ÜNİTE

advertisement
HEDEFLER
İÇİNDEKİLER
DİNİN TANIMI VE MAHİYETİ
• Giriş
• Din Kavramı ve Mahiyeti
• Dinin Kaynağı
• Tabii Din/Beşerî Din
• Dinlerin Sınıflandırılması
• İlahî Dinlerin Ana Özellikleri
• Dinin Önemi
• İslam Dini ve Diğer Dinler
İSLAM İNANÇ
ESASLARI
Doç.Dr. Hatice ARPAGUŞ
• Bu üniteyi çalıştıktan sonra
• Din kavramı ve dinin mahiyetini öğrenebilecek
• Dinin kaynağına ait yeterli bilgi elde edebilecek
• Dinin önemini ve gereğini anlayarak İslam'ı
diğer dinler ile karşılaştırıp İslam'ın
güzelliklerini anlayabileceksiniz.
ÜNİTE
1
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
GİRİŞ
“Din”, “tanımı zor olan” kavramların başında gelmektedir. Zira onu
tanımlarken öyle bir ifade kullanmak gereklidir ki bu ifade hem geçmişte ve hem de
günümüzde mevcut bütün inanç şekillerini kuşatan ve “hepsinde müşterek olan
esasları” kapsayan bir özelliğe sahip olsun. Böyle bir tanımın zorluğu aşikârdır.
Hayatın en vazgeçilmez
gerçeği: Din
Bütün zorluklarına rağmen yine de dinin çeşitli tanımları yapılmıştır.
En geniş anlamda “din”, dikey olarak insanın tanrı ile, yatay olarak da diğer
insan ve varlıklarla münasebetlerine esas olacak ve hayatına yön verecek kurallar
bütününe verilen addır. İslam dininde gerek Kur’an’da ve gerekse hadislerde birçok
anlamda kullanılan bu kelime, kavram olarak “insanlığın en önemli faaliyeti” olan
“inanma” yı, bir yaratıcıya olan “itaat” ve “ibadet” etmeyi, “ahlâkî davranışlar” ı,
“fazilet ve iyilikler” i, “toplumsal düzen” i, “doğru yolda olma” yı ifade etmektedir.
DİN KAVRAMI VE MAHİYETİ
Din Kavramı
Sözlük Anlamı
Arapça kökenli bir kelime olan ve “d-y-n” kökünden gelen din kelimesi
sözlükte “örf, adet, ceza, karşılık, mükâfat, itaat, üstünlük, egemenlik, zorlamak,
itaatkâr olarak kendini bir güce teslim etmek, borçlanmak, boyun eğmek, hakkını
almak, ödünç almak, boyun eğdirmek, idare etmek, hâkimiyet, galibiyet, saltanat,
mülkiyet, hüküm ve ferman, makbul ibadet, millet, şeriat, kanun, yol, taklit, hesaba
çekmek, ceza veya mükâfat vermek” gibi anlamlara gelmektedir.
Kur’an-ı Kerim’deki Anlamı
Kur’an-ı Kerim’de din kelimesi doksan iki yerde yalın hâlde geçmekte, üç
ayette ise değişik türevleri ile yer almaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de din sözcüğü surelerin “nazil oluş” sırasına göre değişik
anlamlar kazanmaktadır. Bu nazil oluş sırasını “Mekkî” ve “Medenî” şeklinde;
Mekkî ayetleri de kendi aralarında Mekke döneminin ilk yarısında ve ikinci
yarısında inen ayetler olarak sıralamak mümkündür.
Mekke döneminin ilk yarısında inen ayetlerde din kelimesi, “yevmü’d-din”
(din günü, hesap, ceza-mükâfat günü) şeklinde geçmekte ve insanın, iman ve
ameline göre hesaba çekileceği ahiret gününü ifade etmektedir (Fatiha, 1/4;
Zâriyât, 51/6).
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
2
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
Kur’an’da din kavramı
Mekkî surelerde ayrı
Medeni surelerde ayrı
bağlamda kullanılmıştır.
Mekke döneminin ikinci yarısında ise, ilk dönemdeki “sorumluluk” ve
“hesap” anlamından bir adım daha ileri gidilerek din kelimesine, “tevhit” ve
“teslimiyet” anlamları yüklenmekte, insanın sadece Allah’a ibadet etmeleri, ona
ortak koşmamaları vurgulanarak dinin Allah tarafından konulan ve insanları ona
ulaştıran yol olduğuna dikkatler çekilmektedir. Bu dönemde inen en önemli
ayetlerden birinde “dînen kayyimen” (dosdoğru din) ifadesi ile “millete İbrahim”
(İbrahim’in dini) ifadeleri, aynı ayette birbiri ardınca ifade edilmektedir. (En’âm,
6/161).
Medine döneminde ise tevhide inanan fertlerden, “ümmet” olarak
nitelendirilen ve kendisini Allah’a teslim edenler cemaatine/şuurlu birlikteliğine
geçildiğinden dolayı millet kavramıyla “ümmet” kastedilmekte ve “Millet-i İbrahim”
ile “Müslimîn” kelimeleri bir arada geçmektedir. (Hacc, 22/78) Ayrıca, “Dinü’l-hakk”
ifadesiyle de tahrif edilmiş olan batıl dinlere karşı bu “yeni dinin sağlam esasları”
belirtilmiş ve onun bütün dinlere üstün kılınacağı müjdelenmiştir (Tevbe, 9/29, 33;
Fetih, 48/28; Saff, 61/9).
Yine Medine döneminde
“Allah katında din şüphesiz İslam’dır” (Âl-i İmran, 3/19; Bakara, 2/193);
“Kim İslam’dan başka bir dine yönelirse, onun dini kabul edilmeyecektir, o
ahirette de kaybedenlerdendir” (Âl-i İmran, 3/85)
mealindeki ayetlerle İslam’ın diğer dinlere karşı üstünlüğü vurgulanmaya
çalışılmıştır.
Özetle söylemek gerekirse, Mekke döneminde din kavramı: tarihin akışına
ve tabiatın gidişine yön veren, zamana ve âleme hükmeden, dini ortaya koyan,
hesap gününü elinde tutan bir “Allah’ın otoritesi” anlamını ifade eden muhteva
kazanmıştır. Medine döneminde ise bu muhteva daha da genişletilerek kişinin
Allah’a bağlı bir hayat sürdürmesi, Müslüman topluluğa karşı görevlerini yerine
getirmesi; Allah’ın mutlak tasarruf ve hâkimiyete sahip olması (Bakara, 2/193;
Enfâl, 8/39) gibi anlam zenginliğine kavuşmuştur.
Şurası da asla unutulmamalıdır ki, Kur’an-ı Kerim’de din kelimesi sadece
“Müslümanların inançlarını” değil, aynı zamanda “başkalarının inançlarını” da
ifade etmek üzere kullanılmıştır. Fakat “özel anlamda” din kelimesiyle “İslam”
kastedilmiş (Âl-i İmran, 3/99), bütün peygamberlerin getirdiği dinin İslam olduğu
ifade edilmek suretiyle “İslam” ile “din” adeta özdeşleştirilmeye çalışılmış ve “eş
anlamlı iki kelime” gibi sunulmuştur (Âl-i İmran, 3/85; Nisa, 4/125; Mâide, 5/3;
Şûrâ, 42/13).
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
3
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
Son olarak ifade etmek gerekir ki, Kur’an’da din kelimesi hem “Uluhiyet”
hem “ubudiyet” anlamlarını ifade etmektedir. Buna göre din kelimesi “Hâlık” ve
“Mabûd” olan Allah ile ilintili olarak “hâkim olma, itaat altına alma, hesaba çekme,
ceza-mükâfat verme” gibi anlamlara gelirken; “mahlûk” ve “âbid” olan kul ile ilintili
olarak da “boyun eğme, aczini anlama, teslim olma, ibadet etme” gibi anlamlara
gelmektedir.
Dinin Mahiyeti
Yukarıda, tanımı yapılabilen en zor kavramların başında dinin geldiğini ve
din kavramını tanımlarken gerek geçmişte yaşamış gerekse günümüzde mevcut
bütün inanç şekillerini kuşatan ve hepsinde müşterek esasları ifade eden bir tanım
yapmanın zorluğunu ifade etmiştik. Bizler şimdi bu zorluğu aşmak ve “çok genel”
bir din tanımı yapmak için önce Batılı ilim adamları tarafından ortaya konan din
tariflerini incelemek istiyoruz.
Batılı Bilim Adamlarına Göre Din
Bütün dinlerde şu temel
unsurlar vardır:
Zihinsel unsur
Duygusal unsur
Taabbudî unsuru
Sosyal unsur
Çağdaş Batılı bilim adamları tarafından yapılmış olan din tarifleri
birbirlerinden farklılık arz etmekte olup bizim burada hepsini ele alarak teker teker
incelemeye konumuz uygun düşmemektedir. Fakat şu kadarını söyleyelim ki bu
tarifler büyük ölçüde, beş unsurun birini ya da birkaçını öne çıkararak yapılmış
tariflerdir. Bu beş unsur ferdî tecrübeile zihnî, hissî, taabbudî ve içtimaî unsurlardan
oluşmaktadır. Ferdî tecrübe dışında kalan ve hemen hemen bütün dinlerin özünde
bulunan bu “dört unsuru” şu şekilde açıklamak mümkündür:

Zihinsel (zihnî) unsur: İnsanda doğuştan gelen ve
kendiliğinden gelişen “üstün güç” ve “kudret” sahibi bir şeyin
varlığının zihnen kabulü. İşte bu kabullenmede “tanrı” kavramı
veya çok genel ifadesiyle “kutsal” kavramı, bütün dinlerin özünde
var olan en temel unsurdur.

