hekimler malpraktis korkusu ile defansif tıbba yöneliyor

advertisement
haber / analiz
HEKİMLER MALPRAKTİS KORKUSU İLE
DEFANSİF TIBBA YÖNELİYOR
Son zamanlarda artan mediko-legal
suçlamalardan dolayı cerrahların büyük çoğunluğu riskli ameliyatları uygulamaktan kaçınıyor. Çünkü bu tür
büyük ve riskli ameliyatların komplikasyon geliştirme riski fazla olduğu için hastada olumsuz bir durum
gelişmesi halinde yaptıkları cerrahi
uygulamaların bilimsel olduğunu ve
gelişen tıbbi sorunların acemilikten
ve mesleki yetersizlikten değil de
hastalığın gidişinden kaynaklandığını mahkemelerde ispatlamaya ve
para cezası ödememeye çalışıyorlar.
Bu sorun aslında hastaların aleyhine
bir durum oluyor. Çünkü ilerleyen
yıllarda belki de gerçekten riskli ameliyatları yapacak cerrah bulmada zorluk yaşanmasına neden olacak.
ABD’de ve İngiltere’de yapılan bir
araştırmada doktorların artık riskli
ameliyatları yapmaktan kaçındığı ve
hastaları tedavi ederken öncelikle
kendilerini savunma psikolojisi ile gereksiz tetkiklere daha fazla başvurduğu gösterilmiş. Bu da sağlık hizmetlerinin maliyetinin artmasına sebep
62
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2016
oluyor. Yine bu çalışma ile ilgili görüş
bildiren bazı İngiliz cerrahlar müdahale edilmezse ölmek üzere olan hastalar için bunun ciddi bir sorun olacağını ve bu tür hastaların bundan zarar
göreceğini ifade ediyor.
Ülkemizdeki Sezaryen Oranlarının
Yükselmesine Neden Oluyor
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Jinekolojik Onkoloji bilim
dalı öğretim üyesi ve Türk Jinekoloji
ve Obstetrik Derneği Ankara şubesi
Genel Sekreteri Doç. Dr. Polat Dursun, konu ile ilgili şunları söyledi:
“Ülkemizde sezaryen oranları kabul
edilemeyecek oranda yüksek. Sağlık
Bakanlığımızın bu oranları azaltmak
için çalışmaları var. Ancak oranlar
istenen düzeyde düşmüyor. Medikolegal suçlamalar, ülkemizde artan
sezaryen oranlarının da önemli bir
sebebi, tabi ki artan sezaryen oranlarının tek sebebi değil ama önemli
sebeplerden birisi. Çünkü normal
doğuma bağlı anne ve bebekte ge-
lişebilecek sorunlarda suçlanmamak
için doktorlar artık daha kolay sezaryen kararı veriyor. Bu da ülkemizdeki
sezaryen oranlarının yükselmesine
katkıda bulunuyor .
Vajinal doğum sırasında annede
doğum kanalının yırtılması, vajinal
yırtılmanın makata uzaması, idrar
kaçırma, idrarın ve büyük abdestin
vajinadan gelmesi, doğum sonrası
kanamanın durmaması ve rahimin
alınması gibi sorunlar olabiliyor. Bebekte ise doğum sırasında oksijensiz
kalma, doğum kanalında takılma,
kordon sarkması ve dolanması, bebeğin kalp atışlarının aniden azalması, köprücük kemiğinin kırılması, kola
giden sinirlerde hasarlanma olması
gibi doğum eyleminden önce öngörülemeyecek ve önlenemeyecek
bir takım komplikasyonların gelişme
riski her zaman var. Bu risklerin birçoğu ancak sezaryen ile önlenebilmektedir. Vajinal doğumda problem
olmadığında herkes mutlu fakat işler
yolunda gitmediğinde ve söylediğim komplikasyonlardan herhangi
biri geliştiğinde ise anne, babanın ve
adli bir durum gelişmesi durumunda
hakimin doktora sorduğu ilk soru,
“Niçin sezaryene almadın?” oluyor.
Bu korkulardan dolayı birçok kadın
doğum doktoru artık daha kolay sezeryan kararı veriyor.
Bu suçlamalar nedeniyle doktorlar
artık normal doğum takip etmek istemiyor veya daha fazla sezaryen yapıyor. Jinekolojik kanserlerde de benzer
bir durumu görmekteyiz ve doktorların riskli kanser ameliyatlarını yapmaktan kaçındığını görmekteyiz.
