlerinin ne olduğu konusunda araştırmacılar arasında, bazı görüş
farklılıkları vardır. Örneğin Hoffman’a (1978) göre empatinin, bilişsel, duygusal ve güdüsel
(motivasyonel) olmak üzere üç bileşeni vardır. Bazı araştırmacılar empatinin bilişsel yönünü,
bazıları ise duygusal yönünü vurgulamaktadır. Fakat çoğunluğun üzerinde uzlaştığı görüş,
empatinin bilişsel ve duygusal bileşenlerden oluştuğu yolundadır.
•
Empati tanımındaki son (üçüncü) öge ise, empati kuran kişinin zihninde oluşan empatik
anlayışın, karşıdaki kişiye iletilmesi davranışıdır. Karşımızdaki kişinin duygularını ve
düşüncelerini tam olarak anlasak bile eğer anladığımızı ifade etmezsek empati kurma sürecini
85
tamamlamış sayılmayız. Araştırmacılar, insanların zihinlerinde kurdukları empatiyle,
karşılarındaki kişiye ilettikleri empati arasında farklılık olduğunu belirtmektedirler.
Karşımızdaki insanlara empatik tepki vermenen iki yolu vardır: Yüzümüzü/bedenimizi
kullanarak onu anladığımızı ifade etmek. Empatik tepki vermenin en etkili yolu herhalde bu
ikisini birlikte kullanmaktır. Bir sıkıntımız olduğunda, bizimle konuşan kişi, dostça bir
gülümsemeyle kolumuza dokunup sıkıntımızı sözelleştirirse, örneğin "son günlerde çok
bunalmışsın" derse, rahatladığımızı hissedebiliriz.
Bir insanın karşısındaki bir kişi ile empati kurabilmesi için gerekli
olan 3 öge (aşama) nelerdir?
En genel tanımı ile empati, bir kişinin kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak olaylara onun
bakış açısıyla bakması, o kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması, hissetmesi ve bu
durumu ona iletmesi olarak tanımlanmaktadır. İletişim ise toplum içinde yaşayan insanın kendisini ve
çevresini daha iyi tanımasını ve başkaları ile uyumlu ilişkiler gerçekleştirmek için etkileşim kurabilme ve
bu etkileşimi geliştirme becerisidir. İnsan topluluğu ve davranışları ile ilgili her dalın iletişimle
ilgilenmesi gerekmektedir. İletişimin gerçekleşmesinde empati en temel eylem olmalıdır. Bu bağlamda
empatik iletişimin gerçekleşmesinde, karşımızdaki kişiyi işitmek yeterli olmaz. Onun söylediklerini
anlamak, düşünmek, etkin bir dinleyici olmak gerekir. Onun duygularını yansıtma fırsatı vermek, kendini
ifade etme ortamı oluşturulmasında empatik iletişim gereklidir.
Empati kurmak için öncelikle karşımızdaki kişinin bizim gibi bir varlığı, bizden farklı değer yargıları
ve inançları olduğunu bilmek ve bunu kabul etmek gerekir. Bu kabulden hareketle, etkileşimde
bulunduğumuz kişinin haklı/haksız, iyi/kötü biçiminde yargılanmaması, sadece onun durumunun
anlaşılabilmesi için çaba gösterilmesi gerekir.
Modern hayatın içerisinde yaşadığımız birçok sorun alanın empati kavramıyla ilişkilidir. Günlük
hayatın içinde unuttuğumuz değerler ve dayanışma açısından empati son derece önemlidir. Yine birçok
kaygı ve sorun arasında kendimiz karşımızdakinin yerine kayabilmemiz son derece güçtür. İletişimde
empatinin kurulabilmesi için, kişinin karşısındaki kişinin hem duygu hem de düşüncelerini doğru olarak
anlaması büyük önem taşır. Ayrıca empati kuran kişinin zihninde oluşan empatik anlayışı karşısındaki
kişiye iletmesi de empatinin gerçekleşmesinde son derece önemlidir. Bir başka deyişle karşımızdaki
kişinin duygu ve düşüncelerini anlamak yeterli değildir. Bunun iletilmesi de gerekmektedir. Emaptik
anlayışımızın gelişmesi için “Ben-Merkezcilik”ten uzaklaşmamız gereklidir. Hatta zorunludur. Ben –
Merkezcilik iletişimi engelleyen faktördür. Bu durumda insanların duygularını ve ne hissettiklerini
anlamakta zorluk çekilir. Empatik iletişim becerimizin gelişmesi için iş birliği, yardımlaşma ve
dayanışmaya acık, savunucu iletişimden uzak, farklılıklar arasında benzerliği aramaya çalışan birey
olunmalıdır.
Bireylerin gelişime açık, kendini yenileyen, önyargılardan uzak,iletişim kurduğu kişinin bulunduğu
yeri değerlendiren demokratik tutumu davranış edinmiş kişiler bu kazanımlarını empatik iletişimi
gerçekleştirerek yapmışlardır. Bir başka deyişle empatik iletişim içinde olan birey demokratik tutum ve
davranış sergileyen bireydir. Bu bağlamda empatik iletişim, bireylerin birbirini anlama ve iletişim den
kaynaklanan sorunların çözümünde en temel etkidir. Bir çok sorunun anlaşılamamaktan kaynaklandığı,
karşısındaki kişiyi kabul etmeme veya dinleme gibi iletişimi engelleyen tutumlar içinde olmanın temeli
empatiyi geliştirememektir. Empatik iletişimi gerçekleştiremeyen ebeveynler eğer çocuklarını
anlayamıyor, onların tutum ve davranışlarını değerlendirmede zorluk çekiyorlarsa, çocukların sorunlarına
yardımcı olmak istiyor, fakat bunu başaramıyorlarsa, çocukları ile olan sorunlarının çözümünde hemen
empatik iletişim kurmayı başarmalıdırlar. Empatik iletişimi gerçekleştiren ebeveynler, çocuklarına güven
duygusunu kazanmış, onların duygu ve düşüncelerini anlatmasında dinleme becerisini geliştirmiş,
çocuklarının yaşının getirdiği psiko-sosyal sorunlara çözüm bulmuş ailelerdir. Bu ailelerde demokratik
tutum ve davranış kazanılmış olup, sağlıklı ve başarılı çocuklar yetiştirmektedirler. Empati
kurulamadığında, benmerkezciik arttığında, çocuklar anne ve babasından uzaklaşmakta, çevresindeki
kötü niyetli kişilerle iletişim kurmaktadırlar. Okullarda şiddetin artması, uyuşturucuya yönelim tüm bu
tutum
ve
davranışların
temelinde
empatik
iletişimin
geliştirilmemesi
nedendir
(http://www.toplumdusmani.net/modules/wordbook/entry.php?entryID=2211).
Şu ana kadar yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, “benmerkezcilik” ve “empatik anlayış”
birbiriyle bağdaşmaz. Empatik iletişim kurabilmek ve sağlıklı ilişkiler gerçekleştirebilmek için
86
benmerkezcilikten uzaklaşmak gerekmektedir. Benmerkezci davranan bir kişinin, karşısındakinin rolüne
girmesi ve olaylara onun bakış açısından bakması, yani empati kurması mümkün değildir. Bu durumda
empati kurabilmek, yani başkalarının rolüne girmenin ön şartı benmerkezcilikten kurtulabilmektir.
Benmerkezciliğin empatik anlayışta ve davranışta önemli bir yeri vardır. Benmerkezcilik kavramı, Piaget
tarafından ortaya atılmıştır. Piaget çocukların benmerkezci davrandıklarını savunmuştur. Konuyla
ilgilenen bütün araştırmacılar empati kurmada benmerkezci davranıştan uzaklaşmanın önemini
vurgularlar. Bu arada bazı araştırmacılar örneğin Ford empatiyi benmerkezcilikten uzak davranış olarak
tanımlamıştır. Ford’a göre üç tür benmerkezcilik vardır. Bunlar;
•
Görsel benmerkezcilik
•
Bilişsel benmerkezcilik
•
Duygusal benmerkezcilik
Söz konusu benmerkezcilik türüne sahip olanlar, nesnelere ve başkalarına ilişkin gerçekleri fark
etmede, diğer insanın rolüne girmede güçlük çekerler. Sonuç olarak da diğer insanların bakış açılarını,
neler düşündüklerini ve hissettiklerini yeterince anlayamazlar (Dökmen,1994)
Kurdek ve Rodgon üç tür perspektif alma şekli tanımlamışlardır. Bunlar;
•
Algısal perspektif alma (diğer kişinin bakış açısını fark etme),
•
Bilişsel perspektif alma (diğer kişinin ne düşündüğünü fark etme),
•
Duygusal perspektif alma (diğer kişinin yaşamakta olduğu duyguların neler olduğunu fark
etme).
Kurdek ve Rodgon’a göre, algısal, bilişsel ve duygusal açıdan karşılarındaki insanın perspektifini
alamayanlar, benmerkezci davranmış olurlar; dolayısıyla da onlarla empati kuramazlar.
Benmerkezci davranışa günlük yaşantımızdan birkaç örnek vermek faydalı olacaktır: Diyelim ki,
yolda birisine adres sordunuz. Yüzü size dönük olan bu kişi de kendi solunu kastederek “soldan ikinci
sokak” dedi. Siz ise onun sizin solunuzu kastettiğini zannederek ters yöne gidebilirsiniz. Eğer böyle
olursa, size yol gösteren kişi, kendi solunun sizin sağınız olduğuna dikkat etmemiş, çevreye sizin
bulunduğunuz konumdan bakamamış demektir. Bu durumda yol gösteren kişinin benmerkezci
davrandığını, algısalaçıdan sizin perspektifinizi anlamadığını düşünebiliriz.
Bazen de bilişsel ve duygusal açıdan benmerkezci davrandığımız olur. Örneğin başka kültürlere
mensup kişilerin nasıl olup da bizim gibi düşünmediklerine hayret ettiğimizde bilişsel açıdan
benmerkezci davranmış oluruz. Ya da bizim çok önemsemediğimiz bir olaya karşımızdaki kişinin çok
üzüldüğünü ya da çok sevindiğini görüp bu durumu yadırgarsak, bu kez de duygusal açıdan benmerkezci
davranmış oluruz.
Görüldüğü üzere, günlük yaşamdaki kişilerarası iletişimlerde, algısal, bilişsel ya da duygusal açıdan
benmerkezci davrandığımızda, çevremizdeki insanlarla sıcak ve samimi ilişkiler kuramamanın yanı sıra,
bir takım iletişim çatışmalarına da yol açabiliriz (Dökmen, 1994).
Daha önceki ünitelerde de bahsedildiği gibi, toplum içinde yaşamak için ilişki kurmak, sorunsuz ve
çatışma yaşamadan bir ilişki kurmak için ise sağlıklı ve başarılı bir iletişim kurmak zorundayız. Peki,
iletişim kurmayı öğrenerek, istediğiniz gibi ilişkiler kurabileceğinize inanıyor musunuz? Herhalde bu
sorunun doğru cevabı, “hayır”dır. Çünkü, mizaç farklılıklarından ya da dile getirilemeyen kişisel
gündemlerden dolayı yaşanan iletişim sorunlarını iletişim teknikleriyle çözmek mümkün değildir
(www.enoktaakademi.com). Diğer bir deyişle, anlaşmak için bireyler;
•
Anlaşma niyetine sahip olmalıdırlar.
•
İletişim tekniklerini bilmelidirler.
•
Gayret göstermelidirler.
87
Yukarıda sıralanan maddeler arasında en önemlisi ve önce geleni, anlaşma niyetine sahip olmaktır.
Eğer anlaşmaya niyetiniz yoksa, hiçbir iletişim tekniği anlaşmanızı sağlayamaz. Anlaşma niyetinde
olmak ise, benmerkezciliği bir kenaraya bırakmak ve karşımızdaki kişiye farklı olduğu bilinciyle
yaklaşmak ve onun farklılığına saygı göstermekle alakalı bir durumdur. Sadece kendi kişiliğini erdem
kabul edenler ve karşısındaki kişiyi görmezden gelip ona saygı göstermeyen kişiler kendi doğrularını
başkalarına kabul ettirmeye uğraşırlar, karşısındakinin aynı şeyi kendisi gibi algılamasını, kendisi gibi
düşünmesini, kendi vardığı sonuçlara varmasını beklerler ve dolayısıyla farklılığa hoşgörülü değildirler.
Her insan farklıdır. Farklılık, ayırt edici özelliklerdir. Her ne kadar yeryüzünde yaşayan altı milyar
insanoğlu olsak da doğduğumuz andan itibaren farklı parmak izleri ile birbirimizden farklılaşıyoruz.
Sonrasında da farklı aileler, farklı kültürler, farklı eğitimler, farklı ortamlar, farklı dinler, farklı
coğrafyalar, farklı tarihler ve farklı yaşanmışlıklar kişiliğimimi, düşünce biçimimizi ve dünyayı algılama
biçimimizi de farklı kılmaktadır. Farklılıklara ayıran daha birçok etmenler. Farklı olmanın güzel ve özel
tarafları vardır. Herşey aynı olsa, herkes aynı düşünse, olaylara aynı yaklaşsa hayat siyah ve beyazdan
ibaret olurdu. Aslında hayatımıza renk katan bu farklılıklardır. Farklılığın ve çeşitliliğin hayatımıza
kattığı renkliliği olumsuz etkileyen nedenler de bir o kadar fazla aslında. Ön yargılar, kalıplaşmış töreler,
dünya koşullarının sözde gelişmişlik adı altında insanlara dayattığı yanlızlık ve bencillik duyguları
farklılığın renkliliğine zarar vermektedir. İnsanların din, dil, ırk, fiziksel özellikler, cinsiyet gibi
nedenlerle ayrıştırılması, karşılıklı kin duyulmasına, küçümsenmesine ve sömürülmesine neden
olmaktadır. Felsefik ve antropolojik gözlemlerde bulunan Claude Lavi Strauss kültür ve çeşitlilik üzerine
inceleme ve çalışmalarda bulunmuştur. İnsanı, doğayı ve evreni salt özelliklerinde değerlendiren düşünür,
farklılığın ve çeşitliliğin korunmasından ve saygı duyulmasından yana olmuş ve düşüncelerini şu sözlerle
dile getirmiştir: "Ûç veren buğdaya kulak kabartmak, gizli kalmış potansiyelleri yüreklendirmek, tarihin
saklı tuttuğu tüm bir arada yaşama eğilimlerini dürtüklemek ve ayrıca alışılagelmiş şeyler sunması
kaçınılmaz olan bütün bu yeni toplumsal ifade biçimlerini şaşırmaksızın, tiksinmeksizin, karşı
çıkmaksızın karşılamaya hazır olmak gerek". Yazarın bu sözlerinden, var olanın duruluğunu asla
unutmadan, süre gelen çeşitliliği anlamaya çalışarak, özü bozmadan yaşayabilmek değerlemesini
yapabiliriz. Farklılığın renkliliğini yaşayabilmek için önyargılarımızdan, tahammülsüzlüğümüzden
kurtulmamız gerekir. Hayatın nesnel koşulları içinde yaşadığımız dünyamızın bizleri yalnızlığa iten,
bencil ve gerici bireyler yetiştirmeye yönelik olması farklılığa saygı düşüncesinin yeşermesine izin
vermemektedir. Her toplumda, her kültürde, her din ve ırkta ayırmaksızın bir sevinçtir onlar. Farklılığa
saygıda onların bu dünyadaki farklılıklara bakış açılarında biz eğitimciler ve çevreye çok büyük
sorumluluklar düşmektedir. İnsan olmanın en kutsal değerleri olan sevgi, paylaşım, saygı, hoşgörü...
Bütün bu ve benzeri değerleri onlara kazandırabilmemiz çok önemli. Çocuklar daha 3-4 aylıkken kendini
başkalarından ayırmaya başlar. Birinci yaşında cinsiyetini, ten rengini, saç dokusunu görebilirler. Fiziksel
özürler ve dile dair farklılıkları fark etmeye başlar. 18 aylıkken konuşmaya başlar, başkalarının gözünde
biri olduğunu bu yaşta fark eder ve sözcükler aracılığıyla başkalarına ve değerlerine bağlanmaya başlar.
2-3 yaşındayken farklılıkları görmeye başlar ve bunlara kendi düşüncelerini ve değerlerini eklemeye
başlar. 3-5 yaş arası insan çeşitliliğine dair kendine özgü teorilere sahiptir. Ve yine bu yaşlarda ailesinden
ve çevresinde değişik gruplardan insanlara dair yaygın fikirlere maruz kalarak farklı insanlara karşı
olumsuz tutum ve korkular edinmeye başlar. Çocuğa yansıtılan bu fikirler çocukta eksik ve haksız
düşünceler oluşturur ve ayrımcılığa sebebiyet verir. Farklılığa saygının çocuklarımıza 0-6 yaş arası
verilmesi çok önemlidir. Aksi takdirde eğitimde olduğu gibi bu alanda da çok geç olabilir. Unutmayalım
ki; erken yaşta bir çocuğun filtresi yoktur. Gördüğü herşeyi gerçek gibi algılar. Sonuç olarak dünyanın
daha güzel, daha paylaşılabilir, daha yaşanılır bir hale gelmesini istiyorsak koşullarımız her ne kadar zor
ve güç de farklılıkların farkında olmak ve farklılığa saygı göstermek zorundayız. Çocuklarımıza tüm bu
farklılıkları, tüm güzelliğiyle, anlayışla verebilir, gökkuşağının tün renkliliğini hayatımıza yansıtabiliriz
(http://www.sinir.org/forum/viewtopic.php?f=105&t=2094).
Mevlena’nın “kar taneleri ne güzel anlatıyor, birbirine zarar vermeden de birlikte yol almanın
mümkün olduğunu!” sözü farklılığın toplumsal uyum için ne kadar önemli olduğunu gözler önüne
sermektedir. Farklılıklara tahammül, hoşgörü, sevgi, saygı deyince hemen aklımıza Mevlana, Hacı
Bektaş-ı Veli, Yunus Emre gelir ve hepimizin sevgiye saygıya, sosyal barışa, kardeşliğe, paylaşmaya,
yardımlaşmaya ve birlikte yaşamaya ihtiyacı vardır. Birbirimize karşı yerine getirmemiz gereken görev
88
ve sosyal sorumluluklarımız vardır o halde, hep beraber, hayatı acı ve tatlısıyla birlikte paylaşalım
yaşayalım. Farklı düşüncelerin bir arada ve huzur içinde yaşaması kadar güzel bir duygu yoktur. Birlikte
yaşama kültürü, insanların kendilerinden farklı düşünebileceklerini ve düşüncelerinin mutlaka yanlış
olmadığını kabul etmek demektir. Birlikte yaşama kültürü, eleştirilere açık olmak, bu eleştirileri gelişim
ve değişim adına bir fırsat olarak görmek ve kabul etmek demektir. İnsanlar; hangi inançtan, hangi etnik
kökenden, hangi dilden, hangi siyasi düşünceden olursa olsun öncelikle insan olduğunun algılanması
gerekir. Aynı zamanda her insan, saygıya değer bir varlıktır. Hiçbirimizin kendimizden farklı düşünen,
inanan ve farklı kültüre sahip olan insanları küçümseme hakkı da yoktur. İnsanların kültürleri, yaşam
biçimleri, dini inançları, siyasi görüşleri, gönül verdikleri takımları birbirinden farklı olabilir. Bu farklılık
bir ayrışma sebebi değil, bilakis bir kültür zenginliği olarak algılanmalıdır. Biz, insanlar karşımızdaki
insanların değerlerine yaşam biçimlerine, inançlarına ne kadar saygılı olursak hiç şüphesiz aynı davranışı
karşımızdaki insanlarda bize gösterir. Veya tam tersi de olabilir şöyle düşünecek olursak eğer
karşımızdaki insanların değerlerine, inançlarına, yaşam biçimlerine negatif olumsuz bir yaklaşım içinde
olursak aynı davranış ile karşı karşıya kalacağız demektir ve burada bir fikir ve inanç tartışması
kaçınılmaz olur. Bu güne kadar da, hiç kimse tartışarak karşısındakini ikna edememiştir.
İnsanları ikna etmenin birinci önceliği insanlara karşı saygılı olmak, ilgi göstermek ve bu yolla
insanların gönlünü ve sevgisini kazanmaktır. Saygı ve davranış şeklimizi vücut dilimizi kullanarak ve
iletişim kurarak diyalog içerisinde ifade edersek, insanlar bizleri ilgi ve dikkatle izler ve vermek
istediğimiz mesajları daha kolay algılar ve önem verir. İnsanlara karşı saygısız, yakışıksız, anlamsız,
olumsuz sözler söyleyerek kalpleri kırarak hiç bir şekilde mesafe kat edemeyiz ve karşımızdaki insanlar
üzerinde negatif izler bırakırız. Saygısızlığın sonucu saygısızlıktır. Saygısızlık, iletişim kanalları ve
diyalogun önündeki en büyük engeldir. Birbirlerine saygı duymayan insanlar iletişimlerini pozitif şekilde
devam ettiremezler. Farklılıklara tahammül edemeyen karşısındaki insana saygı duymuyor demektir.
İnsanları birbirine yaklaştıran bağ ise saygı ve sevgidir. Eğer bunları yaşamımız boyunca devam ettirirsek
birçok sorunumuzu da ortadan kaldırmış oluruz. Etkili ve kaliteli iletişim kurabilmek için kimseyi
küçümsememek, aşağılamamak; insanların değerini inançları, siyasi görüşleri, dilleri, dinleri, etnik
kökenleri, cinsiyetleri, maddi güçleri ve hatta tuttuğu takımları ile değerlendirmemek ve ölçmemek
gerekir.
İnsanlar farklıdır; çünkü,
•
Farklı giyinirler,
•
Farklı düşünürler,
•
Farklı konuşurlar,
•
Farklı yaşarlar,
•
Farklı inançları vardır,
•
Farklı yollarda yürürler,
•
Farklı takım tutarlar,
Eğer gerçek anlamda insan olmak; kaliteli iletişimler ve ilişkiler yaşamak istiyorsak farklılıklarla bir
arada yaşayabilmeyi ve farklılıklara saygı göstermeyi bir alışkanlık haline getirmeliyiz
(http://www.elbistaninsesi.com/yazi/2224-farkliliklara-ne-kadar-saygiliyiz.html).
İletişimde ikna edici olabilmek için dikkat edilmesi gereken unsur
nedir?
Herkes kendi mizacını erdem kabul eder ve kendine benzemeyen kişileri hatalı bulur. İnsanın bu
özelliği, yakın ve doyurucu ilişkiler kurmanın önündeki en büyük engeldir. Yapıcı ilişkiler, her bireyin
birbirinin farklılığını kabul etmesini, hatta teşvik etmesini gerektirir. Karşımızdakinin bir gün doğruyu
bularak bize benzeyeceğini umarsak, onu tanıma ve onunla sağlıklı ilişki kurma şansını hiçbir zaman
89
yakalayamayız. İş hayatımızda, farklı bakış açıları, farklı düşünceler ve farklı dneyimler sayesinde, tek
başımıza elde edebileceğimizden daha etkili sonuçlar alabiliriz. Farklılık ve çeşitlilik, sinerji yaratır. Özel
hayatımızda ise bizim için önemli olan insanları anlar, onlardan farklı şeyler öğrenir, onlarla sağlıklı
iletişim ve doyurucu ilişkiler kurabiliriz. Farklılğa saygı göstermek; açıklık, yakınlık ve samimiyet yaratır
(www.enoktaakademi.com). Açık, yakın ve samimi duygularla iletişim kurarak gerçekleştirilen ilişkiler
ise diğerlerine oranla daha kaliteli ve tatmin edici olur. Bu tür olumlu yollarla gerçekleştirilen iletişim,
yaşanabilecek olası çatışmaların önüne geçer, onları engeller.
Nasıl inşaat, makine mühendislikleri varsa, insan ilişkileri mühendisliği de vardır. Nasıl, mühendis
olmayanların yaptığı evlerde yaşanabiliryorsa, insan ilişkileri mühendisliğinin kurallarından habersiz
olanlar da iyi arkadaş, iyi eş, iyi çalışan, iyi yönetici olabilirler. Ancak, mühendis olmayanların yaptığı
evlerin orta güçte bir depremde yerle bir olması gibi, insan ilişkileri mühendisliğini bilmeyenlerin
ilişkileri de, bir zorlama ve çatışmayla yerle bir olabilir (www.enoktaakademi.com).
İlişki mühendisliğinin ilk kuralı, farklılığa saygı göstermektir. Ancak kültürümüzde baskın olan
iletişim benlikleri yüzünden saygı göstermek ve kaliteli iletişimler gerçekleştirmek zorlaşmaktadır.
Günümüz dünyasında, bir insanın uyanık olduğu zamanın ortala %75’ini iletişim kurarak, iletişim
kurduğu zamanın ise %75’ini konuşarak geçirdiği düşünülmektedir. Buradan hareketle, insan ilişkilerinde
amaç iletişim kurmak, ancak yöntem ağırlıklı olarak konuşmak olduğunda sonuç, %100 “anlaşamamak”
olmaktadır (www.enoktaakademi.com). Dolayısıyla ilişkilerimizde anlaşmayı sağlayacak nitelikte kaliteli
bir iletişim gerçekleştirmek istiyorsak hem farklılıklara saygı göstermek hem de doğru iletişim
benlikleriyle hareket etmek durumundayız.
İLETİŞİM BENLİKLERİ
Yalın bir tanımla benlik; kişinin sahip olduğu tüm zihinsel yapının ve dış özelliklerinin bir bütünüdür.
Kişinin fiziksel özellikleriyle şekillenen dış görüntüsü benliğin bir parçasıyken, sahip olduğu düşünce
yapısı da yine benlik ile bir bütünlük oluşturmaktadır. Kişinin sahip olduğu düşünce yapısı, benliğini
değerlendirebilmesini ve kendisiyle ilgili gerek fiziksel özellikler gerekse de davranış yapısıyla ilgili iyi
ya da kötü bir sonuca varmasıdır. Benlik saygısı olarak tanımlanan bu durumsa, basit olarak kişinin
hayatını şekillendiren davranış ve fiziksel özelliklerini beğenip beğenmemesidir.
Kişinin benliğini algılayış biçimi, kendisine olan saygının da temel mimarı olarak şekillenir. Bu
nedenle kişinin benlik saygısı düşükse, kendini değersiz görür ve hayatının gidişatını beğenmez.
İçerisinde bulunulan hayata ve geleceğe dair pozitif bir bakış açısına sahip olmak, tamamen kişinin benlik
saygısını geliştirmesiyle mümkün olan bir düşünce yapısıdır.
Bir başka anlatımla benlik; kişinin kendini sevebilmeye olan yatkınlığı ve kendini sevmeye olduğu
kadar “sevilmeye” de layık görüp görmemesidir. Kişi şayet kendini sevmeye ve sevilmeye layık
görüyorsa, benlik yapısı olumlu yönde gelişirek sosyal hayatında kurduğu bağlantıların da daha güçlü
hale gelmesi sağlanır. Kişinin çevresindeki insanlarla olan iletişimi, kendi benlik yapısının
farkındalığında saklıdır. Bu aşamada benlik saygısının şekillendiği çocukluk yıllarında, ebeveynlerin
çocuk üzerindeki davranışları muazzam derece önem kazanır.
Benlik, bireye çevresindeki olguları bilinçli olarak ayırt etme imkânı veren ve özü yalnızca insan
ilişkilerinden oluşan kişilik kesimidir. Toplumsal benlik, bireyin tüm davranış örüntülerini ve tecrübelerinin sonuçlarını içerir. Benlik, kişini kendini koruyabilmek, hayatını sürdürebilmek ve gerçekliğin
çeşitli yönleriyle etkileşimde bulunabilmek için gerekli olan davranışların yapılaşmasını sağlayan
kuramsal süreçler dizisidir.
Sosyal hizmet uzmanları, sosyologlar ve sosyal psikologların benlik gelişiminin nasıl oluştuğu ve
toplum içerisinde bireyin yeri ve konumunun gelişimi üzerine çalışmaları vardır. Bütün bu çalışmalarda
iletişimin sürekli olduğu varsayılmıştır. İletişim bireylerin kendini geliştirmede, kendilerini ve toplumu
anlamada, ne olduklarına karar vermelerinde önemlidir. Bireyin sosyal ve toplumsal bir varlık olması
ancak iletişim ile mümkündür. Bir başka deyişle iletişimsiz bir gelişme de mümkün değildir.
90
Benlik, kendi kişiliğimize ilişkin kanılarımız ve kendi kendimizi görüş tarzımızdır. Bu bakımdan
benlik, kişiliğin öznel yanı olarak tanımlanabilir. İç varlığımızın bütünü oluşturan benlik, kişilik gibi
karmaşık bir kavramdır. “Ben neyim?” sorusunu olumlu ya da olumsuz olarak cevaplayabilir. “Ben ne
yapabilirim?” “Ne gibi yeteneklerim var?” “Değer yargılarım nelerdir?” “ne yapmalı, ne
yapmamalıyım?” gibi soruların cevapları hep benliklerimizde gizlidir. Benlik kişinin hayatta ne istediğine
ilişkin amaçladığı ve ideallere özgü soruların yanıtlandığı durumdur. Kısaca benlik, bireyin özellikleri,
yetenekleri, değer yargıları, amaç ve ideallerine ilişkin kanılarının dinamik bir örüntüsüdür.
Benlik kavramı, kendi kendimizle ilgili bütün düşüncelerimiz, algılamalarımız, duygu ve
değerlendirmelerimizdir. Benlik insanın kendisidir. Psiko-sosyal gelişimini sağlıklı sürdüren bireyin
benlik gelişiminde iletişimin önemi büyüktür. Özgüvenin fazla olduğu bireylerin iletişim tekniklerini en
üst düzeyde kullananlardır.
Benlik nedir?
“Ben” ya da “Benlik”, kişiliğin temel özelliklerini verir. Benlik ve kişilik arasında, gelişme ve yapı
bakımından, kesin bir sınır çizmek çok zordur. Benlik ile kişilik iç içe olmakla birlikte, benlik kişilikten
farklı özellikler taşır. İnsan, kişiliğinin karakter ve mizaç gibi kimi özelliklerinin bir bölümünden ya da
bütününden haberdar olmayabilir. Bunlara ilişkin bilgisi ya yoktur, ya da az ve hatalıdır. Kişiliğinin
dışarıya yansıyan, başkaları tarafından değerlendirilen yanlarını bilmez, tanımaz. Benlik, insanın kendi
kişiliğine ilişkin kanılarının toplamı, insanın kendisini tanıma ve değerlendirme biçimidir. Yani benlik,
kişiliğin öznel yanıdır, insanın iç varlığını oluşturur. Benlik, kişilik gibi anlaşılması güç ve karmaşık bir
kavramdır. Bu kavramın anlaşılması ve yapısını oluşturan öğelerin çözümlenmesi için, insanın kendi
kendisine sorduğu sorulara içtenlikle cevap araması gerekir. Böylece insan, kim olduğu, amacının ne
olduğu, ne yapabileceği, nelere değer verip inanıp bağlanacağı sorularına yanıt arayarak benliğini tanır.
Aslında, benliğin gelişmesi, oluşması ve yapısı, bütün yaşam boyu bu sorulara bilerek ya da bilmeden,
bilinçli ya da bilinçsiz olarak cevap aramakla geçer. İnsanın duygusu, düşüncesi, davranışı, tutumu,
eylemi bu soruların yanıtını bulmaya yönelmiştir. O halde benlik, insanın özellikleri, amaç ve beklentiler,
yetenek ve olanakları, değer yargıları ve inançlarından oluşan, durağan olmayan, her an değişen bir
yapıdır.
“Benlik” ile “kişilik” arasındaki ilişki nedir?
Gerçek ve ideal benlik bireyin kendi fizyolojik, psişik ve sosyo-psişik özellikleri ile tüm yetenekleri
hakkındaki kanıları, genel olarak “gerçek benlik” olarak adlandırılır. Bunun yanında, bireyin toplumdan
kendine göre edindiği bir değer sistemi vardır. Güncel yaşamında neyi yapacağına, neyi yapamayacağına
karar verirken, birey bu öznelleşmiş değer sistemine başvurur. İşte kişinin bu değerleri algılama biçimi ile
yaşamına yön veren hedef ve idealleri üzerindeki kanıları da “ideal benlik”tir. Benlik gelişmesi doğuştan
başlar. Doğumdan sonra, önce bedensel, sonra da ruhsal ve toplumsal gelişme, benliğin oluşmasını
etkiler. Başlangıçta kendi varlığının bilincinde olmayan çocuk, “ben” ile “ben olmayanı”, yani kendisiyle
ilgili ve bağlantılı olanla olmayanı ayıramaz. Çocuğun kendi benliğinde olanla olmayanı ayırabilmesi, üç
yaşından sonra başlar. Benliğin gelişmesinde içe yansıtma, birleştirme ve özdeşleşme düzenleri önemli
rol oynar. Bu gelişmede, insanın çocukluktan başlayarak, tüm yaşam boyu, çevresinde bulunan kişilerle
kurduğu ilişkiler, iletişim ve etkileşim, bir yandan bireyin toplumsallaşmasını, öte yandan kendi benliğini
tanımasını sağlar. İnsanın başkaları tarafından değerlendirilişi, bu değerlendirmenin kişilik tarafından
algılanışı ve benimsenmesi, benlik kavramının değer sistemini saptar. Bütün bunlar, insanın çevresindeki
olaylara, nesnelere, kişilere karşı oluşturduğu tutumu, davranışı, eylemi biçimlendirir ve renklendirir.
Benlik, çeşitli deneyimler sonunda öğrenilen ve sürekli olarak gelişen, kişiyi kendi içinden
gözetleyen, yargılayan, değerlendiren ve davranışlar üzerinde düzenleyici ve yönetici bir etkisi olan
potansiyel bir olgu, bir süreçtir. Ruhbilimciler, kişinin benliği ve özellikle ideal benliği ile gerçek yaşamı
ve deneyimleri arasında bir uyum ve tutarlılıkbulunmasının önemini vurgulamışlardır. Kişi kendi benliği
91
ile ilgili kanılarına ne kadar uygun davranışlarda bulunursa, kendini o ölçüde rahat ve bağımsız hisseder.
Aksine, ideal benliği ile çelişen deneyimler yaşadığı oranda, huzursuz ve kaygılı olur. Kendi değer
yargılarına, hedef ve ideallerine uyumlu bir biçimde davranmak, insanın kendine olan saygınlığını, güven
ve mutluluğunu arttırır (http://www.toplumdusmani.net/modules/wordbook/entry.php?entryID=2340).
Benlik, bireyin yaşamı boyunca kendisi hakkında yetenek ve davranışların ortaya çıkmasını sağlayıcı
bir unsurdur. Bir birey dünyaya geldiğinde belirgin bir ben kavramı yoktur. “Ben” çocuğun ilk yaşlarında
doğru ve yanlışlarla başlar ve benlik gelişimi bireylerde yaşlara göre farklılık gösterir. 7-12 yaş dönemini
sakin geçiren birey ergenlik dönemiyle benlik arayışına girer ve ilgileri çoğalır. Çevresinden gelen
iletiler, iç dünyasında çeşitli çatışmalar yaşar. Birey kendini doğru tanıma olanağı bulduğu ölçüde
çatışmaları kolay atlatacaktır.
Benliğin insan yaşamındaki görevi ise şunlardır
(http://www.toplumdusmani.net/modules/wordbook/entry.php?entryID=2340) :
•
İçgüdülerden ve dürtülerden kaynaklanan güdüleri engellemek, denetlemek ve düzenlemek
•
Çevredeki nesne ve kişilerle bağlantı kurmak
•
Gerçeği tanımak, denemek, anlamak
•
Gerçeğe uyum sağlamak
•
Çevreden gelen uyarımları sınırlamak, sıralamak, zamanlamak
•
Algılamak, saklamak, hatırlamak, düşünmek, karşılaştırmak, çıkarımlar yapmak, yargıya varmak
•
Kavramları birleştirmek ve bütünleştirmek
•
Kişinin karşılaştığı engelleri aşabilecek güçleri toplamak
•
Geleceğe ilişkin beklenti ve amaçlar saptamak
•
Kişiliği kaygıdan kurtaran savunma düzenlerini kullanmak
Bireyin çevresiyle olan iletişimi, kendi iç iletişimi ile uyumlu olmadığı durumlarda, bireyin sosyal
gelişimi de sorunlu olacaktır. Eğer birey çevre ve iç iletişimi ile uyumlu olduğunda bireyin sosyal yapı ve
toplumsal uyumluluğu sağlıklı bir gelişim gösterecektir. Sosyal uyum sosyal gelişim sürecinin bir
uzantısıdır. Dolayısıyla sosyal gelişim, gelişimin diğer yönlerinden ayrı düşünülemez. Başka deyişle
duygusal gelişim, fizyolojik değişmeler, zihinsel etkinlikler ve benlik kavramı ile olan ilişkisi özellikle
ergenlik döneminde kız ve erkeklerde gözlenebilir.
Birey ergenlik döneminde akranları ile yaşamayı öğrenmek, onay görme ve iyi ilişkiler kurmada
değişik yöntemler kullanır. Bu ise grup etkinlikleridir. Bu anlamda ortaya çıkan iletişim bireyin sosyal
yapı içerisinde yerini belirler. Bireyler, davranışlarında neyin doğru,neyin yanlış olduğunu çevrelerinden
gelen iletiler aracılığı ile öğrenirler. Dolayısıyla, bireyin benlik gelişiminin ortaya çıkışında iletişimin
büyük bir katkısı olduğu ortadır. Bir bireyin davranışlarının kişiye mi “bireyin kişiliği ve tutumları” yoksa
duruma mı “sosyal güçler yada diğer koşullar” yüklenmesi gerektiğine karar vermeye benlik algısı olarak
tanımlayabiliriz.
Benlik gelişiminde iletişimin rolü nedir?
İletişim insanoğlunun yaşamında, hava gibi, su gibi bir ihtiyaçtır. İletişim olmasa bireylerin ya da
toplumların yaşamlarını devam ettirmeleri neredeyse imkansızdır. Bireyin benlik gelişimi toplumsallaşma
sürecinde ortaya çıkar. Birey doğduğu andan itibaren, doğduğu toplumun ve içerisinde bulunduğu sosyal
yapının kendisine öğrettiklerini benimsemesi ile bir kimlik sahibi olur.
92
Birey öncelikle aileden aldığı iletiler ve davranış biçimleri, daha sonra çevresi ve kitle iletişim araçları
aracılığı ile edindiği davranış biçimlerini benimser. Bu davranış biçimlerini kendi içerisinde
yorumlayarak benlik oluşumunu tamamlar.
Toplumsallaşma sürecinde kitle iletişim araçlarının önemi büyüktür. Dolayısı ile bireylerin değer
yargıları, idealleri, kendisi ile ilgili yeteneklerinin olup olmadığını anlamaları ve bunları geliştirerek
benlik oluşumunu sağlamaları için iletişim olmazsa olmaz bir koşuldur.
Sonuç olarak, iletişimin olmadığı bir ortamda, benlik gelişiminden söz edilemez. Toplumda izole
edilmiş, diğer insanlarla hiçbir diyalogu olmayan, değer yargılarından kim ne olduğundan habersiz bir
bireyin
sosyal
olarak
benliğinin
oluşması
hemen
hemen
imkansızdır
(http://bilgininadresi.net/Madde/9021/Benlik-Geli%C5%9Fimi-ve-%C4%B0leti%C5%9Fim).
Eric Berne tarafından ortaya atılmış olan Transaksiyonel Analiz (TA), kişilik, kişilerarası ilişkiler,
iletişim, gelişim, yaşam, psikopatoloji, psikoterapi gibi çok geniş bir yelpaze üzerinde insan davranışını
açıklayan bir yaklaşımdır. Transaksiyonel analiz insanların düşünce, duygu ve davranışlarının
anlaşılmasında ve açıklanmasında oldukça kolay anlaşılır bir model sunmaktadır. Kişilerarası iletişim
çatışmalarında “Transaksiyonel Analiz” olarak bilinen model, empatik iletişim becerisini geliştirmede
oldukça yararlı ipuçları sağlamaktadır. Transaksiyonel analize göre, insanın kişiliği üç bölümden oluşur.
Bu kişilikleri “ego-durumları” olarak da adlandırabiliriz. Bunlar ana baba (ebebeyn), çocuk ve yetişkin
benlik durumlarıdır. Bu benlik durumlarına kişisel roller de diyebiliriz. Bir insan, kişilerarası iletişim
sırasında bu üç temel rolden birini ya da tümünü benimseyebilir. Bu benlik ya da kişisel rollerin
özelliklerini şöyle açıklayabiliriz:
Ana Baba Benliği (Ebeveyn Benliği)
Ebeveyn ego-durumu, çocukluk dönemindeki başta anne-baba olmak üzere tüm otorite figürlerine ait
kayıtlarından oluşur. Yaşamın ilk yıllarında otorite figürlerinin davranışlarını, farklı durumlarda
verdikleri tepkileri, çeşitli konulardaki düşünce ve tutumlarını izler ve kaydederiz. Yıllar sonra bu egodurumu aktif olduğunda, tıpkı çocukken izlediğimiz ve kaydettiğimiz bu otorite figürleri gibi hisseder,
onlar gibi düşünür, onlar gibi konuşur ve onlar gibi tepki veririz.
Bazıları iletişim içinde oldukları insanlara karşı anne-baba tavrı takınarak öğütler verir ve onları
istekleri doğrultuda yönlendirmeye çalışırlar. Bu benlik durumu, kişiliğimizin insanlara nasıl
davranmaları gerektiği konusunda öğütler, emirler veren bölümüdür. Ana baba benliği, koruyucu ve
yargılayıcı, olmak üzere iki biçimde kendisini gösterir.
Koruyucu ana baba, karşısındaki kişiyi kaç yaşında ve toplumsal konumu ne olursa olsun onu
korumaya, kollamaya yönelen bir benliktir. Koruyucu ana baba benlik durumunda, fedakârlık, başkaları
için bir şey yapma isteği ağır basar. Koruyan anne-baba ve eleştiren anne-baba olmak üzere iki türlü
davranan insanlar vardır. Koruyucu anne-baba rolünü benimseyenler, diğer insanların iyilikleri için
uğraşırlar; karşılarındakileri tıpkı bir çocuk gibi görüp onları korumaya ve kollamaya çalışırlar. Zararlı
davranışlarını bırakmalarını ve zararlı alışkanlıklarından vazgeçmelerini isterler. Bu benliği öne çıkmış
kişiler, iyilikleriyle, insanlar üzerinde tahakküm kurarlar. Gerek günlük, gerekse iş yaşantımızda bu
benlik ve rol örnekleriyle çok sık karşılaşırız. Örneğin, çocuklarının yapabileceği bir takım işleri sırf onlar
yorulmasın diye kendileri yapan ana babalar, iş yaşamında, “Sen üzülme, ben senin yerine işini yaparım”
diyen yöneticiler gibi.
Eleştirici, yargılayıcı ana baba benliği ise toplumsal kuralları ve değerleri korumaya, bunlara
uymayanları eleştirmeye ve gerektiğinde cezalandırmaya yönelik bir benliktir. Eleştirici anne-baba tavrını
takınanlar, toplumsal çıkarlar ve kurallar için başkalarını uyarır ve eleştirirler. Bu tür insanlar kendilerini
kültür mirasının mirasçısı ve yeni kuşaklara kurtarıcısı olarak görürler. Bu benlik durumunu öne çıkartan
kişiler, yakın çevrelerinden öğrendikleri değerleri, tek ve değişmez doğrular olarak kabul ederler. Her
şeyi belirli kalıplar içinde değerlendirirler. Bu özellikleri onları değişime ve yeniliği kapalı tutar.
Ana baba benlik durumumuz, bir anlamda toplumun içimizdeki temsilcisidir. Toplumun kültür ve
değerleri bu benlik aracılığıyla kuşaktan kuşağa aktarılır. Özellikle eleştirici ana baba yönü ağır basan
93
kişiler, toplumun gelenek ve göreneklerini doğru ya da yanlışlığını irdelemeksizin olduğu gibi kabul
ederler ve onları koruma görevini üstlenirler. Kuşaklar arasındaki çatışma olarak tanımladığımız sorunun
da ha çok bu tür ana babalarla gençler arasında yaşandığına tanık olmaktayız.
Bu benlik durumunu öne çıkartan kişiler için başkaları çok önemlidir. Başkalarının eleştirilerine hedef
olmamak için kendi özgürlüklerinden, isteklerinden kolayca vazgeçerler. Onlar için kendi düşünceleri
değil, yaşadıkları toplumun değerleri ve bu değerlerin temsilciliğini ve denetimini üstlenen kişiler
önemlidir. Kendileri de başkalarının yaşamlarını denetleyen ve yargılayan bir rol üstlenen bu kişiler için
başkalarının hoşuna gidecek şekilde davranmak, onların cezalarından kaçınmak son derece önemlidir.
İster koruyucu ister eleştirici olsun her ana baba benliği ile ilgili mesajlar, kısıtlayıcı, kalıplayıcı
olabileceği gibi, geliştirici de olabilir. Ana baba benliği kültür taşıyıcılığı yaparak, yeni kuşaklara önemli,
yararlı bilgiler de aktarırlar. Bu nedenle, ana babadan gelen her mesajı olduğu gibi kabul ya da reddetmek
yerine irdeleyip, sorgulayarak yani bir yetişkin gibi davranarak karşılamak gerekir.
İnsan ilişkilerinde ana-baba benliği çok baskın olan kişi, karşısındakini dinlemeye veya duygusunu
anlamaya değil, duygusunu değiştirmeye çalışır. Ana-baba benliğine sahip olan kişi iletişim kurarken
genellikle (www.enoktaakademi.com);
•
Yargılar,
•
Denetler,
•
Ders verir,
•
Akıl öğretir,
•
Korur ve kollar,
•
Sahip çıkar,
•
Problem çözer,
•
Kısıtlar ve
•
Önyargı ve kalıpları vardır.
Örnek vermek gerekecek olursa, ana-baba benliğine sahip kişiler iletişimlerinde ağırlıklı olarak şu
ifadelere yer vererek konuşurlar:
•
“Olmamış!”
•
“Böyle yap!”
•
“Merak etme ben hallederim!”
•
“Olmaz öyle şey!”
Çocuk Benliği
Çocuk ego durumu kişinin 0-7 yaş yaşantılarına ait kayıtlardan oluşur. Çocukluk döneminde yaşananlar
ve bu yaşantılara eşlik etmiş olan duygu, düşünce ve davranışlar çocuk ego durumunu oluşturur. Yıllar
sonra kişi çocuk ego durumundan hareket ettiğinde aslında çok uzun yıllar önce davranmış olduğu şekilde
davranmakta ve bu anlamda geçmişi tekrar etmektedir.
İnsanların çocukça tutumları aslında olumsuz bir durum olarak görülmemektedir, yani bireyin sorunlu
bir kişiliğe sahip olmasından kaynaklanan bir yaklaşım değildir. Çocuk benlik durumu, "doğal çocuk" ve
"uyarlanmış çocuk" diye iki bölümden oluşur. Doğal çocuk, kişiliğin eğitilmemiş yani olarak kabul edilir.
İçinden nasıl geliyorsa öyle davranır. Fiziksel ihtiyaçlarını her zaman önde tutar. Uyarlanmış çocuk ise,
doğal çocuğun az ya da çok eğitilmesiyle ortaya çıkar. Az eğitilenler "asi çocuk" olup kanun ve kurallara
karşı çıkar. Çok eğitilenler ise "uslu çocuk" olup kanun ve kurallara uyum sağlar. Bütün insanlar doğal
çocuk olma sürecinden geçerek ya asi çocuk ya da uslu çocuk olurlar.
94
Bilindiği gibi, çocuklar başlangıçta oldukça doğaldırlar, içlerinden geldiği gibi duygularını davranışa
dönüştürürler. Büyüdükçe, yani toplumsallaştıkça, toplum kurallarını, yasaklarını öğrendikçe, duygu ve
düşüncelerini saklamayı, doğal davranmamayı, çocuk olmaktan istemeyerek de olsa uzaklaşmayı
öğrenirler. Bununla birlikte, yaşı, eğitim durumu, toplumsal konumu ne olursa olsun her insanın içinde
bir çocukluk vardır ve bunu fırsat buldukça da sergilemeye çalışır. Bu nedenle çocuk benlik, az gelişmiş
ya da çocuksu bir benlik olarak anlaşılmamalıdır. Çocukluk çağının içgüdüleriyle duygusal olarak tepki
veren çocuk benliği, doğal, küçük profesör ve uyum sağlamış olmak üzere üç farklı şekilde karşımıza
çıkar.
Doğal çocuk ilkel, fevri, kontrolsüz ve yardım bekleyen yani “çocuk gibi çocuk” diyeceğimiz türden
bir kişilik özelliği taşır. Bu çocuk, sevmediği kişilere “seni sevmiyorum” der, “İlle de bana bu oyuncağı
alacaksın “diye tutturarak annesini çarşıda zor duruma düşürmekte bir sakınca görmez. Kıskançlığını,
nefretini, sevgisini en yalın biçimde gösterir. Duygularını bilincinin süzgecinden geçirmeden olduğu gibi
yansıtan bu benliği bir yetişkin olarak yaşamak, belki de zaman zaman yaşamak hepimizin ortak arzusu
olmasına karşın toplumun kural ve yasalarından çekindiğimiz için açıkça değil, çeşitli örtülerle gizleyerek
yaşamaya çalışırız.
Küçük profesör olarak adlandırılan çocuk benliği, yaratıcı, sezgileri güçlü ve başkalarını kendi
istekleri doğrultusunda idare edebilen bir benlik sergilerler. Örnek vermek gerekirse, bunlar, anne ve
babalarını birbirine düşürüp karşılarında kıs kıs gülen çocuklardır. Sezgileri oldukça gelişmiş bu
çocukların aynı zamanda yaratıcılık düzeyleri de oldukça yüksektir. Küçük profesörler, bu özellikleri
nedeniyle doğal olarak anne babaları tarafından gereğinden fazla şımartıldıklarında, başkaları ile
karşılaştırılıp övülüp, şımartıldıklarında, kendilerini üstün, başkalarını da aşağıda görmeye başlarlar. Bu
nedenle, ileri yaşlarda bu tür küçük profesörler, iş ve toplumsal yaşamlarında, başkalarıyla işbirliği içinde
çalışma güçlüğü çekerler. Takım çalışması içinde başarılı olamama olasılıkları oldukça yüksektir. Uyum
sağlamış çocuk ise “Ne diyorsam onu yap” terbiye anlayışı ile büyütülmenin izlerini taşıdığından,
suçluluk, isyan ya da itaat ve uzlaşma özellikleri gösterir. Bu çocuk benliğinde, otoriteye hemen hemen
kayıtsız şartsız bir boyun eğme söz konusudur. İçe dönük, uysal bir kişilik özelliği sergileyen bu kişilerin,
otoriteye ve onun koyduğu kurallara ne zaman karşı çıkacağı ise hiç belli olmaz.
Ana baba benliği rolüyle davranmalarını doğal bulup, benimsediğimiz polis ve jandarmalarımızla
vatandaş da çocuk benliği ile ilişki ve iletişim içinde olmayı tercih etmektedir görüşü her ne kadar
tartışılması gereken bir görüş olsa da belirli bir doğruluk payı da içermektedir. Gerçekten de, vatandaşın
polis ve jandarma ile ilişkilerinde dikkat çekecek kadar değişik çocuk benlik rollerine girdiğini,
sorunlarını bu şekilde çözmeye çalıştıklarını çok sık gözlemlemekteyiz. Ana baba ve çocuk ilişkisi adı
üstünde çocukluk yaşlarında gerekli ve yararlı bir ilişkidir. Fakat insanların yetişkin yaşlarında hala bu
ilişki biçimini sürdürmeye çalışmaları bu konuda ciddi bir takım sorunların varlığına işaret eder. En
azından bu durumun, empatik iletişim becerisinin önündeki en büyük engel olduğunu söyleyebiliriz
(http://notoku.com/benlik-analizi/).
İnsan ilişkilerinde çocuk benliği baskın olan kişi, meraklı yapısından dolayı, karşısındakini anlamaya
yatkındır; ancak anladığını ifade etmekten ve karşısındakinin duygularını yapıcı biçimde yönlendirmekten
uzaktır. Sabırsız ve kendisiyle ilgili olduğundan dolayı, dinlemek için gereken çabayı göstermekte
zorlanır. Çocuk benliğine sahip olan kişi iletişim kurarken genellikle (www.enoktaakademi.com);
•
Kontrolsüzdür,
•
Sorumsuz davranır,
•
Sabırsızdır,
•
Merak eder,
•
Yaratıcıdır,
•
Hazza yöneliktir,
•
İçinden geldiği gibi davranır ve
•
Benmerkezcidir.
95
Örnek vermek gerekecek olursa, çocuk benliğine sahip kişiler iletişimlerinde ağırlıklı olarak şu
ifadelere yer vererek konuşurlar:
•
“Banane!”
•
“Hemen!”
•
“Nasıl?”
•
“İstiyorum!”
Yetişkin Benliği
Bu benlik, insanın akılcı ve mantıklı tarafıdır. Bu tutum sayesine ne asi olur ne de uysal. Olay ve olgulara
gerçekçi değerlendirmeler yaparak bakar. Ani çıkışlar yerine sık dokuyup ince eler. Başkasının hatırı için
karar vermez. Doğrusu neyse onu yapar. Yetişkin benlik durumu, ana baba ile çocuk benlik arasında
uzlaştırıcı, sorun çözücü, bir benlik özelliği gösterir ve kişiliğimizin akılcı yanını oluşturur. Olgun,
irdeleyen, sorgulayan, düşünen dolayısıyla önyargılarıyla hareket etmeyen yetişkin benlik, ana baba
benliğinin tersine kendisine öğretilenleri sorgulamaksızın, olduğu gibi kabul etmez. Üzerinde düşünerek
doğruluğuna ya da yanlışlığına karar veren bir benliktir. Bu nedenle yetişkin benliğin en önemli özelliği,
belirli bir sorun ya da durumla ilgili bilgi toplaması, bunları değerlendirmesi, olasılıklar üze rinde durarak
sorunu çözmesi ya da durumu anlaması, duygular ve önyargılar üzerinde değil, gerçekler üzerinde
yoğunlaşmasıdır. Kısacası yetişkin benlik gerçeği bulmak için sorular soran bir benliktir. Bencil bir
davranış sergilemeyen, başkalarıyla birlikte işbirliği içinde sorunları çözmeye ya da durumu anlamaya
çalı şan yetişkin benliğin cümleleri, “ben” örneğin, “yaptım, çözdüm, başardım” biçiminde birinci tekil
değil “biz”,örneğin, ” yaptık, çözdük, başardık” gibi birinci çoğul kipiyle kurulur. İnsan ilişkilerinde
yetişkin benlik rolünü benimseyerek iletişim kurmanın çok çeşitli yararları vardır. Özellikle, zor, gergin
çatışma ortamlarında olabildiğince rahat ve gerçekçi olmak gerekir. Bu özellikler bir noktaya kadar
yetişkin benlik kullanma yeteneği ve becerisine sahip olmakla ilişkilidir. Bu benlik rolünü ağırlıklı olarak
yaşayan, başkalarınca da olgun ve yetişkin olarak tanınan kişilere akıl soran, onların önerilerini almak
isteyenlerin sayısı oldukça fazladır. Fakat aynı zamanda yetişkin benlik özellikleri çok ağır basan kişilerin
çevresi tarafından pek eğlenceli bulunmadıklarını da belirtmek gerekir.
İnsan ilişkilerinde, iletişimin kalitesi açısından, yetişkin benliği biraz daha ön plana çıkmaktadır.
Yetişkin benliği, ana-baba benliğinin yargılayan ve doğruyu öğreten tavrından ve çocuk benliğinin
duygusal tavrından farklı davranır. Gerçeklere ilişkin objektif bilgi ve veri toplama ihtiyacındadır. Bu
yüzden, karşısındakini anlamak için emek verir. Yetişkin benliğine sahip olan kişi iletişim kurarken
genellikle (www.enoktaakademi.com);
•
Akılcıdır,
•
Paylaşır,
•
Anlar,
•
Geliştirir ve
•
Çözüm bulmaya yöneltir.
Örnek vermek gerekecek olursa, yetişkin benliğine sahip kişiler iletişimlerinde ağırlıklı olarak şu
ifadelere yer vererek konuşurlar:
•
“… olmalı.”
•
“Öyle mi?”
•
“Beraber düşünelim”
96
İnsan ilişkilerinde ön plana çıkan ve iletişim kalitesi üerinde
belirleyici bir güce sahip olan kaç çeşit benlik vardır?
Yetişkin ego-durumu Eric Berne tarafından kişinin “mantıklı” ve “sağduyulu” yanı olarak
tanımlanmıştır. Yetişkin ego-durumu çevreyi objektif olarak değerlendiren, deneyimleri çerçevesinde
olasılıkları hesaplayan ego-durumudur. Yetişkin ego-durumunun belki de en önemli özelliği “şimdi ve
burada”ki gerçeği göz önüne alarak, verilere dayalı hareket etmesidir. Ana baba, çocuk ve yetişkin benlik
durumlarını daha iyi bir şekilde tanıyabilmek için her bir benliğe ilişkin bazı sözcük, ses tonu ve beden
dillerine ilişkin örnekleri bir tablo üzerinde şu şekilde gösterebiliriz (http://notoku.com/benlik-analizi/):
97
Bugün, yöneticiden astlarıyla etkin iletişim kuran, onlara esin kaynağı olan, yaratıcılıklarını
destekleyen, onların özerk olmasını sağlayan bir ekip lideri ve bir koç olması beklenmektedir. Etkili
liderlik, bireyin benliğini tanıması ve kendisini yönetmesi ile başlar. İletişim iki kişinin benlik durumları
arasındaki alışveriştir, buna etkileşim (transaksiyon) adı verilir. Bugünün liderinin önemli özelliklerinden
biri karşısındakinin bireyselliğinden yola çıkmaktır. Bu, esneklik ve davranış çeşitliliğini gerektirir.
Etkileşim içinde pek çok seçeneğimiz vardır. Yetişkin-Yetişkin etkileşim bunlar içinde en etkili gibi
görünürse de her zaman değildir, bazen başka etkileşim şekilleriyle tamamlanması gerekir. Örneğin,
motivasyon geliştirmede Yetişkin-Yetişkin etkileşim etkili bir geri bildirim sağlarken ama sıcak
algılanmaz. Yöneticinin Ebeveyn-Çocuk etkileşimi ile takdir ettiğini göstermesi ve Çocuk-Çocuk
etkileşim ile duygularını paylaşması bu sıcaklığı getirir. Bu seçenekleri yakalayabilmek için bizim
kendimiz, diğeri ve ortam üzerinde sorgulama yapabilmemiz gerekir. Yönetici fonksiyonlarını yerine
getirirken ve rollerini icra ederken bu çeşitlilikten yararlandığında daha etkili bir lider davranışı ortaya
koyacaktır. Liderlik stillerine göre bireyin kullandığı benlik ve etkileşim şekli de farklılaşır. Baskıcı bir
kontrolün hakim olduğu otokratik liderlik stilinde Ebeveyn benlik durumunun olumsuz yönlerinden
(suçlayıcı ve aşırı koruyucu) hareket eden ve karşı tarafın Çocuk benlik durumunun olumsuz yönlerini
(boyun eğen Çocuk ve asi Çocuk) hedef alan bir iletişim söz konusudur. İnsan ilişkilerine yönelik,
destekleyici liderlik stilinde Ebeveyn benlik durumunun olumlu yönlerinden (yol gösteren ve yardım
eden) hareket eden ve diğerinin Çocuk benliğini geliştirmeyi hedefleyen etkileşimin yanı sıra YetişkinYetişkin düzeyinde etkileşim de söz konusudur. Karşılıklı birbirini geliştirmenin temel olduğu katılımcı
liderlik stilinde ise her iki tarafın bütün benlik durumlarının olumlu yönünü kullandığı iletişim yapısı
mevcuttur.
Etkileşim içinde insanlar birbirlerini kabul edip etmediklerine ilişkin mesajlar gönderirler. İnsanlar
kabul bildirimi almaya ihtiyaç duyar, olumlu kabul bildirim alamadıklarında, olumsuz bildirimler almak
için çalışırlar çünkü herkesin varlığını ortaya koymaya ihtiyacı vardır, olumsuz bile olsa bildirimler
almak, bu ihtiyacı karşılar. Kabul bildirimleri ile kendimizi ve karşımızdakini bir yere koyarız. Bu bizim
o kişiyle kuracağımız iletişimimizi etkiler. Yaşam pozisyonu adı verilen kendimizi diğerleri karşısında,
diğerlerini kendimiz karşısında yerleştirme açısından dört durum söz konusudur: ben + sen + (ben iyiyim,
sen iyisin), ben + sen - (ben iyiyim, sen iyi değilsin), ben - sen + (ben iyi değilim, sen iyisin), ben - sen (ben iyi değilim, sen iyi değilsin). İş yaşamımızda karşımızdakileri ve kendimizi koyduğumuz yere bağlı
olarak yönetim tarzımızdan, işimize kadar olan tutumlara kadar pek çok şey etkilenir. Örneğin, ben + sen
- (ben iyiyim, sen iyi değilsin) durumunda sadece iş yönelimli, baskıcı, tek başına karar alan bir yönetici
söz konusuyken, : ben + sen + (ben iyiyim, sen iyisin) durumunda ise iş ve insan dengesini koruyan,
kolay iletişim kurulan katılımcı bir yönetici görmek mümkündür.
Birey diğerleriyle olan ilişkisinde zamanını farklı şekillerde kullanır. Kendini geri çekebilir,
kalıplaşmış davranışlarla diğerleriyle ilişki kurabilir, diğerleriyle birlikte çalışabilir, diğerleriyle zaman
geçirebilir, güç oyunlara başvurur veya içtenlikle paylaşımda bulunur. İş yaşamı sadece çalışmadan
meydana gelmez. Birey, bir iş yerine geldiğinde kabul edilmeyi bekler. Örneğin, yeni gelen birinin gruba
tanıtılması gibi kalıplaşmış bir davranış varlığını ortaya koymasını sağlar. Bu tarz kalıplar birlikte zaman
geçirmeyi kolaylaştırır. Öğle yemekleri ve aralardaki küçük sohbetlere katılma ile gelen yüzeysel ilişkiler
kabul gereksinmesinin karşılanmasını getirir. Ayrıca iletişimi kolaylaştırdığından çalışma içinde bilgi
akışını da hızlandırır. Birlikte zaman geçirme bazen içtenlik dolu iş arkadaşlıklarını getirebilir. Bu da
kabul gereksinmesinin daha üst düzeyde karşılanmasını sağlar. İş ortamında içtenlik tehlikeli görülebilir
çünkü savunmaların ortadan kalkmasını içerebilir. Oysa karşılıklı güvenin oluştuğu bir ekip ortamında
performansı artırıcı bir faktördür. İçtenliğin kurulamadığı, bireylerin gereksinmelerini dile getiremediği
ortamlarda güç oyunları görülür. Oyunlar, bireyin kendi ve diğerleriyle ilgili inançlarını doğrulamak için
tekrarladığı sahnelerdir. Suçlayıcı ya da Aşırıcı Koruyucu Ebeveyn ile Boyun Eğen ve Asi Çocuk
arasında oynanır. Örneğin, astını kontrol altında tutmak isteyen aşırı koruyucu yönetici, bağımsızlık
gösteren astı karşısında suçlayıcı role girebilir ve sonunda iyiliğini anlaşılmadığı için kendisini
önemsenmemiş hissedebilir ve asi çocuğu ile karşı çıkabilir. Hep aynı rolleri üstlenen aynı kişiler de söz
konusu olabilir. Toplantılarda tekrarlanan sahneler buna örnek verilebilir: Biri diğerini azarlar, bir başkası
ona arka çıkmaya kalkar, çatışma bu iki kişi arasında sürer. Bu sahne her toplantıda tekrarlanır. Oyunlar
zaman ve enerji tüketir. Oyunlardan kaçınmanın en iyi yolu farkındalıktır. Hangi benliğimizi
98
kullandığımızın farkında olmak, olumlu ve karşımızdakine uygun benliğimizden hareket ederek etkileşim
kurmak bizi oyunlardan uzaklaştırır (http://pozitifpsikoloji.blogcu.com/transaksiyonel-analiz-benlikanalizi/5012777).
İLETİŞİMDE DAVRANIŞ BİÇİMLERİ
İnsanlar, davranışlarıyla, uyumlu ilişkiler kurabilecekleri gibi, ilişki çatışmalarına da yol açabilirler. Bazı
davranışlar, ilişkilerde uyumsuzluğa, memnuniyetsizliğe, hatta düşmanlığa sebep olurken; bazıları açık,
uyumlu, yapıcı, sağlıklı ve saygılı ilişkiler geliştirmeye imkan sağlar. İnsanlar ilişkilerinde genellikle üç
temel yaklaşımdan birini benimserler (www.enoktaakademi.com):
•
Saldırgan davranış biçimi
•
Çekingen davranış biçimi ve
•
Güvenli davranış biçimi
Saldırgan Davranış
Saldırganlık, doğuştan beraberimizde getirdiğimiz bir içgüdümüzdür. İnsanoğlu, içgüdüsel olarak
saldırganlığa sahiptir. Hayvanlık dürtüsü aslında bireyin yaşaması için gereklidir. Hayvan davranışlarının
gözlenmesi saldırganlığın belli amaçlar için kullanıldığını gösterir. Hayvanlar düşmanlarına karşı
savunmak, avlanmak, yavrularını ve eşlerini korumak gerektiğinde saldırgan olurlar. İnsanlarda da
saldırganlık temelde benzer amaçlar için kullanılır. Ancak insanların davranışı daha karmaşık olduğu için,
bu amaçlar gözden kaçar. Çünkü saldırganlık insanda çok değişik kılıklara bürünür. İnsan hayvanlardan
ayrı olarak söz ve tutumuyla da saldırgan olabilir. Saldırganlığı erteleyebilir, gizleyebilir. Saldırganlık
insanda, en acımasız hayvanın yırtıcılığından daha korkunç biçimlere dönüşebilir.
Kişinin eğitilmesi, bir bakıma yapısında varolan bu saldırganlığın yumuşatılması ve olumlu yollara
aktarılması demektir. Aslında, insanda varolansaldırganlık yok olmaz veya tümüyle bastırılamaz, ancak
biçim değiştirir. Taşkın sellerin su yollarına akıtılıp, sulama ve elektrik üretme işlerinde kullanılması gibi
olumlu ve verimli alanlara yöneltilir. Beden gücünün, kavgada değil spor alanında yarışmaya araç olarak
kullanılması, bu yararlı dönüşüme bir örnektir. Uygar insan, saldırganlık dürtüsünü kaba üstünlük
sağlamak için kullanmaz. Onun yerine becerisi, yetenekleri ve zekasıyla toplumsal amaçlara yönelir.
Ortaya koyduğu işle, başarısıyla, yöneticiliğiyle, yaratıcılığı ile üstün gelme duygusuna doyum sağlar.
Başka bir deyişle, içindeki saldırganlık eğilimini yüceltir. Beğenilme, başarı kazanma, yönetme, ortaya
bir yapıt koyma, topluma yararlı olma gibi çabalar hep bu saldırgan gücün toplumsal kılığa bürünmüş
görüntüleri
olarak yorumlanabilir
(http://www.necmisahin.k12.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=44%3Asaldnl&catid=2
8%3Arehberlik-sayfalar&Itemid=58&lang=tr).
İnsan ilişkilerinde saldırgan davranış biçimine sahip olmak iletişim kalitesine olumsuz anlamda
katkıda bulunmaktadır. İnsan ilişkilerinde, kimisi, yalnızca kendini düşünür ve daima kendini haklı görür.
Bu kişiler, saldırgan davranış biçimine sahiptir. İletişimde saldırgan kişi diğer kişileri aşağılar, saygı
göstermez, başkalarının duygu ve düşünceleri ile ilgilenmez. Saldırgan kişi, bireylerarası iletişimde
genellikle iletişim kurarken gönderdiği mesajlarla “sen önemli değilsin, önemli olan benim” mesajını
vermeye çalışmaktadır. Hiç düşünmeden başkalarını kırarak kendisini hâkli çıkarmaya çalışır.
Duygularını tanımaz. Başkaları adına seçim yapar karar verir. Kendisini üstün görür. Amaca ulaşmada
başkaldırır, kırma eğilimine girer. İletişimlerinde yüksek ses tonu, argo ve kaba dili sıkça kulanır;
düşünce ve duygularını ise inatla savunur.
Çekingen Davranış
Çekingen kişiler, duygu ve düşüncelerini ifade etmede zorlanırlar. Benlik saygıları düşüktür. Sürekli bir
kaygı ve endişe içindedirler. Kendi içlerinde suçluluk ve öfke duygusu yaşarlar. Çekingen kişi
iletişimlerinde gönderdiği mesajlarla sürekli olarak karşısındaki kişiye “ben önemli değilim, sen
önemlisin” mesajını verir. Kendisini inkâr eder. Duygularına karşı dürüst değildir. İstediği amaçlara
ulaşamaz. Başkaları kendisi hakkında karar verir, buna sesini çıkartmaz. İletişim esnasında alçak ses
tonunu kullanma temkinli olma, sorunlardan kaçma ve kendi duygularına önem vermeme eğilimindedir.
99
Güvenli (Atılgan) Davranış
Güven kişinin güç duygusundan kaynaklanır. Kendisine güvenen kişi başkasına da güvenir. Başkasına
güvenmeyen kişi kendisine de güvenmez. İnsan ilişkilerinde bazıları önce kendini düşünse de,
başkalarının haklarını ve duygularını her zaman hesaba katar. Bu kişiler, güvenli davranış biçimine sahip
kişilerdir. Güvenli davranış biçimi, bazı kaynaklarda atılgan davranış biçimi olarak da ifade edilmektedir.
Güvenli davranışı benimsemiş kişi, bireylerarası iletişimlerinde kendisinin ve başkalarının haklarına
saygılıdır. Kendisine olan güveni ve benlik saygısı yüksektir. Kendisininki kadar, başkalarının duygu ve
düşünceleri ile de ilgilenir, onları da dikkate alır.
