Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü kurucusu hocamız

advertisement
Galatasaray Üniversitesi
Siyaset Bilimi Bölümü kurucusu
hocamız Prof. Dr. Artun Ünsal'a
İÇİNDEKİLER
KÜRESELLEŞMENİN YÜZLERİ
5
Cemil Yıldızcan ve Özgür Adadağ
DÜNYA ALGISININ 'KÜRESELLEŞMESİ VE KÜRESELLEŞMENİN İLK
ADIMLARI
Özgür Adadağ
"KÜRESELLEŞEN HANGİ KÜLTÜR?" YA DA KÜLTÜREL
KÜRESELLEŞMENİN DEMOKRASİ SINIRI
39
87
Füsun Üstel
KÜRESELLEŞME VE KENT
131
Ceren Akyos ve Didem Danış
KÜRESELLEŞME, DEMOKRASİ, AŞIRI SAĞ: ÇÖZÜMSÜZ BİR
DENKLEM Mİ?
175
Magali Boumaza
KÜRESELLEŞENİN DÜZENLENMESİ BİR YANILSAMA MIDIR?
OLASI ÇERÇEVELER VE SINIRLARI
211
Selcan Serdaroğlu
KÜRESELLEŞME, ULUSÖTESİ GÖÇ VE ULUS-DEVLET
255
Didem Damş
KÜRESELLEŞME ÇAĞINDA DEMOKRASİ TALEBİ:
İYİ YÖNETİŞİMİN KÖTÜ ÇOCUKLARI
Cemil Yıldızcan
289
YAZARLAR HAKKINDA
339
KÜRESELLEŞMENİN YÜZLERİ
Cemil Yıldızcan ve Özgür Adadağ
Toplumsal ve siyasal olguları tanımlamak her zaman için zorlu
bir iştir. Çünkü bu her zaman, onların yarattığı gerçeklik tara­
fından biçimlenmiş toplumsal aktörlerin onları anlama ve onla­
ra şekil verme çabasıdır. Bu yüzden kavramlar, içinde geliştikle­
ri tarihsel ve toplumsal bağlamlara göre değişen anlamlar kaza­
nır. İdeoloji, devrim, ulus, devlet, barış, özgürlük gibi sosyal bi­
limlerin inceleme alanına giren birçok kavram hakkında her ta­
rihsel dönem için geçerli olacak sabit tanım arayışlarının çoğu
kez sonuçsuz kalmasının bir sebebi budur. Öte yandan, söz ko­
nusu kavramların farklı siyasal ve ideolojik içeriklerle yüklen­
mesi, her bir kavramın birbirleriyle de ilişkili olması ve birbirle­
rini karşılıklı olarak belirlemesi bu arayışları zorlaştırır.
Bu tespitler elinizdeki kitabın odağında yer alan küreselleş­
me ve demokrasi kavramları için de geçerlidir. Nitekim bu kav­
ram ikilisi, hem birbirleri hem de başka kavram ve alanlarla iliş­
kileri üzerinden tanımlanmakta ve bu tanımlama girişimleri
hem siyasal ve ideolojik hem de akademik bir rekabetin açık iz­
lerini taşımaktadır. Elinizdeki çalışma içinde yer alan makale­
ler,
küreselleşme ve
demokrasi kavranılan
için üzerinde
ortaklaşılacak bir tanım geliştirmeyi ya da okuyuculara eleştirel
bir literatür incelemesi sunmayı amaçlamamaktadır. Bu maka-
6 | Küreselleşme ve Demokrasi
lelerin amacı küreselleşmenin öne çıkan bazı boyutlarını de­
mokrasiyi yeniden düşünme imkânı sunan zeminlerde tartış­
makla sınırlıdır. Küreselleşme ve demokrasi arasındaki bu ilişki,
siyasal ve toplumsal öznelerin erişim, denetleme, etkileme ve
direnme kapasiteleri üzerinden çok geniş bir alam ilgilendirir.
Bu giriş yazısıyla ise diğer yazıların doğrudan değinmediği ta­
nım verme ve literatür taraması ihtiyacına bir ölçüde cevap ve­
rilmeye çalışılmıştır.