Duygusal (hissî) unsur: Zihnen varlığı kabul edilen bu güç
ve kudrete karşı kalben duyulan “bağlılık” duygusu. Bu unsur da
bütün dinlerin özünde var olan en temel unsurlardan biridir.

Kulluk şuuruyla ilgili davranış (taabbudî) unsuru: Zihnen
varlığı kabul edilen, kalben kendisine bağlanılan yüce kudrete karşı
bazı davranışları yapma yükümlülüğü.

Sosyal (içtimaî) unsur: Bu üç unsuru birlikte paylaşan
insanların oluşturduğu sosyal grup.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
4
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
İşte bütün dinlerde bu dört temel unsura ve bunlarla birlikte yaşanılan
“ferdî tecrübe” unsurunun varlığına şu veya bu şekilde mutlaka rastlanılmaktadır.
Ayrıca bu unsurlar yanında, hemen hemen bütün dinlerde bulunabilen şu
unsurlar da söz konusudur:

Tabiatüstü/insanüstü varlıklara inanç: Örneğin tanrı,
melekler, cinler gibi varlıkların mevcut olduklarına inanma.

Kutsal ile kutsal olmayanı ayırma.

Tabiatüstü/insanüstü varlık veya kutsalla ilgili korku,
güven, sır, günahkârlık, tapınma gibi duyguların varlığı.

Tabiatüstü/insanüstü varlık ile olan irtibat. Bu irtibat,
vahiy, peygamber, dua, niyaz, ilham gibi yollarla gerçekleştirilmeye
çalışılmaktadır.

İbadet, ayin ve törenler.

Kutsal kitap, ahlâkî kanunnameler gibi yazılı veya yazısız
gelenekler.

Âlem-insan, hayat-ölüm ötesi gibi ilişkilere ait görüşler ve
belli bir hayat nizamına ait prensipler.

Sosyal grup (cemaat) ve bu gruba ait olmak.
İslam Bilginlerine Göre Din
Dinin gerçek sahibi Allah
Teala’dır
İslam bilginleri din kavramını tanımlarken Kur’an-ı Kerim ve hadis-i
şeriflerde yer alan açıklamaları esas almışlar, din konusundaki tüm açıklamaları bu
iki şeyi göz önünde bulundurarak yapmışlardır. Bundan ötürüdür ki, İslam
bilginlerinin din tarifleri “hak din” için düşünülmüş “dar kapsamlı” tariflerdir.
İslam bilginlerinin yapmış oldukları din tanımları çoktur ve elbette ki
bunların tümünü burada ele almanın imkânı yoktur. Bunları ayrı ayrı ele alma
yerine, söz konusu tanımlarda yer alan ortak noktaları sunmanın daha yararlı
olacağı aşikârdır.
İslam bilginlerinin yapmış oldukları din tanımlarının ortak noktalarını
maddeler hâlinde şöyle sıralayabiliriz:

Tanımlamalarda
dinin
“ilahî
kaynaklı”
olduğu
vurgulanmaktadır. Bu düşünce tarzına göre gerçek din “beşer
kaynaklı” olamaz.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
5
Dinin Tanımı ve Mahiyeti

Tanımlamalarda dinin “akıl” ve “irade” ile ilişkisi
gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu da dinin bir “akıl” ve “tercih”
meselesi olduğu anlamını taşımaktadır.

Din insanları “özü itibariyle hayır olan” şeye yönelten bir
kanundur. Bu da dinin aynı zamanda bir “aksiyon alanı” olduğunu
göstermektedir.
Tüm bunlara göre İslam bilginlerinin yapmış olduğu tariflerde din, insanın
kâinattaki varlıkları gözlemleyerek “duyular-üstü” ilahî gerçekleri kavramasından
ibaret bir sistem şeklinde görülebileceği gibi, kişinin kendi çabasıyla ulaşamayıp,
sadece “vahiy” kanalıyla elde edebildiği gerçekler bütünü şeklinde de görülebilir.
Buna göre hak dinin tanımı şu şekilde yapılabilir: Din akıl sahibi insanları
kendi tercihleri, istek ve arzularıyla bizzat hayırlı olan şeylere götüren, onları
dünyada ve ahirette iyiliğe ve mutluluğa ulaştıran ilahî bir kanundur.
Bu duruma göre din, Allah Teala tarafından konulmuş bir kanunlar
dizgesidir. Akıl sahibi insanları kendi istekleriyle “mutlak hayır” olan işlere
yönlendirir, onlara mutluluk yollarını gösterir ve mutluluğa erişmelerine kılavuzluk
eder. Yaradılışlarındaki gaye ve hedefi, Allah’a ne biçimde ibadet yapılacağını
öğretir. Bu ilahî kanunu Peygamberler, vahiy yoluyla Allah Teala’dan alarak
insanlara tebliğ etmişlerdir. Şu hâlde hak din, peygamberlerin ilahî vahye
dayanarak yaptıkları bir “tebligat” olup onun gerçek sahibi ve kanunlarının
koyucusu Allah Teala’dır. Peygamberler bile din ve dinin kanunlarını (şeriat)
koyamazlar. Onların tek görevleri, dinin hükümlerini insanlara ulaştırmaktır. Onlara
bazı kaynaklarda “din ve şeriat koyucusu” denilmesi hakiki anlamda değil, mecâzî
anlamda söylenmiş bir sözdür.
Dinin Kaynağı
Bilimsel araştırma ve
incelemeler
insanoğlunun en eski
inancının “Tek Tanrı”
inancı olduğunu ortaya
koymaktadır.
Dinler Tarihî Çalışmalarına Göre Dinin Kaynağı
“Tarih öncesi toplumların dinleri ve inançları” üzerine yapılan çalışmalar
Batı’da önce XVI. yüzyılda “ilkel kabilelerin hayat ve dinlerine ilgi duyma” süreciyle
başlamıştır. Bu ilgi, XVIII. yüzyıldan itibaren, “dinin kaynağı” konusunda “kutsal
kitapların verdiği bilgi” dışında bazı kaynakların da tespit edilmesine dönüşmüş ve
bu hususta yapılmış olan arkeolojik, antropolojik çalışmalarla elde edilen bulgular
değerlendirilerek geçmişteki milletlerin, hatta tarih öncesi toplumların dinleri ve
inançları üzerine bazı tezler ileri sürülmüştür.
Bu çalışma ve tezlerde şu iddialar ve varsayımlar dile getirilmiştir. İlk
dönemlerde insanlar ya tabiat olaylarının etkisi altında kalarak onlara kutsallık
atfetmiş (natürizm) ya ruhlara, özellikle de ecdat ruhlarına tapınmış (animizm) ya
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
6
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
da büyüye, bitki ve hayvanların kutsallığına inanmış (totemizm)tır. Yine bu iddialara
ve varsayımlar göre “kutsal” olan şeyi toplum ve sosyal yaptırım belirlemiş ve ilkel
toplumlara ait olan bu inanışlar, ileri dönem dinlerinin temelini oluşturmuştur.
XIX. yüzyılın ortalarından itibaren Batı’da gelişen ve giderek etkili olan
“pozitivist” ve “materyalist” propagandaların sonucunda “evrim teorisi” ortaya
çıkmış ve bu teori, “kutsal kitaplarla çatışan iddia ve varsayımlara” kaynaklık
etmiştir. Bu teorilerin sahipleri, ilkel kavimlerde dinin en basit, en yalın ve en sade
şekline rastlanabileceği fikrinden yola çıkmış, zamanla bununla da yetinmeyerek,
tıpkı insan biyolojisinde iddia etmiş oldukları gibi “dinin kaynağı” konusunda da
evrimi esas almışlar, dinin çok tanrıcılık şeklinde başladığını evrim neticesinde
insanlığın değişip gelişerek tek tanrı inancına ulaştığını savunmuşlardır.
“İlahî” özelliğe sahip
olan bütün dinlerde
“Allah’ın varlığı ve
birliği” ile “nübüvvet” ve
“ahiret” inancı değişmez
üç temel ilke olarak yer
almıştır.
Bu materyalist ve pozitivist teorilerin yanında, yine aynı bilimsel yolları
takip eden fakat tümüyle farklı neticelere varan başka teoriler de söz konusudur.
Bu teorilerden birisi “ilkel monoteizm” dir. Bu teoriye göre insanoğlunun en eski
inancı “tek tanrı” inancıdır. Bu teoriyi ileri sürenlerden birisi, animizm nazariyesini
savunan ünlü dinler tarihçisi Taylor’un öğrencisi Andrew Lang’dır. Andrew Lang,
Taylor’un bu teorisine karşı ciddi itirazda bulunmuş ve Güneydoğu Avustralya ilkel
kabilelerinde animizme rastlanmadığını fakat insanların ahlâkî adaba uyup
uymadıklarını denetleyen ve gökte bulunan “tek” ve “bir” yüce tanrı kavramına her
yerde rastlandığını ortaya koymuştur. Buna benzer bir “ilkel monoteizm” de
Wilhelm Schmidt tarafından savunulmuştur. Wilhelm Schmidt, bütün ilkel
kabilelerde “tek” ve “bir” olan yüce varlık inancının izleri bulunduğunu
savunmuştur.
Bu teorilerin yanı sıra, ilmî çevrelerce savunulan çok önemli bir tez daha
vardır. Bu tezde, bütün dinî gelişmelerin başlangıcında görülen “her şeye kadir” ve
“bir” olan yüce varlık inancı, tarihi-kültürel değişmeler sonucunda “politeizm” ve
“animizm” gibi inançlara dönüşmüş, geçirmiş olduğu dönüşüme rağmen söz
konusu eski inancın “her şeye kadir olan yüce varlık inancının izleri ortadan
kalkmamıştır” görüşü açıklanmaya ve dikkatlere sunulmaya çalışılmıştır.
Görüldüğü üzere “dinin kaynağı” konusunda ortaya konulan en son ilmî
sonuçlar, vahyin bildirdiği verileri desteklemekte ve dinin kaynağının tevhit inancı
olduğunu teyit etmektedir.
İslam İnancına Göre Dinin Kaynağı
İslam inancına göre din, Allah tarafından “vahiy yoluyla” bildirilen bir
kurumdur. İlk insan olarak yaratılan Hz. Âdem, aynı zamanda “ilk Peygamber”
olarak Allah tarafından görevlendirilmiş olup kendisine tevhit dini bildirilmiştir. Hz.
Âdem’den sonra gönderilen bütün dinlerde “Allah’ın varlığı ve birliği” ile
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
7
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
“nübüvvet” ve “ahiret” inancı değişmez üç temel ilke olarak yer almıştır. Bundan
dolayı Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin getirdiği
dinlerin ortak adı “İslam” olmuştur.
Şu da bir gerçektir ki insanlar, tarihin akışı içinde zaman zaman “hak
din”den uzaklaşarak yanlış yollara, temelsiz inanç ve anlayışlara yönelmişlerdir.
Allah’ın göndermiş olduğu “hak” dinde zaman zaman meydana gelen “bozulma” ve
“farklılaşma” sebebiyle Allah, yeni peygamberler göndermek suretiyle insanları ya
“eski dinlerini aslî şekilde öğrenip uygulamaya” çağırmış ya da “yeni din ve şeriat”
göndermiştir.
Bu nedenle İslam bilginleri Kur’an’ın bu konudaki açıklamalarına dayanarak
insanda bulunan “hak dini benimseme eğilimi” nin “fıtrî/yaratılıştan” olduğunu
ifade etmişler ve ayette (Rum, 30/30) geçen “fıtratullah” deyiminin “Allah’ın dinî”
olduğunu kabul etmişlerdir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, ayet ve hadislerde hak dinlerin ilahî kaynaklı
oldukları ısrarlı bir şekilde vurgulandığından, İslam bilginlerinin din
tanımlamalarında da bu kayıt daima yer almaktadır. Dinlerin kaynağı Allah
olduğundan, herhangi bir hak dinin, peygamberi veya ortaya çıktığı kavimle
ilişkilendirilerek adlandırılması doğru görülmemiştir.
İnsanlar Din Koyucusu Olabilirler mi?
İnsanlar din koyucusu olamazlar. Sıradan insanlar, bir tarafa peygamberler
bile din koyucusu olamazlar. Peygamberlerin görevi, dinin hükümlerini insanlara
ulaştırmaktır. Bundan dolayıdır ki peygamberler din koyucusu (şâri’) olarak değil,
din tebliğcisi (mübelliğ) olarak isimlendirilmişlerdir. Bazı dinî kaynaklarda
peygamberlere din koyucusu denilmesi, gerçek değil mecazî anlamdadır.
İnsanların din koyucusu olamayacakları şu şekilde temellendirilebilir:
Yegâne şâri’ (din
koyucusu) Allah
Teala’dır.