Malpraktis Suçlaması ile
Yükselen Sezaryen
İhtisas Mahkemeleri veya Malpraktis
Değerlendirme Kurulları Kurulmalı
Malpraktis suçlaması ile yükselen sezaryen oranlarını azaltmanın en etkili
yolu ise hekimlerin bu suçlamalara
maruz kalmasını önleyecek yasal düzenlemelerin yapılması. Bilimsel bilgiler ışığında doktorun yaptığı işlemler
sonucunda gelişen öngörülemeyen
komplikasyonlar olması durumunda
doktorun haksız tazminat suçlaması
ile karşı karşıya kalmaması gerekiyor. Bu konuda Sağlık Bakanlığımıza
önemli bir görev düşüyor. Çünkü Bakanlık sezaryene negatif performans
sistemi uygulamasına rağmen aşırı
yüksek olan sezaryen oranlarını istenen oranda düşüremiyor.
Mahkemelerimizin yükü çok fazla sadece sağlıkla ilgili komplikasyon ve
Malpraktis uygulamalarının değerlendirildiği mahkemeler veya Malpraktis değerlendirme kurulları kurulmalı ve yargı süreci hızlandırılmalı.
Uzmanlardan oluşan Malpraktis suçlamalarını değerlendiren bir komisyon kurularak bu tür davaların uzun
yıllar sürmesinin önüne geçilmeli
ve bu konu ile ilgili uzmanlaşmış bir
kurulun karar vermesine olanak sağlanmalıdır. Aksi takdirde defansif tıp
uygulamaları nedeniyle hem hastalar
alması gereken sağlık hizmetini alamayacak hem de sağlık hizmetlerinin
masrafı gün geçtikçe artacak. Saygın
bir tıp dergisinde yayınlanan makalede defansif tıp uygulamalarının
ABD’de her yıl sağlık harcamalarını
milyarlarca dolar arttırdığı belirtiliyor.
Sağlık Bakanlığımız vajinal doğumu
kendi koruması altına alıp oluşabilecek komplikasyon ve Malpraktis
suçlamalarının sorumluluğunu yüklenmeli. Hekimleri normal doğum
için cesaretlendirmeli. Aksi takdirde
alacağı önlemler kabul edilemeyecek
kadar yüksek olan sezaryen oranlarını azaltmaya maalesef yetmeyecek.
Bilimsel Bilgi Işığında Yapılan Tıbbi
Uygulamalardan Ceza Alınmamalı
Avrupa’da birçok ülkede hekimler
bilimsel bilgi ışığında yaptıkları tıbbi
uygulamalardan dolayı ceza almazlar
ve bu korku ile tıbbi bir karar vermezler veya Malpraktis söz konusu olsa
bile bunu ya devlet veya oluşturulan
sigorta fonları karşılar.
ABD’de kadın doğum doktorlarının
yüzde 75’inin kariyerlerinin bir döneminde malpraktis suçlaması ile karşılaştığı rapor edilmiş ve bu sebeple
doktorların bir kısmı riskli hastaları
takip etmeyi bırakmış ve hatta bir kısmı da mesleğini bırakmıştır. ABD’de
yayınlanan saygın bir bilimsel dergi
olan American Journal of Obstetrics
& Gynecology’de yayınlanan araştırmada, ABD‘deki malpraktis davaları
artıkça ülkedeki sezaryen oranlarının
da arttığı gösterilmiştir.
Doktorlarında Mesleki Saygınlığı
Zedelendiği Gerekçesi ile Dava Açma
Hakkı Var
Haksız yere mediko-legal suçlamalara maruz kalan doktor motivasyonunu ve idealizmini yitiriyor ve riskli
ameliyatlardan kaçınıyor. Hastaların
bir kısmı komplikasyon gelişmesi
durumunda bunu bir tehdit unsuru
gibi kullanıyor ama unutulmamalıdır
ki doktorların da mesleki saygınlığı
zedelendiği gerekçesi ile dava açma
hakkı var. Mahkemelerin bazı davalarda hükmettiği tazminat miktarlarını gördüğümüzde bu tazminat
miktarlarını ortalama bir doktorun
tüm meslek hayatı boyunca kazanması mümkün değildir. Bu da yeni
nesil doktorlarda ümitsizlik ve başka
alanlara yönelmelere yol açmaktadır.