Küreselleşme kavramının muğlaklığı, küreselleşme üzerine
yapılan çalışmaların neredeyse tümünün değindiği bir konu­
dur. Küreselleşmenin sosyal bilimlerin alanına giren birçok ko­
nuya doğrudan ya da dolaylı olarak temas etmesi bu kavramın
tanımını zorlaştıran konulardan biridir. Her ne kadar küresel­
leşme kavramının 1990'lı yıllardan itibaren yaygın bir şekilde
kullanılmasında onun iktisadi boyutu belirleyici olmuş olsa da,
küreselleşmeden söz edildiğinde söz konusu olan sadece ticari
ve finansal ilişkilerin küresel bir boyut kazanması değil, aynı
zamanda kültürlerin iç içe geçişi, mekânın ve onun algılanma
biçiminin dönüşümü, iktisadi ve sosyal hayatı düzenleyici ev­
rensel normların ortaya çıkışı, enformasyon ve iletişim kanalla­
rında yaşanan devrim niteliğindeki gelişmeler, ulusal sınırların
ve ulusal egemenliklerin aşınması, insanların tüm bunların ya­
nında ve bunlara paralel olarak artan yasal ve yasadışı hareketli­
liği gibi bir dizi başka öğedir.
Küreselleşme kavramının,
insanların hareketliliğini mi;
uzun mesafeli ticareti mi; kültürlerarası irtibatı mı; uluslararası
bir toplumun gelişimini mi; küresel bir bilincin oluşmasını mı;
tüm bunların ve diğer birçok öğenin bileşimini mi ifade ettiği
sorusunun cevabı gerçekten de belirsizdir (Hopper, 2007: 3 1 ) .
Kaldı ki, bu toplumsal durumların her birindeki dönüşüme
kendi tarihsellikleri içerisinde bakmak hem küreselleşme olgu-
Küreselleşmenin Yüzleri | 7
sunun hem de küreselleşme kavramının kendi geçmişinin çok
daha gerilerde bulunabileceğini düşündürtür. Bu şekilde bir
bakış, modernizmin dünyayı nasıl bütünleştirdiğini tanımla­
maya çalışan pek çok 19. ve erken 20. yüzyıl entelek-tüelinin
çalışmasına kadar takip edebileceğimiz bir izlek sunar. Dahası,
ileride üzerinde duracağımız gibi, bu tarihsel mirası insanlığın
çok erken dönemlerine kadar genişletmek de mümkündür. Ne
var ki, benzerlik ve süreklilik kurduğumuz şeyler her ne olursa
olsun, 1960'lı yılların sonu ve 1970lerin başına gelene kadar,
bugün kullandığımız anlamıyla "küreselleşme" olmadığını söy­
lemek de mümkündür (Held ve McGrew, 2005: l ) . 1 Küresel­
leşme üzerine kolektif bir çalışmanın bu polemikten kaçınma
şansı pek yoktur. Ancak sorun ya da ihtilaf, neye ve hangi za­
man aralığına bakılacağı konusunda uzlaşmakla da bitmez. Kü­
reselleşme kavramının son çeyrek yüzyılda giderek ortak hale
gelen bir tanımından bahsetmek mümkün olsa da kavramın
farklı disiplin ve alanlarda kullanılması, farklı kişiler ve yakla­
şımlar tarafından farklı şekillerde tanımlanmasını da kaçınılmaz
kılmıştır.
Küreselleşmeye farklı yaklaşımlar
Küreselleşme üzerine olan literatürün tüm karmaşıklığına kar­
şın bazı tartışma alanlarının öne çıktığı saptanabilir. Çağımızda
1
Küreselleşmenin 20. yüzyılın son çeyreğinde önemli bir niteliksel dönüşüm ge­
çirdiği ve önceki dönemlerden ayrıldığım iddia eden pek çok çalışma vardır.
Bu çalışmalar içerisinde özel kopuş momentleri saptayanların yanında, küre­
selleşmenin oldukça yeni bir olgu olduğunu genişleme, yoğunluk, hız ve etki
olmak üzere dört temel eksen üzerinden inceleyenler çoğunluktadır. Bu yön­
deki iddialar hakkında bkz. Kudret Bülbül (2004), Küreselleşme, Kültür ve Si­
yaset: Türk Siyasal ve Düşünsel Yaşamında Küreselleşme Yaklaşımları, AÜ Si­
yasal Bilgiler Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, yayınlanmamış doktora tezi,
sf.28-29.