İnsanlar, Allah Teala tarafından gönderilen bir dine sahip
olmadıkça, bilmeleri gerekli olan birçok gerçeklere ulaşamazlar.
Özellikle Allah’ın rızasına uygun düşecek ibadet ve amellerin
nelerden ibaret olduğunu bilemezler.

Beşerin ortaya koyduğu her türlü bilgi, asla tam ve
mükemmel değil, aksine pek çok eksikliklere sahiptir. Eksik ve
kusurlu olan şeyler ise dinden beklenilen yüce faydaları ve kamu
yararını sağlayamaz.

İnsanlığı ilgilendiren şeylerin başında gelen din şayet
insanlar tarafından ortaya konulacak olsa, konulan bu şey hiçbir
zaman hata ve yanlıştan arınmış olamayacağı gibi, beşerin
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
8
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
tabiatında gizli olan zorbalık, despotluk, baskı ve cebirden de
arındırılmış olamaz. Böyle bir özellikteki din asla insanlığın
genelinin refahına, hizmet edemez.

İnsanların din koyucusu olmalarının kabul edilmesi
durumunda, dünyadaki insanların sayısınca değişik dinin ortaya
çıkma söz konusu olabilir. Bu kadar çok farklı din ise insanlığı bir
“vahdet dairesi” içine çekecek özellikleri kendi bünyesinde
toplayan ve bütün insanlığın mutluluğunu sağlayan bir yetkinliğe
ve etkiye sahip olamaz.

İnsanların ortaya koyacakları din hiçbir vakit insanlığın
ruhunun derinliklerine nüfuz edemez. Dolayısıyla bireylerin böyle
bir dine itaat etmeleri ve boyun eğmeleri bütün kalbi
samimiyetleriyle gerçekleşemez.
Akıl ve Vicdan, Dinin Yerini Tutabilir mi?
Dinin emirleri
“akledilebilir” ve
“beşerin fıtratı ile
uyumlu” özelliktedir.
Yukarıda dinin kaynağının “vahiy” ve “nübüvvet” olduğunu ifade etmiştik.
Şayet vahiy ve nübüvvet olmasaydı, beşer selim aklı ile iyiyi kötüden ayırt edebilir,
dine ve dinin “şeriat” kısmına kendiliğinden akıl erdirebilir miydi? sorusu üzerinde
geçmişte pek çok tartışma olmuş ve bir kaç mezhep görüş bildirmiştir. Mutezile,
vahiy ve nübüvvet olmasaydı “dinin esasları”nı aklın kesinlikle kendiliğinden
bulabileceğini iddia ederken, Eşarîler, aklın, sadece İlahî hitapları anlamaya
yarayan bir alet olduğunu, vahiy ve nübüvvet olmaksızın aklın, dinin esaslarını
kendiliğinden bulamayacağını söylemişlerdir. Mâturîdîler ise aklın, Allah’ın varlığını
ve kemal sıfatlarını düşünme ve delil arama yöntemiyle kavrayabileceğini, beşer
aklının böyle bir yetiye sahip olduğunu, bundan dolayı sadece bu kadarla insanların
mükellef olduklarını, bunun ötesinde dinin ve şeriatın hükümlerini anlamak için İlahî
hitaba muhtaç olduğunu ifade etmişlerdir.
Özetle dinin emirlerinin “akledilebilir” olduğu ve bunların beşerin fıtratında
“öz olarak” mevcut olduğu hususunda bütün İslam mezhepleri görüş birliği
içerisindedir. İhtilaf edilen tek nokta akıl ve fıtratın, “bağımsız bir kaynak” olup
olmaması problemidir.
Vicdana gelince, bazı filozoflar vicdanın dinin yerini alabileceğini
söylemişlerse de bu, asla doğru değildir. Zira insanların yaratılıştan gelen “iyiyi
kötüden, hayrı şerden ayırt etme yetenek ve yetisi” olsa da, “vicdan” denilen bu
yeteneğin, eğitim-öğretim ile ve güzel terbiye ile gelişip ilerleyeceği, kötü
alışkanlıklarla veya sosyal yönden kötü çevrelerin olumsuz telkinleriyle körleşeceği
ve hatta büsbütün yok olabileceği de şüphe götürmez bir gerçektir. Hem öyle olsa
bile acaba bu yetenek herkeste aynı derecede mi ortaya çıkmaktadır? Bunun böyle
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
9
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
olmaması, “vicdanın dinin yerini alamayacağı” gerçeğine en büyük delil değil
midir? Delil değilse, o zaman, ebeveynini boğazlayan, hatta evlatlarını diri diri
mezara gömmüş olan insanların hâline ne diyeceğiz? Gerçekten de dünyada öyle
caniler, öyle katiller ve öyle ölüm makineleri vardır ki, bunların doğuştan tertemiz
olarak yaratılmış olan vicdanları, kendilerinde meydana gelen kötü alışkanlıklar
sonucunda büsbütün sönüp gitmiştir. Nitekim bu hususta Jean Jack Rousseau’nun
şu sözleri ne kadar anlamlıdır: Vicdan, hata işlemez, yanılmaz bir “ilahî kılavuz” dur.
Fakat insanda bu kılavuzun mevcut olması insan için yeterli değildir. Mutlaka
bunun tanınması ve sürekli takip edilmesi gerekmektedir. Bu kılavuz kendi hâlini
her kalbe ifade ettiği hâlde onu işitenler neden bu kadar az bulunurlar. Bunu
anlamak gerçekten çok zordur. Çünkü o bize, yaratılış diliyle söylemekte ama her
şey bu dili bize unutturmaktadır.
Şu hâlde “iyi vicdan” a sahip olabilmek için iyi bir “din terbiyesi” almış,
ahlâkî bakımdan yüksek seviyelere ulaşmış çevrelerde bulunmak gerekmektedir.
Bu hususta ancak hakiki bir din terbiyesi almış, bu terbiyeden az çok istifade etmiş
olan insanların vicdanları, sahiplerini fenalıklardan alıkoyarak fazilet yoluna sevk
edebilir. Aksine yalnız başına vicdan, insana ne yaratılış gayesini bildirebilir, ne
gideceği yolu gösterebilir, ne de hayır ve şerri ayırt ettirebilir. Vicdan, sapıklığa
düşmemek ve yolunu şaşırmamak için kendisine yol gösterecek bir rehbere
muhtaçtır ki, o da ilahî vahiy ile oluşmuş bulunur.
Dinlerin Sınıflandırılması
İslam Bilginlerinin Sınıflandırması
Bilindiği üzere günümüz dünyasında birçok din bulunmaktadır. Dinler
tarihçileri bunları çeşitli şekillerde ele almış ve farklı sınıflandırmalar yapmışlardır.
İslam bilginleri ise dinleri temelde üç kısma ayırarak incelemektedirler:
İslam bilginlerine göre
üç tür din vardır:
Hak din
Muharref dinler
Batıl dinler

