Okt. Zehra ERGE

advertisement
T.C.
KĠLĠS 7 ARALIK ÜNĠVERSĠTESĠ
ÜNİVERSİTEMİZ İÇİN TÜRK DİLİ
Hazırlayanlar
Dil ve Türk Dili (Okt. Zehra ERGEÇ)
Dil ve Anlatım Bozuklukları (Okt. Zehra ERGEÇ)
Yazım Kuralları (Okt. Bahanur ÖZKAN BAHAR)
Noktalama ĠĢaretleri (Okt. Bahanur ÖZKAN BAHAR)
Okuma ve Dinleme (Okt. Zeynep YILDIRIM)
Yazılı ve Sözlü Anlatım Kuralları (Okt. Zeynep YILDIRIM)
Metin Plânlaması ve Yapı (Okt. Muhammet ATASEVER)
Paragraf ve Anlatım Biçimleri (Okt. Muhammet ATASEVER)
Düzenleme & Kompozisyon
Okt. Muhammet ATASEVER
DĠL VE TÜRK DĠLĠ
DĠL NEDĠR?
Dil insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta; kendi kanunları içerisinde
yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal
bir müessese; bin yıllar boyunca gelişerek meydana gelmiş bir sosyal kurum; seslerden
örülmüş bir ağ; temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemidir.
Dilin bazı özellikleri vardır:
• Dil bir anlaşma aracıdır. İnsanlar duygu, düşünce, istek ve kanılarını dil aracılığıyla
karşısındaki insanlara anlatmaktadır.
• Dilin temeli bilinmeyen bir zamanda atılmıştır. Dilin ne zaman doğduğu, nasıl
doğduğu kesinlik kazanmamış bir konudur.
• Dil bir kurallar dizgesidir. Her dilin kendine özgü kuralları vardır. Ağızdan çıkan her
ses konuşmayı oluşturmaz. Bu sesler belirli kurallar doğrultusunda yanyana gelerek seslemi
(hece), sesletimlerin yanyana gelmesi sözcükleri, sözcüklerin yan yana gelmesi cümleleri
(tümce) oluşturmaktadır. İşte bu yanyana gelişler bir kurallar zinciri doğrultusunda olur. Yargı
bildiren bu cümleler de isteklerin anlatılmasını sağlar.
• Dil sosyal bir kurumdur. İnsan sosyal bir canlıdır. Tek başına yaşamaz, yaşayamaz.
Bir toplum içinde toplumla birlikte yaşamak zorundadır. Onun kullandığı dil de sosyal bir
kurumdur. İnsan konuşma yetisiyle doğar; ama kullanacağı dil doğduğu toplumda vardır.
Yani birey dili hazır bulur. Dil, bireylerin üstünde, toplumun malı olan ve bütün toplumu içine
alan bir kurumdur.
• Dil kültürün aynasıdır. Dil bir toplumun kültürünün özelliklerini kendisinde taşır.
Kültürün önemli bir öğesi olan dil aynı zamanda kültürün gelişmesini sağlar. Kültürün
gelecek kuşaklara taşınması dilin yardımıyla olur.
• Dil doğal bir araçtır. Dil insanların kullandığı herhangi bir araca benzemez. İnsan
kendisinin ürettiği araçlara istediği biçimi verebilir, onu yönlendirebilir; ama dilin doğallığı
buna engel olur. Dilin kendi kuralları vardır. İnsanlar bu kurallara uyarak dilden
yararlanabilirler. Dil yapay bir araç değildir. Ortak dil olarak oluşturulmaya çalışılan
Esperanto dilinin kullanılmayışının, yaygınlaşmamasının bir nedeni de budur. Dil maddi bir
araç gibi oluşturulamaz. Oluşturulmaya çalışıldığı zaman doğallığı yok olur, kendi kendini
üretmez.
• Dil düşünceyi etkilemektedir. Düşüncenin mi, dili; dilin mi düşünceyi doğurduğu
tartışılan bir konudur. Bu iki kavramın da birbirini etkilediği bilinen bir gerçektir. Dil
zenginliği düşünce zenginliğinin bir göstergesidir. Bir dilin bilim dili olmadığını ileri sürmek,
o dili konuşan insanların bilim üretmediklerini kabul ettikleri anlamına gelmektedir.
• Dil canlı bir varlıktır. Dil kendi kuralları doğrultusunda gelişen canlı bir varlıktır. Dil
de canlı bir varlık gibi doğar, büyür, gelişir, değişir ve ölür. Bunun en güzel örneği dili
oluşturan
öğelerden
sözcüklerin
zaman
içinde
uğradıkları
değişikliklerdir.
Günümüzde,Türkiye Türkçesinde değişikliğe uğramış veya kullanılmayan birçok Türkçe
sözcük vardır. Bugün kullanılan Türkçe de zaman içinde dilin kendi kuralları doğrultusunda
değişecektir. Dilin donup kalmasıolası değildir.
DĠL-DÜġÜNCE BAĞLANTISI
Eski Yunan düşünürleri, insanı düşünen hayvan olarak tanımlarlar. Son yüzyılda
gelişen insan bilimi (antropoloji); insanın kökenini, evrimini, biyolojik özelliklerini,
toplumsal ve kültürel yönlerini inceleyen bir disiplindir. Bu bilim dalı insanın varlık yapısını
irdelerken, insanı insan kılan nitelikleri şöyle sıralamaktadır: İnsan: bilgiye ihtiyaç duyar,
bilgiyi üretir; güzelliğe ihtiyaç duyar, güzelliği üretir, sanat yapar, sanattan zevk alır; kendi
gerçeği veya toplumsal gerçeklerle ilgili, ilkeler, görüşler ortaya koyar, bunlara bağlanır;
olaylar ve olgular karşısında tavır takınır; değer duygusuna sahiptir; mutluluğu arayan bir
varlıktır; daima değişim ve gelişim süreci içinde olan biricik mantıklıdır; tarihî, yani "'dün"ü,
"bugün"ü, "yarın"ı olan tek medenîdir; toplum içinde yaşayıp toplumsal sorumluluk duyabilen tek canlıdır; âlet yapabilen ve onu geliştirebilen tek yaratıktır. Yalnız insanla ve onun
varlık
yapısıyla
ilgili
olan
bütün
bu nitelikler teknoloji ve ideoloji kelimeleri
ile
karşılanabilir. Teknoloji ve ideoloji kavramlarının bileşkesi kültürdür. Tek cümle ile.
insan, kültür yapan ve yaratan bir varlıktır. İnsanın bu nitelikleri ve ayrıcalıkları yalnız ve
yalnız
düşünce
gücüne dayanır.İnsanoğlu,
dış
dünyasındaki
ve
iç
dünyasındaki
nesnelerin, olayların, olguların aralarındaki ilgileri görür, karşılaştırmalar yapar, bir takım
sonuçlar çıkarır. Böylece zihin gücünü anlama, kavrama gücünü: bilincini oluşturur.
Evrendeki
varlıklar ve
olgular
arasındaki
ilişkilerden
sonuç
çıkarma
işine düşünme; düşünmeden çıkarılan sonuca da düşünce denir.
İnsan, varlığını ancak düşüncesi sayesinde anlar, bilir. Descartes‟ in (1596-1650):
«Düşünüyorum öyleyse varım.» sözünün ifade ettiği gerçek de budur.
Düşünmenin çeşitli tanımları yapılabilir. Düşünme denince
nesneler, durumlar
arasındaki bağıntıları kavrama işi, nesneleri ve durumları karşılaştırarak, aralarındaki
bağlardan yararlanıp bir takım soyutlamalar, kavram oluşturmalar, problem çözmeler; yine
olaylardan,
durumlardan
mantıkî
sonuçlar çıkarmalar
gibi
zihnî
fonksiyonlar
anlaşılır; zihin denince de akıl yürütme, hüküm verme, anlama, kavrama, belleme melekeleri
anlaşılır.
Dil ile düşünce
arasında sıkı bir
bağ
vardır.
Dil,
düşüncenin
düşünce
de
dilin bir kâğıdın iki yüzü gibi birbirinden ayrılmaz parçasıdırlar. Dil düşüncenin kalıbıdır,
kabıdır,
taşıtıdır.
Düşünceyi somutlaştıran
dildir.
Dille
somutlaşmayan
düşünce, düşünce değildir. Düşüncenin düşünce olabilmesi, düşünce değeritaşıyabilmesi için,
söz hâline gelmesi, yani dillenmesi gerekir, düşüncelerimizi, dil kalıplarına; kelimelere ve
cümlelere dökerek ifadelendirir, başkalarına aktarabiliriz. Ayrıca kelimeler evrendeki
varlıkların dildeki karşılıklarıdır, insanoğlu evrendeki varlıkların ve hareketlerin varlığını
ancak
ve
ancak
onları
adlandırarak
kavrayabilir.
Konuşan
kişinin
kullandığı
kelimenin karşılığı olan varlık, dinleyenin beyninde ancak kelimenin marifetiyle belirir. Dile
getirilemeyen bir varlıktan, bir düşünceden bahsolunamaz. Kelimeler, düşünme, fikir üretme
aracıdır.
Evreni insan düşüncesinin ulaşabildiği en son nokta ile insan arasındaki varlık alanı
olarak tanımlarsak, evrende bir varlık âlemi bir de hareket âlemi vardır. Kelimeler bu temel
öğelerin dildeki karşılıklarıdır. Varlıkların dildeki karşılıkları adlar, hareketlerin dildeki
karşılıkları fiillerdir. Gerek duyu organları ile algıladığımız somut varlıkların, gerekse akıl
yoluyla bulduğumuz soyut varlıkların ve hareketlerin dilde kelime olarak karşılıkları vardır.
Dilde karşılığı olmayan bir varlığın veya hareketin, insan düşüncesinde de olmaması tabiîdir.
Öyleyse dilde karşılığı olmayan bir şeyin insan düşüncesinde de karşılığı yoktur. Düşüncenin
temel taşı kelimelerdir. Düşünce yeteneğimiz sayesinde, kelimelerle düşünürüz; «dil
düşüncenin evidir.» sözü bu gerçeği ifade eder. Yani düşüncenin barınabilmesi, varlığını
sürdürebilmesi için dilin olması şarttır.
«Dil mi öncedir, yoksa düşünce mi öncedir?» yani insan konuştuğu için mi düşünür;
düşündüğü için mi konuşur, sorusu yüzyıllardır tartışılmış, konuya bilimsel bir çözüm getirilememiştir. EFLATUN (İ.Ö. 427-347), «Düşünme sessiz bir konuşmadır.» derken dile
öncelik tanıyordu. Ancak sağır ve dilsizler üzerinde yapılan araştırmalardan anlaşılmıştır ki;
insanda zihin işlemlerinin kurulmasında, bir başka ifadeyle düşüncenin oluşmasında zihin
etkinliğinin de rolünün önemli olduğu kabul edilmektedir('). Dil ile düşünce arasındaki ilişki
problemi XVII. yüzyılda önem kazanmış, konu ile ilgili yeni görüşler ileri sürülmüştür.
ÖzelliklWILHELM vonHUMBOLT'un (1767-1835), görüşlerinin bilinmesi, faydalı olacaktır.
WILHELM von HUMBOLT da dilin düşünceyi yarattığını, dilin araç oluşunun
düşünceyi yaratmasından ileri geldiğini; insan düşüncesinin kelimelere bağlı olduğunu, dilin
sadece gerçekleri tasvir edenbir araç olmayıp bilinmeyenleri keşfeden bir alet olduğunu, dille
düşüncenin birlikte hareket ettiğini, bütün etken ve edilgen biçimler içinde, insan olmanın dili
şart koştuğunu göstermeye çalışmıştır.
Günümüzde konuya mantık, psikoloji, sosyoloji, kültürel antropoloji gibi disiplinler
açısından yaklaşılmakta değişik; sonuçlar elde edilmektedir. Dil ile düşünce arasındaki ilişki
konusu bugün tam olarak, bilimsel anlamda çözümlenebilmiş değildir. Ancak bu iki kavram
arasında ilişki kesindir. Dil ile düşünce adeta bir kâğıdın ön ve arka yüzleri gibi bir birinden
ayrı düşünülmemekte, bir birinden soyutlanamamaktadır. Eşitlik, adalet, vicdan, hukuk, insaf,
özgürlük, bağımsızlık, güzellik gibi soyut kavramların varlığı, kelimelerin varlığı ile özdeştir.
Bu kelimeler olmadan, bu varlıklardan bahsolunamayacağına göre, dille düşünce arasındaki
ilişki süreklidir. Matematikte kullanılan sayılar tamamen soyut değil midir?
Kelimeler, "düşünce" ile "dil" öğelerinin birleşimidirler. Kelimeler düşünceyi kuran
kavramlardır. Yani "kavramlar" düşüncenin temel öğesidir. Düşünce kelimelerle doğar; düşünceden arınmış bir kelime, kelimeden arınmış bir düşünce olamaz.
Demek ki dilin en önemli ruhsal işlevi düşünceyi sağlamaktır. Dil olmasaydı insan
adımızın gerçek anlamına lâyık olmayacaktık. Özetlersek, dil olmadan düşünce olmayacak,
düşüncenin eksikliği ise, konunun başında sıralanan insanı insan yapan, onu diğer canlılardan
ayıran yeteneklerin eksikliğini doğuracaktı. Alman filozofu HÖNDERLİN haklı olarak:
«Tanrı insana ne olduğunu öğretmek için ona dili vermiş.» demektedir.
İnsan hayatı, «gülümseyiş ile ağlayış arasında gidip gelen bir sarkaca benzetilmiştir.
İnsan, hayatta kendisine üzüntü veya sevinç veren çeşitli olaylarla, durumlarla karşılaşır. Bu
karşılaşma kaçınılmazdır. İnsan, üzüntüyü ve sevinci başkalarıyla paylaşmak zorundadır; zira
insan ruhu yalnız acıya değil sevince de tek başına katlanamaz. «Acılar paylaşıldıkça azalır,
sevinçler paylaşıldıkça çoğalır.» sözü paylaşmanın önemini vurgular. İşte bu noktada dil;
acıları, üzüntüleri, mutlulukları başkalarıyla paylaşmamızda yardımcı olarak, insanın ruhsal
yükünün azalmasını, hafiflemesini sağlar. Dil ile; içine kapanık, hayata küskün veya şaşkın,
sevinç delisi insan olmaktan kurtuluruz.
Dilin bir diğer ruhsal işlevi insanın kendini saklamasını, başka türlü göstermesini
sağlamasıdır. İnsanın iç dünyası, dış dünyasıyla, yani çevresiyle zaman zaman çatışma veya
sürtüşme içinde olabilir. İnsanoğlu, davranışlarına olduğundan daha değişik şekil vermeye,
kendini olduğundan daha değişik göstermeye çalışabilir. Yalnız kişiliği zayıf olanlar değil;
normal ruhsal yapıya sahip olanlar da politik, psikolojik, ticarî,veya bunlara benzer sebepler
yüzünden, çevrelerinde iyi intiba uyandırmaya, çevrenin istediği gibi davranmaya çalışırlar.
Olumsuz, sevimsiz bir özellik ve davranış şekli de olsa insanoğlu zaman zaman bir maskenin
ardına sığınır. «Dostlar, birbirini seven ve anlayan insanlar bu kuralın dışında kalırlar». İşte
dil, insanın çeşitli durumlarda kendisini saklamasını sağlar, tabiî bu işlevin aksi de söz
konusudur. Dil, aynı zamanda insanın kendini açıklama, açıklığa çıkarma aracıdır. İnsan,
diliyle kendini sakladığı gibi, diliyle kendini ele verir.
KONUġMA VE YAZI DĠLĠ ARASINDAKĠ FARKLAR
1.Dünyadaki tüm ülkelerde resmi olarak kullanılan sadece bir tane yazı dili varken
aynı ülkede birden çok konuşma dili olabilir.
2.Yazı dili genel geçer bir dilken konuşma dili her bölgede genel geçer bir dil değildir.
3.Konuşma dili yazı diline göre daha doğal olarak tanımlanabilir.
4.Yazı dilinin hitap ettiği alan konuşma diline göre daha fazladır.
5.Yazı dilinin kendine has kuralları varken konuşma dilinin kendine has kuralları
yoktur.
6.İletişim kurma açısından konuşma dili daha pratiktir.
7.Zaman içerisinde konuşma dili birçok değişikliğe uğramıştır ve bu değişiklikler tam
olarak belirlenemez. Yazı dilinin geçirdiği tüm evreler kayıt altındadır.
8.Yazı dili kalıcı bir dil olmasına rağmen konuşma dili kalıcı değildir.
9.Konuşma yani sözlü olarak meydana getirilen eserler birçok değişikliğe uğramıştır
ama yazı diliyle oluşturulan eserler değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmişlerdir.
10.Konuşma dilinde dilin kurallarına uyulmazken yazı dilinde dilin kendine has
kurallarına uyulmak zorundadır.
11.Yazı dili resmi nitelik taşırken konuşma dili resmi nitelik taşımaz.
12.Konuşma dilinde sözün önemine göre vurgu ve tonlama gibi unsurlar yer alırken
yazı dilinde bu durum geçerli değildir.
ÖZEL-YAPAY DĠL NEDĠR?
Özel Dil: Grup dili ya da özel dil adlandırabileceğimiz diller. Bir toplumda, bireyin
içinde bulunduğu sınıfa, yaşa, özellikle mesleğe göre belirlenen dillerdir.
Kültür açısından birbirinden ayrı düzeydeki kimselerin aynı dili kullanışı, birbirinden
çok farklıdır. Dilin gramer kurallarını kullanma konusu bir yana bırakılsa bile, kullanılan
sözcüklerin seçimi ve çeşitliliği yönünden büyük ayrılıklar belirir. Kültürsüz kimsenin dili,
daha az sözcükle yani daha dar söz varlığından yararlanmayla şekillenir. İyi bir kültür almış
olan kimsede kavram, sözcük zenginliği kendini belli eder.Alan dili, bireyin içinde bulunduğu
sınıfa, yaşa, özellikle mesleğe göre belirlenen özel dildir.Hekimler, çoğu yabancı öğelerden
kurulu terimlerden oluşan ortak dil kullanırlar. Alanlarıyla ilgili kavramlarla öylesine iç
içedirler ki hastalarıyla da bir hekimle konuşur gibi konuşurlar. Bu yüzden onları anlamakta
güçlük çekeriz. Anestezi, lokal, sendrom, fobi, kronik vb. sözcükler bu alan dili ile ilgili
sözcüklerdir.
Yapay Dil:Bir yanda doğal, kendiliğinden biçimlenen diller bulunurken, öte yanda
kendilerine özel bir konum kazandırmak isteyen bireyler ya da kullanımı var olan dillerden
daha kolay, evrensel bir bağı yaygınlaştırmayı amaçlayan topluluklar tarafından yaratılan,
yapay ya da planlı diller vardır. Yeryüzündeki insanların başka başka dilleri konuşmaları, bu
insanlar arasında kurulan çeşitli ilişkilerde dil güçlüğünün önemli bir sorun olarak ortaya
çıkması, eskiden beri, değişik ulusların her birinin konuşacağı, kullanacağı bir yapma dilin
meydana getirilip getirilemeyeceğini düşündürmüştür. Uluslararası ilişkilerde büyük
kolaylıklar sağlayabilecek böyle bir dil yaratma konusunda bugüne değin 500 kadar
denemeye girişildiği bilinmektedir. Bilindiği gibi, gündelik konuşmalarımızda kullanılan
sözvarlığı, sözcük sayısı çok sınırlıdır. Hele, kültür bakımından düşük bir düzeyde bulunan
kimselerin bir gün içinde kullandıkları kelimeler sayılacak olursa, bunların birkaç yüzü bile
bulmadıkları görülür. Ünlü sanatçıların, romancıların sözvarlığının bile kimi zaman 5-6000
sözcük dolayında olduğu görülür. Yapma dil meydana getirmek isteyen kimseler, günlük
konuşmalarda kullanılan dilin bu özelliğinden yararlanmışlar, böyle, sınırlı bir çerçeve
içindeki kavramlara değişik dillere uyabilecek karşılıklar bulma yoluna gitmişlerdir.
Yapay dillerden öne çıkmış olanları genel hatlarıyla incelersek ilk sıraya milyonu aşan
konuşucusu ile Esparanto alır. Esperanto, 1870'lerin sonu, 1880'lerin başında; 1887'de Rus
İmparatorluğu'na
bağlı
olan
Bialystok'tan
Polonyalı
Yahudi
asıllı
göz
doktoru
LudwikŁazarzZamenhoftarafından icat edilmiştir.
DĠLĠN DOĞUġU ĠLE ĠLGĠLĠ KURAMLAR
Dilin doğuşu konusunda birçok kuram ileri sürülmüştür. Dilin doğuşuyla ilgili
kuramlar şunlardır:
Yansıtma Kuramı
Bu kuram konuşmanın insanın doğadaki sesleri taklit etmesinden doğduğunu savunur.
Hav hav, şırıl şırıl, miyav, me vb. doğada bulunan seslerin insanlar tarafından tekrarlanması
konuşmayı oluşturmuştur. Bu kurama göre hav hav sesi köpek, şırıl şırıl sesi su, miyav sesi
kedi sözcüklerinin kaynağıdır. Bu ise ancak kökenbilimin sözcüklerin en eski biçimlerini
araştırmasıyla kanıtlanabilir.
Bu kuram ileri sürüldüğü dönemde Sokrat, Platon gibi düşünürlerin karşıt görüşleriyle
çürütülmeye çalışılmışsa da yandaşlar da bulmuştur.
Ünlem Kuramı
Bu kuramı ileri süren Demokritos konuşmanın insanın duygusal yapısıyla bağlantısı
olduğunu savunmuştur. Bu kuramın diğer temsilcileri: Epicuros, Lucretus, Vico,
Rousseau'dur. 1970'lerde bir Sovyet bilim adamı da bu kuramı savunur. Bu kurama göre dilin
temeli, insanın ilkel coşkularının bilinçsiz anlatımlarıdır. İlkel insan, coşkusunu bir takım
davranışlarla dışa vururken, bu davranışların coşkusunu anlatmaya yetmediği yerde sesler
çıkartmaya başlamıştır. İşte bu sesler gelişerek dili oluşturmuştur.
Bu kuramı savunanlar olduğu gibi karşı görüşler de üretenler olmuştur. 1769 yılında
Alman Herder "Rousseau'nun söylediğini hayvanlar da yapıyor; ama konuşamıyorlar."
diyerek kuramı çürütmeye çalışmıştır. Herder'e göre, dil düşüncenin ürünüdür. Bu ise sadece
insana özgüdür. Dil Tanrı vergisi değildir. Diğer yetenekler gibi bir yetenektir. İnsanlar
konuşma yeteneğiyle doğar. İnsanın konuşması düşünceden, hayvanınki ise içgüdüdendir.
Herder, dil-düşünce arasında sıkı bir bağın olduğunu vurgulayarak konuşmanın ünlemlerden
doğduğunun kabul edilemeyeceğini belirtir.
ĠĢ Kuramı
Bu kurama göre konuşma insanların birlikte iş yaparken çıkardıkları seslerden
doğmuştur. İş yapılırken tek düzelikten kurtulmak, birlikte çalışmayı güdülemek, canla başla
çalışılmasını sağlamak için insanların çıkardıkları "ha, hı, he, ho, hu, eh" gibi bir takım sesler
konuşmanın temelini oluşturur. Bu kuram da konuya tam bir açıklık getirememektedir.
Beden Dili Kuramı
Bu kurama göre insan anlaşmak için el-kol hareketleri yaparken birtakım sesler de
çıkartır. İnsan hareketle ses arasında bağlantı kurduğu zaman konuşma doğmuştur. Bu
kuramın temel dayanağı günümüz insanının bile konuşurken el-kol hareketlerinden
yararlanmasıdır. Kuramın savunucularından Sir Richard Paget (Taşer, 1987, s. 32) bu
konudaki görüşlerini şöyle dile getirir: "İnsanı, konuşmaya iten temel neden, elleriyle
yeterince konuşamamak değildi; çünkü bu işi vücut hareketleriyle de rahatça yapabiliyordu.
Ellerini sürekli avda ve ekim-dikimde kullanacağı araçları yapmakta kullanırken
düşüncelerini anlatacak başka yöntemler bulmak, sözgelimi, dil ve dudaklarlarından
yararlanmak zorunda kalmıştır. Böylece elle yapılan hareketlerin yerini giderek ağzın, dilin,
dudakların hareketleri, hareket biçimleri almıştır."
Toplumsal Denetim Kuramı
Bu kuram konuşmanın insanın kendi dışındaki kişileri denetim altına alarak kişisel
gereksinimlerini karşılama isteği sonucunda doğduğunu ileri sürer. Bu kuramın ilginç yanı
şudur: Konuşma, insanın coşkusal deneyleri, yaşamı ile rasgele eyleminden doğmuştur; bu
eylem, simgesel bir yoldan, öteki bireylerin davranışlarını denetim altına almak, kendi kişisel
istekleriyle gereksinmelerini doyurmak amacına yöneliktir (Weaver ve Ness, 1957) .