100
Özet
Benmerkezcilik, bireylerarası ilişkilerde olayları
bir başkasının görüş açısından görememektir.
Benmerkezcilik, iletişimde kaliteyi ve başarıyı
yakalamak için farklı bakış açılarını hayal
edemememktir. Benmerkezci davranışa sahip bir
kişi, karşısındaki bir kişinin bir nesneye, bir olaya
kendi bulunduğu konumdan farklı bir noktadan
bakabileceğini, farklı bakış açılarının, farklı
algısal ve fikirsel sonuçları olabileceğini
düşünemez. Bu biçimde bir düşünceye sahip
kişinin
konuşma
biçimi,
ifadesi
de
benmerkezciliğinin
etkisi
altındadır.
Benmerkezcilik bencillik değildir, fakat kişinin
olayları kendine yönelik anlaması veya kişinin
olayları kendini merkeze koyarak anlamasıdır.
Benmerkezcilik, aslında çocuk ya da yetişkinin
sınırlı olan düşünme kapasitesinin temelini
oluşturur. Benmerkezcilik, ayrıca dikkati
odaklamanın bir çeşididir. Benmerkezci kişiler
kendi
bakış
açılarına
o
kadar
çok
odaklanmışlardır ki aynı anda bir başkasının
bakış açısını anlayamazlar.
Analiz yöntemi, insanda üç farklı ego (benlik)
halinin bulunduğunu ifade eder. Söz konusu üç
ego şunlardır: Çocuk egosu, yetişkin egosu ve
ebeveyn egosudur. İnsanın mutlu olabilmesini bu
ego durumlarını kontrol edebilmesi ile
gerçekleşeceğini iddia eden analiz yöntemi
sağlıklı bir bireyde üç ego durumunun da eşit
hallerde zuhur etmesini diler. Birey ancak bu üç
ego durumunu da bilinçli bir şekilde kontrol edip
gerektiği durumlarda da susturabilir ise doğru
kararlar veren mutlu bir birey olabilir. Basitçe
açmak gerekirse; çocuk egosu dizginlenemeyen,
yer yer yaramaz, söz dinlemez, bencil, kıskanç
vs. ego hali. Örneğin eğlenmek istediğimiz ya da
eğlendiğimiz zamanlar çocuk egosunun ağır
bastığı hallerdedir. Ebeveyn egosu, kendi
ebeveynlerimizden
öğrendiklerimizi
ilerki
yaşlarımızda kullanarak, ama yanlış ya da doğru
bir
bilgi
olduğunu
düşünmeksizin,
büyüklerimizden
gördüklerimizi
uygulama
halidir. Örneğin, yanımızda bizle yürüyen
arkadaşımıza hava serin olduğu için ceketini
giymesini söylememiz ebeveyn egosunun ağır
bastığını gösterir. Yetişkin egosu hesap yapan,
program yapan, ne harcadığını ne kazandığını
kısacası bugününü yarınına katarak hareket eden
ego durumudur. Örneğin borca girip altından
kalkamayacağını düşünen birey almak istediği
arabadan vazgeçip yeterli birikimini yaptıktan
sonra araba almaya karar verirse yetişkin egosu
devrededir demektir. Ancak borca girerek araba
alan bireyin çocuk egosunun yetişkin egosundan
daha büyük olduğunu görmek kaçınılmazdır.
Egosentrizm kısaca benmerkezciliktir. Diğer bir
deyişle, bireyin kendini merkeze almasıdır. Her
şeyde kendini esas almak, her şeyi kendine
dayandırmak, her işi kendine bağlamak, kendine
indirgemek, her olayı, her düşünceyi kendi görüş
açısından yorumlamak ve kendi fikrini,
mantığını, duygusunu hareket noktası olarak
seçme olarak tanımlanır.
İletişim insanlar için çok eski zamanlardan beri
var ve önemli olmasına rağmen içinde
bulunduğumuz yüzyılda özel ilgi haline gelmiştir.
Öyle ki iletişimbecerileri kişilerarası iletişimlerin
yoğun olduğu meslek alanlarında başarı için
önemli öğelerden biridir. Hergün yaşadığımız
sorunların birçoğu duygularımızı, istek ve
arzularımızı bizim için önemli kişilere iletmede
başarılı
olmamızdan
kaynaklanmaktadır.
Kişilerin duygularını iletme becerisi yeterli
değilse
gereksimlerini
karşılayamazlar.
İnsanların gereksimlerini karşılamak için
kullandıkları değişik iletişim biçimleri onların
davranışlarını
oluşturur.
Bazı
bireyler
sakinpendirler amaçlarına ulaşamazlar. dBu
nedenle çoğu kez öfkeyle ya da yetersizlik
kaygısıyla doludur. Bazıları ise isteklerini elde
etmek için başkalarını küçültür, dikkate almaz
veya kırarlar.
101
Kendimizi Sınayalım
1.
5. İletişimde “bir insanın, kendisini karşısındaki
insanın yerine koyarak onun duygularını ve
düşüncelerini doğru olarak anlaması işidir”
ifadesi
aşağıdaki
kelimerlden
hangisinin
açıklamasıdır?
Egosentrik olmak ne demektir?
a. Benmerkezci olmak
b. Özgüveni olmamak
c. Şımarık olmak
a. Dinleme
d. Endişeli olmak
b. Benmerkezcilik
e. Çekingen olmak
c. Çekingenlik
2. Yazar Robert Burns’un “Tanrı bize bizi
başkalarının gördüğü gibi görme yeteneği
verseydi, bu bizi birçok saçma hatadan ve
fikirden kurtarırdı” sözü iletişim kurarken
aşağıdakileden hangisini dikkate almamız
gerektiğine dair önemli bir sözdür?
d. Atılganlık
e. Empati
6. “Diğer kişinin bakış açısını fark etme”
ifadesi aşağıdaki perspektiflerden hangisini
açıklamaktadır?
a. İyi dinlememiz
a. Algısal perspektif
b. Benmerkezli olmamak ve olaylara sadece
kendi açımızdan bakmamamız
b. Duygusal perspektif
c. Bilişsel perspektif
c. Beden dilini etkili kullanmamız
d. Karşımızdaki
konuşmamız
kişinin
anlayacağı
d. Duyuşsal perspektif
dilden
e. Görsel perspektif
e. Öfkemizi doğru ifade etmemiz
7. Bireylerarası
iletişimi
gerçekleştiriken,
konuşma
esnasında
“merak
etme
ben
hallederim!” ifadesi ile konuşmak aşağıdaki
hangi benliğe örnek olarak verilebilir?
3. Mevlena’nın “kar taneleri ne güzel
anlatıyor, birbirine zarar vermeden de birlikte
yol almanın mümkün olduğunu!” sözü, başarılı
bir iletişim kurmak ve toplumsal uyumu
sağlamak açısından aşağıdakilerden hangisinin
önemli olduğunu vurgulamaktadır?
a. Çocuk benliği
b. Ergen benliği
a. Kibarlık
c. Yetişkin benliği
b. Kendine güven
d. Yaşlı benliği
c. Zeki olmak
e. Ana-baba benliği
d. Farklılığa saygı ve hoşgörü
8. İletişim sırasında genellikle kontrolsüz,
sorumsuz, sabırsız ve sadece içinden geldiği gibi
bir davranış ve yaklaşım sergileyen kişi aşağıdaki
hangi benliğe örnek olarak verilebilir?
e. Doğru algılamak
4. Bireylerarası iletişim gerçekleştiriken “her
şeyde kendini esas almak, her şeyi kendine
dayandırmak, her işi kendine bağlamak, kendine
indirgemek, her olayı, her düşünceyi kendi görüş
açısından yorumlamak ve kendi fikrini,
mantığını, duygusunu hareket noktası olarak
seçmek”
aşağıdakilerden
hangisi
ile
açıklanmaktadır?
a. Çocuk benliği
b. Ergen benliği
c. Yetişkin benliği
d. Yaşlı benliği
e. Ana-baba benliği
a. Saldırgan olmak
b. Çekingen olmak
c. Pasif olmak
d. Egosentrik olmak
e. Empatik olmak
102
Kendimizi Sınayalım Yanıt
Anahtarı
9. İletişim kurarken genellikle daha akılcı ve
mantıklı olan ve çözüm bulmaya odaklı benlik
tipi aşağıdakilerden hangisidir?
1. a Yanıtınız yanlış ise “İletişimde Benmerkezciliğin Etkisi” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
a. Çocuk benliği
2. b Yanıtınız
yanlış ise “İletişimde Benmerkezciliğin Etkisi” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
b. Ergen benliği
c. Yetişkin benliği
3. d Yanıtınız yanlış ise “İletişimde Benmerkezciliğin Etkisi” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
d. Yaşlı benliği
e. Ana-baba benliği
10. “Duygu ve düşüncelerini ifade etmede
zorlanırlar. Benlik saygıları düşüktür. Sürekli bir
kaygı ve endişe içindedirler. Kendi içlerinde
suçluluk ve öfke duygusu yaşarlar. İletişimlerinde
gönderdiği mesajlarla sürekli olarak karşısındaki
kişiye “ben önemli değilim, sen önemlisin”
mesajını verir. Kendisini inkâr eder.”
4. d Yanıtınız yanlış ise “İletişimde Benmerkezciliğin Etkisi” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
Yukarıdaki açıklama aşağıdaki yer alan
iletişimdeki davranış biçimlerinden hangisi ifade
etmektedir?
6. a Yanıtınız yanlış ise “İletişimde Benmerkezciliğin Etkisi” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
a. Güvenli
7. e Yanıtınız yanlış ise “İletişim Benlikleri”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
5. e Yanıtınız yanlış ise “İletişimde Benmerkezciliğin Etkisi” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
b. Saldırgan
8. a Yanıtınız yanlış ise “İletişim Benlikleri”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
c. Kıskanç
d. Çekingen
9. c Yanıtınız yanlış ise “İletişim Benlikleri”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
e. Endişeli
10. d Yanıtınız yanlış ise “İletişimde Davranış
Biçimleri” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
103
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
Sıra Sizde 1
Sıra Sizde 5
İletişim, insanın varlık sürdürme biçiminin bir
ürünüdür. İletişim, insanın varlık sürdürme
biçiminde meydana gelen her türlü gelişmeden
kolayca etkilenen bir olgudur. İletişim insana
özgüdür. En kısa tanımı ile insanlar ya da
toplumlar arasında düşünce ve duyguların
aktarılmasına iletişim adı verilir. İnsanlar,
yaşamlarının büyük bir bölümünü çevresi ile
iletişim içerisinde geçirmektedir.
İnsan ilişkilerinde benmerkezli olanlar, dünyayı
ve çevlerini sadece kendi bakış açılarından
görürler. Diğer insanların da kendileriyle aynı
şeyleri gördüğünü ve aynı şekilde düşündüğünü
zannederler.
Başkalarının,
olayları
farklı
açılardan
gördüklerinden
ve
farklı
algıladıklarından habersizdirler. Bu habersizlik,
beraberinde iletişim kalitesini de etkilemektedir.
İnsanları ikna etmenin birinci önceliği insanlara
karşı saygılı olmak, ilgi göstermek ve bu yolla
insanların gönlünü ve sevgisini kazanmaktır.
Saygı ve davranış şeklimizi vücut dilimizi
kullanarak ve iletişim kurarak diyalog içerisinde
ifade edersek, insanlar bizleri ilgi ve dikkatle
izler ve vermek istediğimiz mesajları daha kolay
algılar ve önem verir. İnsanlara karşı saygısız,
yakışıksız, anlamsız, olumsuz sözler söyleyerek
kalpleri kırarak hiç bir şekilde mesafe kat
edemeyiz ve karşımızdaki insanlar üzerinde
negatif izler bırakırız. Saygısızlığın sonucu
saygısızlıktır. Saygısızlık, iletişim kanalları ve
diyalogun önündeki en büyük engeldir.
saygı
duymayan
insanlar
Birbirlerine
iletişimlerini pozitif şekilde devam ettiremezler.
Farklılıklara tahammül edemeyen karşısındaki
insana saygı duymuyor demektir. İnsanları
birbirine yaklaştıran bağ ise saygı ve sevgidir.
Sıra Sizde 3
Sıra Sizde 6
Egosentrizm, kısaca benmerkezciliktir. Diğer bir
deyişle, bireyin kendini merkeze almasıdır. Her
şeyde kendini esas almak, her şeyi kendine
dayandırmak, her işi kendine bağlamak, kendine
indirgemek, her olayı, her düşünceyi kendi görüş
açısından yorumlamak ve kendi fikrini,
mantığını, duygusunu hareket noktası olarak
seçme olarak tanımlanır.
Benlik, bireye çevresindeki olguları bilinçli
olarak ayırt etme imkânı veren ve özü yalnızca
insan ilişkilerinden oluşan kişilik kesimidir.
Toplumsal benlik, bireyin tüm davranış
örüntülerini ve tecrübe- lerinin sonuçlarını içerir.
Benlik, kişini kendini koruyabilmek, hayatını
sürdürebilmek ve gerçekliğin çeşitli yönleriyle
etkileşimde bulunabilmek için gerekli olan
davranışların yapılaşmasını sağlayan kuramsal
süreçler dizisidir.
Sıra Sizde 2
Sıra Sizde 4
Empatik iletişim gerçekleştirebilmek için, birinci
öge,
empati
kuracak
kişi
kendisini
karşısındakinin yerine koymalı, olaylara onun
bakış açısıyla bakmalıdır. İkinci öge, empati
kurmuş sayılmamız için, karşımızdaki kişinin
duygularını ve düşüncelerini doğru olarak
anlamamız gereklidir. Karşımızdakinin yanlızca
duygularını veya yanlızca düşüncelerini anlamış
olmak yeterli değildir. Empati tanımındaki son
(üçüncü) öge ise, empati kuran kişinin zihninde
oluşan empatik anlayışın, karşıdaki kişiye
iletilmesi davranışıdır.
Sıra Sizde 7
“Ben” ya da “Benlik”, kişiliğin temel
özelliklerini verir. Benlik ve kişilik arasında,
gelişme ve yapı bakımından, kesin bir sınır
çizmek çok zordur. Benlik ile kişilik iç içe
olmakla birlikte, benlik kişilikten farklı özellikler
taşır. İnsan, kişiliğinin karakter ve mizaç gibi
kimi özelliklerinin bir bölümünden ya da
bütününden haberdar olmayabilir. Bunlara ilişkin
bilgisi ya yoktur, ya da az ve hatalıdır. Kişiliğinin
dışarıya
yansıyan,
başkaları
tarafından
değerlendirilen yanlarını bilmez, tanımaz. Benlik,
insanın kendi kişiliğine ilişkin kanılarının
toplamı,
insanın
kendisini
tanıma
ve
değerlendirme biçimidir. Yani benlik, kişiliğin
öznel yanıdır, insanın iç varlığını oluşturur.
104
Sıra Sizde 8
Yararlanılan Kaynaklar
İletişim insanoğlunun yaşamında, hava gibi, su
gibi bir ihtiyaçtır. İletişim olmasa bireylerin ya da
toplumların yaşamlarını devam ettirmeleri
neredeyse imkansızdır. Bireyin benlik gelişimi
toplumsallaşma sürecinde ortaya çıkar. Birey
doğduğu andan itibaren, doğduğu toplumun ve
içerisinde bulunduğu sosyal yapının kendisine
öğrettiklerini benimsemesi ile bir kimlik sahibi
olur. Birey öncelikle aileden aldığı iletiler ve
davranış biçimleri, daha sonra çevresi ve kitle
iletişim araçları aracılığı ile edindiği davranış
biçimlerini benimser. Bu davranış biçimlerini
kendi içerisinde yorumlayarak benlik oluşumunu
tamamlar. Toplumsallaşma sürecinde kitle
iletişim araçlarının önemi büyüktür. Dolayısı ile
bireylerin değer yargıları, idealleri, kendisi ile
ilgili yeteneklerinin olup olmadığını anlamaları
ve bunları geliştirerek benlik oluşumunu
sağlamaları için iletişim olmazsa olmaz bir
koşuldur. Sonuç olarak, iletişimin olmadığı bir
ortamda, benlik gelişiminden söz edilemez.
Toplumda izole edilmiş, diğer insanlarla hiçbir
diyalogu olmayan, değer yargılarından kim ne
olduğundan habersiz bir bireyin sosyal olarak
benliğinin oluşması hemen hemen imkansızdır.
Dökmen, Ü. (1994). İletişim Çatışmaları ve
Empati. İstanbul: Sstem Yayıncılık ve Mat. San.
Tic. A.Ş.
www.enoktaakademi.com
http://www.sarivelilerhaber.com/yazar.asp?yaziI
D=1576
http://www.toplumdusmani.net/modules/wordboo
k/entry.php?entryID=2211
http://www.elbistaninsesi.com/yazi/2224farkliliklara-ne-kadar-saygiliyiz.html
http://www.sinir.org/forum/viewtopic.php?f=105
&t=2094
http://bilgininadresi.net/Madde/9021/BenlikGeli%C5%9Fimi-ve-%C4%B0leti%C5%9Fim
http://www.toplumdusmani.net/modules/wordboo
k/entry.php?entryID=2340
http://www.azmivaran.com/transaksiyonel-analiz/
http://pozitifpsikoloji.blogcu.com/transaksiyonelanaliz-benlik-analizi/5012777
http://www.necmisahin.k12.tr/index.php?option=
com_content&view=article&id=44%3Asaldnl&c
atid=28%3Arehberliksayfalar&Itemid=58&lang=tr
Sıra Sizde 9
İnsan ilişkilerinde ön plana çıkan ve iletişim
kalitesi üzerinde belirleyici güce sahip olan olan
3 çeşit benlik vardır. Bunlar, çocuk benliği, anababa benliği ve ebeveyn benliğidir.
105
6
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Sözel iletişim kavramını tanımlayabilecek,
Sözel iletişimin önemli bir boyutu olarak konuşma, konuşmanın tanımı, konuşmayı
etmenler, konuşmanın ögeleri ve konuşmalardaki önemli noktaları ifade edebilecek,
oluşturan
İyi bir konuşma yapmak için nasıl başlık seçilir, izleyiciler nasıl analiz ediliri betimleyebilecek,
Konuşma türlerini açıklayabilecek,
Genel konuşma türlerinin özellik ve çeşitlerini sıralayabilecek,
Dinleme, dinlemenin önemi, dinleme türleri, dinleme nasıl gerçekleşir ve nasıl iyi bir dinleyici
olunur konularını açıklayabilecek
bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.
Anahtar Kavramlar
Kültür
Sözcük Hazinesi
Sözel İletişim
Dinleyici Analizi
Konuşma
Konuşma Türleri
Ses
Dinleme
Biçem (Üslup)
Yazı
İçindekiler
Giriş
Kültür ve İletişim
Sözel İletişimin Bir Boyutu Olarak Konuşma
Konuşmanın Ögeleri
Konuşmanın Yapısını Oluşturma ve Konuşmayı Etkili Kılma
Konuşma Türleri
Dinleme Becerileri
Aktif Dinleme
İyi Bir Dinleyici Olarak Yapılması Gerekenler
Konuşmanın Kalıcılığını Sağlayan Boyut Yazı
Yazinin Kodaçimi: Okuma
106
Etkili İletişimde
Konuşma ve Dinleme
GİRİŞ
İletişimimizin temel bir yönünü sözel iletişim oluşturur. Sözel ve yazılı diller genel olarak iletişimin
temel türleri sayılır ve söz ve yazı sanatı toplum kültürünün devamlılığı ve kendini yeniden üretmesi için
temel Araç olarak ele alınır ve yüceltilir. Bu nedenle öncelikle kültür ve iletisim arasındaki ilişkiyi tekrar
vurgulamak gerekir.
KÜLTÜR VE İLETİŞİM
İletişim temelde, herkesin farkında olduğu ancak tam olarak tanımlayamadığı bir olgu olarak karşımıza
çıkmaktadır. İletişim; bir başkası ile konuşmaktır, günlük hayatımızda yer etmiş olan televizyondur,
bilgiyi yaymadır, giyiniş ya da saç biçimidir vb. başka bir deyişle bu liste sonsuza kadar uzatılabilir.
Kısacası iletişim insan hayatının her alanıdır. Bu anlamda iletişime iki değişik bakış açısı söz konusudur.
İlk bakış açısı ile yapılan yaklaşım, kaynak ile alıcının iletiyi nasıl kodladığı ve kod açımının nasıl
yapıldığı ile ilgilenir. Ayrıca bu yaklaşımda, etkililik ve doğruluk da iletişimde büyük önem taşır. İletişim
olgusuna bu bakış açısı ile bakıldığında, iletişim bir insanın diğerinin davranışına veya düşüncelerine etki
etmekte kullandığı bir süreç olarak görülür. Eğer, etki istenenden değişik ya da daha azsa, ortada
iletişimsel bir hatanın olduğu öne sürülür ve hatanın nerede oluştuğunu saptayabilmek için iletişim
sürecinin işleme aşamaları incelenir. İkinci yaklaşım, iletişimi anlamların oluşturulması ve değişimi
olarak görür. Bu yaklaşım, iletilerin veya metinlerin anlam oluşturmak için insanlarla nasıl etkileşimde
bulunduğuna bakar. Bu da, metinlerin insanların kültüründeki rolü dile getirmektedir. Yanlış anlamaların
iletişim hatalarının delili olmadığını; bunların kaynak ve alıcının kültürel farklılıklarından doğduğu öne
sürülmektedir. Bu yaklaşıma göre, iletişim konusundaki çalışmalar bir anlamda kültür ve metinler
üzerinde çalışmak anlamını taşır. Çalışmanın ana metodu ise semiotik (simgeler ve anlamlar bilimi)
olarak ortaya çıkmaktadır.
İletişim canlı olma özelliğini gösteren bütün varlıkların ortak bir özelliklerinden birisidir. Bu durum
özellikle insan türü ve onun bugün içinde bulunduğu koşulların belirleyicisi olması yönünden oldukça
önemli bir olgudur. “İletişim, insanın türsel özelliği olan toplumsallaşırlığının bir yansımasıdır. Doğal
ortamına uyumlanmayı dolaysız olarak yapma durumundaki diğer tüm canlı türlerinin tersine, insan,
uyumlanmayı toplumsallaşırlığı ile oluşturduğu kültürü aracılığı ile yapmıştır. Doğal ortamına
uyumlanmak için kültürü oluşturan ve kültürlenerek bu uyumlanmayı başaran insan, kültürünü
oluştururken bir başına değil, diğer insanlarla birlikte etkinlik gösterir. Duygularını, düşüncelerini,
inançlarını anlam yüklü seslerle, işaretler ile, bedensel hareketlerle, ya da bunların stilize edilmiş çeşitli
işaretleri ile (temsili düzeyde algılanabilen düzenlemelerle) birbirine aktarır yanıt alır, yanıta karşı yeni
bir yanıt hazırlar. İletişim dediğimiz büyük kültürel donanımını geliştirir”
Bu bağlamda iletişim bir canlılığın ve var olmanın en temel bir gereği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Aslında bir bakıma “yaşamak iletişimde bulunmaktır”. İnsan türünün toplumsal bir varlık olarak
yaşamaya başladığı günden bu yana iletişimi, canlılıklarını sürdürmek için, ürettiklerini paylaşmak için,
bir takım değerlerini kabullerini, bilgilerini, ....gelecek nesillere aktarmak için başka deyişle kültürel
iletişim bağlamında kullanmıştır. “İletişim insanlığın varolmasıyla ortaya çıkan bir gereksinimdir.
Geçmişi insanlık tarihiyle başlar. İlkel insanların tüm gereksinimlerini karşılamak için kullandıkları ilkel
yöntemler iletişim gereksinimini karşılamak için kullanılmıştır. İlkel insanı mağara duvarına çizdiği
107
resimler, Kızılderililerin ateş yakarak çıkardıkları duman, Afrika yerlilerinin tam tam sesiyle yapmak
istedikleri iletişimden başka bir şey değildir”
İletişim olgusunu anlamaya çalışırken bir gerçeğin altını çizilmelidir. İletişim kuşkusuz genel olarak
bütün canlılarda ileti alışverişi boyutunda var olan bir olgudur. Ancak burada iletişimi bir insani edim
olarak ele almak gerekecektir. “Duyusal sesler, çığlıklar, nidalar, jestler, hatta basit nişan koymalar
insandan daha alt türlerden olan canlı türlerinde de görebildiğimiz, bir anlamda iletişimin alt türleridir.
Duyusal sesler, çığlıklar ve nidalardan geliştirilmiş dile geçebilen tek canlı türü ise insandır. ......dil ile
birlikte, insan ile diğer canlılar arasındaki en önemli farklılaşma da oluşmaya başlamıştır. Canlıların
genetik ile kazanabildikleri varlık- sürdürme donanımlarını, insan kendi kültürü ile kendisi yapma
yeteneğine sahiptir. Dil insanlar arasında gelişkin bir iletişime geçişi sağladığı gibi, her kuşağın çeşitli
zahmet ve acılarla elde edebildiği sınama/yanılma sonucu bilgileri, becerileri ve bunları kutsayan değer,
inanç ve ritüelleri bir sonraki kuşaklara aktarmak üzere tutanaklara aktarmak üzere tutanaklandırmakta,
saklamakta, aktarmaktadır da....”
Bütün boyut ve türleri ile iletişim bugünkü uygarlık seviyesine gelinceye kadarki bütün insani
evrilmelerin de temel taşıdır. “Açıktır ki bir toplumun kuruluşu için, birimlerinin ve alt bölümlerinin
oluşumu, toplum üyeleri arasındaki anlaşmanın bir ön-süreç olarak oluşumu için bazı komünikasyon
süreçlerine ihtiyaç vardır. Çoğu defa bir toplumdan, geleneklerin aracılığı ile tanımlanabilen, bir
devingen(statik) yapı olarak söz edilmesine karşın meseleye daha derinden bakılacak olursa, toplum hiç
de bu türden bir şey olmayıp genişlik ve komplekslik bakımından her dereceden örgütsel birimlere dek
üyeler arasında tam veya kısmi anlaşma ve anlamayı ortaya koyan oldukça karmaşık bir iletişim ağıdır....”
Bu anlamda iletişim toplumu oluşturan temel öğelerden birisidir.
İnsanlar, belli bir takım anlamlara sahip olmadan ya da bilmeden geldikleri dünyada çok çabuk olarak,
belli bir sıra ve önemle anlamları keşfederler. Bu yolla yaşam insanlar için akılcı bir hale gelir ki, varolan
bir takım güzellikler ya da çirkinlikler, ümitler ya da hayal kırıklıkları, deneyerek kazanılır. Yaşamda
insanın bütün çevresi hep bir takım anlamlarla yüklüdür. Bu anlamlar da insanın çevreyle olan etkileşimi
ve kurduğu iletişimle kazanılır.
Günümüz toplumlarının yapısı, toplumsal ilişkilerin gelişmesine paralel olarak, insanların karmaşık
bir şekilde biraraya gelmesinden meydana gelmiştir. Toplumsal anlamdaki her yapılanma, toplum
üyelerinin belirli birtakım durumlarda karşılaşacağı sorunları çözümlemek ve ihtiyaçlarını karşılamak için
çok çeşitli araçlara gerek duyar. Kişinin içinde bulunduğu çevre koşullarına, birlikte yaşadığı diğer
kişilerle olan ilişkilerine, varolan karşılıklı etkilerin şekline ve bir canlı varlık olarak duyduğu biyolojik
ihtiyaçları gidermek için edindiği birtakım becerilere göre anılan bu araçlar değişiklik göstermekte ve
sınırlanmaktadır. Bunun yanısıra her insan toplumunda «kültür» adı verilen ortak bir olgu da söz
konusudur. Her toplumda, maddi ihtiyaçları karşılamak üzere var olan tekniğin yanısıra, bir ölçüde
tekniğe de bağlı olan insan ilişkilerini düzenleyen kurallar, gelenekler, düşünceler ve kişisel düşünceler
vardır. İşte bu insansal ilişkiler sisteminin bütününe kültür adını vermek mümkündür.
Bilgi, duygu, düşünce, tutum ya da kanılarla davranış biçimlerinin kaynak ile alıcı arasındaki bir
ilişkileşme yoluyla bir insandan (insanlardan) diğerine (diğerlerine), toplum kültürü(bazı durumlarda
toplum kültürünün değişik katmanları bağlamında) bağlamında üzerinde uzlaşılmış simgeler ve bazı
kanallar kullanılarak ve değişim amacıyla aktarılması süreci biçiminde tanımlanabilecek insanlararası
iletişimi iletişime katılan insan sayısı, kullanılan araç ve oluklar gibi değişik ölçütleri temel alarak
sınıflandırmak mümkündür. Bu sınıflamalardan bir tanesi de iletişimde kullanılan kodlara göre ya da
yapısal olarak yapılabilecek iletişim sınıflamasıdır:
Yapısal olarak ya da kullanılan kodlara göre iletişim ikiye ayrılır:
•
•
Sözel İletişim (Verbal Communication)
•
Konuşma-Dinleme
•
Yazma-okuma
Sözsüz İletişim (Non-verbal Communication)
Sözsüz iletişim başka bir bölümde ele alındığı için burada “sözel iletişim” kavramı ele alınacaktır.
108
SÖZEL İLETİŞİMİN BİR BOYUTU OLARAK KONUŞMA
Konuşma, insanlararası iletişimi sağlayan ve anlatıma yarayan bir işaretler sistemi ve örgütüdür.
Kuşkusuz, konuşma günlük eylemlerle ilgili ve bunlara ilişkin olarak başlamış ve günlük yaşam
pratiğinin içinde gelişmiştir. Bununla kalmamış bir aşamada, kendi içinde katlanarak, bilinçli bir anlam
kazanmış, pratik yaşamın üstünde yön verici, biçimlendirici, oluşturucu niteliklere sahip bulunduğu
anlaşılmış, edebiyat, felsefe ve bilim düzeylerinde rol alarak, uygarlıkların en önemli öğesi haline
gelmiştir. Konuşma, konuşanın, başkalarını ilgilendireceği varsayımı ile ve diğer kişi ya da kişilerle bir
anlaşma sağlamak amacıyla, düşündüklerini dil ve ses kalıpları halinde, haberleşme kanalları aracılığıyla
aktarması ve tepkilerini kontrol ederek, bu eylemi geliştirmesidir. Konuşma, sürekli bir düşünme
alışverişidir. Aynı zamanda bireyi aşan ve tarih içinde toplumsal birikim sağlayan bir haberleşme
örgütüdür. Günümüzde konuşma, bir dil olmaktan fazla bir şeydir. Ancak yine de, konuşma ile dili
birbirinin tamamlayıcısı olarak anlamak gerekir.
Konuşmanın Tanımı
Yukarıda yapısal olarak ya da kullanılan kodlara göre iletişimin ikiye ayrıldığını vurgulamıştık:
•
•
Sözel İletişim
•
Konuşma-Dinleme
•
Yazma-Okuma
Sözsüz İletişim
Yalın bir tanımla konuşma, duygu ve düşüncelerimizi, görüp yaşadıklarımızı karşımızdakilere
sözcükleri seslendirerek gönderme, iletme işidir. Bu bağlamda, nasıl nefes almak, yemek yemek, su
içmek, yürümek günlük yaşamımızın bir parçasıysa, konuşma da öyledir. Konuşma, aynı zamanda işimiz
ve uğraşımız yönünden de bir gereksinimdir. Konuşma, bir düşünce alışverişi, yaşantılarımızı
başkalarıyla paylaşma işidir. Kişiliğimizi de, düşünsel gelişimimizi de belirleyen ana ölçüt
konuşmamızdaki yetkinliğimizdir.
Konuşma, duygu ve düşüncelerimizi, görüp
karşımızdakilere sözcükleri seslendirerek gönderme, iletme işidir.
yaşadıklarımızı
Konuşmada Dikkat Edilecek Noktalar
Etkili bir konuşma için, insanların kendi konuşmalarını ve eksikliklerini tanıması oldukça önemlidir.
Konuşma güçlüğü çekip çekmediğimizi anlayabilmek için kendimize sorabileceğimiz birtakım sorular bu
konuda yardımcı olabilir. Bunlar;
•
Söylediklerimi karşımdakiler kolayca anlayabiliyor mu?
•
Düşüncelerimi açık ve etkili bir biçimde belirtebiliyor muyum?
•
Sözcükleri söylerken söyleyiş ve dil yanlışları yapıyor muyum?
•
Sesimi duygu ve düşüncelerimi besleyecek, zenginleştirecek bir yönde kullanabiliyor muyum?
•
Tekdüze mi, yoksa canlı ve hareketli bir biçimde mi konuşuyorum?
•
El ve yüz hareketlerimi kullanırken başka deyişle konuşmamı sözsüz iletişimle desteklerken
birtakım yapmacık durumlara düşüyor muyum?
•
Beni dinleyenlerin ilgisini dağıtacak ayrıntılardan, laf kalabalığından kaçınabiliyor muyum?
•
Anlattıklarımın önemine, değerine öncelikle ben inanıyor muyum?
•
Sözü başka alanlara kaydırıyor, amaçtan ve konudan sapıyor muyum?
109
Biz insanları diğer canlı varlıklardan ayıran en önemli özelliklerimizden biri konuşma gücüdür. Ancak
önce düşünmek ve daha sonra da zihinde tasarladıklarımızı gerekiyorsa söylemek yerinde olacaktır. Bu
nokta iletişim bilimi açısından değerlendirildiğinde iletişimin “tekrarlanamaz ve tersine çevrilemezlik”
özelliğine denk düşmektedir. Düz anlamıyla konuşmayı ilk çocukluk yıllarında pek çaba göstermeden
çevremizdeki kişilerden öğreniriz. Konuşma doğuştan getirilen bir yetenek değil, sonradan kazanılan bir
beceri ve alışkanlıktır.
Gündelik konuşmalarınızda ya da ders sunumu gibi konuşmalarda
konuşmalarda dikkat edilecek noktalardan ne kadarını, nasıl hayata geçiriyorsunuz?
Konuşmayı Oluşturan Etmenler
İnsan iletişiminin en yaygın kullanılan yöntemi olarak kabul edilebilecek olan konuşma kavramı her biri
farklı bağlamda öneme sahip değişik bazı etmenlerden meydana gelir. Söz konusu etmenleri şöyle
sıralamak mümkündür:
Ses
Genel anlamıyla hava titreşiminin kulakla duyulmasına “ses” denir. Ses, akciğerden gelen havanın
gırtlaktaki kirişlere çarpmasıyla, onları titretmesiyle çıkar. Konuşma sesi ve kişilik, ses ve yaş, ses ve
cinsiyet arasında güçlü bir bağ olduğu da kabul edilmektedir. Örneğin, kendisini görmeden
konuştuğumuz bir kişinin, erkek ya da kadın olduğunu ya da yaşını belli birtakım ön-kabullerden
hareketle hemen anlayabiliriz. Hatta konuşma sesine bakarak kişinin dik başlı mı, yumuşak başlı mı
olduğunu kestirmek zor değildir. Daha da ötede, dinleyiciler, ses ile kişilik arasındaki ilişkilere bir takım
“belirli özellikler” yakıştırma eğilimindedir. Böylece, sözel simgeleri dinleyicinin duyum mekanizmasına
“iletme”de sesin yüklendiği büyük önem bir kez daha belirmektedir. Ses, kişiliği bu denli yansıtmanın
yanında konuşmayı da tamamen olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebilir. Ses, sadece sözcükleri değil
konuşmacının tutumunu, coşkusal durumunu, konuya olan hakimiyetini de belirtir. İyi bir konuşma
sesinin özellikleri şöyle sıralanabilir:
İşitebilirlik: Bu konudaki en temel belirleyici, konuşmacının sesinin dinleyicilere rahatça
işittirilebilmesidir. Konuşanların çok yavaş ya da çok yüksek tonlarla konuşmaktan sakınması gerekir.
Konuşmacılar sesini konuştuğu yerin büyüklüğüne, küçüklüğüne; dinleyicilerin azlığına, çokluğuna bağlı
olarak ayarlayabilmelidir.
Akıcılık: Akıcılık, konuşma hızı ile ilişkili önemli bir sorundur. Hız, konuşmayı oluşturan gereçlerin
özelliğine, konuşmacının coşkusal durumuna, kişiliğine, mizacına; konuşmanın gerçekleştirildiği yere ve
dinleyicinin niteliğine göre değişmeler göstermelidir. Buradaki en önemli belirleyici ise konuşmanın
cümlelerinde yer alan düşüncelerin, dinleyicilerin algılama hızına denk düşecek bir akıcılıkta sunulması
gerekliliğidir. Başka deyişle hızı dinleyicilerin algılama yeterliliklerine göre ayarlamak temel ilkedir.
Hoşa giderlik: İyi bir konuşma sesinin sadece işitilebilir ve akıcı olması yetmez, aynı zamanda hoşa
gider bir nitelik de taşıması gerekir. Bir sesin hoşa giderliği, o sesin tınısı ile ilgilidir. Katı, kulak
tırmalayan, hırıltılı, madensel, tiz, burunsal hışıltılı, buğulu, çok yumuşak, gevrek, biçimden yoksun
sesler hoşa gitmeyen seslerdir. Ancak seste hoşa giderlik konusunun bir anlamda görece olduğunu da
unutmamak gerekir.
Boğumlanma (Telaffuz)
İnsanın insanlaşmasında baş etmen olan el/beyin diyalektiğinin doğrultusunda, doğal hayvansal seslerin,
bağırtılarla çığlıkların, evrim süreci içinde, sözcük seslerine dönüşmesi olayına boğumlanma (telaffuz)
denir. Sözel konuşmanın temelini boğumlanma oluşturur. Boğumlanma, aynı zamanda, yazılmış ya da
basılmış bir takım simgeleri (harfleri) seslemek, seslendirmek demektir. İletişim bilimi açısından
bakıldığında; basılı bir sözcüğe bakıp da onu telaffuz eden kişi, görsel bir uyaranı işitsel bir uyarana
çeviriyor demektir. Sözcükleri telaffuz edemediğimizi ya da doğru telaffuz edemediğimizi
düşündüğümüzde etkili bir konuşma yapmanın ne denli zor olduğu görülür.
110
Konuşma Dinamiği
İnsanları konuşmaya iten nedenlerin duygu, düşünce, ihtiyaç ve isteklerini yanındakilere, karşısındakilere
bildirmek ya da iletmek zorunluluğu olduğu söylenebilir. İşte, konuşma dinamiği sözü ile anlatılmak
istenen budur. İnsan, duygu, düşünce ve isteklerinden tümüyle yoksun olduğu ya da yoksun bırakıldığı
veya belli ihtiyaçları karşılanamadığı zaman yaşamıyor demektir. Kuşkusuz yaşamayınca da konuşma
diye bir sorun olmaz. Öyleyse, konuşma dinamiği yaşamanın önkoşuludur denilebilir.
Sözcük Hazinesi
Yazmada olsun, söylemede olsun, kurulan cümlelerin temel öğesi sözcüklerdir. İnsanlar yazarken,
konuşurken sözcüklere başvurur. Yazmada veya söylemedeki rahatlığımız, verimliliğimiz
kullanabildiğimiz sözcüklerin çokluğu ile doğru orantılıdır. Bu nedenle çeşitli yol ve biçimlerde
insanların sözcük hazinelerini genişletmeleri gerekir. Ayrıca değişik durum ve olguları ifade edebilmek
farklı sözcüklerin bilinmesi ile mümkündür. Düz anlamıyla gündelik hayat yapılan araştırmalarla 300-400
kelime ile sürdürülebilir. Ancak, özellikle günümüzde toplumsal değişme hızının giderek artmasıyla
birçok yeni durum ve olgu ile karşılaşılması kaçınılmazdır. Bunların ifade edilmesi ve onlardan
yararlanılabilmesi ancak kişilerin sözcük hazinelerini genişletmeleri ile mümkündür. Elbette bunun da
biricik yolu öncelikle okumak ve kitle iletişim araçlarından bu anlamda faydalanmaktır.
Biçem (Üslup)
En kısa tanımıyla üslup deyiş-söyleyiş özelliğidir. Toplumumuzdaki şu ünlü söz de bu özelliği çok
anlamlı bir biçimde yansıtmaktadır: “Üslup-u beyan, ayniyle insan.” Çok hızlı ya da çok yavaş konuşma
biçimi; sözcükleri yaya yaya, uzata uzata ya da kesik kesik, kopuk kopuk söyleme biçimi; tekdüze bir
konuşma biçimi; yersiz ve yanlış duraklar yapılan bir konuşma biçimi, bazı sözcükleri genel kabulün
dışında yerel özelliklere bağlı olarak telaffuz etme gibi faktörler konuşmayı bir bakıma olumsuz yönde
etkiler.
Konuşmayı oluşturan etmenler ses, boğumlama(telaffuz), konuşma
dinamiği, sözcük hazinesi ve biçem(üslup)dir.
KONUŞMANIN ÖĞELERİ
Günlük yaşamımızda yer alan konuşmaların büyük bir bölümü karşılıklı konuşmalar, dertleşmeler,
söyleşmeler biçiminde gerçekleşir. Bazı durumlarda bazı insanlar çeşitli nedenlerle bir topluluk ya da
halk önünde de konuşur. Konuşmanın türü ister özel, karşılıklı dertleşme ve söyleşme niteliğinde olsun,
ister halk önünde ya da bir topluluk karşısında olsun, güzel ve etkili bir konuşma yapabilmek için
konuşmayı oluşturan öğeleri tanımak gerekir. Bunlar ayrı ayrı gibi gözükseler de gerçekte aralarında sıkı
bir etkileşim ve bağ vardır. Konuşmayı oluşturan öğeler aşağıdaki biçimde sıralanabilir:
Dinleyici
Her konuşma, en az bir kişiye bir şey hakkında bir şey söyleme işidir. Bu tanıma göre, konuşmayı
oluşturan en önemli öğe dinleyicidir. Konuşulan kişiler arkadaş ve dostlarsa onlar hakkında konuşmacının
bir bilgisi ve görüşü vardır. Huyları, kültürel durumları, kişisel ilgi ve davranışları konuşmacı tarafından
az çok bilinir. Ama bir topluluk ya da halk önünde konuşulacaksa iş değişir. Belki de bunlar
konuşmacının yüzlerini ilk kez gördüğü kişilerdir. Dinleyiciler kimdir, neye karşı ilgi duyarlar, yaşları,
eğitim ve zeka düzeyleri nedir gibi soruların cevapları bilinmezse konuşmaya bir yön vermek ya da
istenilen amaca ulaşmak çok zor olacaktır. Dinleyicilerin temel özelliklerini şöyle sıralanabilir: Yaş
durumu, cinsiyet, sayı, dinleyicilerin iş ve uğraş durumu, eğitim düzeyleri ve bilinebiliyorsa dünyaya
bakışları.
111
Ortam
Ortam genel olarak konuşmanın yapılacağı toplumsal ve fiziksel çevredir. Hatta buraya bir de
konuşmanın günün hangi saatinde yapılacağı değişkenini de dahil etmek mümkündür. Ortam değişkenine
bağlı olarak öncelikle yapılacak konuşmanın özelliğini, genellikle konuşmanın amacının belirlediğini
belirtmek gerekir. Kısacası konuşmanın hangi amaçla yapılacağı önemlidir. Ortam konusu ele alınırken
şu noktalara dikkat etmek gerekmektedir:
Toplantının Niteliği: Kimi zaman da konuşma toplantı, belirli günler, anma ve kutlama törenleri için
gerçekleştirilir. Konuşmanın amacını toplantının niteliği belirler. Bu açıdan konuşmanın günün hangi
saatlerinde yapılacağı da çok önemlidir.
Toplantının Programı: Dinleyenler üzerinde belli bir etki ve uyarım yaratılabilmesi toplantının
programına ve konuşmacının bu program içindeki yerini iyi değerlendirmesine de bağlıdır. Burada da
konuşmacının cevap araması gereken bazı sorular vardır: Toplantının tek konuşmacısı ben miyim?
Benden başka konuşmacılar da varsa, onların ele aldıkları konular nedir ve nasıl konuşmaktadırlar?
Toplantının bütünlüğü içinde konuşma ana bir yer mi tutuyor, yoksa ayrıntı niteliğinde midir?
Toplantının amacı açısından yapılacak katkının ne olacağı öğrenilmelidir.
Toplantının Süresi: Genellikle konuşmacıların en büyük eksikliği süreyi iyi ayarlayamamalarıdır.
Birden çok konuşmacının yer aldığı toplantılardan kimi konuşmacılar, daha konularına girmeden
kendilerine ayrılan zamanı doldururlar. Konuşmacının ayrılan zamanı iyi ayarlaması, bu zamana göre
konuyu sınırlandırıp , gerekli noktaların gereken yol ve biçimde yeteri kadar üzerinde durması gerekir.
Konu ve Konuşmacı: Burada konuşmanın öğelerinden olan konu ve konuşmacıyı birlikte ele alarak
iyi bir konuşmanın nasıl olması gerektiği, başka deyişle, iyi bir konuşmada dikkat edilmesi gereken
noktalar üzerinde durulacaktır.
Konuşmanın Nitelikleri
Elbette fiziksel ya da zihinsel engeli olmayan her insan bir şekilde konuşur. Ancak, iyi bir konuşmayı
diğerlerinden ayıran belli birtakım niteliklerin olması gerekir.
İyi Bir Konuşma Sağlam Bilgilere Dayanır: Hangi konu seçilirse seçilsin, o konu üzerinde rahatça,
doğal bir biçimde konuşabilmek, konunun gerektirdiği bilgileri, araç gereçleri edinmeye bağlıdır.
Düşüncenin dinleyicilere etkisiz ve etkili bir biçimde aktarılması sadece sözcüklerle, sözel simgelerle
olmaz. Bunları konunun ve durumun gerektirdiği gereçlerle de somutlaştırmak gerekebilir. Kullanılacak
sayılar, grafikler ve resimler veya bilgisayar desteği yerine göre konuşmayı daha etkili ve çarpıcı kılar.
Çünkü konuşma, görsel ve işitsel simgelerle birlikte oluşturulan bir iletişim işidir. Ayrıca bilinir ki,
iletişimde eşanlı kullanılacak daha fazla oluk iletişimin etkisinin artmasını sağlayacaktır.
İyi Bir Konuşma Yıkıcı Değil Yapıcıdır: İster halk ya da topluluk önünde konuşulsun, ister arkadaş, eş
dost çevrelerinde konuşulsun, konuşmacı dinleyenlerin dünya görüşlerinin, inançlarını, değer yargılarını
gözönünde tutmalıdır. Konuşmacı dinleyicilerde bir değişim yaratmak, onları belli bir görüş ve davranışa
eriştirmek ister. Dinleyenleri bir bakıma avlayıp, gerçekleri bir yana atarak salt duygulara yönelen
konuşma aslında yıkıcı bir nitelik taşır. Yapıcı konuşma ise, dinleyicilerin dünya görüşlerini, inançlarını,
değer yargılarını, düşüncelerini olumlu bir yönde değiştirmeyi amaç edinir.
İyi Bir Konuşma, Konuşmanın Temel Öğelerini Çözümleyerek Oluşur: İyi bir konuşma yapabilmek
için konu, dinleyici, ortam ve konuşmacı ayrı ayrı ele alınmalı ancak bir bütün olarak değerlendirilmeli ve
çözümlenmelidir. Üzerinde konuşulacak konunun boyutları nelerdir? Dinleyiciler yönünden önemi nedir?
Konuşma kimler için yapılacaktır? Konuşulacak kişilerin toplumsal, kültürel, ekonomik durumları, yaş ve
cinsiyet özellikleri nelerdir? Konuşma nerede, ne kadar süreyle yapılacak? Konuşmacının kendi durumu
nedir?
İyi Bir Konuşma, Dinleyicilerin İlgi ve Dikkatini Toplar: Hangi konuda olursa olsun dinleyicinin ilgi
ve dikkati dağıldığı zaman iletişim de durur. İlgi ve dikkatin canlı kalması da dinleyicileri güdülemeye,
onların meraklarını ayakta tutabilmeye ve dikkatlerini konuşma üzerinde yoğunlaştırmalarını
112
sağlayabilmeyle doğrudan ilişkilidir. Bu da öncelikle dinleyicilerin iyi tanınması ve çözümlenmesi,
söylenenlerle onların ilgileri arasındaki bağlantıyı kurmakla elde edilecektir.
İyi Bir Konuşma Canlı Bir Dil, Hareketli Bir Üslup Gerektirir: Konuşmanın temel aracı sözcüklerdir.
Canlı, amaca uygun sözcüklerin seçilmesi, bunları cümle içinde yerli yerinde kullanma, her birinin ses ve
anlam hakkını vererek doğru söyleme, konuşmanın etkisini ve güzelliğini arttıracaktır. Daha ileri
gidilecek olursa, bu, cümleler için de böyledir. Kısa, hareketli cümleler kurma, bunlar arasındaki geçişleri
doğal bir biçimde bağlama, anlatımı canlı kılar ve ilgiyi yoğunlaştırmayı sağlar.
İyi Bir Konuşma, Etkili Ses Tonu, El Yüz Hareketleriyle Geliştirilir: Etkili bir ses tonu kullanmayan,
mimik ve jestlerle bunu tamamlamayan bir konuşma ölüdür. Sözcüklerin anlamı ve duygu yükü sesteki
tonlama ve oynamalarla yapılıp el yüz hareketleriyle zenginleştirilebilir. Başka bir deyişle, söz göz ve
kulağa daha iyi iletilebilir. Bu da konuşmanın başarısını arttırır. İletişim bilimi açısından ifade edilirse
sözel iletişimin sözlü boyutu olan konuşma, sözsüz iletişimin ilgili boyutları ile desteklenmeli,
bütünleştirilmeli ve zenginleştirilmelidir.
İyi Bir Konuşmada, Konuşmacı Ahlaksal Sorumlulukları Bulunduğunu Hatırdan Çıkarmaz: İyi bir
konuşmacı, konuşmalarıyla her zaman başkalarının mutluluğuna, yanlışlardan kurtulup doğrulara
ermesine yardımcı olmakla yükümlü olduğunun bilincinde olmalıdır. Toplumsal etkinliğin hemen her
alanında benimsenmesi gereken dürüstlük, doğruluk, özgecilik konusundaki kurallar konuşma için de
aynı güç ve önemde geçerlidir.
İyi Bir Konuşmada, Konuşmacı Gözlem Gücünü Geliştirmiş Olmalıdır: İyi bir konuşmacı tüm
duyularını geliştirmiş ve duyarlı olmalıdır. Ayrıca konuşmacı ilginç kişileri, nesneleri görür, koklar, tadar,
dinler, yoklarsa duyuları uyanık, canlı ve gerçek dünya ile sıkı sıkıya ilişkili olduğu için, konuşması
anlamca zengin olacaktır. Duyarsız kişinin konuşması ise anlamca yoksuldur. Kısaca, bir konuşmacı, dış
dünyaya ne ölçüde açık ve bağlı ise, o ölçüde iyi bir konuşmacıdır. Bunların yanı sıra iyi bir konuşmacı
konuşması sırasında sürekli olarak iletişim ortamını gözlemlemeli, ortaya yeni çıkabilecek gürültü
kaynaklarını kontrol edebilmelidir. En önemlisi de dinleyenleri sürekli gözlemeli ve onların verdikleri
yansımaları anında değerlendirmeli, dikkatlerinin ve ilgilerinin sürüp sürmediğini değerlendirmelidir. Bu
gözlem ona gerekli düzeltme ve düzenlemeleri yapabilme ve konuşmanın etkisini arttırma şansını da
vermektedir.
İyi Bir Konuşma, Konuşmacının Kişiliği ile Bütünleşir: Konuşmacının kişisel niteliği ve geçmişi ile
konuşma ve etkileri arasında sıkı bir bağ bulunmaktadır. Dinleyici, konuşmacının kişisel nitelikleriyle
söylenen sözler arasında bir bağ kurmak ister ve kurar. Gerçekten de konuşmanın inandırıcılığı için
konuşmacının kişiliği belirleyicidir.
İyi Bir Konuşma, İlginç ve Değerli Konuları Kapsar: Seçilen konu hem dinleyicilerin hem de
konuşmacının ilgisini çekmelidir. Konuşmacının ilgi duymadığı, sadece aktarmak zorunluluğu duyarak
yaptığı konuşmalar tekdüze bir yapıda olacağından hem dinleyici için hem de konuşmacı için verimsiz
olur. Çok sıkıcı konular dahi, araya ilginç ve güzel örnekler konarak aktarılabilir. Böylelikle istenen etki
ve dikkat sürekli olarak sağlanabilir.
İyi Bir Konuşma, Belli Bir Amaca Yöneliktir: Yalın bir tanımla konuşmada amaç, konuşmacının
dinleyiciler üzerinde bırakmak istediği etkidir. Bunun için şu tür sorular konuşma boyunca hep göz
önünde tutulmalıdır: Dinleyiciye ne verilmek isteniyor? Onlar neye yöneltilecek? Dinleyicide ne tür bir
değişiklik yaratılmak isteniyor?
KONUŞMANIN YAPISINI OLUŞTURMA VE KONUŞMAYI ETKİLİ
KILMA
Başlık Seçmek
Konuşma hazırlarken ve yaparken başlangıç basamağı bir başlık belirlemektir. Genel olarak gündelik
hayatta başlık seçmek pek problem oluşturmaz. Konuşma başlığı daha çok durum, izleyici ve
konuşmacının yeterlilikleri yoluyla belirlenir. Özellikle ikna edici konuşmalarda konu sahip olunan,
113
değiştirilmek veya oluşturulmak istenen tutum ve inançlardan da seçilebilir. Bu durumda da içeriğe uygun
başlığın belirlenmesi, böylelikle de dinleyenlere konu hakkında ilk izlenimin doğru verilmesi bakımından
önemlidir.
Genel Amacı Belirleme
Başlık seçilirken ya da seçilmeden önce bir genel amacın da belirlenmesi gerekir. Çoğunlukla bu
durumda birbiriyle örtüşen iki kategori söz konusudur. Bunlar bilgilendirme ve ikna etmedir.
Eğlendirme için konuşma da bir başka kategori olarak değerlendirilebilir.
Çoğunlukla amaç belirleme konusunda birbiriyle örtüşen iki kategori
söz konusudur. Bunlar bilgilendirme ve ikna etmedir. Eğlendirme için konuşma da bir
başka kategori olarak değerlendirilebilir.
Genel amaç bilgilendirmek olduğunda çoğunlukla bir öğretici gibi davranmak gerekecektir. Amaç
bilgi aktarmak olacağına göre bu açık, doğru ve ilginç bir biçimde yapılmalı ve gerekli destekleyiciler de
kullanılarak akılda kalıcılık sağlanmalıdır.
Eğer genel amaç ikna etmekse bir neden belirleme amacıyla bilgi vermenin ötesine geçilmesi gerekir.
Unutulmamalıdır ki, ikna edici iletişimde gündelik iletişimden farklı olarak kaynak alıcıda istendik
değişiklikler ortaya çıkarma amacındadır. Bağlı olarak, iknada yapılmak istenen tutum ve hareketlerin
değiştirilmesi, pekiştirilmesi ya da yeni tutumların oluşturulması ve yapılandırılması olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Özel Amacı Belirleme
Başlık ve genel amaç belirlendikten sonra, etkili bir konuşma yapmak ve amacına ulaşabilmek için
konuşmacı seçimini daraltmalı ve özel amacını belirlemelidir. Özel amaç başlığın bir boyutunda
odaklanmalıdır. Öyle ki, gerektiğinde özel amaç tek bir cümleyle ifade edilebilmelidir. Bu da
konuşmacının konuşmasıyla neyi başarmayı umduğunu göstermelidir. Özel amaç belirlemede şu genel
ilkelere uymak gerekir: Amaç cümlesini geniş zamanda ve açıklamalı olarak yazmalı, parça halde
bırakmamalıdır; amacı bir soru halinde değil cümle halinde açıklamalı; amaç cümlesinde sayısal
anlatımlardan kaçınmalı; amaç cümlesi tek bir bağımsız cümle ile sınırlı tutulmalıdır; amacın çok genel
kalmamasına dikkat etmelidir. Özel amaç belirlerken konuşmacı kendisine belli bazı sorular sormalı,
alacağı cevaplara göre özel amaç saptanmasının kolaylaşacağını unutmamalıdır. Bu sorular şunlardır:
•
Amacım görevle örtüşüyor mu?
•
Verilen zamanda amacıma ulaşabilir miyim?
•
Amaç dinleyici için uygun mu?
•
Amacım dinleyici için çok hafif ve saçma mı?
•
Amaç izleyici için çok teknik mi?
Belli konularda konuşma gerçekleştirirken “özel amacınızı” nasıl
belirlediniz? Özel amacınızı belirlerken hangi kurallara uygun davrandınız ve bunların
konuşmanıza ne tür etkileri olduğunu gözlemlediniz?
Ana Fikrin Deyimleştirilmesi
Özel amaç konuşma ile ulaşılması umulan amaçtır. Oysa ana fikir konuşmacının söylemeyi düşündüğü
değerli bir ifadedir. Ana fikre bazen tez cümlesi, konu cümlesi veya en büyük düşünce de denebilir.
Adına ne denirse densin, ana fikir çoğunlukla basit ve açıklayıcı bir cümle halinde özel amaç cümlesini
açıklamak ve keskinleştirmek için kullanılır. Aslında ana fikir cümlesi konuşma yapıldıktan sonra
konuşmacının, dinleyicinin aklında kalmasını istediği özet cümledir biçiminde tanımlanabilir.
114
Ana fikir cümlesi konuşmacının, konuşma yapıldıktan sonra
dinleyicinin aklında kalmasını istediği özet cümledir.
Dinleyicileri Analiz Etmek
Dinleyici Merkezlilik
İletişim konusunda çalışma ve araştırma yapanların önemli bir bölümü, iyi konuşma ve konuşmacıların
dinleyici merkezli olmasının gereklerine işaret ederler. Başarılı konuşmanın anahtarı “konuşulan kişiye
bir doğruyu, bir bilgi ya da düşünceyi sözcüklere çevirerek mükemmel biçimde aktarmak” olarak ele
alınmalıdır. Bu bağlamda konuşmaya hazırlanırken şu sorular akıldan çıkarılmamalıdır: Kime hitap
ediyorum? Konuşmanın sonunda dinleyicilerin neleri bilmesini, nelere inanmasını ve neleri yapmasını
istiyorum? Bu amaca ulaşmak için konuşmamı düzenleme ve sunmamın en etkili yolu ne olabilir? Bu
sorulara verilecek cevaplar başlık seçimi, özel amaç belirlemesini, ana fikri ve destekleyici materyalleri
ortaya koymayı, iletiyi düzenlemeyi ve konuşmayı gerçekleştirmeyi etkileyecek hatta belirleyecektir.
Başarılı konuşmanın anahtarı “konuşulan kişiye bir doğruyu, bir bilgi
ya da düşünceyi sözcüklere çevirerek mükemmel biçimde aktarmak”tır.
Dinleyicilerin Psikolojisi
Bir konuşma izleyen bireyler bazen çok yakın bir dikkat gösterirken, bazı durumlarda da konuşmaya ilgi
göstermezler. İnsanlar bir konuşmaya katılmaya zorlanabilir ama hiç kimse kendi istemi dışında bir şey
dinlemez/dinleyemez. Ancak konuşmacı gerekli yol ve yöntemleri kullanarak izleyicilerin dinlemesini
sağlamalıdır. Bu da gündelik hayatta konuşmaya tat katmak olarak değerlendirilir.
Aslında dikkat gösterildiğinde bile izleyiciler her zaman konuşmacının iletisini algılayamayabilir.
İşitsel algı, seçici bir nitelik gösterir. Unutulmamalıdır ki her konuşma iki ileti içerir: Konuşmacı
tarafından gönderilen ileti ve dinleyici tarafından alınan ileti. Konuşmacının söyledikleri mutlaka
izleyicilerin referans çerçeveleri yoluyla süzülür ve yorumlanır. Burada anılan süzme işlemini
belirleyenler bireylerin ihtiyaçları, ilgileri, inançları, üyesi olunan kültürel grup(lar), beklentileri, bilgi ve
deneyimleridir. Özcesi bireyler istediklerini duyar, kalanlarına ilgi göstermeyebilirler. Konuşmacının
ustalığı tam da burada ortaya çıkar. İletişim kaynağı olarak konuşmacı belli bir amaçla konuşmasını yapar
ve bu amaca ulaşmada birincil görev konuşmacınındır. Özcesi konuşmacı konuşmayı dikkat çekici ve
dinlenir kılmalıdır.
Her konuşma iki ileti içerir: Konuşmacı tarafından gönderilen ileti ve
dinleyici tarafından alınan ve anlamlandırılan ileti.
Demografik Dinleyici Analizi
Konuşmacının dinleyicileri yaş, cinsiyet, grup üyeliği, dini kökeni, ırksal, etnik ve kültürel yapıları vb.
görünür özellikler açılarından analiz etmesine demografik dinleyici analizi adı verilir. Bu analiz iki
aşamada gerçekleşir: İzleyicilerin genel demografik özelliklerinin belirlenmesi ve belli bir konuşma
ortamında bu özelliklerin dikkate alınması. Demografik özelliklerden konuşma açısından önem taşıyan
bazıları şunlardır: Yaş, cinsiyet ve toplumsal cinsiyet, din ve inançlar, dünya görüşü, ırksal, etnik ve
kültürel yapı ve grup üyelikleri.
Durumsal Dinleyici Analizi
Durumsal İzleyici Analizi genellikle demografik analizler üzerine kurulur. Bu analiz türü, dinleyicilerin o
anda somut olarak elde olan görünür yapılarının analizidir. Bu özellikler, dinleyicilerin sayısal
büyüklüğü, fiziksel düzenleme tarafından etkilenen tutum ve davranışlar, izleyicinin konu, konuşmacı ve
olaya bağlı olarak düzenlenmesini kapsar.
115
Dinleyici Hakkında Bilgi Edinme
Dinleyici hakkında ne öğrenilmesi gerektiğinin belirlenmesinin ardından nasıl öğrenileceği sorusu gelir.
Burada dinleyiciler hakkında yapılan gözlemler her zaman yeterli olmayacağından yüz-yüze görüşme ve
sormaca uygulanması dinleyici hakkında önemli bilgi toplama yollarıdır.
Dinleyiciyle Uyumlaşma
Dinleyici analizinin yapılmasından sonra dinleyenlerin yapısı çok net bir biçimde belirlenir. Elde edilen
bilgilerin konuşma hazırlanırken nasıl daha iyi kullanılacağı ise temel anahtardır. Çoğunlukla iletişim
kaynağı konumundaki konuşmacılar dinleyicilerin temel özelliklerini belirler fakat düşüncelerini
izleyicilerle uyumlaştırma problemi yaşarlar. İnsanlar uzman oldukları bir konuda konuşurken,
kendilerini o konu ile ilgili hiçbir şey bilmeyenlerin yerine koyabilmede güçlük çekerler. Konuşmacının
dinleyenlerle empati kurabilmesi gerçek bir başarıdır. Aslında bu tam olarak her başarılı konuşmacının
yapması, izlemesi gereken bir süreçtir. Konuşmacı, dinleyicilerin neden hoşlandığını, neden
hoşlanmadığını, nerelerde şüpheleri ve soruları olduğunu, herhangi bir noktada daha çok ayrıntıya ihtiyaç
olup olmadığını, nelerin onların ilgisini çektiğini kestirmeye çalışmalıdır. Ayrıca konuşmacı iletişimi
süreç yapan öge olarak nitelendirilebilecek olan geri bildirime(feed-back) kendisini kapalı tutmamalıdır.
Bu ögenin sağlıklı ve doğru işletilmesi yoluyla konuşmacı, kendi iletişim başarısını da sürekli kontrol
edebilir ve ortaya çıkan iletişim sorunlarını giderme yoluna gidebilir.
Materyal Toplamak
Konuşmayı hazırlamak, etkili kılmak ve konuşmacının ve hedefin amaç ve beklentilerine uygunluğunu
sağlamak için materyal toplamak önem taşıyan bir süreçtir. Materyal toplamada kullanılan yöntemler şu
biçimde sıralanabilir:
Konuşmacının Kendi Bilgi ve Deneyimlerini Kullanması
Günümüzde artık hemen her insan belli bir konuda uzmandır. Bu uzmanlığın temel niteliği olan bilgi
birikimi ve deneyimler ilgili konuşmanın hazırlanmasında kullanılacak ilk ve temel kaynak olarak
karşımıza çıkmaktadır. Ancak konuşmacı kendi bilgi deneyimlerine bağlı bir konuda bile bir konuşma
başlığı seçtiğinde konunun bireyselleşmesini önleyebilmek amacıyla kitaplardan alınan bilgilere de
dayanabilir. Bu yolla sahip olunan bilgilerin teyidi, güncelleştirilmesi, örneklendirilmesi ve
derinleştirilmesi sağlanır. Ancak, asıl bireysel bir takım öge ve özellikler konuşmaya canlılık ve etki
katacaktır.
Görüşme
Bu başlık altında araştırma amaçlı görüşmelerden söz edilmektedir. Görüşme konuşma için de iyi bir bilgi
toplama yöntemidir. Bireylerle görüşme en az aşağıdaki dört durum için etkin bir materyal toplama
yoludur: Taze ve anında bilgiye ulaşmak için; gazete veya diğer basılı malzeme için çekici olmayan çok
özel ve dar bir konuda bilgiye ihtiyaç duyulduğunda; bilgisini paylaşabilen ve belli bir konuda uzman
birisine ulaşıldığında; belli bir insanın görüş ve düşüncelerinin konuşmaya güç ve ilginçlik katacağına
inanıldığında.
Bilgi İçin Yazışma
Eğer konuşma yapılacak konuda gerekli olduğuna inanılan bir takım bilgilere ulaşılamamışsa, değişik
yerlerle yazışmak gerekebilir. Üniversite kütüphaneleri, Milli Kütüphane, ilgili kuruluşlar, kaynak kişiler
bu tür yazışmalara taraf olabilir.
Kütüphane Taraması
Kütüphaneler ihtiyaç duyulan bilgiye sistematik ve derinlemesine ulaşılabilecek kuruluşlardır.
Kütüphanelerde aranan bilgiye ulaşmada yol gösterecek çeşitli kişi ve düzenlemeler vardır. Bunlar;
kütüphaneciler, kart kataloğu (kartoteks), referanslar bölümü (ansiklopedi, yıllık, sözlük, atlas ve
periyodik indekslerinin bulunduğu bölüm) ve bilgisayarlı araştırma servisleri ve internet arama
motorlarının kullanılmasıdır.
116
İnternet Kaynakları
Günümüzde gün geçtikçe yaygınlaşan bilgisayar ve bağlı olarak internet kaynaklarının kullanılması
giderek diğer kaynakların kullanılmasından daha fazla önem kazanmaktadır. Çok daha kısa sürede ve
kolaylıkla kullanılan internetteki arama motorları araştırmacılara çok farklı kaynaklara ulaşabilme
imkanını vermektedir. Bu da internet kaynaklarının daha yoğun kullanımını sağlamaktadır. Ancak,
internetteki bilgilerin çok kısa sürelerde yenilenmesi bilginin alındığı site ve sayfanın alındığı gün ve
saatin not edilmesi ile geçerlik kazanmaktadır. Zaman zaman internetten belli bilgilere ulaşmak bir bedel
karşılığını gerektirse bile günümüz araştırmalarının ve bilgi edinme yollarının başında artık internet
gelmektedir.
Konuşmada Fikirleri Desteklemek
İyi konuşmalar ortalama tutturabilmek adına sadece genellemelerden oluşmaz. Konuşmacının düşüncesini
destekleyecek güçlü malzemelere de sürekli ihtiyaç vardır. Genellemelerin konuşmada ağırlıklı olması
izleyicide şu üç soruya yol açar: "Ne demek isteniyor?" "Neden inanayım?" "Peki, sonra........?!" Söz
konusu sorulara yanıt vermeye yarayan üç tür destekleyici materyal vardır:
Örnekler
Araştırmalar konuşmalarda kullanılan örneklerin, izleyicilerin konuşmaya yaklaşım, inanç ve davranışları
üzerinde diğer destekleyici materyallerden daha fazla etkili olduğunu ortaya koymuştur. Örneksiz olarak
ortaya konan düşünceler kişisel olmayan, cansız, kuru ve bulanık bir görüntü verir. Örnekler
konuşmadaki düşünceleri canlı, açık ve kişisel hale getirir. Konuşmalarda kullanılabilen değişik örnek
türleri söz konusudur. Bunlar şu biçimde sınıflandırılırlar:
•
Açık örnekler (Konuşmacının açık ve kısa bir biçimde konuyla ilgili olarak verdiği örnekler)
•
Genişletilmiş örnekler (örnek olaylar, anılar ve ilgili hikayeler bu türe girer.)
•
Varsayımlı örnekler: Aslında açık ve genişletilmiş örnekler ya somut ya da varsayımlıdır.
Aslında çoğu örnek gerçekten olmuş açık örnektir. Ancak gerekli durumlarda hayali başka
deyişle varsayımlı örnekler kullanılır. Başka deyişle konuyu destekleyebilmek amacıyla örnekler
türetilebilir. Ancak, bu örneklerin gerçek hayattan kopuk olmaması, dinleyenlerin benzerlerini
çevrelerinde gözlemleyebilir olması önemlidir.
Örneklerin doğru ve yerinde kullanımı için şu noktalara dikkat etmek gerekir: Örneklerin görüşleri
açıklamak amacıyla kullanılması; örneklerin görüşleri desteklemek amacıyla kullanılması; örneklerin
düşüncelerin kişiselleştirmesi amacıyla kullanılması; örneklerin canlı, ilgi çekici ve zengin bir yapıda
olmasına dikkat edilmesi; genişletilmiş örneklerin belli ve somut bir sonuca ulaşmasına dikkat edilmesi.
Konuşmalarınızda örneklere yer veriyor musunuz? Verdiğiniz
örnekler daha çok hangi tür örnekler içerisinde ele alınabilir?
İstatistikler
Günümüzde sayıların ve sayı kullanımının inanırlık ve güvenirlik açısından ciddi bir etkisi hatta
belirleyiciliği olduğunu vurgulamak gerekir. Başka deyişle birçok insan tarafından konuşmacının
bilgisinin doğruluğu ancak ve sadece bir takım sayılarla desteklendiğinde daha güvenilir gibi kabul edilir.