Hak Din: Allah tarafından peygamber aracılığı ile insanlara
bildirilen, hiçbir değişikliğe uğramadan ve bozulmadan günümüze
kadar gelen dindir. Bu özellikleri taşıyan din, İslam dinidir.

Tahrif Edilmiş (Muharref) Dinler: Allah tarafından
peygamberleri aracılığı ile bildirildiği hâlde, sonradan insanlar
tarafından değiştirilen ve aslı bozulan dinlerdir. Bunlara en iyi
örnek Musevilik ve Hristiyanlık’tır.

Batıl Dinler: Baştan itibaren insanlar tarafından uydurulan
dinlerdir. Bunların, peygamberlerin tebliğ ettiği dinlerle hiçbir ilgisi
yoktur. Bunlara örnek olarak da totemizm, animizm, Brahmanizm
gibi ilkel dinler verilebilir.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
10
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
İslam bilginlerinin yapmış oldukları bu din sınıflandırması, Kur’an-ı Kerim’e
dayanmaktadır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Allah Teala İslam için “Allah katındaki
din” (Âl-i İmran, 3/19), “dosdoğru din” (Rum, 30/30), “hak din” (Tevbe, 9/33; Fetih,
48/28; Saff, 61/9) ifadelerini, “İslam dışındaki dinler” için ise sadece din ismini
kullanmakta (Tevbe, 9/33; Fetih, 48/28; Saff, 61/9; Kâfirûn, 109/6), “muharref” ve
“batıl” gibi nitelemelerde bulunmaktadır. (Mâide 5/41 ; Âl-i İmran 3/85).
Bu temel sınıflandırma dışında tanınmış İslam bilginlerinden Şehristânî
dinleri, ilahî dinler-batıl dinler şeklinde bir ayırıma tabi tuttuktan sonra şöyle bir
sınıflamaya daha gitmektedir:
Asıl anlamda din ehli olanlar: Müslümanlar, Ehl-i kitap denilen Yahudiler ve
Hristiyanlar, kitabı bulunması şüpheli olan Mecusiler.
Kuran’da hak din – batıl
din ayrımı vardır.
Kendi beşerî düşünüş biçimlerine uyan kimseler: Filozoflar, Sâbiîler, Dehrîler,
Putlara tapanlar, Brahmanlar.
İslam inancına göre bütün peygamberler hak dini tebliğ etmiş, onun
yaşanmasını teşvik etmiş, kendileri de örnek olmuşlardır. Hz. Musa’nın getirdiği
dine Yahudilik, Hz. İsa’nın getirdiği dine de Hristiyanlık denilmesi herhangi bir
temele dayanmamaktadır. Bu isimler onlara sonradan verilmiştir. Çünkü ne Hz.
Musa ve ne de Hz. İsa bu isimleri kullanmıştır. Hem Hz. Musa ve hem de Hz. İsa,
Allah’ın emirlerini tebliğ etmiş, “bir olan Allah” a iman ve kulluğa çağırmış, ilahî
kitap olan Tevrat ve İncil’e göre yaşamaya davet etmişlerdir.
Kur’an-ı Kerim, peygamberlerin getirdikleri dinlerin hepsinin “hak din”
olduğunu, Allah’a teslimiyete çağırdıklarını belirtmiş İslam ismini ise “son
peygamberin tebliğ ettiği din” e vermiştir. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de
“Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin
için din olarak İslam’ı seçtim”(Mâide,5/3).
şeklinde ifade edilmektedir.
Diğer Sınıflandırmalar
Batıda dinler tarihçileri tarafından yapılan din sınıflandırmaları genelde üç
açıdan gerçekleştirilmektedir:

Tanrı kavramı açısından: Tanrı kavramı esas alınarak
yapılan tasniflerde dinler:
I.
Tek tanrılı dinler (Bütün ilahî dinler),
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
11
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
II.
Düalist/iki tanrılı dinler (Mecusilik),
III.
Çok tanrılı dinler (Eski Yunan, Roma ve Mısır dinleri),
IV.
Tanrı konusunda açık ve net olmayan dinler (Budizm, Şintoizm
dini) şeklinde gruplandırılmaktadır.
 Sosyoloji-Tarih açısından
sınıflandırmaya göre dinler:
Dinler tarihçilerinin din
tarifleri çok çeşitlidir.
yapılan
din
sınıflaması:
Bu
Yahudilik, Hristiyanlık, İslam, Budizm dini gibi kurucusu olan dinler, eski
Yunan ve Eski Mısır dinleri gibi geleneksel dinler, Nuer, Dinka, Ga dinleri gibi İlkel
kabile dinleri, genellikle bir kurucusundan söz edilmeyen, sadece bir millete ait
olan milli dinler, Hristiyanlık ve İslam dini gibi cihanşümul dinler şeklinde
gruplandırılmaktadır.
 Coğrafi kriteri esas alan tasnifte ise dinler:
Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam dini gibi Ortadoğu veya Sami grubu dinler,
Hinduizm, Budizm, Jainizm dini gibi Hint grubu dinler, Konfüçyüsçülük, Taoizm,
Şintoizm dini gibi Çin-Japon grubu dinler ve Afrika grubu dinler, şeklinde
sıralanmaktadır.
Dinler aynı zamanda tipleri (tipolojik), biçimleri (morfolojik) ve olguları
(fenomonolojik) bakımlardan sınıflamaya tabi tutulmuştur. Bunları da şöyle
sıralayabiliriz:
1) Vahye dayanan ve dayanmayan dinler,
2) Misyonerliğe yer veren ve vermeyen dinler,
3) Ahiret inancı olan ve olmayan dinler,
4) Kutsal kitabı olan ve olmayan dinler,
5) Geçmişin ve günümüzün dinleri,
6) Bir bölge ve kıtaya özgü olan veya olmayan dinler.
İlahî Dinleri Diğerlerinden Ayıran Temel Özellikler
İlahî dinleri batıl dinlerden ayıran başlıca özellikler şunlardır:

İlahî dinler, bütün kâinatta “iradesi mutlak kanun olan” tek
bir yaratıcı olduğuna ve ahirete ait sorumluluğa imanı öngörürler.

İlahî dinler varlıklar âlemi kategorisi içinde melek denilen
varlıkları kabul ederler.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
12
Dinin Tanımı ve Mahiyeti

İlahî dinler, varlığı “zorunlu/vacip” olan bir yaratıcıya
inanmayı ve O’nun emirlerine samimi bir kalp ile saygı göstermeyi,
O’na ibadet etmeyi emredip O’ndan başkasına ibadeti yasaklarlar.

İlahî dinler, en yüksek bir ahlak ile seçkin hâle gelmiş olan
bir şahsiyetin (Peygamberin) Allah’tan vahiy ve ilham yoluyla aldığı
ve insanlara ulaştırdığı hüküm ve düsturlar bütünüdür.

İlahî dinler, ilahî vahye dayanan mukaddes kitaplara
dayanırlar.

