Türkiye`de Bilgi Toplumu - Yeni Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi

advertisement
Türkiye’de Bilgi Toplumu
Kemal Kılıçdaroğlu*
YENİ TÜRKİYE 88/2016
28
Mustafa Kemal Atatürk, Cenevre Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Albert Marche’nin 1 Haziran 1932’de dönemin
Milli Eğitim Bakanı Esat Sagay’a sunduğu
Darülfünun Raporu’na1 şu notu düşer: “Darülfünunun en büyük zaafı, şahsi mülahaza ve
araştırmaya sevkeder tarzda tedris yok. Ansiklopedik malumat veriliyor.” Mustafa Kemal
Atatürk’ün, düştüğü 17 nottan biri olan bu
tespit, kendisinin bilimsel akla verdiği önemi
ve kurucusu olduğu Cumhuriyetin nasıl bir
yükseköğrenim sistemini hedeflediğini göstermesi açısından tarihseldir.
Prof. Dr. Erdal İnönü de “Cumhuriyet
Döneminde Bilim Tarihi’nin Önemi ve Anlamı” adıyla “Üniversite ve Toplum” dergisinde
makale olarak yayınlanan bir konuşmasında
Bilim Tarihçisi Feza Günergün’ün Darülfünun Fünun (Fen) Fakültesi Mecbuası (19161933) adlı makalesine atıfla, Darülfünun’un
akademik fakirliğini şöyle tasvir eder: “Öğretim üyelerinin büyük çoğunluğu araştırma
yapmamaktadır. Fakültenin yayınladığı bilimsel
dergideki yazılar, birkaç istisna bir tarafa bırakılırsa, genellikle sadece ders kitaplarındaki bilgiyi aktaran didaktik makalelerdir.”
Mustafa Kemal Atatürk ve Fizikçi/Bilim Tarihçisi/ Siyasetçi Prof. Dr. Erdal İnö-
nü’nün bu tespitleri ışığında, Türkiye’nin
Bilim ve Teknoloji Politikalarına ilişkin temel
problemi, 16 ve 17. Yüzyıllarda Avrupa’da
yaşanan buluşlar çağının toplamı olarak adlandırılan “Bilimsel Devrim” ile arasında bir
bağ kuramamasında yatıyor.
İnsanlık tarihinin binlerce yıla dayanan
geçmişini yeni bir aşamaya taşıyan bu devrim
sürecinin, Copernicus’un “Göksel Kürelerin
Devinimleri Üzerine” adlı eserinin yayınlanmasıyla başladığı kabul edilir. Copernicus,
güneş merkezli bir model sunarken, tedavülden kalkan ise Batlamyus’un dünya merkezli
modeliydi. Copernicus’un söylediği şuydu:
“Dünya kendi etrafında dönerken, güneşin
de etrafında dönmektedir.” Bu tek başına bir
astronomi ve fizik bilgisi değildir. Copernicus’un tezi, “dünyanın evrenin merkezi olduğu” kabullenişine dayanan Ortaçağın egemen
Hıristiyan görüşünün yıkılışını hızlandırdı.
Ardı ardına gelen keşiflerle birlikte Avrupa
bilimsel düşüncenin merkezi oldu. “Bilimsel
Devrim”, “Endüstri Devrimi” ile taçlandı. En
yalın haliyle söylemek gerekirse, Osmanlı İmparatorluğu yanı başındaki bu devrim sürecini ve olası sonuçlarını kaçırdı.
İslam ve Türk dünyasının, dünya bilim
tarihine yaptığı katkılar düşünüldüğünde, 16.
ve 17. Yüzyıl döneminde yaşanan bu yol ayrımının -tüm çabalara karşın- kalıcılaşması,
İslam dünyasının bugünkü tablosunu doğurmuştur. Ortaya çıkan bu tablo, İslam dünyası
açısından gerçekten de trajiktir. Trajiktir çünkü Müslüman bilim insanlarının astronomi,
fizik, tıp, matematik ve zooloji gibi alanlarda
çığır açıcı, öncü buluşlarıyla zenginleşmiş bir
bilim tarihinden söz edebiliyoruz, ancak “Bilimsel Devrim” çağında bu tarihin yaratıcıları
arasında İslam dünyasının ağırlığını maalesef
göremiyoruz.
(*) Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı.
(1) Prof. Dr. Albert Marche’nin raporu 1939 yılında “İstanbul Üniver��sitesi Hakkında Rapor” ismiyle yayınlandı. Dönemin Milli Eğitim
Bakanı Hasan Ali Yücel’in önsözüyle yayınlanan Rapor, genç Cum�
huriyetin yükseköğretim sistemine ilişkin reform hareketinin temelini oluşturdu. Bu rapor doğrultusunda hazırlanan 2253 sayılı Yasa
kapsamında Darülfünun kapatılarak İstanbul Üniversitesi kuruldu.
Bu sayededir ki tarihsel bir üniversite
birikimine sahip olmamasına rağmen Yükseköğretim Sistemi, eski YÖK Başkanı Prof.