Açık örnekler gibi istatistikler de konuşmacının öne sürdüklerini açıklamak veya güçlendirmek üzere
kullanılır. Ayrıca istatistikler belli bir konunun ciddiyet ve yüksekliğini kanıtlamak amacıyla da kullanılır.
Temelde sayılarla desteklenmiş bir konuşma genel etkiyi güçlendirecektir. Aslında sayılar belli bir
konuşmada kullanıldığında sanki herhangi bir hata ya da yalan yokmuş görüntüsünü yaratır. Konuşmada
sayı ve istatistikler kullanmak gerektiğinde onları şu soruların ışığında değerlendirip karara varmak
gerekir:
117
•
Sayılar ve istatistiklerin temsil yeteneği var mı?
•
İstatistiksel ölçüler doğru kullanıldı mı?
•
İstatistikler güvenilir bir kaynağa mı dayanmaktadır?
•
Konuşmanın geneli içerisinde sayı ve istatistiğin ağırlığı ne?
•
Sayı ve istatistikler amaca uygun olarak seçildi mi?
•
Kanıtlar (Uzman Kanıtları)
Konuşmacılar bir başka kişinin düşüncelerini onların sözleriyle aktardıklarında bir anlamda kendi
düşüncelerini kanıtlıyorlar demektir. Bir çok konuşmada uzman kanıtları kullanılır. Uzmanlar kendi
alanlarında tanınmış, inanılır ve güvenilir kişiler olmalıdır. Başka bir kanıt türü de sıradan insanların
görüşlerinin kullanılmasıdır. Çoğunlukla kanıtlar aynen bazen de dolaylı aktarılır. Bu yolla uzman
kişilerin sözleri aynen değil, konuşmacının kendi üslup ve sözleriyle kullanılır. İzleyiciler çoğunlukla
uzun alıntılarda konuşmanın genel akışından kopabilir. Bu nedenle dengeli alıntılar yapmak gerekir.
Alıntı yaparak kanıt sağlamada dikkat edilmesi gereken noktalar şunlardır: Alıntı doğru olarak
yapılmalıdır, uzman kaynaklardan sağlanacak kanıtlar kullanılmalıdır, çelişkili kaynaklardan alıntı
yapılmamalı ve kanıt kullanılmamalı, alıntı yapılan insan ve kaynak açıklanmalıdır. Günümüzde bunlara
bir de internet kaynaklarından yapılan alıntılar eklenmelidir. İnternet kaynaklarına ise APA(American
Psychologists Association)tarafından geliştirilen dipnot sistemi vb. yöntemler kullanılarak kaynak
gösterilmelidir. Yapılacak basi bir gözlem bile internetten kanıtların diğer kanıtlardan daha inanılır olarak
algılandığını gösterebilir. Çünkü insanlar artık internetin derinlik, zenginlik, güncellik ve kolay
ulaşılabilirlik açılarından değerlendirildiğinde diğer her tür kanıttan daha önde olduğunu
düşünmektedirler. Kaldı ki bir çok insan diğer kanıt türlerinden elde edilen bilgilerin sağlamasını da
internetten gerçekleştirmektedir.
Konuşmalarda Önemli Noktalar
İyi bir konuşmada dikkat edilmesi gereken noktaları ele aldıktan sonra, konuşmalarda önem taşıyan diğer
bazı önemli noktalar da şunlardır:
•
Konuşmadan önce söylenecekler düşünülmeli ve planlanmalıdır. Konuşmaya nasıl giriş
yapılacağı, nasıl sürdürüleceği, hangi araç gereçlerle destekleneceği, nasıl biteceği, sonuçta ne
şekilde özetlenerek dinleyicinin aklında kalması sağlanacağı planlanmalıdır.
•
Konuşurken dinleyicilerle sanki karşılıklı bir konuşma yapıyormuş gibi davranılmalıdır. Böylece
cümle kurma şeklindeki resmiyet gider, konuşmaya sıcak ve canlı bir hava getirilir.
•
Konuşurken dinleyicilerin gözlerine bakılmalıdır. Bu durum özellikle geri bildirim(feed-back)
alınabilmesi için gereklidir.
•
Konuşurken sözlere tat katılmalıdır. Unutulmamalıdır ki “Ne söylediğiniz değil, nasıl
söylediğiniz daha önemlidir.”
Bu önemli noktalarından sonra; topluluk önündeki konuşmalarda “nasıl söylemek” gerektiği
konusuyla ilgili noktalara değinmek yararlı olacaktır:
•
Konuşmada önem taşıyan kelimeler şiddetli, önemsiz kelimeler normal söylenmelidir.
Dinleyicilerin dinlediklerini anlayıp, hatırda tutmaları konuşmacının konuşmasında bu özelliği
kullanmasına bağlıdır. Böylece dinleyicinin önem vermesi gereken kelimeler hakkında dikkati
çekilebilmektedir.
•
Gerektiği zaman ses perdesi değiştirilmelidir. Uygun durumlarda ses perdesinde değişikliğe
gidildiğinde bu durum etkili konuşmaya yardımcı olmaktadır.
•
Yine gerektiğinde konuşmanın şekli değiştirilmelidir. Konuşmanın şekli değiştirilerek ifade
kuvvetlendirilebilir ya da gerekiyorsa dikkat başka bir yere çekilebilir.
•
Önemli fikirleri söylemeden önce ve söyledikten sonra duraklamalıdır. Susulacak doğru yer ve
zamanı bilmek, en az konuşma içinde sözleri akıllıca kullanmak kadar değerlidir. Susmanın yeri
ve süresi de çok önemlidir.
118
“Ne söylediğiniz değil, nasıl söylediğiniz daha önemlidir.” ilkesi sizin
konuşmalarınızda dikkat ettiğiniz bir kural mıdır? Konuşmanızın etkililiği ve kalıcılığı
açısından nasıl söylemek gerektiği konusunda neleri uygulamanız gerektiğini
düşünürsünüz?
KONUŞMA TÜRLERİ
Bilgilendirici Konuşma-Bilgilendirme İçin Konuşma
Bilgilendirme için konuşma günlük hayatta birçok durumda gerçekleşir. Örneğin, gelecek yılın bütçesi
hakkında bilgi veren bir yönetici, tatbikatlar konusunda bilgi veren bir subay, dersin nasıl işleneceğini
anlatan bir öğretmen vb. hep bilgilendirme için konuşma yapmaktadırlar. İnsanların birbirini
bilgilendirdiği sayısız durum söz konusudur. Bilgilendirici konuşma genel olarak şöyle sınıflandırılır:
Objeler Hakkında Konuşma
Burada “obje” kelimesi gözle görülür elle tutulur ya da dokunulabilir bir şekil olarak durağan, sabit olan
herşeyi içermektedir. Objelerin hareketli parçaları olabilir, objeler canlı olabilir. Ayrıca obje kavramı
içerisine yerler, yapılar, hayvanlar ve hatta insanlar da girmektedir. Konuşma objelerine örnek olarak
şunlar verilebilir: Türkiye, Avustralya, kediler, balinalar, insan gözü, altın, gümüş vb.
Süreçler Hakkında Konuşma
Süreçler hakkında konuşma yapıldığında, bir şeyin nasıl yapıldığı, bir şeyin nasıl imal edildiği ya da bir
şeyin nasıl çalıştığı vb. konularda bilgi verilir. Şu örnekler süreçler hakkında konuşmayı belirtir:
Dinleyicileri parfümün nasıl yapıldığı konusunda bilgilendirmek, dinleyicileri iyi bir kullanılmış arabanın
nasıl alınacağı konusunda bilgilendirmek, dinleyicileri araba kullanma konusunda bilgilendirmek, bitki ya
da çiçek yetiştirme vb. Süreçlerle ilgili olarak iki ayrı tür bilgilendirici konuşma vardır. Bunlar;
dinleyicilerin bir süreci daha iyi anlamasına yönelik konuşma ve dinleyicilerin herhangi bir süreci
kendilerinin daha iyi gerçekleştirmelerine yönelik konuşma olarak ele alınabilir. Bu bir bakıma eğitimöğretim süreçleriyle de yakından ilgilidir.
Süreçlerle ilgili bilgilendirici konuşma türleri dinleyicilerin bir süreci
daha iyi anlamasına yönelik konuşma ve dinleyicilerin herhangi bir süreci kendilerinin
daha iyi gerçekleştirmelerine yönelik konuşmadır.
Olaylar Hakkında Konuşma
Sözlüklerde olay “olan ya da olacağı düşünülen herşey” biçiminde tanımlanmaktadır. Bu tanım
bağlamında şu başlıklar olaylar hakkında gerçekleştirilebilecek bilgilendirici konuşma başlık örnekleridir:
Işıklandırmanın etkileri, uyuma bozuklukları, televizyon seyretme, final sınavları, iş görüşmeleri vb.
Kavramlar Hakkında Konuşma
Kavramlar, inançları, kuramları, fikirleri, ilkeleri ve benzeri şeyleri içerir. Kavramlar objeler, süreçler ve
olaylardan daha özet bir yapı taşırlar. Bilim kavramları, film kuramı, romantizm, eğitim felsefesi, iletişim
kuramları, psikoloji ilkeleri vb. kavramlar hakkında konuşma başlığı örnekleridir. Aslında bilgilendirici
konuşma türleri bazı durumlarda benzerliklerden çok iç-içelik gösterebilir. Konuşmacı bazen süreçler
hakkında konuşurken olaylar ve kavramlar hakkında konuşmalarea kayabilir ya da onları destek olarak da
kullanabilir.
Bilgilendirici Konuşma İlkeleri
Bilgilendirici konuşmanın üç temel ölçütünü aşağıdaki sorularla belirlemek mümkündür: Bilgilendirici
konuşmada; bilgi doğru bir şekilde iletiyor mu? Bilgi açık bir şekilde iletiliyor mu? Bilgi alıcı için
anlamlı ve ilgi çekici bir hale getirilmiş mi? ölçütleri temel alınmalıdır. Bu aşamada yukarıda sıralanan
119
temel ölçütler ışığında bilgilendirici konuşmanın ilkelerini ele almak daha doğru olacaktır. Burada, pek
çok bilgilendirici konuşmada içine düşülen hatalar temel ilkeler olarak sıralanabilir:
Dinleyicinin Çok Şey Bildiğini Sanmamak
Konuşması içerisinde örneğin “reenkarnasyon parapsikolojide ele alınan konuların en önemlisidir” deyip
başka konulara geçen bir konuşmacı dinleyicilerin konuyu bildiklerini varsaymaktadır. Oysa
dinleyicilerden birçoğu konuyu bilmediğinden buraya takılabilir ve konuşmanın asıl istenen etkiyi
sağlayan bölümlerini kaçırabilir. Bu nedenle, herhangi bir konuda konuşan konuşmacıların, dinleyicilerin
bilgi yelpazesinin en alt düzeyini ölçü alması kolaylık sağlar. Her özel terimi tanımlamak, her düşünceyi
açıklamak, her kavramı belirlemek ve ulaşılan her sonucu desteklemek etkili bir konuşma yapmak
açısından önem taşır. Abrahan Lincoln’un şu sözü konuya açıklık getiricidir: “Öyle konuşunuz ki en alt
düzeydeki dinleyici sizi anlasın, kalanlar da hiç zorluk çekmesin.”
Konuyu Doğrudan Dinleyicilerle İlintilendirmek
Bilgilendirici konuşma gerçekleştiren bir konuşmacının üstesinden gelmesi gerek en temel sorun şudur:
Bir konuşmacı olarak daha en baştan dinleyicinin konuya olan ilgisini doğrudan onu konuyla
ilintilendirerek çekmek en doğrusudur. Konuşmada dinleyiciye sunulan iletinin onun için neden önemli
olduğunu ona bildirmek gerekir. Ancak, bu işlemi sadece konuşmanın girişiyle sınırlı bırakmamak,
mümkün olan her fırsatta dinleyicileri konuşmaya çekmek, konuyla ilintilendirebilmek önemlidir.
Bunların da ötesinde, hiçbir şey insanları kendileri kadar ilgilendirmez.
Çok Teknik Olmamak
Burada önem taşıyan soru bir konuşmanın çok teknik olması ne anlama geldiğidir. Bu, konunun dinleyici
için çok fazla uzmanlık gerektirmesi demektir. Her konu belli bir noktaya kadar da olsa
popülerleştirilebilir. Konuşmacı için önemli olan, sıradan bir dinleyiciye neyin anlatılıp neyin
anlatılamayacağının bilinmesidir.
Soyutlamalardan Kaçınmak
Unutmamak gerekir ki, konuşma bir roman değildir. Kaldı ki, bir romanda bile çok fazla soyutlamanın
olması biraz sıkıcı ve anlamsız kaçar. Soyutlamalardan kaçabilmenin yollarından birisi tanımlardır.
Tanımlarla sadece dışsal olaylar değil, içsel duygular da aktarılır. Bir başka yol ise karşılaştırma
yapmaktır. Böylelikle bilinen terimler kullanılarak konuşmacının konusu üzerinde dinleyicileri
yoğunlaştırmak mümkündür. Konuşmalarda karşılaştırmanın yanısıra karşıtlık gösterme yolunun da
kullanılması soyutlamadan kaçmayı, anlaşılırlığı ve akılda kalıcılığı sağlayabilir.
Düşünceleri Kişiselleştirmek
Dinleyici her zaman açık olarak dile getirmese bile, konuşmacının kendisini bilgilendirmesinin yanısıra
biraz da olsa eğlendirmesini bekler. Bu durumda hiçbir şeyin kişisel gösterimler kadar bir konuşmayı
canlı kılamadığını unutmamak gerekir. Çoğunlukla, insanların insanlarla ilgilendiği unutulmamalıdır.
İnsanlar istatistiklerden çok hikayelere tepki verir.
Bir kez daha vurgulayacak olursak, yukarıda sıralanan bilgilendirici konuşma ilkelerine dayalı
konuşma gerçekleştiren bir konuşmacı şu ölçütleri aklında tutmalı ve konuşmasını bunlara göre
şekillendirmeli ya da konuşmasını yaptıktan sonra kendini değerlendirirken bu sorular ışığında
konuşmayı tekrar ele almalıdır:
•
Bilgi doğru bir şekilde iletiliyor mu?
•
Bilgi açık bir şekilde iletiliyor mu?
•
Bilgi alıcı için anlamlı ve ilgi çekici hale getirilmiş mi?
Özel Durumlarda Konuşma
Özel durum kavramı gündelik hayatımızın tekdüze akışından farklı, belli birtakım farklı ve yüksek
noktalardır. Mezuniyet törenleri, nişan evlenme, emeklilik yemeği, ödül törenleri vb. hep özel durumlar
120
olarak ele alınır. Özel durumlarda konuşmalar diğer konuşmalardan belli farklılıklar taşır. Bu tür
konuşmalar ne tam bilgi verici ne de ikna edicidir. Özel durum konuşmaları, özel durumların özel
ihtiyaçları için şekillendirilir.
Giriş Konuşmaları
Giriş konuşmalarında genellikle asıl konuşmayı yapacak olanın takdiminin yanısıra başlık konusunda ve
bazı durumlarda o toplantının amacı konusundada bilgi verilir. Giriş konuşmasında dikkat edilmesi
gereken noktalar şunlardır: Açık olmak, girişin tam olarak doğru olmasına dikkat etmek, özel durumun
gerekliliklerine uygun olmak, giriş konuşmasının asıl konuşmacıya yol açıcı olmasına özen göstermek ve
dinleyicinin yapısını ve orada bulunma nedenlerini dikkate almak.
Sunuş Konuşmaları
Sunuş konuşmaları çoğunlukla bir kişinin bir ödül ya da hediye alacağı durumlar için yapılır. Bu tür
konuşmalar diğer konuşma türlerine görece olarak açık ve kısa olmalıdır. Başka deyişle sadece duyurum
yapmak, söz konusu kişi ile ilgili bilgiler vermek ve en çok üç-dört dakika sürecek sözler söylemek
yeterlidir.
Kabul Konuşmaları
Kabul konuşmalarının amacı bir hediye veya ödüle teşekkürleri sunmaktır. Böyle bir konuşmada, ödülü
ya da hediyeyi veren kurum ve insanlara teşekkür etmenin yanında, kazanmaya yardımcı olanları da
unutmamak önem taşır. Kabul konuşmalarının üç temel ayırtedici özelliği şunlardır: Kısa olması, alçak
gönüllü olması ve nazik olması.
Anma Konuşmaları
Anma konuşmaları kutlamalarda veya övgü amaçlı toplantılarda yapılan konuşmalardır. Ülkemizde 19
Mayıs, 29 Ekim tören konuşmaları, 10 Kasım’larda gerçekleştirilen konuşmalar vb. anma konuşmalarıdır.
Yemek Sonrası Konuşmalar
Kutlama veya toplantı amacıyla biraraya gelinen yemekler sonrasında yapılan bu konuşma türünü
tanımlamak güçtür. Öncelikle yemek sonrası konuşmalar teknik ayrıntılardan uzak ve tartışmaya yönelik
bir yapıda olmamalıdır. Bu konuşma türü dinleyici için yeni olan bilgiler taşıyabileceği gibi ikna edici
etkiler yapacak yapıda da olabilir. Ancak, eğer birtakım destekleyici malzemeler kullanılacaksa bunların
özellikle eğlendirici değer taşımasına da dikkat etmek gerekir. Yemek sonralarında izleyicilerin
nedenselliklere ya da istatistiklere dikkatini yoğunlaştırmasının güç olduğu unutulmamalıdır. Ancak,
yemek sonrası konuşmalar bu söylenenlere rağmen hafife alınmamalı, çok özenle hazırlanıp,
düzenlenmelidir.
İkna Edici Konuşma
İkna kavramı kaynağın alıcıda istendik değişiklikler oluşturmaya çalışmasıdır. Bağlı olarak konuşmanın
özel, sık karşılaşılan ve en önemli türü olan ikna edici konuşma; belli birtakım sözel tartışmalar
oluşturma, oluşturulan bu sözel tartışmaları özel ve belli dinleyicileri harekete geçirme, istendik
değişimler ortaya çıkarmak amacıyla düzenleme sanatıdır. Ancak burada üzerinde durulması gereken
noktalardan birisi sözlüklerde “ikna” karşılığında iki ayrı sözcüğe rastlamamızı ortaya çıkaran neden ve
farklılıktır. Bu sözcükler “persuasion” ve “convince” dir. Çok ayrıntıya girmeden “persuasion”da rıza
oluşturma, başka deyişle izlenen yol ve yöntemlerle hedef kişi ya da kişilerde onların konuya dair olguları
içselleştirmelerinin sağlaması ve amaçlanan noktaya kendilikleinden geldikleri algısının oluşturulması
gerekir. Ancak, yine sözlüklerde Türkçe karşılığı “ikna”olarak verilen “convince”de ise belli bir “zor”
kullanımı sözkonusudur. Örneğin sınıfta öğretmen otoritesini kullanarak öğrencilere derslerde kıravat
takmalarının zorunlu olduğu söyler. Öğrenciler de disiplin yönetmeliği gereği buna uymak zorunda
kalırlarsa burada ortaya çıkan hedeflenen davranışın sebebi “zor”dur. Oysa, belli tartışmalar oluşturarak
öğrencilerde belli bir rızanın ortaya çıkmasından sonra kıravat takma ise daha çok “persuasion” olarak
nitelendirilebilir. Bunun için ikna edici iletilerin doğru bir biçimde yapılandırılması gerekir.
121
Yukarıda verilen tanımı içerdiği ögeler bağlamında irdelemek gerekir:
•
İkna edici konuşma bir sanattır: İkna edici konuşmayı belirleyen temel beceriler açıklanabilir
ve test edilebilir olmasına rağmen, bu konuşma türündeki konuşmacı etkenliği daha çok o
kişinin yaratıcı becerilerine dayanır.
•
İkna edici konuşma bir sözel tartışma oluşturma ile ilgilidir: İkna edici konuşmacı nedenler
ve kanıtlardan oluşan sözel tartışmalar sunmak durumundadır. İnsanların her zaman mantıklı
davranamamasına karşın, konuşmacı mümkün olan en güçlü tartışmaları sunmalıdır.
•
İkna edici konuşma sözel tartışmaları özel dinleyicilerle uyumlaştırma ile ilgilidir: Her
dinleyici tekil ve her biri kendi özel kişiliklerine sahip bireylerden oluştuğu için, sözel
tartışmalar her bir dinleyici için farklı biçimde şekillenmelidir. Sonuç olarak konuşmacı
dinleyici ile duygusal olarak bağ kurmada iknanın mantık ötesi anlamlarını unutmamalıdır.
•
İkna edici konuşma amaçlı ve istendik değişimler ortaya çıkarmaya yöneliktir: Harekete
geçirici bir konuşma hemen öyle birdenbire yapılmaz. Gerçi, yapılan etkileyici ve başarılı
hazırlıksız birtakım konuşmalarla insanların bazı durumlarda harekete geçtiği de görülebilir.
Ancak, etkili bir konuşmacı öncelikle dinleyiciden nasıl bir tepki beklediğini, onları hangi
istendik değişime yönlendireceğini dikkatle düşünmelidir. Daha sonra da gerekli ve doğru
materyalleri toplayarak iletilerini biçimlendirmelidir.
İkna edici konuşma; belli birtakım sözel tartışmalar oluşturma,
oluşturulan bu sözel tartışmaları özel ve belli dinleyicileri harekete geçirme, istendik
değişimler ortaya çıkarmak amacıyla düzenleme sanatıdır.
İkna Edici Konuşma Perspektifleri
Konuşmacı Perspektifi
İkna edici konuşmada konuşmacının etkililiğinin önemli bir bölümü doğrudan konuşmacıya dayanır. Eğer
dinleyicilerin konuşmacıya güveni yoksa, konuşmacının söyleyeceği şeyler dinleyiciyi etkilemekten uzak
kalacaktır. Sonuçta kaynak ne denli güvenilirse, tutum değişikliğinin ortaya çıkma olasılığı o denli çoktur.
Bu özelliğe inanılırlık adı verilmektedir. Araştırmacılar inanılırlığın birçok boyutlarını ortaya
koymuşlardır. Burada bizim için önemli olan boyutlar konuşmacının bilgisi/uzmanlığı, güvenirliği,
kişiliği, tutumları ve sosyo-kültürel ortamdır.
•
Bilgi/uzmanlık: Bir konuşmacının yeteneği onun nitelikleri ile ilgili alandaki bilgisini kapsar.
Eğer bir kişinin bir konuda bilgisi varsa, olgular ve sayılardan eminse, iyi düşünebiliyorsa ve
düşünceleri için destekleri varsa bu kişi uzman olarak nitelenebilir. Araştırmacılar tek başına
uzmanlığın ikna edebilirliği etkilediğini göstermiştir. Dinleyicilerin konuşmacıyı daha çok
uzman olarak algılaması konuşmacıdan gelecek iletileri daha çok kabul etmesi anlamını taşır.
•
Güvenilirlik/çıkar: İkna edici iletiler dinleyicilerin kaynağı güvenilir olarak algılaması ile daha
güçlenecektir. Güvenilirlik konuşmacının zihinsel ve ahlaki özelliklerini kapsar. Dinleyiciler
dürüst, çalışkan, bağlı, güçlü ve azimli olarak algıladığı insanlara daha fazla inanma
eğilimindedirler. Dinleyicinin güvenilirlikle beraber tanımladığı özelliklerin artışı ikna
edebilirliğin artışını, azalışı da ikna edebilirlikteki düşüşü beraberinde getirir. Karakter
özelliklerine ek olarak, dinleyiciler konuşmacıları eğer iyi niyetli olarak algılarsa onları güvenilir
olarak kabul etme eğilimine girer. Bunların da ötesinde eğer konuşmacılar genel olarak
toplumun çıkarlarını, özel olarak da dinleyicilerin çıkarlarını ön plana çıkarıyorlarsa,
dinleyicilerin onlara olan güveni artacaktır. Eğer konuşmacının kendi özel çıkarlarıyla daha çok
ilgilendiği algılanırsa, konuşmacının inanılırlığı azalması kaçınılmaz olabilir.
•
Kişilik: Kişilik insanların davranışsal ve duygusal eğilimlerinin toplamıdır. Bir insanın fiziksel
çekiciliğinin yarattığı ilk etkiye bağlı olarak dinleyiciler konuşmacıya karşı olumlu ya da
olumsuz güçlü bir duygusal tepkiye sahip olur. Eğer bir kişi dinleyici tarafından çekici olarak
algılanırsa, o kişi bir konuşmacı olarak daha yüksek bir ikna edebilirliğe sahip olacaktır.
122
•
Tutumlar: Konuşmacı konuşma sırasında konuşulan konu, konuşulan kişi/kişiler, ortam ve
amaç doğrultusunda tutumlarını belirlemeli ve bağlı uygun iletişim davranışlarını geliştirmelidir.
Herhangi arkadaşlık ortamında geliştirilen iletişim konusundaki tutum ve davranışlar kişiler aynı
olsa bile bir başka ortamda aynı biçimde hayata geçirilemez.
•
Sosyo-kültürel ortam: Konuşmacının içinde bulunduğu sosyo-kültürel konum ve ortam da
belirleyicilerden birisi olarak karşımıza çıkar. Toplumsal olarak belli anlamlar atfedilen yaş,
cinsiyet, meslek ve içinde bulunulan diğer mevkiler konuşmacının inanırlık ve güvenirliğini
etkilemenin ötesinde belirler.
Dinleyici Perspektifi
İkna edici konuşmada konuşmacının etkinliğinin bir bölümünü de onun dinleyiciye karşı olan duyarlılığı
oluşturur. Etkin konuşmacılar izleyicilerin doğasını kavrar ve iletilere nasıl tepki vereceğini anlar ve
konuşmasını ona göre yapılandırır. İkna edici iletilere karşı izleyicinin tepkisi analiz edildiğinde bazı
kavramların dikkate alınması gerekir ki bunlar tutumlar, inançlar, değerler, düşünceler ve davranışlardır.
Başarılı bir konuşmanın ölçülmesi de ikna edici konuşmanın dinleyici perspektifinde ele alınır.
Unutulmamalıdır ki, bir ikna konusu ya/ya da ile sınırlı değildir. Herhangi bir dinleyici konuşmayı
dinlemeye, konuyla ilgili farklı inançları veya değişik inançlara ilişkin olan tutumları ile başlar. Burada
ölçü, iknanın ne kadar çok insanda tutum, inanç, düşünce, değer ve davranış değişikliği
gerçekleştirdiğinin sayısal verisidir.
Konuşma Perspektifi
Konuşmacının etkenliğinin üçüncü boyutu bilginin konuşmada kullanılma yoluna bağlıdır. Konuşmacılar
izleyicilerin tutumlarını etkilemek ve davranışlarını değiştirme yol ve yöntemleri üzerine yoğunlaşır. Bu
konu ile ilgili olarak ele alınması gereken kuramlar tutum değişiminin değişik perspektiflerini açıklamaya
yardımcı olurlar.
•
Tutum Değişiminde Öğrenme Kuramı Perspektifi: Belli bazı düşünce akımları insanlardaki
tutum değişimin "bir öğrenme deneyimi" sonucunda oluştuğunu ileri sürer.
•
İknaya Algısal Kuram Yaklaşımı: Konuyla ilgili bir başka düşünce akımına göre tutumlar,
ikna edici iletişimin dinleyiciler için olan anlamları tarafından etkilenmektedir.
•
İkna Konusunda Tutarlılık Yaklaşımı: Tutarlılık kuramına göre kişiler bir bireysel tutumu,
kendi inanç sistemlerindeki içsel uyumu sağlamak ve dengelemek üzere ayarlarlar. Bu kurama
göre tutum değişimi bazı olay, davranış veya olguların sistemde tutarsızlık yaratması sonucu
oluşur.
Anılan bu yaklaşım perspektifleri dışında güdüleme kuramı, beklenti-değer kuramı, temel ihtiyaçlar
kuramı gibi kuramlar da tutum değişimi ve tepki yaratılması konularında değişik görüşler ileri sürülür.
İkna Edici Konuşmada Sorumluluklar
İnsanlar diğerlerinin düşünce ve davranışlarını etkileyebilmenin büyüsüne kendilerini kaptırabilirler.
Ancak ikna gücüne sahip olmak belli birtakım sorumlulukları içerir. İnsanlar toplumun yararına veya
zararına hareket edecek şekilde inandırılabilir veya davranmaya yöneltilebilir. Tutum ve davranışları
etkileme yolunu seçenler, mutlaka bu sorumluluklarını fark etmeli ve sorumlu davrandıklarından emin
olmalıdır. Anılan sorumluluklar şöyle sıralanabilir:
Konuşmacıların Söylediklerinden Doğan Sorumlulukları
İkna edici konuşmada dinleyicilerin konuşmacıyı söylediklerinden sorumlu tutma hakları vardır.
Konuşmacının sorumluluğu iki şekilde ortadan kalkar. Birinci yol konuşmacının somut delillere
dayanmasıdır. İkinci yol ise sözü edilecek olayları dinleyicinin incelemesine sunmaktır.
Dinleyiciye Serbest Seçim İmkanı Verme Sorumluluğu
Eğer bir konuşmacı dinleyicilere gerçek anlamda bir seçim imkanı tanımıyorsa yapılan konuşma, bir ikna
etme olayından çok, bir baskı ve yönlendirme niteliği taşır. Bu tür bir sorumluluk, konuşmacının kendi
123
görüşleri ve düşüncelerini aktardıktan sonra "bunların yanısıra ................... , bunların
ötesinde ......................... " gibi bir tarzla başka görüşleri de tartışması ve bu yolla kendi görüşlerini
desteklemesi anlamını taşır.
Konuşmacının Kendisini Sınırlandırma Sorumluluğu
İlk olarak konuşmacı açık ve var olan bir tehlikeyi ifade edebilecek bir iletişimden sakınmalı, kendini bu
anlamda sınırlandırmalıdır. İkinci olarak belli bir ikna edici konuşmada konuşmacı başka birisinin kişiliği
ve karakterini zedelemekten de kaçınmalıdır. Böyle bir tavır konuşmacının izleyici karşısındaki
saygınlığını azaltır hatta yok eder. Bir başka ifade ile bu söylenenleri ikna edici konuşmanın temel etik
kuralları olarak da nitelendirmek mümkündür.
İkna Edici Konuşmalarda Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar
Bir kişi birilerini ikna etmek üzere konuştuğunda onun görevi ve amacı dinleyicinin aklını, düşüncesini
ve giderek davranışını değiştirmektir. Başka deyişle, konuşmacı dinleyicinin kendisi ile hemfikir olmasını
sağlamalıdır. Amaç bir görüşü savunmak, bir rakibi yalanlamak, bir ürün satmak veya insanları bir
konuda tepki göstermeye yönlendirmek olabilir. Bu anlamda bakıldığında ikna edici konuşma diğer
konuşma türleri arasında en karmaşık olandır denilebilir.
Hedef Dinleyici
Konuşma konusu ne olursa olsun konuşmacılar nadiren dinleyicilerin hepsini ikna etme başarısını
gösterebilirler. Bu durumda yapılması gereken konuşmacının bütün dinleyicilerin belli bir kısmına
konuşması ile ulaşmayı hedeflemesidir. İşte bu dinleyicilere "hedef dinleyici" adı verilir. İkna edici
konuşmalarda en önemli noktalardan birisi de geri bildirim(feed-back) mekanizmasının işletilerek
dinleyenlerin konuşmacıya verdikleri tepkilerin, başka deyişle konuşmacının önermelerine olan
itirazlarının cevaplandırılmasıdır. Konuşmacı ikna edici konuşmasını hazırlarken kendisini dinleyicinin
yerine koymalı ve onların olası tepkilerini kestirebilmelidir. Onları kestirebilmek ve çürütme yollarını da
bilmek gerekir. Bu anlamda ikna edici konuşmada hiç bir şeyi şansa bırakmamalıdır. Bir konuşmacı her
zaman başarılı olamayabilir. Ortam, konuşmacının sunuşu, dış etkiler, dinleyicilerin belki de
kestirilemeyen boyuttaki direnci gibi faktörler çok iyi düzenlenmiş bir konuşmayı bile bozabilir. Ancak,
eğer konuşmacı hedef izleyicisini iyi analiz etmişse ve biliyorsa, bağlı olarak iletilerini doğrudan onların
ilgileri ile uyumlaştırabiliyorsa, ikna etme amacına ulaşmada daha çok şans söz konusu demektir.
Hedef Dinleyicinin Duygularına Seslenme
Duygulara yönelme; ikna edici konuşmacının hedef dinleyiciyi gerektiğinde üzmesi, kızgın, suçlu
hissetmesini sağlaması, korkutması, neşeli, öğünçlü kılması veya nostajiye sürüklemesi ile ilintilidir.
Konuşmacı eğer belli bir olgu ve sorun konusunda dinleyicileri harekete geçirmek istiyorsa duygulara
seslenmek sadece mantıklı değil aynı zamanda gereklidir. Başka deyişle konuşma sadece kafalara değil
aynı zamanda ve belki de büyük oranda kalplere seslenmelidir. Duygulara seslenmenin uygun olmadığı
ikna edici konuşma türü bir olayın sorgulandığı konuşmalardır. Bu tür konuşmalarda ise ilgilenilmesi
gereken yönler özel bilgi ve mantıktır. Konuşmacılar dinleyenleri harekete geçirmek istediklerinde bile
duygulara seslenmeyi tam olarak kanıt sunma, kanıtlama ve nedenselliğin yerine koymamalıdır.
Konuşmacılar öncelikle konuşmalarını olgular ve mantık üzerine temellendirmelidir. Bu aynı zamanda
ahlaki ve pratik nedenlerden ötürü de gereklidir. Konuşmacılar başarıya ulaşabilmek için sorunlarını
nedensellik üzerine oturtmanın yanısıra duyguları da alevlendirmelidir.
İkna Edici Konuşma Türleri
İkna edici konuşma türleri bir bakıma iletişimin genel etkilerine benzer bir yapı gösterir. İletişimin
etkileri şu biçimlerde ortaya çıkar:
•
Alıcı/hedefin bilgi düzeyinde ortaya çıkan değişme
•
Alıcı/hedefin tutumunda ortaya çıkan değişme
•
Varolan tutumun pekişmesi
•
Varolan tutumun değişmesi
124
•
Yeni tutum oluşması
•
Alıcı/hedefin açık davranışında ortaya çıkan değişme
Bu değişmeler iletişimde ardışık şekilde ortaya çıkar. Ancak, bazı durumlarda iletişimin etkisinin daha
açık ve kolay gözlenebildiği “açık davranış değişikliği” gözlemlenmeyebilir. Bu durumda tutum
düzeyinde meydana gelen değişiklikleri tutum ölçme ölçekleri(Likert ölçeği vb.) kullanarak ölçmek ve
iletişimin etkisini bu düzeyde belirlemek söz konusu olabilir. İşte genel olarak iletişimin etkilerine bağlı
ve benzer bir biçimde ikna edici konuşma türlendirilebilir.
Var Olan Tutum ve İnancı Pekiştiren Konuşmalar
Bu tür ikna edici konuşmalar, izleyicilerin bir inanca karşı sahip olduğu taahhütlerin ve bağlılıkların zayıf
olması durumunda yapılır. Konuşma, anılan inancın zayıf olmasının yaratabileceği olumsuzlukları
gözönüne alarak destekleyici unsurları dinleyiciye aktarma amacını güder.
Bir Tutum ve İnanç Oluşturan Konuşmalar
Bu tür konuşmalar dinleyicilerin belli bir konuda açıkca beyan edilmemiş inançlarının olmaması halinde
yapılır. Özellikle toplumu ilgilendiren ve o ana kadar farkına varılmamış birtakım konular bu tür
konuşmalarda işlenebilir. Örneğin atık kâğıtların tekrar kullanımının çevre korumasındaki etkilerinin
anlatılması yoluyla çevre korumanın önemi konusunda bir inanç yaratma çabası inanç oluşturan ikna
edici konuşma türüne örnek olarak verilebilir.
Bir Tutum ve İnancı Değiştirmeye Yönelik Konuşmalar
Bu tür konuşmalar dinleyicilerin herhangi bir konuyla ilgili olarak konuşmacıdan farklı inançlara sahip
olması durumunda yapılır. Konuşmanın etkiliğine, hazırlığa, yönteme, destekleyici malzemeye, en
önemlisi konuşmacının inanılır ve güvenilir olmasına ve dinleyicilerin inanç derecelerine bağlı olarak
değiştirme çabası başarılı olabilir.
Dinleyicileri Bir Harekete Yönlendiren Konuşmalar
Bu tür konuşmalar ise konuşmacının dinleyicileri belli bir konuda belli bir amaca yönelik olarak harekete
geçirmek istediği durumlarda yapılır. Bu türde yapılandırılan konuşmalarda konuşmanın bir bölümünün
hedef dinleyicilerin inançlarını değiştirme ya da yeni inanç oluşturmaya ayrılabilmesine karşın
konuşmanın önem verilmesi gereken kısım dinleyicileri harekete geçirmeye yönelik olmalıdır.
DİNLEME BECERİLERİ
Çok önem taşımasına karşın, dinleme insanlar tarafından yanlış anlaşılmakta ya da daha doğru bir deyişle
dinleme becerisinin ne olduğu ve dinlemenin nasıl gerçekleştirilmesi gerektiği olması gereken biçimiyle
bilinmemektedir. Bu da iletişimi doğrudan etkilemektedir. Dinleme ile ilgili olarak üç kavram önem
taşımaktadır.
Dinleme İşitme Değildir
Dinleme süreci ses dalgalarının kulak zarına çarpıp titreşimlerle beyne iletilmesidir. İnsanın işitme engeli
yoksa istesek de istemesek de işitme gerçekleşir. Oysa dinleme otomatik değildir. Bazen işitiriz ama
dinlemeyiz. Bazen de kasten dinlemeyiz ve bazı şeyleri dinlemekten kaçınırız. Başka deyişle, dinleme
gelen seslerin, iletilerin kodaçımının yapılması ve anlamlandırılması ile ilişkili iken, işitme sadece ses
dalgalarının belli işitme düzenekleri ile beyne iletilmesinden ibarettir.
Dinleme gelen seslerin, iletilerin kodaçımının yapılması ve
anlamlandırılması ile ilişkili iken, işitme sadece ses dalgalarının belli işitme düzenekleri
ile beyne iletilmesinden ibarettir.
125
Dinleme Becerisi Doğal Değildir
Bazı insanlar dinlemenin nefes almak kadar doğal olduğunu düşünürler. Oysa ki bu doğal değildir.
Dinleme becerisi konuşma, yazma ve okuma gibi öğrenilir, sonradan kazanılır. Çoğunlukla dinleme, birisi
konuşurken ses çıkarmamakla özdeş tutulur. Oysa gerçekten dinleme yapmak zor, karmaşık ve
öğrenilmesi gereken bir işitme boyutudur. Kurallara uygun dinleme bu işi bilen az sayıda insan tarafından
hayata geçirilmektedir.
Bütün Dinleyiciler Aynı İletiyi Almazlar
Konuşmacı bir iletiyi doğru ilettiğini zannederken karşısındaki insanların söylediklerini farklı
anlamlandırdığını görebilir. Bunun nedeni her insanın yaşamında farklı deneyimlere sahip olmaları ve
söylenenleri kendi görüş açılarını temel alarak yorumlamalarıdır. İletişim bilimi terimleri ile ifade
edilecek olursa; her insanın referans çerçevesi(frame of reference) birbirinden farklıdır ve insanlar maruz
kaldıkları iletileri referans çerçeveleri doğrultusunda yorumlayarak farklı anlamlandırır. İnsan
ilişkilerinde etkili olabilmek için önce ilişki içinde olunan insanın hangi görüş açıları (paradigmaları)
aracılığıyla iç ve dış dünyasını anlamlandırdığını öğrenmek ve keşfetmek önemlidir.
Dinleme sürecinin belli bir takım basamaklarla gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Bu basamaklar;
•
İşitme
•
İletiye odaklanma
•
İdrak (anlama) ve yorumlama
•
Çözümleme ve değerlendirme
•
Cevaplama
•
Hatırlama
biçiminde sıralanabilir.
Sizin konuşmanızı dinleyenlerin sizin iletiniz aynı olduğu halde
bunları farklı biçimde algılamaları mümkün müdür? Eğer öyleyse siz bunu bir tür iletişim
engeli olarak düşünürmüsünüz? Bunu gidermek için ne yapılmalıdır?
Nasıl Dinliyoruz?
İnsanların dinleme eylemini nasıl gerçekleştirdikleri aynı zamanda dinleme türlerini de oluşturur. Süreç
içerisinde her biri aslında birer dinleme engeli niteliğine bürünen ve iletişim sürecinde gürültüye dönüşen
dinleme türleri şunlardır:
Görünüşte Dinleme: Konuşan kişiyi dinliyormuş gibi görünüp, dinleyenlerin kafalarındaki başka
şeylerle ilgilenmeleri durumudur.
Seçerek Dinleme: Bazı insanlar konuşmanın sadece kendileri ile ilgili kısımlarını seçerek dinler, diğer
söylenenleri ihmal ederler.
Saplanmış Dinleme: İçinde bulunulan toplumsal yapılanmalarda duygusal yönden saplantılı bazı
insanların olduğu bilinir. Bu insanlar sürekli olarak belirli bir duygusal tonu taşımak ister ve ne söylenirse
söylensin ondan üzülecek, sıkılacak bir şey bulmaya ya da gülünecek bir espri çıkarmaya çalışırlar.
Savunucu Dinleme: Bu tip dinleyiciler, ne duyarlarsa duysunlar her söyleneni kendilerine yöneltmiş
bir saldırı olarak saptar ve hemen savunmaya geçerler. Bu savunmanın yapılandırılması süreci de
söylenen diğer şeylerin hiç dinlenmemesine yol açacaktır.
Tuzak Kurucu Dinleme: Bu tür dinleyiciler hiç seslerini çıkarmazlar, çünkü bunlar dinledikleri
bilgilerden yararlanarak karşısındakini zor duruma sokacak fırsatlar ararlar.
Yüzeysel Dinleme: Bu tür dinleme özelliğine sahip kişiler konuşanın kullandığı kelimelerin yüzeyinde
kalır. Asıl altta kalan anlama ulaşamazlar ya da ulaşmaya çabalamazlar.
126
Niçin Dinlemiyoruz?
Burada öncelikle dinleme hakkında yaygın olarak yapılan birtakım yanlışlıkları sıralamak gerekir:
•
Dinleme benim problemim değil!
•
Dinleme ile işitme aynı şeydir!
•
İyi okuyucular iyi dinleyicilerdir!
•
Daha zeki insanlar daha iyi dinler!
•
Dinleme becerisi yaş ilerledikçe artar!
Oysa yaş ilerledikçe;
•
Başkalarını dinlememe öğrenilir ve bu yöndeki eğilim artar.
•
Konuşanı dinlemek yerine ne söyleyeceğini düşünme eğilimi artar
•
Dinlenilmesi gereken yerde konuşma eğilimi artış gösterir.
•
Söylenenleri duymak yerine duyulması beklenenleri duyma eğilimi artar.
•
Not paying attention
•
Dikkat azalır ya da dikkat etmeme eğilimi artar. (kaygılar, önyargılar, ben-merkezcilik ve
basmakalıp yaklaşımlardaki artışnedeniyle)
•
Dinleme becerilerini öğrenmek zordur.
Yukarıda sıralanan yanlışlar aslında birçoğumuzun pek de farkında olmadan bir tür ön-kabul gibi
uyguladığı ve gerçekte de son derece yaygın durumlardır. Aslında “dinleme eğitimi” eksikliğini bu
durumun temel nedeni olarak ele almak mümkündür. Unutulmamalıdır ki; işitme fiziksel, doğal ve
edilgen bir süreçtir. Oysa dinleme fiziksel olduğu kadar zihni, etkin, öğrenilen bir süreç ve bir beceridir.
Dinleme zordur ve kişilerin dinleme süreci içerisinde bilinçli olarak yer almak gerekir. Aslında günün
büyük bir bölümünde insanlar zamanlarını dinlemekle geçirir. Ancak, evde, okulda, toplantıda, iş yerinde,
televizyonda ve radyoda dinleme tam olarak gerçekleşecek olsa belki de insanların sinir sistemi bozulur.
Buna bağlı olarak sinir sistemi bir anlamda kendini korumak için dikkati her zaman sözlü iletiler üzerine
yoğunlaştırmaz. Bir başka neden de, insanların dakikada 600 kelimelik bir konuşma hızına kadar
ulaşabilmesidir. ancak dinleyenler bunun sadece 100-140 kelimesini anlayabilir. Bu demektir ki 15
dakikada 9000 kelimesini söylenebiliyorsa bunun 6900 kelimelik kısım insanların zihninde boş kalmakta,
en çok 2100 kelime tam olarak anlaşılabilmektedir. İyi bir dinleyici olan, dinlemeyi doğru yapan kimseler
bu boş zamanı konuşanın “neyi” ve “niçin” demek istediğini düşünerek kullanırlar.
Dinleme ve Anlama
Yapılan araştırmalar dinlemenin insanı mutlaka anlamaya götürmediğini ortaya koymuştur. Bazı
durumlarda insanlar bütün dikkatlerini verdiği halde bazı şeyleri tam anlamıyla anlamadıklarını fark eder.
İletişim sürecinde alıcı konumundaki dinleyenlerin dinlediğini tam olarak anlayabilmesi ya da bunu
gösterebilmesi için konuşma sürecinin en önemli ögelerinden biri olan geri-bildirim ögesinin işe
koşulması gerekir. Yüz yüze iletişimde yansıma mutlaka vardır. Geri bildirim ögesini kullanarak
dinlemenin anlamaya o denli büyük katkısı vardır ki bu davranışa “aktif dinleme” denilir.
İletişim sürecinde alıcı konumundaki dinleyenlerin dinlediğini tam
olarak anlayabilmesi ya da bunu gösterebilmesi için konuşma sürecinin en önemli
ögelerinden biri olan geri-bildirim ögesinin işe koşulması gerekir.
Dinleme Düzeyleri
•
Dalgın gözle bakma
•
Otomatik tepki verme
127
•
Son kelimeleri yineleme
•
Sorulara cevap verme
•
Başka kişiye söyleme
•
Birilerine öğretebilme
Bu dinleme düzeyleri olumsuzdan olumluya doğru sıralanmıştır. En olumsuz olarak
değerlendirilebilecek “dalgın gözlerle bakma” düzeyi dinleme türlerinden görünüşte dinlemeye karşılık
gelebilir. Diğer düzeylerde dikkatin giderek arttığı ve basamaksal olarak dinleme gereklerinin başka
deyişle daha sonra ele alınacak aktif dinlemenin artarak daha fazla yerine getirildiğini söylemek
mümkündür.
İnsanlar Neden Dinlemez?
•
Konu ilgilerini çekmez
•
Kendi kendilerine konuşurlar
•
Kaynak tarafından beden dili uygun kullanılmaz
•
Göz teması eksiktir
•
Konuşmak için beklerler
•
Kişisel savunmaya çekilirler
Kuşkusuz insanların dinlememelerininin sebepleri arttırılabilir. Örneğin ortamdan, konuşmanın
gerçekleştirildiği zamandan kaynaklanan başka sebepler de dinlemeyi tkileyebilir. Hatta insanların
psikolojik durumları, alık-tokluk, bedenden kaynaklanan bazı sorunlar da dinlemeyi etkileyebilir. Başka
deyişle “iletişimin istendik biçimde gerçekleşmesini engelleyen her tür etmen” olarak tanımlanan
gürültünün bütün boyutları da dinleme engeli olarak sayılmalıdır.
AKTİF DİNLEME
Aktif dinlemenin anlaşılması gerçekleştirilebilmesi için yapılması ve bilinmesi gereken bazı önemli
noktalar bulunmaktadır. Çünkü iletişimde amaçlanan etkinin ortaya çıkması dinlemeye bağlı olarak
ortaya çıkarken, iletişim sürecinin devamlılığını büyük oranda aktif dinleme ile hayata geçirmek olasıdır.
Yardımcı Olmak İçin Dinleme
Bir kişi değer verdiği, hoşlandığı ya da sevdiği birine onun sorunlarını çözmede yardımcı olmak ister.
Onun için çoğu kişinin “dert ortağı”, “yakın dostu” vardır. Anne, baba, kardeşler ve akrabalar hep bize
yardımcı olmaya çalışırlar. Dinlemenin bir kimsenin sorununu çözmede nasıl yararlı olacağını
anlayabilmek için, önce bir kimsenin onun kendisinden başka kimsenin çözemeyeceğinin kabul edilmesi
gerekir.
Soru ve Sorunlara Verilen Cevap Türleri
Sorunları çözmek için dinleyicinin verdiği cevaplar, nasıl bir dinleme davranışının gerçekleştirildiğini ve
soruna ne tür bir yaklaşımın gösterildiğini belirtir. Aslında tek başlarına ele alındıklarında dinleme
davranışlarının hiç birisi tam olarak “iyi” ya da “kötü” değildir. Ancak dinleme davranışlarının genellikle
uygun olmayan durumlarda kullanıldığı görülür. Daha doğrusu, bir kişi belirli bir cevap tarzını ya da
yaklaşım biçimini bütün durumlarda kullanma eğilimini gösterir. Oysa, her dinleme davranışının
gerektirdiği belirli, uygun bir zaman, yer ve konu vardır. Önemli olan da, bu zamanı ve durumu kavrayıp
bu bilinç içinde cevap verebilmektir.
Yargılama
Konuşma ve dinleme konusunda yargılayıcı yaklaşım ve konuya ya da konuşmacıya karşı sahip olunan
birtakım ön yargılar, söz konusu davranışı ya da düşünceyi belirli bir yönde değerlendirir. Yargı olumlu
olabilir: “İyi bir fikir”, “Şimdi doğru iz üzerindesin” gibi; veya olumsuz olabilir: “Böyle bir tutumla sen
hiçbir sonuca ulaşamazsın” gibi. Değerlendirme ister olumlu, isterse olumsuz olsun, şöyle bir kanı oluşur:
128
“yargılayan kişi, yargılanandan belirli yönlerden daha üstün olduğu için konuşmanın davranışını olumlu
ya da olumsuz yönde değerlendirebilmektedir.” Yargılayıcı durum karşısında olduğunu anlayan kişi ise,
belli süre sonunda savunucu duruma geçer ve kendini iletişime ya da en azından geri bildirim almaya
kapatabilir. Bazı durumlarda da dinleyicinin dile getirdiği gerçek sorununu dinleyerek, özünde yanlış bile
olsa dinleyicinin onaylayabileceği biçimde konuşmaya başlar. Bu tür konuşma kişinin gerçek sorununa
bir çözüm bulmasını önleyecektir.
Çözümleme
Karşısında konuşan kimseyi çözümleyen dinleyici, konuşanı konuşandan daha iyi bir biçimde kendisinin
anladığını ima eder. “Bence seni rahatsız eden şey...” ya da “söylediğin bu ama, gerçekten düşündüğün...”
gibi cümlelerle başlayan çözümlemelerde, dinleyici sanki konuşanın kafasını okur. Dinleyici karşındaki
kişiyi çözümlediğinde ilk sorunu ortaya çıkarmış olur: Herşeyden önce, yapılan çözümlemenin doğru
olduğuna ilişkin dinleyicinin elinde pek de geçerli kanıt yoktur. Yapılan yorum, konuşmacının kafasını
daha da karıştırabilir. İkinci olarak, yapılan çözümleme doğru bile olsa, bunu söz konusu kişiye
söylemenin her zaman bir yararı olmaz. Çünkü yoruma muhatap olan asıl konuşmacı, büyük bir olasılıkla
savunucu bir duruma geçer.
Soru Sorma
Soru sormak, karşıdakinin ne düşündüğünü daha iyi anlayabilmek için sık kullanılan bir yoldur. Fakat
soru sormanın, çoğu kez, karşıdakinin düşüncelerini yönlendirmek için kullanıldığı da bir gerçektir.
Kişilerin ya öğretmenleri, anne veya babaları ya da başka bir otoriteyi onları belirli bir yöne götürmek,
sonra da kıskıvrak yakalamak için sorular sorabildiği bilinir. Bu durumda soru sormak bir strateji olarak
ortaya çıkmıştır. Soru sormak ya da yorum yapmak için uygun zamanlar şunlar olabilir: Önemli bir
cümleyi açmak istediğinizde, konuşan kişi, dikkat etmesini istediğiniz önemli bir şeyler söylediğinde,
daha fazla açılması gerektiğini düşündüğünüz bir konu olduğunda, konuşmacıya karşı olmanın önemli
olduğunu hissettiğinizde, konuşmacının onaylanmasının önemli olduğunu hissettiğinizde. Ayrıca, soru
sormak için uygun olmayan zamanlar da vardır. Konuşmacı önemli bir düşünce sürecinin ortasındayken,
konuşmacı çok güçlü duygularını paylaşırken, konuşmacı bir şeyler düşünmekteyken, konuşmacı tam bir
atılım yapmak üzereyken, konuşmacı sizi şoke edecek ya da nefret edeceğiniz bir şeyler söylediğinde,
konuşmacı, kontrolü dışında ağlaması gibi güçlü duygular deneyimlerken.
Rahatlama-Rahatlatma
Bazı durumlarda kişinin biraz cesaretlendirmeye, biraz desteklenmeye ve rahatlatılmaya gereksinimi
vardır. Böyle zamanlarda o kişiye destek olmak, onu rahatlatmak iletişimin sağlıklı gelişmesi açısından
yararlı olabilir. Ancak bu, rahatlatıcı davranışın her zaman ve her yerde yararlı olacağı anlamına gelmez.
Bazı durumlarda rahatlatıcı davranış gösterme karşıdakine yararlı olmayabilir. Belirli bir konuda
bunalmış bir kimseye “Boşver”, “Yorma kafanı böyle şeylere”, demek ya da neşesi yerine gelsin diye işi
şakaya boğmak, dinleyenin onun sorunlarını ciddiye almadığı ya da konuşmacının içinde bulunduğu
durum karşısındaki duygu ve düşüncelerinin doğal olarak kabul edilmediği izlenimini verir.
Aktif (Etkin) Dinlemenin Üstünlüğü
Kısacası yukarıda ele alınan yöntemler ışığında iletişimin doğru biçimde sürmesi bakımından yararlı
olabilecek dinleme davranışı aktif dinlemedir. Bu tür dinlemede dinleyen geri bildirim sürecini devamlı
olarak kullanır. Aktif dinleme tutumu içindeki dinleyici, bu davranışı ile konuşana anlattığı ile ilgilendiği,
onun sorununu gerçekten dinlediği izlenimini verir. Bu tekniğin, çoğu kez, konuşana diğer dinleme
davranışlarından daha yararlı olduğu ve konuşanın kendi sorunlarını daha iyi anlamasına yol açtığı
gözlemlemiştir.
Aktif dinlemenin daha yararlı oluşunun nedenleri üç noktada toplanabilir. Herşeyden önce,
dinleyenin, konuşanı gerçekten anlamak amacıyla bütün dikkatiyle dinlemesi ve bunu göstermesi ona
büyük bir huzur ve güven sağlar. Konuşan bu huzur ve güven ortamı içinde kafasındakini olduğu gibi
ortaya koymaktan çekinmez. Aktif dinlemeyi sürdüren dinleyici ise konuşanın sorunlarına hemen bir
çözüm bulmakla yükümlü olmadığı için konuşanı daha rahatlıkla anlamaya çalışır; kendini hemen bir
cevap bulmakla, bir çözüm getirmekle sorumlu hissetmez.
129
Aktif dinlemenin ikinci üstün yanı örtük anlamları ortaya çıkarmak için iyi bir olanak sağlamasıdır.
İnsanların sorunlarını, düşüncelerini ve duygularını çoğunlukla simgesel bir biçimde ve bazen yan
anlamlara dayanarak ortaya koydukları bilinir. Aktif dinleme bunun açık ve daha kolay anlaşılmasını
sağlayacaktır.
Aktif dinlemenin üçüncü üstün yanı, bir kimseyi iyi tanımaya olanak vermesidir. Aktif dinleme, söz
konusu kişinin kendisini sizinle paylaşmasına yol açabilir. Böylece, daha sağlam temeller üzerinde
kurulmuş iletişim ve toplumsal ilişkiler doğar. Ancak her zaman aktif dinleme kullanılmaz ya da buna
ihtiyaç duyulmaz. İnsanlar kendilerini bir kimseye yardım etmeye ve o kimsenin sorunlarını çözmeye
yönelmiş hissettiğinde asıl aktif dinleme zamanı gelmiş demektir.
Aktif dinleme yapmak, dinleyicinin kulağına çarpan sözcükleri “işitmesi” değil, karşılıklı bir
etkileşimdir. Dinleyen kişi, karşısındakinin ihtiyaçlarıyla ilgilidir. Onun duygularını ifade etmesini
sağlamalı, kendi çözümünü bulmasına yardımcı olmalıdır. Aktif dinleme, iletişimdeki “gürültüyü”
azaltma ve iletiyi tam ve doğru olarak alma etkinliği/becerisidir. Ancak aktif dinleme, sadece iletiyi
almakla sınırlı değildir. Aynı zamanda aktif dinleme,“iletinin alındığını” karşı tarafa bildirmeyi de içerir.
Aktif dinleme; konuşan kişiyi mutlaka yüzüne bakarak ve doğrudan göz teması kurarak dinlemeyi, uygun
aralıklarla başımızı sallayarak “evet”, “anlıyorum” gibi ilgi gösteren kısa yansımalar vermeyi ve daha
uzun aralıklarla karşımızdaki kişinin söylediğinden ne anladığımıza dair bir cümleyi tekrarlamayı
gerektirir.
Ayrıca aktif dinleme için; dinleme sırasında anlaşılamayan sözlerin açıklanması istenmeli, açımlayıcı
sorular sorulmalı, ama soruların yönlendirici olmamasına özen gösterilmeli,yapılan açıklama tatmin edici
olduğunda, bu durum hakkında konuşana yansıma verilmelidir. Sadece sözlerin dinlenmesiyle
yetinilmemeli, sözel olmayan davranışlara da dikkat edilmelidir. Unutulmamalıdır ki; söz yalnızca
iletişimin %10’unu açıklar: “Ne söylendiği kadar, nasıl söylendiği de önemlidir.”
Etkin (Aktif) Dinleme Engelleri
Aktif dinlemenin birçoğu iletişim gürültülerinden kaynaklanan ya da onlara bağlı olarak söz konusu olan
birtakım engelleri söz konusudur. Bunları aşağıdaki biçimde sıralamak mümkündür:
•
Çevresel Engeller
•
Fizyolojik Engeller
•
Psikolojik Engeller
•
Seçici Dinleme
•
Olumsuz Dinleme Tutumları
•
Kişisel Tepkiler
•
Kötü güdülenme
Aktif dinleme konusundaki söz konusu engellerin bazen birisi bazen eşanlı olarak birkaçı birden söz
konusu olabilir. Kuşkusuz bunlardan tamamen arınmak zordur. Ancak yine de eğer amaç iletişimin
olması gerektiği biçimde hayata geçmesi ise; dinleyen de çaba göstermeli, kaynağı çabasıyla başbaşa
bırakmaması gerekir.
Bu aşamada aktif(etkin) dinleyici olabilmek için neler yapıması gerektiğini de ele almak gerekir.
Nasıl etkin dinleyici olunur?
•
Dinleme Hakkında Ne Düşünüyorsun?
•
Dinlemenin karmaşıklıklarını anlamak
•
Dinlemeye hazırlanmak
•
Durum ve şartları ayarlamak
•
Fikirler veya anahtar noktalar üzerine yoğunlaşmak
•
Sürat farklılıklarını aktifleştirmek veya uyumlaşmak
•
Öğrenme için araçları düzenlemek ve hazırlamak.
130
•
•
Dinleme Hakkında Ne Hissediyorsun?
•
Dinleme isteğine sahip olmak ya da bunu geliştirmek.
•
Yargılamayı geciktirmek
•
Önyargıları kabul etmek.
•
Alakasız konulara “takılmamak”.
•
Anlamak için sorumlulukları kabul etmek.
•
Konuşmacıyı konuşmaya ya da konuşmanın devamına özendirmek, yüreklendirmek.
Dinleme İle İlgili Ne Yapıyorsun?
•
Konuşmacı ile göz teması kurun!
•
Etkin biçimde notlar alın!
•
Dinlerken fiziksel olarak da ilginizi gösterin!
•
Olumsuz ve yapmacık tavırlardan mümkün olduğu kadar kaçının!
•
Vücudunuzun dinlemeyle ilgili kaslarını çalıştırın!
Dinlemenin Değeri
İletişim sürecinin olması gibi işlemesinin tamamlayıcı parası olmasının yanısıra genel olarak toplumsal
bir varlık olarak insan için dinlemenin değeri konusunda şu yargıları da akılda tutmak gerekir:
•
Başkalarını dinlemek zarif ve zevkli bir sanattır.
•
İyi bir dinleme kibarlık ve iyi bir tavrı yansıtır.
•
Üstlerin yönergelerini dikkatle dinlemek yetenek ve performansı geliştirir.
•
Kötü dinleme becerileri işte, görevlerde ve toplumsal ilişkilerde iletişim kazaları sonucunda
ortaya çıkabilecek “felaketlerle” sonuçlanabilir.
•
İş hayatında iyi dinleme becerisi çalışanların mağduriyetlerini belli anlamda ortadan kaldırabilir.
•
İyi dinleme becerisi toplumsal ilişkileri ve diyalog yolunu geliştirip güçlendirebilir.
•
Dinleme edilgen ve olumsuz bir aktivite olmaktan çok olumlu bir aktivitedir.
Etkin Dinleme Ne Sağlar?
•
Karşıdaki kişiyle etkin iletişim kurmayı sağlar.
•
Yargılanmadığını fark eden kişi, iletişimin başlangıcında söylemeyi düşündüğünden fazlasını
söyler.
•
Karşı tarafın kendini daha kolay ifade etmesini sağlar.
•
Kişinin konuyu daha açık anlatmasını, daha yakın bir ilişki kurulmasını sağlar.
•
Konuşmacının anlaşılıp anlaşılmadığını kontrol etmesini sağlar.
•
Karşıdaki kişiye destek olmayı sağlar,
•
Konuşulan konuya yoğunlaşmayı sağlar,
•
Karşıdaki kişi, “anlaşıldım” duygusu yaşar, o da dinlemeye ve anlamaya hazır hale gelir,
•
Dinleyen kişi kendisiyle ilgili sorunların farkına varabilir ve bunlara çözüm bulabilir.
Bazı Dinleme Engelleri
Dinlemenin sağlıklı biçimde gerçekleşmesini engelleyen ve bazen dinleyenin kontrolünde olmayan bazı
engeller söz konusudur. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür:
131
•
Fiziksel engel ve rahatsızlıklar
•
Düşünce hızı
•
Önyargılar
•
Bölünmeler
•
Konuşanı suçlamaya yönelme davranışı
İYİ BİR DİNLEYİCİ OLMAK İÇİN YAPILMASI GEREKENLER
İyi bir dinleme davranışı gösterebilmek için yapılması gerekenler şu şekilde sıralanabilir:
•
Dinleyici her şeyden önce kaynağın aktarmak istediklerini ya da anlamak, bilmek, öğrenmek
istediği temel iletiyi saptamalıdır. Başka deyişle, dinleyici kaynaktan gelen türlü iletiler arasında
hangisini seçeceğini bilmelidir.
•
Dinleyici yalnızca bakışları, baş sallaması, jest ve mimikleriyle dinler gözükmemeli ya da
kaynaktan gelen iletilerin yüzeyinde kalmamalıdır. Konuşmayı yapanın aktarmak istediği duygu
ve düşünceyi kavramaya çalışmalıdır.
•
Kaynağın, konuşanın, verdiği ileti onun yüzüne hatta gözlerine bakarak izlenmeli, sözleri,
mimikleri, hareketleri bir bütün olarak algılanmalı ve çözümlenmeye çalışılmalıdır.
•
Dinleyici karşınızdakini dinlerken zaman zaman sözlü olarak, onun konuşma akışını
bozmayacak biçimde, “Anlattıklarınızı dikkatle izliyorum”, “Anlamak için dikkat ediyorum”
biçiminde geri bildirim sağlayacak bilgiler vermelidir. Zaman zaman bunu baş, boyun, göz ya da
el hareketleriyle de ortaya koyabilir.
•
Kaynağın bilgi aktardığı, ileti verdiği süre içinde dinleyici olarak kalınmalıdır. Yalnız,
kaynaktan gelen iletilerde çözülmeyen bölümler varsa, “Ben bu söylediklerinizi böyle anladım
ya da yorumladım” biçiminde sözlü yansımadan yararlanıp sorular sorulabilir.
•
Kaynağın aktardığı bilgi, ortaya koyduğu öneriler bittikten sonra cevap verilmesi gerekiyorsa, bu
sürecin de işletilmesi gerekir. Eğer dinleyen aktarılan bilgi ve önerileri benimseyip kabul ediyor,
paylaşıyorsa ya da tersine kabul etmiyor ve paylaşmıyorsa bu durumu da açık seçik
belirtmelidir.
•
Kaynağın, konuşanın aktardığı bilgiyi, verdiği iletiyi nasıl anlayıp çözdüğünü dinleyici önce
kendi kendine sormalı; bu bilgi ve iletileri kendine göre yorumlamamalıdır.
•
Söylenenlerin anlamına ilişkin olarak dinleyicide kuşku ve duraksama olmamalıdır. Dinleyenin
anlamını kendine göre yorumladığı sözcükler varsa, konuşmacı bu sözcüğü kullanırken hangi
anlamı verdiğini ve hangi bağlamda kullandığını açıklamaya yönlendirilmelidir.
•
Dinleyici karşısındakini dinlerken alay eden, küçümseyen, küçük düşüren, kötüleyen mimikler,
jestler ya da sözcükler kullanmaktan özenle kaçınmalıdır.
•
Kaynağın, konuşanın açığını yakalama, kişiliğinin gücünü, üstünlüğünü göstermek amacıyla
tuzak kuran bir dinleyici olmaktan kaçınılmalıdır. Etik anlamda dinleyici, iletişim süreci
sırasında karşındakinin bir açığını, bir çelişkisini yakalasa bile hemen üzerine gitmemelidir.
•
Aynı şekilde dinleyici kaynaktan gelen tüm iletileri kendisine yöneltilmiş bir saldırı olarak kabul
etmemeli ve hemen savunmaya geçmemelidir.
•
Daha önce de açıklandığı gibi, anılan türdeki iletişim yapılanmaları kaynakta ya da alıcıda
kaçma ya da saldırma biçiminde davranışlara dönüşecek ve savunma düzenlerinin işlerlik
kazanmasına yol açacaktır. Kendisine saldırıldığını anlayan kaynak, dinleyicinin durumuna,
rolüne, kendisinde bunlara ilişkin olarak oluşmuş değişmez davranış kalıplarına göre ya iletmek
istediği bilgiyi, gerçek sorunu gizleyecek, dinleyenin beğenisini kazanmak amacıyla iletişimi
sürdürecek ya da o da karşı saldırıya geçecek, alıcının kişiliğini hedef alan kırıcı, aşağılayıcı
sözlü ve sözsüz iletiler verecektir.
132
İyi bir dinleyici olabilmek için ek olarak ayrıca dinlerken;
a. Susun
b. Konuşanı rahatlatın
c. Dinlemek istediğinizi gösterin
d. İlgi duyduğunuzu gösterin.
e. Karşı çıkmak yerine anlamak için dinleyin.
f. Dikkat dağıtıcı öğeleri uzaklaştırın.
g. Anahtarlık, kalem sallamak, kağıtları karıştırmak gibi dikkat dağıtıcı davranışlardan kaçının.
h. Yargılayıcı olmayın.
i. Eleştirici ve tartışmacı bir tutumdan kaçının. Bu konuşanı savunucu olmaya yöneltir ve
öfkelendirir.
j. Karşınızdaki kişiye “empati” gösterin
k. Önemli bilgiye işaret eden ipuçlarına dikkat edin.
l. Konuşmacıya zaman tanıyın
m. Sözünü kesmeyin, kendisini ifade etmesine imkan verin.
n. Öfke ve diğer olumsuz duygularınızı kontrol edin.
o. Kızgın bir insan çoğunlukla karşısındakini yanlış
tepkiler verir. Bu sebeple hemen karşılık vermeyin.
anlar ve kendini güç durumda bırakacak
p. Soru sorun. Soru sormak ilgi duyduğunuzu gösterir ve konuşmayı sürdürmek konusunda
cesaretlendirir.
q. Not alın.
Dinleme becerilerinizi geliştirmek için neler yapmak gerektiğini
düşünürsünüz?
KONUŞMANIN KALICILIĞINI SAĞLAYAN BOYUT YAZI
İnsanlık tarihinin ilk dönemlerinden bu yana kullanıldığı bilinen ve anlaşılan konuşmanı en önemli engeli
kalıcılığı ve saklanabilirlik konusundaki sorunudur. Kuşkusuz insanlar duydukları şeyleri hafızalarında
saklayabilirler. Ancak belleklerindekileri başkalarına aktarırken kaçınılmaz olarak kendi bağıntı
çerçevelerinin(referans çerçevesi-frame of reference) süzgecinden geçirerek ve yorumlayarak diğer
insanlara aktarabilirler. Oysa yazı “anlamlarında uzlaşılmış ve denem bilgilerin yerine konmuş
belirticiler” olarak tanımlanabilecek sembolerin başka deyişle yazılı kelimelerin belli ortamlarda (kağıt ve
bağlı olarak kitap, dergi vb.)uzun süreli olarak ve değişmez bir şekilde saklanabilmesi ve daha sonra
okuyan kişilerin aynı kelimeleri aynı biçimde anlaması ile birlikte sözlü iletişimin en önemli engelini
ortadan kaldırmıştır. Çok basit olarak yazı TDK sözlüklerinde “düşüncenin belli işaretlerle tespit
edilmesi” şeklinde tanımlanmaktadır.
Dil’in yazıya dönüşmesiyle, ya da dilden dile, nesilden nesile aktarılan birtakım anlatımlarla insanlar
geçmişi de öğrenirler. Bunun yanı sıra, dil toplumdaki soyut ve somut kavramları içerip insanların
anlaşmalarına, geçmişi öğrenip, düşünerek gelecek hakkında yorum ve tasarım yapmasına imkan verir.
