Ferdane Bayıldıran - Adana`ya Güç Verenler

advertisement
Bir Kurşunkalem ve
Bir Tutam Sevgi;
Ferdane Bayıldıran
Kentlerin ruhu o kentteki insanların içine işler. Adana’nın ruhu Adana insanının içine işlemiştir. Bu bereketli topraklar, binlerce yıldır çeşitli medeniyetlere hayat
vermiştir. Çukurova’nın bu üretkenliği ve paylaşımcılığı
yıllar boyunca bu topraklardan birçok değerin yeşermesini sağlamıştır. Bazen futbol tarihimizin akışını değiştiren bir teknik direktör, bazen milyonları kendisine
hayran bırakan bir şarkıcı, bazen de ilkleri başaran bir
yönetmen... Türkiye’nin neresine giderseniz gidin, Adana deyince insanların aklına yarattığı değerler gelir.
Bugün sizlerle bu değerlerden birinin hayatına bambaşka
bir pencereden bakacağız. Hayata ve insana farklı bakan
ve mesleğine 33 yılını vermiş bir eğitimcinin hikâyesini
okuyacağız. Bu hikâyenin içinde zaman zaman geçmişe
gidecek, zaman zaman ezberlerinizi bozacaksınız.
Söyleşimizin kahramanı Ferdane Bayıldıran, öğrencilerinin deyimiyle “Ferdane Hoca”.
Yarattığı eğitim kurumlarıyla ve yetiştirdiği binlerce öğrencisiyle “Adana’ya olan borcunu ödeyen”, yıllardır bizlere öğretilen ezberci eğitim modelini değiştiren hocamızın hayatını okuduğumuzda aklımıza şu söz gelecek:
“ADANA güç verir.”
FERDANE BAYILDIRAN 05
FERDANE BAYILDIRAN KİMDİR,
ÇOCUKLUĞU NASIL GEÇMİŞTİR?
3 Kasım’da Kadirli’de doğdum. Ailem
çiftçi. Babamın okuma-yazması yok.
Annem ilkokula gitmiş ama ortaokula gitmemiş. İşte böylebir hayat…
3 Kasım’da doğmuşum ama ciddi
olarak yılını bilmiyorum, ablamın
nüfus cüzdanını taşıyorum, ailemin önce kız çocukları olmuş, onu
da kaybetmişler iki buçuk yaşında,
onun için ablamın nüfus cüzdanını
kullanıyorum. Ama 3 Kasım benim
doğumumla ilgili, askere gidenler
varmış, ondan biliyor annem.
Daha sonra sormuş “Askere ne zaman
gittiniz?” diye, üç kasım, yani gününü ve ayını oradan biliyor. Kadirli’de
“01.01” diye başlayan doğum günleri
çok, baştan aşağı 1 Ocak. Koca şehir
baştan aşağı bir ocak , onun için bu
kadar görkemli kutlanıyor.
İLKOKUL ÇAĞINDAKİ FERDANE OKULDA, ARKADAŞLARI VE
ÖĞRETMENLERİYLE NASIL
GEÇİNİRDİ? NELER YAPARDI?
Ablamın cüzdanını kullanınca yedi
kardeşin ilk çocuğu oldum. İlkokulu, ortaokulu, liseyi Kadirli’de okudum. Zaten ilkokuldaki hayatımı
bütün Adana biliyor. Zahmetli bir
ilkokul dönemi, beş yaşında ilkokul
hayatım başladı. Ayaklarım sandalyenin (öğrenci oturağı) yarısına ka06 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
dar geliyordu, babaannem – babam
beni kucaklarında götürüyor, sıraya
oturtuyorlardı.
Çoğu zaman korkuyordum, o yaştaki çocuk için tuvalete gitmek, sonrasında oraya tırmanarak oturmak
zahmetli bir şeydi. Olmuyor değil,
oluyor ama oraya abanıyorsun, tutunuyorsun, yukarıya çıkıyorsun, zor
bir şey. Eskinin öğretmenlerini biliyorsunuz, “Bir ben vururum, bir de
duvar...”. Öğrenci her mekânda dayak
yiyebiliyordu. Çok dayak yedim ama
sanırım bütün öğrenciler aynı durumdaydı. Şimdi ise dayak yendiği
an “Alo 147” aranıyor. Bir dönemi,
böyle okul içi şiddet uygulanan kişi
olarak geçirdim. Burada biat etmek
çok önemli, “Tamam, sen haklısın!”
ya da herkes nasıl yapıyorsa öyle davrandığın zaman dayak yemiyorsun.
Her zaman farklı fikirleri olan ya
da nedense farklı düşünen insanlara
cezalar geliyor.
Bir de beş yaşında girdiğiniz okuldan dayak yiye yiye beşinci sınıf... Az
değil okulda beş sene dayak yemek!
“İyi ki anaokulu yokmuş!” diye düşünüyorum. Beş yıl şiddet gördükten
sonra artık o okul bana hiçbir şey ifade etmiyor. Bütün bunlara, bütün bu
zorluklara rağmen öğretmen olmak!
Diğer meslekleri seçenler, yükseköğrenim gördükten sonra bir daha
okulun kapısından seçimlerde oy
kullanmak için girdiler. Hiç kimse
başka şekilde girmiyor, sandık başına
gittiğinde okul yüzü görüyor. Ben hiç
çıkmadım okulun içinden. Ama “O
öyle olmaz, böyle olur.” diye kafamda
canlandırdım. Öyle öğretmenlik mi
olur, öyle eğitimcilik mi olur? Dayak,
FERDANE BAYILDIRAN 07
eğitimde zerre kadar yeri olmayan, çok kötü bir şey.
Bir şeyi anlatırsan insan anlıyor, “O küçük çocuk!”
deme, kesinlikle her şeyi anlıyor, bir büyük kadar
fikri de güzel olabiliyor. Ben küçük çocuklardan
kötü fikir çıktığını görmedim; ancak çok süslenmemiş, ham haliyle doğru fikir çıkıyor. Ama büyüdükçe fikir süslemesi kaygısına düşüyor öğrenciler. Ondan sonra ambalaj giriyor; yalan, riya giriyor; korku
giriyor; notumu kırar korkusu giriyor; “Toplum ne
der?” korkusu girdikçe bu sefer sunileşiyor, doğal
yollardan sapıyor çocuklar.
Dediğim gibi, bizimkisi böyle bir hayat. Çocukluğu
dayaklarla geçmiş bir hayat. Her gün okulumuzun
yanından geçiyorum, çok yakın komşumuz okulumuz, başka da hiçbir şey hissetmiyorum. Ama
o okulda okumak istemem. Ve o okulun önünden
geçerken hissettiğim şudur: “Haydi, haydi şimdi de
gelin dövün bakalım, delikanlıysanız şimdi de gelin dövün!”. Her gün dayak atılmaz ama her denen
de yapılmaz. En büyük kötülük, ailelere yapılacak
en büyük kötülük, o çocuğun her dediğini kabul
etmektir. Külliyen yanlış zaten.
OKUL YILLARINIZDA UNUTAMADIĞINIZ
BİRKAÇ ANINIZDAN BAHSEDEBİLİR MİSİNİZ?
Öğretmenim, çizgili defterimize “1” rakamını yazdırıyor. Cetveli koydum, yukarıdan aşağı çizgi çizdim, yatay çizgilerin olduğu yerden de sildim, öğretmenin istediği “1” ler düzgün olarak ortaya çıktı,
çok düzgün çıktı ama öğretmenim: “Sen beni mi
kandırıyorsun, tek tek yap demedim mi?” diyerek o
gün de şiddetli bir dayak attı.
Farklı çocuk olmanın cezasını da gördüm. Bir süre
sonra aldırmamaya ve bunun benim farklılığımdan
değil de insanların farklı olmasından kaynaklandığını düşünmeye başladım. Eskiden, başımıza gelen
bir olay, yaşlıya göre kaderdir, değişik değişik isimlerle adlandırılabilir.
08 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
Ama artık “Ben normalim, bu kadarına tahammül edemeyenler utansın.” demeye başladım. İyi ki özgüven
kalmış, çocuklukta dayak yiyen ve
böyle bir ortamda yetişen çocuk bu
kadar olabilir. Belki de ortam daha
farklı olsaydı hayatım daha farklı
olabilirdi. Bulunduğun ortamda artık kendi yolunu kendin çizebileceğini görüyorsun, sınırlarını biliyorsun.
