idari yaptırım kuramı açısından çevre kanunu`nda idari cezalar

advertisement
T.C
ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
KAMU HUKUKU ANABĐLĐM DALI
ĐDARĐ YAPTIRIM KURAMI
AÇISINDAN
ÇEVRE KANUNU’NDA ĐDARĐ CEZALAR
Yüksek Lisans Tezi
ILGIN ÖZKAYA ÖZLÜER
ANKARA-2008
T.C
ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
KAMU HUKUKU ANABĐLĐM DALI
ĐDARĐ YAPTIRIM KURAMI
AÇISINDAN
ÇEVRE KANUNU’NDA ĐDARĐ CEZALAR
Yüksek Lisans Tezi
ILGIN ÖZKAYA ÖZLÜER
Tez Danışmanı
DOÇ. DR. CÜNEYT OZANSOY
ANKARA-2008
ii
T.C
ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
KAMU HUKUKU ANABĐLĐM DALI
ĐDARĐ YAPTIRIM KURAMI
AÇISINDAN
ÇEVRE KANUNU’NDA ĐDARĐ CEZALAR
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı:
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı
Đmzası
....................................................................
........................................
....................................................................
........................................
....................................................................
........................................
....................................................................
.........................................
....................................................................
.........................................
....................................................................
.........................................
Tez Sınavı Tarihi ..................................
iii
ĐÇĐNDEKĐLER
Sayfa No:
GĐRĐŞ .......................................................................................................................... 1
BĐRĐNCĐ BÖLÜM
GENEL OLARAK ĐDARĐ YAPTIRIMLAR
I.YAPTIRIM KAVRAMI ÇERÇEVESĐNDE ĐDARĐ YAPTIRIMLAR.............. 4
A. HUKUK VE YAPTIRIM KAVRAMI ARASINDAKĐ ĐLĐŞKĐ ........................................... 4
B. YAPTIRIM VE DEVLET GÜCÜ ................................................................................ 8
C. YAPTIRIM VE “MÜEYYĐDE” KAVRAMI ĐLĐŞKĐSĐ ..................................................... 8
D- ĐDARĐ YAPTIRIM VE ĐDARĐ CEZA KAVRAMI ĐLĐŞKĐSĐ ........................................... 10
E. ĐDARĐ YAPTIRIMLARA ĐLĐŞKĐN KURAMSAL ÇERÇEVE .......................................... 12
1. Kamu Hukuku ve Özel Hukuk Ayrımı Ekseninde Đdari Yaptırımlar ............. 12
2. Genel Olarak Đdari Yaptırımlar - Ceza Yaptırımları Đlişkisi ........................... 15
II. ĐDARĐ YAPTIRIMLARIN KAVRAMSAL ÇERÇEVESĐ............................. 17
A. YAPTIRIMIN AMAÇLARI VE ĐDARĐ YAPTIRIMLAR................................................ 17
B. ĐDARĐ YAPTIRIMLARIN CEZA HUKUKU VE ĐDARE HUKUKU ĐLĐŞKĐSĐ ................... 24
1. Đdari Yaptırımların Hukuksal Niteliği............................................................. 24
a. Ceza Hukukuna Egemen Đlkeler Açısından Đdari Yaptırımların Özellikleri ... 25
aa. Kanunilik ilkesi..................................................................................... 25
aaa. Kanunla düzenlenme ilkesi............................................................. 27
aab. Kıyas Yasağı................................................................................... 31
aac. Geriye Yürümezlik Đlkesi................................................................ 33
ab. Şahsilik ilkesi ....................................................................................... 35
iv
ac. Ölçülülük Đlkesi .................................................................................... 37
ad. Cezaların Bireyselleştirilmesi Đlkesi.................................................... 40
b. Đdari Yaptırım Kararlarının Đdari Đşlem Olmasından Kaynaklanan
Özellikleri....................................................................................................... 42
ba. Đdarenin Tek Yanlı ve Đcrai Kararlarından Olması............................... 43
bb. Bireysel ve Yükümlendirici Đdari Đşlem Kategorisinde Olması........... 43
bc. Yargısal Denetiminde Kural Olarak Đdari Yargının Görevli Olması ... 45
bd. Đdari Yaptırımlarda Usul ve Takdir Yetkisi ......................................... 55
2. Đdari Yaptırımların Hukuki Sonuçları.................................................................59
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
ĐDARĐ YAPTIRIMLAR ve ÇEVRE HUKUKU ĐLĐŞKĐSĐ
I.
ĐDARĐ YAPTIRIMLARIN AMACI VE ÇEVRE HUKUKU..................... 65
A. KOLLUK VE ÇEVRENĐN KORUNMASI .................................................................. 65
1.Genel Olarak Kolluk ....................................................................................... 65
a. Kolluğun Amacı: Kamu Düzeninin Sağlanması ........................................ 67
aa. Kamu Güvenliği ................................................................................... 69
ab. Kamu Sağlığı........................................................................................ 69
ac. Kamu Dirliği ve Esenliği...................................................................... 70
b. Kamu Düzeni’nin Yeni Görünümü Olarak Çevresel Kamu Düzeni.......... 71
c. Genel Đdari Kolluk Özel Đdari Kolluk Ayrımı Çerçevesinde Türk Pozitif
Hukukunda Çevre Kolluğu ............................................................................ 78
2. Kolluk-Đdari Yaptırım Đlişkisi ve Çevre Kanunu’ndaki Đdari Yaptırımlar ........... 81
a. Kolluk Đşlemleri.......................................................................................... 81
b. Kolluk Đşlemlerine Aykırılık ...................................................................... 83
v
B. ĐDARĐ YAPTIRIMLARIN BAŞLICA ÖZELLĐKLERĐ ................................... 86
1. Önleyici ve Cezalandırıcı Olması ................................................................... 86
2. Đdari Đşlem Olması........................................................................................... 91
3. Gerçek Kişiler ve Tüzel Kişiler Đçin Uygulanabilmesi ................................... 93
4. Kusur Şartına Đlişkin Farklı Görünümler Barındırması .................................. 95
5. Cezaların Tekerrürüne Esas Teşkil Etmemesi ................................................ 98
6. Ne Bis Đn Đdem Đlkesi Katı Biçimde Uygulanmaması................................... 100
7. Hürriyeti Kısıtlayıcı Nitelikte Olmaması ...................................................... 102
II.
TÜRK POZĐTĐF HUKUKUNDA ĐDARĐ YAPTIRIMLAR .................. 102
A. ĐDARĐ YAPTIRIM ÇEŞĐTLERĐ ..................................................................... 102
1. Đdari Mali Yaptırımlar ................................................................................... 103
a. Đdari Para Cezaları .................................................................................... 103
aa. Para Cezalarına Đlişkin Mevzuat ve Çevre Kanunu............................ 105
ab. Đdari Para Cezalarına Đlişkin Mevzuat ve Çevre Kanunu ................... 107
b. Diğerleri ................................................................................................. 108
2. Bireysel Đdari Yaptırımlar ............................................................................. 108
B. KABAHATLER KANUNU ........................................................................... 110
1.Genel Olarak Suç Olmaktan Çıkarma Eğilimi ve Kabahatler Kanunu.......... 110
2. Genel Olarak Kabahatler Kanunu ................................................................. 118
a. Kanunun Amacı Ve Kabahat Kavramı..................................................... 118
b. Genel Kanun Olma Niteliği ..................................................................... 120
c. Kanuna Egemen Temel Đlkeler ve Tüzel Kişilerin Sorumluluğu ............. 124
ca. Kanunilik ilkesi................................................................................... 124
vi
cb.Geriye yürümezlik ilkesi ve Zaman Bakımından Uygulamaya Đlişkin
Düzenlemeler ........................................................................................... 125
cd. Mülkilik ve Şahsilik Đlkesi ................................................................. 129
ce.Tüzel Kişilerin Sorumluluğu ............................................................... 133
d. Kabahatlerin Özel Đşleniş Biçimleri Olarak Đçtima ve Đştirak.................. 133
e. Kabahatler Kanunu’nda Đdari Yaptırım Uygulamaya Yetkili Makamlar. 136
ea. Cumhuriyet Savcılarının Đdari Yaptırım Uygulaması ........................ 137
eb. Mahkemelerin Đdari Yaptırım Uygulaması ........................................ 140
3. Kabahatler Kanunu’na Göre “Başvuru Yolu”............................................... 142
4. Kabahatler Kanunu ve Çevre Hukuku Đlişkisi .................................................147
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ÇEVRE KANUNU'NDA ĐDARĐ YAPTIRIMLAR
I- GENEL OLARAK ÇEVRE KANUNU VE ĐDARĐ YAPTIRIMLAR ......... 155
A. ÇEVRENĐN KORUNMASINDA ĐDARĐ YAPTIRIMLARIN ETKĐSĐ ............................. 155
B. ÇEVRE HAKKI ÇERÇEVESĐNDE ÇEVRE KANUNU’NDAKĐ ĐDARĐ YAPTIRIMLARIN
FAĐLLERĐ ............................................................................................................... 159
II. ÇEVRE KANUNU’NDA ĐDARĐ ĐHLALLER VE YAPTIRIMLAR ......... 161
A. ĐDARĐ PARA CEZASI ÖNGÖRÜLEN ĐHLALLER...................................... 163
1. Hava Kirliliği ................................................................................................ 164
2. ÇED Süreci ................................................................................................... 170
3. Arıtma ve Bertaraf Yükümlülükleri .............................................................. 172
4. Bildirim ve Bilgi Verme Yükümlülüğü ........................................................ 174
5. Gürültü ve Titreşim ....................................................................................... 175
vii
6. Đyonlaştırıcı Olmayan Radyasyon Yayılımı.................................................. 176
7. Toprak Kirliliği ............................................................................................. 177
8. Biyolojik Çeşitliliğin ve Ekosistemin Korunması......................................... 179
9. Çevre Yönetim Birimi Kurma, Çevre Görevlisi Bulundurma
Yükümlülüğü .................................................................................................... 182
10. Atıklar ......................................................................................................... 183
11. Su Kirliliği................................................................................................... 184
12. Acil Durum Planları .................................................................................... 186
13. Umuma Açık Yerlerde Çevreyi Kirletme ................................................... 186
14. Tehlikeli Kimyasallar.................................................................................. 187
B.FAALĐYETĐN DURDURULMASI YAPTIRIMI ÖNGÖRÜLEN ĐHLALLER .................... 188
III. ÇEVRE KANUNUNDAKĐ ĐDARĐ YAPTIRIMLAR AÇISINDAN USUL189
A. ĐDARĐ YAPTIRIM KARARLARINDA YETKĐ .......................................................... 189
B. ĐDARĐ YAPTIRIM KARARININ VERĐLMESĐ VE TEBLĐĞĐ USULÜ ........................... 191
C.ĐDARĐ YAPTIRIM KARARLARINA KARŞI DAVA YOLU VE CEZALARIN TAHSĐLĐ .. 195
SONUÇ.................................................................................................................... 198
KAYNAKLAR ....................................................................................................... 202
viii
KISALTMALAR
A.B.D.
Ankara Barosu Dergisi
A.D.
Adalet Dergisi
A.Đ.D.
Amme Đdaresi Dergisi
AMK
Anayasa Mahkemesi Kararı
AMKD
Anayasa Mahkemesi Kararları Dergisi
A.Ü.H.F.D.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
A.Ü.S.B.F.D.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi
A.Y.D.
Anayasa Yargısı Dergisi
bkz.
bakınız
C.
Cilt
Çev.
Çeviren
D.
Danıştay
D
Dairesi
D.D.
Danıştay Dergisi
dpnt
Dipnot
E.
Esas
E.Ü.H.F.D.
Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
G.Ü.H.F.D.
Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
Đ.B.D.
Đstanbul Barosu Dergisi
Đ.Ü.H.F.D.
Đstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
Đ.Ü.H.F.M.
Đstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası
Đ.Ü.S.B.F.D.
Đstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi
ix
ĐYUK
Đdari Yargılama Usulü Kanunu
Đz.B.D.
Đzmir Barosu Dergisi
M.Ü.H.F.D.
Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
No.
Numara
S.
Sayı
s.
sayfa
S.B.F.D.
Siyasal Bilgiler Fakültesi
T.B.B.D.
Türkiye Barolar Birliği Dergisi
T.C.
Türkiye Cumhuriyeti
T.C.K.
Türk Ceza Kanunu
vb.
ve benzeri
vd.
ve devamı
Y.
Yıl
Y.K.D.
Yargıtay Kararlar Dergisi
x
GĐRĐŞ
Ülkemizde son yıllarda “yaptırım” kavramı hem pozitif hukuk alanında hem
de devlet-toplum ilişkileri alanında giderek yoğunlaşan-artan bir önem ve ağırlık
kazanmıştır. Özellikle ‘idari yaptırım’ kavramının doktrinde ve pozitif hukuk içinde
kuşatıcı bir etkinlik düzeyine kavuşmaya başladığını söylemek mümkündür. Bu
alanda artan hukuki düzenlemelerle birlikte, yargı kararlarında, kuramsal
tartışmalarda, devlet-toplum ilişkilerinde idari yaptırım alanının getirdiği bir dolu
hukuk pratiği ve sorunları doğmaktadır. Ancak bu tartışmaların bugün için yeterli bir
olgunluğa ve hukuk dünyası açısından bir doygunluğa ulaştığını söylemek mümkün
değildir.
Đdari yaptırım kavramının, ceza yaptırımı alanından kopuşunu bir hukuk
tekniği problemi olarak görmek yerine, son yıllarda ülkemizde dönüşen hukuk pratiği
ve devlet-toplum algısı etrafında değerlendirmek, konunun daha nesnel bir zeminde
somutlaşmasına olanak sağlayabilecektir.
Özellikle tezimiz açısından idari yaptırım kavramının, çevre hukuku
ilkelerinin, toplumsal pratiklerde, hukuk dünyasında nasıl karşılık bulabileceğinin
yoğun olarak tartışılmaya başlandığı, çevre sorunlarına karşı geliştirilecek tedbirlerin
ne olması gerektiğine dair yoğun bir birikim sürecine girdiğimiz bugünlerde, çevre
hukuku ile karşılıklı bir değerlendirmeye tabi tutulması gerekmektedir. Tezimizin
temel olarak odaklandığı noktalardan biri de, bu açıdan gerek pozitif hukukta etkisi
giderek artan “idari yaptırım” kavramının ne olduğunu açıklamak, kavramsal açıdan
oturduğu yeri belirginleştirmek; diğer açıdan da çevre hukuku ile ilişkisine
değinmektir.
1
Son yıllarda çevre sorunlarının etkilerinin görünür hale gelmesi, devletin,
toplumun bu konuda somut, etkin sorumluluk ve ödevler üstlenmesi gerekliliği
kaçınılmaz bir gerçek haline gelmiştir. Ancak diğer yandan devletin, toplumsal
ilişkilerin
düzenlenmesinde
rolünün
tanımlanmasının,
ekonomik
düzenin
sağlanmasına yönelik ilke ve kurallar bütünü eksenine oturtulması, çevre hukukunun
ilkelerinin, hukuk dünyasında ve toplumsal pratiklerde karşılık bulmasına olan
etkisinin de bu açıdan tartışılması gerekir. Kamu düzeninin sağlanmasına yönelik
tedbirlerin, idari yaptırımların, çevre hukukunun en temel ilkelerinden biri olan
katılım ilkesinin ve önleme ilkesinin nasıl hayat bulacağı da bu açıdan
değerlendirilmelidir. Bu değerlendirmeler, pozitif hukukumuza giren Kabahatler
Kanunu gibi kimi düzenlemelerin çevre hukuku ile ilişkisinin anlaşılması açısından
da oldukça değerlidir. Bu tartışmaların hukuk pratiği açısından yürütüleceği zemin
ise bir yandan doktrindeki tartışmalar diğer yandan da yargı kararlarıdır.
Bu eksende, tez genel olarak yaptırım kavramını, yaptırımlar sistematiği
açısından bir değerlendirme ve tasnife tabi tutacaktır. Bu tasnif ölçeğinde, idari
yaptırım kavramını kuramsal yönelimi itibariyle değerlendirdikten sonra kavramsal
bir aksa oturtacaktır. Bu bölümde idari yaptırımların amaçları ve niteliği üzerine
yoğunlaşılarak, ceza yaptırımları ile arasındaki ilişki ve farklılaşmaya görünürlük
kazandırmak amaçlanmıştır. Đdari yaptırımlarda izlenecek usul ve yaptırımların
sonuçları ile birlikte birinci bölümde kavramsal çatının ana hatları tartıştırılacaktır.
Tezin ikinci bölümünde idari yaptırımların amaçlarından yola çıkılarak, çevre
hukuku ile ilişkisi üzerine odaklanılacaktır. Bu açıdan çevre kamu düzeninin nasıl
sağlanacağı, idari yaptırımların kamu düzeninin sağlanmasında etkin bir işlevinin
olup olamayacağı tartışılacaktır. Kolluk ve idari yaptırım ilişkisi üzerinden de çevre
2
sorunlarının gelişimi karşısında idari yaptırım pratiğinin pozitif hukuk alanında
yansıması olan Kabahatler Kanunu ve ilgili diğer idari yaptırım düzenlemeleri
değerlendirilecektir.
Tezimizin üçüncü bölümünde ise idari yaptırımların Çevre Kanunu ile olan
ilişkisi temel olarak irdelenecektir. Çevre Kanunu’nun dayandığı ilkeler ile idari
yaptırımların düzenlenme biçimi arasındaki ilişki bu bölümde sorunsallaştırılarak,
Çevre Kanunu’nda düzenlenen idari yaptırımlar anlatılacaktır.
Çevre
hukukunun
gelişen
ve
disiplinlerarası
niteliği
göz
önünde
bulundurularak, tezimiz çevre sorunlarının çözümüne yönelik düzenlemelerin bir
kısmını kapsayan Çevre Kanunu’ndaki idari yaptırımlarla kendi çalışma alanını
sınırlandırmış olsa da bunu, idari yaptırım pratiğinin anlaşılması, çevre hukuku ile
ilişkisinin kurulması açısından bir eksiklik olarak görmemekteyiz.
Bu düzlemde çevre hukuku ile idari yaptırım ilişkisinin, algı düzeyinin pozitif
hukuk açısından açığa çıkartılması, yargı kararlarının ve doktrinin bu eksende
tartışılması, bu tercihin bir eksiklik değil bir zemin tarifi olduğunu işaret ettiğinin
anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.
Ülkemizde çevreye yönelik düzenlemelerin etkinleştirilmesini sağlamak için
her şeyden önce, devletin, çevreyi kendi hukuk pratiği açısından nasıl dönüştürmeye
çalıştığını açığa çıkartmak önemlidir. Tezimiz de bu açıdan devlet ve toplum
ilişkilerinin köklü bir biçimde dönüştüğü, idarenin denetimine yönelik hukuki
araçların ekonominin gözünden yeniden tasarlandığı bir uğrakta, çevre-toplum-devlet
ilişkisini idari yaptırım kavramı ekseninde anlamaya ve çevre hukuku kavramlarıyla
ilişki düzeylerini tartışmaya çalışacaktır.
3
BĐRĐNCĐ BÖLÜM
GENEL OLARAK ĐDARĐ YAPTIRIMLAR
I. YAPTIRIM KAVRAMI ÇERÇEVESĐNDE ĐDARĐ YAPTIRIMLAR
A. Hukuk ve Yaptırım Kavramı Arasındaki Đlişki
Đnsan, toplum denilen bir sosyal çevre içinde ve benzerleri ile birlikte yaşar.1
Birlikte yaşam, insanın kendisini ve varlığını devam ettirebilmesinin bir sonucu
olarak ortaya çıkan insan gruplarının, kendi aralarında oluşturdukları ilişkilerle,
sosyal çevre sistemlerinin oluşmasına neden olmuşlardır. Toplum olarak adlandırılan
bu sosyal çevrenin herhangi bir insan grubundan farkı ise, “toplumu oluşturan
bireyler arasındaki örgütlenme, işbölümü, bağımlılık, dayanışma gibi ilişkiler”2den
oluşan bir sistemi oluşturmasıdır. Buna göre insan, belirli bir düzen içinde, karşılıklı
ilişki ve dayanışma3 içinde bulunduğu insanlardan oluşan ve adına toplum denilen
topluluğun içinde yaşamını sürdürür.
Đnsanların toplum içinde ve kendi aralarında kurarak oluşturdukları ilişkiler
ağına ise, ‘toplumsal ya da sosyal ilişkiler’ denir.4 Toplumsal hayatın belirli bir
düzen içinde sürdürülebilmesi ve insanların hem kendi aralarında hem de içinde
bulundukları toplumla olan ilişkilerinin bu ‘düzen’ içinde devam ettirebilmeleri için,
1
Dilimize ‘sosyal hayvan’ olarak çevrilen, Aristoteles’in ‘zoon politikon’ olarak andığı kavram da,
insanın benzerleri ile birlikte ve toplu olarak yaşama ihtiyacına vurgu yapmaktadır: Mukbil Özyörük,
Hukuka Giriş, Ege Matbaası, Ankara, 1969, s. 5.
2
Aydın Aybay / Rona Aybay,
Hukuka Giriş, Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 4. Baskı,
Đstanbul, Eylül 2007, s. 2.
3
Benzerlik dayanışması ve işbölümü dayanışması olarak iki başlık altında ele alınan sosyal
dayanışmalar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Özyörük, op.cit., s. 7 - 9.
4
Turhan Esener, Hukuk Başlangıcı Genel Hukuk Bilgisi, Alkım Yayınevi, 7. Baskı, Đstanbul, Ekim
2004, s. 19.
4
uymaları gereken bazı kuralların varlığı zorunludur. Bu kurallar, toplum düzenini
sağlamak amacına yönelen, “kişilere ödevler yüklediği gibi yetkiler de tanıyan”5 ve
adına toplumsal düzen kuralları denilen, kurallar bütününü oluştururlar.6
Toplumsal düzen kuralları, kişilere yükledikleri ödev ve yetkiler yoluyla
sağlamaya çalıştığı düzeni, ödevlere aykırı davrananlar ve yetkilerini aşanlara karşı,
toplumsal tepkiler yoluyla korur. Buna göre toplumsal düzen kuralları bünyesindeki
emir ve yasaklar, toplu yaşamı sağlamak ve korumak amacıyla, toplumsal tepkiler ya
da diğer adıyla toplumsal yaptırımlar aracılığıyla korumaya alınmışlardır. 7
Söz konusu toplumsal yaptırımlar, bireysel çıkar - toplumsal çıkar ilişkisi
içinde şekillenen ve toplumsal düzen kurallarının çeşitlerine göre farklılık gösteren
yaptırımlardır.8 Buna göre, toplumsal hayatı düzenleyen toplumsal düzen kurallarının
kapsamında değerlendirilmesi gereken hukuk, birlikte yaşayabilmenin tek kuralı
olmadığı gibi, hukuk yaptırımları da toplumsal düzene aykırı davranışlara karşı
gösterilen tek yaptırım sistemi değildir.9 Ancak din kuralları, ahlak ve görgü kuralları
olarak gruplandırılan diğer toplumsal düzen kuralları, hukuk kuralları gibi devlet
5
Enver Bozkurt, Hukukun Temel Kavramları, Asil Yayın Dağıtım, 6. Baskı, Ankara, 2007, s. 4.
“ Toplumsal düzen kurallarının kapsam ve niteliklerinin, toplumların gelişmişlik düzeyine, ekonomik
ve sosyal yapısına göre değişiklik gösterebileceğini ifade etmişler ve kapalı ekonomi düzeyindeki ilkel
bir köy için gerekli kurallar ile sanayileşmiş büyük bir kent için gerekli kuralların farklı olduğunu
belirtmişlerdir. Buna karşın yazarların da haklı olarak belirttiği gibi, her toplum, hangi özelliklere
sahip olursa olsun, bireylerinin uyması gereken toplumsal düzen kurallarına sahiptir”. Bkz. : Aybay /
Aybay, op.cit, s. 11.
6
Erhan Adal, Hukukun Temel Đlkeleri El Kitabı, Legal Yayıncılık, 8. Baskı, Đstanbul, 2004, s. 1 ;
Enver Bozkurt, Genel Hukuk Bilgisi, Asil Yayın Dağıtım, 4. Baskı, Ankara, 2007, s. 3.
7
Halil Can / Semih Güner, Hukukun Temel Kavramları, Arıkan Basım Dağıtım, 3. Baskı, Ankara,
2006, s. 8; Şeref Gözübüyük, Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları, Turhan Yayınevi,
26.Baskı, Ankara, 2007, s. 1; Bozkurt, Genel Hukuk…, s. 4.
8
Bozkurt, Hukukun…, op.cit., s. 5; Can / Güner, Ibid.
9
Adal, op.cit., s. 32.
5
gücüyle desteklenmiş maddi yaptırım sistemlerine sahip değildir.10 Diğer bir deyişle,
toplumsal düzeni sağlayan din, ahlak, görgü ve hukuk kuralları birbirleriyle kesişen
yanlara sahip ve ilişkili kurallar olsalar da,11 çalışma konusunu da oluşturan hukuk
kuralları, devlet gücüyle ve maddi yaptırımlarla desteklenmiş emir ve yasaklar
sistemi sunması yönüyle, diğer düzen kurallarından ayrılmaktadır.
Çalışma açısından yaptırım kavramını bağlamına oturtabilmek için, hukuk
kavramı ile ilişkisine yoğunlaşmak gerekmektedir. Bu açıdan söylemek gerekir ki,
“hukuk”
kavramı hakkında pek çok tanım getirilmiş olmasına karşın, doktrine
egemen tek bir “hukuk” anlayışı bulunmadığı için, genel kabul gören tek bir hukuk
tanımı da bulunmamaktadır.12 Ancak ileri sürülen tanımlar arasından, çalışmamızı
ilgilendiren, hukukun “kurallar sistemine işaret eden anlamı”13 olmalıdır.
10
Bozkurt, Hukukun…, op.cit., s. 11.
11
Din, ahlak ve görgü kuralları ve bu kuralların hukuk kuralları ile olan ilişkisi, çalışma kapsamına
dahil konular olmadıkları için ayrıntılandırılmamışlardır.
12
Özyörük, op.cit., s. 16. Esener, doktrinde genel kabul görmüş bir hukuk tanımının olmayışını,
hukukun, toplumda oluşan değişim ve gelişimi izlemesine ve hukuk düzeninin amaca, yer ve zamana
göre gelişen içinde bir kavram olmasına bağlamaktadır. Turhan Esener, op.cit, s. 3. Hukuk kavramı
hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. : Adnan Güriz, Hukuk Felsefesi, Siyasal Baskı, 7. Baskı, Ankara,
2007, s. 19 - 32 ve Richard Hong, Hukuk Başlangıcı ve Tarihi, (Çev.) M. Yavuz, Burhaneddin
Matbaası, 2. Baskı, Đstanbul, 1935, s. 7 - 18.
13
Umar, hukuk teriminin dört ayrı anlamı bulunduğunu ve sunulan her anlama göre, hukuk
kavramının tanımının da değiştiğini belirtmiştir. Yazar hukuk teriminin dört anlamını: (1) hukuk
sözcüğünün kökeni ve kökenindeki öz anlamı, (2) hukuk sözcüğünün kurallar sistemini inceleyen
bilim dalına işaret eden anlamı, (3) hukuk sözcüğünün ‘kamusal olmayan’ anlamında bir sıfat olarak
kullanılması, (4) hukuk sözcüğünün, bir kurallar sistemine işaret eden anlamı, olarak saymıştır. Umar,
hukuk kavramının anlamlarına ilişkin yaptığı bu sınıflama içinde, kavramın ‘kurallar sistemine işaret
eden anlamı’nın hukuk sözlüklerinde en çok yer verilen ve kullanılan anlamı olduğunu belirtmiştir.
Bilge Umar, Hukuk Başlangıcı, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Döner Sermaye Đşletme
Yayınları No:79, Đzmir, 1997, s. 12 - 13.
6
Buna göre, yaptırımlarla14 ilgili çalışmamız açısından hukuk kavramı,
‘toplumsal hayatı düzenlemek amacıyla, devlet eliyle uygulanan yaptırımlarla
desteklenen kurallar sistemi’15 olarak tanımlanabilir. Bu unsurlar açısından hukuk yaptırım ilişkisi, ancak ‘hukuk kurallarının’ özelliklerinin belirlenmesi ve ‘hukuk
kurallarına aykırılık’ kavramının açıklanması ile mümkün olabilecektir.
Hukuk kuralları, insanlararası ilişkileri düzenleyen, özünde emir - yasak
içeren, bağlayıcı ve zorlayıcı karakterde, genel ve soyut kurallardır.16 Bu
özelliklerden, ‘insanlararası ilişkileri düzenlemek’ ile kastedilen, hukuk kurallarının
amacının insanların dış dünyaya yansıyan davranışları sonucunda doğan ilişkilerinin
düzenlenmesidir.17 ‘Genellik ve soyutluk’ özelliği ise, hukuk kurallarının her somut
durum için çözüm getirecek sayısız imkânı içeren bir yapıda ve herkes için
uygulanabilecek kapsamda kurallar olması anlamına gelir.18 Hukuk kurallarının
yaptırım kavramı ile ilişkisini kuran özelliği ise, ‘emir ve yasak’lar içermesi ve
bağlayıcı, zorlayıcı karaktere sahip kurallar olmasıdır.19
14
Tez konusunun hukuk yaptırımları ile ilgili olması nedeniyle, bundan sonraki bölümlerde yaptırım
kavramı ile kastedilen hukuk yaptırımları olacaktır.
15
Ramazan Çağlayan, Đdari Yaptırımlar Hukuku, Asil Yayın Dağıtım, Ankara, 2006, s. 7; Özyörük,
op.cit., s. 18; Aybay / Aybay, op.cit., s. 43; Bozkurt, Genel…, op.cit., s. 17; Can / Güner, op.cit., s.
14; Esener, op.cit., s. 21; Adal, op.cit., s. 1; Bilge’nin hukuk kavramına getirdiği benzer bir tanımı:
“Hukuk, toplum hayatında kişilerin birbirleri ile ve toplumla olan ilişkilerini düzenleyen ve uyulması
kamu kudreti ile desteklenmiş bulunan sosyal kurallar bütünüdür”. Necip Bilge, Hukuk Başlangıcı
Dersleri, Ajans Türk Matbaası, 5. Baskı, Ankara, 1966, s. 8.
16
Adnan Güriz, Hukuk Başlangıcı, Siyasal Kitabevi, 11. Baskı, Ankara, 2006, s. 17 - 19; Esener,
op.cit., s. 4 - 5.
17
Aybay / Aybay, op.cit., s. 16.
18
Güriz, op.cit., s. 18 - 19.
19
Bilge, op.cit., s. 18-19; Gözübüyük, op.cit., s. 8.
7
B. Yaptırım ve Devlet Gücü
Yaptırım kavramı, hukuk kurallarının20 emir ve yasaklarına aykırı
davranışlara karşı uygulanan ve hukuk kurallarının arkasındaki devlet gücünden
kaynaklanan zorlama aracı olarak açıklanabilir.21 Diğer bir deyişle, yaptırım, “ya
hukuk kuralının olumlu emrinin yerine getirilmemesi ya da kuralın öngördüğü
yasağa riayet edilmemesi halinde kendini gösteren”22 devlet tepkisidir. Yaptırım
olarak adlandırılan tepkisi ile Devlet, “emrin yerine getirilmemesi (ya da kurala
riayetsizliğin) sonucuna ilişkin zorlama, önleme veya caydırma” niyeti taşır ve
hukuka uygun davranışın sağlanmasını ve/veya hukuka aykırı davranışların
önlenmesini amaçlar.23
C. Yaptırım ve “Müeyyide” Kavramı Đlişkisi
Belirtilmesi gerektiğini düşündüğümüz bir husus da, çalışma boyunca tercih
edilen bir kavram olarak yaptırım kavramının, müeyyide kavramı ile olan ilişkisidir.
20
Doktrinde hukuk kuralları, emredici, tamamlayıcı, tanımlayıcı ve yorumlayıcı olmak üzere 4 grup
altında ele alınmaktadır. Bu gruplandırmada, yaptırımların konusuna girdiği hukuk kuralları, emredici
hukuk kurallarıdır. Hem özel hem de kamu hukukunda yer alan, emir ve zorunluluk içeren ve
uyulmaması hallerinde yaptırım öngörülen hukuk kuralları olarak açıklanan emredici hukuk kuralları
amacı ve yaptırımlar içermesi yönleriyle diğer hukuk kurallarından ayrılırlar. Can / Güner, op.cit., s.
37 - 43.
21
Esener, op.cit., s. 4 – 5. “Hukuk kurallarına aykırı davranılması demek olan hukuk kurallarının
ihlali olgusu, yaptırımı gerektirir”. Erol Cansel / Çağlar Özel, Hukuk Başlangıcı – Hukukun Temel
Kavram ve Kurumları, Seçkin Yayıncılık, 3. Baskı, Kasım 2006, s. 43.
22
Güriz, op.cit., s. 46. “Yaptırım, kuraldan doğan emir ve yasaklara uymama halinde karşılaşılacak
tepkidir”. Adal, op.cit., s. 37; Yapılan bu tanım ışığında, yaptırımların temel bazı özellikleri şu şekilde
belirtilebilir: (1) yaptırımlar emredici hukuk kurallarına aykırılık hallerinde uygulanır (2) yaptırımlar
hukukça belirlenir ve hukuk tarafından belirlenmiş usullere göre verilir (3) hangi davranışların hukuka
aykırı davranış olarak kabul edileceği yetkili organlarca ve hukuk kurallarına göre tespit edilir (4)
uygulanacak yaptırımın türü, niteliği ve ağırlığı, hukuk kurallarına ve ilkelerine göre belirlenir. Aybay
/ Aybay, op.cit., s. 44.
23
Esener, op.cit., s. 214.
8
Müeyyide kavramının yaptırım kavramı ile eş anlamlı kavramlar olduğuna dair
doktrindeki
yaygın görüşe karşın24 Özay,
müeyyide kavramının
yaptırım
kavramından daha üst bir kavram olduğunu ve çoğunlukla ceza hukuku ile
özdeşleştirilmesi nedeniyle, idare hukuku kurallarına aykırılık halleri için yaptırım
kavramının tercih edilmesinin yerinde olacağını ifade etmektedir.25 Yazarın bu
kavramsal tercihinin, her iki disiplinin farklılıklarının vurgulaması açısından önemli
olduğu kanısıyla, biz de, ceza hukukunda yaygın kullanıma sahip bir kavram olan
müeyyide yerine, yaptırım kavramını kullanmayı tercih ettik.
Bu bağlamda vurgulamak gerekir ki, yaptırım kavramının müeyyide
kavramından
farklılaşması,
hukuk
ve
devlet
gücü
ile
ilişkilendirilerek
anlamlandırılması, bir yanıyla kavramın idare ve kamu hukuku ilişkisi içinde
değerlendirilmesini de zorunlu kılmaktadır.26
Yaptırım ve müeyyide ilişkisi bu şekilde belirlendikten sonra, idari yaptırım
ve idari ceza kavramları arasındaki ilişkinin belirlenebilmesi açısından, idari yaptırım
ve idari ceza kavramlarının da incelenmesi gereklidir.
24
Yaptırım ve müeyyide kavramlarını eş anlamlı kullanan bazı yazalar için bkz. : Güriz, op.cit., s. 46;
Bozkurt, Genel…, op.cit., s. 45; Umar, Hukuk…, s. 13; Adal, op.cit., s. 37; Çağlayan, op.cit., s. 11 13; Tahsin Bekir Balta, Đdare Hukukuna Giriş I, TODAĐE, No:117, 1968/1970, Sevinç Matbaası,
Ankara, 1970, s. 201.
25
“Yaptırımlar öteden beri kullanılagelmekte olan müeyyidelerin öztürkçe karşılığı değil, bu kurumun
özellikle idare hukuku alanında ulaştığı yapısal ve işlevsel yeni anlam, kapsam ve nitelik bakımından
yeni bir tür özelliğini kazanması, dolayısıyla yeni bir isimle anılması arzusunun ve bizce gereğinin bir
sonucudur”. Đl Han Özay, Đdari Yaptırımlar, Đstanbul Üniversitesi Yayınları No: 3326, Hukuk
Fakültesi No: 691, Özlem Kardeşler Matbaacılık, Đstanbul, 1985, s. 15.
26
Aybay / Aybay, op.cit., s. 45 – 46. Günümüz hukuku açısından yaptırımların tek tek sayılması ve
belirlenmesi mümkün görünmemektedir. Ancak yaptırımların kamu hukuku ve özel hukuk ayrımı
ekseninde incelenmesine geçmeden önce hem Türk hukuku hem de diğer çağdaş hukuk düzenine
bağlı devletler açısından başta cezalar, tazminatlar, müsadere ve hükümsüzlük / butlan kavramlarının
yaptırım çeşitleri içinde sayıldığını belirtmek gerekir.
9
D. Đdari Yaptırım ve “Đdari Ceza” Kavramı Đlişkisi
“Yaptırım denilince ilk akla gelen, en eski, yaygın ve dolayısıyla üzerinde en
fazla durulan, ceza hukuku yaptırımı” 27 olan cezalardır. Diğer bir deyişle, ‘ceza’lar,
mahkemeler tarafından yargısal işlem olarak ortaya çıkan, bir ceza hukuku yaptırımı
çeşididir.28 Buna göre, yaptırım ve ceza kavramlarının aynı anlama gelecek şekilde
kullanılması, cezalar dışındaki yaptırım çeşitlerinin yok sayılması anlamına geleceği
gibi, ceza kavramının ceza hukukuna özgü bir kavram olduğunun da göz ardı
edilmesi sonucu doğuracaktır. Yaptırım ve ceza kavramlarının bu çalışma
kapsamında değerlendirilmesi gereken yanı ise, doktrinde ve yargı kavramlarında sık
sık birbirleri yerine kullanılan iki kavram olarak idari yaptırım ve idari ceza
kavramlarının ilişkisidir.
Đdari yaptırım ve idari ceza kavramları yasalarda ve yargı kararlarında
birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Ancak, Viyana 14. Uluslararası Ceza Kongresi
kararlarında da vurgulanmış olduğu gibi, idari yaptırımlar ve bu alandaki ihlalleri
ifade etmek için kullanılan kavram ve terimlerin, suç ve cezalardan ayırt edici olacak
şekilde, kendine özgü olması gerekmektedir.29 Diğer bir deyişle, idari ceza kavramı
yerine idari yaptırım kavramının tercih edilmesi, idari yaptırımların ceza hukuku
dışında ele alınması gereken karakterlerine yapılan bir vurgu anlamına geleceği gibi,
27
Mustafa Yılmaz, Đmar Yaptırımları ve Yargısal Korunma, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2002, s.
29.
28
Ibid. ,s. 28.
29
Yücel Oğurlu, Đdari Yaptırımlar Karşısında Yargısal Korunma, Đdari Ceza Hukuku ve Đdari
Cezalara Karşı Başvuru Yolları, Seçkin Yayıncılık, 2.Baskı, Ankara, 2001, s. 31.
10
ceza yaptırımlarından farklı bir alanda ve farklı amaçlarla kullanıldıklarının da
kavramsal olarak benimsendiğinin göstergesi olacaktır.30.
Sancakdar’ın da belirtmiş olduğu gibi, “münferit yasalar ile Anayasa
Mahkemesi gibi bağlayıcı yargı kararlarında” idari yaptırımlar ve idari cezaların aynı
anlama gelecek şekilde kullanılması neticesinde, idari cezalar da yasal bir terminoloji
olarak Türk hukukunda yer almasına neden olmuştur.31 Buna göre, doktrinde ve
yargı kararlarında idari yaptırım kavramı yerine idari ceza kavramının kullanılması
genel kabul görmüş bir yaklaşım olduğu belirtilebilirse de, bu alanda yaşana
terminolojik karışıklığın, idari yaptırımlar hakkında uygulanacak hukuki rejimi
bulanıklaştırdığı ve tartışmalı hale getirdiği de belirtilmelidir.
Sonuç olarak, çalışma boyuca genel olarak “ ceza yaptırımı çağrışımına neden
olan” ceza kavramı yerine, idari yaptırım kavramı kullanılmasına özen gösterildiği
belirtilmelidir. Ancak, Çevre Kanunu gibi pek çok kanunda ve ilgili pek çok yargı
kararında idari yaptırım kavramı ile birlikte idari ceza kavramının da kullanılmış
olması nedeniyle, tezde de yer yer idari ceza kavramı kullanılmıştır. Özellikle 2872
sayılı Çevre Kanunu’nun Beşinci Bölüm başlığının, ‘Cezai Hükümler’ olması,
hakkında ‘idari para ceza cezası’ uygulanacak ihlallerin sayıldığı 20. maddesinde
‘idari nitelikteki cezalar’ ve ‘idari para cezası’ ifadelerinin bulunması; buna karşın
yetki başlıklı 24. maddesinde ise ‘idari yaptırımlar’ ve ‘idari yaptırım kararları’
30
Oğuz Sancakdar, “Đdari Cezaların Yaptırımlar Teorisindeki Yeri ve Türk Hukukundaki Yeri ve
Türk Hukukundaki Anayasal Temelleri (Taslak Metin)”, Đstanbul Kültür Üniversitesi tarafından 20-21
Eylül 2007 tarihinde düzenlenen Uluslararası Đdari Ceza Hukuku Sempozyumu’nda sunulan tebliğ
metni, Đstanbul, 2007, s. 2. Benzer görüşteki Đçel’de, “idareye suçları kovuşturma ve cezalandırma
yetkisinin tanındığı izlenimi vermemek için suç ve ceza terimleri yerine düzene aykırılık ve para
yaptırımı “ gibi terimlerin kullanılmasını önermiştir. Kayıhan Đçel, “Đdari Ceza Hukuku ve Kabahatleri
Suç Olmaktan Çıkarma Eğilimi”, Đ.Ü.F.M., C. L., s. 1 - 4, 1984, s. 130.
31
Sancakdar, Ibid.
11
ifadelerinin kullanılmış olması nedeniyle, Çevre Kanunu’na ilişkin 3. Bölümü başta
olmak üzere çalışmanın bütününde idari yaptırım kavramı yerine idari ceza
kavramının da kullanılması, kavram birliğinin sağlanması açısından, zorunlu
olmuştur.
E. Đdari Yaptırımlara Đlişkin Kuramsal Çerçeve
1. Kamu Hukuku ve Özel Hukuk Ayrımı Ekseninde Đdari Yaptırımlar
Gelişen ve değişen toplumsal ilişkiler, hukuk kurallarının düzenlediği
alanların genişleyip karmaşıklaşmasına neden olduğundan, hukuk kurallarına aykırı
davrananlar hakkında uygulanacak yaptırımlar da çeşitlenmekte ve korudukları
düzenin amacına göre değişiklik göstermektedir. Ancak çalışmamızın konusunu
oluşturan idari yaptırımların, yaptırımlar yelpazesindeki yerini belirleyebilmemiz
açısından Kara Avrupası hukukunda genel kabul gören özel hukuk - kamu hukuku
ayrımı çerçevesinde belli başlı yaptırım çeşitlerine değinilmesinin isabetli olacağı
kanısındayız. Bu amaçla “kamu hukukuna ve özel hukuka”32 ait bazı temel özellikler
ve bu özelliklerin o dalın yaptırımları açısından yansımalarının tespit edilmelidir.
Özel hukukun bazı özellikleri, taraflararası eşitlik, irade serbestisi ve özel
çıkarların ön planda olması olarak özetlenebilir.33 Söz konusu özelliklerin özel
hukukun yaptırımları açısında da yansımaları görülmektedir. Örneğin tarafların
32
Kamu hukuku - özel hukuk ayrımının yapılmasında farklı kriterlerin esas alınabileceğini ifade eden
Güriz, Türkiye’de en çok kabul edilen kriterin, ‘egemenlik kriteri’ olduğunu belirtmektedir. Bu kritere
göre, devletin ve devlet adına hareket eden kamu tüzel kişilerinin egemenlik hakkını kullanarak taraf
olduğu ilişkiler kamu hukuku ilişkisini oluşturmaktadır. Güriz, op.cit., s. 109 - 110. Oğurlu’nun
üzerinde durduğu bir diğer kriter olarak menfaat kriterine göre ise, toplumun çıkarı söz konusu ise
kamu hukuku; bireylerin çıkarları söz konusu ise özel hukuk ilişkisi oluşmaktadır. Oğurlu, Đdari
Yaptırımlar, op.cit., s. 23.
33
Aybay / Aybay, op.cit., s. 149 - 151.
12
serbest iradesi ile kabul ve imza ettikleri sözleşmelerde, yükümlülüğünü yerine
getirmeyen tarafın, bu yükümlülüğünün devlet zoru ile yerine getirilmesi anlamına
gelen cebri icranın - her ne kadar aynı zamanda kamu hukuku alanında ve özellikle
de devlet alacakları açısından da uygulanan bir yaptırım türü olsa da - özel hukuktaki
uygulamalarında belirgin olan özellikleri, tarafların serbest iradesi ve taraflararası
eşitliktir.34 Tazminat yaptırımında ise kusurlu bir eylem nedeniyle yahut tarafların
serbest iradeleri ile kabul ve imza ettikleri sözleşmeye uymamaları nedeniyle doğan
zararın giderilmesini içermektedir. Bu yaptırım da aynı zamanda kamu hukukunda ve
özellikle de idare hukukunda, idarenin işlem ve eylemleri nedeniyle doğan zararın
giderilmesi hallerinde, uygulanmaktadır. Ancak tazminat açısından da taraflardan
herhangi birinin üstün ve ayrıcalıklı bir konumda olmadığı ve kişisel menfaatlerin
gözetildiği örnekler açısından özel hukuk ilişkisinin varlığından söz edilebilecektir.35
Kamu hukuku ise, devletin egemenlik hakkından kaynaklanan tek yanlı emir
verme, yasak koyma yetkilerinden oluşan zorlayıcılık özelliğine ve kamu
menfaatlerini merkezine alan bir yaklaşıma sahiptir.36 Her ne kadar kamu hukuku
yaptırımlarının ortak özellikleri de, kamu hukukunun özelliklerine paralel biçimde,
devletin üstün ve ayrıcalıklı konumu, zorlayıcılık unsuru ve sınırlarının kanunlarla
belirlenmesi olarak sayılabilirse de; her kamu hukuku dalının usul ve ilkeleri farklı
olduğundan, her dala ait yaptırımlar da birbirlerinden ayrı usul, ilke ve amaç
gösterirler. Diğer bir deyişle, kamu hukukunun dalları olan anayasa hukukunun, idare
34
Çağlayan, op.cit., s. 12.
35
Çağlayan, Ibid., s. 13.
36
Esener, op.cit., s. 266; Aybay / Aybay, op.cit., s. 209 - 211.
13
hukukunun, ceza hukukunun ve uluslararası hukukun birbirinden farklı özelliklere,
ilkelere ve özel amaçlara sahip yaptırımları bulunduğu ifade edilebilir.37
Đdare, milli güvenliğin korunması, kolluk faaliyetleri, kamu hizmeti, özendirme
ve destekleme faaliyetleri, iç düzen faaliyetleri ve planlama faaliyetlerini yerine
getirilmesi amacıyla üstün yetkiler ile donatılmıştır.38 Bu üstün yetkiler kapsamında
idare, doğrudan yaptırım uygulama yetkisine de sahiptir. Ancak idare hukukunun
konusuna giren toplumsal düzen kurallarına aykırı davrananlar, idarenin doğrudan
uyguladığı yaptırımlar dışında, yargı makamlarınca verilen yaptırımlarla da
karşılaşabilirler.
Yargı
makamlarınca
verilen
bu
yaptırımlar
devlet
tüzel
kişiliğine
yönelebileceği gibi, bireylere de yönelebilir. Çünkü hukuk kuralları, yukarıda da
bahsedildiği gibi, yalnızca bireyleri değil devlet tüzel kişiliğini de bağlar. Bu nedenle
de, idare hem kanunlara hem de idari düzenlemelere uygun davranmak ve bu sınırlar
dışında yetkilerini kullanmamakla yükümlüdür. Bu açıklamalar ışığında yargı
makamlarınca verilen ve idare hukukunun kapsamında ele alınan yaptırımlar iptal,
yokluk, tazminat olarak sayılabilir.39
Đdarenin doğrudan yaptırım uygulama yetkisi, para cezası, faaliyetin
durdurulması, yıkım kararı, barodan kaydın silinmesi, sürücü belgesinin geri
alınması gibi çok çeşitli şekilde ortaya çıkar. Đdari yaptırımların idarenin faaliyeti
alanı kadar geniş olması, bu yaptırımların çeşitliliğini arttırmakta ve uygulama
37
Çağlayan, op.cit., s. 15.
38
Metin Günday, Đdare Hukuku, Đmaj Yayıncılık, Ankara, 2003, s. 21 - 23.
39
Çağlayan, op.cit., s. 18.
14
açısından da idari yaptırımlara hakim usuller ve ilkelerle birlikte idari ceza hukuku
alanını yaratmaktadır.40 41
2. Genel Olarak Đdari Yaptırımlar - Ceza Yaptırımları Đlişkisi
Đdari yaptırımların kamu hukukunun hangi disiplini ile ilgili olduğuna dair
değerlendirmenin yapılması, idari yaptırımlar hakkında uygulanacak ilke, kural ve
usullerin belirlenebilmesi açısından gereklidir.
Bu çerçevede, idari yaptırımların tabi olduğu hukuk disiplinin belirlenmesi
açısından ileri sürülen görüşler, üç temel başlık altında ele alınabilir. Bunlarından
ilki, idari yaptırımlar ile kamu hukukundaki diğer yaptırımlar arasında bir ayrım
yapılmasına yer olmadığını ileri süren görüştür. Diğer görüş ise, idari yaptırımların
diğer yaptırımlardan tamamen ayrı ilke, usul ve kurallara tabi olduklarını ileri
sürerek, her disipline ait yaptırımlar arasında mutlak bir ayrımın varlığını ileri
sürmektedir. Bu konudaki bizim de katıldığımız son görüş ise, idari yaptırımların
40
Đdari ceza hukuku, “toplumsal düzeni korumak ve bu amaçla düzeni bozucu davranışları önlemek
için devletlerin idarelerine verdikleri yetkilerin nasıl kullanılacağını, sosyal düzeni bozucu
davranışların neler olduğunu ve bunlara ne gibi yaptırımların uygulanabileceğini gösteren” hukuk
dalıdır. Đçel, Đdari Ceza…, op.cit.,s. 118. Gölcüklü, idari ceza hukukunu, “ idari faaliyetlerin icabında
müeyyide zoruyla yürütülmesini sağlayan, idare tarafından izhar edilen iradelere ve riayetsizlik
halinde ceza olarak müeyyide tatbikini konu alan hukuk dalı” olarak tanımlamaktadır. Feyyaz
Gölcüklü, “Đdari Ceza Hukuku ve Anlamı; Đdarenin Cezai Müeyyide Tatbiki ”, S.B.F.D., Haziran,
No:2, 1963, s. 118.
41
Đdari ceza hukukunun idare hukukundan bağımsız bir hukuk dalı oluşturup oluşturmadığı hususu
doktrinde tartışılmalıdır. Örneğin Zanobini bağımsız bir idari ceza hukukundan söz edilemeyeceğini
belirtirken, karşıt görüşteki Đçel ve Gölcüklü, idari ceza hukukunun bağımsız bir dal olarak ele
alınması gerekir. Bu konuyla ilgili ayrıntılı açıklamalarda bulunmayacak olmakla birlikte; bu tartışma
açısından vurgulanması gerektiğini düşündüğümüz nokta, idari ceza hukukunun idare hukuku ile olan
bağı ve ilişkisinin göz ardı edilemeyeceğidir. Konuyla ilgili olarak bkz. : Guido Zanobini, “Đdari Ceza
Hukukunda Kıstas Mes’elesi”, A.Ü.S.B.F.D., (Çev.) Yılmaz Günal, No: 3-4, Ankara, Eylül - Aralık
1963, s. 317; Đçel, op.cit.,s. 118.
15
kamu hukuku yaptırımı olması nedeniyle, özellikle ceza yaptırımları ve diğer kamu
hukuku yaptırımları ile ortak özelliklere sahip olmasının kaçınılmaz olduğunu ve
fakat idari yaptırımlar açısından belirleyici karakterinin, idare hukukunun kural, ilke
ve usullerine göre belirlediğini ileri sürmektedir.42
Yapılan bu ayrımda, özellikle idari yaptırımların zorlayıcı ve yükümlendirici
karakterinin, bu yaptırımların ceza hukuku disiplinin konusuna mı yoksa idare
hukuku disiplinin konusuna mı girdiği konusunda yaşanan görüş farklılıkları
belirleyici olmaktadır. Đlerleyen bölümlerde ayrıntılı olarak ele alınacağı gibi, idari
yaptırım kararının idari işlem olması nedeniyle, idare hukukunun ilke, usul ve
kurallarının yanı sıra; ceza hukukunun uzun yıllar içinde yerleşen ve kamu
hukukunun bütününde egemenlik kazanan bazı ilke ve kurumları da, idari yaptırımlar
açısından geçerlidir.43
Buna karşın, idari yaptırımlar ceza hukukunun ilke ve usullerinin mutlak
biçimde uygulama bulduğu bir yaptırım türü de değildir. Çünkü idari yaptırımlar,
idarenin denetimi altındaki emir, yasak ve kurallara uyulmaması halinde idare
tarafından verilen ve uygulanan kararlarıdır. Diğer bir deyişle, ceza yaptırımları ceza
kanunlarında düzenlenen emir, yasak ve kurallara aykırılık halinde, devletin
egemenlik yetkisini kullanarak, mahkemeler tarafından, yargılama usulleri izlenerek
verilen yargı kararları iken; idari yaptırımlar idarenin, kanun koyucunun belirli
faaliyetler açısından denetimine bıraktığı emir, yasak ve kurallara aykırılık halinde,
kişinin düzen içine çekilmesi için verip uyguladığı, yükümlendirici kararlardır.44
42
Sancakdar, op.cit., s. 4 - 5.
43 Oğurlu, op.cit., s. 31.
44
Ibid., s. 44 - 45.
16
II. ĐDARĐ YAPTIRIMLARIN KAVRAMSAL ÇERÇEVESĐ
A. Yaptırımın Amaçları ve Đdari Yaptırımlar
Yukarıda da vurguladığımız gibi yaptırımların amacı, toplumsal düzenin diğer bir adıyla sosyal düzenin - korunmasıdır.45 Ancak her hukuk dalına ait
yaptırım, aynı zamanda özel amaçlar da taşıyabilmektedir. Bu özel amaçlara sahip
yaptırımlar, sosyal düzenin sağlanmasına hizmet eden hukuk kurallarının zorlayıcılık
unsurunu taşıyan yaptırım kavramının bir parçası olduklarından, sahip oldukları özel
amaçlarla birlikte, sosyal düzenin sağlanmasına hizmet ederler.
Doktrinde pek çok yazar, idari yaptırımların sosyal düzeninin sağlanması
amacına yönelik olarak, cezai yaptırımlar açısından daha az vahamet içeren, daha
hafif hukuka aykırılıklar için, uygulandığını ifade etmektedir.46 Yazarlar, aynı amaca
hizmet eden yaptırımlar arasındaki bu farklılaşmanın, mahkemelerin iş yükünün
fazla ve yargılama sürecinin uzun olmasına bağlayarak, sosyal düzeni bozucu etkisi
az
olan
ihlallerin,
belirtmektedirler.
45
46
47
idare
tarafından
uygulanmasının
kaçınılmaz
olduğunu
Bu görüşteki yazarlara göre, ceza hukuku alanında çok ağır
Sancakdar, op.cit., s. 3.
“Kamu cezaları, toplum düzenini bozucu ve vahim nitelik arz eden ihlallerin karşılığını teşkil eder”.
Süheyl Donay, “Đdarenin Ceza Verme Yetkisi Konusunda Anayasa Mahkemesinin Bir Kararı Üzerime
Düşünceler”, Đ.Ü.H.F.M. , C. XXXVII, s. 1 - 4, 1972, s. 425; Fatih Selami Mahmutoğlu, Kabahatleri
Suç Olmaktan Çıkarma Eğilimi ve Düzene Aykırılıklar Hukukunda (Đdari Ceza Hukukunda)
Yaptırım Rejimi, Kazancı Hukuk Yayınları No:143, Đstanbul, 1995, s. 97; Doğan Soyaslan,
Yürütme Organının Suç ve Ceza Koyma Yetkisi, Kazancı Hukuk Yayınları No: 77, Ankara, 1990,
s. 143; Şen’de idari cezaların “toplum düzenini ağır derecede sarsmayan suçlara yönelik” olduğunu
ifade eder. Bkz. : Ersan Şen, Çevre Ceza Hukuku, Kazancı Hukuk Yayınları, Đstanbul, 1994, s. 260.
47
“Bu ihlaller mahkemelerin iş yüklerini aşırı derecede arttırmakta, zaman kayıplarına neden olmakta
(…) yargılama faaliyetlerine ilişkin maliyetleri de olumsuz bir şekilde etkilemektedirler” Bkz. : Fatih
Mahmutoğlu, Đdari Para Yaptırımını Gerektiren Eylemler Yönünden Yargılama Rejimi, Đ.Ü.H.F.M.,
C. LV, s. 1 – 2 , Đstanbul, 1996, s.15; Donay, op.cit., s. 424. “Mesele hepsine hâkim
17
tehlike veya zarar yaratan davranışlar düzenlenirken, idari yaptırımlar açısından zarar
ve / veya tehlikesi daha az olan eylemler düzenlenir. Bu görüşü benimseyen
Mahmutoğlu, ceza yaptırımları ile idari yaptırımlar arasındaki bu ayrışmanın,
toplumsal yararın daha az ve daha fazla zarar görüp görmemesine göre oluştuğunu
belirtmiştir.48 Yazar, bu nedenle, hukuka aykırı olan bir eyleme karşı idari yaptırım
ya da cezai yaptırım uygulanması kararının, yalnızca kanun koyucu tarafından ceza
politikasına göre49 belirlenebilmesi kıstasına indirgemiştir.
Ancak kanımızca bu görüşün kabulü, kamu hukukunun dalları olan idare
hukuku ve ceza hukukunun amaçları, ilkeleri ve usulleri yönünden farklılıklarının
göz ardı edilmesi sonucunu doğurmaktadır. Diğer yandan hukuka aykırı olan bir
eylemin ağırlığı ve hafifliğinin belirlenebilmesinin, salt kanun koyucunun kararına
tabi bir konu olduğunun ileri sürülmesi, suç politikalarının kanun koyucunun
sübjektif değerlendirmesine tabi bir konu olması anlamına geleceğinden ve aynı
amacı sağladıkları ileri sürülen eylemlerden bazılarının mahkemelerce ve bazılarının
idarece takdir edilmesinin basit bir usul sorunu olduğu
anlamına geleceğinden,
hukuk devleti ve erkler ayrılığı ilkesine aykırı olacaktır.
Ancak
yukarıda
belirttiğimiz
görüşlerinden
dolayı
eleştirdiğimiz
Mahmutoğlu’nun, “idari suçlarda korunan hukuksal yararın sadece idari çıkarları ön
planda tuttuğunu söyleme imkânının artık kalmadığı”50 görüşüne katılmaktayız.
yetiştirememekten doğmuştur”. Nurullah Kunter, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza
Muhakemesi Hukuku, 8. Bası, No: 429, Đstanbul, 1986, s. 751, dpnt: 120.
48
Fatih Selami Mahmutoğlu, Suç-Kabahat Ayırımı – Đdari Ceza Hukukunun Temelleri, Đstanbul
Kültür Üniversitesi tarafından 20–21 Eylül 2007 tarihinde düzenlenen Uluslararası Đdari Ceza Hukuku
Sempozyumu’nda sunulan Yayımlanmamış tebliğ metni, Đstanbul, 2007, s. 10.
49
50
Ibid., s. 93.
Ibid., s. 88
18
Çünkü idare, işlemleri ile yalnızca idari çıkarları değil kamu düzenini sağlamak
üzere kullandığı kolluk yetkileri ile kişilerin toplumsal hayat içindeki kurallara ve
düzene uygun hareketini sağlamak üzere işlemler de yapar.51
Kamu düzeninin ve idari düzenin sağlanmasının, nihayetinde sosyal düzeni
de etkileyeceği açıktır.52 Çünkü devletin yaptığı her faaliyette nihayet sosyal düzenin
sağlanması amaçlanır. Ancak Đçel, cezai yaptırımlar için, yaptırımlar alanındaki bu
‘en genel anlamda amacın’, “hedef değil, failin tenkili amacının bir sonucu
durumunda” olduğu ileri sürülmektedir.
53
Yazar, yaptırımların nihayetinde sosyal
düzenin sağlanması amacını gerçekleştirdiğini; ancak, sosyal düzenin sağlanması
amacının, ceza yaptırımları için de ilk hedef olarak ele alınamayacağını ileri
sürmektedir.54 Kısaca devlet faaliyetleri hangi özel amacı taşırsa taşısın, nihayetinde
düzenin sağlanması amacına hizmet edecektir. Ancak erkler ayrılığı gereği, her erk
ayrı amaç ve esaslar çevresinde örgütlendiğinden, idarenin yaptırım uygulamasından
beklenilen amaç ile mahkemelerin yaptırım uygulamasından beklenen amaçlar
farklıdır.55
51
Oğurlu, op.cit., s. 32.
52
“Aslında sonuçta her iki yaptırım grubu da sosyal düzeni korumayı dolaylı ve birbirinden farklı
önceliklerle de olsa amaçlamaktadır”. Oğurlu, op.cit, s. 5.
53
Đçel, op.cit., s. 119
54
Benzer bir yaklaşımdaki Üzülmez, “Ceza hukukunun başlıca görevinin sosyal düzenin korunması
olduğu (…) açıktır. Ancak sadece bu, ceza hukukunun temel özelliklerini belirtmemektedir. Bu
nedenle, ceza hukukuna özgü fonksiyonların ayrıca belirtilmesi gerekmektedir” demektedir. Đlhan
Üzülmez, “Ceza Sorumluluğunun Esası ve Cezalandırmanın Amacına Dair Düşünce Hareketleri
(Ceza Hukukunda Okullar Mücadelesi)”, A.Ü.E.H.F.D., 2001 / 1 - 4, s 259.
55
“ (…) [d]evlet iktidarının etkin biçimde sınırlandırılmasının en etkin yolunun, kuvvetler ayrılığı
yani devlet iktidarının çeşitli devlet organları arasında bölüşülüp paylaşılması olduğu kabul edilir. Her
biri devlet iktidarının bir parçasını kullanan bu organların, sahip oldukları karşılıklı yetkiler yoluyla
birbirini denetlemesi, dengelemesi ve frenlemesi sınırlı veya anayasal devlet yönetimi ortaya
çıkaracak, böylece kişi hürriyetlerinin devlet iktidarı karşısında korunması ve güvence altına alınması
19
Sonuç olarak, idari yaptırımların kamu düzenini sağlamak ve idari faaliyetleri
düzenlemek amacı doğrultusundaki faaliyetlerinin, “sosyal düzeni sağlamak”
genellemesi içinde eritilmesinin, idare hukukunun ve özel olarak da kolluk
faaliyetinin kamu düzenini sağlama amacı göz önüne alındığında doğru olmadığı
kanısındayız.
Đdare, tek taraflı işlemlerde bulunmak suretiyle idari düzenin ve kamu
hizmetlerinin aksamadan işlemesini sağlar.56 Đdarenin faaliyet alanı ve amacı
kanunlarla sınırlandırılmış olduğundan, bu alan dışında idari bir işlem yapılması
hukuka aykırı olacaktır.57 Bu nedenle de, idari yaptırımların amacının ne olduğu
sorusu, idari yaptırımların bir idari işlem58 olduğu temelinden yola çıkılarak
cevaplanabilir. Đdarenin amacına paralel biçimde, idari yaptırımların da amacı, idari
düzenin ve kamu hizmetinin sağlanmasıdır.59 Bu amaçla, “idare edilenler, idare
mümkün olabilecektir”. Bkz. : Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara,
2000, s. 40.
56
“Đdari işlem ve kararlar idari fonksiyonun yerine getirilmesi için yapıldıklarına ve idari fonksiyon
toplumsal gereksinimlerin
karşılanması suretiyle
kamu
yararının gerçekleşmesine
yönelik
bulunduğuna göre idari işlem ve kararların amacı da kanunda açıkça gösterilmiş olsun ya da olmasın,
idari hizmetlerin daha iyi bir biçimde yürütülmesi ve kamu yararının sağlanmasıdır. Bu anlamda kamu
yararı, tüm idari işlem ve kararlar için genel ve değişmez nitelikte bir amaçtır. (...) Örneğin kolluk
işlemlerinin amacı kamu düzenini sağlamaktan ibarettir. Kuşkusuz kamu düzeninin sağlanması ile de,
tüm idari işlemlerin genel ve değişmez amacı olan kamu yararı gerçekleşecektir”. Günday, op.cit., s.
146 - 147.
57
Ibid.
58
Anayasa Mahkemesi de 1996 yılında verdiği bir kararda idari yaptırımların “Đdare hukukuna özgü
yöntemlerle, doğrudan doğruya bir işlemi ile uyguladığı yaptırımlar ” olduğu belirtilerek idari
yaptırımların idari işlem oldukları vurgulanmıştır. AMK 23.10.1996, E. 1996/48, K. 1996 / 41,
AMKD, C. 1, S. 33, s.181 – 182.
59
“Đdari cezalar, hukukun öngördüğü idari düzene aykırı davranışa verilen cezalardır. Genel cezalar
ise toplumsal düzene aykırı olan ve suç sayılan davranışlara uygulanan cezalardır”. Balta, op.cit., s.
203; Şen de, idari ceza hukukunun tanımını yaptığı makalesinde, idari cezaların kamu düzenine aykırı
fiilleri hedef tuttuğunun altını çizmiştir.Ancak yazar çalışmasının ilerleyen bölümlerinde sosyal düzen
20
alanındaki hukuka – başka bir deyimle idari düzene - aykırı davranışlarından ötürü”60
idari yaptırımla karşılaşırlar.61
Ceza yaptırımlarının konusunu ise, hukuka aykırı eylemde bulunan kişinin
cezalandırılması yoluyla sosyal düzenin sağlanması oluşturur. Bu özelliği nedeniyle
cezai yaptırımlarının cezalandırıcı niteliğinin ön planda olduğu söylenebilir.62 Đdari
yaptırımlar ise bir idari işlem olmaları nedeniyle sırf cezalandırma amacı taşımaları
mümkün değildir.63 Diğer bir deyişle, idari yaptırımlar açısından cezalandırmadan
çok ihtar ve ikaz niteliği64 ağırlık kazanır.
Bireyler, idare ile girdikleri ilişkilerde, edindikleri sıfata göre ve “idarece
saptanan belirli eylem ve davranışlar”65 çerçevesinde faaliyetlerde bulunmak
zorundadır. Faaliyetleri ile bu sınırların dışına çıkan ve bu nedenle de kurallara aykırı
hareket edenlere, idare, idari yaptırım yetkisini kullanmak suretiyle, uymak zorunda
ile kamu düzeni kavramları arasında ayrım gözetmeksizin değerlendirmelerde bulunmuştur. Ersan
Şen, “Đdari Ceza Hukuku”, Đ.Ü.S.B.F.D. , No:8, Temmuz 1994, s. 21 – 22; Günday, op.cit., s. 202
60
61
Balta, op.cit., s. 201.
“Đdarenin müeyyideye müracaatı, kendi faaliyet ve fonksiyonuyla ilgili emir yahut yasaklara uygun
hareketi sağlama arzusunun bir neticesidir”. Gölcüklü, op.cit., s. 117.
62
“ Cezalar kefaret, çektirme, caydırma amaçlarına yönelikken, idari yaptırımlar kişiye görev ve
yükümlülüklerini hatırlatmayı amaçlar.(…) Öncelikle amaçlanan, idari faaliyetlerin yaptırım
tehdidiyle güvence altına alınmasıdır”. Oğurlu, op.cit., s. 4.
63
“ Kamu düzeninin korunması ve kamu hizmetlerinin daha düzgün işlemesini sağlama amacı dışında
bir amaçla, örneğin salt bir kimseyi cezalandırmak, ona acı ve elem vermek amacıyla yapılan bir idari
işlem zaten idari işlemdeki amaç unsuru yönünden hukuka aykırı olacaktır”. Ali Ulusoy, Đdari Ceza
Hukuku’nun Đşlevi ve Hukuk Düzeni Đçindeki Yeri, Đstanbul Kültür Üniversitesi tarafından 20-21
Eylül 2007 tarihinde düzenlenen Uluslararası Đdari Ceza Hukuku Sempozyumu’nda sunulan tebliğ
metni, Đstanbul, s. 5 - 6.
64
Đçel, op.cit., s. 119.
65
Oğurlu, op.cit., s. 31.
21
oldukları kuralları hatırlatılıp, onları düzen içine davet ederek66, kamu düzenini ve
kamu yararını sağlar.
Ceza yaptırımları açısından cezalandırma, ıslah ve tenkil amacının, idari
yaptırımlar açısından ise toplum düzeninde yaratılan eksilmenin giderilmesi
amacının ağırlık kazanması, hukuka aykırı görülen eylemin isimlendirilmesi
noktasında da farklılıkların oluşmasına neden olmuştur. Ceza yaptırımlarına konu
olan hukuka aykırı eylemler, suç67 adı altında toplanırken idari yaptırımlar açısından
suç kavramı yerine idari haksız fiiller68, idari suç69, kabahat70, idari yaptırım
gerektiren eylemler71 ya da düzene aykırı eylemler72 kavramlarının kullanılmasına
neden olmaktadır. Yazarlar bu kavramları tercih etmek suretiyle, her iki yaptırım
türünün konusunu oluşturan hukuka aykırı eylemin farklılığına dikkat çekmek
istemektedir.73
66
Kayıhan Đçel / Süheyl Donay, Karşılaştırmalı ve Uygulamalı Ceza Hukuku Genel Kısım, 1.
Kitap, Beta Yayınevi, Đstanbul, 2006, s. 33.
67
“ Ceza hukukuyla bütünleşmiş, ceza hukuku denildiğinde akla gelen iki kavram vardır: suç ve ceza.
Suç, kanunun işlenmesini yasakladığı fiilleri; ceza ise, bu yasağın ihlalinin yaptırımını ifade
etmektedir”. Üzülmez, Ceza Sorumluluğunun…, s. 259, Suç kavramı ve suçun unsurları ile ilgili
ayrıntılı bilgi için: Uğur Alacakaptan, Suçun Unsurları, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Yayınları No: 263, Sevinç Matbaası, Ankara, 1970.
68
Öztekin Tosun, Türk Suç Muhakemesi Dersleri, C. I, Đstanbul, 1984, s. 24,25
69
Gölcüklü, op.cit., s. 118.
70
Duygun Yarsuvat, Trafik Suçları, Đstanbul Üniversitesi Yayınları No: 1795, Hukuk Fakültesi
Yayınları No:398, Sermet Matbaası, Đstanbul, 1972, s .42
71
Bahri Öztürk, Ceza Hukuk ve Emniyet Tedbirleri Hukuku, Ankara, 1993, s.14
72
Đçel, op.cit., s. 130
73
Hafızoğulları’nın suç ve idari suç arasında fark olmadığına ilişkin görüşüne katılmamakla birlikte
idari cezalar ve cezalar arasında mahiyet farkı gözetmeyen görüşlerle ilgili olarak getirdiği : “Ceza ile
idari ceza arasında bir mahiyet farkı görmeyen düşünceler idari ceza ve ceza hukuku gerçeğini
açıklamada yetersizdir. Bunlar idari ceza ve ceza hukukunu sonunda gerçek anlamda ceza ve ceza
hukukuna indirgediklerinden hukukun bugün elde etmiş olduğu zenginliği gidermektedirler”
eleştirisine katılmaktayız. Zeki Hafızoğulları, Ceza Normu, US-A Yayıncılık, Ankara, 1996, s. 213.
22
Bu farklı terminolojik tercihlerin temelinde her iki alana ait hukuka aykırı
eylemin, yaptırımlar ile desteklenmesinden beklenen amacında farklılığına vurgu
yapmak bulunur. Çünkü suç ile karşılanan cezadır ve cezalandırmada ızdırap ve acı
verilmesi cezaların baskın karakteridir.74 Ancak idari yaptırımlar, ‘suç’ ile değil,
idare hukuku çerçevesinde kalmak suretiyle ve idari faaliyetlerin yürütülmesi
açısından tehlike yaratan ya da zarar oluşturması muhtemel eylemler hakkında
konulan kural, emir ve yasaklara uyulmasını sağlamakla ilgilenir.75
Konunun diğer bir yanı da hukuka aykırı eylemin hem idari düzeni ve kamu
düzenini hem de ceza hukukunun konusuna giren değerleri etkilemesi durumu ile
ilgilidir. Örneğin kamu görevlisinin hukuka aykırı eylemi (örneğin rüşvet alması)
sonucunda, hem ceza yaptırımlarının konusuna hem de idari yaptırımların konusuna
girecek şekilde, iki farklı menfaat zarar görebilecektir. Bu halde, kişiye hem idari
düzeni bozması nedeniyle, hem de idarenin faaliyet alanı dışındaki sosyal düzeni
bozması nedeniyle iki yaptırım uygulanabilecektir. Bu nedenle de kişiye örneğin hem
disiplin cezası hem de ceza kanunu kapsamında ceza verilmelidir. 76
74
Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. : Nur Centel, “Cezanın Amacı ve Belirlenmesi”, Prof. Dr.
Turhan Tufan Yüce’ye Armağan, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayını, Đzmir, 2001, s. 337 - 372.
75
“ Yaptırıma temel olan hukuka aykırı davranış yalnızca kolluk işleri sınırı içinde ve uygulanan
yaptırım ise idari nitelikte bulunduğundan yasanın böyle bir yaptırımın idarece uygulanmasını
öngörmüş olması yargı yetkisinin kullanılması olarak nitelendirilemez (…) idari bir yasağa aykırı
davranan kişiye karşı idari bir yaptırım uygulanmasıdır”. AMK 6.1.1970 E.1969/46, K.1970/2,
A.M.K. D. , S. 8, s. 173 – 174
76
Aynı fiilden dolayı birden fazla yaptırım uygulanması hususu ilerleyen bölümlerde ayrıca ve
ayrıntıları ile ele alınacağından tezin bu noktasında daha fazla ayrıntıya girilmemiştir.
23
B. Đdari Yaptırımların Ceza Hukuku ve Đdare Hukuku Đlişkisi
1. Đdari Yaptırımların Hukuksal Niteliği
Đdare tarafından idare hukuku usulleri izlenerek verilen yaptırımlara idari
yaptırım denir. “Buna göre idari yaptırımın baskın kimliği onun bir idari işlem
olmasıdır. Dolayısıyla, idari yaptırımların hukuki rejiminin belirlenmesinde idari
işlem kimliğinin göz önünde tutulması gerekmektedir”.77 Ancak, idari yaptırımların
uygulandığı kişi üzerinde cezalandırıcı sonuçlarının bulunması ve ceza hukukunun
çok uzun yıllar içinde yerleşmiş ilkelerinin genel olarak kamu hukukunda, özellikle
de yaptırımlar üzerinde etkileri, idari yaptırımların ceza hukukuna egemen ilkeleri ile
ilişkisini tartışmasız kılmaktadır.
Diğer yandan idari yaptırımlar gerektiren eylemlerin bir kısmının, daha önce
ceza kanununda düzenlenmesi, suç olmaktan çıkarma eğilimi çerçevesinde ceza
kanunlarından çıkarılarak, münferit düzenlemelerle idari yaptırımlara konu yapılması
da, bu eylemler üzerinde ceza hukukunun ilkeleri etkilerinin devam edip etmediğine
dair soruların da yanıtlanmasını gerektirir.78
Đdari yaptırımların sadece idare hukukunun konusuna girmediği, aynı
zamanda ceza hukuku ilkeleri ile de ilişkili kabul edilmesi gerektiğini belirtmek
77
Turgut Tan, “Đdari Yaptırımlar ve Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki Güvenceler”, Prof. Dr.
A. Şeref Gözübüyük’ e Armağan, Turhan Kitabevi, Ankara, 2005, s. 310.
78
“ Bazı fiillerin suç olmaktan çıkarılması olayında üç terimin kullanıldığı görülmektedir: suç
durumundan çıkarma (decriminalisation ), ceza durumundan çıkarma (depenalisation), koğuşturmadan
ayrılma (diversion )”. Burada kullanılan anlamı depenalisation yani “ suç olarak kanunda yer almış
fiilin, kabahat durumuna getirilmesi, hürriyeti bağlayıcı cezanın daha hafif bir ceza ile yer
değiştirmesi”dir. Bkz.: Köksal Bayraktar, “Ceza Hukukunda Suç Olmaktan Çıkarma Akımı”, ĐHFM,
C. L, S. 1 - 4, 1984, s. 198, 200. Türk Hukuku açısından en önemli depenalizasyon çalışması Ceza
Kanunu’nda kabahatler olarak düzenlenen bazı eylemlerin, bu kanun kapsamında çıkarılmak suretiyle
Kabahatler Kanunu adı altında idari suç ve ceza olarak düzenlenmeleridir.