Buna bağlı olarak kültürün özel ve ayrıcalıklı yönlerini topluma sağlarken, kültürler arası farklılaşmaya
da sebep olur. Yazının bulunması insanlık tarihinin en büyük sıçraması olarak kabul edilebilir. Yazıdan
önceki dönemlerde kuşaklar arası söze dayalı bilgi aktarımı mevcutken; bu, insanlığın en büyük buluşuyla
birlikte, mevcut bilgilerin yeni kuşaklara aktarımı çok daha sağlıklı şekilde gerçekleşmiş, böylece insanlık
yazıdan sonra her alanda çok büyük gelişmeler göstermiştir. Yazının koruyucu özelliği aynı bilgi, beceri
ve tecrübelerin tekrar tekrar üretilmesinin önüne geçerek, eski bilgi, beceri ve tecrübelerin üzerine
yenilerinin eklenmesine imkan sağlamıştır.
133
(http://turkoloji.cu.edu.tr/DILBILIM/murat_ozbay_bilim_kultur_aktaricisi_olarak_yazi.pdf)
Buna bağlı olarak yazı ve yazılı iletişim, insanın zaman ve mekândaki iletişim olanaklarını
genişletmede en etkin iletişim biçimidir denilebilir. Yazının ortaya çıkışı ve geçirdiği değişim ve evrimler
kültürel evrimin sonucu olmuştur. Bir bakıma ekonomik ilişkilerin ortaya çıkardığı ihtiyaçlara bağlı
olarak ortaya çıkan yazı, toplumsal ve kültürel kurumların ve bunlar arasındaki ilişkilerin gelişmesinde de
çok önemli rol oynamıştır. Buna karşılık bu kurumlar da yazının gelişmesinde etkili olmuştur. Yazının
ortaya çıkışı ile birlikte bugünkü anlamda olmasa bile okullaşmanın temeli atılmıştır denilebilir. Bu
durum, okuma yazma bilen insanların sayısının çoğalarak artmasına neden olmuştur. Böylece başta dini
olmak üzere çok çeşitli konulara ilişkin bilgilerin toplumların değişik kesimlerine ulaşması sağlanmıştır.
Diğer yandan, yazını icadı bürokrasinin kurulmasına ya da gelişmesine katkıda bulunmuş bu ise, hem din
kurumunun hem de devlet kurumlarının güçlenmesinde önemli rol oynamıştır. İnsan hayatının neredeyse
bütün gözeneklerine nüfuz etmiş olan yazı, düşüncenin belli işaretlerle tespit edilmesi şeklinde
tanımlanmaktadır. Bu tanımda, yazının birinci işlevi olarak düşünceyi şekillendirmesi üzerinde
durulmaktadır. Elbette ki insanla birlikte var olan düşünme yetisi, önce konuşma ile daha sonra yazı ile
dile getirilmeye başlanmıştır. Yazının keşfedilmesine kadar, uzunca bir dönem dünya tarihine sözlü kültür
hakim olmuştur. Bu durum, sorunların çözümünde, kültürel değerlerin aktarımmda "iletişim" kavramını
ön plana çıkarmaktadır
(http://turkoloji.cu.edu.tr/DILBILIM/murat_ozbay_bilim_kultur_aktaricisi_olarak_yazi.pdf)
Yazı, insanlar arasındaki ilişkilerde ve iletişimde, hem bağlayıcı, hem de güvenlik sağlayıcı işlevler
üstlenir. “Söz uçar, yazı kalır” deyişinde olduğu gibi, söz yazı ya geçirildiğinde kalıcı ve somut bir
gerçeklik kazanır. Dolayısıyla gerçekten de yazılı iletişimin gelişmesiyle birlikte, insan ve kurumsal
ilişiklerin niteliği de değişime uğramıştır. İnsanın kendisini, duygu ve düşüncelerini yazılı olarak
başkalarına anlatması, bilimsel, düşünsel ve edebi yapıtların yazılarak ve özellikle basılarak çoğaltılması
sonucunda toplumların gerek ekonomik gereksel kültürel ve bilimsel anlamda büyük sıçramalar yaptığını
biliyoruz. Günümüzde okuma yazma düzeyi, toplumların gelişmişlik düzeyinin en temel göstergeleri
arasında yer almaktadır. Yazıyla ve okumayla ilişkisi sınırlı toplumlar, bilgi ve kültürü üretme ve yeni
kuşaklara aktarma açısından yetersizlikleri nedeniyle çeşitli sorunlarla boğuşmak zorunda kalmaktadırlar.
İnsanın kendi kendisiyle iletişimde bulunabilmesi açısından da yazı çok önemli bir olanak sağlamaktadır.
Örneğin, duygu ve düşüncelerini yazıya geçirmiş bir kişi, bunları daha sonra okuduğunda, kendisiyle
ilgili çeşitli değerlendirmeler yapma şansına sahip olabilir. Bütün bunların yanı sıra yazının,
insanoğlunun belleğinin yükünü hafiflettiğini, düşünsel enerjisini başka işlere yöneltmesine yardımcı
olduğunu da söylemeliyiz.
Yazıyla ilişkisi gelişmemiş, yazılı kültür birikimi yeterince oluşmamış toplumlar da bireyler,
iletişimlerini sözlü olarak gerçekleştirme yolunu seçerler. Bu durum, kişiler arasındaki ilişiklerde olduğu
kadar kurumsal ilişkilerde de çeşitli iletişim sorunlarının yaşanmasına yol açar. En basitinden kurumlarda,
bir toplantıda görüşülen ve karara bağlanan konular yazıya geçirilmediğinde yani toplantı notu
çıkarılmadığında, kurum içinde bir takım önemli sorunların yaşanmasına neden olacak tır. Yine aynı
şekilde, bazı önemli konulara ilişkin, emir ve talimatların da yazılı yerine sözlü iletilmesi, kurumların
yönetiminde, görevlerin yerine getirilmesinde önemli sorunlara yol açacaktır.
Gerek kişiler arasında gerekse kurumsal ilişkilerde yazılı iletişim, anlaşmayı kolaylaştırıcı bir etkiye
sahiptir. Diğer yandan, belirli bir konuda çok çeşitli ve çok sayıda kişiyle iletişim kurmak zorunda
kalındığında bu konuda en etkili yol hiç kuşkusuz yazılı iletişim olacaktır. Böylece, herkesin aynı şeyi
anlaması daha kolayca gerçekleşebilecektir. Bununla birlikte yazılı iletişimde sözcükler ve cümleler
anlaşmayı sağlayacak şekilde seçilip yazılmadığında da insanların yazılanları anlamaları, ya da yanlış
yorumlamaları sonucunda sorunların yaşanmasına neden olacaktır.
Söylemek istediklerimizi yazıya geçirmek, birçok kişi için hiç kolay bir iş değildir. Kolay ve etkili
yazabilme, yazdıkça ve özellikle okudukça zaman içerisinde gelişen, bir beceridir. Etkili ve doğru bir
şekilde yazılı iletişimin gerçekleşmesinde dikkat edilmesi gereken önemli noktaları şu şekilde
açıklayabiliriz.
•
Kişiliğinizi ortaya koyun: Her türlü iletişimde olduğu gibi yazılı iletişimde de kişiliğin iletişime yansıması, iletişimi daha etkili kılar. Kişiliğimizin yazıya yansıması, sözcük seçimi, cümle
yapısı yani kısaca bize özgü yazı tarzlarımızla oluşur. Hiç kuşkusuz, resmi yazışmalarda belirli
bir takım kalıplaşmış yazı biçimleri vardır. Bunların dışına çıkılmaz. Diğer yandan, yazılanın
kimin tarafından okunacağını hiçbir şekilde akıldan çıkartmamak gerekir. Yazılanın, yazanın
değil alıcının ilgi ve ihtiyaçlarına uygun düşecek şekilde yazılmasına da dikkat etmek gerekir.
134
•
Basit bir dil kullanın: Resmi yazışmaları kendine özgü cümle yapıları vardır. Bununla birlikte
bu tür yazışmalarda bile oldukça anlaşılır basit bir dil kullanmak gerekir. Bu konuda genel ilke,
her ne kadar yazı üslubu, konuşma üslubundan farklıysa da yine de konuşur gibi yazmak gerekir.
Konuşurken rahatça kullanamadığımız sözcük ve deyimlerin yazarken de kullanmaktan
kaçınmalıyız.
•
Açık seçik, anlaşılır yazın: Özellikle kurumsal ilişkilerde yazılı iletişimin amacı, bir şeyin
yapılmasını sağlamak ya da yapılmış bir şeyi kayda geçirmektir. Örneğin, bir yönetici, bilgi
almak ya da vermek, başka birini etkilemek, karar vermek, anlaşma yapmak ve dostluk kurmak
için yazar. Yazdıklarından bir sonuç almak ister. Dolayısıyla bu amacın gerçekleştirebilmesi,
yazıyı okuyanın, kendisinden ne beklendiğini tam olarak anlayabilmesi için açık seçik, anlaşılır
bir şekilde yazmak gerekir.
•
Sözcük haznenizi geliştirin: Niyetimizi en iyi ifade edecek sözcüğü seçmek sözcük haznesinin
zengin olması ile olanaklıdır. Bunun için çok çeşitli kitaplar okumak ve yazmaktan zevk alarak,
daha fazla yazmaya çalışmak gerekir. (http://notoku.com/yazili-iletisim/#ixzz1rvoiOh3d)
Yazının iletişime katkılarını siz nasıl tartışırsınız?
YAZININ KODAÇIMI OKUMA
Daha önce de başka bir biçimde vurgulandığı gibi iletişim ve bağlı olarak dil; dinleme, konuşma, okuma
ve yazma adı verilen dört temel beceri ile insan hayatını önemli ölçüde kolaylaştırmıştır. Dinleme ve
konuşma, insanın doğuştan getirdiği dil becerileri olarak kabul edilebilir. Bunlar, gerek yaygın eğitim
gerekse örgün eğitim vasıtasıyla geliştirilmeye uygundur. Okuma ve yazma becerileri ise genellikle örgün
eğitim sürecinde geliştirilebilmektedir. Okuma anlamaya, yazma ise anlatmaya yönelik dil becerileridir.
Bunlar arasındaki ilişkileri ve-etkileşimi gözden geçirildiğinde, okuma becerisinin, yazı kavramı ile
doğrudan bağlantılı olduğunu görmek mümkündür. Dolaylı olarak bu etkileşime konuşma ve dinleme
becerileri de dahil edilebilir. "Yazı" ve "yazı yazmak" kavramları diğer dil becerileri ile doğrudan ya da
dolaylı olarak etkileşim içerisindedir.
Tarihten günümüze, kültür ve medeniyetlerin oluşmasında son derece etkili olan "okuma" kavramı,
yazı kullanılmaya başlandıktan sonra insanoğlunun hayatına girmiştir. Bir başka ifadeyle, okuma, yazının
bir sonucudur. Tarihin en eskı devirlerinden beri, sistemli olarak bir araya gelen anlamlı işaretler, sözlü
kültürden aldığı mirası, insanlık için gelecek nesillere aktarmada bir vasıta görevi görmüştür.
(http://turkoloji.cu.edu.tr/DILBILIM/murat_ozbay_bilim_kultur_aktaricisi_olarak_yazi.pdf)
Okuma kavramı iki boyutuyla ele alınmalıdır. Birincisi sesleri tanıyıp o sesleri birleştirerek
seslendirmektir ki buna mekanik okuma da denilmektedir . Bu daha çok okumanın yeni öğretildiği
zamanlarda olur. Kişi sesleri seslendirir. Burada anlama, yorumlama, ilişkilendirme, çıkarımda bulunma,
dilin estetiğini ve güzelliğini yakalama boyutları çok zayıftır. Okumanın ikinci boyutu sesleri hem
seslendirmek hem de cümledeki, paragraftaki, metindeki anlamları yakalamaktır. Bunun için okuyucu
okuduğu yazıyı yorumlayacak, ilişkilendirecek, akıl yürütecek, karşılaştırma yapacak, bağlantı kuracak,
sorulara yanıt bulacak, yeni sorular soracak tır. Bunları yaparsa okuyucu okuduğu metni derinlemesine
anlamış olacaktır. O halde okuma dendiğinde işin içine okumanın iki boyutunun da katılması gerekir.
(http://www.mufettisler.net/yazarlar/44-cemil-coskun/231-okuma-kulturu.pdf)
İletişim bilimi açısından bakıldığında nasıl konuşma bir kodlama ve dinleme bir kodaçma becerisi ve
işlemi olarak ele alınıyorsa, aynı biçimde iletişimin sembolik boyutu olarak nitelendirilebilecek olan
yazma bir kodlama işlemi iken okuma da bir kodaçma işlemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada
önemli olan nokta ise aynı sembollere aynı anlamların yüklenmesi gerekliliğidir. Başka deyişle burada
söz konusu olan kaynak durumunda olan yazıyı yazan kişinin bir kelimeye yüklediği anlam ile alıcı
durumundaki o yazıyı okuyan kişinin aynı anlamı yüklemesi dir. Kuşkusuz burada öğrenme süreçleri ve
en azından benzer kültürel yapılanmalara sahip olmak gibi birtakım önemli faktörler vardır. Elbette bu
her zaman beklendiği gibi gerçekleşmez. Bazı durumlarda yazan kişinin amaçladığı anlam ile okuyan
kişinin yüklediği anlamlar farklı olabilir. Bu da bir tür “iletişim kazasına” yol açabilir.
135
Özet
Yalın bir tanımla konuşma, duygu ve
düşüncelerimizi,
görüp
yaşadıklarımızı
karşımızdakilere
sözcükleri
seslendirerek
gönderme, iletme işidir. Konuşmayı oluşturan
etmenler ses, boğumlama(telaffuz), konuşma
dinamiği, sözcük hazinesi ve biçem(üslup)dir.
Konuşmanın ögeleri ise dinleyici, ortam, konu ve
konuşmacıdır.
oluşturan konuşmalar, bir tutum ve inancı
değiştirmeye yönelik konuşmalar ve dinleyenleri
bir harekete yönlendiren konuşmalar olarak dörde
ayrılabilir.
Dinleme ile ilgili olarak üç nokta önem
taşımaktadır: Dinleme işitme değildir, dinleme
becerisi doğal değildir, bütün dinleyiciler aynı
iletiyi almazlar. İnsanların dinleme eylemini nasıl
gerçekleştirdikleri aynı zamanda dinleme türlerini
de oluşturur. Süreç içerisinde bir bakıma
gürültüye dönüşen dinleme türleri şunlardır:
Görünüşte Dinleme, Seçerek Dinleme, Saplanmış
Dinleme, Savunucu Dinleme, Tuzak Kurucu
Dinleme, Yüzeysel Dinleme.
Konuşmalardaki önemli noktalar ise şöyle
sıralanabilir: Konuşmadan önce söylenecekler
düşünülmeli ve planlanmalıdır. Konuşurken
dinleyicilerle sanki karşılıklı bir konuşma
yapıyormuş gibi davranılmalıdır. Konuşurken
dinleyicilerin gözlerine bakılmalıdır. Konuşurken
sözlere tat katılmalıdır. Unutulmamalıdır ki “Ne
söylediğiniz değil, nasıl söylediğiniz daha
önemlidir.”
İletişim
sürecinde
alıcı
konumundaki
dinleyenlerin
dinlediğini
tam
olarak
anlayabilmesi ya da bunu gösterebilmesi için
konuşma sürecinin en önemli ögelerinden biri
olan geri-bildirim ögesinin işe koşulması gerekir.
Geri bildirim ögesini kullanarak dinlemeye“aktif
dinleme” denilir. Aktif dinlemenin yapılması için
bilinmesi gereken bazı önemli noktalar şunlardır:
Yardımcı Olmak için Dinleme, Sorunlar
Karşısında Verilen Yaygın Cevap Türlerinin
Bilinmesi, Yargılama, Çözümleme, Soru Sorma,
Rahatlama-Rahatlatma,
Aktif
Dinlemenin
Üstünlüğünün Farkında Olmak.
Bu önemli noktalarından sonra; topluluk
önündeki konuşmalarda “nasıl söylemek”
gerektiği
konusuyla
şunlar
söylenebilir:
Konuşmada önem taşıyan kelimeler şiddetli,
önemsiz kelimeler normal söylenmelidir.
Gerektiği zaman ses perdesi değiştirilmelidir.
Yine
gerektiğinde
konuşmanın
şekli
değiştirilmelidir. Önemli fikirleri söylemeden
önce ve söyledikten sonra duraklamalıdır.
Başlık seçerken öncelikle genel amacı belirlemeli
daha sonra buna bağlı özel amaç saptanmalıdır.
Son olarak da ana fikrin deyimleştirilmesi
gerekir. Dinleyiciler analiz edilirken de öncelikle
konuşmalarda
dinleyici
merkezli
olmalı,
dinleyicilerin psikolojisi mutlaka bilinmeli ve
hesaba katılmalıdır. Daha sonra da demografik ve
durumsal dinleyici analizleri yapılmalıdır.
Dinleyiciler hakkında gerekli bilgiler edinildikten
sonra dinleyiciyle uyumlaşma yolları belirlenmeli
ve izlenmelidir.
İyi bir dinleme davranışı gösterebilmek için
yapılması gerekenler şu şekilde sıralanabilir:
Dinleyici her şeyden önce kaynağın aktarmak
istediklerini ya da anlamak, bilmek, öğrenmek
istediği temel iletiyi saptamalıdır. Dinleyici
yalnızca bakışları, baş sallaması, jest ve
mimikleriyle dinler gözükmemeli ya da
kaynaktan
gelen
iletilerin
yüzeyinde
kalmamalıdır. Kaynağın, konuşanın, verdiği ileti
onun
yüzüne
hatta
gözlerine
bakarak
Dinleyici
karşınızdakini
dinlerken
izlenmelidir.
zaman zaman sözlü olarak, onun konuşma akışını
bozmayacak biçimde geri bildirim sağlayacak
bilgiler vermelidir. Kaynağın bilgi aktardığı, ileti
verdiği süre içinde dinleyici olarak kalınmalıdır.
Kaynağın aktardığı bilgi, ortaya koyduğu öneriler
bittikten sonra cevap verilmesi gerekiyorsa, bu
sürecin de işletilmesi gerekir. Kaynağın,
konuşanın aktardığı bilgi ve iletileri kendine göre
yorumlamamalıdır.
Söylenenlerin
anlamına
ilişkin olarak dinleyicide kuşku ve duraksama
olmamalıdır. Dinleyici karşısındakini dinlerken
alay eden, küçümseyen, küçük düşüren,
kötüleyen mimikler, jestler ya da sözcükler
Konuşma türleri genel olarak üç başlık altında ele
alınır. Bunlar bilgilendirme iöçin konuşmabilgilendirici konuşma, özel durumlarda konuşma
ve ikna edici konuşmalardır.
Bilgilendirici konuşmalar ise kendi içinde objeler
hakkında konuşma, süreçler hakkında konuşma,
olaylar hakkında konuşma ve kavramlar hakkında
konuşma türlerine ayrılır. Özel durumlarda
konuşma türleri ise giriş konuşmaları, sunuş
konuşmaları,
kabul
konuşmaları,
anma
konuşmaları ve yemek sonrası konuşmalardır.
İkna edici konuşmalar ise varolan tutum ve inancı
pekiştiren konuşmalar, bir tutum ve inanç
136
kullanmaktan özenle kaçınmalıdır. Kaynağın,
konuşanın açığını yakalama, kişiliğinin gücünü,
üstünlüğünü göstermek amacıyla tuzak kuran bir
dinleyici olmaktan kaçınılmalıdır. Aynı şekilde
dinleyici kaynaktan gelen tüm iletileri kendisine
yöneltilmiş bir saldırı olarak kabul etmemeli ve
hemen savunmaya geçmemelidir.
Yazı “anlamlarında uzlaşılmış ve denem
bilgilerin yerine konmuş belirticiler” olarak
tanımlanabilecek sembolerin başka deyişle yazılı
kelimelerin belli ortamlarda (kağıt ve bağlı olarak
kitap, dergi vb.)uzun süreli olarak ve değişmez
bir şekilde saklanabilmesi ve daha sonra okuyan
kişilerin aynı kelimeleri aynı biçimde anlaması
ile birlikte sözlü iletişimin en önemli engelini
ortadan kaldırmıştır.
Buna bağlı olarak yazı ve yazılı iletişim, insanın
zaman ve mekândaki iletişim olanaklarını
genişletmede en etkin iletişim biçimidir
denilebilir. Yazının ortaya çıkışı ve geçirdiği
değişim ve evrimler kültürel evrimin sonucu
olmuştur. Bir bakıma ekonomik ilişkilerin ortaya
çıkardığı ihtiyaçlara bağlı olarak ortaya çıkan
yazı, toplumsal ve kültürel kurumların ve bunlar
arasındaki ilişkilerin gelişmesinde de çok önemli
rol oynamıştır. Buna karşılık bu kurumlar da
yazının gelişmesinde etkili olmuştur. Yazının
ortaya çıkışı ile birlikte bugünkü anlamda olmasa
bile okullaşmanın temeli atılmıştır denilebilir. Bu
durum, okuma yazma bilen insanların sayısının
çoğalarak artmasına neden olmuştur.
137
Kendimizi Sınayalım
1. İyi bir konuşma sesinin özellikleri arasında
aşağıdakilerden hangisi yer alır?
6. Olaylar hakkında konuşma konularına örnek
aşağıdakilerden hangisidir?
a. İşitilmez oluşu
a. Parfüm yapımı
b. Çok kalın oluşu
b. Türkiye’nin turizm potansiyeli
c. Akıcılık
c. Atatürk’ün siyasal başarıları
d. Çok ince oluşu
d. Araba kullanma
e. Mekanik oluşu
e. TV’nin çocuklara etkileri
2. Dinleyici, ortam, konu ve konuşmacı
aşağıdakilerden hangisini oluşturan öğelerdir?
7. Aşağıdakilerden hangisi bilgilendirici konuşma
ilkeleri arasında yer almaz?
a. Düğün töreni
a. İzleyicinin çok şey bildiğini sanmamak
b. Mezuniyet töreni
b. Konuyu izleyicilerle ilintilendirmek
c. Nişan töreni
c. Çok teknik olmamak
d. Emeklilik töreni
d. İzleyiciyi dikkate almamak
e. Konuşma
e. Soyutlamalardan kaçınmak
3. Aşağıdakilerden hangisi bir dinleme türü
olarak kabul edilmez?
8. Bir konuşmanın özel amacını belirlemede
uyulması gereken ilkeler arasında aşağıdakilerden
hangisi yer almaz?
a. Görünüşte dinleme
a. Amaç soru halinde açıklanmamalıdır.
b. Seçerek dinleme
c. Savunucu dinleme
b. Amaç
cümlesinde
olmamalıdır.
sayısal
d. Oturarak dinleme
c. Amaç cümlesi çok genel olmalıdır.
e. Tuzak kurucu dinleme
d. Amaç cümlesi
sınırlanmalıdır.
tek
bir
anlatım
cümle
ile
4. Bilgilendirme için konuşmanın ölçütleri
arasında aşağıdakilerden hangisi yer almaz?
e. Amaç cümlesi geniş zamanda yazılmalıdır.
a. Bilginin doğru iletimi
9. Aşağıdakilerden hangisi ikna edici konuşmanın
ögelerindendir?
b. Bilginin açık iletimi
c. Bilginin üstü kapalı iletimi
a. İkna
edici
konuşma
oluşturmayla ilgili değildir
d. Bilginin alıcı için anlamlı olması
b. İkna edici konuşmanın bir amacı yoktur
e. Bilginin alıcı için ilgi çekici olması
sözel
tartışma
c. İkna edici konuşma izleyicilerle uyumlaşma
amacı taşımaz
5. Aşağıdakilerden hangisi bilgilendirici konuşma
türlerinden değildir?
d. İkna edici konuşma bir sanattır
a. Gerçek-üstü ögelerle süslü masal anlatma
e. İkna edici konuşma inanılır değildir.
b. Objeler hakkında konuşma
10. İkna edici konuşmada taşınması gereken
sorumluluk aşağıdakilerden hangisidir?
c. Süreçler hakkında konuşma
d. Olaylar hakkında konuşma
a. Konuşmacının
sorumluluğu
e. Kavramlar hakkında konuşma
kendisini
sınırlandırması
b. İzleyiciye serbest seçim imkanı vermeme
c. Konuşmacının
olmaması
söylediklerinden
sorumlu
d. İzleyicilerin tepki verme sorumluluğu
e. İzleyicilerin konuşmayı dinleme sorumluluğu
138
Kendimizi Sınayalım Yanıt
Anahtarı
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
1. c Yanıtınız yanlış ise “Konuşmayı Oluşturan
Etmenler-Ses” bölümünü yeniden okuyunuz.
Konuşmada dikkat edilecek noktalar iyi bir
konuşmacı
için
başlangıç
noktalarının
belirlenmesini sağlar. Genellikle her birimiz
konuşma becerilerimizden pek kuşku duymayız.
Oysa bilerek bilmeyerek bir çok noktada hata
yaparız. Beklenen iyi bir hatip olma derecesine
gelmek değil, düşündüklerini, hissettiklerini,
kanılarını vb. çevreye uygun biçimde aktarabilme
yeterliliğini
kazanmaktır.
Bir
bakıma
“Konuşmada Dikkat Edilecek Noktalar” konuşma
becerilerimiz
konusunda
özeleştiri
yapıp
doğrulara yönelmemizi sağlayacaktır.
Sıra Sizde 1
2. e Yanıtınız yanlış ise “Konuşmanın Ögeleri”
bölümünü yeniden okuyunuz.
3. d Yanıtınız yanlış ise “Nasıl Dinliyoruz?”
bölümünü yeniden okuyunuz.
4. c Yanıtınız yanlış ise “Konuşma TürleriBilgilendirici Konuşma” bölümünü yeniden
okuyunuz.
5. a Yanıtınız yanlış ise “Bilgilendirici Konuşma
Türleri” bölümünü yeniden okuyunuz.
6. e Yanıtınız yanlış ise “Bilgilendirici KonuşmaOlaylar Hakkında Konuşma” bölümünü yeniden
okuyunuz.
Sıra Sizde 2
Konuşmanın özel amacını belirlemek konuşmayı
etkili kılmanın ve aktarmak istediklerini amaca
uygun olarak aktarmanın önemli bir aşamasıdır.
Özel amacı belirlemek her zaman yazılı ve
formal
biçimde
gerçekleştirilmeyebilir.
Söylemeyi amaçladığımız şeylerin sınırlarını
insanın kafasında belirleyip, sınırlandırması bile
yeterli olabilir. Başka deyişle özel amacı
belirleme belli bir hedefe yönelirken amaçsız,
gereksiz şeyler söylememenin ön koşuludur. Özel
amaç
belirlenip
bundan
sapmadan
gerçekleştirilen bir konuşmanın daha etkili
olduğu yapılacak birkaç sınamadan sonra daha
açık bir şekilde görülecektir.
7. d Yanıtınız yanlış ise “Konuşma Türleri”
bölümünü yeniden okuyunuz.
8. d Yanıtınız yanlış ise “Konuşmanın Yapısını
Oluşturma ve Konuşmayı Etkili Kılma-Özel
Amacı Belirleme” bölümünü yeniden okuyunuz.
9. e Yanıtınız yanlış ise “Konuşma Türleri-İkna
Edici Konuşma” bölümünü yeniden okuyunuz.
10. b Yanıtınız yanlış ise “İkna Edici Konuşmada
Sorumluluklar” bölümünü yeniden okuyunuz.
Sıra Sizde 3
Konuşmalarda örnekler vermek anlaşılırlığın ve
amaca varmanın önemli araçlarından birisi olarak
kabul edilir. Konuşma konusu ve amaca göre
farklılık
göstermesine
karşılık
gündelik
konuşmalarda daha çok açık örnekler ve
genişletilmiş örneklere yer verilirken, daha
karmaşık konuların ele alındığı sunumlardaki
konuşmalarda bunların yanı sıra varsayımlı
örneklere de yer verilebilir.
139
Sıra Sizde 4
küçük düşüren, kötüleyen mimikler, jestler ya da
sözcükler kullanmaktan kaçınmalıdır. Kaynağın,
konuşanın açığını yakalama amacıyla tuzak kuran
bir dinleyici olmaktan kaçınılmalıdır. Aynı
şekilde dinleyici kaynaktan gelen tüm iletileri
kendisine yöneltilmiş bir saldırı olarak kabul
etmemeli ve savunmaya geçmemelidir.
Kuşkusuz “Ne söylendiğiniz kadar nasıl
söylediğiniz daha önemlidir” ilkesi konuşmaların
anlaşılırlığı, amaca uygunluğu ve akılda kalıcılığı
açısından büyük önem taşır. Bu ilkeyi hayata
geçirirken şu noktalara dikkat etmek gerektiği
akıldan çıkarılmamalıdır: Konuşmada önem
taşıyan kelimeler şiddetli, önemsiz kelimeler
normal söylenmelidir. Gerektiği zaman ses
perdesi değiştirilmelidir. Yine gerektiğinde
konuşmanın şekli değiştirilmelidir. Konuşmanın
şekli değiştirilerek ifade kuvvetlendirilebilir ya
da gerekiyorsa dikkat başka bir yere çekilebilir.
Önemli fikirleri söylemeden önce ve söyledikten
sonra duraklamalıdır. Susmanın yeri ve süresi de
çok önemlidir.
Sıra Sizde 7
Yazı, insanlar arasındaki ilişkilerde ve iletişimde,
hem bağlayıcı, hem de güvenlik sağlayıcı işlevler
üstlenir. “Söz uçar, yazı kalır” deyişinde olduğu
gibi, söz yazı ya geçirildiğinde kalıcı ve somut
bir gerçeklik kazanır. Dolayısıyla gerçekten de
yazılı iletişimin gelişmesiyle birlikte, insan ve
kurumsal ilişiklerin niteliği de değişime
uğramıştır. İnsanın kendisini, duygu ve
düşüncelerini yazılı olarak başkalarına anlatması,
bilimsel, düşünsel ve edebi yapıtların yazılarak
ve özellikle basılarak çoğaltılması sonucunda
toplumların gerek ekonomik gereksel kültürel ve
bilimsel anlamda büyük sıçramalar yaptığını
biliyoruz. Günümüzde okuma yazma düzeyi,
toplumların gelişmişlik düzeyinin en temel
göstergeleri arasında yer almaktadır. Yazıyla ve
okumayla ilişkisi sınırlı toplumlar, bilgi ve
kültürü üretme ve yeni kuşaklara aktarma
açısından
yetersizlikleri
nedeniyle
çeşitli
sorunlarla boğuşmak zorunda kalmaktadırlar.
İnsanın kendi kendisiyle iletişimde bulunabilmesi
açısından da yazı çok önemli bir olanak
sağlamaktadır. Örneğin, duygu ve düşüncelerini
yazıya geçirmiş bir kişi, bunları daha sonra
okuduğunda,
kendisiyle
ilgili
çeşitli
değerlendirmeler yapma şansına sahip olabilir.
Bütün bunların yanı sıra yazının, insanoğlunun
belleğinin yükünü hafiflettiğini, düşünsel
enerjisini başka işlere yöneltmesine yardımcı
olduğunu da söylemeliyiz.
Sıra Sizde 5
Elbette bu mümkündür hatta mutlaka dinleyenler
konuşulanları farklı algılar ve anlar. Çünkü her
bir insanın referans çerçevesi farklı olduğu gibi,
her bir insanın üyesi olduğu farklı gruplar ve bu
grupların insanlara öğrettiği farklı bakış açıları ve
değerler vardır. Ayrıca, insanların sahip olduğu
diğer değerler, inançlar ve dünya görüşleri de bu
durumun ortaya çıkmasını sağlar. Böyle bir
durum elbette bir iletişim engeli olarak ele
alınmalıdır. Bu engelin ortaya çıkardığı
olumsuzluğu aza indirmenin yolu ise doğru
dinleyici analizi yaparak konuşmada belli bir
ortalama tutturmaktan geçer.
Sıra Sizde 6
Dinleme becerilerini geliştirmek için yapılması
gerekenler genel olarak şöyle sıralanabilir:
Dinleyici her şeyden önce kaynağın aktarmak
istediklerini ya da anlamak, bilmek, öğrenmek
istediği temel iletiyi saptamalıdır. Dinleyici
kaynaktan
gelen
iletilerin
yüzeyinde
kalmamalıdır. Kaynağın, konuşanın, verdiği ileti
onun
yüzüne
hatta
gözlerine
bakarak
izlenmelidir. Dinleyici karşınızdakini dinlerken
onun konuşma akışını bozmayacak biçimde geri
bildirim sağlayacak bilgiler vermelidir. Kaynağın
bilgi aktardığı, ileti verdiği süre içinde dinleyici
olarak kalınmalıdır. Kaynağın aktardığı bilgi,
ortaya koyduğu öneriler bittikten sonra cevap
verilmesi gerekiyorsa, bu sürecin de işletilmesi
gerekir. Kaynağın, konuşanın aktardığı bilgi ve
iletileri
kendine
göre
yorumlamamalıdır.
Söylenenlerin anlamına ilişkin olarak dinleyicide
kuşku ve duraksama olmamalıdır. Dinleyici
karşısındakini dinlerken alay eden, küçümseyen,
140
Yararlanılan Kaynaklar
ROSS, Raymond S. Speech Communication:
Fundamentals and Practice, Prentice Hall Inc.
Englewood Cliffs N. J. ,1980.
ANDERSCH Elizabeth G., STAATS Lorin C.,
BOSTROM Robert N. Communication in
Everyday Use, Rinehart Press, San Fransisco,
1969.
Bone, Diane. The Business of Listening. Los
Altos, CA: Crisp Publications, Inc., 1988.
ROSS, Raymond - ROSS, Mark G.
Understanding Persuasion. Prentice-Hall Inc.
ENglewood Cliffs, N.J: 1981.
BRADLEY, Bert E. Fundamentals of Speech
Communication, Wm.C.Brown Publishers,
USA, 1991.
SPROULE, J. Michael. Speechmaking (An
Introduction to Rhetorical Competence),
Wm.C.Brown Publishers, USA, 1991.
CARLSON, Karen. Speaking With Confidence:
A Small Group Approach To Speech
Communication, Scott-Foresman Publishing Co.
Dallas, Texas, 1977.
TAŞER, Suat. Konuşma Eğitimi, Türkiye İş
Bankası Yayınları, Ankara, 1978.
TAYLOR, Talbot J. Analysing Conversation:
Rules and Units in The Structure of Talking,
Pergamon Press, Oxford, 1987.
CÜCELOĞLU, Doğan. Yeniden İnsan İnsana,
Sistem Yayınları, İstanbul, 1993.
VERDERBER, Rudolph F. Essentials of
Persuasive Speaking (Theory and Context),
Wardsworth publishing Company, Belmont
California: 1991.
EVLİYAOĞLU, G. Konuşma Sanatı, Ankara
Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, 1973.
JAMIESON, G.H. Communication
Persuasion. Croom Helm Ltd. Kent: 1985.
and
Yüksel, Ahmet Haluk.(2011) İkna ve Konuşma,
Eskişehir: AçıköğretimFakülesi Yayınları No:
851.
LUCAS, Stephen E. The Art of Public
Speaking, Random House, New York, 1989.
Zıllıoğlu, Merih. (1993)
İstanbul: Cem Yayınevi,
LARSON, Charles U. Persuasion (Reception
and Responsibility) Wardsworth publishing Co.
Belmont-Clifornia: 1989.
İletişim
Nedir?
Zıllıoğu, Merih ve diğerleri (2010) İletişim
Bilgisi, Eskişehir: Açıköğretim Fakültesi
Yayınları No: 909
KAĞITÇIBAŞI, Çiğdem. İnsan ve İnsanlar
(Sosyal Psikolojiye Giriş) 2. Baskı, İstanbul:
1977.
MYERES, Gail E. Communicating When We
Speak, McGraw Hill, New York, 1975.
ÖZDEMİR, Emin. Erdemin Başı Dil, TDK
Yayınları, Ankara, 1969.
Yararlanılan İnternet Kaynakları
PAKSOY, Mahmut vd. Örgütsel İletişim, T.C.
Anadolu Üni. AÖF Yayınları No: 533, Eskişehir,
2001.
http://notoku.com/yazili-iletisim/#ixzz1rvoiOh3d
http://www.coping.org/dialogue/nonverbal.htm
http://www.mufettisler.net/yazarlar/44-cemilcoskun/231-okuma-kulturu.pdf
RIXON, Shelagh. Developing Listening Skills,
Macmillan Publishers Limited, London, 1994
http://turkoloji.cu.edu.tr/DILBILIM/murat_ozbay
_bilim_kultur_aktaricisi_olarak_yazi.pdf
ROBERTSON, Arthur K. Etkili Dinleme, Hayt
Yayınları, İstanbul 1999.
141
7
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Etkileme ve etki taktiklerini açıklayabilecek,
İknaya direnme kavramını tanımlayabilecek,
İkna edici konuşmanın en önemli basamağı olan düzenleme ve planın oluşturulmasının
gerçekleştirilmesi yolları ile bu yollardan etkin bir şekilde kullanılıp amaca ulaşmanın
kolaylaştırılması yöntemlerini tanımlayabilecek,
Satış kampanyası sürecinde yapılacak konuşmaların özelliklerini sıralayabilecek,
İyi bir satış elemanını satış konuşması için sahip olması gereken nitelikleri ile tüketici davranışı
ve ikna kavramları konularını betimleyebilecek
bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.
Anahtar Kavramlar
İkna
İknaya Direnme
Etkileme
İkna Edici Konuşma
Etki Taktikleri
Satış Konuşması
İçindekiler
Giriş
İkna Kavramı
Etki Taktikleri
Örgütlerde İkna
İknaya Direnme
İkna Edici Konuşma
İkna Edici Konuşmanın Düzenlenmesi
İkna Edici Konuşma Planının Oluşturulması
Satış Kampanyası Konuşması ve İkna Edici İletişim
142
Etkileme, Etkili İletişim
ve İkna Edici Konuşma
GİRİŞ
Antik Yunan’da yaşayan en büyük ve ünlü düşünür-araştırmacı ve iknanın çağdaş dünyaya kadar uzanan
hikayesinde en çok adı geçen ve referans olarak gösterilen Aristo’dan başlayarak “ikna” kavramı iletişim
sürecinde vazgeçilmez bir yere sahip olmuştur. Buna bağlı olarak çağdaş iknanın temellerinin Antik
Yunan’da atıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu bölümde ilk olarak başarılı iknanın temelleri ele
alınacak ve iknanın toplumsal hayattaki yeri incelenecektir.
İknanın hayatımızdaki yeri hepimizin gündelik hayatımızda neredeyse sayısız denebilecek kadar çok
ikna edici ileti ile karşılaşmamızı beraberinde getirmektedir. Seçici algı vb. süreçler sebebiyle bu iletilerin
her birini aynı şekilde alıp ikna olmamız başka deyişle iknacının belirlediği istendik yönde tutum ve
davranış değişiklikleri geliştirmemiz çok zor hatta imkansızdır. Genellikle insanlar bilinçli ya da bilinçsiz
bir şekilde iknaya “karşı koyar” ya da direnç gösterirler. Bu bölümde ikinci olarak iknaya karşı koyma ve
kaynağın inanırlığı arasındaki bağ ile alıcıların öğrenme süreçleri ile olan ilişkisi ele alınacaktır. Burada
alışkanlıklar, ön eğitim, ve mensubu olunan grupların yapısı da önemli faktörler olarak karşımıza
çıkmaktadır.
İKNA KAVRAMI
Toplumsal bir varlık olarak insan, pek çok nedenden dolayı sürekli bir iletişim içerisindedir. Bilgi
vermek, bilgi almak, yardım istemek, söz vermek, kendi duygu ve düşüncelerini anlatmak ya da
başkasının duygu ve düşüncelerini öğrenmeye çalışmak vb. nedenlerden dolayı belli bir yapı ve düzen
içerisinde iletişim kurulur. Bu noktada iletişimin tanımına bakmak gerekir: “İnsanlararası iletişim;
bilgi, duygu, düşünce, tutum ve kanılarla, davranış biçimlerinin kaynak ile alıcı arasındaki bir
ilişkileşme yoluyla bir insandan diğerine bazı kanallar kullanılarak ve değişim amacıyla
aktarılması sürecidir.” Tanım incelendiğinde en basit konuşmanın bile bir tür ikna olduğunu düşünmek
mümkün olabilir. Günlük hayatta da görülebileceği gibi, iletişimin gerçekleştiği pek çok durumda
insanlar ya birisini verdikleri bilginin doğruluğuna, ya davranışlarını değiştirmesine ya da başka bir
konuda ikna etmeye çalışırlar. Çünkü iletişim için ikna etmek önemli ve ortak bir nedendir. Hatta ünlü
düşünür Aristo iletişimi “ikna etmenin bütün uygun anlamları” biçiminde tanımlamaktadır. İkna kavramı
ise sözlükte şöyle tanımlanmaktadır: “Kanaat ettirme, kanaat verebilme; kandırma, razı etme; inandırma.”
Bu tanımdan hareketle iknayı; istendik amaçların ortaya çıkarılması için gerçekleştirilen bir iletişim
biçimi olarak ele almak yanlış olmayacaktır. Gerçekten de dikkatle bakıldığında gündelik iletişim ile ikna
arasındaki farkın istendik amaca ulaşmak olduğu görülebilir. Gündelik hayatta kurulan her iletişim olgusu
ikaya yönelik değildir. Birisinin hatırını sormak yalnızca o kişinin durumunu ve sağlığını öğrenmeyi
amaçlar. Oysa bir kişiyi belli bir konuda ikna etmek bundan çok ötede, belli bir sistematik yapıyla
kurulması gereken ve son tahlilde maruz kalan kişide kaynağın amaçladığı istendik değişimin ortaya
çıkarılması çabası biçimde ele alınmalıdır.
İkna kavramının gündelik iletişimden temel farklılığını siz nasıl
değerlendirirsiniz?
143
Bu arada önem taşıyan bir konuya da burada yer vermek gerekmektedir. O da iletişimin etkileri ve
bunların ne biçimde ortaya çıktığıdır. İletişimin etkileri şunlardır:
•
Alıcının bilgi düzeyinde meydana gelen değişme
•
Alıcının tutumunda meydana gelen değişme
•
Alıcının açık davranışında meydana gelen değişme.
İkinci aşamada gündeme gelen tutum değişmesi de yine üç biçimde hayata geçer:
•
Varolan tutumun pekişmesi veya güçlenmesi
•
Varolan tutumun değişmesi
•
Yeni tutum oluşması
İletişimin etkileri çoğunlukla ardışık olarak gerçekleşmesi beklenir ve genellikle de böyle olur.
İletişimin etkisini büyük oranda açık davranışta ortaya çıkabilecek değişmede görmek mümkündür. İşte
tam da burada gündelik iletişim ile ikna arasındaki fark yine gündeme gelmektedir. İkna edici iletişimde
beklenen bilgi verildikten sonra ortaya çıkacak tutum ve açık davranış değişikliklerinin amaçlanan ve
istendik doğrultuda olasıdır. Açık davranış değişikliğinin açık olarak gözlemlenemediği ya da bunun
değişik nedenlerle mümkün olmaması halinde geliştirilen birtakım tutum ölçme teknikleri yoluyla (Likert
ölçeği vb.), oluşması beklenen tutum değişikliği saptanır.
Bu arada iknada varolan birtakım önemli değişkenlerin varlığını da unutmamak gerekir. Aslında
iknadaki değişkenlerin her biri tanımlanabilir, ayırt edilebilir ve ölçülebilir olmalıdır. Bu alanda çalışan
bilim insanları, anılan değişkenleri iki başlık altında toplamaktadır. Bunlar “bağımlı değişkenler” ve
“bağımsız değişkenler” olarak adlandırılır. Bağımsız değişkenler iletişim süreciyle birlikte yapılır ya da
ortaya çıkar. Bu değişkenlerin ne olacağını, nasıl oluşacağını bilir ve etkilerini tahmin ederek üretiriz.
Bağımlı değişkenler ise yapılmak zorundadır, yapılır ve ikna edici bir biçimde de değişimler oluşur.
Aslında bağımlı değişkenleri genellikle bizim idare ve kontrol ettiğimiz bağımsız değişkenlerle
değiştirmeye ümit ederiz. Bağımlı ve bağımsız değişkenlere bir arada ikna edici iletişim matrisi adı
verilmektedir.
İkna edici iletişim matrisi, insan hayatı boyunca sahip olunan insan ilişkilerindeki tüm bağımlı ve
bağımsız değişkenler hakkında oluşan kesin ve tam verilerdir. Bağımsız değişkenler iletişimin pek çok
yönü ve ögesi bakımından ele alınmalıdır. Oysa, bağımlı değişkenler bilgilenme süreci bakımından
yalnızca bir insanın ikna edici iletiyi aldığı zaman oluşur.
Bağımsız değişkenler konusunda üzerinde durulması gereken temel konu iletişimde “kim, kime, neyi,
hangi oluktan (kanaldan), ne tür etkilerle söylemiştir” temel sürecinin işlemesidir. Her ikna edici
iletişim durumunu oluşturan bağımsız değişkenler bu durumda karşımıza “kaynak, ileti, oluk (kanal),
alıcı ve amaç” olarak çıkar.
Bağımsız değişkenler konusunda üzerinde durulması gereken temel
konu iletişimde “kim, kime, neyi, hangi oluktan (kanaldan), ne tür etkilerle söylemiştir”
temel sürecinin işlemesidir. Her ikna edici iletişim durumunu oluşturan bağımsız
değişkenler bu durumda karşımıza “kaynak, ileti, oluk (kanal), alıcı ve amaç” olarak çıkar.
İkna edici iletişim matrisinin bağımlı değişkenleri, kişinin ikna edildiği yeni davranış, olay ve
olguların özelliğine göre altı basamağa ayrılır. Öncelikle ikna edici iletinin sunulmuş olması gerekir.
İkinci basamak, iletişime iletiye hedef olan kişinin katılmasıdır ve bu kişinin neyin tartışılacağını
kavraması gerekir. Daha sonra ve üçüncü olarak gönderilen iletinin sonucunu kavrayana kadar alıcının
iletişimi desteklemesi önemlidir. Dördüncü basamak ise, iletinin kavranılmasının yanında alıcının bunu
kabul etmesi ya da en azından sözel düzeyde uyum sağlamasıdır. Beşinci basamak en temel gerekliliktir.
Bu basamak, etkinin ölçülebildiği zamana kadar kabullenmenin varlığını sürdürebilmesidir. Altıncı ve
son basamak ya da bağımlı değişken ise, hedef kişinin yeni davranışı açık davranış olarak
144
gösterebilmesidir. Örneğin; gerçekleştirilen ikna kampanyasının temel hedefine bağlı olarak, belli bir
ürünün satın alınması, adayın seçilmesi vb. hep bu son bağımlı değişkenin somut göstergeleridir.
İkna etme karşıdaki kişinin düşünce davranış ve tutumlarını istenilen biçimde etkileme ya da
değiştirme sürecidir. Başka bir deyişle karşımızdaki kişi veya kişilerin düşünce davranış veya bizim
istediğimiz biçimde ve karşımızdaki bireylerin o andaki istek ve durumlarına aykırı bir şekilde etkileme
veya değiştirme olarak tanımlanabilir. Etkileme ise karşıdaki kişinin tutum ve davranışlarını onların istek
ve çıkarlarına ters düşmeyecek şekilde daha uzun sürede değiştirme girişim olarak tanımlanabilir.
•
İkna çabasında amaç açıkça belli edilmesine karşın etkilemede daha gizli ve uzun dönemli bir
iletişim stratejisi vardır.
•
İkna etme daha açık ve maksatlıdır. Oysa etkileme daha kapalı bazen maksatsız ve tipik olarak
daha dolaylı olarak gerçekleşir.
•
İknada belirli psikolojik ve davranışsal hedefler vardır. Etkilemede ise çok genel ve çok iyi
tanımlanmamış hedeflerin varlığı söz konusudur.
•
Ayrıca etkileme daha çok kişilerarası etkileşimde ikna ise daha çok kitle iletişimi ile ilgili
görülmektedir
Bu farklılıklara karşın ikna etme ve etkilemede ortak bir yön vardır. İnsanların düşünce tutum ve
davranışlarını değiştirmek. Bu temel benzerlik nedeniyle zaman zaman her iki kavram birlikte hatta eş
anlamlı olarak kullanıldığına tanık olunmaktadır. Etkileme konusunda birçok tanım bulunmaktadır. Bu
tanımlar etkileme sürecindeki üç ana kavram üzerinde durmaktadırlar. Bunlardan birincisi, etkileyen
kavramıdır. Etkileyeni bir anlamda kaynağı temel alan tanımlamalar kaynağın güvenirliği ve saygınlığı
gibi kavramlar üzerinde yoğunlaşmaktadır. Diğer tanımlamalar ise mesaj üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu
tanımlamalar “ne söylendi” ve “nasıl söylendi” üzerinde yoğunlaşmaktadır. Üçüncü üzerinde durulan
konu ise “süreçte etkilenen olan” yani “alıcılar” üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu tanımlamalar alıcının
tutumları, değerleri ve davranışları üzerinde yoğunlaşmaktadır.
ETKİ TAKTİKLERİ
Rasyonel-akılcı ikna: Ortaya konan isteği ya da talebi destekleyen mantıklı tartışmalar için veri ve
bilgilerin sunulmasıdır. Basitçe etki edilmek istenilen kişiye “ fikrimin arkasındaki mantığı açıklamak
istiyorum” demekten başka bir şey değildir. Etkileyenin gücü bilgileri ve verileri birbirine etkili bir
biçimde birleştirme yeteneğinden gelmektedir. Rasyonel taktik örgütlerde çok kullanılan bir taktiktir ve
hem üstleri hem de astları etkilemek istendiğinde ilk başvurulan taktiktir.
Arkadaşlık ya da kişisel çekicilik: Arkadaşlık stratejisi etkilenenin, etkileyen hakkındaki iyi
düşüncelerine bağlıdır. Bu strateji arkadaşça davranma, duyarlılık gösterme anlayış ve pohpohlamak ile
başarılabilir. Bir strateji olarak arkadaşlık, etkilenen duygularına üzerine oynadığı için güçlü duygusal
parçalar içerir. Bu stratejini kullanımı etkileyenin kişiliğine, bireyler arası ilişki yeteneğine ve
başkalarının hislerine ne kadar duyarlı olduğuna bağlıdır. Arkadaşlık genelde aynı düzeyde olan
çalışanlar arasında daha yaygındır. Ancak astlar ve üstler tarafından da kullanılmaktadır. Bu stratejini
aşırı kullanımı diğerleri arasında etkileyenin iş yeterlilikleri açısından bir şüphe duygusu yaratabilir.
Koalisyon: Koalisyon, örgütteki diğer insanları etkileyenin kendisini desteklemeleri için hareke
geçirmesidir. Eğer bir çok insan etkilenene belirli bir eylemi yapması için aynı taleple gelirse etkilenen
büyük olasılıkla talebi kabul edecektir. Bu strateji etkileyen örgüt içinde belirli düzeyde bir müttefike
sahipse kullanılabilir. Bu destekçiler, bakış açılarının benzerliği nedeni ile kullanılabilir ayrıca en uç
noktada bu kişiler etkilemek istediğiniz kişiyi doğrudan ikna etmeleri amacı ile kullanılabilir çünkü bu
kişiler etkileneni, etkileyenden daha iyi tanıyor olabilirler. Koalisyon beceri ve çaba gerektiren karmaşık
bir stratejidir.
Pazarlık: Pazarlık, sosyal normların izin verdiği ölçüde karşılıklı yararların değişimi üzerinde pazarlık
aracılığı ile etkilemektir. Basitçe, “benim için bunu yaparsan bende senin için şunu yaparım” demektir.
Etkileyen, geçmişte etkilemek istediği kişi için yaptığı bir iyiliği gündeme getirebilir yada gelecekteki bir
iyilik için söz verebilir. En zayıf yönü, gelecekte etkileyenin yerine getirmek zorunda kalacağı sözler
vermesidir.
145
Baskı-Israr: Etkileyenin zorlayıcı ve baskıcı tavrını kapsamaktadır. Bazı durumlarda iğneleyici tahrik
edici ifadelerin kullanılması da olasıdır. “Bu işi yapmanı beklerdim” gibi. Bazı durumlarda ise talebin
sürekli tekrar edilmesi, ısrarcı hatırlatmaların kullanılması söz konusudur. Çoğunlukla Basklı-ısrar
stratejisi talep edilen istek için bir bitiş tarihi konulmasını içerir. Bu strateji etkilenende baskı altında
olduğu hissi uyandırır.
Bir Üst Otoritenin Kullanımı: Bir üst otoritenin kullanımı, kişi etkileme için örgüt dışındaki bir
gücün yada emir komuta zincirinin kullanılmasını içeren bir stratejidir. Bu stratejide etkileyen bir üst
kademedeki kişiyi koz olarak kullanabilir. Aynı düzeydeki çalışanlar arasında basitçe şu ifade ile
uygulanabilmektedir. “eğer bu öneriyi kabul etmezsen konuyu bir üst yönetime götürmek zorunda
kalacağım”. Bu stratejini bir başka uygulaması ise bir üst otorite olarak etik ve ahlaki değerlerin
kullanılmasıdır. Örneğin “Bunu senden istiyorum çünkü doğrusu bu”. Bir üst otoritenin bu şekilde
kullanımı ancak eğer şirket güçlü bir kurum kültürüne sahip ise kullanılabilmektedir. Bu stratejinin aşırı
kullanımı bazı sorunlara yol açabilir. Etkilenenler sizin onları çok fazla tehdit ettiğinizi düşünebilirler ve
ayrıca üst yönetim sorunları çok fazla onlara yansıttığınızı düşünebilir.
Tasdik: Tasdik, hem olumlu hem olumsuz, hem istendik faydalar hem de istenmedik sonuçlar
içerebilir. Örneğin “bu projeyi bitirirsen bir promosyon alacaksın ancak bitirmezsen gelecek yılda bu iş
ile uğraşacaksın”. Tasdik kullanımı insanları etkilemek için kullanılan klasik bir yoldur. Ancak
etkileyenin sağlayabileceği ödüllere ve yönetimsel cezalara bağlıdır.
Etki Stratejilerinin Sınıflandırılması
Birincil Stratejiler: Rasyonel, arkadaşlık ve pazarlık. Bu stratejiler öncelikle kullanılan stratejilerdir.
İkincil Stratejiler: Koalisyon, baskı-ısrar, tasdik, bir üst otoriteye başvurma. Bu stratejiler yedek
stratejilerdir. Birincil stratejiler işe yaramadığında kullanılırlar.
Stratejilerin bir diğer sınıflaması ise etkilemenin çekiciliği ve etkileyenin harekete geçme biçimine
göre yapılan sınıflamadır. Buna göre çekicilikte duygusal ve rasyonel olmak üzere iki bölüm, harekete
geçmede ise kendi başına ve diğerleri ile birlikte olmak üzere iki bölüm vardır. Sekil 1 bu sınıflamayı
göstermektedir.
Şekil 7.1: Etki Stratejilerinin Sınıflaması
Etki taktiklerinin kullanım önceliği aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya ve yatay iletişimde farklı
olabilmektedir. Örneğin aşağıdan yukarı doğru iletişimde tasdik tekniğinin kullanımı yoktur. Çünkü
astarın üstleri için ödül ya da yaptırım belirleme şansları yoktur.
146
Etkin bir etkileyen olabilmek için duruma uygun en uygun etki stratejilerinin belirlenmesi
gerekmektedir. Bunun için şu beş sorunun cevaplanması önemlidir.
•
Güdülen amaç kişisel mi yoksa örgütsel mi?
•
Etkilemek istenilen kim yada kimler? (kişilik türü, konumu, birincil ihtiyaçları)
•
Etkileyen, etkilenene sunabileceği hangi kaynaklar sahip?
•
En etkili stratejiyi seçebilmek için etkileyenin gücünün temeli ne?
•
Stratejiye etki edebilecek örgütsel faktörler nelerdir.
ÖRGÜTLERDE İKNA
Örgüt, bir grup insanın, bir iş bölümü içerisinde, otorite ve sorumluluk hiyerarşisi altında; belirli bir ortak
amacı veya hedefi gerçekleştirmek amacıyla gerçekleştirdikleri, akılcı, planlı ve eşgüdümlü bir
yapılanmadır. Bu beraberliğin kilit kavramları “ortak bir amacı gerçekleştirmek”, “iş bölümü” ve “otorite
ve sorumluluk hiyerarşisi”dir. Örgütün oluşumu insanların varlığına bağlı bulunduğu gibi, insanlarda
amaçlarını gerçekleştirmek için örgüte dayanmaktadırlar; fakat aynı zamanda, örgüt, kendini oluşturan
insanların toplamından farklı bir oluşumdur (Oktay, 1996:257). Karmaşık bir yapıya sahip olan örgüt,
kendi içinde yapısına uygun iletişim kanalları kurarak etkileşime olanak tanır.
Popüler kültürde ikna, “bir kanaati kabul ettirme, bir kanaat uyandırma, inanmasını sağlama, razı
etme” şeklinde tanımlanmaktadır (Anık, 2000:31). Toplumsal bir varlık olarak insan birçok nedenden
dolayı sürekli iletişim içindedir. Bilgi vermek bilgi almak, yardım istemek, duygu ve düşüncelerini
aktarmak v.b nedenlerden dolayı belli bir yapı içerisinde iletişim kurulur. Bu noktada iletişimin tanımına
bakmak gerekir: “İnsanlar arası iletişim, bilgi, duygu, düşünce, tutum ve kanılarla davranış biçimlerinin
kaynak ile alıcı arasındaki bir ilişkileşme yoluyla bir insandan diğerine bazı kanallar kullanılarak ve
değişim amacıyla aktarılması sürecidir.” Tanım incelendiğinde en basit konuşmanın bile bir tür ikna
olduğunu düşünmek mümkündür (Demiray ve diğerleri, 2003:70). İletişim ile alakalı yapılan tüm
tanımların ortak noktasının ikna olduğu söylenebilir, ayrıca iletişimin temeli de ikna ya dayanır ve bu
anlamda iletişim bir ikna süreci olarak da değerlendirilebilir.
Örgütlerde Karar Alma ve İkna
“Karar” kavramı yönetim alanında çalışanların eskiden beri kullandığı bir kavramdır. Yöneticilerin
görevleri arasında sayılmakta ve yönetme eylemi sürekli karar verme işi olarak değerlendirilmektedir.
Karar kavramı şu şekilde tanımlanmaktadır: Bireylerin eylemleri ikiye ayrılabilir: Düşünüp taşınma,
tartışma ve hesaplaşma sonucu girişilen, bilinçsiz ya da yarı bilinçli, kendiliğinden, cevap olanlar; bu
sonuncular, şimdiki zamandaki ya da geçmişteki iç yada dış koşulların sonucu olarak meydana gelirler.
Genellikle, ilk türden eylemlerden önce yer alan süreçler ne olursa olsun, bunların hepsi “karar” terimi
altında toplanabilir (Aktaran: Onaran, 1975;40)
Yönetsel karar vermeye duyulan ilginin son yılarda gittikçe artmasının çeşitli nedenleri vardır. Önce,
bilimsel yöneticilik akımı görüşlerinin eleştirilmiş olması söylenebilir. Bilindiği gibi, bu akımda, örgütte
çalışan insanlar, örgütün düzgün işlemesi için birer araç “makine” olarak ele alınmakta, çalışanların
kişilikleri üzerinde durulmamaktaydı, işte, örgütte çalışanların güdüsel, algısal, zihinsel yönleri üstünde
yapılan toplumsal psikolojik araştırmalar geliştikçe, bireylerin kararları nasıl verdikleri sorusu,
araştırmacıların dikkatini çekmeye başlamıştır. Bundan başka, askerlik ve sanayi alanlarında çözüm
bekleyen birtakım pratik sorunlar da karar verme çalışmalarını hızlandırmıştır. Bu arada söz konusu olan
kararlar, bir savaş sırasında alınan kararlarla, sanayide gerek işçilerin çalışmak ve örgüte katkıda
bulunmak için verdikleri kararlar, gerekse tüketicilerin ve rakip şirketlerin hareketlerinin tahminine
dayanan kararlardır. Son yıllarda, yöneticilerin karar vermelerine yardımcı olmak üzere geliştirilen oyun
kuramı, istatistik karar kuramı, yöneylem araştırması gibi teknikler, daha çok bu alandaki sorunların
çözümü için harcanan çabaların ürünüdür (Onaran, 1975;41).
147
Bireylerin verdikleri karalarla örgütsel nitelik taşıyan karaları birbirinden ayırmak gerekir. Bireyin
karar vermesi, toplumsal etmenlerle koşullanmış psikolojik bir süreçtir. Birey, hafızasına, bilgisine,
değerlerine dayanarak kararını verir. Bu kararını kendisi uygular, sonuçlarına kendisi katlanır. Oysa
örgütsel karar toplumsal bir süreçtir ve örgütlerde karar verme davranışını etkileyen etmenleri başlıca üç
grupta toplamak mümkündür (Onaran, 1975;110-111):
Bireyler ve Gruplar: Karar verme davranışını, bireylerin algılama, güdüleme, kavrama gibi psikolojik
özellikleriyle bireyler arası ilişkiler ve etkileşmeler, başka bir deyişle, onların örgütte gruplar içinde
bulunmalarından doğan özellikler etkiler. Burada birey, tek başına değil, bir örgüt içinde olan, güdüleri,
algıları, tutumları, değerleri örgütçe etkilenmeye çalışılan bir birey olarak anlaşılmalıdır.
Örgütün Yapısı: Örgütteki bildirişme ağının, karar için gerekli bilgilerin örgüt içindeki akışının,
bunun yanında, karar verenlerin örgütte bulundukları yerin, dolayısıyla örgütün hiyerarşik yapısının,
otorite ilişkilerinin, işbölümü ve uzmanlaşmanın da karar vermeye etkileri vardır.
Örgütün Çevresi: Örgütün, çevresiyle sürekli alış verişte bulunan toplumsal bir sistem olduğunu
biliyoruz. Öyleyse, örgütün iktisadi, toplumsal, siyasal, fizik çevresi de karar verme davranışını
etkileyecektir.
Örgütsel karar toplumsal bir süreçtir ve örgütlerde karar verme
davranışını etkileyen etmenleri başlıca üç grupta toplamak mümkündür: Bireyler ve
Gruplar, Örgütün yapısı, Örgütün Çevresi.
İletişim de, örgütlerde yöneticilerin doğru karar almalarına yardım eden temel bir öğedir. Özellikle
yöneticilerin yetki boyutlarının diğer işgörenlere göre geniş olması ve alacağı kararların işletmenin
geleceğini doğrudan etkileyecek olması, yöneticilere verilen bilgilerin doğru olmasını gerekli kılmaktadır.
Aksi takdirde, yöneticilere verilecek yanlış ve eksik bilgiler, işletmelerde çalışan tüm işgörenlerin
çalışmalarını bozacağı gibi işletmeyi olumsuz yönde etkileyecektir. Dinamik bir varlık olan örgütlerin
kendine özgü işlevlerini yerine getirebilmesi için etkili bir iletişime gereksinim vardır (Demiray ve
diğerleri, 2003;145). Gerek örgüt amaçları gerekse bu amaçlara yönelik araçlar konusunda iknanın
gerçekleşebilmesi için iletişim kanalları doğru düzenlenip etkinleştirilmelidir. Kararlara katılımın
sağlanması iknayı kolaylaştıran diğer bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun yapılabilmesi de
yukarıda da belirttiğimiz gibi örgütün yapısıyla yakından alakalıdır.
Liderlik ve İkna
Günümüz toplumlarında sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik alanlarda sürekli değişmeler olmaktadır.
İşletmeler içinde bu değişim söz konusu olmaktadır. Toplumlarda ve işletmelerde meydana gelen bu
değişmeler, lidere duyulan daha çok arttırmaktadır. Çünki, ancak liderler sayesinde bu değişmelerin
üstesinden gelinebilir. Liderlik “diğerleri üzerinde kuvvet kuran ve bu gücü bireylerin davranışlarını
etkilemede kullanılabilen bir süreçtir” başka bir tanım ise “bir kimsenin istediğini diğerlerine
yaptırabilme sürecidir” (Özkalp, 1986;212). Bu tanımlar ve diğer tanımlardan da anlaşılacağı üzere
liderlik bir süreç olmakla beraber bir ikna sürecini de ihtiva etmektedir.
Günlük hayatımızda lider ve yönetici kavramları birbirinin yerine kullanılmasına rağmen, aralarında
bazı farklılıklar vardır. Bir lider biçimsel bir yapı içinde, biçimsel olmayan bir yoldan ortaya çıkabilir.
Lider için biçimsel yetki fazla önem taşımayabilir, yönetici ise işlevini biçimsel yapının bir gereği olarak
sürdürmek zorundadır. Diğer bir farklı yanı ise, yöneticilik sadece örgütün üst ve orta kademeleri için
geçerli olmasına rağmen, liderlik örgütün bütün kademeleri için geçerlidir (Kılınç, 1984;6).
Liderlerin astlarını belirlenen amaçlar doğrultusunda etkilemelerine, başka bir ifadeyle amaçlar
doğrultusunda ikna etmelerinde etkili olan temel özellik güçtür. Güç, başkalarını etkileyebilme
kapasitesidir. Güç, astların, liderin emirlerini yerine getirip getirmediğinin belirleyicisidir. Gücü şu ana
başlıklar altında inceleyebiliriz (Güney, 2006;382):
148
Ödüllendirme Gücü: Liderin astlarını ödüllendirme gücüdür. Liderler, organizasyonlarda, ücret
artışları ve terfilerde rol oynayarak astlarını etkileyebilirler. Liderler kurum yada kuruluşlarda biçimsel
ödül türlerini kullanma hakkına sahip olduklarından, ödül vermeden kaynaklanan güçlerini kullanarak
astlarını amaç ve hedefler doğrultusunda harekete geçirebilirler.
Cezalandırma Gücü: Ödüllendirme gücünün tam tersi olan bir güç türüdür. Liderin, astlarını
cezalandırma yetkisinin olduğunu ifade eder. Cezalandırma gücü korkuya dayanmaktadır. Bu nedenle
astları korkutan her şey bir güç kaynağıdır. Bu güç, organizasyonlarda tenzili rütbe, işe son verme, başka
göreve atama, eleştirme, ücret artışı yapmama vb. gibi cezalandırmaya ilişkin davranışları kapsamaktadır.
Korku olgusunun belli durum ve şartlarda insanları güçlü biçimde güdülemesine karşın, sevgi gibi diğer
bazı olguların daha iyi ve güçlü bir güdüleyici olduğunu da belirtmek gerekir. Aslında korku, alışılmış,
bilinen ve daime kesin ölçülerde oluşacak tepki ve davranış yolları uyandırır. Bunun dışında uygunluk
yaklaşımı da benzer etki ve sonuçlar yaratır. Korku unsurunun ikna edici iletişimde kullanılmasıyla
bireyler çokluk önleyici durumu ya da mekanizmayı hayata geçirir. Öte yandan korku unsurunun
kullanılması kesin bir tepkide yaratabilir. Bu tepki ise kaçış veya dönüş ya da mücadele biçiminde ortaya
çıkar. Bu olgu ise, ikna edici iletişim sonucunda dağıtıcı ya da bozucu olan bir düşmanlığın
şekillenmesini de sağlar (Demiray ve diğerleri, 2003;73).
Uzmanlık Gücü: Liderin göreve ilişkin belli bir bilgi ve becerisinin olması sonucunda ortaya çıkan
güç türüdür. Burada da astların lideri algılaması önemlidir. Eyer bir lider ve yönetici bilgili ve tecrübeli
olarak biliniyorsa onun astlarını etkilemesi kolay olur. Kısaca belirtilecek olursa, liderin görev konusunda
gerçek bir uzman (sorun çözücü, bilgi kaynağı) olması, astlarını etkileyebilmesini önemli ölçüde
kolaylaştırmaktadır. Organizasyonlarda ve askeri kurumlardaki kurmay sınıfı bu güce en iyi örnektir.
Beğeniye Dayanan Güç (Karizmatik Güç): Liderin kişilik özellikleri ile ilgili bir güçtür. Astlar, saygı
duyup beğendikleri liderin emirlerini daha kolay yerine getirirler. Burada biçimsel bir unvan veya
pozisyondan ziyade, liderin kişisel özellikleri önem kazanmaktadır. Liderin kişiliğinin yönettikleri
insanlara ilham vermesi, onların arzu ve ümitlerini dile getirmesi bu gücün temelini oluşturmaktadır. Bu
güç sayesinde astlar liderlerinin tutum ve davranışlarını daha kolay benimserler.
Liderlerin astlarını belirlenen amaçlar doğrultusunda etkilemelerine,
başka bir ifadeyle amaçlar doğrultusunda ikna etmelerinde etkili olan temel özellik
güçtür. Güç, başkalarını etkileyebilme kapasitesidir. Güç, astların, liderin emirlerini
yerine getirip getirmediğinin belirleyicisidir.
Eğer bir lider izleyenleri ikna etme yeteneğine sahip değilse, diğer bütün yeteneklere sahip olsa bile,
grup üyeleri üzerinde pek etkisi olmaz. İkna etme yeteneği; ikna edilecek kimselerin duygularını,
arzularını, çıkarlarını ve içinde bulundukları durumu anlama ve göz önüne alma ustalığıdır. Acaba neden
ikna etme yeteneği, liderler için çok önemlidir? Çünkü toplumda öğrenim düzeyi artmakta buda otokratik
eğilim yerine demeokratik eğilimin benimsenmesine yol açmaktadır. Bağlı biçimde bunun yanında zorla
ve baskı ile insanlara iş gördürme bir takım olumsuz sonuçlara neden olmaktadır. Dolayısıyla ikan etme
yeteneğinin liderlik için önemi daha iyi anlaşılmaktadır (Güney, 2006;387). Liderlerin başarılı olmaları ve
izleyenleri peşinden sürüklemeleri, ikna etme yeteneklerine bağlıdır. Çünkü lider grup üyelerini ikna
ederek iş gördürür. Bundan dolayı liderin en önemli özelliklerinden biri ikna yeteneğidir.