İlahî dinlerin genel ilkeleri sosyal bir toplumun oluşumunu
ve bu toplumun en mükemmel bir sistem üzere devam edip
gitmesini, aklî ve medeni gelişimini ve genelin menfaatini hedef
edinir.

İlahî dinlerde tebliğ aracı olan ve peygamber ismiyle
şereflendirilmiş bulunan bu tarihi şahsiyetler, dinî, ahlakî ve sosyal
hayatta birer müceddid konumundadırlar. Öyleyse, her birisi birer
olağanüstü ve mükemmel sosyal müesseseler oluşturmuş olan bu
büyük insanları, ne sihirbaz ve kâhinlerle, ne de filozof ve cihangir
hükümdarlarla bir tutmak mümkün değildir.
Dinin İnsanlık İçin Önemi
Allah nezdinde gerçek
din İslam’dır
Son yıllarda yapılan gerek antropolojik ve gerekse dinler tarihî çalışmaları
göstermektedir ki, tarihin hangi devresine bakılırsa bakılsın dinsiz bir toplumun
varlığı söz konusu değildir. Zira insana hitap eden ve insan için söz konusu olan din,
insanla beraber var olmuş, insanlık tarihinin her döneminde, canlılığını korumuş,
tarih boyunca varlığını sürdürmüş ve “insan hayatının ayrılmaz bir vasfı” olma
karakterini sürdüre gelmiştir. Öyleyse din, tarihin bütün devirlerinde ve bütün
toplumlarında daima mevcut olan “evrensel” ve “köklü” bir olgudur.
Din “insanlığın vazgeçilmez bir gerçeği” olması sebebiyle geçmiş devirlerde
olduğu gibi günümüzde de varlığını devam ettirmekte, gelecekte de devam
ettirecektir. Bunun temel sebepleri şu şekilde sıralanabilir:

Dinî duygunun, fıtrî ve insanın da “dinî bir varlık” olması:
İnsandaki “dinî” duygu, “fıtrî” (yaratılıştan gelen) bir özelliktir. Bu
duygu, “insanın kendi öz varlığı hakkındaki şuuru” ile birlikte
ortaya çıkar ve bu şuur ile birlikte gelişir. Çünkü din duygusu
insanın doğuştan beraberinde getirdiği bir yetidir. İnsan, her
zaman ve her yerde yüce, kudretli ve ulu bir varlığı kabul etme,
ona yönelme, ona sığınma, ona güvenme ona bağlanma ve ondan
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
13
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
yardım dileme ihtiyacını hissetmiştir. Tüm bu duygular, din ile
karşılanmaktadır.
Dinin “fıtrî” olma özelliğini Kur’an şöyle açıklamaktadır:
“Sen yüzünü bir hanif olarak dine, Allah’ın, insanları
üzerine yaratmış olduğu fıtratına çevir. Allah’ın yaratması
değiştirilemez” (Rum, 30/30).

Yapısı itibariyle insanın dine muhtaç olması: İnsan, ruh ile
bedenden mürekkep bir varlıktır. Bedenin ihtiyaçları olduğu gibi,
ruhun da kendi özelliğine uygun birçok ihtiyaçları vardır. Ruhun
ayrıca kendine özgü bir özelliği daha bulunmaktadır: Yüce âlemden
gelmesi, diğer bir ifadeyle maddi değil manevi özellikte olması.
Ruh, maddi olan bu beden kafesinde misafirdir. Bedensel
ihtiyaçların karşılanması nasıl hayatın bir gereği ise, maddesel
olmayan ruhi ihtiyaçlarının karşılanması da öyle gereklidir. Onun
bu ihtiyaçlarını karşılayan en köklü müessese ise dindir. Ruhun
ihtiyaçları ―daha önce de ifade edildiği gibi― doğuştan getirmiş
olduğu yüce bir kudretin mevcudiyetini kabul etme, ona yönelme,
dua ve niyaz ile ona sığınma, ona güvenme ve bağlanma
duygularıdır. Bu duygular insanda öylesine köklüdür ki, tarih
boyunca bütün insanlar, şu veya bu şekilde bir insana, herhangi bir
nesne veya varlığa, bu duyguların “doğal dürtüleri” ile kutsallık ve
yücelik nispet ederek bağlanmışlardır. Çünkü her şeyi var eden bir
yüce kudretin mevcudiyetini kabul edip ona bağlanma insanın
ruhsal ve manevi yapısını kuvvetlendirir. Dua, niyaz ve üstün
kudrete sığınma ise insanı yüceltir.
Dinsiz bir toplum
düşünülemez.
Kendisine sığınılacak en mükemmel varlık şüphesiz kâinatın yaratıcısı olan
Allah’tır. Çeşitli dinlerde farklı isimlerle anılan, çeşitli şekillerde tasvir edilen yüce
kudret veya kutsal varlıkların özünde bu inanç yatmaktadır.

Dinin, bireyleri kutsal duygu ve alışkanlıklarda birleştiren,
toplumları yücelten ve geliştiren bir kurum olması. Gerçekten de
din, insanlara yön verip onları iyi ve faydalı şeyler yapmaya
yönlendiren bir hayat sistemidir. Din aynı zamanda ahlâkî bir
müessese olarak da insanlara yön veren, en mükemmel
kanunlardan daha kuvvetli bir şekilde kişiyi içten kuşatan,
kucaklayan ve yönlendiren bir disiplindir.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
14
Dinin Tanımı ve Mahiyeti

Din, manevi gelişme
sağlar.
Dinin, insanın psikolojik yapı ve yaşayışında en son ve en güzel bir
sığınak olması. Bilindiği üzere her insan yaşayışı boyunca
yalnızlıklar ve çaresizlikler yaşar, korkularla, üzüntü, sarsıntı ve
hastalıklarla, musibet ve felaketlerle yüz yüze gelir. İşte bu
durumlar karşısında ona ümit, teselli ve güven sağlayan en son
sığınak dinidir. Bunun içindir ki, hakiki anlamda bir “dinî yaşayış”,
insanı ruhi bunalımlardan korur, kendisine ve çevresine karşı daha
duyarlı ve dengeli hâle getirir.
 Dindeki ahiret inancının insan hayatında etkili olması din,
bireylerin dünya hayatındaki davranışlarında etkili olduğu gibi
insandaki ebediyet duygusuna da çok etkin bir şekilde cevap
vermektedir.

İnsanlığın manevi ve zihnî gelişmesinde dinin önemli payı vardır.
İSLAM DİNİ VE DİĞER DİNLER
Diğer Dinler
Hz. Muhammed, Allah Teala’dan almış olduğu yeni vahyi insanlara tebliğ
etmeye başladığında yeryüzünde birçok inanç ve din türü mevcuttu. Bu inanç
türleri içinde en belirgin ve en bilinir olanları: 1) Dehriyye, 2) Putperestlik / fetişizm,
3) Politeizm / paganizm, 4) Yıldızlara tapınma (Sâbiîlik) idi.
Din olarak ise Mecusilik, Brahmanlık, Budizm, Sâbiîlik, Yahudilik ve
Hristiyanlık mevcuttu. Bunlar, bir dereceye kadar “vahiy izlerini taşıyan dinler” idi
ve bu özellikte olmaları sebebiyle de o günün Mekkelileri tarafından “kolaylıkla
kabul edilebilir din” özelliği taşımaktaydı.
Şimdi bunları, bilgi olması bakımından kısaca ele alıp inceleyelim:

MECUSİLİK: Zerdüşt’ün getirdiği dinin bozulmuş şekline
verilen addır. “Zerdüşt” denilen kişi “tek Allah” (Ahura Mazda)
inancını tebliğ etmiş, O’nun seçtiği kimselere ilahî vahyin
geleceğine, meleklere ve ölüm sonrası hayata imanı emretmişti.
“Zend-Avesta” isimli Kutsal kitaplarında (Yaşt, 13, XXVIII, 129)
putları kıracak olan “Soeşyant” adlı birinin geleceği
bildirilmektedir. Ancak “Zerdüşt’ün tebliğ ettiği tek Allah”, nasıl
olmuşsa daha sonra biri “iyilik” öteki “kötülük” tanrısı olmak üzere
iki tanrı inancına dönüşmüş, tanrının kudret ve kuvvetini temsil
ettiğine inanılan “ateş” yüceltilerek “ateş kültü/Mecusilik”
oluşturulmuştur.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
15
Dinin Tanımı ve Mahiyeti