24
oldukça önemlidir.
79
Bu nedenle idari yaptırımların ceza hukuku ilkeleri ile olan
ilişkilerinin de ele alınması gerekir.
a. Ceza Hukukuna Egemen Đlkeler Açısından Đdari Yaptırımların
Özellikleri
aa. Kanunilik ilkesi
Çağdaş hukuk devletlerinde, cezalandırma sisteminden iktidarın keyfi
uygulamalarının engellenmesi ve yönetilenler açısından öngörülebilir bir düzeni
sağlaması beklenir. Bu amaçla da, hukuk devletlerinde kanunilik ilkesi büyük bir
öneme sahiptir.80
Ceza hukukunun kişi hak ve hürriyetleri üzerinde en fazla etkisi olan hukuk
disiplini81 olması, kanunilik ilkesinin ceza hukuku açısından ön plana çıkmasına
neden olmuştur. Ceza Hukukunda kanunilik ilkesi, suç olarak kabul edilen
eylemlerin ve bu eylemlere karşı uygulanacak cezaların kanunla düzenlenmesi
anlamına gelen, ‘suç ve cezaların kanuniliği ilkesi’ olarak da anılır.82 Buna göre, suç
ve cezalar kanun düzeyinde ve açıkça düzenlenmeli; kişi, hukuka aykırı eyleminden
79
Şen, idari yaptırımların da temel hak ve hürriyetler üzerinde etki doğurduğundan bahisle, ceza
hukuku ilkelerine sıkı bir bağlılık içinde olması gerektiğini ileri sürmektedir. Bu konuda bkz. : Şen,
op.cit., s. 202. Konuyla ilgili olarak Katoğlu’nun görüşü için bknz. : “ Günümüzde ceza müeyyidesi
öngörülen fiiller ile idari yaptırıma bağlanmış ihlalleri kapsayan bir cezalandırıcı hukukun oluştuğu,
bu nedenle idari yaptırımların uygulanması bakımından bazı ceza ve ceza muhakemesi ilkelerinin
dikkate alınması gerektiği açıktır”. Tuğrul Katoğlu, Ceza Kanunlarının Zaman Bakımından
Uygulanması, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2008, s. 282.
80
Sulhi Dönmezer/ Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, C. I, Đstanbul, 1987, , s. 17
81
Đzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2007, s. 103.
82
Çağlayan, op.cit., s. 37.
25
dolayı yalnızca eylemin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan cezalardan sorumlu
olmalıdır.83
Kanunilik Đlkesi, Đnsan Hakları Evrensel Beyannamesi84 ve Đnsan Haklarını ve
Ana Hürriyetlerini Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesinde85 yer bulmuş; Türkiye
açısından da 1982 Anayasasının ‘Suç ve Cezalara Đlişkin Esaslar’ başlıklı 38.
maddesi86 ile anayasal korumaya alınmıştır.
Ayrıca, Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesinde de, “Kanunun açıkça suç
saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz.
Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik
tedbirine hükmolunamaz. Đdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz”
şeklinde açıkça düzenlenmektedir.
83
84
Ibid.
10 Aralık 1948 Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 A(III) sayılı
Kararıyla ilan edilmiştir. 6 Nisan 1949 tarih ve 9119 Sayılı Bakanlar Kurulu ile "Đnsan Hakları
Evrensel Beyannamesi'nin Resmi Gazete ile yayınlanması yayımdan sonra okullarda ve diğer eğitim
müesseselerinde okutulması ve yorumlanması ve bu Beyanname hakkında radyo ve gazetelerde
münasip neşriyatta bulunulması" kararlaştırılmıştır. Bakanlar Kurulu Kararı 27 Mayıs 1949 tarih ve
7217 Sayılı Resmi Gazete'de yayınlanmıştır.
85
Bu sözleşmeye Türkiye 10.0.3.1954 tarih ve 6366 sayılı Kanun ile katılmış; 19 Mart 1954 tarih ve
8862 sayılı Resmi Gazetede yayınlamıştır. Sözleşme, kanunilik ilkesini “hiç kimse işlendiği zaman
ulusal ve uluslararası hukuka göre suç sayılmayan bir fiil ve ihmalden dolayı mahkum edilemez
biçiminde düzenlenmiştir. Bu sözleşmenin hukukumuz açısından anlamı, 07.05.2004 tarih ve 5170
sayılı Kanun ile Anayasanın 90. md.sinin son fıkrasına eklenen cümle ile daha belirgin hale gelmiştir.
Bu değişiklikle sözleşme iç hukukun bir parçası olmuş, kanunlar gibi fakat kanunlardan öncelikli bir
konuma ulaşmıştır.
86
MADDE 38 - Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı
cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır
bir ceza verilemez.
Suç ve ceza zamanaşımı ile ceza mahkûmiyetinin sonuçları konusunda da yukarıdaki fıkra uygulanır.
Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
(…)
26
Kanunilik ilkesinin ceza hukuku ve idari yaptırımlar açısından ne tür
farklılıklar içerdiğinin belirlenmesi, ilkenin idari yaptırımlar açısından anlamının
daha açık olarak tespit edilebilmesini sağlayacaktır.87 Bu nedenle de Toroslu’ nun,
suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin dayanağını oluşturduğunu belirttiği 3 temel
ilkenin idari yaptırımlara nasıl yansıdığının tespit edilmesi gerekir. Toroslu’ nun
belirttiği bu ilkeler, kanunla düzenlenme, kıyas yasağı ve son olarak da geçmişe
yürümezlik ilkesidir.88
aaa. Kanunla düzenlenme ilkesi
Kanunla düzenleme ilkesi, suç ve cezaların yalnızca kanunda, açıkça ve tek
tek sayılarak düzenlenmesi zorunluluğudur. Đlkenin idari yaptırımlar üzerindeki etkisi
ise tartışmalıdır. Bu konudaki görüşler üç başlık altında ele alınabilir. Bir görüşe
göre, idareye tanınan geniş takdir yetkisi, hukuka aykırı eylemi ve idari yaptırımın
seçilmesi hususunu da kapsamaktadır ve ilke, idari yaptırımlar açısından geçerli
olmamaktadır.89 Đkinci görüş, idari yaptırımların ilkeye ceza yaptırımların tabi
87
Bu noktada belirtilmesi gerektiğini düşündüğümüz bir husus da , her ne kadar kanunilik ilkesinin
idari yaptırımlar alanındaki farklılıklarının tespit edileceği belirtilmiş olsa da, doktrinde kabul gören
görüşe göre, kanunilik ilkesinin ve bu ilkenin zorunlu sonuçlarının kabahatler bakımından da dikkate
alınması gerekir. Sonuç olarak burada kastedilenin, kanunilik ilkesinin idari yaptırımlar alanına
yansımasının incelenmesidir. Konuyla ilgili olarak bknz. : “ Farklı görüşlerin varlığına karşın bugün
kanunilik ilkesi ve bu ilkenin zorunlu sonuçlarının kabahatler bakımından da dikkate alınması
gerektiği savunulmaktadır. Bu çerçevede, geçmişe uygulama yasağı, kanunun tekelciliği ve kıyas
yasağının da kabahatler bakımından kabul edilmesi gerekir”. Katoğlu, Ceza Kanunlarında..., opt.cit.,
s. 281.
88
Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku Genel Kısım, Savaş Yayınları, 9. Baskı, Ankara, 2007, s. 41.
Benzer bir ayrım için bkz. : Nur Centel, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Đstanbul, 2001, s. 20.
89
Gölcüklü, op.cit., s. 137.
27
olduğu katılıkta tabi olmaması gerektiğini;90 son görüş ise ilkenin idari yaptırımlar
açısından da katı biçimde uygulanması gerektiğini91 savunur.
Kanunilik ilkesinin idari yaptırımlar açısından da katı uygulanması
gerektiğini savunan Şen, düzenlemelerin “açık ve seçik olması”
ve “kanunilik
prensibinin gereklerine uygun düşmesi” gerektiğini belirtmiştir.92 Anayasa
Mahkemesi de verdiği bir kararında; “ Đdare, kendiliğinden suç yaratamaz .(..)
Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi uyarınca bir hukuk devletinde, ceza yaptırımına
bağlanan her eylemin tanımı yapılmalı, suçlar kesin biçimde ortaya konulmalıdır.
Anılan ilkenin özü, yasanın ne tür eylemleri yasakladığının hiçbir kuşkuya yer
vermeyecek biçimde belirtmesi ve buna göre cezasının da yasayla saptanmasıdır”93
diyerek idari yaptırımların kanunla ve açıkça düzenlenmesi gerektiği belirtilmiştir.
Bu görüşün idari yaptırımlar açısından uygun olmadığını savunan yazarlar ise,
yasama faaliyetinin usulleri dikkate alındığında, gelişen ve değişen sosyal
ilişkilerinin tamamı hakkında ayrıntılı kanun yapılmasının mümkün görünmediğine
dikkat çekmişler ve kanunun tekelciliği ilkesinin katı uygulamasının idari yaptırımlar
açısından uygun olamayacağını ileri sürmüşlerdir.94 Diğer yandan, idari yaptırımlara
konu olan eylemlerin ve yaptırımların, ceza hukuku anlamında suç ve ceza
90
Özay, op.cit.,, s. 96, Soyaslan, op.cit., s. 145.
91
Mahmutoğlu, op.cit. s. 105.
92
Şen, op.cit., s. 98 - 103. Benzer görüşler için bkz. : Duygun Yarsuvat, “Yürütme Organının
Koyduğu Kaidelerle Suç Đhdası ve 1961 Anayasası”, Đ.Ü.H.F.M., C. XXIX, 1963, s. 20 - 21; Sahir
Erman, Ticari Ceza Hukuku - Genel Kısım, Đstanbul, 1976, s. 19.
93
94
AMK, 19.04.1988, E. 1987/16, K. 1988/8, R.G. 23.08.1988, 19908.
Tarık Zafer Tunaya, Siyasal Kuramlar ve Anayasa Hukuku, Đstanbul, 1980, s. 219-220;
Soyaslan, , op.cit., s. 226.; Đçel / Donay, s. 112, dpnt: 126.
28
olmamaları nedeniyle de,
ilkenin ceza hukukundaki gibi katı uygulanmasının
zorunlu olmadığı da ileri sürülmüştür.95
Anayasa Mahkemesi de, idari yaptırımlar açısından yasa ile sınırlı tuttuğu alanı,
1996 yılındaki kararında geliştirmiş ve idari yaptırımların yasayla ya da onun açıkça
verdiği yetkiye dayanarak96, idare tarafından belirlenebileceğine hükmetmiştir.
Sonuç olarak, Mahkemece ‘yasa ile yetki verilmesi’ durumunun tanınması ile,
idarenin yaptırımlara ilişkin düzenleme yapabileceği alan ve takdir hakkı
genişlemiştir. Bu nedenle de kanunilik ilkesinin yumuşatıldığı kabul edilebilir.
Đdari yaptırımların kanuna ya da kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanması
gerektiği hususundaki görüşlerden ayrılan yazarlar da bulunmaktadır. Örneğin Balta,
idari yaptırımlarla ilgili olarak, “genel cezadan farklı olarak idari cezaların hepsi de
bir kanuna dayanmak gerekmez. Bunların hukuksal dayanakları konusuna göre
değişir; bunlar arasında kanuna dayanması gerekenler bulunduğu gibi düzenleyici
işlemlerin yeterli olduğu hallerde vardır”97 demektedir. Bu görüşe göre, idari
95
Tan, ilkenin idari yaptırımlar açısından “katı biçimde uygulanmadığı veya uygulanamayacağı
gerçektir ” demektedir. Turgut Tan, “Đdari Yaptırımlar ve Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki
Güvenceler”, Hukuk Kurultayı 06-10 Ocak 2004, 2. Kitap, Đnsan Hakları, Ankara Barosu Yayını,
Ankara, s. 104.; Selçuk da, “yasallık ilkesi bu suçlarda mutlak değildir, belirsizdir ” demektedir. Bkz.
: Sami Selçuk, Yorum, Çevre Kanununun Uygulanması, Türkiye Çevre Sorunları Vakfı Yayını,
Ocak, 1987, s. 134
96
AMK 23.10.1996, E. 1996/48, K. 1996/41, AMKD, C. 1, S. 33, s.181. Aksi yöndeki bir kararında
ise :“Her ne kadar yürütme organının kanunla verilen yetkiye dayanarak tüzük ve yönetmeliklerle suç
ihdas edebilmesini delagation nazariyesiyle izah ederek yasama organının verdiği yetki ve vekâletle
yürütme organının bazı fiilleri suç haline koyabilmesinin "kanunsuz suç olmaz" prensibini ihlâl
etmeyeceği bazı hukukçular tarafından ileri sürülmüş ise de bugünkü Anayasa'mızın 4, 5, 11, 33, 107
ve 113 üncü maddelerinde yer almış olan hükümler karşısında bu izah tarzının değerini muhafaza
ettiğini kabul etmek mümkün değildir ”şeklinde hükmetmiştir. AMK 10.12.1962, E.1962/198,
K.1962/111, R.G. 24.1.1963/11316
97
Balta, op.cit., s. 203.
29
yaptırımların kanunla ya da kanunun verdiği yetkiyle değil yalnızca düzenleyici
işlemlere konu olmasının ilkeye aykırı yanı bulunmamaktadır.
Ancak Yüksek Mahkeme bu görüşe karşı çıkmış, “yasalarla düzenlenmemiş
bir alanda yürütmenin sübjektif hakları etkileyen bir kural koyma yetkisi”98
bulunmadığına hükmetmiştir. Đdari yaptırımların da eğitim, çalışma, mülkiyet gibi
haklara sınırlamalar getirebildiği göz önüne alınacak olursa,99 idarenin kanunla hiç
düzenlenmemiş bir alanda idari yaptırıma karar vermesi mümkün değildir.
Bu noktada belirtilmesi gereken bir husus da, Anayasa’nın 38. maddesine göre,
idari yaptırımların kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuramayacağıdır.100
Sonuç olarak hürriyeti kısıtlama dışında, haklar üzerinde etkiler doğurabilen idari
yaptırımların, tüm ayrıntıları ile kanunla ya da kanunun verdiği bir yetkiye
dayanması şartı ile düzenleyici işlemlerle konu olabilmesi gerekir.
Son olarak, idareye verilecek bu yetkinin sınırlarının ne olduğu sorusu da
cevaplanmalıdır. Anayasa Mahkemesi idari yaptırımlarla ilgili olarak düzenleyici
işlemlere bırakılabilecek alanı, uzmanlık gerektiren veya idare tekniğine ilişkin
ayrıntılar olarak belirlemiştir. Yüksek Mahkeme kararında; “Yasakoyucu tarafından
suç oluşturan eylemin ve suçun unsurlarının saptanmasından, cezasının da yasada
açıkça belirlenmesinden sonra uygulamaya yönelik olarak, uzmanlık ve yönetim
98
AMK, 14.3.2005, E. 2003/70, K. 2005/14,
http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/IPTALITIRAZ/K2007/2005-14.htm.
Duran da çalışmasında benzer bir görüşü dile getirmiş ve idareye verilen yetkilerin hak ve ödevlerle
ilgili olması halinde genel ya da özel kanunla düzenlenmesi gerektiğini belirtmiştir. Lütfi Duran,
“Đdare Alanının Düzenlenmesinden Teşrii ve Tanzimi Tasarrufların Sınırları”, Đ.Ü.H.F.M., C. XXX,
S.3 - 4, 1964, s. 486.
99
Oğurlu, op.cit., s. 60.
100
“ (Đdari müeyyideler) Anayasamızın 38. maddesine göre “kişi hürriyetlerinin kısıtlanması” yani
kişinin hapse konulması sonucunu doğuramazlar” Bkz. : Gözler, op.cit., s. 945.
30
tekniğine ilişkin ayrıntıların belirlenebilmesi için yürütme organına yetki verilmesi,
düzenleyici işlemlerle suç ve ceza oluşturma anlamına gelmeyeceğinden suç ve
cezada yasallık ilkesine aykırılık oluşturmayacaktır”
101
demektedir. Başka bir
kararında da Yüksek Mahkeme, “Yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa
kuralının Anayasa'nın 7. maddesine uygun olabilmesi için temel ilkeleri koyması,
çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz, geniş bir alanı yönetimin düzenlenmesine
bırakmaması gerekir. Temel kuralları koymadan, ölçüsünü belirlemeden ve sınırı
çizmeden yürütmeye düzenleme yetkisi veren kuralın”102 Anayasa’ya aykırı
düşeceğini belirtmiştir.
Sonuç olarak, kanunla düzenlenme ilkesinin, idari yaptırımlar açısından ceza
yaptırımlarında uygulandığı şekliyle katı uygulama bulmayacağı kanısındayız. Buna
göre, kanuna dayanma zorunluluğu idari yaptırımlar için de geçerli olmakla birlikte,
kanunun yetki verdiği ve çerçevesini çizdiği hususlarda hukuka aykırı eylem ile ilgili
teknik ayrıntıların düzenleyici işlemlerle yapılması mümkün olmalıdır.
aab. Kıyas Yasağı
Kıyas, kanun tarafından düzenlenememiş bir eyleme karşı, kanunda yer alan
başka bir eylem için öngörülen hükmün uygulanmasıdır.103 Diğer bir deyişle kanunda
101
AMK 8.12.2004, E. 2004/84, K.2004/124, R.G. 02.12.2005, 26011
102
AMK 27.9.1994, E.1993/42, K.1994/72,
http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/IPTALITIRAZ/K1994/K1994-72.htm.
Buna göre kanun ile verilen söz konusu yetkinin “suçun tanımını doğrudan belirleyen bir yetki”
olmaması gerekir. AMK 10.2.2004, E. 2001/143, K. 2004/11,
http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/IPTALITIRAZ/K2004/K2004-11.html
103
Timur Demirbaş, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2007, s. 116.
31
yer alan bir norma dayanılarak, kanunda düzenlenmeyen yeni bir normun
yaratılmasıdır.104
Kıyas yasağı ile kastedilen ise, bir eylemin kanunda yazılı suç tiplerinden
herhangi birine uymaması halinde suç olarak kabul edilememesi ve cezalandırma
yapılamamasıdır. 105 Kişinin hukuki güvenliğinin sağlanması açısından ilke özellikle
ceza hukuku açısından önem arz eder.
106
Bu nedenle de 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun 2. maddesinin 3. fıkrasında “Kanunların suç ve ceza içeren
hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa
yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz” şeklinde açıkça düzenlenmiştir.
Danıştay, ilkenin anlamını ve önemini 1998 tarihli kararında “ kanunsuz suç ve
ceza olmaz ilkesinin bir gereği olarak yasanın açıkça düzenleme yapmadığı bir
konuda başka ceza hükümlerinin kıyasen uygulanmasının mümkün olmadığı”107
şeklinde belirtmiştir. Bu karara göre, “hangi eylemlerin suç sayılacağı, suç sayılan
eylemlere ne tür ve oranda ceza verileceğini saptama, yasama organının
104
Đzzet Özgenç / Cumhur Şahin, Uygulamalı Ceza Hukuku, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2001, s. 26.
105
Toroslu, op.cit., s. 61.
106
Oğurlu, op.cit., s. 64. Özel hukuk açısından ise, Medeni Kanunun 1. maddesi gereği kanunda yer
alan boşlukların kıyas yolu ile doldurulmasında hukuki bir engel bulunmamaktadır.
107
D. 1. D, 25.11.1998 gün, E.1998/335, K.1998/357, D.D., S. 100, s. 39 - 40. Buna karşın Sağlam
özellikle disiplin suçları konusunda Danıştay’ın kıyas yasağını idari yaptırımlar açısından yumuşatma
eğiliminde olduğu; bununda nedeninin ‘torba hüküm’ olarak anılan maddelerin bulunduğu da iddia
etmiştir. Mehmet Sağlam, Disiplin Suç ve Cezalarına Đlişkin Esaslar ve Uygulaması, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı Đdare Hukuku Bilim Dalı,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Konya, 2003, s. 50. Ancak biz bu görüşe katılmamaktayız. Torba
hüküm olarak anılan hükümlerin, uygulayıcılar tarafından hukuka aykırı eylem ve yaptırım yaratmak
için kullanabilecekleri bir araç olarak ele almak, hukuki güvenliğe temelden zarar verecek ve keyfi
uygulamalara yol açabilecektir.
32
yetkisindedir”108 ve uygulayıcıların yasama organının iradesinin yerine geçerek suç
ve ceza yaratması mümkün değildir.
Đdari yaptırımlar açısından Danıştay, “Đdari cezalar için de geçerli olan cezayı
gerektiren fiilin tüm unsurları tamam olmadan failin cezalandırılamayacağı
yolundaki ceza hukuku ilkesi gereğince, varsayım ya da kıyas yoluyla ceza
uygulanması olanağı bulunmadığını” 109 vurgulamıştır.
Sonuç olarak, öngörülebilir bir yönetim anlayışı içinde, kişi hak ve
özgürlüklerinin kullanılabilmesi için idari yaptırımlar açısından da kıyas yasağının
kabulü gerekmektedir.
aac. Geriye Yürümezlik Đlkesi
Kişi hak ve hürriyetlerinin güvenliğini sağlayan kanunilik ilkesinin bir gereği
de, işlendiği zaman yürürlükte olan kanuna göre suç kabul edilmeyen bir eylemin
daha sonra çıkarılan bir kanunla geriye doğru geçerli olacak şekilde suç sayılmasını
ve suçun cezasını sonradan çıkan kanuna göre ağırlaştırılabilmesini engelleyen
geriye yürümezlik ilkesidir.110
Đlkenin uygulamasında, geriye yürümezlik vasfının ancak aleyhte olan
hükümler için olduğu kabul edilmektedir. Diğer bir deyişle, eylem gerçekleştikten
sonra yürürlüğe giren ve o suça karşılık gelen cezayı ağırlaştıran hükümlerin geriye
yürümesi mümkün değildir. Ancak eylem gerçekleştikten sonra yürürlüğe giren
kanun cezayı hafifletici nitelikte ise geriye yürütülebilir. Bu yolla sanığın korunması
amaçlanır. Sonuç olarak, geriye yürümezlik ilkesine göre, eylemin gerçekleşme
108
AMK 15.08.1995, E.1995/40, K.1995/38,
http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/IPTALITIRAZ/K1995/K1995-38.htm.
109
D. 4. D, 22.11.2006, E.06 / 2998, K.06 / 2299. http://www.danistay.gov.tr/
110
Đçel / Donay, op.cit., s. 88
33
tarihinden önce yürürlükte bulan kanuna göre ceza daha ağır nitelikte ise geriye
yürümezlik ilkesi uygulanmayacaktır.111 112
Danıştay 8. Dairesi 2006 yılında verdiği kararda da; “Hukuk devletinde güven
ve istikrarın korunabilmesi içi kural olarak yasalar, yürürlüğe girdikleri tarihten
sonraki olaylara uygulanır. Yasalar "geçmişe yürümezlik prensibi" uyarınca
yürürlüğe girdiği tarihten sonraki hukuki olaylara yönelik hüküm ve sonuç
doğurmaktadır. Adaletin sağlanması, temel hakların korunması gibi bazı
durumlardan kaynaklanan zorunluluk hali hariç yasaların geçmişe yürümesi söz
konusu değildir”113 demek suretiyle, sonraki yasanın kişinin lehine olması durumu
kastedilerek, “adaletin sağlanması” halinde de ilkenin kapsamında ele alınması
gerektiği vurgulamıştır.114
Đdari yaptırımlar açısından da doktrinde genel kabul gören görüş, eylem
sonrasında yürürlüğe giren aleyhteki hükümlerin geçmişe yürümeyeceğinin, lehe
111
Özgenç, op.cit., s. 122 - 145; Bu özelliği nedeniyle de ilkeye “aleyhte yasanın geriye etkili
olmaması” ilkesi de denilmektedir. Bkz. : Nur Centel / Hamide Zafer / Özlem Çakmut, Türk Ceza
Hukukuna Giriş, Beta Basım, Đstanbul, 2006, s. 55 - 56.
112
Ceza Kanunu’nun “Zaman Bakımından Uygulama” başlıklı 7. maddesi, ilkeye açıkça yer
vermiştir. MADDE 7- (1) Đşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden
dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Đşlendikten sonra yürürlüğe giren
kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri
uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanunî neticeleri
kendiliğinden kalkar.
(2) Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların
hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.
(3) Güvenlik tedbirleri hakkında, infaz rejimi yönünden hüküm zamanında yürürlükte bulunan kanun
uygulanır.
(4) Geçici veya süreli kanunların, yürürlükte bulundukları süre içinde işlenmiş olan suçlar hakkında
uygulanmasına devam edilir.
113
D. 8. D, 25.09.2006, 2006/3165, 2005/ 2099. http://www.danistay.gov.tr/
114
Benzer nitelikteki bir karar için bkz. : D.6. D, 16.10.1985, E.1985/784, K. 1985/ 1254, D.D. , S. 62
- 63, s. 249.
34
olan hükümlerin ise geçmişe uygulanabileceğinin
kabul edilmesi yönündedir.115
Akıllıoğlu, idari yaptırımlar açısından bu ilkenin, bireylere tanınmış ek güvenceler
kapsamında ele alınması gerektiğini belirtirken116; Gözübüyük/ Tan, geriye
yürümezlik ilkesinin, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin üye ülkelere yönelik
tavsiye kararında, 117hem de Fransız Anayasa Konseyi’nin idari yaptırımlar hakkında
kabul ettiği esasa ilişkin ilkeleri arasında yer aldığını vurgulamıştır.118
ab. Şahsilik ilkesi
Kişi hak ve özgürlüklerinin korunması açısından kanunilik ilkesi kadar önem arz
eden bir diğer ilke de şahsilik ilkesidir. Đlkenin en geniş anlamdaki amacı kişinin
“gerçekleşmesinde hiçbir nedensel katkıda bulunmadığı, tamamen başkaları
tarafından gerçekleştirilen”119 bir eylemden dolayı sorumlu tutulamamasını; yani,
kanunun öngördüğü cezadan sadece suçun failinin etkileneceği bir cezalandırma
sistemini sağlanmaktır.120
Ceza yaptırımları açısından, suç ve cezanın şahsiliği ilkesi olarak da anılan ilke,
Anayasa’nın 38. maddesinde “Ceza sorumluluğu şahsîdir” şekliyle yer almış; 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 20.maddesinde de; “1) Ceza sorumluluğu şahsîdir.
115
Oğurlu, op.cit., s. 61-62; Kemal Gözler, Đdare Hukuku, C. II, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa,
2003, s., 549.
116
Tekin Akıllıoğlu, Đnsan Hakları ve Yönetim Hukuku: Avrupa Yönetim Hukukunun
Oluşmasında Avrupa Đnsan hakları Mahkemesi Kararlarının Rolü, www.idare.gen.tr/akilliogluinsan.htm, (28 Mayıs 2008)
117
“ Fiilin gerçekleştiği sırada hafif yaptırım uygulanacak iken, sonradan ağırlaştırılmış olan yaptırım
uygulanmaz. Sonradan yürürlüğe giren lehe olan yaptırım uygulanır”. A.Şeref Gözübüyük / Turgut
Tan, Đdare Hukuku Genel Esaslar, C. I, 4. Baskı Turhan Kitabevi, Ankara, 2006, s. 749.
118
Ibid., 750.
119
Toroslu, op.cit., s.171.
120
Dönmezer/ Erman, op.cit., s. 552; Centel / Zafer/ Çakmut, op.cit., s. 551.
35
Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz. (2) Tüzel kişiler hakkında ceza
yaptırımı uygulanamaz. Ancak, suç dolayısıyla kanunda öngörülen güvenlik tedbiri
niteliğindeki yaptırımlar saklıdır” şeklinde düzenlenmiştir.
Hukukumuz açısından Anayasa’nın 38. maddesi ve Türk Ceza Kanunu’nun 20.
maddesi
nedeniyle
tüzel
kişilerin
ceza
sorumluluklarının
olmadığı
kabul
edilmektedir.121 Her ne kadar, Anayasa Mahkemesi 19.09.1991 tarihli kararında
122
tüzel kişilerin ceza sorumluluklarının kabul edilmesinin anayasal bir aykırılık
taşımayacağını belirtilmiş olsa da; doktrindeki pek çok görüş123, farklı gerekçelerle
de olsa da, ceza hukukunun bireyin iradi davranışını ön planda tutan yapısı124 ve
121
Şen, tüzel kişilerin ceza sorumluluğunun kabul edilmemesinin çevrenin korunması açısından
olumsuz etkilerine dikkat çekmiş ve “çevre ceza hukukunda tüzel kişilerin suç faili sayılmamasını
kabul etmemek, çevrenin korunması amacına ulaşmayı baştan engellemek olur, çünkü tüzel kişiliğe
sahip olan fabrika ve endüstri kuruluşlarının çevreyi kirlettiği dikkate alındığında cezai sorumluluğun
sadece gerçek kişilerin üzerinde tutmak yerinde olmayacak ve ceza tehdidi altında bulunmayan tüzel
kişilerin olumsuz faaliyetlerinden dolayı, gerçek kişiler sorumlu tutulacağı için tüzel kişilerden
kaynaklanan çevre kirlilikleri azalmayıp aksine fazlalaşacaktır”. Şen, op.cit., s. 140 - 141.
122
“Öğretide ve uygulamada cezaların, tüzelkişilerin temsilcileri olan gerçek kişilere verilebileceği
yolundaki yerleşik görüşün, gelişmeler karşısında çağdaş anlayışa uymadığı ve tüzelkişilere yapılarına
uygun olmayan hürriyeti bağlayıcı cezalar türünde cezalar değil, ancak, kapatma, geçici süreyle
çalışma yasağı ya da para cezası gibi, cezalar verilebileceği, kabul edilmektedir. Anayasa
Mahkemesi’nin 16.6.1964 günlü, E.1963/104, K. 1964/49 sayılı ve 14.2.1989 günlü, E.1988/15, K.
1989/9 sayılı kararlarında da tüzelkişilere yapılarına uygun ceza verilmesinin Anayasa’ya aykırılık
oluşturmayacağı benimsenmiştir” AMK 19.09.1991, E. 1991/2, K. 1991/ 30, AMKD, C. 1, S. 28,
Ankara, s.103 vd.
123
Duygun Yarsuvat, “Tüzel Kişilerin Ceza Sorumluluğu”, Prof. Dr. Sahir Erman’a Armağan,
Đstanbul, 1999, s. 889 - 918; Kayıhan Đçel / Đzzet Özgenç / Adem Sözüer / Fatih S. Mahmutoğlu /
Yener Ünver, Suç Teorisi, 2. Kitap, Đstanbul, 1999, s. 69; Dönmezer / Erman, op.cit, s. 403 vd.
124
Bu görüşler için bkz. : Ceza hukukunda, failin kişiliğinin ifadesi olan davranışların önem taşıması
nedeniyle, zihni hareket merkezi insana bağlanamayan tüzel kişilerin ceza hukuku anlamında
sorumlulukları yoktur; yalnızca tüzel kişilerin gerçek kişilerden oluşan organlarının mensuplarının
ceza sorumluluğu mevcuttur. Zeynel T. Kangal, “Yeni Türk Ceza Hukuku’nda Tüzel Kişiler”,
Hukuki Perspektifler Dergisi, S.7, Temmuz 2006, s. 86.
36
Anayasa’nın 38. maddesi karşısında tüzel kişilerin ceza
hukuku açısından
sorumluluğunun kabul edilemeyeceğini belirtmektedirler.125
Đdari yaptırımların tüzel kişilere uygulanması açısından ise, Anayasa’nın
38.maddesi ve T.C.K. 20. maddesi yalnızca ‘ceza sorumluluğundan’ bahsettikleri
için, engel bulunmamaktadır. Bu nedenle özellikle tüzel kişiler açısından idari para
cezası öngören düzenlemelerin sayısı fazladır. 126
Sonuç olarak, şahsilik ilkesinin idari yaptırımlar açısından kısmen geçerli olduğu
ve fakat tüzel kişiler açısından idari yaptırım uygulanabilmesinin mümkün olması
nedeniyle, ceza hukukundan farklı bir görünüm arzettiği belirtilebilir.
ac. Ölçülülük Đlkesi
Ölçülülük ilkesi, hukuka aykırı eylem ile yaptırım arasında belirli bir oranın
olması anlamına gelen orantılılık127 ve alınan tedbir ile amaca yaklaşılabilmesi
anlamına gelen elverişlilik128 unsurlarından oluşmaktadır.129 Bu özellikleri nedeniyle,
125
Konuyla ilgili olarak ayrıntılı bilgi için bkz. : Muharrem Özen, “Türk Ceza Kanunu Tasarısının
Tüzel Kişilerin Ceza Sorumluluğuna Đlişkin Hükümlerine Bir Bakış”, A.Ü.H.F.D., C. 52, S. 1, 2003,
s. 63 - 85; Fransız Hukukunda tüzel kişilerin ceza sorumluluğu ile ilgili olarak bkz. : Jean Pradel,
“Fransız Hukukunda Tüzel Kişilerin Ceza Sorumluluğu Đle Đlgili Bazı Sorunlar”, (Çev.) Zeynel T.
Kangal, Adalet Yüksekokulu 20. Yıl Armağanı, Đstanbul, 2001, s. 151 - 165.
126
Gözübüyük / Tan, op.cit, C. I, s. 762; Gözler, op.cit., s. 549
127
“Orantılılık ilkesi yaptırımın bireyselleştirilmesi ve makul olması anlamına gelir ”. Bkz. : Tan,
Đdari Yaptırımlar, s. 105; Danıştay 12. Dairesi 2006 yılında verdiği kararında da, “Orantılılığın bir
yandan kanunda suç tipi olarak belirlenmiş olan eylem ile buna karşılık verilecek ceza arasında adil
bir dengenin olması, benzer hukuksal değerleri korumaya yönelik suçlar için öngörülen cezalar
arasında mantıklı bir dengenin olması,diğer yandan ise hukuksal değerlerin hiyerarşik özelliğinin
zorunlu bir sonucu olarak farklı hukuksal değerleri koruyan suçlar için öngörülen cezalar arasında bir
dengenin olması şeklinde sonuçları bulunmaktadır ” demektedir. D.12. D, 26.12.2006, E.2003 / 3174,
K.2006 / 6690, http://www.danistay.gov.tr/.
128
Yüksel Metin, Ölçülülük Đlkesi: Karşılaştırmalı Bir Anayasa Hukuku Đncelemesi, Seçkin
Yayıncılık, Ankara, 2002, s. 26.
37
hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında hak ve özgürlükler lehine koruma sağlayan
evrensel bir ilke olarak kabul edilir.130
Temel hak ve özgürlüklerde yapılan sınırlamalar konusunda öncelikli olarak
yasama organının, kişi hürriyetlerini sınırlayıcı nitelikte kararlar verebilmesi
açısından yargı organının ve kamu düzeninin sağlanması konusunda görevli ve
yetkili olması nedeniyle idarenin faaliyetlerinde ölçülülük ilkesine uyması gerekir.131
Diğer bir deyişle, ölçülülük ilkesi, yasama organının koruması hedeflenen değer için
elverişli ve amaç ile araç arasında orantılı132 yaptırımı belirlediği; idarenin, hukuka
aykırı eylemin ağırlığını ve olayın sübjektif durumunu göz önüne alarak kanunda
129
130
Oğurlu, op.cit., s. 186.
Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler ve Siyasi Haklar
Sözleşmesi çerçevesinde tanınan ve uygulanan ilke, 1982 Anayasası’nın 13. maddesinde (03.10.2001
tarih ve 4708 sayılı Kanunun 2. maddesi ile yapılan değişiklik ile) yer verilmek suretiyle anayasal
olarak korumaya alınmıştır. Bu hüküm ile ölçülülük ilkesi, “hakkın özüne dokunmama” ve
“demokratik bir toplum gereklerine aykırı olmama” şeklinde düzenlenmiştir. Konuyla ilgili ayrıntılı
bilgi için bkz. : Zühtü Arslan, “Temel Hak ve Özgürlüklerin Sınırlandırılması: Anayasa’nın 13.
Maddesi Üzerine Bazı Düşünceler”, A.Y.D., C. 19, Ankara, 2002, s. 216 – 231. Ayrıca bkz. : Bakır
Çağlar, “Anayasa Mahkemesi Kararlarında ‘Demokrasi’ ”, A.Y.D. , C. 7, Ankara, 1990, s. 99.
“Sınırlamaların temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunmaması, demokratik toplum düzeninin gerekli
kıldığından fazla olmaması ve ulaşılmak istenilen amacı aşmaması, başka bir anlatımla ölçülülük
ilkesiyle uyum içinde bulunması zorunludur ”. AMK 15.10.2002, E.2001/309, K. 2002/91, R.G.
12.12.2003, 25314.
“Anayasa’nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği,
bu sınırlamanın Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir”. AMK 12.12.2007, E.2003/40,
K.2007/96, R.G.31.01.2008, 26773.
131
Bülent Tanör, Türkiye’nin Đnsan Hakları Sorunu, BDS Yayıncılık, Đstanbul, 1994, s. 168.
132
Osman Doğru, Đnsan Hakları Avrupa Đçtihatları, 1. Baskı, Đstanbul, 1997, s. 55.
38
düzenlenen yaptırımlardan en uygun yaptırımı takdir ettiği133 noktada söz konusu
olmaktadır.
Đdare hukukunda idarenin eylem ve işlemleri ile bunların amaçları arasında bir
dengenin bulunması anlamına gelen ilkeye, özellikle kolluk ve idari yaptırımlar
alanında başvurulmaktadır.134 Đdari yaptırımlar açısından ölçülülük ilkesi ise,
idarenin kanunda düzenlenen yaptırımları, eylemin ağırlığı oranında uygulamasıdır.
Ancak idarenin bu oranı belirlerken uyması gereken bazı sınırlar bulunmaktadır.
Đdare, ölçülülük ilkesini uygularken kanunilik ilkesinin sınırları içinde
kalmalıdır. Bu nedenle de, Danıştay 5. Dairesi’nin 1971 yılında verdiği, “yasalarda
suç sayılan eylemlerin karşılığı cezalar gösterilmemişse, suç ile ceza arasında
bulunması gereken denge ve makul oranın göz önünde bulundurulması gerekir ”
135
yönündeki kararının isabetli olmadığı kanısındayız. Danıştay bu kararıyla, hukuka
aykırı eylemle orantılı ve fakat kanunilik ilkesine aykırı olarak idarenin takdir
hakkını kullanabileceği yönünde bir karar vermiştir. Bu kararda, idarenin, hukuki
güvenlik ve hukuk devleti ile bağdaşmayan bir yetkiyi kullanması hukuka aykırı
bulunmamıştır.136
Diğer yandan idarenin ölçülülük ilkesini uygularken, kişinin ve durumun
şartlarını da göz önüne alması gerektiği de ileri sürülmüştür.137 Ancak bu noktada
133
Metin, op.cit., s. 58.
134
Yücel Oğurlu, “AĐHM Kararları ve Türk Đdare Hukukunda Temel Hak ve Özgürlüklerin
Sınırlandırılmasında Bir Yargısal Denetim Ölçütü Olarak Ölçülülük Đlkesi”, Turhan Tufan Yüce’ye
Armağan, Đzmir, 2001, s. 497 - 498.
135
D. 5. D, 18.1.1971, E.1968/5769, K.1971/220, A.Đ. D., C. 4, S. 1, 1971, s. 25.
136
Ölçülük ilkesinin hukuk devleti ilkesinden kaynaklandığı ile ilgili olarak bkz. : Christian Rumpf,
“Ölçülülük Đlkesi ve Anayasa Yargısındaki Đşlevi ve Niteliği”, A.Y.D. , C. 10, Ankara, 1993, s. 44 45.
137
Oğurlu, Ölçülülük…, op.cit., s. 93.
39
adalet138 ve hakkaniyet duygularına139 zarar vermeyecek şekilde bir uygulama
zorunludur. Oğurlu, sübjektif ve farklı uygulamalara neden olacak şekilde kişilerin
ödeme gücünün değil, tehlike ile yaptırım arasındaki oranın dikkate alınması
gerektiğini savunmaktadır. 140
Buna karşın bazı durumlarda kişinin sübjektif durumunun göz önüne
alınmaması da adaletsizliklere neden olabilmektedir. Örneğin büyük bir işletme ile
küçük bir işletmeye aynı miktarda idari para cezası uygulanması küçük işletme
açısından ödeme gücünün aşılması hallerinde zorluğa neden olabilecekken, büyük bir
işletme için aynı miktardaki bir para cezası caydırıcı olmayacaktır.141 Buna göre,
idare takdir hakkını kullanırken, kanunun belirlediği sınırlar çerçevesinde, kişinin ve
durumun sübjektif şartlarını dikkate alırsa ölçülülük ilkesine uymuş olacaktır.
ad. Cezaların Bireyselleştirilmesi Đlkesi
Cezaların bireyselleştirilmesi, suçlunun kişiliği, sosyal yaşamı, geçmişi ile
diğer suçlulardan ayrılan özelliklerinin belirlenmesi ve belirlenen bu özellikler
ışığında suçlunun ileride yeniden suç işlemesi ihtimalini azaltacak, tenkil edici
önlemlerin ne olduğunun hakim tarafından tespit edilip cezalandırma faaliyetini
138
“Hukuki ilişkilerin adaletli, dengeli ve ölçülü bir şekilde oluşması ölçülülük ilkesinin temelini
oluşturur”. Bkz. : Bahtiyar Akyılmaz, “Đyi Yönetim ve Avrupa Đyi Yönetim Yasası”, G.Ü.H.F.D. , C.
VII, Haziran - Aralık 2003, Baskı: Nisan 2004, Ankara, s. 154.
139
Adalet ve hakkaniyet duyguları açısında eşitlik ilkesinin de göz önüne alınması gerekmektedir.
“Kişisel nitelikleri ve durumları özdeş olanlar arasında, yasalara konulan kurallarla değişik
uygulamalar yapılamaz”. AMK 15.8.1995, E. 1995/40, K. 1995/38,
http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/IPTALITIRAZ/K1995/K1995-38.htm.
140
Oğurlu, Ölçülülük…, op.cit., s. 93.
141
“Đdari ihlali işleyerek idari yaptırımla karşılaşan bireyin sübjektif durumunun dikkate alınması
gerekir. Örneğin rakiplerine karşı zor ve dengeli bir rekabet kurmuş olan küçük esnafın işletmesinin
bir hafta süreyle kapatılması ve miktar olarak yüksek bir idari para cezası ödemek zorunda kalması o
kişi açısından mesleki son anlamını taşıyabilir”. Bkz. : Oğurlu, Đdari Yaptırımlar…, op.cit., s. 192.
40
yerine getirilmesidir.142 Kısaca cezaların bireyselleştirilmesi ilkesi, hakimin
kanunilik ilkesi çerçevesinde143 failin kişiliğine en uygun cezayı takdir etmesidir.144
Bu yolla cezaların “suçlunun kişiliğine ve suça uydurulması suretiyle insancıl ve
dengeli gerçekleştirilmesi”145 sağlanacaktır.
Đdari yaptırımlar açısından kullanılan takdir yetkisi, kimi zaman hukuka
aykırı eylemi gerçekleştirenin kişiliğinin ve olayın sübjektif niteliğinin de göz önüne
alınmasını gerektirebilir. Ancak, ceza yaptırımlarının bireyselleştirilmesi ile ilgili
TCK’nin 61. maddesinin açık hükmüne benzer bir hükmün, idari yaptırımlar
açısından bulunmadığı dikkate alınacak olursa; idarenin cezanın bireyselleştirilmesi
amacıyla kullandığı takdir yetkisinin, hukuka aykırı eylem neticesinde ortaya çıkan
zararın veya tehlikenin ağırlığını hafifletici ve kanunen idareye tanınmış takdir
142
Erdener Yurtcan, “Ceza Yaptırımı Ve Bireyselleştirme”, Ceza Hukuku Günleri 70. Yılında Türk
Ceza Kanunu Genel Hükümler, Beta Yayıncılık, 1998, Đstanbul, s. 262.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 61. maddesinde cezaların bireyselleştirilmesi ile ilgili olarak açık
bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu hüküm hakimin cezaya hükmederken göz önüne alması gereken
hususları açıkça saymış ve ilkenin uygulanabilmesinin koşulu olarak da “kanunda açıkça yer alma”
şartına yer vermiştir.
143
“Yasakoyucu, Anayasa’nın ve Ceza Hukukunun temel ilkelerine bağlı olmak koşuluyla,
cezalandırmada güdülen amacı da gözeterek (…) bireyselleştirme şekil ve şartları öngörebilir”.
AMK 31.2.2004, E.2002 / 94, K. 2004 / 45, R.G. 14.5.2005, 25815.
144
“Adli para cezasının hapis cezasına seçimlik yaptırım olarak kabul edildiği hallerde, cezanın
belirlenmesi ve bireyselleştirilmesi bağlamında mahkeme, önce kişi hakkında hapis cezasına mı yoksa
adli para cezasına mı hükmedeceğini karara bağlar. Bu tercihin yapılmasında sadece suçlunun kişiliği
dikkate alınmalıdır. Bu tercih, aslında cezanın bireyselleştirilmesi yöntemlerinden birini
oluşturmaktadır. Bu bakımdan söz konusu belirlemede failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki
ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususların
yanı sıra, ekonomik durumu da göz önünde bulundurulur”. “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Đlişkin Kanun” Gerekçeleri, Kanun No. 5560, Kabul Tarihi : 6/12/2006 ,Yayın Tarihi:
19/12/2006, R.G.19.12.2006, 26381; http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem22/yil01/ss1255m.htm. ;
Bahri Öztürk / M. Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza ve Emniyet Tedbirleri Hukuku, Đzmir 2005, s.
317.
145
Yargıtay 1. Ceza Dairesi, 13.02.1990, 299/255 sayılı kararı, Y.K.D. , S. 5, 1990, s. 743 vd.
41
yetkisini aşar nitelikte olmaması gerekmektedir. Bu nedenle idari yaptırımların
takdirinde, öncelikli olarak hukuka aykırı eylemin neticesinde doğan zararın veya
tehlikenin ve daha sonra da kişinin ve olayın sübjektif niteliğinin göz önüne alınması
yerinde olacaktır.
b. Đdari Yaptırım Kararlarının Đdari Đşlem Olmasından Kaynaklanan
Özellikleri
Đdari yaptırımların idari işlem olmasından kaynaklanan özelliklerine dair
açıklamalarımızı Gözler’ in ve Yayla’nın idari işlemlerle ilgili olarak getirdikleri
tanımlardan yola çıkarak yapmamızın yerinde olacağı kanısındayız. Buna göre
Gözler’in idari işlemlere ilişkin olarak ‘idari hukukuna ve uyuşmazlık halinde idari
yargıya tabi olma, kamu gücüne dayanma ve hukuki sonuç doğurmaya yönelik irade
açıklamaları olmaları’146 şeklinde belirlediği özelliklere; Yayla’nın idari işlemlerin
kural olarak idare tarafından yapıldığına147 dair görüşü’nün de eklenmesi gerekir.
Buna göre, idari yaptırımların temel özellikleri: ‘idarenin kendi faaliyet alanı içinde,
tek taraflı olarak, kamu gücü kullanılarak verdiği, icrai nitelikteki kararları’ olarak
özetlenebilir.
146
“ Đdari işlem, idare hukukuna ve keza uyuşmazlık halinde idari yargıya tabi olan kamu gücüne
dayanan hukuki işlemler; yani hukuki sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamalarıdır”. Gözler,
op.cit., s. 252. Günar’ın idari işlemlere ilişkin tanımında da: “ T.C. Devlet teşkilatına dahil
makamların, idare fonksiyonunu yerine getirme görev ve yetkileri uyarınca hareket ederken, idare
hukuku bağlamında yaptıkları, hukuksal sonuç doğuran irade açıklamaları” olduğu belirtilmiştir. Sait
Güran, “Đdari Đşlem”, Prof. Dr. Hayri Domaniç’e 80. Yaş Günü Armağanı, C. II, Đstanbul, 2001, s.
1277.
147
Yıldızhan Yayla, Đdare Hukuku, Filiz Kitabevi, Đstanbul, 1985, s. 81.
42
ba. Đdarenin Tek Yanlı ve Đcrai Kararlarından Olması
Đdari yaptırımlar da, idarenin tek yanlı kararı ile doğar ve etki
gösterebilmeleri için başkaca bir makama ihtiyaç göstermezler.148 Đdari yaptırım,
idarenin tek yanlı kararı ile kişinin hukuki durumunu değiştirebilir ya da faaliyetten
men, ruhsatın iptali gibi durumlarda olduğu gibi bir hukuki durumu tamamen ortadan
kaldırabilir; ya da kişinin malvarlığına yönelerek belirli bir paranın ödenmesi
şeklinde sonuçlar doğurabilir.149
Đdari yaptırımların alındığı anda etki göstermesi de, idari işlemlerin hukuka
uygunluk karinesinden yararlanmasına dayanır. Buna göre, idari yaptırımlar da,
idare tarafından kararı alındığı anda, başkaca bir işleme ve makama ihtiyaç
göstermeksizin etkilerini doğururlar. Ayrıca hukuka aykırı olduğu iddiası var ise, bu
iddia kesinleşinceye150 veya kanunda belirtilen makamlarca geri alınıncaya /
kaldırıncaya kadar151 etkilerini göstermeye devam ederler.
bb. Bireysel ve Yükümlendirici Đdari Đşlem Kategorisinde Olması
Birel işlemler de olarak anılan bireysel idari işlemler, genel düzenleyici
işlemlerin belli bir kişi ve durum hakkında ve yalnızca o kişi ve durum için sonuç
doğuracak şekilde uygulanmasıdır.152
148
Özay, op.cit., s. 35; Gölcüklü, op.cit., s. 136.
149
Oğurlu, Đdari Yaptırımlar…, op.cit., s. 41.
150
Đdari yaptırımların hukuka aykırı olduklarının kanıtlanması ile kastedilen ise idarenin işlemleri ve
eylerinin yargı denetimine bağlı olduğuna dair Anayasa hükmüne dayanılarak hukuka aykırılık
iddiasının yargı makamlarınca çözümlenip haklı görülmesidir.
151
Günday, op.cit., s. 157.
152
Gözübüyük / Tan, op.cit., s. 409.
43
Genellikle bireysel kararlar olarak ortaya çıkan idari işlemler, “çeşitli
açılardan çeşitli ayrımlara”153 tabi tutulmaktadırlar. Bireysel kararlarla ilgili olarak
yapılan bu ayrımlardan biri de, idari kararların yöneldikleri kişiler üzerindeki etkileri
dikkate alınmak suretiyle yapılan, yararlandırıcı ve yükümlendirici işlemler
ayrımıdır. Bu ayrımda dikkate alınan, idari işlemin yöneldiği kişi üzerinde
doğurduğu etkidir. Buna göre, yükümlendirici işlemler, “ilgiliden belli bir davranışta
bulunmayı, bulunmamayı veya belli bir davranışa göz yummayı isteyen işlemleri”154
şeklinde tanımlanabilir.
Yapılan bu tanım ışığında, idari yaptırımların yükümlendirici işlemler
kategorisinde olduğu belirtilebilir. Ancak, idari yaptırımların yükümlendirici diğer
kararlardan ayrılması noktasında da, bazı ölçütlerin, belirlenmesi mümkündür.
Bu ölçütlerin, idari yaptırımların cezalandırıcı karakteri ile belirlenebileceğini
ileri süren görüşlere yukarıda da belirttiğimiz gibi, idari işlemlerin sırf cezalandırma
amacı taşımasının mümkün olmaması ve ilgilisi üzerinde hangi işlemin cezalandırıcı
etki
yarattığının
belirlenmesinin
çoğu
zaman
güç
olduğu
düşüncesiyle
katılmamaktayız.
Buna karşın Ulusoy’un, idari yaptırımların diğer yükümlendirici kararlardan
ayrılmasında ele alınmak üzere ileri sürdüğü “muhatabı için yeterli hukuksal
korunma testi” kriterinin uygun bir kriter olduğu kanısındayız. Ulusoy, bu testin,
yükümlülük doğuran işlemin, olağan idari usul kurallarının ve ilkelerinin
uygulanmasının yeterli hukuksal koruma sağlayıp sağlamadığının tespiti ile
yapılabileceğini belirtmektedir. Bu tespite göre, eğer idari işlem için olağan idari usul
kurallarını uygulamak muhatabı açısından yeterli hukuksal güvence sağlamıyor ise
153
Günday, op.cit.,s. 116.
154
Ibid., s. 122.
44
ve ceza hukukuna ilişkin ilkeler, güvenceler gibi ek güvencelerin de sağlanması
zorunluluk gösteriyorsa, o idari işlemin idari yaptırım olduğu belirlenebilecektir. 155
bc. Yargısal Denetiminde Kural Olarak Đdari Yargının Görevli
Olması
Đdarenin tüm işlemlerinin ve eylemlerinin yargı denetimine tabi olduğuna
ilişkin anayasal kural156, idari yaptırımlar açısından da kuşkusuz geçerlidir.157 Buna
göre idari yaptırımlara karşı da “etkili bir yargısal denetim yolunun”158 açık olması
gerekir. Ancak, “idari rejimi benimseyen ülkelerde sürekli olarak yapılagelen bir
tartışma”159 olarak idarenin işlem ve eylemlerine karşı yargı denetiminin nerede
155
Ali Ulusoy, Erkler Ayrılığı ve Yürütme- Yargı Đlişkileri Bağlamında Kabahatler Kanununun
Değerlendirilmesi, Danıştay Başkanlığı tarafından 12 Mayıs 2008 tarihinde Danıştay ve Đdari Yargı
Günü 140. Yıl Sempozyumda Sunulan Tebliğ Metni, s. 4 - 6.
156
Abbas Gökçe, “ Danıştay’ın Danışma ve Đnceleme Görevi ”, A.B.D. , C. I, S. 7, 1976, s. 628. 1961
Anayasasının 114. maddesine paralel olarak, 1982 Anayasasının 125. maddesinde, “Đdarenin her türlü
eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır ” hükmü yer almaktadır.
157
07.05. 2004 tarih ve 5170 sayılı kanunla (R.G. 22.05.2004, S. 25469) Anayasa’nın 90. maddesinin
son fıkrasına “usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası
andlaşmalarla
kanunların
aynı
konuda
farklı
hükümler
içermesi
nedeniyle
çıkabilecek
uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır” cümlesi eklenmiştir. Bu değişiklik ile
uyarma ve kınama disiplin cezalarına karşı yargı yolunu kapatan düzenlemelerin BM Medeni ve
Siyasi Haklar Sözleşmesi ve Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi dikkate alınarak uygulanamayacağına
ilişkin görüş için bkz. : Ayhan Döner, “Anayasanın 90. Maddesi Karşısında Uyarma ve Kınama
Cezalarını Yeniden Düşünmek”, E.Ü.H.F.D., C. XI, S. 1 - 2, Erzincan, 2007, s.149 - 161. Đlgili
görüşle paralel bir yargı kararı için bkz. : Ankara 5. Đdare Mahkemesi’nin 29.06.2004 tarih ve E.
2003/1796, K. 2006/ 1212 sayılı kararı.
158
Nevzat Toroslu, “ Ceza Hukuku Açısından Çevre Kanunu ”, Çevre Kanununun Uygulanması,
Türkiye Çevre Sorunları Vakfı Yayını, Ocak, 1987, s. 123; Sancakdar, op.cit., s. 28.
159
Mustafa Yılmaz, “Anayasa Mahkemesi’nin Đmar Kanunu’nun 42. Maddesinin 5. Fıkrasını Đptal
Eden Kararı Üzerine Bir Değerlendirme ”, A.Ü.E.H.F.D. , AÜEHF’nin 10. Öğretim Yılına
Armağan, C.V, S.1-4, Erzincan, 2001, s. 246.
45
yapılacağı sorunu, idari yaptırımların da bir idari işlem olması nedeniyle, yeniden
karşımıza çıkacaktır.
Buna göre, 1982 Anayasası’nın adli ve idari yargı ayrımını160 tanıyan
yapısına rağmen, 125. maddede idarenin işlem ve eylemlerine karşı açıkça idari
yargının görevli olduğu belirtilmediği için, kanun koyucunun idarenin işlemlerine
karşı adli yargıyı görevlendirebilmesi mümkün müdür?
Doktrindeki ve yargı kararlarındaki görüşlere yer vermeden önce 1961 ve
1982 Anayasası’nın idari ve adli yargı ayrımı ile ilgili hükümlerine değinilmesi
yerinde olacaktır.
1961 Anayasası’nın 114. maddesinin 1. fıkrasında “Đdarenin her türlü eylem
ve işlemine karşı yargı yolu açık” olduğu; Danıştay başlığı taşıyan 140. maddesinin
2. fıkrasında ise Danıştay’ın “idari uyuşmazlıkları ve dâvaları görmek ve
çözümlemek (…)” görevi olduğu belirtilmiştir. Ancak idari yargının görev alanı
somut olarak tanımlamamış; idarenin tüm işlem ve eylemlerine karşı idari yargının
kesin olarak görevli olduğuna ilişkin bir hükme yer verilmemiştir.161
1982 Anayasasının 125. maddesinde, 1961 Anayasası’nın 114. maddesine
paralel olarak idarenin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu
belirtilmiştir. Ancak hangi mahkemelerin görevli olduğuna ilişkin anayasal bir
düzenleme olmadığı için, “idari yargının görev alanı da Anayasa’nın 142. maddesi
160
“Đdari yargı sisteminin kabulü; kamu hizmetlerinin görülmesinden doğan uyuşmazlıkların
yapılarındaki özellikleri ve bunlara uygulanacak kuralların hukukî ve teknik nitelik taşıması, özel
hukuk ile idare hukuku arasındaki bünye, esas ve prensip farkının olması, idari işlemlerin idari hukuk
dalında uzmanlaşmış ve kamu hukuku alanında bilgili ve tecrübeli yargıçlarca denetlenmesinin
zorunlu sayılmasından kaynaklanmıştır”. Muammer Oytan, “Türkiye’de Đdari Yargı Denetiminin
Sınırları ”, Türk Đdare Dergisi, S. 57,1985, s. 215
161
Celal Erkut, Đptal Davasının Konusunu Oluşturması Bakımından Đdari Đşlemin Kimliği,
Danıştay Yayınları, Ankara, 1990, s.155.
46
doğrultusunda yasayla belirlenecektir”.162 Anayasa 140.maddede ise hakimler ve
savcıların “adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılar” olarak görev yapacakları belirtilmek
suretiyle ikili yargı sistemi vurgulanmıştır. ‘Danıştay’ başlığı taşıyan Anayasa’nın
155. maddesinde ise, 1961 Anayasasının 140. maddesindeki gibi, “idari
uyuşmazlıklar ve davalar” ibaresine yer verilmemiş; ancak hükmün ilerleyen
kısmında Danıştay’ın “idari uyuşmazlıkları çözmek” ile görevli bir mahkeme olduğu
belirtilmiştir.
Anayasa’nın ilgili hükümlerini yorumlayan Yayla, görevli yargı yerinin
belirlenmesi konusunda Anayasa’da açık bir düzenleme olmadığından bahisle ve
Anayasa’nın 37. maddesinde düzenlenen kanuni mahkeme kuralı gereği, kanun
koyucunun mutlak serbesti içinde görevli yargı yerini belirleyebileceğini163 ifade
etmiştir. Yayla’nın görüşlerini paylaşan Özay, 1982 Anayasası’ndaki Danıştay’a
ilişkin 115. maddede “idari” nitelemesine ilişkin değişikliğin Anayasa’daki diğer
hükümlerle birlikte ele alınması halinde, kanun koyucunun görevli yargı yerini
belirleme ve idari uyuşmazlığı adli yargı yerinin görev alanına sokabilme yetkisine
sahip olduğunu belirtmiştir.164 Ayrıca Özay, idari yargı yerleri ve Danıştay’ın idari
uyuşmazlıklarda genel yetkili mahkeme olarak kabul edilmesi halinde dahi, idari
yargının görev alanına giren bazı konuların tamamının ya da bir bölümünün adli
162
Melikşah Yasin, “Anayasa Mahkemesi’nin Đdari Yargının Görev Alanı Sorununa Yaklaşımı”,
Galatasaray Üniversitesi Yıldızhan Yayla’ya Armağan, Đstanbul, 2003, s. 567.
163
Yayla, op.cit., s. 32.
164
Đl Han Özay, “Türkiye’de Đdari Yargının Đşlev ve Kapsamı”, Đdari Yargıda Son Gelişmeler
Sempozyumu, Danıştay Yayını, Ankara, 1982, s. 29.
47
yargının görev alanında tanımlanmasında hukuken bir engel olmadığını ileri
sürmüştür.165
Kanun koyucunun idari ve adli yargının görev alanını belirlemesi hususunda
mutlak takdir hakkının olduğuna dair görüşe karşı çıkan Güran ise, idari işlem ve
eylemlere karşı adli yargı yolunun seçilemeyeceğini; kanun koyucunun Anayasa’nın
ikili yargı düzeni sistemiyle bağlı olduğunu belirtir.
166
Benzer görüşleri paylaşan
Akıllıoğlu, “yönetim yargısının görev alanına girmesi gereken bir işin yasa koyucu
tarafından adli yargıya verilmesinin Anayasa’ya aykırı”167 olacağını, Memiş ise, adli
yargı
ile
idari
yargının
görev
ayrılığının
yalnızca
erkler
ayrılığına
dayandırılamayacağını; ayrıca idare ile bireyler arasında çıkan uyuşmazlıklarda
uygulanacak hukuk kurallarının ve bu kurallara ilişkin usulün farklı olmasının iki
yargı dalı arasındaki farklılıktan kaynaklandığını; bu nedenle de idari uyuşmazlıkta
uzmanlaşmış idari yargıya rağmen adli yargının bu konularda görevlendirilmesinin
Anayasaya aykırı olacağını belirtmiştir.168
165
Ibid. Gözübüyük de, idari işlem ve eylemlerden doğan davaların adli yargının denetimine
bırakılabileceğini belirtmektedir. Yazar, bu durumda, dava konusu işlemin niteliğinin önem arz
etmeden adli yargı tarafından çözümlenebileceğini belirtmiştir.Gözübüyük, op.cit., s. 69.
166
Sait Güran, “Yargı Denetiminin Kapsamı”, ĐÜHFM, Ord. Sulhi Dönmezer’e Armağan, 1986-
1987, C. 1 - 4, Đstanbul, 1987, s. 38 - 39.
167
Tekin Akıllıoğlu, “Anayasa Mahkemesine Göre Anayasa 114 Yorumu”, Seha L.Meray’a
Armağan, C. I, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları: 465, 100.Doğum Yılına
Atatürk’e Armağan Dizisi:9, 1981, s. 26.
168
Emin Memiş, “Đdari Yargı Yolu Karşılaştırmalı Bir Görev ve Yetki Denemesi”, M.Ü.H.F.D.,
Đstanbul, 2007/2, s.165. Benzer bir görüş sahibi Demirkol, “ Anayasa, idari yargıyı alt mahkemeleriyle
birlikte öngördükten ve idari yargının özelliklerine uygun oluşturması direktifini verdikten sonra, idari
davaların, yasalarda adli yargının görev alanında tutması kendisiyle çelişmesi, kurduğu bir yargı
düzeninin varlık sebebini ve işleyişini reddetmesi demektir.(…) Böylece esas olan, idarenin idari yargı
yerlerince denetime tabi tutulması ve bunun adli yargı yerlerince değil, idari rejim anlayışına sadık
kalınarak, bu konuda uzmanlaşmış yargı yeri olan idari yargı yerlerince gerçekleştirilmesidir”. Selami
48
Günday, Anayasa’nın 155. maddesinde “idari davalar” nitelemesine yer
verilmemesinin idari yargının görev alanına ilişkin dayanaklardan birini kaldırdığı
görüşüne katılmakta ve fakat idari yargının görev alanına ilişkin olarak başka bir
maddeye işaret ederek, Anayasanın 37. maddesini değerlendirmeye dâhil etmeye
gerek olmadığını ifade etmektedir. Yazar, Anayasa’nın 157. maddenin 1. fıkrasında,
asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlere karşı
askeri yüksek idari mahkemesinin ilk ve son derece mahkeme olarak belirlendiğinin
altını çizerek; özel görevli idari yargı yeri anayasal güvenceye sahipken sivil (genel)
idari yargı yerinin görev alanının güvence altına alınmadığından söz edilemeyeceğini
belirtmiştir.169
Đdari yargının görev alanına ilişkin olarak görüşlerine yer verdiğimiz Günday,
idari yargının konusuna girmesi gereken bir konuda adli yargının görevlendirilip
görevlendirilemeyeceği ile ilgili olarak, idari yargının görev alanı sorununun aynı
zamanda bir hukuk devleti sorunu170 olduğunu ifade etmiştir. Yazar, idari işlem ve
eylemlerin hukuka uygunluk boyutuyla denetleneceği davaların yasa ile adli yargının
görev alanına sokulmasını, Anayasa ile bağdaşmadığını; ancak bu tür işlem ve
eylemlerin ‘hukuka uygunluk denetimlerinin yapılmadığı’ davaların adli yargı
alanına sokulmasında da bir sakınca bulunmadığını belirtmiştir. Bizim de
Demirkol, “Đdari Yargının Görev Alanının Genişlemesi Yolunda Somut Adımlar”, A.D. , T.C. Adalet
Bakanlığı, Y: 95, S.17, 2003, s. 316.
169
Metin Günday, “Đdari Yargının Görev Alanının Anayasal Dayanakları”, A.Y.D., C. 14, Ankara,
1997, s. 353. Bu görüş iki açıdan eleştirilebilir. Bunlardan ilki Anayasa ile askeri idari uyuşmazlıklar
konusunda ayrıntılı bir düzenleme yapan Anayasakoyucunun sivil idari uyuşmazlıklar konusunda açık
bir düzenlemeye gitmemesinin kanun ile bu konuda düzenleme yapılabilmesine imkân tanıma amacı
olduğu düşünülebilir. Diğeri ise Danıştay’a ilişkin 155. maddede “belirli davalar” ibaresi ile idari
yargının alanının korunması amacının bulunmadığı ileri sürülebilir. Bkz. : Yasin ..., op.cit, s. 568.
170
Günday, Đdari…, op.cit., s. 347.
49
katıldığımız bu görüşe göre, idari işlem ve eylemlerin Anayasaya, kanunlara, idare
hukukunun temel ilkelerine uygunluğu; yetki, şekil, amaç ve usul yönünden
yapılacak denetimlerinin idari yargı tarafından yapılması anayasal bir zorunluluk
olarak karşımıza çıkacaktır.171
Anayasa Mahkemesi kararları açısından yapılacak incelemenin 1961
Anayasası dönemine ve 1982 Anayasası dönemine ait kararlar şeklinde ayrılması
yerinde olacaktır. Çünkü Yüksek Mahkeme 1961 Anayasası döneminde verdiği
kararlarda, idari yargının görev alanının genişlediğini172 ve Danıştay’a ilişkin hüküm
başta
olmak
üzere
anayasal
dayanaklar
karşısında
adli
yargının
görevlendirilemeyeceğini belirtmiştir. Örneğin, Anayasa Mahkemesi 1975 tarihli
kararında da 1961 Anayasasının 114. ve 140 maddeleri dayanak gösterilerek; “ 1961
Anayasasının 140. maddesi, 114. madde ile birlikte ele alındığında idarenin, kendine
özgü ve özel hukuktan ayrı bir hukuka bağlı olduğunu ve bu idare hukukunun
uygulanmasından doğan anlaşmazlıkların kural olarak Danıştay'da görülüp
çözülmesi gereğini kabul eden bir idarî sistem kurduğunu açıkça göstermektedir.
Böylece Anayasa, idarî yargı alanı ile adli yargı alanlarını bir bakıma ayırmış
olmaktadır ”
171
173
değerlendirmesi yapmış ve “idarenin kendisine özgü ve özel
Ibid., s. 354. Anayasa Mahkemesi de 1976 yılında verdiği bir kararında benzer bir görüşün altını
çizmiş ve hükümde “ adli yargının amacı taraflar arasında uyuşmazlığın hak ve nesafet kurallarına
göre çözülerek haksızlığın giderilmesi ve varsa zararın tazmin ettirilmesi olduğu halde idari yargı
denetiminin ana ereği idarenin hukuk alanı ve kanun çerçevesi içinde kalmasını sağlamaktadır. Başka
bir deyimle idari yargı denetiminin amacı idarenin kanunlarının verdiği yetkileri aşması veya kötüye
kullanması ya da hukuka ve mevzuata aykırı işlem veya eylem tesis etmesi hallerinde bu eylem ve
işlemleri.. iptal etmek suretiyle idareyi hukuk alanı içinde kalmaya zorlamaktır”.A.Y.K. 25.5.1976
gün ve E. 1976/1, K. 1976/28 sayılı kararı, R.G. 16.8.2976, 15679, AMKD, S. 14, s. 186
172
Adil Özkol, Uyuşmazlık Mahkemesi Kararları Açısından Đdari Yargının Görev Alanı, Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları No: 276, Sevinç Matbaası, 1970, s. 131.
173
AMK 25.3. 1975, E. 1974/42, K. 1975/ 62, AMKD, S.13, s. 390 vd.
50
hukuktan ayrı bir hukuka bağlı olduğu” nun altı çizilmiştir. Yayla’nın da ifade ettiği
gibi, Anayasa Mahkemesi, bu dönemki kararlarında 1961 Anayasası’nın 140.
maddesini dayanak göstererek “nesnel ve bilimsel bir içerik belirlemesi”174
yapmıştır.
1982 Anayasası sonrasında da, Yüksek Mahkeme’nin idari yargının adli yargı
karşısındaki konumunu korumaya yönelik içtihatlarını büyük oranda devam ettirdiği
söylenebilir. Yüksek Mahkeme kararlarında idarenin işlem ve eylemlerine giren
konularda “kanuni hakim güvencesi”ni dayanak göstermiş ve 1988 tarihli kararında;
“Anayasa’nın “Yargı yolu” başlığı altındaki 125. maddesinin birinci fıkrasında yer
alan ‘Đdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.’ biçimindeki
kural, kuşkusuz, yönetimin “her türlü”, başka bir anlatımla kamu hukuku ya da özel
hukuk alanına giren eylem ve işlemlerini kapsamaktadır. Bunlardan, kamu hukuku
alanındaki eylem ve işlemler için idarî yargının, özel hukuk alanındakiler için de adlî
yargının görevli olduğunda duraksanamaz. Yasama organı, anayasal bir gerek
olarak idare hukuku alanına giren bir idarî eylem ya da işleme karşı adlî yargı
yolunu seçme hakkına sahip değildir. Aksi halde, Anayasa’nın “Kanunî hâkim
güvencesi” başlığı altındaki 37. maddesinin birinci fıkrasında “Hiç kimse kanunen
tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz ” biçiminde ifade
edilmiş buyurucu kurala aykırılık oluşur. Bunun içindir ki, Anayasa’nın 156.
maddesinin ikinci fıkrası, idarî uyuşmazlıkları çözümlemeyi Danıştay’ın görevleri
kapsamına almıştır ”175 şeklinde karar vermiştir. Mahkeme pek çok kararında da,
174
Yayla, op.cit., s.32.
175
AMK 22.12.1988, E. 1988/5, K. 1988/55, AMKD, S.24, s.465 vd.
51
belirtilen karada olduğu gibi, idari işlem ve eylemlere karşı idari yargının görevli
olduğunu belirtmiştir. 176
Buna karşın Yüksek Mahkeme, bazı kararlarında da aksi görüş benimseyerek,
idari işlem ve eylemlere karşı açılacak davaların adli yargıda gördürülmesinde
Anayasal bir aykırılık taşımadığına hükmetmiştir.177
Bu kararlar arasında en dikkat çekenlerden birisi 03.05.1985 tarihli 3194
sayılı Đmar Kanununun 42. maddesinin 5. fıkrasının Anayasanın 2, 125, 140, 142 ve
155. maddelerine aykırılığı iddiası ile ilgili 2001 yılında verilen karardır.178 Kararda
yasama organının idari yargının görev alanını belirleme konusundaki yetkisinin
176
Benzer kararlar için bkz. : AMK 28.2.1989, E.1988/32, K.1989/10, AMKD, S. 24; AMK
28.6.1995, E. 1994/71, K. 1995/23, R.G. 20.3. 1996, 22586, s. 37 vd. Yüksek Mahkeme 1994 yılında,
özelleştirme bağlamında idari nitelikli sözleşmelerin özel hukuk kurallarına bağlı kılınıp idari yargısal
korunma dışında tutulmasını öngören 3987 sayılı Kanun’la ilgili kararında da benzer görüşünü
yinelemiştir : “Anayasa'nın "yargı yolu" başlığı altındaki 125. maddesinin birinci fıkrasındaki
"Đdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır ” biçimindeki kural, kuşkusuz,
yönetimin "her türlü", başka bir anlatımla kamu hukuku ya da özel hukuk alanına giren eylem ve
işlemlerini kapsamaktadır. Bunlardan, kamu hukuku alanındaki eylem ve işlemler için idarî yargının,
özel hukuk alanındakiler için de adlî yargının görevli olduğunda duraksanamaz. Yasama organı,
Anayasal bir gerek olarak idare hukuku alanına giren bir idarî eylem ya da işleme karşı adlî yargı
yolunu seçme hakkına sahip değildir. Tersi durum Anayasa'nın "Kanunî hâkim güvencesi" başlığı
altındaki 37. maddesinin birinci fıkrasında "hiç kimse kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir
merci önüne çıkarılamaz" biçimindeki buyurucu kurala aykırılık oluşturur. Bunun içindir ki,
Anayasa'nın 155. maddesinin ikinci fıkrasında, idarî uyuşmazlıkları çözümleme Danıştay'ın görevleri
arasına alınmıştır”. 9.12.1994 gün, E. 1994/43, K. 1994/42-2, R.G. 24.1.1995, 22181,s. 3 vd.
177
Anayasa Mahkemesi 1990 yılında verdiği bir kararında “ eylemin idari yargıda incelenip çözüme
bağlanacak idari bir işlem ya da karar olsa da söz konusu yasanın değişik 108. maddesi ikinci
fıkrasının ikinci tümcesi ile bu tür uyuşmazlıkların adli yargı yerlerinde çözümleneceğine ilişkin
düzenlemenin Anayasanın yargı ile ilgili genel ilkelerine aykırı bir yönü olmadığını” belirtmiştir.
Karşı oy yazılarında yukarıda belirttiğimiz kararlara benzer biçimde doğal hakim ilkesine gönderme
yapılmak suretiyle karara katılmadığını belirten hakimler olsa da karar oy çokluğuyla kabul edilmiştir.
AMK 10.07.1990, E. 1989/ 28, K.1990/18, R.G. 28.07.1993, S. 21651, s.22,
178
AMK 15. 05.1997, E. 1996/ 72, K. 1997/ 51, R.G. 01.02.2001, S. 24305,s.9.
52
mutlak olmadığı ifade edilmekte; bazı ölçütler içinde idari bir uyuşmazlığın, yasama
organının kararıyla adli yargı alanına bırakılabileceği kabul edilmektedir. Sözü
edilen bu ölçütler ise “haklı neden ve kamu yararının bulunması” olarak
belirlenmiştir. Bu hallerde, idari yargının konusuna giren konuların adli yargı
tarafından görülmesinin Anayasaya aykırı olmayacağı belirtilmiştir. Ancak “kamu
yararı” ve “haklı neden” ölçütleri objektif bir nitelik taşımayışı 179 eleştirilmektedir.
Sonuç olarak belirtilebilir ki, Anayasa Mahkemesi, 1982 Anayasası’nın
yürürlüğe girmesinden sonraki süreçte de, uzun yıllar ve çoğunlukla, kanun
koyucunun idari yargının ve adli yargının görev alanını belirlemek konusunda sonsuz
bir takdir hakkının olamayacağını ifade etmiştir. Bu nedenle de idari işlem ve
eylemlere ilişkin davaların idari yargı180 tarafından görülmesinin kural olarak kabul
179
180
Yasin, op.cit., s. 573.