Liderlerin grup üyeleri üzerinde etkisi olmasını sağlayan etmen nedir
ve siz bu etmeni nasıl değerlendirirsiniz?
Kişilik ve İkna
İnsanlar hem fiziksel görünümleri hem de tutum ve davranışları bakımından farklılıklar gösterirler.
Toplumsal yaşamda gerçekleşen olaylar, insanların hareketleri, fikirleri ve duyguları bakımından farklı
olduklarını gösteren en önemli göstergelerdir. İnsanların birbirlerinden farklı olmalarının birçok nedenleri
vardır. Fakat sadece aynı kültürel özelliklere sahip, aynı ailede yetişmiş ve aynı gruplarla çalışmış
149
insanların davranışları aynı olsaydı, bu farklılıkların tek sebebinin değişik değişik çevresel şartlara
bağlamak mümkün olabilirdi. Ancak insanlara bir benlik ve kimlik kazandıran özelliklerin hem doğuştan
hem de eğitimle elde edildiği yapılan araştırmalarla ispatlanmıştır.
Kişilikle ilgili olarak bir çok tanım yapılmıştır. Bu tanımları dikkate alarak geniş kapsamlı bir tanım
yapmak mümkündür; Kişilik, insanın, konuşma, düşünme, hissetme, olaylara ve insanlara bakış
şekilleriyle, doğuştan getirdiği ve sonradan kazandığı, onu diğer insanlardan ayıran özelliklerin tümünün
oluşturduğu bir bütündür (Güney, 2006;187). Birey, toplumsal yaşamda devamlı olarak diğer insanlarla
bir ilişki ve etkileşim içindedir. Bu ilişki ve etkileşim neticesinde birçok kültürel özellikleri öğrenir ve
daha sonra öğrendiği bu kültürel özelliklere göre davranışlar sergiler. Her toplumun kendine özgü, yaşam
biçimleri, örf, adet, gelenek, görenek, amaç ve hedefleri vardır. Yeni doğan bir çocuk bu özellikler
doğrultusunda yetiştirilir. Başka bir deyişle, kültür çocuğa nelerin öğretileceğini belirleyerek onun
toplumsal yaşama hazır hale gelmesini sağlar. Kültürel görecelik yaklaşımına göre toplumların kültürleri
bir birinden farklıdır. Buna bağlı olarak, kişilik gelişimi, cinsel roller, çocuk yetiştirme, öğrenme
biçimleri gibi psiko-sosyal olgular kültürler arası bir genellik göstermez. Başka bir ifadeyle, bunlarda
kültürden kültüre değişir. Bu açıklamalara dayanarak kişiliğinde kültürün bir parçası olduğu söylenebilir.
Kültür ile kişilik bir birinden ayrı bir olgu değildir (Tezcan, 1987;96-97). Kişilik tek bir olgu olarak ele
alınmamalı, birden fazla olgunun özel bir bütünleşmesi olarak görülmelidir. Kişilik, “karakter”, “mizaç”
(huy) ve “yetenek” olmak üzere üç temel dilimden oluşmaktadır (Oktay, 1996;284-285).
Kişilik tek bir olgu olarak ele alınmamalı, birden fazla olgunun özel
bir bütünleşmesi olarak görülmelidir. Kişilik, “karakter”, “mizaç(huy)” ve “yetenek”
olmak üzere üç temel dilimden oluşmaktadır.
İnsanlar başkalarıyla ilk karşılaşmalarında kolay gözlenebilen, fiziksel, sözel olmayan bilgilere
başvururlar, genel görünüş, giyim ve kuşam gibi. Tanışılan kişiyle etkileşim ilerledikçe izlenimlere daha
ayrıntılı ve betimleyici özellikler eklenir. Başka bir deyişle insanlar hakkında daha fazla bilgiye sahip
oldukça, izlenimler daha soyut hale gelir ve belirli davranış özelliklerine daha az dayanır. Bu betimleyici
soyut sıfatlara “kişilik özelliği” adı verilir. Bunlar durağan niteliklerdir; akıllı, şüpheci, sevimli, kaba
olmak gibi. Kişilik özellikleri, insanların kişiliği ile ilgili izlenim oluşturma ve yargılara varmada çok sık
kullanılan özellikler olduğu için, sosyal psikolojinin çalışma alanlarında birini oluşturur (Kağıtçıbaşı,
1999, 222).
Kaynağın inanılırlığı ve kaynağın sevilmesi iknanın kabulünü etkileyen faktörler olarak ortaya çıkar.
Çoğunlukla kaynağın kim ve ne olduğu hedef alıcısı açısından önem taşır. Bu durum hedef kitlenin iletiye
inanıp inanmamasında etkilidir. Gerek günlük hayatımız gerek araştırma sonuçları inanılır kaynak dan
gelen etkileyici iletişimin hedefte daha fazla tutum değişimi yarattığını göstermektedir. İnanılırlığın ise
iki faktöre bağlı olduğu öne sürülmektedir. Bunlar saygınlık ve Güvenilirliktir. Saygınlık; daha çok genel
bir özelliktir ve iknacının ikna konusunda uzan olup olmadığı ve dinleyicinin kaynağa duyduğu saygı
derecesi ile ilgilidir. Kaynağın saygınlığı ile dinleyicide yaratılan tutum değişimi birbiri ile doğrudan
ilişkilidir. Yüksek saygınlığı olan kaynaktan gelen ileti daha kolaylıkla kabul edilebilmektedir ve buna
bağlı olarak da iletişimin etkinliği artmaktadır.
Kaynak açısından iknanın kabulünü etkileyen “inanırlık” ve kaynağın
sevilmesi olgularını nasıl tartışırsınız?
Kaynağı inanılır yapan ikinci özellik de güvenilirliktir. Kaynak konusunda ne kadar uzman olursa
olsun, herhangi bir iletişim olgusunu gerçekleştirmekteki amacı dinleyiciyi kandırmak olarak
yorumlanırsa, gerçekleştirilen iletişimin dinleyici üzerinde fazla bir etkisi olmayacaktır (Demiray ve
diğerleri, 2003;79-80). Güvenilir bir kişiliğe sahip olan kaynak iknada önemli bir avantaj sağlamış
olacaktır.
150
Her ay belki de her gün ikna edici mesajlara maruz kalmaktayız. Birileri bizden oy istemekte, kar
amacı gütmeyen bir organizasyon bizden bağış istemekte, bir firma mallarını pazarlamaya çalışmakta, iş
arkadaşınız iş ile ilgili bir öneri ile karşınıza gelmekte. Bir örgüt içinde ikna edici mesajları diğer iş
süreçlerine ilişkin mesajlardan ayırmak zor bir iştir. Çünkü normal bir iş günü içerisinde bekli de yüzlerce
mesaj ile karşılaşmak mümkündür. Bu iletilerin bir çoğu normal iş süreçlerine ilişkin sizin üstünüze yada
astınızın size sözlü yada yazılı olarak ilettiği mesajları içermektedir. Bu aşama iknanın tanımı bize örgüt
içindeki mesajların hangilerinin ikna edici mesaj hangilerinin ise normal iş süreçlerinden kaynaklanan
mesajlar olduğunu açıklamada faydalı olacaktır.
İkna, tutumları, inanışları, değerleri ve davranışları değiştirme ya da etkileme süreci olarak
tanımlanabilir. Bu tanımdan harekete bir örgüt içinde dolaşan mesajların hangilerinin ikna edici mesaj
hangilerinin ise iş süreçlerine ilişkin mesaj olduğu tespit etmek için, mesajın amacına bakmak faydalı
olacaktır. Bize ulaşan mesaj ya da bizim gönderdiğimiz mesaj eğer bir tutum, inanış, davranış değişimi
hedefliyorsa bu mesaj ikna edici bir mesajdır.
İkna Edici Mesaj
Aslında her ikna edici mesaj şu dört amaçtan bir tanesine sahiptir:
Benimsetme: Benimsetme mesajları alıcıları bir şey yapmaya ikna etmeye çalışır. Örneğin işyerinin
yerini değiştirmeyi amaçlayan bir şirket, bu değişimi çalışanlara benimsetmek zorundadır. Beklide kurum
içi halkla ilişkiler aracılığı ile bu çaba içerisine girecektir.
Süreklilik: Süreklilik mesajları varolan davranışın devamını teşvik eder. Özellikle kurum kültürün
yerleştirilmesi için istendik davranışların oluşturulması ve devamı için kullanılır.
Kesilme: Kesilme mesajları var olan davranışın değişimi amaçlar
Engelleme (Caydırma): Engelleme mesajları bir eylemenin oluşmasını engellemeye çalışır. Örneğin
grev sürecinde olan çalışanlar ile yöneticilerin yaptıkları görüşmeler.
Örgütsel iletişimde kullanılan ikna edici dokümanlar, delillerin mantıklı sunumu ile alıcıların belirli
bir noktaya katılımını sağlamaya çalışırlar. Böyle bir eylemde akılcılık yani sonuca ulaşmak için akılcı
deliller kullanılır. Akılcılık, farklı biçimlerdeki delillerin kullanımını içerir. Sayısal olmayan gerçekler,
istatistikler, uzman görüşleri gibi.
İkna yeteneği, ikna edici mesajın ya da dokümanın güvenilirliğinden doğrudan etkilenir. Güvenilirlik,
ifadenin, kişinin, şirketin algılanan etik olma, güvenilir olma, sorumluluk sahibi olma samimi olma gibi
değişkenlerin derecesidir. Üç tür güvenilirlik biçimi mesajın başarılı ya da başarısız olmasında etkilidir:
Başlangıçtaki Güvenilirlik: Okuyucunun ya da alıcını hali hazırda konu hakkında ne bildiği.
Türetilmiş Güvenilirlik: Mesajın sunumu sırasında yaratılan güvenilirlik. Türetilmiş güvenilirlik,
sunumun mantıksal oluşumundan, sunulan delillerin gücünden, duygusal çekicilikten, hatta dokumanın
sayfa formatından etkilenir.
Son Güvenilirlik: Bu güvenilirlik, okuyucu ya da alıcı mesajı okuduktan sonra kaynağı
değerlendirmesi ile ortaya çıkar. Önceki yaratılan tüm tepkilerin toplamıdır.
Üç tür güvenilirlik biçimi mesajın başarılı ya da başarısız olmasında
etkilidir: Başlangıçtaki güvenilirlik, türetilmiş güvenilirlik, son güvenilirlik.
Alıcıların mesajı algılama biçimleri üzerinde çok az kontrol sağlasa da yazdığınız belgeyi okuyan
insanları etkilemek ve belginin güvenilirliğini arttırmak için çeşitli teknikler kullanılabilir. Örneğin
başlıkta ve ana metinde seçilen dil ikna için etkili bir araçtır. Hazırladığınız belgenin güvenirliğini
arttırmak için ortaya koyduğunuz fikrin özellikleri üzerinde durmak yerine bu fikrin alıcıya sağlayacağı
faydalar üzerinde durmak daha faydalıdır. Örneğin yöneticinizin bölümünüzde kullanılan bilgi sisteminin
yeniden yapılandırılması önerinizi kabul etmesini istiyorsanız, bu yeni yapılandırmanın yönetime
151
sağlayacağı faydalar üzerinde durmak çalışanlara sağlayacağı faydalar üzerinde durmaktan daha iyidir.
Şöyle bir ifade daha ikna edici olacaktır. “Bu değişim ile bölüm, şimdikinin yarısı maliyetle iki katı hızda
işleyebilecektir.” Bir çok durumda duygular güçlü bir ikna faktörüdür. Mantıklı argümanların başarısız
olduğu durumlarda duygular genellikle insanları eyleme geçirmede etkilidirler. Ancak bir ikna edici
belgede hangi duyguların kullanılacağı, hangilerinden ise kaçınılacağını bilmek gerekir. Hangi duygusal
çekiciliğin etkili olacağını bulmanın en etkili yolu, alıcıların duygusal ihtiyaçlarına göre analizidir.
Örneğin güvenlik ihtiyacı alıcılar için önemli ise, oluşturulacak mesaj alıcıların sosyal kabul
ihtiyaçlarından farklı olacaktır. Mesajdaki duygusal çekicilikler çoklu duygusal vurgulara odaklanabilir.
Umut, memnuniyet, gurur, sorumluluk gibi. Örneğin iki bölümün birleşmesi sonucunda 15 işçinin işsiz
kalması durumunda, mesajı oluşturan, böylesine zor bir kararı almanın gerektirdiği cesarete ve şirketin
geleceği için bazı zorunlu eylemleri yapma sorumluluğuna odaklanabilir.
Örgütlerde Motivasyon ve İkna
Alıcının ihtiyaçlarını anlamak başarılı iknanın önemli bir unsurudur. İnsanlar sizin için bir şeyler
yapacaklar ve bunun için iyi hissedecekler ve inanacaklar ki, kendi çıkarları için harekete geçmekteler ve
kendi kişisel amaçlarını gerçekleştirmekteler. Buna motivasyon adı verilir. Aslında bir kişinin
ihtiyaçlarını, isteklerini keşfetmek ve bu ihtiyaçları tatmin edecek çözümü sunmak onu ikna etmekten
başka bir şey değildir. Bir kere bu ihtiyaçları tanımladığınızda ve ikna etmek istediğiniz kişiye
sunduğunuz önerinin bu ihtiyaçları nasıl karşılayacağını gösterdiğinizde, isteğinize razı olacaklar ve sizi
destekleyecekler çünkü, sizin amaçlarının için değil kendi ilgileri için hareke geçtiklerini düşünecekler.
Motivasyon Kuramları
Motivasyon, kısaca insanı çalışmaya sevketmek, çalışmak için bireyi harekete geçirmek ve
isteklendirmek anlamına gelmektedir. Motivasyon yönetimi ise organizasyonda çalışanların daha istekli
ve arzulu iş yapmalarına yönelik çeşitli araçlar (para, eğitim, takdir, ödüllendirme, başarı vs.) ile
çalışanların harekete geçmesi ve isteklendirilmesi demektir. İnsan kaynakları yönetiminin en önemli
konularından birisi hiç şüphesiz motivasyon yönetimidir.
Bu bölümde yönetim uzmanları tarafından geliştirilen başlıca motivasyon teorilerini özetledikten
sonra, organizasyonda çalışanlara yönelik olarak uygulanabilecek motivasyonel araçları ele alacağız.
Önemle belirtelim ki, çalışanların organizasyon içindeki ve dışındaki fizyolojik, psikolojik ve sosyal
ihtiyaçlarını iyi bir şekilde algılayan bir yönetici organizasyonun performansını artırabilir. Bu nedenle
motivasyon teorilerini tanımak ve öğrenmek son derece önem taşımaktadır.
Maslow’un Motivasyon Kuramı: İhtiyaçlar Hiyerarşisi
Motivasyon konusunu ilk inceleyen yönetim uzmanlarının başında Abraham H. Maslow gelmektedir.
Maslow, insan ihtiyaçları ile ilgili olarak 1943 yılında yazdığı bir makalesinde insan ihtiyaçlarını beş
kategoriye ayırmıştır. Maslow, insan ihtiyaçlarını hiyerarşik olarak ele almış ve en alttaki ihtiyaçların
karşılanmasının ardından insanın bir üstteki ihtiyaçlar kategorisine doğru yöneldiğini ifade etmiştir.
Maslow’ un ihtiyaçlar hiyerarşisi şu şekildedir:
Fizyolojik ihtiyaçlar: İnsanların doğuştan sahip oldukları ve arzu ettikleri temel ihtiyaçlardır. Yemek,
uyumak, hava teneffüs etmek vs. ihtiyaçlar bu kategori için örnek olarak gösterilebilir.
Güvenlik ihtiyaçları: İnsanlar, can ve mal varlıklarının korunmasını isterler. Aynı şekilde insan,
doğası gereği özgürlüğü ve mülkiyeti seven bir yaratıktır. Bu nedenle, tüm insanlar baskıya ve zorlamaya
karşı kendilerini korumak isterler. Bunların dışında yaşlılık, hastalık, işsizlik vs. durumlara karşı da insan,
geleceğinin güvenlik içerisinde olmasını arzular.
Sevgi ve aidiyet ihtiyacı: Fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarından sonra insanın sosyal yönü ağırlık
taşıyan ihtiyaçları ortaya çıkar. Örneğin, sevme, sevilme, bir gruba mensup olma, şevkat, yardımseverlik
vs. türünden ihtiyaçlar bu gruba örnek olarak gösterilebilir.
152
Saygı ihtiyacı: İnsanlar sevmek, sevilmek dışında saygı duyulmak da isterler. İnsanlar temel fizyolojik
ve güvenlik ihtiyaçlarını ve ardından sevgi ve aidiyet ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra tanınma, sosyal
mevkii ve statü sahibi olma, başarı elde etme, takdir edilme, saygı görme vs. türden ihtiyaçlara ilgi
gösterirler. Maslow bu gruptaki ihtiyaçları saygı görme (esteem) ihtiyaçları olarak sınıflandırmaktadır.
İdeallerini ve yeteneklerini gerçekleştirme ihtiyacı: Fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarını ve diğer
belirtilen türdeki ihtiyaçlarını karşılamış olan birey son aşamada ideallerini ve yeteneklerini
gerçekleştirme ihtiyacı duyar. Bu son aşamada birey, ideallerini gerçekleştirmeye, başarmaya ve haz
duymaya daha fazla önem verir
Abraham Maslow’ un yukarıda kısaca özetlenen “ihtiyaçlar hiyerarşisi”, insanlar açısından bir tür
motivasyonel etki gösterir. Başka bir ifadeyle, belirli bir basamak ihtiyacını karşılayan birey, bir sonraki
basamağa atlamak için motive edilebilir. Maslow’ un teorisinin ötesinde ihtiyaçlar konusunda belki de
bilinmesi gereken ilk şey şudur: “insan ihtiyaçları sonsuzdur/sınırsızdır.” Bu nedenle, insan daha fazla
motive edilmek için hazır durumdadır. Önemli olan, doğru motivasyonel araçları kullanarak insanları
daha fazla çalışmaya sevketmektir.
Bu çeşitli ihtiyaçlar alıcının desteğini kazanmak için ikna edicinin üzerinde durulacağı sıcak noktaları
ifade eder. İşte buradaki önemli görev doğru sıcak noktayı bulabilmektir. Maslow’a göre bir ihtiyaç ancak
bir alttaki ihtiyaç tatmin edildiğinde aktif hale gelir, yani, sıcak nokta olur.
Herzberg’in Motivasyon-Hijyen Kuramı
Motivasyon konusunda geliştirilmiş teorilerden birisi de Frederick A. Herzberg’ in “Çift Faktör Teorisi”
ya da “Motivasyon-Hijyen Kuramı” olarak bilinen yaklaşımıdır. Herzberg motivasyonu belirleyici iki
faktörden sözetmektedir:
Motivasyonel faktörler: Başarı, tanınma, takdir edilme, yapılan işin niteliği, yetki ve sorumluluk
sahibi olma, ilerleme ve yükselme imkanlarının olması vs. motivasyonel faktörler arasında sayılabilir.
Hijyen faktörler: İşletme politikası ve yönetimi, çalışma koşulları, ücret düzeyi, özel yaşamdaki
mutluluk düzeyi, organizasyonda alt-üst arasındaki ilişkiler vs. unsurlar “hijyen faktörler” olarak
adlandırılır. Hijyen faktörler mevcut olduğunda iş tatmini gerçekleşir ve bireyleri çalışmaya motive
edebilir. Hijyen faktörlerin negatif olması durumunda ise (örneğin, çalışma koşullarının çok iyi olmaması,
aile yaşamının çok düzenli olmaması) motivasyonel etki ortadan kalkar. Herzberg’ e göre hijyen faktörler
pozitif ise bu sadece çalışanlar tarafından kabul görür, motive edici olabileceği gibi motive edici etki
göstermeyebilir.
McCleland ve Aldefer’in Motivasyon Kuramı
Motivasyon konusunda bir başka teori geliştiren yönetim uzmanı ise David C. McCleland’ dır. Bir
psikolog olan Cleland, Maslow ve Herzberg’ den farklı olarak insanların farklı ihtiyaçlara yöneldikleri ve
bu ihtiyaçları karşılandığı ölçüde tatmin olacakları görüşünü savunmuştur. McCleland, Maslow’ dan
farklı olarak üç tür insan ihtiyacı üzerinde durur: Başarı ihtiyacı, sosyal ilişkilerde bulunma ihtiyacı, güç
ihtiyacı.
McCleland, Maslow gibi insanların temel fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarından sözetmemiş, daha
doğrusu bu ihtiyaçların üzerinde bulunan üç tür ihtiyacı ele almıştır. Gerçekten de, insan doğası gereği
sosyal ilişkilerde bulunma (arkadaşlık, dostluk, sevgi vs.) ihtiyacını hisseder. İnsan aynı zamanda güç
elde etmeyi seven bir yaratıktır. Bu maddi bir güç (para) olabileceği gibi, makam, mevki, otorite şeklinde
bir güç de olabilir. İnsan ayrıca yaptığı işleri başarmayı arzulayan ve bundan haz duyan bir varlıktır.
Clayon Alderfer adındaki yönetim uzmanı ise insan ihtiyaçlarını üç farklı kategoriye ayırmaktadır
Varlık ihtiyaçları. Bunlar insanların doğuştan itibaren sahip oldukları ihtiyaçlardır. Yiyecek, içecek,
barınma ihtiyaçları vs. bu konuda örnek gösterilebilir.
Sosyal ilişkiler ihtiyacı. İnsanlar, başka insanlarla bir arada olmak, duygu ve düşüncelerini onlarla
paylaşmak isterler.
153
Gelişme ihtiyaçları. İnsanların kendilerini geliştirme ihtiyaçlarıdır. Başarı elde etme, tanınma, kabul
edilme vs. bu tür ihtiyaçlara örnek gösterilebilir.
Alderfer’ e göre varlık ihtiyaçları karşılandıktan sonra ikinci basamak ihtiyaçların, daha sonra da
üçüncü basamak ihtiyaçların karşılanmasına çalışılır.
Buraya kadar özetlenilen motivasyon kuramları arasında çok yakın benzerlikler olduğunu söylenebilir.
Motivasyon yönünden insan ihtiyaçlarını ele alan her dört teori her ne kadar farklı isimler altında ele alsa
da ihtiyaçları birbirine benzer şekilde sınıflamaktadır. Her dört teori içerisinde de ihtiyaçların bir hiyerarşi
takip ettiği ve bir tür ihtiyacın karşılanmasının ardından bir başka tür ihtiyacın ortaya çıktığı tespiti
yapılmaktadır.
İKNAYA DİRENME
İkna kavramını açıklama çabasındaki tüm kuramlar etki kavramı üzerinde de durmak zorundadır. Etki ise
kendisini belirli bir tutum ve/veya davranış değişikliği şeklinde gösterir. Başarılı bir ikna sürecinin,
sonucunda hedefte belirli bir davranış değişikliği yaratabilen ikna çabası olduğunu öne süren davranış
değişimi kuramı, ikna sürecinin beş karakteristik özelliğe bağlı ilerlediğini varsayar(Yüksel, 2004, s.9) :
Dikkat: İkna edilmek istenen kişi ya da kitle iletiye dikkat etmezse, başka bir deyişle ileti ikna olması
hedeflenen kişi ya da kitlenin dikkatini çekecek şekilde verilmezse ikna zorlaşır.
İdrak: İkna edilecek kişi ya da kitle iletiyi idrak edemez ya da etmezse ikna zorlaşır.
Kabul: Eğer ikna edilecek kitle, iletinin vermek istediğine karşı gelip, kabul etmezse iknanın
gerçekleşmesi imkânsızlaşır.
Alıkoyma: Çoğu zaman insanlar ikna olduktan sonra kendi davranışlarına bir takım sınırlamalar
getirir. İkna edicilerin yapması gereken bu sürecin kendi istekleri doğrultusunda gerçekleşmesini
sağlamaktır.
Davranış: Dört karakterin sonucudur. Davranış ikna edenin istediği şekilde oluşmuşsa bu sürecin
diğer dört basamağının istenilen şekilde yürümüş olduğuna işaret eder.
İşte “iknaya direnme” kavramı, bu özelliklerden ‘kabul’ ile ilgilidir; direnmenin olması, kabulün
gerçekleşmemiş olması anlamına gelir. Öte yandan ikna edici iletişimin başarısı, kendisiyle yarışan
enformasyonlara olan direnci değerlendirebilme kabiliyetiyle de ölçülebilir. (Jamieson, 1996, s.201)
“İknaya direnme” kavramı, ikna sürecinin karakteristik özelliklerinden
‘kabul’ ile ilgilidir; direnmenin olması, kabulün gerçekleşmemiş olması anlamına gelir.
Öte yandan ikna edici iletişimin başarısı, kendisiyle yarışan enformasyonlara olan direnci
değerlendirebilme kabiliyetiyle de ölçülebilir.
Direnç, temelde bireyin eylem ya da düşünce özgürlüğünü kullanmasıyla ilgilidir. (Jamieson, 1996, s.
198) Modern hayatın içindeki her yönden yoğun ikna çabası ve ileti silsilesi, bireyin kendisini kapana
sıkışmış, bastırılmış hissetmesine neden olmaktadır. Belki de bu ileti çılgınlığının tam ortasında kalan
bireyin en önemli savunma mekanizması ikna olmayı reddetmektir. Katz, psikanalizden yola çıkarak ikna
sürecinde ‘egonun korunması’ kavramını ortaya atar. Buna göre insan, egosunu içsel ve dışsal
tehditlerden korumaya çalışır. Ego savunma (ego defens) mekanizmaları, bireyin kendi gerçek kişilik
özellikleriyle, yani ‘içsel gerçekliği’yle ya da çevreden gelen dışsal tehlike ve tehditlerin gerçekliğiyle
yüzleşmesini engelleyen araçlardır. En genel anlamıyla ego savunma mekanizmaları, kişinin gerçeklerle
yüzleşmemek için kullandığı reddetme, akılcılaştırma (rationalization), koruma ve geri çekilme
taktikleridir. Bu bağlamda reddetme ya da iknaya direnme, güvensizlik ve aşağılık duygusuyla baş
edebilmek için içsel çatışma ve endişeyi bastırarak egoyu koruma ihtiyacını tatmin eden bir araç olarak
ele alınabilir. (Cegala, 1984, s.43) Bu genel ve çoğu zaman geçerli durumun yanında iknaya karşı
direnmenin kaynaktan, iletinin kendisinden, ileti kanalından ya da alıcının kendisinden ileri gelen
sebepleri olabilir.
154
İknaya Direnmede Etkili Faktörler: Kaynak/Hedef/İleti/Kanal
İknada kaynağın güvenilirliği, saygınlığı, dolayısıyla inanılırlığı iknayı ne kadar kolaylaştıracaksa
güvenilir olmayan kaynak da iknaya karşı bir direnç oluşmasına neden olabilir en azından bunu
kolaylaştırabilir. (Cegala, 1984, s.79)Örneğin bir çok reklamın amacına ulaşamamasının nedeni, ürün ya
da hizmete güven duymamama eğilimindeki hedef kitledir. Hovland ve Weiss’ın Yale Üniversitesi’nde
yaptıkları deneyler, kaynağın güvenilirliğinin ikna üzerindeki etkisini ortaya koymuştur.
(Bettinghaus,1980, s. 91)Ancak aşağıda da göreceğimiz üzere kaynağın güvenilirliği ancak kısa vadede
etkili olan bir faktördür. (Yüksel, 2004, s.36)
İknada kaynağın güvenirliği iknaya direnmeyi nasıl etkiler?
Kaynağın, hedefi ikna etmeye çalıştığı konuda uzman olması iknayı kolaylaştıracak, kaynağın ileti
hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığının hissedilmesi ise iknaya direnmeyi beraberinde getirecektir.
Kaynağın söz konusu iletişimden kişisel bir kazanç sağladığının düşünülmesi de iknaya karşı direnç
oluşturacak bir başka faktördür. Alıcının, ikna etmeye çalışan kişiye yönelik kişisel yargıları da iknayı
doğrudan etkileyen faktörlerdendir. Beğenilmeyen ve sevilmeyen kişinin ikna çabası dirençle
karşılaşacaktır. Bu konuda yapılan çalışmalar, kaynağın güvenilirliğinin kısa vadede etkili olduğunu,
uzun vadede ise etkili olanın iletinin kendisi olduğunu ortaya koymuştur. İleti eğer: Hedefin değer
yargılarına uygun ya da değer yargılarıyla çatışmayacak şekilde biçimlendirilmemişse, iletideki iknaya
yönelik korku faktörü gereğinden fazla ya da azsa, ileti hedefin dikkatini çekecek şekilde, doğru yer ve
zamanda iletilmemişse ikna olmanın reddedilmesi olasıdır. İletinin iknaya direnmedeki etkisini belirleyen
diğer bir özelliği de yargısallığıdır. Yargısız mesajlar, karşısına direncin daha kolay geliştiği mesajlardır.
Örneğin “Esrarın kişisel kullanımının yasallaşmasına inanıyorum” iletisi belirli bir kişisel değer yargısı
barındırsa da hedefe yönelik bir yargı ortaya koymaz ve dirençle ya da katılmamayla karşılaşması daha
olasıdır. Oysa “Ancak aptallar esrarın kişisel kullanımının yasallaşmasına karşı olabilir” iletisi yargısaldır
(opinionated) ve bu iletiye direncin ilk iletiye oranla daha az olması olasıdır. Her ne kadar uzun vadede
ileti kaynaktan daha önemli olsa da çalışmalar kaynağın güvenilirliğinin ‘mesajın yargısal olup
olmamasından’ daha etkili olduğunu ortaya koymuştur.
İkna sürecinin başarılı olması için iletişim kanalının uygun olması, etkin bir şekilde kullanılması
şarttır. Hedefe ve amaca uygun olmayan kanal, direnç doğuracaktır. Alıcının tutumuna ne derce bağlı
olduğu, onu ne kadar önemsediği, dışarıdan gelen ikna çabasına ne kadar direnç göstereceğini etkiler.
Bireyin geçmişten bugüne taşıdığı özellikler, bakış açıları bugünkü tepkilerini belirler. Alıcının tutumu ile
kaynağın ileri sürdüğü tutum arasında belirgin farklılıklar varsa bu iknaya direnmeyi kolaylaştıracaktır.
Alıcının ileri sürülen görüşle aynı görüşte olup olmaması, bilgi düzeyi, eğitimi, zekâ seviyesi ve kişilik
özellikleri iknaya ne ölçüde direneceğini de belirler. Ayrıca hedef, kaynağın ikna etmeye yönelik
iletisinin doğrudan kendisine yöneldiğine inanırsa belirli bir direnç gösterecektir. Oysa alıcının iletinin
kendisine yönelik olmadığına, hatta onu tesadüfen aldığına inanması iknanın etkinliğini arttıracaktır.
Hedeflerin mesajın pasif alıcıları olduklarında daha kolay ikna olduğu varsayılır. (Cegala, 1984, s.22)
İleti bireyin kabul yelpazesinin ne kadar yakınından ve içinden geçerse direnç o denli az olacaktır.
Çapa kuramı kişinin iknaya karşı, önceki deneyimlerine ve değer yargılarına göre şekillenen belirli bir
nirengi noktasına dayanarak tepki gösterdiğini ileri sürmektedir. Buna göre kişinin tutumları, verdiği
kararlar ve ikna çabalarına karşı tavırları bir nirengi noktasına, yani daha önce verilmiş bir karara,
oluşmuş bir tutuma ya da gösterilmiş tavra göre şekillenir. Birey, davranış ve tutumlarında belirli bir
sürekliliğin olmasına çabalar ve tutarlılık adına ikna olabilir ya da iknaya direnebilir. (Cegala, 1984, s.52)
Temelde ego ne kadar yüksekse kişinin nirengi noktasına o kadar bağlı kalacağı ve kişisel geçmişi’ne
uymayan ikna çabalarına o kadar güçlü direneceği varsayılır. Dolayısıyla egosu yüksek kişilerde tutum
değişikliğinin az olduğu sonucu doğar. Zeka ile ikna olma arasında da pozitif bir korelasyon vardır. İkna
edici iletiyi kavrama yetisi ve ona karşı dikkat arttıkça ikna etmeye yönelik mesajlar da daha bütünlüklü
anlaşılacak ve ikna süreci kolaylaşacaktır. Öte yandan kendine güven ile ikna arasında negatif bir
155
korelasyon olduğu varsayılmaktadır. Kendine güveni yüksek kimse, kendi tutumuna ters düşen bir iletiyi
reddetme, görmezlikten gelme veya unutma eğilimi gösterir. (Yüksel, 2004, s. 14)
Statü/toplumsal saygınlık/mevki yükseldikçe kişi daha zor ikna olur. Toplumsal cinsiyet rolleri
bağlamında ele alırsak, kadınlar daha kolay ikna olmaktayken, erkekler daha dirençlidir zira toplum
kadından daha az dirençli ve az iddiacı olmasını bekler. (Jamieson, 1996, s.201)
İknaya Direnmede Bilişsel Etkenler: Öğrenme/Alışkanlıklar/Ön
Eğitim/Dikkatin Dağılması/Tepki
Schein’ın Kore Savaşı’nda esir düşen Amerikalı tutsaklar üzerine yaptığı çalışma, bireylerin büyük
bölümünün alternatifleri olmadığında ya da çok az olduğunda daha az direnç gösterdiğini ortaya
koymuştur. Yani, kapalı ortamlarda birey rıza göstermeye zorlanmaktayken açık ortamlarda direnç
gösterebilmektedir. (Jamieson, 1996, s.202)Bu vakada tutsaklar temel insani ihtiyaçları konusunda
kendilerini esir alanlara bağımlı oldukları için dayatılan otoriteyi de kabul etmek zorunda kalmışlardır.
Direnç gösteren tutsaklara ise belirli fikirler tekrar yoluyla aşılanmıştır. Ancak sonuçlar göstermiştir ki bu
tür bir ikna, esirlik durumu sona erer ermez anlamını yitirmiş, esirlerin beynini yıkama süreci başarılı
olamamıştır. Tutsakların çok küçük bir bölümü komünist ideolojiye yatkın hale gelmiştir.
Alışkanlıklar ve deneyimler, iknaya karşı gelişte önemli rol oynar. Araştırma sonuçları şunu önerir:
Bireyler, doğru ya da yanlış, savundukları düşüncelere yapılan saldırılar karşısında direnç gösterir.
Yeniden Amerikalı tutsaklar örneğine dönersek; bu tutsakların yetişme koşullarının, psikolojik ve
toplumsal koşullanmalarını etkilediği söylenebilir. Yani tutsaklar görünüşte Çinli otoritelerin
düşüncelerin kabul ediyor gibi görünseler de bireysel inançları neye inanacakları ve ikna çabasına uzun
vadede nasıl bir tepki gösterecekleri konusunda etkili olmuştur. Araştırmalar bireylerin, doğruluğu
çürütülmüş dayanaklarla desteklenmiş iletileri, yeni iletilere oranlar daha kolay reddedebildiğini ortaya
koymuştur. Oysa bireylere zaten inandıkları düşüncelere uygun (üstelik deneyimle sabit fikirlerle kesişen)
iletiler gönderirseniz, yeni fikre ikna olma konusunda daha dirençli olacaklardır. Ayrıca bireyin
düşüncelerine önceden haber verilerek, uyarılarak yapılan saldırı, onu izleyen ikna için belli oranda bir
direnç sağlar. Papageorgis , iki tür önceden uyarma olduğunu öne sürer. İlk tip uyarımda hedef kendisini
etkilemeye yönelik bir mesaja karşı önceden uyarılır. Bu tip uyarım çoğunlukla iknaya karşı direnci de
beraberinde getirir. İkinci tip uyarımda ise hedefe yalnızca mesaj alacağı söylenir ancak ayrıca konu
hakkında bilgi verilir ve veya savunulacak tarafları üzerinde durulur. Bu tip uyarılar kimi zaman iknanın
artmasına kimi zaman ise iknaya direncin gelişmesine neden olmaktadır. (Cegala, 1984, s.123)
Tutum değişikliğine dair literatürün büyük bir kısmı hedefin tutumlarının ikna etmeye çalışanın
amacına uygun şekilde biçimlenmesi üzerinde durur. Buna karşın pek az çalışma, hedeflerin ikna
çabasının inandırıcılığından bir kez şüphe etti mi geliştireceği dirence karşı ikna etmeye çalışanın
izleyeceği yollar ve taktikler üzerinde durmuştur. Konuyla ilgili ilk önemi deneysel çalışmalardan biri,
Lumsdaine ve Janis’in tek yönlü mesajla çift yönlü mesajı karşılaştırdıkları çalışmadır. Lumsdaine ve
Janis, çift yönlü mesajın hedefin karşı iknaya karşı önceden direnç geliştirmesinde tek yönlü mesaja
oranla daha etkili olduğunu ortaya koymuştur. (Cegala, 1984, s.116)Ancak konuyla ilgili belki de en çok
bilinen çalışma McGuire’ın ‘aşılama kuramı’dır. Aşılama kuramı, biyolojik aşılama metaforunu kullanır;
buna göre kişiye virüs ya da mikrobun zayıf bir örneği enjekte edildiğinde organizma o virüs ya da
mikroba karşı savunma yolları geliştirir. McGuire ve arkadaşları benzer şekilde bireylerin gerçek karşıikna mesajlarından önce karşı-argümanların zayıf formlarına maruz kaldıklarında karşı-ikna mesajlarına
karşı bir savunma yaratabileceklerini öne sürmüştür. Dolayısıyla ikna etmeye çalışanın, birini hedefin
reddetmesini amaçladığı ve kurama göre bunun için daha önceden o mesajın zayıf bir formunu hedefe
yönlendirerek bir savunma yarattığı çift yönlü bir mesaj yollaması uygun olacaktır. (Cegala, 1984, s.119)
Ancak araştırmalarda çift yönlü mesajın konuya uzak hedefler üzerinde pek de etkili olamadığına dair
kanıtlar da elde edilmiştir.
“İkna her ne kadar kişisel bir olay olsa da aynı zamanda insanın birlikteliğine bağlı bir konudur.”
(Yüksel, 2004, s. 39)İknaya direnmede grup da önemli bir etkendir. Eğer birey diğer insanların da kendisi
gibi düşündüğünü görürse, sahip olduğu düşünceyi güçlendirme yönünde bir eğilim gösterir. Ancak
156
bireyin fikirlerini etkilemek için grubun gerçek varlığı gerekmez, bu referans grubu da olabilir.
Düşüncenin başkalarınca da paylaşıldığına dair inanç, direnmeyi kolaylaştıracaktır. (Jamieson, 1996,
s.206)
Erken ikna çalışmaları, hedefin zihni başka yöne çekildiğinde daha kolay ikna edilebileceğini
varsayar. Gerçekten de çalışmalar, ileti aşamasında dikkati dağıtılan, zihni başka yöne çekilen kişinin
kabul etmeye daha eğilimli olduğunu ortaya koymuştur. İnsan zihninin iletiyi (kısa bir zaman aralığında)
işleme kapasitesinin sınırlı olması, direnmeyi güçleştirmekte, kısaca bir kısım enformasyon diğerine
tercih edilmektedir. Örneğin reklamlarda kadın figürünün kullanılmasının dikkati dağıtarak direnci
azalttığı varsayılır. (Yüksel, 2004, s. 39)
Tepki kavramı üzerine çalışan Brehm, özgürlük ve konunun öneminin aynı anda var olduğu
durumlarda iknaya karşı tepkinin yoğun olduğunu söylemektedir. Özgürlüğün olmadığı yerde rıza daha
kolay gerçekleşirken, özgürlüğün olduğu yerde, özellikle de ikna konusu hedef için önemliyse tartışma,
karşılaştırma ve reddetme özelliği ortaya çıkmaktadır. (Jamieson, 1996, s.208)
İknanın ve iknaya karşı direncin ne denli bireye ait, bireye dair olgular olabileceğine yukarıda
değinmeye çalıştık. Tabi bireysel olan tüm bilişsel süreçler gibi iknanın ve direncin de yüzeysel ve derin
etkilerinden söz edilebilir. İkna edici iletinin yüzeydeki etkileri dirence maruz kalmazken derin etkileri
dirençle karşılanabilir. Bu da modern dünyada medya yoluyla sürekli bir ikna çabasına maruz kaldığı
halde insanların neden kimi düşünce ve tutumlarını değiştirmediklerini açıklayabilir (Jamieson, 1996,
s.206). Açık seslenişler yüzeyin altında bir çeşit (kişisel/psikolojik/kültürel) sansüre (kodaçıma/tartışmalı
ya da karşı okumaya) tabi tutulmaktadır.
İknaya karşı direnme konusunu ele alırken iknaya direnme çağrısının da bir ikna etme çabası
olduğunu unutmamak gerekir. Bireyi belli bir konuda direnç göstermesi için ikna etmek belirli bir etkiye
sebep olur ki bu da dışsal bir etkidir.
Bireyin özgürlük alanı genişlediğinde ikna edici iletilere tepki verme olasılığı da artar. Dolayısıyla
seçim yapabilme şansı da bir tür özgürlüktür. Öte yandan, düşüncelere ve nesnelere verilen önem ne
kadar azsa bunların konu olduğu ikna çabasına direnç de o kadar az olacaktır, zira bunlar için harcanan
enerji düşüktür. Kişi, kendisi için önemli olan konuya daha yoğun tepki göstereceği için direnme de o
denli yoğun olacaktır. Direnç, insan olmanın gereklerinden ve doğal sonuçlarındandır. Tarih, direnmenin
erdem sayıldığı bir dünyada yaşıyor olduğumuzu bize sürekli olarak hatırlatmaktadır. Fransız yazar ve
düşünür Albert Camus, insanı insan yapan temel özelliğin başkaldırmak, kabul etmemek olduğunu
vurgular. Direncin etikle karşılaştığı noktada işte burasıdır. Aristo’dan, David Hume’a, ikna çabalarına ve
ikna çalışmalarına belirli yönlerden karşı çıkanların önemli bir kısmı da iknanın dürüst olmayan bir
iletişim olduğunu ve tıpkı fiziksel güç gibi, aslında duygular üzerinde çeşitli taktikler kullanarak bir güç
uyguladığını öne sürer. (Bettinghaus,1980, s. 14) Öyleyse birey, yalnızca direnmek için tüm ikna
çabalarına karşı bir önyargıyla mı donatacaktır kendini? Yoksa kimi durumlarda ikna edilebilir olmak,
zihni dışsal iletilerin etkisine açmak daha mı doğru olacaktır? Sonuç olarak diyebiliriz ki direnç kavramı
da diğer her şey gibi kendi bağlamı içerisinde değerlendirilmeli, yani iknanın içeriğine bağlı olarak ele
alınmalıdır. Pek tabi ki bağlamından kopuk bir iknaya direnme olgusu komik sonuçlara yol açabilir.
Örneğin sigarayı bırakmaya yönelik bir kampanyaya ya da trafik kurallarına uymaya yönelik bir
kampanyaya direnç göstermek, yukarıda sayılan özelliklerin birçoğuyla örtüşmeyecektir.
İKNA EDİCİ KONUŞMA
İkna Edici Konuşma Kavramı
Bu kitabın Konuşma ve Dinleme ünitesinde konuşma türleri ele alınırken ikna edici konuşma genel
hatları ile ele alınmıştı. (AYRINTILI BİLGİ İÇİN BKZ. Etkili İletişim Teknikleri “Konuşma ve
Dinleme” Bölümü s…………………..) Burada kısaca bir hatırlatma yapılacak, ve daha sonra orada yer
almayan ayrıntılara yer verilecektir.
157
Konuşmanın özel, sık karşılaşılan ve en önemli türü olan ikna edici konuşma; belli birtakım sözel
tartışmalar oluşturma, oluşturulan bu sözel tartışmaları özel ve belli izleyicileri harekete geçirme, istendik
değişimler ortaya çıkarmak amacıyla düzenleme sanatıdır. Bu tanımı içerdiği ögeler bağlamında ele
alınırsa; İkna edici konuşma bir sanattır, ikna edici konuşma bir sözel tartışma oluşturma ile ilgilidir, ikna
edici konuşma sözel tartışmaları özel izleyicilerle uyumlaştırma ile ilgilidir, ikna edici konuşma amaçlı ve
istendik değişimler ortaya çıkarmaya yönelik olduğu söylenebilir.
İkna Edici Konuşma Perspektifleri
Konuşmacı Perspektifi: İkna edici konuşmada konuşmacının etkiliğinin önemli bir bölümü doğrudan
konuşmacıya dayanır. Eğer izleyicilerin konuşmacıya güveni yoksa, konuşmacının söyleyeceği şeyler
izleyiciyi etkilemekten uzak kalacaktır. Sonuçta kaynak ne denli güvenilirse, tutum değişikliğinin ortaya
çıkma olasılığı o denli çoktur. Günümüzde ise buna artık inanılırlık adı verilmektedir. Araştırmacılar
inanılırlığın birçok boyutlarını ortaya koymuşlardır. Burada bizim için önemli olan boyutlar
konuşmacının bilgisi/uzmanlığı, güvenirliği ve kişiliğidir.
İzleyici Perspektifi: Konuşmacının etkinliğinin bir bölümünü de onun izleyiciye karşı olan duyarlılığı
oluşturur. Etkin konuşmacılar izleyicilerin doğasını kavrar ve iletilere nasıl tepki vereceğini anlar ve
konuşmasını ona göre yapılandırır.
Konuşma Perspektifi: Konuşmacının etkenliğinin üçüncü boyutu bilginin konuşmada kullanılma
yoluna bağlıdır. Konuşmacılar izleyicilerin tutumlarını etkilemek ve davranışlarını değiştirme yol ve
yöntemleri üzerine yoğunlaşmaktadır.
İkna Edici Konuşmada Sorumluluklar
İnsanlar diğerlerinin düşünce ve davranışlarını etkileyebilmenin büyüsüne kendilerini kaptırabilirler. İkna
etme gücü sonunda konuşmacıda bir davranış haline dönüşebilir. Ancak ikna gücü belli birtakım
sorumluluklar taşır. İnsanlar toplumun yararına veya zararına hareket edecek şekilde inandırılabilir veya
davranmaya yöneltilebilir. Sonuç olarak tutum ve davranışları etkileme yolunu seçenler mutlaka bu
korkutucu olarak nitelendirilebilecek sorumluluklarını fark etmeli ve sorumlu davranma doğrultu ve
bağlamında durumdan emin olmalıdırlar. Anılan sorumlulukları şu başlıklarda toplamak mümkündür:
Konuşmacılar söyledikleri bağlamındaki sorumluluğu, izleyiciye serbest seçim imkanı verme
sorumluluğu, konuşmacının kendini sınırlandırması sorumluluğu.
İkna Edici Konuşmada Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar
İkna edici konuşmada konuşmacının görevi izleyicinin aklını, düşüncesini ve giderek davranışını
değiştirmektir. Başka deyişle konuşmacı izleyicinin kendisi ile hemfikir olmasını sağlamalıdır. Amaç bir
görüşü savunmak, bir rakibi yalanlamak, bir ürün satmak veya insanları bir konuda tepki göstermeye
yönlendirmek olabilir. Bu anlamda bakıldığında ikna edici konuşma diğer konuşma türleri arasında en
karmaşık olandır denilebilir. Bütün bunlara rağmen kişileri ikna etmek kuşkusuz imkansız da değildir.
Mesele ikna ve ikna edilecek konu hakkında gerçekçi olmaktır.
İkna Edici Konuşma Türleri
İkna edici konuşma niteliği itibarı ile bir inancı pekiştirir, bir inanç oluşturur, inanç değiştirir veya
izleyicileri bir harekete yönlendirir. Bu bağlamda ikna edici konuşma türlerini; Varolan İnancı Pekiştiren
Konuşmalar: Bir İnanç Oluşturan Konuşmalar: Bir İnancı Değiştirmeye Yönelik Konuşmalar: İzleyicileri
Bir Harekete Yönlendiren Konuşmalar: biçiminde sıralamak mümkündür. Bu ele alınanların dışında;
izleyicinin bir olgu tanımı üzerindeki inançlarını etkilemeye yönelik, izleyicilerin değerlendirme tanımları
üzerindeki inançlarını etkilemeye yönelik ve izleyicilerin politika veya hareket tanımları üzerindeki
inançlarını etkilemeye yönelik ikna edici konuşma türleri de vardır.
158
İKNA EDİCİ KONUŞMANIN DÜZENLENMESİ
Dinleyicilerin ilgi, bilgi ve tutumlarından yola çıkarak, konuşmacı, konuşma stratejisini geliştirmelidir.
(Yüksel, 2005, s.127)
İkna Edici Konuşmanın Yapısı
Konuşmacı tarafından, onu başarıya ulaştırıcı nitelikte olan, konuya bağlı olarak seçilen nedenler,
konuşmacının amacına ulaşmasına en çok yardımcı olacağına inanılan sözel tartışmaların
şekillendirilmesi ile düzenlenir. Belirlenen nedenler, aşağıda belirtilecek olan tartışma modellerinden
birilerine uygun olarak düzenlendiğinde başarı sağlanması mümkün olabilmektedir.
Problem çözme modeli: Konuşmanın temelini ve mantıki yönünü oluşturan bu model, problemin
neden var olduğu ve yapılacak ikna edici konuşmanın bu problemi nasıl çözeceği ile ilgili olarak
yapılandırılmıştır. Fakat bu modeli uygularken göz önünde bulundurulması gereken 4 farklı husus vardır:
a.
Çözülmesi hedeflenen problemler, herhangi bir sisteme zarar vermekte midir ya da rahatsızlık
yaratmakta mıdır?
b.
Konuşma ihtiyacı karşılamakta mıdır?
c.
Konuşma problemi ortadan kaldırıcı bir nitelik taşır mı?
d.
Konuşma en iyi çözümü sunmakta mıdır?
Karşılaştırmalı fayda modeli: İzleyiciye mantıksal ve güdüleyici bir biçimde seslenen bu modelle
konuşmada, anlatılacak konuların üstünlüğü üzerine odaklanılmıştır. Bu modelin, sorunun çözümündeki
rolünün vurgulanması kadar en iyi alternatif olduğu da önemle belirtilir.
Ölçüt doyum modeli: Karşıt görüşlü izleyicilerin varlığı durumunda uygulanan ve faydalı olan bu
model, özellikle konuşmacı bir değer yargısı oluşturmaya çalıştığında devreye girer. Konuşmacı ve
izleyici arasında sağlanacak bir özdeşleşme, konuşmanın kabulünde esas olacaktır. Konuşmacı kendi
görüşlerine karşı olan bir dinleyici kitlesine karşı konuşuyorsa, konuşmasını düşmanlığı körükleyici
nitelikte düzenlememelidir.
Artık model: Olası bütün çözümlerin yetersizliğinin vurgulanmasıyla birlikte, ikna edici konuşmada
önerilen çözümün etkililiğinin ve yeterliliğinin vurgulanmasına dayanmaktadır. Genellikle olumsuz bir
model olarak adlandırılan bu model, büyük oranda düşman izleyiciler için de etkilidir.
Güdüleyici model: Dinleyiciler konuşmacının tersini de düşünseler, amaç dinleyiciyi ikna edici
konuşma süresince güdülemeyi başarmaktır. Bu model, problem çözme ile dinleyicilerin güdülenmesini
birleştirir. Eğer var olan çözümler, problemi çözmede yetersiz kalıyorsa problemi çözecek yeni bir çözüm
geliştirilmelidir. İkna edici konuşmada izlenebilecek güdüleyici modelin esasını, izleyiciyi bu doğrultuda
güdüleme oluşturur.
İkna Edici Konuşma Girişleri
Daha sonraki bölümlerde ayrıntılı olarak değinileceği gibi ikna edici konuşmalarda amaca ulaşarak,
istendik değişimleri ortaya çıkarma başarısı, iyi düzenlenmiş bir giriş ve sonuç bölümü ile artırılabilir.
Çarpıcı, dikkat çekerek, etkileyici bir biçimde oluşturulan giriş başarılı bir konuşma stratejisi açısından
oldukça önemlidir. Girişin amaçlarını şu şekilde sıralamak mümkündür: “dikkati toplama, sesin tonunu
ayarlama, iyi niyet yaratma ve dinleyicilerin dikkatlerini içeriğe yöneltme”dir. Genellikle kısa
konuşmalarda kullanılan giriş cümleleri: “Şaşırtıcı-ürkütücü ifadeler, soru sormak, hikaye anlatmakörnek vermek, kişisel atıf, alıntı ve şüphe uyandırmak”tır.
İkna Edici Konuşma Sonuçları
İletişim süreçlerinde ve özellikle konuşma süreci sonrası her zaman akılda kalan son söylenendir, bu
nedenle kötü başlayan bir konuşmada, konuşmacı son şansı olan, sonuç bölümünü iyi ve etkili bir şekilde
sonuçlandırırsa, hedefe son anda da olsa ulaşabilmektedir. Sonuç bölümünde konuşmacı, anlattıklarının
159
kısa bir özetini yaparak, hatırda kalmasını ve etki yaratmayı istediği kelimeleri veya cümleleri vurgular.
Genellikle kullanılan sonuç türleri ise: “özet, hikaye, harekete yöneltme, duygusal etki”dir.
İkna Edici Konuşmada Başlık Yazma
Çoğunlukla başlık, konuşma amacının kısaltılmış halidir. İkna edici konuşmada başlıklar; konunun
“konunun sade bir ifadesi, soru ve yaratıcı başlık” olmak üzere genelde 3 farklı şekilde
oluşturulmaktadır.
Birçok konuşma için başlık, konuşma amacının kısaltılmış halidir. Örneğin konuşma amacı "devletin
yanısıra iş dünyasının da okuma-yazma oranının yükseltilmesinde oynaması gereken roller konusunda
izleyiciyi ikna etmek" biçiminde belirlenmişse, başlık "Okuma-yazma Oranının Yükseltilme Yöntemleri"
olabilir. Bazı durumlarda başlık soru biçiminde de ifade edilebilir. "Cehalet Ortadan Kaldırılabilir mi?"
Bunların ötesinde izleyicilere daha çekici gelmesi için yaratıcılık kullanılarak başlık belirlenebilir:
"Karanlığa Işık: Cehaleti Yok Etmek". Bu konuda son kararı doğru vermek için iyi ve planlı bir çalışma
yapmak yararlıdır.
Ana başlık yazıldıktan sonra konuşmayı alt-başlıklandırmak gerekir. Başka deyişle konuşma planının
ayrıntılandırılması yararlı olur. Kâğıt üzerinde iyi planlanmış ve ayrıntılandırılmış bir konuşmanın başarı
şansı artar. Bu arada normal şartlarda bir kişinin dakikada yaklaşık 160 kelime söylediğini de unutmamak
gerekir. Buradan hareketle konuşmanın süresi de ayarlanabilir.
İKNA EDİCİ KONUŞMA PLANININ OLUŞTURULMASI
İzleyici ilgisini artırma stratejileri: Konuşmacı tarafından en doğru zamanda gönderilen bir iletiyle
beklenen etki yaratılabilmektedir. İkinci bir yol ise, olayın fiziksel anlamda yakın mekan ve
zamanlılığının vurgulanmasıdır. Üçüncü yol olarak, doğrudan kişisel etki yolunun kullanılması çünkü
konuşmalarda izleyiciler, kişisel olarak algıladıkları konulara daha çok ilgi gösterirler. (Yüksel, 2005,
s.130)
İzleyici bilgisini uyumlaştırma stratejileri: Konuşma öncesinde hedef kitle analizi yaparak,
dinleyicilerin yapılacak tartışmayı anlayacak geçmiş bilgilerinin olup olmadığı konuşmacı tarafından
belirlenmektedir. Bu noktada, konuşmacı dinleyicilerin demografik özelliklerini ortaya çıkardığı gibi,
referans çerçevelerini de değerlendirme fırsatını yakalayacaktır. “Destek bilgilerin sağlanması, anlamın
kolaylaştırılması, terimlerin tanımlanması ve karşılaştırmaların kullanılması” önemli uyumlaştırma
stratejileridir.
İzleyici tutumlarını uyumlaştırma stratejileri: Konuşma öncesi yapılacak izleyici analiziyle,
izleyicilerin çoğunluğunun konuşma amacının ya yanında olduğunu, ya karşısında olduğunu ya da
konuyla ilgili bir fikri olmadığı ortaya çıkacaktır.
Yandaşlar: Benzer düşüncede olanlara seslenmek çoğu zaman büyük bir avantaj sağlasa da,
dinleyicilerin konuya zaten aşina olmaları halinde, ilgisiz olmaları gibi bir takım engel ve sorunlarla
karşılaşmak da mümkündür.
Fikri olmayanlar: Bu tür dinleyiciler konu hakkında bilgilendirilmemiş, konuya karşı yansız,
duyarsız ve tavırsız olabilmektedirler. Eğer, dinleyicinin fikrinin olmamasının nedeni yansızlıksa,
uygulanacak strateji, mümkün olan en iyi tartışmaları en iyi bilgilerle destekleyerek sunmaktır. Eğer
neden duyarsızlıksa, konuşmacı bütün gücünü bu duyarsızlığı kırma yolunda harcamalıdır. Araştırma
sonuçlarına bakıldığında, bu tür dinleyiciler de asıl tutum değişikliğinin, konuşmadan sonra gerçekleştiği
gözlenmektedir.
Karşıtlar: En güç ikna edilen dinleyici türüdür. Az olumsuz, çok olumsuz gibi dereceleri vardır. Eğer
karşıtlık bir takım olumsuzluklarla sınırlıysa normal konuşma süreci izlenebilir. Ancak olumsuzluklar
düşmanlık düzeyine varıyorsa, konuşmacı, konu başlığını daha az iddialı bir yapıya dönüştürerek, var
olan olumsuzluğu aşmaya çalışmalıdır.
160
Konuşmacının inanılırlığı konusundaki izleyici algısını etkileme stratejileri: Konuşma öncesi elde
edilen veriler neticesinde, izleyicilerin konuşmacıyı nasıl algıladıkları ortaya çıkmaktadır. Eğer çoğunluk
konuşmacıyı, olumsuz olarak algılıyorsa, konuşmacının ikna çabalarını veya stratejilerini artırması
gerekmektedir. İnanılırlık, izleyicilerin zaman içinde konuşmacı hakkında bildikleri ve öğrendikleri
sonucunda oluşmaktadır. Mesela; daha önceden yaratılan yüksek inanılırlık sayesinde, konuşmacı sürece
daha avantajlı başlayacaktır. Ancak konuşma sürecindeki söylenenler ve söylenme şekilleriyle bu avantaj
ya azalmaktadır ya da pekişmektedir. İnanılırlık sağlayabilmek için konuşmacının, dikkat etmesi ve
uygulaması gereken noktaları şu şekilde özetlemek mümkündür: “Uzmanlık gösterme, güvenilirlik
oluşturma (güvenilirlik oluşturma kendi içinde 4 biçimde oluşturulur: konuşmacının hep doğruları dile
getirmesi, bilgilerin uygun görüş açısında tutulması, konuşmacının konumu ile çatışan bilginin değerinin
farkına varılması, konuşmacının görüşlerine karşıt olanların kişisel ataklarına karşı direnmesi),
konuşmacının çekiciliği konusundaki izleyici algısını artırma” dır.
İzleyicilerin güdülenmesini artırma stratejileri: Konuşmacının güdüleme çabası sonucunda,
dinleyicilerin inançlarını etkilemek ya da dinleyicileri harekete geçirmek mümkün olacaktır. Bazı
güdüleme stratejilerini şu şekilde sıralayabiliriz:
Ortak taban yaratmak: Hissettirilmeye çalışılan duygu, konuşmacının dinleyicilerle, aynı
deneyimlerden yola çıkarak, aynı değer sistemlerini paylaştıklarıdır.
Dinleyicilerin teşvik edilmesi: Belli bir konuda güçlü bir biçimde teşvik edilen dinleyici, harekete
geçme konusunda daha iyi güdülenebilmektedir.
Dinleyici değerlerini uyarlama: Güdüleme için, değerlere yaklaşmakta dinleyicilerin sahip oldukları
değerlerin abartılmadan övülmesine muhakkak dikkat edilmelidir.
Dinleyici ihtiyaçlarını uyarlama: Bu ihtiyaçlar: psikolojik, güvenlik, ait olma, sevgi, saygınlık ve var
olma ihtiyaçlarından oluşan Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin yanında zenginlik, otorite, diğer
insanların davranışlarına uygunluk, memnuniyet ve mutluluktur.
Konuşmacının Çekiciliği Konusundaki İzleyici Algısını Arttırma: Konuşmacının bireysel çekiciliği
konusundaki algılar bizzat konuşmacının görünüşü ve konuşma öncesi ve sırasındaki davranışları
tarafından etkilenir. Konuşmacının üzerindeki iyi bir giysi, bakımlı bir görünüm, temizlik kuşkusuz
çekicilik algısı yaratır ve arttırır. Bunlara ek olarak konuşmacı dinleyenlere karşı dostça davranmalıdır.
Arkadaşça tavır çekiciliğin en önemli destekleyicisidir. Kendini üstün görme, soğuk davranma, orada
bulunmaktan rahatsız olduğu izlenimini verme vb. bu konudaki olumsuzluklar olarak karşımıza çıkar.
Duygulara Yaklaşımda Uygun Dil Seçimi: Güdülemenin belirleyici amacı izleyicilerin duygularını
yükseltmek, arttırmaktır. Bu bağlamda duygu, insan vücudunu harekete hazırlamak için oluşan psikolojik
değişikliklerle ilgilidir. Çoğu duygu aslında fiziksel oluşumlar sonucunda ortaya çıkar. Bir ağacın
arkasından aniden ortaya çıkan bir köpek bizi korkutur. Duygular kelimelerle de oluşturulur. Bir
arkadaşımız "Tamam sen tiyatroya git. Beni merak etme. Ben idare ederim" dediğinde kendimizi suçlu
hissederiz. Buradan yola çıkarsak konuşmada seçilecek dilin ve kelimelerin taşıdığı önem ortaya çıkar.
Çok anlamlı kelimelerin konuşmacının vermek istediği anlamı doğru bir şekilde ortaya çıkarması
önemlidir. Kuşkusuz konuşma amacı da konuşma dilini ve seçilecek üslup ve kelimeleri de
belirleyecektir.
İkna Edici Konuşma Girişleri
Herhangi konuşmanın ana bölümünü konuşmanın gövdesi oluşturursa da ikna edici konuşmalarda amaca
ulaşma ve istendik değişimleri ortaya çıkarma başarısı iyi düzenlenmiş bir giriş ve sonuç bölümü ile
arttırılabilir. Çarpıcı, dikkat çekici, akılda kalıcı ve etkileyici bir giriş başarılı bir konuşma stratejisi
oluşturmada büyük önem taşıdığından üzerinde ciddi biçimde durulmalıdır.
161
İkna Edici Konuşma Girişinin Amaçları
Etkili bir ikna edici konuşmada girişin önemini şu dört nokta belirler:
•
Dikkati Toplama: Konuşmacı izleyicilerin konuşmaya karşı temel bir ilgisi olduğunu
belirlediğinde, dikkati toplayıcı bir biçimde konuşmasına başlamalıdır. Etkili bir kaç cümle
izleyicinin ilgisini konuşmanın üzerine yoğunlaştırmada yardımcı olacaktır.
•
Sesin Tonunu Ayarlama: Dikkati toplamanın yanısıra ilk birkaç cümle genellikle konuşmanın
tonunu da belirleyecektir. Konuşmacı ne tür bir ton kullanacağını bilirse giriş de o tona uygun
olacaktır. Eğer hafif bir ton kullanılacaksa esprili bir giriş, eğer ciddi bir ton konuşmaya hakim
olacaksa ciddi bir giriş uygun olur.
•
İyi niyet Yaratma: Konuşmanın girişi konuşmacının izleyicilerin onu nasıl görmelerini
istiyorsa o biçimde sunmasındaki ilk şansıdır. İyi niyet yaratma bağımsız bir cümle ile
olabileceği gibi, konuşmacının sesi, vurgulamaları, dış görünüşü ile hareketleri de bu konuda
belirleyicidir.
•
İçeriğe Yöneltme: Giriş yoluyla izleyicinin ilgisi konuşma amacına yöneltilir. Karşıt görüşlü
izleyiciler dışındaki tüm izleyiciler konuşma amacını giriş bölümünde arayacaklardır.
İzleyicileri, dikkatleri tam toparlanana kadar konu hakkında havada bırakmakta bir yöntemdir.
Ancak bu sadece belli durumlarda uygulanmalıdır.
Tipik Girişler
Konuşmaya başlamayı sınırlandıran tek şey konuşmacının hayal gücüdür. Konuşma yapılmadan önce
birkaç değişik giriş denemesi yapılması ve bunların arasından birisinin seçilmesi yararlı olacaktır.
Aşağıdaki giriş türleri çoğunlukla kısa konuşmalarda kullanılır.
•
Şaşırtıcı-Ürkütücü İfadeler: Özellikle kısa konuşmalarda izleyicinin dikkatini kısa zamanda
toparlamak gerekir. En iyi yollardan birisi izleyicileri şaşırtacak-ürkütecek bir cümle ile giriş
yapmaktır. Örneğin okur-yazarlık konusunun ele alınacağı bir konuşmaya şöyle bir cümle ile
başlamak çok çarpıcı olacaktır: "Ülkemizde 1992 yılında ortaokuldan mezun olan 1.400.000
öğrenciden 360.000'i okuma-yazma bilmemektedir..."
•
Soru: Soru sormak, izleyicilerin konuşmacının düşünceleri hakkında kafa yormalarını
sağlamada bir başka yoldur. Burada dikkat edilmesi gereken nokta sorunun izleyici için anlamlı
olması gereğidir.
•
Hikaye Anlatmak-Örnek Vermek: Konuşmacıya dramatik bir yöntem izleme şansını açılışta
küçük hikayeler anlatmak verir. Ancak unutulmaması gereken nokta dikkati toplarken izleyiciyi
konuşmanın ana düşüncesine yöneltme gereğidir. Eğer konuşmacının hikayesi bunun ikisini de
yapabiliyorsa giriş çok iyi olmuş demektir. Ancak hikaye ana fikir ile uyuşmuyorsa konuşmacı
onu başka bir yerde ve konuşmada kullanmalıdır.
•
Kişisel Atıf: Konuşmacının kullanacağı kişisel atıf ya da kendinden örnek vermesi daha girişte
dikkati toplamanın yanısıra izleyici ile konuşmacı arasında bir iyi niyet köprüsü oluşturmayı da
sağlayabilir.
•
Alıntı: Uzunluğu ne olursa olsun yapılacak bir alıntı çok iyi bir giriş sağlar. Alıntıları
izleyicilerin iyi tanıdığı ve iyi üne sahip uzman kişilerden yapmak izleyicilerin konuşmacıya ve
konuya hakimiyetine olan güveni de pekiştirir.
•
Şüphe Uyandırmak: Konuşmacının girişinde dikkati yoğunlaştırmanın en iyi yollarından birisi
de şüphe uyandırmaktır. "Konuşmacı ne yapmak istiyor?" sorusu izleyicilerin kafasında
uyandırıldığında onların bütün konuşmayı tam olarak izlemesi sağlanır.
İkna Edici Konuşma Sonuçları
Shakespeare'nin şu sözü kadar ikna edici konuşma için doğru bir söz yoktur. "İyi biten şeyin hepsi iyidir."
Buradan yola çıkarak konuşmanın sonuç bölümünün amaca ulaşabilmek ve istendik değişikliklerin ortaya
çıkarılabilmesi bakımından konuşmacı için son şans olduğu söylemek mümkündür.
162
Konuşmanın sonuç bölümünün iki temel amacı olmalıdır:
•
Konuşmayı izleyicilerin konuşmanın bütününde ne söylendiğini hatırlaması için toparlamak.
•
İzleyicilerin ne söylendiğini unutmaması için vurgulamak.
Sonuç konuşmanın kısa bir bölümünü oluşturmalıdır. Genellikle konuşma süresinin %5'ini sonuca
ayırmak yeterli olur. Özet, hikaye, harekete yöneltme ve duygusal etki genellikle kullanılan sonuç
türleridir.
Özet: Bir konuşmayı sonuçlandırmanın en kolay yolu özet yapmaktır. Özet ayrıntılardan arındırılmış
ana fikir aktarımıdır. Sonuç bölümü konuşmanın duygusal etkisini arttırmada da önemli olduğundan,
konuşmacı özet yaparken izleyici üzerinde daha çok etki yapacak bazı şeyleri de sonuca ekleyebilir.
Hikaye: Hikaye ve benzeri malzemeler konuşma girişi kadar konuşma sonucu için de önemlidir. Etkili
ve doğru bir biçimde seçilen hikayeler konuşmanın ana fikrini destekler ve dinleyicilerce unutulmamasını
sağlar.
Harekete Yöneltme: Harekete yöneltme ikna edici bir konuşmayı sona erdirmede çok başvurulan
yollardan biridir. Yöneltme, konuşmacının tartışmalarını dinleyen izleyicilerin konuşmacının istediği
davranışı göstermeleri olarak tanımlanabilir.
Duygusal Etki: Hiçbir sonuç türü duygu yüklü sonuç cümleleri kadar etkili olamaz. Konuşmacının
edebi yöntemler ve üslup kullanarak izleyicilerin duygularına yönelmesi kolay unutulmayacak izler
bırakabilir. Örneğin savaş kahramanlarını anmak için yapılan bir konuşmada söylenecek şu sözler kolay
kolay unutulmaz: "Vatanları için can ve kan veren askerler hiçbir zaman ölmez. Onlar sadece gözden
kaybolur..."
İkna edici konuşmanın gövdesi konuşmacı tarafından seçilen nedenlerden oluşur. Bir konuşmada
birden çok neden bulunabilir. Nedenlerin seçiminde uygulanan modeller şunlardır: Problem çözme
modeli, karşılaştırmalı fayda modeli, ölçüt-doyum modeli, artık model ve güdüleyici model.