DĠLLERĠN SINIFLANDIRILMASI
1. KÖKENLERĠNE GÖRE DĠLLER
Dil gruplarına dil ailesi denir. Kaynak (köken) bakımından birbirine yakın olan diller
dil ailelerini oluşturur. Dil ailelerinin belirlenmesi, uzun bilimsel çalışmalar sonucunda
mümkün olmuştur. Dillerin birbirleriyle bir dil ailesi oluşturacak şekilde akrabalıklarının
saptanmasında o dillerin ses yapısı, şekil yapısı, cümle yapısı, köken bilgisi ve ortak
kelimeleri bakımlarından benzerlikleri araştırılmıştır. Bu araştırmalarda kaynak olabilecek ana
dillere ulaşılmıştır. Dillerin kökenini oluşturan bu ana dillere ait metinlere ulaşılamasa da
gruptaki diller arasında yukarıda sayılan noktalar bakımından benzerliklerin bulunması,
zamanla birbirinden uzaklaşan dillerin, bilinmeyen bir yerde ve zamanda konuşulan ana
dilden ortaya çıktığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu saptamalardan sonra diller kökenleri
bakımından “Hint-Avrupa Dilleri, Ural-Altay Dilleri, Hami-Sami Dilleri, Çin-Tibet Dilleri ve
Bantu Dilleri” olarak gruplanmıştır.
2. YAPILARINA GÖRE DĠLLER
Dünya dilleri, dili oluşturan kelime ve eklerin yapı bakımından gösterdikleri
benzerliklere göre “Tek Heceli Diller, Eklemeli Diller, Çekimli Diller” olmak üzere üç grupta
incelenir.
Tek Heceli Diller
Bu gruptaki dillerde sözcükler tek bir heceden oluşur. Cümleyi meydana getiren
sözcükler hiçbir ek almaz ve şekil değişikliğine uğramaz. Bu dillerde sözcüğün görevi cümle
içindeki sırasından ve vurgusundan anlaşıldığı için sözcükleri ayırt etmek üzere çok zengin
bir vurgu sistemi oluşturulmuştur. Kelime türleri özel seslerle ayırt edilmediği için aynı
kelime yerine göre hem isim, hem sıfat, hem fiil, hem edat… olabilmektedir. Çince ve Tibetçe
bu grubun tipik dillerindendir. Bazı Himalaya ve Afrika dilleriyle Endenozya dilleri ve
Vietnam dili de bu gruba dâhil edilir.
Eklemeli Diller
Eklemeli dillerde kelime kökleri ve ekler vardır. Kelime kökleri tek veya çok heceli
olabilir. Bu dillerde yeni kelime türetilirken veya kelime cümle içinde kullanılırken ekler
devreye girer. Yani kelimelerde değişiklik eklerle sağlanır. Eklerle hem yeni kelimeler
türetilir hem de kelimelere yeni anlamlar yüklenir. Kelime sonundaki değişiklik ileriye
doğrudur, geriye işlemez. Yani kökte pek bir değişme olmaz. Bundan dolayı köklerle ekler
birbirinden kolaylıkla ayrılabilir.
Bu grubun bazı dillerinde ekler kelime sonuna geldiği gibi kelime başına getirilen
ekler de vardır. Bundan dolayı Eklemeli Diller “Ön Eklemeli Diller” ve “Son Eklemeli Diller”
olmak üzere iki grupta da düşünülebilir.
Türkçe eklemeli diller grubuna dâhildir. Ama kelimeler başa ek almaz. Dolayısıyla
Türkçeye “son eklemeli bir dil” diyebiliriz. Örneğin “süt” kelimesinin sonuna -cü eki
getirilerek süt satan kişi anlamına gelen “sütçü” kelimesi türetilir.
Bu dil grubunda Türkçenin yanı sıra Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Macarca, Japonca,
Korece, Fince ve Samoyetçe vardır.
Çekimli Diller
Çekimli dillerde de tek ve çok heceli kökler ile çeşitli ekler vardır. Yalnız ekler
kelimenin önüne, ortasına veya sonuna gelebilir. Ayrıca bu dillerde çekim sırasında ve yeni
kelimeler türetilirken kelime kökleri genellikle değişir ve tanınmayacak hâle gelir. Örneğin
Hint-Avrupa dillerinde kelime kökünde görülen değişiklik kökü tanınmayacak bir şekle sokar,
ortaya çıkan yeni kelimede kökü hatırlatacak bir ses, bir işaret bulunmaz.
Almancadaki atmak, fırlatmak fiilinin werfen / warf / geworfen şekillerine girmesi
gibi. Bu grupta yer alan bazı dillerde ise kelime kökü ile yeni kelime veya kelime çekimi
arasında daima açık bir bağ, ilgiyi gösteren bir iz vardır. Kelime kökündeki asıl sesler yeni
kelimede veya kelime halinde hep aynı kalır. Çekimli dillerin tipik bir örneği olan Arapçada,
kelimenin çekirdeğini oluşturan ünsüzler değişmezken belli kalıplarla yeni kelimeler türetilir.
Aynı kökten olan “ders, medrese, müderris, tedrisat” kelimelerinde d, r, s ünsüzleri sabit
kalırken ünlüler ve bazı gramer unsurları değişmektedir. Sami dilleri, Hint-Avrupa dilleri bu
gruba girer.
DİL VE ANLATIM BOZUKLUKLARI
A.
ANLAMSAL BOZUKLUKLAR
1.
Gereksiz Sözcük Kullanılması
2.
Anlamca Çelişen Sözcüklerin Kullanılması
3.
Sözcüğün Yanlış Anlamda Kullanılması
4.
Sözcüğün Yanlış Yerde Kullanılması
5.
Deyimin Yanlış Anlamda Kullanılması
6.
Anlam Belirsizliği
7.
Mantık ve Sıralama Yanlışlığı
B.
YAPISAL BOZUKLUKLAR
1.
Özne-Yüklem Uyumsuzluğu
2.
Eklerle İlgili Yanlışlar
3.
Öge Eksikliği
4.
Tamlama Yanlışları
5.
Bağlaç Yanlışları
A.
ANLAMSAL BOZUKLUKLAR
1.
Gereksiz Sözcük Kullanılması
İyi bir cümlede yeterli sayıda sözcük kullanılır. Başka bir deyişle gereksiz sözcüklere
yer verilmez. Çünkü gereksiz sözcük kullanımı cümlenin duruluğunu bozar ve anlatım
bozukluğu yaratır. Bu anlatım bozukluğu şu şekillerde olabilir:
Bir cümlede anlamları aynı olan veya anlamca biri diğerini içeren sözcüklerin birlikte
kullanılması anlatım bozukluğuna yol açar.
Eşanlamlı sözcüklerin aynı cümle içinde bir arada kullanılması ya da gereksiz bir
sözcüğe cümlede yer verilmesi anlatımın gücünü azaltır. Söylenilenin kolaylıkla
anlaşılmasına engel olur. Aşağıdaki cümleleri inceleyelim.
Örnekler:
=> Yer yer iki metreyi bulan kar yağışına rağmen ilçeye ulaşılmaya çalışılıyor.
Ölçülebilen yağış değil kardır. Yer yer iki metreyi bulan kara rağmen...
=> Zamanlama çok yanlış bir vakte denk geldi.
"Zamanlama yanlış oldu" şeklinde cümle gereksiz sözcüklerden kurtarılabilir.
=> Duvarlara kalemle yazı yazmayınız.
"kalemle" sözcüğü gereksizdir.
=> İki lider, beş saat süreyle görüştüler.
"süreyle" sözü gereksizdir.
=> Seçimlerin tarihi yaklaştıkça partilerin faaliyeti gittikçe artıyor.
"gittikçe" sözcüğü gereksizdir.
=> Bu görüş ayrılığının sebebi neden kaynaklanıyor?
"Bu görüş ayrılığının sebebi nedir?"
=> İlk yüzmeye başladığım zaman sudan korkardım.
"İlk" sözcüğü gereksizdir.
=> Şirketteki mevcut ikilik günden güne büyüyor.
=> Yaşanmış deneyimlerinden hareketle bu sonuca varıyor.
=> Millî maçın oynanacağı gün yaklaştıkça, ülkedeki heyecan gittikçe artıyor.
=> Yanına gidiniz, konuşarak derdinizi anlatınız.
=> Problemi çözmek için iki arkadaş üç saat süre ile uğraştılar.
=>Japonya‟daki arkadaşıyla on (bilgi yelpazesi.net) yıl boyunca karşılıklı mektuplaştılar.
=> Az kalsın merdivenlerden düşeyazdı.
=> Çocukların davranış biçimlerinde gariplikler görüldü.
=> Takımın, boyu en kısa oyuncusu bendim.
=> Sana söyleyeceğim bu gizli sırlarımı kimseye söyleme.
=> Yaptıklarını kendi ağzıyla itiraf etti.
=> Havada beyaz kar taneleri uçuşuyor.
=> Bu iş yerinde aşağı yukarı üç dört yıldan beri çalışıyorum.
=> Sınav yaklaştıkça öğrencilerin heyecanı gittikçe artıyor.
=> Galiba başka çaresi de yok gibi görünüyor.
=> Sınıfın boyu en kısa öğrencisini arkaya oturtmuşsun.
=> Yaşlı adam söz almak için oturduğu yerden ayağa kalktı.
=> Dosyadaki mevcut belgelerden anlaşılıyor ki bu iş uzun sürecek.
=> Artık bundan sonra oraya gitmene gerek kalmadı.
=> İki kardeşten en küçüğü okula gitmiyordu.
=> Bu saatte oraya yalnız gidemem; seninle birlikte gitmek istiyorum.
=> İşte seninle bu yüzden dolayı konuşmak istemiyorum.
=> Niçin böyle yüksek sesle bağırıyorsun ki?
=> Biz onlara iki günde bir, gün aşırı giderdik.
=> Yorulmamıza rağmen basamaklardan yukarı hızlı hızlı çıkıyorduk.
=> Türkçede Arapça ve Farsça dillerinden gelmiş sözcükler vardır.
=> Böyle havalarda eve bir tane bile ekmek götürmeyi unutur.
=> Kulağıma eğilerek alçak sesle bir şeyler fısıldadı.
=> Bu yol yaya yürümekle (bilgi yelpazesi.net) bitecek gibi değil.
=> Onlar da beş yıldır karşılıklı mektuplaşıyorlar.
=> Geçmişteki hatıralardan bir şikayetim yok
=> Ülkemizin sorunları bitmiyor, tükenmiyor
=> O günleri daha henüz dün gibi hatırlıyorum
=> Bu gece ısı sıfırın altında eksi beş derece olacak.
=> Gülmesinin nedeni bugün iyi bir haber almasındandır.
=> Onunla ilk tanışmamızı unutamam.
=> Dün gece uyurken gördüğü rüyayı anlattı.
=> Sanki dalgasız bir deniz gibiydi yüzü.
=> Kadın küçük çocuğa yaklaşarak senden büyük ağabeyin var mı diye sordu.
=> Yarınki toplantıda ülkenin ekonomik ve iktisadi problemleri tartışılacak.
2.
Anlamca Çelişen Sözcüklerin Kullanılması
Anlamları arasında çelişki, birbirine aykırılık bulunan sözler aynı cümlede
kullanılmamalıdır. Çelişen sözlerin aynı cümlede kullanılması anlatım bozukluğuna neden
olur.
Kimi zaman karşıya geçerken ben de başkaları gibi genellikle vapurla geçmeyi
seviyorum. "Kimi zaman" ile "genellikle"nin aynı cümlede kullanılması anlatım bozukluğuna
yol açmıştır.
Sizin verdiğiniz listedeki kitapları mutlaka almış olmalı." "Mutlaka" sözcüğü kesinlik
bildirir, "almış olmalı" sözünde ise tahmin söz konusudur. Bu ikisinin aynı cümlede yer
alması yanlıştır.
Hiç şüphesiz erken saatlerde de Ankara'ya uçak olabilir." "Hiç şüphesiz" ile
"olabilir"in aynı cümlede kullanılması anlatım bozukluğuna yol açar.
Mutlaka, eminim, hiç şüphesiz, elbette, kuşkusuz, tam..." gibi sözler "kesinlik" bildirir.
"Sanırım, -ebilmek, -sa gerek, olmalı, galiba, belki, -mış olmalı..." gibi kullanımlarda ise
"olasılık, tahmin" anlamı vardır. Bu iki gruptaki sözlerin bir arada kullanılmaları doğru
değildir.
=> Bir sorun olmasaydı, eminim belki de bugün gelirdi.
=> Aşağı yukarı, Marmara depreminden tam 20 gün sonra idi. Cümlede hem "tam" hem de
"aşağı yukarı"nın yer alması doğru değildir.
=> ÖSS'ye aşağı yukarı 93 gün kaldı. 93 gün net bir bilgidir; bu cümlede "aşağı yukarı" sözü
kullanılmaz
=> Balıkesir'den sonra İzmir tam üç saat kadardır. "Tam" ile "kadar"ın aynı cümlede
kullanımı anlatım bozukluğuna yol açmıştır.
=> Genellikle karşıya geçerken mutlaka deniz yolunu seçerim. "Genellikle" ile "mutlaka"nın
aynı cümlede kullanılması anlatım bozukluğuna yol açmıştır; "mutlaka" atılırsa anlatım
bozukluğu giderilir.
=> Kesinlikle daha önce, bu kitapları okumuş olabilir. "Kesinlikle" ile ihtimal bildiren
"olabilir"in aynı cümlede kullanılması yanlıştır.
=> Hiç şüphesiz akşam sekizden sonra da Kadıköy'e deniz otobüsü olabilir.
=> Eminim hasta olmasaydı, belki bizimle geziye katılırdı. "Eminim" ile "belki"nin aynı
cümlede kullanılması anlatım bozukluğuna yol açmıştır.
=> Elbette bize anlattıklarının tümü doğru olabilir.
=> Aşağı yukarı, okulların açılışından tam 15 gün sonra idi. Cümlede hem "tam" hem de
"aşağı yukarı"nın yer alması doğru değildir.
=> Bandırma'dan İstanbul, feribotla tam iki saat kadardır. "Tam" ile "kadar"ın aynı cümlede
kullanımı anlatım bozukluğuna yol açmıştır.
3.
Sözcüğün Yanlış Anlamda Kullanılması
Her sözcüğün belli bir anlam sınırı vardır. Sözcüğün bu anlam sınırı aşılıp da başka
ifadeler yerine de kullanılması anlatımı bozar. Bilhassa yazılışları birbirine benzeyen
sözcükler birbirlerinin yerine kullanıldıklarında bu tarz anlatım bozukluğu oluşur.
Örnek : “Eşine çok bağımlı bir insandır” cümlesinde “bağımlı‟ sözcüğü yanlış
kullanılmıştır. Zira bağımlı olmak, bağımsız iş görememektir. “Bağımlı” sözcüğü yerine
“bağlı” sözcüğü kullanılmalıdır.
Aşağıda sık sık karıştırılan sözcükler, bunların anlamları ve anlatım bozukluğu
oluşturan şekilleriyle ilgili örnekler verilmiştir
=>Ortaöğretim ve yüksek öğretim arasındaki ayrıcalığı açıklar mısın?(ayrım-fark)
=>Bir gömleğin ücreti asgari ücretten fazlasıymış.(fiyat)
=>Bu
konuda
yöneticilerin
suskunlukları
ve
çekimserlikleri
bağlanıyor.(çekingenlik)
=>Yaptığım planlı çalışmalar para kazanmama neden oldu.(sağladı)
yetersizliğe
=>Senin sayende üniversite sınavını kaybettim.(yüzünden)
=>Kağıda çizilmiş yazılmış şekillerden bir anlam çıkaramadım.(çizilmiş)
=>Kitap ücretlerinin yüksek oluşu da okumayı etkiliyor.(fiyatlarının)
=> Resim öğretimi için kursa kayıt olmuş,bu yeteneğini geliştirmeye çalışıyor.(öğrenimi)
=>1968‟li yıllar bizi derinden etkiledi.(1960‟lı yıllar)
=>Annem, kardeşime bir kazak dokudu.(ördü)
=>Dünya barışı için herkes elinden gelen çabayı harcamadı.(göstermedi)
=>Beni çok sinir etmesine karşın onu çok seviyorum. (sinirlendirmesine)
=>İkinci teleferik için döşenen teller çok pahalıya mal oluyor.(çekilen)
=>Kapkaççı, kadının kolundaki çantayı çalıp kaçtı. (alıp)
=>Bu konuda gençleri azımsamak doğru değildir. (küçümsemek)
=>Bu tür tatbikatlarda ölüm şansı her zaman mevcuttur. (olasılığı)
=>Teknoloji ne kadar artsa da el emeğinin önemi azalmıyor. (ilerleme)
=>Şelalenin görüntüsü insanı büyülüyor, suyun sesi insana huzur veriyor.(görünümü)
=>Fidanlar ekilirken birbirine çok yakın olmuş. (dikilirken)
=>Toplum olarak alkol ve uyuşturucu bağlısı insanlara yardım etmeliyiz.(bağımlısı)
=>Sınavdan sonra öğretmen bazı soruların çözülmesini gösteriyordu. (çözümü)
=>Onun duygu dünyasını kurduğu hayaller ve rüyalar oluşturur. ( rüya kurulmaz)
=>Öteki kentler gibi bu kent de çirkin bir görünüme kavuştu. (görüntüye)
=>30 Ekim 1918 yılında Mondros Mütarekesi imzalandı. (tarihinde)
=>Onu yaşantısının en verimli döneminde kaybettik. (yaşam- hayat/////yaşantı-tecrübe)
=>İnandırıcılığını ve güvenliğini yitirmiş bir yazar, büyük bir okur kitlesine ulaşamaz. (
güvenirliğin)
=>Fıstık, Gaziantep‟e özel üründür. (özgü-has)
=>Yoksulluğun etken olduğu toplumlarda suçlar artar. ( etkin)
=>Bu fabrikada istenmeyen kazalara sıkça rastlanmaktadır. (görünmez)
=>Doktoru
ona
içki
sigara
gibi
zararlı
niyetlerini
terk
etmesi
gerektiğini
söyledi.(alışkanlıklarını)
=>Sınavda birinci olma sevincini ailesiyle kutladı. (paylaştı)
=>Karşısına çıkan her türlü zorluk, onu kararından döndüremedi. (hiçbir)
=>Dünya kupası maçlarında iki mağlubiyet elde ettik. (aldık)
=>Yetkililer, çalışanların yaşam koşullarının artırılması gerektiğini söyledi.(iyileştirilmesi)
=>Günde iki paket sigara içmesi sağlığının bozulmasını sağlayacaktır. ( -a neden olacaktır)
=>Birini eleştirirken daha tutanaklı sözler söylemeye çalış. ( tutarlı)
=>Kazada ölü kaybı olmadığı söyleniyor. ( kayıp)
=>Düzenli çalışmamak sınavda düşük not almamıza yarayacaktır. (neden )
=>Bugünden beri buraya gelmeyeceğim.(sonra)
=>Savaş nedeniyle kesintiye uğrayan ilköğretimine 1923‟ten sonra devam etmiş. (ilköğrenim)
=>Geç gelmesine karşılık, öğretmenimiz Aslı‟yı derse aldı. (karşın)
=>Benim onunla pek konuşkanlığım yok. (konuşmuşluğum)
=>Çocukların birbiriyle uygunluk içinde oynamaları bizi sevinirdi. (uyum)
=>Aralarının açılmasına istemeyerek katkıda bulunduğu için çok üzgündü.(katkı olmaz )
=>Yaz başladığından itibaren denize hiç girmedik. (beri)
=>Karşılamanın sonucunda hakem iki güreşçinin de elini sıktı. (sonunda)
=>Alacağımız evin fiyatı çok ucuzdu; ama çok fazla masrafı vardı. (düşüktü)
=>İktidar milletvekillerinin üçü çekingen kalınca yasa meclisten geçmedi.(çekimser)
=>Aldığı maaşı küçümsemiş ve işten ayrılmak istemiş. (azımsamış)
=>Ünlü yazar yayınladığı son kitabıyla yine göz doldurdu. (yayımladığı)
4.
Sözcüğün Yanlış Yerde Kullanılması
Sözcükler, cümlede olmaları gereken yerde değilse, anlam karışıklığı ve anlatım
bozukluğu ortaya çıkar.
Sözcüklerin cümledeki sözdizimine uygun kullanılmaması anlatım bozukluğu
nedenidir.
Fiilin başında zarf olarak kullanılması gereken bir sözcük isimden önce yer almışsa
anlatım bozukluğu doğar.
=>Ben çok denizde yüzerim.
=>Pek çok Asya kıtası hakkında bilgi bulunmaktaydı kütüphanede.
=>Her zamanki gibi yine ilk eve ben geldim.
=>Burada kitabın sürekli başka bölümlerinden söz ediliyor.
=>Her yeni buluş hemen hemen kitaplarda yerini alacak.
=>Beğendiği çok ayakkabıları derhal alır.
=>Fazla bilgisayarla haşır neşir olmak insanı yoruyor.
=>Gelecek hafta beklenen müşteriler gelecek.
=>Geçmiş yıllarda balta girmemiş ormanlarda bu tür bir araştırma yapılmıştı.
=>Dışarıdan bazı öğrenciler iki h a fta açık olan dersanede etütlere katıldılar.
5.
Deyimin Yanlış Anlamda Kullanılması
Bir cümlede deyim kendi anlamından başka bir anlamda ya da yanlış anlamda
kullanılırsa anlatım bozukluğu meydana gelir.
=>Sınavı kazandığımı duyunca annemin sevinçten etekleri tutuştu. (zil çalıyor)
=>Adamcağız öyle kötü bir duruma düşmüş ki dostlar başına (düşman başına)
=>Aklını zeytin ekmekle mi yedin? (peynir)
=>Seni okutabilmek için her şeye göz yumdum.(göğüs gerdim / -i göze aldım)
=>Ne tuhaf değil mi seni yerde ararken gökte buldum.(gökte ararken yerde buldum.)
=>Kapı arkasında durmuş, içeride konuşulanlara kulak misafiri oluyordu.(kulak kabartmak)
=>Karşı tarafın oyununa düşmemek için dikkatli olmalıyız.(gelmemek)
=>Doktor çocuğu baştan tırnağa muayene etti.(tepeden)
=>Halkın tepesinde boza pişirmek kimsenin hakkı değil. (ensesinde)
=>Bu senin özelliğin hemen sineği deve yaparsın. (pireyi)
=> Müjdeli haberi duyunca öyle sevindi, öyle güldü ki ağzı burnuna karıştı.(kulaklarına
vardı)
=>Bütün gün ağlamaktan gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
=> Bu ülkeye çok yararı dokunmuştur, hangi taşı kaldırsan altından o çıkar.( hangi yöne
bakılırsa onun bir izi var.)
6.
Anlam Belirsizliği
Bazı cümlelerde, tamlayanı ikinci tekil (senin) veya üçüncü tekil (onun) şahıs zamiri
olan tamlananların, tamlayanları düştüğünde, ikinci şahsa mı yoksa üçüncü şahsa mı ait
olduğu anlaşılmaz. Bazı cümleler iki anlama gelecek şekilde anlaşılabilmektedir.
Bu tür cümlelerde anlatım bozukluğu olarak değil, anlam belirsizliği olarak karşınıza
çıkabilir. Bu sorularda anlam belirsizliği veya anlam karışıklığı ifadesi yer alır.
=>Okuldan ayrılacağını duyunca hepimiz çok üzüldük. (Kimin ayrılacağı senin mi onun mu?)
=>Buraya geldiğinden beri bütün köylünün keyfi kaçtı. (Kimin geldiği belli değil.)
=>Buralara
kadar
gelip
de
bize
uğramadan
döndüğünü
duyunca
kulaklarıma
inanamamıştım.(Sen mi, o mu? Gelen kim belli değil.)
=>Kitap okumaya, dostlarımdan daha çok vakit ayırırım. (Bu cümlede, cümleyi söyleyen
kişinin, hem “kitap okumaya ayırdığı vakit bakımından kendisini dostlarıyla kıyasladığı” hem
de “kitap okumaya ayırdığı vaktin, dostlarına ayırdığı vakitten daha çok olduğu”
anlaşılabilmektedir. Bu yüzden, cümlede anlam karışıklığı vardır.)
7.
Mantık ve Sıralama Yanlışlığı
Cümlede, durumlar veya olaylar sıralanırken bunların önem sırasına dikkat
edilmemesinden ve söylenenin mantık kurallarına uymamasından kaynaklanan anlatım
bozukluklarıdır.
=>Dostlarından değil bir gün, bir hafta bile ayrı kalmaya dayanamazdı.
=>Kurallara uymazsan okuldan atılabilirsin daha kötüsü disiplin cezası alabilirsin.
=>Arka taraflardan sesimi işitemeyenler, ellerini kaldırsın.
=>Millet Meclisi üye tam sayısının bir fazlası bulunursa hükümet düşer.
=>Yaşlı ihtiyar, yapılacak tedaviyle sonunda iyileşti.
=>Babamın doğumu beni çok heyecanlandırdı.
=>Her pazar deniz kıyısındaki evi olan teyzemlere gider, orda yedi sekiz gün kalırdı.
=>Romandan uyarladığımız bu filmde çok küçük değişiklikler dışında romana bağlı
kalmadık.
=>Yönetmen çekilecek filmle Altın Portakal ödülünü aldı.