İdealist ve Çalışkan Doktorlar Cerrahi
Branşlar Yazmıyor
Tıpta uzmanlık sınavında artık idealist
ve çalışkan doktorlar cerrahi branşlar
yazmıyor. Artık çalışması daha kolay
nöbeti olmayan ve Malpraktis suçlamasına maruz kalmayacakları branşları daha çok tercih ediyorlar. Eğer
bu gidiş devam ederse, defansif tıp
uygulamaları artacak hekimler riskli
hastaları tedavi etmekten kaçınacak
ve sağlık hizmetlerinin maliyetleri zamanla daha da artacak. Sağlık Bakanlığımızın bu konuda gerekli tedbirleri
alması ve hekimleri koruyucu yasal
düzenlemeleri yapması gerekiyor.”
Hiçbir Hekim Hiçbir Sebeple Hastanın
Hayatına Mal Olacak Bir Durumda
Görevden Kaçmayı Düşünmez
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı öğretim
üyesi Prof. Dr. Tamer Akça ise konu
ile ilgili şu görüşleri paylaştı: “Defansif tıp, yani hekimin hastaya yapması
gereken bazı tedavi girişimlerinden
kaçınmak zorunda kalması maalesef
son zamanlarda gündemde yer işgal
eder hale geldi. Hiçbir hekim hiçbir
sebeple hastanın hayatına mal olacak bir durumda görevden kaçmayı
düşünmez.
Geçmişte “paternalist” yani “babacıl”
bir hekim imajı vardı insanların gözünde. “Sen ne dersen öyle olsun”
derdi hastalar hekimine. Esasen bu
yaklaşım gelişen insan hakları kavramının hasta hakları kavramını doğurduğu son yıllara kadar ülkemizde yaygın olarak geçerliydi. Ancak
özellikle gelişmiş batı uygarlığının
insanın kendisi ile ilgili kararları kendisi alması anlamına gelen “özerklik”
kavramını geliştirmesiyle yavaş yavaş
terk edilmekte. Artık hastalar hastalıkları ile ilgili bilgileri daha açık ve
anlaşılır şekilde öğrenmek istiyorlar.
Böylece tedavi sürecinde katılımcı bir
rol oynayarak hekimi ile birlikte kararlara katılıyorlar.
Senin Maaşını Ben Ödüyorum!
Modern dünyanın gereği olan “özerklik” kavramının tam anlamını bulabilmesi için hastanın bilmesi gereken
bilgilerin tamamının anlayacağı bir
dille kendisine aktarılması gerekiyor.
Ancak bu yeterli değil. Hastanın da
anlatılanları anlayacak entelektüel
kapasiteye sahip olması gerek. Bu
kapasite ise ancak eğitim ile olur. BuSAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2016
63
gün geldiğimiz noktada eğitim maalesef televizyonlarda, sinemalarda
seyredilen yabancı dizi ve filmlerden
alınıyor. Yani hastalar “özerklik” kavramını oluşturan dinamiklerden habersiz olarak “özerklik” kelimesinin içini
boşaltıyorlar. Böyle olunca da “Senin
maaşını ben ödüyorum” klişesi ortaya çıkıyor. Hasta bu kavram ile her
türlü hakka sahip olduğuna kanaat
getiriyor ve hekimi ile iletişimi başka
bir alana kaydırıyor. Sonuçta her gün
gazetelerde ve televizyonlarda ibretle izlediğimiz hekime şiddet görüntüleri ortaya çıkıyor.
Herkes Kendi Adaletini Sağlama
Peşine Düşüyor
Son zamanlarda toplumumuzda hızla yaygınlaşan “hekimi değersizleştirme” eğilimi, hekimi yıllarca edindiği
bilgi ve tecrübesini hastasına aktarmak için gecesini gündüzüne katan
insan konumundan, her istendiğinde
darp edilebilecek veya öldürülebilecek bir memur konumuna çekti. Artık
hekimi öldüren bir kişi medyanın sorularına gülerek “Benim böyle zevklerim var” diyebiliyor. Bu durumun
sebebi öncelikle geçmişteki o Anadolu zarafetinden hızla uzaklaşıyor
olmamızda, sonra da adalet kavramının içini boşaltmamızda. Oysa bir
hekimin yaptığı girişimden dolayı
gerçekten mağdur olan kişilerin başvuracakları yer adalet sistemi olmalı.