Đdari yargının görevli olduğuna dair Anayasa Mahkemesinin kararlarından bazıları şu şekilde
belirtilebilir:
“Anayasa’nın yukarıda belirtilen maddelerinde öngörülen düzenlemeler nedeniyle idari yargının görev
alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda yasa koyucunun
geniş takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Đtiraz başvurusuna konu olan idari
para cezası, kamu gücünün kullanılmasıyla ilgili ve yasada belirtilen kurallara uymayanlara idari bir
yaptırımın uygulanması niteliğinde olduğundan, çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde de idari yargının
yetkili kılınması gerekir”. AMK 17.2.2004, E. 2003/72, K. 2004/24, R.G. 29.07.2004, 25537.
“Đdare amirleri tarafından verilen bu kararların, idare hukukuna göre alınan bir idare önlemi
olduğunda kuşku yoktur. Đdarenin sürekli, köklü karar ve işlemlerinin yanında, kesin ve yerine
getirilmesi zorunlu önlem niteliğindeki karar ve işlemleri de vardır. Bu gibi idari tasarruflara karşı
açılacak davaların (yetki, şekil, sebep, konu ve maksat) yönlerinden incelenip karara bağlanmasının da
idari yargının görevi içerisinde olduğu doğaldır”. AMK 27.3.1984, E. 1984/3, K. 1984/4,
http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/IPTALITIRAZ/K1984/K1984-04.htm.
“Đdarenin hizmetlerini gereği gibi ve ivedilikle görebilmesi için, yaptırım uygulama yetkilerine
gereksinimi vardır. Đdare bu yetkilerle, kamu düzeni ve güvenliğini, kamu sağlığını, ulusal servetleri
zamanında ve gereği gibi koruyabilir. Bu nedenle, idareye, geniş ve çeşitli yaptırımlar uygulama
yetkisi tanınmıştır. Đdarî cezalar, idarî yaptırımların en önemlilerinden biridir. Đdarî cezalar arasında
yer alan para cezaları da bu amaçla etkin ve yaygın bir biçimde uygulanmaktadır. Đdarî para cezalarını
53
diğer cezalardan ayıran en belirgin nitelik, onların idarî makamlar tarafından kamu gücü kullanılarak
verilmesidir. Anayasa’da Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik bir hukuk devleti olduğu
vurgulanırken, Devlet içinde tüm kamusal yaşam ve yönetimin yargı denetimine bağlı olması
amaçlanmıştır. Çünkü yargı denetimi hukuk devletinin olmazsa olmaz koşuludur. Anayasa’nın 125.
maddesinin birinci fıkrasındaki idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır
kuralıyla amaçlanan etkili bir yargısal denetimdir. Bu kural, yönetimin kamu hukuku ya da özel hukuk
alanına giren tüm eylem ve işlemlerini kapsamaktadır.
Tarihsel gelişimine paralel olarak Anayasa’da adlî ve idarî yargı ayrımına gidilmiş, kimi maddelerinde
bu ayrıma ilişkin kurallar yer almıştır. Anayasa’nın 125 maddesinin birinci fıkrasında, “idarenin her
türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” 140. maddesinin birinci fıkrasında, “Hakimler ve
savcılar adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları olarak görev yaparlar”; 142. maddesinde “Mahkemelerin
kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir”; 155. maddesinin
birinci fıkrasında da, “Danıştay, idarî mahkemelerce verilen kanunun başka bir idarî yargı merciine
bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve
son derece mahkemesi olarak bakar” biçimindeki düzenlemeler idarî-adlî yargı ayrılığının
kurumsallaştığının kanıtıdır. Bu düzenlemeler gereği idarî uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi
mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Belirtilen nedenlerle kural olarak, idarenin kamu gücü
kullandığı ve kamu hukuku alanına giren işlem ve eylemleri idarî yargı, özel hukuk alanına giren
işlemleri de adli yargı denetimine tabi olacaktır.
Anayasa’nın yürütme bölümünde yer alan 125. maddesiyle idarenin her türlü eylem ve işlemlerini
yargı denetimine bağlı tutulduktan sonra, maddenin diğer fıkraları da idari yargı sisteminde geçerli
olan ilkeleri belirlemektedir.
Đdari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin yazılı bildirim tarihinden itibaren başlaması, idarî
eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verme yasağı,
yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi için gerekli olan koşullar, yürütmenin durdurulması
kararına getirilebilecek sınırlamalar ve idarenin verdiği zararı ödeme yükümlülüğü, ağırlıklı olarak
adlî yargı sistemi için değil, idarî yargı sistemi için geçerli olan temel ilkelerdir.
Anayasa’nın belirlemiş olduğu bu kurallar, Đdari Yargılama Usulü Kanunu’nda da yer alan idarî
yargılama usul ve esaslarının ana kurallarıdır. Anayasa’nın değişik maddelerinde kurumsallaşan ve
125. maddesinde belirtilen idarî-adlî yargı ayırımına ilişkin düzenlemeler nedeniyle idarî yargının
görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adlî yargının görevlendirilmesi konusunda yasa
koyucunun geniş takdir hakkının bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Đtiraz başvurusuna konu
olan idarî para cezası, kamu gücünün kullanılmasıyla ilgili ve Yasada belirtilen kurallara uymayanlara
idarî bir yaptırımın uygulanması niteliğinde olduğundan, çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde de idarî
yargının yetkili kılınması gerekir”. AMK 8.10.2002, E. 2001/225, K. 2002/88, R.G.:26.02.2003,
25032.
54
edilmesi gerektiğine hükmetmiştir. Fakat bazı kararlarında da, belirli hallerde adli
yargının181 da görevlendirilmesinde Anayasal bir aykırılık görmemiştir.
bd. Đdari Yaptırımlarda Usul ve Takdir Yetkisi
Đdari yaptırımlar ile cezai yaptırımlar arasındaki farklılıklardan en belirgini,
yaptırım kararını alan organlarınlar açısından ortaya çıkmaktadır.
Đdari yaptırımlar, araya bir mahkeme kararı girmeksizin doğrudan idare
tarafından verilir.182 Bu nedenle idari yaptırımlar açısından kararı alan ve uygulayan
181
Anayasa Mahkemesi bazı kararlarında idari yaptırımların cezalandırıcı niteliğini gerekçe
göstererek ve bazı kararlarında ise idari yargının görev alanına ilişkin Anayasal bir zorunluluğun
bulunmadığından belirterek, idari işlemlere karşı adli yargının da görevli olabileceğine dair kararlar
vermektedir. Đdarî nitelikteki para cezalarına karşı yapılan itirazların sulh ceza mahkemelerinde
incelenmesinin Anayasa karşısında durumunun değerlendirildiği kararlarından birinde: “Bu
yaptırımlar değişik yönetim organlarının denetiminden geçse de, karar veren idarî makamlar bağımsız
olmadıklarından, cezalandırılan kimse cezasını uygun bulmazsa uyuşmazlığı yargı yerine
götürebilmelidir. Bu maddenin ikinci fıkrasının ikinci tümcesinde öngörüldüğü gibi, idarece verilecek
idarî para cezalarına konu olan uyuşmazlıkların, bir kanun yolu olan itirazla yargı yerleri önüne
götürülebilme olanağı, gerek toplum ve gerekse taraflar için güvence sağlamaktadır. Böylece maddî
ceza hukukuna ilişkin olan uyuşmazlığın yargı yerlerince çözümlenmesi sonunda verilecek kararlar,
gerek bireylerin gerekse toplumun adalet duygularını daha doyurucu düzeyde karşılayacaktır.
Đtiraz yoluna başvuran mahkemenin bakmakta olduğu davada, Elâzığ Bölge Müdürlüğü'nce 1475
sayılı Đş Yasası'nın 30., 35., 58 ve 71. maddelerine aykırı eyleminden dolayı aynı Yasa'nın 99. ve 107.
maddeleri uyarınca ilgili hakkında verilen toplam 410.500.-TL idarî para cezasına ilişkin uyuşmazlık
incelenip çözüme bağlanacaktır.
Bu incelemede tüm ceza yargılama kararlarında olduğu gibi önce eylemin suçlanan tarafından işlenip
işlenmediği, iş bu hukuk kuralları karşısındaki durumu saptanarak yaptırım gerektirip gerektirmediği
araştırılacaktır. Bu durumda, uyuşmazlık konusu eylemin, idarî yargıda incelenip çözüme bağlanacak
idarî bir işlem ya da karar olsa da, söz konusu Yasa'nın değişik 108. maddesi ikinci fıkrasının ikinci
tümcesi ile bu tür uyuşmazlıkların adlî yargı yerinde çözümleneceğine ilişkin düzenlemenin,
Anayasa'nın yargı ile ilgili genel ilkelerine ve dolayısıyla 154. ve 155. maddelerine aykırı bir yönü
yoktur”. AMK 10.7.1990, E. 1989/28, K. 1990/18,
http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/IPTALITIRAZ/K1990/K1990-18.htm
182
Zanobini’ nin idari yaptırımlar ile ceza yaptırımları arasındaki farklılığı belirtmede yalnızca
uygulama makamına dikkat çektiği tanıma katılmamakla birlikte konuyla ilgili bölüme yaptığı vurgu
55
makam da idaredir. Ceza yaptırımları açısından ise, yaptırım kararını alan makam,
mahkemelerdir. 183
Đdare, kamu düzeninin ve kamu hizmetinin aksamadan yürütmesi için
kanunun verdiği yetkiler içinde işlemler yapmak, kararlar almak ve bu düzende
oluşacak aksamaları oluşmadan engellemek ve oluşmasında halinde de bu aksaklığı
yok etmek görevine sahiptir.184 Đdari işlem niteliğindeki idari yaptırım kararları da,
kural olarak idari makamlar tarafından verilir.185 Alınan bir idari kararın, hukuki
etkisini doğurması için, kural olarak, mahkeme ya da başkaca bir makam kararına
gerek duymamasının nedeni de, icrailik, hukuka uygunluk karinesinden yararlanma
ve kamu gücü ayrıcalılarının kullanılması gibi özelliklere sahip bir idari işlem
olmasından kaynaklanır.
186
Cezai yaptırımlar ise, Anayasa’nın, ‘yargı’ başlığı
nedeniyle belirtilmesi gerektiği kanısındayız : “tatbiki idari otoritelere bırakılan kanunlardan neş’et
eden müeyyideler cezai değil idari müeyyideler”. Guido Zanobini, Đdari Müeyyideler, (çev.) Yılmaz
Günal, AÜSBF Yayınları No: 175–157, Ankara, 1964, s 27; Merkel, idari yaptırımlar ile cezai
yaptırımlar arasındaki temel farkın yaptırım kararını alan makamın farklılığına dayandırmaktadır.
Yazar, “…aradaki fark bir suç için beri yandan mahkemelerin salâhiyettar olması öte yandan da idari
makamların merci bulunması…” demektedir. Adolf Merkel, Umumi Đdare Hukuku, TĐTAŞ
Basımevi, Ankara, 1942, s. 372.
183
Özay, op.cit., s. 29
184
Günday, Đdare, op.cit., s. 22
185
Her ne kadar idari işlemler sadece idare tarafından yapılmasa da; yasama ve yargı organlarının
kamu güçlerini yalnızca idare işlevine yönelik kullandıkları ve yasama ya da yargı işlevine ilişkin
görevlerini yerine getirmedikleri durumlarda idari işlem yapabilecekleri kabul edilir. Bu nedenle kural
olarak idari işlemler idare tarafından yapılır. Yıldızhan Yayla, Đdare Hukuku, Filiz Kitabevi,
Đstanbul, 1985, s. 87 - 88; Türk hukukunda idare teşkilatı dışında tüzel kişilerin idari işlem yapması
mümkün olmadığından yasama ve yargı organlarının yapabildikleri dışında idare şartı bir ön şart teşkil
etmektedir. Reha Yunluel, Đdari Đşlemin Öznesi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,Đstanbul, 1992, s. 57.
186
Đdari işlem kavramı ile ilgili tanımlarda ve idari işlemlerin özellikleri ile ilgili açıklamalarda idari
işlemlerin idari makamlarca,
tek yanlı olarak uygulanan ve icrai etkisi olan işlemler oldukları
vurgulanmıştır. Gözübüyük : “ yönetim hukuku alanında yönetimin tek yanlı irade açıklamasıyla
56
taşıyan, 138 ve devamı maddelerine göre, bağımsız mahkemeler tarafından,
yargılama usulleri uygulanarak ve kesin hüküm niteliğinde kararlardır.
Yaptırım kararını alan makamların farklı olması, bu kararlar hakkında yetkili
ve görevli makamların kullandıkları takdir yetkisinin kapsamında da etkiler gösterir.
Đdari yaptırımlar, bir idari işlem olmaları nedeniyle, idarenin sahip olduğu
takdir yetkisi187 içinde verilir ve uygulanırlar.
188
Đdari yaptırımlar açısından takdir
yetkisi, yaptırıma neden olan eylem ve ona uygulanacak yaptırımın belirlenmesi
hukuksal sonuç yaratan, başka bir deyişle hukuk düzeninde değişiklik yaratan işlemler” A.Şeref
Gözübüyük, Yönetim Hukuku, Ankara, 1983, s. 171; Yenice / Yüksel, “idari makam ve mercilerin
idare işlevleriyle ilgili kamu hukuku alanında tesis ettikleri tek taraflı, doğrudan uygulanabilir nitelikte
bir hukuki tasarruf”
Kazım Yenice / Esin Yüksel, Đdari Yargılama Usulü, 1983, s. 12.; Yayla :
“idarenin tek yanlı olarak kişiler hakkında hukuki sonuç doğuran işlemleri” olarak tanımlamıştır
Yayla, op.cit., s. 81.
187
“Takdir yetkisinin varlığı şu şartlara bağlıdır: 1. Dış çerçevesi mevzuata öngörülmüş fakat içi
birtakım imkansızlıklarla bilinçli olarak doldurulmamış bir idari usulün varlığı. 2. Đdareye bu idari
usulün doldurulması konusunda tanınan serbesti. 3.idarenin belli bir kararı alıp almama serbestisi. 4.
idarenin değişik çözümler arasında bir seçim yapma serbestisi ( yetkinin kullanış usulünü tayin
serbestisi ). Cemil Kaya, “Đdarenin Takdir Yetkisi ve Yargısal Denetimi”, Marmara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Prof. Dr. Nuri Çelik’e Armağan, C. I, Đstanbul, 2001, s. 257.
188
“Kamu hizmetlerinin daha etkin ve hızlı bir şekilde görülebilmesi için idareye takdir yetkisi
verilmesi gerekir. Ancak bu gereklilik kadar önem taşıyan bir diğer konu da idarenin işlem ve
kararlarında hukuka uygunluğun sağlanması ve idare edilenlerin hak ve menfaatlerinin korunması
esastır. Đşte bu esasın korunabilmesi ve sağlanabilmesi ancak takdir yetkisinin hukuk sınırları içinde
kullanılmasıyla mümkün olabilecektir”. Mehmet Sağlam, Đdarenin Takdir Yetkisi ve Takdir
Yetkisinin Yargısal Denetimi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Yüksek
Lisans Tezi, 1992; “ Takdir yetkisi hiçbir zaman mevzuatın sarih ve emredici hükümlerini münakaşa
hakkı vermez”. Münir Ergunsu, “Đdarenin Takdir Selahiyeti”, Askeri Adalet , T.C. Adalet Bakanlığı,
S. 3, 1995, s.180; “ Takdir yetkisi idare için özellikle modern idare için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Bu
yetki idare dışında hem tarafsız hem de idarenin özelliklerini, ihtiyaçlarını ve zorunluluklarını bilen
takdir edebilen bir organ tarafından denetendin diye adli yargıdan ayrı bir idari yargı ihdas ve tesis
olunmuştur”
Recep
Başpınar,
“Danıştay’ın
Yetkilerinin
Sınırlandırılması
Çalışmaları
ve
Düşündürdükleri”, D. D. , S.5, Ankara, 1972, s. 45.
57
aşamasında kendisini gösterdiğinden189; idari yaptırımların uygulamasında etkili olan
takdir yetkisi, mahkemelerin tabi olduğu takdir yetkisinden daha geniş kabul
edilmektedir.190
Gölcüklü, idari yaptırım kararlarını alan makamların kullandıkları geniş takdir
yetkisinin, bu makamların siyasi ve idari baskılara açık makamlar olması
nedeniyle191, kişi hak ve özgürlükleri konusunda olumsuz sonuçlara neden
olabileceğini ifade etmiştir. Bu olumsuz sonuçların en aza indirilebilmesi için
doktrindeki bazı yazarlar, ceza hukukunun kişi hak ve özgürlükleri konusunda
“güvenceli” olduğu kabul edilen ilkelerinin, idari yaptırımlar açısından kesin bir
uygulama bulması gerektiğini ileri sürmektedirler.192
Ancak idarenin tüm işlem ve kararlarının yargı denetimine tabi olduğunu
düzenleyen Anayasal düzenlemenin, söz konusu olumsuz sonuçlara karşı kişilere
oldukça güvenceli bir konum sağladığı kanısındayız. Buna göre, yaptırım uygulanan
kişinin, uygulanan idari yaptırımla ilgili bir hukuksuzluk iddiası var ise,
yargılamanın tabi olduğu ilkeler ve usullerin güvencesi altında bu iddiasının
doğruluğunu kanıtlama hakkı da vardır. Diğer bir deyişle, yaptırım uygulanan
189
Sadrettin Sürbehan, “Đdari Müeyyide ve Đdari Ceza Hukuku”, Türk Đdare Dergisi , Yıl:42, S.328,
Ocak-Şubat 1971, s. 143-144; “ Takdir yetkisi idare için, özellikle modern idare için, vazgeçilmez bir
ihtiyaçtır. Bu yetki, idare dışında, hem tarafsız hem de idarenin özelliklerini, ihtiyaçlarını ve
zorunluluklarını bilen takdir edebilen bir organ tarafından denetlensin diye, adli yargıdan ayrı bir idari
yargı ihdas ve tesis olunmuştur”
190
Oğurlu, Đdari…, op.cit., s. 48. “Đdari müeyyide uygulamasında bir takdir yetkisi bulunmaktadır. bu
takdir yetkisi, gerek suçluluk ve gerekse suçluya uygulanacak müeyyidenin seçiminde kendisini
gösterir”. Sürbehan, op.cit., s.133.
191
Soyaslan, op.cit. s. 143; Gölcüklü, op.cit. s. 136.
192
“Đdari suç ve cezalar, temelde kişileri belli bir şeyi yapmaya veya yapmamaya zorladıkları için ceza
hukukunun esaslı prensiplerinden olan kanunilik, kusurluluk ve ne bis in idem prensiplerine ters
düşmemelidir”. Şen, op.cit., s.202.
58
kişilerin, söz konusu yaptırımın baskı altındaki makamlarca ve hukuk dışı şekilde
alındığı ve uygulandığı şüphesi var ise, yargı yoluna başvurmak suretiyle bu
şüphenin mahkemelerce incelenmesini talep ederek, hak ve özgürlüklerini güvence
altına alabilmeleri mümkündür.
Buna karşın siyasi ve idari baskı altındaki makamların idari yaptırımlarla ilgili
sahip oldukları geniş takdir hakkının, idari yaptırım kararının alınması halinde değil;
yaptırım uygulanması gerektiği halde, uygulanmayan durumlar açısından ciddi bir
soruna neden olacağı kanaatindeyiz. Çünkü yukarıda da belirtmeye çalıştığımız gibi,
hukuka aykırı alındığı iddiasındaki bir idari yaptırım, yargıya taşınmak suretiyle
denetlenebilecektir. Ancak, aynı eylemden dolayı bir bölgede idari yaptırım
uygulanıyor ve fakat başka bir bölgede yaptırım uygulanmıyor ise, anayasal bir ilke
olarak eşitlik ilkesi193 zedelenecek194 ve bölgeler ve kişiler arasında bir eşitsizliğin
doğması gündeme gelecektir.
2. Đdari Yaptırımların Hukuki Sonuçları
Yaptırım kararını alan makamların ve yaptırım uygulamaktan beklenilen
amaçların farklı olması, idari yaptırımların ve cezai yaptırımların uygulanmasına
bağlanan sonuçların da farklılığına195 neden olmaktadır.
193
Anayasa’nın 10.maddesinin son fıkrasına göre, “Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar”.
194
Karşı görüşteki Tosun, bu durumun olumlu sonuçları dahi olabileceğini ifade etmiştir. Yazar, “öyle
bazı fiiller vardır ki, mesela Türkiye’nin bir ucundaki Belediye tarafından cezalandırılmak gerekirken,
diğer ucundaki Belediye’nin bunu cezalandırması gülünç bile görülebilir; büyük bir şehirde Belediye
yere tükürmeyi cezalandırırken, küçük ve oldukça geri şehirlerde bu fiili cezalandırmak manasız
görülebilir” demektedir. Öztekin Tosun, “Yürütme organlarının Koyduğu Kaidelere Aykırılıkların
Cezalandırılması”, Đ.Ü.H.F.M. , C. XXVII, S. 2, Đstanbul, 1962 , s. 351.
195
Donay, op.cit., s. 427.
59
Bu farklılıkların başlıcaları, idari yaptırımların adli sicile kaydolmaması,196
kanunda açıkça belirtilmedikçe affa konu olmaması,197ertelemenin söz konusu
olmaması198, ,idari yaptırımların başka cezaya çevrilmelerinin mümkün olmaması199
ve ölüm ile borcun sona ermemesi200 olarak sayılabilir. Bununla birlikte, idari
yaptırım kararını alan ‘idare’nin, aynı zamanda yaptırımın infazını da yapması idari
yaptırımların hukuki sonuçları açısından diğer bir farklı durumunu oluşturur.201
Đdari yaptırımlar açısından tekerrür kurumu ise, idari yaptırımların hukuki
sonuçları açısından özel bir önem taşımaktadır. Çünkü idari yaptırımlar açısından
tekerrür kurumu, yalnızca idari yaptırımların kendi aralarında geçerlidir. Diğer bir
deyişle, idari yaptırımlar ile cezai yaptırımlar arasında tekerrür uygulaması mümkün
değildir. Bu nedenle de, idari yaptırımlar cezai yaptırımların tekerrürüne konu
olmazlar.202
Đdari yaptırımlar açısından içtima kurumunun değerlendirilebilmesine
geçmeden önce, bir ceza hukuku ilkesi olan ‘ne bis in idem’ ilkesinin idari
yaptırımlar açısından uygulamasına da değinilmelidir.
Ne bis in idem ilkesi tek bir eylemden dolayı iki farklı yargılama ve
cezalandırmanın yapılamasını ve kişinin hukuka aykırı eyleminden dolayı birden
196
Zanobini, Đdari Müeyyideler…, op.cit., s.136.; Oğurlu, Đdari…, op.cit, s. 51; Sulhi Dönmezer/
Sahir Erman, Nazari…, op.cit., s.349.; Mahmutoğlu, op.cit., s. 130.; Feyyaz Gölcüklü, “Đdari Ceza
Müeyyidesi ve Bunlara Karşı Kanun Yolları”, S.B.F.D. , C. 18, S. 3, Eylül - Aralık 1963, s. 215.;
Yavuz Nazaroğlu, “Genel Olarak Đdari Para Cezalarının Para Cezaları Đçindeki Yeri ve Nitelikleri ”,
D. D. , S.14-15, 1974, s.104.
197
Özay, op.cit. s. 63.; Mahmutoğlu, op.cit., s. 130; Gölcüklü, op.cit. , s.215.
198
Toroslu, “Ceza Hukuku…”, op.cit., s. 134.
199
Mahmutoğlu, op.cit., s. 130.
200
Soyaslan, op.cit., s. 145.
201
Mahmutoğlu, op.cit., s. 155.
202
Oğurlu, Đdari…, op.cit., s. 52; Mahmutoğlu, op.cit., s. 130.
60
fazla cezai sorumluluğuna gidilmesini engelleyen bir ilkedir.203 Buna göre ne bis in
idem ilkesini “ kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza”204 olarak
değerlendirmek yerinde olacaktır. Đlkenin tanımlanmasında kullanılan kavramların
ceza hukukuna ilişkin bulunmasından da anlaşılacağı üzere ne bis in idem ilkesi ceza
hukukuna egemen bir ilkedir. Ancak ilkenin, idare ve idari yaptırım alanında da
yansıması bulunmaktadır.205
Söz konusu yansıma iki temel başlık altında incelenebilir. Buna göre, ilk
başlığı, bir hukuka aykırı fiilden dolayı hem idari yaptırım hem cezai yaptırım
uygulanıp uygulanamayacağı sorunu; ikinci başlığı ise, bir hukuka aykırı eylemden
dolayı iki idari yaptırım uygulanıp uygulanamayacağı sorunu oluşturur.
Ne bis in idem ilkesi’nin hukuka aykırı bir eyleminden dolayı cezasını çeken
kişiye ikinci bir yaptırımın verilmesini, bu nedenle de kişiye hem idari hem cezai
yaptırım uygulanmamasını hukuka aykırı kılan bir ilke olduğunu ileri süren bir görüş
bulunmaktadır. Bu görüşü savunan Şen’e göre, hukuka aykırı bir eyleme
uygulanacak yaptırımın sayısı, eylemin ihlal ettiği menfaatlerin sayısına değil;
hukuka aykırı eylemin tek olmasına göre belirlenmelidir. Bu nedenle, idari
yaptırımlar açısından da, kişiye ‘bir suçtan bir ceza verilir ilkesinin’ kesin bir
uygulama bulması gerekir.206 Kısaca bu
görüşteki yazarlar, idari ve cezai
yaptırımların amaç ve tür ayrılığını dikkate alarak, farklı iki tür yaptırımın aynı
zamanda uygulanmasının ilkeye uygun olmadığını; bunun yerine, “ihlalin amaç ve
203
Özay, op.cit., s.35; Zanobini, op.cit., s. 105.
204
Metin Feyzioğlu / Devrim Güngör, “Bir Suç Đçin Bir Ceza Verilir Đlkesinin Đhlali: TCK md. 142/4”,
A.Ü. H.F. D. , C. 56, S. 1, 2007, s.142.
205
Yücel Oğurlu, “Ceza Mahkemesi Kararının Disiplin Cezalarına Etkisi Ve Sorunu ‘Ne Bis Đn Đdem’
Kuralı”, A.Ü.H.F.D. , C. 52, S. 2, Ankara, 2003, s. 101.
206
Şen, Çevre…, op.cit. s. 240, 243, 249.
61
unsurlarındaki aynılığın” dikkate alınarak, tek yaptırımın uygulanması gerektiğini
ileri sürmüşlerdir.207
Buna karşın idari yaptırımlar ile ceza yaptırımlarının amaç, uygulayan
makam, usul ve sonuçlar açısından farklı olmasına bağlı olarak, idari yaptırımlar
yanında ceza yaptırımlar da uygulanabilmelidir.208
Diğer bir deyişle, bir ceza
hukuku ilkesi olan ne bis in idem ilkesinin, idari yaptırımların bir ‘ceza’ olmaması
nedeniyle, kesin bir uygulama bulamayacağı görüşündeyiz.209 Yani tek bir eylem
nedeniyle, hem yargısal hem idari olmak üzere iki tür farklı yaptırım
uygulanabilmesinin önünde bir engel bulunmamalıdır.210 Bu yolla hukuka aykırı
eylemde bulunan kişiden hem sosyal düzende yarattığı etkiye karşılık kanunen
bağlanan cezai sonuçlara, hem de idare ile girdiği ilişkide çerçevesinde ve idare
karşısında aldığı sıfata bağlı olarak idari düzende ya da kamu düzeninde yarattığı
zarara
ya
da
tehlikeye
karşılık
bağlanan
idari
yaptırımlara
katlanması
beklenmelidir.211 Sonuç olarak bir eylem nedeniyle hem idari yaptırım hem de cezai
207
Oğurlu, Ceza Mahkemesi…, op.cit., s. 106. Konuyla ilgili olarak Katoğlu, aynı fiillere yönelik
idari para cezası ile adli para cezası uygulanmasının ne bis in idem ilkesine aykırı olacağını
belirtmektedir. Bknz. : “ Özel kanunlarda yer verilen idari para cezalarının yüksek meblağlara karşılık
gelen adli para cezaları ile birlikte uygulanması olasılığı gerçekleşirse, devlet hazinesine çok yüklü bir
miktarın ödenmesi gündeme gelebilecektir”. Tuğrul Katoğlu, “ Yeni Türk Ceza Kanunu ve Çevreye
Karşı Suçlar”, Mülkiye Dergisi, C. XXIX, S. 246, Bahar 2005, s. 152.
208
“Ceza yaptırımlarında uygulanan “ ne bis in idem “ kuralının, idari yaptırımlarda geçerli olmadığı
gibi (…) ceza yaptırımı yanında idarece ayrı bir yaptırım uygulanması hukuka aykırı görülmez”.
Oğurlu, Ibid., s. 104.
209
Mahmutoğlu, op.cit., s. 155; Sıdık Sami Onar, Đdare Hukukunun Umumi Esasları, C. I, Đstanbul,
1960, s.868; Lütfi Duran, Đdare Hukuku Meseleleri, Đstanbul, 1964, s. 610; Nazaroğlu, op.cit., s 155;
Özay, op.cit., s. 62 - 64.
210
Oğurlu, Ceza Mahkemesi..., op.cit.,s. 106; Günday,Đdare, op.cit., s. 202.
211
Zanobini’de benzer bir görüş belirtmiştir : “ idari müeyyideler birçok hallerde genel ve özel ceza
kanunlarının öngördüğü müeyyidelerle beraber tatbik edilmektedirler”. Zanobini, Đdari Ceza
Hukukunda Kıstas…, op.cit., s. 317.
62
yaptırım uygulanması gereken hallerde, iki yaptırımın da uygulanması açısından
tereddüt bulunmamaktadır212.
Yapılan açıklamalar ışığında, içtima hükümlerinin idari yaptırımlar açısından
uygulanmasının da uygun olmadığı görüşünde olduğumuzu belirtebiliriz.213 Çünkü
idari yaptırımlar ve ceza yaptırımları açısından, yer yer kesişen ve fakat
birbirlerinden bağımsız ele alınması gereken, iki farklı alan karşımıza çıkmaktadır.
Bu nedenle, ne bis in idem ilkesinin, ceza hukukundaki anlamıyla, idari yaptırımlar
için geçerli kabul edilmemesi gerektiği gibi; her iki alana ait yaptırımlar da birbirleri
içinde eritilmemeli, içtima hükümlerine tabi tutulmamalıdır.
Ne bis in idem ilkesi ile ilgili ikinci temel başlık ise, bir hukuka aykırı
eylemden dolayı iki idari yaptırım uygulanıp uygulanamayacağı ile ilgilidir. Bu
sorunun yanıtının da yaptırımların amacı çerçevesinde ele alınmalıdır. Doktrinde ve
yargı kararlarında genel kabul gören bu görüş, idarenin bir kişiye toplum içinde
yaşamaktan dolayı sahip olduğu farklı sıfatlardan dolayı, aynı hukuka aykırı
eylemden dolayı birden fazla idari yaptırım uygulanabileceğini belirtmektedir. 214 Bu
212
Danıştay 10. Dairesi de 2003 yılında verdiği kararında, söz konusu görüşü açık bir dille dile
getirmiştir. Mahkeme kararında; “Ceza yaptırımları, toplum düzenini korumayı ve sağlamayı
amaçlarken, idari yaptırımlar, idari emir ve yasağı bozan idari düzen ihlallerini önlemeyi amaçlar.
Ceza Kanunlarında suç olarak öngörülmediği için ceza yaptırımına konu olmayabilen bazı eylem ve
davranışlar idari düzen ihlaline yol açtığı hallerde idari yaptırıma konu olabilir. Ceza yaptırımları ile
idari yaptırımların belirtilen nitelikleri nedeniyle, ceza yaptırımları yanında, idarece ayrı bir yaptırım
uygulanabildiği gibi, ceza yaptırımı uygulanmadığı hallerde de idari yaptırım uygulanmasını
gerektiren bir eylemin varlığı halinde, ceza yargılamasındaki nitelendirme ve verilen karar idari
yaptırım uygulanmasını engellemez” demektedir. D. 10. D, 05.12.2003, K.2003 / 4772, E.2002 / 521,
http://www.danistay.gov.tr/.
213
Zanobini, Đdari Müeyyideler, op.cit., s. 105.
214
Duran, s. 610; “ (…) ne bis in idem ilkeleri sınırlı oranda uygulanır. Yönetim, aynı kişiye karşı,
değişik iki niteliği nedeniyle aynı eylemi iki ayrı yaptırıma bağlayabilir”. Sami Selçuk, Yorum, Çevre
Kanununun Uygulanması, Türkiye Çevre Sorunları Vakfı Yayını, Ocak, 1987, s.133 –134. Farklı
63
nedenle tek bir eylem için iki farklı idari yaptırımın uygulanabilmesi, kişinin idare ile
kurduğu ilişkide edindiği sıfatlar nedeniyle ve eylemin kamu düzeninde ya da idari
düzende farklı menfaatleri etkilemesi halinde mümkündür. 215
Nihayetinde, ne bis in idem ilkesinin ceza hukukundaki anlamı ve kapsamı ile
uygulanamayacağına dair açıklamalarımız, içtima kurumunun idari yaptırımlar
açısından geçerli olmamasını gerekçelendirmektedir. Buna göre, bir eylemin iki
farklı menfaate zarar vermesi halinde, kişiye birden fazla yaptırım ayrı ayrı
uygulanmalı, yaptırımların birbiri içinde eritilmesi yoluna gidilmemelidir.
bir görüş olarak Yarsuvat, idari suç ve cezaların da birer suç ve ceza olmalarından dolayı ceza
hukukunun geleneksel ilkelerine bağlı olmaları gerektiğini belirtmektedir. Duygun Yarsuvat, “Trafik
Suçları, Cezaları ve Yargılamasında Yeni Sorunlar”, Đ.Ü.H.F.M., C. I, S. 1 – 4, s. 44.
215
“Đlgilinin yaptığı ihlal birden çok idari makamın yetki alanına girmekteyse, herbiri ayrı ayrı
toplumsal menfaatlerin korunması ile görevli olan idareler aynı kimseye aynı fiil nedeniyle ayrı ayrı
idari
cezalar
tayin
edebilir”.
Tekin
Akıllıoğlu,
“Đnsan
Hakları
Ve
Yönetim”,
http://www.idare.gen.tr/akillioglu-insan.htm (15.04.2008.)
64
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
ĐDARĐ YAPTIRIMLAR VE ÇEVRE HUKUKU ĐLĐŞKĐSĐ
I-
ĐDARĐ YAPTIRIMLARIN AMACI ve ÇEVRE HUKUKU
A. Kolluk ve Çevrenin Korunması
1.Genel Olarak Kolluk
Kolluk kavramı, kamu düzeni ile ilgili faaliyetleri ve bu faaliyetlerin
yürütülmesini sağlayan
kavramdır.216 Kavramının
teşkilat ve personeli ifade eden, geniş kapsamlı bir
üzerinde uzlaşma sağlanmış bir tanımı olmamakla
birlikte;217 yapılan tanımlarda üzerinde en çok durulan niteliği, kamu düzeninin
sağlanması amacıyla kamu özgürlüklerine sınırlamalar getirmesi olmuştur. Bu
nedenle kolluğun, özgürlüğe sahip kişiler ile Devlet arasındaki ilişkilerin kamu
düzenine ait bölümünü oluşturduğu kabul edilir.218
216
Gözübüyük / Tan, op.cit., s. 711.“ Modern anlamda polis (kolluk) yalnız şu iki kavramı
içermektedir. : 1- idari teşkilat 2- idari tedbir ve hukuki tasarruflar. Ancak yalnız kamusal dirginliği,
güvenliği ve sağlığı korumak maksadı ile vücuda getirilen idari teşkilat, alınan anlamı içine girer”.
Süheyp Derbil, Đdare Hukuku, C. II, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara, 1952,
s. 440.
217
Muhlis Öğütçü, Çevre Kolluk Đşlemleri, T.C. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Kamu Hukuku Anabilim Dalı Yayımlanmamış Doktora Tezi, Đzmir, 2000, s. 77. “ Yönetim
hukukunda kolluk deyimi bir hayli zor tanımlanabilir, birçok yönü ile belirsizlikler taşıyan bir
kavramdır”. Cengiz Derdiman, “Belediyelerin Kolluk Fonksiyonlarına Đlişkin Genel Bir Deneme I”,
Çağdaş Yerel Yönetimler, C. 6, S. 1, Ocak 1997, s. 105; Gündüz Ökçün, Devletler Hususi
Hukukunun Kaynakları ve Kamu Düzeni Kavramı, Ankara, 1967, s. 138.
218
Tayfun Akgüner, “Kolluk Kavramına Genel Bir Bakış”, Polis Dergisi, S. 36, Araştırma, Planlama
ve Koordinasyon Dairesi Başkanlığı,
http://www.egm.gov.tr/egitim/dergi/eskisayi/36/web/idare_hukuku/prof_dr_tayfun_akguner.htm,
(24.4.2008.)
65
Temel olarak koruma ve araştırma işlevlerine sahip kolluk, önleyici ve
araştırıcı olmak üzere iki temel başlığa ayrılır.219 Önleme işlevi, idari nitelik taşıdığı
için bu işlevi yerine getiren kolluğa idari kolluk;220 suçu ve suçluyu araştırmak ve
cezalandırmak işlevi ile ilgili kolluğa da adli kolluk denilmektedir.221 Bu
özelliklerinden dolayı idari kolluk “düzenleyici, önleyici ve durdurucu”; adli kolluk
ise “cezalandırıcı, suçluları izleyici, delilleri toplayıcıdır”.222 Kısaca, idari kolluk ve
adli kolluk ayrımı faaliyetin amacına göre223 yapılır; suç işlendiğinde ortaya çıkan
kolluğa adli kolluk,224 işlenmiş suçlardan ayrı ve bunlardan bağımsız olarak kamu
düzenini korumak amacına yönelen kolluğa ise idari kolluk denir.225, 226
219
Nurullah Kunter, “Reformlar ve Suç Kolluğu”, Đ.Ü.H.F.M. , C. 37, S. 1 – 4, 1972, s. 75 vd.
220
“ Đdare, sükun ve intizamın bozulmaması için önceden bazı alacağı tedbirleri kolluk vasıtasıyla
gerçekleştirir. Bu, idari (mani) diğer bir deyişle önleyici kolluktur”. Bkz. : Hikmet Tongur,
Türkiye’de Genel Kolluk Teşkil ve Görevlerinin Gelişimi, TC Đçişleri Bakanlığı Emniyet Genel
Müdürlüğü Yayınları I, Kanaat Basımevi, Ankara, 1946, s. 177; “ Đdari kolluğun en belirgin özelliği
ise önleyici nitelikte olmasıdır. (…) Emir ve yasaklar koyar ve bunlara uyulmasını, gerektiğinde
kuvvete de başvurarak izler ve sağlar, bu yolla kamu düzenini gerçekleştirmiş olur”. Đl Han Özay,
“Đdari Kolluk Eylemlerinde Amaç”, Đ.Ü.H.F. , Doğumunun 100. Yılında Atatürk’e Armağan, C.
XLV-XLVII, S. 1 - 4, Fakülteler Matbaası, Đstanbul, 1982, s. 315.
221
Veli Özer Özbek, “Suç Kolluğu”, Yargı Reformu 2000 Sempozyumu, Đzmir, 2000, s. 588. Adli
kolluğun görev ve yetkileri ile ilgili olarak bkz. : 01.06.2005 tarih ve 25832 sayılı Resmi Gazete
yayımlanarak yürürlüğe giren Adli Kolluk Yönetmeliği, Madde 6.
222
223
Yayla, op.cit., s. 56.
Günday bu ayrımı adli kolluk ve idari kolluk arasındaki “nitelik ve amaç” farklılıklarına
dayandırır. Günday, Đdare…, op.cit., s. 249.
224
Adli kolluk ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. : Hüseyin Erkenci, “Ceza Adalet Sisteminde Yeniden
Yapılanma ve Adli Kolluk”, Đ. B. D. , C. 72, S. 7 – 8 – 9, Ufuk Matbaası, Đstanbul, 1998, s. 636 - 643.
225
Đsmet Giritli / Pertev Bilgen / Tayfun Akgüner, Đdare Hukuku, 2. Baskı, Der Yayınları, Đstanbul,
2006, s. 814; 04.07.1943 tarih ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyeti Kanunun 2. maddesinde,
polisin görevlerinin önleyici ve bastırıcı niteliklerine vurgu yapılarak, söz konusu ayrım kabul
edilmiştir. Diğer yandan 10.03.1983 tarih ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri
Kanunun 7. maddesinde de idari kolluk adli kolluk ayrımına işaret edecek nitelikte mülki görevler ve
adli görevler tabirlerine yer verilmiştir.
66
Çevrenin korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesi, idari kolluğun konusuna
girdiğinden,227 bundan sonraki açıklamalarımız yalnızca idari kolluk alanına dair
olacaktır. Bu nedenle çalışmada “kolluk” kavramı yalnızca idari kolluğu kastederek
kullanılacaktır.
a. Kolluğun Amacı: Kamu Düzeninin Sağlanması
Kolluk, “ bir ülkenin iç güvenlik, sağlık ve dirlik- esenliği ile bireylerin
kendilerine ve malvarlıklarına karşı olası saldırıları önlemek amacıyla idare
tarafından alınan ve uygulanmasında da bazı yaptırımlar ile güçlendirilen”
226
228
Bu ayrıma karşın, her iki kolluk etkinliğinin de aynı makam ve personel tarafından yürütülmesi
nedeniyle adli kolluğun ve idari kolluğun uygulamada birbirinden ayrılması güçtür. Onar iki kolluk
arasında “ benzerlik hatta kaynaşma” olduğu ifade etmektedir. Sıdık S. Onar, Đdare Hukukunun
Umumi Esasları, C. III, 3. Baskı, s. 1407. Ancak Gözler’in de belirttiği gibi idari – adli kolluk
ayrımının teoride önemli bazı sonuçları bulunmaktadır:
-
Đdari kolluk faaliyetlerinin idare hukuku usullerine tabidir Bu nedenle adli kolluğun ceza
hukukundan kaynaklanan özelliklerinden farklı özelliklere sahiptir.
-
Adli kolluk devlet faaliyeti olduğu için adli kolluktan kaynaklanan zararlardan devlet tüzel
kişiliği sorumludur. Đdari kolluk hem devlet hem de mahalli idareler adına icra edildiğinden
sorumluluk yalnızca merkez teşkilatına ait değildir.
-
Đdari kolluk maddi fiiller, birel işlemler ve düzenleyici işlemler yapabileceği halde adli kolluk
yalnızca birel işlemler ve maddi fiiller yapabilir.
-
Kural olarak idari kolluk faaliyetinden doğan uyuşmazlıklar idari yargının görev alanına
girer. Adli kolluk faaliyetleri ise adli yargıya tabidir. Gözler, Đdare, op.cit., s. 428 - 429.
227
“ Çevre kirliliğini önleme ve çevre koruma konusu, kamu düzenini yakından ilgilendirdiği ve kamu
düzeninin unsurlarından olan güvenlik, dirlik ve esenlik ve sağlığın kapsamına girdiği için, idari
kolluğun yetki alanında kalmaktadır”. Şen, Çevre Ceza…, op.cit., s. 222.
228
Đl Han Özay, Günışığında Yönetim, Alfa Yayıncılık, Đstanbul, 1996, s. 480. Benzer bir tanım için
bkz. : “Đdari kolluk, kamu düzeninin sağlanması ve korunması amacıyla bireylerin toplum içindeki
tutum ve davranışlarının düzenlenmesi, gözetilip izlenmesi ve aykırı eylem ve durumların
engellenmesidir”. Ebru Öztürk, Türk Đdare Sisteminde Rekabet Kurumunun Yeri ve Diğer
Bağımsız Đdari Otoritelerle Karşılaştırılması, Rekabet Kurumu Yayınları, Yayın No. 124, Temmuz
2003, s. 27.
67
önlemler ve bu alana ilişkin faaliyetler229 bütünü olarak tanımlanmaktadır.230
Tanımda da vurgulandığı üzere idari kolluk faaliyetinin amacı, güvenlik, sağlık,
dirlik ve esenliğin sağlanması ve korunmasıdır.231 Söz konusu unsurların oluşturduğu
kavram ise ‘kamu düzeni’ kavramıdır. Buna göre idari kolluğa ilişkin
değerlendirmeler, ancak ‘kamu düzeni’ kavramının açıklanması ile mümkün
olabilecektir.
Đdare tüm faaliyetlerinde olduğu gibi kolluk faaliyetlerinde de kamu yararını
sağlama amacı güder. Kolluk faaliyetlerinin konusu ve amacını oluşturan kamu
düzeni de nihayetinde kamu yararının sağlanması amacına hizmet eder. Bu nedenle
korumaya alınan düzen, kişilerin bireysel ahlak ve düşünce yaşamları değil,
toplumun maddi dış ve maddi düzeni ile ilgilidir. 232
229
Đdarenin kolluğa ilişkin etkinliklerinin, bağımsız bir faaliyeti mi yoksa kamu hizmetinin bir parçası
mı olduğu hususu ise tartışmalıdır. Sarıca, Duran ve Günday, idarenin ‘kolluk’ alanındaki
faaliyetlerini kamu hizmetinden ayrı olarak ele almışken; Onar ve Özay idarenin kolluk alanındaki
etkinliklerin özel usullerle yürütülen bir kamu hizmeti olduğunu ileri sürmektedir. Ayrıntılı bilgi için
bkz. : Đl Han Özay, “Anayasa: Özgürlükler ve Đdari Kolluk Etkinlikleri”, Anayasa Yargısı, C. 19,
Ankara, 2002, s. 275.
230
Söz konusu tanımın yanı sıra, kavramın açıklanabilmesi açısından idari kolluğun başlıca
özelliklerine değinilmesinin de yerinde olacağı kanısındayız. Gözler’in de üzerinde durduğu bu
özellikler şu şekilde sayılabilir: (1) Đdari kolluk işlem ve eylemleri tek taraflıdır.(2) Kolluk yetkisi
devredilmeyen ve kullanılması zorunlu bir yetkidir. (3) Kolluk işlem ve eylemlerinin yapılması
idarenin kamu gücü ayrıcalıklarına dayanır. (4) Kolluk işlemleri kazanılmış hak yaratmadığı için idare
tarafından her zaman geri alınabilir. Gözler, Đdare, op.cit., s. 434 – 435 – 436; Metin Kıratlı,
Koruyucu Đdari Hizmetler, Türkiye ve Orta Doğu Amme Đdaresi Enstitüsü Yayınları No:5, Sevinç
Matbaası, Ankara, 1973, s 34
231
DURAN da kamu düzeni kavramını, “idarenin zabıta ve kolluk faaliyetlerinin konusu ve amacı”
olarak ele almıştır. Lütfi Duran, “Sosyal Hareketler ve Milli Güvenlik”, Đktisat ve Maliye Dergisi, C.
XVII, S. 4, Temmuz 1970, s. 165.
232
Günday, Đdare…, op.cit., s. 246.
68
Đdari kolluğun sağlamayı ve korumayı amaçladığı dış ve maddi düzen
güvenlik, sağlık,dirlik ve esenlik olmak üzere üç unsurdan oluşmaktadır.233
aa. Kamu Güvenliği
Güvenlik, kişilerin kamuya açık yerlerde can ve mallarına karşı gelebilecek
tehlikenin olmaması,234 “saldırıya uğramalarının önlenmesi”235 ve kişilerin “bu
bağlamda olumlu bir kanıya sahip olmalarını”236 ifade eder. Buna göre kolluk,
kişilerin kamuya açık yerlerde saldırıya uğramamalarını, engellemeye maruz
kalmamalarını ve can ve mallarının tehlikede olduğu hissi içinde olmamalarını
sağlar. 237
ab. Kamu Sağlığı
Kamu sağlığı, “toplumun bulaşıcı ve yaygın hastalıklardan uzak tutulmasını
ve toplumun sağlık koşulları içinde yaşamını sürdürmesini”238 ifade eder. Buna göre
toplumdaki salgın hastalıklar ve sağlık koşulları kolluğun görev alanına girecek
ancak bireylerin kişisel sağlık sorunları kolluk görevleri içinde olmayacaktır.
233
Giritli / Bilgen / Akgüner, op.cit., s. 818, Günday, Đdare..., op.cit., s. 248; Gözübüyük / Tan,
op.cit., s. 713; Derdiman, op.cit., s. 106.,Gözler, op.cit., s. 418.; Anayasa Mahkemesi, 1976 yılında
verdiği bir kararında kamu düzenini “ toplumun huzur ve sükununun sağlanmasını, devletin ve devlet
teşkilatının korunmasını amaç alan her şey” olarak ifade etmiştir. AMK 22.11.1976, E. 1976/27, K.
1976/51, AMKD , S. 14, s. 363
234
Derdiman, op.cit., s. 107
235
Gözübüyük / Tan, op.cit., s. 712.
236
Giritli/Bilgen / Akgüner, op.cit., s. 819.
237
Duran, op.cit., s. 254.
238
Günday, op.cit., s. 248.
69
ac. Kamu Dirliği ve Esenliği
Dirlik ve esenlik ise toplumda karışıklığın olmaması ve “hayatın normal
seyrini takip etmesi”239 demektir. Buna göre kamu huzuru amacıyla kolluğun
gürültü, duman, koku, tuz gibi toplumu rahatsız eden faaliyetleri engelleyici tedbirler
alması gerekir.240 Đhtilal, isyan,her türlü şiddet olayı gibi, dolaşım sorunları, gürültü
kirliliği de dirlik ve esenliği bozucu davranış olarak sayılabilir.241
Kolluğun kamu düzenini sağlamak amacı dışında ve kanunda açıkça yetki
verilmedikçe, kamu özgürlüklerini kısıtlaması söz konusu olamaz.242
Diğer bir
deyişle, kolluk yetkisinin siyasal amaçlarla, idareye gelir sağlamak amacıyla, kamu
hizmetlerini daha iyi yürütmek için ya da kamu düzeni ile ilgili olmayan herhangi bir
nedenle kullanılması, kolluk işleminin amaç yönünden sakat olması anlamına
gelecektir.243 Ayrıca, kolluk yetkisinin idareye kanunla verilmiş olması da gerekir.
Aksi halde, kanundan kaynaklanmayan bir yetkiye dayanarak kolluk yetkisi
kullanılmış olacağından, fonksiyon gaspına neden olacaktır.244
Yapılan bu açıklamalar ışığında, kamu düzeni kavramının kolluk açısından
amaç ve fakat, kişi özgürlüklerine getirilen sınırlamalar245 açısından da kolluğun
çerçevesi olarak kabul edilmesi gerekir.246
239
Onar, Đdare Hukukunun…, C. III, s. 1479.
240
Gözübüyük / Tan, op.cit., s. 713; Gözler,Đdare…, s. 559; Günday, Đdare..., s. 248; Giritli / Bilgen /
Akgüner, Đdare…, s. 819.
241
Bülent Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Anayasası, Öncü Kitapevi, Đstanbul, 1969, s.138
242
Giritli / Bilgen / Akgüner, op.cit., s. 818.
243
Günday, op.cit., s. 267.
244
Ibid., s. 263.
245
“Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması” başlıklı Anayasa’nın 13. maddesinden, 2001 yılında
yapılan değişiklik ile kamu düzeni, genel asayiş, genel sağlık, genel ahlak kavramları çıkarılmıştır.
Söz konusu değişiklik ile temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması yalnızca Anayasa’nın ilgili
maddesinde düzenlenme olması şartına bağlanmıştır.
70
b. Kamu Düzeni’nin Yeni Görünümü Olarak Çevresel Kamu Düzeni
Kamu düzeni kavramına ilişkin olarak belirttiğimiz unsurlar, toplumsal
ilişkilerin ve devletin müdahale araçlarının değişmesi ve çeşitlenmesi neticesinde
çoğalmaktadır. Diğer bir deyişle “modern anlayış” olarak kavramsallaştırılan ‘yeni
dönemin gerekleri’, genel ahlak, kamusal estetik, insan onuru, bireylerin kendisine
karşı korunması gibi unsurların “klasik anlayışın” kamu düzeni unsurlarına
eklenmesine ve kavramın kapsamının genişletilmesine vesile olmuştur. 247
Ekonomik alana devletin müdahale etme yöntem ve usullerinin değişmesi,
idarenin bu alandaki etkinliğini de etkilediğinden, yeni bir kavram olarak “ekonomik
kamu düzeni” kavramı; nüfus artışı, toprak, su ve atmosferde yaratılan baskının
artması, kentte ve kırda yaşanan dengesiz gelişme gibi sorunların artması da çevrenin
246
“ Temel hak ve özgürlüklerin sınırlayan kolluk faaliyetlerini tanımlamak, bu hak ve özgürlüklerin
sınırlarını kısmen de olsa belirmek anlamına geleceği gibi, kamu düzeni kavramının unsurları da
kolluk güçlerinin müdahale alanının sınırlarını çizecektir”. Öğütçü, op.cit., s. 94.
247
“ Modern anlayışın ortaya çıkışı, toplumsal ilişkilerin çeşitlenmesi, devletin müdahale araçlarının
gelişmesi, toplumun biçimlendirilebileceğine ilişkin inancın güçlenmesi, ‘bırakınız yapsınlar,
bırakınız geçsinler’ aforizmasına olan inancın zayıflaması ve yine hak ve özgürlüklere yönelik
tehditlerin çok çeşitli odaklardan gelebileceğine ilişkin düşüncenin ağırlık kazanmasıyla açıklanabilir.
Son yıllarda, kamu düzeniyle ilgili olarak “çevresel kamu düzeni", "kentsel kamu düzeni" ve
“ekonomik kamu düzeni” gibi kavramlar da ortaya çıkmıştır. Bunlar temelde iktisadi özgürlüklerin
kötüye kullanımının sınırları ve yaptırım ölçütü olarak normatif değer kazanmaya başlamıştır. Bu
alana denk düşen özgürlükleri giderek daha ayrıntılı kurallarla düzenleyen sıkı kayıtlar ve ihlal
durumunda para cezası ve/ya idari cezalarla yetinilmeyip, “kente karşı suçlar”, “ekolojik suçlar”,
“ticari suçlar” gibi, sorumluları, bedeni özgürlüklerinden alıkoyucu yaptırıma çarptıran yeni normatif
düzenlemeler söz konusudur”. Bkz. : A. Funda Çetindağ, Türk Anayasal Sisteminde Temel Hak ve
Özgürlüklerin Sınırlanması Bağlamında Kamu Düzeni, T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Kamu Hukuk Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2004, s. 14 15.
71
koruması alanında “çevresel kamu düzeni”248 kavramının oluşmasına neden
olmuştur. Değişen ve gelişen ilişkilere paralel biçimde, farklı kamu düzeni
kavramları da ileri sürülmeye devam edilmektedir.249 Çevresel kamu düzeni kavramı
açısından güvenlik unsuru, çevre güvenliği olarak anılmakta ve bir faaliyetin çevre
öğelerine, civardaki kişilerin sağlığına, mallarına yönelik bir çevre riski ortaya
çıkarmamasını ifade etmektedir. 250
Kamu dirlik ve esenliği, trafik, duman, toz, pislik, koku, ışık vs gibi her türlü
düzensizlikten toplumun korunmasını amaçladığı yukarıda belirtilmişti. Ancak
özellikle çevrenin kirliliğinin önlenmesi ile ilgili faaliyetlerle birlikte bu amacın
kamu düzenindeki önemi daha da artmıştır.251
Çevre sağlığı, kamu düzenine klasik yaklaşıma göre sağlık unsuru
kapsamında ele alınmaktadır. Ancak çevre sağlığı kavramı, yalnızca çevre kirliliğinin
insan sağlığını etkilediği ölçekte değil; çevrenin kirlenmesinin engellenmesi
aşamasında, yani doğrudan çevrenin korunması aşamasından, ele alınmalıdır. Buna
248
“ Şehircilik ve çevre alanındaki gelişmeler, yeni kavramları gündeme getiriyor”. Bkz. : Đbrahim
Kaboğlu, Özgürlükler Hukuku Đnsan Haklarının Hukuksal Yapısı Üzerine Bir Deneme, AFA
Bilim Dizisi : 1, AFA Yayınları: 269, Đstanbul, 1994, s. 61.
249
Kamu düzeni kavramı, “zenginleşmiş, içerik yönünden genişlemiştir. Doğa ve çevrenin korunması,
ekonomik kamu düzeni, hatta estetik bu kavram içinde düşünülmeye başlanmıştır”. Bkz. : Đbrahim
Kaboğlu, Kolektif Özgürlükler, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları :8, Diyarbakır, 1989,
s. 137. “ Kamu düzeni sadece klasik toplumsal bir düzen ile sınırlı değildir; kamusal alanın
korunmasına ilişkin birden çok görünümü de vardır. Kamu düzeni kavramı, önüne getirilen sıfatlarla
birlikte kamusal alandaki faaliyetleri düzenleme, koruma ve sınırlamanın bir aracı olmuştur. Đmar
kamu düzeni, çevre kamu düzeni, ekonomik kamu düzeni gibi sıfatlarla zenginleştirilmiş kamu düzeni
kavramı, toplumsal hayatın bir çok alanında özel bir görünüme bürünmüştür”.Bkz. : Artuk Ardıçoğlu,
Rekabet Kurumunun Đdari Yapısı, Đşlemleri ve Yargısal Denetimi, T.C. Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Bölümü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2002, s.
80.
250
Öğütçü, op.cit., s. 96.
251
Ibid., s 98.
72
göre klasik kamu düzeni yaklaşımına göre insan sağlığına zararlı olan atıkların
insandan uzaklaştırılması yeterliyken, çevrenin korunması amacına göre atıklar
kaynağında bertaraf edilerek kirlilik doğmadan engellenmelidir. 252
Her ne kadar kamu düzeni kavramının başına eklenen tamlamalarla sektörel
kamu düzeni yaratıldığı ve bu yolla da kamu düzeni kavramına fazla bir şey
eklenemediği ileri sürülmüş olsa da253, günümüz çevre kirliliği ve çevresel zarar
sorunları karşısında ortaya çıkan çevrenin korunması yönündeki gereklilik, klasik
kamu düzeni unsurlarının tamamıyla ve fakat bu unsurlardan çok daha fazlasıyla
ilgilidir. Diğer bir deyişle, çevre ve imar hukukunun gelişimi de doğa ve çevrenin
korunması konusu bağımsız ve ayrıca ele alınması gereken bir kamu düzeni kavramı
içinde değerlendirmeyi gerektirir. Bu nedenle, son yıllarda etkisi giderek artan
ekolojik kriz koşulları altında kamu düzeninin sağlanması, kamu düzeni kavramının
unsurlarının da yeniden tanımlanması zorunluluğunu ön plana çıkartmaktadır. Her
şeyden önce belirtmek gerekir ki, bugün ekolojik krizin bir yandan canlı yaşamını,
diğer yandan da toplumsal yaşamın varlık koşullarını tehdit ettiğine ilişkin
farkındalıkta, çevre hukukunun doğumu da önemli rol oynamıştır. Bu konuda hem
uluslararası belgeler hem de pek çok bilimsel rapor bu gerçeği yıllardır ortaya
koymaktadır.
Ancak kamu düzeninin sağlanması açısından temel hukuki referansın ne
olacağı tartışması ise ekonomik gelişme, büyüme, kalkınma ile çevrenin korunması
arasındaki denge arayışlarına sıkıştırılarak gelişmektedir. Bunun sonucunda da kamu
düzeni kavramının önüne “ekonomik” ya da “çevresel” sıfatları konularak kamu
düzeninin sağlanmasına yönelik yaklaşımda, ağırlık noktasının nerede oluşturulması
252
Ibid., s 99 - 100.
253
Ibid.,, s. 80.
73
gerektiği tartışmaları sürmektedir. Bu nedenle, kamu düzeninin sağlanmasında
“çevrenin korunması” anlayışının nasıl bir hukuki temelde gelişmesi gerektiği önem
taşımaktadır. Bu açıdan kanımızca kamu düzeninin sağlanmasında hareket noktası,
her türlü toplumsal etkinliğin varlık koşulu olan canlı yaşamının nasıl sürdürülebilir
olacağı üzerine odaklanmak olmalıdır.
Buradan hareketle çevre koruma faaliyeti salt insan topluluklarının “yapılı
çevreleri” olarak değil; aynı zamanda insanların da içinde var olduğu dış doğa ya da
“doğal çevre” diye tarif edilebilecek çevreyi de kapsamına almaktadır.254 Bugün
kamu düzeninin sağlanması için hava, su, toprak başta olmak üzere bu varlıkların
karşılıklı etkileşimi ile oluşan ekosistemlerin, insan ve hayvan topluluklarının
korunması kamu düzenin sağlanmasının konusunu oluşturmak zorundadır. Çünkü
genel sağlık ve esenliğin sağlanması için, canlı yaşamının bu unsurlarının da
kavramın kapsamına alınması kaçınılmaz olmuştur. Ancak bu noktada asıl sorun da
kamu düzenin kapsamında olan “çevre korumanın” nasıl sağlanacağıdır. Kamu
düzenini sağlamaya yönelik çevre koruma faaliyeti sırasında “çevre” üzerindeki
etkinliklerin sınırlarının nasıl çizildiğinin tespiti de, bu açıdan oldukça önemlidir.
254
“ Đnsanın ilkel uygarlıklar döneminde uzun zaman birincil ve tek çevresi olan, doğal çevreyi
oluşturan öğelerin hukuki statüleri çevre hukukunun inceleme alanında yer almaktadır. Ancak doğayı
koruma diyebileceğimiz böyle bir yaklaşım günümüzde çevreye maledilen tüm değerleri
kapsamayacak, çevre hukukuyla doğayı koruma hukuku aynı anlama gelecektir. Unutulmaması
gereken nokta, insan tarih boyunca doğal çevresini işlemiş, biçimlendirmiş, kendine bir çevre
yaratmıştır. Bu nedenle çevre hukuku doğal çevrenin yanı sıra, insan elinden çıkan çevrenin öğelerini
de kapsadığı takdirde bir bütün oluşturacak insanın tüm yaşam çevresini düzenleyebilecektir”.Bkz. :
Can Hamamcı, “Çevre ve Hukuk”, Prof. Fehmi Yavuz’a Armağan, Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Yayınları : 528, Ankara, 1983, s. 244. Karşı görüşteki Özer, bu yaklaşımın çevre
hukukunun alanını çok genişlettiğini, kapsamadığı hiç bir şey bırakmadığını; bu durumun da çevre
hukukunu belirsiz bir duruma soktuğunu ileri sürmektedir. Atilla Özer, “ Çevre Hakkı ve 1982
Anayasası”, A. B. D. , Y:54, S. 1, Ankara, 1998, s. 76.
74
Günümüzün egemen ekonomik yaklaşımı doğrultusunda, çevre değerlerinin
de birer “mal” olarak hukukun konusu yapılma eğiliminin giderek arttığı
bilinmektedir. Đster kamusal, isterse de özel mülkiyet konusu bir mal olarak hukukun
konusu yapılsın, çevre varlıklarının korunması dolayısıyla, kamu düzeninin
sağlanması açısından, bu varlıklar üzerinde idareye ve bireylere sınırsız bir tasarruf
ve mülkiyet hakkı tanımamaktadır. Çevre hukuku açısından çevre varlıklarının
korunması, salt “şey ile insan arasındaki ilişki ve şeyin insan için taşıdığı değer
olmadığı gibi, tek başına ‘şey’ de değildir”.255 Bu doğrultuda kamu düzeni, çevresel
varlıkların korunması açısından “hem bireylere ve topluluklarına, hem de devlete ve
malik kamu tüzel kişiliklerine karşı korumayı amaçlayan ve özel mülkiyet hakkının
sakıncalarından koruyan”256 bir çerçevede ele alınmalıdır. Buradan hareketle de
söylenebilir ki, çevre varlıkları, çevre hukuku ekseninde kamu düzeninin
sağlanmasına yönelik bir koruma rejimine tabi olduğunda, “ bu varlıkların
korunmasında tüm (…) tüm yurttaşların, dünyanın ve tüm insanlığın menfaati”257
olduğunu kabul etmek gerekir. Bu belirlemeler doğrultusunda, çevre varlıkları “salt
bireysel kullanımların konusu olamazlar”.258 Kamu düzeni teriminin bu eksende
tanımlanması, özgürlüklerin kullanılmasının sınırlarını da belirtecektir.259 Bunun
anlamı kamu düzeni açısından, çevre varlıklarının korunmasındaki menfaat, özel
mülkiyet hakkının kullanılmasına ve “bazı taşınır varlıklar yönünden de ticaret-
255
Nükhet Turgut, Çevre Hukuku, Savaş Yayınevi, Ankara, Kasım 2001, s. 98.
256
Duran’ın “devletin hüküm ve tasarrufunda” olma kavramının salt egemenlik içermediği gibi zabıta
kudretinden ibaret sayılmadığından hareketle kamu mallarının hem idareye hem de özel hukuk
kişilerine karşı korunmasına yönelik yürütülen tartışma için bkz. : Ibid., s. 95
257
Ibid., s. 90
258
Ibid., s. 89
259
Öğütçü, op.cit., s. 80.
75
girişim özgürlüğüne sınırlamalar getirilmesidir”.260 Özellikle genetik varlıkların,
endemik bitki, hayvan tür ve topluluklarının, orman materyallerinin, su, hava, toprak
varlıklarının, kültür varlıklarının kimi zaman ticaretinin sınırlandırılması veya
yasaklanması yaklaşımı da tam bu durumla ilgilidir. Bu varlıkların korunarak
geliştirilmesi ile elde edilecek menfaat, bu varlıkların, “şey” olarak ticari mal haline
gelmesinden elde edilecek menfaatten daha fazladır.
Bununla birlikte çevre varlıklarının korunmasını açısından kamu düzeninin
sağlanmasına yönelik yükümlülük sadece idareye yüklenmiş değildir. Anayasa’nın
56. maddesi261 uyarında çevrenin korunması yurttaşlara bir ödev ve sorumluluk
olarak da yüklenmiştir.262 Bu durumda hemen şu sorunun yanıtlanması gerekir.
Anayasa’nın 56. maddesi, sosyal ve ekonomik haklar bölümünde düzenlenmiştir.
Oysa ki mülkiyet hakkı temel haklar ve özgürlükler bölümünde düzenlenmektedir. O
halde çevre varlıklarının korunması açısından mülkiyet hakkının sınırlandırılması,
Anayasal düzen açısından çevre hakkına dayanılarak mümkün müdür? Bu haklardan
hangisine öncelik tanınacaktır? Ancak konuyu çalışmamız açısından fazla da
derinleştirmeden, Anayasanın 56. maddesinde çevre hakkı, yaşama hakkı
dolayımında düzenlendiği belirtilebilir.263 Bu nedenle kişinin maddi ve manevi
bütünlüğünü korunması göndermesiyle, Anayasa’nın mülkiyet hakkına, yaşama
hakkından daha üstün bir koruma statüsü sağladığı söylenemez. Buna karşın
260
Turgut, op.cit., s. 89.
261
MADDE 56. – (1) Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
(2)Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve
vatandaşların ödevidir
262
Đbrahim Ö. Kaboğlu, “Çevre Hakkı Üzerine (Bir Danıştay Kararının Düşündürdükleri)” , Đnsan
Hakları Yıllığı, C. 10 - 11, TODAĐE, Ankara, 1988 - 1989, s. 123.
263
Nükhet Turgut, “Çevre Hukukunun Temel Kavram ve Đlkeleri”, Çevre Hukuku Sempozyumu,
Çeşme 10-11 Nisan 2006, Editör.: Emel Batur, Ankara, 2006, s. 23.
76
Anayasal açıdan, çevre hakkına dayanılarak, çevre varlıklarının korunması açısından
kamu düzeninin sağlanmasında söylemek mümkünse de, hukuk pratiğindeki
dönüşüm, bu tartışmayı kimi kez boşa düşürmektedir. Şöyle ki, çevre varlıklarının
korunması açısından kamu düzeninin, sadece idarenin değil aynı zamanda
yurttaşların da bir ödevi olduğunu belirtmiştik. Bu ödevin ve sorumluluğun aktif bir
biçimde yerine getirilebilmesi için de, yurttaşlar, alınan kararlara ve alınan kararların
uygulanma süreçlerine katılmak ve bu kararları denetlemek için, idareyi hukuki ve
politik olarak sınırlandıracak araçlara ihtiyaç duyar. Kamu düzeninin sağlanmasında
bu açıdan yurttaşlara aktif bir sorumluluk yüklenmektedir. Bu sorumluluğun yerine
getirilmesinde de yargısal denetim önemli bir katılım mekanizması olarak açığa
çıkmaktadır. 264
Bu bağlamda çevrenin korunması sağlık, dirlik ve esenliğin265 sağlanması
yurttaşların aktif katılımına dayalı bir yargısal denetim sistemi ve güçlendirilmiş
yönetime katılım süreçleri ile gelişecektir. Ancak klasik kamu düzeni algısı içinde,
çevre koruması bir sıfattan öteye gidememektedir. Ekolojik dengenin ve insan-çevre
ilişkilerinin uyumunun sağlanması, korunması ve çevresel düzensizliklerin, ihlallerin
olmaması amacı karşısında bu yaklaşım görünmektedir. Bu nedenle de klasik
anlayışın kamu düzeninin unsurlarına getirdiği tanımlar, çevresel kamu düzeni
kavramı çerçevesinde yeni bir görünümle ve daha geniş olarak tanımlanmalıdır.
Çevresel kamu kavramının düzeni daha ayrıntılı açıklanabilmesi, çevre
kolluğunun kolluk türleri içindeki yerinin ve çevre kolluğunun faaliyet alanının
belirlenmesi ile mümkün olabilecektir. Bu amaçla kolluğun türlerinin incelenmesi ve
özel idari kolluk örneği olan çevre kolluğunun ele alınması gereklidir.
264
Turgut, Çevre Hukuku, op.cit., s.280
265
Şen, Çevre Ceza…, op.cit., s. 222.
77
c. Genel Đdari Kolluk Özel Đdari Kolluk Ayrımı Çerçevesinde Türk
Pozitif Hukukunda Çevre Kolluğu
Güvenlik, sağlık, dirlik ve esenlik unsurlarından oluşan kamu düzeninin
bozulmasını önleyen ve bozulması halinde de geri getirmeye yönelik etkinliklerde
bulunan kolluğa genel idari kolluk denir. 266 Kısaca genel idari kolluk, kamu düzenini
sağlamayı amaçlayan ve her çeşit faaliyet hakkında kolluk tedbir ve işlemleri
yapmaya yetkili ve görevli kolluktur.267
Özel idari kolluğun ise iki anlamı vardır. Đlk anlamı, genel idari kolluktan ayrı
hukuksal düzene tabi ve ayrı kolluk makamlarını emiri altında olan kolluk; ikincisi
ise, genel idari kolluğun özellik gösteren bölümlerinin ondan ayrılarak oluşturduğu
kolluktur. Buna göre özel idari kolluk, çevre kolluğu, tarım kolluğu, av kolluğu,
gümrük kolluğu, orman kolluğu, imar kolluğu268 örneklerinde olduğu gibi genel idari
kolluktan ayrı, belirli konular üzerine özgülenen kolluklar olabileceği gibi;
demiryolları, hava trafiği ve kıyılardaki sağlık, kamusal su havzalarının korunması269
gibi genel idari kolluğun konusuna girmekle birlikte ondan ayrılarak genel idari
kolluğun dışında özel kanunlarla düzenlenen, belirli bir faaliyete özgülenen kolluklar
da olabilir. 270
266
Özay, Günışığında…, op.cit., s. 481; Gözübüyük / Tan, op.cit., s. 723.
267
Gözler, Đdare, op.cit., s. 437; Özay, Đdari…, op.cit., s. 502.
268
“Đmar kolluğu 3194 sayılı Đmar Yasası ile yerel yönetimlerin görev ve yetki alanında kabul
edilerek özel idari kolluk şeklinde düzenlenmiştir”. AMK 26.06.2002, E. 2001/377, K.2002/59, R.G.
09.11.2002, 24931, AMKD , S. 38, C. 2, Ankara, 2003, s. 208.
269
“ Kamusal su havzalarının korunması özel idari kolluk etkinliği olup, buna hizmet kolluğu da
denilmektedir. (…) Özel kolluk, özel bir aktivite göstermektedir. Oğuz Sancakdar, “Kamusal Su
Havzalarında Đdari Kolluk Yetkilerinin Yarışması-Çatışması Sorunu ve Çözüm Perspektifleri”, Prof.
Dr. Mahmut Tevfik Birsel’e Armağan, Đzmir 2001, s. 631 - 632.
270
Giritli / Bilgen / Akgüner, Đdare..., op.cit., s. 816; Özay, Günışığında…, s. 487. Yenisey, özel idari
kollukla ilgili olarak, söz konusu tanımdan yola çıkarak, görev sınırlarının dar ve görev alanlarının
78
Gözler, özel idari kolluğa neden ihtiyaç duyulduğunu iki temele dayandırarak
açıklamaktadır: Bunlardan ilki çevre, orman, doğal ve kültürel zenginlikler gibi bazı
alanlar özel korumaya ihtiyaç duyulmasıdır. Bu alanlarda yeterli korumayı
sağlayacak teşkilata ve özel tedbirlerin belirlenmesini ve alınmasını sağlayacak
usullerin ancak genel idari kolluktan ayrılan kollukla sağlanabileceğini belirtmiştir.
Kısaca ilk neden, bazı özel alanlarda doğabilecek tehlikelere karşı idarenin daha
güçlü hale getirilmesidir. Đkinci neden ise, bazı özel alanların, genel idari kolluğa
aykırılık nedeniyle uygulanan yaptırımlarından daha ağır yaptırımlara ihtiyaç
göstermesidir. 271
Đdari kolluk örgütünün genel idari kolluk ve özel idari kolluk ayrımına tabi
olduğu, 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun272 3.maddesinde ifade edilmiştir.
Maddenin ilk fıkrasında kolluk teşkilatının özel ve genel olarak ayrıldığı, genel idari
kolluğun polis ve jandarmadan, özel idari kolluğun ise genel idari kolluk dışında
belirli olduğunu ileri sürmüştür. Feridun Yenisey, Uygulanan ve Olması Gereken Ceza
Muhakemesi Hukuku, Hazırlık Soruşturması ve Polis, 3.Baskı, Beta Basım Yayım, Đstanbul, 1993,
s. 79.
271
Gözler, Đdare Hukuku, op.cit., s. 441. Ancak “daha ağır bir yaptırıma ihtiyaç duyma” durumunun
bir neden olmaktan çok, bir sonuç olduğu kanısındayız.Buna göre idarenin, belirli aykırılıklara daha
ağır yaptırımlar uygulamak ihtiyacı içinde olmasının idarenin amaçlarına aykırı olacağından, özel
idari kolluğun varlığının çevre gibi, bazı konuların özel korumaya ihtiyaç göstermesine bağlamak
yerinde olacaktır.Yayla ise, özel idari kolluk genel idari kolluk ayrımını “ toplumun doğrudan ve
derhal hissettiği kamu düzeni ihlalleriyle, ancak uzun süre sonra ve dolaylı olarak etkilendiği ihlaller
(...) ya da kamu düzenini ilgilendiren bazı konuların özel ve ayrık bir düzenleme ve uygulama
gerektirmesi yani farklı bilgi ve örgütlenme isteyen nitelikte olması” ayrıma dayandırmaktadır. Yayla,
op.cit., s. 58.
272
Kanun Numarası:3201,Kabul Tarihi:04.06.1937, R.G.12.06.1937, 3629, Yayımlandığı Düstur:
Tertip : 3 Cilt: 18, s. 317
79
kalan ve özel kanunlarca oluşturulup, belirli bir faaliyetin yürütülmesi ile görevli
kolluk kuvvetleri olduğu belirtilmiştir. 273
Bu halde, idari kolluk makamları “kolluk alanında bireysel ve düzenleyici
işlemler yapma yetkisine sahip kişi veya kurullar”274 olduklarına göre, genel idari
kolluk makamları Bakanlar Kurulu, Đçişleri Bakanlığı, valiler, kaymakamlar ve
bucak müdürleri olarak; mahalli idari kolluk makamları il özel idaresi kolluğu,
belediye kolluğu275, köy kolluğu olarak; özel idari kolluk makamları ise bağlı
bulundukları bakanlığa ve idari kuruluşa göre276 değiştiği için, ilgili kanunların
görevli ve yetkili olarak gösterilen makamlar olarak sayılabilirler. Buna göre çevre
kolluğu, Çevre Kanunu tarafından düzelenmiş, kolluk makamı Çevre ve Orman
Bakanlığı olan ve fakat genel idari kolluk personelinden yararlanan, özel idari kolluk
örneği olarak kabul edilmelidir.
273
“Zabıta, genel ve özel olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Genel zabıta, polis ve jandarmadan
meydana gelmektedir. Özel zabıta ise genel zabıta dışında kalan ve özel kanunlarına göre kurulup,
belli zabıta görevlerini yapan kuvvetlerdir. Belediye zabıtası, orman zabıtası, gümrük zabıtası gibi”.