=>Kararname 257 oya karşılık 125 oyla reddedildi.
B.
YAPISAL BOZUKLUKLAR
1.
Özne-Yüklem Uyumsuzluğu
Türkçede özne ile yüklemin farklı yönlerden birbiriyle uyum/uygunluk içinde olması
gerekir. Özne-yüklem uyum¬suzluğuna dayanan anlatım bozuklukları sınavlarda sık sık
sorulmaktadır. Türkçedeki özne-yüklem uyumlarının bilin¬mesi gerekir. Dilimizde özne ile
yüklem arasında üç farklı yönden uyum vardır.
A) Tekillik- Çoğulluk Uyumu
Öznenin tekil olması durumunda yüklem de tekil, özne çoğul olduğunda yüklem de
çoğul olur. Bu genel kuraldır.
=>Otobüste yolcu olarak ben ve ihtiyar adam kalmıştı.
=>Sen ve Kemal, teneffüste kütüphaneye gelsin
=>Koca salonda ben ve bir yabancı kalmıştı.
=>Ben, sen ve o burada nöbet tutacaksınız.
B) Kişi Uyumu
Öznenin tekil kişilerden (ben, sen, o) oluştuğu cümlelerde özne ile yüklem arasında
kesin bir uygunluk söz konusudur.
=>Arzu ve ben iyi anlaşır.
=>Oraya, sen, ben ve o gidecek.
=>Bu işi sen ve Murat yapacak.
=>Sen ve onlar niye anlaşamıyorlar.
C) Olumluluk-Olumsuzluk Uyumu
Özne ile yüklem arasında olumluluk-olumsuzluk yönünden de bir uyum olmalıdır.
Basit ve bileşik cümlelerde özne-yüklem uyumsuzluğu hemen göze çarpar.
Özellikle iki ya da daha çok yüklemli cümlelerde (sıralı ve bağlı cümleler), bu uyumla
ilgili yanlışlıklar ortaya çıkmak¬tadır.
=>Herkes içeride oturuyor, dışarı çıkmıyor. (yanlış)
=>Herkes içeride oturuyor, kimse dışarı çıkmıyor. (doğru)
=>Kimse maça gitmedi, yarınki sınava çalıştı. (yanlış)
=>Kimse maça gitmemiş, herkes yarınki sınava çalıştı. (doğru)
=>Hiçbiri beni dinlemiyor, denizi seyrediyor. (yanlış)
=>Hiçbiri beni dinlemiyor, hepsi denizi seyrediyor. (doğru)
2.
Eklerle İlgili Yanlışlar
Eklerle ilgili yanlışlıklar daha çok isimlerin sonunda yer alan iyelik, hal, çoğul ekleri
ile ilgili olmaktadır. Tamlayan ekinin eksikliği ya da gereksizliği, yanlış hal eki kullanımı,
iyelik ekinin yanlış kullanımı anlatım bozukluklarına yol açmak¬tadır.
Tamlayan eki "-in, -in"le ilgili yanlışlıklar sık sık gündeme gelir.
=>Derslerine düzenli çalışan bir öğrenci, doğal olarak dönem sonu sınavlarında başarılı
olması beklenir. Bu cümlede geçen "öğrenci" sözcüğünün tamlayan eki alarak "öğrencinin"
biçiminde kullanılması gerekir.
=>Ankara'ya giderken bindiğimiz otobüs şoförü Alper'in hemşehrisi çıktı. "Otobüs şoförü"
yerine "otobüsün şoförü" denmelidir.
=>Masanın üstünde duran kül tablası adamın üst üste yak¬tığı sigara izmaritleriyle doluydu.
Adam sigara izmaritlerini yakmış. Cümle "...üst üste yaktığı sigaraların izmaritleri..."
biçiminde olmalı.
=>Sorumluluğunu bilen bir insan, yalnız kendini değil, başkalarının haklarını da gözetmesi
gerekir. Bu cümlede de "insan" sözcüğünden sonra bir tamlayan eki olmalıdır. Cümle "...bir
insanın... gözetmesi" biçimiyle düzelir.
Bazı cümlelerde ise tamlayan ekinin gereksiz kullanımı anlatım bozukluğuna yol açmaktadır.
=>Bu sınıfın, birkaç öğrenci dışında bu yıl oldukça iyi durumda.
=>Sağlıkla ilgili sorunların hiç vakit kaybetmeksizin çözüme kavuşturulmalıdır. "Sorunların"
sözcüğündeki tamlayan eki atılmalıdır.
=>Sağlığına dikkat eden bir insan, ne tür yiyeceklerin zararlı olduğunu biliyor olması gerekir.
Bu cümlede geçen "insan" sözcüğünün tamlayan eki alarak "insanın" biçiminde kullanılması
gerekir.
=>Herkesin içtiği çay parasını vermesini istedi." Bu cümleye göre insanlar "çay" değil, "çay
parası" içmiştir. "Çay" sözcüğü tamlayan eki alarak "çayın" biçiminde kullanılmalı.
Aşağıdaki cümlelerde de tamlayan eki (-in, -in) eksikliğinden kaynaklanan anlatım bozukluğu
vardır:
=>Türk edebiyatında yaşamını yazdıkları ile kazanan tek yazar Peyami Safa olduğunu çok az
kişi bilir."... tek yazar", "tek yazar-ın" olmalı.
=>Evden çıkmadan önce içtiği kola şişesini masasında bırakmış."Kola sözcüğü tamlayan eki
alarak "kolanın" olmalı.
=>Benim içeceğim çay berrak demli ve cam bardakta olması gerekir." "Çay" sözcüğü "çayın"
olmalı.
Bazı cümlelerde ise tamlayan ekinin gereksiz kullanımı anlatım bozukluğuna yol açmaktadır:
=>Tanzimat dönemi sanatçılarının birkaçı dışında, devlet adamı olarak çalışmışlardır.
"Sanatçılarının" sözcüğü, tamlayan eki atılarak "sanatçıları" biçiminde kullanılmalı.
3.
Öge Eksikliği
İlk cümlenin ortak öğesi, ikinci cümleye uymaz. Bu yüzden ikinci cümleye yeni bir öğe
eklenmesi gerekir. İşte eklenmesi gereken bu öğe, eksik olan öğedir.
a.
Özne eksikliği
İlk cümle ile ikinci cümlenin öznesi uyuşmaz. Bu sebeple ikinci cümleye bir özne eklenmesi
zorunluluğu doğar. Eğitimin aksaması hepimizi üzüyor, halbuki her şeyden daha gerekli.
(eğitim)
=>Hiç kimse böyle bir şeye ihtimal vermiyor, ona güveniyordu. (herkes)
=>Parktaki adamla herkes ilgilendi; çok güzel konuşuyordu. (adam)
b.
Yüklem eksikliği
Ortak kullanılan yüklem cümlelerden birine uymayabilir. Bu sebeple yeni bir yükleme ihtiyaç
duyulur.
=>Sen bize layıksın, biz de sana İstanbul. (layığız)
=>Yemeğe biraz tuz, biber ve limon sıktı. (tuz, biber ekti)
=>O sıralar ben yirmi, o ise on dokuz yaşındaydı. (ben yirmi yaşındaydım)
c. Nesne eksikliği
Ortak kullanılan nesne, cümlelerden birine uymaz. Bu durumda cümlelerden birine bir nesne
eklenmelidir.
=>Kalabalıklar beni çok sıkar, o yüzden sevmem. (kalabalıkları)
=>Dışarıda lapa lapa kar yağıyor ve biz de seyrediyorduk.(onu)
=>Aceleyle arabaya bindi, çalıştırdı ve hızla uzaklaştı. (arabayı çalıştırdı)
d. Dolaylı tümleç eksikliği
Diğerlerinde olduğu gibi ortak kullanılan dolaylı tümleç, cümlelerden birine uymaz. Bu
durumda cümlelerden birine dolaylı tümleç eklenmelidir.
=>Çekmeceyi açıp değerli eşyalarını yerleştirdi. (çekmeceye)
=>Kardeşini çok sever ve her konuda yardımcı olurdu. (ona)
=>Yavaşça odaya girdi, bir şeyler aradı, sonra usulca çıktı. (odadan)
e. Zarf (edat) tümleci eksikliği
Cümlelerden birine zarf tümleci olacak ifadelerin eklenmesi gereklidir.
=>İngilizler biraz soğuk insanlar ama yine de iyi anlaşıyoruz.(onlarla)
=>Dostlarımı kaybettim, yollarımız ayrıldı bir bir. (onlarla)
f. Tamlayan eksikliği
Tamlayanlar cümlede tek başına bir öğe değildir; ancak onlardan kaynaklanan anlatım
bozukluğu öğe eksikliklerine benzer bir yanlışlıktır.Cümledeki ifadelerden birinde tek başına
tamlanan unsuru bulunursa, anlam belirsizliğini gidermek için bu kısma tamlayanın da
eklenmesi zorunluluğu ortaya çıkar.
=>Oda birkaç haftadır temizlenmiyor, duvarları örümcek bağladı. (odanın duvarları)
=>Bir akşam çıkıp geldi, gelmesi hepimizde büyük bir sevinç yarattı. (onun gelmesi)
4.
Tamlama Yanlışları
Tamlama yanlışları birkaç farklı şekilde karşımıza çıkabilir. Aynı cümlede hem isim
tamlamasının hem de sıfat tamlamasının ortak bir sözcüğe bağlanması tamlama yanlışlığı
meydana getirir.
=>Ekonomi ve kültürel açılardan…(ekonomik ve kültürel açıdan)
=>Fen ve askeri liseler…(fen liseleri ve askeri liseler)
=>Kamu ve özel kuruluşlar…(kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar)
=>Askeri ve polis güçleri…(askeri güçler ve polis güçleri)
=>Kültürel ve tarih gerçekleri…(kültürel ve tarihsel gerçekler)
Bazı tamlamalarda yan yana kullanılan sözcükler yanlış anlamlar ortaya çıkarabilir.
Dağ ve nehir yatakları…
Camlar ve kapının kolu…
Tamlanan ekinin kullanılmaması da tamlama yanlışlığı dır. Bu yanlışlık ek ve yapı yanlışı
olarak da değerlendirilebilir.
=>Çocuklar manavın elma ve portakallarını yürütmüşler. (doğrusu …elmalarını ve
portakallarını…)
Bazı sıfat tamlamalarındaki “ler” ekinin fazladan kullanılması da tamlama yanlışlığıdır.
=>Ne kadar öğrenciler katıldı geziye.
=>Yüzlerce askerler toplandı meydanda.
=>Birçok insanlar bu konuda yanılıyorlar.
5.
Bağlaç Yanlışları
Türkçede “fakat, ama, lakin…” gibi bağlaçlar genellikle bir önceki cümlenin karşıtı bir
düşünceyi veya birinci cümledeki düşünce ile ilgili bir şartı ifade eder. “çünkü” bağlacı bir
önceki cümleyi açıkla-yıcı niteliktedir. “ve” bağlacı bir önceki cümle ile aynı doğrultuda bir
düşünceyi ifade eder. Bağlaçların bu açıklamalar dışında kullanımı anlatım bozukluğuna yol
açar. Örneğin, “ve” veya “fakat” bağlacından sonra eğer bir açıklama cümlesi gelirse anlatım
bozukluğu meydana gelir.
=>Bizimle okula kadar geldi; fakat derse girdi.
=>Komşularını çok seviyor; üstelik bütün zor günlerinde yardıma hep onlar koşmuştur.
=>Ancak ne var ki annemle böyle konuşmalısın.
=>Geleceğini belki de düşünmüş olabilir.
=>İşimi bitirip ve hemen döneceğim.
=>Düğüne katılmayacaksan hiç olmazsa bari bir kutlama telgrafı çek
YAZIM KURALLARI
1. Büyük Harflerin Kullanımı
A. Cümle büyük harfle baĢlar:
Ak akçe kara gün içindir.
* UYARI: İki çizgi arasındaki açıklama cümleleri büyük harfle başlamaz:
Bu sefer de onları -her zamanki yerlerinde bulmak ihtimaliyle- farkında olmadan aramıştım.
Ġki noktadan sonra gelen cümleler büyük harfle baĢlar:
Menfaat sandalyeye benzer: Başında taşırsan seni küçültür, ayağının altına alırsan
yükseltir.
* UYARI: İki noktadan sonra cümle ve özel ad niteliğinde olmayan örnekler sıralandığında
bunlar büyük harfle başlamaz:
Bu eskiliği siz de çok evde görmüşsünüzdür: duvarlarda çiviler, çivi yerleri, lekeler…
2007 yılında Türk Dil Kurumu‟nun 75. yılını kutladık.
"Et-, ol-" fiilleri, dilimizde en sık kullanılan yardımcı fiillerdir.
C. Özel adlar büyük harfle baĢlar:
1. Kişi adlarıyla soyadları büyük harfle başlar: Mustafa Kemal Atatürk
* Takma adlar da büyük harfle başlar:
Demirtaş Ziya Gökalp
Tarhan Ömer Seyfettin
Deli Ozan Faruk Nafiz
Server Bedi Peyami Safa
İrfan Kudret Cahit Sıtkı Tarancı
Mehmet Ali Sel Orhan Veli Kanık
2. KiĢi adlarından önce ve sonra gelen unvanlar, saygı sözleri, rütbe adları ve
lakaplar
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Kaymakam Erol Bey, Genç Osman, Deli
Petro vb.
Akrabalık adı olup lakap veya unvan olarak kullanılan kelimeler büyük harfle baĢlar: Baba Gündüz, Dayı Kemal, Hala Sultan, Nene Hatun; Gül Baba, Susuz Dede, Telli
Baba vb.
UYARI: Akrabalık bildiren kelimeler küçük harfle başlar: Tülay ablama gittim. Ayşe
teyzemin keki çok güzel.
3. Cümle içinde özel adın yerine kullanılan makam veya unvan sözleri büyük harfle
başlar: Uzak Doğu‟dan gelen heyeti Vali dün kabul etti.
4. Saygı bildiren sözlerden sonra gelen ve makam, mevki, unvan bildiren kelimeler
Sayın Bakan,Sayın Rektör,Sayın Vali,
Mektuplarda ve resmî yazışmalarda hitaplar büyük harfle başlar: Sevgili Kardeşim,
5. Hayvanlara: Boncuk, Fındık, Minnoş,
6. Millet, boy, oymak adları Alman, Arap, Türk; Hacımusalı, Karakeçili vb.
7. Dil ve lehçe adları Türkçe, Oğuzca…
8. Devlet adları Türkiye Cumhuriyeti, Kırım Özerk Cumhuriyeti vb.
9. Din ve mezhep adları Müslümanlık, Budist; Hanefilik, Hanefi; Katoliklik
10. Din ve mitoloji ile ilgili özel adlar: Tanrı, Allah, İlah, Cebrail, Zeus, Osiris,
Kibele vb.
* UYARI: “Tanrı, Allah, İlah” sözleri özel ad olarak kullanılmadıklarında küçük harfle
başlar: Eski Yunan tanrıları, müzik dünyasının ilahı.
11. Gezegen ve yıldız adları büyük harfle başlar: Merkür, Neptün, Satürn; Halley vb.
* UYARI: Dünya, güneş, ay kelimeleri gezegen anlamı dışında kullanıldıklarında küçük
harfle başlar:
Biz dünyadan ayrı yaşarken dünya epey değişmiş.
12. Batı medeniyeti, Doğu mistisizmi vb.
* UYARI: Bu sözler yön bildirdiğinde küçük yazılır: Bursa‟nın doğusu, Ankara‟nın
batısı vb.
13. Yer adları (kıta, bölge, il, ilçe, köy, semt vb.) büyük harfle başlar: Afrika; İç Anadolu;
İstanbul; Bahçelievler, Kızılay
14. Yer adlarında ilk isimden sonra gelen ve deniz, nehir, göl, dağ, boğaz vb. tür bildiren
ikinci isimler: Ağrı Dağı, Asya Yakası, Çanakkale Boğazı, Ege Denizi, Fırat Nehri, Süveyş
Kanalı, Tuna Nehri, Van Gölü, Zigana Geçidi vb.
* UYARI: Özel ada dâhil olmayıp tamlama kuran şehir, il, ilçe, belde, köy vb. sözler
küçük harfle başlar: Konya ili, Etimesgut ilçesi, Uzungöl beldesi, Taflan köyü vb.
15. mahalle, meydan, bulvar, cadde, sokak kelimeleri büyük harfle başlar:
Yunus Emre Mahallesi, Karaköy Meydanı, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Nene Hatun
Caddesi, İnkılap Sokağı vb.
16. Saray, köşk, han, kale, köprü, kule, anıt vb. yapı adlarının bütün kelimeleri büyük
harfle başlar:
Dolmabahçe Sarayı, Horozlu Han, Ankara Kalesi, Galata Köprüsü, Beyazıt Kulesi, Bilge
Kağan Anıtı vb.
kısaltmalısöyleyiş söz konusu olduğunda Hisar‟dan, Boğaz‟dan, Köşk‟e vb.
17. Kurum, kuruluĢ ve kurul:
Türk Dil Kurumu, Millî Kütüphane, Atatürk Orman Çiftliği, Çankaya Lisesi; Anadolu
Kulübü, Mavi Köşe Bakkaliyesi; Türk Ocağı, Yeşilay Derneği, Emek İnşaat; Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü vb.
19. Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge, genelge
Medeni Kanun, Türk Bayrağı Tüzüğü, Telif Hakkı Yayın ve Satış Yönetmeliği vb.
20. Kurum, kuruluş, kurul, merkez, bakanlık, üniversite, fakülte, bölüm, kanun, tüzük,
yönetmelik ve makam sözleri asılları kastedildiğinde büyük harfle başlar:
Bu yıl ise Meclis, yeni döneme erken başlayacak.
Yapılan işlem Yönetmelik‟in 4‟üncü maddesine aykırı düşmektedir.
21. Kitap, dergi, gazete ve sanat eseri:
Kendi Gök Kubbemiz, Resmî Gazete, Hürriyet; Kaplumbağa Terbiyecisi; Yorgun Herkül;
Saraydan Kız Kaçırma, Onuncu Yıl Marşı vb.
* UYARI: Özel ada dâhil olmayan gazete, dergi, tablo vb. sözler büyük harfle başlamaz:
Milliyet gazetesi, Türk Dili dergisi, Halı Dokuyan Kızlar tablosu vb.
* UYARI: Mai ve Siyah, Diyorlar ki, Ya Devlet Başa ya Kuzgun Leşe,
22. Ulusal, resmî ve dinî bayramlar
Cumhuriyet Bayramı, Kurban Bayramı, Nevruz Bayramı, Miraç Kandili; Anneler Günü,
Dünya Tiyatro Günü, Hıdırellez vb.
23. Tarihî olay, çağ ve dönem adları :
Millî Mücadele, Cilalı Taş Devri, İlk Çağ, Lale Devri, Cahiliye Dönemi, Buzul Dönemi,
Millî Edebiyat Dönemi, Servetifünun Dönemi‟nin vb.
24. Özel adlardan türetilen bütün kelimeler: Türklük, Türkleşmek, Türkçü,
* UYARI: Özel ad kendi anlamı dışında yeni bir anlam kazanmışsa büyük harfle
baĢlamaz: acem , hicaz , amper ,jul, allahlık, donkişotluk
* UYARI: Para birimleri büyük harfle başlamaz: avro, dinar, dolar, lira, kuruş, liret vb.
25. Yer, millet ve kişi adlarıyla kurulan birleşik kelimelerde sadece özel adlar büyük
harfle başlar: Antep fıstığı, Brüksel lahanası, Frenk gömleği, Hindistan cevizi, İngiliz
anahtarı, Japon gülü, Maraş dondurması, Van kedisi vb.
Ç. Belirli bir tarih bildiren ay ve gün adları büyük harfle başlar:
29 Mayıs 1453 Salı günü, 29 Ekim 1923, 28 Aralık 1982‟de göreve başladı. Lale Festivali
25 Haziran‟da başlayacak.
Okullar genellikle eylülün ikinci haftası pazartesi öğretime başlar.
D. Tabela, levha ve levha niteliğindeki yazılarda geçen kelimeler
Giriş, Çıkış, Müdür, Vezne, Başkan, Doktor, Otobüs Durağı, Dolmuş Durağı, Şehirler
Arası Telefon
2. Sayıların YazılıĢı
1. Sayılar harflerle de yazılabilir: bin yıldan beri, on dört gün,
saat, para tutarı, ölçü, istatistik verilere ilişkin sayılarda rakam kullanılır: 17.30‟da,
11.00‟de, 1.500.000 lira, 25 kilogram,
Saatler ve dakikalar metin içinde yazıyla da yazılabilir: saat dokuzu beş geçe
bin, milyon, milyar ve trilyon sözleri harfle yazılabilir: 1 milyar 500 milyon kişi, 3 bin 255
kalem, 8 trilyon 412 milyar vb.
2. Birden fazla kelimeden oluşan sayılar ayrı yazılır: iki yüz, üç yüz altmış beş, bin iki yüz
elli bir vb.
3. Para ile ilgili işlemlerle senet, çek vb. ticari belgelerde geçen sayılar bitişik yazılır:
650,35 (altıyüzelliTL,otuzbeşkr.)
Adları sayılardan oluşan iskambil oyunları bitişik yazılır: altmışaltı, ellibir, yirmibir vb.
7. Çok basamaklı sayılar 49.750.812
8. Sayılarda kesirler virgülle: 15,2
9. Sıra sayıları yazıyla ve rakamla gösterilebilir: 15. , 15‟inci; XX.,XX’nci vb.
* UYARI: 8.‟inci değil 8‟inci
10. Üleştirme sayıları rakamla değil yazıyla: 2‟şer değil ikişer,9‟ar değil dokuzar,
100‟erdeğil yüzer vb.
12. Bir zorunluluk olmadıkça cümle rakamla başlamaz.
3. PekiĢtirmelerin YazılıĢı
Sıfat veya zarf görevindeki pekiştirmeli sözler bitişik yazılır:
apaçık, apak, büsbütün, çepeçevre, çırılçıplak, dümdüz, düpedüz, güpegündüz,
paramparça, sapasağlam, sırılsıklam, sırsıklam vb.
5. Ek Fiilin YazılıĢı
Ek fiilin çekimli biçimleri (idi, imiş, ise) ayrı yazılabildiği gibi bitişik olarak da yazılabilir.
yorgun-du (yorgun idi), güzel-miş (güzel imiş), gelir-se (gelir ise) vb.
sonuncu-y-du (sonuncu idi), yabancı-y-mış (yabancı imiş), ne-y-se (ne ise) vb.
Ek-fiilin zarf-fiil eki almış biçimi olan iken ayrı yazılabildiği gibi kelimelere eklenerek de
yazılabilir.
Eklenerek yazıldığında baştaki i düşer. Eklendiği kelimenin ünlüleri kalın olsa da ken zarf-fiil ekinin ünlüsü ince kalır: başlayacak-ken (başlayacak iken),
6. Ġle‟nin YazılıĢı
ile, ayrı olarak yazılabildiği gibi kelimelere eklenerek de yazılabilir.
bulut-la (bulut ile), çiçek-le (çiçek ile), arkadaşı-y-la (arkadaşı ile
7. Bağlaç Olan Ki‟ Nin YazılıĢı
Bağlaç olan ki ayrı yazılır: bilmem ki, demek ki, kaldı ki vb.
Birkaç örnekte ki bağlacı kalıplaşmış olduğu için bitişik yazılır: belki, çünkü, hâlbuki,
mademki, meğerki, oysaki, sanki.
8. Bağlaç Olan De‟nin YazılıĢı
Bağlaç olan da / de ayrı yazılır Kızı da geldi gelini de. Durumu oğluna da bildirdi. Sen de
mi kardeşim? Güç de olsa. Konuşur da konuşur.
*UYARI: Ayrı yazılan da / de hiçbir zaman ta / te biçiminde yazılmaz: Gidip de
gelmemek var, gelip de görmemek var (Gidip te gelmemek var, gelip te görmemek
var değil)
*UYARI: Ya sözüyle birlikte kullanılan da ayrı yazılır: ya da
*UYARI: Da / de bağlacını kendisinden önceki kelimeden kesme ile ayırmak yanlıştır:
Ayşe de geldi(Ayşe‟de geldi değil). Kitabın kapağına da dikkat et (Kitabın kapağına‟da
dikkat
9. Soru Ekinin YazılıĢı
Bu ek gelenekleşmiş olarak ayrı yazılır Kaldı mı? Sen de mi geldin? Olur mu?
Soru ekinden sonra gelen ekler, bu eke bitişik olarak yazılır:
Verecek misin? Okuyor muyuz?
Bu ek sorudan başka görevlerde kullanıldığında da ayrı yazılır: Güzel mi güzel! Yağmur
yağdı mı dışarı çıkamayız.
UYARI: Birleşik fiillerde mi soru eki iki kelimenin arasına da gelebilir: Vaz mı geçtin?
10. Hece Bölünmesi
Satıra sığmayan kelimeler bölünürken satır sonuna kısa çizgi (-) konur.
İlk heceden sonraki heceler ünsüzle başlar. BitiĢik yazılan kelimelerde de bu kurala
uyulur: ba-şöğ-ret-men, il-ko-kul, Ka-ra-os-ma-noğ-lu vb.