Adalet sistemi de hem hastaya hem
de hekime gerçek suçluyu ortaya çıkarıp ona hesap sorabilecek güçte
olduğunu hissettirmek zorunda. Bütün bunlar olmayınca herkes kendi
adaletini sağlam peşine düşüyor.
Hekimlerin Rekor Tazminatlar
Ödeyeceği Bir Demokles’in Kılıcı Halini
Alacağı Endişesi
Defansif tıp uygulamalarının bir diğer önemli nedeni de; içeriği tam
olarak bilinemeyen, halen uygulamaya girmeyen ve girdiğinde de nasıl
uygulanacağı bilinmeyen Malpraktis
yasası. Normalde hastaların hekimler tarafından mağdur edilme olasılıklarını en aza indirgeme amacıyla
hazırlanan yasanın sonuçta sadece
hekimlerin rekor tazminatlar ödeyeceği bir Demokles’in Kılıcı halini
64
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2016
alacağı endişesi oldukça yaygın. Yasa
yanlış kurgulanır ve yanlış uygulanırsa hekimlerin kazandıkları paralar
ile bu cezaları ödemeleri olası değil.
Öte yandan “Tıbbi Kötü Uygulamaya İlişkin Zorunlu Mali Sorumluluk
Sigortası” da yine hekimin maaşı ile
karşılayamayacağı kadar yüksek tazminatları öngörmekte.
Tüm bu sebepler alt alta toplandığında zaman zaman hekimlerin bazı
girişimleri yapmaktan kaçınmalarını
anlamak zor değil. Tekrarlamak istiyorum, bu kaçınmalar asla bir hastanın hayatına mal olacak durumlar
değildir, olamaz.”
Defansif Tıp Halk İçin Verilebilecek En
Büyük Zarardır
Türkiye Maternal Fetal Tıp ve Perinatoloji Derneği Etik ve Hukuk alt
grubu Başkanı Doç. Dr. İsmail Dölen,
bu konuda şu yorumda bulundu:
“Bir ülkede Defansif tıp uygulaması
özellikle yüksek riskli hastalara verilebilecek en büyük zarardır. Ülkeler
hekimlerin defansif tıp uygulamasına yönelmesini önleyecek tedbirler
almalıdır. Hekimin etik ve yasal önceliği hasta yararıdır. Defansif tıp uygulaması, hekimi tıbbi etik prensiplerin
ihlaline zorlarken sadece sağlık endüstrisine yararlı olmaktadır. Hasta,
hekim, ülke ekonomisi ise ciddi zarar
görmektedir."
Malpraktis davaları ile ilgili farklı örneklerle ele alan Av. Pınar Aksoy merak edilen soruları yanıtladı.
beceri eksikliği veya hastaya tedavi
vermemesi ile oluşan zarar” şeklinde
tanımlanmış. Tıbbi bakım ve tedavi
sırasında görülen ve hekimin hatası
olmayan durumlardan (komplikasyon) ayırt edilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
Müdahalenin Hukuka Uygunluğu İle Tıbbi
Olması Aynı mıdır?
Müdahalenin hukuka uygunluğu ile
tıbbi olması farklı kavramlardır. Tıbbi müdahalenin hukuka uygunluğu
için dört şartın olması gerektiğini
kabul ediyoruz. Bunlar; tıp mesleğini
icraya yetkili olan bir kişi tarafından
yapılması, hastanın aydınlatması ve
rızasının alınması, tıp biliminin verilerine göre tıbbi standartlara uygun
yapılmasıdır. O günkü genel kabul
görmüş tıbbı uygulama standartları
çerçevesinde ortalama bilgi düzeyi,
beceri ve özene sahip bir hekimin
göstermesi gereken davranış şeklinin gösterilmemesi halinde kusur söz
konusu olacaktır. Hekim ya da sağlık
personelinin kusurlu eylemi neticesinde ortaya çıkan zarardan dolayı
tazminat yükümlüğü doğabilecek
veya ceza soruşturması ile karşı karşıya gelebilir.
Malpraktis Davalarının Sayıları Ve
Sonuçları Araştırması Gibi Bir
Çalışma Var mı?
Hekim ile hasta arasındaki ilişkinin
temelini güven ilişkisi oluşturmaktadır. Hasta kendi geleceğini belirleme
hakkını yönetirken hekimiyle arasındaki güven ilişkisi temelinde hareket
eder.
Tıbbi kötü uygulama sonucunda hekimler ya da sağlık personeli iki tür
dava şekliyle karşı karşıya kalabilir.