Yüksel Ersoy, Adli Zabıta-Đdari Zabıta, Bilimsel Öneriler (Tartışmalı Toplantılar), Ankara
Barosu Yayınları, Saim Toroman Matbaası, Ankara, 1974, s. 241.
274
Gözler, Đdare Hukuku, op.cit., s. 447.
275
Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. : Derdiman, Belediyelerin Kolluk..., s. 103 - 121; Cengiz
Derdiman, “Belediyelerin Kolluk Fonksiyonlarına Đlişkin Genel Bir Deneme II”, Çağdaş Yerel
Yönetimler, C.6, S.4, Ekim 1997, s. 52-64.
276
Günday, Đdare..., op.cit., s. 257; Tongur, op.cit., s. 405 - 407.
80
2. Kolluk - Đdari Yaptırım Đlişkisi ve Çevre Kanunu’ndaki Đdari
Yaptırımlar
a. Kolluk Đşlemleri
Đdarenin kolluk göreviyle ilgili yaptığı işlemleri, düzenleyici ve bireysel
kolluk işlemleri olarak ikiye ayrılır.277
Đdarenin her geçen gün genişleyen faaliyet alanı ve çeşitlenen ilişkiler, teknik
bilgi gerektiren konuların artmasına, kanunlarla düzenlenen bazı alanların
ayrıntılarının ve teknik usulünün düzenleyici işlemlerle yapılmasını zorunlu hale
getirmiştir. “Kamu düzeninin korumakla ve onu tehdit eden tehlikeleri önlemekle
görevli olan kolluk fonksiyonu da, düzenleyici işlemlerle bu düzeni koruyucu
tedbirleri önceden koymak ve ilan etmek”278 amacıyla düzenleyici işlemler tesis
ederler. Buna göre düzenleyici işlemler, idarenin, sınırları kanunlarla çizilmiş bazı
alanlarda, kamu düzeninin korunması ve tehlikelerden uzak kalması için, ayrıntılar
ve teknik usule ilişkin düzenlemeleri yaptığı; tüzük, yönetmelik,karar, tebliğ gibi
isimlerle ortaya çıkardığı işlemleridir.
Bireysel kolluk işlemleri, kamu düzeninin sağlanması için kanunların ve
düzenleyici işlemlerin bir kişi ya da belirli bir durum hakkında uygulamasıdır.279 Bu
amaçla idare, kanunların ve düzenleyici işlemlerin çizdiği sınırlar içinde bireyler
hakkında emir, izin,280 yasak gibi kararlar alır.
277
Gözübüyük / Tan, op.cit., s. 732.
278
Kıratlı, Koruyucu Đdari…, op.cit., s. 36.
279
Ibid., s. 39 - 40; Güran, op.cit.,, s. 1280.
280
Đzin kapsamında ele alınan ruhsat verme işlemi, Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği
üzere, idarenin kolluk faaliyetlerine girmektedir. Anayasa Mahkemesi
1986 yılında verdiği bir
kararda “uygulamada ve öğretide de kabul edildiği gibi; ister ‘bağlı yetki’, ister ‘takdir yetkisi’
81
Çevre Kanunu’nun 11. maddesine281 göre, atıkların alıcı ortama doğrudan ya
da dolaylı vermeleri uygun olmayan işletme, tesis ve yerleşim birimlerinin alması
gereken izinler282; 13. maddesine283 göre, bazı yakıt, maddeler, atık ve kimyasal
maddeler ile kimyasal içeren maddelerin ithalinin başbakanlık dış ticaret müsteşarlığı
tarafından yasaklanması; Kanunu’nun 8. maddesine284 dayanarak her türlü atık ve
artığı, çevreye zarar verecek şekilde doğrudan ya da dolaylı şekilde alıcı ortama
veren, depolayan, taşıyan faaliyetin yasaklanması; Kanunu’nun 15.maddesine285 göre
şeklinde kullanılsın ‘ruhsat verme’ idarenin, kolluk faaliyetleri içinde yer almaktadır” demiştir. AMK
16.10.2003, E. 2001/383, K. 2003/92, AMKD , S.42, SFN Baskı, Ankara, 2006, s. 88.
281
Madde 11 / f. 1 : Üretim, tüketim ve hizmet faaliyetleri sonucunda oluşan atıklarını alıcı ortamlara
doğrudan veya dolaylı vermeleri uygun görülmeyen tesis ve işletmeler ile yerleşim birimleri atıklarını
yönetmeliklerde belirlenen standart ve yöntemlere uygun olarak arıtmak ve bertaraf etmekle veya
ettirmekle ve öngörülen izinleri almakla yükümlüdürler.
282
Gökdayı/Topçuoğlu, “işletmenin faaliyete geçmeden önce çevresel standartlara uygunluğunu
denetlemeye yarayan”, “faaliyete başlanması için gerekli bir denetim” olduğunu ifade ettikleri izin
işleminin, ‘aslında bir yaptırım’ olmadığını kabul ve ifade etmişler; buna karşın izin konusunu ‘idari
yaptırımlar’ başlığı altında ele almışlardır. Đsmail Gökdayı / Metin Topçuoğlu, “Türk Çevre
Hukukunda Sorumluluklar ve Yaptırımlar”, Türk Đdare Dergisi, Yıl: 69, S.417, Đçişleri Bakanlığı,
Aralık 1997, s. 162. Ancak bireysel kolluk işlemi niteliğindeki izin işlemine aykırı davrananlar
hakkında idari yaptırım uygulanmasını öngören Çevre Kanunu’na göre, izin işleminin bizzat
kendisinin idari yaptırım olarak kabulü mümkün değildir. Aksi halde, kolluk işlemleri ve yaptırımlar
arasındaki bağı kuran, ‘kolluk işlemlerinin ihlali ve kolluk kurallarına aykırılık’ şartı göz önüne
alınmaksızın, her bireysel işlemin aynı zamanda yaptırım olduğu anlamı doğacaktır ki, bu da son
derece yanlış bir tespit olacaktır.
283
Madde 13 / f. 3 : Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı bazı yakıtların, maddelerin, atıkların,
tehlikeli kimyasallar ile bu kimyasalları içeren eşyaların ithalini, Bakanlığın görüşünü alarak
yasaklayabilir veya kontrole tâbi tutabilir
284
Madde 8 / f. 1 : Her türlü atık ve artığı, çevreye zarar verecek şekilde, ilgili yönetmeliklerde
belirlenen standartlara ve yöntemlere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı biçimde alıcı ortama vermek,
depolamak, taşımak, uzaklaştırmak ve benzeri faaliyetlerde bulunmak yasaktır.
285
Madde 15 / f. 1 : Bu Kanun ve bu Kanun uyarınca yayımlanan yönetmeliklere aykırı davrananlara
söz konusu aykırı faaliyeti düzeltmek üzere Bakanlıkça ya da 12. maddenin birinci fıkrası uyarınca
denetim yetkisinin devredildiği kurum ve merciler tarafından bir defaya mahsus olmak üzere esasları
yönetmelikle belirlenen ve bir yılı aşmamak üzere süre verilebilir.
82
yönetmeliklere aykırı davrananlara söz konusu aykırı faaliyeti düzeltmek üzere ihtar
niteliğinde süre verilmesi işlemleri, bireysel kolluk işlemlerine verilebilecek örnekler
arasındadır.
b. Kolluk Đşlemlerine Aykırılık
Kolluk işlemleri ve yaptırımlar arasındaki ilişkide kolluk işlemlerinin
emredicilik özelliği, önleyici ve koruyucu niteliği, kolluk işlemlerine aykırı
davranışlara karşı yaptırım öngörülmesini ve bu yaptırımların amacını belirler. 286
Düzenleyici kolluk işlemlerinin doktrinde genel kabul gören ilk özelliği, bu
işlemlerin emredici/buyurucu olmalarıdır. Kurallar ve
zorunluluk içerme olarak
açıklanabilecek emredicilik özelliği, düzenleyici kolluk işlemlerinin kural ve
yasaklarını ihlal edenler hakkında bazı yaptırımlar öngörülmesine neden olmaktadır.
Buna göre kural ve yasaklar, yaptırımlarla desteklenerek düzenlenmekte ve
uygulama açısından da zorlayıcılık niteliğinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. 287
Düzenleyici işlemlerin diğer önemli özelliği ise önleyicilik ve koruyuculuk
niteliği taşımalarıdır. Önleyicilik ve koruyuculuk niteliği, kolluk işlemlerini ihlal
eden eyleme uygulanacak söz konusu yaptırımların, hukuka aykırı kabul edilen
eylemin zarara neden olmadığı hallerde bile, yalnızca tehlike yaratmış olduğu kabul
edilerek uygulanması sonucunu doğurur.288 Diğer bir deyişle, düzenleyici kolluk
286
Özay, Günışığında…, op.cit., s. 492; Giritli / Bilgen / Akgüner, op.cit., s. 825; Kıratlı,
Koruyucu..., op.cit., s. 37.
287
Kıratlı, kolluk kurallarının bastırıcı ve zorlayıcı yaptırımları olmasını, düzenleyici işlemlerin
hukuki nitelikleri arasında saymaktadır. Kıratlı, Koruyucu…, op.cit., s. 38,
288
Özay, Đdari…, op.cit., s. 54; Kıratlı, Koruyucu…, op.cit., s. 36.
83
işlemleri,
sonucunda
zarar
doğmasa
dahi,
ihlali
yaptırımlarla
karşılanan
işlemlerdir.289
Bireysel kolluk işlemleri yukarıda da tanımlandığı üzere izin, ruhsat verilmesi
şeklinde olabileceği gibi, düzenleyici idari işlemlere uyulmaması hallerine karşı
denetim görevini yerine getiren idarenin kurallara uyulmasını sağlamak amacıyla
verilen emirler ve belirlenen yasaklar şeklinde de görülebilir. Sonuç olarak, kolluk
işlemleri açısından yaptırım mekanizması, idarenin emir, yasak ve kurallarına
uyulmamasının karşılığı olarak uygulanır.
Đdarenin kamu düzeninin sağlanması ve korunması amacıyla yaptığı
düzenlemelere aykırı davranan kişilere uygulanan yaptırımlar, cezai yaptırımlar ve
idari yaptırımlar olmak üzere iki çeşittir. 290
Bu ayrımda, tez konusunu oluşturmadığı için, ceza yaptırımlarına ayrıntılı
olarak değinilmeyecektir. Ancak cezai yaptırımlarla ilgili olarak belirtilmesi gereken
bir husus, kolluk işlemlerine aykırı davrananlar için genel bir düzenleme olarak
289
Bu nitelik, düzenleyici kolluk işlemleri ve kolluk tedbirleri arasındaki temel farkı yaratmaktadır.
Kolluk tedbirleri, hukuka aykırı eylem gerçekleşmeden ve ihlal oluşmadan önce önleme hedefini
gerçekleştirmek amacıyla kolluk yetkileri kapsamında alınan önlemleri ifade etmekteyken; yaptırımlar
kolluk tedbirlerine uyulmamış olmasının neticesinde ve ihlal gerçekleştikten sonraki aşamada önem
kazanır. Bu çerçevede, idari yaptırımların ihlal gerçekleştikten sonra ve fakat önleme hedefi ön planda
olan yaptırımlar olduğu belirtilebilir. Bu özellikleri nedeniyle idari yaptırımların kolluk tedbirleri ile
ayrımının yapılması çoğu kez kolay olmamaktadır.
290
Gözübüyük / Tan, op.cit.,, s. 733; Günday, Đdare…, op.cit., s. 259; Gözler, Đdare Hukuku, op.cit.,
s. 547; Anayasa Mahkemesi de, tedbirler ve idari cezalar arasındaki farkın belirlenmesinin her zaman
kolay olmadığı görüşündedir. Yüksek Mahkeme, 1987 yılında verdiği kararında; “Hakları kısıtlayan
yaptırımlar grubuna giren ve mevzuatımızda tatil, men, memnuiyet, mahrumiyet, kapatma gibi
terimlerle ifade edilen bu tür müeyyidelerin teknik anlamda “ceza” niteliği olmayıp, çoğu kez bir
tedbir niteliğindedir.Öte yandan sonuçları itibariyle birbirlerine çok benzeyen ceza, güvenlik tedbiri,
idari ceza, disiplin cezası veya kolluk müeyyidelerini birbirinden ayıran en önemli kriter, yasa
koyucunun iradesidir ”demektedir. AMK 19.03.1987, E.1986/5 K.1987/7,
http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/IPTALITIRAZ/K1987/K1987-07.htm.
84
kabul edilen 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 526 sayılı maddesine, 5237 sayılı
Yeni Türk Ceza Kanunu’nda yer verilmemiş olduğudur. Ve fakat 5326 sayılı
Kabahatler Kanunu’nun 32. maddesine göre, 765 sayılı Kanun’un 526. maddesine
yapılan yollamalar bu maddeye yapılmış sayılacaktır. Söz konusu değişiklik, kamu
güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığının korunması amacıyla verilen emirlere
aykırı davranan kişiler için idari para cezası verilmesini öngörmektedir. Bu maddenin
uygulanması, Kanunun 32.maddenin 2. fıkrasında belirtildiği üzere, eylemin başka
bir suç olarak düzenlenmemiş olması ve ilgili kanunda bu maddeye açıkça gönderme
yapılmış olması şartına bağladır.
Çevrenin korunması açısından genel idari kolluktan ayrı, özel kanun ve
esaslar belirleyen kanun koyucu, Çevre Kanunu’nda adli ceza olarak tek bir madde
öngörmüştür. Kanunun 26. maddesinde düzenlenen söz konusu adli ceza, bildirim ve
bilgi verme yükümlülüğüne aykırı olarak yanlış ve yanıltıcı bilgi veren ve yanlış ve
yanıltıcı belge düzenleyenler ve kullananlar hakkındadır. Kolluk tedbirlerine aykırı
davranan kişilere karşı öngörülen ikinci yaptırım türü ise idari yaptırımlardır. Đdare,
kamu düzenini sağlamak amacıyla yaptığı işlemlere ve aldığı kararlara uymayanlar
hakkında doğrudan yaptırım uygulayabilme yetkisine sahiptir. Đdarenin sahip olduğu
bu yetki, idari yaptırımların idare hukukuna ve idari işlem rejimine tabi bir idari
işlem olması sonucunu doğurmaktadır. 291
291
Özay, Đdari…, op.cit., s. 122. Anayasa Mahkemesi Kararlarında da kolluk yetkileri içinde
uygulanan idari yaptırımların idari nitelikte oldukları vurgulanmaktadır. “Yasaklar kolluk kurallarının
sınırlarını aşmamak ve uygulanan yaptırımlar bunlara özgü idari yaptırımlar niteliğinde bulunmak
üzere idarenin yetkileri içinde sayılır. (…) Kolluk kurallarına aykırılık nedeni ile idarece uygulanan
yaptırımlarla bir ceza dâvası dolayısıyla ceza mahkemelerince uygulanan yaptırımlar maddi sonuç
açısından birbirlerine belli bir ölçüde benzeseler bile, hukuki sonuç açısından birbirlerinden başka
konulardır.(…) Burada yaptırma temel olan hukuka aykırı davranış, yalnızca kolluk işleri sınırı içinde,
85
Çevre kolluk işlem ve eylemlerine aykırı davrananlar için Çevre Kanunu’nda
düzenlenen yaptırım sistematiği, genel olarak idari yaptırımlar üzerine kurulmuştur.
Buna göre, “yaptırımlar alanında genellikle kolluk yetkisini kullanarak faaliyette
bulunan idare”,292 Çevre Kanunu açısından da idari yaptırımlar yoluyla çevresel
kamu düzeninin sağlanması amacını desteklemektedir.293
B. ĐDARĐ YAPTIRIMLARIN BAŞLICA ÖZELLĐKLERĐ
1. Önleyici ve Cezalandırıcı Olması
Birinci bölümde idari yaptırımların ceza hukuku ve idare hukuku ile olan
ilişkisine değinilmişti. Bu ilişkinin bir yansıması da, idari yaptırımların özellikleri
noktasında karşımıza çıkan ‘yaptırımların’ ve ‘idari işlemlerin’ nitelikleridir.
Bununla kastedilen genel olarak yaptırım kavramının, ceza hukukunun amacı
çerçevesinde cezaların işlevinin idari yaptırımlardaki yansıması ve diğer yandan
yürütme erkinin yargı erki karşısında edindiği niteliklerinin idari yaptırımlar
açısından anlamıdır.
Yaptırımlar en genel anlamda toplumsal düzenin sağlanmasını amaçlar. Bu
amacın gerçekleşmesine hizmet eden önemli
araçlardan biri olarak cezaların,
uygulandıkları kişi üzerinde geçmişe ve geleceğe yönelik yarattıkları etkiler,
cezaların işlevini belirler.294 Cezaların işlevi konusunda pek çok teori oluşturulmuş
ve cezaların uygulandığı kişinin duygusal hayatında yarattığı sonuçlarının, suçların
ve uygulanan yaptırım ise, idari niteliktedir” Bu karar için bknz. : AMK 06.01.1971, E. 1969/ 46,
K.1970/2, R.G. 15.12.1970, 13695.
292
293
294
Oğurlu, Đdari Yaptırımlar…, op.cit., s. 32.
Şen, Çevre Ceza..., op.cit., s. 222.
Haluk Toroslu, Ceza Müeyyidesi, T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu
Hukuku Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2007, s. 26.
86
önlenmesi açısından etkileri tartışılmıştır. Bu teorilerden biri, yaptırım kavramının
korku unsuru taşımasının zorunlu olduğunu ileri sürerek, cezaların korkutuculuğunun
suçların önlenmesini sağladığını belirtmektedir. Korkutma / Önleme teorisi olarak
anılan bu yaklaşıma göre ceza, korku duyulan bir devlet tepkisi olarak ‘suçların’
geleceğe yönelik olarak önlenmesi295 anlamına gelmektedir.296 Kısaca, bu teoriye
göre, öngörüldüğü suçla orantılı olmak, adalet duygularına zarar vermemek ve yasal
sınırlarında kalmak şartıyla uygulanan cezalar, bireyler üzerinde korkutucu etki
yaratır ve suçların önlenmesi sonucu doğurduğu kabul edilir.
Bir yaptırım çeşidi olarak idari yaptırımların da, uygulandıkları kişiler
üzerinde cezalandırıcı etki yarattığı; bu nedenle de idari yaptırımın konusunu
oluşturan hukuka aykırı eylemin önlenmesi noktasında, idari yaptırımların ağırlının
arttırılmasının bu alandaki ihlallerin engellenmesinde etkili olduğu ileri sürülebilir.
Ancak bu noktada özellikle vurgulanması gerektiğini düşündüğümüz nokta,
yaptırımla karşılaşma korkusunun hukuka aykırı eylemlerin önlenmesinde yegane
yöntem olmadığıdır. Çünkü, “sadece kanun korkusu, insanoğlunun kötülüklere karşı
tek bekçisi olamaz. Bu maddi sorumluluk duygusu, toplum terbiyesinin yarattığı
vicdan sorumluluğuna dayanmadıkça, kanun, koruyuculuğunu hakkıyla yapamaz”.297
Özellikle çevresel kamu düzeninin sağlanması amacıyla düzenlenen emir ve
295
Bu teoriye göre, ‘önleme’ iki türlüdür. Bunlardan ilki, suçların karşılığı olarak ağır cezaların
öngörülmesi yoluyla tüm bireyler üzerinde korkutucu etki yaratılması ve suçların önlenmesi anlamına
gelen ‘genel önleme’; ikincisi de, ceza uygulanan kişinin yeniden suç işlemesi ihtimalinin önlenmesi
anlamına gelen ‘özel önleme’ olarak anılır. Bu teoriye getirilen en önemli eleştiri, salt önleme
amacıyla cezanın açıklanmasının, cezaların ağırlığının arttırılması anlamına geleceğinden, adalet
düşüncesinden ve orantılılık ilkesinden uzak olduğudur.
296
Toroslu, Ceza Hukuku…, op.cit., s. 384; Faruk Erem / Ahmet Danışman / Mehmet Emin Artuk,
Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayıncılık, 14. Baskı, Ankara 1997, s. 687.
297
Meriç, Yorum…, op.cit., s.101.
87
yasaklara uymayanlar hakkında öngörülen idari yaptırımların, toplumda çevrenin
korunmasına yönelik vicdanın ve bilincin oluşmaması ve yaptırımlar dışında sağlıklı
ve dengeli bir çevrenin sağlanmasına yönelik devlet politikalarının, denetleme
araçlarının güçlendirilmemesi, halinde tek başına başarı sağlaması beklenemez.
Diğer bir deyişle, sırf yaptırımların ağırlığının arttırılmasına yönelik bir koruma
politikası belirlenmesi, ne bu alandaki ihlalleri azaltabilecektir, ne de bu
yaptırımların uygulanması noktasında devletin kararlılığını sağlayabilecektir.
Bir yaptırım çeşidi olarak idari yaptırımların sahip olduğu önleyicilik niteliği,
idari yaptırım kararlarının idari işlem olmaları nedeniyle farklı bir görünümde
yeniden karşımıza çıkmaktadır. Ancak önleyicilik niteliğinin bu iki görünümü
birbirlerinden tamamen farklıdır.
Hukuka aykırı davranışların oluşmadan önlenmesi yoluyla kamu düzeninin ve
idari düzeninin sağlanması amacı taşıyan idare, çeşitli tedbirler alır ve işlemler yapar.
Bu tedbir ve işlemlere uyulmaması halinde ise, kişiye görev ve yetkilerini
hatırlatmak ve düzeni bozan davranışların önlenmek amacıyla yaptırımlar uygular.298
Đdarenin bu faaliyeti, hukuk devletinin, hukuka aykırılıkları önleme ve telafi
etme amacından
kaynaklanır. Hukuk devletinin söz konusu amacı çerçevesinde
idare, hukuka aykırı eylemlere karşı önleyici mekanizmalarla donatılmıştır. Bu
mekanizmaların yetersizliği halinde ise, telafi edici mekanizmalar devreye girer.299
Yapılan açıklamalar ışığında, idari yaptırımların, idarenin konusuna giren
alanlarda, önleyici mekanizmaların eksikliği ve/veya yetersizliğinin sonucu olarak
oluşan hukuka aykırılıklara karşı, idarenin uyguladığı yaptırımlar olduğu
298
299
Oğurlu, Đdari Yaptırımlar..., op.cit.,s. 38
Cüneyt Ozansoy, “Devletin Bekasından Hukukun Bakiyesine”, Birikim, S.119, Mart 1999, s. 55 -
56.
88
söylenebilir. Đdarenin kullandığı bu yetkinin, yalnızca zarara neden olan eylemlere
değil, zarar tehlikesi taşıyan eylemler hakkında da kullanılabilmesi, idari
yaptırımların önleyici mekanizmalar ile telafi edici mekanizmaların kesiştiği noktada
yer almasına neden olmuştur.
Çevre
Kanunu’ndaki
yaptırım
sistemi,
idari
yaptırımlar
üzerine
kurulmuştur.300 Bunun nedenini ise, “çevre kirliliğini önleme ve çevre koruma
konusunun kamu düzenini yakından ilgilendirmesi ve kamu düzeninin unsurlarından
olan güvenlik, dirlik ve esenlik ve sağlığın kapsamına girmesi(dir)”301 Bu durumda
yanıtlanması gereken soru, çevrenin korunması ve geliştirmesi faaliyetini yürüten
idarenin, bu faaliyetler açısından kullandığı önleyicilik mekanizması ile, çevre
hukukunun temel ilkesi olarak kabul edilen önleme ilkesinin302 ilişkisinin nasıl
olduğudur.
300
Abdurrahman Korucu, “Mülki Đdare Amirleri Yönünden Çevre Kanunu”, Türk Đdare Dergisi, Yıl:
63, S. 393, Đçişleri Bakanlığı, Aralık 1991, s. 227.; Durmuş Tezcan, “Çevre Suçları ile Đlgili Bazı
Değerlendirmeler”, Prof. Dr. Şükrü Postacıoğlu’na Armağan, Đzmir, 1997, s. 356.
301
Şen, Çevre Ceza…, op.cit., s. 222. “ Kanun koyucu, çevre gibi kamuyu yakından ilgilendiren bir
alanda idareye aktif bir rol vermekle çevreye verilen zararları bir an önce gidermeyi amaçlamıştır.
Bilinmelidir ki kamu düzeninin sağlanmasında idare tarafından kişilerin tutum ve davranışlarının
denetlenmesi önem arz etmektedir. Bu amaçla özelde bireylerin genelde halkın yapması gereken
muhtelif emir ve yasaklar konuşmaktadır. Đşte çevre kirliliğini önleme ve çevreyi koruma meselesi bu
nedenle idari kolluğun yetki alanı içinde değerlendirilmiştir”. Burhan Kuzu, Sağlıklı ve Dengeli Bir
Çevrede Yaşama Hakkı (Çevreye Bir Kamu Hukuku Yaklaşımı), Fakülteler Matbaası, Đstanbul,
1997, s.406.
302
Turgut, “Çevre Hukukunun…”, op.cit., s. 28. Çevre Kanunu’nun “ilkeler” başlığı taşıyan 3.
maddesinde de önleme ilkesine yer verilmiştir. Maddede, çevrenin korunmasına, iyileştirilmesine ve
kirliliğinin önlenmesine ilişkin genel ilkeler sayılmış; a bendinde de çevrenin korunması ve kirliliğin
önlenmesi ile ilgili olarak herkesin ve fakat başta idarenin görevli olduğu belirtilmiştir. Buna göre
idarenin, çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi amacıyla yapacağı işlemler arasında Çevre
Kanunu’na göre idari yaptırım uygulama yetkisi de bulunmaktadır.
89
Đdari çevre suçlarının tehlike suçu türünden olduğunu
belirten Tezcan,
tehlikenin zarara dönüşebilmesi ihtimalinin yüksek olduğunu ifade etmiştir.303 Bu
tespite göre, çevrenin korunması amacıyla kullanılan mekanizmanın, önleyici
nitelikte olması gerekir.304 Ancak çevre hukuku açısından kastedilen önleyicilik,
çevrenin korunması açısından kullanılan mekanizmanın, sırf normlardan oluşan bir
yapı ile değil305, devletin denetim ve sorumluluğunun en fazla olması gereken ve
hukuka aykırı davranışlara imkan tanımayacak sıkı ilke ve kurallardan oluşan bir
yapıyı gerektirir.306 Diğer bir deyişle, çevrenin korunması amacıyla öngörülen
önleyici mekanizmada, düzenlenen emir ve yasaklara aykırılığa neden olabilecek
boşluklara yer yoktur. Çevre hukukuna egemen önleme ilkesi, çevrenin korunması
amacıyla konulan her tür emir ve yasağa aykırılık halinde ihlal edilmiş olacağından,
303
Tezcan, op.cit., s. 356.
304
“ Çevreyi
kirleten faaliyetlerin bir çoğunun en büyük özelliği, giderimi çok zor veya imkansız
zararlara neden olmalarıdır. Bu durumda, çevre zararı oluştuktan sonra tazminat alınması sadece
görünüşü kurtarmaktan ibaret kalmaktadır. Bu yüzden önleyici aşama da denilebilecek bu aşamada
hukukun işlevi incelenirken, idari önlemler denilen bu aşamada ve üretim veya hizmet sektörüne
yönelik tüm işlemlerin kurulmalarında, alınması zorunlu izin, ruhsat, lisans, rapor gibi belgelerin ve
işletmelerin faaliyetleri esnasında belgelere uygun faaliyette bulunup bulunmadıklarının idarece
kontrolünün en önemli araçlar olduğu gözden kaçırılmamalıdır”. Ali Ulusoy, “ Çevre Kirlenmesinin
Oluşmasından Sonraki Aşamada Medeni Hukuk, Ceza Hukuku ve Đdare Hukuku Çözümlerine Genel
Bir Bakış”, A.Ü.H.F. D. , C.43, S.1-4, 1993, s. 125.
305
Cüneyt Ozansoy, “Đdari Yargı Kararlarının Uygulanmaması ve Đdare Gerçeği”, idari Yargının
Yeniden Yapılandırılması ve Karşılaştırmalı Đdari Yargılama Usulü Sempozyumu, Ankara 11 12 Mayıs 2001, 133. Yıl.,Danıştay Tasnif ve Yayın Bürosu Yay.,Ankara, 2003, s. 166.
306
“ (…) telafi edici mekanizmalar, önleyici mekanizmaların önüne geçtiği gibi, bu etkin işleviyle
ikincinin önemini gündemin dışına da iter ve onu hukuk devletinin bir kenar süsü haline getirir”.
Cüneyt Ozansoy, “Đdarenin Yargısal Denetiminin Diyalektiği”, Hukuk Kurultayı 2004, I.Kitap,
Hukuk Devleti, 6 - 10 Ocak 2004, Ankara, s. 138. Çevre hukukunun, tehlike ve zarar doğmadan ya da
yaptırım uygulaması gündeme gelmeden tehlikenin veya zararın kaynağında önlenmesini gerektiren
önleme ilkesi, önleyici mekanizmaların telafi edici mekanizmalardan
daha etkin biçimde
uygulanmasını gerektirir. Bu durum Turgut’un eserinde de yer verdiği “önlemek tedavi etmekten daha
iyidir sloganı” ile özetlenebilir. Turgut, Çevre Hukuku, op.cit., s. 204.
90
geri dönüşü çoğu zaman imkansız çevresel zararlara dönüşebilecek tehlikelerin
kaynağında
önlenmesini
gerektirir.307
Bu
nedenle
de,
idarenin
önleyici
mekanizmalarının, çevre hukukuna egemen önleme ilkesi kısmen uyumlu ve fakat
yetersiz olduğu söylenebilir.
2. Đdari Đşlem Olması
Đdari yaptırımlar, idare tarafından tek taraflı olarak verilen ve başka bir
makam ya da mahkeme kararına gerek olmaksızın idare tarafından re’sen
uygulanan308 işlemlerdir. Kısaca, idari yaptırımlar idari işlem niteliği taşırlar.309
Buna göre idari yaptırım kararları, kamu yararının sağlanması için310 uygulanan,
hukuka uygunluk karinesinden yararlanan, mahkeme tarafından iptal edilinceye ya
307
“ Çevre hukukunun dayanması gereken en temel ilke önleyici yaklaşım olmalıdır. Çevreyi
kirletenlerin kirlenmeden sorumlu tutulmaları ve meydana gelmiş kirliliğin giderilmesi son derece
önemli bir gerekliliktir. Ancak temel hedef çevrenin kirletilmesinin önlenmesi olmalıdır. Daha açık bir
anlatımla, çevre hukukunun temel yaklaşımı, çevre sorunlarını ortaya çıkmadan engellemeyi ve
yatırım öncesi çevre duyarlılığını geliştirmeyi hedefleyen bir doğrultuda olmalıdır”. Güneş Gürseler,
“Türkiye’de Çevre Hukuku”, T.B.B. D. , S.3, 1999, s. 815.
308
“Đdarî para cezaları (…) idarenin yargı organına başvurmadan kendisinin bizzat uyguladığı (…)
yaptırımlardır. Đdarî para cezasının (…) uygulama yetkisinin idareye bırakıldığının açıkça yasada
öngörülmesi gerekir”. AMK 23.05.2001, E.2001/232, K.2001/ 89,
http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/IPTALITIRAZ/K2001/K2001-089.htm.
309
“ Đdari müeyyideler bir idari işlemdirler ve idari işlemlerin hukuki rejimine tabidirler”. Gözler,
Đdare Hukuku,
op.cit., s. 549.; “Đdari yaptırımların baskın kimliği onun bir idari işlem olmasıdır”.
Gözübüyük / Tan, Đdare Hukuku…, s. 744. “…idari cezaların, idare organları tarafından ve idari
usullere göre kesilip uygulandığından idari işlem niteliği taşıdığı…” Uyuşmazlık Mahkemesi Kararı,
20.04.1990, E. 1990/6, K.1990/6, R.G.21.04.1990, 20499.
310
Đdari para cezası uygulanmasından beklenen amaçla ilgili olarak katılmadığımız bir görüş “Kamu
hizmetlerinin düzenli olarak yürütülmesi amacıyla, mülki idare amirlerine doğrudan doğruya para
cezası verme yetkisi yanında komisyon halinde de idari para cezası uygulaması yetkisi tanınmıştır”.
Şevki Pazarcı, “Mülki Đdare Amirlerinin Komisyon Halinde Uygulayacakları Đdari Para Cezaları”,
Türk Đdare Dergisi, S. 390, Yıl:63, S. 390, Đçişleri Bakanlığı, Mart 1991, s. 11.
91
da kararı veren makam tarafından geri alınıncaya kadar muhatapları açısından etki
yaratan ve kural olarak idari yargı yerleri tarafından denetlenen kararlardır. 311
Çevre Kanunu’nun “yetki” başlıklı 24. maddesine312 göre idare, idari
yaptırıma re’sen başvurur ve yaptırımın miktarı konusunda hukuka aykırı eylemde
bulunan kişi ile bir anlaşma yapılmasına yer vermeksizin idari yaptırım kararını
kesinleştirir.313
Ceza vermeye yetkili
kurum ve mercilerin, idari yaptırımların
tahsilinde de yetkili oldukları, Kanun’un 25. maddesinde belirtilmiştir.
Kanununun 25. maddesinin 2. fıkrasında ise, idari yaptırım kararına karşı
idare mahkemesine açılan davanın, cezanın tahsilini durdurmayacağı düzenlenmiştir.
Diğer bir deyişle Çevre Kanunu’na göre verilecek idari yaptırımlar, hukuka uygunluk
karinesinden yararlanır ve hukuka aykırılık iddiaları idare mahkemeleri tarafından
değerlendirilir.314
Đdari yaptırımların nihai hedefi, kamu yararının sağlanmasıdır.Ancak her idari
yaptırım ile beklenen özel bir amacının olması da mümkündür. Çevre Kanunu’na
311
Đdare mahkemelerinin idari dava ve uyuşmazlıklar açısından yetkileri hakkında ayrıntılı bilgi için
bkz: Aydın H. Tuncay, Đdare Hukuku ve Đdari Yargının Bazı Sorunları, Danıştay Tasnif ve Yayın
Bürosu Yayınları No:14, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1972, s. 67-96; Görevli yargı yerinin adli
yargı olduğunu belirten aksi görüşteki karar örneği için bkz : Uyuşmazlık Mahkemesi Kararı,
1.7.2004, E. 2004/60, K. 2004/52 ve aynı konuyla ilgili olarak AMK 6.3.2008, E. 2004 / 93, K. 2008
/ 73, R.G. 24. 04. 2008, 26856.
312
‘Çevre Kanunu’na göre idari yaptırım uygulamakla yetkili makamlar’, çalışmanın 3. Bölümünde
ele alınacaktır. Ayrıca vKanunun 24. maddesi bu kapsamda ayrıntılı olarak incelenecektir.
313
Oğurlu, Đdari Yaptırımlar, op.cit., s. 109.
314
Çevre Kanunu’nda idari yaptırımların hukuka aykırılık iddialarının Kabahatler Kanunu’ndan farklı
olarak idari yargıda görülmesi ile ilgili eleştiri için bkz.: Atilla Đnan, “Çevre Kanunu ile Kabahatler
Kanunlarında Đdari Para Cezaları Arasında Sistem Farklılıkları ve Sistem Anlayışının Önemi,”
Türkiye Noterler Birliği Dergisi, S. 131, 15 Ağustos 2006, Ankara, s.102.
92
göre ise bu özel amaç, Kanunun 1. maddesinde315 belirtildiği üzere, bütün canlıların
ortak varlığı olan çevrenin korunmasıdır. Bu maddeye göre Çevre Kanunu’ndaki
idari yaptırımlar, “çevresel değerlerin ve ekolojik dengenin tahribini, bozulmasını ve
yok olmasını önlemeye, mevcut bozulmaları gidermeye, çevreyi iyileştirmeye ve
geliştirmeye, çevre kirliliğini önlemeye yönelik çalışmaların”316 bir parçasıdır. Bu
özel amacın gerçekleştirilmesi ile beklenen nihai hedef ise kamu yararının
sağlanmasıdır.
Yukarıda belirtilen
bu
özelliklerinden
de
anlaşılacağı
üzere,
idari
yaptırımların idari işlem olmalarından kaynaklanan özellikleri Çevre Kanunu
açısından da kabul edilmektedir.
3. Gerçek Kişiler ve Tüzel Kişiler Đçin Uygulanabilmesi
Çevrenin korunması amacıyla tüzel kişilerin de cezai sorumlulukların kabul
edilmesi gerektiği pek çok yazar tarafından ileri sürülmüş olmasına karşın317; 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ve mevcut Türk hukuk sisteminin “kişisel kusura
dayalı bireysel sorumluluğu esas alan”318 anlayışının, tüzel kişilerin ceza
sorumluluğunun kabul edilmesine imkan vermediği belirtilmelidir.319
315
Madde 1 – Bu Kanunun amacı, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve
sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamaktır.
316
Madde 2 – Bu Kanunda geçen terimlerden;
Çevre korunması: Çevresel değerlerin ve ekolojik dengenin tahribini, bozulmasını ve yok olmasını
önlemeye, mevcut bozulmaları gidermeye, çevreyi iyileştirmeye ve geliştirmeye, çevre kirliliğini
önlemeye yönelik çalışmaların bütününü, (…) ifade eder.
317
Konuyla ilgili olarak bkz: Şen, Çevre Ceza..., s.129-141; Elvend Kantar, “Çevre Hukukunda
Sorumluluk”, Đ.B.D. , s. 25; Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku ve Çevre, Türkiye Çevre Sorunları Vakfı
Yayını, Mart 1982, s. 44; Tuğrul Katoğlu, “Çevre ve Ceza Hukuku Yeni Türk Ceza Kanunu ve
Çevreye Karşı Suçlar”, Çevre Hukuku Sempozyumu, Çeşme 10-11 Nisan 2006, Editör: Emel Batur,
Ankara, 2006, s. 78.
318
Turgut, Çevre Hukuku, op.cit., s. 627.
93
Đdari yaptırımların açısından ise idari yaptırıma neden olan hukuka aykırı
eylemin gerçek kişiler tarafından gerçekleştirilebileceği gibi, tüzel kişiler tarafından
da gerçekleştirilmiş olabileceği kabul edilmiştir. Bu hallerde, ceza yaptırımlarından
farklı olarak, idari yaptırımlar açısından tüzel kişilerin de sorumlulukları söz konusu
olmaktadır. 320
Çevre Kanunu ise, çevre kirliliğine neden olan kişileri, gerçek kişiler ve tüzel
kişiler olarak belirtmiş; “tanımlar” başlığı taşıyan 2. maddesinde “kirleten” terimini “
faaliyetleri sırasında veya sonrasında doğrudan ya da dolaylı olarak çevre kirliliğine,
ekolojik dengenin ve çevrenin bozulmasına neden olan gerçek ve tüzel kişiler” olarak
tanımlamıştır. Ancak, Çevre Kanunu’nda da tüzel kişilerin cezai sorumluluğundan
söz edilmemişken, 20. maddede yer bulan idari cezaların, tüzel kişiler için de
uygulanabileceği hükümde açıkça düzenlenmiştir.
321
Her ne kadar tüzel kişiler
hakkında cezai yaptırım uygulanması mümkün olmasa da, kirletici faaliyetlerin
sanayi üretiminden kaynaklandığı ve işletmelerin faaliyetlerinden kaynaklanan
kirliliğin sonuçları itibariyle daha büyük zararlara neden olduğu göz önüne alınarak,
Çevre Kanunu’nun kirletici faaliyette bulunan tüzel kişiler hakkında da idari yaptırım
uygulanabilmesine imkan tanımasının, yerinde olduğu kanısındayız.322
319
320
Katoğlu, Çevre ve Ceza Hukuku…, op.cit., s. 100.
Kabahatler Kanunu’nun 8. maddesinde de, idari yaptırımlar açsısından tüzel kişilerin
sorumlulukları düzenlenmiştir.
321
Yargı kararlarında da tüzel kişiler hakkında Çevre Kanunu’na göre verilmiş idari yaptırım kararları
örneklerine rastlanabilmektedir. Örnek bir karar için bkz: D. 6. D, 21.10.1998, E.1997/4721, K.
1998/4740, http://www.danistay.gov.tr/.
322
“Tüzel kişileri sorumlu tutmamak bunların çevre suçuna azmettiren olarak daha fazla çevresel
zarara dolaylı olarak yol açmalarına neden olmaktadır. Bundan dolayı tüzel kişileri, çalıştırdıkları
şahısların çevreye verdikleri zararlardan sorumlu tutmak da mümkün olmalıdır”. Yusuf Güneş, Aynur
Aydın Coşkun, Çevre Hukuku, Kazancı Yayınevi, Đstanbul, 2004, s. 146.
94
4. Kusur Şartına Đlişkin Farklı Görünümler Barındırması
Đdari yaptırım uygulanmasında
kusur şartının aranıp aranmayacağına dair
görüşler genel olarak üç başlık altında toplanabilir. Bu görüşlerden ilki, ceza
yaptırımlarında cezalandırma amacının öne çıkması nedeniyle, ceza hukukunda failin
iradesi ve kusur derecesinin323 yaptırımın tespitinde belirleyici olduğunu ileri
sürmektedir. Diğer bir deyişle ‘kusur’un, idari yaptırımlarda manevi unsurun zorunlu
bir şartı olarak ele alınmaması gerekir çünkü,324 idari yaptırımlar açısından öncelikli
amaç,
kamu düzeninde doğan eksilmeyi gidermek ve muhtemel tehlikeyi
önlemektir. Bu nedenle de, idari yaptırım gerektiren eylemler açısından kusur ve
kastın aranmasının bir zorunluluk olarak kabulünden
ziyade,
karşılığında idari
yaptırım öngörülen hukuka aykırı eylemin gerçekleşmiş olup olmasının önem ve
öncelik kazanması gerekir. Bu görüşe aksi yaklaşımdaki diğer görüş ise,
yaptırımları325 gibi, idari yaptırımlar açısından da
ceza
kusurluluk şartının geçerli
olduğunu, bu nedenle de kast veya kanunun açıkça gösterdiği hallerde de taksir
derecesinde kusurun bulunmasının gerektiğini ifade etmiştir.326 Bizim de katıldığımız
üçüncü görüş ise idari yaptırımlar açısından kusurluluk ilkesinin dikkate alınıp
323
Demirbaş, Ceza..., op.cit., s. 188.
324
Oğurlu, Đdari yaptırımlar..., op.cit., s. 114.
325
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 21 ve 22. maddelerinden suçun kural olarak kast ile işleneceği
ve fakat kanunda açıkça bir düzenleme bulunması halinde taksirin de dikkate alınacağı ifade
edilmektedir. Ceza Kanunu’nun;
MADDE 21 - (1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır.(…)
MADDE 22 - (1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hâllerde cezalandırılır (…)
Konuyla ilgili olarak belirtilmesi gerektiğini düşündüğümüz bir husus da, 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun “manevi unsur alanında kast, olası kast, taksir, bilinçli taksir şeklinde dört ayrı
kusurluluk biçimi” getirdiğidir. Ümit Kocasakal, “Yeni Türk Ceza Kanununun Genel Hükümleri
Üzerine Kısa Bir Değerlendirme”, Günışığı Aylık Hukuk Dergisi, Kasım 2006, S.21.
326
Şen, Çevre Ceza, op.cit., s. 203 - 204.
95
alınmayacağı sorununu, bireyin ya da faaliyetin esas alınmasını gerektiren somut
duruma göre farklı olarak ele alınmaktadır. Bireyin değil, faaliyetin esas alınması
gereken durumlarda (örneğin tehlikeli faaliyetler açısından )hukuka aykırı eylemi
gerçekleştiren kişi/kişilerin kusurları önem arzetmemeli, eylemin gerçekleşmiş
olması, yaptırımın uygulanması için yeterli kabul edilmelidir. 327
Çevre sorunları açısından idare, yaptırım uygulamakla çevre kirliliğine neden
olması muhtemel faaliyetin önlenmesini ve kamu yararında eksilmeye neden olan
zararın giderilmesini amaçlar. Bu nedenle de, kişinin kusurunun derecesini temel
alarak
değil;
yasalarda
belirlenen
kirlilik
sınırlarına,
faaliyetlere
ilişkin
düzenlemelere aykırı davranan kişinin düzene daveti ve yarattığı tehlikenin
giderilmesi amacını temel alarak idari yaptırım uygular. Kısaca, çevrenin korunması
amacıyla uygulanan idari yaptırımlar açısından da kastın ya da taksirin aranması,
idarenin sağlıklı ve dengeli bir çevre sağlama görevini yerine getirme zorunluluğu
karşısında olmazsa olmaz bir şart olarak ele alınmamalıdır.
Ayrıca, çevre sorunları açısından, (‘sorumluluk unsurları’ olarak sayılan)
‘zarar,
zarar
veren,
zarar
gören,
hukuka
aykırılık,
nedensellik
bağı’nın
belirlenebilirliğinin oldukça güç olması bir yana; doktrinde ‘tehlike ilkesi’nin çevre
hukukunun karakterine daha uygun olduğunun kabul edilmesi de çevrenin korunması
amacı taşıyan idari yaptırımlar açısından kusur şartının aranmasına yer olmadığına
dair görüşümüzü destekler niteliktedir.328
327
Mahmutoğlu, Kabahatleri..., op.cit., s. 112 - 114. ve s. 124. Yazar, meslek ya da sanatın icrasının
yasaklanması, verilen izin ve ruhsatın geri alınması, izinsiz yürütülen faaliyetin durdurulması gibi
yaptırımları” ‘yürütülen faaliyete ilişkin’ yaptırımlar grubu içinde ele almış ve Çevre Kanunu’nu
örnek olarak sunmuştur.
328
Birol Ertan / Kıvılcım Akkoyunlu Ertan, “Çevre Hukukunda Sorumluluk”, A.Đ.D. , C.38, S.3, Eylül
2005, s. 1-18; Turgut, Çevre..., op.cit., s. 553 - 581; Gökdayı/Topçu, op.cit…, s. 147 - 171.
96
Çevre Kanunu’nun “cezai hükümler” başlığı taşıyan 5. bölümünde ise, idari
yaptırımlar açısından kusur şartının aranıp aranmayacağına dair açık bir hüküm
bulunmamaktadır. Ancak kusurun ya da sadece kast şeklindeki kusurun
aranmayacağına ilişkin mevzuatımızda yer alan bazı açık düzenlemelerden birini
Çevre Kanunu’nun kirletenin sorumluluklara ilişkin 28. maddesinde görmekteyiz.329
Madde, çevreyi kirleten ve çevreye zarar verenler kusur şartı aranmaksızın özel
hukuk bakımından sorumlu olacaklarını düzenlemektedir. Ancak hüküm, kanuna
egemen olan bir eğilimi göstermesi açısından ayrıca önem arz eder. Çevre
hukukunda zararın giderilmesi amacı karşısında
failin kusuru ön planda kabul
edilmemektedir. Đdarenin de ortaya çıkan kirliliğin kamu düzenindeki olumsuz
etkilerini yok etme hedefinde failin kusuru önem arz etmemelidir. Kanımızca idare,
çevre kirliliğine neden olan gerçek ya da tüzel kişinin yürüttüğü faaliyetin
neticesinde ‘tehlike oluşabileceğini bildiği’ karinesine dayanarak, kusur şartı
aramaksızın idari yaptırım uygulayabilmelidir.330 Sonuç olarak çevre suçlarında ve
idari yaptırımı gerektiren fiillerde kusursuz sorumluluk ilkesinin uygulanması
gerekir.331
329
Mahmutoğlu, Kabahatleri Suç Olmaktan…, op.cit., s. 112.
330
Turgut da, Çevre Kanunu’nun 28. maddesinin özel hukuk çerçevesinde değerlendirilebileceği gibi
idare hukuku açısından da uygulanması gerektiğini belirtmektedir. Turgut, “Çevre Hukukunun…”,
op.cit., s. 33. Karşı görüşteki Tezcan, “özel hukuk bakımından objektif sorumluluğun benimsendiği bu
yasada öngörülen idari suçlar bakımından ise kusur kavramı gözardı edilemez.’ demektedir. Tezcan,
op.cit., s.359.
331
Güneş / Coşkun, Çevre…, op.cit., s. 67.
97
5. Cezaların Tekerrürüne Esas Teşkil Etmemesi
Tekerrür, “ceza mahkumiyeti gerçekleştikten sonra kişinin tekrar suç işlemesi
hali olarak kabul edilir ”332 ve “ilk defa suç işleyenle suç işlemekte ısrar eden
arasında fark yaratmak”333 amacı ile kullanılır. Ceza yaptırımları açısından, cezaların
adli sicile kaydedilmesi334 usulünün kabul edilmiş olması nedeniyle, tekerrür
kurumunun işletilmesinde tüm ülke içinde yeksenak bir uygulama imkanı
sağlanmıştır.
Đdari yaptırımlara konu olan hukuka aykırı eylemler ise, ceza hukuku
anlamında suç olmadıklarından, adli sicile kaydedilmezler ve cezaların tekerrürüne
esas teşkil etmezler.
335
Ancak idari yaptırımlar açısından “kendi aralarında tekerrür
hükümlerinin uygulanmasına imkan veren yasal düzenlemeler mevcuttur”.336
Mevzuatımızda idari yaptırımların tekerrürü, aynı kanunda yer alan ihlaller için
uygulanır.337
Çevre Kanunu’nun “fiillerin tekrarı” başlığı taşıyan 23. maddesinde tekerrür
düzenlenmiştir. Bu hükümde idari yaptırımlardan yalnızca idari para cezalarının
332
Hüsnü Aldemir, “Yeni Türk Ceza Kanunu’na Göre Suçta Tekerrür”, Terazi Hukuk Dergisi,
Yıl:1, S.1,Seçkin Yayıncılık, Ankara, Eylül 2006, s. 49 - 56.
333
Faruk Erem, “Tekerrür Hakkındaki Kanun Hükümlerinin Tetkiki”, A.Ü.H.F.D., C. 2, S. 2 - 3,
Ankara, 1944, s.191.
334
Çevre Kanunu’nun tekerrür hükümlerinin de sağlıklı ve adilane uygulanabilmesi açısından, adli
sicil benzeri, “idari çevre cezaları sicili” adını taşıyan sicil kayıt sisteminin kurulması önerilmektedir.
Tezcan, Çevre Suçları…, op.cit., s. 377.
335
Lütfi Duran, Đdare Hukuku Ders Notları, Fakülteler Matbaası, Đstanbul, 1982, s.271; Oğurlu,
Đdari Yaptırımlar…, op.cit., s 52.
336
Mahmutoğlu, Kabahatleri…, op.cit., s. 154.
337
Ibid.. Yazar örnek olarak, Çevre Kanunu ve Đmar Kanunu hükümlerine aykırılık halinde uygulanan
para yaptırımlarının kendi aralarında tekerrüre konu edilemeyeceğini belirtmiştir. Oğurlu, Đdari
Yaptırımlar, op.cit., s. 111.
98
tekerrüre konu edileceği338 açıkça düzenlenmiş ve idari para cezası verilmesini
gerektiren fiillerin işlenmesinden itibaren üç yıl içinde birinci tekrarında bir kat,
ikinci ve müteakip tekrarlarında cezanın iki kat artırılarak uygulanacağı belirtilmiştir.
5491 sayılı kanunla yapılan değişiklik öncesinde 2872 sayılı Kanunda süresiz
tekerrürü sistemi kabul edilmişti. Süresiz tekerrür sistemine göre, birinci suç ile
ikinci suç arasında geçen süre dikkate alınmaksızın cezanın arttırılması yoluna
gidiliyordu.339 Ancak 2006 yılındaki değişiklik sonrasında süresiz tekerrür sistemi
değiştirilmiş ve üç yıllık zaman zarfı belirlenmiştir. 340
Çevre Kanunu’nun 23.maddesinde ‘özel tekerrür’ün341 düzenlenmiş olduğu
iddia eden Toroslu, ‘fiilin tekrarı’ maddesinin uygulanabilmesi için, arttırmaya konu
edilen ilk fiilin cezalandırılması gerektiğini ve ikinci fiilin söz konusu eylemle aynı
olması gerektiğini belirtmektedir.342 Karşı görüşteki Selçuk ise, Kanunun 23.
maddesindeki düzenlemenin ceza hukukundaki özel tekerrür olarak kabul
edilemeyeceğini; madde başlığı veya içeriğinde ilk eylemin cezalandırılması
gerektiğine dair bir şartın bulunmadığını, bu nedenle de tekrara konu edilen fiilin
gerçekleşmesinin yeterli olacağını belirtmektedir.343 Ancak bizim de katıldığımız
görüşe göre, ilk cezanın ilgiliden tahsil edilmiş olması zorunlu değilse de, cezanın en
338
“Çevre Kanunu (…) tekerrür konusunu da tam olarak düzenleme yoluna gitmemiştir”. Tezcan,
op.cit., s. 376.
339
340
Toroslu, Ceza Hukuku Açısından..., op.cit., s. 121.
Emrah Mert, “Çevre Kanundaki Değişiklikler”, Çevre Kanunu
Değişiklikleri ve Sanayiye
Etkileri Semineri, Türkiye Đşveren Sendikaları Konfederasyonu, Yayın No: 279, Yorum Matbaacılık,
Đstanbul, Kasım 2006, s. 32.
341
“Özel tekerrür sistemi her iki suçun aynı olmasını veya aynı türden olmasını aramaktadır”. Kemal
Mecit, Tekerrür, “Mükerrirlere Özgü Đnfaz Rejimi Uygulaması ve Sonuçları”, A. D. , T.C. Adalet
Bakanlığı, S. 30, 2008.
342
Toroslu, Ceza Hukuku Açısından…, op.cit., s. 121.
343
Selçuk, Ceza Hukuku Açısından…, op.cit., s.137 - 138.
99
azından ilgiliye tebliğ edilmiş olması gerekir. Ayrıca, Çevre Kanunu’nun 25.
maddesinde düzenlenen, idari ceza kararına karşı yargı yoluna başvurulmuş
olmasının cezanın infazını durdurmayacağına dair düzenlemeye göre, ilk para cezası
hakkında mahkeme tarafından hukuka aykırılık kararı verilinceye kadar, ikinci
eylemin tekerrüre konu edilebilmesi de mümkün olmamalıdır.344
6. Ne Bis Đn Đdem Đlkesi Katı Biçimde Uygulanmaması
Tekerrüre ilişkin açıklamalarımızda da ifade etmeye çalıştığımız gibi, idari
yaptırımlar amaçları yönünden farklılaştıkları ceza hukuku anlamında cezaların
tekerrürüne konu edilmezler. Buna göre, tek bir eylemin hem idari ve hem de cezai
yaptırımlarının koruduğu değerlere zarar vermesi halinde, bu yaptırımların aynı anda
uygulanmasına da bir engel bulunmaması gerekir. Diğer bir deyişle, hukuka aykırı
eylemin sonucu hem idari yaptırıma hem de cezai yaptırıma konu edilmiş ise ne bis
in idem ilkesi geçerli olmamalı ve eylemin sonucunda öngörülen her iki yaptırım da
uygulanmalıdır .345
344
Süheyla Suzan Alıca, Đdari Yargı Kararları Çerçevesinde 2872 Sayılı Çevre Kanunu ve Đlgili
Yönetmeliklerin Uygulanmasından Doğan Uyuşmazlıklar, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Sosyal Çevre Bilimler Anabilim Dalı Doktora Tezi, Ankara, 2005, s.232.
“Davacı tarafından ilk para cezasının iptal edildiğine ilişkin bir karar ibraz edilmediğinden, olayda
tekerrür hükümlerinin uygulanması yerinde bulunduğu”. D. 6. D, 15.12.2006, K.2006 / 6195, E. 2004
/ 5684, http://www.danistay.gov.tr/.
345
Günday, Đdare op.cit., s. 162, Özay, Đdari Yaptırımlar, op.cit., s. 63; Yargıtay 2. Ceza Dairesi
19.04.1993, E. 1993/12, K.1993/4836, Y.K.D. , C.19, S. 6, 1993, s. 932-934. Tezcan, “ Özellikle
Çevre Kanunu’ndaki idari para cezasını öngören fiiller için diğer kanunlarda da adli para cezası
öngörülmesi halinde mahsuba izin verilmesi yerinde olacaktır. Cezayı uygulayacak makamın idare ve
adli yargı olması konusu hariç, her iki cezanın da sırf para cezası olması halinde böyle bir uygulama
daha da büyük haksızlık yaratacaktır.(…) Çevre Kanunu’nun idari cezaları ile diğer kanunların para
cezalarının çakıştığı durumlarda non bis in idem kuralının zedelenmesi ihtimali mevcuttur.’
Demektedir. Tezcan, op.cit., s. 368 - 369.
100
Çevre Kanunu’nun “Diğer Kanunlarda Yazılı Cezalar” başlıklı 27. maddesi,
Çevre Kanunu’nda yazılı fiiller hakkında verilecek idari cezaların, bu fiiller için
diğer
kanunlarda
yazılı
diğer
cezaların
uygulanmasını
engellemeyeceğini
düzenlemiştir.346 Bu hükme göre, bir kişiye eyleminden dolayı Çevre Kanunu’nun
ilgili hükmünden idari yaptırım uygulanması, aynı eylemin ihlal ettiği diğer
menfaatleri koruyan düzenlemelerdeki yaptırımların uygulanmasına engel değildir.347
Diğer yandan Çevre Kanunu’nun 20. maddesinin son fıkrasında, idari para
cezalarının gerektiren eylemlerin, aynı zamanda Türk Ceza Kanunu ile diğer
kanunlara
göre
suç
oluşturması
haline
ilişkin
hükümlerin
saklı
olduğu
belirtildiğinden, bir eylemin hem idari para cezasını, hem de adli cezaları
346
Bu hükmün ne bis in idem ilkesine aykırı olduğu ileri süren görüşlerden biri olarak Tezcan,
konuyla ilgili olarak, “ Özellikle Çevre Kanunu’ndaki idari para cezasını öngören fiiller için diğer
kanunlarda da adli para cezası öngörülmesi halinde mahsuba izin verilmesi yerinde olacaktır. Cezayı
uygulayacak makamın idare ve adli yargı olması konusu hariç, her iki cezanın da sırf para cezası
olması halinde böyle bir uygulama daha da büyük haksızlık yaratacaktır.(…) Çevre Kanunu’nun idari
cezaları ile diğer kanunların para cezalarının çakıştığı durumlarda non bis in idem kuralının
zedelenmesi ihtimali mevcuttur.’ Demektedir. Tezcan, op.cit., s.368 - 369.Ayrıca bkz: Toroslu, Ceza
Hukuku Açısından…, op.cit., s. 121; Şen, op.cit., s. 241-247.
347
“2872 sayılı Çevre Kanununun 27. maddesinde, bu Kanunda yazılı fiiller hakkında verilecek idari
nitelikteki cezaların bu fiiller için diğer kanunlarda yazılı cezaların uygulanmasına engel olmayacağı,
hükme bağlanmıştır. Dosyanın incelenmesinden, fabrikanın bacasından çıkan dumanın aşırı derecede
hava ve çevre kirliliğine neden olduğundan halk sağlığı bakımından sakınca oluşturduğunun
11.7.2001 günlü tutanakla tespit edildiği ve 10 gün içerisinde gerekli önlemin alınması için davacı
idareye tebligat yapıldığı, ancak, 30.7.2001 günlü denetimde olumsuzluğun giderilmediğinin
anlaşılması üzerine dava konusu işlemin tesis edildiği anlaşılmıştır.
Olayda, Çevre Kanunu uyarınca ceza verilebilecek olması, belediyenin 3194 sayılı Kanunun 40. ve
42. maddesinden doğan yetkisini ortadan kaldırmadığı gibi anılan maddelerde bu yetkinin
kullanılabilmesi için fabrika bacasında herhangi bir fiziki eksikliğin bulunduğu, standartlara uygun
olarak yapılmadığı yönünde bir tespit yapılması koşulu da getirilmediğinden, Đdare Mahkemesince,
Đmar Kanunu hükümlerine göre idari para cezası verilmesini gerektirecek durum bulunmadığı
gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmesinde hukuka uyarlık görülmemiştir”. D. 6.D,
2.6.2003, E. 2002/2363, K. 2003/3420, http://www.danistay.gov.tr/.
101
gerektirecek şekilde, farklı menfaatlere zarar vermesi halinde her iki kanun
hükümlerinin uygulanacaktır. 348
7. Hürriyeti Kısıtlayıcı Nitelikte Olmaması
Anayasa’nın
38. maddesinde idarenin
hürriyetin kısıtlanması sonucu
doğuran ceza veremeyeceği düzenlenmiştir.349 Bu açık hükme göre idare, hürriyeti
kısıtlama sonucu doğurucu nitelikte olmamak şartıyla, yaptırım uygulama yetkisine
sahiptir. Çevre Kanunu da, bu anayasal ilkeye uygun biçimde hürriyeti kısıtlatıcı
nitelikte idari yaptırım öngörmemektedir.
II.
TÜRK POZĐTĐF HUKUKUNDA ĐDARĐ YAPTIRIMLAR
A. ĐDARĐ YAPTIRIM ÇEŞĐTLERĐ
Đdari yaptırımların doktrinde genel kabul gören tasniflendirme sistematiği
içinde350 incelenmesinin Çevre Kanunu’ndaki idari yaptırımların mevzuatımızdaki
348
“Madde 20 ile düzenlenen idari nitelikteki para cezaları oldukça arttırılmıştır. Bu maddenin
uygulamasında Türk Ceza Kanunu ile diğer kanunların, fiilin suç oluşturması haline ilişkin hükümleri
saklıdır. Böylece, çevreyi kasten kirletenler ve bir kimsenin sağlığını bozan gürültü yapanlar hakkında
hem idari para cezası verilecek hem de cezai soruşturma sonucunda TCK. 181, 182 ve
183.maddelerinin ihlali nedeniyle ceza davası açılabilecektir”. Noyan Özkan, “Yeni Çevre Kanunu
Bir Adım Đleri Đki Adım Geri” , Güncel Hukuk Dergisi, Haziran 2006.
349
Anayasa Mahkemesi 13.05.2004 tarihli (E.2004/43, K.2004/60, R.G.04.11.2006, 25633) verdiği
kararında, Anayasa’nın 38. maddesinin, ‘dolaylı olarak’ idareye idari yaptırım uygulama yetkisini
verdiği belirtilmektedir. Mustafa Karabulut, “Đdari Yaptırımların Hukuki Niteliği ve Anayasa
Mahkemesinin Kabahatler Kanunu Hakkındaki Kararı”, Terazi Hukuk Dergisi, Yıl:1, S.3, Seçkin
Yayıncılık, Ankara, Kasım 2006, s. 64.; “Đdari cezaların hapis cezası şeklinde olabilmesi mümkün
değildir. Böyle bir düzenleme 1982 Anayasasının 19. maddesine aykırı düşer”. Şen, “Đdari Ceza
Hukuku..”, op.cit., s. 24.
350
Söz konusu ayrımın Türk hukukuna önerilmesi, Đtalyan hukukundan alınmak suretiyle, ÖZAY
tarafından yapılmıştır. Özay, Đdari…, op.cit., s. 45-46. Ancak biz, disiplin cezaları gibi, inceleme
konumuzla ilgili görülmeyen birtakım idari yaptırımlara bu tasnif içinde yer vermedik.
102
diğer idari yaptırımlarla olan ilişkisinin351 belirlenebilmesi açısından uygun bir yol
olduğu kanısındayız. Bu amaçla, mevzuatımızdaki idari yaptırımları ‘idari mali
yaptırımlar’ ve ‘bireysel idari yaptırımlar’ başlıkları altında incelenerek, Çevre
Kanunu’ndaki
yaptırımların
idari
yaptırımlar
genel
tablosu
içindeki
yeri
belirtilecektir.352
1. Đdari Mali Yaptırımlar
Đdari mali yaptırımlar, hukuka aykırı eylem nedeniyle uygulanan ve kişinin
malvarlığı üzerinde etki doğuran idari yaptırımlardır.353 Mevzuatımızda en geniş yer
verilen ve uygulamada en fazla karşılaşılan mali idari yaptırım çeşidi ise idari para
cezasıdır.354
a. Đdari Para Cezaları
Mevzuatımız açısından para yaptırımları, kamu para cezaları, tazminat
kabilinden para cezaları, medeni para cezaları ve idari para cezaları olarak, dört ana
351
Đdarenin, yaşamın pek çok alanında faaliyet göstermesi nedeniyle, mevzuatımızda dağınık ve
sayıca oldukça fazla idari yaptırım bulunmaktadır. Bu nedenle Çevre Kanundaki idari cezaların
mevzuatımızdaki diğer idari cezalarla olan ilişkini belirlemek ancak genel bir tasnif yöntemi içinde
mümkün olabilecektir.
352
“Genel olarak idari yaptırımları içerikleri bakımından idari para cezaları ve diğer idari yaptırımlar
olarak iki gupta toplamak yanlış olmaz”. Gözübüyük / Tan, op.cit., s. 745. Çalışmada Đdari para
cezaları, Çevre Kanunu ve idari yaptırım içeren diğer kanunlar açısından en fazla kullanılan idari
yaptırım olmaları nedeniyle ayrıntılı olarak; Çevre Kanunu’nda yer verilmeyen ancak anlatımda
bütünselliğin sağlanması amacıyla isimlerinin anılması gerektiğini düşündüğümüz diğer idari mali
yaptırımlar ise ‘diğerleri’ başlığı altında incelenmiştir.
353
Özay, idari mali yaptırımları, bireylerin sahip oldukları bazı şeylerden yararlanmalarının
yasaklanması yoluyla malvarlıkları üzerinde etki yaratan idari yaptırımlar olarak tanımlamıştır. Özay,
Đdari Yaptırımlar, op.cit., s. 45 - 46.
354
“ Đdari suçun karşılığı olarak, genellikle parasal nitelikte bir yaptırım öngörülmektedir. Bu
ekonomik yaptırım, “idari para cezası” olup, adli para cezası değildir”. Cüneyd Altıparmak, “Kumar
Kabahati”, Terazi Aylık Hukuk Dergisi, Y: 3, S.19, Seçkin Yayıncılık, Mart 2008, s. 133.
103
başlık altında toplanmaktadır.
355
Kamu para cezaları “mahkemeler tarafından
doğrudan doğruya bir suçun karşılığı olarak tayin ve tespit edilen para cezalarını”356,
tazminat kabilinden para cezaları, “devletin iktisadi ve mali zararını karşılamak ve
bunun yanında suç işleyeni cezalandırmak amacı güden cezaları”357 ve medeni para
cezaları ise, “gerek özel hukuka ilişkin kanunlarda gerekse diğer kanunlarda yer alan
usule ilişkin hükümlerin ihlali halinde”358 uygulanan para cezalarını tanımlamaktadır.
Đdari para cezalar ise, doktrinde de genel olarak kabul gören tanımına göre,
kanunların açıkça düzenlediği hallerde359 idare tarafından mahkeme kararına gerek
olmaksızın uygulanan360 ve bir miktar para alınması şeklinde gerçekleşen361 idari
nitelikte cezalardır. Đdari para cezaları diğer para cezalarından, ‘idari makamlar
355
Nazaroğlu, Genel Olarak..., s. 98; Mahmutoğlu, Đdari Para..., s. 152; Fransız doktrininde para
yaptırımlarının üç başlık altında ele alındığı ile ilgili olarak bkz: Sürbehan, Đdari Müeyyide..., op.cit.,
s. 135-138.
356
Fahrettin Kemal Yerli, “Cezanın Kişiselleştirilmesinde Takdiri Hafifletici Sebepler Đle Para
Cezaları ve Taksitlendirme”, A.D., T.C. Adalet Bakanlığı, Y.1995, S.17, 2003, s.219.
“Adli para cezaları olarak da anılan kamu para cezalarının kural olarak hapis cezasına seçenek
yaptırım oldukları kabul edilir”. Hüsnü Aldemir, Adli Para Cezası ve Đnfazı, Terazi Hukuk Dergisi,
Yıl:2 , S.7, Seçkin Yayıncılık, Ankara, Mart 2007, s.77.
Adli para cezalarının infazı hakkında bkz: Necati Meran, “Hukukumuzda Adli Para Cezalarının Đnfazı
Rejimi”, Terazi Hukuk Dergisi, Yıl:3 , S.18, Seçkin Yayıncılık, Ankara, Şubat 2008, s. 153 - 158.
357
Mahmutoğlu, Đdari…, op.cit., s. 153.
358
Süheyl Donay, Para Cezaları, Kervan Yayınları, 1972, s. 184.
359
Eroğlu, idarenin para cezası verebilmesi için ceza verme yetkisinin ve verilebileceği cezanın
sınırlarının kanunla belirtilmesinin zorunlu olduğunu belirtmektedir. Seval Eroğlu, “Çalışma
Mevzuatımızda Para Cezaları”, Mercek Dergisi, S.36, Ekim 2004, s. 81.
360
“Đdari para cezalarının en önemli özelliği yargısal bir mercii tarafından değil, idari bir mercii
tarafından verilmesidir. Đdare bu cezayı verirken herhangi bir yargılama yapmaz, elindeki kanıtlar ve
takdirine göre yasaca belirlenen para cezasını uygular”. Ahmet Uğur, “Đdari Para Cezaları ve
Güncelleme”, Đ.B.D. , C. 75, S. 4 – 5 - 6, Đstanbul, 2001, s. 529; Dönmezer / Erman, Nazari ve
Tatbiki…, s. 683.
361
Mahmutoğlu, Đdari…, op.cit., s. 154; Nazaroğlu, Genel Olarak..., op.cit., s102; Oğurlu, Đdari
Yaptırımlar..., op.cit., s. 91.
104
tarafından uygulanmaları’ ve idari para cezasına ilişkin hükmün ‘kanunda
düzenlenmesinin’362 zorunlu olması nedeniyle ayrılmaktadır.363
aa. Para Cezalarına Đlişkin Mevzuat ve Çevre Kanunu
Mahmutoğlu, para cezalarının uygulama alanlarını temel alarak, mevzuatı iki
temel başlık altında incelemiştir. Yazar, “devletin ihtiyacı olan ekonomik gücü elde
etmeye, diğer taraftan da bu ilişkileri belirli bir disiplin içerisinde yürütülmesini
temin etmeye çalıştığı kanunlar”364 olarak tanımladığı birtakım kanunları, ekonomik
mevzuata365 ilişkin para yaptırımları başlığı altında; sağlık, güvenlik ve düzene
ilişkin gördüğü kanunları da, genel sağlık, güvenlik ve düzene ilişkin mevzuat366
başlığı altında ele almıştır. Ancak yazarın da haklı olarak belirttiği gibi, bazı
kanunlar hem ekonomik mevzuat içinde hem de genel sağlık, güvenlik ve düzene
ilişkin mevzuat içinde ele alınabilecek nitelikler taşımaktadır. Diğer yandan ulusal ve
362
Sözü edilen 2 özelliğin, idari yaptırımların özellikleri başlığı altında yukarıdaki bölümde ele
alınmış olmaları nedeniyle, yeniden değinilmelerine yer olmadığı kanısındayız. Ancak, kanunlarda
para cezalarının idari mi yoksa adli para cezası mı olduğuna dair bir belirtece yer verilmediği haller
için, karışıklıkları önleyecek uygulamaya yönelik kıstasların belirlenmesi gerektiği kanısındayız. Buna
göre, idari yaptırımların hürriyeti bağlayıcı nitelikte ceza içeremeyecekleri göz önüne alınarak, hapis
cezaları ile birlikte ele alınan para cezalarının adli nitelikte oldukları, uygulayıcı makam olarak
idarenin gösterildiği cezaların da idari para cezası olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Nihayet idari
suça dönüştürme kanunlarının hükümlerinin incelenmesi de, söz konusu para cezalarının idari mi,
adli mi olduğu konusunda akıbetlerinin takip edilebilmesini mümkün hale getirecektir.Ayrıntılı bilgi
için bkz. : Karagülmez, Suç Olmaktan..., op.cit., s. 52 - 56.
363
Mahmutoğlu, Đdari Para..., op.cit., s.153,154.
364
Mahmutoğlu, Kabahatleri..., op.cit., s. 141.
365
Yazar, başlıca örnekler olarak: vergi usul kanunu, gümrük kanunu, iş kanunu, tuz kanunu, orman
kanunu, çeltik ekimi kanunu, turizmi teşvik kanunu, petrol piyasası kanunu, seyahat acenteleri ve
seyahat acenteleri birliği kanunu saymıştır.
366 Başlıca örnekler olarak, karayolları trafik kanunu, orman kanunu, umumi hıfzısıhha kanunu, imar
kanunu, köy kanunu, nüfus kanunu, çeltik ekimi kanunu sayılmıştır.
105
uluslararası politikalarda giderek daha da fazla yaygınlık kazanan sürdürülebilir
kalkınma ilkesi de, devletin yürüttüğü tüm faaliyetlerde kalkınma hedeflerine zarar
vermeme
yükümlülüğü367 altında olduğu anlamına geldiğinden; genel sağlık,
güvenlik ve düzen ile ilgili görülen konuların, devletin ekonomik güç elde etmeye
yönelik konulardan kategorik bir ayrıma tutulması güçleşmiştir.
5491 sayılı Kanunla değişikliğe uğrayan Çevre Kanunu368 da, sürdürülebilir
kalkınma ilkesinin devlet politikaları içindeki seyrine paralel olarak, çevre
korunmasında “sürdürülebilir kalkınma” ilkesini temel almıştır. Buna göre Çevre
Kanunu’nu, hem sürdürülebilir kalkınma ilkenin getirdikleri açısından, hem de
“devletin kamusal görevlerini yerine getirmek bakımından ekonomik nitelikteki
düzenlemeler”369 yapmasının kaçınılmaz hale gelmesi nedeniyle salt genel sağlık,
güvenlik ve düzene ilişkin mevzuat içinde ele alınmaz. Ancak Çevre Kanunu’nun bu
niteliğinin, Avrupa Konseyi'nin ekonomik suçlar konusunda incelemeler yapmak
üzere kurulan komisyonunun, 12 Şubat 1981 tarihinde sunduğu raporuyla370 uyumlu
367
1973-1977 yılları arasını kapsayan 3.Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda yer alan “ülkeyi sanayileşerek
kalkınma hedefinden saptıracak hiçbir yükümlülük kabul etmemek koşuluyla çevreye ilgi
gösterebileceği” ifadesi ve 1996-2000 yılları arasına ilişkin 7. Kalkınma Planında yer verilen
“sürdürülebilir hızlı bir büyümenin gerçekleştirilmesine çalışmak” hedefi, sürdürülebilir kalkınma
ilkesinin mevzuatımıza
yansıması süreçlerinin değerlendirilmesinde önemli veriler sunduğu
kanısındayız. Aynı şekilde 9. Kalkınma Planında da gerek idari teşkilatın örgütlenişinde gerek
politikaların belirlenişinde sürdürülebilir kalkınma ilkesinin ile uyumun önemi vurgulanmıştır.
368
Madde 1- Bu Kanunun amacı, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve
sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamaktır.
369
Mahmutoğlu, Đdari Para..., op.cit., s. 156.
370
Raporda çevreye karşı suçların ekonomik nitelikte mevzuata ilişkin kabul edilmesi önerilmiştir.
Mahmutoğlu, Kabahatleri..., op.cit., s. 145, dpnt. : 99.
106
ve fakat, devletin sağlık, güvenlik ve düzene ilişkin politikaları açısından çelişkili
olduğu kanısındayız.
ab. Đdari Para Cezalarına Đlişkin Mevzuat ve Çevre Kanunu
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Türk hukukuna getirdiği yeni Ceza
Kanunu sistematiğinin suç ve kabahat ayrımını ve adli para cezaları arasında yapılan
ağır ve hafif para cezası uygulamasını kaldırması neticesinde, mahkemeler dışında
verilen para cezaları konusunda doğan boşluğun doldurulması ve mevzuatta dağınık
halde düzenlenen idari para cezaları ve idari tedbirler konusunda usul ve ilkelerin bir
kanun altında toplanması amacıyla 5236 sayılı Kabahatler Kanunu’nun hazırlanması
gündeme gelmiştir. Kanunu’nun genel gerekçesinde de belirtildiği gibi ekonomik
hayata ilişkin düzenlemelerin idari yaptırımlar sistemi içinde ele alınması eğiliminin
artması da bu hazırlıkların nihayete erdirilmesinde belirleyici rol oynamıştır. Sonuç
olarak, idari para cezaları arasındaki ahenksizliğin giderilmesi ve idari cezalar
arasında sistem birliğinin kurulması amacıyla 5236 sayılı Kanun yürürlüğe girmiştir.