8 | Küreselleşme ve Demokrasi
küreselleşmeyi tartışanların çoğu ekonomik süreçleri merkeze
koyarken bazı araştırmacılar kültür alanına ilişkin yaklaşımların
küreselleşmeyi belirlediğini iddia etmiş, kimileri ise çok daha
deterministik bir şekilde teknolojinin, özellikle de iletişim teknolojüerinin geHşimini açıklayıcı bulmuştur. İçinde yaşadığımız
dünyada sınırların anlamını yitirdiği, Marshall McLuhan'ın po­
püler ifadesi ile bir "küresel köy" haline geldiği yönündeki iddi­
alar ile en azından dünya nüfusunun önemli bir kısmı için sınır­
ların yükseldiği yönündeki karşı iddialar, ulus-devletlerin küre­
selleşme ile ortaya çıkan yeni iktidar geometrisinde geçerliliği­
nin kalmadığı hipotezleri ile küresel sermayenin muhafızları
olarak ulus-devletlerin güçlendiği yönündeki şüpheci yaklaşım­
lar, küreselleşmenin çokkültürlülüğü esas alan bir birlikte ya­
şam formunu küreselleştirdiği iddiası ve ona "medeniyetler ça­
tışması" yarattığı şeklinde verilen cevaplar bu tartışma alanları­
na örnek olarak verilebilir.
Küreselleşme çalışmalarının en gözde teması hiç kuşkusuz
dünyanm bir bütün olarak algısından ve küresel bir toplumun
varlığından bahseden çalışmaların öne sürdükleridir. Araların­
daki bazı vurgu farklarına ve eleştirel tonları içeren bazı girişim­
lere rağmen, küreselleşme sonucunda dünyanın küçüldüğü ya
da birleştiği temasını öne sürenler küreselleşmeci kampın belki
de en iddialı savunucularıdır. Bu yaklaşımlar arasında, küresel­
leşmenin dünyadaki tüm insanları bir küresel toplum etrafında
tek bir dünya toplumu olarak birleştiren süreçler bütünü olarak
algılanması (Albrow ve King, 1990: 9) ve içinde yaşadığımız
küresel toplumun, yalnızca tekbirimli bir toplum ya da ideolo­
jik bir cemaat olarak değil aynı zamanda tek bir iktidar ağı ola­
rak da kavranması (Mann, 1993: İ l ) önemli bir yer tutar. Kü­
reselleşmeyi bu şekilde bütünleştirici nesnel süreçler üzerinden
okuyan yaklaşımların yanında onu varolan nesnellik hakkında
Küreselleşmenin Yüzleri | 9
ortaya çıkan yeni bir bilinç hali üzerinden değerlendiren çalış­
malar da vardır. Bu yaklaşıma göre, küreselleşme basitçe bağlantılılığın arttığı nesnel süreçler bütünü olarak kavranamaz.
Küreselleşme olarak bahsettiğimiz şey, dünyanın tek bir yer ol­
duğu yönündeki bir bilinç halinin mümkün olması ve onun ka­
zandığı yoğunluk gibi öznel meselelere de ilişkindir (Robert­
son, 2000: 6).
Bu kampın tipik bir diğer örneği de, bugünkü küreselleşme­
nin temel belirleyenini dünyamn küreselleşmiş tek bir pazar ve
köye dönüşmesi olarak kavrayan Thomas Friedman'ın çalışma­
sıdır (2000: xvü). Buna göre, Soğuk Savaş dünyanın "bölün­
mesini" tanımlarken, küreselleşme dünyanın "bütünleşmesini"
ifade eder; ilkinin sembolü duvar iken ikincisinin sembolü her­
kesi birleştiren World Wide Webdii (Friedman, 2000: 8-9).