Bunlar, ortaya çıkan maddi ve manevi
zararların tazmini için açılan tazminat
davaları ve eylemin Türk Ceza Kanunu anlamanın da suç kabul edildiği
durumlarda açılan ceza davalarıdır.
Bu tarz davalar adli yargıda görülüp,
yerel mahkemelerce verilen kararların temyiz merci Yargıtay’dır.
Hekimlik doğası gereği riskli bir meslektir. Her tıbbi girişim sonucunda,
tıbbın kabul ettiği ortaya çıkabilecek
kötü sonuçlardan hekim sorumlu
tutulamaz. Dünya Tabipler Birliği’nin
1992 yılında yapılan 44. Genel
Kurulu’nda kabul edilen bildirgesine
göre; Tıbbi Malpraktis (tıbbi uygulama hataları) “hekimin tedavi sırasında standart uygulamayı yapmaması,
Ancak idare tarafından yürütülen
sağlık hizmetinin sunumundan dolayı birey zarara uğramış ise, bu zararın tazminin yükümlüsü idaredir.
İdare’nin verdiği sağlık hizmeti nedeniyle ortaya çıkan zararın tazmini
için İdare aleyhine, idare mahkemelerinde tam yargı davaları açılabilir.
Bu tarz davaların temyiz merci ise
Danıştay’dır.
Malpraktis Davası Nedir?
Ülkemizde maalesef Yargıtay ve
Danıştay’ın tüm kararları konularına
göre tasnif edilerek yayınlandığı ve
istatistiklerinin paylaşıldığı platformlar mevcut değil. Dolayısıyla bu konuda kesin rakamlar vermek imkansız. Bu alanda çalışmalar bir an önce
yapılmalıdır. Bu da yargının da işini
kolaylaştıracaktır.
Açılan Davalarda Kusurun Tespitini
Kim Yapar?
Tıbbi kötü uygulama sebebiyle açılan davaların pek çoğunda kusurun
tespiti için bilirkişi incelemesi yapılır.
Bilirkişi incelemesi, Adli Tıp Kurumu,
üniversitelerin ilgili ana bilim dalları,
Yüksek Sağlık Şurası veya adli yargı
yeri bilirkişi listesine kayıtlı kişilerce
gerçekleştirilir. Eskiden ceza davalarında Yüksek Sağlık Şurasına başvurmak zorunluydu. Bu kanun Anayasa
Mahkemesi tarafında iptal edildi.
Çalışmalardan Örnekler Verebilir misiniz?
İşte bu kurumların yaptığı ve bilimsel toplantılarda paylaştıkları bazı
çalışmalar var. Bir çalışmada; Adlı Tıp
Kurumuna tıbbı hata raporu için gelen dosya sayısının 2004 yılında 295
olan, 2005 yılında 620’ye yükselirken, 2013 yılında ise 3 bin 6 olduğu
belirtilmiştir.
Yargıya yansıyan uyuşmazlıklarda
uzmanlık alanlarına göre sınıflandırıldığında birinci sırayı kadın doğum
branşının aldığını onu genel cerrahi
ve pratisyen hekimlerin takip ettiğini
görüyoruz.
1 Ocak 2000 ve 31 Aralık 2007 arasındaki 18 gazetenin internet ortamında incelendiği bir çalışmada hatalı
tıbbı uygulamalar ile ilgili 172 adet
haber örneklemi tespit edildi. Hatalı
Tıbbı uygulamaların; yüzde 19.2’sinin
tedbirsizlik,17.4’ünün yanlış tedavi,
yüzde 11.6’sının dikkatsizlik, yüzde
10.5’inin yanlış tanı ve yüzde 8.7’sinin
de yanlış ilaç olduğu değerlendirildi.
Yurt Dışında Bu Alanda Örnek
Verebileceğiniz Davalar Var mı?
New England Journal of Medicine’in
18 Ağustos 2011 tarihli sayısında yer
alan bir makale yayınlandı. Amerikan
Tıp Birliği (AMA) tarafından yaptırılan
bir ankette, katılımcı doktorların yüzde 5’inin Malpraktis suçlamasıyla karşı karşıya kaldığı, kadın hastalıkları ve
doğum uzmanları, anestezistlerin ve
cerrahi uzmanlık alanlarının en çok
Malpraktis suçlamasıyla karşılaştığı
belirtildi.
Amerika’da hekimlerin sigorta poliçeleri için ödediği prim tutarlarının
çok yüksek olduğu, hekimlerin riskli
tıbbi müdahalelerden kaçındığı biliniyor.