Ayırmada satır sonunda ve satır baĢında tek harf bırakılmaz:
………………........................................ u-çurtma değil,
……………….........................................uçurt-ma;
.............................................................. müdafaa değil,
.............................................................. müdafaa;
Kesme işareti satır sonuna geldiğinde yalnız kesme işareti kullanılır; ayrıca çizgi
kullanılmaz.
......................................................…….Edirne‟
nin...doğru
............................................................ Edirne-‟
nin...yanlış
11. Ġkilemelerin Yazımı
İkilemeler ayrı yazılır: adım adım, ağır ağır, akın akın, allak bullak, kırk elli (yıl), üç
beş (kişi), yüz yüz elli (yıllık) vb. ev bark, konu komşu, pılı pırtı, salkım saçak, sere
serpe, soy sop,
m ile yapılmış ikilemeler: at mat, çocuk mocuk, dolap molap, kapı mapıvb.
İsim durum ekleri ve iyelik ekiyle yapılan ikilemeler de ayrı yazılır: baş başa, el ele, göz
göze, iç içe; baştan başa; başa baş, bire bir (ölçü), dişe diş, göze göz, teke tek; ardı
ardına, boşu boşuna, günü gününe, peşi peşine, ucu ucuna vb.
12. Alıntıların Yazımı
Alıntı kelimelerin yazılışlarıyla ilgili bazı noktalar aşağıda gösterilmiştir:
Çift ünsüz harfle başlayan Batı kökenli alıntılar, ünsüzler arasına ünlü konulmadan yazılır:
francala, gram, gramer, gramofon, grup, Hristiyan, kral, kredi, kritik, plan, pratik,
problem, profesör, program, proje, propaganda,
Batı kökenli alıntıların içindeki ve sonundaki g ünsüzleri olduğu gibi korunur: biyografi,
diyagram, dogma, magma, monografi, paragraf, program; arkeolog, demagog, diyalog,
filolog, jeolog, katalog, monolog, psikolog, ürolog vb.
Ancak fotoğraf ve topoğraf, topoğrafya kelimelerinde g‟ler, ğ‟ye döner.
13. Kısaltmalar
Kısaltma; bir kelimenin, terimin veya özel adın, içerdiği harflerden biri veya birkaçı ile
daha kısa olarak ifade edilmesi ve simgeleştirilmesidir. Kısaltmalarla ilgili kurallar
şunlardır:
1.KuruluĢ, ülke, kitap, dergi ve yön adlarının kısaltmaları her kelimenin ilk harfinin
büyük olarak yazılmasıyla yapılır:
TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi
TDK
Türk Dil Kurumu
ABD
Amerika Birleşik Devletleri
KB
Kutadgu Bilig
TDED Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi
TÖMER Türkçe Öğretim Merkezi
Gelenekleşmiş olan T.C. ve T.
2. Ölçü birimlerinin uluslararası kısaltmaları:
m , mm , cm , km, g , kg , l
cm’yi, kg’dan,mm’den, kr.un.
3. Kısaltılan kelime veya kelime grubu; özel ad, unvan veya rütbe ise ilk harf büyük; cins
isim
ise
ilk
harf
küçük
olur:
Alm., İng., Kocatepe
Mah., Güniz
Sok., Prof., haz., çev., ed., fiz., kim.
vb.leri, Alm.dan, İng.yi
BDT‟ye, TDK‟den, THY‟de, TRT‟den, TL‟nin vb.
Ancak bir kelime gibi okunan kısaltmalara getirilen eklerde kısaltmanın okunuşu esas
alınır: ASELSAN‟da, BOTAŞ‟ın, NATO‟dan,UNESCO‟ya, CMUK‟un vb.
No.lu, No.suz
14. Yabancı Adların YazılıĢı
Latin harflerini kullanan dillerdeki özel adlar özgün biçimleriyle yazılır: Beethoven,
Byron, Cervantes, Batı dillerinde kullanılan adların okunuşları ayraç içinde gösterilebilir:
Shakespeare (Şekspir) vb.
Kökeni Arapça ve Farsça olan kişi ve yer adları Türkçenin ses ve yapı özelliklerine göre
yazılır: Ahmet, Bedrettin, Fuat, Mehmet, Necmettin
15. Ayrı Yazılan BirleĢik Kelimeler
1.Etmek, edilmek, eylemek, olmak, olunmak yardımcı fiilleriyle kurulan birleşik fiiller, ilk
kelimesinde herhangi bir ses düşmesi veya türemesine uğramazsa ayrı yazılır:
alt etmek, arz etmek, var olmak, yok etmek, yok olmak vb.
2. BirleĢme sırasında kelimelerinden hiçbiri veya ikinci kelimesi anlam değiĢikliğine
uğramayan birleĢik kelimeler ayrı yazılır.
a. Hayvan türlerinden birinin adı:
kılıç balığı, köpek balığı, ton balığı, yılan balığı; acı balık, bıyıklı balık, dikenli balık vb.
ardıç kuşu, arı kuşu, çalı kuşu, deve kuşu, muhabbet kuşu, saka kuşu, tarla kuşu, yağmur
kuşu;
ağustos böceği, ateş böceği, cırcır böceği, hamam böceği, ipek böceği, uçuç böceği, uğur
böceği; sümüklü böcek vb.
at sineği, uyuz sineği vb.
deniz yılanı, su yılanı; Ankara keçisi, dağ keçisi, yaban keçisi; fındık faresi, tarla faresi;
dağ sıçanı, tarla sıçanı; bal arısı; Pekin ördeği, deniz ördeği; Ankara kedisi.
b. Bitki türlerinden birinin adı:
 ayrıkotu, beşparmak otu, çörek otu, eğrelti otu, güzelavrat otu, ökse otu, pisipisi otu,
yüksük otu; acı ot, sütlü ot vb.
 çuhaçiçeği, güzelhatun çiçeği, ipek çiçeği, küpe çiçeği, lavanta çiçeği
 mantarağacı, öd ağacı, tespih ağacı vb.
 meyankökü; ek kök, saçak kök, yumru kök vb.
 yerelması; çalı dikeni, deve dikeni; kuş üzümü; at kestanesi, kuzu kestanesi; can
eriği; kuzu mantarı, yer mantarı; su kamışı, şeker kamışı; ayı gülü, Japon gülü; Antep
fıstığı, çam fıstığı; sırık fasulyesi, soya fasulyesi; Afrika menekşesi, deniz menekşesi;
Japon sarmaşığı, kuzu sarmaşığı; Hint inciri, kavak inciri; armut kurusu, kayısı kurusu; şeker pancarı vb.
 kuru fasulye, kuru incir, kuru soğan, kuru üzüm vb.
*
UYARI:
Çiçek
dışında
taşıyan baklaçiçeği (renk), narçiçeği (renk, suçiçeği (hastalık);
anlamlar
ot dışında anlamlar taşıyan ağızotu (barut), sıçanotu (arsenik);
ses
düşmesine
uğramış
olan semizotu, dereotu bitişik yazılır.
olan çöreotu ve
yazımı
gelenekleşmiş
c. Nesne, eĢya ve alet adları:
 alçı taşı, bileği taşı, çakmak taşı, kireç taşı, lüle taşı, Oltu taşı, yılan taşı;, damla taş,
dikili taş vb.
 arapsabunu, el sabunu; yel değirmeni; kahve dolabı; müzik odası, oturma odası;
duvar saati, kol saati; duvar takvimi, masa takvimi; kriz masası, yemek masası; itfaiye
aracı; masa örtüsü; el kitabı; Frenk gömleği, İngiliz anahtarı; alt geçit, tüp geçit, üst
geçit; çekme kat, dolma kalem, dönme dolap, toplu iğne, vurmalı çalgılar, vurmalı
sazlar, yapma çiçek vb.
 afyonruhu, katran ruhu, tuz ruhu vb.
ç. Yol ve ulaĢımla ilgili kelimeler:
Arnavut kaldırımı; çevre yolu, deniz yolu, hava yolu, kara yolu, keçi yolu
d. Durum, olgu ve olay bildiren sözler:
açık oturum, açık öğretim, ana dili, Ay tutulması, baş ağrısı (hastalık), baş belası, baş
dönmesi, çıkış yolu, çözüm yolu, dil birliği, din birliği, güç birliği, iş birliği, iş bölümü,
madde başı, ses uyumu, yer çekimi vb.
e. Bilim ve bilgi sözleri:
anlam bilimi, dil bilimi, edebiyat bilimi, gök bilimi, halk bilimi, ruh bilimi, toplum bilim;
dil bilgisi, halk bilgisi, ses bilgisi, şekil bilgisi vb.
f. Yuvar ve küre sözleri:
göz yuvarı, hava yuvarı, ısı yuvarı, ışık yuvarı, renk yuvarı, yer yuvarı; hava küre, ışık
küre, su küre, taş küre, yarı küre, yarım küre vb.
g. Yiyecek, içecek adları:
 bohça böreği, talaş böreği; badem yağı, kuyruk yağı; arpa suyu, maden suyu; tulum
peyniri, beyaz peynir; Adana kebabı, tas kebabı; İnegöl köftesi, İzmir köftesi; ezogelin
çorbası, yoğurt çorbası; irmik helvası; acı badem kurabiyesi; Kemalpaşa tatlısı,
yoğurt tatlısı; badem şekeri, kestane şekeri; balık yumurtası, lop yumurta vb.
 burgu makarna; kakaolu kek, üzümlü kek; çiğ köfte, içli köfte; dolma biber, sivri
biber; esmer şeker, kesme şeker; süzme yoğurt; yarma şeftali; kuru yemiş vb.
ğ. Gök cisimleri:
 Çoban Yıldızı, Kervan Yıldızı, Kutup Yıldızı, kuyruklu yıldız; gök taşı, hava taşı,
meteor taşı vb.
h. Organ veya organ yerine geçen sözler:
 patlak göz; aşık kemiği, elmacık kemiği; serçe parmak, şehadet parmağı, yüzük
parmağı; azı dişi, köpek dişi, süt dişi; kuyruk sokumu, safra kesesi; çatma kaş, takma
diş, takma kirpik; ekşi surat; gaga burun (kimse), karga burun, kepçe kulak vb.
ı. Benzetme yoluyla insanın bir niteliğini anlatmak üzere bitki, hayvan ve nesne
adlarıyla kurulanlar:
 çetin ceviz, çöpsüz üzüm; eski kurt, sarı çıyan, sağmal inek; eski toprak, eski tüfek,
kara maşa, sapsız balta, çakır pençe, demir yumruk, kuru kemik vb.
i. Zamanla ilgili birleĢik kelimeler:
 bağ bozumu, gece yarısı, gün ortası, hafta başı, hafta sonu vb.
3. -r / -ar / -er, -maz / -mez ve -an / -en sıfat-fiil ekleriyle kurulan sıfat tamlaması
yapısındaki birleĢik kelimeler ayrı yazılır:
 bakar kör, çalar saat, çıkar yol, döner sermaye, güler yüz, koşar adım, yazar kasa,
yeter sayı; çıkmaz sokak, geçmez akçe, görünmez kaza, ölmez çiçek, tükenmez kalem;
uçan daire vb.
4. Renk sözü:
 bal rengi, duman rengi, gümüş rengi, portakal rengi, saman rengi; ateş kırmızısı,
boncuk mavisi, çivit mavisi, gece mavisi, limon sarısı vb.
5. Rengin tonunu belirtmek üzere renkten önce kullanılan sıfatlar ayrı yazılır:
 açık mavi, açık yeşil, kara sarı, kirli sarı, koyu mavi, koyu yeşil vb.
6. Yer adlarında kullanılan batı, doğu, güney, kuzey, güneybatı, güneydoğu,
kuzeybatı, kuzeydoğu, aşağı, yukarı, orta, iç, yakın, uzak kelimeleri ayrı yazılır:
 Batı Trakya, Güney Kutbu, Güneydoğu Anadolu, Aşağı Ayrancı, Orta Asya, Orta
Doğu, İç Asya, İç Anadolu, Uzak Doğu vb.
7. KiĢi adlarından oluĢmuĢ mahalle, bulvar, cadde, sokak, ilçe, köy vb. yer ve
kuruluĢ adlarında, sondaki unvanlar hariç Ģahıs adları ayrı yazılır:
 Yunus Emre Mahallesi; Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Ziya Gökalp Bulvarı; Nene
Hatun Caddesi; Fevzi Çakmak Sokağı, Cemal Nadir Sokağı; Koca Mustafapaşa;
Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi, Sütçü İmam Üniversitesi vb.
8. Dış, iç, sıra sözleriyle oluĢturulanlar
 ahlak dışı, çağ dışı, din dışı, kanun dışı, olağan dışı, yasa dışı; ceviz içi, hafta içi, yurt
içi; aklı sıra, ardı sıra, peşi sıra, yanı sıra vb.
9. SOMUT olarak YER belirten alt ve üst sözleriyle oluĢturulan birleĢik kelime ve
terimler ayrı yazılır:
 deri altı, su altı, toprak altı, yer altı (yüzey); böbrek üstü bezi, tepe üstü (en yüksek
nokta) vb.
 10. Alt, üst, ana, ön, art, arka, yan, karşı, iç, dış, orta, büyük, küçük, sağ, sol, peşin,
bir, iki, tek, çok, çift sözlerinin BAŞA getirilmesiyle oluĢturulanlar
 alt kurul, alt yazı; üst kat, üst küme; ana bilim dalı, ana dili; ön söz, ön yargı; art
damak, art niyet; arka plan; yan cümle, yan etki; karşı görüş, karşı oy; iç savaş, iç
tüzük; dış borç, dış hat; orta kulak, orta oyunu; küçük harf, küçük parmak; peşin fikir,
peşin hüküm; bir hücreli; iki anlamlı, iki eşeyli; tek eşli, tek hücreli; çok düzlemli, çok
hücreli; çift ayaklılar vb.
* UYARI: İçişleri, Dışişleri, Genelkurmay gibi kelimeler kanunla belirlenmiş olduğu
için bitişiktir.
16. BitiĢik Yazılan BirleĢik Kelimeler
1. Ses düşmesine uğrayan bil söz: birbiri (< biri biri), pazartesi (< pazar ertesi),
sütlaç (< sütlü aş) vb.
2. Özgün biçimleri tek heceli bazı Arapça kökenli kelimeler etmek, edilmek, eylemek,
olmak, olunmak yardımcı fiilleriyle birleşirken ses düşmesine, ses değişmesine veya
ses türemesine uğradıklarında bitişik yazılır: emretmek, menolunmak, cemetmek,
kaybolmak; darbetmek, dercetmek, hamdetmek; affetmek, hissetmek, reddetmek vb.
3. Kelimelerden her ikisi veya ikincisi, birleşme sırasında anlam değişmesine
uğradığında bu tür birleşik kelimeler bitişik yazılır.
a. Bitki:
aslanağzı, civanperçemi,
keçiboynuzu, kuşburnu,
ayşekadın (fasulye), hafızali (üzüm),
camgüzeli, çadıruşağı,
b.
Hayvan:
danaburnu (böcek),
karagöz (balık), karafatma (böcek), kızılkanat (balık), sarıkuyruk (balık), yeşilbaş (örd
ek), yalıçapkını (kuş), karadul(örümcek) vb.
c. Hastalık: itdirseği (arpacık), delibaş, karabaş, karabacak vb.
ç. Alet
ve
eĢya
adları:
balıkgözü (halka), deveboynu (boru), domuztırnağı (kanca), horozayağı(burgu), karga
burnu (alet), keçigözü (lamba), sıçankuyruğu (törpü), gagaburun(gemi), kancabaş (ka
yık), adayavrusu (tekne) vb.
d. Biçim,
tarz,
tür,
motif
vb.
adlar:
biçimi), balıksırtı (desen), civankaşı (nakış),eşeksırtı (çatıbiçimi), kazkanadı (oyun), kırlangıçkuyruğu (işaret),
ayıbacağı (yelken
e. Yiyecekadları:
hanımgöbeği (tatlı), kadınbudu (köfte), kedidili (bisküvi), dilberdudağı (tatlı),tavukgöğ
sü (tatlı), vezirparmağı (tatlı), bülbülyuvası (tatlı), kuşlokumu (kurabiye), alinazik (keb
ap) vb.
f. Oyun adları: beştaş, dokuztaş, üçtaş vb.
g. Gök
cisimlerinin
adları:
Altıkardeş (yıldız
kümesi), Arıkovanı (yıldız
kümesi), Büyükayı (yıldız
kümesi), Demirkazık (yıldız), Küçükayı (yıldız
kümesi), Kervankıran (yıldız), Samanyolu (yıldız kümesi),Yedikardeş (yıldız kümesi) vb.
h. Oğlu, kızı sözleri: çapanoğlu,eloğlu, hinoğluhin, elkızı vb.
4. -a, -e, -ı, -i, -u, -ü zarf-fiil ekleriyle bilmek, vermek, kalmak, durmak,
gelmek ve yazmak fiilleriyle yapılan tasvirî fiiller bitişik yazılır: düşünebilmek,
sevebilmek; alıvermek, gülüvermek; uyuyakalmak; gidedurmak, yazadurmak;
çıkagelmek, süregelmek; düşeyazmak, öleyazmak vb.
5. Bir veya iki ögesi emir kipiyle kurulan kalıplaşmış birleşik kelimeler bitişik yazılır:
albeni, ateşkes, incitmebeni, sallabaş, unutmabeni; batçık, çekyat, geçgeç, kapkaç,
örtbas, seçal, tutkal, veryansın, yapboz, yazboz vb.
6. -an/-en, -r/-ar/-er/-ır/-ir, -maz/-mez ve -mış/-miş sıfat-fiil ekleriyle kurulan
kalıplaşmış birleşik kelimeler bitişik yazılır: cankurtaran, çöpçatan, dalgakıran,
demirkapan, gökdelen, altıpatlar, barışsever, değerbilmez, etyemez, kuşkonmaz,
külyutmaz, tanrıtanımaz, varyemez;çokbilmiş,
7. İkinci kelimesi -dı (-di / -du / -dü, -tı / -ti / -tu / -tü) kalıplaşmış belirli geçmiş zaman
ekleriyle kurulan birleşik kelimeler bitişik yazılır: fırdöndü, gecekondu, gündöndü,
hünkârbeğendi, imambayıldı, karyağdı, külbastı, mirasyedi, papazkaçtı, serdengeçti,
şıpsevdi,
8. Her iki kelimesi de -dı (-di / -du / -dü, -tı / -ti / -tu / -tü) belirli geçmiş zaman veya -r
/-ar /-er geniş zaman eklerini almış ve kalıplaşmış bulunan birleşik kelimeler bitişik
yazılır: dedikodu, kaptıkaçtı, oldubitti, uçtuuçtu; biçerbağlar, biçerdöver, göçerkonar,
kazaratar, konargöçer, okuryazar, uyurgezer, yanardöner, yüzergezer vb.
9. Somut olarak yer bildirmeyen alt, üst ve üzeri sözlerinin sona getirilmesiyle kurulan
birleşik kelimeler bitişik yazılır: ayakaltı, bilinçaltı, gözaltı (gözetim), şuuraltı;
akşamüstü, ayaküstü, bayramüstü, gerçeküstü, ikindiüstü, olağanüstü, öğleüstü,
öğleüzeri, suçüstü, yüzüstü; akşamüzeri, ayaküzeri vb.
10. İki veya daha çok kelimenin birleşmesinden oluşmuş kişi adları, soyadları ve
lakaplar bitişik yazılır: Gökalp, Güntekin, İnönü, Karaosmanoğlu, Tanpınar,
Yurdakul; Boynueğri Mehmet Paşa, Tepedelenli Ali Paşa, Yirmisekiz Çelebi Mehmet,
11. İki veya daha çok kelimeden oluşmuş il, ilçe, semt vb. yer adları bitişik yazılır:
Çanakkale, Gümüşhane; Acıpayam, Pınarbaşı, Şebinkarahisar; Beşiktaş, Kabataş vb.
Şehir, köy, mahalle, dağ, tepe, deniz, göl, ırmak, su, çay vb. Akşehir, Eskişehir,
Suşehri, Yenişehir; Atakent, Batıkent, Konutkent, Korukent; Çengelköy; Yenimahalle;
Karadağ, Uludağ
12. Kişi adları ve unvanlarından oluşmuş mahalle, meydan, köy vb. yer ve kuruluş
adlarında, unvan kelimesi sonda ise gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır: Abidinpaşa,
Bayrampaşa, Davutpaşa, Gazi Osmanpaşa (mahalle); Ertuğrulgazi (ilçe), Kemalpaşa
(ilçe); Mustafabey (cadde), Necatibey (cadde)vb.
13. Ara yönleri belirten kelimeler bitişik yazılır: güneybatı, güneydoğu, kuzeybatı,
kuzeydoğu
14. Dilimizde her iki ögesi de asıl anlamını koruduğu hâlde yaygın bir biçimde
gelenekleşmiş olarak bitişik yazılan kelimeler de vardır:
a. Baş sözüyle oluşturulan sıfat tamlamaları:
başbakan, başçavuş, başhekim,
başhemşire, başkent, başkomutan, başköşe, başmüfettiş, başöğretmen, başparmak,
başpehlivan, başrol, başsavcı, başyazar vb.
b. Bir topluluğun yöneticisi anlamındaki başı sözüyle oluşturulan belirtisiz isim
tamlamaları: aşçıbaşı, binbaşı, çarkçıbaşı, çeribaşı, elebaşı, mehterbaşı, onbaşı,
ustabaşı, yüzbaşı vb.
c. Ağa, baba, bey, efendi, hanım, nine vb. sözlerle kurulan birleşik kelimeler:
ağababa, ağabey, beyefendi, efendibaba, hanımanne, hanımefendi, hacıağa,
kadınnine, paşababa vb.
ç. Biraz, birçok, birçoğu, birkaç, birkaçı, birtakım, herhangi, hiçbir, hiçbiri belirsizlik
sıfat ve zamirleri de gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır.
15. Ev kelimesiyle kurulan birleşik kelimeler bitişik yazılır: aşevi, bakımevi, basımevi,
doğumevi, gözlemevi, huzurevi, kahveevi, konukevi, orduevi, öğretmenevi, polisevi,
yayınevi vb.
16. Hane, name, zade kelimeleriyle oluşturulan birleşik kelimeler bitişik yazılır:
çayhane, dershane, kahvehane, yazıhane; beyanname, kanunname, seyahatname,
siyasetname; amcazade, dayızade, teyzezade vb.
17. -zede ile oluşturulmuş birleşik kelimeler bitişik yazılır: depremzede, afetzede,
selzede, kazazede vb.
18. Farsça kurala göre oluşturulan sözler bitişik yazılır: cihanşümul; ehlibeyt,
gayrimenkul, gayrimeşru, suikast; cürmümeşhut, hamdüsena, hercümerç,
hüsnükuruntu, hüsnüniyet vb.
19. Arapça kurala göre oluşturulan sözler bitişik yazılır: aliyyülâlâ, ceffelkalem,
darülaceze, fevkalade, fevkalbeşer, şeyhülislam, aleykümselam, fisebilillah,
hafazanallah, inşallah, maşallah, velhasıl vb.
20. Müzikte kullanılan makam adları bitişik yazılır: acembuselik, hisarbuselik,
muhayyerkürdi vb.
21. Kanunda bitişik geçen veya bitişik olarak tescil ettirilmiş olan kuruluş adları bitişik
yazılır: İçişleri, Dışişleri, Genelkurmay, Yükseköğretim Kurulu, Açıköğretim
Fakültesi, Gaziosmanpaşa Üniversitesi vb.
22. Renk adlarıyla kurulan bitki, hayvan veya hastalık adları bitişik yazılır: akağaç,
alacamenekşe, karadut, sarıçiçek; alabalık, beyazsinek, bozayı;
NOKTALAMA ĠġARETLERĠ
1. NOKTALAMA ĠġARETLERĠ
Yazılı anlatımda cümle çeşitlerini göstermek, cümle ögelerini birbirinden ayırmak, yazının
daha iyi anlaşılmasını sağlamak, okumayı ve anlamayı kolaylaştırmak, yanlış anlaşılmayı
engellemek için gereken yerlere belli işaretler konur, bunlara noktalama işaretleri denir.
Konuşma sırasındaki duraklamalar, vurgu ve ton gibi anlatım özellikleri de kısmen noktalama
işaretleriyle yazıya yansıtılırlar. Böylece yazının daha anlaşılır olmasına ve doğru okunmasına
yardım ederler.
Noktalama işaretlerinin bir kısmı doğrudan doğruya söz dizimi ile ilgili olup asıl noktalama
işaretleridir. Bir kısmı ise asıl işaretlere yardımcı olup başka durumları belirtmeye yarayan
yardımcı işaretlerdir. Noktalama işaretleri yazıda kurallara bağlı olarak kullanılırlar.
Dizlimizde kullanılan başlıca noktalama işaretleri ve işlevleri şunlardır:
1.1.NOKTA (.)
1.Cümle ya da cümle değerindeki anlatımların sonuna konur. Bu sadece anlamın
tamamlandığını değil, bir durak yapılması gerektiğini de belirtir. Noktadan sonra gelen
kelime yeni cümlenin baĢı sayılır ve büyük harfle baĢlar.