Kenichi Ohmae ise 1992 tarihli The Borderless World: Power
and Strategy in the Global Marketplace kitabında küreselleşme­
yi sınırların olmadığı bir dünyanm başlangıcı olarak tanımlar­
ken daha yakın tarihli çalışmasında küreselleşmenin teorik bir
kavramdan bir gerçekliğe dönüştüğünü belirtir ve dünyanın
gittikçe artan bir şekilde sınırların olmadığı bir mekân haline
geldiği iddiasım yineler (2005: xxiü ve 20). Küreselleşmenin,
mesafelerin ve ulusal kimliklerin anlam ve önemini radikal ola­
rak değiştirdiği ve dünyayı tek bir mekân haline dönüştürdüğü
yönündeki iddialara (Scholte, 1996: 44) yöneltilen itirazdan da
bahsetmek gerekir. İtirazın temel gerekçesi, bu yorumda da ör­
tük bir şekilde kendisini hissettiren, sürecin görece homojen ve
tek yönlü bir şekilde nitelenme biçimidir. Küreselleşmenin, her
tür bağlantılılığı arttırdığı ve yoğunlaştırdığını kabul etmekle
birlikte tek yönlü gelişmeler bütünü olarak kabul edilemeyece­
ği yönündeki itirazlar, küreselleşmenin ancak, yeni bölünme
biçimleri ile beraber işleyen bir bütünleşme süreci, yani bütü-
10 I Küreselleşme ve Demokrasi
nüyle çelişkili bir süreç olarak kavranabileceğim iddia eder
(Giddens, 1996).
Küreselleşmenin tanımlanmasındaki zorluk gerçekten de
çok boyutludur. Çünkü, her tanım girişiminin benzerleri ile
paylaştığı ve çatıştığı pek çok mesele kendisini hemen belli
eder. Örneğin, küreselleşmenin mekânlar, şeyler ve insanlar
arasındaki karşılıklı etkileşim, bağımlılık ve/veya bağlılığı art­
tırdığı iddiaları pek çok araştırmacının (Beck, 2003; Beerkens,
2004; Held v.d., 1992; Robertson, 2000) ortak saptamasıdır.
Ancak bu karşılıklı bağların kuvvetlenmesinin ulus ve ulusdevlet üzerindeki etkisi aynı derecede mutabakat sağlanan bir
konu değildir. Kimi araştırmacılar, bu sürecin sonunda devlet
ve
toplum
arasındaki
bağın
niteliksel
olarak
değiştiğini,
teritoryal bağın aşınması ile ekonomik ve toplumsal eylem için
ulus-devletin artık bir taşıyıcı özelliğinin kalmadığını ifade eder
(Beck, 2003: 1 1 3 - 1 1 7 ) . Aynı teze, insanların, imajların, ürün­
lerin ve paranın sürekli daha esnek ve daha yoğun hale gelen
ulusüstü akışlarından kaynaklı olarak iktidar, kültür, piyasalar,
siyaset, haklar, değerler, normlar, ideoloji, kimlik, vatandaşlık
ve dayanışma gibi toplumsal düzenlemelerin uzamsal (spatial)
bağlamından koptuğu tespiti üzerinden de varılabilir (Beer­
kens, 2004: 1 3 ) . Sınırların olmadığı bir dünya tahayyülüne da­
yalı küreselleşme kurgusuyla Ohmae de bu tablo içerisinde ye­
niden ele alınabilir. Ohmae, bu sürecin arkasındaki temel ne­
den olarak, bireylerin, tüketicilerin, şirketlerin ve bölgelerin
içinde bulundukları ulus-devletin mirasından serbestleşmelerini gösterir (2005: 122). Ona göre, halen ulus-devletlerin özel­
likle kamusal güvenlik ve emniyetin sağlanması konusunda in­
sanlar ve mallar üzerindeki denetim kapasitesinden bahsedilebilse de, özellikle iş dünyasındaki dört anahtar faktör bağla­
mında sınırlar kalkmaya başlamıştır. Bu faktörler; iletişim, ser-
Küreselleşmenin Yüzleri | 11
maye, şirketler ve tüketicilerdir (2005: 20-23). Aslında küre­
selleşmenin devlet iktidarının erozyonu ile eşanlamlı olduğunu
2
öne süren iddialı yaklaşımlar (Weiss, 1999: 64) bir yana bıra­
kılırsa yukarıda özetlediğimiz fikirlerde olduğu gibi ağırlıkh ola­
rak mekânsal bağlamlarını yitiren ilişki biçimleri ve toplumsal
düzenlemelerin egemenlik sahasını bulanıklaştırdığı iddiaları
ön plana çıkar.