İkna edici konuşmada konuşmanın gövdesi kadar önem taşıyan ve başarıya ulaşmayı etkileyen
bölümler giriş ve sonuç bölümleridir. Giriş bölümünün dört amacı vardır: Dikkati toplama, sesin tonunu
ayarlama, iyi niyet yaratma ve içeriğe yöneltme. Özellikle kısa süreli konuşmalarda kullanılan tipik giriş
türleri; şaşırtıcı-ürkütücü ifadeler kullanmak, soru sormak, hikaye anlatmak, örnek vermek, kişisel atıflar
yapmak, alıntı yapmak, şüphe uyandırmak biçiminde yapılan girişlerdir.
Konuşmanın sonuç bölümü konuşmacı için istediğine ulaşmak bağlamında son şanstır. Özet, hikaye,
harekete yöneltme ve duygusal etki genellikle kullanılan sonuç türleridir.
Birçok konuşma için başlık, konuşma amacının kısaltılmış halidir. Ana başlık belirlendikten sonra altbaşlıkları belirlemek yararlı olacaktır. Kâğıt üzerinde iyi planlanmış ve ayrıntılandırılmış bir konuşmanın
başarı şansı artar.
İzleyici ilgisini arttırma stratejileri konuşmacının konu ile ilgili bilgisinin uygunluğu üzerine
temellenir.
Konuşmacı izleyicilerin bilgi düzeyinin konuşmadaki nedenler ve kanıtları anlamak için yeterli
olmadığına inanırsa, izleyicilerin bilgi düzeyini destek bilgiler vermek yoluyla arttırmalıdır. Bir
konuşmanın tartışma ve kanıtlarının daha iyi anlaşılabilmesi terimlerin tanımlanması, örnekler ve
karşılaştırmaların kullanılmasıyla doğrudan ilintilidir. İzleyicilerin konuşma amacının yanında ya da
karşısında olduğu ile fikri olmadığının saptanması konuşma planlanırken izlenecek farklı stratejilerin
belirlenmesini gerektirecektir. Eğer izleyicilerin çoğunluğunun konuşmacının inanılırlığı konusundaki
algıları olumsuz ise, konuşmacının daha çok şey yapması ve gayret göstermesi gerekecektir. Ayrıca,
izleyicilerin tepkisinin konuşmacının güdüleme gayretlerine bağlı olduğu unutulmamalıdır.
163
SATIŞ KAMPANYASI KONUŞMASI VE İKNA EDİCİ İLETİŞİM
İkna edici konuşmanın bir diğer türü olan satış konuşmasında kullanılan yöntemler ve uygulanan
hazırlanma süreci diğer konuşma türleriyle hemen hemen aynıdır. Günümüzde hemen her alanda, giderek
artan ürün ve marka bolluğu, satış konuşma sürecinin ve konuşmacılarının önemini de artırmaktadır.
Çünkü konuşmacılar, giderek artan ürün bolluğu sürecinde, iyi yapılandırılmış, etkin bir satış konuşma
becerisiyle benzer diğer ürünler arasında bir farkındalık yaratmayı sağlayabilmektedir. Bu noktada
önceden planlanarak oluşturulan satış kampanyalarının hazırlık safhası 4 aşamadan oluşmaktadır:
(Yüksel, 2005, s.141)
Ürün veya hizmetin farkına vardırılması: İşletmelerin ürettikleri ürün veya hizmetin varlığını
farkında olmayan potansiyel müşterileri bulunduğundan, ilk aşamayı tüketime sunulan ürün ya da hizmet
hakkında potansiyel müşteride bir farkındalık yaratma çabaları oluşturmaktadır. Bu aşamada dikkat
edilmesi gereken husus, amacın ürün ya da hizmet hakkında bilgi vermek olmayıp, amacın potansiyel
müşterileri ürün ya da hizmetin varlığından haberdar edebilmek oluşturmaktadır. Planlama safhasının 2.
aşaması olan kabul ve tercih etmenin sağlanması aşamasında artık bir farkındalığın yaratıldığı
müşterilere bilgiler sunulabilmektedir. Müşteri ile kurulan ikna edici iletişim sürecinde, amaca doğru
ilerleyebilmek için, ürünün diğer benzer ürünler yerine tercih edilmesinin gereklilikleri ve sebepleri dile
getirilirken, ürünün uygun kullanımlarına ve işlevselliğine de değinilmelidir. Satın almanın kışkırtılması
aşamasında ise, artık konuşma ürünün satın alınmasına odaklanmaktadır. Bu amaca doğru müşteriyi
güdüleyebilmek için konuşmacı, ürün fiyatı, benzer ürünlerle fiyat karşılaştırması, avantajlı ödeme
seçenekleri, garanti süresi veya indirimler hakkında bilgiler sunmalıdır. Son aşamayı oluşturan
güçlendirme veya değerlendirme aşaması ise; ürün veya hizmet satıldıktan sonraki süreci içerir. Bu süreç
iyi değerlendirildiği takdirde, satışlar artacağı gibi, ürünün kullanım alanında bir marka bağımlılığı da
yaratılabilecektir.
Etkin bir satış elemanında bulunması gereken özellikleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
•
Ürün veya hizmet konusunda bilgili olmak,
•
Müşteri ihtiyaçlarına duyarlılık,
•
Ürün ve hizmet konusunda coşkulu olmak,
•
Satışın ahlaki yönlerine dikkat etmek,
•
Kolay anlaşılır bir iletişimci olmak.
Özetle, sattığı ürünü çok iyi tanıyarak, müşterisinin ihtiyaçlarını bilen, satmaya istekli, işini seven ve
etik kurallarına uyarak, müşteriyle anlayabileceği şekilde iletişim kurabilen konuşmacı, nasıl göründüğü
ve nasıl davrandığı konusunda da gereken titizliği gösterdiği takdirde, ikna edici iletişim sürecinde,
amaca ulaşma konusunda daha avantajlıdır.
Etkin bir satış elemanında bulunması gereken özellikleri şu şekilde
sıralamak mümkündür: Ürün veya hizmet konusunda bilgili olmak, müşteri ihtiyaçlarına
duyarlılık, ürün ve hizmet konusunda coşkulu olmak, satışın ahlaki yönlerine dikkat
etmek, kolay anlaşılır bir iletişimci olmak.
Ürün veya Hizmet Konusunda Bilgili Olmak: Her konuşmacı gibi belki de bir satış elemanı için
olmazsa olmaz türden olan özellik ne hakkında konuştuğunu bilmesidir. Başka deyişle bir satış
elemanının her şeyden önce sahip olması gereken nitelik; satışını yapacağı ürün ve hizmetin ne olduğu,
özellikleri, işlevleri, üstünlükleri ve sağlayacağı yararlar vb. konusunda başkalarından farklı olarak
derinlemesine bilgi sahibi olmasıdır. Öncelikle bir satış elemanını bilgili kılan özelliklerin neler olduğunu
ortaya koymak gerekir. Bu sorunun cevabı şöyledir: Ürünü satma konusunda yapılmış iyi bir hazırlık ve
ürünün özellikleri, üstünlükleri ile sağlayacağı yararlar konusunu ayrıntıları ile bilmek.
164
Ürünün özellikleri onu diğerlerinden ayıran nicel ve nitelik farklılıklardır. Yarar ise ürünün
özelliklerinin alıcıya sağlayacağı avantajlar olarak ortaya çıkmaktadır.
Satış elemanı satış konuşmasına hazırlanırken ürünün özellik ve yararlarının ayrıntıları ile bunların
kullanımdaki yollarını bağdaştırmayı iyi araştırmalıdır.
Bazı ürünler hakkında bilgi edinmek görece olarak kolaysa da, bazı ürünler hakkındaki en önemli
bilgileri elde etmek yaratıcı yaklaşımı gerektirir. Ürün hakkındaki ilk ve temel bilgi kaynağı üreticilerce
hazırlanan basılı malzemedir. Şirketler ürünleri hakkında birçok kullanma kılavuzu ve benzer diğer bilgi
materyalleri hazırlar. Bir satış elemanı eğer birçok işletmenin malını satan bir kuruluşa bağlı olarak
çalışıyorsa, ürün ile ilgili üretici firmanın sağladığı tüm bilgileri elde ettiğinden emin olmalıdır. Kuşkusuz
üretici firmalardan çeşitli yollarla sağlanacak bilgiler her zaman yeterli olmayabilir. Günümüzde birçok
ürünü değerlendiren çok sayıda yayın vardır. Örneğin ülkemizde de yayınlanan otomotiv dergileri ya da
bilgisayar dergileri vb. piyasadaki ürünler hakkında değerlendirme bilgileri sunarlar.
Ürün hakkında bilgi edinmenin ikinci yolu üretim birimine yapılacak ziyaretlerdir. Çok pratik
olmayan bu yol işletilebilirse çok yararlı olabilir. Bu ziyaretlerde ürünün üretilme süreçlerinin yanı sıra
basılı materyallerden elde edilebilmesi güç olan birtakım ayrıntılar üretim yerlerindeki uzmanlardan
öğrenilebilir.
Üçüncü yol ise satış elemanının bizzat ürünü denemesi, kullanmasıdır. Böylece ürünün üstünlük ve
zayıflıkları daha iyi kavranır ve satış elemanı satış konuşmasını buna göre düzenleme şansına sahip olur.
Satış konuşmasına hazırlanan bir satış elemanının bilgi sağlama
yolları neler olabilir? Tartışınız.
Müşteri İhtiyaçlarına Duyarlılık: İyi bir satış elemanı mutlaka müşterinin ihtiyaçlarını dikkate
almalıdır. Satış elemanları temelde kendilerinin müşteriye hizmet verdiklerini düşünmeli ve bunu
akıllarından hiç çıkarmamalıdır. Bir müşterinin belli bazı özel ihtiyaçları olabilir ve satış elemanı bu
ihtiyacı giderecek hizmeti veya ürünü sunmalıdır. Satış konuşması sırasında satış elemanı müşterinin
ihtiyaçlarının ayrıntılarını öğrenmeye gayret etmeli ve ürünün ilgili yanlarını ön plana çıkarmalıdır.
Ürün ve Hizmet Konusunda Coşkulu Olmak: Coşku bir bakıma bulaşıcıdır. Bir müşteri, satış
elemanının malı satmaktan keyif aldığını gördüğünde mala ve satış elemanına olan güveni artacaktır.
Eğer satış elemanı sadece “görevini yaptığı” hissini verirse, müşteri onun kendi ihtiyaçlarını dikkate
almadığını düşünecek ve belki de malı almaktan vazgeçebilecektir. Coşku aynı zamanda satış elemanının
mala olan güveninin bir göstergesi olarak kabul edilir.
Satışın Ahlaki Yönlerine Dikkat Etmek: Bir çok insan ne yazık ki satışçılık mesleğini belki de bazı
olumsuz deneyimlerine dayanarak dolandırıcılıkla eş tutmaktadır. Bu insanlar satış elemanlarını mal
satabilmek için herşeyi yapabilecek vicdansız ve ilkesiz insanlar olarak değerlendirmektedirler. Gerçi
gündelik hayatta bu tür satış elemanlarına rastlamak mümkündür. Ancak satış elemanlarının büyük
çoğunluğu ahlaklı ve samimi olmanın sadece iyi karakter özellikleri olduğunu kabul etmekle kalmayıp,
bu özelliklerin mesleklerin açısından da büyük önemi olduğunu bilmektedir ve bilmelidir.
Kolay Anlaşılır Bir İletişimci Olmak: Bir satış elamanı ne tür iletişim becerilerine sahip olduğunu iyi
bilirse, o kadar iyi bir satış elemanı olabilir. Başka deyişle hangi iletişim becerilerinde daha yetkin
olduğunu bilen bir satış elemanı başarı konusunda bir adım atmış demektir. Unutulmamalıdır ki, insanlar
kolay anlaşılır bir satış elemanı ile iletişim kurmaktan zevk alırlar. Müşteriler, kekeleyen, doğru
sözcükleri bulabilmek için sık sık duraklayan, dalgın, şüphe uyandıran, kesin konuşmayan ve etkili bir
iletişim kurmada genel bir yeteneksizlik gösteren satış elemanlarına güven duymazlar.
Etkili satış elemanları dışa dönük ve konuşkan olmalıdır. Ancak dışa dönük olma ile yılışıklık;
konuşkan olma ile gevezelik arasında çok ince bir çizgi olduğu da unutulmamalıdır.
165
Son olarak satış elemanını nasıl göründüğü ve davrandığı da önemlidir. Müşteriler satış elemanlarının
uygun giyimli ve davranışlı olmasına dikkat ederler.
Satış elemanı şu soruları doğru yanıtladığında daha kolay başarıya ulaşabilir:
•
Müşterinin ihtiyaçları nelerdir? Başka deyişle müşteri hangi amaçlara ulaşmak istemektedir?
•
Bu ürün potansiyel müşterinin ihtiyaçlarını karşılayabilir mi?
•
Ürün müşteri için kullanışlı mı?
Bu soruların cevapları etkili ve sonuca ulaştıracak bir satış konuşmasının anahtarları niteliğindedir.
Çoğunlukla müşteri, ihtiyaçlarının farkındadır. Farkında olmaması durumunda daha etkili bir satış
konuşması gerekecektir. Ürünün ihtiyaçları karşılaması konusunda özellikle üzerinde durulacak nokta o
ürünün söz konusu ihtiyacı karşılamak üzere var ve en uygun ürün olduğudur. Bazı durumlarda bunu bir
gösteri ile desteklemek yararlı olur. Diğer bazı durumlarda ise müşteri ürünü beğenebilir ama o an için
kullanışsız ve gereksiz olduğunu düşünebilir. Bu durumda indirimler, bedava eğitim, genişletilmiş
garanti, az-maliyetli yan hizmetler gibi ögeler devreye sokulabilir.
Günümüzün tüketim toplumlarında, birey, tüketmeye başlamadan önce, davranış sürecinde bazı öncül
süreç ve aşamalardan geçmektedir. İlk yaşanan süreç “kişisel süreç”tir. Kişisel süreçte ilk adım
“algılama” ile başlar. Birebir yüz yüze satış kampanyası konuşmaları dışında, ürün veya hizmetin bireyin
dikkatini çekmesi, bireyin ürün veya hizmetten haberdar olması, ürünü tanıması ve bilgi sahibi olması
için kullanılan reklam, ürün ambalajı, ürün promosyonları vb. stratejiler işletmeler tarafından tutarlı bir
imaj oluşturacak şekilde geliştirilmelidir. Algının “seçici, geçici, düzenleyici ve soyut” olma gibi
özellikleri, reklam ve pazarlama sürecinde etkilidir. Ancak algılamanın kişiden kişiye veya durumdan
duruma göre değişen türlerinin de bulunduğunu unutmamak da fayda vardır. Çok sayıda uyarılarla
karşılaşan tüketici, bu uyarı bütününü algılamaz; sadece istediği, ihtiyaç duyduğu şeyin ilgili kısmını
algılar. Bu da algının seçici özelliğini kapsar. Ayrıca algılama geçici de olabilmektedir. Bu nedenle
örneğin, reklam kampanyalarının etkilerinin kısa sürede yok olmaması için karşılaşma zamanını doğru
ayarlayabilmek oldukça önemlidir. Bu doğru zamana literatürde “tav zamanı” denmektedir. Ayrıca
tüketicinin reklamla karşılaşma sıklığı da önemlidir. Bunun için en uygun sıklığın iyi bir araştırma ile
doğru bir şekilde belirlenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, gereğinden fazla karşılaşılan bir reklam
bıktırıcı olup, ürüne karşı bir olumsuzluk doğmasını beraberinde getirebilirken; az karşılaşılan bir
reklamda yer alan ve gerekli iletişim öğelerinin tüketicilerce tam olarak algılanamaması ve buna bağlı
olarak dikkatin doğru biçimde ürüne yönlendirilmesi sağlanamamış olacaktır.
Kişisel süreçte ikinci aşamayı, “öğrenme” oluşturmaktadır. Öğrenme “tekrar, deneme yanılma, taklit
ya da model alma” yollarıyla bireylerin davranışında ortaya çıkan oldukça sürekli değişme biçiminde
tanımlanmaktadır. Öğrenmenin, daha doğrusu öğretmenin iknacı açısından önemi, marka bağımlılığı ile
yakından ilgililiğidir. İknacı satın alma davranışını tekrar kazandırmak ister. İknacı öğretme işiyle,
sırasıyla; alışkanlıkların kırılması, tekrar yeni alışkanlıklar kazandırılması ve yeni alışkanlığın
pekiştirilmesi durumlarını birey üzerinde uygulamaya çalışır. (Yüksel, 2005, s.146)
Kişisel sürecin son aşamasında, “güdüleme” vardır. Güdüler kişilerin davranışlarının temelinde yatan
ihtiyaçları gidermede etkili rol oynar, karara varmalarını sağlar. Bireyleri güdüleyerek ikna edici konuşma
sürecinde konuşmacı bireylerin göz önünde tuttuğu temel ihtiyaçlarını içeren fizyolojik anlamda
güvenlik, sevgi ve ait olma, saygı ve kendini gerçekleştirme duygularının üzerinde durmalıdır.
Kişisel süreçte tam anlamıyla uygulanmayan algılama, öğretme ya da güdüleme aşamalarından sonra
davranış sürecinin sonraki bölümlerinde ikna etmek yolunda iknacıya sorunlar çıkabilmektedir. İknaya
etki eden kişisel etmenler arasında aile, toplum ve kültür yer almaktadır.
Davranış sürecinde yaşanan ikinci aşamayı oluşturan “kişisel olmayan etkiler” zaman, yer ve ortam
olarak sıralanabilmektedir. Son aşamaya ise “karar verme süreci” denmektedir. Tüketiciler ihtiyaçlarını
karşılamak için, satın alma kararını verirken aslında oldukça zorlanır. Bu sırada kişiler olabildiğince
akılcı olmaya çalışır. Bilişsel öğeler buna yardımcı olurken, duygusal öğeler de diğer yandan ağır basarak
çelişki yaratır. İknacının etkisi, ürünün akılcı taraflarını, gözle görülür, fonksiyonel ve teknik özelliklerini
166
ikna edici iletide kullanmakta ortaya çıkar. Bunu başarılı ve etkin bir şekilde gerçekleştiren iknacı
amacına ulaşmada daha avantajlı bir konuma sahip olacaktır.
Satış Kampanyası ve İkna Edici Konuşma
Satış çabası, bazen bire bir, bazen de küçük grup ya da bir kitleye yapılan konuşmalar yoluyla
gerçekleştirilebilir. Bazen ilk ilişkiyi satıcı sağlar. Örneğin kapı kapı dolaşan bir satıcı bir tencere seti
satmaya çalışır. Bunu yaparken de kullandığı temel ataç ikna edici konuşmanın bir türü olan satış
konuşmasıdır. Bu örnek dışında da çoğunlukla müşteri ile ilk ilişkiyi satıcı kurar ve yine satış
konuşmasını kullanır.
Satış konuşması, satıcının sunuşunu yapması için aslında pek de ciddi biçimde kesintiye uğramayan
bir zaman kesitinde gerçekleşir. Gerçi çoğunlukla potansiyel müşteriler konuşmayı soruları ile böler.
Ancak bu duruma rağmen satış konuşması yöntemleri ve hazırlanma süreci diğer konuşma türleri ile
hemen hemen aynıdır. Bir çok işletme yeni satış elemanlarına yönelik olarak onların “satıcı ağzı”nı belli
bir senaryoya göre kullanmalarını sağlayacak bir eğitim programı verir. Bundan sonra satış elemanları söz
konusu senaryoyu değişik durumlara uyarlayabilmeyi öğrenirler.
Satış Kampanyası Planlaması
Satış kampanyaları tutundurma (promosyon) yoluyla müşterilerin bir algı basamağından diğerine
taşınacağı varsayımı üzerine kurulur. Pazarlama basamakları konusunda yapılan tartışmalarda çoğunlukla
“merdiven” terimi tercih edilir. Burada bu merdivenin sadece dört basamağı olduğu kabul edilecektir. Bu
basamaklar aşağıdaki biçimde sıralanabilir:
•
Ürünün farkına vardırılması,
•
Kabul ve tercih etmenin sağlanması,
•
Satın almanın kışkırtılması,
•
Satın alma ediminin güçlendirilmesi veya başarısızlığın değerlendirilmesi.
Ürünün Farkına Vardırılması: Pazarlama basamaklarının en altında ürün veya hizmetin varlığının
farkında olmayan potansiyel müşteriler bulunmaktadır. Bu nedenle ilk aşama ürününün farkına
vardırılması gerekliliğidir. Burada önem verilmesi gereken nokta satma ya da ürün hakkında
bilgilendirmek bile değildir. Önemli nokta potansiyel müşterilerin ürünün farkına varması,
vardırılmasıdır. Bu aşamada yapılacak konuşmalar ürün ve ismi konusunda imaj yaratma üzerinde
odaklanmalıdır. Örneğin ürünün fax cihazı olduğunu düşünelim. Bu aşamada konuşmacı mektupların
telefonla gönderilmesi mucizesini tartışabilir. Konuşmacılar bu mucizeyi gerçekleştirenin fax cihazı
olduğunu anlatabilirler.
Kabul ve Tercih Etmenin Sağlanması: Bu aşama bilgilendirme veya bilgi verme basamağı olarak da
adlandırılabilir. Konuşmacı potansiyel müşteriyi ürünün değerini kabul etmesi konusunda özendirir ve
onu benzer ürünler arasından seçmesinin gereklerini gösterir. Bu aşamada yapılacak konuşmaların
potansiyel müşteriye ürünün doğasını gösterecek ve ürünün uygun kullanımlarını önerecek bir yapıda
olması uygun olacaktır. Müşterilerin dikkati ürünün neler yapabileceğine çekildikten sonra, bu aşamadaki
konuşmalar aynı zamanda bu ürünün benzerlerinden neden daha iyi olduğu veya amaca ulaşmada ne tür
üstünlükler taşıdığı konusunda odaklanabilir.
Satın Almanın Kışkırtılması: Üçüncü basamak satın almanın kışkırtılması başka deyişle insanların
satın almalarının sağlanmasıdır. Bu basamakta önem verilmesi gereken nokta güdülemedir. Satılacak
malın fiyatı, satın alma yolları, diğer benzer ürünlerin fiyatları ile yapılacak karşılaştırmalar
kullanılabilecek yöntemlerdir. Diğer güdüleyici etmenler garanti süresinin arttırılması, ömür boyu
garantiler önerilmesi, indirimler sağlanması vb. olabilir.
Güçlendirme veya Değerlendirme: Son basamak güçlendirme ile ilgilidir. Çoğunlukla satın almanın
satış eyleminin son basamağı olduğu kabul edilir. Oysa satın alma gerçekleştikten sonra yapılacak
güçlendirme ve bir bakıma marka bağımlılığı yaratma çalışmaları büyük yararlar sağlayacaktır ve bu çok
167
ciddi bir gerekliliktir. Eğer ürün kullanımda başarı sağlarsa başka alıcılar da aynı kaliteyi ve hatta daha
büyük avantajların sağlanmasını bekleyecektir. Eğer ürün güçlendirilmezse ve desteklenmezse
muhtemelen kullanımda sorunlar çıkacaktır. Kaldı ki ürünün başarısız olması durumunda başarısızlık
değerlendirilmeli ve böylelikle aynı hataların tekrarlanmaması sağlanmalıdır. Tipik bir satış
kampanyasında en ağır yük satış elemanlarının omuzlarındadır. Gerçi reklamlar potansiyel müşterilerin
ürüne aşina olmalarını sağlamaktadır. Ancak satış eyleminin gerçekleşmesinde en önemli pay yine de
satış elemanlarınındır. Satış elemanlarının satışı gerçekleştirebilmeleri ise tamamen satış konuşmasının
başarısına bağlıdır. Günümüzde hemen her alanda varolan ürün çeşitliliği ve marka bolluğu, satış
konuşmasının önemini her zaman olduğundan daha çok öne çıkartmaktadır. İyi yapılandırılan bir satış
konuşması giderek zorlaşan Pazar şartlarında en temel belirleyici olarak ortaya çıkmaktadır.
168
Özet
İkna etme karşıdaki kişinin düşünce davranış ve
tutumlarını istenilen biçimde etkileme ya da
değiştirme sürecidir. Başka bir deyişle
karşımızdaki kişi veya kişilerin düşünce davranış
veya bizim istediğimiz biçimde ve karşımızdaki
bireylerin o andaki istek ve durumlarına aykırı bir
şekilde etkileme veya değiştirme olarak
tanımlanabilir. Etkileme ise karşıdaki kişinin
tutum ve davranışlarını onların istek ve
çıkarlarına ters düşmeyecek şekilde daha uzun
sürede değiştirme girişim olarak tanımlanabilir.
götürmek zorunda kalacağım”. Bu stratejini bir
başka uygulaması ise bir üst otorite olarak etik ve
ahlaki değerlerin kullanılmasıdır.
“Karar” kavramı yönetim alanında çalışanların
eskiden beri kullandığı bir kavramdır.
Yöneticilerin görevleri arasında sayılmakta ve
yönetme eylemi sürekli karar verme işi olarak
değerlendirilmektedir. Karar kavramı şu şekilde
tanımlanmaktadır: Bireylerin eylemleri ikiye
ayrılabilir: Düşünüp taşınma, tartışma ve
hesaplaşma sonucu girişilen, bilinçsiz ya da yarı
bilinçli, kendiliğinden, cevap olanlar; bu
sonuncular, şimdiki zamandaki yada geçmişteki
iç yada dış koşulların sonucu olarak meydana
gelirler. Genellikle, ilk türden eylemlerden önce
yer alan süreçler ne olursa olsun, bunların hepsi
“karar” terimi altında toplanabilir
Rasyonel-akılcı ikna: Ortaya konan isteği ya da
talebi destekleyen mantıklı tartışmalar için veri
ve bilgilerin sunulmasıdır. Basitçe etki edilmek
istenilen kişiye “ fikrimin arkasındaki mantığı
açıklamak istiyorum” demekten başka bir şey
değildir.
Arkadaşlık ya da kişisel çekicilik: Arkadaşlık
stratejisi etkilenenin, etkileyen hakkındaki iyi
düşüncelerine bağlıdır. Bu strateji arkadaşça
davranma, duyarlılık gösterme anlayış ve
pohpohlamak ile başarılabilir. Bir strateji olarak
arkadaşlık, etkilenen duygularına üzerine
oynadığı için güçlü duygusal parçalar içerir.
Bireylerin verdikleri karalarla örgütsel nitelik
taşıyan karaları birbirinden ayırmak gerekir.
Bireyin karar vermesi, toplumsal etmenlerle
koşullanmış psikolojik bir süreçtir. Birey,
hafızasına, bilgisine, değerlerine dayanarak
kararını verir. Bu kararını kendisi uygular,
sonuçlarına kendisi katlanır. Oysa örgütsel karar
toplumsal bir süreçtir ve örgütlerde karar verme
davranışını etkileyen etmenleri başlıca üç grupta
toplamak mümkündür
Koalisyon: Koalisyon, örgütteki diğer insanları
etkileyenin kendisini desteklemeleri için hareke
geçirmesidir. Eğer bir çok insan etkilenene belirli
bir eylemi yapması için aynı taleple gelirse
etkilenen büyük olasılıkla talebi kabul edecektir.
Günümüz toplumlarında sosyal, siyasal, kültürel
ve ekonomik alanlarda sürekli değişmeler
olmaktadır. İşletmeler içinde bu değişim söz
konusu olmaktadır. Toplumlarda ve işletmelerde
meydana gelen bu değişmeler, lidere duyulan
daha çok arttırmaktadır. Çünkü, ancak liderler
sayesinde bu değişmelerin üstesinden gelinebilir.
Liderlik “diğerleri üzerinde kuvvet kuran ve bu
gücü bireylerin davranışlarını etkilemede
kullanılabilen bir süreçtir” başka bir tanım ise
“bir kimsenin istediğini diğerlerine yaptırabilme
sürecidir”. Bu tanımlar ve diğer tanımlardan da
anlaşılacağı üzere liderlik bir süreç olmakla
beraber bir ikna sürecini de ihtiva etmektedir.
Pazarlık: Pazarlık, sosyal normların izin verdiği
ölçüde karşılıklı yararların değişimi üzerinde
pazarlık aracılığı ile etkilemektir. Basitçe, “benim
için bunu yaparsan bende senin için şunu
yaparım”
demektir.
Etkileyen,
geçmişte
etkilemek istediği kişi için yaptığı bir iyiliği
gündeme getirebilir yada gelecekteki bir iyilik
için söz verebilir.
Baskı-Israr: Etkileyenin zorlayıcı ve baskıcı
tavrını
kapsamaktadır.
Bazı
durumlarda
iğneleyici tahrik edici ifadelerin kullanılması da
olasıdır.
Günlük hayatımızda lider ve yönetici kavramları
birbirinin
yerine
kullanılmasına
rağmen,
aralarında bazı farklılıklar vardır. Bir lider
biçimsel bir yapı içinde, biçimsel olmayan bir
yoldan ortaya çıkabilir. Lider için biçimsel yetki
fazla önem taşımayabilir, yönetici ise işlevini
biçimsel yapının bir gereği olarak sürdürmek
zorundadır. Diğer bir farklı yanı ise, yöneticilik
sadece örgütün üst ve orta kademeleri için geçerli
Bir Üst Otoritenin Kullanımı: Bir üst otoritenin
kullanımı, kişi etkileme için örgüt dışındaki bir
gücün yada emir komuta zincirinin kullanılmasını
içeren bir stratejidir. Bu stratejide etkileyen bir
üst kademedeki kişiyi koz olarak kullanabilir.
Aynı düzeydeki çalışanlar arasında basitçe şu
ifade ile uygulanabilmektedir. “eğer bu öneriyi
kabul etmezsen konuyu bir üst yönetime
169
olmasına rağmen, liderlik
kademeleri için geçerlidir.
örgütün
bütün
planlanarak oluşturulan satış kampanyalarının
hazırlık safhası 4 aşamadan oluşmaktadır:
(Yüksel, 2005, s.141)
Kişilikle ilgili olarak bir çok tanım yapılmıştır.
Bu tanımları dikkate alarak geniş kapsamlı bir
tanım yapmak mümkündür; Kişilik, insanın,
konuşma, düşünme, hissetme, olaylara ve
insanlara bakış şekilleriyle, doğuştan getirdiği ve
sonradan kazandığı, onu diğer insanlardan ayıran
özelliklerin tümünün oluşturduğu bir bütündür.
Ürün veya hizmetin farkına vardırılması:
İşletmelerin ürettikleri ürün veya hizmetin
varlığını farkında olmayan potansiyel müşterileri
bulunduğundan, ilk aşamayı tüketime sunulan
ürün ya da hizmet hakkında potansiyel müşteride
bir farkındalık yaratma çabaları oluşturmaktadır.
Bu aşamada dikkat edilmesi gereken husus,
amacın ürün ya da hizmet hakkında bilgi vermek
olmayıp, amacın potansiyel müşterileri ürün ya
da hizmetin varlığından haberdar edebilmek
oluşturmaktadır. Planlama safhasının 2. aşaması
olan kabul ve tercih etmenin sağlanması
aşamasında artık bir farkındalığın yaratıldığı
müşterilere bilgiler sunulabilmektedir. Müşteri ile
kurulan ikna edici iletişim sürecinde, amaca
doğru ilerleyebilmek için, ürünün diğer benzer
ürünler yerine tercih edilmesinin gereklilikleri ve
sebepleri dile getirilirken, ürünün uygun
kullanımlarına ve işlevselliğine de değinilmelidir.
Satın almanın kışkırtılması aşamasında ise, artık
konuşma
ürünün
satın
alınmasına
odaklanmaktadır. Bu amaca doğru müşteriyi
güdüleyebilmek için konuşmacı, ürün fiyatı,
benzer ürünlerle fiyat karşılaştırması, avantajlı
ödeme seçenekleri, garanti süresi veya indirimler
hakkında bilgiler sunmalıdır. Son aşamayı
oluşturan güçlendirme veya değerlendirme
aşaması ise; ürün veya hizmet satıldıktan sonraki
süreci içerir. Bu süreç iyi değerlendirildiği
takdirde, satışlar artacağı gibi, ürünün kullanım
alanında
bir
marka
bağımlılığı
da
yaratılabilecektir.
Alıcının ihtiyaçlarını anlamak başarılı iknanın
önemli bir unsurudur. İnsanlar sizin için bir
şeyler yapacaklar ve bunun için iyi hissedecekler
ve inanacaklar ki, kendi çıkarları için harekete
geçmekteler ve kendi kişisel amaçlarını
gerçekleştirmekteler. Buna motivasyon adı
verilir.
Aslında bir kişinin ihtiyaçlarını,
isteklerini keşfetmek ve bu ihtiyaçları tatmin
edecek çözümü sunmak onu ikna etmekten başka
bir şey değildir. Bir kere bu ihtiyaçları
tanımladığınızda ve ikna etmek istediğiniz kişiye
sunduğunuz önerinin bu ihtiyaçları nasıl
karşılayacağını gösterdiğinizde, isteğinize razı
olacaklar ve sizi destekleyecekler çünkü, sizin
amaçlarının için değil kendi ilgileri için hareke
geçtiklerini düşünecekler.
“İknaya direnme” kavramı, ikna sürecinin
karakteristik özelliklerinden ‘kabul’ ile ilgilidir;
direnmenin olması, kabulün gerçekleşmemiş
olması anlamına gelir. Öte yandan ikna edici
iletişimin
başarısı,
kendisiyle
yarışan
enformasyonlara olan direnci değerlendirebilme
kabiliyetiyle de ölçülebilir.
Direnç, temelde bireyin eylem ya da düşünce
özgürlüğünü kullanmasıyla ilgilidir. Modern
hayatın içindeki her yönden yoğun ikna çabası ve
ileti silsilesi, bireyin kendisini kapana sıkışmış,
bastırılmış hissetmesine neden olmaktadır. Belki
de bu ileti çılgınlığının tam ortasında kalan
bireyin en önemli savunma mekanizması ikna
olmayı reddetmektir.
İkna edici konuşmanın bir diğer türü olan satış
konuşmasında kullanılan yöntemler ve uygulanan
hazırlanma süreci diğer konuşma türleriyle
hemen hemen aynıdır. Günümüzde hemen her
alanda, giderek artan ürün ve marka bolluğu, satış
konuşma sürecinin ve konuşmacılarının önemini
de artırmaktadır. Çünkü konuşmacılar, giderek
artan ürün bolluğu sürecinde, iyi yapılandırılmış,
etkin bir satış konuşma becerisiyle benzer diğer
ürünler arasında bir farkındalık yaratmayı
sağlayabilmektedir.
Bu
noktada
önceden
170
Kendimizi Sınayalım
1. İletişimin etkilerinden tutum değişmesi
türlerinden birisi aşağıdakilerden hangisidir?
6. Güvenirlik türleri arasında aşağıdakilerden
hangisi bulunmaktadır?
a. Görünüş değişikliği
a. Sanal güvenirlik
b. Tutum pekişmesi
b.
c. Nilgi düzeyindeki değişme
c. Türetilmiş güvenirlik
d. Davranış değişimi
d. Yarım güvenirlik
e. Bakış değişimi
e. Tam güvenirlik
2. Aşağıdakilerden
arasında yer almaz?
hangisi
etki
7. Aşağıdakilerden
hangisi
Maslow’un
motivasyon kuramındaki (ihtiyaçlar hiyerarşisi)
ihtiyaçlar arasında yer alır?
taktikleri
a. Rasyonel-akılcı İkna
a. Saygı ihtiyacı
b. Pazarlık
b. Sosyal ilişkiler ihtiyacı
c. Koalisyon
c. Ayrılma ihtiyacı
d. Reddetme
d. Üzüntü ihtiyacı
e. Arkadaşlık
e. Gelişme ihtiyacı
3. Örgütlerde
karar
verme
davranışını
etkileyen etmenler arasında aşağıdakilerden
hangisi vardır?
8. McCleand ve Aldefer’in motivasyon
kuramında aşağıdaki ihtiyaç türlerinden hangisi
vardır?
a. Örgütün yapısı
a. Fizyolojik ihtiyaçlar
b. Kitle İletişimi
b. Güvenlik ihtiyaçları
c. Araç-gereçler
c. Saygı ihtiyaçları
d. İş kıyafetleri
d. Varlık ihtiyaçları
e. Ürün pazarlaması
e. Sevgi ihtiyacı
4. Aşağıdakilerden hangisi güç türleri arasında
yer alır?
9. Direnç temelde bireyin neyi kullanmasıyla
ilgilidir?
a. İş disiplini
a. Sevgi özgürlüğü
b. Yatay İletişim
b. Varlık özgürlüğü
c. İletişim gücü
c. Güvenlik özgürlüğü
d. Görme gücü
d. Gelişme özgürlüğü
e. Ödüllendirme gücü
e. Düşünce özgürlüğü
5. İkna edici mesajın amaçları arasında
aşağıdakilerden hangisi bulunmamaktadır?
10. İknaya direnmede ilişsel etkenler arasında
aşağıdakilerden hangisi yer alır?
a. Süreklilik
a. Kaynak güvenirliği
b. Kesilme
b. Alışkanlıklar
c. Benimsetme
c. Alıcı tutumları
d. Başlama
d. Kodlama biçimi
e. Engelleme
e. Kodlama seçimleri
171
İnanılmış güvenirlik
Kendimizi Sınayalım Yanıt
Anahtarı
Sıra Sizde 3
Kaynağın inanılırlığı ve kaynağın sevilmesi
iknanın kabulünü etkileyen faktörler olarak
ortaya çıkar. Çoğunlukla kaynağın kim ve ne
olduğu hedef alıcısı açısından önem taşır. Bu
durum
hedef
kitlenin
iletiye
inanıp
inanmamasında etkilidir. Gerek günlük hayatımız
gerek araştırma sonuçları inanılır kaynak dan
gelen etkileyici iletişimin hedefte daha fazla
tutum değişimi yarattığını göstermektedir.
İnanılırlığın ise iki faktöre bağlı olduğu öne
sürülmektedir.
Bunlar
saygınlık
ve
Güvenilirliktir. Saygınlık; daha çok genel bir
özelliktir ve iknacının ikna konusunda uzan olup
olmadığı ve dinleyicinin kaynağa duyduğu saygı
derecesi ile ilgilidir. Kaynağın saygınlığı ile
dinleyicide yaratılan tutum değişimi birbiri ile
doğrudan ilişkilidir. Yüksek saygınlığı olan
kaynaktan gelen ileti daha kolaylıkla kabul
edilebilmektedir ve buna bağlı olarak da
iletişimin etkinliği artmaktadır.
1. b Yanıtınız yanlış ise “İkna Kavramı” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
2. d Yanıtınız yanlış ise “Etki Taktikleri” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
3. a Yanıtınız yanlış ise “Örgütlerde Karar Alma
ve İkna” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
4. e Yanıtınız yanlış ise “Liderlik ve İkna”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
5. d Yanıtınız yanlış ise “İkna Edici Mesaj”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
6. c Yanıtınız yanlış ise “İkna Edici Mesaj”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
7. a Yanıtınız yanlış ise “Motivasyon Kuramları”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
8. d Yanıtınız yanlış ise “Motivasyon Kuramları”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Sıra Sizde 4
9. e Yanıtınız yanlış ise “İknaya Direnme”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
İknada kaynağın güvenilirliği, saygınlığı,
dolayısıyla inanılırlığı iknayı ne kadar
kolaylaştıracaksa güvenilir olmayan kaynak da
iknaya karşı bir direnç oluşmasına neden olabilir
en azından bunu kolaylaştırabilir.
10. b Yanıtınız yanlış ise “İknaya Direnme”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Sıra Sizde 5
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
Bazı ürünler hakkında bilgi edinmek görece
olarak kolaysa da, bazı ürünler hakkındaki en
önemli bilgileri elde etmek yaratıcı yaklaşımı
gerektirir. Ürün hakkındaki ilk ve temel bilgi
kaynağı üreticilerce hazırlanan basılı malzemedir.
Şirketler ürünleri hakkında birçok kullanma
kılavuzu ve benzer diğer bilgi materyalleri
hazırlar. Bir satış elemanı eğer birçok işletmenin
malını satan bir kuruluşa bağlı olarak çalışıyorsa,
ürün ile ilgili üretici firmanın sağladığı tüm
bilgileri elde ettiğinden emin olmalıdır. Kuşkusuz
üretici firmalardan çeşitli yollarla sağlanacak
bilgiler her zaman yeterli olmayabilir. Ürün
hakkında bilgi edinmenin ikinci yolu üretim
birimine yapılacak ziyaretlerdir. Çok pratik
olmayan bu yol işletilebilirse çok yararlı olabilir.
Üçüncü yol ise satış elemanının bizzat ürünü
denemesi, kullanmasıdır.
Sıra Sizde 1
İkna
kavramı
ise
sözlükte
şöyle
tanımlanmaktadır: “Kanaat ettirme, kanaat
verebilme; kandırma, razı etme; inandırma.” Bu
tanımdan hareketle iknayı; istendik amaçların
ortaya çıkarılması için gerçekleştirilen bir iletişim
biçimi olarak ele almak yanlış olmayacaktır.
Gerçekten de dikkatle bakıldığında gündelik
iletişim ile ikna arasındaki farkın istendik amaca
ulaşmak olduğu görülebilir.
Sıra Sizde 2
Eğer bir lider izleyenleri ikna etme yeteneğine
sahip değilse, diğer bütün yeteneklere sahip olsa
bile, grup üyeleri üzerinde pek etkisi olmaz. İkna
etme yeteneği; ikna edilecek kimselerin
duygularını, arzularını, çıkarlarını ve içinde
bulundukları durumu anlama ve göz önüne alma
ustalığıdır.
172
Yararlanılan Kaynaklar
NIRENBERG, Jesse S. (çev: Cavidan SEYİT
CEMALOĞLU) (1994) İkna Etme Sanatı,
İstanbul: Say Yayınları.
ANIK, Cengiz.(2000) Siyasal İkna, Ankara:
Vadi Yayınları.
Aziz, A. (2003). Siyasal İletişim. Ankara: Nobel
Yayın Dağıtım.
ONARAN, Oğuz (1975).Örgütlerde Karar
Verme, Ankara: Sevinç Matbaası.
BETTINGHAUS, Erwin P. (1980) Persuasive
Communication. Üçüncü Baskı. USA: Holt,
Rinehart and Winston.
OKTAY, Mahmut (1996).Davranış Bilimlerine
Giriş, İstanbul: Der yayınları,
ÖZKALP, Enver (1986). Davranış Bilimleri ve
Organizasyonlarda
Davranış,
Eskişehir:
Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi
Yayını.
Bıçakçı, İ. (1998). İletişim ve Halkla İlişkiler.
Ankara: MediaCat Yayınları.
CEGALA, Donald J. (1984) Persuasive
Communication. Minnesota: Burgess Publishing
Company.
Özkan, A. (2004). Siyasal İletişim: Partiler,
Seçimler, Stratejiler. İstanbul: Nesil Yayınları.
CIALDINI, Robert B.(2000) (çev: Fevzi
YALIM), İknanın Psikolojisi, Ankara: Media
Cat Yayınları,
GÜNEY, Salih. (2006).Davranış
Nobel Ankara: Yayın Dağıtım,
SABUNCUOĞLU, Zeyyat ve TÜZ, Melek
(2003) Örgütsel İletişim, 4. Baskı, Bursa:
Furkan Ofset,
Bilimleri,
GÜRGEN, Haluk. 1997 Örgütlerde İletişim
Kalitesi, İstanbul: Der Yayınları.
ŞİMŞEK, M.Şerif, AKGEMİCİ, Tahir, ÇELİK,
Adnan. (2001). Davranış Bilimlerine Giriş ve
Örgütlerde Davranış, Ankara: Nobel Yayın
Dağıtım.
KAĞITÇIBAŞI, Çiğdem(1999) Yeni İnsan ve
İnsanlar, İstanbul: Evrim Yayınevi.
TEZCAN, Mahmut. (1987). Kültür ve Kişilik,
Ankara, Olgaç Matbaası,
Kalender, A. (2005). Siyasal İletişim Seçmenler
ve İkna Stratejileri. Ankara: Çizgi Kitabevi.
TÜRKKAN, R.Oğuz (2000). İkna ve Uzlaşma
Sanatı, İstanbul, Hayat Yayınları,
KILINÇ, Tanıl.(1984) “Yöneticilik ve Önderlik”,
Karizma Dergisi, Sayı:5, Ankara.
VERDERBER, Rudolph F. (1991) Essentials of
Persuasive Speaking (Theory and Context),
Belmont-California: Wardsworth Publishing Co.,
KOÇEL, Tamer. (2005) İşletme Yöneticiliği,
İstanbul: Beta Yayınları.
YÜKSEL, A.Haluk vd. (Ed: Uğur DEMİRAY).
(2003). Meslek Yüksekokulları İçin Genel
İletişim.Anakara: Pegem A Yayınları,
JAMIESON, Harry. İletişim ve İkna. Çeviren:
Necdet Atabek ve Banu Dağtaş. (1996) Eskişehir:
Anadolu Üniversitesi Eğitim Sağlık ve Bilimsel
Araştırma Çalışmaları Vakfı Yayınları.
YÜKSEL, Ahmet Haluk. (2004) İkna ve
Konuşma, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi
Açıköğretim Fakültesi Yayınları.
LUCAS, Stephen E. (1989) The Art of Public
Speaking, New York: Random House.
YÜKSEL, Ahmet Haluk. (2005) İkna ve
Konuşma, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi
Açıköğretim Fakültesi Yayınları.
173
8
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Kültür olgusu nedir ve nasıl tanımlanırı açıklayabilecek,
Kültürü oluşturan ögeler, kültür çeşitleri ve kültürel süreçleri tanımlayabilecek,
Sözsüz iletişim ve değişik boyutları insan hayatının her alanında, insanların gerçekleştirdiği
hemen her iletişim olgusunda ne kadar önemlidiri aktarabilecek,
Belki de farkında olmadan kullanılan çeşitli sözsüz iletişim tür ve ögeleri gündelik hayatta ne
kadar yer tutmaktadır sorusunu cevaplayabilecek,
Sözsüz iletişim, iletişimi daha etkili kılmada ne boyutta önem taşımaktadırı ifade edebilecek,
Sözsüz iletişimin işlevleri, ortak özellikleri ve türlerini sıralayabilecek,
Sözsüz iletişimin toplumsal cinsiyete göre kullanım ve anlam farklılıklarını betimleyebilecek
bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.
Anahtar Kavramlar
Kültür
Dokunma
Dil
Koku ve Tat
Kültürel İletişim
Ses
Beden Dili
Renkler
Mimikler
Toplumsal Cinsiyet ve Sözsüz İletişim
Bakış
İçindekiler
Giriş
Kültür ve İletişim
Kültürü Oluşturan Ögeler
Kültür Çeşitleri
Sözsüz İletişim
Sözsüz İletişim Kavram ve Tanımı
Sözel ve Sözsüz İletişim Karşılaştırması
Sözsüz İletişimin İşlevleri
Sözsüz İletişim Kodlarının Ortak Özellikleri
Sözsüz İletişim Kodlarının Sınıflandırılması
Sözsüz İletişimde Toplumsal Cinsiyet Farklılıkları
Daha Gelişmiş İletişim İçin Sözsüz İletişim Kullanımı İpuçları
174
Sözsüz İletişim: Etkili
İletişimin Temeli
GİRİŞ
İletişim temelde, herkesin farkında olduğu ancak tam olarak tanımlayamadığı bir olgu olarak karşımıza
çıkar. Aslında iletişim insan hayatının her alanıdır. Bu anlamda iletişime iki değişik bakış açısı söz
konusudur. İlk bakış açısı ile yapılan yaklaşım, kaynak ile alıcının iletiyi nasıl kodladığı ve kod açımının
nasıl yapıldığı ile ilgilenir. Ayrıca bu yaklaşımda, etkililik ve doğruluk da iletişimde büyük önem taşır.
İletişim olgusuna bu bakış açısı ile bakıldığında, iletişim bir insanın diğerinin davranışına veya
düşüncelerine etki etmekte kullandığı bir süreç olarak görülür. Eğer, etki istenenden değişik ya da daha
azsa, ortada iletişimsel bir hatanın olduğu öne sürülür ve hatanın nerede oluştuğunu saptayabilmek için
iletişim sürecinin işleme aşamaları incelenir. İkinci yaklaşım, iletişimi anlamların oluşturulması ve
değişimi olarak görür. Bu yaklaşım, iletilerin veya metinlerin anlam oluşturmak için insanlarla nasıl
etkileşimde bulunduğuna bakar. Bu da, metinlerin insanların kültüründeki rolü dile getirmektedir. Yanlış
anlamaların iletişim hatalarının delili olmadığını; bunların kaynak ve alıcının kültürel farklılıklarından
doğduğu öne sürülmektedir. Bu yaklaşıma göre, iletişim konusundaki çalışmalar bir anlamda kültür ve
metinler üzerinde çalışmak anlamını taşır. Çalışmanın ana metodu ise semiotik (simgeler ve anlamlar
bilimi) olarak ortaya çıkmaktadır.
İletişim canlı olma özelliğini gösteren bütün varlıkların ortak bir özelliklerinden birisidir. Bu durum
özellikle insan türü ve onun bugün içinde bulunduğu koşulların belirleyicisi olması yönünden oldukça
önemli bir olgudur. “İletişim, insanın türsel özelliği olan toplumsallaşırlığının bir yansımasıdır. Doğal
ortamına uyumlanmayı dolaysız olarak yapma durumundaki diğer tüm canlı türlerinin tersine insan,
uyumlanmayı toplumsallaşırlığı ile oluşturduğu kültürü aracılığı ile yapmıştır...Doğal ortamına
uyumlanmak için kültürü oluşturan ve kültürlenerek bu uyumlanmayı başaran insan, kültürünü
oluştururken bir başına değil, diğer insanlarla birlikte etkinlik gösterir. Duygularını, düşüncelerini,
inançlarını anlam yüklü seslerle, işaretler ile, bedensel hareketlerle, ya da bunların stilize edilmiş çeşitli
işaretleri ile (temsili düzeyde algılanabilen düzenlemelerle) birbirine aktarır yanıt alır, yanıta karşı yeni
bir yanıt hazırlar. İletişim dediğimiz büyük kültürel donanımını geliştirir”
Bu bağlamda iletişim bir canlılığın ve var olmanın en temel bir gereği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Aslında bir bakıma “yaşamak iletişimde bulunmaktır”. İnsan türünün toplumsal bir varlık olarak
yaşamaya başladığı günden bu yana iletişimi, canlılıklarını sürdürmek için, ürettiklerini paylaşmak için,
bir takım değerlerini kabullerini, bilgilerini gelecek nesillere aktarmak için başka deyişle kültürel iletişim
bağlamında kullanmıştır.
İletişim kuşkusuz genel olarak bütün canlılarda ileti alışverişi boyutunda var olan bir olgudur.
“Duyusal sesler, çığlıklar, nidalar, jestler, hatta basit nişan koymalar insandan daha alt türlerden olan
canlı türlerinde de görebildiğimiz, bir anlamda iletişimin alt türleridir. Duyusal sesler, çığlıklar ve
nidalardan geliştirilmiş dile geçebilen tek canlı türü ise insandır. ......dil ile birlikte, insan ile diğer canlılar
arasındaki en önemli farklılaşma da oluşmaya başlamıştır. Canlıların genetik ile kazanabildikleri varlıksürdürme donanımlarını, insan kendi kültürü ile kendisi yapma yeteneğine sahiptir. Dil insanlar arasında
gelişkin bir iletişime geçişi sağladığı gibi, her kuşağın çeşitli zahmet ve acılarla elde edebildiği
sınama/yanılma sonucu bilgileri, becerileri ve bunları kutsayan değer, inanç ve ritüelleri bir sonraki
kuşaklara aktarmak üzere tutanaklara aktarmak üzere tutanaklandırmakta, saklamakta, aktarmaktadır
da....”
175
Bütün boyut ve türleri ile iletişim bugünkü uygarlık seviyesine gelinceye kadarki bütün insani
evrilmelerin de temel taşıdır. “Açıktır ki bir toplumun kuruluşu için, birimlerinin ve alt bölümlerinin
oluşumu, toplum üyeleri arasındaki anlaşmanın bir ön-süreç olarak oluşumu için bazı komünikasyon
süreçlerine ihtiyaç vardır. Çoğu defa bir toplumdan, geleneklerin aracılığı ile tanımlanabilen bir yapı
olarak söz edilmesine karşın meseleye daha derinden bakılacak olursa, toplum hiç de bu türden bir şey
olmayıp genişlik ve komplekslik bakımından her dereceden örgütsel birimlere dek üyeler arasında tam
veya kısmi anlaşma ve anlamayı ortaya koyan oldukça karmaşık bir iletişim ağıdır....” Bu anlamda
iletişim toplumu oluşturan temel öğelerden birisidir.
İnsanlar, belli bir takım anlamlara sahip olmadan ya da bilmeden geldikleri dünyada çok çabuk olarak,
belli bir sıra ve önemle anlamları keşfederler. Bu yolla yaşam insanlar için akılcı bir hale gelir ki, var olan
bir takım güzellikler ya da çirkinlikler, ümitler ya da hayal kırıklıkları, deneyerek kazanılır. Yaşamda
insanın bütün çevresi hep bir takım anlamlarla yüklüdür. Bu anlamlar da insanın çevreyle olan etkileşim
ve kurduğu iletişimle kazanılır. Burada işlev gören, kültürel değerlerin kuşaktan kuşağa aktarılmasını
sağlayan ve bazı kültürlerden diğerlerine kültürel değerlerin aktarılmasını ve alınmasını sağlayan süreç
olarak “kültürel iletişim” dir. Ayrıca kültürel iletişim diğer bütün iletişim tür ve yöntemlerinin de
belirleyicisidir. Çünkü iletişim olgusu kültür içinde ve kültürle vardır.
KÜLTÜR VE İLETİŞİM
Günümüz toplumlarının yapısı, toplumsal ilişkilerin gelişmesine paralel olarak, insanların karmaşık bir
şekilde bir araya gelmesinden meydana gelmiştir. Toplumsal anlamdaki her yapılanma, toplum üyelerinin
belirli birtakım durumlarda karşılaşacağı sorunları çözümlemek ve ihtiyaçlarını karşılamak için çok çeşitli
araçlara gerek duyar. Kişinin içinde bulunduğu çevre koşullarına, birlikte yaşadığı diğer kişilerle olan
ilişkilerine, varolan karşılıklı etkilerin şekline ve bir canlı varlık olarak duyduğu biyolojik ihtiyaçları
gidermek için edindiği birtakım becerilere göre anılan bu araçlar değişiklik göstermekte ve
sınırlanmaktadır. Bunun yanı sıra her insan toplumunda «kültür» adı verilen ortak bir olgu da söz
konusudur. Her toplumda, maddi ihtiyaçları karşılamak üzere var olan tekniğin yanısıra, bir ölçüde
tekniğe de bağlı olan insan ilişkilerini düzenleyen kurallar, gelenekler, düşünceler ve kişisel düşünceler
vardır.
Kültür Kavram ve Tanımı
Kültürle ilgilenen herkesi tam olarak tatmin edecek bir şekilde yapılmış bir kültür tanımı bulmak zordur.
Aslında, tanım yapma güçlüğüne yol açan neden bilgi ya da malzeme eksikliğinden öte, tanımı yapanların
konularının ve ilgi alanlarının farklı olmasıdır. Bilimsel çalışmaların yanısıra, gündelik konuşmalarda da,
kültür kavramının birçok değişik bağlam ve anlamda kullanıldığı görülebilir. Her günkü konuşmalarda
kültür ve bağlı olarak kültürlü olmak; belli kalıplara ve davranışlara, ya da başka deyişe, görgü
kurallarına uygun davranma olarak yer almaktadır. Bu anlamda, kültürlü insan; toplumsal yaşantı
içerisinde nerede, nasıl, ne türlü davranacağını bilen insan olarak ortaya çıkmaktadır.
Yine kültür kavramının, gündelik kullanımından farklı olarak; edebiyat, müzik, resim vb. alanların da
sanatla bir tutulduğu ya da eşanlamlı olarak kullanıldığı da olur. Bazı yazarların eserleri, ünlü bestecilerin
besteleri ya da ressamların resimleri gibi, yetkin eserleri ve bunlara ilişkin birtakım bilgilerin dile
getirilmesinde de, kültür kavramı yaygın olarak kullanılmaktadır.
Bilimsel dilde de, kültürün, uygulamalı bilimi, pratik çalışmaları ve uygulanan teknolojiyi de
kapsayacak bir biçimde kullanıldığına rastlanmaktadır. Bu bağlamda ele alındığı zaman kültür; sanat
galerilerini, müzik salonlarını ve yayınevlerinin etkinliklerini aşarak ilgili toplumun -ortak ya da bireyseltüm toplumsal ürünlerini kapsayacak bir genişliğe sahip olmaktadır.(Sencer, s.3)
Kültür kavramının çeşitli boyutları vardır. Bu boyutlar bireysel, grupsal veya bireyin ya da grubun
üyesi olduğu toplum bağlamında ele alınabilir. Ancak, yine de bireyin kültürü, ait olduğu grubun
kültürüne ve grubun kültürü de içinde bulunulan toplumun, genelde varolan başat kültürüne doğrudan
bağımlıdır. Bunun sonucu olarak, toplumun kültürü belirleyici ve temeldir. Kültür kavramının anlamı,
asıl olarak toplumun bütünü ve bu bütünün kültürü ölçüt alınarak incelenmelidir.
176
Kültür kelimesinin kökeni Latince bir deyim olan Cultura’dan (colere: ekip, biçmek) gelmektedir.
Toplumsal gelişmenin belli bir evresine kadar kültür ile uygarlık kavramları birbirinden tamamen farklı
olgular olarak nitelendirilmiştir. Oysa, bu iki kavram artık belli bir iç-içelik hatta eş-anlamlılık
göstermektedir. Kısacası; bilimsel alanda kültür; uygarlıktır, toplumsal anlamda kültür; eğitim sürecinin
ürünüdür, estetik alanda kültür; güzel sanatlardır ve maddi (teknolojik) ve bilimsel alanda ise kültür;
üretme, tarım, çoğaltma ve yetiştirmedir.
Türk Dil Kurumunca yayınlanan Toplumbilim Terimleri Sözlüğünde kültür; «Tarihsel toplumsal
gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, kullanmada,
sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü
gösteren araçların tümü» olarak tanımlanmaktadır.
Felsefe Terimleri Sözlüğünde ise kültür, felsefi açıdan şöyle tanımlanmaktadır: «…… bir ulusun
bütün yaşama biçimlerinde birlikli bir üslup kazanması…… Tarihin sürekliliği içinde insanlar yoluyla ve
insanlarda gerçekleşen manevi biçimlenme süreci, insanın manevi başarıları ve yaratışları…… Tüm
olarak manevi ve törel yaşam; geniş bir toplumun bütün alanlarında ortak olan dinsel, ahlaksal, estetik,
teknik ve bilimsel nitelikteki toplumsal olayların bütünü.»
Toplumbilimsel açıdan kültür; «Tarihsel toplumsal gelişme süreci
içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, kullanmada,
sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine
egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü» olarak tanımlanabilir.
Kültür; «insanın ortaya koyduğu, içinde insanın varolduğu tüm gerçeklik demektir» biçiminde de
tanımlanmaktadır. Bu yaklaşıma göre, kültür olgusu denilince, içinde insan varlığının görüldüğü herşeyi
anlamak mümkündür. Bir başka deyişle, kültür doğanın insanlaştırılma biçimi, bu insanlaştırmaya özgü
süreç ve verimdir. Bu saptamayı biraz açarsak; kültürü insan varoluşunun nasıl ve ne olduğunu ortaya
koyan bir olgu olarak ele alabiliriz. Buna bağlı olarak, insanın nasıl düşündüğünü, duyduğunu, yaptığını,
istediğini; kendine nasıl baktığını; değerlerini, ülkülerini nasıl düzenlediğini; ne tür bir yaşama biçimi,
varolma programı benimsediğini de hep kültürün içinde ele alıp, değerlendirmek gerekir. İnsanla birlikte
varolan teknik, ekonomi, hukuk, estetik, bilim kısacası uygarlık ve inanışlar, düşünceler, gelenekler, bu
durumda hep kültür kavramının içine girmektedir. Bir başka deyişle kültür; bir toplumun ve bağlı olarak o
toplum bireylerinin sahip olduğu maddi ve manevi değerlerden meydana gelen öyle bir bütündür ki,
toplumda var olan her bilgiyi, ilgileri, her türlü ihtiyaçları değer ölçülerini, düşünme biçimini ve buna
bağlı olarak meydana gelen davranış biçimlerini içine alır. Kültür kavramına antropolojik bir yaklaşım
ise şöyledir: «Kültür, insanın bir toplum üyesi olarak edindiği bilgi, inanç, sanat, ahlak, hukuk ve törelerle
her türlü beceri ve alışkanlıklarını içeren karmaşık bir bütündür». Buraya kadar ele alınan kültür tanımları
dışında değişik yaklaşımlarla çok çeşitli tanımlamalara gidilmiştir.
Antropolojik açıdan kültür, insanın bir toplum üyesi olarak edindiği
bilgi, inanç, sanat, ahlak, hukuk ve törelerle her türlü beceri ve alışkanlıklarını içeren
karmaşık bir bütündür».
Hemen hemen bütün tanımlarda ortak olan nokta, kültürün toplum ve toplumsal yaşantıda yer alan
bireyler için ve toplum-birey nedeniyle var olmasıdır. Buna bağlı olarak toplum ve toplumsal yaşam
dışında, başka deyişle insandan önce ve insansız kültür yoktur. Çünkü yukarıdaki tanımlamalarda da
vurgulandığı gibi kültür, toplumla, toplumun varoluşuyla ortaya çıkan bir olgudur. Aslında, kültür
öylesine geniş bir kavramdır ki, kapsamı bakımından neredeyse toplum kavramıyla bile karşılaştırmak
mümkündür. Çünkü toplum yaşamının ve etkinliğinin her düzlemdeki hangi alanını ele alırsak alalım, her
zaman birtakım kültür ögeleriyle karşılaşmak mümkündür. Bu durum bizi şu sonuca götürebilir: Kültür,
el değmemiş (bakir) doğaya karşı, insan varlığının ve etkinliğinin vazgeçilmez ve ayrılmaz bir parçası ve
ürünüdür. Kısacası kültür insanın ortaya koyduğu ve içinde insanın varolduğu tüm gerçeklik biçimidir.
Toplumsal varlık olarak insanlar, birer kültür varlığı olarak kabul edilebilir. Bir başka deyişle, toplumsal
177
yaşam içindeki insanları diğer canlı varlıklardan ayıran temel özellik, düşünme yetenekleri sonucunda
meydana getirdikleri kültür ve kültürel ortamdır. İnsan yaşamının normal gelişimi sonucunda ortaya çıkan
kültür olgusu, aynı zamanda toplumsal yaşama da, canlılık ve gelişme kazandırmıştır. Kısacası kültür
olmayınca, toplumsal insan da olamayacağına göre; insanın kültür üretip aynı zamanda kültür tarafından
üretildiği; kültür taşıyıp, kültürce taşındığı temel gerçeği, insan olarak insan varlığının temel varolma
koşuludur.
Kültür olgusunun ne olduğu üzerinde siz hiç düşündünüz mü?
Kültürü nasıl tanımlarsınız?
Sonuç olarak; kültür doğaya karşı insanların, en başından beri, toplumsal ve bireysel hayatın her
alanında gerçekleştirdiklerinin bir bütünü ve birikimidir. Kısacası, kültür insanın yaşayışıdır. Bu durumda
kültürün en önemli özelliği olarak karşımıza, toplumsallık, biriktirilme ve aktarılması çıkmaktadır.
Kültür, el değmemiş (bakir) doğaya karşı, insan varlığının ve
etkinliğinin vazgeçilmez ve ayrılmaz bir parçası ve ürünüdür. Kısacası kültür insanın
ortaya koyduğu ve içinde insanın varolduğu tüm gerçeklik biçimidir.
Sizce “kültürsüz” insan ya da toplum olabilir mi? Bir insan ya da
toplumun kültürünü diğerinden aşağı ya da yukarıda diye nitelendirmek doğru mudur?
Kültür çerçeveleri ya da alanları en kapsamlısından başlamak üzere
ideolojik, antropolojik, toplumsal ve artistik olarak sınıflandırılabilir.
KÜLTÜRÜ OLUŞTURAN ÖGELER
Kültür insanla hatta «toplumsal insanla» vardır. İnsanların belli bir toplumsal yapı içerisinde bulunmaları
bazı temel gereksinimleri doğurur. Ancak, her toplumda, yapılanmaya paralel olarak toplumsal
gereksinimlerin karşılanma biçimi de değişik olabilir. İnsanlar gereksinmelerini karışlamak ve
yaşayışlarını kolaylaştırmak amacıyla, birtakım aletler yapar, bunları geliştirir ve giderek de
yaygınlaştırır. Bunlar insanların maddi gereksinmeleri dolayısıyla da kültürlerinin maddi yanını oluşturan
öğelerdir. Oysa insanların ihtiyaçları sadece maddi düzeyde kalmaz. Maddi kültür öğelerinin yanısıra,
kişilerarası ilişkileri düzenleyen, grup ve toplumları oluşturan birtakım manevi değerler ve bağlar da söz
konusudur. Bu anlamda, kültür, ister maddi ve manevi öğeleri içine alan bir bütün olarak ya da insanlar
tarafından oluşturulmuş yapma bir çevre olarak düşünülsün; isterse de, grup veya toplum üyelerince
meydana getirilen ve paylaşılan, biriktirilmiş, aktarılan, öğrenilmiş davranışların toplamı olarak
düşünülsün; kültürün birtakım öğelerin birleşmesinden oluştuğu bir gerçekliktir. Buradan hareketle
kültürü oluşturan ögelerin; maddi kültür öğeleri, manevi kültür öğeleri olarak ikiye ayrıldığı söylenebilir.
Maddi Kültür Öğeleri
Bir toplumun teknolojik gelişmişlik durumu, eserleri ve aletleri o toplumun maddi kültürü olarak
gösterilir. Maddi kültürü insanın yaptığı şeylerle, kişinin davranışlarının birleştirilmesinin özel bir türü
olarak nitelendirmek mümkündür. Bu anlamıyla maddi kültür, teknik ve fiziki değer ve kıymetleri içine
alan bir yapı göstermektedir. Bunun yanısıra, maddi kültür, toplumların düzenledikleri ekonomik
faaliyetleri de kapsamaktadır. Bu açıdan bakıldığında, herhangi iki ülkenin ekonomik bakımdan
karşılaştırılması, bir çeşit maddi kültür karşılaştırması olarak nitelendirilebilir. Bir başka deyişle, maddi
kültür öğelerinin düzey farkı, teknolojik açıdan, kültürün ileriliğini ya da görece olarak ilkelliğini gösterir.
178
Manevi Kültür Öğeleri
Bir toplumda, maddi kültür öğeleri dışında yer alan diğer kültür öğelerini genel anlamda manevi kültür
öğeleri olarak nitelendirmek mümkündür. Bunlar: dil; estetik; bazı kültürel değerlerin öğrenilmesi
anlamında eğitim; din, inançlar, tutumlar, gelenekler toplumsal kurallar ve değerler; toplumsal
organizasyon ve toplumsal kurumlardır.
KÜLTÜR ÇEŞİTLERİ
Bu bölümde, kültür olgusu üzerinde buraya kadar ele alınanları biraz daha açıklamak amacıyla bir de
«kültür çeşitleri» üzerinde durmak gerekmektedir. Ayrıca, böylelikle kültür konusunda sık kullanılan bazı
terimler de açıklığa kavuşacağı gibi, kültüre ilişkin birtakım değişik görüşleri de ele alma imkanı ortaya
çıkacaktır.
Genel Kültür
Kültür olgusunun tanımını en genel anlamıyla tekrarlanırsa, “Toplum üyelerinin öğrendiği ve paylaştığı
bütün değerler, inançlar ve davranış kalıplarıdır. Bir toplumda bildiğimiz, öğrendiğimiz ve yaptığımız her
şey” olduğu söylenebilir. Bu bağlamda genel kültür kavramını bir toplumun sahip olduğu bütün kültürel
yapı olarak düşünmek mümkündür. Bağlı olarak, ne kadar toplum varsa, o kadar da genel kültür var
denilebilir. Bu durumda, ilkelinden karmaşığına, en az devingeninden, en devingenine, az gelişmişinden
tamamen gelişmişine kadar bir seri kültürden söz edilebilir. Bir ülke veya ulusun kültüründen söz edildiği
zaman aslında genel kültür düşünülür. Herhangi bir ülkenin ve toplumun hakim inançları, değerleri,
hareket tarzları ve yaptırımlarının türleri temelde o ülkenin genel kültürünü oluşturan parçalardır. Bu
anlamda, toplumun genel özellikleri hakkında bilgi edinmek istendiğinde, genel kültürün incelenmesi
gerekir.
Genel kültür konusundaki bu saptamalar, bir de kültürel-içedönüklük (etnosantrizm) konusunu
açıklamayı gerektirmektedir. Etno; grup, insan, toplum ve santrik; merkezcil sözcüklerinden oluşan
kültürel-içedönüklük’ün tanımı şöyle yapılmaktadır: Kendi kültürünün tek doğru ve tek iyi yol olduğuna
ve başka kültürleri kendi kültür yapısına göre yargılama, değerlendirme eğilimine kültürel içedönüktük
adı verilir. Bu konudaki bir başka tanım da; «kişinin grubunun herşeyin merkezi olduğunu ve diğer
grupların buna göre sınıflama ve sıralamasının yapılmasını temel alan görüş» biçimindedir. Kültürel
içedönüklük bu yapısıyla, bireyler ve gruplar için birçok önemli işlevleri yerine getirir. Bu işlevler
arasında, insanların sahip oldukları değerlerin doğruluk ve haklılığına inanmaları onların toplumlarını
korumalarını ve savunmalarını sağlamasını sayabiliriz. Bunun yanında kültürel içedönüktük toplumsal
dayanışmayı da sağlayarak, toplumu bir arada tutan “zamk” olarak da nitelendirilebilir. Ayrıca, bir
toplum içindeki bazı gruplar da kültürel içedönük bir yapı taşıyabilirler. Bu gruplar, toplumun genel
kültürünün bir bölümünü gözardı ederek, kendi grup değerlerini ön plana çıkarabilirler. Kültürel
içedönüklük eğilimi bir anlamda bir alışkanlıktır. Toplumda bireyler ister istemez etnosantrik olarak
yetiştirilirler ve hiçkimse şu ya da bu ölçüde de olsa etnosantrik olmaktan kaçınamaz. Ancak, kültürel
içedönüklük eğer toplumsal değişme ve gelişmeyi önleyecek boyuta gelirse, o durumda artık toplum için
zararlı olabilir. Bunun yanında yine kültürel içedönüklük toplum yapısı için zararlı olabilecek
değişmelere karşı bir güvence niteliğini de taşır.