Sanat eserlerinde güzellik, kullanılan malzemeye değil, onları bir araya getiriş, kullanış
tarzına bağlıdır. (M. Kaplan, Kültür ve Dil)
Şair edebiyat için çalışan bir çıraktır.(Cahit Sıtkı Tarancı, Evime ve Nihal'e Mektuplar)
Ağılda oğlak doğsa ovada otu biter.(Atasözü)
Arife günü yalan söyleyenin bayram günü yüzü kara çıkar.(Atasözü)
 ġiirlerde de anlam tamamlandığında nokta konur:
Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu.
Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.
(Yahya Kemal)
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıra dağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
(Orhan Şaik Gökyay)
2. Birden çok kelimeli kurum, kuruluĢ ve devlet adlarını belirten kelimelerin ilk harfleri
alınarak yapılan bir takım kısaltmalarda her harften sonra konur.
T.C. (Türkiye Cumhuriyeti)
T. (Türkçe )
Son yıllarda çok kelimeli devlet, kurum ve kuruluş vb. adlarının kısaltmalarında ilk harf veya
heceden sonra nokta kullanılmamaktadır:
TC (Türkiye Cumhuriyeti)
ABD (Amerika Birleşik Devletleri)
İÜ (İstanbul Üniversitesi)
TBMM (Türkiye Büyük Millet Meclisi)
AB (Avrupa Birliği)
İMKB (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası)
KDV (Katma Değer Vergisi)
AKM (Atatürk Kültür Merkezi)
MEB (Millî Eğitim Bakanlığı)
TTK (Türk Tarih Kurumu)
CMUK (Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu)
3. Kelimelerde yapılan kısaltmalarda kullanılır. Kısaltılmak istenen kelimenin ilk veya
bir kaç harfi alınarak kısaltılır. Özel isimlerin kısaltması ise büyük harfle baĢlar
Ar. (Arapça)
çev. (çeviri)
Far. (Farsça)
örn. (örnek)
İng. (İngilizce)
İst. (İstanbul)
zam. (zamir)
dil b. (dil bilgisi)
Yrd. Doç. (Yardımcı Doçent)
Alm. (Almanca)
mad. (madde)
c. (cilt)
sy. (sayı)
trc. (tercüme, tercüme eden)
s. (sayfa)
msl. (meselâ)
z.(zarf)
4. Sıra sayı sıfatı eki olan "-ncı/-nci" anlamı vermek için sayıların ardına konur:
V. (beşinci)
12. (on ikinci)
3. (üçüncü)
27. (yirmi yedinci)
5. (beşinci)
XIX.(ondokuzuncu)
 Eğer bölüm, yüzyıl veya bir isimden önce sıra belirtilmek isteniyorsa o zaman romen
rakamları kullanılır:
IV. Murat
III. Selim
II. Mehmet
XIX. Louis
XV. yüz yıl
XIX. asır
5. Belli bir günü gösteren tarihlerin yazılıĢında gün, ay ve yılı gösteren sayıların arasına
konur:
7. 4. 1957
19. 5. 1919
Eğer tarihlerde ay isimleri yazıyla belirtiliyorsa, ay isimlerinden sonra nokta konmaz:
7 Nisan 1957 Salı günü
19 Mayıs 1919
12 Mayıs 1964
29 Ekim 1923
6. Saat ve dakika gösteren sayılarda zaman bölümlerini ayırmak için konur:
16.30
08.45
17.30
09.50
13.15
23.50
Mavi Tren 23.50'de hareket ediyor.
Devlet daireleri, yeni uygulamayla 16.30'da kapanıyor.
17.15'te evden çıkarsan 19.45 uçağına yetişebilirsin.
7. Gruplara ayrılan sayılarda basamakların arasına konur:
16.375.843 (on altı milyon, üç yüz yetmiş beş bin, sekiz yüz kırk üç)
35.000.000 (otuz beş milyon)
2.750.000 (iki milyon, yedi yüz elli bin)
8. Çarpma iĢareti yerine kullanılır:
5. 4 = 20
16. 2 = 32
20. 4 = 80
32. 3 = 96
9. Sıra göstermek için kullanılan rakam ve harflerden sonra konur:
2. Bölüm: Sesler
Ünlüler
A. Ünlüler
1. Kalın ünlüler
B. Ünsüzler
2. İnce ünlüler
a. Düz ünlüler
b. Yuvarlak ünlüler
I. Ses benzeşmeleri
II. Ses değişmeleri
Bu rakam ve harflerden sonra kapama parantezi de kullanılabilir:
A) Ünlüler
B) Ünsüzler
1) Kalın ünlüler
1) Patlayıcılar
2) İnce ünlüler
2) Sızıcılar
a) Yuvarlak sıradan
b) Düz sıradan
10. Kitap, dergi, makale adlarında, yazı ve bölüm baĢlıklarında nokta kullanılmaz:
Türk Dilinin Gelişme Alanları
Tarih İçinde Türk Dili
Türkçenin Ses ve Yazım Özellikleri
I. Bölüm
II. Bölüm
Psikolojik Güçlendirme
Dinleme ve Konuşma
11. Kaynak göstermelerde künyelerin sonuna konur:
Mustafa Özkan, Tarih İçinde Türk Dili, İstanbul 2000.
Hamza Zülfikar, Türkçede Ses Yansımalı Kelimeler, Ankara 1995.
12. Bir cümlede, parantez içinde bir açıklama yapılmıĢsa nokta parantezden sonra
konur:
"Anadolu Ağızlarında Metathese Gelişmesi" üzerine Ahmet Caferoğlu'nun değerli bir
çalışması vardır (Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1955, Ankara 1988, s. 1-7).
1.2. VĠRGÜL (,)
1. Cümlede eĢ görevli kelime ve kelime grupları arasına konur:
Bu masa, bu pencere, bu kapı, bu halı, bu soba, hayat çevresi, dünyamı teşkil eden bu eşyalar
âlemi hep meçhul insanlar elinden çıkmış ve buraya gelmiştir. (Mehmet Kaplan)
Sıralara göz gezdirirken birdenbire kalbim tatlı bir heyecanla çarptı. En arka sıranın ucunda,
bembeyaz denecek kadar uçuk sarı saçlı, duru beyaz tenli, melek gibi güzel çehreli bir kız
çocuğu, inci gibi dişleriyle bana gülümsüyordu. (Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu)
Ziyalar, kokular, sesler, çiçekler...
Ömrünün her günü bir başka düğün!
Bülbüller koynunda aşkı çiçekler
Güller dökülürler göğsüne bütün,
Gerçekten güzelsin, efsane değil.
(Halide Nusret Zorlutuna)
2. Sıralı cümleler arasına konur. ġekil ve anlamca bir iliĢki içinde bulunan bu cümleler
bazen bağlaçlarla da birbirine bağlanmıĢ olabilir. O zaman virgül birinci cümlenin
sonunda, yani ikinci cümlenin baĢındaki bağlaçtan önce yer alır:
 Gözleri alevlenmiş, boyu birdenbire bir dev kadar büyümüş, kavuğu sivrilmiş, düşük
bıyıkları kabarmıştı. (Ömer Seyfettin)
 O semtlerdeki minareler görülmez, ezanlar işitilmez, ramazan ve kandil günleri
hissedilmez. (Yahya Kemal Beyatlı)
3. Cümlede vurgulanması gereken ögelerden sonra konur.
 Adam, kapı ile masa arasındaki iki üç adımlık açıklığı acelesiz geçti. (Necati Cumalı)
7. Hitaplardan ve hitap gibi kullanılan kelimelerden sonra konur:
Ey sevgi dalında ilk açan tomurcuk,
Kanımın akışını yenileştiren damar,
Gül rengi ışıkları sevda dolu akşamlar
İçime yeni bir fecir gibi dolan çocuk.
(Orhan Veli)
Eee, Nihat Bey, sen şimdi ne diyorsun, bakalım bu işe? (Necati Cumalı)
8. Tırnak içinde gösterilmeyen aktarma cümlelerden sonra konur:
 Eline sağlık, dedi bey, pilav da pilav olmuş hani. (Orhan Kemal)
 Ben de o noktada sizinle beraberim, dedi, ancak medrese mantığını çürütmekle
itirazımı çürütmüş olamazsınız, emin olun. (Reşat Nuri Güntekin)
 Vapurun salonuna girince ooh, çok yoruldum oturayım artık, dedi. (Aziz Nesin)
9. Anlamı güçlendirmek için tekrarlanan kelimeler arasına konur:
Sokaklarda seylâbeler ağlaşır,
Ufuk yaklaşır, yaklaşır, yaklaşır.
(Tevfik Fikret)
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Bir sırma kemerdir suya baksam;
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Göllerde bu dem bir kamış olsam!
(Ahmet Haşim)
10. Kabul ve ret sözleri olan ve kendinden sonra gelen cümleyi anlamca pekiĢtiren evet,
hayır, yok, yoo, pekâlâ, elbette, tamam, olur, hayhay vb. kelimelerden sonra konur:
Evet, yanılmamıştı, biraz evvel oturdukları, konuşup güldükleri lokanta yanıyordu. (Ahmet
Hamdi Tanpınar)
Hayır, matem senin hakkın değil... Matem benim hakkım,
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
(Mehmet Akif)
Pekâlâ, bu kaşağıyı niye kırdın? (Ömer Seyfettin)
Peki, ya yapamazsan ne olur? (Ahmet Hamdi Tanpınar)
11. Mektuplarda ve kitaplardaki ön sözlerde yer adlarını tarihlerden ayırmak için
konur:
Ankara, 2 Kasım 943
Kardeşim Muhsin,
Sana bu mektubumla beraber bir defter gönderiyorum.
(Reşat Nuri Güntekin)
12. YazıĢmalarda makam adından sonra konur:
İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne,
Edebiyat Fakültesi Dekanlığına,
Türk Dil Kurumu Başkanlığına,
13. Sayılarda ondalık kısımları ayırmak için kullanılır:
25,3 (yirmi beş onda üç)
0,65 (sıfır yüzde altmış beş)
55,20 (elli beş yüzde yirmi)
15,2 (on beş onda iki)
14. Kaynak gösterilirken yazar, eser, basım yeri vb.nin aralarına konur:
Mustafa Özkan, Tarih İçinde Türk Dili, Filiz Kitabevi, İstanbul 1999.
Zeynep Korkmaz, Gramer Terimleri Sözlüğü, Ankara 1992.
Yazarın soyadı önce yazılmışsa, soyadından sonra da virgül konur:
Banguoğlu, Tahsin, Türkçenin Grameri, Birinci Bölüm, Ses Bilgisi, Ankara 1959.
Eğer kaynak bir makale ise, makalenin başlığı tırnak içine alınır:
Mansuroğlu, Mecdut, "Anadolu'da Türk Yazı Dilinin Başlaması ve Gelişmesi", Türk Dili ve
Edebiyatı Dergisi, IV/4 (1951), s. 215-219.
15. Bir konuyla ilgili hususlar alt alta sıralanırken her maddeden sonra konur:
Türkçede ton değişmeleri
a) Yükselen,
b) Düz,
c) Alçalan
olmak üzere üç yönde olur.
1.3. NOKTALI VĠRGÜL (;)
1. Cümle içinde birbirine bağlı, aralarında biçim ve anlam yönünden iliĢki bulunan,
fakat her biri kendi içinde serbest olan sözleri ayırmaya yarar:
 Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. (Atasözü)
 At ölür, meydan kalır; yiğit ölür şan kalır.(Atasözü)
 İyi yazı, karışık fikirleri sadeleştirir; kötü yazı sade fikirleri karıştırır. (Peyami Safa)
4. Cümlede açıklanması istenen bir ibareden sonra kullanılır:
 Şu üç kişiye; cahiller arasındaki âlime, zengin iken fakir düaşene ve hatırlı iken
itibarını kaybederne acı!... (Şeyh Edebali)
 Sevildiğin yere sık sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir. (Şeyh Edebali)
 Az zamanda çok büyük işler yaptık; bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve
yüksek Türk Kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. (Mustafa Kemal Atatürk)
5. Sözlüklerde kelimelerin anlamları açıklanırken, farklı anlamları belirtmek için
kullanılır:
alem i. Ar. Bayrak, sancak; minare, kubbe, sancak direği gibi şeylerin tepelerinde bulunan ay
biçimindeki süs.
1.4. ĠKĠ NOKTA (:)
1. Bir cümlede anlatılmak istenen konuyla ilgili açıklama yapmak, örnek vermek
gerektiği zaman cümlenin sonuna konur:
Yazar söylediklerini şöyle hülâsa ediyor: Okuduğunu tahlil etmeyen, daha önce okuduklarıyla
karşılaştırmayan, her an kendi kafasını kullanmayan, zekâsını mahveder. (Cemil Meriç)
Sosyal hayatta nizamın ehemmiyetini gösteren aktüel bir konu vardır: Trafik! Vasıtalar
düzenli bir şekilde hareket ederse caddelerde hiçbir karışıklık olmaz. (Mehmet Kaplan)
2. Herhangi bir kimseden veya baĢka bir yerden alıntı yapılacaksa, aktarılan sözden
önce iki nokta konup sonra tırnak açılır:
 Goethe‟nin şu sözünü asla unutmayalım: “ İçinde iyi bir tarafı bulunmayacak kadar
kötü kitap yoktur.”
 Sicil müdürü bu haksızlığa karşı köpürüyor. Müsteşara diyor ki: “Bu iş aksederse,
elbette bizim için iyi olmaz.” (Memduh Şevket Esendal)
3. KonuĢma çizgisinden önce kullanılır:
Sicil müdürü terden, heyecandan boğulacaktı. Mendili yüzünden çekip fırlattı. Yüzü kızarmış,
gözleri dönmüş, saçları dikilmiş, köşeye oturdu. “Bu mendil altında nasıl uyunur” diye
düşündü, sonra da tekmesiyle odanın döşemesini teperek:
-Meryem, bir kahve pişir, diye hizmetçisine bağırdı.
(Memduh Şevket Esendal)
Isparta‟dan ayrılmadan evvel orta mektebin hoca ve talebelerine teşekkür etmek istedim.
Sevimli Isparta çocuğunun:
-Genç, hazır mısın? Diye başlayan nutku hâlâ kulağımdadır.
(Falih Rıfkı Atay)
4. Herhangi bir konuyla ilgili bölümler alt alta sıralanırken,
kullanılır:
sıralamadan önce
Türk tarihi yalnız edebiyatın değil, bütün içtimaî müesseselerin tetkiki hususunda, başlıca üç
büyük devreye ayrılır ki, biz de edebiyatımızı buna göre taksim ettik:
İslâmiyet‟ten evvel Türk edebiyatı,
İslâm medeniyeti tesiri altında Türk edebiyatı,
Avrupa medeniyeti tesiri altında Türk edebiyatı.
5.Sözlüklerde kelimeleri açıklarken kelimen sonra kullanılır:
âni
: Gelip geçici, ölümlü.
Hicran: Ayrılık acısı.
Zulüm : Haksızlık, eziyet.
6. Bibliyografyalarda veya anlatımda bir yazarın eserine atıfta bulunurken, kitabın
yayım tarihi ile sayfa numaraları arasında kullanılır:
Eski Anadolu Türkçesinin ilginç yapıtlarından biri de, o dönemin ilk ürünlerinden sayılan ve
bugünlere kadar XIII. Yüzyıla tarihlenen Ahmet Fakih‟ in Çarhnâmesi‟ dir. Ancak son
yıllarda, 83 beyitten oluşan bu yapıtın, daha sonraki yüzyılın ürünü olduğu ileri sürülmüştür
(Tezcan,1994: 75-78).
(Doğan Aksan, Türkiye Türkçesinin Dünü, Bugünü, Yarını)
1.5. ÜÇ NOKTA (...)
1. Anlatımda bir maksada bağlı olarak sözü bir yerde kesip, cümlenin geri kalan
kısmının okuyucunun anlayıĢına bırakmak ve anlatıma güç katmak istendiği zaman
kullanılır:
O kadar çok işim var ki...
Öyle bir yan bakışı var ki...
Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
(Faruk Nafiz Çamlıbel)
Eller, kapanan perdeyi alkışlayadursun
Sen beklediğin sahneye, er geç kavuşursun...
(Faruk Nafiz Çamlıbel)
Evin önünde gürül gürül su aksaydı, şöyle doya doya dökseydi, şakır şakır
durulasaydı,nerde...
(Talip Apaydın)
2. Herhangi bir konuyla ilgili örnekler sıralanırken daha baĢkaları da olduğunu,
bunlara baĢka örneklerin de katılabileceğini, ancak uzatmamak için sözün kesildiğini
belirtmek üzere kullanılır:
Türkçede olumsuzluk kavramı, genellikle fiil kök ve gövdelerine olumsuzluk eki –ma
getirilmek suretiyle sağlanır: almak-almamak, içmek-içmemek, görmek-görmemek... gibi.
Onlar gibi olmak, onlar gibi giyinmek, onlar gibi yiyip içmek, onlar gibi oturup kalkmak,
onların diliyle konuşmak... Haydi bunların hepsini yaparım. Fakat onlar gibi nasıl
düşünebilirim? Nasıl onlar gibi hissedebilirim? (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
Gece rehzen, sabah olmaz mı bakarsın, sâil,
Serseri, derbeder,avâre, harâmî, kaatil...
Böyle kaç manzara gördüyse bizim körkandil
Bana göstermeli bir kere... Niçin? Belli değil!
(Mehmet Akif Ersoy)
3. Bir metinden yapılan alıntılarda veya aktarmalarda, atlanan yerleri göstermek için
kullanılır:
Millet, dilce müşterek olan yani aynı terbiyeyi almış fertlerden meydana gelmiş bulunan
kültürel bir zümredir... Bu itibarla milliyette kök aranmaz, yalnız terbiye aranır. (Ziya
Gökalp)
4. Kaba sayılan veya herhangi bir sebepten dolayı anlatım sırasında söylenmek
istenmeyen kelimelerin yerine kullanılır:
Abdalın yağı çok olursa gâh borusuna çalar, gâh g...ne.
İmam o...sa, cemaat s...ar.
B....a nispetle tezek amberdir.
Kılavuzu karga olanın burnu b...tan kurtulmaz.
(Atasözü)
5. ġüpheleri, tereddütleri ifade eden kısa aralıkları belirtmek için kullanılır:
Geçen yaz Suadiye‟de gördüm bir delikanlıyla; ilkin görmemezlikten gelmek istedi,
burunburuna geldik, çaresiz tanıştırdı: “Kuzenim... Kemal... Safinaz Hanımefendi...”
(Muzaffer Hacıhasanoğlu )
6. KarĢılıklı konuĢmalarda cevapsız bırakılan yerlerde veya yeterli olmayan cevaplarda
kullanılır:
Koca Ali sade suya bulgur çorbasıyla bu kadar sıkıntıya yıllarca göğüs gerebilecekti. Ama
Hacı Kasap‟ın ikide bir:
- Ulan Ali!...Kolunun diyetini ben verdim. Yoksa çolak kalacaktın!...diye yaptığı iyiliği
tekrarlamasına dayanamıyordu. Bir gün, iki, üç gün dişini sıktı. Durmadan çalıştı. Gece
gündüz uyumadı. Gündüz koştu. Efendisinin karşısında elpençe divan durdu. Yine
Kolunun diyetini ben verdim.
...
Şimdi çolak kalacaktın, ha...
...
Benim sayemde kolun var.
7. Seslenmelerden veya ünlemlerden sonra anlatıma güç vermek için kullanılır:
Bekliyoruz elbet, dedi, seyirci kalamayız ya!...
(Melih Cevdet Anday)
Bütün acıları unuttu,işe yarar bir adam olmak ne iyi, ne kadar tatlıdır!...
(Memduh Şevket Esendal)
1.6. SORU ĠġARETĠ (?):
1. Soru anlamı taĢıyan cümle ya da kelimelerden sonra konur:
Tanıdıklarımdan bir Fransız vardır. Ankara‟da öğretmenlik eder. Türkçe de bilir. Bir gün
bana “Sizin deyişinize takılanlar Hiç otobüse binmiyorlar mı? Biletçilerin var mı inecek? diye
bağırdıklarını duymamışlar mı” demişti. Yanlış mı sayacağız biletçilerin “Var mı inecek?”
demelerini?
(Nurullah Ataç)
Bu memleket niçin bizim? Dört yüz atlıyla Orta Asya‟dan gelip fethettiğimiz için mi?
(Sabahattin Eyüboğlu)
Yahya Kemal‟in ölüşü, her şeyden ziyade, bir abidenin yıkılışını andırır. (...) Sinan,
İstanbul‟un dış manzarasında neyi tamamlamaktaysa Yahya Kemal onun iç manzarasında
öyle bir şeyi tamamlıyordu. Bu bakımdan, belki, yıkılmış bir Süleymaniye‟nin boşluğunu
Selimiye, Fatih veya Sultanahmet‟le doldurmak insana mümkün görünür, ama İstanbul‟u
içerisinden aydınlatan tek ışık sönünce ne yapılabilir?
(Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
Ġçinde soru eki ya da soru kelimeleri bulunan ancak gerçek soru anlamı taĢımayan
cümlelerden sonra soru iĢareti kullanılmaz:
Oraya nasıl gitti, anlayamadım.
Ne zaman dönecek, bilmiyorum.
Bir parıltı gördü mü gözler hemen dalıyor
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor
(Faruk Nafiz)
Birden fazla soru sorulduğunda araya virgül sona soru iĢareti konur.
Bize bunları ne zaman anlatacaktın, bugün mü, yarın mı?
2. Bazen içinde soru eki ve soru kelimesi bulunmadan da, yalnızca yükselen bir tonla
cümleye soru anlamı verilebilir. Bu durumlarda da soru iĢareti kullanılır:
Adınız?
Uyruğunuz?
Doğum yeriniz?
Mesleğiniz?
Oda numaranız?
-Bak amca senin oğlan var ya..
Eee ?
3.Verilen bilgilerin kesin olmadığını veya Ģüpheli olduğunu belirtmek üzere, verilen
bilginin hemen yanında parantez içinde soru iĢareti kullanılır:
Anadolu‟da yazılan ilk Yusuf u Züleyha mesnevisi XII. Yüz yıl şairlerinden (?) Şeyyad
Hamza‟ya aittir.
Halk arasındaki inanışa dayanılarak Yunus Emre‟nin mezarının Sarıköy‟de olduğu kabul
edilmektedir (?).
4. Belli olmayan yıl, yer vb. durumları göstermek için kullanılır:
Asıl adı Yusuf Sinan olan Şeyhi (?- 1429) Kütahyalıdır.
XV. yüz yılın önemli bir divan şairi de Firkatnâme adlı eseriyle tanınan Halîlî‟dir (? – 1485).
Soru anlamı taşıyan sıralı anlatımlarda soru işareti en sona konur:
Sular mı yandı, neden tunca benziyor mermer?...
(Ahmet Haşim)
Hangi öfkeyle yüzün, böyle karıştı yer yer,
Sana yan mı baktılar, bir şey mi söylediler?
(Necip Fazıl)
1.7. ÜNLEM ĠġARETĠ (!)
1.Sevinç, keder, korku, hayranlık, hayret, ĢaĢma, beğenme, nefret, özlem, bezginlik vb.
heyecanlı duygular anlatan cümlelerin sonuna konur:
Ne mutlu Türküm diyene!
(Atatürk)
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
(Necip Fazıl)
Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda!
(Yahya Kemal)
Bir acem bahçesi bir seccade,
Dolduran havzı ateşten bade!
Ne kadar gamlı bu akşam vakti!
Bakışın benzemiyor mu‟tade!
(Ahmet Haşim)
2. Seslenme, çağırma, emir ve uyarı sözlerinden sonra kullanılır:
Garson!, Buyurun!, Aman, dur!, Bravo!, Yarabbi! gibi.
Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir. Cumhuriyet‟i biz kurduk, onu yükseltecek ve devam
ettirecek olan sizsiniz.
(Mustafa Kemal Atatürk)
Türk‟ün haysiyeti ve gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir
yaşamaktansa, mahvolsun daha iyidir.
Öyleyse ya istiklâl, ya ölüm!
(Mustafa Kemal Atatürk)
Garipler pazarında körpe çocuklar
Yorgunluktan güzelim yüzleri al al...
Öldüren bir çığlık dudaklarında:
“Boş hamal! Boş hamal! Boş hamal!...
(Yavuz Bülent Bakiler)
Ünlem iĢareti, ünlem olan kelimeden hemen sonra konulabileceği gibi, ünlemlerden ve
çağırma sözlerinden sonra virgül konup ünlem iĢareti cümlenin sonuna da konabilir:
Hu! Cafer Efendi, bak kim geldi!
(Refik Halit Karay)
Ey yolcu, uyan! Yoksa çıkarsın ki sabaha:
Bir kupkuru çöl var, ne ışık var ne de vâha!
(Mehmet Akif Ersoy)
Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle
Dağ, taş deme, arkadaş, gün batmadan ilerle!
(Faruk Nafiz Çamlıbel)
Ey, bütün dünya ve mâfîhâ ayaktayken, yatan!
Leş misin, davranmıyorsun? Bari Allah‟tan utan!