Genellikle benim tipimdekiler bir
işte çok yoğunlaşamazlar, dikkat dağınıklığı yaşarlar. Problemin, dikkat
dağınıklığımın farkındayım, odak
noktasında topladığımda daha başarılı olacağımı düşünüyorum…
Eğitim alanında çalışıp nesil nasıl
yetişir bunu sağlayayım, bunu göstereyim istedim. Bu aşamadan sonra
lokum üreticisi olamam, ayakkabı
satamam, hedefimi eğitimle ilgili çok
yoğunlaştırdığım için bütün projelerim eğitimle ilgili. Hiç kimsenin
şikâyet etmediği bir nesil, çalışkan
bir nesil yetişirse hepimizin evet
dediği durum bu. Bizimle çalışan
öğretmenler bunun tanığı. Ama bütün kurumların bir karakutusu var.
Her şey, stratejiler belirleniyor; o
çok masraflı, bir gün olsun parayı
düşünmeyeceksin. Parayı düşündüğün zaman motivasyonun düşüyor,
eğitimcilik şairlik gibi bir meslek.
Hem insan şiir yazıyor, hem de bir
şey satamıyor yani. İkisi birbiriyle hiç uyuşmuyor. Uyuşması zaten
doğasına aykırı,olmuyor öyle. Para
konusunu asla düşünmeyeceksiniz.
10 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
Özel okullar için söylüyorum, kayıt
alan kişi, veli, çocuk üçgeninde hiç
konuşulmaması ya da o fikirde olunmaması gerekiyor. Türkiye’de iyi bir
eğitimci olmaya ya da eğitimde bir
iyilik hareketi başlayacaksa bunu
kendi okulunda uygulayabilme şansı
yakalamış bir öğretmen olarak belki
de piyangodan çıkan en büyük ikramiye. Bir öğretmen olarak bu okulun
kurucusu olmaktan dolayı benim
diye düşünüyorum. Seve seve öğretmenim...
En nefret ettiğim soru: “Yaz tatilini
nasıl geçirdiniz?” sorusu idi. Bizde
yaz tatili demek, Kadirli’nin merkezinde oturuyoruz ama toprakla ilgili
iş olduğu zaman, özellikle yazın ailece köye gidiyoruz,köyde anneannemin evinin bitişiğindeki evde kalıyoruz ve de çok zahmetli, çok yüklü
bir çocukluk dönemi. Hiç hatırlamak istemediğiniz çocukluk dönemi. “Yaz tatilini nerede, nasıl geçirdiniz?” sorusunun sorulmasını hiç
istemezdim. Bir iki memur çocuğu
vardı, belki onlar bir yerlere gidiyordu ama bu sorular aşağı yukarı %98’i
benim gibi olan ailelerin çocuklarına
soruluyor. Köye gidiyorlar. “Marmaris’e, Bodrum’a gittik, yazlığa gittik.”
diye bir cevap yok. Çoğu bizim gibi,
gitmiş tarlada çalışmış. Mesela sabah
saat beşte uyandırılmış, işe gitmiş.
İnsan uyuya uyuya yürür mü? Yürüyor. Sabahın beşinde tarlaya yürümek zorundasın, nereden baksan 4-5
kilometrelik yol. Yakın olan 2-3 km,
FERDANE BAYILDIRAN 11
uyuyan çocuğa o bile uzak. Ama böyle düşmeden, yıkılmadan, uyuya uyuya, tarlaya kadar 4-5
kilometrelik yolu yürüdüğümü biliyorum. Onun
için “Tatilde nereye gittiniz, yaz tatilini nasıl geçirdiniz?” sorusu bana çok saçma geliyor. Bunlar
hiç sorulmasa daha iyi. Bu aleni, kültür, sınıf farklılığını, ayrımcılığı tetikleyen bir soru. Sen soruyu
şimdi sordun, yaz tatilini Türkbükü, Bodrum’da
geçirmiş, diğer tarafta bizim gibi köye gitmişse
kötü bir örnek. Bunlar sevmediğim sorulardı.
Ortaokuldayken kimya öğretmenimiz vardı, defterden yazdırırdı, hiçbir cümleyi söylediğini duymadım, tahtaya da yazı yazacak olsa deftere bakarak yazardı. Arka sıralarda oturan daha uzun
boylu arkadaşlar vardı, korkusuz. Onlar gelip
-ben okul birincisiydim- “Git öğretmenin defterini değiştir.” derdi. Haddime mi? Çalışkan çocuk
yapamaz onu. Arkadaşlar defterin sayfalarını değiştirdi, yazdırdığı yeri değiştirdi, öğretmen de
kaldığı yerden devam etti! Böyle bir ortamda ben
kimya dersini nasıl seveyim? Kimya dersiyle yeni
tanışıyorsunuz, size hep defterden yazdırıyor!
Ben bu dersin neresini, nasıl sevebilirim? Bu kadar kötü olduktan sonra o dersi niçin seveyim?
Onun için benim başıma gelen bu kötülüklerin
çocuklarımın başına gelmemesi için veya ben
öğretmenliğimde öyle davranmamak için elimden gelen her şeyi yaptım. En azından çocuk, “Şu
okulda beni düşünen ya da beni seven, bana iyiliği öğreten şu öğretmenimi çok severdim.” desin.
Okulda, öğrenci önce öğretmenini sevecek, sonra dersini sevecek, hayatında iz bırakacaksın ancak o zaman çocuğun dünyasına girebiliyorsun
ve hangi yöntemle daha iyi öğretilirse çocukta o
istenen kıvılcım istenen yere konur. İşte esas öğretmenlik orada. Öğrenebilmesi için kıvılcımı tutuşacağı yere koymak! Onun için uğraştım.
12 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
ORTAOKUL’DA BAŞARILI MIYDINIZ? tik olmayınca teoriye geçti. Sorduğu
tüm sorulara cevap verdiğim için
Ortaokulda başarılı bir öğrenciy- doksan beş puan aldım. Ama aylarca
dim. Bütün kanunları öğretmenlere dikişle uğraşan arkadaşlardan en fazanlattığımda özellikle fende, fizikte la alanlar yetmiş almışlardı. Benim
“O bulmasa ben kesin bulmuştum.” elimden iş gelmediği, ev işinde de
derdim. Doksan sekiz puan alınca kitaptan sorular sorulup çok yüksek
ağlayan tiplerdendim. Fen dersle- not alınca üzülmüşlerdi. Ama onlar
rim iyi olduğu için arkadaşlarım ve çok haklıymış çünkü o dersin özelöğretmenlerim bana “Arşimet” der- liği iğne ile dikiş dikebilmek; ben de
lerdi. En başarılı olduğum ders fen bir türlü yapamadım.
ve matematikti. En başarısız oldu- Her ne kadar dikkat dağınıklığı olsa
ğum ders ev işleriydi. Diğer derslerin da dikkatli bir çocuktum. Çabuk hisöğretmenleri ev-el iş öğretmenime sediyor ve görüyordum. Demek ki
öğretmenler odasında anlatıyorlar- insanlar, “Benim dikkatim dağınık.”
dı ki o, “Olmadı kızım, bu zıbın da diye hayıflanmasınlar, canları hiç
olmadı, yapamadın! Sen on ile yirmi sıkılmasın. İsterlerse, geliştirirlerse
dokuzuncu sayfalar arasını çalış, ben diğer insanların önüne koyabileceksana oradan soru sorayım.” dedi. Pra- leri çok yetenekleri olabilir. Ama
hangi işi yaparsan yap o işi iyi yapmak gerekir. O iş için hemen hemen
her şeyi feda etmek gerekir. Yoksa
şunu da, bunu da yapayım, diğerini
de yapayım biraz biraz, o zaman ne
oluyor? Sen yüzde onluk bir adam
oluyorsun, ama bütün dikkatini bir
yere verirsen o zaman o konuda iyice uzmanlaşıyorsun, o seni besliyor,
onun için mutlak bir yerde odaklanmak gerekir ve bir şeylerden de
vazgeçmek gerekir.