Kanunu’nun 17. maddesi idari para cezaları hakkında genel kural ve usul
belirten bir madde olarak düzenlenmiş ve Kanunu’nun diğer hükümlerinde de idari
para cezalarını da içine alacak şekilde tanımlanan kabahatler için usul, ilkeler ve
kurallar belirtilmiştir. Kanunu’nun 3. maddesine göre özel yasalarda kanun yollarına
107
ilişkin hükümler dışındaki genel hükümlerin diğer kanunlarda düzenlenen idari
(para) cezaları için de geçerli olacağı belirtilmiştir.371
Çevre Kanunu’nda 5491 sayılı Kanunla yapılan değişikliklerin, hem özel
nitelikte hükümler getirmiş olması, hem de Kabahatler Kanunu’ndan sonra yürürlüğe
girmiş olması nedeniyle, idari para cezaları konusunda Kabahatler Kanunu’nun genel
hükümler niteliğindeki düzenlemelerinden ayrıldığı noktalar, Kabahatler Kanunu
karşısındaki geçerliliklerini korumaktadırlar.
b. Diğerleri
Đdari para cezaları dışındaki mali nitelikteki idari yaptırımlardan bazıları:
sulh hakiminin ceza kararnamesi, ön ödeme, el koyma, yıkım kararı ve yıkma
masraflarının cezalı olarak alınması olarak sayılabilir. 372
2. Bireysel Đdari Yaptırımlar
Bireysel idari yaptırımları kişinin malvarlığında eksilme ya da malvarlığı
üzerinde tasarruf etmesini kısıtlayan yaptırımlar değildir.Kişinin bizzat kendisine ya
da kişisel olarak sahip olduğu bazı haklara yönelen, bu yönüyle de kişiyi bizzat
ilgilendiren idari yaptırımlardır. Bireysel idari yaptırımların mevzuatımızda yer bulan
bazı örnekleri, baroda kaydın silinmesi, sürücü belgesinin geri alınması, ruhsatın
371
Ancak Çevre Kanunu’ndaki idari cezaların incelemesinin 3. Bölüm altında ele alınacak olması
nedeniyle, burada değinilmeyecektir.
372
Çağlayan, Đdari Yaptırımlar..., op.cit., s. 58 - 62.
108
iptali, inşaatın durdurularak mühürlenmesi, işyeri kapatılması, faaliyetin kısmen ya
da tamamen, süreli ya da süresiz durdurulması.. vb.373 şeklinde sayılabilir.
Ancak bireysel idari yaptırımların da doğrudan olmasa da dolaylı olarak
ekonomik etkileri olabilir. Ancak bireysel idari yaptırımın, idari mali yaptırımdan
farkı yaptırımın doğrudan kişinin malvarlığına ya da tasarrufları üzerine değil,
kişinin kendisine yönelmesidir. Bu nedenle bireysel idari yaptırımlar sonucunda
doğan ekonomik etkilerin dolaylı etkiler olarak kabulü yerinde olacaktır.
Çevre Kanunu’nun cezai hükümler başlığı taşıyan beşinci bölümünde idari
para cezaları düzenlenmiş olmasına karşın, diğer muhtelif hükümlerinde de idari
yaptırımlar bulunmaktadır. Sözü edilen bu yaptırımlar, bireysel idari yaptırımlar
başlığı altında isimlerini andığımız faaliyetin durdurulması ve işletme izninin
iptalidir. Buna göre, Çevre Kanunu’nun 11. maddenin 2. fıkrasında, tesis, işletmeler
ve yerleşim birimleri yükümlülüklerini yerine getirmemeleri hallerinde uygulanacak
yaptırımlar arasında kullanım izni ve işletme izninin iptali sayılmış; Kanunu’nun 15.
maddesinde de faaliyetin durdurulması yaptırımından söz edilmiştir. Bu maddeye
göre, faaliyetin durdurulması yaptırımı kısmen veya tamamen, süreli veya süresiz
olarak uygulanabilecektir.
373
Oğurlu, Đdari Yaptırımlar…., op.cit., s. 101 - 103.
109
B. KABAHATLER KANUNU374
1.Genel Olarak Suç Olmaktan Çıkarma Eğilimi ve Kabahatler Kanunu
Devletin suç ve ceza politikaları üzerinde etki doğuran egemen ekonomik,
toplumsal, ve siyasal yapı, ceza kanunlarının biçimlenmesinde büyük rol
oynamaktadır. Söz konusu biçimlendirme, ceza kanunlarında düzenlenen, toplumsal
düzen açısından etkilerinin büyük olduğu kabul edilen ve suç adı altında toplanan
374
5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun tezde ayrı bir başlık altında incelenmesinin nedeni, idari para
cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımları başta olmak üzere, tüm idari yaptırımlar
hakkında genel kural, usul ve ilkeleri belirleyen bir kanuna duyulan ihtiyacın bu kanunla
giderilmesinin amaçlandığının Kanun gerekçesinde ve Kanun hazırlık çalışmaları süresince sık sık
tekrar edilmesidir. Bu nedenle, gerek idari yaptırımların hakkında uygulamada karşılaşılan sorunların,
gerek doktrinde de devam eden tartışmaların değerlendirilebilmesi açısından Kanun’un bazı temel
düzenlemelerinin incelenmesi gereklidir. Bunun yanı sıra, Kabahatler Kanunu’nun Anayasa
Mahkemesine taşınan maddeleri, idari yaptırımlar hakkında yürütülen tartışmalara yeni boyutlar
kazandırması ve özellikle idari para cezaları hakkında yapılan değerlendirmeler açısından önemli
başlıkları sunmuştur. Bu nedenle, Kanun’un incelemesi Anayasa Mahkemesi kararları ışığında
yapılmıştır.
Her ne kadar Çevre Kanunu’ndaki idari yaptırımlar hakkındaki pek çok maddesinin Kabahatler
Kanunu’nda sonra yürürlüğe girmiş olması ve çevrenin korunması ile ilgili olarak Çevre Kanunu’nun
‘özel kanun’ niteliğinde olması nedeniyle, Çevre Kanunu ile Kabahatler Kanunu’nun çakıştığı
noktalarda Çevre Kanunu geçerliyse de; ceza ehliyeti, iştirak, soruşturma zamanaşımı, yerine getirme
zamanaşımı, cezanın alt ve üst sınırının belirlendiği durumlar, idari yaptırım kararı tutanağı ve
cezanın tahsili usulü ile ilgili hükümler açısından Kabahatler Kanunu düzenlemeleri Çevre Kanunu
açısından da geçerli olacaktır. Bu nedenle Kabahatler Kanunu’nun incelemesi çalışma açısından bir
kez daha ayrıca önem kazanmıştır.
Nihayet, Kabahatler Kanunu’nun ayrı bir başlık altında incelenmesinin bir diğer nedeni de, suç
olmaktan çıkarma eğiliminin idari yaptırımlar alanında önemli bir yeri olmasıdır. Türk hukuku
açısından Kabahatler Kanunu’nun bu kapsamdaki en önemli örneği sunması da, idari yaptırımların,
yaptırımlar içindeki yerinin belirlenebilmesi açısından bu incelemeyi zorunlu hale getirmiştir.
110
düzene aykırı davranışların, toplumdan topluma ve zamandan zamana değişiklik
gösteren davranışlar olmasına neden olmaktadır.375
Hafızoğulları, beşeri davranışların sınırlarını belirlemek olarak tanımladığı
suç koyma eylemini, kanun koyucunun keyfiliğe varmaması gereken bir takdiri
olarak açıklamakta ve bu sınırların belirlenmesinin, insanlığın temel sorunlarından
biri olduğunu ileri sürmektedir. Yazara göre, suç olarak kabul edilen ve karşılığında
ceza öngörülen bu davranışların neler olduğunun tespitinde, genel kabul görmüş
kesin kurallar ve kıstaslar bulunmamaktadır. Böyle kural
ve kıstasların
bulunmayışına karşın, ceza adaletinin sağlanması sorunu, kanun koyucuların suçların
ve cezaların belirlenmesi konusunda yürüttüğü faaliyetleri, sürekli değişen ve
ilerleyen bir seyirde devam etmelerine engel olmamaktadır.376
Bu faaliyetler kapsamında, bazı davranışların suç olarak belirlenip ceza
kanunlarında düzenlenmesi bulunduğu gibi, bazı davranışların da suç olarak
düzenlenmesinden vazgeçilmesi de bulunmaktadır. Diğer bir deyişle, kanun
koyucunun suç olarak belirlediği yeni aykırılıklar olabileceği gibi, bazı davranışların
gerek toplumsal ihtiyaçlar, gerek ekonomik, toplumsal ve siyasal gelişmelerden
doğan değişiklikler içinde, suç olmaktan çıkarılması da gündeme gelebilmektedir.
Suçlar,
ceza
kanunlarında
farklı
kategorilere
tabi
tutulmaktadırlar.
Mahmutoğlu, bu kategorilemenin suçların önem derecelerine göre yapıldığını ve
zamanla farklı görünümlerle de olsa, birçok ülke mevzuatında yer verilen bu
375
Zeki Hafızoğulları, “Türk Ceza Hukuku’nun Seksen Yılı”, Cumhuriyetin Kuruluşundan Bugüne
Türk Hukukunun Seksen Yıllık Gelişimi Sempozyumu, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Yayını, 30-31 Ekim 2003, s. 165 - 209.
376
Zeki Hafızoğulları, “Türk Ceza Hukukunun Esasları, Pazar Ekonomisinin Oluşması ve
Đşlenmesinde Önemi”, A.Ü.H.F.D. ., C. 43, S. 1-4, 1993, s. 28.
111
gruplandırmanın, cürüm, cünha, kabahat isimleri ile yapıldığını belirtmektedir.377
Doktrinde de genel kabul gören bu görüş ışığında, kanunkoyucunun suçların
ağırlıklarına ve niceliksel olarak yapılan değerlendirmelerinin sonucunda, Ceza
Kanunu’nun cürüm ve kabahat ayrımına tabi tutulduğunu ifade edilebilir.
Suç olmaktan çıkarma eğilimi içinde yapılan faaliyetlerinden biri olan
depenalizasyon, diğer adıyla ceza olmaktan çıkarma faaliyeti, suçlar arasında yapılan
bu ayrımda, kabahatler başlığı altında düzenlenen eylemleri konu edinmektedir.
Buna göre, ceza kanunlarında düzenlenen kabahatler, suç olmaktan çıkarılmakta ve
ceza kanunu dışında, idare tarafından verilen yaptırımların konusunu oluşturan
eylemler olarak düzenlenmektedir.
378
Bu düzenlemelerin özellikle son yıllarda
ağırlık kazanması, pek çok yazara göre, ‘tamamen pratik nedenlere’ dayanmaktadır.
Bu görüşe göre, hakimlerin iş yükünü azaltmak amacıyla, ‘hafif nitelikteki suç’
olarak kabahatler, suç olmaktan çıkarılmakta ve idari yaptırımların konusu
yapılmaktadır.379 Benzer gerekçeler, ‘ceza adaletinin sağlanmasına yönelik’
hazırlanan kanun gerekçelerinde,380 kalkınma planlarında381 ve suç olmaktan çıkarma
377
Mahmutoğlu, Kabahatleri..., op.cit., s. 7-10; Demirbaş da benzer bir yaklaşımla, suçlar arasında
yapılan bu ayrımın kanun koyucunun suçların objektif ve subjektif unsurlarını dikkate alarak yaptığı
bir ayrım olduğunu belirtmektedir Demirbaş, Ceza..., op.cit.,s. 180 Alacakaptan da benzer bir görüş
çerçevesinde, cürüm – kabahat ayrımında ağırlık ve nicelik farkının gözetilmiş olduğunu ifade
etmektedir Alacakaptan, op.cit., s. 26.
378
Ali Karagülmez, Suç Olmaktan Çıkarma – Đdari Para Cezaları – Açıklamalı Kabahatler
Kanunu, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2005, s.29-30; Mahmutoğlu, Suç-Kabahat Ayrımı..., op.cit., s. 35; Ulusoy, Đdari Ceza Hukuku’nun..., op.cit., s. 3-4; Bayraktar, Ceza Hukukunda..., op.cit., s. 200;
Đçel, Đdari Ceza Hukuku..., op.cit., s. 119.
379
“ (…) bu ihlaller mahkemelerin iş yüklerini aşırı derecede arttırmakta, zaman kayıplarına neden
olmakta ve ceza hukukunun sahip olduğu caydırıcılık gücünü ciddi olarak zayıflatmaktadır. Ayrıca
yargılama faaliyetlerine ilişkin maliyetleri de olumsuz bir şekilde etkilemektedirler”. Mahmutoğlu,
Đdari Para..., op.cit., s.15; Donay, Đdarenin Ceza Verme Yetkisi..., op.cit., s. 423 - 424.
380
Bu konudaki en son örnek için bkz: 5326 sayılı Kabahatler Kanunu Genel Gerekçesi.
112
eğilimin
arttırılmasını
destekleyecek
nitelikteki
tavsiye
metinlerinde382
de
kullanılmaktadır.
Bu metinlerinde yapılan vurgulardan bazılarına işaret edilmesi, kabahatlerin
suç olmaktan çıkarılması konusu ile ilgili olarak yukarıda belirttiğimiz gerekçelere
getireceğimiz eleştiriler açısından önemli veriler sunacaktır. Söz konusu vurgulardan
ilki, suç olmaktan çıkarma eğiliminin konusu oluşturan eylemlerin ekonomik
nitelikte suçlardan olması gerektiği, ikinci vurguyu ise, suç olmaktan çıkarılan bu
eylemlerin idari para cezaları ile karşılanan eylemler haline getirilmesi gerektiğidir.
Buna göre, devlet politikalarına hakim liberal ekonomik anlayış, tüm
toplumlar için de benzer derecede önem gösterilen adam öldürme, hırsızlık, devlete
karşı suçlar, cinsel istismar gibi davranışlar383 dışında kalan toplumsal düzene aykırı
davranışların, ekonomik düzene etkileri oranında ‘önemli - önemsiz’ ya da ‘ağır –
hafif’ nitelendirilmelerine tabi tutulmasına neden olmaktadır. Bu tür toplumsal
davranışlara gösterilen devlet tepkisi, davranışın ekonomik düzene verdiği zarar
üzerinden ve yaptırımın ekonomik büyüklüğüne göre yapılan hafif - ağır yaptırım
381
8. Beş Yıllık Kalkınma Raporunda, “Ceza Yargısında Etkinlik Đçin Öneriler” başlığı altında,
“suçlar yeniden düzenlenmeli ve kimi eylemler suç olmaktan çıkarılmalı, kimi eylemler ise sadece
idari önlemlerle karşılanmalıdır ” denmektedir. Benzer bir ifade, Raporun “ Ceza Kararnamesi,
Mahkeme Dışı Çözümler Ve Basit Usuller” başlığı altında bulunmaktadır: “ Đdari ve cezai suç ayrımı
yapan hukuk sistemlerinde, hafif suçlar olması kaydıyla özellikle trafik, vergi ve gümrük
yasalarındaki kitle suçlarını idari para cezasına dönüştürmek için gereken yapılmalıdır ” denmektedir.
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Adalet Hizmetlerinde Etkinlik Özel Đhtisas Komisyonu Raporu,
DTP: 2506, ÖĐK : 526, Ankara, 2000, s. 19 , 59, 78.
382
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Ceza Adaletinin Yönetimi Hakkındaki (95) 12 Sayılı
Tavsiye Kararı’nda “ dekriminalizasyon, depenalizasyon veya sistem dışına çıkarma, uzlaşma ve ceza
usulünün sadeleştirilmesi gibi ceza siyasetlerinin” ceza adalet sistemlerinin yaşadığı sorunlara katkı
sağlayabileceği belirtilmektedir. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, s. 82.
383
Alacakaptan, Suçun..., op.cit., s. 10; Ayhan Önder, Ceza Hukuku Genel Hükümler, C.I, Beta
Yayıncılık, Đstanbul, 1991, s. 9.
113
kategorisine göre belirlenmeye başlamıştır. Kısaca, ‘hafif suç’ olarak adlandırılan
kabahatler, ekonomik düzende yarattıkları etkinin ‘hafif’ kabul edilmesi nedeniyle
suç kapsamından çıkarılmakta, ayrı bir kanunda toplanmakta ve idarenin
müdahalesine açık bir konuma yerleştirilerek, para cezası gibi ekonomik
yaptırımlarla karşılanan eylemler haline getirilmektedir.384
Yapılan bu açıklamalar ışığında, kabahatlerin suç olmaktan çıkarılıp idari
yaptırımların konusunu oluşturan eylemler olarak düzenlenmesinin nedeni olarak
yukarıda ileri sürülen gerekçelerin değerlendirilmesi yapılabilir.
Bu gerekçelerden ilki, idari yaptırımların kısa ve devlet açısından daha az
zahmetli bir prosedür içermesidir.385 Öncelikle, idari yaptırım gerektiren hukuka
aykırılığın tespiti her zaman kısa bir prosedür içermemektedir. Örneğin, bir
fabrikadan salınan gazlar ile ilgili yapılacak tespit, ölçüm ve testler üzerine verilen
idari yaptırım kararı hem uzun bir prosedür hem de bürokratik aşamalardan
geçmektedir.386 Đkinci olarak da idari yaptırımların konusu haline getirilen bu
eylemlerin, yargılama prosedürlerine yapılacak kolaylaştırıcı ve süreçlerini kısaltıcı
384
Küçük suçluluk olarak adlandırılan, kaynağını çoğunlukla dışta, ekonomik koşullarda bulan
azaltılması ve sadece adli olmayan tedbirlerle önlenmeleri mümkün bulunan, vahim nitelikte olmayan,
çok sık olarak işlenen, kitlesel suçların takibi, bütün Avrupa ülkeleri için de sorun olarak algılanmış,
tedbir olarak, bu suçların suç olmaktan çıkartılması ve haklarında yaptırım uygulanmasının idari
mercilere bırakılması genel olarak öngörülmüştür”. Đsmail Yalçın, Yeni Ceza Adalet Sisteminde
Kabahatler, T.C. Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Diyarbakır, 2006, s. 3.
385
386
Gölcüklü, Đdari Ceza..., op.cit., s. 129.
“Đdari cezalandırma mekanizmasının da her zaman çok hızlı işleyeceği varsayılmamalıdır.
Özellikle kirlenme konularında idari makamlar da bir karara varabilmek için, yeni yönetmeliklerde
öngörülen standartların, ölçülerin, yöntemlerin aşılıp aşılmadığını, bu yöntemlere uyulup
uyulmadığını belirleyebilmek içim mutlaka en azından bir bilirkişi incelemesine gideceklerdir. Önce
birtakım önlemler alınıp, ondan sonra adli mekanizme hızlandırılabilir; örneğin Suçüstü Kanunu’na
benzer birtakım kanunlar çıkarılarak bu sağlanabilir ”demiştir. Toroslu, Çevre..., op.cit., s. 203
114
müdahalelerle suç kapsamında tutulması mümkünken, idari yaptırımların konusu
haline getirilmesi de bu gerekçenin geçerli bir gerekçe olmadığı görüşümüzü
desteklemektedir. Buna göre, idari yaptırım kararlarının mahkeme kararlarına göre
daha kısa ve daha az zahmetli bir süreç olduğuna ilişkin görüş, suç olmaktan çıkarma
faaliyeti gibi toplum düzeni açısından doğrudan etki gösteren bir faaliyet açısından
temel bir gerekçe kabul edilemez.
Diğer bir gerekçe de, mahkemelerin iş yükünü azaltılması amacıyla
kabahatlerin
suç
olmaktan
çıkarılarak
idari
yaptırımların
konusu
haline
getirildiğidir.387 Ancak bu görüş de, idari yaptırım kararlarının, bir idari işlem
olmalarından kaynaklanan yargı denetimine tabi olma özelliği nedeniyle, kabul
edilebilir bir gerekçe olmamaktadır. Diğer bir deyişle, idari yaptırım kararları, yargı
denetimine taşınmaları mümkün kararlardır; bu nedenle mahkemelerin iş yükünü
azaltma gerekçesi ancak kısmen kabul edilebilir bir gerekçedir. Ancak bu kez de,
yargı sisteminin yavaş, mahkemelerin iş yükünün fazla olması sorununun,
kabahatlerin suç olmaktan çıkarılması ile çözümlenemediği gerçeği ile karşılaşırız.
Yukarıda açıklandığı gibi, ceza kanunlarında düzenlenen ve ekonomik
hayattaki etkilerinin daha az önemli olduğu kabul edilen kabahatlerin ceza
kanunlarından çıkarılarak, idari yaptırımların konusu haline getirilmeleri, bu
eylemlerin yürütme erkinin serbestisi içinde, idareye tanınan etkinlik alanına dahil
edilmeleri anlamına gelmektedir. 388
Söz
konusu
değişikliğin,
kabahatlerin
suç
oldukları
gerçeğini
değiştirmeyeceği ve devletin cezalandırma faaliyeti kapsamından çıkarmadığına dair
387
388
Şen, Çevre Ceza..., op.cit., s. 201.
“Ceza hukukunu küçültmek, bir anlamda, Devleti küçülterek, modern Pazar ekonomisinin
ihtiyaçlarına cevap vermektir”. Hafızoğulları, Türk Ceza Hukukunun…., op.cit., s. 29;
115
doktrinde yaygın kabul gören görüş, Anayasa Mahkemesinin son dönemlerde bu
konuda verdiği kararlarında da sahiplenilmektedir.389 Bu görüşün kabul edilmesi, söz
konusu eylemlerin suç olmaktan çıkarılmış olmaları gerçeği karşısında kabul
edilebilir değildir.390 Diğer yandan bu görüş, suç olmaktan çıkarılarak idari yaptırım
kapsamına sokulan kabahatlerin pozitif hukuktaki düzenleniş şekillerine uygun;
ancak idari ceza hukukunun teorik çerçevesine aykırılıklar içermektedir.
Bu aykırılıkların temeli, yukarıdaki bölümlerde sıklıkla belirttiğimiz gibi,
idari yaptırımlar, idarenin kamu düzenini sağlamak üzere koyduğu kural ve yasaklara
aykırı davrananlar hakkında uygulanan yaptırımlar olmasına dayanmaktadır. Đdari
yaptırımların, ceza yaptırımları ile aralarındaki benzerlik, kurala aykırılığın karşılığı
olarak ve devlet gücünden kaynaklanarak düzenlenmeleridir. Ancak, idarenin
yaptırım uygulamasından beklediği amaç, bazı faaliyet ve davranışlar hakkında
idarenin koyduğu kurallara ve usullere uyulmasını sağlamaktır. Diğer bir deyişle,
ceza hukukundaki yaptırımlar ile aralarındaki tek fark, yaptırımı uygulayan
makamların değişik olması değildir. Uygulama makamlarının farklı olması, her iki
yaptırım türü arasında amaçların farklı olmasının bir sonucudur.
Yapılan bu açıklamalar ışığında, kabahatlerin ceza kanunlarından çıkarılarak
ayrı bir kanunda ve idari yaptırımların konusu haline getirilmesi, bu eylemlerin
suçlara ait hukuki niteliklerini korudukları iddiasını kabul edilemez kılmaktadır.
Diğer bir deyişle, suç olmaktan çıkarılan kabahatlerin idari yaptırımların konusu
389
AMK 06.04.2006, E. 2006/54, K. 2006/47, R.G. 6 Ekim 2006, 26311; AMK 12.4.2006, E.
2006/58, K. 2006/50, R.G.01.10. 2006, 26276.
390
“ Depenalizasyon kanunlarının, fiilin suç olmaktan çıkması sonucunu doğurduğu konusunda bir
kuşku bulunmadığı daha önce de dile getirilmiştir. (…) Bu gibi durumlarda, fiil artık ceza hukukunu
ilgilendirmemekle birlikte ihlal edici özelliği devam etmekte, artık bir idari ihlal oluşturarak hukuk
düzeni ile çelişmeye devam etmektedir”. Katoğlu, Ceza Kanunlarında..., op.cit., s.277-278.
116
içine sokulması, devlet gücünün yürütme erkine tanıdığı yetkinin, devlet
sistemindeki yeri ile açıklanmalıdır.
Suç olmaktan çıkarma eğiliminin idari yaptırımlar ile olan ilişkisi, Türk
hukukundaki en önemli örneğini Kabahatler Kanunu ile göstermektedir. 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunu’nda391 önce yürürlükte bulunan Ceza Kanunu’nda düzenlenen
cürüm- kabahat ayrımı, Türk Ceza Kanunu’nda yapılan değişiklik sonucunda
kaldırılmış; kabahatler Ceza Kanunu’nun içeriğinden çıkarılarak Kabahatler
Kanunu392 adıyla ayrı bir kanunda toplanmış ve idari yaptırımların konusu haline
getirilmiştir.393
Kabahatler Kanunu hakkında yapılan tartışmalar ve Kanunun Anayasa
Mahkemesi’ne taşınan maddeleri, kabahatlerin ceza kanunlarından çıkarılmasının
onların suç olma niteliklerini kaybettirip kaybettirmediğine dair görüş aykırılıkları
üzerinde odaklanmaktadır. Bu tartışmalar, kabahatlerin diğer idari yaptırımlarla olan
ilişkisini belirleyen Kanunun 3. maddesinde, kabahatler hakkında verilen idari
yaptırım kararlarının yargısal denetiminde görevli yargı yerinin belirlenmesi
hakkındaki 27. maddesinde, idari yaptırım kararını vermeye yetkili makamların
tespiti hakkındaki 23. maddesinde ve kanuna egemen
ilkeler konusunda
yoğunlaşmaktadır.
391
Kanun Numarası: 5237. Kabul Tarihi: 26/09/2004. Yayımladığı Resmi Gazete Tarih: 12/10/2004.
Yayımladığı Resmi Gazete Sayısı: 25611.
392
Kanun Numarası: 5326, Kanun Kabul Tarihi: 13/03/205,Yayımlandığı Resmi Gazete No: 25772
Mükerrer, Yayımlandığı Resmi Gazete Tarihi: 31/03/2005.
393
Kabahatler Kanunu’ndan iki yıl önce yürürlüğe giren ve Kabahatler Kanunu gibi
bir
depenalizasyon örneği olarak ele alınması gereken, 4854 sayılı Bazı Kanunlardaki Cezaların Đdari
Para Cezasına Dönüştürülmesine Dair Kanun, 51 kanundaki adli cezayı idari para cezasına
dönüştürmüş ve bu kararlara karşı
görevli ve yetkili mahkemeyi
idare mahkemeleri olarak
göstermiştir.
117
2. Genel Olarak Kabahatler Kanunu
a. Kanunun Amacı Ve Kabahat Kavramı
Kabahatler Kanunu’nun amacı ve kapsamı, Kanunun 1.maddesinde
düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, Kanun ‘toplum düzenini, genel ahlakı, genel
sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak’ amacıyla, (1) kabahatlere ilişkin genel
ilkeler, (2) kabahatler karşılığında uygulanabilecek idari yaptırımların türleri ve
sonuçlarını, (3) kabahatler dolayısıyla karar alma süreçlerini, (4) idari yaptırıma
ilişkin kararlara karşı kanun yolu, (5) idari yaptırımların kararlarının yerine
getirilmesine ilişkin esaslar belirlemektedir.
Maddede, Kanun’un amacı olarak sayılan bu unsurlar, idarenin kolluk faaliyet
alanına işaret etmektedir. Yukarıda da açıklanmış olduğu gibi kolluk, toplum
düzenini, genel sağlığı, güvenliği, dirlik ve
esenliği sağlamak için işlemlerde
bulunur. Buna göre, Kanunun amacı, kamu yararının sağlanmasına hizmet eden
idarenin faaliyet alanı ile uyumludur.
Ancak Kanun’un kapsamına ilişkin söz konusu ifadeler, kabahat kavramının
tanımlanmasına ihtiyaç göstermektedir. Bu nedenle, kanunkoyucu da Kanun’un
2.maddesinde kabahat kavramını tanımlamıştır. Söz konusu maddeye göre kabahat,
“kanunun karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık” tır.
Kanunun 16. maddesinde,394 idari yaptırım türlerinin idari para cezaları ve
başta mülkiyetin kamuya geçirilmesi olmak üzere diğer kanunlarda düzenlenen idari
tedbirler olduğu ifade edilmektedir. Sonuç olarak hangi tür eylemlerin kabahat
olduğu, kanun koyucunun mutlak takdirine göre, hakkında idari para cezası ve idari
tedbir uygulanan tüm eylemler olarak tanımlanabilir.
394
Madde 16 - (1) Kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımlar, idari para cezası ve
idari tedbirlerden ibarettir.
(2) Đdari tedbirler, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirlerdir.
118
Yapılan açıklamalar ışığında, kabahat kavramı ve Kanunun kapsamı
hakkında, üzerinde durulması gerektiğini düşündüğümüz dört nokta bulunmaktadır.
Bunlardan ilki, Kanunun kapsamının 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’ndan395
çıkarılan ve idari yaptırımların konusu haline getirilen eylemlerle sınırlı olmadığıdır.
Diğer bir deyişle, Kabahatler Kanunu, hakkında idari yaptırım öngörülen tüm
eylemler hakkında genel ilke, usul, esaslar belirleyen ve mevzuatta dağınık halde
bulunan idari yaptırımları tek bir çatı altında toplamayı amaçlayan bir kanundur.396
Đkinci nokta ise, madde gerekçesinin, idari yaptırımların konusu yapılan
eylemlerin hafif nitelikte haksızlık olduğuna ilişkin açıklamalardır. Bu tanımlamada,
ihlaller hakkında yapılan ağır - hafif gibi sübjektif
ayrımlar yerine, idari
yaptırımlarının amacına vurgu yapan bir kıstasın belirlenmesi, kabahat kavramının
anlaşılabilmesi ve kanunun kapsamının net olarak belirlenebilmesi açısından yerinde
olacaktı kanısındayız.
Üçüncü nokta ise, eski Ceza Kanunu’nda kullanılan kabahat kavramı yerine,
Kabahatler Kanunu’nda idari yaptırımların konusuna oluşturan tüm eylemleri
kapsayan başka bir kavramın kullanılmamış olmasıdır. Böylesi bir kavramsal tercih,
eylemlerin suç olma niteliklerini devam ettirip ettirmediklerine ilişkin tereddüdü
giderecek, kavram karışıklığının engelleyecektir.
395
Türk Ceza Kanunu (mülga) Kanun Numarası: 765,Kabul Tarihi: 01/03/1926, Yayımladığı Resmi
Gazete Tarih: 13/03/1926, Yayımladığı Resmi Gazete Sayısı: 320, 13/11/2005 tarih ve 25642 S.R.G.
de yayımlanan 04/11/2004 tarih ve 5252 sayılı kanunun 12. maddesi ile, 1 Haziran 2005 tarihi
itibariyle tüm ek değişiklikleriyle birlikte yürürlükten kaldırılmıştır
396
“ (…) idari nitelikteki yaptırımlarla ilgili olarak genel bir kanuna ülkemiz açısından büyük bir
ihtiyaç bulunmaktadır. Bu düşüncelerle hazırlanan bu Tasarıda idari yaptırımları gerektiren fiiller yani
kabahatler açısından kanunilik, ilkesi, zaman bakımından uygulama ve sorumluluk esasları,
zamanaşımı,idari yaptırımların hukuki niteliği, çeşitleri ve sonuçları, bu yaptırımların yerine
getirilmesi rejimi gibi konular, bir sistematik çerçevesinde düzenlenmiştir”. 5326 sayılı Kabahatler
Kanunu Genel Gerekçesi.
119
Son nokta ise, Kanunun 2. maddesinde terminolojik bir hata bulunduğudur.
Kanun koyucunun, hukuk dışı bir kavram olan ‘haksızlık’ kavramı yerine,
Yurtcan’ın ve Çağlayan’ın da haklı olarak belirttiği gibi, hukuki bir kavram olarak
fiil/eylem kavramının kullanması yerinde olacaktır. 397
b. Genel Kanun Olma Niteliği
Mevzuatta dağınık olarak düzenlenen ve sayıları giderek artan idari
yaptırımlar, farklı kanunlarda farklı usul ve ilkeler çerçevesinde uygulanmaktadır.
Özellikle son yıllarda sayıları ve etkinlileri artan bağımsız idari otoritelerin, yüksek
meblağlarda idari para cezası uygulama yetkisine kavuşması da, idari yaptırımlar
hakkında genel ilke ve usulleri belirleyecek bir kanuna duyulan ihtiyacı arttırmıştır.
Bu ihtiyaç genel nitelikte bir kanunun hazırlanılması sürecini hızlandırılmış
ve nihayetinde, idari yaptırımlara ilişkin uygulamadaki dağınıklığın giderilmesi
amacıyla - 1. Kısmında idari yaptırımlar hakkında genel ilke ve kurallar, 2.Kısmında
ise kabahat çeşitleri ve kabahatlere ne tür cezalar uygulanabileceğine ilişkin genel
düzenlemeler içeren - Kabahatler Kanunu yürürlüğe girmiştir. 398
Kanunun 3. maddesi de, söz konusu amacı ifade eder biçimde, ‘Kanunun
genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır’ şeklinde
düzenlenmiştir. Genel hükümler, Kanunun 1-31 maddelerinde düzenlenen, yasallık
ilkesi, zaman ve yer bakımından uygulama, sorumluluk esasları, zamanaşımı, idari
yaptırımların niteliği, türleri, sonuçları, yaptırım kararının yerine getirilmesinde
397
Yurtcan, Kabahatler Kanunu..., op.cit., s. 3; Çağlayan, Đdari..., op.cit., s. 130.
398
“ Sistemden yoksun bu kazuistik düzenlemelerin önüne geçebilmek bakımından, ayrıca hukuk
uygulamasında birliği ve hukuk güvenliğini sağlamak için; özel kanunlarda sadece kabahat türünden
kabahatlerin tanımlanması ve bu fiiller karşılığında öngörülen idari yaptırımların belirlenmesiyle
yetinilmelidir. Bu itibarla, tasarıda belirlenen genel ilkelerin, özel kanunlarda tanımlanan kabahatler
hakkında da uygulanmasının temin edilmedi gerekmektedir”. Kabahatler Kanunu’nun 3. madde
gerekçesi.
120
uygulanacak esaslar ve yaptırımlara karşı başvuru yollarının belirlenmesine
ilişkindir.
Ancak genel hükümler içinde düzenlenen başvuru yolları başlıklı 27.
maddenin Anayasa’ya aykırılık iddiaları, Kanunun
3. maddesinin de Anayasa
Mahkemesine taşınmasına neden olmuştur.
Anayasa Mahkemesi, 3. madde ile ilgili olarak verdiği kararında; “diğer
yasalardaki kabahatlere yollama yapılarak, yalnızca yaptırımın türünden hareketle
ve idari yargının denetimine tabi tutulması gereken alanlar gözetilmeden, bunları da
kapsayacak biçimde başvuru yolu, itiraz, bunlara ilişkin usul ve esasların
değiştirilmesi, Anayasa’nın 125. ve 155. maddelerine aykırıdır”399 gerekçesi ile,
3.maddeyi iptal etmiştir.
Yüksek mahkeme, bu kararında, Anayasanın 125, 140, 142 ve 155.
maddelerine dayanarak, idari yargının görev alanını ‘idarenin kamu gücü kullanarak
ve kamu hukuku alanına giren işlem ve eylemlerinin denetimi’ olarak belirlemiştir.
Diğer bir deyişle, idari yargının görev alanının, denetimi yapılacak
işlemin
‘niteliğine’ göre belirlenebileceğini ifade edilmiştir.
Ancak aynı kararda Mahkeme, söz konusu tespitine tam ters bir yaklaşımla,
idari para cezalarının konusunu oluşturan eylemlerden ‘daha ağır nitelikte’ olanları
hakkında, adli yargının görevli gösterilmesinin, ‘doğal’ olacağını da belirtilmiştir.
Diğer bir deyişle, Mahkemenin yaptığı bu iki tespit birbirleri ile çelişmektedir.
Çünkü ilk tespitinde Mahkeme, Anayasaya göre görevli yargı yerinin işlemlerin
niteliklerine göre belirlendiğini belirtmekte; ikinci tespitinde ise, idari yaptırım
kararlarının idari işlem niteliklerini gözardı ederek, para yaptırımlarının konusunu
oluşturan eylemlerden, kanun koyucunun ‘ağır’ olarak nitelendirdiklerinin, adli
399
AMK 01.03.2006, E. 2005/108, K.2006/35, Resmi Gazete Tarihi: 22.07.2006, Resmi Gazete
Sayısı: 26236, AMKD , S.43, Y.2006, Ankara, 2007, 1357.
121
yargının görev alanına sokulmasının, Anayasaya aykırılık oluşturmayacağını ileri
sürmektedir.400
Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi, Kabahatler Kanunu’nun idari yaptırım
kararları hakkında adli mahkemelere başvuru imkanı tanımasını değil, diğer tüm idari
yaptırımlar hakkında adli yargının görevli gösterilmesinin Anayasa’ya aykırı
oluşturduğuna hükmetmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin hakkında verdiği iptal kararı ardından, 3. Madde
06.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Kanun’un 31. maddesi ile değiştirilerek, “ (a) Đdari
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde, (b) diğer genel hükümleri idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır” şeklinde yeniden düzenlenmiştir.
Yapılan değişiklik, idari yaptırımların yargı yerine ilişkin yaşanan sorunları
ve tartışmaları bitirecek nitelikte değildir. Çünkü Kanunu’nun değiştirilen 3. maddesi
400
Anayasa Mahkemesi’nin ilgili kararından;
5326 Sayılı Yasa’nın 3. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının Đncelenmesi:
(…) Ceza hukukundaki gelişmelere koşut olarak, kimi yasal düzenlemelerde basit nitelikte görülen
suçlar hakkında idari yaptırımlara yer verildiği görülmektedir. Daha ağır suç oluşturan eylemler için
verilen idari para cezalarına karşı yapılacak başvurularda konunun idare hukukundan çok ceza
hukukunu ilgilendirmesi nedeniyle adli yargının görevli olması doğaldır. Ancak, idare hukuku
esaslarına göre tesis edilen bir idari işlemin, sadece para cezası yaptırımı içermesine bakılarak
denetiminin idari yargı alanından çıkarılarak adli yargıya bırakılması olanaklı değildir. Bu durumda,
itiraz konusu kuralla diğer yasalardaki kabahatlere yollama yapılarak, yalnızca yaptırımın türünden
hareketle ve idari yargının denetimine tabi tutulması gereken alanlar gözetilmeden, bunları da
kapsayacak biçimde başvuru yolu, itiraz, bunlara ilişkin usûl ve esasların değiştirilmesi, Anayasa’nın
125. ve 155. maddelerine aykırıdır, Kural’ın iptali gerekir.
5326 sayılı Yasa’nın 27. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrası ile 28. Maddesinin Đncelenmesi:
5326 sayılı Yasa’nın 3. maddesinin iptal gerekçesi doğrultusunda, cezaî karakteri ağır basan bu
eylemler açısından verilen idari para cezası ve/veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımlarına
karşı başvurunun sulh ceza mahkemesince kanunda belirtilen usule göre incelenmesinde, Anayasa’nın
2., 125. ve 155. maddelerine aykırılık bulunmamaktadır. Đtirazın reddi gerekir.
122
ve
mahkemenin
Anayasaya
aykırı
bulmadığı
27.
maddesinin401
birlikte
değerlendirilmesi halinde, idari yaptırım kararlarının denetlenmesinde adli yargının
asli görevli mahkeme olduğuna dair ifade değiştirilmemiş ve fakat idari yargının
görev alanı, özel kanunlarda yargı yerinin açıkça idari yargı olarak gösterildiği
eylemlerle sınırlandırılmıştır. Özel kanununda yargı yerinin açıkça idari yargı olarak
gösterildiği örneklerden biri de çalışma konusunu oluştan Çevre Kanunu’dur.
Kanunun "Đdarî yaptırımların uygulanması, tahsil usûlü ve itiraz” başlıklı 25.
maddesi, Kabahatler Kanunu hükümlerinden farklı kurallar getirmiş ve başta yargı
yerini idari yargı olarak belirtmek üzere, farklı usuller öngörmüştür.
Diğer yandan Kabahatler Kanunu’nun 3.maddesinde yapılan bu değişikliğin
bazı önemli sonuçları doğmuştur. “Özellikle ĐYUK’ta yer alan genel hükümler
dikkate alındığında, idari faaliyetleri düzenleyen kanunlarda idari işlemler
belirlenirken o idari işlem türü için yargısal denetiminin idari yargıda yapılacağının
özel olarak belirlenmesi günümüze kadar olağan bir uygulama olmadığından ve
ĐYUK karşısında esasen bu tür özel belirlemelere gerek de bulunmadığından,
günümüzde disiplin cezaları ve regülatif idari cezaların büyük kısmı dışında idari
401
Madde 27 - Görevli yargı yerinin belirlemesi ile ilgili Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesinin 1.
fıkrası, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi hakkındaki yaptırım kararlarına karşı
sulh ceza mahkemelerini görevlendirmiştir. Bu maddeye göre, ‘kabahatler’ hakkında verilen yaptırım
kararlarının hukuka aykırılık iddiaları, adli yargı yerlerinde görülecektir.
Bu maddenin Anayasaya aykırılığı iddiaları
hakkında, Anayasa Mahkemesi, “ 5326 sayılı
Kabahatler Kanunu’nun Đkinci Kısmında “Çeşitli kabahatler” başlığı altında düzenlenen fiilleri,
ağırlıklı olarak 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 526. ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan
kabahatler oluşturmaktadır. 5252 sayılı Yasa’nın 7. maddesiyle, çeşitli yasalarda hafif hapis veya hafif
para cezası olarak öngörülen yaptırımlar idari para cezasına dönüştürülmüştür. Yaptırımın adının yasa
ile “idari” olarak değiştirilmesinin, bu tür yaptırım uygulanacak eylemlerin gerçekte ceza hukuku
alanına giren suç olma özelliklerini etkilemeyeceği açıktır. 5326 sayılı Yasa’nın 3. maddesinin iptal
gerekçesi doğrultusunda, cezaî karakteri ağır basan bu eylemler açısından verilen idari para cezası
ve/veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımlarına karşı başvurunun sulh ceza mahkemesince
kanunda belirtilen usule göre incelenmesinde, Anayasa’nın 2., 125. ve 155. maddelerine aykırılık
bulunmamaktadır. Đtirazın reddi gerekir” demiştir.
123
cezaların idari cezaların yargısal denetiminin idari yargıda yapılacağına ilişkin özel
hükümler son derece nadiren”402 bulunması gerçeği karşısında, sadece sınırlı sayıda
idari yaptırım kararı hakkında idari yargının görevli hale getirilmesine neden
olmaktadır. Bu durum ise, aşağıda ayrıntılı olarak yeniden ele alınacak olmakla
birlikte, idari yargı- adli yargı ayrımını tanımış Anayasa’nın karşısında aynı tür
davaların farklı yargı yerlerinde görülmesi sonucunu doğurduğu için belirsizliklere
ve karışıklıklara neden olabilecektir.
c. Kanuna Egemen Temel Đlkeler ve Tüzel Kişilerin Sorumluluğu
Kabahatler Kanunu, kabahatlerin neler olduğunu, nasıl belirlenebileceğini ve
idari yaptırımların uygulanmasında gözetilmesi gereken esasların neler olduğunu
göstermektedir. Bu nedenle, Kanunun genel hükümler başlıklı 1. kısmında
kabahatlerin tabi oldukları ilkeler de belirtilmektedir.Bu maddelerin incelenmesi,
kabahatlerin sınırlarının çizilmesi açısından önem arz etmektedir.
Ancak çalışma başlığımızdan ve kapsamından uzaklaşmamak amacıyla, söz
konusu ilkelerin incelemesini yaparken, tezin 1. bölümünde idari yaptırımlar
hakkında yaptığımız kavramsal çerçevenin içinde kalmaya özen gösterdik.
ca. Kanunilik ilkesi
Kabahatler Kanunu’nun 4. maddesi, kabahatler açısından kanunilik ilkesinin
kapsamını ve sınırlarını
düzenleyerek, hangi tür eylemlerin kabahat kabul
edileceğini belirtmektedir.403
402
403
Ulusoy, Erkler..., op.cit., s. 11.
Madde 4 - “1) Hangi fiillerin kabahat oluşturduğu, kanunda açıkça tanımlanabileceği gibi;
kanunun kapsam ve koşulları bakımından belirlediği çerçeve hükmün içeriği, idarenin genel ve
düzenleyici işlemleriyle de doldurulabilir.
(2) Kabahat karşılığı olan yaptırımların türü, süresi ve miktarı, ancak kanunla belirlenebilir”.
124
Maddeye göre, kabahat sayılan eylemler ya kanunda açıkça tanımlanmalı ya
da kapsam ve koşulları kanunda düzenlenerek, içeriği404 genel ve düzenleyici
işlemlerle doldurulmalıdır. Bu halde, kabahatlere ilişkin kanunlarla düzenlenebilecek
hususlar, toplum düzeni, genel sağlık, genel ahlak, çevre ve ekonomik düzenle ilgili
hususlarla sınırlıdır. Belirtilen konularda kanunlarla düzenlenen kabahatlere ilişkin
ayrıntılar düzenleyici işlemler ile doldurulabilecektir.
Kabahat sayılan eylemlerin belirlenmesi noktasında düzenleyici işlemlere
içerikleri belirleme yetkisi vererek ilkesini esneten 4. madde, yaptırım türleri, süreleri
ve yaptırım miktarı hakkında kanunla düzenlenme şartının katı biçimde uygulanması
gerektiğini kabul etmektedir.405
cb.Geriye yürümezlik ilkesi ve Zaman Bakımından Uygulamaya
Đlişkin Düzenlemeler
Kabahatler Kanunu’nun 5. maddesi, ‘Zaman Bakımından Uygulama’ başlığı
taşımaktadır. Maddenin 1. fıkrasında406, Türk Ceza Kanunu’nun zaman bakımından
uygulamaya ilişkin hükümlerinin kabahatler için de geçerli olacağı belirtilmiştir.407
404
Yurtcan, maddede belirtilen ‘çerçeve hüküm’ ibaresinin, Kanunun 1. maddesinde belirtilen
amaçlarla sınırlı olduğun belirtmektedir. Erdener Yurtcan, Kabahatler Kanunu ve Yorumu, Beta
Yayıncılık, Đstanbul, 2005, s. 4 - 5; Çağlayan, Đdari…,
405
406
op.cit., s. 133.
Turgut Candan, “Kabahatler Kanunu Hakkında”, Mali Pusula, Yıl:1, S. 10, Ekim 2005, s. 10.
Madde 5 - (1) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun zaman bakımından
uygulamaya ilişkin hükümleri kabahatler bakımından da uygulanır. Ancak, kabahatler karşılığında
öngörülen idari yaptırımlara ilişkin kararların yerine getirilmesi bakımından derhal uygulama kuralı
geçerlidir
407
“ Bu çerçevede, kabahatlere ilişkin sonraki kanunun aleyhe hükümlerinin de uygulanmaması
gerekecektir. Buna karşılık, kabahat karşılığı öngörülen idari yaptırımların yerine getirilmesi
bakımından aynı infaz kanunlarında olduğu gibi derhal uygulama ilkesi devreye girecektir.” Katoğlu,
Ceza Kanunlarında..., op.cit., s. 283.
125
Ceza Kanunu’nun 7.maddesinde408 ise, işlendiği an suç sayılmayan bir eylemden
dolayı kimseye ceza verilemeyeceği düzenlendiği için; Kabahatler Kanunu’nun 5.
maddesi de, ‘gerçekleştiği an kabahat olarak düzenlenmeyen bir eylem hakkında,
daha sonra çıkarılan kanunlara dayanarak yaptırım uygulanması mümkün değildir.’
şeklinde anlaşılmalıdır.
Ancak, bu kuralın kabahatler açısından ve özellikle de çevrenin kirlenmesine
neden olan eylemler açısından uygulanması, çeşitli sorunlara neden olacaktır.409
Güçlü’nün de haklı olarak işaret etmiş olduğu gibi, bazı eylemler, gerçekleştiği
zaman değil, gerçekleştikten belli bir süre sonra çevreyi kirletici etkilerini
göstermektedir.
Bu
nedenle,
davranış
gerçekleştiği
an
hakkında
yaptırım
öngörülmeyen bir davranış, zarar ortaya çıktıktan sonra da yaptırımsız kalacaktır.
Diğer bir deyişle, her ne kadar hukuki belirliliğin sağlanabilmesi açısından kişinin
yalnızca eyleminin gerçekleştiği an yürürlükte bulunan kanunlardan sorumlu olması
gerektiği kabul edilmeli ise de, çevre üzerinde olumsuz etkiler yaratması muhtemel
408
Madde 7 - (1) Đşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı
kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Đşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna
göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri
uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanunî neticeleri
kendiliğinden kalkar.
409
Konuyla ilgili olarak bknz. : “ Tarihsel ya da doğal çevrenin korunması amacıyla örneğin inşaat
imar ve yapılaşma yasakları öngören bir normun, yürürlüğe girmeden önce başlanmış ya da
tamamlanmamış
inşaatlar
bakımından
etkisi,
geçmişe
uygulama
yasağı
çerçevesinde
değerlendirilmelidir. Tarihsel ve doğal çevrenin korunması amacıyla, yapılaşma bakımından sonraki
kanun ile getirilen yeni kısıtlamaların, inşaat başladığında ya da tamamlandığında zaten yürürlükte
olan ceza kanununu normatif bakımından tamamladığı ve kapsamını genişlettiği açıktır. Bununla
birlikte, bu yeni yükümlülüklerin, fiil tarihine doğru geçmişe uygulanması mümkün müdür? Bu
noktada temel ceza normu ile öngörülen, bunun öngördüğü cezai koruma alanına yeni bir yasak ya da
emir girmekte ve kapsamı genişlemektedir. Bu suretle önceden cezalandırmayan bir fiil
cezalandırılabilir hale gelmiştir. Bu ipotezde geçmişe uygulama yasağının söz konusu olacağı çok
açıktır.” Katoğlu, Ceza Kanunlarında..., op.cit., s.244 – 245.
126
davranışlar açısından, kanunilik ilkesinin katı biçimde uygulanması sorunlara neden
olacaktır.410
Zaman bakımından uygulama ile ilgili olarak Türk Ceza Kanunu’nun 7.
maddesinde düzenlenen bir diğer husus ise geriye yürümezlik ilkesi ile ilgilidir411.
Bu maddeye göre aleyhteki hükmün geriye yürütülemeyeceği ve fakat lehteki
düzenlemenin geriye yürütülerek ilgilisi üzerinde etki doğurması gerektiği kabul
edilir.412 Kabahatler Kanunu’nun 5. maddesinde TCK’ ya yapılan gönderme
nedeniyle, ‘lehe kanunun geriye yürümesi ilkesinin, kabahatler hakkında da geçerli
olduğu kabul edilmelidir.
Kabahatler
Kanunu’nun
5.
maddesinin,
TCK’
nın
7.maddesindeki
düzenlemeden ayrıldığı nokta ise, idari yaptırımların infazında geriye yürümezlik
ilkesinin değil, derhal uygulama ilkesinin geçerli olmasıdır. Derhal uygulanma ilkesi,
maddede bir istisna olarak düzenlenmiştir. Bu istisnaya göre, idari yaptırım kararının
verilmesi ile
infazı arasında geçen sürede, lehe ya da aleyhte olduğu
gözetilmeksizin, yürürlüğe giren yeni kanun uygulanacaktır. Sonuç olarak, kabahat
sayılan eylemin belirlenmesi noktasında lehe kanunun geriye yürümesi ilkesini kabul
eden Kanun, idari yaptırımın uygulanması aşamasında bu ilkenin
geçerli
olmayacağını kabul etmektedir.
410
Yaşar Güçlü, Đdari Para Cezaları ve Diğer Đdari Yaptırımlar, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2008,
s. 32.
411
“ Hukukumuz bakımından da idari ihlallerle ilişkin tanım ve yaptırımların, geçmişe
uygulanmayacağı kabul edilmiştir. 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 5. maddesinin ilk fıkrasında,
kabahatler bakımından da ceza kanunlarının zaman yönünden uygulanmasına ilişkin ilkelerinin geçerli
olacağı hükme bağlanmıştır. Geçmişe uygulama yasağı da bu kapsamdadır.” Katoğlu, Ceza
Kanunlarında..., op.cit., s. 280.
412
Centel / Zafer / Çakmut, Türk Ceza..., op.cit., s. 55 - 56.
127
Kanunun 5. maddesinin 2. fıkrası ise, kabahat olarak sayılan eylemin, hangi
anda gerçekleştiğini ve hangi tür davranışların kabahatin yapılmasında etkili
sayılacağını düzenlemektir.413 Bu maddeye göre, bir eylemin kabahat sayılması için
davranışın icrai olması zorunlu değildir. Kanunun 7. maddesinde de belirtildiği
üzere, ihmali olarak gerçekleştirilen davranışlar
da kabahatin oluşması için
yeterlidir. Diğer bir deyişle, ihmal neticesinde bir emir ya da yasağın ihlal edilmiş
olması idari yaptırım uygulanmasını durdurmayacaktır.414
Bir eylemin kabahat olarak nitelenmesinde, failin davranış şekli değil, ortaya
çıkan sonuç önemlidir. Bu görüşümüzü destekler nitelikte olmak üzere, 2. fıkranın
devamında, kabahat sayılan eylemin gerçekleştiği anında tespitinde, davranışın
neticesinin doğmuş olmasının gözetilmeyeceği açıkça düzenlenmektedir. Diğer
yandan neticenin değil eylemin gerçekleştiği anın dikkate alınması kuralı yalnızca
kabahat sayılan eylemin oluştuğun anın belirlenmesi için kullanılan bir kıstastır.
Kanunun 20. maddesinin 4. fıkrasına göre415, zamanaşımına ilişkin süreler açısından,
neticenin gerçekleşmiş olması değil, eylemin gerçekleştiği an dikkate alınmalıdır.
Kanun koyucu bu düzenleme ile, kabahatler hakkında zamanaşımına ilişkin süreleri
uzamasına neden olarak, toplum düzeninde yaratılan tehlike ya da zararın
karşılığında uygulanacak yaptırımın ‘uygulanabilmesi’ imkanını arttırmaktadır.
413
“ (…) [k]abahat işlendiği zamanın belirlenmesi için davranıl ölçütünün kabul edildiği
görülmektedir. (…) Bu hüküm ile suçun işlendiği zaman konusunda sessiz kalan TCK’ndan farklı
olarak, kabahatin işlendiği zamanın belirlenmesi için Kanunkoyucu bir ölçüt kabul etmiştir”. Katoğlu,
Ceza Kanunlarında..., op.cit., s. 283.
414
“ Emredici mahiyetteki davranış normunun korumayı hedeflediği hukuki değer, bu yükümlülüğün
yerine getirilmeme suretiyle ihlal edilmektedir”. Özgenç, Türk Ceza..., op.cit., s 196.
415
Madde 20 - (4) Zamanaşımı süresi, kabahate ilişkin tanımdaki fiilin işlenmesiyle veya neticenin
gerçekleşmesiyle işlemeye başlar.
128
cd. Mülkilik ve Şahsilik Đlkesi
Kanunun 6. maddesi,416 özel hüküm bulunmadığı hallerde, yer bakımından
uygulamaya ilişkin olarak, Ceza Kanunu’nun 8. maddesinin417 geçerli olduğunu
belirtmiştir. Bu maddeye göre idari yaptırımlar hakkında yer bakımından
uygulamada etkili olan ilke, Türkiye’de işlenen kabahatler hakkında Türk
kanunlarının uygulanmasını öngören mülkilik ilkesi; istisna olarak da, özel
kanunlarda belirtilmesi halinde, failin uyruğunun dikkate alınmasını öngören şahsilik
ilkesidir.
Bu istisnanın bir örneğini, Çevre Kanunu’nun 20. maddesine düzenlenen,
“Yabancı devlet egemenliği altındaki sularda, bu devletlerin mevzuatının Türk
bayraklı gemiler tarafından ihlali durumunda, ilgili devletin ceza uygulamaması ve
Türkiye'nin cezalandırmasını talep etmesi durumunda bu Kanun hükümleri
uygulanır” hükmü oluşturmaktadır.
Kabahatler Kanunu’nda kural uygulama olarak düzenlenen, mülkilik ilkesi,
Türk kara ve hava sahalarında, açık deniz ve bunun üzerindeki hava sahalarında,
Türk deniz ve hava araçlarında, Türkiye’nin kıt’a sahanlığı veya münhasır ekonomik
bölgesinde tesis edilen sabit platformlarda gerçekleşen kabahatler hakkında, Türk
kanunlarına göre idari yaptırım uygulanmasını düzenler. 418
416
Madde 6 - (1) 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun yer bakımından uygulamaya ilişkin 8 inci
maddesi hükümleri, kabahatler bakımından da uygulanır. Ancak, kanunlarda aksine hüküm bulunan
haller saklıdır.
417
Madde 8 - (1) Türkiye'de işlenen suçlar hakkında Türk kanunları uygulanır. Fiilin kısmen veya
tamamen Türkiye'de işlenmesi veya neticenin Türkiye'de gerçekleşmesi hâlinde suç, Türkiye'de
işlenmiş sayılır.
418
Türk Ceza Kanunu Madde 8 – (2) Suç; a) Türk kara ve hava sahaları ile Türk karasularında,
b) Açık denizde ve bunun üzerindeki hava sahasında, Türk deniz ve hava araçlarında veya bu
araçlarla, c) Türk deniz ve hava savaş araçlarında veya bu araçlarla, d) Türkiye'nin kıt'a sahanlığında
veya münhasır ekonomik bölgesinde tesis edilmiş sabit platformlarda veya bunlara karşı, Đşlendiğinde
Türkiye'de işlenmiş sayılır
129
Bu noktada değinilmesi gerektiğini düşündüğümüz bir nokta da, Ceza
Kanunu’nun ‘kişiler bakımından uygulama’sıyla ilgili olarak, istisna olarak
değerlendirilen yasama dokunulmazlığının, kabahatler hakkında da istisna olarak ele
alınıp alınmayacağıdır. 419
Anayasa’nın 105. maddesi,420 cumhurbaşkanının siyasi sorumluluğunun yanı
sıra, vatana ihanet suçu dışında görevi ile ilgili suçlar bakımından da cezai
sorumluluğunun
bulunmadığını
düzenlemektedir.
Bu
düzenlemeye
göre,
cumhurbaşkanı, Anayasa’da açıkça düzenlenen tek hal dışında, görevleri ile ilgili
olarak hiçbir şekilde cezai sorumluluk taşımamaktadır. “Cumhurbaşkanı’nın kişisel
suçlarından kaynaklanan sorumluluğu nedeniyle yargılanıp yargılanamayacağı
hususunda ise Anayasada açık bir hüküm yoktur. Ancak bu, Cumhurbaşkanının
kişisel suçlarından dolayı da sorumsuz olduğu veya aksi bir yorumla,
dokunulmazlığa
sahip
olmadığı
anlamına
gelmez.
Cumhurbaşkanı,
kişisel
suçlarından dolayı sorumludur ama dokunulmazlığa sahiptir. Cumhurbaşkanlığının
sahip olduğu bu dokunulmazlığa, milletvekili dokunulmazlığına ilişkin hükümler
uygulanır”. 421
419
420
Çağlayan, Đdari..., s. 140 - 141.
MADDE 105 – Cumhurbaşkanının, Anayasa ve diğer kanunlarda Başbakan ve ilgili bakanın
imzalarına gerek olmaksızın tek başına yapabileceği belirtilen işlemleri dışındaki bütün kararları,
Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır; bu kararlardan Başbakan ve ilgili bakan sorumludur.
Cumhurbaşkanının resen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa Mahkemesi dahil, yargı
mercilerine başvurulamaz.
Cumhurbaşkanı, vatana ihanetten dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte
birinin teklifi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılır.
421
Metin Feyzioğlu, “Yasama Dokunulmazlığı”, A.Ü.H.F.D. , Yıl: 1991 - 92, C. 42, S. 1 - 4, s. 27.
Karşıt görüşteki Gözler, cumhurbaşkanının normal vatandaş gibi sorumlu olacağını ileri
sürmektedir.Kemal Gözler, Anayasa Hukukuna Giriş – Genel Esaslar ve Türk Anayasa Hukuku,
6.Baskı, Đstanbul, 2001, s. 289.
130
Yapılan
açıklama
ışığında,
kabahatler
hakkında
uygulanacak
idari
yaptırımların, kişiler bakımından istisnası bulunup bulunmadığının belirlenmesi,
cumhurbaşkanının
kişisel suçlarından kaynaklanan sorumluluğunun sınırlarını
çizeceği gibi, milletvekilleri hakkında idari yaptırım uygulanıp uygulanamayacağı
sorusunu da yanıtlayacaktır.
Kabahatlerin
yasama
değerlendirilemeyeceği
giderilebilecektir.
dokunulmazlığı
sorunu,
Çünkü
bu
eylemlerin
Anayasa’nın
83.
kapsamında
niteliğinin
maddesine422
değerlendirilip
belirtilmesi
göre,
ile
yasama
dokunulmazlığı, milletvekillerinin yaptığı suçların kovuşturulması ve milletvekilleri
hakkında verilen cezanın infazı aşamaları ile ilgilidir. Maddede yasama
dokunulmazlığına giren haller, tahdidi olarak sayılmıştır. Bu nedenle de suçlar
dışında ve maddede belirtilen haller dışında yasama dokunulmazlığının sınırlarının
genişletilebilmesi mümkün değildir.
Kabahatler, Ceza Kanunu kapsamından çıkarılarak, idari yaptırımların konusu
haline getirilen eylemlerden ve doğrudan kanunlarda karşılığında idari yaptırım
öngörülen diğer ihlallerden oluşmaktadır. Ceza Kanunundan çıkarılanlar da, tıpkı
diğer idari yaptırımların konusun oluşturan eylemler gibi, suç niteliği taşımazlar.
Suçlardan ayrıldıkları temel noktalardan biri, karar alan makamların farklı olması bir
diğeri de, bu kararların uygulanması ve infazı usullerinin farklı olmasıdır. Bu
422
‘Yasama Dokunulmazlığı’ başlığı taşıyan, Anayasa’nın 83. maddesinin 1. fıkrası, yasama
sorumsuzluğunu; 2 ve devamı fıkraları ise yasama dokunulmazlığını düzenlemektedir. Bu maddeye
göre, milletvekilleri “bazı istisnalar dışında, seçimden önce veya sonra, işlenen suçlar bakımından
dokunulmazlıktan yararlanırlar ve bu suçların kovuşturulması ve infazı, meclis tarafından
dokunulmazlığın kaldırılmaması durumunda, milletvekilliği görevinin sona ermesine bırakılır”
Çağlayan, Đdari..., op.cit., s. 141.
131
nedenle, kabahatlerin yasama dokunulmazlığı kapsamında değerlendirilmeleri
mümkün değildir.423
Ayrıca, Aktaş’ın da haklı olarak belirttiği gibi, kabahatlerin suç olarak kabul
edilmesi mümkün olmamakla birlikte, bu eylemlerin suç olduğunu iddia eden
görüşlerin bir an olsun doğru oldukları kabul edilecek olunursa dahi, yasama
dokunulmazlığı kapsamına dahil edilmeleri mümkün değildir. Çünkü Anayasa’nın
83. maddesinde “dokunulmazlık kapsamında alınan ceza muhakemesi işlemleri
tahdidi olarak belirtildiğinden, Kabahatler Kanunu çerçevesinde işlenen fiilleri
yaptırım uygulanması, ceza yargılanmasını veya dokunulmazlık kapsamındaki diğer
muhakeme işlemlerini gerektirmediğinden, bu fiillerin dokunulmazlık kapsamında
ele alınması da düşünülemez”. 424
Yapılan açıklamalar ışığında, ceza yaptırımlarının kişiler bakımından
uygulanması açısından istisna olarak ele alınan yasama dokunulmazlığının, kural
olarak idari yaptırımlar hakkında istisna olarak ele alınmasına yer olmadığı
söylenebilir. 425
423
“ Gerçekten, idari yaptırım uygulanmasına ilişkin süreçte kişinin, Anayasa’nın aradığı anlamda
tutulması ( yakalanması/ gözaltına alınması), sorguya çekilmesi, tutuklanması yargılanması ( Anayasa
madde 83/2) veya verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi söz konusu değildir”. Çetin Arslan,
“Yasama Dokunulmazlığının Zamanaşımına Etkisi”, A.Ü.H.F.D. , Yıl: C. 57, S. 1, 2008, s. 47.
424
Kadir Aktaş, “Yasama Dokunulmazlığı Kurumunun Türkiye’de Gelişimi”, Yasama Dergisi, S. 3,
Ekim – Kasım - Aralık 2006, s. 112.
http://www.yasader.org/web/yasama_dergisi/2006/sayi3/Yasama_Dokunulmazligi_Kurumunun_Turk
iyedeki_Gelisimi.pdf. (14.03.2008)
425
Milletvekili dokunulmazlığı açısından benzer görüşteki Çağlayan, “cumhurbaşkanının kabahatler
bakımından, milletvekili dokunulmazlığından yararlanması gerektiğini” ileri sürmektedir. Yazar bu
görüşünü, cezai sorumluluğu bakımından yargı önüne çıkarılamayan Cumhurbaşkanına idari bir
kararla idari yaptırım uygulanmasının mümkün olmayacağını ifade ederek savunmaktadır. Çağlayan,
Đdari..., op.cit., s. 140.
132
ce.Tüzel Kişilerin Sorumluluğu
5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 8. maddesinde426 tüzel kişiler hakkında idari
yaptırım öngörülebileceğini açıkça düzenlemektedir.427 Hükümde tüzel kişinin organ
ve temsilcisinin yanı sıra organ ve temsilcisi olmasa bile tüzel kişinin faaliyeti
kapsamında hareket eden bir kişi tarafından kabahat işlenmesi halinde de idari
yaptırım uygulanabileceği belirtilmektedir.428 Kısaca, kişisellik ilkesinin idari
yaptırımlar için de geçerli olduğu ancak, tüzel kişilerin idari yaptırımlara konu
edilebilmesi açısından ceza hukukundan farklı bir görünüm arz ettiği belirtilebilir.429
d. Kabahatlerin Özel Đşleniş Biçimleri Olarak Đçtima ve Đştirak
Her ne kadar Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden önce,doktrinde
iştirak ve içtima uygulamasının idari yaptırımlar açısından imkansız olduğu
426
Madde 8 – (1) Organ veya temsilcilik görevi yapan ya da organ veya temsilci olmamakla birlikte,
tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde görev üstlenen kişinin bu görevi kapsamında işlemiş bulunduğu
kabahatten dolayı tüzel kişi hakkında da idari yaptırım uygulanabilir.
(2) Temsilci sıfatıyla hareket eden kişinin bu sıfatla bağlantılı olarak işlemiş bulunduğu kabahatten
dolayı temsil edilen gerçek kişi hakkında da idari yaptırım uygulanabilir. Gerçek kişiye ait bir işte
çalışan kişinin bu faaliyeti çerçevesinde işlemiş bulunduğu kabahatten dolayı, iş sahibi kişi hakkında
da idari yaptırım uygulanabilir.
(3) Kanunun, organ veya temsilcide ya da temsil edilen kişide özel nitelikler aradığı hallerde de
yukarıdaki fıkralar hükümleri uygulanır.
(4) Birinci ve ikinci fıkra hükümleri, organ veya temsilcilik ya da hizmet ilişkisinin dayanağını
oluşturan işlemin hukuken geçerli olmaması halinde de uygulanır
427
428
Candan, Kabahatler Kanunu…, s. 9.
Kabahatler Kanunu’nun 8. maddesinin 2. fıkrasında ise temsilci sıfatı taşıyan kişinin eylemi
nedeniyle
temsil edilene ve iş yerinde çalışanının eylemi
ile de işyeri sahibine idari yaptırım
uygulanabileceği düzenlenmiştir. Bu fıkranın kişisellik ilkesine aykırı olduğuna dair görüşe
katılmaktayız. Ş. Cankat Taşkın, “5326 Sayılı Kabahatler Yasası’nın Anayasa’ya ve Hukuka Aykırılık
Açısından Đncelenmesi”, T.B.B.D. , S. 61, 2005, s. 357.
429
Tan, Đdari Yaptırımlar…, op.cit., s 105; “Đdari yaptırımlar alanında bu ilke sui generis bir kural
görünümdedir”. Özay, Đdari yaptırımlar..., op.cit., s. 61.
133
belirtilmiş430 olsa da; Kabahatler Kanunu ile her iki kurum da idari yaptırımlar
açısından uygulama bulmuştur. Kabahatler Kanunu’nun 14. maddesi iştirak
kurumunu, 15. maddesi de içtima kurumunu düzenlemektedir.
Kanunu’nun 14. maddesinde431, Ceza Kanunu’nda yer verilen fail ve
azmettiren ayrımına yer verilmeksizin iştirak kurumunu düzenlemektedir.432
Maddeye göre, idari yaptırım konusu eyleme iştirak edenler, iştirak düzeyleri dikkate
alınmaksızın fail kadar yaptırımla karşılaşırlar.433 Kısaca bir idari yaptırım öngörülen
eylemin yapılmasına birden fazla kişi katılmışsa, aralarında bir ayrım gözetilmeden
yaptırım uygulanacaktır. Maddeye göre iştirak hükümlerinin uygulanabilmesi için
kasıt ve hukuka aykırı bir eylemin varlığı yeterlidir.434
430
431
Nazaroğlu, op.cit., s. 104; Oğurlu, Đdari Yaptırımlar…, op.cit., s. 52
Madde 14 - (1) Kabahatin işlenişine birden fazla kişinin iştirak etmesi halinde bu kişilerin her biri
hakkında, fail olarak idari para cezası verilir.
(2) Özel faillik niteliğinin arandığı durumlarda, kabahate iştirak eden ve bu niteliği taşımayan kişi
hakkında da fail olarak idari para cezası verilir.
(3) Kabahate iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı yeterlidir. Kabahatin
işlenişine
iştirak eden kişi hakkında,
diğerlerinin sorumlu olup
olmadığı göz
önünde
bulundurulmaksızın idari para cezası verilir.
(4) Kanunda özel faillik niteliğini taşıyan kişi açısından suç, diğer kişiler açısından kabahat olarak
tanımlanan fiilin, bu niteliği taşıyan ve taşımayan kişiler tarafından ortaklaşa işlenmesi halinde suça
iştirake ilişkin hükümler uygulanır.
432
Ceza Kanunu’nda ise iştirak, yardım etme düzeyinde ise faillik ve azmettirmeden daha az ceza
öngörülmüştür. Yani ceza kanunu’nda asıl fail ile suça katılanların cezaları farklı öngörülmüştür.
433
“ Maddenin birinci fıkrasında, kabahatlere iştirak haliyle ilgili olarak tek tip faillik sistemi kabul
edilmiştir. Kabahatin işlenişine iştirak eden kişiler arasında azmettiren ve yardım eden ayrımı
gözetilmemiştir”. Necati Meran, Açıklamalı Kabahatler Kanunu ve Kabahat Đçeren Kanunlar,
Kartal Yayınevi, Ankara, 2007, s. 45.
434
5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesi gereği, Kanunun“Genel Hükümler” başlıklı Birinci
Kısmında yer alan iştirak hükümleri, Çevre Kanunu açısından da geçerlidir.
134
Kanunu’nun 15. maddesinde435 ise, içtima kurumu düzenlenmiştir. Bu
maddeye göre, bir eylem ile birden fazla kabahat işlenmiş ve kanunlarda bu kabahate
karşı idari para cezaları öngörülmüş ise, bu idari cezalardan en ağırının uygulanması
gerektir. 436 Diğer bir deyişle, bir eylem, idari para cezası dışında aynı zamanda başka
bir idari yaptırımın konusuna da giriyor ise, her iki yaptırımın ayrı ayrı uygulanması
açısından bir engel yoktur.437
Kabahatler Kanunu’nun 15. Maddenin 3. fıkrasında ise, hukuka aykırı bir
eylem hakkında hem ceza yaptırımı hem de idari para cezası öngörüldüğü
durumlarda, yalnızca cezai yaptırım uygulanması gerektiğini belirtilmektedir. Ancak
bu düzenlemeye zıt düzenlemeler içeren kanunlar da bulunmaktadır. Bunun en açık
örneğini Çevre Kanunu’nun 20. maddesinin son fıkrası oluşturur. Maddede “ Bu
maddenin uygulanmasında TCK ile diğer kanunların, fiilim suç oluşturması haline
ilişkin hükümleri”nin saklı olduğu düzenlenmiştir.
435
Madde 15 – (1) Bir fiil ile birden fazla kabahatin işlenmesi halinde bu kabahatlere ilişkin
tanımlarda sadece idari para cezası öngörülmüşse, en ağır idari para cezası verilir. Bu kabahatlerle
ilgili olarak kanunda idari para cezasından başka idari yaptırımlar da öngörülmüş ise, bu yaptırımların
her birinin uygulanmasına karar verilir.
(2) Aynı kabahatin birden fazla işlenmesi halinde her bir kabahatle ilgili olarak ayrı ayrı idari para
cezası verilir. Kesintisiz fiille işlenebilen kabahatlerde, bu nedenle idari yaptırım kararı verilinceye
kadar fiil tek sayılır.
(3) Bir fiil hem kabahat hem de suç olarak tanımlanmış ise, sadece suçtan dolayı yaptırım
uygulanabilir. Ancak, suçtan dolayı yaptırım uygulanmayan hallerde kabahat dolayısıyla yaptırım
uygulanır.
436
Bu haliyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 44. maddesi ile düzenlenen fikri içtima kurumunun,
idari yaptırımlar açısından yalnızca idari para cezaları için öngörüldüğü söylenebilir.
Madde 44 – (1) Đşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi,
bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.
437
Çevre Kanunu’nun 15.maddesinin son fıkrasında da bu maddeye paralel bir düzenleme yapılmış ve
“faaliyetin durdurulması, Bu Kanunda öngörülen cezaların uygulanmasına engel teşkil etmez”.
denmiştir. Bu maddeye göre bir eylem nedeniyle kişi hakkında hem idari para cezası hem faaliyetin
durdurulması yaptırımı uygulanabilecektir.
135
Kanımızca da idari yaptırımlar ile ceza yaptırımları arasında, yukarıdaki
bölümlerde açıklamalarda bulunduğumuz gibi, amaç farkı vardır. Bu nedenlerle idari
yaptırımların ceza yaptırımları arasındaki farklılıklar göz önüne alınmak suretiyle,
her iki yaptırımın ayrı ayrı uygulanması imkanı bulunmamaktadır. Sonuç olarak,
Kabahatler Kanunu’nun içtima kurumuna ilişkin hükmünün idari yaptırım hukuku
açısından uygun olmadığı görüşündeyiz.
e. Kabahatler Kanunu’nda Đdari Yaptırım Uygulamaya Yetkili
Makamlar
5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 22. maddesinin438 1. fıkrasında kabahatler
açısından genel yetkinin, özel kanunlarda açıkça gösterilen idari kurul, makam veya
kamu görevlilerine ait olduğu; 2. fıkrasında ise ilgili kanunlarda idari yaptırım
uygulama yetkisine sahip makam belirtilmemiş ise, ilgili kurum ve kuruluşun en üst
amirinin bu konuda yetkili olduğu belirtilmiştir. Söz konusu idari kurul, makam ve
kamu görevlileri ancak kanunlarda gösterilen faaliyetler kapsamında ve görev
alanlarına giren işlerle ilgili yaptırım uygulayabilir.
5326 sayılı Kabahatler Kanunu, kabahatler konusunda genel yetkili makamları
22. maddede düzenlemiş olmasının yanı sıra, “cumhuriyet savcısının karar verme
yetkisi” başlıklı 23. maddesinde ve “mahkemenin karar verme yetkisi” başlıklı 24.
438
MADDE 22 - (1) Kabahat dolayısıyla idarî yaptırım kararı vermeye ilgili kanunda açıkça
gösterilen idarî kurul, makam veya kamu görevlileri yetkilidir.
(2) Kanunda açık hüküm bulunmayan hallerde ilgili kamu kurum ve kuruluşunun en üst amiri bu
konuda yetkilidir.
(3) Đdarî kurul, makam veya kamu görevlileri, ancak ilgili kamu kurum ve kuruluşunun görev alanına
giren yerlerde işlenen kabahatler dolayısıyla idarî yaptırım kararı vermeye yetkilidir.