(Mehmet Akif Ersoy)
1.8. KESME ĠġARETĠ ( ‟ )
Özel adlardan sonra gelen ekleri ayırmak için kullanılır. Özel adlara (-i, -e, -de, -den, -in, -le, ce) ve iyelik ekleri (-m, -n, -miz, -niz) getirilince kesme işareti ile ayrılırlar.
Mustafa Kemal‟i, Halide Edip Adıvar‟ın, Ziya Gökalp‟a, Yunus Emre‟yi, Dursun‟la,
Osman‟ım, Türkiye‟nin, Edirne‟den, Van‟a kadar, Van Gölü‟nde canavar varmış, Uludağ‟da
gibi.
Kısaltmalı olarak kullanılan kurum ve kuruluş adlarından sonra kullanılır. Bu şekildeki
ayırımlarda son harfin okunuşu esas alınır:
TBMM‟nin, PTT‟den, ABD‟ye, TDK‟de, THY‟nin, NATO‟nun, YÖK‟ten gibi.
Eğer kurum ve kuruluş adları açık olarak yazılıyorsa kesme işareti kullanılmaz:
Edebiyat Fakültesi Dekanlığına
Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışı
Türk Dili Kurumundan
İstanbul Ticaret Odasında gibi.
Özel isimlerden türetilen kelimeler de kesme iĢareti ile ayrılmaz:
Türklük, Türkçe, Türkçeleşmek, Türkçülük, Ankaralı, İstanbullu, Romalı, Konyalı gibi.
Özel isimlerden sonra gelen –lar, -ler eki bir yapım eki gibi kullanılıyorsa kesme işareti ile
ayrılmaz. Kesme işareti –lar, -ler‟den sonra getirilir.
Osmanlılar‟ın, Selçuklular‟da, Emevîler‟in gibi.
Tarihlerde sayılardan sonra ekleri ayırmak için kesme iĢareti kullanılır:
1923‟ten beri, 1980‟den bu yana 5‟inci defa gibi.
Ancak tarihlerin yazılışı sırasında yıl ve ay adı verilince ay adına getirilen iyelik eki kesmeyle
ayrılmaz:
1453 Mayısında (1453 Mayıs‟ında değil), 1923 Nisanında gibi.
Sayılardan sonra gelen ekler kesme iĢareti ile ayrılır:
1957‟de
1940‟tan
17.30‟da
20‟ye saat 22‟de
9.15‟te
5‟inci 6‟ıncı
19‟uncu
Orijinal biçimiyle yazılan yabancı özel adlardan sonra getirilen ekler, kelimenin
okunuĢuna uygun olarak kesme iĢaretiyle ayrılır:
Bordeaux‟lu Moilere‟in
Lille‟li
Shakespeare‟in
Bruxelles‟i
Stendhal‟in
1.9. KISA ÇĠZGĠ (-)
Satır sonuna sığmayan kelimeleri hecelere ayırırken kullanılır:
.................................................................................................evlerinin...........................................................................................ağaçlardan...................................................................................................
Anlam açısından birbirine yaklaĢtırılan veya birleĢtirilen iki kelimenin arasına konur:
Kaynak bakımından yer yüzünde başlıca şu dul aileleri vardır: Ural-Altay, Hint- Avrupa,
Çin-Tibet, Bantu dilleri, Sami dil ailesi.
Türkçede fiiilimsiler üç grupta incelenir: İsim-fiiller, sıfat-fiiller ve zarf-fiiller.
Bir toplumdaki sosyo-kültürel gelişmeler hemen dile yansır.
Sevda Şener‟in Çağdaş Türk Tiyatrosunda Ahlâk-Ekonomi-Kültür Sorunları adlı kitabı.
3.BaĢlangıç ve bitiĢ bildiren rakamlar ve kelimeler arasına konur:
1927-1940 dönemi, Türk tarih yazıcılığının, bibliyografik taramalar yapılmadan, üniversite
ve araştırma kurumlarının faaliyetleri sistematik bir taramadan geçirilmeden, bazı esaslara
bakılarak yüzeyden yargılandığını belirtmeliyiz.
(İlber Ortaylı, Gelenekten Geleceğe)
1939-1945‟teki İkinci Dünya Savaşı‟nda da binlerce insan öldü.
Yerel Yönetimler Haftası 5- 8 Nisan tarihleri arasında Feshane‟de yapılıyor.
İstanbul-Adana arası yaklaşık 1000 kilometrelik yoldur.
5. Rakamlar arasına konur ve “yaklaĢık olarak, arasında, ilâ” anlamı verir:
Dersler 8.45-16.00 arasında yapılır.
15-20 yaşlarında gibi.
6.Açıklama amacıyla cümleye katılan ara söz ve ara cümleleri ayırmak için kullanılır:
Atinalılardan beri insan zekâsının önünde bir terakki olduğunu iddia edemeyiz; fakat hiç
olmazsa akıl –keyfiyetini değiştirmedi ise de- birçok meseleleri, davaları halletmekle daha
ileri gitmiştir.
(Nurullah Ataç)
İnce uzun bir fidan düşünün, bir ağaç, bir servi düşünün. Sağlıklı ağacın kabuğunda yara
bere, mantar yoktur. Sağlam yazının da buna benzer arızalardan kurtarılması gerekir. Bunu
sağlamak için –özellikle amacı bilgi vermek olan yazılarda- göz önünde tutacağımız ortak
ilkeler şunlardır.
(Fakir Baykurt)
7. Dil bilgisi açıklamalarında kökleri ve ekleri ayırmak için kullanılır:
açık-la-y-ıcı
anla-m-lı
gör-gü-süz
ört-ü-ş-ü-yor
dur-ak-la-dı
yer-i-n-de
Fiil kök ve gövdeleri tek başlarına kullanılmadıklarından, bunlar da kısa çizgi ile gösterilir:
kaç-
taş-
ağrı-
uğra-
savaş-
topla-
sancı-
açıkla-
8. Kelimeleri hecelere ayırmada kullanılır:
kiş-ne-di
da-ki-ka
şak-la-dı
ki-tap-lık
soh-pet-ler
don-dur-ma-cı-dan
9. Yabancı özel adların yazımında kullanılır:
Jean-Jacques Rousseau
Saint-Gotthard
Levy-Bruhl
Saint-Simon
İle-de-France
10. Henüz dilimize mal olmamıĢ kimi yabancı kelimelerin yazımında da kısa çizgi
kullanılmaktadır:
by-pass
check-up
1.10.
off-shore
stand-by
UZUN ÇĠZGĠ (–)
1. Yazıda karşılıklı konuşmaların başına konur:
Lâmia şüpheyle ihtiyar kadının yüzüne baktı:
–Bu hediyeden Feriha‟nın haberi var mı?
–Hayır kızım...Sakın sen Ferihaya bir şey söyleme!
–Niçin hanımefendi?
MeftuneHanım , tekrar gözünü kırparak güldü:
–Olmaz kızım...sonra Feriha başka şüphelere düşer.
–Ne şüphesi?
–Lâmia Hanım, pek âlâ anlıyorsunuz, ama beni üzmek istiyorsunuz, civanım...
(Reşat Nuri Güntekin, Dudaktan Kalbe)
1.11.
DÜZELTME ĠġARETĠ ( ^ )
Türkçeye, Arapça ve Farsçadan geçen kimi kelimelerin doğru okunmasını sağlamak için
kullanılır.
1. Arapça, Farsça kelimelerde kalın ünlüler yanında ince okunması gereken /k/, /g/, /l/
ünsüzlerinden sonra gelen /a/, /u / ünlülerinin üzerine, uzatma ve inceltmeyi gösteren
bir iĢaret olarak konur:
âgâh
kâgir
lâkin
nigâr
kâtip
lâzım
ordugâh
ahkâm
lâzım
2. Batı dillerinden alınmıĢ kelimelerde /l/ ünsüzünün ince okunduğunu göstermek için
bu ünsüzden sonra gelen /a/ ünlüsü üzerine düzeltme iĢareti konmaz:
klasik
plaj
plan
klakson
lamba
reklam
1.12. EĞĠK ÇĠZGĠ ( / )
1. “Veya” anlamında , birbirinin yerine kullanılabilecek iki öğe arasına konur:
2. ġiirlerde yan yana yazılan mısraları ayırmak için kullanılır:
Ne doğan güne hükmüm geçer/Ne halden anlayan bulunur/Ah aklımdan ölümüm geçer/Sonra
bu kuş, bu bahçe, bu nur.
(Cahit Sıtkı Tarancı
3. Halk Ģiirinde durakları ayırmada kullanılır:
Sevdiğim Allah‟tan/ budur dileğim
Pervaneler gibi/nâra düşesin
Dilerim derdine/ derman olmasın
Şeyda bülbül gibi/ zâra düşesin
(Emrah)
4. Dil bilgisinde eklerin farklı biçimlerini göstermek için kullanılır:
-a/-e
-dık/-dik
-ça/-çe
5. Gün gösteren tarihlerde kullanılır:
15/10/1996
3/2/2001
6. Adres yazarken apartman numarası ile daire numarası arasına, semt ile Ģehir arasına
konur:
Pazariçi Mahallesi, Lale Sokağı, 19/3 Fatih/İstanbul
7. Seslerin gösterilmesinde kullanılır:
Geniş ünlüler: /a/, /e/, /o/, /ö/‟ dür.
1.13
PARANTEZ (AYRAÇ) ĠġARETĠ ( )
1. Cümlenin öğeleriyle doğrudan doğruya ilgili olmayan, ancak cümleye eklenmiĢ
açıklayıcı nitelikteki kelime ve kelime grupları, rakamlar, göndermeler parantez içine
alınır:
O yıllarda (1978) enflasyon bu kadar yüksek değildi.
Kıbrısta üzümün okkası (aş. yuk. 1300 gram) 750 liraya satılıyor.
Ünlem işareti (!) şaşma, kıvanç, heyecan, acıma, korkma, sevinç, sevgi, emir... gibi duyguları
anlatan cümlelerin sonuna konur. Seslerin oluşumu konusunda daha önce (bk. s. 95) bilgi
vermiştik.
2. Cümlenin içinde geçen bir sözün açıklaması için parantez kullanılır:
Vezire çıktıklarında ( O zaman sadrazam Melek Ahmet Paşa idi) Köleoğlu şöyle cevap verdi:
(Cenap Ozankan)
3. Bir sözün baĢka bir dilden karĢılığı, ya da yabancı bir kelimenin okunuĢu parantez
içinde gösterilir:
Basit bir fikri anlatabilmek için bazen ağız dolusu kelimeyi sıralamak gerekecektir; sekiz yüz
elli kelimelik Basic English ( Temel İngilizce) de böyledir.
Berke Vardar, Fransa‟da 1627-1642 yılları arasında özgürlük (liberte) kavram alanını
incelemiştir.
4. Yeni bir kelimenin eski karĢılığını veya eski bir kelimenin yeni karĢılığını belirtmek
için kullanılır:
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bir soru önergesi (sual takriri) verdiğinizi gazetelerden
okudum.
(Doğan Nadi)
5. Tiyatro eserlerinde kiĢilerin davranıĢlarını, durumlarını belirten açıklamalar
parantez içine alınır:
ALİ – (Döndü‟ye sokulur) Bu meydandan geçmek yasak mı ki?
OSMAN– (Seher‟e sokulur) Hatır sormak günah mı ki?
SEHER– (Yapmacık) Döndü bacı, baksana şunlara!
DÖNDÜ – Çekin gidin, yoksa karışmam! Bağırır bütün köyü başınıza toplarım... (Çabuk
işareti).
(Necati Cumalı, Nalınlar)
6. Alıntıların yapıldığı yazar veya eser parantez içinde gösterilir:
Mehmet II.‟nin Bizans tarihçilerinin tanıklığına göre Arapça ve Farsçadan başka İbranice,
Keldanîce, Yunanca, ve Latince de bildiği söylenirse de, burada, Osmanlı Türklerinde ilim
tarihini ilgilendiren ve henüz çözümlenmemiş bulunan bu mesele üzerinde biraz durmak
lâzımdır.
(A. Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim)
8. Küçümseme, yerme, alay, kinaye anlamı kazandırmak için kullanılan ünlem iĢareti
(!); bir bilginin Ģüpheyle karĢılandığını ve kesin olmadığını göstermek için kullanılan
soru iĢareti (?); alıntılarda alınmayan kelime ve bölümlerin yerine konan üç nokta (...)
iĢareti parantez içine alınır:
Eksik olmasınlar spor kulüplerimiz Çanakkale Abidesi‟ne yardım için fedakârlık (!) edip özel
bir turnuva yaptılar.
(Doğan Nadi)
9. Bibliyografik künyelerde çeviren, hazırlayan, yayımlayan, naklden
parantez içinde gösterilir:
ve benzerleri
A. Meillet, Dillerin Yapısı ve Gelişmesi(çev. Cemil Meriç-Berke Vardar), İstanbul (tarihsiz).
Faruk K. Timurtaş, Diller ve Türkçemiz(haz. Mustafa Özkan), İstanbul 1996.
Şeyyad Hamza, Yusuf ve Zeliha (nakleden: DehriDilçin), İstanbul 1946.
1.14.
KÖġELĠ PARANTEZ [ ]
1. Parantez içindeki açıklamalarda yeniden parantez açmak gerektiğinde kullanılır:
Burhan Toprak, Yunus Emre Divanı, I-III, İstanbul İstanbul 1933-1934 (Daha sonra iki cilt [
İstanbul 1945] ve tek cilt olarak [ İstanbul 1953] neşirleri yapılmıştır).
2. Bibliyografik künyelerde kimi ayrıntıları göstermek için kullanılır:
Enver Naci [ Gökşen], Örnekleriyle Çocuk Edebiyatımız, İstanbul 1980.
3. Bilimsel çalıĢmalarda, eski metinlerdeki silinmiĢ, eksik bırakılmıĢ yerler eğer
araĢtırmacı tarafından tamamlanırsa, bu kısımlar köĢeli parantez içine alınır:
Eçimkaġanolurupan Türk budunuġyiçeitdi, igit[t]i. Çıganyıg [bay kıldı,azıġöküş kıldı].
“Amcam kağan oturarak Türk milletini tekrar tanzim etti, besledi. Fakiri [zengin kıldı, azı çok
kıldı].
(Muharrem Ergin, Orhun Abideleri)
1.15. TIRNAK ĠġARETĠ (“
”)
1. Bir metin içerisinde baĢkalarının sözlerinden, yazılarından yapılan aktarmalar
genellikle tırnak içinde gösterilir:
Okuma, tutkuların en asilidir. Ekmek nasıl bedeni beslerse, o da öyle ruhu besler... Büyük
yazarlar ömürlerinin yarısını okumakla geçirmişlerdir. Montesquieu, “Çeyrek saatlik bir
okumanın gideremediği kederim olmamıştır.” Der. Bir kitap, her zaman güvenilebilecek bir
dosttur. Yas içinde bir ahbabına, AlphonseDaudet, “Güzel kitaplar okuyun.” diye yazmıştı.
(AntoineAlbalat)
2. Söz içinde geçen eser adları tırnak içinde gösterilir:
“Gözlemciyi, gözlediği şeyden ayırmak zordur.” Paul Valery‟nin bir sözü bu. “Tarih Üzerine
Söylev” adlı denemesinde, tarihin bir bilim olmadığını söyler.
(Oktay Akbal)
İlhan Tarus‟un altıncı kitabını, “Köle Hanı”nı okuyup bitirince Goethe‟nin bir sözünü
hatırladım: “Yeşil hayat ağacı karşısında her nazariye kül rengi kalır.”
(Fethi Naci)
3. Cümlede özel bir anlamla kullanılan veya önemi belirtilmek istenen terim ya da
kelimeler tırnak içine alınır:
Sözlü edebiyatımızda ölünün ardından şiir söyleme geleneği, çok eski dönemlerden beri
vardır. Eski ozanlarımızın “sagu” denen matem şiirleri bu geleneğin canlı biçimde yaşadığını
göstermektedir.
Çağdaş edebiyat tarihçisi, şairleri “unutulmaktan kurtarmak” ya da eski zevkleri hikâye
etmek için eserini yazmıyor.
(Agâh Sırrı Levend, Türk Edebiyatı Tarihi)
4. Edebî metinlerde, karĢılıklı konuĢmalarda, konuĢma çizgisi yerine tırnak iĢareti de
kullanılabilir:
Bu kez o sordu bana:
“Araban kaç kilometrede?”
“Elliyi düzelttik.”
Sevinmişti, gülerdi, kahkaha atardı:
“Arabayı bitireceksin yahu! Yarın satışa çıkarsan kim alır?”
(Ümit Kaftanoğlu)
1.16.
TEK TIRNAK ĠġARETĠ („)
1. Bir alıntı veya aktarma içinde yeniden bir alıntıya ya da aktarmaya yer veriliyorsa bu
söz tek tırnak içine alınır:
Yolda bana rastlamıştı. Yanıma sokuldu, elini uzatarak “Hani bana: „Bu akşam size
geliyorum‟ demiştiniz, ne oldu?” dedi.
(Selâmi Tangör)
2. Kimi yazılarda verilen örneğin anlamını belirtmek için kullanılır:
Cumhuriyet‟ten sonra dili sadeleşme faaliyetleri sırasında, Türkçenin kurallarına uymayan
pek çok sözcük türetilmiştir: ayırga „nifak‟, batkı „iflas‟, bilimtay „akademi‟, gerelti „engel‟,
çavlan „şelâle‟ gibi.
1.17.
PARAGRAF (ÇENGEL) ĠġARETĠ ( § )
Ayrı ayrı maddeleri, az çok değişik olan konuları ya da örnekleri birbirinden ayırmak için
kullanılır. Paragraf başlarına da paragraf aralarına da konur:
§ Yarım kafiye: Benzerliği genellikle bir tek ünsüze dayanan kafiyeler yarımdır
O yana bu yana bakma
Beni ateşlere yakma
Elini koynuna sokma
Seni senden sakınırım
(Gevheri)
§ Tam kafiye: Benzerliği genellikle bir ünsüzle bir ünlüye dayanan kafiyedir.
Sen akşamlar kadar büyülü, sıcak
Rüyalarım kadar sade, güzeldin.
Baş başa uzandık günlerce ıslak
Çimenlerine yaz bahçelerinin
(Ahmet Hamdi Tanpınar)
OKUMA VE DİNLEME
Okumak adlandırmaktı, dinlemek ise yalnızca bir dili
algılamak değil, aynı zamanda onu kurmaktır.
R. Barthes
İnsanların bilgiye ulaşabilme yollarının başında okuma gelmektedir. Kişinin duygu ve
düşünce dünyasını geliştiren; bilgilenmeyi ve eğlenmeyi sağlayan bir etkinliktir. Bu etkinliğin
başlangıcını insanın var olmaya başlamasına kadar götürmek mümkündür. Yıllardır okuma ile
ilgili farklı tanımların yapıldığı görülmektedir: Okuma, insanların kendi aralarında önceden
kararlaştırdıkları özel sembollerin duyu organları yoluyla algılanıp beyin tarafından
yorumlanarak değerlendirilmesi işlemidir. Okuma, yazılı veya basılı işaretleri, belli kurallara
uyarak seslendirmektir. Yazıya geçirilmiş bir metne bakarak bunu sessizce çözümleyip
anlamak veya aynı zamanda seslere çevirmek.
Beynin görme, algılama, seslendirme, anlama, yapılandırma gibi işlevlerinden oluşur.
Okumada gözle algılanan işaret ve simgeler beyin tarafından yorumlanarak değerlendirilir ve
anlamlandırılır. Bu da bireyin bilgi dağarcığının genişlemesini, toplumla sağlıklı iletişime
girmesini sağlar.
Günlük ihtiyaçlardan estetik (bediî) ihtiyaçlara uzanan zincir içerisinde dilin önemi büyüktür.
Çünkü insanın, maddî, manevî ihtiyaçlarının yanında estetik ihtiyaçları da vardır. Maslow, bu
ihtiyaçları bir piramide benzetmiş ve bunu yukarıdan aşağıya doğru şu şekilde belirtmektedir:
Buradan da anlaşılacağı gibi insanın kendini gerçekleştirebilmesi için tüm bu ihtiyaçlarını
dengeli bir şekilde karşılaması gerekir. Bu çerçevede dilin dolayısıyla da okuma- anlamanın
önemi büyüktür.
Okuma gözde başlar. Göz okuma sırasında sürekli hareket etmektedir. Gözün okumayı
gerçekleştirebilmesi için okuma mesafesinin, netlik alanı ve açısının iyi ayarlanması gerekir.
Bu hususa dikkat edilmezse göz çabuk yorulur, okuyucu da okumaktan vazgeçer.
Okuma ile birlikte düşüneceğimiz bir diğer etkinlik de dinlemedir. Her ikisi de anlama
becerisinin temel bileşenidir; anlama süreciyle ilgilidir. Bu yüzden okuma becerisinin dinleme
becerisini doğrudan etkilediğini söylemek mümkündür.
Okumada gözün gördüğü işlevi, dinlemede kulak görür. Dinleme, okuma veya konuşma
yoluyla gönderilen bir iletinin kavranmasıdır. Bir konuşmaya, bir sese işitmek için kulak
vermek, duymak, işitmek anlamına gelen dinleme, bilgi birikimi elde etmenin, daha önce
kazanılmış deneyimlerden yararlanmanın yollarından ve başarının önemli anahtarlarından biri
olarak görülmektedir.
Dilin becerileri arasında en çok kullanılanı dinleme becerisidir. Dinleme, iletişimin ve
öğrenmenin en temel yoludur. Bundan dolayı dinlemenin gerçekleşeceği ortam, sağlıklı
işitmeye engel olmamalıdır. Dinleme ortamının yanlış düzenlenmesi, ısı, ışık, ses gibi
unsurların olumsuzluğu etkili dinlemeye ve öğrenmeye engel olur. Bununla birlikte
dinleyenin, içerisinde bulunduğu olumsuz ruh hali, dinleyerek algılamadaki en önemli engeli
oluşturmaktadır. Olumsuz ruh halinin kaynağı, kişinin özel ilişki ve durumlarından
kaynaklanacağı gibi vericiden ( konuşmacı, öğretmen vb ) ve konu içeriğinden de
kaynaklanabilir.
Toplumda, doğru dinlemeyi bilmemek nedeniyle birçok insanın işinde ve eyleminde başarısız
olduğu, zaman zaman başının derde girdiği görülmektedir. Sözlü anlatım türlerinin hepsinde
olduğu gibi dinlemenin de kendine özgü kuralları vardır. Hangi amaçla dinlersek dinleyelim
dinlemenin kurallarına uymamız gerekir. Bu kurallar aşağıda sıralanmıştır:
 Konuşanın sözünü kesmeme,
 Konuşan kişiden söz isteyerek konuşma,
 Konuşana sa
ygılı olma,
 Dinlediğine dikkatini yoğunlaştırma,
 Kendini konuşanın yerine koyma şeklinde sıralanabilir.
Yapılan araştırmalar, farklı farklı anketler okumama nedenlerimizi şu şekilde sıralar:
 Çalışma hayatı izin vermiyor.
 Kitaplar çok pahalı.
 Okumak çok sıkıcı ve yorucu.
 Gözlerim ağrıyor.
 Kitap okurken uykum geliyor.
 Ailem böyle bir alışkanlık kazanma konusunda bana yardımcı olmadı; çevre de örnek
olmadı.
 Eğitim sistemi okuma bilinci aşılamıyor.
 Oyun oynamak daha eğlenceli olduğu için boşvakitlerimi dolduruyor.
 Televizyon izlemeyi tercih ediyorum.
Okuma dil ve kişiliği sistematik olarak geliştirmenin en etkili araçlarından biridir. İnsanın
kavrama ve düşünme yönlerini geliştirir. Aşağıda niçin okumalıyız sorusuna verilebilecek
cevaplar yer almaktadır:
 Doğru bilgiye ulaşabilmek için,
 Bilgi dağarcığımızı genişletip toplumla sağlıklı iletişime girmek için,
 Bakış açımızı genişletmek için,
 Olaylara ve insanlara hoşgörüyle bakabilmek için,
 Kendimizin ve çevremizin algılama şeklini değiştirmek için,
 Kavramlara tarafsız olarak yaklaşabilmek için,
 Beğeni düzeyimizi yükseltmek için,
 Düşünme yeteneğimizi etkin kılmak için,
 Konuşma ve yazma becerilerimizi üst düzeye çıkartabilmek için,
 Özgüven sahibi olmak için,
 Sözümüzü dinletebilmek için,
 Sözcük dağarcığımızı genişletmek için,
 Doğru ve isabetli kararlar alabilmek için,
 Bireyin ruhsal ihtiyaçlarına cevap verebilmek için,
 Sınavlarda başarılı olabilmek için.
“ Kitap bir limandı benim için. Kitaplarda yaşadım. Ve kitapları sokaktaki
insanlardan daha çok sevdim. Kitap benim hasbahçemdi. Hayat yolculuğumun sınır
taşları kitaplar. Bir kanat darbesiyle Olemp, bir kanat darbesiyle Himalaya. Ayrı bir
dil konuşuyordum çağdaşlarımla. Gurbetteydim. Benim vatanım Don Kişot’un
İspanya’sıydı. Don Kişot’un İspanya’sı veya EmmaBovary’nin yaşadığı şehir,
kasaba. Sonra Balzac çıktı karşıma. Balzac’ta bütün bir asrı yaşadım. Zaman zaman
Vautrin oldum, Rastignac oldum, 4000 kahramanda 4000 kere yaşamak…”
Cemil Meriç
Can tecrübelerle sabittir ki haberdar olmaktan barettir.