Benim için öğretmenlik kesinlikle ön
planda. Bu bir meslek, eğitim de bir
bilim dalı, meslek. Bu mesleğin gerekleri var, stratejileri var, eğitim bilimini iyi bilmek gerekir. Her mevzuyu bilenden öğretmen olmaz. Hem
bileceksin, hem uygulayacaksın. Baş14 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
ka kişilerin işi değil. Lokumcu, öğretmenlik yapamaz. Öğretmenlik bir
meslek. Onun da eğitimi var. Öğretmenlerimin ne kadar iyi iş yaptığını
takdir edemezsem, ölçme-değerlendirme bilgim yoksa öğretmenlerin
de işi zor. Takdir edilecek yönü, ancak o işin tabanından gelenler bilebilir. Mesleği icra edenler bilebilir,
aksi takdirde bilemez.
ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ NASIL
BİR SÜREÇTEN SONRA GELİŞTİ?
Öğretmenlik mesleğinde en önemlisi
sabırlı olmaktır. “Matematik, eşittir
sabır.” olduğunu çok sonra öğrendim.
Öğretmen çok dinleyecek, ölçülü
cevap verecek,yoksa farklı sonuçlar
çıkaramaz. Ancak kendi konuşursa
kendi bildiğini dikte ettirebilir. Eğer
yanlışı beraberinde barındırıyorsa
o yanlışla öğrenci de beraber göçüp
gider ve öğrencinin üzerinde öyle
kalır. Öğretmen öğrenciyi iyi tanıyıp
iyi dinlemeli. Öğretmen “Günü, bugünü böyle geçireyim, yarın da gelişen duruma göre biz değişiriz.” diyemez. Dört milyar yıllık insan nesliyle
uğraşıyorsunuz. Hemen değişmez,
doğrusu olduğu zaman değiştirmek
gerekir. Yoksa hiç kimse bunu hak
etmiyor. Yap boz tahtası gibi değil,
“Olmadı tekrar başa alalım.” öğretmenlikte olmaz. Denenmeden, bilimsel olarak açıklanmadan çocukta
uygulamaya geçemezsiniz. Olmaz.
Öğretmenlikte “Ya pardon!” olmaz,
onu iyi düşüneceksin, en azından
hatayı sıfıra yaklaştıracaksın.
Bulunduğumuz günlerde “En çok
utandığın nedir? “diye sorulursa,
yetmişli yıllarda ırkçılığın, mezhep, din, dil, ırk, cinsiyet dediğimiz ayrımcılığın ortadan kalkacağını düşünürdüm. İnsanlara
“zenci, beyaz” diyemezsin ki! İnsanı dili, dini ile yargılayamazsın.
“Sen kimsin ki?” derler adama.
Bir kere dünyaya geliyor, istediği
gibi yaşasın, istediği gibi davransın, istediği gibi özgür olsun.Bu
durum, hiç kimseye ayrımcılık
hakkı vermez. Maalesef çok utanarak söylüyorum, bunun toplumun her kesiminde, karşı olduğunu yazan kişilerde bile, pratiğe
geldiği zaman en ilkel, en kötü
şekilde hayata geçirildiğini görüyorsun. Teorikten çıkıp pratiğe
yansıyor. Bu da beni çok üzüyor.
Öğretmen olunca insan merkezli oluyorsunuz, insanı merkeze
aldığınızda bu söylediğimizin
hiçbir önemi yok.
Japonya’da tusunami, sel oldu biz
burada üşümedik mi? Üşüdük,
bizim bir tarafımız sele gitmedi
mi, deniz götürmedi mi? Götürdü. Yani orada rüzgâr esse biz
burada üşüyen insanlarız. Ama
biz bunu hak etmiyoruz da neden
böyle davranıyoruz ben de bunu
anlamıyorum. Barışçıl, insanları
seven hümanist insanlarız. Birisi
adres sorsa neredeyse evine kadar
götürüyoruz. Bunun için politikayı
sevmiyorum, doğru olmadığını bile
bile tribüne oynamak, yanlış fikri
doğruymuş gibi algılayıp söylemek
-aslında algısı da değişiyor da yanlış söylüyor- öyle gösteriyor, olduğu
gibi değil, göründüğü gibi hiç değil;
bu da bana ters, aldığım eğitime ters,
okuduğum kitaplara ters, bunun için
hayatım boyunca ne olursa olsun
ayrımcılık noktasına gelen konularda eşit mesafelerde durmayı ve
çocuklarımı, öğrencilerimi bir kenara çekip tarafsız yetiştirmeyi her
zaman için birinci sırada tuttum. Bu
benim için çok önemli. Kim olursa
olsun, kimseye bağlı kalmaksızın,
biat etmeksizin, düşündüğünü özgürce söyleyebilmesi için onlara hiç
bir engel koymuyoruz. Birkaç tane
engel koyduğumuz zaman, o özgür
doğan çocuk dördüncü sınıfa geldiği zaman “teslim” diyor. Yeteneksiz,çapsız, hiçbir konuda fikri olmayan,
yasaklar koyarak beğenmediğimiz
insan tipini dördüncü sınıfta yaratıyoruz. İnsan beynini özgür bıraktığınızda, desteklediğinizde inanın
ki, büyük bir zevkle söylüyorum öğrenmede hiç sınır yok. Bir iş yapabilmede sınır hiç yok. Dört yaşındaki
çocuğa öğret, terzilik yapamazsa, aşçı
gibi yemek çıkarmazsa, ziraatçı gibi
ağaç dikmezse, meyvesini, sebzesini
elde etmezse bütün bildiğim yanlış.
Her şeyi çok güzel yapıyor. Ama bu
gidemedi. Baraj yolundaki evi daha
da kuzeye, Turgut Özal Bulvarı’na
taşıdık. Bir gün param olursa dedim
HANGİ OKULLARDA
ama emekli oldum. Öğretmenler, çaÖĞRETMENLİK YAPTINIZ?
lışanlar hep öyle ev değiştirirler, biz
Öğretmenlik hayatım boyunca tek de Turgut Özal Bulvarı’nda ev aldık
bir okulda çalıştım, Baraj Lisesi’nde. ve bu arada dershane durumu ortaya
Baraj Lisesi’nde stajyer oldum ve ora- çıktı. Kenan Evren Bulvarı üzerinde
dan emekli oldum. Adana’nın en iyi küçük bir bağ eviydi, orayı düzenokullarından biri. Baraj Lisesi kade- ledik ve ilk işimizi kurduk. Ekinfen
rim mi, şansım mı diyeyim, hep şeh- dershanesini kurduk. “Ekin” ikinci
rin dışında oturdum ve öğretmenlik oğlumun adı.
yaptım, baraj yolunda oturuyordum
SEKTÖRÜNE
şehrin dışına doğru Baraj Lisesi’ne DERSANECİLİK
öğretmenlik için gidiyordum. Bunun NASIL ADIM ATTINIZ?
haricinde dedim ki; “Allah’ım Gazi
Ortaokulu’na veya Celalettin Seyhan İki çocuğumun büyüğü İsmail, Kurtİlkokulu’na tayinimi çıkar; Celalettin tepe Anadolu Lisesi’ni kazanmıştı.
Seyhan’da, İsmet İnönü İlkokulu’n- Hazırlık sınıfında İngilizce dersi görda öğretmenlik yapayım ve şehre dü. Okurken fen lisesine hazırlandı
gideyim.” dedim, ama olmadı; şehre ve kazandı. İsmail ve arkadaşlarını
uygulamalı yapılırsa..
FERDANE BAYILDIRAN 17
fen lisesi sınavlarına hazırlamıştım.
Orada okulu daha yakından tanıdık. Kurttepe Anadolu Lisesi’nden
çok öğrenci fen lisesini kazanmıştı.
Fen Lisesinde Okul Aile Birliğinde
de yer aldım. Adana Fen Lisesi daha
önce Adana Eğitim Enstitüsü idi.
Eski okulumdu. Kurttepe Anadolu Lisesi’nde sınıf mevcudu otuz üç
kişi, burada ise sınıf mevcudu yirmi
üç kişi, devlet bu kadar güzel imkân
sağlıyor. Oğlum, daha önce otuz üç
kişilik sınıfta okurken İngilizce dersi
gördü ve bir kolej eğitimi alarak devam etti. Fen Lisesi’nde bu sayı yirmi
üçe inince, giysi yardımı, kitap yardımı ve yatılı da olunca çok beğendik.