(4) 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun yer bakımından yetki kuralları
kabahatler açısından da geçerlidir
136
maddesiyle, idari yaptırım kararı vermek üzere cumhuriyet savcıları ve mahkemeleri
de yetkili kabul etmektedir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, idari yaptırımlar, idare hukuku konusu içinde ve
idare tarafından verilen, idari işlem niteliğinde kararlardır. Bu nedenle, cumhuriyet
savcıları ve mahkemelerin hangi hallerde idari yaptırım kararı verebileceği; verilen
bu yaptırım kararının niteliğinin incelenmesi gereklidir.
ea. Cumhuriyet Savcılarının Đdari Yaptırım Uygulaması
5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nu 23. maddesi,439 Cumhuriyet Savcılarının
idari yaptırım uygulayabileceği durumları, 3 fıkra halinde düzenlemektedir. Bu
maddenin 1. fıkrasında, Cumhuriyet Savcılarının idari yaptırım kararı verebileceği
ilk hal olarak, kanunda açıkça bir hüküm bulunması şartı gösterilmiştir. Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun cumhuriyet savcısının görev ve yetkilerini düzenleyen
161. maddesinde, savcıların idari yaptırım kararı verme görev ve yetkisinin
belirtilmemesine karşın, 5349 sayılı Kanunla değişik 5252 sayılı Türk Ceza
Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun, Cumhuriyet savcılarını
idari para cezalar konusunda yetkili kılarak, Kabahatler Kanunu’nun Cumhuriyet
savcılarının idari yaptırım uygulayabilmesi için aradığı, “kanunda açıkça hüküm
bulunması” şartını sağlanmıştır.
439
Madde 23 – (1) Cumhuriyet savcısı, kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde bir kabahat
dolayısıyla idarî yaptırım kararı vermeye yetkilidir.
(2) Bir suç dolayısıyla başlatılan soruşturma kapsamında bir kabahatin işlendiğini öğrenmesi halinde
Cumhuriyet savcısı durumu ilgili kamu kurum ve kuruluşuna bildirebileceği gibi, kendisi de idarî
yaptırım kararı verebilir.
(3) Soruşturma konusu fiilin kabahat oluşturduğunun anlaşılması halinde Cumhuriyet savcısı bu
nedenle idarî yaptırım kararı verir. Ancak, bunun için ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından idarî
yaptırım kararı verilmemiş olması gerekir.
137
Cumhuriyet Savcılarının yaptırım uygulamasına imkân veren ikinci hal ise,
Kabahatler Kanunu’nun 2. fıkrasında düzenlenmektedir. Bu fıkraya göre, savcı bir
suç dolayısıyla başlattığı soruşturma kapsamında, aynı zamanda bir kabahatin de
işlendiğini öğrenmişse, ya doğrudan idari yaptırım uygulayacaktır ya da ilgili idari
makama bu durumu bildirecektir. Cumhuriyet Savcılarının Kanunu’nun 2. fıkrasına
göre sahip oldukları yetkinin, takdiri ve genel bir yetki olduğu belirtilebilir.440
Cumhuriyet savcılarının idari yaptırım uygulama yetkilerini ilişkin olarak
Kanunda düzenlenen son hal, maddenin 3 fıkrasında yer verilen, soruşturma
evresindeki fiilin ‘kabahat olduğunun anlaşılması’ durumu ile ilgilidir. Savcı,
soruşturma evresinde, fiilin kabahat olduğunu anlamış ise, “hukukun temel ve
yerleşmiş ilkelerinin”441 aksine, yani görevsizlik kararı verip evrakı ilgili idari
makama göndermek yerine, idari yaptırım kararı vermek zorundadır.
442
Savcının bu
noktada kullandığı yaptırım uygulama yetkisi takdiri bir yetki değildir.
440
Ancak Karagülmez’ in de haklı olarak belirttiği gibi, “cumhuriyet savcılarına genel ve takdire
dayalı da olsa böyle bir yetki vermek çelişkilidir; duraksama ve karışıklıklara neden olabilecektir”.
Karagülmez, Suç Olmaktan Çıkarma..., op.cit., s. 267.
441
Ibid., s. 268.
442
Anayasa Mahkemesi’ nin “5326 Sayılı Kabahatler Kanunun 3., 23., 24., 27., 28., 29., Geçici 2., 3.
Maddelerinde ve 5252 Sayılı "Türk Ceza Kanununun Yürürlük Ve Uygulama Şekli Hakkında
Kanunun 7. Maddesinde Değişiklik Yapılması”
hakkındaki kararına konu yapılan 5326 sayılı
Yasa'nın 23. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve 5252 sayılı Yasa'nın 7. maddesinin (4) numaralı
fıkrası ile ilgili olarak;
“Adli işlemlerle ilgili yargı görevi yürüten Cumhuriyet savcısının yaptığı soruşturma kapsamında,
eylemin niteliği ile verdiği kararların onun adli görevi içerisinde değerlendirilmesi gerektiği halde,
eylemin niteliğine bağlı olarak kendisine idari yaptırım uygulama görevi verilmesinin Anayasa'nın
Başlangıcı ile 2., 6., 7., 8., ve 9. maddelerinde benimsenen kuvvetler ayrılığı ilkesine; yargı ayrılığı
ilkesi gereği maddi ve organik olarak idari işlem niteliğindeki idari para cezasını verme yetkisinin
Cumhuriyet savcısına verilmesinin Anayasa'nın 10., 11., 123., 125., 128., 138., 140., 142. ve 155.
maddelerine aykırı olduğu ” iddia edilmiş; ancak Anayasa Mahkemesi iddiayla ilgili olarak;
138
Đdari yaptırım kararlarının, idare hukukunun konusu içinde ve idari işlem
niteliğinde kararlar olması, cumhuriyet savcılarına tanınan bu yetkinin niteliği
konusunda bazı tartışmalara neden olmaktadır.
Ulusoy’un da haklı olarak belirttiği gibi, cumhuriyet savcılıkları yargı erki
içinde görev yapan merciler olmalarına karşın, kabahatler nedeniyle verdikleri idari
yaptırım kararlarının, yargı fonksiyonu içindeki kararlardan biri olarak görmenin
imkânı yoktur. Çünkü cumhuriyet savcılarının Kabahatler Kanunu’nun tanıdığı yetki
kapsamında verdiği yaptırım kararları, mahkemeler tarafından, yargılama usulleri
izleyerek ve kesin hüküm niteliğinde verilen kararlarından değil; idari makamların
yerine geçmek suretiyle ve idarenin işlevi içinde verdikleri kararlardan sayılmalıdır.
Buna göre, cumhuriyet savcılarının Kabahatler Kanunu uyarınca verdikleri yaptırım
kararının, yargı erkinin idari nitelikte yaptığı işlemler olarak kabulü gerekir.443
“Đtiraz konusu kurallar 5326 sayılı Yasa'nın 22., 23. ve 24. maddeleri ve aynı Yasa'nın 3. maddesinin
iptal gerekçesi ile birlikte değerlendirildiğinde, Cumhuriyet savcısının kabahat dolayısıyla idari
yaptırım uygulamasının istisnai olduğu, hafif hapis ve hafif para cezasından dönüştürülenler dışında
bu konuda asıl yetkinin idareye tanındığı görülmektedir. Cumhuriyet savcısına bu yetkinin tanınması
nedeninin görevsizlik kararı verilerek işin uzatılması yerine süratle bitirilmesi olduğu anlaşıldığından,
düzenlemelerin Anayasa'nın 123., 125. ve 128. maddelerine aykırı olmadığı gibi, davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasını öngören Anayasa'nın 141. maddesiyle de uyumlu
olduğu kanısına varılmıştır.Açıklanan nedenlerle iptal istemlerinin reddi gerekir. Kuralların
Anayasa'nın Başlangıcı ile 2., 6., 7., 8., 9., 10., 11, 138., 140., 142. ve 155. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir” kararı vererek ilgili maddeleri Anayasa’ya aykırı görmemiştir. AMK 1.3.2006, E.
2005/108, K. 2006/35, R.G. 22.07. 2006, 26236
443
Ulusoy, Erkler Ayrılığı..., op.cit., s. 14 - 15.
139
eb. Mahkemelerin Đdari Yaptırım Uygulaması
Mahkemelerin idari yaptırım kararı vermesine imkân veren tek düzenleme,
5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 24. maddesidir.444 Bu maddeye göre,
kovuşturma konusu yapılan bir eylemin, kabahat olduğu anlaşılmış ise, mahkemeler
tarafından da idari ceza uygulayabilecektir. 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 24.
maddesiyle mahkemelere tanınan bu yetki, kovuşturma konusu ile irtibatı olmayan
bir eylemin kabahat olduğunun anlaşılması halini kapsamamaktadır.445 Bu nedenle
de mahkemelere tanınan bu yetkinin usul ekonomisine dayandığı ileri sürülebilir.
Kanun koyucu, mahkemelerde kullanılan yargılama usulünün, idari makamların
yaptırım uygulamak için kullandıkları usule göre daha ayrıntılı ve derinlemesine bir
inceleme gerektiren bir süreç olması nedeniyle, yargılama usulünden geçmiş bir
eylemin, idari makamlarca yeniden inceleme ve değerlendirme yapmasının zaman ve
emek kaybına neden olacağı kanısıyla mahkemelere böyle bir yetki tanımıştır.
Ancak idari yaptırım konusunda asli yetkinin idari makamlara ait olduğu kabul
edilmelidir. Aksi takdirde mahkeme kararları ile idari yaptırım uygulanması
gündeme gelecektir ki, bu da Anayasa’nın 125. maddesinin 4. fıkrasında düzenlenen,
“Yargı yetkisi (…) idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak
biçimde yargı kararı verilemez” hükmüne aykırı olacaktır.446 Ancak Anayasa
Mahkemesi, 1.3.2006 tarihli kararında, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 24.
maddesi ile ilgili olarak, Anayasa’ya aykırılık görmediğini belirtmiştir. Hükmün
444
Madde 24 - (1) Kovuşturma konusu fiilin kabahat oluşturduğunun anlaşılması halinde mahkeme
tarafından idarî yaptırım kararı verilir.
445
Yüksel Erdoğan, Kabahatler Kanunu, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2005, s. 161.
446
Konuyla ilgili olarak ayrıntılı bir çalışma için: Onur Karahanoğulları, “Đdari Đşlem Niteliğinde
Yargı Kararları ve Vergi Davaları”, Prof. Dr. Gözübüyük’e Armağan, Turhan Kitabevi, Ankara,
2005, s. 199 – 215
140
gerekçesinde, soruşturma sonucunda eylemin idari yaptırımların konusuna girdiğinin
anlaşılması halinde, mahkemelerinde idari yaptırım uygulayabilmesinin, emek ve
zaman kaybını önleme amacı taşıdığı
ve uygulama açısından da kolaylık
sağlayabileceğini belirtilmiştir. Mahkemenin gerekçesinin yerinde olduğunu kabul
etmekle birlikte, bu gerekçenin, maddenin Anayasaya aykırılık sorununu
gidermeyeceği görüşündeyiz.447
Sonuç olarak, mahkemelerin idari yaptırım uygulama yetkisinin ve cumhuriyet
savcılarının idari yaptırım uygulama görev ve yetkilerinin, idari yaptırımların idari
karar niteliklerine ve erkler ayrılığı ilkesine ters olduğu ve özellikle de mahkemelere
tanınan idari yaptırım kararı verme yetkisinin Anayasaya aykırılık taşıdığı
kanısındayız.
447
Anayasa Mahkemesi’ nin “5326 Sayılı Kabahatler Kanunun 3., 23., 24., 27., 28., 29., Geçici 2., 3.
Maddelerinde ve 5252 Sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük Ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun
7. Maddesinde Değişiklik Yapılması
hakkındaki kararı”nda Yüksek Mahkeme, Kabahatler
Kanunu’nun 24. maddesinin Anayasa’ya aykırılık iddiasına, Kabahatler Kanunu’nun 23. maddesi ile
ilgili olarak verdiği karardaki gerekçelerle karşı çıkmıştır. Đlgili kararda;
“5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi uyarınca
kovuşturma, iddianamenin kabulüyle başlayıp, hükmün kesinleşmesine kadar geçen evreyi ifade
etmektedir. Buna göre, mahkemelerin kabahat nedeniyle idari yaptırım kararı verme yetkisi, yargılama
sırasında eylemin kabahat oluşturduğunun anlaşılması halinde söz konusu olabilir. Bu da, isnat edilen
suçun niteliğinin değişmesi veya davanın yanlışlıkla açılması, ancak buna ilişkin iddianamenin geri
çevrilmemiş olması halinde mümkün olabilir. Bu düzenleme biçimiyle, kovuşturma evresinde fiilin
kabahat olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilerek dosyanın görevli idari mercii veya
cumhuriyet
savcısına
gönderilmesi
yerine,
işin
süratle
sonuçlandırılmasının
amaçlandığı
anlaşılmaktadır. Başvuru kararında, bir idari işlem olan idari yaptırım kararı verme yetkisinin idare
içinde yer almayan mahkemelere bırakılmasının Anayasa'nın Başlangıcı ile 2., 6., 7., 8., 9., 123., 125.,
128. ve 138. maddelerine aykırılığı ileri sürülmüştür.
5326 sayılı Yasa'nın 23. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 5252 sayılı Yasa'nın 7. maddesinin (4)
numaralı fıkrasına ilişkin gerekçelerin bu kural yönünden de geçerli olması nedeniyle Anayasa'ya
aykırı olmadığı sonucuna varılan Kural'ın iptali isteminin reddi gerekir ” kararı vermiştir. AMK
1.3.2006, E. 2005/108, K. 2006/35, R.G. 22.07. 2006, 26236
141
3. Kabahatler Kanunu’na Göre “Başvuru Yolu”
Kabahatler Kanunu’nda en çok tartışılan hususları, yaptırım kararlarına karşı
görevli yargı yerlerinin işaret edildiği hükümleri ile ilgilidir. Türk hukukunda idari
yaptırımlara ilişkin olarak yaygın biçimde süregelen idari yargı yerlerinin görevli
olması geleneği, Kabahatler Kanunu ile değişikliğe uğramıştır.
Kabahatler Kanunu’nun idari yargı yerleri ile ilgili olarak kural düzenleme
olarak kabul ettiği usul, Kanunu’nun 27. maddesinde yer almaktadır. 27. maddenin 1.
fıkrasına göre, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi ile özel
kanunlarında düzenlenen diğer idari tedbirleri hakkında görevli yargı yeri sulh ceza
mahkemeleridir.
Kanunu’nun 19. maddesinde, a) Bir meslek ve sanatın yerine getirilmemesi b)
Đşyerinin kapatılması, c) Ruhsat veya ehliyetin geri alınması, d) Kara, deniz veya
hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,gibi yaptırımlara
ilişkin hükümlerin, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik
yapılıncaya kadar saklı olduğu belirtilmiştir. Bu hükme göre, söz konusu yaptırımlar
hakkında görevli yargı yerinin kural olarak idari yargı olarak kabul edilmesi ancak,
ilgili kanunlarında bu konuda bir değişiklik yapmalarına dek kabul edilmelidir.
Her iki düzenlemenin birlikte göz önüne alınması suretiyle yapılacak bir
değerlendirmeye göre; eylemi nedeniyle idari para cezası ve iş yerinin kapatılması
yaptırımı birlikte uygulanan ilgili kişi, her iki yaptırıma karşı iki farklı yargı yerine
başvuracaktır. Ancak, aynı nitelikte iki yaptırım hakkında iki farklı yargı yerine
başvurunun zorunlu tutulması, hak arama özgürlüğüne zarar verici, yargıya başvuru
açısından süreci uzatıcı ve çelişkilidir. Bu durumu gözeten kanun koyucu da, 06.12.
2006 tarih ve 5560 sayılı Kanun’un 34 maddesiyle, Kabahatler Kanunu’nun 27.
142
maddesinin son fıkrasında yaptığı değişikle, “idarî yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idarî yargının görev alanına giren kararların da
verilmiş olması halinde; idarî yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu
işlemin iptali talebiyle birlikte idarî yargı merciinde görülmesi” gerektiğini
belirtmiştir. Kısaca, yukarıda vermiş olduğumuz örneğe göre, maddede yapılan
değişiklikten sonra, kişi her iki yaptırıma karşı idari yargıda dava açabilecektir.
Ancak Kanunu’nun 27. maddesinin 4. fıkrasına göre, idari yaptırım kararının
idari makamlar tarafından verilmesi halinde, bu maddenin uygulanmayacağı
düzenlenmektedir. Diğer bir deyişle, cumhuriyet savcıları tarafından verilen yaptırım
kararlarına karşı başvuru imkanı tanıyan Kanun, mahkemeler tarafından verilen idari
yaptırım kararları hakkında görevli yargı yerinin, sulh ceza mahkemeleri
olmayacağını düzenlemektedir. Bu noktada, mahkemelerce verilen yaptırım
kararlarına karşı görevli yargı yerinin belirlenmesi sorunu ortaya çıkmaktadır.
Kanunda düzenlenen itiraz müesseselerinin niteliğinin tespit edilmesi,
konuyla ilgili bundan sonraki açıklamalarımız açısından belirleyici olacaktır.
Çağlayan, mevzuatımızda yer alan itirazla ilgili düzenlemeleri üç başlık altında ele
almaktadır. Bu başlıklar, “dava benzeri itiraz, idari başvuru şeklinde itiraz ve temyize
benzer başvuru yolu olarak itiraz”dır.448 Yazar, Kanunu’nun 27. maddesinde
düzenlenen ‘itiraz’ın hangi nitelikte olduğunun tespitinin önemli bir sonucu
olduğunu belirtmektedir. Eğer söz konusu düzenleme, idari itiraz kabul edilirse
ayrıca dava açma yoluna da başvurulacaktır. Dava benzeri itiraz kabul edilirse, iptal
448
Ramazan Çağlayan, Đdari Yargıda Kanun Yolları, 2.Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2006, s.
103.
143
davası gibi sonuçlar doğuracağı gibi, sonuçta verilen kararların temyize tabi olup
olmadığının da tespiti gerekecektir”.449
Bu tespite göre, mahkemelerin verdiği kararın yeni bir karar olmaması,
idarenin verdiği kararın onanması ya da iptali ile sınırlı bir inceleme olması
nedeniyle, Kanun’un 27. maddesinde düzenlenen itirazın, “ dava şeklinde itiraz”
olduğu kabul edilmelidir. Buna karşın, Kanunu’nun 29. maddesinde düzenlenen
‘itiraz’, mahkemenin verdiği son kararın denetlenmesi amacı taşıyan bir yol olduğu
için, “temyiz yolu olarak itiraz” şeklinde anlaşılmalıdır. 450
Mahkemelerin verdiği idari yaptırım kararlarına karşı başvuru yolunun değil,
itiraz müessesesinin geçerli olduğunu belirten Kanunun 27. maddesinin 5. fıkrası451,
mahkemeler tarafından verilen yaptırım kararlarının bir idari karar olarak değil, bir
mahkeme kararı olarak algılandığı bir kez daha teyit edilmiş olmaktadır. Kanun
koyucu bu nedenle mahkemeler tarafından verilen kararların ‘temyiz’ yolu olarak
kabul edilen itiraz müessesesinin konusu haline sokmuşken, diğer idari yaptırım
kararları hakkında, başvuru yolu öngörmüştür.
Sonuç olarak, mahkemelerin idari yaptırım kararı vermesinin Anayasal
aykırılık taşıdığına dair görüşlerimizin yanı sıra, mahkemenin verdiği idari yaptırım
kararları hakkında yalnızca itiraz müessesesinin düzenlenmesi de idari yaptırım
hukuku teorisi ile uyumlu olmadığı kanısındayız. Çünkü, eğer mahkemenin verdiği
idari yaptırım kararı bir ‘idari karar’ ise, başvuru yolunun açık tutulması gerekirdi;
eğer bu kararlar yargı kararı olarak kabul ediliyorlarsa da, idari yaptırım kararlarının
449
Ibid., s. 183.
450
Ibid., s. 184.
451
Madde 27/5 - idari yaptırım kararının mahkeme tarafından verilmesi halinde bu karara karşı ancak
itiraz yoluna gidilebilir.
144
mahkemeler tarafından değil idare tarafından ve idari usulle verilmesi gerekiyordu.
Bu halde söz konusu düzenlemelerin erkler ayrılığını benimsemiş Anayasa’ya
aykırılık taşıdığı kanısındayız.
Başvuru yollarına ilişkin 27 madde hakkında değinilmesi gereken bir diğer
nokta da, idari yaptırım kararlarına karşı yargı yoluna başvuru açısından Kabahatler
Kanunu’nun belirlediği süreler ve görevli yargı yerleri ile ilgilidir.
Bilindiği gibi, 2577 sayılı Đdari Yargılama Usulü Kanunu’nun452, 7.
maddesine göre dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde
Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür.
Ayrıca, maddenin 4. fıkrasında, bireysel idari kararlarla birlikte, bu karara dayanak
olan düzenleyici işleme karşı da dava açma imkanı tanınmıştır. Bu imkan, “Đlanı
gereken düzenleyici işlemlerde dava süresi, ilan tarihini izleyen günden itibaren
başlar. Ancak bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililer, düzenleyici işlem veya
uygulanan işlem yahut her ikisi aleyhine birden dava açabilirler. Düzenleyici işlemin
iptal edilmemiş olması bu düzenlemeye dayalı işlemin iptaline engel olmaz” şeklinde
düzenlenmiştir. Söz konusu maddeye göre kişi, idari yaptırıma dayanaklık eden
düzenleyici işleme karşı, süresi içinde dava açma hakkını yitirmiş olsa bile, bu
düzenleyici işleme dayanarak hakkında verilen idari yaptırımla birlikte, düzenleyici
işleme karşı da 60 günlük süre içinde dava açabilecektir.
Kabahatler Kanunu ise, idari yaptırım kararlarına karşı, dava açma süresini
ĐYUK’ ta yapılan düzenlemeden farklı olarak, 15 gün olarak düzenlemiş ve görevli
yargı yerini de adli yargı olarak göstermiştir. Bu durum, idari yaptırım kararı ile
birlikte bu yaptırım kararına dayanaklık eden düzenleyici işleme karşı dava açma
452
Kanun Numarası: 2577, Kabul Tarihi: 6.1.1982, Yayımlandığı Resmi Gazete : Tarih: 20.1.1982
Sayı: 17580, Yayımlandığı Düstur : Tertip : 5, Cilt : 21, Sayfa : 147
145
imkanını imkansız kılmaktadır. Çünkü, düzenleyici işleme karşı dava açma süresini
kaçıran kişi, bu düzenleyici işleme dayanarak hakkında verilen idari yaptırım
kararına karşı, ĐYUK’ un açık hükmüne göre, idari yargıda dava açmalıdır. Ancak,
Kabahatler Kanunu’na göre, idari para cezası gibi bireysel idari işleme karşı adli
yargıda dava açılabilir. Düzenleyici işlemle birlikte bireysel işleme karşı, adli yargı
nezdinde iddiada bulunma hakkı ise ĐYUK’ a göre bulunmamaktadır. Bu halde
kişinin, bireysel işleme karşı adli yargıda dava açtığı hallerde, düzenleyici işleme
karşı Danıştay’da ayrıca açacağı davanın süre yönünden reddedilmesi gündeme
gelecektir. Bu durumun, düzenleyici işlemelerin yargı denetimine tabi tutulma
imkanını daralttığı belirtilebilir.453
Đdarenin, kamu kudreti kullanılarak, idari usul ve ilkelere göre ve tek yanlı
olarak verdiği kararlarının, ‘idari yargının’ denetiminden çıkarılması; idarenin
etkinliğini arttıran ve fakat idari işlemler üzerindeki yargısal denetimi, idari yargının
faaliyet alanını daraltarak, azaltmaya çalışan adalet politikalarının sonucudur.
Her ne kadar idari yaptırım kararlarının adli mahkemelerde denetlenmesinin
de, işlemlerin hukuka uygunluklarının sağlanması için bir araç olduğu ileri
sürülebilirse de, bu tür işlem ve kararların, idare hukuku alanında uzmanlaşmış, idare
hukuku ilke, usul ve kurallarını gözeterek yargılama faaliyeti yapan idare
mahkemelerinin görev alanından çıkarılması, işlem ve kararlar üzerindeki denetimin
kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.
Ayrıca, sulh ceza mahkemelerinin idare mahkemelerinden sayıca daha fazla
ve ülke içinde daha yaygın teşkilatlanmış olmaları nedeniyle, hak arama
özgürlüğünün sağlanması açısından olumlu bir gelişme olduğu ileri sürülebilirse de;
453
Ulusoy, Erkler..., op.cit., s. 9 - 10.
146
adalet teşkilatının fiili imkansızlıkları gerekçe gösterilerek yalnızca ‘pragmatik’
gerekçelerle idari işlemlerinin denetiminin idari mahkemelerin denetiminden
çıkarılmasının, Anayasaya aykırı olacağı kanısındayız. Diğer yandan, idarenin işlem
ve kararları arasında yapılan ‘ağırlık- hafiflik’ gibi sübjektif derecelendirmelerin,
görevli yargının belirlenmesi sürecinde etkili olduğunun kabulü, kanun koyucuya
sınırsız bir takdir hakkı tanınması anlamına geleceğinden, adli yargı- idari yargı
ayrımını benimsemiş Anayasa’nın, özüne de aykırı olacaktır.454
4. Kabahatler Kanunu ve Çevre Hukuku Đlişkisi455
Türkiye’de
1980’li
yıllar,
ekonomik
hayatta
devletin
etkinliğinin
azaltılmasına yönelik politikaların, hukuki, ekonomik ve sosyal alanlarda yaşanılan
değişimin başlatıldığı ve günümüz kamu hukuku yaşamının şekillendirildiği bir
döneme tanıklık etmiştir. Bu yıllardan itibaren, devletin temel politikalardan biri olan
kamu hizmetinin özel kişilerce gördürebilmesine imkan veren politikalar, gerek
kamu hizmeti kavramının gerekse idare hukukunun kurum ve kavramlarında yaşanan
bu değişimin temellerini sunmaktadır.456 Devletin piyasadaki etkinliğini regülasyon
görevi ile sınırlı bir etkinlik alanda konumlandırmasına, kamu hizmetlerinin kamusal
niteliklerini yitirmesine, diğer yandan da idarenin üstün ve ayrıcalıklı yetkilerini,
454
Bu nedenle de, Ulusoy’un kabahatlerin ‘hafif’ eylemler olmaları nedeniyle adli yargının denetimine
tutulmalarının Anayasaya aykırılık içermediğine dair görüşüne katılmamaktayız. Ibid., s. 9
455
Kabahatler Kanunu hakkında yürütülen tartışmaların ve Kanun’a getirilen eleştirilerin, büyük
oranda, yaptırım kararları hakkında öngörülen ‘başvuru yolu’ üzerinde yoğunlaştığı yukarıda
belirtilmişti. Bu nedenle biz de burada yapacağımız incelememizi, Kanun’un başvuru yollarına ilişkin
27. maddesinin Çevre Hukuku’na egemen ilkelerden biri olan katılım ilkesi üzerindeki etkileri ile
sınırlandırdık.
456
Kamu hizmeti kavramının günümüz tazahürüne dair görüşler hakkında ayrıntılı değerlendirme ve
eleştiriler için bkz: Cüneyt Ozansoy, “Türkiye’de Kamu Hizmeti Tartışmaları:Bir Hamaset ve Habaset
Alanı”, A.Ü.H.F. D. , C. 46, S. 1 - 4, 1997, s. 85 - 100.
147
piyasanın rekabet ilişkilerine teslim etmesine neden olan bu değişimler,457 dünyanın
büyük çoğunluğunda etkisini gösteren “liberal politikalar”ın sonuçları olarak
sayılabilirler.458 Bu politikaların Türkiye’deki 25 senelik egemenliği, hukuk
dünyasında da etkili olmuş, gerek Anayasa’da ve gerekse mevzuatın diğer tüm
alanlarında yaşanan değişim, politikaların hukuki temellerinin yerleştirilmesini
sağlamıştır. Kamu hukukunun yeni kavram ve kurumları, özel hukukun etkisinde
kalmış; kamu hukuku özel hukuk ayrımı, özel hukuk lehine bozulmuştur. 459
Özel hukukun kamu hukuku kavram ve ilişkilerine müdahalesi, yürütmenin
diğer erkler karşısındaki ayrıcalıklı yanının güçlendiren460, idarenin faaliyet alanını
457
Bu noktada belirtilmelidir ki, devletin bu alanlardaki etkinliğinin piyasa lehine yitirmesinin
sonuçlarına dair
yaptığımız bu değerlendirme, Ozansoy’un “ya
piyasa
ya
devlet ikili
kavramlaştırmasına kilitlenip, başka seçenek bırakmayan yaklaşım ve tartışmaları artık aşan bir
gündeme ihtiyaç var. Bu kısır tartışma, toplumun kurucu özneleri olarak piyasa ve devlet dışında
başka bir seçenek bırakmadığı için, kamu hizmeti sonunda gerçek ve meşru irade olması gereken
yararlananları salt bir nesne haline getirmekte ve dışlamakta, diğer yandan ‘bir kamu hizmeti nedir ve
nasıl belirlenir’ gibi ana sorunu es geçmektedir” değerlendirmesinden bağımsız ele alınmamalıdır.
Cüneyt Ozansoy, “Kamu Hizmetinde Đdeolojik Boyut”, 2000 Yılında Đdarî Yargı Sempozyumu,
Ankara, Danıştay Yayınları, 2000, s. 35.
458
“ Bu süreçte önemli bir boyut ‘devlet iktidarının sınırlanması’ olgusudur. Otoritenin her zaman bir
müdahale gücü içermesi, bu müdahalenin hangi koşul ve durumlarda meşru ve yasal sayılacağını,
hangi durumlarda artık hukuk dışına çıkılmış sayılacağını ve tüm bu alanların hangi ilke ve
dayanaklarla yaratılabileceği sorusunu da, kamu hukukunun en canlı konusu yapmıştır. (…) kamu
gücüne sahip olan devlet hem bir düzen sağlayıcı otorite, hem de düzene karşı bir tehdit olarak belirir.
Burjuvazi bu tehditi, devlet müdahalesini öngörülebilir alanlara sıkıştırarak, zamanla hukuk devleti
oluşumunda eritmeye çalışmıştır”. Ozansoy, “Devletin Bekasından…” , op.cit., s. 52 - 53.
459
Turgut Tan, “Đdari Yargı da Özelleşiyor mu?”, Demokrasi ve Politika- Hukuk Yönetimi ve
Đktisat Üzerine, Ruşen Keleş’e Armağan, Editör: Ayşegül Mengi, Đmge Kitabevi, Ankara, 2007, s.
101.
460
“ Hukuka bağlılık herkesi, devletin tüm güçlerini, yasama, yürütme ve yargı organlarının her birini
kapsamaktadır. Ancak siyasal tarih bize, bu konuda en çok engel ve sorun çıkaran gücün, yürütme
organı ve yönetim olduğunu göstermektedir. Güçler ayrılığı bağlamında görev ve yetki paylaşımına ve
denetsel işlevlere karşı yürütme organları ve yönetimlerden sürekli biçimde itirazlar gelmiş, ‘istikrar’
adına daha fazla yetki, daha az sorumluluk içeren istemlerle yasama ve yargı organlarının yetki
148
genişleten ve fakat bu alanlarda sırf kamu hukuku ilke ve kurallarının değil,
piyasanın rekabet koşullarını ve dengesini korumaya çalışan birtakım özel hukuk ilke
ve kurallarının egemenliğine neden olan liberal politikaların sonucu olarak
açıklanmalıdır. Đdarenin faaliyet alanında yaşanan ‘genişleme’ye, özel hukukun etkisi
ve idarenin ayrıcalıklı ve üstün yanında yaşanan azalmanın da eklenmesi,
bu
faaliyetlerin denetlenmesinde de özel hukukun kavram ve kurallarına kullanılması
sonucunu doğurmuştur. Kısaca idarenin, özel hukukun kural ve ilkeleri
ile
paylaşmaya başladığı faaliyetleri, idare hukuku kavram ve kurumlarının değişmesine
ve idari yargıya tanınan denetim alanının daralmasına neden olmaktadır.
1990’lı yıllardan günümüze dek Türk pozitif hukukunda da, idarenin sırf
kamu hukuku kuralları ile yürüttüğü alanının daraltılmasına ve idari yargının
idarenin işlem ve eylemleri üzerindeki denetiminin sınırlandırılmasına neden olan
pek çok düzenleme yürürlüğe girmiştir. Bu sürecin en önemli ve açık örneklerinden
biri Kabahatler Kanunu’dur. Bu Kanun, idari yaptırımların konusu haline getirilen
faaliyetlerin sayısının artmasına ve fakat bu kararlara karşı adli yargının görevli
olmasına neden olmuştur. Diğer bir deyişle, Kabahatler Kanunu ile idarenin faaliyet
alanı arttırılmış ancak yargısal denetimi sınırlandırılmıştır.
Her ne kadar Kabahatler Kanunu dolayımıyla getirilen yaptırımlar sisteminin,
çevrenin korunması da başta olmak üzere, en temel de kamu düzenini sağlama gibi
alanları daraltılmak istenmiştir. Oysa, siyasal iktidarı oluşturan yürütme organı ve ona bağlı çalışan
kamu yönetimi, merkezi ve yerel tüm öğeleri ile işlev ve konumu gereği zaten devlet içindeki en
devasa gücü oluşturmakta, karar alma açısından da diğer organlarla kıyaslanamayacak ölçüde geniş ve
zengin bir alana oturmaktadır. Buna rağmen yönetim diğer organlar tarafından denetlenmeye sıcak
bakmamakta, tam aksine diğer organlara egemen olmak istemektedir. Bu durumun hukuk devletinin
en ciddi sorunu olduğu tartışmasızdır”. Derviş Parlak, “Yönetime Karşı Hak Aramada Sorunlar ve
Engeller”, Demokrasi ve Politika- Hukuk Yönetimi ve Đktisat Üzerine, Ruşen Keleş’e Armağan,
Editör : Ayşegül Mengi, Đmge Kitabevi, Ankara, 2007, s. 62.
149
bir işlevi olsa da; çevre hukuku açısından, kamu düzeninin sağlanması yani çevrenin
korunması sadece devletin görev ve sorumluluğunda düşünülmemelidir. Çevrenin
korunması anayasa uyarınca yurttaşlar için aynı zamanda bir ödev ve sorumluk
içermektedir. Bu nedenle yukarda da vurguladığımız gibi çevrenin korunması salt
devletin uygulayacağı yaptırımlarla sağlanamaz.
Katılım mekanizmaları açısından yargısal denetim de çevrenin korunması için
olmazsa olmaz araçlardan biridir.461 Bu durumda idarenin işlem ve eylemleri ile
bunların dayanağı olan düzenleyici işlemlere karşı yargısal denetim yolunun açık
olması, çevrenin korunması amacını gerçekleştirmeye yönelik yaptırımlar içinde
gerekir. Çünkü idare tek başına çevrenin korunması sorumluluğunu kendi üzerinde
bir ödev olarak görmeye başlarsa, hem pozitif hukuk açısından Anayasanın tanıdığı
hak, ödev ve sorumlulukların kapsamını daraltmış olur; hem de idarenin yaptırım
mekanizmaları aracılığıyla yargısal denetiminin önü kapatılmış olur. Buradan ilkesel
olarak bir kırılmanın önünün açılması bir süre sonra, idarinin tüm işlem ve
eylemlerine kadar genişleyecek bir yönetim anlayışının doğmasına zemin
hazırlayabilecektir. Bu nedenle her ne kadar bu yaptırımlara karşı idari yargı yolunun
kapatılmış olması, başta bu yaptırımlara maruz kalan kişi ve kurumların düzene
davet edilmesi, çevrenin korunması için etkin bir araç olması yönünden savunulacak
bir yönü varmış gibi görünse de yukarıda belirttiğimiz sakıncalar da idari yaptırımlar
461
“ Yurttaşların çevrenin korunması yolunda yönetim sürecine katılımlarındaki son aşamayı yargı
yoluna gitme oluşturmaktadır. Burada artık kararların alınmasına ve siyasa oluşturulmasına katılma
değil, bunların uygulanmasına ve pratiğe aktarılması sırasında ortaya çıkan uyuşmazlıkların
giderilmesine katılma söz konusudur. Bu aşamada elde edilecek sonucun geleceğe yönelik olarak,
gerek yürütmenin gerek yasamanın faaliyetlerini etkilemesi yönüyle, yine çevre siyasasının
oluşumunda rol oynayacağı kuşkusuzdur”. Nükhet Turgut, Çevre ve Yurttaşlar, Savaş Yayınları,
Ankara, 2003, s. 80.
150
sisteminin Kabahatler Kanunu eksenindeki yöneliminin sakıncalarını göstermesi
açısından önemli olduğunu düşünüyoruz.
151
BÖLÜM III
ÇEVRE KANUNU’NDA ĐDARĐ YAPTIRIMLAR
Türkiye’nin çevre sorunları, 1950’li yıllarla birlikte etkisini giderek arttıran ve
gelişmeye başlayan sanayileşme, kentleşme ve göç sarmalında biçimlendi. “Muasır
Medeniyetler” seviyesine yükselmek söylemi ile birlikte gelişen sanayileşme ve
kentleşme serüvenimizde, Anadolu marka otomobil bir yandan kalkınmışlık
ikonomuzu temsil ederken, bu otomobilin hareket edeceği geniş yollar, tüten bacalar
da bir tür kentleşme algımızın dışavurumunu temsil ediyordu. 1950’lilerden itibaren
etkisini giderek hissettiren bu kalkınmacılık rüzgarı, kır ve kent yaşantımızda köklü
dönüşümlerinde zeminini hazırlıyordu. Toplumsal belleğimize kazınmaya başlayan
bu dönüşüm sürecini, en genel anlamda, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş
olarak adlandırabileceğimiz geniş bir eksende değerlendirmek mümkündür.Buna
göre, toplumun temel yaşam biçimini, ekonomi politiğini değiştiren ve yaşamı
algılama tarzında köklü makas değişikliklerine yol açan iç ve dış dönüşüm
süreçlerinin belirleniminde, Türkiye’nin çevre sorunlarına ilişkin politikasının ve
hukukunun biçimlenmeye başladığı söylenebilir. 1970’li yılların sonu özellikle 1980
yıllar bu açıdan önemlidir. Bu çerçevede çevre sorunlarının uluslararası düzlemde
politikleştiği Stockholm Zirvesi, Türkiye açısından da bir milat kabul edilmelidir.
“Türkiye’nin de katılarak sonuç bildirgesini kabul ettiği, 1972 yılında düzenlenen
Stockholm Konferansı’nda, çevrenin geliştirilmesi ve korunması görevi hükümetlere
152
verilmiş, bu küresel yükümlülüğün de etkisi ile”
462
çevrenin korunması ile ilgili
olarak Türkiye’de de hükümetler etkinliklerini arttırmıştır.463
Söz konusu sürecin önemli bir sonucu da, 1982 Anayasa’sında, hak, ödev ve
sorumluluk olarak anayasal koruma altındaki diğer pek çok haktan farklı, geniş ve
ilerici sayılabilecek bir düzenleme olan çevre hakkının kabul edilmesi olmuştur.464
Her ne kadar çevre hakkının düzenlendiği 56. maddenin Anayasa’nın sistematiği
içindeki yeri eleştiri konusu yapılabilirse de, madde içeriğinin yaşam hakkıyla ilişki
kurularak düzenlenmesi, çevre hakkının önemi açısından465 özellikle vurgulanması
462
Pınar Kılıçoğlu , Türkiye’nin Çevre Politikalarında Sürdürülebilir Gelişme , Turhan Kitabevi
Yayınları, 1.baskı , Ankara , Ağustos 2005 , s. 67.
463
“1972 yılında Fert Melen Hükümeti zamanında Çevre Sorunları Koalisyonu Kurulu oluşturuldu”.
Semra Somersan, Olağan Ülkeden Olağanüstü Ülkeye Türkiye’de Çevre ve Siyaset, Metis
Yayınları, 1.Baskı, 1993 Đstanbul, s. 28.
“Çevrenin ayrı bir bölüm olarak yer aldığı ilk kalkınma planı 1973-1977 yıllarını kapsayan 3.Beş
Yılık Kalkınma Planı’nı oldu. Bkz. : Nesrin Algan, “ Türkiye’de Devlet Politikaları Bağlamında
Çevre ve Çevre Korumanın Tarihine Kısa Bir Bakış ”, Türkiye’de Çevrenin ve Çevre Korumanın
Tarihi Sempozyumu 7-8 Nisan 2000, Đstanbul, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı,
1.Baskı, ekim 2000, s. 227.
“1974’de de çevre kavramı hükümet programlarındaki yerini ilk kez yine bu plan döneminde görev
yapan 1.Ecevit Hükümeti Programında” yer verildi. Bkz. : Kılıçoğlu, Türkiye’nin Çevre
Politikalarında Sürdürülebilir Gelişme, s. 71.
464
Çevre hakkını “anayasal olarak tanıma, her şeyden önce, devlet içinde bu yeni hakka üstün bir yer
verir. Anayasalar genellikle toplumun en yüksek değerlerinin ifadesi olarak düşünülür. Bu nedenle
çevre muhafazasının önemini ortaya koyan bir anayasal hüküm, özel mülkiyet, ticaret ve sanayi
özgürlüğü, milli savunma vb. kesimlerle çatışması durumunda çevresel değerin öne çıkarılmasına
olanak sağlar”. Bkz. : Đbrahim Kaboğlu , Çevre Hakkı, Đmge Kitabevi Yayınları , 3.Baskı, Ankara
,Nisan 1996 , s. 41.
465
“Kuskusuz çevreye anayasal güvence vermek bir zorunluluk değil; yeterli hiç değil. Çevre koruma
konusunda hep öncü konumda olmuş AB ülkelerinde bile bu konuda farklı düzenlemelere
rastlanabiliyor. Ancak Türkiye için baktığımızda bir bakıma bunun bir zorunluluk halini aldığını
görüyoruz. Yasamanın genellikle çevresel kaygılardan arınmış olması, çevreci kamuoyunun ve sivil
toplum örgütlerinin yeterince güçlü olmaması çevre hakkına anayasada yer verilmesini gerekli
kılıyor”. Bülent Duru, “Anayasa Taslağında Ekoloji/Ekonomi Đkilemi”, Memleket Mevzuat, S. 31,
2008, s. 4.
153
gereken bir husustur.466 Ayrıca, çevre hakkının Anayasal olarak tanınması, çevrenin
korunmasına yönelik mevzuatın oluşması ve biçimlenmesi bakımından oldukça
önemlidir. Bu çerçevede kabul edilebilir ki, çevrenin korunması açısından 2872
sayılı Çevre Kanunu467 ve bu kanuna dayanarak çıkarılmış pek çok yönetmelik,
Anayasa’nın sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına ilişkin düzenlenmesinin
şemsiyesi altında, pozitif hukukun araçları haline gelmiştir.
Đdarenin çevrenin korunmasına yönelik yürüttüğü faaliyetlerinin ve bu
faaliyetler kapsamında koyduğu emir, yasak ve kuralların dayanağı olan Çevre
Kanunu, bu emir yasak, kural ve usullere aykırı davrananlara karşı kamu düzeninin
korunması amacıyla öngörülen idari yaptırımları da içermektedir. Bu nedenle, Çevre
Kanunu’ndaki idari yaptırımların muhataplarının, idari yaptırım öngörülen ihlal
çeşitlerinin ve idari yaptırım kararını vermekle yetkili kılınmış makamların
incelenmesinde kuramsal çerçeve, çevrenin korunmasında idari yaptırımların etkisine
ve çevre hakkının idari yaptırımlarla olan ilişkisine dair değerlendirme ile çizilebilir.
466
“ Çevre hakkının, yaşam hakkını destekleyici yönünde kuşku bulunmadığı gibi, bu hakkın yaşam
hakkı bakımından vazgeçilmez niteliği, çevre hakkının yaşam hakkının gerçekleşmesinde koşul
sayılmasını da mümkün kılar. En temel hak kabul edilen yaşam hakkı bakımından geçerli olanı, bir
adım daha atarak diğer haklar yönünden de geçerli kabul edilebilir ve çevre hakkının tüm özgürlükler
için varlık ve geçerlik koşulu olduğunu söyleyebiliriz. Zira, çevre, hakların kullanılabileceği mekanı
oluşturduğundan, bu mekanının güvence altına alınması diğer hakların içinde kullanılabileceği
ortamın da güvenceye kavuşturulması anlamına gelir”. E. Yasemin Özdek, Đnsan Hakkı Olarak
Çevre Hakkı, Türkiye ve Orta Doğu Amme Đdaresi Enstitüsü Yayınları No: 249, Ankara, Şubat 1993,
s. 100.
467
Kanun Numarası: 2872, Kabul Tarihi : 08.08.1983 R.G: 18132.
154
I- Genel Olarak Çevre Kanunu ve Đdari Yaptırımlar
A. Çevrenin Korunmasında Đdari Yaptırımların Etkisi
“Çevre sorunlarının evrensellik, kapsayıcılık ve çok yönlülük, birbirine
bağımlılık, etkilerin kalıcı olabilmesi ve gelecek kuşaklara da uzanması ve çoğu kez
kaybedilen değerlerin geri getirilememesi gibi özellikleri”468, çevrenin korunmasına
ilişkin önleyici mekanizmaların önemini arttırmaktadır. Bu nedenle, “yürütme ve
yürütme araçlarının en çok öneme”469 sahip olduğu alanlardan biri, çevrenin
korunmasına ilişkin faaliyetlere ilişkindir. Buna göre devlet, “çoğu kez yaşamın
içinde, aktif olarak müdahale edebilecek idareye yetki tanıyarak, daha yakın ve ince
bir denetime tabi”470 tuttuğu faaliyetleri düzenlemekte, denetlemekte ve söz konusu
faaliyetlerin kanunlara ve diğer tüm düzenleyici işlemlere uygun biçimde
sürdürülmesini sağlamaya çalışmaktadır.471 Diğer bir deyişle, çevrenin korunması
amacı taşıyan idari yaptırımlar, kamu düzeninin devamı açısından denetlenmesi ve
düzenlenmesi idareye bırakılan faaliyetlerde, idarenin koyduğu emir, yasak, kural ve
usullere uyulmasını sağlamak amacı taşıyan mekanizmaların bir parçasını
oluştururlar.472
468
Nükhet Turgut, “Çevre Hukukunda Çevreci Örgütlere Tanınan Olanaklar”, A.Ü.H.F.D. , C. 45, S.
1 - 4, 1996, s. 103.
469
Öğütçü, Çevre Kolluk..., op.cit., s. 74
470
Oğurlu, Đdari Yaptırımlara, op.cit., s. 7.
471
“Kamu hukukunun temel prensibi, idarenin kendisine tereddüp eden fonksiyonu ifa edebilmesi için
kararlar alması ve bu kararların yerine getirmemesi halinde de onlara müeyyide uygulayabilmesidir.
Kamu hizmetinde sürat şarttır. Adli mekanizma, işleyişi itibariyle, mahiyeti itibariyle ağır çalışan bir
organdır. Hâlbuki önümüzdeki konu, halkın sağlığı ile ve varlığıyla çok yakından ilgili olduğuna göre,
idari organlara müeyyide uygulama yetkisinin verilmesi tabiidir”. Osman Meriç, Yorum, Çevre
Kanunun Uygulanması, op.cit., s.180.
472
“Çevre Kanunu da, idari yaptırımları çevreyi kirleten kişilere uygulanacak asıl cezalar olarak
göstermiş ve mahkemece uygulanacak asıl cezalara mümkün olduğu ölçüde yer vermemeye
155
Đdarenin görev alanı içinde tanımlanan söz konusu faaliyetler, toplumsal
ihtiyaçlara göre, ülkeden ülkeye yahut bölgeden bölgeye değişebilirler.473 Bu
nedenle, özellikle “kirlilikle mücadelede hangi yöntemlerin seçileceği, standart
yöntemi benimsenmişse standartların neye göre belirleneceği, ne ölçüde bir kirliliğin
kabul edilebilir sayılacağı gibi” 474 gibi konuları içeren kural düzenlemelerde, ilgili
tarafların görüşleri büyük önem taşır. Bu yolla çevrenin korunması amacı taşıyan
düzenlemeler bir zor aracı değil, toplumsal
konsensüs çerçevesinde belirlenen
faaliyetler hakkında, uyulması gereken kurallar ve usuller olarak kabul edilecektir.
Diğer yandan katılımın sağlanması, çevrenin korunması amacı taşıyan düzenlemelere
ilgililerin uymasında yalnızca yaptırımla karşılaşma korkusunun değil, sağlıklı ve
dengeli bir çevrede yaşama hakkının tesisinde bir yurttaş olarak duyulan
sorumluluğun da etkili olmasını sağlayacaktır. Sonuç olarak, çevrenin korunması
açısından idari yaptırımların etkililiğinin arttırılması için, öncelikle, çevrenin
korunmasına ilişkin düzenlemelere halkın katılımının sağlanması gereklidir.
Çevre sorunlarının sektörel olarak ele alınarak engellenebilmesi mümkün
değildir. Diğer bir deyişle, çevre hukukunun temel niteliğini belirleyen önleme ilkesi,
ancak “bütüncül politikaların” belirlenmesi ve korumacılığın ötesinde “çevreyi
çalışmıştır. Kanun koyucunun bu yolu tercih etmesinin ana nedenini, çevrenin, kamu düzenini
koruyan ve kamu hizmeti gören idari mekanizmayı yakından ilgilendirmesi ve bu ilgi nedeniyle
idareye yaptırım uygulama gücü verilerek görevini daha iyi yapabileceğine olan inanç teşkil
etmektedir”. Şen, Çevre..., op.cit., s. 221.
473
Örneğin geniş orman alanlarına sahip bir ülkenin ormancılık ve hayvancılık önemli bir gelir
kaynağı ise bu ülkede bu alanları korumaya yönelik düzenlemelerin fazla ve ağır idari yaptırımlar
içermesi anlaşılabilir. Yine aynı örnek üzerinden, bu ülke deniz kıyısında ise, bu halde denizlerin
korunması öncelik kazanacaktır. Ancak her iki örnekten de anlaşılabileceği gibi “çevre konusunda
bütünüyle duyarsız bir ülkede bu tür konular hiçbir yaptırımla karşılaşmayabilir”. Oğurlu, idari...,
s.36.
474
Turgut, “Çevreci Örgütlere …”, op.cit., s. 117.
156
geliştirmek amacı” taşıyan çevre politikalarının kabul edilmesi sağlanabilir.475 Ancak
bu politikaların uygulamaya aktarılması aşamasında, geleneksel hukuk kavramlarına
egemen antroposantrik anlayışın476 aşılması ve çevre hukukunun bu kavramlara
kattığı “insanı aşan” yeni anlamlarının içselleştirilmesi de zorunludur. Buna göre,
Çevre Kanunu’nda düzenlenen idari yaptırımların etkililiği, devletin kısa, orta ve
uzun vadeli çevre politikaları ve bu politikaların başta tarım, imar, sanayi politikaları
olmak üzere diğer tüm politikaları ile ilişkileri çerçevesine yapılacak düzenlemeler
ile sağlanabilecektir. Aksi halde, devlet açısından çevrenin koruması, yaptırımlarla
desteklenmiş kural ve usul öngören düzenlemelerin yapılması ile sınırlı bir
sorumluluk alanı halini alacaktır. Ancak yukarıda da vurgulanmış olduğu gibi çevre
hakkının düzenlendiği Anayasa’nın 56. maddesi, sağlıklı ve dengeli bir çevrenin
sağlanması için öngördüğü hak ve sorumlulukların taraflarından birini de devlet
olarak göstermiş ve bu alanda devletin etkililiğini,477 yalnızca yaptırım uygulamakla
sınırlı, denetim ve gözetim görevinden daha geniş tanımlamıştır.
Çevrenin korunmasında idari yaptırımların etkisine ilişkin son değerlendirme,
idari yaptırımların ceza yaptırımları ile olan ilişkisi çerçevesinde yapılabilir. Bu
değerlendirmenin yapılabilmesi açısından, çevre sorunlarının “öncelikle bir
kentleşme, planlama, sanayi politikası ve ülkenin genel iktisadi düzeninin sorunu” 478
475
Ibid., s. 104.
476
“ Günümüzde bu yaklaşımlardan hakim konumda olanı, antroposantrik yaklaşımdır. Yani insan
doğaya hakimdir ve onun menfaatleri esastır. Đnsanın menfaati için, davranışlarımıza sınırlar
çizmemiz gerekmektedir. Ekolojik yaklaşım istisnai olarak biyolojik çeşitlilik ve yok olmaya giden
türler gibi dallarda uygulama alanı bulmaktadır”. Turgut, “Çevre Hukukunun…”, op.cit., s. 21.
477
Ibid., s. 24.
478
Köksal Bayraktar, Çevrenin Korunması ve Türk Hukuku, Seha L. Meraya Armağan, Cilt I.,
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları:465, 100.Doğum Yılında Atatürk’e Armağan
Dizisi:9, T.C. Ziraat Bankası, Halkla Đlişkiler Müdürlüğü, Kültür Yayınları:8,Bilim Dizisi:2, s. 77.
157
olduğuna dair belirlemenin yinelenmesi gerekmektedir. Bu nedenle çevrenin
korunması açısından, bütüncül bir planlama anlayışı çerçevesinde katılım yollarının
arttırılması ve idari önlemlerin güçlendirilmesi öncelikli bir öneme sahiptir.479 Ayrıca
idari yaptırımların, çevrenin korunmasına yönelik önleyici tedbirlerden ve idarenin
denetim mekanizmasından bağımsız olarak ele alınamaması gerekir. Diğer bir
deyişle, çevrenin korunması açısından çevre kirliliğine neden olacak ihlallerin
önlenmesini sağlayacak mekanizmaların yaratılması kadar, bu ihlaller doğduğu
zaman yaptırımların etkin biçimde uygulanması da önemlidir. Bu çerçevede
değerlendirilmek üzere, çağdaş ceza hukuku açısından ceza yaptırımlarının ‘son
seçenek’ ve ’zorunlu durumlarda’ yararlanılması gereken bir mekanizma olarak ele
alınması gerektiğini belirten Katoğlu,480 bunun, ceza yaptırımlarının ikincil,
tamamlayıcı
ya
da
salt
müeyyidelendirici
bir
işleve
sahip
olmasından
kaynaklanmadığını;481 ceza yaptırımlarının son seçenek olmasının çağdaş ceza
hukukunun genel ve temel bir ilkesi olduğunu ifade etmektedir.482
479
.Ersan Şen, “Mukayeseli Hukuk ve Çevre Koruma Anlayışı”, Güncel Hukuk, S.18, Haziran 2005,
s. 20.
480
Ceza hukuku aygıtlarından yararlanılması konusunda sistematik bir inceleme ve değerlendirme için
bkz. : Katoğlu, Yeni Türk Ceza Kanunu…, op.cit., s. 136.
481
Bu görüşe karşın çevrenin korunması açısından ceza yaptırımlarının işlevini değerlendiren pek çok
yazara göre, “insanın doğal çevre ile olan ilişkisinin esas itibariyle ceza hukuku dışında kalan
normlarla, özellikle idare hukuku normları ile düzenlediği nazara alındığında, ceza hukukunun diğer
bastırıcı araçlara” göre son seçenek olması, ceza yaptırımlarının tamamlayıcılığı ve ikinciliği ile
açılamaktadır. Nevzat Toroslu, “ Doğal Çevrenin Kirletilmesi Ve Ceza Hukuku ”, Sakif Erginay’a
65. Yaş Armağanı, Ankara, 1981,Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları No:460, s. 153.
Ayrıca, Sonuç olarak, “çevrenin korunmasını sağlayıcı iktisadi, politik ve idari önlemler alındıktan,
bunlar kurulup korunduktan, başka bir deyişle çevre korunmasını sağlayıcı ortam sağlandıktan sonra,
buna aykırı davrananlar hakkında ceza hukuku kurallarının uygulaması”
gerekir.
Yani, ceza
yaptırımları, idarenin aldığı önlemlerin ve bu nedenle de idari yaptırımların tamamlayıcısı olarak
kabul edilmesi gerekir. Bayraktar, Çevrenin Korunması ve…, op.cit., s. 77.
482
Ibid.
158
Ancak pek çok yazarın da haklı olarak belirttiği gibi, son yıllarda ve pek çok
ülkede, çevre korumasında ceza yaptırımlarının son seçenek ve tamamlayıcı olarak
görülmesi eğilimi azalmakta; bu nedenle de ceza yaptırımlarından ancak ağır ve özel
bazı fiiller için değil, diğer bastırıcı mekanizmalarla eşit düzeyde ve önleyici
mekanizmalardan bağımsız olarak kullanılmaktadır.483
B. Çevre Hakkı Çerçevesinde Çevre Kanunu’ndaki Đdari Yaptırımların
Failleri
Anayasa’nın 56. maddesinde, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına
sahip ‘herkes ’in, aynı zamanda çevre kirliliğini önlemek konusunda da sorumlu
tutulması nedeniyle484; “çevre hakkının muhataplarının tespiti, sorumluluk ve
yaptırımlar açısından da önem taşır”.485 Çünkü Anayasanın 56. maddesine göre,
“çevre hakkının kullanıcıları, aynı zamanda muhataplarıdır”.486 Anayasaya göre,
“gerçek ve tüzel kişilerin ortak sahipleri ve sorumluları bulundukları çevrenin,
483
Turgut, Çevre Hukuku, op.cit., s. 621; Katoğlu, Yeni Türk Ceza..., op.cit., s.137; Şen, Çevre
Ceza..., op.cit., s. 135.
484
Karşıt bir görüş : “1982 Anayasasının yapımcıları, dünyada çevreyi anayasalarına ilk koyan
ülkelerden biri olmakla övündüler.Gerçekten de 12 Eylül Askeri Anayasası’nın 56.maddesi her bireye
‘sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı’ tanıyordu.(…)Türkiye’ de devletin çevre anlayışı
açısından temel kaynak olan 56.madde ‘çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre
kirlenmesini önlemek’ görevlerini bireyler ve devlet arasında bölüştürmüş.Bu konuda mali güç, araç,
kurum ve iktidar sahibi olan devlete özel bir görev yüklememiş, çevrenin en önemli kirleticisi özel
sektörden sanayiden hiç söz etmemiş.Gerçi hukukçular 56.maddesindeki vatandaş ibaresinin hukuken
mahkemelerde özel sektörü kapsamayacağı anlamına gelmediğini belirtiyorlar.Ama ifadeden
Anayasa’da özel sektörün çevreden özel olarak sorumlu tutulamayacağı anlamı çıkıyor.Bu da
yeterince önemli bir vurgu”. demiştir. Somersan, op.cit., s. 29.
485
Taner Ürkmez, “Çevre Hakkı Kavramının Tarihsel Gelişimi”, Hukuk Dünyası, Hukukçular
Derneği Yayın Organı, Yıl:16, S.2, Nisan-Haziran 2006, s. 104.
486
Ibid.
159
kirletilmesi ve bozulması”487 sorunu karşısında, sorumlulukları da vardır. Keza
devlet de, çevrenin korunması sorumluluğun sahibi, yaptırımların da tarafıdır.
Çevre Kanunu da sorumluluk konusunda, kurum, kuruluş ve işletmeleri,
bireyler gibi idari yaptırımların muhatapları olarak göstermiş; Kanun’un tanımlar
başlığı altında düzenlenen 2. maddesinde, kirleten kavramının karşılığı olarak gerçek
kişiler gibi tüzel kişileri de saymıştır. Diğer bir deyişle Çevre Kanunu’nun,
faaliyetlerini düzenlediği, kirleten olarak saydığı ve düzenlenen emir, yasak ve
kurallara uymaması halinde idari yaptırım öngördüğü kişiler arasında, gerçek kişiler
kadar tüzel kişilerde bulunmaktadır.
Çevre Kanunu’nun özel olarak belirttiği muhatapları da ayrıca bulunmaktadır.
Buna göre, denizler, denizlere bağlı sular, göller ve barajların kirliliğe karşı
korunması için, özellikle petrol, petrol türevleri ile kirli balastların sulara tahliyesi
sorununu ele alan kanunkoyucu, bu sorunun önemli bir kaynağı olarak kabul ettiği
gemi ve tankerlerin faaliyetlerini de düzenlemiş, bunlar tarafından işlenebilecek
ihlalleri ayrıca düzenlemiştir. Diğer yandan artan kentleşme eğilimi içinde, sayıları
giderek artan konut, şantiye ve tesislerin, gerek altyapı sorunları gerekse planlama
eksikleri nedeni ile çevre üzerinde oluşturdukları baskı da gözetilerek, ‘konut,
şantiye ve tesisler’ tarafından gerçekleşen ihlaller hakkında özel olarak düzenlemeler
yapılmıştır. Sayıları gün geçtikçe artan ve fosil yakıt kullanımı nedeni ile son yıllarda
etkileri oldukça fazla hissedilen hava kirliliği sorununda, önemli bir paya sahip
motorlu taşıtlar da, belirli kurallara tabi tutulmuştur. Bu kurallara uygun olmayan
motorlu taşıtların sahipleri de, hakkında idari yaptırım öngörülen muhataplar
arasında özellikle vurgulanan kişilerden biridir.
487
Arif Ali Cangı, “Çevre Hakkı ve Çevre Korumanın Hukuksal Yolları”, Đz. B.D. , Ekim 1999, s. 55.
160
II. Çevre Kanunu’nda Đdari Đhlaller ve Yaptırımlar
Çevre Kanunu “çevreye zarar verici ya da tehlikeye koyucu ve ekolojik
dengeyi bozucu fiillerin tümünü idari ihlal olarak kabul etmekte ve bunları idari
yaptırımlara bağlamaktadır”.488 Her ne kadar, Kanun’un ‘Cezai Hükümler’ başlıklı
‘Beşinci Bölüm’ünde yalnızca idari para cezalarına yer verilmiş olsa da; Kanunda
para cezaları dışında, faaliyetin geçici veya sürekli olarak kısmen veya tamamen
durdurulması idari yaptırımı da düzenlenmektedir.
Çevre Kanunu’nda yapılan değişiklik öncesinde, söz konusu yaptırımların
konusunu oluşturan ihlaller,489 “kirletme, kirlenmeyi önlememe, koruma alanlarının
aşırı ve yanlış kullanımı, gürültü çıkarma, arıtma tesis ve sistemlerini yaptırmama,
faaliyet değişikliklerini ve tesis büyütme girişimlerini yetkili birimlere bildirmeme,
atıkların uzaklaştırılması veya zararsız hale getirilmesi sırasında gerekli önlemleri
almama, yetkililerin tanıdıkları süre içerisinde gerekli düzeltmeleri yapmama fiilleri”
olarak, sekiz başlık altında toplanabilirken; 5491 sayılı Kanunla yapılan değişiklik
sonrasında bu ihlallerin sayıları arttırılmış, içerikleri de ayrıntılandırılmıştır.490 Bu
değişiklikler arasında en çok tartışılan491 husus ise, hakkında idari para cezası
488
Alıca, op.cit., s. 220.
489
Turgut, idari yaptırımlara ilişkin bu düzenlemeler ile ilgili olarak, “idari yaptırım öngörülen ihlal
fiillerinin ya genel ya da somut olarak belirtildiğini” ifade etmiştir. Turgut, Çevre Hukuku, op.cit., s.
461.
490
Çevre ve Orman Bakanlığı hukuk müşaviri Mert, yapılan değişiklikten sonra “fiilin niteliği ve
ağırlığına göre cezalar belirlenmiş ve uygulamada bir eşitlik sağlama” amacının gerçekleştiğini
belirtmiştir. Mert, op.cit., s. 59.
491
Đdari para cezaları, sermayedarlar açısından en fazla eleştirilen değişiklik konusunu
oluşturmaktadır. Türkiye Đşveren Sendikaları Konfederasyonu Yönetim Kurulu Üyesi Paker’in Çevre
Kanunu’nda yapılan değişikliklere ilişkin yorumları bu görüşümüzü destekler niteliktedir. Paker,
Kanunda yapılan değişikliklerin “Çevre Kanunu’nda teknik içerik olarak fazla bir değişiklik
getirmeden, bilhassa sanayiciyi cezalandırarak doğru yola getireceğine inanan üslup ve anlayışın”
161
öngörülen ihlallerin sayılarının arttırılması olmuştur. Bu nedenle biz de, hakkında
idari yaptırım öngörülen ihlallere ilişkin incelememize, diğer yaptırımlara göre daha
ayrıntılı düzenlenen492 ve uygulamada çok sık karşılaşılan, idari para cezası
öngörülen ihlaller ile başlamanın yerinde olacağı kanısındayız.
Ancak bu incelemeye geçmeden önce özellikle belirtilmesi gereken bir nokta
“uygulanan
para
cezalarının
tamamına
yakının
Çevre
Kanunu’nun
8.
maddesinden”493 kaynaklandığıdır. ‘Kirletme Yasağı’ başlığı taşıyan bu maddeye
göre, her türlü atık ve artığı, çevreye zarar verecek şekilde, ilgili yönetmeliklerde
belirlenen standartlara ve yöntemlere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı biçimde alıcı
ortama vermek, depolamak, taşımak, uzaklaştırmak ve benzeri faaliyetlerde
bulunmak yasaktır. Kirlenme ihtimalinin bulunduğu durumlarda ise, ilgililer
kirlenmeyi önlemekle; kirlenmenin meydana geldiği hallerde kirleten, kirlenmeyi
durdurmakla, kirlenmenin etkilerini gidermekle veya azaltmak için gerekli tedbirleri
almakla yükümlüdürler. Buna göre, 8. maddenin 1. fıkrasında belirtilen eylemleri
gerçekleştirilenler
hakkında
doğrudan
yaptırım
uygulanırken;
2.
fıkrasına
dayanılarak verilen idari yaptırımlar için öncelikle “ilgiliye belirli bir süre tanınmış
olması gerekmektedir. Bu süre sonunda gerekli tedbirler alınmadığı takdirde, para
cezası yaptırımı uygulanır.(…) Maddenin uygulanmasında iki husus çok önemlidir.
Đlki kirliliğin tespiti, ikincisi ise kirlilin tespiti halinde bunun giderilmesi için sürenin
ürünü olduğunu ifade etmiştir. Lütfü Paker, “Sanayi ve Çevre Mevzuatı”, Çevre Kanunu
Değişiklikleri ve Sanayiye Etkileri Semineri, Türkiye Đşveren Sendikaları Konfederasyonu, Yayın
No: 279, Yorum Matbaacılık, Đstanbul, Kasım 2006, s. 33.
492
“Çevre Kanunu, yönetsel suçları düzenlerken, eylemleri saymaca (kazuistik) yöntemle sağlamıştır.
Kuşkusuz bu, yargısal suçları saptamada ne denli uygun değilse, yönetsel suçları saptamada o denli
uygundur. Çünkü keyfiliğe elverişli bir alanda bunu önler”. Selçuk, op.cit., s. 137
493
Ahmet Berberoğlu, “Çevre Hukukunun Đdari Yargı Düzeyinde Uygulanması”, Çevre Hukuku
Sempozyumu, Çeşme 10-11 Nisan 2006, Editör: Emel Batur, Ankara, 2006, s. 49.
162
verilip verilmediğidir”.494 Bu noktada 8. maddenin 2. fıkrasında düzenlenen
‘kirlenmeyi önlememe’ ihlalinin, kirlenme ihtimalinin ortaya çıkması halinde bu
durumu “önlememek ya da kirlenme meydana geldiğinde kirlenmeyi durdurup
etkilerini gidermek ve ya azaltmak yükümlülüğünü yerine getirmemek biçimindeki
ihmali davranış”495 dan kaynaklandığı belirtilebilir.
Yapılan açıklamalar ışığında, Çevre Kanunu’nda düzenlenen idari para
cezalarının, genellikle kirletmenin önlenmesi, durdurulması; kirlenme gerçekleşmiş
ise etkilerinin azaltılması ve giderilmesine yönelik kuralların ihlali halinde
uygulandığı belirtilebilir. Diğer bir deyişle, gerek Çevre Kanunu’nun amaç maddesi
ile gerek idari yaptırımların pozitif hukuktaki örneklerinden yola çıkarak
belirlediğimiz özellikleri ile paralel bir idari para cezası sistematiği, Çevre Kanunu
açısından, kabul edilmektedir.
A. ĐDARĐ PARA CEZASI ÖNGÖRÜLEN ĐHLALLER
5491 sayılı Kanunla yapılan değişiklik öncesi Çevre Kanunu, hakkında idari
para cezası öngörülen ihlalleri, “gerçek kişiler tarafından gerçekleşenler”, “kuruluş
ve işletmeler tarafından gerçekleşenler” ve “gemiler tarafından gerçekleşenler”
şeklinde üç farklı maddede düzenlerken;496 2006 yılında yapılan söz konusu
494
Ibid.
495
Öğütçü, op.cit., s. 243.
496
5491 sayılı Kanunla yapılan değişiklik öncesinde, Çevre Kanunu’nun 20. maddesinin birinci
fıkrasında, sırasıyla Kanunun 8, 9, 13 ve 14. maddelerine uymayan gerçek kişiler için öngörülen para
cezaları sayılmıştır. Maddenin 1. fıkrasının a bendinde çevreyi korumaya yönelik standartlara ve
yöntemlere uymayarak çevreye kirleten gerçek kişiler hakkında idari ceza öngörülmüş; ağırlaştırıcı
neden olarak yetkili makamlarca usulüne uygun biçimde bildirim yapılmasına karşın çevre
kirlenmesini önlemek için gerekli tedbirleri almamak gösterilmiştir. Maddenin 1. fıkrasının b
bendinde çevrenin korunması ve kullanılması esaslarına aykırı davranan gerçek kişilere; c bendinde
ise havada, suda, toprakta kalıcı maddeleri üreten, ithal eden, taşıyan, depolayan ve kullanan gerçek
163
değişikliğin ardından, idari para cezası öngörülen ihlallerin tamamı, tek bir madde
altında toplanmıştır.
Buna göre Kanun’un‘idari nitelikteki cezalar’ başlıklı 20. maddesinin, idari
para cezalarının konusu olarak düzenlediği ihlalleri, genel olarak on dört başlık
altında incelemek mümkündür.
1. Hava Kirliliği
19. yüzyılda artan fosil yakıt tüketimi, öncelikli olarak hızlı sanayileşme
gösteren ülkelerde ve fakat çok kısa bir süre sonra tüm dünyada hava kirliliği
sorununun ciddi boyutlara ulaşmasına neden olmuştur. Diğer yandan hava kirliliği497
sorununun yalnızca “insanın nefes almakta güçlük çekmesi” sorunu olmadığı; aynı
zamanda bitki, hayvan ve diğer tüm doğal varlıklar açısından da, olumsuz etkileri
kişilere yönetmelikle belirlenen kurallara uyulmaması halinde uygulanacak idari para cezaları; d
bendinde ise gürültü yapan gerçek kişiler hakkında idari para cezası öngörülmüştür.Maddenin son
fıkrası ise birinci fıkrada belirtilen bu ihlallerin, kurum ve kuruluşlarca işlenmesi halinde ağırlaştırıcı
neden olarak göz önüne alınacağı ve cezada artırıma gidileceği düzenlemiştir.
5491 sayılı Kanunla yapılan değişiklik öncesinde, Çevre Kanunu’nun 21. maddesi ise, sırasıyla, 11.
maddenin 1. fıkrasına, 2. fıkrasına ve 12. maddeye aykırılık halinde verilecek cezalarla ilgilidir. Buna
göre a bendi arıtma tesisi veya sistemlerini müstakil veya ortak olarak kurmak yükümlülerin bu
yükümlülüklerini yerine getirmemeleri durumunu, zararlı atıkların çevreyi kirletmemesini sağlamakla
yükümlü kişinin gerekli önlemleri almaması durumunu düzenlemektedir. b bendi ise işletme izni
alarak faaliyete geçmesi gereken yerlerin bu girişimlerinden önce mülki idari amire yapmaları gereken
bildirimi yapmamaları durumu ile ilgilidir. c bendi ise sürekli denetlenmelerini sağlayacak düzenli
bilgi verme yükümlülüğünü yerine getirmeyen yerlerle ilgilidir.
Son olarak değişiklik öncesi 2872 sayılı Kanun’un 22. maddesi ise gemiler yoluyla işlenen ihlalleri
düzenlemiştir.
497
“Hava kirlenmesi, apartman ve fabrika bacalarıyla motorlu taşıtların egzoz borularından çıkan
duman, kurum ve tozlarla kükürt dioksit, karbon monoksit gibi çeşitli gazların belirli bir bölge
havasındaki yoğunluk artışıdır. ” Hikmet Sami Türk, “Türk Hukukuna Göre Hava Kirlenmesi”, A.Ü.
H.F.D. , C. 26, S. 3-4, 1969, s. 115. Ancak gelinen noktada hava kirliliğine neden olan kaynaklar
arttığı gibi, etkilerinin belirli bölgelerle sınırlandırılabilme imkanı da kalmamıştır.
164
uzun süreçler sonunda görülebilen, bir sorun olduğunun anlaşılması da, hava
kirliliğine karşı önlemler alınmasını kaçınılmaz hale getirmiştir. 498
Ancak idari yaptırımlar ile desteklenen bu önlemler açısından amaç, hava
kirliliği oluşturması muhtemel kirleticileri kaynağından önlemekten çok; kişi, kurum
ve işletmelerin havayı kirletmesi muhtemel faaliyetlerine başlamadan önce ruhsat
almalarının, sürekli bir idari denetim altında faaliyetlerini sürdürmelerinin ve
faaliyetin devamı açısından gerekli araç, gereç ve yakıtlarının kanun ve
yönetmeliklerde belirtilen standartlara uygun olduğunun denetlenmesi ile sınırlı
kalmaktadır.
Çevre Kanunu’nda düzenlenen hava kirliliğine ilişkin idari para
cezaları da, yönetmeliklerde belirtilen standartların üzerinde hava kirliliğine neden
olan faaliyetler açısından uygulanan, idarenin hava kirliliğini önlemek amacıyla
yürüttüğü faaliyetlerin bir parçası olarak değerlendirilebilir.
Çevre Kanunu’nun 20 maddesinde, hava kirliliğine ilişkin para cezalarına
konu edilen ihlaller, ‘motorlu taşıt sahipleri’ hakkında, ‘tesisler’ ve ‘konutlar’
hakkında uygulanabilecek yaptırımlar olarak üç grupta düzenlenmektedir.499 Ayrıca
498
Köksal Bayraktar, “Hava Kirliliğine Karşı Çeşitli Ülkelerin Yasalarında Ceza Hukuku Düzenleme
Biçimleri”, Yaşamak Đçin Çevre Koruma (Environment Protection), Türkiye Çevre Koruma ve
Yeşillendirme Derneği Yayın Organı, S.1, Temmuz 1979, s. 25.
499
Madde 20-
a) Ek 4 üncü madde uyarınca emisyon ölçümü yaptırmayan motorlu taşıt sahiplerine 500 Türk Lirası,
yönetmeliklerle belirlenen standartlara aykırı emisyona sebep olan motorlu taşıt sahiplerine 1.000
Türk Lirası idarî para cezası verilir.
b) Hava kirliliği yönünden önemli etkileri nedeniyle kurulması ve işletilmesi yönetmelikle izne tâbi
tutulan tesisleri, yetkili makamlardan izin almadan kuran ve işleten veya iznin iptal edilmesine rağmen
kurmaya ve işletmeye devam eden veya bu tesislerde izin almaksızın sonradan değişiklik yapan veya
yetkili makamların gerekli gördükleri değişiklikleri tanınan sürede yapmayanlara 24.000 Türk Lirası
idarî para cezası verilir. Bu tesislerde emisyon miktarları yönetmelikle belirlenen sınırları aşıyorsa
48.000 Türk Lirası idarî para cezası verilir.
165
Kanun’un ek 9. maddesine ilk kez 2006 yılında yapılan değişiklik ile eklenen koku
emisyonuna ilişkin kuralın ihlal edilmesi de, 20. maddeye göre para cezası
uygulanacak eylemler arasında sayılmıştır. Buna göre, hava kirliliğine neden olan
ihlallerin kapsamı genişletilmiştir.500
Motorlu taşıtlara ilişkin düzenlenen idari para cezaları, Çevre Kanunu’nun ek
4. maddesinde belirtilen emisyon ölçümünün yapılması kuralını ihlal edenler ve
ölçümlerini yaptırmış olmasına karşın, yönetmeliklerde belirtilen standartların
üstünde emisyona sebep olan motorlu taşıt sahipleri hakkında öngörülmektedir. Yani,
öncelikle 8 Temmuz 2005 tarih ve 25869 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan
‘Trafikte Seyreden Motorlu Kara Taşıtlarından Kaynaklanan Egzoz Gazı
Emisyonlarının Kontrolüne Dair Yönetmelik’ e ve ilgili diğer tüm yönetmeliklere
uygun biçimde emisyon ölçümlerini yaptırmayanlar hakkında ve yönetmelikte
belirtilen standartlara aykırı emisyona sebep olan motorlu araç sahipleri hakkında
Đzne tâbi tesisleri, aldıkları izin belgesinde veya yönetmeliklerde öngörülen önlemleri almadan veya
yönetmeliklerde belirlenen emisyon standartlarına ve sınırlamalarına aykırı olarak işletenlere 24.000
Türk Lirası idarî para cezası verilir.
c) Hava kirliliği yönünden kurulması ve işletilmesi izne tâbi olmayan tesislerin işletilmesi sırasında
yönetmelikle belirlenen standartlara aykırı emisyona neden olanlara 6.000 Türk Lirası idarî para
cezası verilir.