Kim daha fazla haberdarsa daha fazla canlıdır,
Mevlâna
“Okumak, haz duymaya, zihnimizi süslemeye ve yetkimizi artırmaya yarar. Hatta insan,
zekasına ket vuran her türlü engeli, iyi seçilmiş eserler okumakla ortadan kaldırabilir…”
diyen Bacon okumanın önemine dikkat çekmektedir. Okumak için birçok nedenimiz vardır.
Bu nedenleri şöyle sıralayabiliriz:
 Doğruyla yanlışı birbirinden ayırt etmek için,
 Kendimizi geliştirmek için,
 Bakış açımızı değiştirmek için,
 Günlük olayları anlamak için,
 Mesleki ilgilerimizi sürdürmek ve geliştirmek için,
 Zevk amacıyla( hobi olarak )
 Empati kurabilmek ve karşıdakini anlayabilmek için,
 Topluma yönelik ihtiyaçlarımızı gidermek için,
 Adet ya da alışkanlığa bağlı olmak için,
 Ödev olduğu için.
Okuma, biçimleri aşağıda belirtilmiştir:
Sessiz okuma, ses organlarından herhangi birini hareket ettirmeden, gövde, baş ve
parmak hareketleri yapmadan, yalnız gözle yapılan okumadır. Daha çabuk anlama ve
kavramaya yöneliktir. Sesli okumaya göre daha hızlı bir okuma türüdür. Sessiz okuma,
anlatılanı çok çabuk kavrama olanağı sağlar.
Sessiz okuma ses organlarını devreye sokmadan, göz ve zihin ikilisinin ürünüdür.
Gözün görüp, beynin kavradığı bir eylemdir.
Gözle algılanıp zihinle kavranan sözcüklerin ya da sözcük kümelerinin konuşma organlarının
yardımı ile söylenmesidir. Bu tür okumanın tam ve başarılı olabilmesi için yazıdaki anlamın
kavranmasına, sesin ton ve vurgu bakımından ayarlanmasına ihtiyaç vardır. Metni anlamadan
iyi bir sesli okuma yapılamaz. İyi bir sesli okuma, dinleyenleri etkiler ve onlara zevk verir.
Sesli okumada sözcükler doğru telaffuz edilmelidir. Ses tonu, metindeki duygu ve
düşüncelere bağlı olarak ayarlanmalıdır. Hızlı okumaktan çok, noktalama işaretlerine dikkat
edilerek uygun yerlerde duraklamalar yapılmalıdır. Okunan metin dikkatle dinlenmeli, okuma
süreci kesintiye uğratılmamalıdır.
Sesli okuma, hem okuyanda hem de dinleyende okuma zevki uyandır. Düzgün konuşma
yeteneğini geliştirir. Dinleyicilerin konuya ilgi duymasını sağlar.
Birim zamanda daha fazla uzunlukta metin okuyabilme becerisidir. Normalden daha kısa
sürede daha çok şey okuyabilmek, daha iyi anlamak amacıyla yapılan bir okuma tekniğidir.
Hayatın tempolu akışı içinde okumaya zaman ayırmakta güçlük çekenler için okuma hızını
artırmaya yönelik teknikler geliştirilmiştir. Bu teknikler genel anlamda hızlı okuma olarak
adlandırılır.
Hızlı okuma, zihinsel okuma olarak da adlandırılır. Bu nedenle gözlerin ve beynin birlikte
kullanılması için eğitilmesi gerekmektedir. Bunun için;
 Göz kaslarını güçlendirme,
 Benzer kelimeleri ayırt etme,
 Görme yelpazesini genişletme,
 Geriye dönüşler yapmadan okuma
çalışmalarının yaptırılması gerekir.
Her metnin aynı hızda okunması mümkün değildir. Okuma hızının metnin özelliğine göre
değişiklik göstereceği açıktır.
Eleştirel okuma, okunan metinler üzerinde bizi düşünmeye ve yorumlamaya yönelten bir
yöntemdir. Metin karşısında okurun yazarla iç diyalog halinde olduğu hareketli zihinsel bir
süreçtir.
Eleştirel okumada okur, metnin düşünce ve duygu dünyasına girebilir; yazarın amacını
kestirebilir; okuduğu metnin türüyle içeriği ve dil kullanımı arasındaki ilişkileri çok iyi
kavrar. Metnin olay örgüsünü ve mantıksal örgüsünü çözümler; metin aracılığıyla verilmek
istenen iletileri kavrar; bütün bu süreçleri kendi bilgi ve deneyim birikimiyle karşılaştırıp
yorumlamaya yönelir.
Yapabileceğimiz şeyleri yapmaya başlasak kendimiz
hayretler içinde bırakacak sonuçlar alırız.
Thomas Edison
İyi okuyucular, okuma sırasında metnin yazarıyla konuşur gibidirler. Onlar bu şekilde
okudukları için okurken düşünür ve yazarın yazısıyla tartışırlar. Bu sırada konuyla ilgili akla
gelen her türlü bilgi, okunmuş olan başka kitaplarda daha farklı verilmiş olabileceğinden bu
bilgi metnin bir köşesine yazılmalıdır. Okurken not alma becerisi kişiden kişiye ve okuma
meninin türüne göre de değişiklik gösterebilir. Okuyucu kendi konusuna ve ihtiyaçlarına göre
bu beceriyi geliştirir.
Not alma, okuduğumuzu ya da dinlediğimizi olduğu gibi kâğıt üzerine aktarma değildir.
Yararlı bulduğumuz temel noktaları ayırmalıyız. Bunun için şu noktalara uymak gerekir:
 Önemli noktaları yakalamaya çalışmak. Bunun için parçadaki anahtar sözcükleri çok
iyi seçmeliyiz.
 Paragraftaki sözcükleri kendi ifadelerimizle yeniden anlatmalıyız. Özgün ifade
kullanmalıyız. ƒ
 Kısaltmalar ve sembollere başvurmalıyız.
 Anlamını bilmediğimiz sözcükler için sözlüğe başvurmalıyız.
Bir insanı dinlemek, ona en büyük
insancıllığı göstermektir.
Haldun TANER
Karşımızdaki insanın söylediklerinin dinlemeye değer olmadığını düşündüğümüzde dahi o
kişiyi dinlemeye devam etmek bir görgü kuralıdır. Kendini geliştirmiş insanlar, kötü bir
konuşmadan bile öğrenilebilecek bir şeylerin olduğunu bilir ve kim olursa olsun karşısındaki
insanı sonuna kadar dinler.
 Sürekli göz teması kurar.
 Karşısındaki kişinin sözel veya davranışsal mesajlarını iyi değerlendirir.
 Sabırlıdır ve konuşan kişinin sözünü kesmemeye özen gösterir.
 Karşısındaki kişinin yanıtlarına sözel ve davranışsal yanıtlar verebilir.
 Karşısındaki kişinin anlattıklarını sorular sorarak daha ayrıntılı anlamaya çalışır.
 Konuşulan konuyu özetler ve kendi cümleleriyle doğru şekildeifade edebilir.
 Karşısındaki kişi ile empati kurabilir.
 Karşısındaki kişinin konuşmasını ilgiyle dinler.
 Dinlemek istediğini ve ilgilendiğini karşı tarafa hissettirir.
 Eleştiri yapmaz ve yargılayıcı değildir.
 Açık görüşlüdür.
11. KONU
Her yazım ve anlatımın temeli konudur. Konu üzerinde konuşulan yazı yazılandır. Konuşma da, yazma
da bir kimseye bir şey hakkında bir şey söyleme, bir şey anlatma işidir. Öyleyse anlatımın oluşması için
üzerinde söz söyleyeceğimiz, yazı yazacağımız bir şeyin bulunması gerekir. Üzerinde duracağımız, yazı
yazacağımız, söz söyleyeceğimiz şeyin anlatımdaki adı konudur.
KONUYU SEÇME
Anlatımda başarılı olma konumuzu iyi seçmeye bağlıdır. Sözlü anlatım için de, yazılı anlatım için de bu
böyledir. Bir topluluk önünde belirli bir amaç için konuşacaksak ne üzerinde duracağımızı, ne
hakkında konuşacağımızı önceden belirlemek zorunda kalırız. Buna da “konu seçimi” denir.
Günlük konuşmalarımızda konuyu seçmek için özel bir çaba göstermeyiz. Konularımızı, yaşadığımız
günün ya da günlerin olayları, olguları oluşturur genellikle.
Konu seçiminde öncelikle yazı yazacak kişinin ikinci gibi dereceden de onu okuyacak ya da dinleyecek
kitlenin, yani muhatabın bilgi ve birikim seviyesi etkili olmalıdır. Bunun göz ardı edilerek yapılan konu
seçimi yazıda başarısızlığı getirecektir. Çünkü hiçbir bilgi ve fikir sahibi olamadığımız bir konuda yazı
yazmak oldukça zordur. Böyle bir durumda kişi, o konuyla ilgili olarak bildiği en genel şeyleri
durmadan tekrar tekrar sıralayacak, örnek vermek ve konuyu geliştirmekte zorlanacak, dolayısıyla
ortaya sıkıcı, kuru ve kısır bir yazı çıkacaktır. Kendimizin fikir ve bilgi sahibi olmadığı bir konuyu
başkasına anlatamayız. Bu yüzden konu seçiminde dikkatli olunmalı, bilgi, fikir veya deneyim sahibi
olunan konular seçilmelidir.
Yaşantı ve deneyimlerimiz konu seçiminde bize bazı ipuçları verir. Bunlardan hareketle ilginç konular
bulabiliriz. Yaşantı ve deneyimlerimizin yanı sıra, özel ilgilerimiz, okuduklarımız ve dinlediklerimiz, dış
dünyamızda konuşma ve yazma konuları bulmada bize kaynaklık eder. Elbette konu seçiminde
okuyucuların ve dinleyicilerin ilgileri, yaş durumları, eğitim ve kültür düzeyleri de dikkate alınmalıdır.
Konu seçiminde göz önünde bulundurulacak özellikler şunlardır:
 Kişi, konu seçerken bildiği ya da ilgi duyduğu, araştırma yapabileceği konuyu seçmelidir.
 Konu, geliştirmeye uygun olmalıdır.
 Konu, bilimsel gerçeklerle çelişmemelidir.
 Konu, türlü yorumlara yol açmayacak kadar inandırıcı ve açık olmalıdır.
Bir paragrafta, metinde konuyu bulmak için şu sorulara başvurulmalıdır:
 Bu parçanın konusu aşağıdakilerden hangisidir?
 Bu parçada aşağıdakilerden hangisi üzerinde durulmaktadır?
 Bu parçanın bütününde ele alınan düşünce, aşağıdakilerden hangisidir?
 Bu parçada yazarın,yapıtın, yerin hangi yönü üzerinde daha çok durulmaktadır?
Örn: Öz Türkçe akımı, bilim dilinde de egemenliğini kazanmaktadır. Dilimizin kavram dağarcığı kendi
olanakları içinde yeniden kurulmaktır. Türkçe nesne dili olmaktan çıkıyor artık; insan düşüncesinin her
türlü verimlerini karşılayabilecek bir yetkinliğe ulaşıyor. Bu durum bize şunu göstermektedir: “ Türk
düşüncesi, somutlamadan soyutlamaya geçerek durağanlığından kurtuluyor.”
Bu parçada üzerinde durulan konu aşağıdakilerden hangisidir?
A. Öz Türkçenin bilime uygunluğu
B. Somut varlık adlarının artması
C. Öz Türkçe çabasının dilimize katkısı
D. Türkçe konuşanların sayısında artış alması
E. Dilimizde kimi kavramların bulunmayışı.
Parçada öz Türkçe akımının dilimizi her türlü düşünsel verimi adlandırabilecek noktaya getirdiği
belirtilerek bu akımın Türkçeye katkısı üzerinde durulmuştur. Cevap C’dir.
Paragrafta, metinde yazarın okuyucuya vermek istediği mesaj, yazıyı yazma amacı ana düşünceyi
verir. Paragrafa sorulan “Yazarın vermek istediği mesaj nedir, yazar niçin anlatıyor?” sorularının
cevabıdır. Bir paragrafın ana düşüncesi o paragrafın yazılış amacını bildirir.
Ana düşünce cümlesinin yazıda belli bir yeri yoktur. Yazının başında, ortasında ya da sonunda
verilebileceği gibi, yazının tümüne sindirilmiş de olabilir. Yazarın tutumuna bağlıdır bu. Paragrafta
“böylece, o halde, bana göre, kanımca, ama, fakat, oysa, önemli olan…” gibi ifadeler okuru, ana
düşünceye götürür.
Paragraf tümdengelim yöntemiyle oluşturulmuşsa ana düşünce cümlesi başta yer alır; ilk cümle hem
konuyu hem ana düşünceyi yansıtır. Örnek: Tiyatro, sınırları o kadar geniş bir bilgi ve çalışma alanı ki
insanın bir ömrü değil, yüz ömrü bile olsa, onu bütünüyle öğrenmeye yetmez. Öyle ki insan, bütün bir
yaşamını tiyatroya ayırmış olsa da ömrünün sonunda tıpkı başlangıçtaki gibi boş ve bilgisiz görür
kendini. Çünkü yaşam, nasıl yeni günler getiriyorsa, yeni günler de tiyatroya yeni yeni üsluplar, yeni
yeni düşünceler, yeni yeni deneyimler getiriyor.
Paragraf tümevarım yöntemiyle kurulmuşsa ana düşünce cümlesi sonda olur. Bu durumda sonuç
cümlesi, parçada anlatılanların tümünü özetler. Örnek: Dil, bir toplumu başka bir toplumdan ayıran
en önemli öğedir. Şair ise dildeki sözcüklere yeni anlamlar, çağdaş yorumlar katan kişidir. Bir toplum,
yeni şairlerini anladığı ölçüde daha çağdaş bir toplum olma çizgisine ulaşır. Kısacası şair, toplumun
dilini, dolaylı olarak da duyarlığını zenginleştirir ve canlı tutar.
Ana düşünce kimi zaman da paragrafın orta bölümünde yer alabilir. Örnek: (I) Sanatın insanoğluyla
yaşıt olduğu söylenebilir. (II) İnsanoğlu, geçirdiği evrimlere uygun olarak sanatı da değiştirmiş,
geliştirmiştir. (III) İlk sanat örneklerini incelediğimizde sanatın ilkel bir nitelik taşıdığını görürüz. (IV)
İnsanın, yerleşik yaşama geçmesiyle birlikte kültür düzeyi de yükselmiştir. (V) Bu da ister istemez
sanata yeni nitelikler, yeni boyutlar kazandırmıştır.
Ana düşünce cümlesi şu özellikleri taşımak zorundadır:
 Konu değil düşünce olmalıdır.
 Açık ve özlüce anlatılmış olmalıdır.
 Açıkve anlaşılır olması, açık ve anlaşılır olmalı, değişik yorumlamalara yol açmamalıdır.
 Ana düşünce cümlesi geliştirmeye uygun almalıdır.
Bir parçada yazarın okura anlatmak istediği asıl düşünceye “Ana Düşünce denir. “Ana Düşünce”
yazarın okura vermek istediği mesajdır.
 Paragrafta verilmek istenen en kapsamlı yargı ana düşüncedir.
 Paragrafta verilmek istenen iletinin en kısa ve açık ifadesi ana düşüncedir.
 Paragrafta verilmek istenen asıl görüş ana düşüncedir.
 Paragrafta verilmek istenen düşünce ana düşüncedir.
 Paragrafta yazarın savunduğu görüş ana düşüncedir.
Ana düşünce soruları paragraf soruları içinde en yüksek sayıyı oluşturur. Ancak bu sorularda ana
düşünce sözü çok fazla kullanılmaz. Aşağıdaki soru cümleleri, çıkmış bazı ana düşünce sorularından
seçilmiştir:
 Bu parçanın ana düşüncesi aşağıdakilerden hangisidir?
 Bu parçada asıl anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir?
 Bu parçada anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir?
 Bu parçada asıl söylenmek istenen aşağıdakilerdenhangisidir?
 Bu parçadan çıkarılabilecek en kapsamlı yargı aşağıdakilerin hangisidir?
 Bu parçada vurgulanmak istenen düşünce aşağıdakilerden hangisidir?
 Bu parçada vurgulanmak istenen aşağıdakilerin hangisidir?
 Bu parçada aşağıdakilerin hangisi vurgulanmaktadır?
 Yazarın bu sözüyle belirmek istediği aşağıdakilerden hangisidir?
METĠN PLANLAMASI VE YAPI
Etkileyici bir konuşmanın, güzel bir yazının ortaya çıkmasında bilgi birikimi,
işlenecek konu seçimi ve planlama birinci derecede etkili unsurlardır. Yazılı veya sözlü
kompozisyon için yapılacak plânlamada, hareket noktası konu olacağı için önce bunun
incelenmesinde yarar vardır. Başarılı bir kompozisyon yazabilmek için “konu, plân ve plân
yapma” hususlarının iyice öğrenilmesi gerekmektedir:
1. KONU
Bir metinde üzerinde söz söylenen, yazı yazılan duygu, düşünce, olay veya durumlara
konu denir. Konu bir yazının temelini oluşturur. Bu açıdan her şey yazının veya konuşmanın
konusu olabilir. Çünkü hangi duygu, düşünce, olay veya olguyu anlatırsa anlatsın her yazının
bir konusu vardır.Üzerinde söz söylenebilecek veya yazı yazılabilecek bir duygu, bir düşünce,
bir haber, bir sorun, bir eşya, bir olay konu olabilir.
Konudan hareketle okura verilmek istenen mesaj ele alınır. Dolayısıyla konu, esas
anlatılmak istenen düşünceyi (ana düşünce) vermek için yararlanılan bir araçtır.
Metin yazımına başlamadan önce konunun tespiti ve sınırlaması yapılmalıdır.
Hakkında yazı yazmaya değecek, ilginç, yazanın yeteneklerine ve geliştirilmeye uygun, bol
kaynaklı konuların seçilmesinde yarar vardır.
Plânlamanın daha kolay ve doğru yapılması, konunun iyi anlaşılmasına, sınırlarının iyi
tespit edilmesine, anlatım şeklinin belirlenmesine bağlı olduğu için konunun üç yönü iyi
bilinmelidir:
a) Konu Seçimi: Konunun özünü oluşturan temel kavram veya problemdir, konunun
incelenecek yönüdür. Seçilen konuda “neyi açıklayacağım?” sorusunun karşılığıdır.
“Hangi tür müzikten hoşlanırsınız?” şeklinde verilen bir sorunun konusu müziktir.
Konu seçiminde dikkat edilmesi gereken bazı noktalar vardır:
 Araştırmacı seçmiş olduğu konuya "ilgi” duymalıdır.
 Seçilen konu bilinenleri değil bilinmeyenleri ortaya koyabilmeli, “orijinal”
olmalıdır.
 Konu “araştırmaya değer” olmalıdır. Fayda sağlamayacak konu zaman kaybına
neden olur.
 Araştırmacının “bilimsel yeterliliği” uygun olmalıdır; yani kendi seviyesinin
çok altında veya üstünde olmamalıdır.
 Konuyla ilgili “yeterli kaynak” bulunmalıdır.
 Seçilen konu kadar bu konuya ayrılan “zaman” da çok önemlidir. Konu
hedeflenen zamana uygun olmalıdır.
b) Konuya Bakış Açısı: Konunun çalakalem işlenmesini önleyen, konunun ana
maddesini de içine alan, onun hangi yönlerden nasıl işleneceğini belirleyen, konuyu sınırlayan
yönüdür. “Konunun hangi yönünü ele alacağım?” sorusunun karşılığıdır. Konunun sınırları iyi
çizilmez ve yazı düzgün bir plân üzerine inşa edilmezse konuyu dağınıklıktan kurtarmak
mümkün olmaz. Bu sebeple konular belirlenirken genel konulardan ziyade özel konular
seçilmelidir. “Türk Edebiyatında Destan” şeklinde verilen bir konu, “Anadolu Sahası
Destanları” konusuna göre çok geniş ve genel bir konudur.
Konunun sınırlandırılması o konuyu dağınıklıktan, belirsizlikten kurtarır. Yazının
başarısını artırır, söylenen sözlerin, ortaya konan düşüncelerin daha derli toplu verilmesine
olanak sağlar. Böylece konu dışına çıkmalar, konuyu gereksiz yere uzatmalar da ortadan
kalkmış olur. Sınırlandırma içeriğe göre yapılabileceği gibi hitap edilen kitleye, hitap
süresine, konunun türüne göre de sınırlandırılabilir.
c) Konunun Türü ve Şekli: Kompozisyonda konuyu işlemeye, geliştirmeye uygun
anlatım türüne konunun şekli denir. “Hangi tür ve biçimde yazacağım?” sorusuna karşılık
gelir. Konunun maddesi belirlenip sınırları çizildikten sonra anlatımda; hikâye, şiir, roman,
tiyatro, deneme, makale, fıkra, mektup, nutuk… gibi tür veya biçimlerden hangisi
kullanılacaksa o türün/biçimin özellikleri iyi bilinmeli ve yazı buna göre kaleme alınmalıdır.
Başlık Seçimi
Başlık, bir yazının kimliğidir; yazının veya konuşma konusunun adıdır. Tabiatta adı
olmayan, ismi konmayan varlık olmadığına göre yazıya da bir isim konmalıdır.
İyi bir başlık:
*Parçada anlatılanları çağrıştırır nitelikte olmalıdır.
*Konuya ve ana düşünceye paralel olmalıdır.
*Fazla uzun olmamalı, birkaç kelimeden oluşmalıdır.
*Dikkat çekici ve merak uyandırıcı olmalıdır.
*Kolay söylenebilmeli ve akılda kalıcılığı olmalıdır.
2. PLÂN
Plan, bir bütünün parçalarının düzenlenişi, bir eserin başlıca bölümlerinin genel
düzeni, bir amaca ulaşmak için tasarlanan işlerin sıralanışı anlamındadır.
Plan sadece kompozisyonda değil, yaşantımızın her alanında başarılı olmanın en
önemli şartlarından biridir. İyi bir şehir plansız kurulamaz. Topluma hizmet üreten bir kuruluş
plansız işleyemez. Plansız ve düzensiz bir öğrenci başarılı olamaz. Planın olmadığı yerde
düzensizlik ve başarısızlık olur.
İyi bir kompozisyon yazmanın yolu da planlı hareket etmektir. Çünkü konuyu doğru
olarak
anladıktan
sonra,
konu
hakkındaki
bilgilerimizi
kafamızda
canlandırmak,
örneklendirmek işine girişiriz. Kafamızda canlanan fikirleri, örnekleri bir düzene koymak,
onları ayıklamak, bu bilgilerden en önemli ve etkili olanları seçmek, örneklerin en
çarpıcılarına yer vermek gerekir. Bir yazıda ana düşünce çevresinde beliren yardımcı
düşüncelerin, ana düşünceyle ilişkileri yönünden uzaklık ve yakınlıkları vardır. Bunları sıraya
koymak, gereksizleri atmak, ancak plân yapmakla mümkündür.
Plan, fikirler ve örnekler arasında birliği ve uyumu sağlar; tekrarlara düşmemizi
engeller. Konuyla ilgisi olmayan fikirler de bu yolla yazıda yer almamış olur. Plan fikir ve
duygularımızı yazıya geçirirken atlama ve unutmaları ortadan kaldırır.
3. PLÂN YAPMA
Plânın uygulamada iki şekli vardır: Yazılı plân, yazısız plân. Uzun bir yazı için, her
yazarın bir yazılı plâna ihtiyacı vardır. Çünkü fikir sayısı çok olduğundan hata yapmak daima
mümkündür. Böyle bir plân büyük kolaylıklar sağlar. Kısa yazılar için yazısız plân yeterlidir.
Yazar, zihninde bir tertip yapar ve ona göre yazısını yazar. Fakat yazmaya yeni başlayanlar,
kısa yazılar için de yazılı plân yaparlarsa daha iyi olur.
Bir yazının plânı yapılırken konu seçimi, konuya bakış açısı ve konunun türü/biçimi
belirlendikten sonra, her biri ayrı paragrafta işlenecek temel cümleler (ana fikirler) belirlenir
ve bunlar kısa ifadeler (cümle değil) hâlinde yazılır; bu ana fikirleri geliştirmede, açmada
kullanılacak yardımcı düşünceler, (kısa ibareler şeklinde) şıklar hâlinde belirtilir. Hazırlanan
çerçeve plân üzerinde var olan fazlalıklar çıkarılır, eksikler tamamlanır ve işlenecek
düşünceler düzenlenir. Yazar, eserini bu plâna göre kaleme alır.
Plânda üç ana kısım vardır: Giriş, gelişme (esas kısım) ve sonuç:
a) GiriĢ (Serim): Yazının baş kısmında yer alır. Okuyucunun ilk karşılaşacağı
bölümdür. Muhatap (ilgili), yazının devamını okuyup okumamaya burada karar verecektir. Bu
sebeple girişin son derece uygun, anlaşılır ve merak uyandırıcı olması gerekir.