Bir de öğretmenler bu okula belli
bir sınavdan geçerek atanıyor. Böy18 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
le olunca ikinci çocuğumuz Ekin’i
de Adana Fen Lisesi sınavlarına hazırlamaya başladık. Ekin de Ankara
Fen Lisesi’ni kazandı. Biz Adana’da
okumasını istedik ama o ısrarla Ankara Fen Lisesi’nde okumayı istedi.
Bu okulların çok özel olduğunu iki
çocuğum okuyunca gördüm. O zaman “Diğer çocukları da yetiştirelim,
bu okullarda okusunlar.” düşüncesi
doğdu. Bir de ben özel ders almalarına karşıydım. Özel ders almak için
gelenler bana sanki küfrediyor gibi
hissediyordum. Özel ders vermediğimi söylüyordum. Bu kez de “Teyzesi
biz size gezmeye geleceğiz.” diyerek
geliyorlar, “Yarın sınavı var” diyorlar,
benden yardımcı olmamı istiyorlar,
hem çocuğun dersine yardımcı olu-
yordum hem de misafir oldukları
için ikramlarda bulunuyordum. Bir
baktım ki bir, iki, beş, on oldular.
“Hiç olmazsa eve gelenlere dershane
açalım da -burada ücret alıp almamak önemli değil- bu çocukları bizim çocuklar gibi yetiştirelim hevesi
doğdu ve biz bu işi öğrendik havası
oldu. Yeri kiraladıktan sonra iş bitti.
Ondan sonra ben yapamam demek
olmuyor, o kadar para boşa gider.
Kenan Evren Bulvarı üzerindeki ilk
yerimizi kiraladıktan sonra dört-beş
yıl orada kaldık. Yerimiz bulvar üzeri
olduğu için çok gürültülüydü, sıkıntısını çok çektik ama, sınavı kazanan
öğrencilerimizin isimlerini duyurmada iyiydi. Adanalılar görüyordu,
bu avantajı vardı ama bu avantaj
daha sessiz ortam için, iyi bir eğitim
için feda edilir. Şu anki yerimizi aldık, paramız belki bir katına veya iki
katına yeter diye düşündük, sonra
üst katı inşaat olmaktansa dershanenin tamamını bitirdik. Dershane,
çok geniş ve ferahtı; iyi bir işe girmiş
olduk. Yirmi derslikli, konferans salonu, sinema salonu, kütüphanesi
bulunan ve bir okuldan daha donanımlı bir yer. Sadece asansörümüz
yok. Asansör olunca da asansör görevlisi olması gerekiyordu. Çocuklar
küçük olunca tehlikeli olacağını düşündüğümüz için asansör koymadık.
Ekinfen Dersanesi kurumsal bir yapı,
uzun bir süre gitmesek yeni aynı kurum, yine aynı Ekinfen, değişen hiçbir şey olmaz.
“Ekinfen’liye bir kurşun kalem yeter” bu slogan ulusal basında da yer
buldu. Sloganı görenler, duyanlardan
“Hocam, bu sloganı hangi ajans buldu?” sorusuyla çok karşılaştım. İşin
özü, içten, hiç kimseye dokunmayan,
kendi çocuğunu yürekten destekleyen, kendi çocuğunu iyi motive eden
bu sloganı, yüzlerce müşterisi olan
hiçbir ajansın hemen bulabileceğini sanmıyorum. Onu yaşamak için
işin içinde olmak gerekir. Profosyonellikte böyle amatörce insanı saran
sloganın bulunabilmesi zor görünüyor. İmkânsız değil ama zor. Ancak,
içselleştirmek gerek. Körü körüne
âşık olmak gerek. Sloganlar şiirseldir,
ilham gelecek, kurumu temsil edecek
sözü bulacaksın.
EKİNFEN DERSHANELERİ’NDEN
SONRA, KREŞTEN LİSEYE UZANAN ÖZEL OKULLAR ZİNCİRİNİ
EĞİTİMİN HİZMETİNE SUNDUNUZ. BİRAZ SÜRECİNİ ANLATIR
MISINIZ? Dershanede çalışırken okul düşüncemizi ilk Kemal Önal Vali’me anlatmıştım. Üstün zekâlı çocuklardan
herkes sıkıntı duyuyor, sınıfın düzenini bozdukları için genelde öğretmenler rahatsız oluyor. Öğretmenlerin ortalamaya hitap edecek bir
eğitim sistemi vardır. Mutlu olmak
için ortalamayı götüreceksin ve ortalamadan şaşmayacaksın.
Memur veya çalışana bakıldığı zaman bunların asla bir Aysel Gürel,
Fazıl Say, Sezen Aksu, Nâzım Hikmet olamayacağını görürüz. Hayatlarından çok memnundurlar. Rutin
yaşam onları rahatsız etmez. Rutin
yaşam bizi hiçbir yere götürmez. Kuralları da sevmeyen birisiyim. Çizgili
deftere yazı yazmayı hiç istemiyorum, sevmiyorum, illaki çizgisiz ve
geniş olacak, sınırları olmayacak.
Çerçeveyi sevmiyorum. Odada duvarları sevmiyorum. Her tarafın cam
olması da idare etmiyor. Her tarafın
açık olması, duvarsız ve penceresiz
olmasını isterim. Çocukları rahatlıkla görmekten, onlarla birlikte olmaktan çok mutluyum.
Bu düşüncemi Kemal Önal Valimize açıkladım. Valimiz de: “Sonuna
kadar desteklerim, üstün başarılı
Kemal Önal
çocuklara hiç hor bakmayacak, en
azından niyette onları destekleyecek
kişilere ve fikre ihtiyaç var. Bu çocuklarla ilgilenecek bir kurum yok.”
diyerek sonuna kadar destek vereceğini söyledi.
2003 yılında okulumuzun arsasını
aldık ve yakın çevrede bulunan üç
binaya güvenerek okul olabileceğini
düşündük. Yerleşim yeri olduğuna
FERDANE BAYILDIRAN 19
göre elektrik ve suyu da olabilecekti. Bu sürede okulun planı çizildi ve
2010 yılında Adana Büyükşehir Belediyesi’nden “Arsaya okul yapabilirsiniz.” yazısı geldi. Beklerken bizler
de “Elektrik ve suyun kullanılmasını
planlıyorlar.” diye düşündük. Ama
düşündüğümüz gibi değilmiş, uzun
bir mesafeden elektriği getirdik, Sayın Valim İlhan Atış da suyun kullanılması için devreye girdi. Zaten
hakkımızdı, okul yapıyorsun su yok,
elektrik yok olmaz öyle şey! Tabii ki
uzun süreç, insan hayatında uzun bir
süreç. Dediğim gibi kişi önce sabırlı
olacak, istediğin kadar “Su işi, atık su
işi bu kadar uzun sürdü.” İşler mecrasını buluyor, ben onu gördüm. Siz
kendi kendinize boğuşmaya girerseniz daha büyük zarar görürsünüz.
Bakmamayı, affetmeyi öğreneceksin.
Çok zorlu bir süreç. Hiçbir şey de
kolay olmuyor. Her işe başlarken bu
da zor olacak diye başlıyorum.
Ekinfen Okullarında anaokulu, ilkokul, ortaokul ve Anadolu lisesi var,
yakında Anadolu sağlık meslek lisesi
de olacak.
Ekinfen Dershanesinde iş bitmedi de
yaşım altmışına yakın neden bu kadar zahmetli bir işi seçtim? İnşaatçı
ile uğraş, bin tane kalemle ile uğraş...
Dershane de öğrencilere bir şeyler
verilebiliyor ama eğitim yönünün zayıf kaldığını düşündüm, dershanede
bütün dünya öğretiliyor ama “Bir çivi
çak.” dendiğinde çakamayan çocuklar var. Evde de görmemişler, hatta
bu neslin anne ve babası da tembel,
hayat çok dayattığı için, acımazsız olduğu için işe gidip geliyorlar, bırakılsa işe de gitmeyecekler. Tabii bu, onların kusuru değil, bir önceki neslin
kusuru. “Ceketimi satar okuturum,
ben yemedim o yesin, ben giymedim
o giysin!” diyerek neredeyse çocuğun
yerine aşı olan bir neslin torunu şimdiki çocuklar ve de çok nazlılar, sanki
geldikleri yerlerde çok yorulmuşlar,
bu dünyaya dinlenmeye gelmişler.