Bu Kanunun ek 9 uncu maddesine aykırı davrananlara 2.000 Türk Lirası idarî para cezası verilir.
Bu bendin birinci paragrafında öngörülen fiilin konutlarla ilgili olarak işlenmesi halinde verilecek
ceza toplu veya ferdî ısıtılan konutlarda her bağımsız bölüm için 300 Türk Lirasıdır. Bu cezai
sorumluluk toplu ısıtılan konutlarda yöneticiye, ferdî ısıtılan konutlarda ise konutu kullanana aittir.
d) Hava kirliliği yönünden özel önem taşıyan bölgelerde veya kirliliğin ciddi boyutlara ulaştığı
zamanlarda ve yerlerde veya kritik meteorolojik şartlarda yönetmeliklerle öngörülen önlemleri
almayan, yasaklara aykırı davranan ya da mahallî çevre kurullarınca bu konuda alınan kararlara
uymayanlara bu maddenin (b) ve (c) bentlerinde öngörülen cezalar bir kat artırılarak verilir.
Bu fiilin konutlarla ilgili olarak işlenmesi halinde cezai sorumluluk bu maddenin (c) bendinin üçüncü
paragrafına göre tespit edilir.
500
Mert, op.cit., s. 59.
166
idari para cezası uygulanacaktır. Bu maddeye göre, yalnızca hava kirliliğine neden
olan motorlu araç sahipleri değil, emisyon ölçümü yaptırmayarak, kirlilik tehlikesi
arz eden araç sahipleri
de idari yaptırım uygulanacak muhataplar arasında
sayılmıştır.501
Tesisler hakkında uygulanacak para cezaları ise, Kanunda iki grup altında
düzenlenmişlerdir. Bunlardan ilki hava kirliliği yönünden önemli etkileri nedeniyle
kurulması ve işletilmesi yönetmelikle izne tabi tutulan tesisler hakkında uygulanacak
idari para cezaları; ikinci ise, hava kirliliği yönünden kurulması veya işletilmesi izne
tabi olmayan tesisler hakkında uygulanacak idari para cezalarıdır. Bu düzenlemelere
göre, başta 06 Haziran 2008 tarih ve 26898 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren ‘Hava Kalitesi Değerlendirme Ve Yönetimi Yönetmeliği’ ve 22
501
Çevre Kanunu’nda 2006 yılında yapılan değişiklik sonrasında emisyon ölçümü yaptırmayan araç
sahipleri hakkında da idari para cezası uygulanacağı açıkça düzenlenmiştir. Bu değişiklik öncesinde
Danıştay, emisyon ölçümü yaptırılmamış olmasını, kirliliğin oluştuğunun kanıtlanamamış olması
nedeniyle idari para cezalarının kapsamı dışında tutmakta idi. Örneğin Danıştay 6. Dairesi 2002
yılında verdiği kararında, “2872 sayılı Çevre Kanununun 8.maddesinde öngörülen yükümlülüklerin
yerine getirilmemesi nedeniyle aynı Kanununda 20.maddesi uyarınca para cezası verilebilmesi için,
ceza uygulanan kişinin eylemi ile çevre kirliliğine neden olması ve bu durumun yapılan ölçümlerle
somut bir şekilde saptanması gerekmektedir. Dosyanın incelenmesinden, davacı şirkete ait aracın
egzoz ölçümünün yaptırılmamış olduğunun 27.7.1999 günlü tutanakla tespit edilmesi üzerine söz
konusu işlem için 10 gün süre verilmesine karşın verilen süre içinde emisyon muayenesinin
yaptırıldığına dair belgenin ibraz edilmemesi nedeniyle davacıya 2872 sayılı Çevre Kanununun
8.maddesini ihlal ettiğinden bahisle yine aynı Kanunun 20/a ve 20/son maddesi gereğince ... lira para
cezası verildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, aracın egzoz gazı emisyon ölçümünün yaptırılmamış
olmasının Çevre Kanunu uyarınca para cezası verilebilmesi için yeterli bir neden olmaması, taşıtın
çevre kirliliğine neden olduğuna ilişkin olarak yapılmış bir tespitin de bulunmaması karşısında, sadece
egzos gazı ölçümünün yaptırılmamış olması yönünde yapılan tespite dayalı olarak Çevre Kanunu
uyarınca para cezası verilmesinde mevzuata uyarlık bulunmadığından, Đdare Mahkemesince, iptaline
karar verilmesinde sonucu itibariyle isabetsizlik görülmemiştir” şeklinde hüküm vermiştir.Görüldüğü
üzere Danıştay, Çevre Kanunu’nun 8. maddesinden yola çıkarak yalnızca kirliliğin oluşması halinin
yaptırım konusuna girdiğini, yaratılan tehlikenin idari para cezalarının konusunu oluşturmadığını
belirtmekteydi. D. 6. D, 14.03.2002, K. 2002/ 1588, E. 2001/722, http://www.danistay.gov.tr/.
167
Temmuz 2006 tarih ve 26236 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren
‘Endüstri Tesislerinden
Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği’
olmak üzere, hava kirliliğinin önlenmesine ilişkin yönetmeliklerde gösterilen, gerekli
izinleri almadan işletmesini kuran ve işleten; izni iptal edilmiş olmasına karşın
kurmaya, işletmeye devam eden; izin almadan değişiklik yapan ve yetkili
makamların gerekli gördüğü değişiklikleri tanınan sürede yapmayanlar hakkında502
ayrıca yönetmelikte belirtilen emisyon sınırlarını aşanlar hakkında idari para cezası
uygulanacaktır. Đşletilmesi izne tabi tutulmayan işletmelerden yönetmelikte belirtilen
502
Danıştay 6. Dairesi de 1999 yılında verdiği bir kararında, yapılan uyarılara karşın gerekli önlemleri
almayan ve kalorifer bacasından çıkan kirli duman nedeniyle hava kirliliğine neden olan hastane
hakkında idari para cezası uygulanmasını hukuka uygun bulmuştur. “2872 sayılı Çevre Kanununun
8.maddesinde; Her türlü atık ve artığı çevreye zarar erecek şekilde ilgili yönetmeliklerde belirlenen
standartlara ve yöntemlere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı biçimde alıcı ortama vermek, depolamak,
taşımak uzaklaştırmak ve benzeri faaliyetlerde bulunmak yasaktır" hükmü yer almıştır. Aynı Yasanın
15.maddesinde ise, bu kanunda yazılı yasaklara aykırı hareket eden veya kanunla belirtilen
yükümlülükleri yerine getirmeyen kurum, kuruluş ve işletmelere mahallin en büyük mülki amiri, bu
yasaklara aykırı faaliyeti düzeltmek ve kanunla belirtilen yükümlülükleri yerine getirmek üzere
esasları Yönetmelikte belirlenen yeteri kadar bir süre verileceği, bu süre içinde yasaklara aykırı
hareket eden ve yükümlülüğü yerine getirmemekten dolayı ayrıca ceza verilmeyeceği kurala
bağlanmıştır. Dosyanın ve temyiz dilekçesinin incelenmesinden, Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığının 1994/1 nolu genelgesiyle 1.derece hava kirliliği olan şehirler arasında bulunan ...'da
Sosyal Sigortalar Kurumu Hastanesinin kalorifer bacasından çıkan dumanın oluşturduğu kirliliğin ...
tarihine kadar giderilmesi, il çevre müdürlüğüne bu konuda bilgi verilmesi gerektiği, aksi takdirde
hava kirliliğine sebebiyet verilmesi nedeniyle 2872 sayılı Yasanın 8.maddesinin ihlalinin ikinci kez
tespiti halinde para cezası verileceğinin ... günlü yazıyla Đl Çevre Müdürlüğünce davacı kuruma
bildirildiği, ... günlü tutanakla ise ... günlü yazıya rağmen önlem alınmadığı, kalorifer bacasından aşırı
derecede kirli duman çıktığı, kalorifer kazanının arızalı olduğu belirlenerek para cezası verilmesine
ilişkin dava konusu işlemin tesis edildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda gerekli önlemleri almayarak ve
hava ve çevre kirliliğine neden olduğu tespit edilen davacı kuruma 2872 sayılı Yasa uyarınca para
cezası verilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır”. D. 6. D,
12.10.1999, K.1999/4681, E.1999/ 4388, http://www.danistay.gov.tr/.
168
standartlara aykırı emisyona neden olanlar hakkında
idari para cezası
düzenlenmiştir.
Kokuya sebep olan emisyonlar ile ilgili olarak da, Kanun’un ek 9. maddesine
aykırı davrananlar hakkında idari para cezası öngörülmüştür. Bu düzenlemeye göre,
yönetmelikle belirlenen sınır değerlerin üzerinde çevreye koku emisyonu verenler
hakkında; koku emisyonlarının önlenmesine ilişkin tedbirleri almayanlar hakkında ve
bu konuya ilişkin Bakanlıkça çıkarılan yönetmeliklerde belirlenen idarî ve teknik
usûl ve esaslar aykırı davrananlar hakkında idari para cezası uygulanacaktır. Çevre
Kanunu’nda 2006 yılında yapılan değişiklik ile getirilen bu yeni düzenlemenin
sağlıklı olarak yaşama geçmesini sağlamayacak, henüz bir “Koku Kontrolü
Yönetmeliği” yürürlüğe girmemiştir.
Hava kirliliğine ilişkin idari para cezaları ile ilgili olarak belirtilmesi gereken
son nokta, Çevre Kanunu’nda 2006 yılında yapılan değişiklik sonrasında konutlar
tarafından hava kirliliğine neden olunması halinin de Kanunda düzenlenmiş
olduğudur. Kanun, konutlar tarafından işlenen bu ihlallere karşı, toplu ısıtılan
konutlarda, yöneticinin; ferdi ısıtılan konutlarda ise, konutu kullanan kişinin sorumlu
olacağını belirtmiştir. Buna göre, “ısınmada kullanılacak yakma tesislerinin
özelliklerini ve işletilme esaslarını, yakma tesislerinde kullanılacak katı, sıvı ve gaz
yakıtların kalite kriterlerini ve uyulması gerekli emisyon sınırlarını” belirleyen
13.01.2005 tarih ve 25699 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren
“Isınmadan
Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği” başta olmak
üzere, yönetmeliklerde belirtilen usullere aykırı davranarak hava kirliliğine neden
olan konut yöneticisine ya da konut kullananına idari para cezası uygulanabilmesi
mümkün hale gelmiştir.
169
2. ÇED Süreci
Çevresel etki değerlendirmesi, “henüz planlama aşamasında olan bir
faaliyetin olası çevresel etkilerinin, genellikle faaliyet sahibi tarafından hazırlanan bir
ÇED raporuyla değerlendirildiği; idare, faaliyet sahibi ve yurttaşların süreçte
etkileşim içinde olduğu; değerlendirmeye konu olan faaliyet hakkında idare
tarafından ÇED olumlu / ÇED olumsuz veya ÇED gereklidir / ÇED gerekli değildir
şeklinde bir idari işlemin tekemmül ettirildiği ve faaliyet işletme aşamasına
geçtiğinde çevresel etkilere neden olup olmadığına dair kontrollerin yapıldığı teknik,
idari bir usul ve politik bir süreçtir”.503 Bu sürecin çevre hukuku açısından önemli iki
özelliği vardır. Bunlardan ilki, çevre kirliliği oluşturması muhtemel faaliyetin
başlamadan önlenmesini sağladığı için önleme ilkesi ile uyumlu olması; ikincisi de
halkın katılımına imkan veren araçlara sahip olmasıdır. 504 Bu nedenle, ÇED sürecine
ilişkin süreçte, usul ve kurallara uyulmasını sağlamak üzere, idarenin denetimi ayrı
bir önem kazanmaktadır.505
Çevre Kanunu’nun 10. maddesinde, ‘Çevresel Etki Değerlendirilme’
sürecinin hukuki çerçevesi çizilmiştir. Bu maddeye göre, sonucunda çevre
503
Abdurrahman Saygılı, Çevre Hukuku Açısından Çevresel Etki Değerlendirmesi, Đmaj Yayınevi,
Ankara, 2007, s. 3
504
Berberoğlu, op.cit., s. 45.
505
Çevre ve Orman Bakanlığı ÇED Genel Müdürlüğü Şube Müdürü Güner’in ÇED hakkında yaptığı
tanımın ise manidar olduğu kanısındayız. Güner, ÇED’i, “yer seçimi ve teknoloji alternatiflerinin
değerlendirdiği süreç” olarak tanımlayarak, Bakanlık çalışanları arasında, korumacılık anlayışının bile
yerleşmediğini; bunun aksine, faaliyetin ( kalkınmanın ) kutsandığı bir anlayışın kavramsal olarak
egemenlik sağladığını göstermiştir. ÇED’i , halkın katılımı ile örülmüş bir süreçle, çevre kirliliği
oluşturması muhtemel faaliyetlerin başlanmadan engellenmesini sağlayacak bir süreç olarak kabul
etmek ise, Çevre Kanunu’ na ve ÇED sürecinin mantığına daha uygun olacaktır kanısındayız.
Güner’in ÇED sürecine ilişkin görüşleri için bkz. : Oğuz Gürel, Çevresel Etki Değerlendirme, Çevre
Kanunu
Değişiklikleri
ve
Sanayiye
Etkileri
Semineri,
Türkiye
Đşveren
Sendikaları
Konfederasyonu, Yayın No: 279, Yorum Matbaacılık, Đstanbul, Kasım 2006, s. 67.
170
kirlenmesine neden olma ihtimali bulunan birtakım faaliyetlerin yürütücüsü olacak
kurum, kuruluş ve işletmeler, bu faaliyetlere başlamadan önce ‘çevresel etki
değerlendirme raporu’ veya ‘proje tanıtım dosyası’ hazırlamakla yükümlüdürler.
Ayrıca maddenin 2. fıkrasında, ‘çevresel etki değerlendirmesi olumlu kararı’ veya
‘çevresel etki değerlendirmesi gerekli değildir kararı’ alınmadıkça, bu projelere onay,
izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilmeyeceği belirtilmiştir.
Kanun’un 20. maddesinde de bu düzenlemeye paralel biçimde, ÇED sürecine
başlamadan veya bu süreci tamamlamadan inşaata başlayan ya da faaliyete geçenler
hakkında ve ÇED sürecinde verilen taahhütlere aykırı davrananlar hakkında idari
para cezası öngörülmüştür.
506
Bu para cezası yaptırımı dışında, ÇED sürecine
başlamadan veya bu süreci tamamlamadan inşaata başlayan ya da faaliyete
geçenlerin, faaliyet alanını eski hale getirmesi gerektiği de düzenlenmiştir.507
Yapılan açıklamalar ışığında, 16.12.2003 tarih ve 25318 sayılı Resmi
Gazetede
yayımlanarak
yürürlüğe
giren
‘Çevresel
Etki
Değerlendirmesi
Yönetmeliği’nin, ÇED sürecine tabi kılınmış faaliyetler hakkında yaptığı iki liste508
ve bu listelerde yer alan faaliyetler hakkında yönetmeliğin öngördüğü süreçlerin
506
Madde 20- e) Çevresel Etki Değerlendirmesi sürecine başlamadan veya bu süreci tamamlamadan
inşaata başlayan ya da faaliyete geçenlere yapılan proje bedelinin yüzde ikisi oranında idarî para
cezası verilir. Cezaya konu olan durumlarda yatırımcı faaliyet alanını eski hale getirmekle
yükümlüdür. Çevresel Etki Değerlendirmesi sürecinde verdikleri taahhütnameye aykırı davrananlara,
her bir ihlal için 10.000 Türk Lirası idarî para cezası verilir.
507
“20. maddenin e bendinde, para cezasından başka bir de bozulan çevrenin eski hale iadesi
kurumuna yer verilmiştir. Bu da, önemli bir yenilik şeklinde değerlendirilebilir”. Saygılı, op.cit., s.
243.
508
“ ÇED Yönetmeliğiyle, faaliyetler, önemlerine göre, EK I ve EK II listelerinde gösterilmiş ve
işleyecek süreç buna göre düzenlenmiştir. EK I listesinde yer alan bir faaliyet doğrudan ÇED sürecine
(esasları 7. madde ile 14. madde arasında düzenlenmiş) tabi kılınmış iken; EK II listesinde yer alan bir
faaliyet ise, dolaylı ÇED sürecine (16. madde ile 17. madde arasında düzenlenmiş) tabi olmaktadır”.
Saygılı, op.cit, s. 283.
171
Çevre Kanunu’nda düzenlenen idari para cezalarının uygulanabilirliği açısından da
önemli bir yeri olduğu söylenebilir. Örneğin ‘ÇED olumlu’ kararı alınması zorunlu
faaliyetlerin sayıldığı EK I listesindeki faaliyetlere çevresel etki değerlendirmesi
yapılmasını509; ‘ ÇED gerekli değildir’ kararı alınması zorunlu faaliyetlerin sayıldığı
EK II listesindeki faaliyetlere de, ancak proje tanıtım dosyası hazırlanarak
başlanacağını öngören Yönetmelik usullerine aykırı davrananlar hakkında, Kanun’un
20. maddesi, idari para cezası düzenlemektedir. Diğer yandan, Yönetmeliğin her iki
ekindeki faaliyetler açısından da uyulması gereken bir diğer önemli kural, ÇED
sürecinde faaliyet sahiplerinin verdikleri taahhütlerin yerine getirilmesidir. Çevre
Kanunu, bu taahhütnamelere aykırı davrananlar hakkında da idari para cezası
öngörmektedir.
3. Arıtma ve Bertaraf Yükümlülükleri
Çevre Kanunu’nun 8. maddesinde belirtilen ‘her türlü atık ve artığı
yönetmeliklere uygun olmayan biçimde alıcı ortama verme, atma, depolama, taşıma’
yasağının ve ‘kirlenme ihtimali doğmuş ise kirlenmenin durdurulması ve etkilerinin
509
Danıştay 10. Dairesi de 2006 yılında, “Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinin 1.
maddesinde açıkça belirtildiği gibi bu Yönetmeliğin amacının, gerçek ve tüzel kişilerin
gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetlerinin çevre üzerinde yapabilecekleri bütün etkilerinin
belirlenerek değerlendirilmesi ve tespit edilen olumsuz etkilerin önlenmesi için gerçekleştirilecek
Çevresel Etki Değerlendirmesi sürecinde uyulacak idari ve teknik usul ve esasları düzenlemek olduğu
dikkate alınacak olursa, ÇED sürecinin, tamamlanıp üretime geçen tesisler için değil
gerçekleştirilmesi planlanan faaliyetler için söz konusu olacağı ve iptali istenen dava konusu işlemin
de gerçekleştirilmesi planlanan mobil santralin konuşlandırılacağı yerin tespitine ilişkin kararlar olup,
ÇED prosedürünün işletilmesi gerektiği açık bulunduğundan davalı idarenin bu yöndeki iddiasına
itibar edilmediği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar veren Ankara 10. Đdare
Mahkemesi'nin 5.11.2003 günlü ve E2003/130, K:2003/1528 sayılı kararının onanmasına 25.1.2006
tarihinde oybirliği ile karar” vermiştir. D. 10. D, 25.01.2006, K. 2006/60, E.2004/9540,
http://www.danistay.gov.tr/.
172
giderilmesi veya azaltılması’ gerektiğine ilişkin kuralın, hayata geçebilmesini
sağlayacak araçlardan biri de, Kanun’un 11. maddesinde belirtilen arıtma ve bertaraf
etme yükümlülüğünün mevzuata uygun bir şekilde yerine getirilmesidir. Bu nedenle,
idarenin, denetim ve gözetimleri sonucu, arıtma ve bertaraf yükümlülüğüne ilişkin
mevzuatta belirilen usulleri ihlal edenler hakkında yaptırımlar uygulaması da,
‘kirletme yasağının’ uygulanması araçlarından biri olarak kabul edilmelidir.
Sonuç olarak üretim, tüketim ve hizmet faaliyetleri sonucunda oluşan
atıklarını alıcı ortamlara doğrudan veya dolaylı vermeleri uygun görülmeyen tesis ve
işletmeler ile yerleşim birimlerinin, atıklarını yönetmeliklerde belirlenen standart ve
yöntemlere uygun olarak arıtmaları ve bertaraf etmelerinin önemi büyük olmakla
birlikte; idarenin bu alandaki denetimi de gerekli ve önemlidir. Bu denetim
sonucunda ihlal tespit eden idare, ihlalin önlenmesi ve ilgiliye görevini hatırlatılması
amacı kapsamında idari yaptırım uygulama yetkisini de kullanmalıdır. Kanunkoyucu,
Çevre Kanunu’nun 20. maddesinin ( f ) bendinde, 510 bu durumu düzenlemiş; idareye,
arıtma ve bertaraf tesislerini kurmayan ya da kurup da çalıştırmayanlar hakkında
idari para cezası uygulama yetkisi vermiştir. Buna göre idare, başta ‘Katı Atıkların
Kontrolü
Yönetmeliği’511,
‘Ambalaj
ve
Ambalaj
Atıklarının
Kontrolü
Yönetmeliği512, ‘Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği’513, ‘Atık Pil ve
Akümülatörlerin Kontrolü Yönetmeliği’514, ‘Kentsel Atık su Arıtımı Yönetmeliği’515,
510
Madde 20- f) 11 inci maddeye göre kurulması zorunlu olan atık alım, ön arıtma, arıtma veya
bertaraf tesislerini kurmayanlar ile kurup da çalıştırmayanlara 60.000 Türk Lirası idarî para cezası
verilir.
511
14.03.1991 tarih ve 20814 sayılı Resmi Gazete.
512
24.06.2007 tarih ve 26562 sayılı Resmi Gazete.
513
4.03.2005 tarih ve 25722 sayılı Resmi Gazete.
514
31.08.2004 tarih ve 25569 sayılı Resmi Gazete.
515
08.01.2006 tarih ve 26047 sayılı Resmi Gazete
173
‘Atık
Yağların
Kontrolü
Yönetmeliği’516
ve
‘Tıbbi
Atıkların
Kontrolü
Yönetmeliği’517 olmak üzere, Çevre Kanunu’nun 11.maddesinde kapsamında, atık ve
bertaraf tesisi kurulmasını öngören diğer tüm yönetmeliklere aykırı olarak atık alım,
ön arıtma veya bertaraf tesislerini kurmayanlar ile kurup da çalıştırmayanlar
hakkında idari para cezası uygulayacaktır.
4. Bildirim ve Bilgi Verme Yükümlülüğü
‘Denetim, Bilgi Verme ve Bildirim Yükümlülüğü’ başlığı taşıyan Çevre
Kanunu’nun 12. maddesinde, Kanun’un hükümlerine uyulup uyulmadığını
denetleme yetkisinin Bakanlığa ait olduğunu belirtilmekte; Bakanlık tarafından bu
yetkinin devredebileceği kurum, kuruluş ve kişiler sayılmaktadır. Söz konusu
maddenin son fıkrasında ise, ilgililerin, Bakanlığın veya denetimle yetkili diğer
mercilerin isteyecekleri bilgi ve belgeleri vermek ve denetim esnasında her türlü
kolaylığı gösterme yükümlülüğünün olduğu belirtilmektedir.518 Kanun’un 20.
maddesinin (g) bendi de, bu maddeye yapılan atıfla, bildirim ve bilgi verme
yükümlülüğünü519 yerine getirmeyenler hakkında idari para cezası uygulanacağı
düzenlemektedir. Bu düzenleme, idarenin, çevrenin korunmasına ilişkin denetim ve
516
21.01.2004 tarih ve 25353 sayılı Resmi Gazete.
517
22.07.2005 tarih ve 25883 sayılı Resmi Gazete.
518
Söz konusu denetim faaliyetinin kapsamının, usulünün, ilkelerinin belirlendiği, diğer yandan da
faaliyet sahiplerinin yükümlülüklerinin de sayıldığı Çevre Denetim Yönetmeliği, 05.01.2002 tarih ve
24631 sayılı Mükerrer Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
519
Söz konusu bildirim ve bilgi verme yükümlülüğünün, Çevre Denetim Yönetmeliği’nin “Denetime
Tabi Kuruluş ve Đşletmelerin Yükümlülükleri” başlıklı 6. maddesinin f bendinde de düzenlendiği
belirtilmelidir. Bu düzenlemeye göre, ilgillerin yükümlülüğü yalnızca denetim sırasında istenen bilgi
ve belgelerin verilmesi ile sınırlı değildir. Bunu yanı sıra söz konusu bilgi ve belgelerin öngörülen
sürede ve eksiksiz olarak verilmesi gereklidir.
174
gözetim yükümlülüğünü yerine getirebilmek için, ilgililer ile ortak bir çalışmaya
duyduğu ihtiyacın sonucudur.
5. Gürültü ve Titreşim
Çevre Kanunu’nun 20. maddesinin (h) fıkrasında, Kanun’un 14. maddesine
göre çıkarılan yönetmeliklere aykırı biçimde gürültü ve titreşime neden olanlar
hakkında idari para cezası uygulanacağı düzenlenmektedir. Bu halde, öncelikli olarak
Çevre Kanunu’nun 14.maddesinde gürültü kirliğinin düzenleniş biçimi ele
alınmalıdır. Madde, “kişilerin huzur ve sükununu, beden ve ruh sağlığını bozacak
şekilde ilgili yönetmeliklerle belirlenen standartlar üzerinde gürültü ve titreşim
oluşturulmasını” yasaklamakta; “ulaşım araçları, şantiye, fabrika, atölye, işyeri,
eğlence yeri, hizmet binaları ve konutlardan kaynaklanan gürültü ve titreşimin
yönetmeliklerle belirlenen standartlara indirilmesi için faaliyet sahipleri tarafından
gerekli tedbirler alınması” gerektiğini düzenlemektedir. Buna göre, Kanun’un 20.
maddesinde idari para cezalarının konusu yapılan gürültü ve titreşimler de, ‘konutlar
ve ulaşım araçlarından520 , işyerleri ve atölyelerden, son olarak da fabrika, şantiye ve
520
“(…) 2872 sayılı Çevre Kanununun 14 üncü maddesine dayanılarak, kişilerin huzur ve sükununu,
beden ve ruh sağlığını gürültü ile bozmayacak bir çevrenin geliştirilmesi amacıyla çıkarılan ve bu
amaca uygun olarak gürültü ile ilgili terimlerin tarifi ile gürültü kontrolünün uygulanacağı sınırların
belirlenmesi esaslarını kapsayan Gürültü Kontrol Yönetmeliğinin 15 inci maddesiyle; Konut bölgeleri
içinde ve yakın çevresi ile gürültüye hassas diğer bölgelerde yapım işlerinde kullanılan gürültü
çıkarıcı alet ve makinelerin iş ve tatil günlerindeki kullanımıyla ilgili olarak zaman açısından
sınırlama getirilmesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Diğer taraftan 2872 sayılı Çevre
Kanununun Đdari Nitelikte Cezalar başlıklı 20.maddesinin d bendinde bu Kanunun 14 üncü maddesine
aykırı davranışta bulunan ve önlemleri almayanlara ... lira para cezası verileceği belirilmiştir.
(…)Dosyanın incelenmesinden ise, davacı şirkete ait kamyon tarafından saat 21.15'te beton
makinasıyla (kamyonla) beton dökülerek gürültü yapıldığının ... günlü tutanakla tespiti üzerine dava
konusu işlemle ... lira para cezası verildiği anlaşılmaktadır. Bu durum karşısında davacı tarafından
yukarıda yer alan Yasa ve Yönetmelik hükümlerine aykırı faaliyette bulunulduğunun tespiti üzerine
175
eğlence
yerlerinden521
kaynaklanmalarına
göre
ve
Çevresel
Gürültünün
Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği522 başta olmak üzere, Kanun’un 14.
maddesine göre çıkarılan
yönetmeliklerde belirtilen önlemleri almayanlar,
standartlara aykırı olarak gürültü ve titreşime neden olanlar hakkında para cezası
uygulanır’ şeklinde anlaşılmalıdır.
6. Đyonlaştırıcı Olmayan Radyasyon Yayılımı
Đyonlaştırıcı olmayan radyasyon yayılımı, özellikle son dönemlerde cep
telefonlarının ve bunların hizmet vermesini sağlayan ‘yer istasyonları’nın artması
nedeniyle her geçen gün büyüyen bir sorun hale gelmiştir.523 Bu durumun yarattığı
tehlikeyi gözeten Kanunkoyucu da, 5491 sayılı Kanunla, iyonlaştırılmış olmayan
para cezası verilmesinde mevzuata aykırılık bulunmamakta (...)” D. 6. D, 23.05.2001, 2001/2822,
2000/ 2381, http://www.danistay.gov.tr/.
521
“ (…) gerek bahçeli gazino, kahvehane, diskotek, dans salonları, açık hava sinemaları, kulüpler,
lokantalar, barlar, dükkanlar gibi kamuya açık yerlerde ve gerekse konutlar, bahçe ve balkonlar,
avlular gibi özel yerleşim alanlarında elektronik olarak yükseltilmiş müzik seslerinin ses seviyeleri
kaynağının hemen yakınında 90 dBA yı aşamayacağı, yerleşme bölgelerinde konutlar, oteller gibi
dinlenme tesisleri ve diğer hassas yapıların bulunduğu çevrelerde yayılan bu seslerin değerlerinin,
mevcut arka plan gürültüsü düzeylerinin 5 dBA dan fazla aşmayacak biçimde kontrol altına alınacağı
kuralı yer almıştır. Bütün bu yasal mevzuatın birlikte değerlendirilmesinden, davacının işyeri gibi
turizm işletme belgeli de olsa müzik yayını yapan bu tür işyerlerinin mevzuata uygun faaliyette
bulunup bulunmadıkları konusunda mülki idare amirlerinin denetleme yapmak ve yaptırım uygulamak
yetkisi bulunduğu açık olup, bu tür işyerleri denetlenirken işyerlerinin Gürültü Kontrol
Yönetmeliğindeki sınır değerleri aşıp aşmadığının tespiti için mahalli çevre kurullarından teknik ekip
getirerek ölçüm yaptırmaları, sınır değerlerinin aşıldığının tespiti halinde bu durumun prosedüre
uygun hale getirilmesi için süre verilmesi süre sonunda aynı durumun tespiti halinde yaptırım
uygulanması
gerekmektedir”.
D.
8.
D,
05.05.2003,
2003/1970,
2002/
1736,
http://www.danistay.gov.tr/.
522
523
07.03.2008 tarih ve 26809 Sayılı Resmi Gazete.
Nükhet
Turgut,
“Baz
Yönetmeliği
Sakat”,
Radikal
Gazetesi,
03.10.2000,
http://www.radikal.com.tr/2000/10/03/yorum/baz.shtml (04.04.2008)
176
radyasyon524 yayılımı sonucu oluşan
elektromanyetik alanların insan ve çevre
sağlığı üzerindeki etkilerini önlemek üzere, Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle bu
konuyla ilgili usul ve esasların belirleneceğini düzenlemiştir. Ancak henüz Çevre ve
Orman Bakanlığı’nın bu konuyla ilgili çıkardığı bir yönetmelik bulunmamaktadır.525
Buna karşın, Kanun’un 20. maddesinin (i) bendinde, çıkarılması öngörülen bu
yönetmeliğe
aykırı
davrananlar
hakkında
idari
para
cezası
uygulanacağı
düzenlenmektedir.
7. Toprak Kirliliği
Toprak kirliliğine karşı alınacak önlemlerden biri olarak Çevre Kanunu’nun
20. maddesinin (j) bendinde düzenlenen idari para cezaları, Kanun’un 8. maddesi ile
düzenlenen kirletme yasağı ile doğrudan bağlantılıdır. Bu düzenlemeye göre,
“kanunda ve yönetmelikte öngörülen yasaklara veya standartlara aykırı olarak veya
önlemleri almadan atıkları toprağa verenlere idari para cezası uygulanacaktır. Diğer
bir deyişle, Çevre Kanunu’nda ve başta Toprak Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği526
olmak üzere tüm yönetmeliklerde öngörülen yasak ve standartlara aykırı olarak veya
524
“Başlıca radyasyon türleri; iyonlaştırıcı radyasyon ve iyonlaştırıcı olmayan radyasyon olmak üzere
iki grupta toplanabilir.(...) Sabit telekomünikasyon cihazları olan baz istasyonları, radyo ve televizyon
vericileri ile elektrik iletim hatları, trafo merkezleri ve elektrikli ev aletlerinden (mikrodalga fırınlar,
traş makinesi, saç kurutma makinesi v.b.) kaynaklanan radyasyon ise, iyonlaştırıcı olmayan radyasyon
olarak
ifade
edilen
elektromanyetik
radyasyon
grubunda
yer
alır”.
http://www.cevreorman.gov.tr/belgeler/e_radyasyon.pdf. ( 17.05.2008)
525
‘Đyonlaştırıcı Olmayan Radyasyondan Kaynaklanan Elektromanyetik Alanlardan Halkın
Korunmasına Yönelik Yönetmelik’, adıyla hazırlanan ve Çevre ve Orman Bakanlığı’nın internet
sitesinden ilgililerin görüşlerinin alınmak üzere duyurulan yönetmelik, henüz yürürlüğe girmiş
değildir. http://www.cevreorman.gov.tr/belgeler1/radyasyon.doc?ref=SevSevil.com. (17.05.2008)
526
31.05.2005 tarih ve 25831 sayılı Resmi Gazete.
177
önlemleri
almadan
atıkları
toprağa
verenler
hakkında
idari
para
cezası
uygulanacaktır.
Kanunu’nun 20. maddesinin (j) ve (l) bendinin, Çevre Kanunu’nun toprağın
korunmasına ve kirliliğin önlenmesine ilişkin
esaslarının belirtildiği ek 1.
527
maddesi ile birlikte ele alınması halinde, toprak kirliliğine ilişkin uygulanması
öngörülen idari para cezalarının; (1) toprak korunmasına ilişkin genel düzenleme
getiren yönetmeliklere, (2) taşocağı ve madencilik faaliyetleri hakkındaki
yönetmeliklere, (3) deniz, akarsu, dere ve göllerden çakıl ve benzeri maddelerin
alınması ile ilgili esasların belirtildiği yönetmeliklere aykırı davrananlar528 ile (4)
527
Ek Madde 1- Toprağın korunmasına ve kirliliğinin önlenmesine ilişkin esaslar şunlardır:
a) Toprağın korunmasına ve kirliliğinin önlenmesine, giderilmesine ilişkin usûl ve esaslar ilgili
kuruluşların görüşleri alınarak Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.
b) Taşocağı ve madencilik faaliyetleri, malzeme ve toprak temini için arazide yapılan kazılar,
dökümler ve doğaya bırakılan atıklarla bozulan doğal yapının yeniden kazanılmasına ilişkin usûl ve
esaslar ilgili kuruluşların görüşleri alınarak Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.
c) Anız yakılması, çayır ve mer'aların tahribi ve erozyona sebebiyet verecek her türlü faaliyet yasaktır.
Ancak, ikinci ürün ekilen yörelerde valiliklerce hazırlanan eylem plânı çerçevesinde ve valiliklerin
sorumluluğunda kontrollü anız yakmaya izin verilebilir.
d) Ülkenin egemenlik alanlarındaki denizlerden, akar ve kuru dere yataklarından, göl yataklarından ve
tarım arazilerinden kum, çakıl ve benzeri maddelerin alınması ile ilgili esaslar ilgili kurum ve
kuruluşların görüşleri alınarak Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.
528
Çevre Kanunu’nun 20. maddesinin (l) bendinin 2. paragrafı: ‘Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin (d)
bendi uyarınca tespit edilen esaslara aykırı olarak ülkenin egemenlik alanlarındaki denizlerden ve
kazasına tâbi olan deniz yetki alanlarından, akarsular ve göller ile tarım alanlarından belirlenen
esaslara aykırı olarak kum, çakıl ve benzeri maddeleri alanlara metreküp başına 120 Türk Lirası idarî
para cezası verilir.’ Ayrıca konuyla ilgili olarak bkz: 8 Aralık 2007 tarih ve 26724 sayılı Resmi Gazete
yayımlanarak yürürlüğe giren ‘Kum Çakıl Ve Benzeri Maddelerin Alınması, Đşletilmesi Ve Kontrolü
Yönetmeliği’
178
anız yakan,529 çayır ve meraları tahrip eden, erozyona sebep olması muhtemel
faaliyetlerde bulunanlar hakkında uygulanacağı belirtilebilir.
8. Biyolojik Çeşitliliğin ve Ekosistemin Korunması
Kanunun 20. maddesinin (k) bendinde, çevrenin korunması açısından
Kanun’un esas aldığı temel usul ve kuralların belirtildiği 9. maddenin (a), (d), (e) ve
(f ) bendlerine gönderme yapılarak, bu düzenlemelere aykırı davrananlar hakkında
idari para cezası uygulanacağı belirilmiştir. Söz konusu idari cezaların konusunu
oluşturan ihlallerin belirlenebilmesi için, Kanun’un 9. maddesinin ilgili bendlerinde
düzenlenen biyolojik çeşitlilik ve ekosistemin korunmasında Kanun’un kabul ettiği
usul ve kuralların ayrıca Kanun’un 2. maddesinde biyolojik çeşitlilik ve ekosistem
kavramlarına getirilen tanımların incelemesi yapılmalıdır.
Kanun’un 2. maddesinde biyolojik çeşitlik ve ekosistem kavramlarına ilişkin
yapılan tanımlar, 5491 sayılı Kanunla Çevre Kanunu’nda getirilen yeniliklerden
biridir.530 Kanunda biyolojik çeşitlilik, “ekosistemlerin, türlerin, genlerin ve bunlar
arasındaki ilişkilerin tamamı”, ekosistem ise, “canlıların kendi aralarında ve cansız
529
Çevre Kanunu’nun 20. maddesinin (l) bendinin 1. paragrafı: Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin (c)
bendine aykırı olarak anız yakanlara her dekar için 20 Türk Lirası idarî para cezası verilir. Anız
yakma fiilinin orman ve sulak alanlara bitişik yerler ile meskûn mahallerde işlenmesi durumunda
ceza beş kat artırılır. Konuyla ilgili olarak bkz: 1.11. 2006 tarih ve 26333 sayılı Resmi Gazete
yayımlanan ‘Anız Ve Yol Kenarları Đle Meralarda Anız Yakılmaması Hakkında Çevre ve Orman
Bakanlığı Genelgesi (2006/23)’
530
Yapılan bu tanımlar, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesinin, 2. maddesinde biyolojik çeşitlilik ve
ekosistem kavram tanımları ile paralel bir görünüm arz etmektedir. Sözleşmede biyolojik çeşitlilik,
“kara, deniz ve diğer su ekosistemleri ile bu ekosistemlerin bir parçası olduğu ekolojik kompleksler
de dahil olmak üzere tüm kaynaklardan canlı organizmalar arasındaki farklılaşma anlamındadır;
türlerin kendi içindeki ve türler arasındaki çeşitlilik ve ekosistem çeşitliliği de buna dahildir” şeklinde;
ekosistem ise “ bitki, hayvan ve mikroorganizma toplulukları ile bunların cansız çevrelerinin işlevsel
bir birim olarak karşılıklı etkileşen dinamik bir kompleks” olarak tanımlanmıştır. Biyolojik Çeşitlilik
Sözleşmesi, 27. 08.2003 tarih ve 25196 sayılı Resmi Gazete.
179
çevreleriyle ilişkilerini bir düzen içinde yürüttükleri biyolojik, fiziksel ve kimyasal
sistem” olarak kabul edilmektedir.
Bu halde, Kanun’un 9. maddesinin (a) fıkrasında yapılan, “Doğal çevreyi
oluşturan biyolojik çeşitlilik ile bu çeşitliliği barındıran ekosistemin korunması
esastır. Biyolojik çeşitliliği koruma ve kullanım esasları, yerel yönetimlerin,
üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının ve ilgili diğer kuruluşların görüşleri
alınarak belirlenir” düzenlemesi ayrı bir önem kazanmaktadır. Çünkü bu düzenleme
ile, biyolojik çeşitlilik ve ekosistemin, yaratılan baskı ve tehlike unsurlarına531 karşı,
“katılımcı bir sistemle” koruma ve kullanım sağlanması, ‘ilkesel’ düzeyde kabul
edilmiştir.
532
Kanun bu kapsamda, 9. maddenin (e) ve (f) bendlerinde, sulak
alanların doğal yapılarının ve ekolojik dengelerinin korunmasını533 ve biyolojik
çeşitliliğin sürdürülebilirliliğinin sağlanması bakımından nesli tehdit veya tehlike
531
Çakmak bu unsurları, “avlanma, istilacı türler, erozyon, çevre sorunları, habitat tahribi, koruma
eksikliği, doğal tehlikeler, genetik olarak değiştirilmiş organizmalar ve nesli tükenen tehlikeler”
olarak saymıştır. Münci Çakmak, “Biyolojik Çeşitliliğin Hukuken Korunması ve Kamu Yararı”,
A.Ü.H. F. D. , C.57, S.1, 2008, s. 141 - 150.
532
Çevre Kanunu’nun biyolojik çeşitliliğin ve ekosistemin korunması konusunda kabul ettiği bu
korumaca yaklaşımın dahi, mevcut çevre politikaları tarafından içselleştirilip içselleştirilemediği ve
uygulamadaki
başarısı tartışmalıdır. Diğer yandan korumacı yaklaşımın olumsuz sonuçları da
bulunmaktadır. Örneğin bu yaklaşım, varlıkların ancak mevzuatın izin verdiği ölçüde, kendilerine
atfedilen değer ölçüsünde devamlarına imkan veren insan merkezci bir yaklaşıma neden olmaktadır
Bu noktada bir kez daha belirtilmesi gerektiğini düşündüğümüz nokta, hakim çevre politikalarının
doğal varlıklar, çevre ve ekosositem üzerinde oluşabilecek tehlike ve zararları kaynağında önlemek
yerine, tehlike ve zarara neden olabilecek faaliyetlerin ‘mevzuata uygun biçimde’ devamını
sağlayacak usul ve esasları belirlemeyi amaçladığıdır..
533
Madde 9- (e) Sulak alanların doğal yapılarının ve ekolojik dengelerinin korunması esastır. Sulak
alanların doldurulması ve kurutulması yolu ile arazi kazanılamaz. Bu hükme aykırı olarak arazi
kazanılması halinde söz konusu alan faaliyet sahibince eski haline getirilir.
Sulak alanların korunması ve yönetimine ilişkin usûl ve esaslar ilgili kurum ve kuruluşların görüşü
alınarak Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.
180
altında olanlar ile nadir bitki ve hayvan türlerinin korunmasının534 esas alınması
gerektiğini belirtmiştir. Söz konusu amacı gerçekleştirmek üzere ve “ülke ve dünya
ölçeğinde ekolojik önemi olan, çevre kirlenmeleri ve bozulmalarına duyarlı toprak ve
su alanlarını, biyolojik çeşitliliğin, doğal kaynakların ve bunlarla ilgili kültürel
kaynakların gelecek kuşaklara ulaşmasını emniyet altına almak üzere gerekli
düzenlemelerin yapılabilmesini sağlamak” için, belirli bölgelerin
Özel Çevre
Koruma Bölgesi535 olarak tespit ve ilan edilmesi öngörülmüştür.536 537
534
Madde 9- (f) Biyolojik çeşitliliğin sürdürülebilirliliğinin sağlanması bakımından nesli tehdit veya
tehlike altında olanlar ile nadir bitki ve hayvan türlerinin korunması esas olup, mevzuata aykırı
biçimde ticarete konu edilmeleri yasaktır.
535
“ Özel çevre koruma bölgesinin temel özelliği çevre kirlenmesine ve bozulmalarına karşı
duyarlılıktır. Bu biçimiyle özel çevre koruma bölgesi uygulaması önleyici bir nitelik taşımakta, bir
başka deyişle henüz çevre kirlenmesinin yoğun olarak yaşanmadığı bölgeleri koruma altına
almaktadır”. Muhsin Altun, “Özel Çevre Koruma Bölgelerinin Çevre Hukukundaki Yeri”, Prof.
Şükrü Postacıoğlu’ na Armağan, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Döner Sermaye
Đşletmesi Yayınları No:81, Đzmir, 1997, s. 518.
536
Özel çevre koruma bölgesi oluşturulmasına ilişkin bu düzenlemeye paralel olarak, Çevre ve Orman
Bakanlığı’na bağlı bir kuruluş olarak Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı kurulmuş ve
teşkilatlanmıştır. ( Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı Kurulmasına Dair Kanun Hükmünde
Kararname, No: 19/10/1989 - 383, Yetki Kanunu Tarihi - No: 12/03/1986 - 3268 ; 09/04/1987 - 3347 ;
12/10/1988 - 3479 ; 01/06/1989 - 3569, Yayımlandığı Resmi Gazete Tarihi - No: 13/11/1989 – 20341)
Başkanlık, Bakanlar Kurulu’nun ilan ettiği özel çevre koruma bölgeleri ile ilgili usul ve esasları
düzenlemek, bu bölgeleri korumak ve bu bölgelerin imar planlarını yapmakla görevlendirilmiştir.
(15.08.1990 tarih ve 2060 sayılı Resmi Gazete yayımlanarak yürürlüğe giren Başbakanlık Özel Çevre
Koruma Kurulunun Çalışma Esas ve Usullerine Dair Yönetmelik ) Konuyla ilgili olarak bkz: Özel
Çevre Koruma Bölgelerinin Her Ölçekteki Plan ve Projelerini Yapma ve Onaylama Yetkisinin Özel
Çevre Koruma Kurumu Başkanlığına ait olduğuna ilişkin D. 6. D, 24.03.1999, K.1999/1727,
E.1998/1024, http://www.danistay.gov.tr/.
537
Bu bölgelerin önemi gereği, “genel düzeyde ilkeler koyan üst ölçekli planlar ile bu ilkeleri
somutlaştırıp uygulayacak alt ölçekli planların”
uyumunun sağlanması ve planlar yapılırken ve
uygulanırken her düzeyde katılımın sağlayacak araçlara imkan tanıyacak katılım mekanizmalarının
güçlendirilmesi gerekir. Altun, op.cit, s.523.
Ancak uygulamayı değerlendiren Çakmak, bu
bölgelerdeki koruma faaliyetlerin doğrudan biyolojik çeşitlilik veya ekolojik açıdan değil, imar
planlarının düzenlenmesi (bina veya tesis yapımı gibi) bakış açısı ile yapıldığını; bu nedenle de ilgili
181
Sonuç olarak idarenin biyolojik çeşitlilik ve ekosistemin korunmasına ilişkin
denetleme ve önleme faaliyetlerinin kapsamında değerlendirilmek üzere, Kanun’un
20. maddesinin k bendinde, “Bu Kanunun 9 uncu maddesinin (a) bendinde belirtilen
hususlara aykırı olarak biyolojik çeşitliliği tahrip edenlere, (d) bendi uyarınca ilan
edilen Özel Çevre Koruma Bölgeleri için tespit edilen koruma ve kullanma esaslarına
aykırı davrananlara ve (e) bendinin ikinci paragrafı uyarınca sulak alanlar için
yönetmelikle belirlenen koruma ve kullanım usûl ve esaslarına aykırı davrananlar ile
(f) bendinde belirlenen esaslara ve yasaklamalara aykırı davrananlara, (e) bendinin
birinci paragrafına aykırı davrananlara” idarî para cezası uygulanacağı belirtilmiştir.
9. Çevre Yönetim Birimi Kurma, Çevre Görevlisi Bulundurma
Yükümlülüğü
5491 sayılı Kanun’un Çevre Kanunu’na getirdiği bir yenilik de, faaliyetleri
sonucu çevre kirliliğine neden olacak veya çevreye zarar verecek kurum, kuruluş ve
işlemeler açısından çevre yönetim birimi kurulmasının, çevre görevlisinin istihdam
edilmesinin zorunlu hale getirmesidir. “Çevre yönetim birimi/çevre görevlisi”
şeklinde ifade edilen bu kişi ya da birimler, Kanun’un ‘Tanımlar’ başlıklı 2.
maddesinde, “Çevre Kanunu ve bu Kanun’a göre yürürlüğe konulan tüm
düzenlemeler gereği, denetime tabi tesislerin faaliyetlerini mevzuata uygunluğunu,
alınan tedbirlerin etkili olarak uygulanıp uygulanmadığını değerlendiren ve tesis içi
yıllık denetim programları düzenleyen birim ya da görevli” olarak açıklanmışlardır.
Henüz mevzuatımızda çevre yönetim birimleri ve çevre görevlilerinin çalışma
ve çalıştırılma usullerini düzenleyen özel bir düzenleme bulunmamasına karşın,
bölgelerin ağırlıklı olarak imar planları düzenlenmek suretiyle ‘korunduğunu’ ifade etmektedir.
Çakmak, op.cit, s.160.
182
Kanun’un 20. maddesinin (m) bendinde çevre yönetim birimi kurmayan, çevre
görevlisi bulundurmayanlar hakkında idari para cezası uygulanacağı belirtilmiştir.
10. Atıklar
Çevre Kanunu’nun 2. maddesinde yapılan tanıma göre atık, ‘herhangi bir
faaliyet sonucunda oluşan, çevreye atılan veya bırakılan her türlü maddeyi’ ifade
etmektedir. Ancak atıklara ilişkin düzenlemeler ‘tehlikeli atıklar’ ve ‘tehlikeli atık
dışındaki atıklar’ hakkında olmak üzere ikiye ayrılmakta ayrıca katı atıklar, evsel
atıklar, endüstri atıkları gibi çeşitli türlerdeki atıklar hakkında özel usuller
öngörülmektedir.
Atıklar ile ilgili olarak Kanun’un kabul ettiği genel kural, Kanun’un 8.
maddesinde, “her türlü atık ve artığı, çevreye zarar verecek şekilde, ilgili
yönetmeliklerde belirlenen standartlara ve yöntemlere aykırı olarak doğrudan ve
dolaylı biçimde alıcı ortama vermek, depolamak, taşımak, uzaklaştırmak ve benzeri
faaliyetlerde bulunmak yasaktır” şeklinde ifade edilmiştir. Atıklara ilişkin idari para
cezaları genel olarak bu yasağa dayanmaktadır. Ayrıca kanun’un 11. maddesinde
atıklara ilişkin genel bir düzenleme olarak izin, arıtma ve bertaraf yükümlülüklerine
ilişkin usul be kurallar belirtilmiştir.
Bunların yanı sıra Kanun, tehlikeli atıklar ile ilgili, özel usul ve kurallar
belirlenmiştir. Bunun nedeni tehlikeli atıkların, “fiziksel, kimyasal ve/veya biyolojik
yönden olumsuz etki yaparak ekolojik denge ile insan ve diğer canlıların doğal
yapılarının bozulmasına neden” olacak nitelikte maddeler olmalarıdır. Kanun’un
13.maddesinde bu atıkların tabi olduğu genel kural ve usul şu şekilde ifade
edilmiştir: “Tehlikeli atıkların ithalatı yasaktır. Tehlikeli atıkların tanımı ile tehlikeli
atıkların oluşum aşamasından itibaren toplanması, ayrılması, geçici ve ara
183
depolanması, geri kazanılması, yeniden kullanılması, taşınması, bertarafı, bertaraf
sonrası kontrolü, ihracatı, transit geçişi, ambalajlanması, etiketlenmesi, denetimi ve
atık yönetim plânlarının hazırlanması ile ilgili usûl ve esaslar Bakanlıkça
yayımlanacak yönetmelikle belirlenir”. Bu maddeye göre, Kanun’un 20. maddesinin
(t), (u), (v) bendlerinde düzenlenen idari para cezaları, “tehlikeli atıkların her ne
şekilde olursa olsun ülkeye girişini sağlayanlara, tehlikeli atıkları ilgili mercilere ön
bildirimde bulunmadan ihraç eden veya transit geçişini yapanlara, bu Kanunda ve
ilgili yönetmeliklerde538 öngörülen yasaklara veya sınırlamalara aykırı olarak
tehlikeli atıkları toplayan, ayıran, geçici ve ara depolama yapan, geri kazanan,
yeniden kullanan, taşıyan, ambalajlayan, etiketleyen, bertaraf eden ve ömrü dolan
tehlikeli
atık
bertaraf
tesislerini
kurallara
uygun
olarak
kapatmayanlara”
uygulanacaktır.
Yapılan açıklamalar ışığında Çevre Kanunda atıklara ilişkin öngörülen idari
yaptırımların kısaca, ‘kirletme yasağına aykırı davrananlara, izin, arıtma ve bertaraf
yükümlülüklerini ihlal edenlere ve tehlikeli atıklara ilişkin usul ve kurallara ihlal
edenlere’ uygulanacağı belirtilebilir.
11. Su Kirliliği
Çevre Kanunu’nda düzenlenen su kirliği ile ilgili maddeler, genel olarak
gemilerin, tesislerin ve konutların neden olduğu kirlilik olmak üzere üç başlık altında
incelenebilir. Kanun’un 20. maddesinin (ı) bendinde, gemilerden ve tankerlerden
kaynaklanan kirlilikle ilgili ihlaller düzenlenmiş; bu vasıtalar tarafından gerçekleşen
ihlallerin denizler, yargılama yetkisine tabi deniz yetki alanları ve bunlarla bağlı su,
538
14.03.2005 tarih ve 25755 sayılı Resmi Gazete yayımlanarak yürürlüğe giren ‘Tehlikeli Atıkların
Kontrolü’ yönetmeliği başta olmak üzere, bu konuda çıkarılan tüm yönetmelikler.
184
tabii veya suni göl ve baraj gölleri ile akarsularda gerçekleşebileceği belirtilmiştir.
Bu düzenlemede, gemiler tarafından gerçekleşen su kirliliğinin, (1) petrol ve petrol
türevleri tahliyesi veya deşarjı yapan tankerler, (2) Kirli balast tahliyesi yapan
tankerler, (3) Katı atık bırakan veya evsel atıksu deşarjı yapan tanker, gemi ve diğer
deniz araçları, (4) Petrol türevleri veya kirli balast tahliyesi yapan gemi ve diğer
deniz vasıtaları tarafından gerçekleşen ihlaller olarak ayrıldığı görülmektedir. Gemi
ve tankerler tarafından gerçekleşen ihlaller neticesinde uygulanacak bu idari para
cezaları ile ilgili olarak dikkat çekici bir özellik de bunların maktu olarak takdir
edilmiş olmalarıdır.539 Tesisler tarafından gerçekleşen ihlaller ise, denizler dışında,
içme suyu ve kullanma suyunda gerçekleşmesine göre ayrılmıştır. Bu düzenlemeye
göre, Çevre Kanunu’na ve bu Kanun uyarınca çıkarılan başta ‘ Su Kirliliği Kontrolü
Yönetmeliği’540 olmak üzere diğer tüm yönetmeliklere aykırı olarak ülkenin
egemenlik alanındaki denizlere ve yargılama yetkisine tâbi olan deniz yetki
alanlarına, içme ve kullanma suyu sağlama amacına yönelik olmayan sulara atık
boşaltanlara idari para cezası uygulanacaktır. Konutlar açısından ise, işletmeler
açısından yapılan açıklamaların geçerli olduğu ve fakat sorumluğun müstakil
konutlarda konutu kullanan kişiye , diğer konutlarda ise yöneticiye
ait olduğu
belirilmelidir.
539
Şen, ‘gemilerin tonaj büyüklüğüne göre değil, çevreye verdikleri zarara (veyahut tehlikeye) göre’
idari para cezası öngörülmesine imkan tanıyacak bir düzenlemenin daha yerinde olacağını belirtmiştir.
Bu görüşe göre, Kanunda alt ve üst sınırları belirlenmiş para cezalarına göre, idarenin takdir yetkisini
kullanmak suretiyle çevrede yaratılan tehlike, zarar ya da bozulmaya göre ceza uygulaması
gereklidir.Şen, Çevre…, op.cit, s. 227.
540
31.12.2004 tarih ve 25678 sayılı Resmi Gazete.
185
12. Acil Durum Planları
Çevre Kanunu'nun 11. maddesinde, faaliyetleri nedeniyle çevreye olumsuz
etkileri olabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler tarafından, faaliyetlerine ilişkin olası
bir kaza durumunda, kazanın çevreye olumsuz etkilerini kontrol altına almak ve
azaltmak üzere uygulanacak acil durum plânlarının hazırlanmasını zorunlu olduğu
belirtilmiştir. Kanun, acil durum planlarına ilişkin usûl ve esasların Bakanlıkça
çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceğini belirtmiş olmakla birlikte, henüz
mevzuatımızda bu konuyla ilgili bir düzenleme bulunmamaktadır. Buna karşın
Kanun’un 20. maddesinin (o) bendinde, Kanun’un 11. maddesinde öngörülen acil
durum plânlarını yönetmelikle belirlenen usûl ve esaslara uygun olarak hazırlamayan
ve bu plânların uygulanması için gerekli tedbirleri almayan, ekip ve ekipmanları
bulundurmayanlar ile yerel, bölgesel ve ulusal acil durum plânlarına uymayanlara
idari para cezası uygulanacağı belirtilmiştir.
13. Umuma Açık Yerlerde Çevreyi Kirletme
Kanun’un 20. maddesinin (s) bendinde, ‘umuma açık yerlerde her ne şekilde
olursa olsun çevreyi kirletenler’ hakkında idari para cezası uygulanacağı
belirtilmektedir. Kirleten kavramının tanımının yapıldığı Kanun’un 2. maddesi
ışığında, 20.maddenin s bendi, umuma açık yerlerde her ne şekilde olursa olsun
faaliyeti sırasında veya sonrasında doğrudan veya dolaylı olarak, çevrede meydana
gelen ve canlıların sağlığını, çevresel değerleri, ekolojik dengeyi bozucu etki
doğuran, çevrenin bozulmasına neden olan gerçek ve tüzel kişiler hakkında idari para
cezası uygulanır şeklinde anlaşılmalıdır. Bu noktada vurgulanması gereken, ancak
umuma açık yerlerde gerçekleşen ihlallerin, söz konusu düzenlemenin kapsamına
girdiğidir.
186
14. Tehlikeli Kimyasallar
Kanun’un 20. maddesinin (y) bendinde ‘Tehlikeli kimyasallar ve bu
kimyasalları içeren eşyayı bu Kanunda ve ilgili yönetmeliklerde belirtilen usûl ve
esaslara, yasak ve sınırlamalara aykırı olarak üreten, işleyen, ithal ve ihraç eden,
taşıyan, depolayan, kullanan, ambalajlayan, etiketleyen, satan ve satışa sunanlara’
idari para cezası uygulanacağı düzenlenmektedir.
Bu halde ‘fiziksel, kimyasal ve/veya biyolojik yönden olumsuz etki yaparak
ekolojik denge ile insan ve diğer canlıların doğal yapılarının bozulmasına neden olan
her türlü kimyasal madde ve ürünler’ olarak tanımlanan tehlikeli kimyasallarla ilgili
faaliyette bulunanlardan, Kanun’un 13. maddesine541 ve ilgili diğer maddelerine
ayrıca 11.07.2003 tarih ve 21634 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe
giren Tehlikeli Kimyasallar Yönetmeliği başta olmak üzere ilgili tüm yönetmeliklere
aykırı olarak tehlikeli kimyasalları üreten, işleyen, ithal ve ihraç eden, taşıyan,
depolayan, kullanan, ambalajlayan, etiketleyen, satan ve satışa sunanlar hakkında
idari para cezası uygulanacaktır.
541
Tehlikeli kimyasallarla ilgili genel usul ve esasların, yasak ve sınırlamaların belirtildiği Kanun’un
13. maddesine göre, (1) tehlikeli kimyasalların belirlenmesi, üretimi, ithalatı, atık konumuna gelinceye
kadar geçen süreçte kullanım alanları ve miktarları, etiketlenmesi, ambalajlanması, sınıflandırılması,
depolanması, risk değerlendirilmesi, taşınması ile ihracatına ilişkin usûl ve esaslar ilgili kurum ve
kuruluşların görüşleri alınarak Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir. (2)Yönetmelik
hükümlerine aykırı olarak piyasaya sürüldüğü tespit edilen tehlikeli kimyasallar ile bu kimyasalları
içeren eşya, bunları satış ve kullanım amacıyla piyasaya süren kurum, kuruluş ve işletmelere
toplattırılır ve imha ettirilir. (4) Tehlikeli kimyasalların üretimi, satışı, depolanması, kullanılması ve
taşınması faaliyetleri ile tehlikeli atıkların toplanması, taşınması, geçici ve ara depolanması, geri
kazanımı, yeniden kullanılması ve bertarafı faaliyetlerinde bulunanlar meslekî faaliyetleri nedeniyle
oluşacak bir kaza dolayısıyla üçüncü şahıslara verebilecekleri zararlara karşı tehlikeli kimyasal ve
tehlikeli atık malî sorumluluk sigortası yaptırmak zorunda olup, faaliyetlerine başlamadan önce
Bakanlıktan gerekli izni almak zorundadırlar.
187
B.Faaliyetin Durdurulması Yaptırımı Öngörülen Đhlaller
Kanunun 15. maddesinin 1. fıkrasında, Çevre Kanunu’na ve bu Kanun
uyarınca yayımlanan yönetmeliklere aykırı davrananlara, söz konusu aykırı faaliyeti
düzeltmek üzere, Bakanlıkça ya da Bakanlığın denetim yetkisini devrettiği, ‘il özel
idareleri,
çevre denetim birimlerini kuran belediye başkanlıkları, Denizcilik
Müsteşarlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı, Karayolları Trafik Kanununa göre
belirlenen denetleme görevlileri veya Bakanlıkça uygun görülen diğer kurum ve
kuruluşlar’ tarafından, bir defaya mahsus olmak üzere esasları yönetmelikle
belirlenen ve bir yılı aşmamak üzere süre verilebileceğini düzenlemektedir. Kanunda
düzenlenen faaliyetin durdurulması yaptırımı da, genel olarak süre verilen haller ve
süre verilmeyen haller olmak üzere iki başlık altında ele alınabilir.
Maddenin 1. fıkrası uyarınca, aykırılıkların giderilmesi amacıyla, ihlal sahibi
kişilere süre verilmiş ve bu süre sonunda aykırılık düzeltilmemiş ise, Bakanlıkça ya
da 12. maddenin birinci fıkrası uyarınca denetim yetkisinin devredildiği kurum ve
merciler tarafından, faaliyet kısmen veya tamamen, süreli veya süresiz olarak; eğer ki
faaliyet sahibine süre verilmesine yer olmadığına takdir edilmiş ise derhal
durdurulacaktır. Çevre ve insan sağlığı yönünden tehlike yaratan faaliyetler hakkında
ve önleme ilkesinin önemli örneklerinden biri olan, çevresel etki değerlendirmesi
sürecine tabi olduğu halde ÇED incelemesi yaptırmayanlar ve proje tanıtım dosyası
hazırlanmaksızın faaliyete başlayanlar hakkında da süre verilmeksizin faaliyetin
durdurulması yaptırımı uygulanacaktır.
188
III. Çevre Kanunundaki Đdari Yaptırımlar Açısından Usul
A. Đdari Yaptırım Kararlarında Yetki
5491 sayılı Kanunla yapılan değişiklik öncesi Çevre Kanunu’nun
24.
maddesi, idari ceza kararının verilmesinde, ‘mahallin en büyük amirlerinin’ yetkili
olduğu düzenlenmekte idi.542 Ancak 2006 yılında yapılan değişikliğin ardından, idari
cezalar açısından asli yetki Bakanlığa ait hale gelmiştir.543
542
Şen bu düzenlemeyi, idari ceza verme yetkisinin Bakanlığa tanınmamış olması nedeniyle
eleştirilmiştir. Şen, Çevre.. , op.cit, s. 233, 234. Kanunda yapılan değişiklik sonrasında, idari ceza
verme yetkisinin Bakanlığa da tanınması, bu eleştiri de ortadan kaldırılmıştır.
543
Bu değişikliğin bir önemli sonucu da bir takım yargı kararlarını da konu edilmiş olan ‘mahallin en
büyük mülki amiri’nin kim olduğuna ilişkin karmaşayı gidermesi olmuştur. Bu karmaşa özellikle,
vali ve kaymakamın görev alanına ilişkin olarak ortaya çıkmıştır. Đdari Dava Daireleri bu konuda
yaşanan tartışmaları gidermek üzere, 1996 yılında verdiği kararda, “Öngörülen idari nitelikteki para
cezalarını verme yetkisinin, aynı Kanunun 24 üncü maddesi uyarınca mahallin en büyük mülki
amirine ait bulunduğu, buna göre ceza verme yetkisini ilde valinin, ilçede kaymakamın bizzat
kullanmasının yasa gereği olduğu; bakılan davada davacı şirkete ait fabrikanın Edirne Đline bağlı
Meriç Đlçesinde faaliyet gösterdiği, 20.9.1993 günlü denetleme sonucu düzenlenen rapora istinaden
para cezasının ise Edirne Valiliğince verildiğinin anlaşıldığı; bu durumda 2872 sayılı Kanunun 24
üncü maddesi uyarınca Meriç Kaymakamlığınca kullanılması gereken yetkinin Edirne Valiliğince
kullanılmasının, yetki yönünden hukuka aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle, işlemin yetki yönünden
iptaline ilişkin kararında ısrar etmiştir. Danıştay Altıncı Dairesinin 18.1.1995 günlü, 1995/267 sayılı
bozma kararında da belirtildiği üzere; 5442 sayılı Đl Đdaresi Kanununun 1.,4. ve 27. maddeleri ile 2872
sayılı
Çevre
Kanununun
24
üncü
maddesi
hükümlerinin
incelenmesi
ve
birlikte
değerlendirilmesinden, ilçelerin il sınırları içerisinde yer alması ve valinin ilin genel idaresinin başı
olması itibariyle, Çevre Kanununun uygulanması kapsamında, ilçe sınırları içerisinde, en büyük
mülkiye amiri olarak, kaymakamın yanı sıra valinin de yetkili olduğunun kabul edilmesi
gerekmektedir.Kaldı ki, bütün vatandaşların ortak varlığı olduğu 2872 sayılı Kanunun 1 inci
maddesinde açıkça belirlenen çevrenin, korunması ve kirletilmesinin önlenmesi konusunda aynı
Kanunun 3 ve 30 uncu maddeleriyle bütün vatandaşların, gerçek ve tüzel kişilerin duyarlı olmaya
çağrıldığı, görevli kılındığı ve alınacak önlemlere uymakla yükümlü tutulduğu göz önünde
bulundurulduğunda ve ayrıca 30 uncu maddedeki ifadesiyle, çevreyi kirleten veya bozan bir
faaliyetten zarar gören veya haberdar olan gerçek ve tüzel kişilerin idari makamlara başvurarak bu
faaliyetin durdurulmasını isteyebileceklerinin hükme bağlandığı bir konuda, il sınırları içinde mahallin
en büyük mülki amiri olan valinin bu ilin bir ilçesinde yetkisiz olduğunu öne sürmek Çevre Kanununa
189
5491 sayılı Kanunla yapılan bir diğer değişiklik de, idari ceza verilmesinde asli
yetkiye sahip Bakanlığın, bu yetkisini devredebileceği kişi ve kurumlar ile ilgili
olmuştur.544 Böylece, Kanun’un 12. maddesinin birinci fıkrası uyarınca denetim
yetkisinin devredildiği kurum ve mercilerin aynı zamanda idari yaptırım uygulama
yetkisini de kullanılabilmesi imkanını tanımıştır. Diğer bir deyişe, idari ceza vermeye
yetkili Bakanlık, bu yetkisini; “il özel idarelerine, çevre denetim birimlerini kuran
belediye
başkanlıklarına545,
Denizcilik
Müsteşarlığına,
Sahil
Güvenlik
uygun görülmediği gibi, çevreye zararlı faaliyeti tespit eden idari birimin valilik olması durumunda,
idari para cezasının da valilikçe verilmesi gerektiği kuşkusuzdur.Açıklanan nedenlerle, 2872 sayılı
Çevre Kanunu uyarınca para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada,
Mahkemece işin esası incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, işlemin yetki yönünden iptaline dair
ilk kararda ısrar edilmesinde yasal isabet bulunmadığından, davalı idarenin temyiz isteminin kabulü
ile Edirne Đdare Mahkemesince verilen 6.7.1995 günlü, 1995/588 sayılı ısrar kararının bozulmasına”
karar vermiştir. Đdari Dava Daireleri Kararı, 01.03.1996, K. 1996 /110,E. 1995 /603.
544
“Kamu yöneticilerinin yetki ve görevleri yasalarla belirlenir.Bu husus kamu hizmetinin düzenli ve
devamlı bir şekilde yürütülmesini sağlamak amacına yönelik olduğu kadar görev ve yetkinin kamu
düzeniyle ilgili olmasından kaynaklanmaktadır. 2872 sayılı Yasanın 24/a maddesinde büyükşehir
belediye başkanlıkları tabiri ile büyükşehir belediye başkanlığının tüzel kişiliği ifade edilmiş ve bu
cezanın büyükşehir belediye başkanlıkları tarafından verilmesi amaçlanmıştır. Kanunkoyucu cezanın
belediye başkanı tarafından verilmesini amaçlamış olsaydı, aynı maddede: "Yukarıdaki maddelerde
gösterilen cezalar doğrudan doğruya mahallin en büyük mülki amiri tarafından verilir ” hükmünde
olduğu gibi cezanın büyükşehir belediye başkanı tarafından verileceği şeklinde açıkça bir düzenleme
yapardı. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda, büyükşehir belediye başkanlıkları tabiri ile
büyükşehir belediye başkanı kastedilmediğinden büyükşehir belediye başkanına bağlı olan Çevre
Koruma ve Kontrol Müdürlüğü Zabıta Memuru tarafından büyükşehir belediye başkanının devrettiği
yetkiye dayanarak 2872 sayılı Yasanın 22. ve 24.maddeleri uyarınca para cezası verilmesi işleminde
yetki yönünden mevzuata aykırılık bulunmamaktadır. Danıştay Đdari Dava Daireleri Genel Kurulunun
11.7.2002 günlü, E:2002/178, K:2002/639 sayılı kararı da bu yöndedir”.
545
Danıştay 6. Dairesi, Kanunda geçen ‘belediye başkanlıkları’ tabiri ile ilgili olarak, “büyükşehir
belediye başkanlıkları tabiri ile büyükşehir belediye başkanı kastedilmediğinden büyükşehir belediye
başkanına bağlı olan Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlüğü Zabıta Memuru tarafından büyükşehir
belediye başkanının devrettiği yetkiye dayanarak 2872 sayılı Yasanın 22. ve 24.maddeleri uyarınca
para cezası verilmesi işleminde yetki yönünden mevzuata aykırılık bulunmamaktadır. Danıştay Đdari
Dava Daireleri Genel Kurulunun 11.7.2002 günlü, E:2002/178, K:2002/639 sayılı kararı da bu
190
Komutanlığına, 13.10.1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa göre
belirlenen denetleme görevlilerine veya Bakanlıkça uygun görülen diğer kurum ve
kuruluşlara”546 devredebilecektir.547
Maddenin 3. fıkrasında ise idari cezaları vermekle yetkili Bakanlığın bu yetkiyi
merkez teşkilatında genel müdürlüklerce, taşra teşkilâtında il çevre ve orman
müdürlerince kullanılabileceği düzenlenmiştir.548
B. Đdari Yaptırım Kararının Verilmesi ve Tebliği Usulü
Đdari yaptırım kararının verilmesi ve tebliği usulü, Kanunun 27. maddesinde
düzenlenmektedir. Bu maddeye göre; ‘Kanunda öngörülen idarî yaptırımların
uygulanmasını gerektiren fiillerle ilgili olarak yetkili denetleme elemanlarınca bir
yöndedir. Bu durumda, aksi yönde verilen idare mahkemesi kararında isabet görülmemiştir. Açıklanan
nedenlerle ... Đdare Mahkemesinin ... günlü, ... sayılı kararının bozulmasına, oybirliğiyle’ karar
verildiğini belirtmiştir. D. 6. D, 05.02.2003, K. 2003/844, E. 2002 / 1217, http://www.danistay.gov.tr/.
546
Madde 12 - Bu Kanun hükümlerine uyulup uyulmadığını denetleme yetkisi Bakanlığa aittir.
Gerektiğinde bu yetki, Bakanlıkça; il özel idarelerine, çevre denetim birimlerini kuran belediye
başkanlıklarına, Denizcilik Müsteşarlığına, Sahil Güvenlik Komutanlığına, 13/10/1983 tarihli ve 2918
sayılı Karayolları Trafik Kanununa göre belirlenen denetleme görevlilerine veya Bakanlıkça uygun
görülen diğer kurum ve kuruluşlara devredilir. Denetimler, Bakanlığın belirlediği denetim usûl ve
esasları çerçevesinde yapılır.
547
03.04.2008 tarih ve 26482 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren “Çevre Kanununa
Göre Verilecek Đdarî Para Cezalarında Đhlalin Tespiti Ve Ceza Verilmesi Đle Tahsili Hakkındaki’
Yönetmeliğin 6. maddesinde, Kanun’un 24. maddesinin 2. fıkrası tekrar edilmiş ve ‘Kanun’un 12.
maddesinin birinci fıkrası uyarınca yetki devri yapıldığında; ihlaller için Đdarî Yaptırım Kararı
düzenlemek suretiyle idarî para cezası verme yetkisi yetki devri yapılan kurum veya kuruluşlar
tarafından kullanılacağı’ belirtilmiştir.
548
Bu maddeyle paralel nitelikte olarak “Çevre Kanununa Göre Verilecek Đdarî Para Cezalarında
Đhlalin Tespiti Ve Ceza Verilmesi Đle Tahsili Hakkındaki’ Yönetmeliğin 5. maddesinde, Kanunda
belirtilen ihlaller için idarî para cezasının Bakanlık merkez teşkilatında Çevre Yönetimi Genel
Müdürü, Çevresel Etki Değerlendirmesi ve Planlama Genel Müdürü ile Doğa Koruma ve Millî
Parklar Genel Müdürü, taşra teşkilatında ise Çevre ve Orman Đl Müdürü tarafından verileceği
düzenlenmiştir.
191
tutanak tanzim edilir. Bu tutanak denetleme elemanlarının bağlı bulunduğu ve idarî
yaptırım kararını vermeye yetkili mercie intikal ettirilir. Bu merci, tutanağı
değerlendirerek gerekli idarî yaptırım kararını verir. Đdarî yaptırım kararı, 11/2/1959
tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre idarî yaptırım kararını veren
merci tarafından ilgiliye tebliğ edilir.’
Bu maddeye göre, idari yaptırım uygulanmasını gerektiren eylemlerin
denetimi, Kanun hükümlerine uyulup uyulmadığını denetleme yetkisinin verildiği
Bakanlığa ve Bakanlığın (bu maddeye göre) yetkisini devrettiği kurum ve
kuruluşlara aittir. Kanunun 25. maddesinde belirtilen söz konusu ‘denetleme
elemanları’ kavramı ise, (idari para cezaları açısından) “Kanunda belirtilen
yükümlülüklerin ilgililerce yerine getirilip getirilmediğinin tespiti için Bakanlık
merkez veya taşra teşkilatı ile Bakanlıkça yetki verilmiş kurum veya kuruluşların
yetkili makamı tarafından usulüne uygun olarak iki veya daha fazla kişiden meydana
gelen çevre denetim” ekibi; gemiler tarafından gerçekleşen ihlaller açısından ise,
“Bakanlıkça yetki verilmiş kurum ve kuruluşların yetkili makamı tarafından konunun
uzmanı iki veya daha fazla kişiden meydana gelen çevre denetim ekibi” şeklinde
anlaşılmalıdır.
549
Söz konusu denetim ekibi, Kanun’un 12. maddesinde sayılan
yetkili kurum ve kuruluşların denetleme yetkisini yerine getirmek üzere
oluşturulurlar. ‘Çevre Kanunu’na Göre Verilecek Đdari Para Cezalarında Đhlalin
Tespiti ve Ceza Verilmesi Đle Tahsili Hakkındaki Yönetmeliğin’ 8. maddesine göre,
549
03.04.2007 tarih ve 26482 sayılı Resmi Gazete yayımlanarak yürürlüğe giren Çevre Kanunu’na
Göre Verilecek Đdari Para Cezalarında Đhlalin Tespiti ve Ceza Verilmesi Đle Tahsili Hakkında
Yönetmeliğin 7. maddesinde
maddesindeki,
getirmek
düzenlenmektedir. Bu yönetmelik , Çevre
Kanunu’nun ek 5.