Çok tanrılı dinler
insanın maddi ve
manevi ihtiyaçlarını
karşılamada yetersizdir.
BRAHMANİZM: Çok tanrılı bir dindir. Aslında Brahmanlar tek
tanrıya inanmakla birlikte O’nun yaratıkları veya O’nun sıfatları
şeklinde de olsa tanrının birtakım iz ve belirtilerine tapmaları
nedeniyle “çok tanrılı” imiş gibi gözükmektedirler. Hintliler, tarihin
her devresinde tanrının kendisini çeşitli şahsiyetlere büründürerek
insanlara gösterdiğine inanırlar. Bu inanç zamanla onları hulul (ava
tara = enkarnasyon) inancına sürüklemiş, hatta bununla da
kalmayarak “tanrı’nın bedenleşmesi” ve “maddi şekillerle tasviri”
inancını, bunun sonuncunda da “binlerce ilahın var olduğu”
kanaatini ortaya çıkarmıştır. Ayrıca kapalı bir din hüviyeti ortaya
koyan Brahmanizm’deki “kast sistemi”, “eşitlik” ve “kardeşlik”
ilkeleriyle de çelişmektedir. Bu dine mensup olan kişiler, sürekli
“tenasüh hâli” içinde olduklarına inanmaktadırlar.
 BUDİZM: Kurucusu olan Buda’nın, Brahmanizm’deki puta tapma
inancını reddedip ona karşı çıkmasıyla ortaya çıkmış olan bir dindir.
Budizm, bir bakıma Brahmanizm’deki putların kırılması yolunda bir
reform niteliği taşımış olmasına rağmen yine de ana din olan
Brahmanizm’den birçok izler taşımaktadır. Çünkü putlara karşı
olan Buda’nın getirdiği bu yeni din kendisinden sonra “Buda
heykellerine tapınma” şeklinde “putperest” bir karaktere
bürünmüş ve Brahmanizm’e benzer bir yapı arz etmeye
başlamıştır.
Buda’ya göre, “hayatın tabii olayları” bir “ıstırap” tır. Bundan kurtuluş ise
bütün nefsi arzu ve ihtiraslardan uzaklaştırmaya bağlıdır. Bu görüş, zamanla
Budizm’e inanan kişileri, aşırı riyazet, nefse eza etme ve hatta dünya hayatını
tamamen terk etme gibi “aşırılıklara” sevk etmiştir. Yapısındaki köklü değişiklik ve
bozulmalara rağmen Budizm’de de “ileride gelecek bir kurtarıcı” (Maitreya veya
Metteya) müjdesi ve beklentisi vardır.

SÂBİÎLİK: Sâbiîler’in oldukça eskiye dayanan tarihleri
olmakla birlikte bu dinin nasıl doğduğu, kim tarafından kurulduğu ,
onu kimlerin yaydığı açık ve net olarak bilinmemektedir. Bilinen şu
ki, İslam’ın geldiği dönemde mevcut olan inançlardan birisidir.
Sâbiîler hicri I. yüzyılda Müslümanların hâkimiyeti altına
girdiklerinden dolayı onlara zimmîlik statüsü tanınmıştır. Sâbiîlik’te
bir “yüce varlık” inancı mevcut olmakla birlikte bu inançla beraber
bir de “ışık âlemi” ile “karanlık âlem” arasındaki mücadeleye
dayanan “düalizm/senevîlik”
söz konusudur. Sâbiîlik’te
“Peygamberlik” inancının mevcudiyeti tartışmalıdır. Fakat Hz.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
16
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
Yahya’ya büyük önem verirler ve “kendi peygamberleri” olarak
kabul ederler. Diğer taraftan Sâbiîler Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa
ve Hz. Muhammed’i “kötülük peygamberi”, “yalancı peygamber”
olarak nitelerler. Sâbiîlik, zamanla çeşitli inançların karıştığı ve
inananlarının azaldığı bir din hüviyetini almıştır.
İslam’ın geldiği asırda mevcut olan inançların en önemlilerinden olarak
ifade edilen Hristiyanlık ve Yahudiliğe gelince, bunları İslam dini ile karşılaştırmalı
olarak ele almayı düşünmekteyiz.
İslam Dini
İslam’ın Evrensel Özellikleri
İslam dini, Yüce Allah tarafından gönderilen son ve mükemmel dindir. Irkı,
kavmi veya coğrafyayı hedef almamıştır. Siyah, beyaz, sarı hangi renkten ve ırktan
olursa olsun bütün insanlara gönderilmiş bir dindir. İslam dinini diğer dinlerden
ayıran özelliklerden bazılarını şu şekilde ifade edebiliriz:
İslam, evrensel bir
dildir.
 Her yerde ve her zaman, her sınıf ve her tabakadan bütün
insanlara şamil, en makul ve insan fıtratına en uygun bir şekilde
“inanç ve ibadet prensipleri” içeren, fert ve toplumlar arasındaki
hukukî ve ahlâkî ilişkileri düzenleyecek biçimde “yaşam gerekleri”
sunan, insanlığın maddi ve manevi alanda mutluluk ve esenliğini
sağlama sorumluluğunu üstlenen İlahî bir dindir.
 Hedef ve gayesi, sadece insan olan ve insanı yalnızca bu dünyada
değil, hem bu dünya ve hem de öteki dünyada bütün nimetlere, en
şerefli ve en yüksek mertebelere yükselten, özetle; insanı
yaratılışına ve fıtratına en uygun bir şekilde yaşatan tek dindir.
Allah Teala bu gerçeği bizlere şöyle bildirmektedir:
“O hâlde Resulüm, gerçek Müslüman olarak yüzünü doğrudan doğruya
İslam’a; Allah’ın yaratılış biçimine/fıtratına (dinine) çevir ki, Allah Teala bütün
insanları o bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişiklik yoktur.”
(Rum, 30/30).
 Allah katında kabule layık tek dindir. Allah Teala, İslam dışı
inançların kabul olunmayacağını Kur’an’ı Kerimde çok açık bir ifade
ile şu şekilde açıklamıştır:
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
17
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
“Doğrusu, Allah katında kabul edilmiş olan tek din, İslam’dır.” (Al-i İmran, 3/l9),
Bireysel Etkinlik
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa, (arayıp da bulmuş olduğu) o din
kendisinden kabul olunmaz. Ahirette ise ebedî zarar çekenlerden biri olacaktır.”
(Al-i İmran, 3/85).
• İslam'ın evrensel özelliklerinin başka neler olabileceğini
düşündünüz mü?
 Yüceliğini, düşmanlarının bile kabul ettiği bir dindir. Bu konuda bilgi
sahibi olmak amacıyla, bir zamanların Anglikan kilisesi tanınmış
rahiplerinden olan İzak Taylor’un, 7 Ekim 1887’de yapmış olduğu bir
konuşmayı sunmak yeterli olacaktır. İzak Taylor, bir ruhaniler
topluluğu huzurunda yaptığı konuşmasında, şunları söylemektedir:
İslamiyet, medeniyeti yaymada Hristiyanlıktan daha fazla hizmet
etmiştir. Bu konuda İngiliz komutanları ve gezginleri tarafından,
İslamiyet’in pratik sonuçları hakkında ifade edilen şeyleri dikkate
almak yeterlidir. Hz. Muhammed’in dinini her ne zaman bir Zenci
kabilesi kabul etse derhal putperestlik, şeytanlara tapınma, Allah’a
şirk koşma, insan eti yeme, insandan kurban kesme, çocukları
öldürme sihirbazlık yapma gibi pek çok şeyi bırakmakta, çırılçıplak ve
vahşi bir tarzda ortalıkta dolaşan halk hemen elbise giymeye
başlamakta, kirlilik temizliğe dönüşmekte öze saygı ve ağırbaşlılık
meydana gelmektedir. Ayrıca misafirperverlik, dinî görevler arasına
girmekte, sarhoşluk veren tüm içecekler yok denecek kadar
azalmakta, kumar, kontrol altına alınmakta, edep dışı danslar,
cinsler arası gayri meşru ilişkiler ortadan kalkmakta, kadınların her
türlü haramlardan çekinmeleri fazilet sayılmaktadır. Fuhuş yerine
namus, tembellik yerine, sanat hâkim olmakta, kan davaları son
bulmakta, esir ve hayvanlara yapılan her türlü eza ve cefa
yasaklanmakta, insanî duygular gelişmekte, şahsiyetli ilişkiler,
dostluk ve kardeşlikler kurulmakta, çok evlilik ve esaret bir sisteme
bağlanmakta, kötülüklerin tamamı yasaklanmaktadır. (Esat,
Mahmud. (1311). Dîn-i İslam. İzmir. s.12)
 Gerçekten de İslamiyet, bilim sanat, ekonomi gibi konularda
ilerlemesine paralel olarak âlemdeki kötülüklerin her türlüsünü
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
18
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
önlemek için de önemli bir kuvvet olmuştur. Oysaki günümüzde
Avrupa, madde planında ilerleyip teknik alanda geliştikçe, zulüm,
haksızlık ve ahlak dışı hâllerin yayılmasına sahne olmuştur.

İslamiyet, ortaya koyduğu yüksek medeniyet neticesinde
okuma-yazma, ilim-sanat, giyim-kuşam, bedensel-ruhsal temizlik,
ağırbaşlılık ve doğruluk gibi pek çok alanda dünyaya çok şeyler
öğretmiş, şaşırtıcı bir şekilde medenî ve olgunlaştırıcı sonuçlar
ortaya koymuştur.
İslam, akla ve fıtrata
uygun bir dindir.