Ülkemizde de son yıllarda verilen tazminat tutarları bir hayli yüksek. Örneğin doğuştan kambur olan hastanın
yanlış ameliyat sonucu felç kalması
sebebiyle İdare aleyhine açılan ve
Danıştay tarafından onanan davada,
yerel mahkeme kararına göre bir milyona yakın tazminat ödendi.
Yine yanlış sünnet sebebiyle cinsel
uzvunu kaybeden hasta lehine altı
yüz bine yakın tazminat idare tarafından ödendi. Bu rakamlar ülkemizdeki en yüksek tazminat tutarları olması
bakımından verdim.
Bu Davalara Doktorlar Nasıl Bakmalı?
Uygulamada en çok hekim arkadaşların şu soruları ile karşılaşıyorum.
“Bana karşı dava açılması yanlış. Bu
davayı açana karşı tazminat davası
açabilir miyim, şikayet edebilir miyim?” diye soruyorlar.
Çok önemli evrensel hukukta kabul
ettiğimiz bir hukuk kuralı var: Hak
arama hürriyeti engellenemez. Dolayısıyla kişi iftira atmadığı sürece
açmış olduğu dava sebebiyle suçlu
değildir.
Dava durumunda mutlaka profesyonel bir hukuk hizmeti almalarında
fayda var. Dava türleri kendi içlerinde o kadar özellikli ki olası bir yanlış
savunma telafisi imkansız zararlara sebep olabilir. Ayrıca bu davalar
uzun sürüyor. Mesela 2007 ‘den beri
takip ettiğim bir dava var. Karar
Yargıtay’dan bozuldu ve yargılama
hala devam ediyor. Uzun süren davalar sebebiyle emek ve zaman kaybına
uğramamak için hukuki destek almak
çok önemli. Uygulamada, hastane ve
hekimin birlikte dava edildiği durumlarda hekimlerin “ne olsa hastane ta-
rafından dava takip ediliyor” düşüncesiyle, davaları takip etmediklerini
görüyoruz. İşte bu gibi durumlarda
hak kayıplarının doğma ihtimali çok
yüksek.
Dava veya ceza soruşturması ile karşılaşan hekim, vakit kaybetmeksizin
tıbbi kötü uygulamaya ilişkin sorumluluk sigortası poliçesindeki sigortacısına bildirim yapmalı.
Hastalar Açısından Bu Durum Avantajlı
mı Dezavantajlı mı?
Hak arama hürriyeti hiçbir şekilde
engellenemez. Hasta, tıbbi kötü uygulamaya maruz kaldığını düşünüyor ise dava açma ve şikayet etme
hakkını kullanabilir. Aynı zamanda
tabip odaları ve il sağlık müdürlükleri
nezdinde başvurularda bulunabilir.
Tıpta Uzmanlık Sınavında Hekimler
Cerrahi Branşlardan Uzaklaşmaya
Başladı. Bu Konuda Ne Düşünüyorsunuz?
Yargıya yansıyan davaların branş bazında türlerine baktığımızda cerrahi
branşlarda dava sayısının arttığını
görüyoruz. Bunun dolaylı etkisiyle hekimlerin defansif tıbba doğru
yöneldiği, çekinik davrandığı tespit
ediliyor. Bu davranışların temel sebebi açılması muhtemel tıbbi kötü
uygulama davalarından korunmaktır. Özellikle 1970’li yıllarda Amerika
Birleşik Devletleri’nde yapılan çalışmalarda hekimlerin hukuki sorumluluktan kaçmak için, gerekli olmadığı
halde teşhis ve tedaviye yönelik uygulamaları daha sık gerçekleştirdikleri ya da tam tersi bir şekilde risk
barındırdığını düşündükleri, hasta
ve tedavi yönteminden kaçındıkları
tespit edilmiştir. Defansif tıp uygulamaların pek çoğu hastanın sağlık hizmetinden faydalanma hakkına yani
sağlık hakkına ve hasta haklarının
ihlallerine neden olmaktadır.
Pek tabi tüm bunların yanında hekimler, içinde pek çok risk barındıran
cerrahi branşlarda uzmanlaşmaktan
çekinmemelidirler. Bu davranışın
altında tıbbı kötü uygulama davalarından dolayı risk altında olmamak
istemelerinde de bir etken olduğunu
söyleyebiliriz.
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2016
65
Download