Genel kültür olarak adlandırılan ve bütünleştirici özellik taşıyan yapı
içerisinde sizin zaman zaman da olsa uymakta zorlandığınız ögeler var mı? Böyle bir
durumda ne yapıyorsunuz?
Herhangi bir ülkenin ve toplumun hakim inançları, değerleri, hareket
tarzları ve yaptırımlarının türleri temelde o ülkenin genel kültürünü oluşturan parçalardır.
179
Alt Kültür (Subculture)
Hiçbir toplumsal yapıda kültür, her toplumsal kesim ve grup için tek bir biçim ve yapıda da değildir.
Genel kültür, bireyler düzeyinde bir takım çeşitlilikler gösterebileceği gibi, toplumdaki çeşitli nedenlerle
ortaya çıkan farklılaşmaya paralel olarak da çeşitlenmiştir. Mümkün olduğu kadar en türdeş birimlerden
oluşan kültürel yapılanmalarda bile, bir çeşitlenme gözlenir. İşte bir kültür içinde, toplumsal birtakım
farlılaşmalara göre beliren değişmeler “alt-kültür” kavramıyla dile getirilir.
Toplumların genel kültürüne bakıldığında, bu yapıyı paylaşan, bir başka deyişle, değerleri,
alışkanlıkları, gelenekleri ve inanışları paylaşan toplumun bütün üyeleri akla gelir. Oysa, toplumsal
insanların birbirleriyle paylaştıkları birtakım başka değerler de söz konusudur. Bu yeni paylaşmanın,
birtakım ortak paydaları vardır. Bu paydalara örnek olarak etnik yapı, yerleşim yöreleri, yaş grupları
verilebilir. Bu ortak paydaların oluşturduğu kültüre «alt-kültür» adı verilebilir. Alt-kültür şu şekilde
tanımlanabilir: «Genel kültürdeki birtakım değerlerin ve inanışların paylaşılması, fakat, aynı zamanda
bazı kişilerle, yine o toplum içinde başka değerlerin de paylaşılması». Alt kültürün bir başka açıdan
yapılan tanımlaması şöyledir: «Her modern toplumda varolan birtakım gruplar bazı kültürel öğeleri
paylaşırlar. Bu öğeler toplumun bütünü tarafından paylaşılmayabilir. Örneğin göçmen gruplar, geldikleri
ülkede kendi öz-değerlerini korumayı sürdürürler. Ekonomik gruplar da gelirlerine uygun bir yaşayış ve
bu yaşayışa uygun kültür değerlerini paylaşırlar. Yetişkinlerin uydukları davranış biçimleri ile gençlerinki
farklıdır. Kısacası, genel kültürle ilgili olan fakat çeşitli yönleriyle ondan ayrılan kültürel yapılara altkültür adı verilir». Eğer bir toplumda çeşitli ölçüt ve nedenlerle oluşmuş at-grupların değişik yaşantıları
varsa ve eğer gereksinmeler ve fırsatlar da grupdan gruba değişiyorsa, o zaman grupların yaşam biçimleri
arasında birtakım başkalıklar, farklılıklar olacağını söylenebilir. İşte, kültürel değerler, normlar ve
davranışlardaki bu farklılıklara alt-kültür adı verilir. Anılan bu farklılaşmanın toplumsal yapı için
oluşturabileceği tehlike ve tehditlerin karşılanması ise ancak, farklılık ve karşıtlıkların, toplumun diğer
kesimlerince reddedilmesi ya da hoş görülmesiyle gerçekleşebilir.
Herhangi bir alt kültür grubuna dahil olmadan toplum içerisinde var
olmak mümkün mü? Alt kültür tanımından hareket ederek siz kendinizi kaç tane alt kültür
grubunun üyesi olarak kabul ediyorsunuz?
Alt kültürler bazı hakim değerleri kapsar, fakat kendilerine özgü yaşama şekilleri, değerleri vardır ve
bir alt kültür, bir uğraş üzerine kurulmuş olabilir, özellikle günlük hayat bağları ile ilgili olabilir. Bu
bağlamda, çağımızın karmaşık toplumsal yapılanmalarında, tam anlamıyla türdeş bir kültürden çok,
değişik sayıdaki alt kültürlerden söz etmek mümkündür. Genel kültür toplumun tümüne aittir ve
toplumdaki her bireyin toplumsal yaşantısının her alanını düzenler. Oysa alt-kültür sadece belli bir
grubun, kısıtlı bir çerçevedeki yaşamını, yaşamının sadece belli alanlarını düzenler. Bir başka deyişle altkültürlerin düzenlemediği, ancak genel kültür tarafından düzenlenebilen birtakım kültür alanları vardır.
Alt-kültür genel kültürdeki birtakım değerlerin ve inanışların
paylaşılması, fakat, aynı zamanda bazı kişilerle, yine o toplum içinde başka değerlerin de
paylaşılması biçiminde tanımlanabilir.
Karşıt Kültür (Counter Culture-Contraculture)
En basit anlamda karşıt kültür; toplumun birtakım değerlerine ters düşen bir kültür alt grubudur biçiminde
tanımlanabilir. Aslında yapısal olarak, karşıt kültürler de bir tür alt-kültürdür. Ancak, karşıt kültürlerin
toplumla farklılaşması rastlantısal değildir. Karşıt kültürün üyeleri farklılaşmanın ve dolayısıyla
karşıtlığın farkındadır ve toplumun genel davranış kalıplarının dışında olmakla iftihar ederler. Bu
bağlamda, karşıt-kültürü «toplumun bütününün değerleriyle olan karşıtlıkların bileşkesi» olarak ele almak
mümkündür. İşte içinde bulunan bu karşıtlık olgusu karşıt kültürü, alt-kültürden ayıran temel öğedir.
Tanımındaki deyişle, karşıt kültür, toplumun birtakım değerlerine ters düşerken; alt-kültür, hakim genel
kültürün günlük işleyişinin çeşitli yönleriyle ilgilidir. Karşıt kültürlerin doğuş nedeni olarak, hakim
180
kalıplara ters düşenlerin bir grup desteği bulma ihtiyacı gösterilebilir. Karşıt kültürü karşıtlık derecesine
göre sınıflamak mümkündür: Karşıtlık oluşturan kültür (counter ve contrasting culture) ve zıt (contra
veya against culture) kültür. Karşıtlık oluşturan (counter) kültür gruplarına dahil olanlar, hakim normlara
uygunluk göstermeyen veya gösteremeyen ve alternatif bir yaşam biçimi oluşturma düşüncesindedirler.
Örneğin 1950’lerin beatnikleri, 1960’ların çiçek çocukları, 1970’lerin ilaç kullanma tutkunları ve diğer
değişik tür toplum dışı grupları bu başlık altında ele alabiliriz. Oysa zıt (contra, against) kültür gruplar,
tam tersine, yürürlükteki kültürel değerleri ve kalıpları ortadan kaldırmak ve yerine başkalarını koyma
hedefini güderler.
En basit anlamda karşıt kültür; toplumun birtakım değerlerine ters
düşen bir kültür alt grubudur biçiminde tanımlanabilir.
SÖZSÜZ İLETİŞİM
İletişimimizin temel bir yönünü sözsüz iletişim oluşturur. Başka deyişle, günlük yaşamda gerçekleştirilen
ilişkilerde başvurulan simgesel kodlar içinde sözsüz olanlar, anlam yaratmada ve paylaşmada çoğu kez
bilincinde olmaksızın ama kaçınılmaz olarak sürekli kullanılırlar. Bununla birlikte, sözsüz iletişimin
bilimsel bir ilginin ve araştırmaların odağı haline gelmesi yeni sayılır. Sözel ve yazılı dillerin iletişimin
temel türleri sayıldığı, söz ve yazı sanatının yüceltildiği toplumlarda bu gecikme doğaldır. Bunda,
bireylerarası yüz yüze iletişimin konuşma ile başlayan bir olgu olduğu gibi yanlış bir varsayım da etkili
olmuştur. Kısaca, iletişimin doğası ile ilgili bu yanılgı, insanın işitme ile birlikte en çok gelişmiş olan
görsel kanalları aracılığıyla açımladığı sözsüz iletişim kodlarına uzun süre gerektiği kadar önem
verilmemesine yol açmıştır. Oysa, sözsüz iletişimin en önemli bir bölümünü oluşturan görsel kodların
kullanımı insanın iletişim tarihi kadar eskidir. İlkel ve geleneksel toplumların insanı, günlük uygulamalar
için olduğu kadar, din kökenli törenler için de son derece yetkin kodlar geliştirmiştir. Ayrıca, bireylerarası
yüz yüze iletişimde doğal olarak yer alan ses tonlaması, yüz ifadeleri, mimikler, beden hareketleri, jestler
sözlü iletişimin çevresini ve anlamını belirlemede her zaman etkili olagelmiştir. Öte yandan, başkaları
hakkındaki izlenimlerin ve kararların oluşmasında görsel kodlar sezgisel değerlendirme aracı olarak
önemli bir işlev üstlenirler.
Bilgi, duygu, düşünce, tutum ya da kanılarla davranış biçimlerinin kaynak ile alıcı arasındaki bir
ilişkileşme yoluyla, bir insandan (insanlardan) diğerine (diğerlerine), bazı kanallar kullanılarak ve
değişim amacıyla aktarılması süreci biçiminde tanımlanabilecek insanlararası iletişimi iletişime katılan
insan sayısı, kullanılan araç ve oluklar gibi değişik ölçütleri temel alarak sınıflandırmak mümkündür. Bu
sınıflamalardan bir tanesi de iletişimde kullanılan kodlara göre ya da yapısal olarak yapılabilecek iletişim
sınıflamasıdır:
Yapısal olarak ya da kullanılan kodlara göre iletişim ikiye ayrılır:
•
•
Sözel İletişim (Verbal Communication)
•
Konuşma-Dinleme
•
Yazma-Okuma
Sözsüz İletişim (Non-verbal Communication)
Sözel iletişim başka bir bölümde ele alındığı için burada “sözsüz iletişim” kavramı ele alınacaktır.
SÖZSÜZ İLETİŞİM KAVRAM VE TANIMI
İnsan bilerek ya da bilmeyerek, çoğunlukla farkında olmaksızın günlük hayatta sözsüz iletişimi ve beden
dilini son derece etkili kullanır. Ancak insan bedenini kelimeleri kontrol ettiği gibi kontrol edemez.
Bedenimiz olaylara veya durumlara karşı çok daha kendiliğinden tepkiler verir. Gerçek duygu ve
düşüncelerimizi kelimelerin ardına gizlememiz mümkündür ama, beden dilimizi gizlememiz çoğu zaman
mümkün değildir. İyi bir dinleyici, iletişim kurduğu kişinin yalnız söylediklerinin değil; yüzü, eli, kolu ve
bedeniyle yaptıklarının da ayırdına varır. Çünkü, yüz ifadeleri, el ve kol hareketleri, bedenin duruş tarzı,
181
sesin tonu gibi sözsüz mesajlar kullanarak da iletişim kurulur. Karşı karşıya gelerek kurulan bireylerarası
iletişimde, hem sözlü, hem de sözsüz iletiler aynı anda kullanılır. Aslında bu konuşmalarda, ileti alış
verişinin ancak küçük bir bölümünü sözlü iletiler oluşturur. Bu noktada sözsüz iletişim tanımının nasıl
yapılması sorusuna gelmek gerekir. Sözel olmayan iletişim; kelime kullanmadan yapılan iletişim; bir
bireyin ses kullanmadığı zamanlarda ortaya çıkan iletişim biçimi, başka birinin de anlamları kavraması
için kişilerin yaptığı her şeydir. Dolayısıyla, beden dili, yüz ifadesi, giyim kuşam, çevresel faktörlerin
iletişimdeki etkisini tanımlayan ve açıklayan bir disiplin gibi yaklaşım ve tanımlarla karşılaşmak söz
konusudur. Bunlardan yola çıkarak, işlevsel olarak nitelendirilebilecek tanımlar şöyle yapılabilir:
İletişimde doğal olarak yer alan ses tonlaması, yüz ifadeleri, mimikler, jestler, beden hareketleri, renkler,
aksesuarlar gibi kodlardır. Kısacası, söz dışındaki sesleri de içeren, sözel (verbal) olmayan göstergelerden
oluşan iletişim kodlarıdır. Bir başka ifadeyle; verili bir durum ya da bağlam içerisinde, sözsüz
davranışların tekil olarak ya da sözlü davranışlarla birlikte anlamların değiş tokuşu ya da yorumlanışında,
çözümlemesinde kullanıldığı dinamik bir süreçtir.
Sözsüz iletişim söz dışındaki sesleri de içeren, sözel (verbal)
olmayan göstergelerden oluşan iletişim kodlarıdır.
Bazı araştırmacılar sözsüz iletişimi bir disiplin olarak ilk Yunanlılara kadar götürürken, bazı
araştırmacılar ise, insan ve hayvan davranışları arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışmış olan “Darwin” i
sözsüz iletişim çalışmalarının atası sayarlar.
Sözsüz davranışlar, deneyimler başka deyişle sözsüz iletişim tüm bir gün boyunca, televizyon,
sinema, radyo, gazete, dergi, topluluk önünde konuşma, özel görüşme, sınıf içinde kısacası hayatın her
anında ve alanında vardır ve etkilidir. Belirli sözsüz iletişim davranış ya da kodlarını (iyi kullanıldığı ya
da kötü kullanıldığında) tanımlayabilmek insanların iletişim yeteneklerini geliştirmekte yardımcı olur.
Kısaca kelime kullanmadan bilgi aktarımı olarak tanımlanabilecek sözsüz iletişim genel iletişimin
yaklaşık %93’ünü oluşturur. Bu oranın içinde genel iletişime oranla % 55’in yüz ifadeleri, vücut
hareketleri, takılar, mesafe algısı olduğu kabul edilirken %38’in ise ses tonu yoluyla gerçekleştirildiği
ileri sürülmektedir.
Şekil 8.1’de görülen İletişim Matrisinde ise sözel ve sözsüz davranışları ayırarak tanımı daha anlaşılır
hale getirmek mümkündür.
Şekil 8.1: İletişim Matrisi
182
a.
Sesli-Sözel İletişim Davranışları
Yüksek ve işitilebilir sözel ifadeler dillendirildiğinde oluşan durumdur. Örneğin, “Ben burada ne
arıyorum?”. Bu cümlenin nasıl söylendiği burada konu dışıdır.
b.
Sessiz-Sözel İletişim Davranışları
Bunlar sesli/sözel kodlarla sık karıştırılır. Daha önceki tanımlanan örnek burada da geçerlidir.
Sesli/sözel davranışlarda yapılandırılmış bir sembol sistemi kullanılır. Kendi kanunları, gramer kuralları
vardır. Örnek olarak, işitme engelliler için geliştirilen alfabe, ya da Amerikalı yerlilerin törensel işaret
dili bu grupta yer alır. Bütün yazılı iletiler, potansiyel sesli/sözel iletişim davranışlarıdır.
c.
Sesli-Sözsüz İletişim Davranışları
Bunlar söylenilen şeyin içeriğinden çok nasıl söylendiği ile ilgilidir. Konuşulan ya da yazılı bir şeyi
okurken yaptığımız davranışlarımızı içerir. Bu davranışlar, ses karakteristiklerini içerir: Sesin
yumuşaklığı, sesin yüksekliği, rengi, konuşma hızı vb... Bir cümlenin nasıl söylendiğidir bu. Bir cümle,
korkuyla, hırsla, sevgiyle dokunaklı vb. biçimlerde okunabilir. Bu, bir şeyin nasıl söylendiği konusu,
sesli/sözel bileşeni işaret eder ve ilk arı, saf sözsüz diyebileceğimiz iletişim biçimi, budur.
d.
Sessiz-Sözsüz İletişim Davranışları
Bu davranışlar, sesi dışarıda bırakırsak anlam aktarmak için kullanılan tüm davranışları içerir.
Örneğin, vücut biçimimiz, duruşumuz, giyimimiz, saçımız, yüz ifademiz, mekanın kullanımı gibi.
Dokunma da burada yer alır. Bu kategori sözsüz iletişimi en geniş biçimde kapsayan kategoridir.
SÖZEL VE SÖZSÜZ İLETİŞİM KARŞILAŞTIRMASI
Yapılandırılmış veya Yapılandırılmamış Olmak
Sözel iletişim, sözsüz iletişime göre daha fazla yapılandırılmıştır. Sözel iletişimin yasaları ve gramer
kuralları vardır. Bu her dilde (Türkçe, Hintçe, İngilizce...) böyledir. Yeni bir dil öğrenenler dilde yapısal
yanlışlıklar yapar. Bazı durumlarda sözsüz iletimin bazı türlerinde de iletişime yön veren az ya da çok
biçimsel yapı veya yapılandırma söz konusudur. Ancak genel olarak böyle bir durumla karşılaşılmaz.
Birçok sözsüz iletişim durumu çoğu kez bilinçsizce başka deyişle, istendik olmadan, kasıtsız
gerçekleştirilir. Her zaman çok kesin kuralları olmadığı için, sözsüz iletişim kodlarını doğru
çözümleyebilmek için tüm değişkenlerin (bağlam, yer, zaman, kaynak vb.) dikkatle ele alınması gerekir.
Belli bir verili çıkış noktasından hareket edilmedikçe sözsüz iletişim kodları farklı durumlarda ve
zamanlarda farklı anlamlara gelebilir. Bunun en tipik örneği insanların mutluyken de üzüntülüyken de
ağlayabilmeleri ve neşeli olduklarında veya sinirli olduklarında gülebilmeleridir.
Linguistik Olmak ya da Linguistik Olmamak
Sözsüz iletişim için her zaman özel bir yapı veya yapılandırma söz konusu olmadığı için, sözsüz iletişim
sisteminde üzerinde ortaklaşılan az sayıda belirli sembollerden bahsedilebilir. Belli bazı kültürlerde baş
sallamak “evet” anlamına gelirken başka bazı kültürlerde “hayır” anlamına gelir. Alanda çalışan birçok
araştırmacının belirli yüz ifadelerinin özel anlamlarını belirleme girişimleri başka deyişle, sözsüz
iletişime linguistik bir yapı kazandırma çalışmaları olmasına rağmen belgeli ve üzerinde ortaklaşılan belli
bir sözsüz dil sisteminden henüz söz edilemez. Bazı araştırmacılar işitme engelli insanların kullandığı
işaretler sistemini linguistik bir yapıya örnek olarak ele alırlar. Ancak, bu yapı da sadece işitme engelli
insanlara özgüdür ve genel hareketler değildir.
Sürekli Olmak ya da Sürekli Olmamak
Sözel iletişim bir bakıma sürekli olmayan parçalardan oluşurken, sözsüz iletişim belli bir süreklilik
gösterir. Oysa sözsüz iletişimi ortak mekandan ayrılmadıkça durdurmak söz konusu değildir. Diğer
insanlarla bir arada olunmadığı durumlarda bile vücutlarımız, duygularımız, aklımız, uyanık olduğumuz
sürece sürekli olarak izlemek zorunda olduğumuz kodlar yollar. Örneğin, bir tartışma sözlerde bitebilir
ancak, yüz, yüzün rengi, nefes alış-veriş sıklığı, vücut hareketleri gibi sözsüz iletişim kodları ile
çoğunlukla devam eder.
183
Doğuştan Getirilen veya Öğrenilmiş Olmak
Sözel iletişimin tamamı ve sözsüz iletişimin bir bölümü toplumsallaşma ve belli bir kültüre uyumlaşma
süreci içerisinde öğrenilir. Burada özellikle sözsüz iletişim açısından vurgulanması gereken nokta kasıtlı
ve kasıtsız sözsüz iletişim kodları arasındaki farklılıktır. Kasıtlı sözsüz iletişim kodları çok büyük oranda
öğrenilir, kasıtsız sözsüz iletişim kodlarının çok büyük bir çoğunluğu ise doğuştan getirilir ya da
kendiliğinden hayata geçirilir. Hiçbir çocuğa gülme öğretilmez. Anne babası gülünce o da benzer
durumda taklit için güler. Bilinir ki, insanlar bazı içgüdüleri ile birlikte doğar. Örneğin, belli konularda
engelli olmayan her insan doğduğundan itibaren ses çıkarma yeteneğine sahiptir. Zaman içinde sözler,
sözlerin kelimelere, kelimelerin cümlelerde birbirine eklenmesi ve anlam oluşturulması için öğrenilir.
Beynin Sağ ya da Sol Lobunda İşlenme
Yapılan araştırmalar uzamsal, resimsel, gestalt tasarımları gibi örnekleri içine alan sözsüz uyarımların
beynin sağ lobunda işlendiğini açıklar. Bunun tersine sözel uyaranların büyük çoğunluğu başka deyişle,
analitik ve mantıklı tasarımlar da beynin sol lobunda işlenir.
Ayrıca, bu sözel ve sözsüz iletilerdeki farklılıklar bu biçimde işlemekle birlikte iletilerin değiş-tokuş
ve yorumlanmasında da farlılıklar ortaya çıkabilir. Bazı insanların bir ileti ve taşıdığı anlamı konusunda
kafaları karışabilir. Bunun nedeni bazı insanların beynin doğru yanlarını sözü edildiği bağlamda
kullanmaması olabilir.
SÖZSÜZ İLETİŞİMİN İŞLEVLERİ
Tamamlama
Bir iletiyi(sözel iletiyi) tamamlamak, etkisini arttırmak işlevidir. Örneğin, ses tonu, yüz ifadesi, el kol
hareketleri, insanlar arası uzaklık hep sözel iletiyi tamamlar, açık seçik hale getirir ya da destekler. Sınıfta
öğretmen bağırır öğrenciler durmaz. Sonra, yumruğunu masaya vurarak sert bir ses tonuyla, kızgın bir
yüz ifadesiyle, bağırır.
Çelişme/Yalanlama
Bazı zamanlar sözel iletilerimizle sözsüz iletilerimiz birbiri ile çelişir. Gülmek zorunda kaldığımız
durumları düşünelim. Aslında gülmek istemiyor ama zorla gülüyor olabiliriz. Bu alıcı tarafından
anlaşıldığında karmaşaya, kafa karışıklığına yol açar. İnsanlar böyle bir çelişki ile karşılaştıklarında
sözsüz iletişime güvenme eğilimindedirler.
Tekrarlama
Tamamlamadan farklıdır. Sözel iletiyi vurgulamak ya da açık hale getirme işlevi vardır. Örneğin
kahvehanede iki çay isterken kahveci sizi duysa bile sözlü olarak söylemenin yanında bir de elinizle iki
işareti yaparsınız.
Düzenleme
Bu işlev genellikle bir sözel diyalogu düzenlemek için işler. Birinin ses tonundaki düşüş konuşmanın
sonuna geldiğini hatırlatır. Bu da iletişimde taraflar arasında bir sıra düzenlemesi imkanı verir. Örneğin
yanıt verme, onaylama, kabul, red, durdurma, devam et ve anladım gibi anlamlara gelen dokunma, baş
sallama, bakış, el hareketleri ile ortak kodlar karşılıklı konuşmanın düzenlenmesine yardım eder. Bunlar
iletişim sırasında bir tür trafik işareti görevini görürler. Bu bakımdan sözsüz iletişim paylaşılan sözsüz
semboller yoluyla iletişimin akışında düzenleyici etkiye sahiptir.
Yerini Alma
Yerini alma işlevi, bazı nedenlerden ötürü, sözel iletişimin sözsüz iletişime dönüştüğü durumlarda söz
konusu olur. Sevgiliniz sizi utandıracak bir anıyı arkadaşlarınız arasında anlatmak üzere iken siz,
“anlatma!” diyemez ama kaşlarınızı kaldırır ya da işaret parmağınızı dudaklarınızın önüne getirirsiniz.
Başka deyişle, sözel olan bir anlatımın sözsüz bir işaretle yer değiştirmesidir. Örneğin evet anlamında baş
sallama vb.
184
Vurgulama
Sözlü iletilerdeki bir önemli noktayı vurgulamak için kullanılır. Örneğin iyi bir konuşmacı, konuşmasının
önemli bir noktasından önce ya da sonra bir süre duraklar.
Resmetme İşlevi
Sözlü kelimelere eşlik eder ve vurgu ile ekleme yapar. Elle kaçan balığın büyüklüğünü gösterme ya da
parmaklarla bir cismin küçüklüğünü, elle kitabın kalınlığını ifade etmek gibi.
Nonverbal Dictionary
http://members.aol.com/nonverbal2/entries.htm#Entries
SÖZSÜZ İLETİŞİM KODLARININ ORTAK ÖZELLİKLERİ
Yukarıdaki işlevlerine bağlı olarak sözsüz iletişim kodlarının ortak özelliklerini şu biçimde sıralamak
mümkündür:
•
İletişim yokluğunu olanaksız kılmak: Daha önce de değinildiği gibi iletişim sürecinin tarafları
aynı mekanda bulunduğu sürece sözsüz iletişim kesintisiz olarak sürdüğünden iletişimin
kapatılması ve durdurulması söz konusu değildir.
•
Duyguları ve coşkuları yetkin biçimde dile getirebilmek: Bazı durumlarda kelimeler bazı duygu
ve coşkuları hissedilen düzeyde aktarmakta yetersiz kalabilir. Bir bakış, bir dokunuş vb. sözsüz
iletişim kodları çok daha yetkin bir ifade gücüne sahip olabilir.
•
İnsanlararası ilişkileri tanımlamak ve belirlemek: Bazı sözsüz iletişim kodları o kişi ya da
kişilerin kim olduğu ve toplumsal konumu hakkında bilgi verir. Örneğin askerlerin rütbelerini
simgeleyen işaretler ve sınıflardaki kürsüler vb.
•
Sözel içerik hakkında bilgi vermek: Özellikle konuşurken yer yer vurgulamak istediğimiz ya da
dikkat çekmek istediğimiz vb. noktaları sözsüz iletişim kullanarak ifade ederiz. Örneğin
parmağımızla sanki bir cümlenin altını çizer gibi yaparız ya da parmağımızla o sözcüğün üstüne
basar gibi yaparız. Bu yolla sözel iletinin içeriğinin önemi konusunda sözsüz iletişimle bilgi
verilmiş olacaktır.
•
Güvenilir iletiler sağlamak: Sözel iletişim görece olarak güvenilir olmayan bilgiler aktarmada
daha kolay kullanılabilir. Oysa sözsüz iletişim bu konuda daha az imkan verir. Bakışlar, duruş,
yüze temas vb. kolaylıkla karşıdaki kişilere güvenilmez iletiler aktarıldığı konusunda ipuçları
verebileceğinden sözsüz iletişim güvenilir iletiler sağlama konusunda sözel iletişime göre daha
öndedir.
•
Kültüre göre biçimlenmek: Sözsüz iletişim her toplumun kültürüne göre farklı biçimlerde
anlamlandırılır. Örneğin bir renk bir hareket vb. bir toplumda belli bir anlama gelirken bir başka
toplumda tamamen farklı biçimde yorumlanabilir. Ayrıca bir toplumdaki alt kültür gruplarına
göre de sözsüz iletişim farklı biçimlenebilir. (Zıllıoğlu, s. 179-183).
SÖZSÜZ İLETİŞİM KODLARININ SINIFLANDIRILMASI
Genel olarak sözsüz iletişim kodlarını aşağıdaki biçimde sınıflandırmak mümkündür:
•
Fiziksel Görünüm -Vücut Biçimi, Tipi, Büyüklüğü
•
Giyinme, Aksesuarlar, Takılar ve Maddeler
•
Vücut Hareketleri ve Vücudun Duruşu
•
Mimikler (Yüz İfadeleri) ve Gözler
•
Çevre, Kişisel Mekan Algısı ve Kalabalık
185
•
Dokunma
•
Ses Karakteristikleri, Nitelikleri ve Susma-Ses Dili
•
Koku ve Tat
•
Kültür ve Zaman
•
Renk ve Renk Tercihleri
Ancak bu sıralananların dışında sözsüz iletişimin el sıkışma, dış görünüş, saç biçimi, özgüven, nefes
alıp-verme, renk seçimi vb. gibi diğer türleri de söz konusu etmek mümkündür.
Fiziksel Görünüm-Vücut Biçimi, Tipi, Büyüklüğü
İnsanın fiziksel olarak nasıl göründüğü ilişkinin başlamasına ve başlamamasına, sürdürülen ilişkinin
doğasına önemli ölçüde etkide bulunabilir. Fiziksel görünüme göre insanın değerlendirilmesi göz
renginden, saçına, boyuna, şişman veya zayıf olmasına, dişlerinin düzgünlüğü veya aralıklı olmasına
kadar birçok faktöre göre yapılır. Fiziksel görünümle ilgili değerlendirmelerde kültürel değerlerin önemli
bir rolü vardır.
Toplumsal hayatta hemen herkes şu ya da bu biçimde “çekici” olarak algılanmak ister. Çekicilik üç
açıdan değerlendirilir:
a.
Kişiyi başkaları nasıl çekici olarak değerlendirir?
b.
Kişi kendisini nasıl çekici olarak değerlendirir?
c.
Kişi diğer insanların onu nasıl algıladığını ve değerlendirdiğini düşünür?
Bu üç perspektif de insanın kendisini ve kişiliğini geliştirmesi için önemli bileşenler olarak karşımıza
çıkar.
Üç çekicilik türü vardır:
a.
Fiziksel çekicilik
b.
İş-statü çekiciliği
c.
Sosyal çekicilik
Toplumdaki çekici insan stereotipi daha çok “güzel iyidir” varsayımı üzerine şekillendirilmiştir.
Birçok kültürde güzellik “iyiliği”, yeteneği ve başarıyı çağrıştırır. Çoğunlukla iyi iletişimin temelini
fiziksel çekiciliğe dayandırmaya karşı çıkılır. Çekicilik sorunu insanları gündelik hayatlarında rahatsız
eder. Bu nedenle de insanlar genellikle fiziksel görünümü göz ardı etme eğilimi taşır. Bireylerarası
iletişimde, katılımcıların görünümünün toplumsal kimliği yapılandırdığı da ileri sürülmektedir.
Nesnel olarak, etkileşim içine girdiğimiz kişilerin fiziksel çekiciliğinin düzeyini kolaylıkla belirlemek
mümkündür. Genellikle toplumsal olarak üzerinde uzlaşılmış bir fiziksel çekicilik idealine insanların
kendi fiziksel çekiciliğini mümkün olduğunca yaklaştırmaya çalıştığı da görülebilir.
Vücut biçimleri de bazı belli karakterlerle ilişkili olabilir. Başka sınıflama biçimleri de olmasına
rağmen yapılan araştırmalar genel olarak üç vücut tipi üzerinde uzlaşmıştır: İnce narin (Ectomorfik), kaslı
(mesomorfik), ağır, yuvarlak (endomorfik). Bunların yanısıra saç, deri rengi, boy da önemlidir.
Giyinme, Aksesuarlar, Takılar ve Maddeler
Günümüzde, giyinmek, korunmak ve örtünmekten öte büyük oranda dekorasyon ve güzel görünme ile
ilgilidir. Elbette güzel görünme aynı zamanda belli bir dönemdeki kalıpyargıların dışında kalmamakla
ilişkilidir. Giyinme, aksesuarlar ve takılar toplumsal statü, yaş, ekonomik düzey göstergesi olmanın
ötesinde egemen çekicilik kavramına uygunluk göstergeleridir. Sözsüz iletişimde giyinme, aksesuarlar ve
takılar (Adornment) insanların diğerlerini de stereotipleştirmek için kullandıkları önemli kodlardır.
Markalı giysiler, sigara-pipo, ayakkabı, blue jean, nişan yüzüğü, kolyeler, bilezikler vb. konusundaki sık
rastlanılan değişiklikler ve kullanım farklılığı bu başlıkta ele alınmalıdır.
186
Ofislerin odalarında diplomaların ve alınan ödüllerin sergilenmesi, arabaların camlarına sloganlar
taşıyan yazıların yapıştırılması, evlerin önünde bayrakların sallandırılması, giyilen ayakkabının markası,
giyilen çorabın rengi vb. insanlar arası ilişki ve iletişimin başlatılmasında, yürütülmesinde,
geliştirilmesinde, çatışmaların çıkması ve ilişkinin son bulmasında önem kazanır.
Vücut Hareketleri ve Vücudun Duruşu
Sözsüz iletişim denildiğinde genellikle ilk akla gelen vücut dili (beden dili), vücut hareketleri bir başka
deyişle jestlerdir. Beden dili, ya da bilimsel bir deyişle “kinesics”, esas olarak duygu ve düşüncelerin
vücut hareketlerine yansımasıdır. Bir başka deyişle beden dili insanın ilk anlaşma aracı ve ilk dili
olmuştur. Bedenlerinin dili aracılığı ile insanlar; duygularını, düşüncelerini, isteklerini, ihtiyaçlarını ve
ruhsal zenginliklerini başka insanlarla paylaşmışlardır Sözsüz hareketler, dar anlamıyla konuşma harici
hareketlere karşılık gelir. Ayrıca Vücut dili(kinesics) ve vücut hareketleri iletişimde bulunan insanların
birbirlerine karşı olan durumlarının da ifadesi olabilir. Bu konunun doğru anlamlandırılması kültürel
(genel ve/veya üyesi olunan alt-kültür grubu) ve kullanıldığı bağlama bağlıdır. Beden dili (vücut dili)
işaretlerinin işlev açısından sınıflandırması aşağıdaki biçimde gerçekleştirilebilir:
http://www.angelfire.com/co/bodylanguage/ ve
http://www.rider.edu/users/suler/bodylang.html
Amblemler: Bu tür hareketler el sallama, el kaldırma, parmak veya yumruk gösterme gibi anlamı tam
olarak açık ve belirgin olan, kendi başlarına kullanıldığı bağlamda bile açık bir anlam ifade eden
hareketlerdir. Başka bir deyişle, belli bir kültürel yapılanma içerisinde o kültür üyelerinin çoğunluğunca
kesin anlamı bilinen ve sözel dilde bir ya da birkaç sözcükle ifade edilebilecek kodlardır. Jest amblemleri:
gel, git, dur, dişim ağrıyor anlamına gelen işaretler örnek olarak kullanılabilir. Amblemler daha çok
kasıtlı, amaçlı ve bilinçli olarak kullanılırlar bu yüzden çok az kişisel veri taşırlar.
Betimleyiciler: Bazı durumlarda vücut hareketleri sözle söyleneni açıklamak ya da göstermek için
kullanılır. Söyleneni duymayan ve bağlam dışında olan bir kişinin bu el hareketini doğru olarak
anlamlandırma olasılığı azdır. Bunlar farkındalık ve kasıtlılıkla, sözel açıklamaların açıklığını arttırmak
için kullanılır. Betimleyiciler farkındalık ve kasıtlılıkla yapıldıkları için kaynağın psikolojik durumunu,
kendine güveni ve verili bir durumdaki iktidar konumları hakkında bilgi de sağlayabilir. Bir kişi, morali
bozuksa, cesareti kırılmışsa, yorgunsa, istekli değilse, karşısındakinin kendisi hakkındaki izlenimini
düşünüyorsa, biçimsel bir etkileşim ortamında belirleyici ve etkin değilse, geneldeki betimleyici kullanma
sıklığından daha düşük bir sıklıkta bu hareketleri yaptığı gözlenebilir. Anlatımda zorluk yaşandığında,
dinleyenden söylenenleri anlamadığına dair bir yansıma alındığında betimleyici kullanım sıklığı artar.
Duygu Göstergeleri: Duygu ve hislerin ifadesi genellikle yüz ile ilişkilendirilir. Buna bağlı olarak
gülme, ağlama, bağırma, susma ve diğer bazı yüz ifadeleri iletişimde kişilerin duygularını ve
değerlendirmelerini işaret eden göstergelerdir. Göstergeler de ilişkinin olduğu bağlama göre anlam
kazanır. Ağlayan biri sevinçten ağlıyor olabilir. Gülen biri sevinçten değil, sinirinden gülüyor olabilir.
Bağırma öfkeden veya acıdan olabilir. Susmanın çok çeşitli nedenleri vardır, dolayısıyla farklı bir şeyi
ifade ediyor olabilir. Kısacası iletişim kaynağının yaşadığı duyguyu anlamak için yüzüne bakmak gerekir.
Yaşanan duygunun yoğunluğunu anlamak için de beden diline bakılır. Bunlar daha az kasıtlılık,
farkındalık ve bilinçlilikle yapılan hareketlerdir. Bu yüzden de daha fazla güvenilirdir ve daha fazla veri
taşırlar.
Düzenleyiciler: Bunları iletişim sırasını ve süresini belirleyen hareketler olarak tanımlamak
mümkündür. İyi bir iletişimci için alıcı olarak bu kodları çözmek ve kaynak olarak kodlamak önemlidir.
Bu tür hareketler az farkındalık ve kasıtlılıkla yapılır. Dokunarak konuşmak, parmak kaldırmak ve hızlı
baş hareketleri yapmak, ya da tam tersine rahat bir pozisyonda oturup bir başka şeyle ilgilenmek ve
bakışlar bu hareketlere örnek olarak verilebilir. Bu jestlerde de anlam, bağlama göre farklılık gösterir.
187
Uyumlandırıcılar: Uyumlandırıcılar bireyin, tutumları, endişe düzeyi, kendine güveni vb. konusunda
diğer türlere göre daha fazla veri taşır. Kaynak bunları kasıtla yapmaz ve çoğu zaman farkında da
değildir. Rahatsız vücut hareketleri, tırnak yeme, parmak kütletmek, ritm tutmak, insanların ellerini
ceplerine sokup bozuk parayla oynamaları, sağa sola yürümeleri, başlarını kaşımaları, kravatlarını
düzeltmeleri, saçlarını elleriyle taramaları uyumlandırıcılara örnek olarak verilebilir. Ayrıca, iletişim
sırasında kalem gibi, bir başka nesne gibi sürekli oynanan nesneler de obje-uyumlandırıcılar olarak
adlandırılmaktadır.
Buraya kadar işlev açısından yapılan beden dili (vücut dili) sınıflamasının yanı sıra “kullanım” ve
“kodlama” açısından da bir sınıflama yapmak mümkündür. “Kullanım” açısından kodların bilinçsiz ya
da amaçlı ve kasıtlı yapılıp yapılmadığına göre bir sınıflama yapılabilir. Eğer alıcı kodun kasıtlı olup
olmadığını çözerse anlamın doğruluğu hakkında daha kesin yargılara varabilmektedir. “Kodlama”
açısından bakıldığında ise kodun türünün vücut işaretleri ile onun işaret ettiği şey arasındaki ilişkiyi
belirlemesi açısından önemli oluşudur. Bu sınıflamaya göre şu tür beden dili işaretleri bulunur:
Keyfi (Arbitrary) kodlar: En çok kullanılan kod türü budur. Bunlar keyfi olarak adlandırılır çünkü kod
ile işaret ettiği şey arasında doğrudan bir ilişki yoktur. En çok bilinen örnek, merhabalaşmalarda elini
kaldırmak, el sallamak vs.
İkonik Kodlar: Bu kodlar görünüşleri yüzünden anlamları hakkında bazı ipuçları taşırlar. Yani kodlar
işaret ettikleri şey hakkında görsel olarak ipuçları içerirler. Örneğin, birini öldüreceğini işaret eden birinin
boğaz kesme işareti yapması.
İçsel Kodlar (Intrinsic): Bunların içsel olarak adlandırılmalarının nedeni sembolik anlam ve fiziksel
görünüşleri ayrılamaz biçimde birbirlerine yapışık olmasındandır. İşaret ettikleri şey ile doğrudan görsel
bir ilişkileri vardır. Örneğin kızgın bir insanın titremesi, kızarması, yumruğunu sallaması gibi.
Beden dilini çözmek konusunda kendini geliştirmek isteyenler işe koşulan kod türüne dikkat etmek
zorundadırlar. Bazı belli beden dili işaretleri birkaç kod türünün bileşimi de olabilir.
“Kullanım” açısından kodların bilinçsiz ya da amaçlı ve kasıtlı yapılıp
yapılmadığına göre bir sınıflama yapılabilir. “Kodlama” açısından bakıldığında ise kodun
türünün vücut işaretleri ile onun işaret ettiği şey arasındaki ilişkiyi belirlemesi açısından
önemli oluşudur.
Vücut Hareketi Türleri
Vücut hareketlerinden bazıları şunlardır:
•
Eli bele koymak
•
Oturuş biçimleri ve bacak bacak üstüne atmak
•
El hareketleri
•
Parmak hareketleri
•
Yüz ve çeneye dokunmak
•
Kolların duruşu (çapraz bağlı vb.)
Bunların ötesinde beden dili (vücut dili/kinesics) ve vücut hareketleri iletişimde bulunan insanların
birbirlerine karşı olan durumlarının da ifadesi olabilir. Bir iletişim ortamındaki kişilerden örneğin güçlüyü
ifade eden özellikleri şöyle sıralanmak mümkündür:
•
Rahat bir duruş
•
Dik bir vücut pozisyonu
•
Dinamik ve amaçlı jestler
188
•
Durağan ve doğrudan bakışlar
•
Konuşma ritminde değişiklikler
•
Duruş pozisyonlarında çeşitlilik
•
İlişkiye göre duruş şekli değiştirmek
•
Dokunmak konusunda rahat olmak
•
İletişimi kesmek konusunda rahat olmak
•
Dik bakmak
•
Diğerine göre, yakın durmak konusunda daha rahat olmak.
Duruş, genelde iletişim içinde bulunulan kişiye karşı olan tutumu da açıklar. İnsanlar sevdiğine yakın;
sevmediğine uzak durma eğilimindedir. Kuşkusuz bunda, içinde bulunulan kültürel yapı, bağlam, yaş,
toplumsal cinsiyet kalıpları(gender) gibi nedenlerle birtakım farklılıklar söz konusu olabilir. İletişimin her
iki tarafının da yaptıkları diğerinin tepkisini ve iletişime katılımını belirler.
Beden dili (vücut dili/kinesics) ve vücut hareketleri iletişimde
bulunan insanların birbirlerine karşı olan durumlarının da ifadesi olabilir.
Vücudun Duruşu
Hiç hareket etmediğimiz zamanlarda da iletiler göndeririz. Vücudumuzun duruş biçimi kişinin ruhsal
yapısı hakkında da birçok ileti gönderir. Örneğin, insan kendisini kötü hissettiği zamanlarda, omuzları
düşük, başı önde, göz teması kurmaya çok az eğilimli haliyle aslında çevrenin umurunda olmadığı
konusunda ileti vermek ister. Buradan hareketle kişi ruhen nasıl hissediyorsa öyle durur. Tam tersine
acaba kişi nasıl duruyorsa öyle de hissedebilir mi? Kişiler bunu kendilerini kötü hissettikleri anlarda dik
durarak ve neşeli görünmeye çalışarak deneyebilir.
Bir kişiye ileti gönderileceğinde alıcının durumunu kavramak iletişim süreci için önemli avantajlar
sağlar. İnsanların hepsi birbirinden farklıdır. Kimisi daha cana yakınken kimisi daha kapalı bir
görünümdedir. Ayrıca insanlar her zaman iletişim kurmak için istekli de olmayabilir. O zaman insanların
nasıl bir durumda olduklarını, kurulmak istenen iletişime verecekleri olası tepkileri önceden tahmin
etmeyi sağlayacak bazı ipuçlarına ihtiyaç vardır. Kapalı veya açık vücut duruşları bu ipuçlarını
sağlayabilecek niteliktedir. Kollar ve bacaklar, ayrıca bütün bir vücut ile vücut duvarı(body wall) bu
anlamda ele alınmalıdır. İnsan açık vücut duruşunda ise; çoğunlukla davetkar, istekli bir görünüm
sergilemektedir. Tersi halde ise, kollarını kavuşturmuş ya da bacak bacak üstüne atmış, ya da vücudunu
karşısındakinden başka bir yöne sanki hemen kaçmak istermişçesine çevirmiş olabilir. Bu durumda da en
iyi şey iletişim sürecini fazla zorlamamaktır.
Şekil 8.2: Vücudun Duruş Biçimleri
189
Mimikler (Yüz İfadeleri) ve Gözler
Mimikler (yüz ifadelerinin) birçoğunun anlamı evrenseldir. Kuşkusuz, belli yüz ifadeleri kültürel olarak
farklılaşabilir. Yüz ifadesini yönlendirmek oldukça zordur ancak bunu geliştirmiş ve “zengin yüzlü”
olarak adlandırılabilecek insanlar da vardır. Yapılan araştırmalar insanların yüzleri ile yaklaşık 250.000
değişik ifadeyi gerçekleştirebileceklerini göstermiştir. Yüz ifadelerini anlamak uzman olmayan gözler
için zor ama imkansız da değildir. Yüz ifadeleri duyguları ve bir ölçüde de düşünceleri yansıtır.
Yüzümüzün mutlu ya da üzgün görünmesi karşımızdaki insanlara ne düşündüğümüzü, ne hissettiğimizi
hatta ne yapacağımızı bildirir. Yüz ifadesi ya da hareketlerine verilen diğer bir ad mimiklerdir.
Mimiklerin evrenselleşmiş kabul edilebilecek bir dili vardır. Bir çok kültürde gülümseme mutluluğu,
çatık kaş sinirli bakış anlamını taşır.
Yüz ifadelerinin işlevlerini şu biçimde sıralamak mümkündür:
a.
Gerçek bir duyguyu yoğunlaştırmak
b.
Gerçek bir duygunun yoğunluğunu azaltmak
c.
Gerçek bir duygu anında nötr görünmek
d.
Gerçek bir duyguyu maskelemek
e.
Gerçek bir duyguyu yönetmek
Jest ve mimikler “esas” ve “ikincil” jest ve mimikler biçiminde iki ana grupta sınıflandırılabilir.
Esas Jest ve Mimikler kendi içinde üçe ayrılır:
•
Anlatım jest ve mimikleri: Özellikle yüz ifadelerinde ortaya çıkan, biyo-psikolojik kökenli
temel duyguları dile getiren hareketlerdir. Mutluluk, korku, öfke, şaşkınlık, üzüntü, tiksinti vb.
•
Toplumsal jest ve mimikler: Toplumsal gereklere bağlı olarak gerçekleştirilenlerdendir.
Bireyin toplumsal konumu ve rolü gereği olarak yaptığı ve yapmak zorunda olduğu
hareketleridir. Yorgun olunsa bile misafire güler yüz takınmak, selamlaşmak, işyerinde üstü
girince toparlanmak, ayağa kalkmak vb. mimik ve jestler bu grupta yer alırlar.
•
Mimik jestler: Bu gruba, tiyatro oyuncularının, pandomim sanatçılarının oyun gereği olan
hareketleri; genellikle ses çıkararak ya da elle yapılan kuş sesi, uçma hareketi gibi taklit
hareketleri; eli ağıza götürerek sigara içmenin dile getirilmesi gibi bir durumu, bir olayı, bir
eylemi özet olarak anlatan şematik jestler ve belli bir işi, mesleği yapanların, -örneğin borsada
çalışanların, trafik polislerinin- jestleri işleriyle ilgili olarak teknik kod ve işaretlerden oluşur.
İkincil Jest ve Mimikler: Çoğunluğu bedenin gereksinimleri ile ilgili olduğu için toplumsal nitelikli
olmayan bu tür hareketler, başkalarıyla iletişim durumunda olunsa da olunmasa da ortaya çıkarlar.
Esneme, hapşırma, öksürme, kaşınma, soğukta elleri ovma, uzun süre ayakta durunca bacakları oynatma
gibi hareketler bu grupta yer alır.
Yüzde okunması gereken öğeler şunlardır:
•
Alın
•
Kaşlar
•
Göz kapakları
•
Gözler
•
Burun
•
Dudaklar
•
Çene ve ten.
Alın: Fiziksel ve duygusal durumu en iyi gösteren ögelerdendir. Diğer yüz öğeleriyle birlikte
şaşkınlık, derin düşünce, gerilim, endişe,korku veya ilgi belirtir. Terleyen bir alın, yoğun çabanın veya
sinirliliğin işareti olabilir. Fiziksel yapıya bağlı olarak geniş alın, ciddiyet ve olgunluk işaretiyken, dar
alın, daha genç bir görüntü verir.
190
Kaşlar: Yüzü yumuşatır veya sertleştirir. İnce ve kalem gibi kaşlar, kadına olgun ifade verirken, kalın
kaşlar daha dramatik olarak algılanır. Seyrek kaşlar, yüze yumuşak bir ifade verir. Kaşlar arasındaki
dikey çizgi, yüze ilgili ve endişeli bir ifade verir. Kaşların hareketi de değişik duygusal durumları yansıtır.
Şaşkınlık, korku durumlarında yukarı; endişe, ilgi ve kızgınlıkta aşağı inerler.
Burun: Burun deliklerinin dışında burunda okunacak fazla bir şey yoktur. Burnu kırıştırmak merak ve
komiklik çabası olabilir. Beklerken, sabırsızken burun deliklerimiz titrer. Korku veya kızgınlık
durumunda ise açılır.
Dudaklar: Yüzün en ilginç kısımlarından birisidir. Dolgun dudaklar yumuşak, sıcak ve duyarlı bir
ifade verir. İnce dudaklar, daha az duygusal görünürken, güçlü, kararlı ve soğukkanlı bir görüntü çizer.
Gülümseme sıklığı öğrenilen kültürel bir özellik ve sosyal bir ifadedir.
Çene: Kare ve köşeli çeneler, güç ve sertlik ifade ederken, yuvarlak çeneler, sıcaklık ve yumuşaklık
ifade eder. Çıkıntılı çene kişiye saldırgan ve sinirli bir görüntü kazandırır. İçe çekili çene ise, karakter
silikliği ve içe dönüklük olarak algılanır. Çeneyi saran deri de önemlidir. Çenenin altındaki ve yanındaki
derinin sarkık olması kişilik izlenimini zayıflatır, hatta karakter zayıflığı izlenimi verir.
Ten: Kızarır, sararır veya pembeleşir. Kontrolü zordur. Derinin kalınlığı da anlam ifade edebilir. İnce
derili insanlar, duyarlı ve naziktir. Kalın derili insanlar ise kontrollü, inatçı ve samimidir.
Göz Kapakları: Kalın göz kapaklı insanlar,soğukkanlı, yavaş hareket eden ve kontrollü insanlar
olarak bilinir. Gözler tamamen açık ise,tetikte olma,masumiyet ve merak işaretidir. Göz kırpma, sıcaklık
ve samimiyet işaretidir.
Gözler
İletişim sürecindeki etkisinin önemi nedeniyle gözler de burada özellikle ele alınmalıdır. İnsanlar
iletişimde gözlerini görmenin ötesinde kullanabilir. Göz göze bakışma, göz süzme, bir anlık bakış,
gözlerini yere indirme gibi şekillerle ilişkiye isteyerek veya farkında olmadan anlamlar katar. Gözler ve
bakışlar sözsüz iletişimin birçok türünde olduğu gibi amaca, diğer kişiyle olan ilişkinin düzey ve
yapısına, duygulara, beklentilere, güç ilişkisine, ve bağlama göre farklı anlamlar taşır. Göz göze bakışma
bir yakınlık ifadesi olabileceği gibi düşmanlığı da ifade edebilir. Gözünü yere indirmenin de çok değişik
anlamları vardır.
Yüz yüze iletişimde göz teması iletişimi kolaylaştırır. Tarafların güven duygusunu arttırır. Gözünü
göremediğimiz insanlar bizi rahatsız eder. Çünkü göz temasını keser. Göz teması, toplumdan topluma
değişiklik gösterebilir. Özel bakış süresi kalabalıktaki bakış süresinden farklıdır. Konuşulan insanın
yakınlık derecesine göre bu süre % 25 ile %100 arasında değişir. Temas süresi,dinlerken artar.
Konuşurken % 40-60 olan göz teması süresi, dinlerken % 80 ‘e çıkar. Göz temasının zayıf olması,
güçsüzlüğü veya amaçsızlığı gösterir. Ayrıca, kısa ve kesik bakışlar güven sarsıcıdır. Aşırı göz kırpma ve
göz sulanması da olumsuzdur. Göz kırpma bizi sinirli, göz sulanması da aşırı duygusal veya zayıf
gösterir. Gözün çok seyrek kırpılması da olumsuzdur çünkü, bu durum katı, gergin, soğuk bir ifade verir.
Tüm bunların yanısıra “Göz Bebekleri” de sözsüz iletişimde önemli bir yere sahiptir. Kişinin ruh hali
ve tavrı olumludan olumsuza veya olumsuzdan olumluya geçerken gözbebekleri küçülür veya büyür.
Heyecanlanan birinin göz bebekleri normal büyüklüğünün dört katına kadar çıkabilir. Kızgınlık ya da
sinir halinde göz bebekleri küçülür. Bebekler ve çocukların gözbebekleri yetişkinlerinkinden daha
büyüktür. Yetişkinlerin yanındayken onlara olabildiğince çekici görünerek sürekli olarak dikkatlerini
çekme çabasıyla gözbebekleri sürekli olarak büyür.
Kültürümüzde bir çok sözle de vurgulanan(Bir bakış bir bakışa neler
neler anlatır; bir bakış bir bakışı senelerce ağlatır Sen sus da gözlerin konuşsun vb.)
gözler ve bakışın sizin davranış ve kurduğunuz iletişimde yer ve önemini nasıl
değerlendirirsiniz?
191
Sözsüz iletişimde gözlerin işlevlerini şu alanlarda değerlendirmek mümkündür :
•
Dikkat işlevi (İlgi, dikkat ve uyanıklık-tahrik derecesini gösterir.)
•
İkna edici işlev (Tutum değişimi ve ikna sürecini etkiler)
•
İçtenlik ve samimiyet işlevi (Yakın ilişkilerin başlamasına, tanımlanmasına ve devamına destek
olur)
•
Düzenleyici işlev (Etkileşimi düzenler)
•
Etkileme işlevi (Duyguların iletimini sağlar)
•
Güç işlevi (Güç ve statü ilişkilerini tanımlar)
•
İzlenim Yönetimi İşlevi (İzlenim yönetiminde merkezi bir rol üstlenir.) (Bkz. Leathers, s.51-61)
Sözsüz iletişimde gözleri yönlendirmek yüz ifadelerini yönlendirmekten daha zordur ve insanlar
birçoğunu fark etmeden kendiliğinden yapar. Cinsiyet farklılıkları, kültür ve bağlam da iletişim süreci
içerisinde göz hareketlerini etkiler.
Göz hareketlerinin türleri şunlardır:
•
Göz teması
•
Kaşları kaldırmak
•
Zemine-yukarı bakmak
•
Gözleri kaçırmak
•
Döndürülen gözler
•
Kapalı gözler
Gözlerin İşlevleri
Gözlerin temel işlevi diğerleriyle ilişki kurmaktır. Bir ilişkinin başlatıcısı olabilirler. Bir diğer yönü
iletişim sırasında karşı taraftan geri bildirim (feedback) almaktır. Bunlardan sonra iletişim kanallarını
kontrol etmek ve duygu sergilemek işlevleri gelir. Bir başka önemli işlevi ise dikkat dağılmasını
azaltmaktır.
Göz teması: Göz teması, kurulacak olan iletişimin tipini belirler, nasıl ve ne yönde gelişeceğini
gösterir. Göz teması sıklığı iletişimde istekliliği belirtir. Bir ilgi kurmak ya da onaylanmak istendiğinde
göz teması artar. İlişkiler ilerlediğinde göz teması beklentisi de artmaktadır. Kadın, kendine bakan erkek
gördüğünde göz temasından kaçınarak aslında ilişki olasılığını en aza indirgemek ister. Mahremiyet ile
göz teması arasında bir ilişki vardır. Fazla göz teması yakınlığı ve mahremiyet ihlalini ifade eder. Bu da
bir rahatsızlık ortaya çıkarır. Yüksek sosyo ekonomik düzeydeki çiftler daha fazla göz teması
kurmaktadırlar. Göz teması sonuçta ilişki kurmak ve geribildirim almakta önemlidir.
İletişim Kanallarının Kontrolü: İletişimde sıra almak konusunda özellikle göz teması çok önemlidir.
Gözler ile konuşma sırasını işaret etmek bu davranış biçimini oluşturur. Eğer konuşmacı bir göz teması
ile sıra alma isteğini hissederse kendi konuşmasını devam ettirmek için karşısındaki ile göz temasını
kesmektedir. Bir iletişim ortamında toplam süre üçe bölündüğünde söz almak isteyen kişinin göz teması
ölçülmüş, ilk bölümde %61 olan göz teması son bölümde %81 e çıkmıştır.
İktidar sergileme: Birisi doğrudan size baktığında ne hissedersiniz? Çoğu insan rahatsız olur.
Kesintisiz bakış baskınlık ifadesidir. Ayrıca bir tepki beklentisini veya yardım ihtiyacını da ifade edebilir.
Bakış kaçırmak: Bir tür uyumlandırıcıdır denilebilir. Yukarıda belirtildiği gibi bir iktidar sergileme
durumunda ya da söz sırasını vermek istemediğinde, iletişimi kesmek istediğinde vb. durumlarda
insanlar bakışlarını kaçırırlar.
Duyguları sergilemek: Gözler duyguları sergilemekte çok yetkindirler. Gözler kalbin aynasıdır denir.
Göz çevresindeki kaslar gerçek bir gülmede kasılır, yalancı bir gülmede göz çevresindeki kaslar
kasılmamaktadır.
Dikkat dağılımını azaltmak: İnsanlarla göz teması kurmak onlardaki dikkat dağılmasını en aza
indirgeyecektir.
192
Çevre, Kişisel Mekan Algısı ve Kalabalık
Çevre ve mekan insan iletişiminde önemli bir yere sahiptir. Sözsüz iletişimde çevrenin ve mekanın
iletişime etkisi önemli bir araştırma konusu olmuştur. Çevrenin iletişime etkisi bir alt alan olarak, sözsüz
iletişim alanı içerisinde çevrenin ve mekanın, etkileri, nedenleri ve çözümlemeleri üzerinde çalışır.
Uzay/yer konusu çevre (territory) ve kişisel mesafe (proxemics) olarak iki temel alana sahiptir. Çevre ev,
ilişkisel mekanlar ve kamu mekanları gibi çeşitli biçimde gruplandırılır. Çevrenin iletişim potansiyelini
öğrenen insanlar, özel bir durumda ne tür davranışlar veya duyguların bekleneceğini öngörebilir. Bu
çerçevede çevre; makro ve mikro olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Makro çevre, mevsimler, kıtalar,
yerleşim yerleri, coğrafi bölgeler, kentler biçiminde ele alınırken; mikro çevre restoranlardan çalışma
ofislerine kadar odalar, eşyaların konumu, renkler gibi bağlamlarda ele alınabilir. Oda genişliği; koku;
renk ve ışıklandırma her örgütlü mekanda, amaca göre az veya oldukça ayrıntılı bir şekilde düşünülerek
yapılır. Beklenen rolleri odanın düzenlenişi pekiştirir; bürodaki her şeyin fiziksel konumlandırma ve
yerleştirilme biçimi güç ve statü göstergesi ve bununla ilgili davranış kalıpları beklentisini işaret eder.
Bazı çevresel faktörler, iletişimin farklı düzeylerinde etkin rol oynar. Şehirlerde yaşayanlar, kırsal
alanlarda yaşayanlara nazaran, yaşadıkları mekanı daha fazla insanla paylaşmak zorundadır ve daha fazla
sayıda insanla iletişim kurarlar. Bu durum bireylerin diğer insanlarla olan iletişim biçimimize de etki
eder. Ayrıca mekanın fiziksel özellikleri ve düzenlenişi de iletişim üzerinde etkilidir. Örneğin
araştırmalar, dikdörtgen bir masanın etrafında birkaç kişi oturulduğunda, konuşmaların masa başında
oturanlara yöneltildiğini ve onlara daha çok söz düştüğünü; buna karşılık yuvarlak bir masada eşit bir
dağılımın olduğunu göstermiştir. Bunun dışında araştırmalar kişiler arasındaki ilişkilerde ve iletişimde
mekânın kullanımının (mesafenin) hem sözel iletiler üzerinde etkili olduğunu, hem de tek başına bir
sözsüz iletişim biçimi oluşturduğunu da ortaya koymuştur.
Alan; bireyin rahat olduğu ya da olmadığı çevresidir. İnsanın bedenini saran ve onunla birlikte
hareket eden bir balon gibidir. Her insanın psikolojik bir kişisel mekân algısı ve anlayışı vardır. Kişisel
mekân, insanın kendi gövdesinin derinin yüzeyi ile sınırlanmadığı düşüncesine dayanır. Bu
"özelleştirilmiş" mekân kişi için korunma, savunma ve davranışlarını düzenleme alanı olduğundan
duygusallıkla yüklüdür. Bu alana zorla girmek, saygısızlık/kışkırtma ya da saldırı olarak değerlendirilir.
Sözsüz iletişim açısından iki tür alan algısından söz edilebilir:
İnsan Hakimiyet Alanı: Bir tek ya da bir grup insanın sürekli etkileşimde bulunduğu, hakimiyeti
altında tuttuğu belli bir bölgeyi belirtir. İnsan hakimiyet alanı 3 ölçüt temelinde sınıflanır: Bölgenin
büyüklüğü; sahibine göre bölgenin önemi; bölgede oluşan, ortaya çıkan etkileşim türü.
Alan, genişliğine büyüklüğüne göre birden fazla insanın paylaşabileceği bir alan olarak “çekirdek”
alan biçiminde ele alınabilir. Bölgenin sahipliğine, göre önemine göre, “birincil” ve “ikincil” alan olarak
sonrasında da, “toplumsal”, “geçici” ve “ev” bölgeleri olmak üzere bölümlere ayrılabilir. Bölgenin
etkileşimselliği, büyük oranda bir yerde etkileşim içinde olan insanların sayısı ve statüsüyle ilgilidir. Bu
alandaki çalışmalar genellikle bölgesine tecavüz edildiğinde, ya da sınır aşıldığında verilen tepkiler
üzerine kurulmuştur.
Kişisel Alan: İkinci bir bölge tanımı “kişisel alan” dır. Vücudu bir cam küre gibi sardığı varsayılan
alana verilen isimdir. Bu da, cinsiyete, statüye ve kültüre göre değişiklik gösterir. Burada insanların
bilinmez ve potansiyel korkulana göre kendilerini koruma düzeyleri de bir etken olarak karşımıza çıkar.
Toplumların kültürel yapılanmalarına bağlı olarak farklı yaklaşımlar söz konusu olsa da kişisel alan
düzeyleri şu biçimde sınıflandırılabilir:
•
İçli-Dışlı (Intimate) Mesafe
Yaklaşık olarak gövdeden itibaren 35-40 cm çapında bir alan olarak belirtilmiştir. Ancak çok yakın
olanlar için izin verilen alandır. Bu alanda dostluk ve sevgiler paylaşılır. Bazı kalabalık mekanlarda(şehiriçi otobüsler gibi), hiç tanışılmayan insanlarla bu denli yakın olunmak zorunda kalınır. Böyle durumlarda,
içli dışlı alanın ihlali rahatsızlıklar yaratır. Başka deyişle, kalabalık bir asansörde, otobüste
"özelleştirilmiş" mekanın sınırlarını aşan yakınlıklar rahatsızlık verir; bu alana izinsiz giren kişilere ise
değişik tepkiler gösterilir. Bazı durumlarda rahatsızlık yaratmayabilir çünkü, bakış yönü, vücut duruşu,
sınırlayıcı eşyalar vb. rahatsızlıkların oluşmasını engelleyen etkenlerdir.
193
•
Samimi, Kişisel (Personal) Mesafe
Gövdeden itibaren 40-80 cm arasında değişir. Yakın arkadaş, akrabalar ve diğer yakınlar için
uygundur. Belli kültürlerdeki el, omuz tutmak gibi davranışlar ve fiziksel yakınlıklar bu mesafede çok
görülür.
•
Toplumsal (Social) Mesafe
Resmi ve ikincil ilişkilerin gerçekleştiği alandır. Vücuttan itibaren 80 cm ve 2m arası olarak kabul
edilir. Bu mesafe içinde, ilişkinin başlangıcında ve sonunda yer alabilen el sıkışma gibi bir temas dışında
fiziksel yakınlık söz konusu değildir.
•
Yabancılar İçin, Kamusal (Public) Mesafe
Toplumsal mesafenin bitim noktasından itibaren genişleyen bir mesafedir; genelde yabancılar için
geçerli olan bu mesafe, tanıdık kişiler söz konusu olduğunda uzak durma/mesafe koyma isteğini yansıtır.
Sözü edilen mesafe türleri, iletişimin bağlamına, cinsiyete, kültüre, statüye göre değişiklik
gösterebilir. Farklılık örgütlü mekanın özelliklerine göre de değişebilir. Bir bakıma kişiler arasındaki
uzaklığı belirleyen kişiler arasındaki duygusal yakınlık ve kültürel geleneklerdir. Kişiler duygusal
yakınlığa göre aralarına mesafe koyar. Bu mesafe de duygusal yakınlık yanında örgütlü mekanın
belirlediği kültürel yaptırım ve kurallara göre belirlenir.
Kişiler arası mesafe, hem duyguların dile getiriminde, hem de ilişkilerin tanımlanmasında bilinçli ya
da farkında olmadan ileti alışverişini sağlayan sözsüz bir kod gibi işlev görür.
Kalabalık otobüslerde ya da asansörlerde yaşanan tedirginliğin
nedenini sözsüz iletişim açısından nasıl ele alırsınız?
İnsanlar, kendi çevrelerinde oluşturdukları boş mekanlar yoluyla da iletişimde bulunurlar. Başka
insanlara olan uzaklık ayarlanarak, onlara uzak ya da yakın durarak, birtakım mesajlar iletilir. İnsanların
başkaları ile aralarına koydukları mesafe onlara karşı sahip oldukları duygularla ilgilidir ve onlarla olan
ilişkileri hakkında bilgi verir. Bu koyulan mesafeye “Egemenlik Alanı” adı verilir.
Son olarak mekan ve çevrenin iletişime etkisi incelenirken “Çevre ve İletişim” içerisinde alt
başlıklara ayırarak incelendiğinde bunlar;
•
Doğal çevre,
•
Mimari,
•
Kalabalık ve
•
Yoğunluk
olarak sıralanabilir.
Doğal Çevre: Doğal çevrenin iletişim üzerine etkisi de bir araştırma konusu olmuştur. Tropikal
bölgelerde yaşayanlarla daha soğuk iklim kuşağında yaşayanlar arasında belli bir kültürel farklılık açıkça
görülür. Tropikal alanda yaşayan insanlar daha az üretken bir yaşam sürdürürlerken, daha soğuk bir iklim
kuşağında yaşayanlar soğuk iklim yüzünden yiyeceklerini bulmak için daha kısıtlı olanaklara sahiptir ve
bu nedenle daha çok çaba göstermeleri gerekir. Bağlı olarak soğuk iklimde yaşayan kişiler paylaşımda
uzlaşmayı sağlayabilmek amacıyla daha fazla kural üretir ve yaşamları da daha fazla kurala bağlıdır.
Böylece sosyal ilişkiler daha karmaşık ve sert kurallara bağlanır. Doğal çevrenin insan davranışı
üzerindeki etkisi yüksektir. Etkinin yüksekliği ve diğer faktörlerle olan ilişkisi konusunda araştırmalar
kesin sonuç vermese de insan iletişiminin ortaya çıkmasında ve bu iletişimin niteliğinin, biçiminin
şekillenmesinde ciddi etkileri olduğu görülebilir.
Mimari: Binalar insanlar tarafında üretilen, doğal olmayan yapılardır ve onlara bakanlara ya da
onların içine girenlere bazı duyguları ya da izlenimleri açıklamak için tasarlanırlar. Mimari yapının
taşıdığı anlamlar günümüzle sınırlı değildir. Erken ortaçağda Hıristiyanlığı benimsetmeye çalışan kilise
için toplumsal bir gösterge olarak kilise binaları önemliydi. Ezici üstünlükleri, halka açıkça ifade
edilmiştir. Örneğin Amerika’da bir kent olan Las Vegas da başka bir anlam sunmaktadır. Bu şehir, saraya
194
giren bir kral ve kraliçe duygusunu ve yüksek düzeyde bir uyarılmışlığı sağlamak için tasarlanmıştır.
Dünyanın başka hiçbir yerinde ışık, alanı tanımlamak için bu denli yoğun kullanılmamıştır. Las Vegas
bize gerçeklerle dolu sıkıcı hayatımızdan, herkesin ve her şeyin güzel olduğu bir fantezi dünyasına kaçışı
önerir. Las Vegas örneğindeki gibi, toplu alış veriş merkezleri de, sürekli yapay ışık ile aydınlatılan,
rengarenk ürünlerle dolu penceresiz, dış gerçeklikten insanı mümkün olduğunca koparan bir fantezi
dünyası sunmaktadır. Böylece insanlar gerçeklikten kopuk bir fantezi dünyasında saraya giren kral ve
kraliçeler gibi hissedip, alış veriş yaparken paralarını daha fazla harcarlar.
Kalabalık ve yoğunluk: Kalabalık, sözsüz iletişim içindeki proxemics çalışmalarında merkezi bir
önem taşır. Kalabalık ve yoğunluk kavramları birbirinden ayrı kavramlardır. Yoğunluk, fizik birimleriyle
açıklanır. Her birim mekana düşen insan sayısı yoğunluğunu gösterir. Kalabalık ise, psikolojiktir.