‘Bakanlığın, Kanunla öngörülen ölçme, izleme ve denetleme faaliyetlini yerine
üzere
gerekli
kurumsal
altyapıyı
oluşturacağına’
dair
düzenleme
çerçevesinde
değerlendirilebilir.
192
bu ekipler, ‘planlı ya da plansız/ani denetimlerde veya ihbar, şikâyet üzerine ya da
herhangi bir nedenle görevlendirilen; çevre kirliliğinin ve/veya bozulmanın ortaya
çıkması halinde ya da
çevre kirliliğine/bozulmasına ya da kirlenme/bozulma
ihtimaline neden olacak durumların tespiti halinde inceleme yapmak, ölçüm ve
tespitlerde bulunmak, denetim ve tespit tutanağı hazırlamak, düzenledikleri tutanak,
varsa fotoğraflar, filmler, video kasetleri, hava fotoğrafları, uydu görüntüleri,
numunelere ilişkin analiz sonuçlarını, ilgili dokümanlar ile denetim raporlarını550
bağlı bulunduğu idarî para cezası vermeye yetkili makama/amirlere teslim etmekle’
görevlidirler.
Kısaca, Kanunun 12.maddesine göre, denetimle yetkili Bakanlık merkez
veya taşra teşkilatı ile Bakanlıkça yetki verilmiş kurum veya kuruluşlar bu
faaliyetleri yerine getirmek üzere oluşturdukları denetim ekibi aracılığıyla, idari
yaptırım kararının konusunu oluşturan ihlalin tespitini, incelemesini yapmakta ve
edindikleri sonuçları yetkili mercie bildirmekle görevlidir. Denetim raporlarının
yetkili makam/amire teslim edilmesi üzerine, idari yaptırım kararı vermeye yetkili
merci, intikal ettirilen ‘çevre denetim tutanağını veya tespit tutanağını’ ve ilgili diğer
belgeleri değerlendirerek, gerekli yaptırım kararını verir. 551
550
Denetim ve Tespit Tutanağı’nın hazırlanması için bkz: Çevre Kanunu’na Göre Verilecek Đdari
Para Cezalarında Đhlalin Tespiti ve Ceza Verilmesi Đle Tahsili Hakkındaki Yönetmelik madde 13.
551
Çevre Kanunu’na Göre Verilecek Đdari Para Cezalarında Đhlalin Tespiti ve Ceza Verilmesi Đle
Tahsili Hakkındaki Yönetmelik Madde 14- (1) Đdarî yaptırım kararı vermeye yetkili merci, intikal
ettirilen Çevre Denetim Tutanağını veya Tespit Tutanağını ve ilgili belgeleri değerlendirerek gerekli
yaptırım kararını verir.
(2) Đdarî yaptırım kararında;
a) Đdarî yaptırım kararı düzenlenen;
1) Gerçek kişi ise; adı soyadı, mesleği, adresi, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasının (Türkiye
Cumhuriyeti kimlik numarasının bulunmaması hâlinde, baba ve anne adı, doğum tarihi ve yerinin),
193
Đdari yaptırım kararlarını ilgiliye tebliği açısından Kanunun kabul ettiği usul,
25. maddede belirtildiği üzere, 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu
hükümlerine göre belirlenecektir.552 Tebligat yapılmasının idari yaptırımlar açısından
bazı sonuçları vardır. Bu sonuçlardan en önemlisi, yaptırım kararı tebliğ edilmeyen
kişiler açısından, bu yaptırımın kesinleşmiş sayılamayacağıdır. 553 Diğer bir deyişle,
Tebligat Kanunu’nda belirtilen usule göre tebliğ edilmemiş yaptırım kararları
hakkında, otuz günlük dava açma süresi başlamadığı gibi, Kanun’un 23. maddesinde
belirtilen, fiilin tekrarı hükümlerinin de uygulanmaması gerekir.
2) Tüzel kişi ise; unvanı, vergi dairesi, adresi, kanunî temsilcisinin adı soyadı, görevi ve vergi kimlik
numarasının,
b) Đdarî yaptırım kararı verilmesini gerektiren kabahat fiilinin dayanağı Kanun/Yönetmelik
maddesinin,
c) Fiilin işlendiği yer ve zamanın,
ç) Karar tarihi ve kararı veren kamu görevlisinin adı, soyadı ve unvanının,
d) Bu fiilin işlendiğini ispata yarayacak delillerin,
e) Cezanın ödeneceği yerin,
f) Ödeme süresinin ve şeklinin,
g) Đdarî para cezasına itiraz edilebilecek makamın,
ğ) Đtiraz süresinin,
h) Kararın tebliğ tarihinin,
ı) Kararın idarede kalan nüshasında kesinleşme tarihinin,
i) Cezaya muhatap olanın ödemeye ilişkin haklarının, belirtilmesi zorunludur.
(3) Kanunda alt ve üst sınır olarak belirtilen cezalarda ise alt sınırdan ayrılarak ceza verilmesi hâlinde
alt sınırdan ayrılarak ceza verilmesinin gerekçeleri de ayrıca belirtilir.
(4) Gemilere verilecek idarî para cezalarında Bakanlıkça yetki verilmiş kurum veya kuruluşların
yetkili amirleri tarafından Ek-4'te yer alan idarî yaptırım kararı düzenlenir.
552
19.02.1959 tarih 10139 sayılı Resmi Gazete. ‘Çevre Kanunu’na Göre Verilecek Đdari Para
Cezalarında Đhlalin Tespiti ve Ceza Verilmesi Đle Tahsili Hakkındaki Yönetmeliğin’ 15. maddesinde
de bu maddeyle paralel nitelikte olarak, idari para cezalarının 1/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat
Kanunu hükümlerine göre ilgili kişiye tebliğ edileceği düzenlemektedir.
553
Danıştay 6. Dairesi’nin 2005 yılında verdiği kararında belirtildiği üzere, “uyuşmazlık konusu
ödeme emrinin dayanağını oluşturan çevre para cezasının davacı şirkete tebliğ edilmediği
anlaşıldığında ortada kesinleşmiş bir amme alacağı bulunmamaktadır”. D. 6. D, 28.12.2005, K.2005
/6697, E. 2004 /4297, http://www.danistay.gov.tr/.
194
C.
Đdari Yaptırım Kararlarına Karşı Dava Yolu ve Cezaların Tahsili
Çevre Kanunu’nun 25. maddesi, 5491 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten
önce, ‘idari cezalara karşı, cezanın tebliğinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili
idare mahkemesine itiraz edilebileceğini ve itiraz üzerine verilen kararların da kesin’
olduğunu düzenlenmekteydi.
554
Fakat 5491 sayılı Kanun, Çevre Kanunu’nun 25.
maddesini, ‘idari yaptırım kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde
idare mahkemesinde dava açılabilmesine’555 imkan verecek şekilde değiştirdi ve
diğer yandan da idare mahkemesi kararlarının kesin olduğuna dair ifadeden kurtardı.
554
Maddenin bu hali, doktrin tarafından eleştirildi ve fakat pek çok tartışmanın yapılmasına da vesile
oldu. Bu tartışmalar genel olarak itiraz kavramını anlamı, Đdari Yargılama Usulü Kanunu’nda
düzenlenen dava açma süresinden daha kısa bir sürenin başkaca kanunlarda kabul edilip
edilemeyeceği
ve ‘ceza kararları kesindir’ ifadesinin geçerli olup olamayacağı noktasında
belirginleşmişti. Bu eleştiri ve tartışma başlıklarından ilkini, ‘itiraz’ kavramı oluşturmaktadır. Bu
kurumun bir çeşit iptal davası olarak mı, kanun yolu olarak mı yoksa ĐYUK’ ta düzenlenmemiş yeni
bir tür dava yolu olarak mı ele alınması gerektiği ile ilgili farklı görüşler ileri sürülmüştür. ‘Đtiraz’
kurumu ile ilgili olarak doktrinin genel olarak kabul ettiği görüş, bu kurumun bir kanun yolu
olmadığıdır. (Tezcan, op.cit, s. 371; ) Buna karşın bu dava yolunun ne tür bir dava olduğu konusunda
ise doktrinde farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Söz konusu yaklaşımlardan biri, maddede
düzenlenen ‘itiraz’ın bir iptal davası olarak anlaşılması gerektiğini (Toroslu, Ceza Hukuku
Açısından..., op.cit, s.124 ) ; diğeri ise, ‘itiraz’ın, “iptal davasından farklı olarak idari cezayı- idari
işlemi değiştirme yetkisini’ de içeren ve ‘karşıgelme’ olarak adlandırılan yeni bir dava türü olarak
kabul edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. (Tezcan, op.cit, s. 371) Maddeye getirilen ikinci eleştiri ise,
“itiraz üzerine idare mahkemesinin verdiği ‘cezanın’ kesin” olduğuna dair ifade hakkında olmuştur.
Toroslu konuyla ilgili olarak, öncelikle madde lafzında hata bulunduğuna işaret etmiş ve idare
mahkemesinin ceza vermesinin mümkün olmadığını; mahkemenin iptal ya da iptal talebinin reddi
kararı verebileceğini hatırlatarak, ‘itiraz üzerine idare mahkemesinin verdiği kararlar’ ifadesinin daha
doğru olacağını belirtmiştir. Yazarın vurguladığı ikinci önemli nokta ise, ĐYUK madde 46 karşısında
idare mahkemesinin kararının kesin olduğunu iddia edilmesinin de mümkün olmadığıdır. (Toroslu,
Ceza Hukuku Açısından..., op.cit, s.124; Tezcan, op.cit, s. 369, dpnt: 22 )
555
Çevre Kanununa Göre Verilecek Đdarî Para Cezalarında Đhlalin Tespiti ve Ceza Verilmesi Đle
Tahsili Hakkında Yönetmeliğin 16. maddesinde de benzer bir düzenleme getirilmiş ve ‘Đdari yaptırım
kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde idarî yargıda dava açılabileceği’ ifade
edilmiştir.
195
Böylece madde üzerinde yaşanan tereddütler ve
eleştiriler ortadan kaldırılmış
oldu.556
Yapılan bu değişikliğin ardından, idari yaptırım kararının verilmiş olması,
denetleme elemanlarınca hazırlanan tutanağın idari cezayı vermekle yetkili organa
intikal ettirilmesi; yaptırım kararlarına karşı, Kabahatler Kanununda öngörülen
süreden ve usulden farklı olarak, cezanın tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde
yetkili idare mahkemesinde dava açılmaması557 ise idari yaptırım kesinleşmesi
anlamına gelmeye başladı.
Yapılan açıklamalar ışığında, Kanunun yeni 25. maddesine göre, idare
mahkemesi tarafından hukuka uygun görülen veya 30 günlük dava açma süresinin
geçirilmesi nedeniyle kesinleşen yaptırım kararlarının tahsili için yaptırım kararının
ilgiliye tebliğ edilmesi gerekmektedir.
556
Yapılan değişikliğin sonucunda Kanunu’nun 25. maddesi, “ (1) Bu Kanunda öngörülen idarî
yaptırımların uygulanmasını gerektiren fiillerle ilgili olarak yetkili denetleme elemanlarınca bir
tutanak tanzim edilir. Bu tutanak denetleme elemanlarının bağlı bulunduğu ve idarî yaptırım kararını
vermeye yetkili mercie intikal ettirilir. Bu merci, tutanağı değerlendirerek gerekli idarî yaptırım
kararını verir. Đdarî yaptırım kararı, 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine
göre idarî yaptırım kararını veren merci tarafından ilgiliye tebliğ edilir. (2) Đdarî yaptırım kararlarına
karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde idare mahkemesinde dava açılabilir. Dava açmış olmak
idarece verilen cezanın tahsilini durdurmaz. (3) Đdarî para cezalarının tahsil usûlü hakkında 30/3/2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri uygulanır. (4) Ceza vermeye yetkili kurum ve
merciler tarafından tahsil edilen idarî para cezaları, Maliye Bakanlığından izin alınarak Bakanlıkça
bastırılan ve dağıtılan makbuz karşılığında tahsil edilir. (5) Bu Kanuna göre verilecek idarî para
cezalarında ihlalin tespiti ve cezanın kesilmesi usûlleri ile ceza uygulamasında kullanılacak
makbuzların şekli, dağıtımı ve kontrolüne ilişkin usûl ve esaslar Maliye Bakanlığının görüşü alınarak
Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir” şeklinde değiştirilmiştir.
557
Merkezde Genel Müdürce, Đllerde Đl Müdürünce verilen cezalara karşı, iptalleri için idari yargı
yerine dava açılması halinde, davalının Çevre ve Orman Bakanlığı olması gerekeceğinden, açılan
davaların merkezde Çevre ve Orman Bakanlığı Hukuk Müşavirliğince takip edileceği kabul
edilmelidir.
196
Đdari cezaların tahsili açısından kabul edilen usul, Kabahatler Kanunu’nun
öngördüğü tahsilat usulüdür. Diğer bir deyişle, Kabahatler Kanunun, idari para
cezalarının ödenmesi ve tahsili usulünü düzenleyen 17. maddesinde yer alan
hükümlerin, (tahsil için kesinleşme koşulunun aranması dışında) 2872 sayılı Çevre
Kanunu uyarınca verilecek idari para cezaları bakımından da uygulanması kabul
edilmelidir.558
558
Diğer bir deyişle, tahsili ve ödemeye ilişkin hususlar bakımından “Kabahatler Kanununun Bazı
Maddelerinin Uygulanması Hakkında 437 Seri No’lu Tahsilat Genel Tebliği”nde (16 Aralık 2005
tarihli ve 26025 sayılı Resmi Gazete) yer alan açıklamaların göz önünde bulundurulması; ancak söz
konusu Tebliğin, para cezasının tahsili için kesinleşme koşulunun aranmasına ilişkin hükümlerinin
dikkate alınmaması gerekir. Yapılan açıklamalar ışığında, Kabahatler Kanununun 17. maddesinin 6.
fıkrasında yer verilen, idari para cezasında peşin ödeme ve indirime ilişkin düzenlemenin, Çevre
Kanunu kapsamında uygulanan idari para cezaları açısından da kabul edilmesi gerekir. Buna göre,
idari para cezasının, cezayı veren kamu görevlisince tahsili imkânı getiren Kabahatler Kanunu’nun
ilgili usulü, 2872 sayılı Kanun’un 5491 sayılı Kanun ile değişik 25. maddesi uyarınca, Çevre ve
Orman Bakanlığınca ya da Đl Çevre ve Orman Müdürlüğünce düzenlenen idari para cezası
kararlarındaki cezaların peşin ödenmek istenmesi halinde, makbuz karşılığında tahsil edilerek hazine
hesaplarına aktarılması şeklinde anlaşılmalıdır. Bu maddenin bir diğer sonucu da, Çevre Kanunu’na
göre verilen idari para cezaları açısından da peşin ödemelerde cezanın ¾’ünün tahsil edilmesidir.
197
SONUÇ
Çevre sorunlarının giderek karmaşıklaşan ve artan ağırlığı karşısında hukuk
dünyasının geliştirdiği çözümler arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi açısından idari
yaptırım teorisi uygun bir zemin sağlamaktadır.
Son yıllarda ülkemizde ve dünyada çevre sorunlarının kapsamı artmış,
sorunlar derinleşmiş, bu soruna karşı daha etkin mücadele yöntemlerini zorunlu
kılmıştır. Dünyada her gün artan çevre felaketleri karşısında, şirketler, devler,
toplumlar bir takım tedbirler alma zorunluluğu ile karşı karşıya kalmışlardır.
Çevre sorunlarının artması ile birlikte bugüne kadar hiç görmediğimiz
bilmediğimiz kara parçalarındaki insanların yaşamaları değil aynı zamanda bire bir
içinde yaşadığımız toplumun yaşam koşulları bozulmaya başlamıştır. Sorunların
derinleşmesi insan topluluklarını toplum yapan onları bir düzen içinde birlikte
hareket etmeye zorlayan tüm kurallar bütününün varlık koşullarını sarsmaya
başlamıştır.
Bu nedenle toplumsal yaşamın varlığının devam etmesi için bile çevre
sorunlarına karşı önlemler almak gerekmektedir. Kamu düzeni, dirlik ve esenliğin
korunmasının sağlanması için devlet-toplum ilişkilerinde önemli bir yer kaplayan bu
sorun karşısında takınılan tutum kamu düzenin sağlanmasının mümkün olup
olamayacağını gösterecektir.
Đçinde yaşadığımız dünyanın tüm temel değerleri ekonomik bir belirlenim
altında anlam kazanmaktadır. Hukuk düzeninin sağlanması, çevrenin korunması,
çevrenin kirlenmesine karşı geliştirilecek önlemlerin oluşturulması da bu ekonomik
bakış açısının etkisi altında kalmaktadır.
198
Günümüzde hukuk bir yandan ekonomik faaliyetlerin yürütülmesini bir
yandan da çevreyi de kapsamına alarak genişleyen toplumsal esenliğin ve düzenin
korunması arasındaki dengenin sağlanmasında hangi ilkelere dayanılması gerektiği
üzerinden şekillenmektedir. Bugün genel olarak hukuku özel olarak da çevre
hukukunun kurallar bütünü haline gelmesinde ise ekonomik düzen kaygısını ön plana
alan bir yaklaşımın ortaya çıktığını söylemek mümkündür.
Bu eksende çevreyi kapsayan kamu düzeninin geliştirilmesinde, idari
yaptırım kavramı ön plana çıkmaktadır. Đdari yaptırımların, bir idari işlem, devletin
tek taraflı bir biçimde hukuk dünyasında sonuçlar doğuran düzenlemesi olduğuna
şüphe yoktur. Bununla birlikte idari yaptırım kavramı doğrudan bir cezalandırma
mantığı da taşımamaktadır. Her ne kadar idari yaptırımların hukuk dünyasında bu tür
sonuçları olsa da bu işlemlerin temel işlevi cezalandırmak değildir.
Çevre Hukuku kendi özgüllüğü içinde kamu düzeninin çerçevesini
genişletmektedir. Bu açıdan idari yaptırım kavramının koruduğu menfaat alanı ile
çevre hukuku arasındaki ilişki ve düzeyin belirlenmesi önemlidir.
Her ne kadar idari yaptırım teorisinin etki alanının, toplumsal sorunlar
karşısında etkinliğinin giderek arttığı söylemek mümkün olsa da bu yaptırımların
korudukları menfaati ne ölçüde korudukları tartışmalıdır.
Özellikle çevre sorunlarının çözümü, bu açıdan kamu düzeninin sağlanması
sadece devletin müdahale alanlarının ve sınırlarının belirlenmesi ile sağlanamaz. Bu
kamu düzeninin sağlanmasında yurttaşlara etkin ödevler ve sorumluluklar da
düşmektedir. Bu ödevlerin ve sorumlulukların yerine getirilmesi açısından ise çevre
sorunlarının çözümüne katılım gerekmektedir. Çevre hukuku açısında katılım bir
yanıyla da devletin eylem ve işlemlerinin yargısal denetimi ile mümkün olmaktadır.
199
Bu nedenle idarenin işlemleri ile işlemlerin dayanağı olan düzenleyici işlemlerin
yargısal yolla denetimi, devlet otoritesinin kamu düzeninin sağlanması aleyhine
yapacağı düzenlemelerin de denetimi anlamına gelecektir.
Oysa bir yandan Kabahatler Kanunu’nda getirilen düzenlemeler ve diğer idari
yaptırımlarla birlikte idari yaptırımlara karşı yargısal denetim yolunun adli
makamlara verilmesi ekonomik bir düzenin esenliğine önem veren devletin çevre
algısının da ipuçlarını sunmaktadır.
Bu doğrultuda doktrinde de çevreye karşı olumsuz müdahalelerin hafif
nitelikli eylemler olarak görülmesi, idari yaptırım teorisi içinde yaygın ve baskın bir
görüş olma niteliğini devam ettirmektedir. Ancak kamu düzeninin sağlanması
açısından, devletin ekonomik hayatta göreli olarak etkinlik alanının daralması,
düzenleyici bir işleve bürünmesi yeterli bir olanak sağlamamaktadır. Önemli olan
çevreyi de kapsayan kamu düzeninin sağlanmasında, toplumun temel varlık koşulu
olan “toplum” olma halini sürdürecek düzenlemelerin nasıl uygulandığı ve
uygulanacağıdır. Elbette bu doğrultu da idari yaptırımların çevre kamu düzeninin
sağlanmasında etkin bir işlev üstlenebilmesi için bir yandan pozitif hukuk
düzenlemelerinin niteliği diğer yandan da bu düzenlemeler üzerine yapılan
tartışmalar ve yargı kararları oldukça önemli bir yere sahiptir. Çevre hukuku, temel
olarak
canlı
yaşamının
sürdürülmesi
için
ortaya
koyduğu
ilkelerinin
genişletmektedir. Bu etkinin hukuk dünyasında ve toplumsal yaşamda pratik bir
karşılığının oluşabilmesi için de idari yaptırım ekseninin çevre hukukunun temel
ilkeleri doğrultusunda yeniden tanımlanabiliyor olması gerekir. Bu açıdan idari
yaptırım teorisinin çevre hukuku ilkeleri ışığında yorumlanarak pozitif hukuka
200
aktarılması gerekir. Bugün için ise idari yaptırımlar Çevre Kamu düzeninin
sağlanması açısından yeterli görünmemektedir.
201
KAYNAKLAR
Makaleler ve Kitaplar
ADAL, Erhan, Hukukun Temel Đlkeleri El Kitabı, Legal Yayıncılık, 8.
Baskı, Đstanbul, 2004.
AKILLIOĞLU, Tekin, “Anayasa Mahkemesine Göre Anayasa 114 Yorumu”,
Seha L.Meray’a Armağan, C.I, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Yayınları: 465, 100.Doğum Yılına Atatürk’e Armağan Dizisi:9, T.C. Ziraat Bankası,
Halkla Đlişkiler Müdürlüğü, Kültür Yayınları:8,Bilim Dizisi:2, 1981, s.13-25.
AKTAŞ, Kadir, “Yasama Dokunulmazlığı Kurumunun Türkiye’de Gelişimi”,
Yasama Dergisi, S. 3, Ekim-Kasım- Aralık 2006, s.85-114.
AKYILMAZ, Bahtiyar, “Đyi Yönetim ve Avrupa Đyi Yönetim Yasası”, G.
Ü.H.F.D. , C.VII, S.Haziran - Aralık 2003, Ankara, 2004, s.148-162
ALACAKAPTAN, Uğur, Suçun Unsurları, Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Yayınları No: 263, Sevinç Matbaası, Ankara, 1970.
ALDEMĐR, Hüsnü, “Yeni Türk Ceza Kanunu’na Göre Suçta Tekerrür”,
Terazi Hukuk Dergisi, Yıl:1, S.1,Seçkin Yayıncılık, Ankara, Eylül 2006, s. 49-56.
ALDEMĐR, Hüsnü, “Adli Para Cezası ve Đnfazı”, Terazi Hukuk Dergisi,
Yıl:2 , S.7, Seçkin Yayıncılık, Ankara, Mart 2007, s.75-79.
ALGAN, Nesrin, “Türkiye’de Devlet Politikaları Bağlamında Çevre ve Çevre
Korumanın Tarihine Kısa Bir Bakış”, Türkiye’de Çevrenin ve Çevre Korumanın
Tarihi Sempozyumu 7-8
Nisan 2000, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih
Vakfı, 1.Baskı, Đstanbul, Ekim 2000, s. 220- 234.
202
ALICA, Süheyla Suzan, Đdari Yargı Kararları Çerçevesinde 2872 Sayılı
Çevre
Kanunu
ve
Đlgili
Yönetmeliklerin
Uygulanmasından
Doğan
Uyuşmazlıklar, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Çevre
Bilimler Anabilim Dalı Doktora Tezi, Ankara, 2005.
ALTUN, Muhsin “Özel Çevre Koruma Bölgelerinin Çevre Hukukundaki
Yeri”, Prof. Şükrü Postacıoğlu’ na Armağan, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Döner Sermaye Đşletmesi Yayınları No:81, Đzmir, 1997, s.517-523.
ARSLAN, Çetin, “Yasama Dokunulmazlığının Zamanaşımına Etkisi”, A.
Ü.H.F. D. , C. 57, S.1, 2008, s. 35-59.
ARSLAN,
Zühtü,
“Temel
Hak
ve
Özgürlüklerin
Sınırlandırılması:
Anayasa’nın 13. Maddesi Üzerine Bazı Düşünceler”, A.Y.D. , C.19, Ankara, 2002, s.
216-231.
ALTIPARMAK Cüneyd, “Kumar Kabahati”, Terazi Aylık Hukuk Dergisi,
Y: 3, S.19, Seçkin Yayıncılık, Mart 2008, s. 133-140.
ARDIÇOĞLU, Artuk, Rekabet Kurumunun Đdari Yapısı, Đşlemleri ve
Yargısal Denetimi, T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu
Hukuku Bölümü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2002.
AYBAY, Aydın / AYBAY, Rona, Hukuka Giriş, Đstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları, 4. Baskı, Đstanbul, Eylül 2007.
BALTA, Tahsin Bekir, Đdare Hukukuna Giriş I, TODAĐE, No:117,
1968/1970, Sevinç Matbaası, Ankara,1970.
BAŞPINAR, Recep, “Danıştay’ın Yetkilerinin Sınırlandırılması Çalışmaları ve
Düşündürdükleri”, D.D. , S.5, Ankara, 1972, s. 43-54.
203
BAYRAKTAR, Köksal, “Çevrenin Korunması Ve Türk Hukuku”, Seha L.
Meraya Armağan, Cilt I., Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları:
465, 100.Doğum Yılında Atatürk’e Armağan Dizisi:9, T.C. Ziraat Bankası, Halkla
Đlişkiler Müdürlüğü, Kültür Yayınları:8,Bilim Dizisi:2, 1981.
BAYRAKTAR, Köksal, “Ceza Hukukunda Suç Olmaktan Çıkarma Akımı”,
Đ.Ü.H.F.M. , C. L, S. 1-4, 1984, S. 198, s.197-212.
BAYRAKTAR, Köksal “Hava Kirliliğine Karşı Çeşitli Ülkelerin Yasalarında
Ceza Hukuku Düzenleme Biçimleri”, Yaşamak Đçin Çevre Koruma (Environment
Protection), Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Derneği Yayın Organı, S.1,
Temmuz 1979, s. 25-26.
BERBEROĞLU, Ahmet “Çevre Hukukunun
Đdari Yargı Düzeyinde
Uygulanması”, Çevre Hukuku Sempozyumu, Çeşme 10-11 Nisan 2006, Editör:
Emel Batur, Ankara, 2006,s. 45-57.
BĐLGE, Necip, Hukuk Başlangıcı Dersleri, Ajans Türk Matbaası, 5. Baskı,
Ankara, 1966.
BOZKURT, Enver, Genel Hukuk Bilgisi, Asil Yayın Dağıtım, 4. Baskı,
Ankara, 2007.
BOZKURT, Enver, Hukukun Temel Kavramları, Asil Yayın Dağıtım, 6.
Baskı, Ankara, 2007
CAN, Halil / GÜNER, Semih, Hukukun Temel Kavramları, Arıkan Basım
Dağıtım, 3. Baskı, Ankara, 2006.
CANDAN, Turgut, “Kabahatler Kanunu Hakkında”, Mali Pusula, Yıl:1, S.10,
Ekim 2005, s. 8-15.
204
CANSEL Erol / ÖZEL, Çağlar, Hukuk Başlangıcı – Hukukun Temel
Kavram ve Kurumları, Seçkin Yayıncılık, 3. Baskı, Kasım 2006.
CENTEL, Nur / ZAFER, Hamide / ÇAKMUT, Özlem, Türk Ceza
Hukukuna Giriş, Beta Basım, Đstanbul, 2006.
CENTEL, Nur, “Cezanın Amacı ve Belirlenmesi”, Prof. Dr. Turhan Tufan
Yüce’ye Armağan, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayını, Đzmir, 2001, s. 337-372.
CENTEL, Nur, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Đstanbul, 2001, s. 20
ÇAĞLAR, Bakır, “Anayasa Mahkemesi Kararlarında Demokrasi”, Anayasa
Yargısı Dergisi, C.7, Ankara, 1990, s. 51-127.
ÇAĞLAYAN, Ramazan, Đdari Yaptırımlar Hukuku, Asil Yayın Dağıtım,
Ankara, 2006.
ÇAĞLAYAN, Ramazan, Đdari Yargıda Kanun Yolları, 2.Baskı, Seçkin
Yayıncılık, Ankara, 2006.
ÇAKMAK, Münci, “Biyolojik Çeşitliliğin Hukuken Korunması ve Kamu
Yararı”, A. Ü.H.F.D. , C.57, S.1, 2008, s. 132-166.
ÇETĐNDAĞ, A. Funda, Türk Anayasal Sisteminde Temel Hak ve
Özgürlüklerin Sınırlanması Bağlamında Kamu Düzeni, T.C. Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuk Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Ankara, 2004.
DEMĐRBAŞ, Timur, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayıncılık,
Ankara, 2007.
205
DEMĐRKOL, Selami “Đdari Yargının Görev Alanının Genişlemesi Yolunda
Somut Adımlar”, Adalet Dergisi, T.C. Adalet Bakanlığı, Y: 95, S.17, 2003, s. 305316.
DERBĐL, Süheyp, Đdare Hukuku, C.II, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Yayınları, Ankara, 1952, s.440.
DERDĐMAN, Cengiz, “Belediyelerin Kolluk Fonksiyonlarına Đlişkin Genel
Bir Deneme I”, Çağdaş Yerel Yönetimler, C.6, S.1, Ocak 1997, s. 103-121.
DERDĐMAN, Cengiz, “Belediyelerin Kolluk Fonksiyonlarına Đlişkin Genel
Bir Deneme II”, Çağdaş Yerel Yönetimler, C.6, S.4, Ekim 1997, s. 52-64.
DOĞRU, Osman, Đnsan Hakları Avrupa Đçtihatları, 1. Baskı, Đstanbul,
1997.
DONAY, Süheyl, “Đdarenin Ceza Verme Yetkisi Konusunda Anayasa
Mahkemesinin Bir Kararı Üzerime Düşünceler”, Đ.Ü.H.F.M. , C..XXXVII, S.1–4,
1972, s. 411-428.
DONAY, Süheyl, Para Cezaları, Kervan Yayınları, 1972.
DÖNER, Ayhan, “Anayasanın 90. Maddesi Karşısında Uyarma Ve Kınama
Cezalarını Yeniden Düşünmek”, E.Ü.H.F.D. , C.XI, S.1-2, Erzincan, 2007, s.149161.
DÖNMEZER, Sulhi / ERMAN, Sahir, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, C.I,
Đstanbul, 1987.
DURAN, Lütfi, Đdare Hukuku Meseleleri, Đstanbul, 1964, s. 610.
206
DURAN, Lütfi, “Sosyal Hareketler ve Milli Güvenlik””, Đktisat ve Maliye
Dergisi, C. XVII, S.4, Temmuz 1970, s. 160-174.
DURAN, Lütfi, “Đdare Alanının Düzenlenmesinden Teşrii ve Tanzimi
Tasarrufların Sınırları”, Đ.Ü.H.F.D. , C. XXX, 1964, S.3-4, s. 484- 497.
DURU, Bülent, “Anayasa Taslağında Ekoloji/Ekonomi Đkilemi”, Memleket
Mevzuat, S.31,2008, s.3-5.
ERDOĞAN, Yüksel, Kabahatler Kanunu, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2005.
EREM, Faruk, “Tekerrür Hakkındaki Kanun Hükümlerinin Tetkiki”,
A.Ü.H.F.D. , C, 2, S.2-3, Ankara, 1944, s.191-221.
EREM, Faruk / DANIŞMAN, Ahmet / ARTUK, Mehmet Emin, Ceza
Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayıncılık, 14. Baskı, Ankara 1997.
ERGUNSU, Münir, “Đdarenin Takdir Selahiyeti”, Askeri Adalet Dergisi,
1995, S.3, s.178- 185.
ERKENCĐ, Hüseyin, “Ceza Adalet Sisteminde Yeniden Yapılanma ve Adli
Kolluk”, Đstanbul Barosu Dergisi, C.72, S.7-8-9, Ufuk Matbaası, Đstanbul, 1998, s.
636-643.
ERKUT, Celal, Đptal Davasının Konusunu Oluşturması Bakımından Đdari
Đşlemin Kimliği, Danıştay Yayınları, Ankara, 1990.
EROĞLU, Seval, “Çalışma Mevzuatımızda Para Cezaları”, Mercek Dergisi,
S.36, Ekim 2004.
ERSOY, Yüksel, “Adli Zabıta-Đdari Zabıta”, Bilimsel Öneriler (Tartışmalı
Toplantılar), Ankara Barosu Yayınları, Saim Toroman Matbaası, Ankara, 1974.
207
ESENER, Turhan, Hukuk Başlangıcı Genel Hukuk Bilgisi, Alkım Yayınevi,
7. Baskı, Đstanbul, Ekim 2004.
FEYZĐOĞLU, Metin / GÜNGÖR, Devrim, “ Bir Suç Đçin Bir Ceza Verilir
Đlkesinin Đhlali: TCK md. 142/4”, A.Ü.H.F.D. , C.56, S. 1, 2007,s.142.
FEYZĐOĞLU, Metin, “Yasama Dokunulmazlığı”, A.Ü.H.F.D. , Yıl: 1991-92,
C.42, S.1-4, s.21-44.
GĐRĐTLĐ, Đsmet / BĐLGEN, Pertev / AKGÜNER, Tayfun, Đdare Hukuku, 2.
Baskı, Der Yayınları, Đstanbul, 2006, s. 814;
GÖKÇE, Abbas, “Danıştay’ın Danışma ve Đnceleme Görevi”, A. B. D. , C.I,
S.7, 1976, s. 628.
GÖKDAYI,
Đsmail
/
Topçuoğlu,
Metin,
“Türk
Çevre
Hukukunda
Sorumluluklar ve Yaptırımlar”, Türk Đdare Dergisi, Yıl: 69, S.417, Đçişleri
Bakanlığı, Aralık 1997, s.147-171.
GÖLCÜKLÜ, Feyyaz, “Đdari Ceza Müeyyidesi ve Bunlara Karşı Kanun
Yolları”, S.B.F.D. , C. 18, 1963, s. 189-215.
GÖLCÜKLÜ, Feyyaz, “Đdari Ceza Hukuku ve Anlamı; Đdarenin Cezai
Müeyyide Tatbiki”, S. B. F. D. , Haziran, No:2, 1963, s. 113-183.
GÖZLER, Kemal, Anayasa Hukukuna Giriş – Genel Esaslar ve Türk
Anayasa Hukuku, 6.Baskı, Đstanbul, 2001.
GÖZLER, Kemal, Đdare Hukuku, C.2, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa, 2003,
s.428-429.
208
GÖZÜBÜYÜK, A.Şeref, Yönetim Hukuku, Ankara, 1983,s.171;
GÖZÜBÜYÜK, Şeref, Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları,
Turhan Yayınevi, 26.Baskı, Ankara, Eylül, 2007, s. 1
GÖZÜBÜYÜK, A.Şeref / TAN, Turgut, Đdare Hukuku Genel Esaslar, C.I,
4. Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara, 2006.
GÖZÜBÜYÜK, A.Şeref / TAN, Turgut, Đdare Hukuku Genel Esaslar, C.II,
4. Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara, 2006.
GÜÇLÜ, Yaşar, Đdari Para Cezaları ve Diğer Đdari Yaptırımlar, Seçkin
Yayıncılık, Ankara, 2008.
GÜNDAY, Metin, “Đdari Yargının Görev Alanının Anayasal Dayanakları”,
A.Y.D. , C.14, Ankara, 1997, s. 347-358.
GÜNDAY, Metin, Đdare Hukuku, Đmaj Yayıncılık, Ankara, 2003, s.21-23.
GÜNEŞ, Yusuf / Coşkun, Aynur Aydın, Çevre Hukuku, Kazancı Yayınevi,
Đstanbul, 2004.
GÜRAN, Sait, “Yargı Denetiminin Kapsamı”, Đ.Ü.H.F.M. Ord. Sulhi
Dönmezer’e Armağan, 1986- 1987, C.1-4, Đstanbul, 1987, s. 38-39.
GÜRAN, Sait, “Đdari Đşlem”, Prof. Dr. Hayri Domaniç’e 80. Yaş Günü
Armağanı, C.II, Đstanbul, 2001, s. 1277-1285.
GÜREL,
Oğuz,
“Çevresel
Etki
Değerlendirme”,
Çevre
Kanunu
Değişiklikleri ve Sanayiye Etkileri Semineri, Türkiye Đşveren Sendikaları
Konfederasyonu, Yayın No: 279, Yorum Matbaacılık, Đstanbul, Kasım 2006, s. 6670.
209
GÜRĐZ, Adnan, Hukuk Başlangıcı, Siyasal Kitabevi, 11. Baskı, Ankara,
2006.
GÜRSELER, Güneş, “Türkiye’de Çevre Hukuku”, Türkiye Barolar Birliği
Dergisi, S.3, 1999,s. 811-830.
HAFIZOĞULLARI, Zeki, Ceza Normu, US-A Yayıncılık, Ankara, 1996.
HAFIZOĞULLARI,
Zeki,
“Türk
Ceza
Hukuku’nun
Seksen
Yılı”,
Cumhuriyetin Kuruluşundan Bugüne Türk Hukukunun Seksen Yıllık Gelişimi
Sempozyumu, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, 30-31 Ekim 2003, s.
165-209.
HAFIZOĞULLARI,
Zeki,
“Türk
Ceza
Hukukunun
Esasları,
Pazar
Ekonomisinin Oluşması ve Đşlenmesinde Önemi”, A.Ü.H.F.D. , C. 43, S. 1-4, 1993,
s.23-33.
HAMAMCI, Can, “Çevre ve Hukuk”,
Prof. Fehmi Yavuz’a Armağan,
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları : 528, Ankara, 1983, s. 239250.
HONG, Richard, Hukuk Başlangıcı ve Tarihi, Çeviren: M. Yavuz,
Burhaneddin Matbaası, 2. Baskı, Đstanbul, 1935.
ĐÇEL, Kayıhan, “Đdari Ceza Hukuku ve Kabahatleri Suç Olmaktan Çıkarma
Eğilimi”, Đ.Ü.H.F.M. , C.L., S. 1-4, 1984, s. 117-131.
ĐÇEL, Kayıhan / DONAY, Süheyl, Karşılaştırmalı ve Uygulamalı Ceza
Hukuku Genel Kısım, 1. Kitap, Beta Yayınevi, Đstanbul, 2006.
210
ĐÇEL, Kayıhan / ÖZGENÇ, Đzzet / SÖZÜER Adem / MAHMUTOĞLU,
Fatih S. / YENER Ünver, Suç Teorisi, 2. Kitap, Đstanbul, 1999.
ĐNAN, Atilla, “Çevre Kanunu ile Kabahatler Kanunlarında Đdari Para Cezaları
Arasında Sistem Farklılıkları ve Sistem Anlayışının Önemi”, Türkiye Noterler
Birliği Dergisi, S. 131, 15 Ağustos 2006, Ankara, s.101-104.
KABOĞLU, Đbrahim, Özgürlükler Hukuku Đnsan Haklarının Hukuksal
Yapısı Üzerine Bir Deneme, AFA Bilim Dizisi : 1, AFA Yayınları : 269, Đstanbul,
1994.
KABOĞLU, Đbrahim, Çevre Hakkı, Đmge Kitabevi Yayınları , 3.Baskı,
Ankara ,Nisan 1996.
KABOĞLU, Đbrahim, Kolektif Özgürlükler, Dicle Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Yayınları :8, Diyarbakır, 1989.
KABOĞLU, Đbrahim, “Çevre Hakkı Üzerine (Bir Danıştay Kararının
Düşündürdükleri)”, Đnsan Hakları Yıllığı, C:10-11, TODAĐE, Ankara, 1988-1989.
KANGAL, Zeynel T., “Yeni Türk Ceza Hukuku’nda Tüzel Kişiler”, Hukuki
Perspektifler Dergisi, S.7, Temmuz 2006, s.86.
KANTAR, Elvend, “Çevre Hukukunda Sorumluluk”, Đ.B.D. , C.58, S.1-2-3,
s.25;
KARABULUT, Mustafa, “Đdari Yaptırımların Hukuki Niteliği ve Anayasa
Mahkemesinin Kabahatler Kanunu Hakkındaki Kararı”, Terazi Hukuk Dergisi,
Yıl:1, S.3, Seçkin Yayıncılık, Ankara, Kasım 2006, s. 64
KARAGÜLMEZ, Ali, Suç Olmaktan Çıkarma – Đdari Para Cezaları –
Açıklamalı Kabahatler Kanunu, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2005.
211
KARAHANOĞULLARI, Onur, “Đdari Đşlem Niteliğinde Yargı Kararları ve
Vergi Davaları”, Prof. Dr. Gözübüyük’e Armağan, Turhan Kitabevi, Ankara,
2005, s.199–215
KATOĞLU, Tuğrul, “Çevre ve Ceza Hukuku Yeni Türk Ceza Kanunu ve
Çevreye Karşı Suçlar”, Çevre Hukuku Sempozyumu, Çeşme 10-11 Nisan 2006,
Editör: Emel Batur, Ankara, 2006, s. 77-103.
KATOĞLU, Tuğrul “Yeni Türk Ceza Kanunu ve Çevreye Karşı Suçlar”,
Mülkiye Dergisi, C. XXIX, S.246, Bahar 2005, s.133-157.
KAYA, Cemil, “Đdarenin Takdir Yetkisi ve Yargısal Denetimi”, Marmara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Prof. Dr. Nuri Çelik’e Armağan, C. I, Đstanbul,
2001, s. 251-193.
KILIÇOĞLU, Pınar, Türkiye’nin Çevre Politikalarında Sürdürülebilir
Gelişme, Turhan Kitabevi Yayınları, 1.baskı, Ankara, Ağustos 2005, s. 67.
KIRATLI, Metin, Koruyucu Đdari Hizmetler, Türkiye ve Orta Doğu Amme
Đdaresi Enstitüsü Yayınları No:5, Sevinç Matbaası, Ankara, 1973, s 34
KOCASAKAL, Ümit, “Yeni Türk Ceza Kanununun Genel Hükümleri Üzerine
Kısa Bir Değerlendirme”, Günışığı Aylık Hukuk Dergisi, Kasım 2006, S.21.
KORUCU, Abdurrahman, “Mülki Đdare Amirleri Yönünden Çevre Kanunu”,
Türk Đdare Dergisi, Yıl: 63, S. 393, Đçişleri Bakanlığı, Aralık 1991, s. 227-232.
KUNTER, Nurullah, “Reformlar ve Suç Kolluğu”, Đ.Ü.H.F. M. , 1972, C.37,
S.1-4, s. 75 vd.
KUNTER, Nurullah, Ceza Muhakemesi Hukuku, Đstanbul, 1989, s..818.
212
KUNTER, Nurullah, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi
Hukuku, 8. Bası, No: 429,Đstanbul, 1986,
KUZU, Burhan, Sağlıklı ve Dengeli Bir Çevrede Yaşama Hakkı (Çevreye
Bir Kamu Hukuku Yaklaşımı), Fakülteler Matbaası, Đstanbul, 1997, s.406.
MAHMUTOĞLU, Fatih, “Đdari Para Yaptırımını Gerektiren Eylemler
Yönünden Yargılama Rejimi”, Đ.Ü.H.F.M. , C. LV, S.1–2, Đstanbul, 1996, s.151-171.
MAHMUTOĞLU, Fatih Selami, “Suç-Kabahat Ayırımı – Đdari Ceza
Hukukunun Temelleri”, Đstanbul Kültür Üniversitesi tarafından 20–21 Eylül 2007
tarihinde düzenlenen Uluslararası Đdari Ceza Hukuku Sempozyumu’nda sunulan
Yayımlanmamış tebliğ metni, Đstanbul, 2007,
MAHMUTOĞLU, Fatih Selami, Kabahatleri Suç Olmaktan Çıkarma
Eğilimi ve Düzene Aykırılıklar Hukukunda (Đdari Ceza Hukukunda) Yaptırım
Rejimi, Kazancı Hukuk Yayınları No:143, Đstanbul, 1995, s.97
MECĐT, Kemal, “Tekerrür, Mükerrirlere Özgü Đnfaz Rejimi Uygulaması ve
Sonuçları”, A.D. , T.C. Adalet Bakanlığı, S. 30, 2008.
MEMĐŞ, Emin, “Đdari Yargı Yolu Karşılaştırmalı Bir Görev ve Yetki
Denemesi”, M.Ü. H.F.D. , Đstanbul, 2007/2, s.159-213.
MERAN, Necati, Açıklamalı Kabahatler Kanunu ve Kabahat Đçeren
Kanunlar, Kartal Yayınevi, Ankara, 2007, s. 45.
MERAN, Necati, “Hukukumuzda Adli Para Cezalarının Đnfazı Rejimi”, Terazi
Hukuk Dergisi, Yıl:3 , S.18, Seçkin Yayıncılık, Ankara, Şubat 2008, s.153-158
213
MERKL, Adolf, Umumi Đdare Hukuku, TĐTAŞ Basımevi, Ankara,
1942,s.372.
MERT,
Emrah,
“Çevre
Kanundaki
Değişiklikler”,
Çevre
Kanunu
Değişiklikleri ve Sanayiye Etkileri Semineri, Türkiye Đşveren Sendikaları
Konfederasyonu Yayın No: 279, Yorum Matbaacılık, Đstanbul, Kasım 2006,s. 59-66.
METĐN, Yüksel, Ölçülülük Đlkesi: Karşılaştırmalı Bir Anayasa Hukuku
Đncelemesi, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2002, s. 26
NAZAROĞLU, Yavuz, “Genel Olarak Đdari Para Cezalarının Para Cezaları
Đçindeki Yeri ve Nitelikleri”, D.D. , S.14-15, 1974, s.104.
OĞURLU, Yücel, Đdari Yaptırımlar Karşısında Yargısal Korunma, Đdari
Ceza Hukuku ve Đdari Cezalara Karşı Başvuru Yolları, Seçkin Yayıncılık,
2.Baskı, Ankara, 2001, s.23.
OĞURLU, Yücel, “AĐHM Kararları ve Türk Đdare Hukukunda Temel Hak ve
Özgürlüklerin Sınırlandırılmasında Bir Yargısal Denetim Ölçütü Olarak ‘Ölçülülük
Đlkesi’ ”, Turhan Tufan Yüce’ye Armağan, Đzmir, 2001, s. 485-521
OĞURLU, Yücel, “Ceza Mahkemesi Kararının Disiplin Cezalarına Etkisi Ve
Sorunu ‘Ne Bis Đn Đdem’ Kuralı”, A.Ü.H.F.D. , Ankara, 2003,s. 101-125.
ONAR, Sıdık Sami, Đdare Hukukunun Umumi Esasları, C.I, Đstanbul, 1960.
OYTAN, Muammer, “Türkiye’de Đdari Yargı Denetiminin Sınırları”, Türk
Đdare Dergisi, S.57, Ankara, 1985.
OZANSOY, Cüneyt, “Devletin Bekasından Hukukun Bakiyesine”, Birikim,
S.119, Mart 1999, s.48-56.
214
OZANSOY, Cüneyt, “Đdari Yargı Kararlarının Uygulanmaması ve Đdare
Gerçeği”, idari Yargının Yeniden Yapılandırılması ve Karşılaştırmalı Đdari
Yargılama Usulü Sempozyumu, Ankara 11-12 Mayıs 2001, 133. Yıl.,Danıştay
Tasnif Ve Yayın Bürosu Yay.,Ankara, 2003, s. 165-167.
OZANSOY, Cüneyt, “Đdarenin Yargısal Denetiminin Diyalektiği”, Hukuk
Kurultayı 2004, I.Kitap, Hukuk Devleti, 6-10 Ocak 2004, Ankara,s.137-139.
OZANSOY, Cüneyt, “Kamu Hizmetinde Đdeolojik Boyut”, 2000 Yılında Đdarî
Yargı Sempozyumu, Ankara, Danıştay Yayınları, 2000, s.33-36.
ÖĞÜTÇÜ, Muhlis, Çevre Kolluk Đşlemleri, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku ABD Yayımlanmamış Doktora Tezi, Đzmir,
2000,s. 74.
ÖKÇÜN, Gündüz, Devletler Hususi Hukukunun Kaynakları ve Kamu
Düzeni Kavramı, Ankara, 1967, s. 138.
ÖNDER, Ayhan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, C.I, Beta Yayıncılık,
Đstanbul, 1991.
ÖZAY, Đl Han, Đdari Yaptırımlar, Đstanbul Üniversitesi Yayınları No: 3326,
Hukuk Fakültesi No: 691, Özlem Kardeşler Matbaacılık, Đstanbul, 1985,
ÖZAY, Đl Han, “Anayasa: Özgürlükler ve Đdari Kolluk Etkinlikleri”, Anayasa
Yargısı, C.19, Ankara, 2002, s. 275.
ÖZAY, Đl Han, “Türkiye’de Đdari Yargının Đşlev ve Kapsamı”, Đdari Yargıda
Son Gelişmeler Sempozyumu, Danıştay Yayını, Ankara, 1982, s. 29.
ÖZAY, Đl Han, Günışığında Yönetim, Alfa Yayıncılık, Đstanbul, 1996,s. 480.
215
ÖZAY, Đl Han, “Đdari Kolluk Eylemlerinde Amaç”, Đ.Ü.H.F.M. , Doğumunun
100. Yılında Atatürk’e Armağan, C. XLV-XLVII, S. 1-4, Fakülteler Matbaası,
Đstanbul, 1982, s. 315-319.
ÖZBEK, Veli Özer, “Suç Kolluğu”, Yargı Reformu 2000 Sempozyumu,
Đzmir, 2000,s.588-607.
ÖZBUDUN, Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 2000,
.
ÖZEN, Muharrem, “Türk Ceza Kanunu Tasarısının Tüzel Kişilerin Ceza
Sorumluluğuna Đlişkin Hükümlerine Bir Bakış”, A. H.F.D. , C. 52, S.1, 2003, s.6388.
ÖZER, Atilla, “Çevre Hakkı ve 1982 Anayasası”, A.B.D. , Y:54, S. 1, Ankara,
1998, s. 75-83.
ÖZGENÇ, Đzzet / ŞAHĐN, Cumhur, Uygulamalı Ceza Hukuku, Seçkin
Yayıncılık, Ankara, 2001.
ÖZGENÇ, Đzzet, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayıncılık,
Ankara, 2007
ÖZKAN,
Noyan, “Yeni Çevre Kanunu Bir Adım Đleri Đki Adım Geri” ,
Güncel Hukuk Dergisi, Haziran 2006.
ÖZKOL, Adil, Uyuşmazlık Mahkemesi Kararları Açısından Đdari
Yargının Görev Alanı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları No: 276,
Sevinç Matbaası, 1970, s.131.
ÖZTÜRK, Bahri, Ceza Hukuk ve Emniyet Tedbirleri Hukuku, Ankara,
1993.
216
ÖZTÜRK, Bahri / ERDEM, M. Ruhan,
Uygulamalı Ceza ve Emniyet
Tedbirleri Hukuku, Đzmir 2005.
ÖZTÜRK, Ebru, Türk Đdare Sisteminde Rekabet Kurumunun Yeri ve
Diğer Bağımsız Đdari Otoritelerle Karşılaştırılması, Rekabet Kurumu Yayınları,
Yayın No. 124, Temmuz 2003.
ÖZYÖRÜK, Mukbil, Hukuka Giriş, Ege Matbaası, Ankara,1969.
PAKER, Lütfü, “Sanayi ve Çevre Mevzuatı”, Çevre Kanunu Değişiklikleri
ve Sanayiye Etkileri Semineri, Türkiye Đşveren Sendikaları Konfederasyonu, Yayın
No: 279, Yorum Matbaacılık, Đstanbul, Kasım 2006, s.33-36.
PARLAK, Derviş, “Yönetime Karşı Hak Aramada Sorunlar ve Engeller”,
Demokrasi ve Politika- Hukuk Yönetimi ve Đktisat Üzerine, Ruşen Keleş’e
Armağan, Editör: Ayşegül Mengi, Đmge Kitabevi, Ankara, 2007.
PAZARCI,
Şevki,
“Mülki
Đdare
Amirlerinin
Komisyon
Halinde
Uygulayacakları Đdari Para Cezaları”, Türk Đdare Dergisi, S. 390, Yıl:63, S. 390,
Đçişleri Bakanlığı, Mart 1991, s. 11-19.
PRADEL, Jean, “Fransız Hukukunda Tüzel Kişilerin Ceza Sorumluluğu Đle
Đlgili Bazı Sorunlar”, Çev: Zeynel T. Kangal,
Adalet Yüksekokulu 20. Yıl
Armağanı, Đstanbul, 2001, s. 151-165.
RUMPF, Christian, “Ölçülülük Đlkesi ve Anayasa Yargısındaki Đşlevi ve
Niteliği”, A.Y.D. , C.10, Ankara, 1993, s. 24-49.
SAĞLAM, Mehmet, Đdarenin Takdir Yetkisi ve Takdir Yetkisinin Yargısal
Denetimi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Yüksek Lisans
Tezi, 1992 ;
217
SAĞLAM, Mehmet, Disiplin Suç ve Cezalarına Đlişkin Esaslar ve
Uygulaması, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim
Dalı Đdare Hukuku Bilim Dalı, Doktora Tezi, Konya, 2003, s. 50.
SANCAKDAR, Oğuz, “Kamusal Su Havzalarında Đdari Kolluk Yetkilerinin
Yarışması-Çatışması Sorunu ve Çözüm Perspektifleri”, Prof. Dr. Mahmut Tevfik
Birsel’e Armağan, Đzmir 2001, s 629-651.
SANCAKDAR, Oğuz, Đdari Cezaların Yaptırımlar Teorisindeki Yeri ve
Türk Hukukundaki Anayasal Temelleri, Đstanbul Kültür Üniversitesi tarafından
20–21 Eylül 2007 tarihinde düzenlenen Uluslararası Đdari Ceza Hukuku
Sempozyumu’nda sunulan Yayımlanmamış tebliğ metni, Đstanbul, 2007, s. 3.
SAYGILI, Abdurrahman, Çevre Hukuku Açısından Çevresel Etki
Değerlendirmesi, Đmaj Yayınevi, Ankara, 2007.
SOMERSAN, Semra, Olağan Ülkeden Olağanüstü Ülkeye Türkiye’de
Çevre ve Siyaset, Metis Yayınları, 1.Baskı, 1993 Đstanbul, s. 28.
SOYASLAN, Doğan, Yürütme Organının Suç ve Ceza Koyma Yetkisi,
Kazancı Hukuk Yayınları No: 77, Ankara, 1990,s.143.
SÜRBEHAN, Sadrettin, “Đdari Müeyyide ve Đdari Ceza Hukuku”, Türk Đdare
Dergisi, Yıl:42, S.328, Ocak-Şubat 1971, s.130-143.
ŞEN, Ersan, Çevre Ceza Hukuku, Kazancı Hukuk Yayınları, Đstanbul,1994.
ŞEN, Ersan, “Đdari Ceza Hukuku”, Đ.Ü.S.B.F. D. , No:8, Temmuz 1994, s. 2150.
ŞEN, Ersan, “Mukayeseli Hukuk ve Çevre Koruma Anlayışı”, Güncel Hukuk,
S.18, Haziran 2005, s. 20-21.
218
TAN, Turgut, “Đdari Yaptırımlar ve Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki
Güvenceler”, Prof. Dr. A. Şeref Gözübüyük’ e Armağan, Turhan Kitabevi,
Ankara, 2005, s. 307-326.
TAN, Turgut, “Đdari Yargı da Özelleşiyor mu?”, Demokrasi ve PolitikaHukuk Yönetimi ve Đktisat Üzerine, Ruşen Keleş’e Armağan, Editör: Ayşegül
Mengi, Đmge Kitabevi, Ankara, 2007.
TANÖR, Bülent, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Anayasası, Öncü
Kitapevi, Đstanbul, 1969.
TAŞKIN, Ş. Cankat, “5326 Sayılı Kabahatler Yasası’nın Anayasa’ya ve
Hukuka Aykırılık Açısından Đncelenmesi”, T.B.B.D. , S. 61, 2005, s. 357.
TEZCAN, Durmuş, “Çevre Suçları ile Đlgili Bazı Değerlendirmeler”, Prof. Dr.
Şükrü Postacıoğlu’na Armağan, Đzmir, 1997, s. 350-378.
TOROSLU,
Haluk, Ceza Müeyyidesi, T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, Ankara, 2007.
TOROSLU, Nevzat, “Doğal Çevrenin Kirletilmesi Ve Ceza Hukuku”, Sakif
Erginay’a 65. Yaş Armağanı, Ankara, 1981,Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Yayınları No:460,s. 153.
TOROSLU, Nevzat, Ceza Hukuku ve Çevre, Türkiye Çevre Sorunları Vakfı
Yayını, Mart 1982, s. 44
TOROSLU, Nevzat, Ceza Hukuku, Savaş Yayınları, Ankara, 2007, s.41
TOROSLU, Nevzat, “Ceza Hukuku Açısından Çevre Kanunu, Çevre
Kanununun Uygulanması”, Türkiye Çevre Sorunları Vakfı Yayını, Ocak, 1987.
219
TOSUN, Öztekin, “Yürütme organlarının Koyduğu Kaidelere Aykırılıkların
Cezalandırılması”, Đ.Ü.H.F. M. , C XXVII, S. 2, Đstanbul, 1962,s. 349-366..
TOSUN, Öztekin, Türk Suç Muhakemesi Dersleri, C.I, Đstanbul, 1984,
s.24,25
TUNAYA, Tarık Zafer, Siyasal Kuramlar ve Anayasa Hukuku, Đstanbul,
1980.
TUNCAY, Aydın H., “Đdare Hukuku ve Đdari Yargının
Bazı Sorunları”,
Danıştay Tasnif ve Yayın Bürosu Yayınları No:14, Başbakanlık Basımevi, Ankara,
1972, s. 67-96
TURGUT, Nükhet, Çevre Hukuku, 2.Baskı, Ankara, Savaş Yayınevi, Kasım
2001.
TURGUT, Nükhet, Çevre ve Yurttaşlar, Savaş Yayınları, Ankara, 2003.
TURGUT, Nükhet, “Çevre Hukukunda Çevreci Örgütlere Tanınan Olanaklar”,
A.Ü. H.F. D. , C.45, S.1-4, 1996, s. 103-130.
TURGUT, Nükhet “Çevre Hukukunun Temel Kavram ve Đlkeleri”, Çevre
Hukuku Sempozyumu, Çeşme 10-11 Nisan 2006, Editör: Emel Batur, Ankara,
2006, s. 15 - 35.
TÜRK, Hikmet Sami, “Türk Hukukuna Göre Hava Kirlenmesi”, A. Ü.H. F. D.
, C. 26, S. 3-4, 1969, s. 115-130.
UĞUR, Ahmet, “Đdari Para Cezaları ve Güncelleme”, Đ.B.D. , C.75, S.4-5-6,
Đstanbul, 2001, s. 529.
220
ULUSOY, Ali, “Çevre Kirlenmesinin Oluşmasından Sonraki Aşamada Medeni
Hukuk, Ceza Hukuku ve Đdare Hukuku Çözümlerine Genel Bir Bakış”, A. Ü.Hukuk
F.D. , C.43, S.1-4, 1993, s. 125-142.
ULUSOY, Ali, “Erkler Ayrılığı ve Yürütme- Yargı Đlişkileri Bağlamında
Kabahatler Kanununun Değerlendirilmesi”, Danıştay Başkanlığı tarafından 12 Mayıs
2008 tarihinde Danıştay ve Đdari Yargı Günü 140. Yıl Sempozyumda Sunulan Tebliğ
Metni.
ULUSOY, Ali, “Đdari Ceza Hukuku’nun Đşlevi ve Hukuk Düzeni Đçindeki
Yeri”, Đstanbul Kültür Üniversitesi tarafından 20-21 Eylül 2007 tarihinde düzenlenen
Uluslararası Đdari Ceza Hukuku Sempozyumu’nda sunulan tebliğ metni.
UMAR, Bilge, Hukuk Başlangıcı, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Döner Sermaye Đşletme Yayınları No:79, Đzmir, 1997.
ÜZÜLMEZ, Đlhan, “Ceza Sorumluluğunun Esası ve Cezalandırmanın
Amacına Dair Düşünce Hareketleri (Ceza Hukukunda Okullar Mücadelesi)”,
A.Ü.E.H. F.D. , 2001/1-4, s 259-294.
YALÇIN, Đsmail, Yeni Ceza Adalet Sisteminde Kabahatler, TC. Dicle
Üniversitesi
Sosyal
Bilimler
Enstitüsü
Kamu
Hukuku
Anabilim
Dalı,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Diyarbakır, 2006.
YARSUVAT, Duygun, “Tüzel Kişilerin Ceza Sorumluluğu”, Prof. Dr. Sahir
Erman’a Armağan, Đstanbul, 1999, s. 889-918;
YARSUVAT, Duygun, Trafik Suçları, Đstanbul Üniversitesi Yayınları No:
1795, Hukuk Fakültesi Yayınları No:398, Sermet Matbaası, Đstanbul, 1972.
YARSUVAT, Duygun, “Yürütme Organının Koyduğu Kaidelerle Suç Đhdası
ve 1961 Anayasası”, Đ.Ü.H.F. M. , Cilt XXIX, 1963, s.20-21.
221
YARSUVAT, Duygun, “Trafik Suçları, Cezaları ve Yargılamasında Yeni
Sorunlar”, Đ.Ü.H.F. M. , C.I, S.1–4, 1984, s. 153-177.
YASĐN, Melikşah, “Anayasa Mahkemesi’nin Đdari Yargının Görev Alanı
Sorununa Yaklaşımı”, Galatasaray Üniversitesi Yıldızhan Yayla’ya Armağan,
Đstanbul, 2003, s. 567-575
YAYLA, Yıldızhan, Đdare Hukuku, Filiz Kitabevi, Đstanbul, 1985, s.87-88;
YENĐCE, Kazım / YÜKSEL, Esin, Đdari Yargılama Usulü, Đstanbul, 1983.
YENĐSEY, Feridun, “Uygulanan ve Olması Gereken Ceza Muhakemesi
Hukuku”, Hazırlık Soruşturması ve Polis, 3.Baskı, Beta Basım Yayım, 1993, s. 7784.
YERLĐ, Fahrettin Kemal “Cezanın Kişiselleştirilmesinde Takdiri Hafifletici
Sebepler Đle Para Cezaları ve Taksitlendirme”, A.D. , T.C. Adalet Bakanlığı, Y.95,
S.17, 2003, s.199-246.
YILMAZ, Mustafa, Đmar Yaptırımları ve Yargısal Korunma, Seçkin
Yayıncılık, Ankara, 2002.
YILMAZ, Mustafa, “Anayasa Mahkemesi’nin Đmar Kanunu’nun 42.
Maddesinin 5. Fıkrasını Đptal Eden Kararı Üzerine Bir Değerlendirme”, Atatürk
Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, AÜEHF’nin 10. Öğretim Yılına
Armağan, C.V, S.1-4, Erzincan, 2001, s. 246-257.
YUNLUEL, Reha, Đdari Đşlemin Öznesi, Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi Đstanbul, 1992.
222
YURTCAN, Erdener, Ceza Yaptırımı Ve Bireyselleştirme, Ceza Hukuku
Günleri 70. Yılında Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler, Beta Yayıncılık, 1998,
Đstanbul.
YURTCAN, Erdener, Kabahatler Kanunu ve Yorumu, Beta Yayıncılık,
Đstanbul, 2005.
ZANOBĐNĐ, Guido, “Đdari Ceza Hukukunda Kıstas Mes’elesi”, A. Ü.Siyasal
B.F.D. , Çev: Yılmaz Günal, , No: 3-4, Ankara, Eylül - Aralık 1963, s.301- 317.
Yargı Kararları
Anayasa Mahkemesi Kararı,
10.12.1962, E.1962/198, K.1962/111, R.G.
24.1.1963/11316.
Anayasa Mahkemesi Kararı, 16.6.1964, E.1963/104, K. 1964/49 ve 14.2.1989,
E.1988/15, K. 1989/9.
Anayasa Mahkemesi Kararı, 6.1.1970 E.1969/46, K.1970/2, A.M.K.D., S.8, s.
173–174.
Anayasa Mahkemesi Kararı, 06.01.1971, E. 1969/ 46, K.1970/2, R.G.
15.12.1970, 13695.
Anayasa Mahkemesi Kararı 25.3. 1975, E. 1974/42, K. 1975/ 62, A.M.K.D.,
S.13, s. 390 vd.
Anayasa Mahkemesi 25.5.1976 gün ve E. 1976/1, K. 1976/28 sayılı kararı,
R.G. 16.8.2976, 15679, A.M.K.D., S. 14, s. 186.
Anayasa Mahkemesi Kararı, 22.11.1976, E. 1976/27, K. 1976/51, A.M.K.D ,
S.14, s.363
223
Anayasa Mahkemesi Kararı 27.3.1984, E. 1984/3, K. 1984/4.
Anayasa Mahkemesi Kararı, 19.03.1987, E.1986/5 K.1987/7.
Anayasa Mahkemesi Kararı, 19.04.1988, E. 1987/16, K. 1988/8, R.G.
23.08.1988, 19908.
Anayasa Mahkemesi Kararı 22.12.1988, E. 1988/5, K. 1988/55, A.M.K.D.,
S.24, s.465 vd.
Anayasa Mahkemesi Kararı 28.2.1989, E.1988/32, K.1989/10 A.M.K.D, S.24.
Anayasa Mahkemesi Kararı 10.07.1990, E. 1989 / 28, K.1990/18, R.G.
28.07.1993, S. 21651, s.22.
Anayasa Mahkemesi Kararı, 19.09.1991, E. 1991/2, K. 1991/ 30, A.M.K.D., S.
28, C.1, Ankara, s.103 vd.
Anayasa Mahkemesi Kararı, E.1993/42, K.1994/72, 27.9.1994.
Anayasa Mahkemesi Kararı,15.08.1995, E.1995/40, K.1995/38
Anayasa Mahkemesi Kararı 28.6.1995, E. 1994/71, K. 1995/23, R.G. 20.3.
1996, 22586, s. 37 vd.
Anayasa Mahkemesi Kararı, 23.10.1996, E. 1996/48, K. 1996/ 41, A.M.K.D.,
C.1, S.33, s.181–182.
Anayasa Mahkemesi Kararı 15. 05.1997, E. 1996/ 72, K. 1997 / 51, R.G.
01.02.2001, S. 24305,s.9.
224
Anayasa Mahkemesi Kararı 15.10.2002, E.2001/309, K. 2002/91, R.G.
12.12.2003, 25314.
Anayasa Mahkemesi Kararı, 23.05.2001, E.2001/232, K.2001/ 89.
Anayasa
Mahkemesi
Kararı
8.10.2002,
E.
2001/225,
K.
2002/88,
R.G.:26.02.2003, 25032.
Anayasa Mahkemesi Kararı, 26.06.2002, E. 2001/377, K.2002/59,
R.G.
09.11.2002, 24931, A.M.K.D, S. 38, C. 2, 2003, s. 208.
Anayasa Mahkemesi Kararı 16.10.2003, E. 2001/383, K. 2003/92, A.M.K.D,
S.42, SFN Baskı, Ankara, 2006, s. 88.
Anayasa Mahkemesi Kararı, 31.2.2004, E.2002 / 94, K. 2004 / 45,
R.G.
14.5.2005, 25815.
Anayasa Mahkemesi Kararı, 8.12.2004, E. 2004 / 84, K.2004 / 124, R.G.
02.12.2005, 26011.
Anayasa Mahkemesi Kararı, 10.2.2004, E. 2001 / 143, K. 2004 / 11.
Anayasa Mahkemesi Kararı 17.2.2004, E. 2003 / 72, K. 2004 / 24, R.G.
29.07.2004, 25537.
Anayasa Mahkemesi Kararı, 14.3.2005, E. 2003/70, K. 2005/14.
Anayasa Mahkemesi Kararı 1.3.2006, E.: 2005/108, K. 2006/35, R.G. 22 07.
2006, 26236
Anayasa
Mahkemesi
Kararı,
12.12.2007,
E.2003/40,
K.2007/96,
R.G.31.01.2008, 26773.
225
Anayasa Mahkemesinin Kararı 6.3.2008, E. 2004/93, K. 2008/73, R.G. 24. 04.
2008, 26856.
Ankara 5. Đdare Mahkemesi Kararı, 29.06.2004, E. 2003/1796, K. 2006/ 1212.
Danıştay 6. Dairesi Kararı, 21.10.1998, E.1997/4721, K. 1998/4740.
Danıştay 6. Dairesi Kararı, 15.12.2006, K.2006 / 6195, E. 2004 / 5684
Danıştay 12. Dairesi Kararı, 26.12.2006, E.2003 / 3174, K.2006 / 6690.
Danıştay 4. Dairesi Kararı, 22.11.2006, E.06/ 2998, K.06/ 2299.
Danıştay 8. Daire Kararı, 25.09.2006, 2006/3165, 2005/ 2099
Danıştay 6. Daire Kararı, 16.10.1985, E.1985/784, K. 1985/ 1254, D.D., S.6263, s. 249.
Danıştay 1. Dairesi Kararı, 25.11.1998, E.1998/335, K.1998/357, D. D. , S.100,
s.39-40.
Danıştay 6.Dairesi Kararı, 2.6.2003, E. 2002/2363, K. 2003/3420
Danıştay 6. Daire Kararı, 14.03.2002 K. 2002/ 1588,E. 2001/722.
Danıştay 6. Dairesi Kararı, 12.10.19991, K.1999/4681, E.1999/ 4388.
Danıştay 5. Dairesi Kararı , 18.1.1971, E.1968/5769, K.1971/220,
Amme
Đdaresi Dergisi, C.4, S.1, 1971.,s.25.
Danıştay 10. Dairesi Kararı, 05.12.2003, K.2003/4772, E.2002/521.
226
Đdari Dava Daireleri Kararı, 01.03.1996, K. 1996 /110,E. 1995 /603.
Uyuşmazlık
Mahkemesi
Kararı,
20.04.1990,
E.
1990/6,
K.1990/6,
R.G.21.04.1990, 20499.
Uyuşmazlık Mahkemesi Kararı , 1.7.2004, E. 2004/60, K. 2004/52
Yargıtay 2. Ceza Dairesi Kararı, 19.04.1993, E. 1993/12, K.1993/4836,
Yargıtay Kararlar Dergisi, C.19, S. 6, 1993, s. 932-934.
Yargıtay 1. Ceza Dairesi Kararı, 13.02.1990, 299/255, Yargıtay Kararlar
Dergisi S.5, 1990, s. 743 vd.
Diğer Kaynaklar
AKGÜNER, Tayfun, Kolluk Kavramına Genel Bir Bakış, Polis Dergisi, S.36,
Araştırma,
Planlama
ve
Koordinasyon
Dairesi
Başkanlığı,
http://www.egm.gov.tr/egitim/dergi/eskisayi/36/web/idare_hukuku/prof_dr_tayfun_a
kguner.htm (24.4.2008)
OĞURLU, Yücel, Đdari Yaptırımlara Genel Bir Bakış ve Đdari Yaptırım-Ceza
Yaptırım
Ayrımı,
http://archiv.jura.uni-saarland.de/turkish/YOgurlu.html#fnB1
(29.01.2008)
TURGUT, Nükhet, “Baz Yönetmeliği Sakat”, Radikal Gazetesi, 03.10.2000,
http://www.radikal.com.tr/2000/10/03/yorum/baz.shtml (04.04.2008)
227
ÜLKÜ, Muhammet Murat, “5237 sayılı T.C.K. 181- 184. Maddelerinde Yer
Alan Çevreye Karşı Suçlar”,
http://www.ceza-bb.adalet.gov.tr/makale/149.pdf
(17.04.2008)
YAVUZ, Cavit Işık, “Dış Ortam Hava Kirliliği ve Mevzuat Çerçevesi”, Dış
Ortam Hava Kirliliği Sempozyumu,
http://www.toraks.org.tr/pdf/hava_kir_semp/dis_ortam_hava_kirliligi.pdf
(20.05.2008)
Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Đlişkin Kanun” Gerekçeleri, Kanun
No. 5560, Kabul Tarihi: 6/12/2006, Yayın Tarihi: 19/12/2006, R.G.19.12.2006,
26381; http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem22/yil01/ss1255m.htm.
http://www.cevreorman.gov.tr/belgeler/e_radyasyon.pdf ( 17.05.2008 )
228
ÖZET
Toplumsal ilişkilerin düzenlenmesinde idari yaptırım kavramının önemi ve
etkisi, Türk hukuk mevzuatında giderek artmaktadır. Özellikle büyüyen çevre
sorunsalı karşısında, idarenin çevrenin korunmasına yönelik etkinliğinin artması,
idari yaptırım kavramının çevre hukuku açısından da kendine bir yer edinmesine
neden olmuştur. Bu gelişmelere paralel biçimde Çevre Kanunu da,
çevrenin
korunması ve geliştirilmesi için düzenlenen emir ve yasakları, idari yaptırımlarla
desteklenen bir araç olarak düzenlemiştir.
Bu açıdan yaptırım kavramının ortaya çıkışından başlayarak tezimiz, idari
yaptırım ve ceza yaptırımı kavramları arasındaki farklılaşma temelinde, yaptırım
teorisi üzerine yürütülen tartışmalar doğrultusunda, idari yaptırım kavramını hem
pozitif hukuk içinde biçimlenme tarzı hem de çevre hukuku ile ilişki üzerine
yoğunlaşmaktadır.
Kamu Düzeni kavramının çevreyi de kapsamın alacak biçimde genişlemesi
karşısında, çevrenin korunması açısından idari yaptırım kavramının çevre kanunu
içinde nasıl düzenlendiği, hukukumuzda, özel olarak da çevre hukuku içinde idari
yaptırım kavramının nasıl bir işlevi yerine getirdiği tartışılacaktır.
Toplum
ve
devlet
arasındaki
ilişkilerin
düzenlenmesinde
yaptırım
kavramının, idari yaptırımlara ilişkin pozitif hukuk düzenlemelerinin, kamu düzeni
ve idari düzeni tesis açısından nasıl bir rol alacağı da diğer bir tartışma başlığımız
olacaktır.
Çevre Hukuku kendi özgüllüğü içinde, kamu düzeninin çerçevesini
genişletmektedir. Bu açıdan idari yaptırım kavramının koruduğu menfaat alanı ile
229
çevre hukuku arasındaki ilişki ve düzeyin belirlenmesi önemlidir. Tezimiz bu
doğrultuda Türk hukuk sisteminde yargı kararları ile de idarenin işlemlerinin nasıl
denetleneceğini; Kabahatler Kanunu özelinde yapılan değişikliklerin, çevre hukuku
sistemine ve çevrenin korunması üzerine etkilerinin ne olacağının tartışılması
ışığında, Çevre kanununun getirdiği yaptırımların değerlendirilmesi ve tartışılmasını
sağlayacaktır.
230
ABSTRACT
Importance and significance of the concept of administrative sanction as a
means to coordinate social relations have been gradually increasing in Turkish
legislation.
In particular, growing efficiency of administrative body against the
environment problematic has resulted in administrative sanction having its proper
place in the context of environmental law. Correspondingly, Environmental Law has
been arranged as a tool through which orders and prohibitions that aim at
environmental protection and promotion are bolstered with administrative sanctions.
Proceeding from the emergence of the concept of sanction as such, this thesis
focuses on both the mode of formation of the concept of sanction in positive law and
its relation with environmental law, based on the differentiation between the
concepts of administrative sanction and penal sanction, and in accordance with the
discussions on theory of sanction.
The point of discussion will be the manner through which the concept of
administrative sanction is arranged within environmental law in terms of
environmental protection, and the function of the concept of administrative sanction
within our legislation and in particular within environmental law as the concept of
Public Order is expanded by the inclusion of environment.
Another line of discussion will be based on the role of the concept of sanction
in regulating the relations between society and government, and positive legal
231
arrangements regarding administrative sanctions with respect to establishment of
public order and administrative order.
With its specific aspects, Environmental Law expands the framework of
public order. Thus, emphasizing the relation between Environmental Law and the
scope of interest protected by the concept of administrative sanction is important.
The thesis, accordingly, will provide an evaluation and discussion of sanctions that
are brought along with Environmental Law, by discussing how adjudication and
administrative acts will be regulated and what will be the effects of adjustments on
Misdemeanor Law on the system of environmental law and environmental
protection.
232
Download