İslam’ın koyduğu ilkelerin insanın doğasına ve “tabii akla”
uygun olduğunu daha önce ifade etmiştik. Bunun en güzel örneği, on
sekizinci ve on dokuzuncu asır filozoflarının “din” hakkında ortaya
koydukları ortak görüşlerdir. Ferit Vecdi’nin “Medeniyet ve İslam”
isimli eserinde değinmiş olduğu bu görüşler iyice analiz edildiğinde,
kendileri Müslüman olmayan bu filozofların görüşlerinin, İslam’ın
ortaya koyduğu temel esas ve prensiplerle nasıl birebir örtüştüğü
çok net bir şekilde görülebilir. Vecdi, onların bu görüşlerini bizlere
şöyle aktarmaktadır: Evrende, kemal (yetkin) sıfatlarla nitelenmiş,
noksanlık ortaya koyan kusur ve eksiklerden uzak bir tanrı vardır. O
tanrı kadir ve hâkimdir. Ne bize ne de yaptığımız iş ve ibadetlere
ihtiyacı vardır. Eğer ders alma niyetiyle bakılırsa, bütün evreni, kendi
kemal sıfatlarına delâlet edecek tarzda ve müstesna bir sistem üzere
yarattığı basit bir şekilde görülebilir. Allah’ın fiilleri anlamsız
olmaktan ve çelişkiden çok uzaktır. İnsanların işleyecekleri
iyiliklerden ve kötülüklerden doğacak sonuçlar, kendilerine aittir.
Tanrı rahimdir; rahmet ve yardımı geniştir. Bundan dolayı tanrı,
dünyanın iyi olmasını ve bu iyiliğin devamını ister. İnsanın yararına
olan şeyleri sever ve sadece kendi menfaatleri için mükellef tutar.
Şefkatli ve merhametli olan tanrının kullardan istediği ibadetler,
yaşam kurallarına, tabiat kanunlarına ve insanın tabiatına uygun
şeylerdir. Bunlar, hiçbir zaman insan doğasına ters düşmez. Zira
ibadet, insanın yaratılışına ve doğasına esas teşkil eden temel
kanunlara, duygulara ve doğuştan gelen eğilimlere uygun olmalıdır.
Öyleyse ibadet, insanın yararına olan şeylerdir. İbadetten esas gaye,
nefisleri kötülüklerden arındırmaktır.(bkz. Akseki, Ahmet Hamdi.
(1943). İslam. İstanbul. c. I, s. 390)
Sonuç olarak, beşerî ve semavi dinlerin en gelişmişi olan ve Allah katında
yegâne din unvanını taşıyan İslam, son peygamber Hz. Muhammed tarafından
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
19
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
evrensel bir din olarak bütün dünyaya duyurulan, maddi ve manevi saadeti
garantileyen, ahlak ve medeniyetin dayanağı bir dindir.
İslam’ı Diğer Semavi Dinlerden Ayıran Özellikler
İlahî kaynağa dayanan Yahudiliği, Hristiyanlığı ve İslamiyet’i temel
özellikleri bakımından incelediğimizde İslam’ın diğer iki semavi dinden farklı olduğu
yönleri şu şekilde ifade etmek mümkündür:

Allah İnancı: Musevilikteki Allah inancı, tıpkı İslam’daki gibi
“tanrının birliği” üzerine bina edilmiş ve bu inanç üzerinde ısrarla
durulmuştur. Bununla beraber tanrıya birtakım beşerî nitelikler
nispet ettiklerine, O’nu beşerî organ ve duygular taşıyan bir insan
gibi tasvir ettiklerine şahit olmaktayız. Hristiyanlar ise, tanrının
birliğini farklı şekilde ele alıp “teslisi” savunmuşlar, Hz. İsa’yı tanrı
konumuna yükseltmişlerdir. Oysaki İslam, gerek Yahudilerin gerekse
Hristiyanların Allah inancı hususunda sonradan düştükleri yanlışlık
ve “aşırılıkları” düzeltmeye çalışmış, “insan biçimci tanrı” anlayışını
reddederek hem Musevilikte olduğu gibi “tanrının beşerîleşmesini”
hem de Hristiyanlıkta olduğu gibi “beşerin tanrılaştırılmasını”
reddetmiştir. İslam bu noktada onlara, Hz. Musa ve Hz. İsa’nın
gerçek mesajını hatırlatarak “Allah’ın bir ve benzersiz olduğunu”
vurgulamaya çalışmıştır.
İslam’la Yahudi ve
Hristiyanlık arasında
yapısal farklılıklar
mevcuttur.

Melek İnancı: İslamiyet, hem Musevilerin hem de
Hristiyanların melek inancı konusunda düştükleri yanlışları
düzelterek, “meleklerin Allah’ın oğulları veya kızları oldukları”
iddialarını ve beşerî şekillerdeki tasvirlerini reddetmiş ve Allah’ın
yüceliği ile onların yaratılmışlığı arasındaki farkı vurgulamaya
çalışmıştır.

Kutsal Kitaplar: Gerek Yahudiler gerekse Hristiyanlar, Allah
tarafından Hz. Musa ve Hz. İsa’ya verilmiş olan kutsal kitaplarını
(Tevrat ve İncil’i) orijinal şekilleriyle koruyamamışlardır. Çünkü
Tevrat da İncil de zaman içinde tahrif edilmiş, yeniden yazılma veya
çeşitli ilave ve eksiltmelere maruz kalmışlardır. Kur’an-ı Kerim ise
hem vahyedildiğinde yazıya geçirilmiş olması hem de ezberlenmek
suretiyle muhafaza edilmesi yönüyle orijinal ve aslına uygun şekliyle
günümüze kadar gelmiştir.