Kalabalık, bireyin arzu ettiği mahremiyet düzeyini elde etmekte başarısız olduğu durumlarda ya da
istenen daha fazla sosyal ilişkinin ortaya çıktığı durumda hissedilir. Bu açıdan bakıldığında objektif ve
subjektif bir algılama ayrımından bahsedilebilir. Nesnel bir durum olarak yoğunluk, öznel kalabalık algısı
ile ilişki içinde olabilir. Ancak kalabalık algısını etkileyen bir çok başka faktör de vardır. Örneğin, 4 kişi
bir tek odayı paylaşmaya zorlandıklarında burada belli bir “kalabalık” söz konusudur. Buna rağmen
buradaki her bireyin kalabalığı aynı düzeyde algılayıp algılamadıkları ayrı bir konudur.
Kalabalık algısını etkileyen faktörler şunlardır:
•
Çevresel faktörler: Azalan alan, istenmeyen gürültü, ihtiyaç duyulan kaynakların azlığı ya da
onları elde etme yetisinde azalma, egemenlik alanını belirleyenlerinin yokluğu.
•
Kişisel Faktörler: Cinsiyet farklılığı, sosyal ilişki isteği, kontrol, baskınlık, düşük özgüven gibi
kişilik karakteristikleri yansıtan olgular ve yüksek oranda ilgili olumsuz tecrübeler.
•
Sosyal faktörler: Aynı alan içinde bulunan yakın insanlardan istenmeyen derecede fazla sosyal
ilişki ve bu durumları değiştirme yoksunluğu, farklı bir grup içinde etkileşim ve rekabetçi,
düşmanca ve diğer istenmeyen etkileşimler.
•
Amaç İlişkili faktörler: İsteneni başaramamak ya da bunları tamamlama yeti ve yetkisinden
yoksun kalınan durumlar. Bu alandaki birçok çalışmanın birleştiği ana tema; fiziksel ve sosyal
çevreyi kontrol ve etkileme yetkisinde bir düşüş olduğunda, kalabalık algısının artma eğiliminde
olduğudur.
Kalabalık algısı, kalabalığa kimlerin katıldığı ile kalabalığın ne zaman, nerede, niçin ve nasıl ortaya
çıktığı ile ilgilidir.
Dokunma
Aslında insanlar bilinçli-bilinçsiz, kasıtlı- kasıtsız olarak sürekli olarak bir şeylere dokunur. Bu nedenle
dokunma sözsüz iletişimin en yaygın biçimi olarak incelenmesi gereken türdür. Araştırmacılar,
hayvanların sağlıklı ve normal bir gelişim ve büyümeleri için belli derecede dokunmaya ihtiyaç
duyduklarını saptamıştır. İnsanlarda da buna benzer birçok veri söz konusudur. Dokunmak toplumda
değişik işlevler üstlenir:
•
Kendini açıklamada kolaylık
•
Şakalaşmak
•
Güç ve kontrol
•
Törensellik (tokalaşma vb.)
•
Profesyonel olarak işlevsel
•
Toplumsal olarak nezaket
•
Arkadaşlık, sıcakkanlılık
•
Aşk, sevgi, yakınlık ve seksüel etki uyandırmak, cinsellik
Kültürden kültüre ve toplumsal cinsiyete göre dokunmanın “uygunluğu” değişir. İletişimde insanlar
ilişkinin doğasına ve duygusal paylaşıma göre birbirine dokunurlar. Dokunma kişiler arası sevme,
yakınlık, güç ve statü, toplumsal cinsiyet ve kültürel faktörlerle bağıntılıdır. İnsanların dokunmaktan
kaçınmasının nedenleri şöyle sıralanabilir: İletişim kurmaktan korkmak, cinsel tacize uğrama kaygısı,
fiziksel şiddet ile yıldırılmış olmak.
195
Ses Karakteristikleri, Nitelikleri ve Susma-Ses Dili
İletişimde sözü kullanırken kaynağın ses tonu, sesinin yüksekliği, konuşmasının yavaşlığı veya hızlılığı,
vurgulamalar, sözel olmayan sesler, boğumlama(telaffuz), dili kullanma becerisi iletişimin doğasının
belirlenmesi ve yürütülmesinde büyük oranda katkıda bulunur. Ses ilgiyi veya ilgisizliği, mutluluğu veya
mutsuzluğu, öfkeyi veya sevinci, içtenliği veya samimiyetsizliği, şaşkınlığı ve depresyonu anlatıyor
olabilir. Sesli olan fakat sözsel olmayan (acı, sürpriz gibi durumlarda çıkartılan) sesler de günlük
ilişkilerde kullanılır. Neyin nasıl söylendiği, söylenenin tam tersi anlam yüklemek için söylenmiş olabilir.
Ses Kodları ve Susma
Hava titreşiminin kulakla duyulanına “SES” denir. Ses konuşmayı sağladığından sözlü iletişimin
temelidir.
Ses de kendi başına anlam taşımaktadır. Sesle taşınan anlamlar özellikle, duygusal durumu, algılanan
kişilik özelliklerini, iletişimcinin yarattığı izlenimi önemli ölçüde etkilemektedir. Ses kodlarının özellikle
izlenim yaratmak konusunda sıkça kullanıldığı bilinmektedir. Bir kamera ile birlikte mikrofon uzatılan
kişilerin ses kodları birden değişir. Daha tok bir sesle, konuşma hızını biraz daha düşürüp, daha az
duraksama yaparak, ciddi düşünceli oldukları izlenimini yaratmaya çalışırlar. Benzer bir duruma telefonla
konuşan birçok insanda da rastlanmaktadır. Sesin sözsüz iletişimin gerçekleşmesinde önemli payı vardır;
konuşma sırasında kişinin o andaki coşkusal durumunu, konuşmadaki tutumu ve niteliğini kişiliğin bazı
yönlerini kestirebilmek mümkündür. Sözlü iletişimde kişilerin söyledikleri kadar, söyleyiş biçimleri de
önem kazanır. Belli seslerin, bazı jestler gibi evrensel anlamları vardır: “çık, çık” (hoşnutsuzluk), “hı hı!”
(beğeni), “of!” (kızgınlık), “böğg” (iğrenme) vb. Ayrıca sinirlenince ve heyecanlanınca da anlamsızlar
diye isimlendirilen sözcük olmayan seslere daha çok başvurulduğu da bilinir. Örneğin; “eee”, “mmmm”
ve benzeri sesler. Çoğunlukla insanlar konuşmalarına devam etmek istediklerini de bu seslerden birini
çıkararak belirtirken bir takım sözsüz iletişim işaretlerini de gösterirler. Örneğin baş yukarı kalkar, göz
teması bozulur, duruş sabitleşir. Bazen konuşmaya anlamsız sözcüklerde katılır: “şey”, “yani” vb. Bazı
kişiler konuşmalarına ara sıra garip sesler koyar: “ı..ı..” vb. Söylenecek bir şey varsa “öhhö” sesiyle
birlikte boğaz temizlenir. Tüm bunlar bir bakıma ses ve insan iletişimi hakkında bize bazı ipuçları
vermektedir.
Ses kodları birçok işlev de yerine getirirler. İçe dönüklük ya da dışa
dönüklüğü, baskınlık ya da bastırılmışlığı, hoşlanmayı ya da hoşlanmamayı, iletişimde
sıra düzenini ve toplumsal cinsiyet, yaş, ırk hakkındaki bilgilerin aktarılmasını sağlar ya
da destekler.
Ses kodları birçok işlevi yerine getiriyorsa da en temelde üç iletişimsel işlevinden bahsedilebilir:
Duyguları Aktarma İşlevi: Ses kodları duygusal iletişimin önemli bir ortamı olarak kabul edilir.
Bazı araştırmacılara göre aktarılan duygusal bilgilerin %38 i ses kodlarına, %55 yüz ifadesine %7 si
kelimelere atfedilir. Ancak, ses kodlarının insan iletişiminde ve sözsüz iletişimde önemli bir yer tutması
onun herkes tarafından iyi kullanıldığı anlamına gelmez.
İzlenim Yönetimi İşlevi: İzlenim yönetimi üzerinde ses kodlarının fiziksel görünümden bile daha
fazla etkisi vardır. Ses kodları iletişimin çekicilik düzeyi konusunda da belirleyicilerden birisi olarak
karşımıza çıkar. Ayrıca ses kodları kişilik özellikleri hakkında da önemli bilgiler taşır. Ses kodları
iletişimde iki türlü işlev görür: İlk olarak ses kodları sesin perdesi, tonu vb. özellikleri ile iletişimde
bulunan kişilerin kişilik özelliklerini yansıtırlar. İkinci olarak ise üç temel imaj boyutunda işlev görür:
İnanılırlık, bireylerarası çekicilik ve baskınlık.
Düzenleme işlevi: İletişim ortamını düzenlemekte ses kodları sesin perdesinin, ritminin ve ses
tonunun değişmesi ile işlev görür.
Sesin Nitelik ve Özellikleri
Bir kişinin sesine kendine has olma özelliklerini kazandıran bazı temel nitelik ve özellikler şunlardır:
Sesin Yüksekliği ve Şiddeti: İnsan sesinin gücüdür. Sesin yüksekliği desibel ile ifade edilir. Desibel
ise birim saniyede alıcıya ulaşan akustik enerjinin ölçüsüdür. Fısıltı yaklaşık 10 desibel iken çekiç sesi
114 desibeldir. Ses şiddeti: Ses kirişlerinin titreşimindeki enerjiye bağlıdır. Bu titreşim ise, kirişlerden
196
geçen havanın itilme basıncına bağlıdır. Sözcüklere anlam kazandırmak için ses şiddetini değiştirmek
anlamı kontrol etmek açısından çok yararlıdır. Sesin şiddeti değiştirilerek,dikkat cümlenin farklı
bölümlerine odaklandırılabilir.
Ses Tonu: Her ses belli bir tonda çıkar. Ses tonları değişik tip cümlelere göre değişir. Düz cümlelerin
başı düşük, soru cümlelerinin sonu düşük ses tonuyla biter. Bu söylenen cümlelere sinirlilik, alaycılık gibi
duygular katar. Ses tonları dar veya geniş iniş-çıkışlı olabilir. Sesin tonu zayıf, gergin veya gırtlaktan
olabilir.
Rezonans: Bu olmadan ses genizden gelir. Rezonans kanalları, sinüsler üşütme veya iltihaplanmayla
tıkanabilir. Bunun olduğu zaman konuşmakta zorluk çekilir. Ses boğuk veya olduğundan daha kalın çıkar.
Dolgun bir rezonansla konuşmak enerji, gurur, canlılık ve sempati göstergesidir. Tam tersi burundan ve
tıkalı bir konuşma cansızlık veya zeka seviyesindeki eksikliği gösterir.
Sesin Perdesi: Ses perdesi, sesin ürettiği müzik notası olarak kabul edilir. Her konuşmacının bir ses
perdesi vardır. Bazen bu ses perdesi iletişim sırasında değişir. Çünkü, duygular normal ses perdesini
etkiler. Örneğin üzgünken alt perdelerde konuşulur, heyecanlıyken ya da kızgınken üst perdelerden
konuşulur.
Sesin Ritm Hızı: Bu özellik, anlamın aktarılmasını kolaylaştırır ya da zorlaştırır. Burada konuşma
hızı verili bir zaman biriminde (genellikle dakikada) duyulan ses sayımına karşılık gelir. İnsanlar bu
konuda eğitilerek daha yüksek hızdaki anlamları da aktarabilecek ve kavrayacak yetkinliğe erişebilir.
Ortalama bir bireyin düşünme hızı, konuşma hızından daha yüksek olsa da, yüksek konuşma hızı
konuşmada olması gereken bir özellik değildir. Bunun yanında çok düşük konuşma hızı da dinleyenlerin
dikkatini dağıtabilir. Konuşma hızı yalnızca konuşmacının konuşmasının akıcılığını belirlemekle ve
iletişim etkililiğini arttırmakla kalmaz, konuşmacının konuşma hızının artması ile konuşmacının daha
yoğun bir konuşma yaptığı izlenimini uyandırır.
Bilindiği gibi İnsanlar hızlı, yavaş, akıcı veya aksak konuşabilir. Yavaş bir tempo dikkat, tembellik,
soğukluk ifadesidir. Hızlı tempo ise sinirlilik, sabırsızlık, sempati gösterir. Sürekli konuşma atılganlık ve
isteklilikten kaynaklanır. Kesik ve duraklamalı konuşma kendinden emin olmayı, zayıflık ve tereddüt
gösterir
Süre: Konuşma hızı ve süresi birbiri ile yakından ilgilidirler. Bozundurulmamış iletiler iletmek için
süre kullanımı da önemlidir. Süreyi kullanmak anlamın tam olarak aktarılabilmesinde önem taşır.
Nitelik: Sesin perdesi ve yüksekliği sesin nitelik ve kalitesinin önemli belirleyenleridir. Ses kalitesi
özellikleri daha genel bir anlamda bir kişinin sesini diğerlerinden ayırt etmeyi sağlayan etmendir. Bir
kişinin baskın kişisel ses kalitesi onun yaratacağı izlenimi de önemli ölçüde etkilemektedir. Örneğin düz
bir ses daha erkeksi, nefes sesleri içeren sesler kolay ve seksi kadın stereotipinin değişmez temsilcileri
olarak kabul edilir.
Düzenlilik: Düzenlilik, üretilen sesin ritmik ve öngörülebilirlik niteliklerine yönelik olarak ele alınır.
Örneğin bir TV sunucusunun konuşması daha ritmik ve öngörülebilir özellik taşımaktayken, bir
komedyenin konuşması böyle olmaz. Monotonluktan uzaklaşmak için genellikle düzenlilik göz ardı
edilir.
Boğumlama (Telaffuz): Kelimeleri söylerken, dil, çene, dudaklar gibi sesi biçimlendiren öğeleri
doğru ve etkili kullanmayı ve vurguyu doğru yerde ve doğru biçimde yapabilmeyi ifade eder.
İşitilebilirlik: Konuşurken, sesi dinleyicilere rahatça duyurmak gerekir; çok yavaş ya da çok yüksek
tonlarda konuşmak rahatsız eder. Ses Konuşulan yerin büyüklüğüne, küçüklüğüne; dinleyicilerin azlığına,
çokluğuna göre ayarlanmalıdır.
Akıcılık: Konuşmanın tümcelerinde yer alan düşünceleri, dinleyicilerin algılama hızına denk düşecek
bir akıcılıkta sunmak gerekir. Akıcılık, hız ile ilişkili önemli bir sorundur; hız konuşmayı oluşturan
gereçlerin özelliğine, coşkusal duruma, mizaca, kişiliğe, yere ve dinleyicinin niteliğine göre değişimler
göstermelidir.
197
Hoşa gitme: İyi bir konuşma sesinin sadece işitilebilir ve akıcı olması yetmez, aynı zamanda hoşa
gider bir nitelik taşıması da gerekir. Bir sesin hoşa giderliği, o sesin tınısı ile ilgilidir. Katı, kulak
tırmalayan, hırıltılı, madeni, tiz, burunsal, hışırtılı, buğulu, çok yumuşak, gevrek, biçimden yoksun sesler
hoşa gitmeyen seslerdir.
Anlamlılık: Ses dinleyiciye iyi niyeti, amacı, ilgiyi yansıtmalıdır, soğukkanlılığı, insancıl yönü,
dostça tutumu, konuya karşı beslenen inancı ve güvenci de yansıtmalıdır. Sesin, sözcüklerdeki
anlamlardan kat kat fazlasını dinleyene iletmesi, iletme özelliklerine sahip olması bilinmelidir. Ses
dengeli kararlı ve güvendirici olmalıdır.
Bükümlülük: Bükümlülüğün karşıtı, tekdüzeliktir, monotonluktur. Doğal olarak, etkili konuşma,
karşılıklı konuşma biçiminde olandır. Düşünceler, ton değişiklikleri ile anlatılır; bu değişiklikler rastgele
ve mekanik olmayıp düşüncelerin oluşum sürecinden kaynaklanan iletişim eylemini dinleyicinin
özelliklerine, niteliklerine uydurmak gereğini belirleyen değişikliklerdir.
Sessizlik ve Susma: Sessizlik ve susma aslında ses kodları içerisinde ele alınmayabilir. Ancak en az
önceden sayılan özellikler kadar önemlidir. Sessizlik ve susma, istendik ve gerekli olduğu durumlar
dışında insana çoğu kez sıkıntı ve bazen acı veren bir olgudur. Çok uzun süre susmak ya da başkalarının
sürüp giden sessizliği dayanılmaz gerilimlere neden olabilir. Eşler arasındaki uzun süreli suskunluğun,
kavgadan daha kötü olduğunu söyleyen psikologlar, insanlar arası ilişkilerde iletişim yokluğunun kötü bir
iletişimden daha olumsuz sonuçlara yol açtığını gözlemlemişlerdir. Ayrıca, sessizlik ve susma, istendik
ve gerekli olduğu durumlar dışında insana çoğu kez sıkıntı ve bazen acı veren bir olgudur. Çok uzun süre
susmak ya da başkalarının sürüp giden sessizliği dayanılmaz gerilimlere neden olabilir. Karşılıklı uzayıp
gitmesinden korkulan bu sessizliği doldurmak için insanlar kendilerini bir şeyler bulup söylemek zorunda
hissederler ve anlamsız söyleşiler yaparlar.Oysa susma kişiler arası iletişimin önemli biçimlerinden ve
ayrılmaz parçalarından biridir. Etkili bir yüz yüze iletişimin gerçekleşebilmesi için tarafların en azından
susarak konuşanı dinlemesi gerekir. Susmadan bir başkasını gerçek anlamda dinlemek olası değildir.
Eşler arasındaki uzun süreli suskunluğun, kavgadan daha kötü olduğunu söyleyen psikologlar,
insanlar arası ilişkilerde iletişim yokluğunun kötü bir iletişimden daha olumsuz sonuçlara yol açtığını
gözlemlemişlerdir.
Sessizlik ve susma rastlantısal değildir ve anlam taşır. Susmanın belli işlevleri ve tipleri vardır.
Susmanın işlevlerine göre susma tiplerini şöyle sıralanabilir:
•
•
Psikolinguistik Susma: Bu susmanın işlevi iletişimin iki tarafına da düşünme süresi tanımaktır.
Konuşma içinde dilsel zorunluluklar yüzünden duraklamaktır. Başka deyişle; konuşma süreci
içinde sözlerin gerekli yerlerde ve değişik biçimlerde durdurulması ya da ayrılması olarak
tanımlanabilir. Psikolinguistik susma, kısa süreli ve uzun süreli olmak üzere ikiye ayrılır.
•
Kısa süreli susma: Dilin gramatik özellikleri yüzünden ortaya çıkar. Örneğin noktalama
işaretleri veya cümle sonları bu bağlamda değerlendirilebilir.
•
Uzun süreli susma: Zihinsel süreçlerle ilgili olarak, anlatılan yaşantının derinliği,
bellekteki bilişsel malzemenin karmaşıklığı ölçüsünde susma süresi uzar.
Etkileşimsel Susma: Bu susma kaynak ile alıcı arasındaki etkileşimden temelini alır ve üç
grupta incelenir:
•
Karar verme ile ilgili susma: Konuşmaya kimin başlayacağına karar verememek gibi
durumlarda ortaya çıkar. Konuşmaya kimin başlayacağı rastlantısal bir karar değildir. Statü
farkı, tarafların birbirini tanımaması, ne söyleyeceğine karar verememek gibi durumlar da
burada ele alınabilir. Neyin, nasıl söylenmesi gerektiğinin belirlenmesi de karar verme
sürecinde etkilidir. Kuşkusuz bu, iletişimin içinde yer aldığı kültür ortamı ile yakından
ilgilidir.
•
Akıl yürütme ile ilgili susma: Alıcının kaynağın söylediklerini kavrayıp anlamaya,
yorumlamaya, amacını kavramaya yönelik olarak gerçekleşen susma türüdür.
198
•
•
Denetim kurma amacıyla susma: Dikkati çekmek, ya da otoriteyi sağlamak için
gerçekleştirilir. Bu tip susma gönderilen ya da biraz sonra verilecek iletinin önemini
vurgulamak için gerçekleştirilebileceği gibi, kişinin kendi önemini ve gücünü hissettirmek
için başvurabileceği sessiz yollardan biridir.
Sosyo-Kültürel Susma: Kadınların, gençlerin, çocukların ve düşük statüdekilerin daha az
konuşması gerektiği ile ilgili sosyo-kültürel koşullar altında ortaya çıkar. Başka deyişle;
iletişimde bulunan kişilerle değil, iletişimin içinde gerçekleştiği toplum ve kültürle ilgilidir. Bu
nedenle kişisel tepkilerin boyutunu aşar. “Söz gümüşse sükût altındır” deyişinin egemen olduğu
bir toplumda, suskunluk bazı durumlarda bilgeliğin (bazen de bilgisizliğini saklamanın) bazı
durumlarda akıllıca bir önlemin ifadesi olabilir. Ayrıca geleneksel toplumlarda kadının erkekler
meclisinde, küçüklerin büyüklerin yanında susması ve hatta kendilerine soru sorulduğunda bile
sessiz kalmaları töresel suskunluk biçimine örnek oluşturabilir.
İşlevleri ve tiplemelerinin de gösterdiği gibi, elbette susmanın ya da belli bir iletişim durumunda
sessiz kalmanın değişik nedenleri vardır ve bunlar rastlantısal değildir. Her susmanın, iletişimde değişik
yorumlara ve sonuçlara yol açabilecek, kendine özgü bir anlamı vardır. Bazen kızgın olduğumuz için
dişlerimizi sıkarak, bazen karşımızdakinin iletileri ilgimizi çektiği için dikkatle dinlemek için susarız.
Bazen sıkıldığımız için susar başka yerlere bakarız, bazen iletilen konuda bir noktaya takılıp
düşündüğümüz ya da söylenenleri anlamadığımız için sessiz kalırız. Bazı durumlarda suskunluğumuz
kaynağı onayladığımızı, bazılarında ise onaylamadığımızı gösterir. Bazen söylenecek söz bulamadığımız
için sessiz kalır ve huzursuz oluruz, bazen ve bazı kişilerle gerek olmadan ortak bir sessizlik ile anlaşır ve
huzur duyarız. İletişimde suskunluk değişik iletileri ya da yanıtları yansıtır. Bunların doğru anlamını
belirlemede, iletişimin içinde yer aldığı ortamın ve taraflar arasındaki ilişkilerin özelliklerinin olduğu
kadar yüz yüze iletişim durumunda yüz ifadeleri, mimikler, beden hareketleri ve jestler de yardımcı
olurlar.
Arkadaşlarınızla kurduğunuz gündelik iletişimde hangi susma
türünü ne sıklıkta kullanıyorsunuz? Neden?
Koku ve Tat
İnsanlık tarihi boyunca insanlar değişik nedenlerle daha güzel kokmak konusunda önlemler geliştirmiştir.
Kuşkusuz ki, iyi kokmak evrensel olarak üzerinde uzlaşılmış bir kavram değildir. Kültüre göre değişir.
Bazı kültürler için güzel kokan başka kültürler için iyi kokmayabilir. Aynı biçimde tat da kültürlere göre
değişen bir çeşitlilik gösterir. Koku ve tadın sözsüz iletişim bağlamındaki gerçekleştirdikleri ve genel
işlevleri ise şunlardır:
•
Koku ve tadın çekici/itici ileti verebilmesi: Burada koku ve tadın maruz kalan insanda
uyandırdığı iyi ya da rahatsızlık verici sonuçlardan bahsedilmektedir.
•
Koku ve tadın hatırlatıcı ileti verebilmesi: Bazı koku ve tatlar geçmiş deneyimlerimizle ilişkili
olabilir ve benzer koku ve tatlarla karşılaşıldığında benzer olgu, durum ya da kişi hatırlanabilir.
•
Koku ve tadın özdeşleşmiş iletiler verebilmesi: Belli koku ve tatlar belli bazı kişi, dudum ve
olgularla özdeşleşmiş olabilir. Hatırlatıcı iletiye benzer bir biçimde işlev görür. Örneğin; hastane
kokusu, okul kokusu vb.
Sizin de hayatınızda bazı yer ve olaylarla özdeşleştirdiğiniz kokular
var mı? Benzer şekilde bazı kokuların bazı yer ve olayları hatırlattığına tanık oldunuz mu?
199
Kültür ve Zaman
Kültürü insanların bakir doğaya karşı yapıp ettikleri her şey ya da insanların tüm “kazanımları” biçiminde
tanımlamak mümkündür. Başka bir yaklaşımla kültür bir toplumun tüm yaşayış biçimleridir.
Küreselleşen dünyada giderek daha çok ve etkin biçimde başka kültürlerle karşılaşılmaktadır.
Kuşkusuz her kültürün kendine özgü normları söz konusudur. Sözsüz iletişimde de bu farklılıkları doğru
tanımlayıp kavrayabilmek önemlidir ve özellikle kültürlerarası iletişimde etkilidir.
Önemli kültürel farklardan biri de zamanın algılanmasıdır. Zaman konusuna; gerçek(nesnel) zaman,
öznel zaman, biyolojik zaman ve boş-serbest zaman kavramları çerçevesinde ve zaman
algılanmalarındaki farklılıklar bağlamında yaklaşmak mümkündür. İletişimde insanlar zaman kullanımını
kültür ve teknolojiye bağımlı şekilde sözsüz olarak da ifade ederler. Zaman diliminin beş vakit namaza
göre belirlendiği bir kültürde, örneğin buluşma öğleyin olacaksa, bunun dakika olarak bir ölçüsü söz
konusu değildir. Zamanın kullanımı güç/iktidar ilişkilerinde de önem taşır. Örneğin “güçsüz” olarak
nitelendirilebilecek kişiler randevuya veya işe erken veya zamanında gelmelidir, geç gelmek risk almak
demektir. Güçlü beklemez; bekletir. Güçsüz bekletemez, fakat bekler.
Renk ve Renk Tercihleri
Herhangi bir cisimden çıkan ışığın gözle algılanması olarak tanımlanabilecek olan renkler tarih boyunca
simgesel iletişim araçları olarak kabul görmüşlerdir. Renklerin bireyler tarafından algılanması daha çok
bireylerin psikolojik durumlarıyla ilgilidir. İnsan farkında olmasa da içinde bulunduğu duygusal
durumunu seçtiği renklerle ortaya koyar. Ayrıca renkler toplumların içinde bulundukları doğal çevreye ve
yaşantılara göre de anlam kazanır ve renkler toplumlarda siyasi güç, duruş ve egemenliği simgeler.
Renkler fikir ve duygular uyandırmakta, yaratmakta ve bellekte birtakım çağrışımlar yapmaktadır. Her
rengin kendine özgü psikolojik özellikleri söz konusudur. Renklerin doğru bileşimlerle ve doğru yerlerde
kullanılması iletilerin algılanmasını sağlamakta ve ileti akışının işlerliğini sağlamaktadır. Renklerin
uyandırdığı duyguların bir bölümü kişisel, bir bölümü de genellenebilir duygulardır. Sıcak renklerin (sarı,
kırmızı, turuncu) uyarıcı, soğuk renklerin (mavi ve yeşil) ise gevşetici ve dinlendirici olması
genellenebilir duygulara örnektir. Soğuk renkler bir mekânda aşırı kullanıldığında kasvetli hatta moral
bozucu bir etki yaratabilir. Aynı şekilde sıcak renkler de insanı şiddete yöneltebilir. Bu durumda örneğin
bir ofisin renklendirilmesi söz konusu olduğunda sıcak renklerin mekânı olduğundan daha küçük, soğuk
renklerin ise olduğundan daha büyük gösterdiği göz önüne alınarak istenilen ortam yaratılabilir. Renkler
kültürel açıdan ele alındıklarında da değişik kavramları çağrıştırırlar. Sarı; özellikle altın sarısı, Doğu’da
kutsal renk sayılırken Batı’da korkaklığın ve ihanetin simgesi olarak kabul edilir. Renklerin algılanışı
kültürel açıdan farklılık gösterebileceği gibi aynı kültüre ait bireyler arasında da farklılık gösterebilir.
Bilinçaltı; ortak bilinçaltı ve bireysel bilinçaltı olmak üzere iki küreden oluşur. Bireysel bilinçaltından
farklı bir işleyişe sahip olan ortak bilinçaltında, renklerin oluşturduğu anlam ve ilişkiler uzun süren
deneyimler ve kültürel birikimler sonucu elde edilmektedir. Bireysel bilinçaltına bağlı olarak aynı kültüre
ait olsalar bile bireylerin tümü aynı renkle karşılaştıklarında benzer tepki göstermezler.
Cinsiyet, yaş, sosyal gruplar ve kişilik özelliklerinin yanı sıra yaşam dönemleri de renk seçiminde
belirleyici konumdadır. Bireylerin gençlik döneminde renk seçiminde cesur olmalarının nedeni, gereksiz
kısıtlamalar içinde olmamaları ve renk uyumunu öğrenmemiş olmamalarından kaynaklanır. İlerleyen
yaşlarda ana renkler tercih edilir. Bireyler, içinde bulundukları grubun entelektüel zevklerinden
etkilenerek renk tercihlerini geliştirmektedirler. Kişilik gelişimi, renk seçiminde etkili olan diğer bir
etkendir. Gelir düzeyi yüksek sınıflar daha çok açık renkler, pastel gölgeler, uyumlu bileşimler ve
yumuşak, hassas tonlara karşı olumlu yaklaşım sergilerken, gelir düzeyi düşük sınıflar güçlü ve parlak
tonları tercih etmektedirler. (Geniş Bilgi için Bkz. : Malandro vd. s. 157-159)
Giysilerinizin renklerinde o günkü psikolojik durumunuzun ya da
örneğin mevsimlerin ne oranda etki ettiğini düşünüyorsunuz?
200
SÖZSÜZ İLETİŞİMDE TOPLUMSAL CİNSİYET FARKLILIKLARI
Toplumsal cinsiyet (gender) kavramı, insanların biyolojik cinsiyetlerinin ötesinde toplum kültürü
tarafından belirlenen davranış, ilişki, yaşayış biçim ve kalıpları şeklinde tanımlanabilir. Kadın ya da erkek
olmak konusunda toplumun belirlediği kurallar hayatın her alanına yansır. Bu kurallar farklı kültürlerde
farklı biçimlerde ifadesini bulabilir.
Kadınlar ve erkeklerin sözsüz davranış farklılıklarının
açıklanmasında en yaygın düşünce Henley'in (1977) cinsiyet-statü kuramıdır. Buna göre kadın ve erkek
cinsiyetleri arasındaki farklılıklar, kadınlar ve erkeklerin toplumsal hayat içerisinde sahip oldukları güçstatü farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Araştırmacılar cinsiyetler arası davranış farklarının cinsiyet
özelliklerinden kaynaklandığını, toplumsal hayattaki statü farklılıklarıyla bir ilgisi olmadığını ortaya
koymuşlardır. Bu söylenenlere bağlı olarak, kadın ve erkekler sözsüz iletişimin farklı noktalarına
odaklanma eğilimi göstererek farklı biçimlerde iletişim kurar. Genel olarak kadınlar sözsüz iletişimin
daha yüksek düzeylerini tercih ederler. Kadınlar sözsüz iletişimi kişisel bağlantılar kurmakta kullanırken
erkeklerin kullandığı sözsüz iletişim güç ve baskınlığın eşlik ettiği paralel davranışlar olma eğilimi
gösterir. Kadın ve erkek arasındaki sözsüz iletişim farklılıkları daha çok vücut hareketleri, bakış ve göz
teması, dokunma ile alan ve alan kullanımı başlıklarında yoğunlaşır. (Hall, 1984, s. 33-45)
Kadınlar ve Erkekler Arasındaki Sözsüz Davranış Farkları
Alanla ilgili genel meta-değerlendirmeler incelendiğinde (Hall, 1984; 2006b; Hall ve ark., 2000) kadın
ver erkek cinsiyetlerinin farklılıkları şu şekilde özetlenebilir: Kadınlar erkeklerden daha fazla
gülümserler; etkileşime girdiği kişiye daha fazla bakarlar; daha fazla (onaylama anlamında) baş sallar ve
eğilirler; başkalarına daha fazla yaklaşırlar; daha fazla jest yaparlar; kendilerine daha sık dokunurlar ve
yüz ifadeleri duygularını ifade etmede daha anlamlıdır ve daha doğrudurlar. Diğer yandan erkekler daha
rahatsız (kıpırdanma gibi) vücut hareketleri yaparlar; daha yüksek sesle konuşurlar; daha fazla konuşma
hataları (kelime tekrarları, unutmaları, dil sürçmeleri, cümle düzeltmeleri, eksik cümleler) ve duraklama
dolgusu yaparlar (eee, ııı, gibi). Kadınlar diğerlerinin sözsüz davranışlarını hatırlamakta erkeklerden daha
başarılıdırlar. Kadınlar başkalarının görünümlerini erkeklerden daha iyi hatırlarlar. Tüm bunlar bir arada
değerlendirildiğinde kadınların başkalarını doğrulukla değerlendirmede erkeklerden daha başarılıdır
denilebilir. Sözsüz iletişim işaretlerini okuma becerisi yaşla birlikte artsa da bu konuda kadınların
üstünlüğü bebeklikten çocukluğa ve erişkinliğe kadar devam etmekte, sonrasında da bu üstünlük sürüp
gitmektedir .
Kadınlar sözsüz iletişimi kişisel bağlantılar kurmakta kullanırken
erkeklerin kullandığı sözsüz iletişim güç ve baskınlığın eşlik ettiği paralel davranışlar
olma eğilimi gösterir.
Vücut Hareketi Farklılıkları
Erkeklerle Karşılaştırıldığında KADINLAR
Yüz ve beden hareketleri genellikle
yaklaşılabilirlik, arkadaşlık işaretidir.
Daha az ve daha sınırlandırılmış vücut hareketleri
kullanırlar.
Toplumsal kurallara bağlı olarak mutsuz oldukları
durumlarda bile kadınlar daha ifadeli olmak adına
gülümser.
Gülümsedikleri durumlarda daha fazla sözlerinin
kesilmesi söz konusudur.
Kime daha çok gülümserlerse o denli çekici olarak
algılanırlar.
İleti almak ve yollamakta daha çok yüz ifadesi
kullanırlar.
Başlarını ve vücutlarını yanlara daha çok eğerler.
Kadınlarla Karşılaştırıldığında ERKEKLER
Yüz ve vücut hareketleri daha çok kontrol ve
çekince gösterme eğilimindedir.
Daha çok vücut hareketi kullanırlar.
Toplumsal kuralların duygusal olarak yansız
kalmayı gerektirdiği yerlerde gülümseyerek daha
az duygu belli ederler.
Gülümseyen konuşmacıların sözlerini kesme
eğilimi gösterirler.
Olması gerektiği kadar yüz ifadesi göndermez
veya almazlar.
Vücut duruşları daha rahattır.
Başlarını çok sallarlar.
201
Bakış-Göz Teması Farklılıkları
Erkeklerle Karşılaştırıldığında KADINLAR
Nadiren gözlerini karşılarındakine doğrudan
dikerler.
Konuşma sırasında daha çok göz teması kurarlar.
Göz temasının kesilmesine engel olarak
iletişimdeki ilgilerinin değişmesinin neden
olduğunu söylerler.
Göz temasını daha çok bozabilirler.
Kadınlarla Karşılaştırıldığında ERKEKLER
Güçleri veya konumları bağlamında mücadeleye
çağırmak, meydan okumak üzere gözlerini
dikerler.
Gözlerini dikerek ilgi işareti verirler.
Genellikle olması gerektiği kadar göz teması
kurmazlar.
Genellikle diğerleri gözlerini engelleyene dek ilk
bakışı sürdürürler.
Başlangıç bakışı üzerindeki göz engellemelerine
daha çok baş vururlar.
Daha sonra konuşacak olan konuşmacı ile göz
teması kurulmadığında sözleri daha çok kesilme
eğilimi gösterir.
Dokunma Farklılıkları
Erkeklerle Karşılaştırıldığında KADINLAR
Erkeklerden daha çok dokunulurlar.
Daha çok erkekler tarafından dokunulurlar.
Dokunmaya sıcaklık ve ifadelerle eşlik ederler.
Daha yumuşak dokunulurlar.
Kadınlarla Karşılaştırıldığında ERKEKLER
Kadınlardan daha az dokunulurlar.
Daha çok kadınlara dokunmayı başlatırlar.
Daha sertçe dokunulurlar.
Dokunmayı daha doğrudan, güç göstermek, cinsel
ilgiyi ifade etmek için kullanırlar.
Destek, etkileme ve teselli amacıyla kucaklamayı
ve dokunmayı başlatırlar.
Alan ve Alan Kullanımı Farklılıkları (Güce sahip insanlar daha büyük alan elde etme eğilimindedir. Örneğin daha
büyük arabalar, ofisler, evler vb.)
Erkeklerle Karşılaştırıldığında KADINLAR
Kadınlarla Karşılaştırıldığında ERKEKLER
Mekan bölgeleri daha yakına doğru çekilmiş,
başka deyişle küçülmüştür.
Daha çok kişisel alan kullanırlar.
Diğerlerinin daha yakınına gelme eğilimi
gösterirler.
Diğer insanların özellikle de kadınların kişisel
alanlarını işgal etme eğilimindedirler.
Yan yana etkileşimi tercih ederler.
Yüz yüze konuşmayı tercih ederler.
Bunların dışında genellikle insanlar kişisel alanlarının işgal edildiğini düşündüklerinde erkekleri belli
bir mesafede tutarken kadınların daha yakın durmalarına izin verebilirler. Ayrıca, kadınlar kol ve
bacaklarını bedenlerine daha yakın tutarlar. Erkekler konuşma sırasında veya tartışmalarda yüz ifadelerini
kontrol altında tutar. Yüz-yüze etkileşimlerde kadınlar erkeklere oranla kendilerine daha fazla yakın
durulmasına izin verirler.
DAHA GELİŞMİŞ İLETİŞİM İÇİN SÖZSÜZ İLETİŞİM KULLANIMI
İPUÇLARI
•
Diğerlerinin yanında kendinizi rahatlatın, rahat hissetmenizi sağlayın. Fiziksel olarak çok uzak
ya da yakın durmayın (50-60 cm.lik bir alan genellikle rahat alan olarak kabul edilir).
•
Rahat, gerilimsiz ve özenli, dikkatli olun. Kabul görmek için diğerine doğru hafifçe eğilin.
Dikkatsizce gevşek durmak ve oturmak ile katı, dimdik durmak ve oturmaktan kaçının.
•
Sık sık göz teması sağlayın. Gözlerinizi dikmekten, keskin ve düşmanca bakmaktan veya
uzaklara bakmaktan kaçının.
202
•
Diğerleri konuşurken başınızı sallayarak onaylama iletisi gibi sözsüz iletiler yollamayı ihmal
etmeyin.
•
Hareketlerinizin düzgün ve kesintisiz olmasını sağlayın. Onların dikkat çekmek için
kelimelerinizle yarışmasına izin vermeyin. Hareketlerinizin duygusal engellemelere yol
açmasından kaçının.
•
Konuşma hızınızın ortalama hızda hatta biraz daha düşük olmasına dikkat edin. Sabırsız ya da
tereddütlü konuşmayın. Soğuk ve sert konuşmalardan da uzak durun.
•
Açıkça işitilebilecek bir ses yüksekliği ayarlayın. Sesinizin çok yüksek veya çok yumuşak
olmamasına dikkat edin.
•
Ayağınız ve bacaklarınızın engelleyici olmamasına dikkat edin. Onları bir sınır ya da engel
olarak kullanmaktan özenle kaçının.
•
Uygun ve gerekli olduğunda gülümseyin. Cana yakın ve samimi görünün ve olun.
•
Uzun konuşmalar konusunda hep dikkatli olun. Kapalı gözler veya esneme genellikle iletişimi
engeller, hatta keser.
http://www.coping.org/dialogue/nonverbal.htm
203
Özet
Kültür kelimesinin kökeni Latince bir deyim olan
Cultura’dan (colere: ekip, biçmek) gelmektedir.
Toplumsal gelişmenin belli bir evresine kadar
kültür ile uygarlık kavramları birbirinden
tamamen farklı olgular olarak nitelendirilmiştir.
Oysa, bu iki kavram artık belli bir iç-içelik hatta
eş-anlamlılık göstermektedir. Kısacası; bilimsel
alanda kültür; uygarlıktır, toplumsal anlamda
kültür; eğitim sürecinin ürünüdür, estetik alanda
kültür; güzel sanatlardır ve maddi (teknolojik) ve
bilimsel alanda ise kültür; üretme, tarım,
çoğaltma ve yetiştirmedir.
yenileşmesinin özü olan bir kültüre yeni içerikler
girmesinin aslında iki temel dayanağı vardır:
Bunlardan birisi o toplum içinde yapılan buluşlar
ve yenilikler; diğeri lise, kültür içerikleri dağılımı
yoludur. Bir başka deyişle kültürel olguların
hareketliliği ve yayılması ile toplumda ortaya
çıkan ve yeni toplumsal ihtiyaçları karşılayacak
yapıdaki buluşlar kültür yenileşmesi ve
değişmesinin yöntemi, oluş biçimidir.
Dil terimi ile herhangi bir toplumun bireyleri
arasında anlaşma sağlayan yerleşik dizge
anlatılır. Bu dizge anlam taşıyan belli ses
bileşimlerinden, sözcüklerden oluşur. Sözcük adı
verilen işaret bir kavram bir de ses yönü olan, bir
tür düşünce-ses bileşimi olarak karşımıza çıkar.
İnsanların çeşitli bakımlardan nitelikleri nasıl
birbirinden farklı ise, toplumların dünya görüşleri
ve değerlendirmeleri de birbirinden ayrı olduğu
için
kavramlar
dilden
dile
farklılıklar
gösterecektir. Başka bir yaklaşıma göre dil;
duygu, düşünce, dilek ve tasarımlarımızı
başkalarına
aktarmaya
yarayan
işaretler
sistemidir.
Özcesi kültür, el değmemiş (bakir) doğaya karşı,
insan varlığının ve etkinliğinin vazgeçilmez ve
ayrılmaz bir parçası ve ürünüdür. Kısacası kültür
insanın ortaya koyduğu ve içinde insanın
varolduğu tüm gerçeklik biçimidir. İnsanlar
gereksinmelerini karışlamak ve yaşayışlarını
kolaylaştırmak amacıyla, birtakım aletler yapar,
bunları geliştirir ve giderek de yaygınlaştırır.
gereksinmeleri
Bunlar
insanların
maddi
dolayısıyla da kültürlerinin maddi yanını
oluşturan öğelerdir. Oysa insanların ihtiyaçları
sadece maddi düzeyde kalmaz. Maddi kültür
öğelerinin yanı sıra, kişilerarası ilişkileri
düzenleyen, grup ve toplumları oluşturan
birtakım manevi değerler ve bağlar da söz
konusudur. Buradan hareketle kültürü oluşturan
öğelerin; maddi kültür öğeleri, manevi kültür
öğeleri olarak ikiye ayrıldığı söylenebilir.
Dilin kültürel iletişim içindeki yeri en çok
kültürel öğelerin aktarılması ve biriktirilmesi
bağlamında ortaya çıkmaktadır. Tam da bu
noktada dil’in yazıya dönüşmesiyle, ya da dilden
dile, nesilden nesile aktarılan birtakım
anlatımlarla insanlar geçmişi de öğrenirler.
Bunun yanı sıra, dil toplumdaki soyut ve somut
kavramları içerip insanların anlaşmalarına,
geçmişi öğrenip, düşünerek gelecek hakkında
yorum ve tasarım yapmasına imkan verir. Buna
bağlı olarak kültürün özel ve ayrıcalıklı yönlerini
topluma sağlarken, kültürler arası farklılaşmaya
da sebep olur.
Kültür genel kültür, alt kültür ve karşıt kültür
olarak üç temel başlıkta çeşitlendirilebilir. Genel
kültür kavramını bir toplumun sahip olduğu
bütün
kültürel
yapı
olarak
düşünmek
mümkündür. Bağlı olarak, ne kadar toplum varsa,
o kadar da genel kültür var denilebilir. Bağlı
olarak bir kültür içinde, toplumsal birtakım
farlılaşmalara göre beliren değişmeler “altkültür” kavramıyla dile getirilir. Karşıt kültür ise,
toplumun birtakım değerlerine ters düşen bir
kültür alt grubudur biçiminde tanımlanabilir.
Toplumda yaşayan birey ile bireyin içinde
yaşadığı toplumsal yapı arasında meydana gelen
ve başı sonu pek net olarak belli olmayan bu
dönüşümlü
etkileşim
“kültürel
süreçleri”
meydana getirir.
İletilerin içerdiği kültürel anlamlar, bir işaretler
takımına karşı, tüm bir kişiliğin yanıtı olarak
nitelenebilir. Herhangi bir iletiyle karşı karşıya
kalan
birey,
iletiye
vereceği
yanıtı
hissettirecekleri ile birlikte ve referans
çerçeveleri bağlamında ele alarak verebilir.
Yanıtlar, belli birtakım işaretlere karşılık olarak
verildiğinde, aslında yanıtlanmış olanlar, anılan
işaretlerin gösterdikleri ve bu yolla anlam
kazandırdıklarıdır. Kısacası, belli işaretlerde,
belli bireylerin, görebildikleri, okuyabildikleri
anlam; bireylerin o sözcüklerle veya o işaretlerin
gösterdikleri şeylerle ilişki kurdukları zamanlarda
kazandıkları deneye dayalı bilgilerin kapsamına
bağlıdır. Onlardaki değişikliklere göre, işaretlere
Hiçbir kültürün içeriği değişmez değildir. Zaman
içinde her kültürün içerikleri ve öğelerin yapısı
değişir. Bunlardan bazıları atılır, bazı yenileri
dışardan alınır veya yaratılır. Bunun yanısıra,
kültür
kalıpları
da
yenilenir.
Kültür
204
verilen cevaplar da değişik olabilir. Kültürel
simgelerin iletilmesi ve var olan kültürel
simgelerin değişmesinde de hep aynı yol ve süreç
işler. İşte bu noktada iletişim araçlarının
toplumsal olarak varlığı ve gerekliliği bir kez
daha ortaya çıkar.
Bu alıcı tarafından anlaşıldığında karmaşaya,
kafa karışıklığına yol açar. İnsanlar böyle bir
çelişki ile karşılaştıklarında sözsüz iletişime
güvenme eğilimindedirler.
Tekrarlama: Sözel iletiyi vurgulamak ya da açık
hale getirme işlevi vardır. Kahvehanede kahveci
sizi duymazsa iki işareti yapar aynı zamanda
bağırırsınız. Düzenleme: Bu işlev genellikle bir
sözel diyalogu düzenlemek için işler. Birinin ses
tonundaki düşüş konuşmanın sonuna geldiğini
hatırlatır. Bu da iletişimde taraflar arasında bir
sıra düzenlemesi imkanı verir. Ayrıca sözsüz
iletişim iletileri iletişim sırasında bir tür trafik
işareti görevini görür. Bu bakımdan sözsüz
iletişim paylaşılan sözsüz semboller yoluyla
iletişimin akışında düzenleyici etkiye sahiptir.
Yerini Alma: Bu işlev, bazı nedenlerden ötürü,
sözel iletişimin sözsüz iletişime dönüştüğü
durumlarda söz konusu olur. Başka deyişle, sözel
olan bir anlatımın sözsüz bir işaretle yer
değiştirmesidir. Evet anlamında baş sallama vb.
Vurgulama: Sözlü iletilerdeki bir önemli noktayı
vurgulamak için kullanılır. Örneğin iyi bir
konuşmacı, konuşmasının önemli bir noktasından
önce ya da sonra bir süre duraklar. Resmetme
işlevi: Sözlü kelimelere eşlik eder ve vurgu ile
ekleme yapar. Elle kaçan balığın büyüklüğünü
gösterme ya da parmaklarla bir cismin
küçüklüğünü ifade etmek gibi.
İnsan bilerek ya da bilmeyerek, çoğunlukla
farkında olmaksızın günlük hayatta sözsüz
iletişimi ve beden dilini son derece etkili kullanır.
Ancak insan bedenini kelimeleri kontrol ettiği
gibi kontrol edemez. Bedenimiz olaylara veya
durumlara karşı çok daha kendiliğinden tepkiler
verir. Gerçek duygu ve düşüncelerimizi
kelimelerin ardına gizlememiz mümkündür ama,
beden dilimizi gizlememiz çoğu zaman mümkün
değildir. İyi bir dinleyici, iletişim kurduğu kişinin
yalnız söylediklerinin değil; yüzü, eli, kolu ve
bedeniyle yaptıklarının da ayırdına varır. Çünkü,
yüz ifadeleri, el ve kol hareketleri, bedenin duruş
tarzı, sesin tonu gibi sözsüz mesajlar kullanarak
da iletişim kurulur. Karşı karşıya gelerek kurulan
bireylerarası iletişimde, hem sözlü, hem de
sözsüz iletiler aynı anda kullanılır. Aslında bu
konuşmalarda, ileti alış verişinin ancak küçük bir
bölümünü sözlü iletiler oluşturur. Sözsüz iletişim
bu bağlamda şöyle tanımlanabilir: İletişimde
doğal olarak yer alan ses tonlaması, yüz ifadeleri,
mimikler, jestler, beden hareketleri, renkler,
aksesuarlar gibi kodlardır. Kısacası, söz dışındaki
sesleri de içeren, sözel (verbal) olmayan
göstergelerden oluşan iletişim kodlarıdır.
Yukarıdaki işlevlerine bağlı olarak sözsüz
iletişim kodlarının ortak özelliklerini şu biçimde
sıralamak mümkündür: İletişim yokluğunu
olanaksız kılmak: İletişim sürecinin tarafları aynı
mekanda bulunduğu sürece sözsüz iletişim
kesintisiz
olarak
sürdüğünden
iletişimin
kapatılması ve durdurulması söz konusu değildir.
Duyguları ve coşkuları yetkin biçimde dile
getirebilmek: Bazı durumlarda kelimeler bazı
duygu ve coşkuları hissedilen düzeyde
aktarmakta yetersiz kalabilir. Bir bakış, bir
dokunuş vb. sözsüz iletişim kodları çok daha
yetkin bir ifade gücüne sahip olabilir.
İnsanlararası ilişkileri tanımlamak ve belirlemek:
Bazı sözsüz iletişim kodları o kişi ya da kişilerin
kim olduğu ve toplumsal konumu hakkında bilgi
verir. Sözsüz iletişimin diğer özellikleri ise sözel
içerik hakkında bilgi vermek, güvenilir iletiler
sağlamak, kültüre göre biçimlenmek olarak
sıralanabilir.
Sözsüz davranışlar, deneyimler başka deyişle
sözsüz iletişim tüm bir gün boyunca, TV, sinema,
radyo, gazete, dergi, topluluk önünde konuşma,
özel görüşme, sınıf içinde kısacası hayatın her
anında ve alanında vardır ve etkilidir. Belirli
sözsüz iletişim davranış ya da kodlarını (iyi
kullanıldığı ya da kötü kullanıldığında)
tanımlayabilmek insanların iletişim yeteneklerini
geliştirmekte yardımcı olur. Kısaca kelime
kullanmadan
bilgi
aktarımı
olarak
tanımlanabilecek sözsüz iletişim genel iletişimin
yaklaşık %93’ünü oluşturur. Bu oranın içinde
genel iletişime oranla % 55’in yüz ifadeleri,
vücut hareketleri, takılar, mesafe algısı vb.
olduğu kabul edilirken %38’in ise ses tonu
yoluyla gerçekleştirildiği ileri sürülmektedir.
Sözsüz iletişimin işlevleri şöyle sıralanabilir:
Tamamlama:
Bir
iletiyi(sözel
iletiyi)
tamamlamak,
etkisini
arttırmak
işlevidir.
Çelişme/Yalanlama: Bazı zamanlar sözel
iletilerimizle sözsüz iletilerimiz birbiri ile çelişir.
205
Toplumsal cinsiyet (gender) kavramı, insanların
biyolojik
cinsiyetlerinin
ötesinde
kültür
tarafından belirlenen davranış, ilişki, yaşayış
biçim ve kalıpları şeklinde tanımlanabilir. Kadın
ya da erkek olmak konusunda toplumun
belirlediği kurallar hayatın her alanına yansır.
Bağlı olarak, kadın ve erkekler sözsüz iletişimin
farklı noktalarına odaklanma eğilimi göstererek
farklı biçimlerde iletişim kurar. Genel olarak
kadınlar sözsüz iletişimin daha yüksek
düzeylerini tercih ederler. Kadınlar sözsüz
iletişimi kişisel bağlantılar kurmakta kullanırken
erkeklerin kullandığı sözsüz iletişim güç ve
baskınlığın eşlik ettiği paralel davranışlar olma
eğilimi gösterir. Kadın ve erkek arasındaki
sözsüz iletişim farklılıkları daha çok vücut
hareketleri, bakış ve göz teması, dokunma ile
alan ve alan kullanımı başlıklarında yoğunlaşır.
Genel olarak sözsüz iletişim kodlarını şu biçimde
sınıflandırmak mümkündür: fiziksel görünüm vücut biçimi, tipi, büyüklüğü; giyinme,
aksesuarlar, takılar ve maddeler; vücut hareketleri
ve vücudun duruşu; mimikler (yüz ifadeleri) ve
gözler; çevre, kişisel mekan algısı ve kalabalık;
dokunma; ses karakteristikleri, nitelikleri ve
susma; koku ve tat; kültür ve zaman; renk ve
renk tercihleri. Bunların dışında sözsüz iletişimin
el sıkışma, dış görünüş, saç biçimi, özgüven,
nefes alıp-verme, renk seçimi vb gibi diğer
türleri olduğu da söylenebilir.
206
Kendimizi Sınayalım
a. Değiştirilmiş kültür alanları
6. Üyeleri çoğunlukla kişilikleriyle değil, bir
yığının kimliği silinmiş, bilinçli irdeleme gücü
yitmiş birimleri olarak duyan, düşünen ve
davranan toplumun kültürü nasıl adlandırılır?
b. Artistik kültür alanları
a. Manevi kültür
c. İdeolojik kültür alanları
b. Genel kültür
d. Antropolojik kültür alanları
c. Artistik kültür
e. Toplumsal kültür alanları
d. Yığın kültürü
2. Manevi
kültür
öğeleri
arasında
aşağıdakilerden hangisi bulunmaktadır?
e. Alt kültür
1. Aşağıdakilerden hangisi kültür
sınıflandırmalarından biri değildir?
alanları
7. Anlamların ve kavramların taşınmasında
kullanılan
bir
simgeler
sistemi
olarak
nitelendirilebilen ve toplumsal olarak paylaşılan
iletişim aracı nedir?
a. Üretim
b. Dil
c. Madencilik
a. Mimari
d. İnşaat
b. Heykel
e. Yol yapımı
c. Resim
3. Aşağıdakilerden hangisi bir alt kültür grubu
örneğidir?
d. Şiir
a. Beatnikler
e. Dil
b. Rock müzik tutkunları
8. Sözsüz
iletişimin
özellikleri
arasında
aşağıdakilerden hangisi bulunmamaktadır?
c. Bir takımın taraftar grubu
a. İletişim yokluğunu olanaksız kılma
d. Çiçek çocuklar
b. Duygu ve coşkuları yetkin biçimde dile
getirme
e. Metal müzik tutkunları
4. Bir kültüre üye birey ve grupların başka bir
kültür tarafından zorla değiştirilmesi kültürel
süreçlerden hangisidir?
c. Kültüre göre biçimleme
a. Zorla kültürleme
e. Güvenilir iletiler sağlama
b. Kültür şoku
9. İnsan sesinin gücü sesin özelliklerinden
hangisinin ifadesidir?
d. Sözlü iletişimin içeriğini belirsizleştirme
c. Kültürel yayılma
a. Sesin ritm hızı
d. Kültürleştirme
b. Sesin yüksekliği
e. Kültürel bütünleşme
c. Sesin perdesi
5. Kültürel gelişme olgusunu güdüleyen bazı
etkenlere kapanarak ve kendini yenileme imkanı
ya da değişme hareketliliğinden uzak kalarak,
kültür öğelerini duruk (statik) bir konumda
tutmak ve biçimsel olarak yaşatmak anlamına
gelen olgu aşağıdakilerden hangisidir?
10. Ses tonu sözsüz iletişimde hangi tür iletişim
davranışları içinde yer alır?
a. Kültür ihracı
a. Sesli-Sözsüz İletişim Davranışları
b. Kültürel değişme
b. Sessiz-Sözel İletişim Davranışları
c. Kültürel yayılma
c. Sessiz-Sözsüz İletişim Davranışları
d. Kültürel yozlama
d. Sesli-Sözel İletişim Davranışları
e. Kültürel özümseme
e. Sözsüz-Sözsüz İletişim Davranışları
d. Boğumlama
e. Sesin niteliği
207
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
Kendimizi Sınayalım Yanıt
Anahtarı
Sıra Sizde 1
1. a Yanıtınız yanlış ise “Kültür Alanları”
bölümünü yeniden okuyunuz.
Kültür aslında her insanın içinde var olduğu ve
doğumdan ölüme kadar her insanın var oluşunu
belirlediğinden dolayı her insanın çok da farkında
olmadığı bir olgudur. Aslında kültür toplum
içindeki bütün ilişkilerimizin yapısını belirleyen
ve giderek her insanın içselleştirdiği bir tür
kurallar bütünüdür. Bilimsel açıdan yaklaşım
farklılıklarına bağlı olarak çok değişik biçimlerde
tanımlanabilen kültür gündelik hayatta insanın
diğer insanlarla ilişkilerini düzenleyen ve insanı
var eden kurallar, normlar bütünüdür denilebilir.
2. b Yanıtınız yanlış ise “Manevi Kültür
Öğeleri” bölümünü yeniden okuyunuz.
3. c Yanıtınız yanlış ise
bölümünü yeniden okuyunuz.
“Karşıt
Kültür”
4. a Yanıtınız yanlış ise “Kültürel Süreçler”
bölümünü yeniden okuyunuz.
5. d Yanıtınız yanlış ise “Kültürel Yozlaşma ve
Yığın Kültürü” bölümünü yeniden okuyunuz.
Sıra Sizde 2
6. d Yanıtınız yanlış ise “Kültür Endüstrisi ve
Yığın Kültürü” bölümünü yeniden okuyunuz.
Kuşkusuz ki kültürsüz bir insan olamayacağı gibi
kültürsüz bir toplum da olamaz. Gündelik
kullanımda kültür daha çok bilgi yerine
kullanıldığı için yanlış bir biçimde bazı insanlara
“kültürsüz” yakıştırmasını yaparız. Burada kast
edilen aslında o insanın bilgisiz, eğitimsiz olduğu
ya da toplumdaki belli kültürel kurallara uygun
davranmamasıdır. Oysa her insanın bildiği,
uyduğu birtakım kültürel değer ve normlar söz
konusudur. Bu nedenle kültürsüz insan yoktur.
Buradan hareketle kültür kendi içerisinde
tutarlılık açısından değerlendirilebilir. Ancak,
özellikle ünitede ele alındığı gibi manevi kültür
öğeleri açısından hiçbir kültürü bir diğerinden
aşağıda ya da yukarıda diye ele almak ve
konumlandırmak söz konusu olamaz. Maddi
kültür öğeleri açısından ise durum farklıdır.
Toplumların teknolojik gelişmişlik düzeyleri vb.
öğeler bağlamında bir toplum diğerinden
farklılaşabilir ve aşağıda ya da yukarıda diye
değerlendirilebilir. Bireysel açıdan bakıldığında
ise eğitim düzeyi farklılığı, gelir düzeyine bağlı
yaşam standartları ve maddi kültür öğelerini
kullanabilme düzeyleri açılarından bireyleri
konumlandırabilmek mümkündür.
7. e Yanıtınız yanlış ise “Dil ve Kültürel
İletişim” bölümünü yeniden okuyunuz.
8. d Yanıtınız yanlış ise “Sözsüz İletişimin
Özellikleri” bölümünü yeniden okuyunuz.
9. b Yanıtınız yanlış ise “Sesin Özellikleri”
bölümünü yeniden okuyunuz.
10. a Yanıtınız yanlış ise “Sözsüz İletişim
Kavram ve Tanımı” bölümünü yeniden
okuyunuz.
208
Sıra Sizde 3
Sıra Sizde 6
Her insanın genel kültür yapısı içerisinde
uymakta zorlandığı belli birtakım öğeler söz
konusu olabilir. Çünkü, bireysel farklılıklar,
dünya görüşü ve inançlar gibi belirleyiciler bazı
kültürel öğeleri değerlendirme konusunda
farklılıkların doğmasına yol açar. Değerlendirme
farklılıkları uyma konusunda da farklılıklar
yaratabilir. Böyle bir durum ortaya çıktığında ise
kişi söz konusu öğenin onun hayatındaki yer,
önem ve merkezilik derecesine göre farklı bir
tavır geliştirecektir. O öğenin yerine bir başkasını
koymak, mümkünse o öge olmadan hayatına
devam etmek akla ilk gelen yollar olmaktadır.
Kalabalık otobüslerde ve asansörlerde kaçınılmaz
ve zorunlu olarak hiç tanımadığımız insanların
içli-dışlı mesafe diye adlandırılan mesafe içine
girmeleri insanları rahatsız eder. Oysa biz bilinçli
olarak ve zorunlu haller dışında bu mesafede
ancak ve yalnız anne-baba, çocuk, eş ve
sevgilinin yer almasına izin veririz. İznimiz
dışındaki söz konusu durumlar insanları sıkıntıya
sokar.
Sıra Sizde 7
Duruma göre farklılık göstermesine rağmen
gündelik hayatta daha çok “etkileşimsel
susma”nın türleri olan karar verme ile ilgili
susma, denetim kurma amacı ile susma ve akıl
yürütme ile ilgili susmanın kullanıldığı görülür.
Bundan sonra sosyo-kültürel susma yer alabilir.
Kuşkusuz dilin yapısından kaynağını alan
psikolinguistik susma da yeri geldiğinde
başvurduğumuz susma türüdür.
Sıra Sizde 4
Herhangi bir alt kültür grubuna dahil olmadan
toplum içinde var olmak mümkün değildir.
Toplum değişik neden ve biçimlerde şekillenmiş
alt kültür gruplarından oluşur. İnsanlarda yaşları,
cinsiyetleri, öğrenim durumları, işleri, tuttukları
takım vb. bağlamlarda alt kültür gruplarının
üyesidir. Örneğin bir AÖF öğrencisi, hem
Anadolu Üniversitesi öğrencileri, Açıköğretim
Fakültesi öğrencileri, oturduğu mahalle, tuttuğu
takım vb. gibi çeşitli alt kültür gruplarının üyesi
olabilir ve bu sayı değişkenlik de gösterir.
Sıra Sizde 8
Her insanın hayatında çoğunlukla farkına
varmadan
belli
kokularla
belli
yerleri
özdeşleştirdiği görülebilir. Pasta-kek kokusu ile
pastanelerin, belli kimyasalların kokusu ile
hastanelerin, sebze-meyve kokusu ile manavların
ve Pazar yerlerinin özdeşleştirilmesi sık rastlanan
durumlardır. Hatırlatma açısından bakıldığında
ise belli kolonya ve parfümlerin belli kişileri
hatırlatması, belli yemek kokularıyla özellikle
insanın hayatında önem taşıyan kişilerin
yaptıkları yemeklerin hatırlanması söz konusu
edilebilir.
Sıra Sizde 5
İnsanlar
bazı
durumlarda
kelimelerle
anlatamadıkları düşüncelerini ve özellikle
duygularını kasıtlı ya da kasıtsız olarak bakışlarla
ifade ederler. “Kelimelerin kifayetsiz kaldığı”
durumlarda gözler ve bakışlar sevgiyi, kızgınlığı,
nefreti, üzüntüyü, isteği anlatmakta son derece
etkili ve yararlı olur.
Sıra Sizde 9
Giysilerin
renklerinin
seçiminde
insanın
psikolojik durumu ile mevsimlerin birbirinden
ayrı olarak etkisi söz konusu olabilir. İnsanların
üzüntülü ve sıkkınken koyu ve pastel renklere
yöneldiği görülebilir. Bazı durumlarda ise tam
tersine bu durumda olan insanları parlak ve canlı
renklere yönelerek belli miktarda bu ruh halinden
uzaklaşma isteği de söz konusu olabilir. Bahar ve
yaz aylarında insanlar daha canlı renklere
yönelme eğiliminde oldukları bilinir. Ancak bu
durum toplumlara ve kültürlere göre farklılık
gösterebilir.
209
Yararlanılan Kaynaklar
Akarsu, Bedia (1979) Felsefe Terimleri
Sözlüğü, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları
Hall, Judith A. (1984) Nonverbal Sex
Differences: Communication Accuracy and
Expressive Style, OH: The John Hopkins
University Press.
Alemdar, Korkmaz (1981), “Tarih ve İletişim”,
İletişim Dergisi, Ankara: AİTİA Gaz. ve Halkla
İliş. Y.O. Yayını, Sayı 2, s. 1-9.
Henley, N. M. (1977). Body politics: Power,
Sex,
and
Nonverbal
communication.
Englewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall.
Arglyle, Michael. Trower, Peter. (1979) Person
to Person Ways of Communicating, London:
Harper and Row Publishers,
İzgören,
Şerif
Ahmet.
(1999)
Dikkat
Vücudunuz Konuşuyor, Ankara: Elma Yayınevi
Baltaş Z., Baltaş, A. (1992) Bedenin Dili, 2.
Basım, Ankara: Remzi Kitapevi.
Bate, Barbara.
Communication
Waveland Press
an
Leathers, Dale G. (1989) Successful Nonverbal
Communication, Boston: Allyn and Bacon Inc.
Bowker, Judy. (1997)
the Sexes Illinois:
Malandro, Loretta A. - Barker, Larry - Barker,
Deborah
Ann.,
(1989)
Nonverbal
Communication, New York: Mc Graw Hill Inc.
Cooper L. Robert (1982): Language Spread:
Studies in Diffusion and Social Change,
Bloomington: İndiana University Press
Mehrebian,
A.
(1972)
Nonverbal
Communication, Chicago: Aldine Atherton, Inc.
Cüceloğlu, Doğan. (1993). Yeniden İnsan
İnsana, İstanbul: Sistem Yayınları.
Mehrabian, A. (1989) Silent Messages, 2.
Edition, Wadsworth Publishing Co. California.
Dökmen, Üstün (1994): İletişim Çatışmaları ve
Empati, Sistem Yayıncılık
Özer, A. Kadir (2000) İletişimsizlik Becerisi,
İstanbul: Sistem Yayıncılık,.
Eibl-Eibesfeldt, Irenaus (1979). Love and Hate
(The Natural History of Behavior Patterns),
New York, Holt, Rinehart and Winston.
Pease, Allen. (1990) Body Language, London:
Sheldon Press,
Piaget, J. (1999) Çocukta Zihinsel Gelişim,
İstanbul: Cem Yayınevi.
Eliot, T.S. (1962) Notes Towards the Definition
of Culture, London: Faber and Faber Limited.
Rane, D.B. (2010). “Effective body language for
organizational success”. The IUP Journal of
Soft Skills, Vol. IV, No. 4,17-26.
Evliyaoğlu, Gökhan (2000): “Dil Nedir?”, Sanat
Edebiyat Dergisi (Düşünen Adam e-dergi)
Fast, Julius. (1981) Body Language, London:
Pan Books,
Saussure, Ferdinand de (1985) Genel Dilbilim
Dersleri (çev. Berke Vardar), Ankara: Birey ve
Toplum yayınları
Gökberk, Macit (1980), Değişen Dünya Değişen
Dil, İstanbul: Çağdaş Yayınları,
Schafer, Paul D. (1983) Aspects of Canadian
Cultural Policy, Ankara: 1976 UNESCO, Milli
Kültür, V. Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas
Komisyonu Raporu.
Güngör, Erol (1980), Kültür Değişmesi ve
Milliyetçilik, Ankara: Töre ve Devlet Yayınları.
Güvenç, Bozkurt (1976), Sosyal ve Kültürel
Değişme, Ankara: Hacettepe Üniversitesi
Yayınları D-21,
Wood, Barbara S. (1981) Childiren and
Communication (Verbal and Nonverbal
Language Development), 2. Edition, PrenticeHall Inc., Englewodd Cliffs.
Güvenç, Bozkurt (1979). İnsan ve Kültür,
İstanbul: Remzi Yay.
Köksal, Aydın (1980) Dil ve Ekin, Ankara: Türk
Dil Kurumu Yayınları. No. 469.
Wood, Julia T. (1999) Gendered Lives:
Communication, Gender, and Culture.
Belmont CA: Wadsworth Publishing,
Kongar, Emre (1983) Demokrasi ve Kültür,
İstanbul: Hil Yayınları,
Yalçın, Cevdet (2005) Güzel Konuşma ve
Yazma Kılavuzu, İstanbul: Platin Yayınları
Moles, Abraham A. (1983), Kültürün Toplumsal
Dinamiği, (Cev: NURİ BİLGİN), İzmir: Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını No: 21.
Yıldız, Şerife (2005) Dil Kültür ve İletişim ve
Medya, Ankara: Sinemis Yayınları
210
Yüksel, Ahmet Haluk. (1994) Bireylerarası
İletişime Giriş, Eskişehir: T.C. Anadolu
Üniversitesi ESBAV Yay. No: 96.
Zıllıoğlu, Merih. (1993)
İstanbul: Cem Yayınevi,
İletişim
Nedir?
Zıllıoğu, Merih ve diğerleri (2010) İletişim
Bilgisi, Eskişehir: Açıköğretim Fakültesi
Yayınları No: 909
Yararlanılan İnternet Kaynakları
Nonverbal
Communications
http://www.cultsock.ndirect.co.uk/MUHome/c
shtml/index.html
Nonverbal
Dictionary
http://members.aol.com/nonverbal2/entries.ht
m#Entries
Gestures: Body Language and Nonverbal
Communication
http://www.csupomona.edu/~tassi/gestures.ht
m#gestures
Cues
and
symbols
http://www.tsbvi.edu/Education/vmi/nonverba
l.htm
Non
verbal communications
http://www.bizmove.com/skills/m8g.htm
About Body Language
http://www.angelfire.com/co/bodylanguage/
Body Language
http://www.rider.edu/users/suler/bodylang.ht
ml
Communications
http://www.houckassociates.com/hint6.htm
Nonverbal
Communications
http://www.ethailand.com/BUSINESS/column
s/non_verbal.htm
211
Download