Yorgun bir nesil gelmiş dünyaya ama
biz okulda okulun kuralını koyunca dedik ki: “Biz çocuklarınıza hiç
acımayacağız, bütün çocuklar kendi
işlerini kendiler yapacak!” İnanılmaz bir ilgi ile karşılaştık, velilerin
de istedikleri buymuş, gidilebilecek
son noktayı düşün ki, Şırnak’taki öğretmene müfettiş gidiyor, öğretmen
“İstediğiniz cezayı verin.” dediğinde
Şırnak’tan ileri yol var mı? Bizim öğrenciler de bu tür durumda, son durakta; tembellik yapmada, nesil son
durakta. “Şırnak’tan ileri yol gitmiyor!” diyen çocukları alacağız “Şunları yapacağız, her işi yaptıracağız.”
dediğimizde veliler de sağ olsunlar
“Her işi yaptırabilirsiniz.” dediler.
Biz de her işi yaptırıyoruz; bir genç,
ailesinin yanından ayrıldığında, tek
başına yaşadığında ne gerekiyorsa
öğretiyoruz. Anaokulundan itibaren
her şeyi öğretiyoruz. Çocuklar gayet
üretici, kuralcı ve her şeyi içselleştirmiş durumdalar. Çocuk okulda
hayatın kendisini yaşıyor. İlerleyen
zamanlarda stres altında nasıl yaşa- kuk diplomasını asmakla da olmunır, çalışılır, onun da prova edilerek yor. Bir devlet memurluğu var bir de
çalışılması gerekir.
serbest avukat var. Serbest işte üç yüz
altmış derece modeli önemli. Her
ÖĞRENCİLERİNİZE MESLEK
dereceye çok ciddi işler koyulmalı,
onun haricinde KPSS’na girildiğinTANITIMI YAPACAK MISINIZ?
de iyi puan alınması, insanın ömür
Lisede bütün meslekler tanıtılacak, boyu, maaşını alıp bir kenarda otuerken stajyerliği gerçekleştireceğiz. rup rutin işini yapmasını sağlayabiAvukat olmak istiyor ama hiç avukat lir. Girişimci olup özel iş yapılacaksa
görmemiş. Avukat nasıl yaşar, ne ya- onlara üç yüz altmış derece çalışmayı
par, hayatını nasıl sürdürür bununla öğretiyoruz. Dershanede çocukların
ilgili hiçbir bilgisi yok ama “Ben avu- eğitimine fazla zaman ayrılamıyorkat olmak istiyorum” diyor. Avukat du. Üst üste üç ders yapılıyor, bu üç
olmak için ciddi pazarlama yeteneği- dersin arasında iki teneffüs var. Tenin de olması gerekiyor. Sadece hu- nefüsslerde çocukları tanıma, onlarla
İlhan Atış
FERDANE BAYILDIRAN 21
ŞİMDİKİ AİLE YAŞANTINIZI KISACA
ANLATABİLİR MİSİNİZ?
birlikte yolda yürüyebilme çok zordu ama biz ona rağmen çocuklarla
daha fazla birlikte olmak için sosyal
aktivitelere önem veriyorduk. Hafta
sonlarına el koyuyorduk; yoksa minibüsten inip dershaneye gitme, tekrar minibüsle eve gitme, bizim hayalimizdeki eğitim modeli değil.
Çocuk için dershane ortamı elverişli
değil. Biz burada neyi çocuğa vermek istiyorsak onu verebilecek za22 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
mana sahibiz. Okulun en tipik özelliği çocukların severek okula gelmesi.
İlkokul birinci sınıfa giden bir öğrenci uyandığında mutlulukla “Ben okula gideceğim” diyorsa bu çok önemli. Okulda öğretmen de, öğrenci de
mutlu. Çocuklara değer verildiğini,
büyük gözü ile bakıldığını biliyorlar. Ve bu çok önemli. İyi ki Ekinfen
okulumuz var; bu gelinebilecek son
nokta. Bir de üniversite ile taçlandı-
rırsak... Bu okulda yetişen çocuklar
için üniversite hayatı zor değil, çok
basit hayat durumuna gelecek. Lise
mezunu bir öğrencimiz, birçok üniversitenin mezun ettiği öğrenciden
çok daha donanımlı olacak. Ekinfen
okullarında öğrencilere hayatı, elbeyin koordinasyonunu sağlayabilen
çocuk yetiştirmek zorundayız. Bu
bizim için çok önemli.
Evde ve iş yerinde en önemli partnerim
tabi ki sevgili eşim İsa Cengiz Bayıldıran.
O da öğretmen emeklisi. İki çocuğumuz
var. Büyük oğlumuz İsmail, küçük Ekin.
İsmail evli. O, Adana Fen Lisesi’nden
Boğaziçi Bilgisayar Mühendisliğine gitti,
orayı iyi bir derece ile bitirdi. Sonrasında
iş hayatı başladı. İki kızı var. Büyük kızı
anaokuluna bu yıl başladı, çok başarılı
ve çok zeki. “Tatil, tatil” diyerek tatilden
bahsediyor. Demek ki tatil, öğrenci psikolojisi ile birlikte gelişen bir kavram.
İkinci çocuğumuz Ekin de Boğaziçi
Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümünü okuduktan sonra “Bu benim
istediğim meslek değil” diyerek film
eleştirmenliği okuyacağını söyledi. Bizim toplumda hiçbir anne baba buna
razı olmaz. Hele de çok başarılı çocuklar
için, hiç… “Sen git, mühendis mi olacaksın, doktor mu olacaksın, hekim mi, eczacı mı olacaksın; sen onu ol gel, ondan
sonra da düşünürüz” derler. Biz “Türkiye’nin ilk onundaki film eleştirmeni olur
mu?” dedik. “Sen okulunu oku ve bitir”
dedik. Sonrasında istediği, Bilgi Üniversitesi İşletme Fakültesini burslu olarak
kazandı dört yıllık okulu iki yılda bitirdi. Demek ki sahiden seviyormuş. Dört
yıllık okulu iki yılda bitirirsen bu çok
büyük bir başarı. İç yönetmelikte okuldan mezun olma süresi üç buçuk yılmış.
Ekin de derslerinde çok başarılı olunca
okulun tarihine geçti. İşletme okumasının bize bir zararı yok varsın İşletme
okusun.
HAYATA, İNSANLARA, EĞİTİM SİSTEMİNE,
TÜRKİYE’YE VE ADANA’YA DAİR KORKULARINIZ,
ENDİŞELERİNİZ YA DA MUTLULUKLARINIZ
NELERDİR?
Bütün ülkeye iyi örnek olup çocuklara önce temel bilimleri iyi öğrettiğimiz zaman yanlış bir yola sapma olmayacağını biliyorum. İnsanın rehberinin ilim olduğuna inanıyorum. Ne zaman ki bilimden ayrılırız, yani şu şişenin
içinden cin çıkarsa ve buna inanırsak tabii ki bunu hiç
arzu etmem. Bilimin dışındaki hiçbir şeyi kabul etmem
ve de hiç kimse kabul etmemeli. Bilimin dışına çıkan
insanlarda o korku, o panik, yerlerde sürünen kadınlar,
depresyona ait şeyler oluyor. Ben her şeyin bilimsel olmasını istiyorum. Çocuklarımızın da temel bilimleri öğrenmelerini istiyorum. Diğer türlü iyi öğrenirlerse kimsenin
korkusu ve kuşkusu olmasın. O çocuk burada da, Amerika’da, İngiltere’de de rahat eder. Evrensel boyutta bir insan yetişir. Sevincim, eğitim durumumuz, seviyemiz yılları toplayıp nüfusumuza böldüğümüzde dördüncü sınıf
çıkıyorduk; şimdi ise altıncı sınıf terk çıkıyormuş. Eski
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Adana’ya geldiğinde
okulumuzu ziyaretinde söylemiştir. Altıncı sınıf terk tabii
ki iyi bir sonuç değil. O tamamlanmamış demek. Eskiden
dörttü, bir buçuk puanlık artış olmuş. İlköğretim zorunlu
olduğu için artış onun için olmuştur. Okula yollamayınca para cezası var. Tabii bir de bilinç yükselmesinden dolayı
mıdır? Evet biraz etkisi vardır, çünkü bugün televizyona, cep
telefonuna hakim, bilgiler artık cep telefonuna mesaj olarak
gelmekte... Yani burada “Bilinç yükselmesidir.” diye iyi yönde düşünüyorum, en azından dördüncü sınıf seviyesi bir beş
buçuk seviyesine çıkmış. Okuma yazma oranında ülkenin
topyekün puanın artması da güzel bir şey. Toplantılarda bir
çay-kahve arası verin, bakın kaç kişi gidiyor? Eğitim sistemimiz de aynı bu şekilde. Beşinci sınıfı dördüncü sınıfa çekerseniz, dördüncü sınıftan itibaren giderler. Onun için ara
vermeden (kesintisiz) verilen eğitim, daha iyiydi. Bu, toplantılardaki mola gibidir. Her molada giden olur.