Ancak ulus-devletin egemenliğinin aşındığı ya da bulanıklaştığı iddiaları da kendi içerisinde farklılaşır. Beck, ulusüstü
akışların artması ve ulusüstü yeni aktörlerin oluşmasının devlet
üzerinde bir tür ulusçözücü etki (denationalization) yarattığını
söyler. Ancak, bunun aynı zamanda ulus-devletin ulusüstüdevlete dönüşmesi süreci olarak da okunabilme ihtimalinin al­
tını çizer (2003: 1 4 ) . Bu saptamasının arkasında küresel olarak
"düzensiz kapitalizmin" 3 genişlediği yönündeki iddiası bulu­
nur. Hiçbir şeyin, verili, kesin ve sabit anlamının kalmadığı bu
düzensiz kapitalizmin küresel yayılışı, aynı zamanda ulus te­
melli üretim modellerini ve geleneksel sınıf ilişkilerini de sorgu­
lanır hale getiren bir etmen olarak yorumlanmıştır. Başka bir
bakış da, küreselleşmenin, hâkim ve bağlı sınıflar arasındaki
2
Küresel ile ulusal olan arasında karşılıklı bağımlılıktan çok çatışkı, tamamlayıcı­
lıktan çok rekabete dayalı bir ilişki olduğu fikrini tartışan Weiss'in makalesin­
de, küreselleşme literatüründe yer alan farklı yaklaşımların etkili bir analizine
ulaşılabilir. Küreselleşmenin ulus-devlet birimini önemsizleştirdiği tezlerinin
eleştirel bir okuması için bkz. Linda Weiss (1998), The Myth of the Powerless
State, Cornell University Pres, New York.
3
Düzensiz kapitalizm (disorganized capitalism) tanımı temel olarak 19701i
yıllarda Fordist üretim tarzının ve kapitalizmin krizi ardından ortaya çıkan
esnekleşme ve kuralsızlaşma eğilimleri ve bunun sonucunda değişen sınıf
yapılarım analiz etmek için Lash ve Urry tarafından ortaya atılmış bir
kavramdır. Ayrıntılı bir okuma için bkz. Scott Lash ve John Urry (1987), End
of Organized Capitalism, Blackwell, Oxford. Ayrıca bkz. S. Lash ve J. Urry
(1994), Economies of signs and space, SAGE Publications, Londra.
12 | Küreselleşme ve Demokrasi
toplumsal artığa el koyma süreçlerinde yaşanan mücadelenin
hem mekânı hem de aracı olan ulus-devleti bir anlam kaybına
uğrattığı iddiasına dayanır. Bu iddiaya göre küreselleşme, ser­
maye birikim ve paylaşım süreçlerini ulus-devletlerle ilişkisi
bağlamında radikal bir şekilde yeniden tanımlamıştır. Serma­
yenin dolaşımı, üretimden ve dolayısıyla da eski siyasal ve ku­
rumsal kontrol düzeneklerinden bağımsızlaşmıştır. Bu durum­
da, ulus-devletlerden kapitalizmin temel örgütlenme birimi ya
da toplumsal hayatın ve sınıf ilişkilerinin kurumsal taşıyıcısı
olarak bahsedilmesi anlamsızdır (Robinson, 2004: 40).
Ancak, küreselleşmenin ulus-devleti zayıflattığı ya da orta­
dan kaldırdığı iddialarına kuşkuyla yaklaşanlar da vardır. Bu
gruptaki yaklaşımların ortak noktasının, ulus-devletin yeniden
anlamlandırılması üzerinde durmaları olduğu söylenebilir. Bu
yöndeki tipik bir yaklaşım, yeni küresel eğilimler sonucunda
ulus-devletlerin önüne yeni sorunlar çıktığını kabul etmekle
birlikte, kendi toplumları adına bu sorunları tanımlama ve idare
etme konusunda ulus-devletlerin halen birincil aktör konumu­
nu koruduğu ve hatta güçlendirdiğini savunur. Bu yaklaşım,
ulus-devletlerin artık daha az özerk olsalar bile eskiye nazaran
çok daha fazla şeyi yapabildiğini vurgular (Meyer v.d., 1997:
157).
Download