Peygamberlik: Yukarıda hem Museviliğin hem de Hristiyanlığın
sonradan tahrif edildiklerini ifade etmiştik. Bu tahrif neticesinde,
önder şahsiyetler olan peygamberler hakkında her iki dinde de
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
20
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
çeşitli iddia ve iftiralar ortaya çıkmış, hatta daha sonra gelecek
peygamberler bile kabul edilmemiştir. Hâlbuki İslam’da bütün
peygamberlere iman şart koşulmuş ve layık oldukları güzel sıfatlarla
nitelenmişlerdir.
 Dünya-Ahiret Dengesi: Musevilik, ağırlıklı bir şekilde dünya
hayatına, Hristiyanlık ise dünyadan uzaklaşıp manevi hayata daha
çok ağırlık verirken İslam her ikisi arasındaki dengeyi kurmuş ve
korumuştur. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde ifadesini
bulmuştur:
“Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu
iste. Ama dünyadan da nasibini unutma...” (Kasas, 28/77).
İslam, yaşanabilirliği en
kolay dindir.
 Mükellefiyetlerin Azlığı: İslam dini, diğer iki dine oranla madde-mana,
dünya-ahiret dengeleri açısından en ölçülü ve kolayca yaşanabilir bir
dindir. İslam, emir ve hükümlerinde “itidali” öngörmesi açısından “rahat
yaşanabilecek” bir dindir. Nitekim İslam, insanın yaratılışına en uygun ve
yaşanabilir kuralları sunmak suretiyle diğer ilahî dinlerde var olan bazı
“ağır dinî yükümlülükleri” ortadan kaldırmıştır. Hatta bundan da önemlisi,
“dini daha da ağırlaştıran ve yaşanmasını zorlaştıran din yorumcuları” na
da önemli bir uyarıda bulunmuştur. Bu husus, son dinin peygamberi olan
Hz. Muhammed’in şahsında bizlere Kur’an’da şöyle ifade edilmektedir:
“Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî
peygambere uyanlar (var ya) işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları
kötülükten engeller, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar.
Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O peygambere inanıp ona saygı
gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nura (Kur’an’a)
uyanlar, işte kurtuluşa erenler onlardır” (Araf, 7/157).
Bu ayette, hem Musa şeriatında mevcut olan kural ve görevlere (örneğin
temizlik kuralları, yiyeceklerle ilgili esaslar, adetli kadınla ilgili yasaklar gibi) hem de
İnciller’de ortaya konan aşırı riyazetçi (nefsin isteklerini kırıcı) eğilimlere işaret
edilmektedir. Oysaki İslam, daha önceki şeriatlarda mevcut bazı ağır yükleri
kaldırmış veya hafifletmiş, dini daha “kolay” ve “yaşanabilir” kılmıştır. Nitekim bu
husus Kur’an’da:
“İşte böylece siz insanlığa şahitler olmanız, Resulün de size şahit olması
için sizi mutedil bir ümmet kıldık” (Bakara, 2/143).
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
21
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
Tartışma
şeklinde dile getirilmiştir. Bu prensip Resulullah tarafından da “Kolay ve yüce
Haniflik ile gönderildim” (Müsned, V, 266; Buhârî, “İman”, 29) biçiminde açıklanmış
ve İslam’ın diğer şeriatlara göre daha “mutedil”, daha “kolay” ve daha
“müsamahalı” olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca hem Kur’an’da hem de sünnette dini
mükellefiyetlerin azaltılarak “gerekli” ve “yeterli” seviyede tutulduğu, İslam’ın
insanlara “ağır yükler” yüklemek için değil, “rahmet” ve “inayet” olarak
gönderildiği sıklıkla tekrarlanmaktadır. Kur’an ve sünnetteki bu vurgu sebebiyle de
İslam bilginleri dinin anlatım ve yorumunda daima “kolaylığı” ve “uygulanabilirliği”
tercih etmişlerdir.
•“İlahî kaynaklı” diğer dinlerden olan Yahudilik ve Hristiyanlık ile
İslamın farkını tartışınız.
•Düşüncelerinizi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “tartışma
forumu” bölümünde paylaşabilirsiniz.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
22
Özet
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
•Arapça kökenli bir kelime olan ve “d-y-n” kökünden gelen “din”
kelimesi sözlükte “örf, âdet, ceza, karşılık, mükâfat, itaat, üstünlük,
egemenlik, zorlamak” gibi çok çeşitli anlamlara gelmektedir.
•Batılı bilim adamlarının yaptıkları din tanımında şu “beş asli unsur”
öne çıkmaktadır: Zihinsel (zihnî) unsur, duyusal (hissî) unsur,
taabbudî (kulluk şuuruyla ilgili davranış) unsur, sosyal (içtimai) unsur
ve ferdi tecrübe.
•İslam bilginlerinin yaptıkları tariflerde ise şu ortak noktalar
bulunmaktadır: Dinin “ilahi kaynaklı” olduğu, “akıl” ve “irade” ile
ilişkisi olduğu, “tercih” konusu olduğu, insanları “özü itibariyle hayır
olan” şeye yönelten bir kanun olduğu.
•Dinin kaynağı konusunda da farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bir
kısım Batılı bilginler dinin kaynağı konusunda tabiat olaylarının etkisi
ile onlara kutsallık atfedilme (natürizm) veya ruhlara, özellikle de
ecdat ruhlarına tapınılarak (animizm) yahut büyüye, bitki ve
hayvanların kutsallığına inanılarak (toteme dayanma) şeklinde
teoriler ileri sürerken; bazı ilmi çevreler de Güneydoğu Avustralya
ilkel kabilelerinde animizme rastlanmadığını, fakat insanların ahlaki
adaba uyup uymadıklarını denetleyen ve gökte bulunan “tek” ve
“bir” yüce tanrı kavramına her yerde rastlandığını ispat etmeye
çalışmıştır. İslam inancına göre ise dinin kaynağı “vahiy” olup onu
bildiren Allah’tır.
•Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin
getirdiği “hak dinlerin ortak adı” her zaman “İslam” olmuştur. Bunun
içindir ki insanlar din koyucusu olamazlar. Çünkü insanlar, özellikle
Allah’ın rızasına uygun düşecek ibadet ve amelin nelerden ibaret
olduğunu bilemezler. Allah’ın rızasına ulaşılmadıkça da insanlık için
hidayet ve mutluluğa ulaşma asla mümkün olamayacaktır.
•Dinlerin sınıflandırılması problemi, dinler tarihinin, önemli
konularından biridir. Çok çeşitli din sınıflaması yanında İslam’ın da
kendine özgü din sınıflaması mevcuttur. İslam’a göre dinler en genel
anlamda üçe ayrılmaktadır: 1) Hak dinler, 2) Tahrif edilmiş
(muharref) dinler, 3) Batıl dinler.
•İslam’a göre ilahi dinleri diğer dinlerden ayıran özellikler şunlardır:
Tek ve Bir olan yaratıcı’ya, meleklerin varlığına, bir olan Allah’a
ibadet edip itaat etmenin gerekliliğine, Peygamber’in Allah’tan vahiy
ve ilham yoluyla aldıkları hükümlere/düsturlara ve mukaddes kitaba
iman etmektir.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
23
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
 İlahî dinlerin Allah-ahiret ve peygamber görüşlerini
araştırıp iki yüz kelimeyi aşmayacak şekilde bir yazı yazınız
 Hazırladığınız ödevi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer
alan “ödev” bölümüne yükleyebilirsiniz.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
24
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
DEĞERLENDİRME SORULARI
1.
Kur’an’ı Kerim’de “din” kelimesinden “hesap-ceza-mükâfat günü”
kastedildiği sure hangi dönemde inmiştir?
a) Mekke döneminin ilk yarısında
Değerlendirme
sorularını sistemde ilgili
ünite başlığı altında yer
alan “bölüm sonu testi”
bölümünde etkileşimli
olarak
cevaplayabilirsiniz.
b) Medine döneminin son yarısında
c) Mekke döneminin son yarısında
d) Medine döneminin ilk yarısında
e) Hicret esnasında.
2.
Allah’ın varlığının ve birliğinin bilinmesi alanında aklın yeri ve yeterliliği
hususunda birtakım görüşler mevcuttur. Bu görüşlerden biri olan “Peygamber
gönderilmemiş olsa da beşer aklı, Allah’ın varlığını ve Allah’a ait diğer kemal
sıfatları düşünme ve delil arama yöntemleriyle kendiliğinden kavrar ve bunu anlar.”
şeklindeki görüş aşağıdakilerden hangisine aittir ?
a) Eşariler
b) Cebriye
c) Maturidiler
d) Selefiyye
e) Kaderiye
3.
Aşağıdaki din sınıflamalarının hangisi “tanrı kavramı açısından yapılan din
sınıflandırması” başlığı altında değerlendirilmektedir?
a) Dünya dinleri
b) Tanrı konusunda açık ve net olmayan dinler
c) Kurucusu olan dinler
d) Milli dinler
e) Geleneksel dinler
4.
Zihnen varlığı kabul edilen ve kalben kendisine bağlanılan Yüce Kudret’e
karşı yapılması gerekli olan yükümlülükleri ifade eden unsur aşağıdakilerden
hangisidir ?
a) Taabbudi unsur
b) Ferdi tecrübe
c) Duyusal unsur
d) Sosyal unsur
e) Zihinsel unsur
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
25
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
5.
Aşağıdaki kavramların hangisinin tanımı yanlış verilmiştir?
a) Tabiata kutsallık atfedilmesi: Natüralizm
b) Ecdat ruhlarına kutsallık atfedilmesi: Animizm
c) Büyü bitki ve hayvana kutsallık atfedilmesi: Totemizm
d) Çok tanrı edinilmesi: Monoteizm
e) Puta tapınma: Paganizm.
Cevap Anahtarı:
1.a 2.c 3.b 4.a 5. d
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
26
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER
KAYNAKLAR
1. Akseki, Ahmet Hamdi. İslam Dini.(21. Baskı). Ankara.
2. Aliyyu’l-Kârî, Ali b. Muhammed Sultan el-Herevî. (1984). Şerhu’l-Fıkhi’l-Ekber.
Beyrut.
3. Aydın, Ali Arslan. (1984). İslam İnançları Tevhid ve İlm-i Kelam. Ankara: Gonca
Yayınevi.
4. Bilmen, Ömer Nasuhi. Muvazzah İlm-i Kelam. (1972). İstanbul.
5. Buhârî, Muhammed b. İsmail. (1987). Sahîhu’l-Buhârî. Tah. Mustafa Dîb elBuğa, Beyrut.
6. Bûti, Said Ramazan. (1986). İslam Akaidi. Ter. Mehmet Yolcu, Hüseyin
Altınalan. İstanbul: Madve Yay.
7. Esat, Mahmud. (1311). Dîn-i İslam. İzmir.
8. Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman.Kelam. (1988). Konya.
9. Heyet. Diyanet İlmihali. (1998). İstanbul.
10. İsfehânî, Ebu’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed Râğıb. (1961). el-Müfredât fî
Ğarîbi’l-Kur’ân. Tah. Muhammed Seyyid Keylânî. Mısır.
11. İsferâyinî, Ebu’l-Muzaffer Şahfûr b. Tâhir. (1955). et-Tabsîr fi’d-Dîn. Nşr.
Muhammed Zâhid el-Kevserî. Mısır.
12. Mâlik b. Enes, Ebû Abdillah el-Esbahî. (tsz.). Muvatta, Tah. Muhammed Fuad
Abdulbaki. Mısır.
13. Mâturîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmud. (tsz.). Kitâbu’tTevhîd. Tah. Fethullah Huleyf. Mısır.
14. Müslim, Ebu’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc. (tsz.). es-Sahîh, Beyrut.
15. Nesefî, Ebu’l-Mu‘în Meymûn b. Muhammed. (2004). Tabsiratu’l-Edilles I. Nşr.
Hüseyin Atay. Ankara.
16. Tahânevî, Muhammed A’la b. Ali. (1862). Keşşâf-u Istılâhâti’l-Fünûn. Tas. elMevlevî Muhammed Vecîh, el-Mevlevî Abdu’l-Hak, el-Mevlevî Ğulam Kadir.
Kalküta.
17. Topaloğlu, Bekir. (1992). Allah’ın Varlığı. Ankara: DİB Yay.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
27
Dinin Tanımı ve Mahiyeti
18. Topaloğlu, Bekir-Yavuz, Şevki-Çelebi, İlyas. (2009). İslam’da İnanç Esasları,
İstanbul.
19. Yazır, Muhammed Hamdi. (tsz.). Hak Dini Kur’an Dili. İstanbul.
20. Yüksel, Emrullah. Sistematik Kelam. (2005). İstanbul.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
28
Download