FERDANE BAYILDIRAN 27
da da aleni manyaklıktır. Programını
yapmadan, kendine hedefler koymadan sanki gönüllü bir kuruluş gibi,
yapısını, çatısını idare ediyoruz , çok
zor bir iş. Sahici bir vakıfta eğitim
gönüllüsü olmalıymışım ama hayat
öyle getirmiyor. Ben bu işten vazgeçtim diyemiyorsun, sürdürüyorsun.
Hedefimiz özel kuruluş değil ama
geldiğimiz nokta burası. İyi örnek
olmaya çalışıyoruz.
ÇOCUKLUĞUNUZ
DÖNEMİNDEKİ KADİRLİ
NASILDI?
SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ İLE toplantıya katılıyorlar. Onlarla birlikte toplantı yapıyoruz, fikirlerini
İLİŞKİLERİNİZ NASIL?
söylüyorlar, buna çok önem veriyoOn yedi yaşımdan bu güne çeşitli ruz, Önüne cam koymasın, kafasını
sivil toplum kuruluşlarında görev al- vurmasın, çekinmesin ve görüşünü
dım,alıyorum. “Sivil toplum örgütü söylesin diye çok özen gösteriyoruz.
nedir? Her zaman kişiler para için Çocuklarımız çok kişiliklidirler. Kim
çalışmaz, gönüllü de çalışılır; işte o onlara ne sorarsa sorsun cevabını
zaman hayattan zevk alınır.” Bunları alır.
öğrencilerimize de anaokulumuzdan Birçok sivil toplum örgütünde üyebaşlayarak anlatacağız. Sivil toplum liğim vardı. Üyelik aidatlarımı zaörgütlerinde gönüllü olarak çalışma- manında ödüyor ve neredeyse
ya özendireceğiz. Çocuklar benimle maaşımı sivil toplum örgütlerine ve28 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
riyordum, ama zamanla azaldı, şimdi
KAGİDER ve İŞKAD üyeliğim devam ediyor. Benim burada yaptığım
şu: Çocuklara öğretmenlik de sanki
projelendirilmiş, uygulamada iyi örneklere konacak şeyler, zaten topluma iyi örnek olmak değil mi? Onu
da yapmaya çalışıyoruz. Lego gibi,
eğer yerleşmemişse uykum kaçar.
Zor, hayat zor! Başarılacak! Para, pul
bunlar insanın ana hedefi olmamalı. “Hiçbir gün bunları düşünmüyorum.” Desem, ciddi ciddi iş hayatın-
Türkiye ortalamasına bakacak olursak Kadirli’nin, Türkiye’de okumayazma oranı yüzde yüze yakın olan
iki ilçeden biri olduğu söyleniyordu.
Diğeri de İzmir-Turgutlu’ydu. Neye
dayanarak söyleniyordu bilmiyorum. Türkiye’de okuma – yazması en
iyi olan iki ilçe. Sadece okuma-yazma
denmesi yanlış. Bizde okuma yazma
ile kalmıyor. Lise mezunlarının ilkokul mezunu işlevi gördüğü bir yerden
bahsediyorum. Bize göre lise mezunu
olmak demek ilkokulu bitirmek gibi
bir şeydi. Herkes mutlaka yüksek öğrenim görürdü. Kadirli sosyal yönden de çok iyiydi. Bir şeyleri anlamaya başladığım günlerde Ankara Sanat
Tiyatrosu (AST) oyunlarını Adana’da
oynamadan Kadirli’de oynardı ve
başka yere giderdi. Kadirli halkı, tiyatroyu, sinemayı, kitabı ve okumayı
sever, hatta sevmekle kalmaz yazar-
dı da kendi çapında. Kendi çaplında
diyoruz ya, Yaşar Kemal’in kitaplarını okuduğumuz zaman Kadirli’deki bu havadan çok yararlandığımızı
söyleyebiliriz. Benim ilk okuduğum
kitap İnce Memed’ti. Annem çok severdi. Ben okudukça annem rahmetli, “Bahsedilen köy bizim köy, bizim
köye kadar geldi, bizim köyden aşağı
iniyor (Savrun), oradan geçiyor, hatta
bizim eve de gelmiş. Halam o zaman
genç kızmış. Halam kapıyı açmış, halamın yakasında sıra sıra dizili liralar,
kolunda bilezikler olunca ‘Bir koluma bir de boynuma baktı. Bir şey de
demedi, onu da almaya gelmedi’ diye
anlattı.” diyor.
Gerçek adı Safiye Memed’miş romanda İnce Memed olmuş. Bize kadar gelmiş. Bire bir yaşadıkları olay
olduğu için, İnce Memed’i ve yine
onun kitaplarından Teneke’yi çok
severlerdi. Ben Adana’ya, İstanbul’a
gidince Kadirli’ deki demokratik havayı bulamıyorum diyebilirim. Kişiler
istediği saatte, istediği yere gidip gelebilir. Güven içindeydik. Yetmişli yıllarda,
lisede okurken sınıfın yarısı amcam,
yarısı da dayımdı.
SİZİN DÖNEMİNİZDE
KADİRLİ’DE KAÇ OKUL VARDI VE
NASIL EĞİTİM VERİLİYORDU?
İlçeler içerisinde eğitimde Türkiye derecesine girecek bir şehirde yaşıyorsunuz.
Her ne kadar ilçe dense de biz şehirde yaşıyorduk; mesela liseye servis ile gidiyordum. Üniformamız vardı. Kültürel
yönden de iyi bir şehirdi Kadirli.
FERDANE BAYILDIRAN 29
Okul dersen, bize yetecek kadar okul
vardı. Birçok yerde yokken veya ihtiyaç duyulmazken Kadirli ilçesinde
yaşayanlar buna şiddetle ihtiyaç duyuyordu. Okullarımız da gayet iyiydi.
Okul yönünden bir sıkıntı yoktu. Kaç
tane olduğunu hatırlayamıyorum
ama yeterince vardı.
EĞİTİME
DERSHANECİLİKLE
BAŞLADINIZ, ADANA’DAKİ
DERSHANE GEÇMİŞİ İLE BİLGİ
VEREBİLİR MİSİNİZ?
Kuzey Adana’daki ilk dershane bizim
dershane. Baraj Lisesi’nde öğretmenlik yapıyordum. Adettendir, dershaneler genelde şehir merkezindeydi.
Kimse özellikle gelenek ve göreneklerinde, kültürel varlıklarını yaşatmaları konusunda angaje olmuş öğretmen, öğrencisi biat etmiş bir okul
istemez; bu sıkıntı yaratır. Ne yapacak, öğretmenin tarafsız olması gerekir, ortak değerlere göre çocuk yetiştirecek. Bizim tercih edilmemizin
en büyük nedeni ise -elbette herkesin
bir görüşü var- görüşümüzü asla ön
plana çıkarmayışımız, eğitimciliği
birinci plana çıkarışımızdır.
Her görüşe eşit mesafede duran bir
okuluz. Bunu da herkes kabul etti.
Mesela çok yakınım, kardeşim politikada bir yere aday olacak olsa akşam
telefon açar, başarılar dilerim; sabah
vatandaşlar hangi mesafede duruyorsa ben de o mesafede dururum.
En çok kayıt alan okullardanız.
FERDANE BAYILDIRAN 31
Kişiler bizi iyi izlemişler, her meslekten,
her görüşten velilerimiz var. Ben baştan
söylüyorum: “Bir görüşü benimsemişseniz ve bunu da bizden isteyecekseniz,
o bizde yok!” diyorum. “Sen rahat edebileceğin yere gidebilirsin.” diyorum
buna “Tamam.” deyip gidenler de, tam
tersi “Ben böyle okul istiyorum.” diyenler de var. Ama ikincisi çoğunlukta.