İyi bir giriş için tavsiye edilebilecek bazı şekiller vardır: Meşhur bir sözü nakletmek,
ilgi çekici bir hikâye, fıkra veya olay anlatmak, bir konuşmayı aktarmak, bunlardan sadece bir
kaçıdır. Hikâye türündeki eserlerde ise en iyi yöntem, bir olay veya diyalogla giriş yapmaktır.
b) GeliĢme (Düğüm): Plânda ikinci kısım, konunun işleneceği, fikirlerin söyleneceği
ve olayların gelişeceği yerdir. Asıl anlatılmak istenenler burada aktarılacaktır.
c) Sonuç (Çözüm): Yazarın okuyucunun huzurundan çekildiği yerdir. Artık
söylenecekler söylenmiş, vedalaşma zamanı gelmiştir. Yapılacak iş, okuyucu üzerinde olumlu
bir etki bırakmaktır. İyi bir sonuç fikirlerin kabulünde önemli rol oynar. Burada yazıyı
özetlemek, temel fikirleri tekrar etmek, güzel bir söz nakletmek, bazen de yazının amacına
uygun bir hikâye anlatmak mümkündür. Her yazının kendine göre bir sonucu vardır ve bu
konuda kesin ölçüler koymak doğru değildir.
Plan yapmanın Yararları
 Kişiyi boş sözlerden ve konu dışına çıkmaktan kurtarır.
 Düşüncelerin rahatça anlatılmasını ve yazının kolay anlaşılmasını sağlar.
 Duygu, düşünce ve hayallerin ölçülü biçimde anlatılmasına yardımcı olur.
 Kişiyi kararsızlıktan ve zaman kaybından kurtarır.
 Konu birliğini korur.
 Örnek bir metin plânı:
Konu: “Kuvvete dayanmayan adalet aciz; adalete dayanmayan kuvvet zalimdir.”
Konu Seçimi: Adalet ve kuvvet
Konuya BakıĢ Açısı: Kuvvetsiz adaletin acizliği; adaletsiz kuvvetin zalimliği
Konunun Türü/Biçimi: Makale
Konunun Plânı:
Giriş:
1. Adalet ne demektir?
2. Kuvvet nedir?
3. Kuvvetsiz adaletin acizliği; adaletsiz kuvvetin zalimliği
Gelişme:
1. Adaletin yararlandığı kuvvet nasıldır. Uygulamadaki yansıması
2. Kaba kuvvet ne demektir? Adalete yardımcı kuvvetten farkları nelerdir?
3. Kuvvette ölçüt
4. Kuvvetle güçlendirilmeyen adaletin acizliğine çeşitli örnekler
5. Adaletle sarmalanmayan gücün zalimi ve zulmü doğuracağı, buna tarihten ve
zamanımızdan örnekler
Sonuç:
1. Ölçüsüz kuvvet savunulamaz.
2. Güç kullanmayan adaletin boşlukta kalacağı
3. Adaletin kuvvetle, kuvvetin adaletle donatılması gerektiği
 Plânlanmış bir metin örneği:
Yarına İnanmak
Sevgi, inanış, güven, acıma, saygı gibi varlığımızı ilgilendiren türlü insanlık duygularının
bozulmadığı her devirde ve her yerde sanat ve edebiyat ciddiye alınmış, değer taşımıştır.
Ciddiye alınmayan gerçek sanat hiçbir yerde gösterilemez. İkinci savaş sonrası kuşaklarına
giren yazarların çoğu, ciddilikten yoksundur. Ünü ucuza mal etmek yüzünden çocuk denecek
yaşta olanların bile ağıza alınmaz deyimlerle yüz kızartacak sözde şiirler düzmeye, iri iri
laflar ederek eleştirmeler yazmaya kalkıştıklarını görmedik mi? Bıyıkları yeni terlemiş bir
delikanlının “dünya sanatında” diyerek eleştirmesine başladığını okuyunca dünyanın avuca
sığacak kadar küçüldüğünü görerek içim burkulmuştu.
Bizim bildiğimiz medeniyetler sanatı ve edebiyatıyla ölçülür. Eski Yunan
medeniyetinden sanatını ve edebiyatını kaldırınız, geriye ne kalır? Yirminci yüzyıl Türk
medeniyeti, her halde yukarıdaki anlatmaya çalıştığım bu çeşit eserlerle kurulmayacak.
Şairlerimizin, eleştirmecilerimizin, bir kelime ile bütün yazarlarımızın çoğunlukça öteden beri
takip ettikleri Fransız edebiyatı Dadaisme (Dadaizm)‟den ve bir sürü “isme(izm)” ile biten
türedilerinden mi ibarettir? Bunlardan kaçının adı hatıralarda kalmıştır? Ne şiirin, ne sanatın
yenisi eskisi olur. Sadece sanat vardır. Hangi şiir Baudelaire‟inkilerden daha şiirdir? Yeni
kelimesini ağızlarından düşürmeyenler ya tükenmiş olanlar, ya da kendilerinde yaratma gücü
bulunmayanlardır. Yenilik diye ortalığı bulandırmakla gerçek bir şey kazanılmaz. Bulanık
suda balık avlandığı sanatta görülmemiştir. Gelecek günlere, yarına inanmayan toplumların
yaşamayacakları gibi yarını, yani sürekliliği düşünerek yazmayanların, yazdıklarının yarın
açısından sorumluluğunu taşımayanların yaşayamadıklarını tarih ve edebiyat tarihleri
gösteriyor. Ama ne tarihin, ne de edebiyat tarihinin okunduğu var. Ölü doğmuş, iddialı sanat
ve edebiyat eserlerinin tarihi yazılsa ciltler yetmeyecek.
Ben, sanatı ve edebiyatı insan varlığının en kutsal yaratışlarından biri sayarım. Gerçek
sanat eserlerinin de, yarına geçecek değerde olduğuna inanan sanatçıların ellerinden çıkmış
olanlar arasında bulunacağına inanıyorum. Zaten bana bu satırları yazdıran da bu inanış oldu.
Tabii yarını, geleceği masal sayanlar, günü gününe yaşamakla yetinenler, diledikleri gibi
düşünüp yazarlar. Bu, onların bileceği iştir.
Suut Kemal YETKİN- Günlerin Götürdüğü‟nden
PARAGRAF VE ANLATIM TEKNĠKLERĠ
PARAGRAF
Herhangi bir olayı, durumu, kavramı veya varlığı anlatan cümleler topluluğudur. Yazı
parçası demektir. Paragraf kendi içerisinde bir bütünlük taşır, paragraf tek bir düşünce
etrafında oluştuğundan kendi içerisinde bir bütünlük oluşturur.
PARAGRAFTA ANA DÜġÜNCE
Yazar veya şairler bir konu aracılığı ile belirli bir anlatım yöntemini kullanarak
okuyucuya bir mesaj ulaştırır. Parçada okuyucuya verilmek istenen asıl düşünceye “ana
düşünce” denir. Bir parçanın yazılmasının amacı ana düşüncedir, parçanın konusu da parçanın
yazımı için araç niteliğindedir.
Ana düşüncenin genel özellikleri:
 Ana düşünce bir yargı bildirir.
 Parça okunduğunda herkesin vardığı ortak düşüncedir.
 Parçayı kapsar nitelikte genel bir yargıdır.
 Parça tek cümle ile özetlenecek olsa bu ana düşünce cümlesi olur.
İyi bir paragrafta ana düşünce bir cümle şeklinde parçanın başında, sonunda veya
herhangi bir ye­rinde verilir. Paragraftaki diğer cümleler ise ana dü­şünceyi açıklayıcı ya da
destekleyici nitelikte olur. Ana düşünce, bazen de yazının bütününe sindirilmiş durumdadır.
Bu durumda ana düşünce paragraf yorumlanarak, anlatılanlardan hareketle bulunur.
Ana düşünce bulunurken parçada şu sorulara cevap aranmalıdır:
“Yazar bu parçayı hangi amaçla yazmıştır?”
“Bize ne anlatmak istemektedir?”
PARAGRAFTA YARDIMCI DÜġÜNCELER
Parçada ana düşünce ortaya konurken bu düşünceyi açıklayıcı ve destekleyici nitelikte
başka düşüncelerden yararlanılır. İşte parçada ana düşünceye zemin oluşturan bu düşüncelere
“yardımcı düşünce” denir.
Dört ayaklı bir sehpa düşünün. Bu ayaklardan hiçbiri tek başına bir sehpayı
oluşturmaz. Ancak dördü bir araya geldiğinde sehpa oluşur ve kullanılır duruma gelir. İşte
parçadaki yardımcı düşüncelerin her biri, sehpanın ayaklarından biri gibidir ve bunlar ana
düşünceyi ayakta tutar.
Yardımcı düşüncelerin genel özellikleri:

Parçada sayı olarak birden fazladır.

Parçayı tam olarak kapsamaz.

Ana düşüncenin sınırlarını çizer.

Ana düşüncenin anlaşılmasını sağlayıcı niteliktedir.
PARAGRAFIN KONUSU
Üzerinde durulan, hakkında yazı yazma gereği hissedilen her türlü kavrama “konu”
denir. Konu, yazarın mesajını okuyucuya ulaştıran bir araçtır. Yani yazının yazılış amacı
değil, amaca götüren bir araçtır.
Parçanın konusu bulunurken şunlara dikkat edilmelidir:
o Parçada en çok tekrar edilen sözcükler üzerinde yoğunlaşılmalıdır.
o İlk cümlelere dikkat edilmelidir, çünkü konu ilk cümlelerde verilebilir.
o Konu, parçanın tamamını kapsar nitelikte olmalıdır. Ancak konuyu ararken
genellemeye gidilmemelidir. Konu, mümkün olduğunca parçayı da kapsayıcı
şekilde daraltılmalıdır.
PARAGRAFIN BAġLIĞI
Konuyu en iyi şekilde kapsayıp yansıtan ve birkaç sözcükten oluşan sözcük grubuna
“başlık” denir.
Başlık;
 İlgi çekici ve düşündürücüdür.
 Konu hakkında bilgi verir.
 Ana düşünceyi çağrıştırır.
 Parçanın bütünü okunduğunda daha iyi kavranır.
PARAGRAFIN BÖLÜMLERĠ
Paragrafı oluşturan cümlelerin her birisinin kendine özgü yeri vardır. Bir paragrafın ilk
cümlesi ile son cümlesi aynı nitelikleri taşımaz. Ayrıca paragrafı oluşturan cümleler
birbirleriyle hem yapı hem de anlam bakımından bir ilişki içerisindedir. Bu cümleler bir
yargıyı birbirlerine bağlı olarak anlatır.
Giriş Bölümü
Genelde tek cümleden oluşan giriş bölümünde parçada anlatılacak konu verilir.
Giriş cümlesi bağımsızdır. Diğer cümleler giriş cümlesine biçimce ve anlamca
bağlıdır. Kendinden önce de bir cümle varmış gibi bir izlenimi uyandırmamalıdır. Bu yüzden
giriş bölümü cümlesinde, sanki giriş cümlesinden önce bir cümle varmış anlamını verebilecek
olan: “bu yüzden, bundan dolayı, kaldı ki, yine de, ama, fakat, oysa, çünkü, bunun için, ise, de
…” gibi bağlayıcı ifadeler yer almaz.
Gelişme Bölümü
Giriş cümlesinden sonra gelen ve onu açıklayan, girişte belirtilen konunun
ayrıntılarıyla ele alındığı bölümdür. Düşüncelerin açıklanması, anlaşılır hale gelmesi, yerine
göre ispatlanması için tasvir, öyküleme, örneklendirme, tanık gösterme, karşılaştırma,
açıklama gibi değişik tekniklerden yararlanılır.
Sonuç Bölümü
Gelişme bölümünde anlatılan olay, düşünce ya da duyguların bir sonuca bağlandığı
bölümdür. Bazen ana düşünce sonuç bölümünde verilebilir.
Sonuç bölümünde “sonuç olarak, özetle, bundan dolayı, kısaca…” gibi bağlayıcı
ifadeler bulundurabilir.
PARAGRAFTA ANLATIM TEKNĠKLERĠ
1) Betimleme
Varlıkların okuyucunun gözünde, zihninde canlanacak şekilde ayırt edici nitelikleriyle
resim çizer gibi anlatılmasına “betimleyici anlatım (tasvir etme)” denir.
Betimlemede gözlem esastır. Gözlemle elde edilen bilgiler açık, sade ve anlaşılır bir
dille okuyucunun gözünde canlanacak şekilde anlatılır. Betimlemede yazar, tasvir edeceği
varlığı kendi bakış açısına, kendi görüş ve değerlendiriş biçimine göre anlatır, betimlemeye
kendi yorumunu katabilir.
Yazarın kendi kişisel görüşünü katmadan, nesnel bir bakış açısıyla, bir varlığa ait
özellikleri sıraladığı betimlemelere “açıklayıcı betimleme”; kendi kişisel görüşünü katarak,
öznel bir bakış açısıyla, bir varlığın kendinde uyandırdığı duygu ve düşüncelere de yer
vererek yazdığı betimlemelere ise “izlenimsel betimleme” denir.
Betimlemeler insanı konu alıyorsa bu tip betimlemelere “portre” denir. Kişinin dış
görünüşünün, fiziksel özelliklerinin (yüzü, gözü, saç rengi, kolları, bacakları, boyu vs.)
anlatıldığı betimlemelere “fiziksel portre”; kişinin iç dünyasının ve karakter özelliklerinin
(sevdikleri, sevmedikleri, düşündükleri, tepkileri, duyguları, önem verdikleri vs.) anlatıldığı
betimlemelere ise “ruhsal portre” denir. Bazen iki tür portre de bir parçada iç içe
bulunabilmektedir.
Özetleyecek olursak:
 Varlıkların niteleyici özellikleriyle anlatıldığı yazılardır.
 Sözcüklerle resim yapmaktır.
 Durağanlık söz konusudur.
 Paragrafı okuduğumuzda gözümüzde bir tablo canlanır.
 Varlıkların dış görünüşleri de iç dünyalarına ait özellikleri de anlatılabilir.
 Nesnel ya da öznel olabilir.
Örnek:
“Anadolu‟nun hüzünlü sonbaharlarından biriydi. Toprak yola serpilmiş gibi duran
seyrek taş parçaları güneşin ilk ışıklarıyla parıldıyor, araba sarsıldıkça gözlerimin önünde
kıvılcımlar gibi yanıp sönüyordu. Ara sıra daha fazla koşmak isteğiyle şahlanan gürbüz
hayvanların yoldan kaldırdıkları tozlar, arabayı sararak boşlukta uçuşuyor; titreşiyor, sonra
dalga dalga yere inerek gözden kayboluyordu.”
2) Öyküleme
Tasarlanmış veya yaşanmış bir olayın başkalarına sözle ya da yazıyla anlatıldığı
anlatım biçimine “öyküleme (hikâye etme-öyküleyici anlatım)” denir.
Anlatımı yönüyle betimlemeye benzer. Bu nedenle öyküleme betimsel anlatımla
karıştırılabilir.
Öyküleme ile betimleme arasındaki fark şudur:
Öykülemede olaylar, kişi veya kişilerin başından belli bir yerde ve belli bir zamanda
geçer. Betimlemede ise zaman akış içinde değildir ve kişi veya kişilerin başından geçen
herhangi bir olay söz konusu değildir.
Yani betimlemede belli bir zamanda durur nitelikteki eylem veya varlıklar tanıtılır.
Öykülemede ise zaman akış halindedir ve olaylar bu akış içinde verilir. Buna fotoğraf ve film
örneğini verebiliriz: Fotoğrafta zaman, olay ve varlıklar donmuş durumdadır. İşte betimleme
bu donmuş durumun sözcüklere dökülmüş şeklidir. Oysa filmde zaman, olay ve varlıklar
hareket halindedir, işte öyküleme de belli bir zaman aralığında geçen olayları anlatan film
gibidir.
Yani:
 Bir olayın anlatıldığı yazılardır.
 Yer, zaman ve kişiye bağlı olarak olay anlatılır.
 Hareketlilik söz konusudur.
 Genellikle geçmiş zaman kullanılır.
 Paragrafı okuduğumuzda bir film seyretmiş gibi oluruz.
Örnek:
“Deniz tarafından bir ihtiyar; balıkçı kahvesine doğru usul usul ilerledi. Kapıyı
aralayarak içeriye girdi. Sağda solda uyuyanlar vardı. Gür bir sesle herkesi selamladı.
Kendinden emin adımlarla ilerledi, cam kenarındaki bir masaya oturdu. Garsondan bir çay
istedi. Çayını içti, parasını ödedi ve dışarı çıktı. Denize doğru, İçli bir şarkı söyleyerek yavaş
yavaş yürümeye başladı.”
3) Açıklama
Bilgi vermek amacı ile oluşturulan yazılarda kullanılan anlatım tekniğidir. Bu tür
yazılarda amaç okuyucuyu bilgilendirmek, ona bir şeyler öğretmek olduğu için sade ve
anlaşılır bir dil kullanılır. Açıklayıcı anlatımda yazar, duygularına yer vermez, nesnel bir
anlatım hakimdir.
Kısaca:
 Bilgilendirmek ve öğretmek amacıyla yazılan yazılardır.
 Genellikle eğitici ve öğretici yazılarda kullanılır.
 Yorum içeren ifadelere pek yer verilmez.
 Sade bir dil kullanılır.
Örnek:
“Bulut, havanın yüksek tabakalarında çeşitli yığınlar halinde toplanmış su buharıdır.
Bunlar güneşin sıcaklığıyla havada yükselmeye başlar. Yükseldikçe daha soğuk hava
tabakalarına rastlar. Böylece su buharı, su damlacıkları haline gelir. Bulutların havada
durmasını düşme hızlarının az olması sağlar. Ağırlaşınca düşenler, sıcak hava ile
karşılaşınca yeniden buharlaşıp yükselir.”
4) Tartışma
Yazarın kendi doğrularına okuyucuyu inandırmak, onu kendi gibi düşündürmek için
kullandığı anlatım tekniğine “tartışma (tartışmacı anlatım)” denir.
Amaç kendi düşüncesini savunmak, varsa yanlış düşünceyi çürütmek olduğundan
yazar, düşüncelerini sanki karşısında okuyucu varmış da onunla konuşuyormuş gibi ele alır.
Kendi görüşünü ortaya koyar, karşıt görüşün dayanaksız olduğunu örnekleri ile gösterir.
Bu yöntemde önce eleştirilecek olan düşünce verilir. Yazar, kendi düşüncesinin
doğruluğunu, eleştirdiği düşüncenin ise yanlışlığını savunur.
Başka bir ifadeyle:
 Bir düşüncenin yanlışlığını göstermek amacıyla yazılan yazılardır.
 Yanlış olan düşünce, eksik ve kusurlu yönleri ortaya konularak çürütülür.
 Doğru olan düşünce kanıtlanmaya çalışılır.
 Söyleşi havası hakimdir.
Örnek:
“Romancı konuyu önyargılarla ele almamalıymış! Ya nasıl ele almalıymış? Konusu
önyargılarla ele alınmamış tek bir sanat yapıtı bilmiyorum. Sanatçı, yapıtını hazırlamak için
birtakım seçmeler yapar, ya konuyu seçer ya konunun işlenişinde kullanılacak yöntemi. Bir
kere bu seçme bile bir önyargıdır. Önyargıyla hiçbir ilgisi yokmuş gibi görünen, aşkı anlatan
kitapları inceleyin. Hepsinde, sevgililerin kavuşmasına engel olan kuvvetlere yazarın karşı
durduğu görülür.”
PARAGRAFTA DÜġÜNCEYĠ GELĠġTĠRME YOLLARI
Parçada anlatılanları daha anlaşılır hâle getirmek, okuyucuyu etkilemek, onun ilgisini
çekmek gibi amaçlarla bu dört anlatım biçimine ek olarak bazı yardımcı yöntemler de
kullanılabilir.
Düşünceyi geliştirme yöntemlerinden, yukarıda gördüğümüz dört temel anlatımın
(açıklama, tartışma, betimleme, öyküleme) birinin içinde yararlanılabileceği gibi bu
yöntemlerden herhangi biri parçanın anlatımında hâkim konumda da olabilir.
1) Tanımlama
Bir kavram veya varlığın ne olduğunun açıklanmasına “tanımlama” denir. Genelde
açıklayıcı ve tartışmacı anlatım tekniklerinde tanımlamadan yararlanılır. Varlık ya da
kavramın okuyucunun zihninde daha belirginleşmesi amaçlanır. Tanım, “Bu nedir?” sorusuna
cevap verir.
2) Karşılaştırma
Birden fazla varlık ya da kavram arasındaki benzerlik veya farklılıkları ortaya koymak
için kullanılan anlatım yoluna “karşılaştırma” denir. Daha çok tartışmacı ve açıklayıcı anlatım
içinde kullanılan bu yöntemde, varlıkların farklı ya da ortak yönleri ele alınır.
3) Örneklendirme
Bir düşüncenin somut hâle getirilerek daha anlaşılır kılınması için anlatılan konuyla
ilgili örnekler verilmesine “örneklendirme” denir. Düşüncenin anlaşılır ve akılda kalıcı olması
amaçlanır. Bazen önce bir örnek verilerek veya fıkra anlatılarak konuya giriş yapılır.
Bunlardan hareketle de bir yargıya varılır.
4) Tanık Gösterme
Yazarın, savunduğu düşüncenin doğruluğuna okuyucuyu inandırabilmek için tanınan
ve görüşlerine itibar edilen kişilerin sözlerinden alıntı yapılmasına “tanık gösterme” denir.
Kişinin sadece ismini yazıda kullanmak, tanık gösterme için yeterli değildir. Bu,
örneklendirme olur. Tanık göstermede önemli olan, kişinin sözünü destekleyici olarak
kullanmaktır. Bu da kişinin düşüncelerinin tırnak içinde aktarılması ile olur.
Önce yazar kendi görüşünü verir. Daha sonra bu görüşü kanıtlamak, inandırıcılığı
artırmak için, o alanda tanınmış bir kişiden söz edip, o kişinin sözlerine yer verilir.
5) Benzetme
Bir kavramı ya da varlığı başka bir kavram ya da varlığın özellikleriyle anlatmaya
“benzetme” denir.
PARAGRAFTA ANLATICININ BAKIġ AÇISI
1) İlahi Bakış Açısı
Bu bakış açısında anlatıcı, olayların gelişiminden kahramanların neler düşündüğüne
kadar her şeyi bilir.
2) Kahraman Bakış Açısı
Hikâye ve romanlardaki olayların, kahramanlardan biri tarafından anlatıldığı bakış
açısıdır. Kahraman bakış açısında birinci kişi ağzı kullanılır.
3) Gözlemci Bakış Açısı
Bu bakış açısında olaylar bir kamera tarafsızlığıyla anlatılır. Gözlemci bakış açısında
üçüncü kişi ağzından bir anlatım vardır.
PARAGRAFTA ANLATIM ÖZELLĠKLERĠ
 Doğallık: Anlatımın yapmacıksız, günlük yaşantıda olduğu gibi, sanat yapmadan,
süs ve özentiden uzak yapılmasıdır.
 Duruluk:Anlatımın açık ve anlaşılır olmasıdır. Anlatımda anlaşılması zor
ifadelerden kaçınılmasıdır. Söylenecek sözü sembollere sığınmadan anlatma
demektir.
 Sürükleyicilik:Okuyucunun ilgisini canlı tutmak, okuyucuyu esere bağlamaktır.
 Akıcılık:Yazının
kolay
okunabilmesi
ve
rahatsız
eden
kelimelerin
kullanılmamasını ifade eder. Düşünceler kolay anlaşılabilir bir biçimde
sıralanabilmelidir. Ses sanatları akıcılığın vazgeçilmeyen unsurlarından biridir.
 Yoğunluk:Birçok anlamı bir arada vermektir. Anlam içinde anlam bulunacak
şekilde bir anlatımı tercih etmektir.
 Tutarlılık:Anlatımda birbiriyle çelişen düşünceler ileri sürmeme, sık sık düşünce
değiştirmemektir.
 Açıklık:Anlatımdan okuyucunun çıkardığı anlam ile yazarın vermek istediği
mesajın aynı olmasıdır. Anlatılmak istenenin kolayca anlaşılması demektir.
 Özgünlük:Anlatımda başkasına benzememe, kendine has olmaktır. Yazıda
taklitçilikten kaçınma; farklı, yeni, alışılmışın dışında olmaktır.
 Özlülük:Anlatımda az sözle çok anlam ifade edebilmektir. Sözü uzatmadan, kısa
tutarak mesajı en öz şekilde vermektir.
 Kalıcılık:Geçmiş dönemde ortaya konan bir yapıtın gelecekte de ilgi görmesi,
geçerliliğini korumasıdır.
 Ulusallık – Yerellik:Sadece bir ulusun kültürel özelliklerini taşımaktır.
 Evrensellik:Bir sanat yapıtının dünyadaki tüm insanlara hitap eden bir özellik
taşımasıdır.
 Çağdaşlık:Çağının gerisinde kalmamak, çağına uygun özellikler taşımaktır.
 İçtenlik:Anlatımın yürekten, candan, samimi olmasıdır.
Download