Dr. Kemal Gürüz’ün ifadesiyle, Cumhuriyetin ilk 75 yılında 400 kat büyümeyi başarmış,
uluslararası düzeydeki bilimsel yayınlara göre
dünya ülkeleri arasında ilk 30 ülke arasına
girmiştir. Sayın Gürüz’ün çizdiği tablonun
günümüzdeki hali ise ne yazık ki pek iç açıcı
değildir. Örneğin ODTÜ Enformatik Enstitüsü URAP Başkanı Prof. Dr. Ural Akbulut,
Üniversitelerimizin 2009- 2013 Dönemindeki 5 Yıllık Performans Raporu’na ilişkin,
“Üniversitelerimizin yayınladığı bilimsel makale başına düşen ortalama atıf sayısı, dünya
ortalamasının çok altında kalmaktadır. Yayın
başına düşen atıf kriterine göre Türkiye, dünyada son sıralarda yer almaktadır. Türkiye bu kriterlere göre yalnızca gelişmiş ülkelerin değil, Yunanistan, Meksika, İspanya, Polonya, Tayvan,
Çek Cumhuriyeti ve Macaristan gibi ülkelerin
de gerisinde kalmıştır” değerlendirmesiyle bu
gerilemeye işaret etmektedir.
Bu yeni tablonun oluşmasında hiç şüphesiz ülkeyi yöneten kadroların, yükseköğrenimi de kapsayan eğitim politikalarındaki
yanlışlarının rolü vardır. Ancak sadece eğitim
politikalarından kaynaklı bir yanlışlığın ifadesi bizi doğruya götürmez. Bu yanlış eğitim
politikalarını ortaya çıkartan “sosyo kültürel”
halin de soğukkanlılıkla değerlendirilmesi gerekir. Şöyle ki Osmanlı’nın 16-17. yüzyıl’da
yaşanan Bilimsel Devrim’i kaçırmasına neden olan benzer halin, günümüz Türkiye’sine
hâkim kılınmaya çalışıldığı kabul edilmelidir.
Özü itibariyle siyasi iktidar, tercihini bilim
üretmeye çalışan bir Türkiye yerine, bilimsel
ürünü satın alan bir Türkiye’den yana yapmıştır. Bilgi çağının tüm enstrümanlarının
bir bütün olarak hayatımızda yer bulduğu,
eskinin yerini yeniye bırakma hızının gün
geçtikçe arttığı günümüzde, Türkiye iktisadi
bir kavram olarak “katma değeri yüksek ürün”
üretmek için gerekli olan teknolojik alt yapısını kuramamıştır. Türkiye, sadece orta gelir
değil aynı zamanda orta teknoloji tuzağına
düşmüş bir ülkedir.
Bu tuzaktan kurtulmanın tek yolu bilgi
toplumuna geçişin sağlanmasıdır. Bilgi toplumu sadece bir hedef değil, aynı zamanda
güçlü bir demokrasinin kurulmasında da olmazsa olmaz bir felsefi yaklaşımı temsil etmektedir. Çünkü AKP’nin eğitim sistemini
yaz- boz tahtasına çeviren politikaları, düşünce özgürlüğünü kısıtlayan, üniversiteleri
baskı altına alan uygulamaları, bilimin önünü
tıkayan yaklaşımları teknolojik gelişmemizi neredeyse sıfırlamıştır. Örneğin, 2015 yılı
itibariyle imalat sanayi ihracatında yüksek
teknoloji içeren ürünler sadece yüzde 3’ler
düzeyinde kalmıştır. Acı olan, “Bizden bilim
adamı çıkmaz” diyen bir bakanın da var olabilmiş olmasıdır.
Özetle, Yenikapı Mitingi’nde yaptığım
konuşmada da vurguladığım gibi Türkiye’nin
eğitim sistemi, acilen ve kalıcı bir şekilde değişmeli, tek tipçi bir anlayıştan kurtarılmalıdır. Eğitim, bilimsel aklın öngördüğü esaslara
dayandırılmış bir biçimde yeniden inşa edilmelidir. Bilim ve teknoloji alanında yapacağımız atılım, gelişmiş ülkelerle aramızdaki
uçurumu kapatacak devinim çocuklarımızın
fikri, irfanı ve vicdanı hür yetişmesine, dünyayı her şekilde ve biçimde sorgulamasına
bağlıdır.
29
YENİ TÜRKİYE 88/2016
Osmanlı’nın son dönemlerinde başlayan modernleşme hareketiyle, Cumhuriyetin
kurucu felsefesi olan “Bağımsızlık ve Batılılaşma” hareketinin özünü de geç kalınan devrim
sürecine yetişme çabası olduğu söylenebilir.
Bu bağlamda Mustafa Kemal’in 30 Ağustos
Zaferinin 2. yıldönümünde yaptığı konuşmasında ifade ettiği “Vatan ilim ve hüner, yüksek
medeniyet, hür düşünce ve hür zihniyet istiyor”
vurgusu önemlidir. Genç Cumhuriyetin dinamizmine temel oluşturan bu vurgu, bilimsel
çalışmaya duyulan ihtiyacı, bu ihtiyacın ancak
özgürlük temelinde gelişebileceği ve bu bağlamda bilim insanın göstermesi gereken cesareti işaret eder.
Download