Bir alfabeyi öğrensin de ne yapılacaksa yapılsın, ailenin vereceği hiçbir şeye
karışmam ama benim sınırlarım içerisinde okulların kuralları geçerli.
VELİLERLE TANIŞMA
TOPLANTILARINIZ VAR MI?
Eğitimle ilgili sohbet toplantıları yapacağız. Örneğin, “Bizim oğlan-kız kahvaltıda…” diye başlatmak istemiyorum.
Genel bir toplantı olmasını düşünüyorum. Özel olursa diğer veliler sıkılıyor
ve de özel konular başka bir zaman konuşulacak konulardır.
Özel öğretmen yok, sana yön verecek
kişi yok onun için de soruları tekrar
çözmek için, cevapları silerdim heyecan katmak için de soruları numaralandırırdım. Yirmi birinci sayfa altıncı
soru şeklinde. Küçük kağıtlara da bu
numaraları yazardım, kağıdı katlardım
ve tekrar o katladığım numaralı kağıdı
çekerdim.
Taşrada yaşayan ailelerin çocuklarına
ulaşmak çok önemli. Oradan kendine
çıkış noktası bulup kendini ifade edebilir.
32 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
İÇİNİZDE KALMASIN DİYE
ÇOCUKLUĞUNUZDAN KALMA
BİR ŞEYLERİ DE YAPMIŞSINIZDIR,
BUNLAR NELERDİR?
Lisedeyken fen sınıfındaydım ama
edebiyat sınıfının yaptığı tüm yarışmalarda ben birinci oluyordum.
Yazdığım yazılar çok beğenilirdi,
edebiyat sınıfına uygun bir öğrenciydim. Okulda bana “Arşimet” derlerdi.
Başarmak için yarım bırakmamak
lazım. Tabii bunun adı da sorumluluktur. Sorumluluk çok büyük. Okulumuz öğrencilerinden bizler sorumluyuz. Öğretmen olarak dünyadaki
öğrenci ve çocuklardan biz sorumluyuz.
Öğrencilerin iyi ve kötü huyunu keşfetmeyen ve o öğrencinin yeteneklerini açığa çıkaramıyorsa Milli Eğitim
utansın. Bizim bunu sorgulamamız
gerekir. Ben öğretmen gözü ile bakıyorum, veliyi de yetiştiren biziz. Bizim ülkede Köy Enstitüleri’nin doğru
bir proje olduğuna inanıyorum. Üretici nesil olmasına özen gösteriyoruz.
Bir ülke düşünün yüz kişiden elli beş
kişinin mesleği yok. %55’i mesleksiz.
Ben böyle bir toplum istemiyorum.
Dünyaya gelen, mesela karo döşeyende de bizim emeğimiz var. Herkes bir
konuyu bilsin ve yapsın.
ÖĞRENCİLERİNİZLE BİR ANINIZI
ANLATIR MISINIZ?
Bir öğrencim üniversite tercihini yapacak, geldi dedi ki:
FERDANE BAYILDIRAN 33
“Hocam, siz bizi iyi tanıyorsunuz,
tercih yapacağım ve tercihim de fizik
öğretmenliği olacak. Ne dersiniz?”
Ben de “Neden fizik öğretmenliği?”
dedim.
“İlkokulda Anadolu Lisesini kazanmak için çalıştım, kazandım sonrasında fen lisesi sınavına girmemi
istediler, ona hazırlandım, orayı da
kazandım. Şimdi fen lisesi de bitiyor
artık, sınavda son terciğim, ben fizik
öğretmeni olacağım ve dört ay tatil
yapacağım.” Dedi.
Öğretmenlerin tatili çok diye fizik
öğretmenliği istiyor, ama benim de
kendisine önerim ya tıp fakültesine
gitmesi ya da bilgisayar mühendisliğini okuması idi. Görünüşü öğretmenliğe elverişli değildi, sesi de yetersizdi, öğretmenin ve tiyatrocunun
sesinin en arkadaki kişiye ulaşması
gerekir. Kendisini de tıp için ikna
ettim ve şu an kendisi doktor.
EKİNFEN
OKULLARI’NDAN mevcut eğitim sisteminden tamaSONRA PROJELERİNİZ VAR MI?
men farklıdır. Ezberci değil, projeleri
olan, analitik düşünebilme yeteneğiAnadolu Sağlık Meslek Lisesini haya- ne sahip olan, talep eden, sorgulayan,
ta geçirdik ve ayrıca; Ekinfen Üniver- kendi ayakları üzerinde durabilen
sitesinin alt yapısını oluşturuyoruz.
nesiller yetiştirecek “Örnek Okul”u
hayata geçiriyoruz.
HAYALİNİZDEKİ
ÜNİVERSİTE
GELECEKTEKİ HAYALİNİZ
NASILDIR?
NEDİR?
Hayalimizdeki üniversite; şu anda
uyguladığımız etkin öğrenmeye da- Ekinfen Okulları mezunu olan öğyalı atölye sistemini devam ettirecek rencilerin ülke yönetiminde söz
bir üniversite. Üretken,entelektüel sahibi olmalarıdır.
bilinci gelişmiş, mezuniyetinde ken- Şu anda; geleceğin cumhurbaşkanıdi işini kurabilecek girişimci bir nesil nı, başbakanını, bakanlarını, valileyetiştirecek bir üniversite kurmak is- rini ve sanatçılarını yetiştirdiğimizi
görmek en büyük arzumuzdur.
tiyoruz.
EĞİTİM AÇISINDAN FARKLI
DÜŞÜNCELERİNİZ VAR MI?
HAYALLERİNİZE TÜM ADANA’YI
ORTAK ETMENİZ NEDENİYLE
Eğitim açısından düşüncelerimiz, TEŞEKKÜR EDERİZ.
FERDANE BAYILDIRAN 37
Ferdane Hoca’nın ilk öğrencilerinden Bülent Karayel.
BÜLENT BEY, FERDANA HANIM’IN
BARAJ LİSESİNDEN İLK ÖĞRENCİLERİNDENSİNİZ FERDANE HANIM’I
NASIL HATIRLIYORSUNUZ?
Ferdane Hocam, çok azimli, ataktı. Öğretmenler odasına hiç girmez,
bahçede hep öğrencileri ile birlikte
olurdu. Bir anne şefkati ile herkesin
sorunuyla ilgilenirdi. Bizlere konuyu
öğretebilmek için çok uğraşırdı. Fizik dersi zor bir dersti ama bıkmadan
usanmadan anlatırdı. İşini severek
yapan her insan başarılı olur. Bize
çok şey öğretti.
Şu an benim oğlum da kendisinin
öğrencisi. Ekinfen okullarının açıldığını duyduğumda hiç düşünmeden
ilk kayıt yaptıranlardan biri oldum.
Kayıt için okula gittiğimde Ferdane
Hoca bana “Ben seni bir yerden hatırlayacağım” dediğinde “Öğrencinizim dedim.” Hafızası çok kuvvetlidir,
unutmaz .
Oğlumun ödevlerini Ferdane Hoca
kontrol ediyor. Okulun kurucusu,
okulun yönetim kurulu başkanı ama
ödevleri Ferdane Hoca kontrol ediyor. Oğlumun ödevini kontrol etmiş
ve bir de not yazmış, “Çok başarılısın, devam et, seni seviyorum ve baban gibisin” diye de not düşmüş.
38 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
HİÇ UNUTAMADIĞINIZ
ANINIZ VAR MI?
BİR
Okul takımında oynuyordum. Çukurova Teknik Lisesi’yle maç yaptık
ve kendi sahalarında galip geldik.
Bizim dönemimizde okullar arasında spor dallarında çok büyük bir rekabet vardı. Biz onları kendi sahalarında yenince onlar da “Baraj Lisesi
bizi nasıl yener?” diye gururlarına
yedirememişler. Okulumuzda da
bizi kutladılar ama o sırada da okulun dışından gürültüler geliyor, “Dışarı çıkın bizi nasıl yenersiniz?” diye
sesler geliyor. Biz de 15-16 yaşlarında genciz, iş dışarı çıkıp onlarla kavga etme seviyesine geldi ama Ferdane
Hoca da nöbetçi öğretmendi, okulun
kapısına dayandı “Beni çiğnemeden
gidemezsiniz” dedi.
Ferdane Hoca, derste çok titizdi, derse hakimdi, son ana kadar dersi çok
iyi anlatırdı. Ders saati içinde ders yapardı, zamanı boşa geçirmezdi, ders
anlatırken gürültü olsun istemezdi.
Çok dikkatliydi ve gözünden bir şey
kaçmazdı. Sürekli soru çözdürürdü.
Herkesin baktığı gibi bakmaz, herkesin gördüğü gibi görmezdi. Tüm
detayları görürdü. Öğrencileriyle iletişimi çok iyiydi. Sınıf arkadaşlarımız
şu an çok önemi yerlerde görev yapıyorlar.
Bir gün morali bozuktu, ders anlatacak gibi değildi, bir arkadaşımız
da “Hocam ders anlatmayacak mısı-
nız?” deyince Ferdane Hoca da “Hayır!” dedi ve tekrar konsantre oldu
o ruh halini değiştirdi ve “Anlattıklarımı unutun, tekrar başlıyorum.”
diyerek dersi anlatmaya başladı. O
ders, derste öğrenilsin isterdi. Üniversite sınavında yirmi dört fizik
sorusundan yirmi üç fizik sorusunu
net yaptım. Öğretmeni severdim. O
çok büyük bir etken.
Ferdane Hocam, Baraj Lisesinde öğretmenliğe başlamış ve oradan da
emekli olmuş.
Elif Doğan TürkmenİŞKAD Başkanı
FERDANE HANIM İLE NE ZAMAN TANIŞTINIZ ve SİZCE NASIL BİRİ?
Ferdane Hanımın ailesi Adana’da
etkili bir aile; özellikle Cengiz Bayıldıran’ın ailesi, benim politik kimliği
nedeniyle yıllar öncesinden de tanıdığım aile.
Ferdane Hocam ile Ekinfen
Dershanelerinin birçok öğrencisinin
yakınım olması sebebiyle tanıştım.
Dershaneciliği konusunda çok güvendiğim bir kişidir. Adana ve Türkiye için büyük bir şans. İş yaşamında çok disiplinli ve doğruları tespit
edebilen bir insan. Bu ayrı bir zekâ
gerektiriyor. İşinde gerekli olan nok-
tayı görebilen bir kişi. Bu da başarıyı işe sıfırdan başlamış, çok ciddi yere
getiriyor.
getirmiş. Maddi ve manevi boyutu
bulunuyor. Manevi boyutu, insana
ADANA’DA KURUMSAL
hizmet olan eğitim. İnsan yetiştiriDERSHANELER HARİCİ BAŞKA yor, gelecek yetiştiriyor. Belki de TürDERSHANE VAR MI?
kiye’nin en büyük probleminin çözümünde katkı sağlayan kişi. İŞKAD
Sadece Ekinfen. Diğerleri okullaşma yönetimi de onayladı ve oybirliği ile
süreci yaşadı, birçoğu bu yüzden iflas onu seçtik; oyları da hak ettiğini düetti. Ama Ekinfen kurumsallaştı ve şünüyorum.
Ekinfen okullarından sonra Ekinfen İŞKAD genel kurulunda divan başÜniversitesi hazırlığı devam ediyor. kanlığı yaptığım dönemde, Ferdane
Yeri de hazır ve olmaması için de Hanım, ciddi sıkıntılar yaratan bir
hiçbir neden yok. Bu tür işleri yapan üyenin ihracı konusunda bile “İhraç
kişilerin elinden tutup tüm engelleri edilmesin.” diye oy kullandı. Ve bunu
aşıp bu işi yapmasına öncülük etmek ondan başka hiç kimse yapmaz. Üyegerekir. O, İŞKAD Başkanı iken ben lerin tamamı ihraç edelim derken
de derneğe üye oldum. Açıkçası beni kendisi “Hayır bu arkadaş kalacak”
İŞKAD’a onun varlığı çekti. İŞKAD’a demişti. Açıkçası işkadını olması beda destek oldum. O günden bugüne nim için çok çok önemli. Dünyada ve
samimi ve sıcak dostluğumuz var. Türkiye’de farklı noktaya geleceksek
Düşüncelerine başvurduğum, sağ- kadınların çoğalması gerekir. Bu kaduyusuna güvendiğim kişidir. Bir ta- dar insancıl değerler taşıyan birisinin
kım sıkıntılarım olduğunda kendisi olmasına daha çok önem veriyorum.
ile görüşürüm ve onun söyledikleri Böyle birinin eğitimci olması bizim
bana yol gösterir.
için bulunmaz değer.
Ferdane Hanım dernek başkanlığı
ötesinde insan olarak önemli bir fi- ÖZEL ANINIZ VAR MI?
gür. Adana’ya çok ciddi katkılar sağlayan bir kişi. Adana’nın iş dünyasına “Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği
baktığımızda erkek egemen bir yapı (TOBB) İlk Kadın Girişimciler Topgörülür. Ama bu yapının içinde Fer- lantısı” için Ankara’ya birlikte gittik.
dane Bayıldıran çok ciddi ekonomik Orada da hepimize annelik, ablalık
değer sağlayan biri. Ferdane Bayıldı- yapmıştır. Yaşama yumuşak bakışı,
ran’a İŞKAD olarak “Yılın Kadın Gi- hepimizi kucaklayan tavrı ile Ferrişimcisi Ödülü”nü verdik. Bu ödül dane Bayıldıran benim için özel bir
için ilk aklıma gelen isimdir; çünkü dost oldu.
Onun kahkahası, pozitifliği, güler
yüzü... Onun yanına gittiğinde ne
kadar sıkıntılı olursan ol hem sıkıntını paylaşırsın, hem de bir süre sonra
bakarsın o sıkıntıdan kurtulmuşsun.
Bu çok özel bir durum herkes bu yapıya sahip değildir. Onun için Ferdane Hanım ile geçirdiğim her an çok
keyiflidir. Bazen çok güzel fıkralar
anlatır.
Bir insanın hikayesini çizen nedir?
Doğduğu şehir mi?
Okuduğu okullar mı?
Seçtiği meslek mi?
Peki; Ferdane Bayıldıran’ın hayatını
hangisi etkiledi?
Bunları cevaplamak için onunla yaptığımız sohbetimizde bu
sorularımızı Hoca’mıza yönelttik.
Eğitiminden, ailesinden, çocuklarından ve öğrencilerinden yola çıkarak
bir “Ferdane Hoca” portresine ulaşmaya çalıştık.
Kadirli’de beş yaşında ilkokula başlayan küçük bir kızdan, Baraj Lisesi’nde öğretmenlik hayatına merhaba diyen ve oradan da emekli olan;
yakın zamanda lise açmanın stresini
yaşarken bugün kafasında üniversite
kurma planları yapan idealist bir hocaya bir “Ferdane Bayıldıran” portresini siz okurlara sunduk.
Gerisi herkesin gözleri üzerinde olacağından sohbetimizi burada noktalıyor ve Hocamızın yapacaklarını
merakla bekliyoruz.
FERDANE BAYILDIRAN 39
Ö. Özgür ONAR
Adana doğumludur. Lise mezunudur. 2005-2009 yılları arasında
Ontek Tanıtım, Reklam ve Bilişim’de yöneticilik yaptı.
Çocukluğunda başlayan fotoğraf tutkusu, onu 2006 yılında
AFAD’da Temel Fotoğraf Eğitimine katılmaya şevketti. Ardından S. Haluk Uygur İRİS Temel
Fotoğraf ve Sanat Felsefesi Atölyesi’ne katılarak fotoğraf çalışmalarını sürdürdü.
ÇYDD Çukurova Şubesinin
Yönetim Kurulu Üyesidir. Altınoran Düşünce ve Sanat Derneği bünyesinde fotoğraf çalışmalarına devam etmektedir.
Altınoran Düşünce ve Sanat Derneği, AFAD, Çetko ve Toplumsal
Rehabilatasyon
derneklerinin
üyesidir.
Bu kitap Seyhan Rotary Kulübü’nün ve Güney Rotary Kulübü’nün katkılarıyla basılmıştır.
Download