119 dozy`nin islam tarihi adlı eserindeki zihin lekeleri

advertisement
DOZY’NİN İSLAM TARİHİ ADLI ESERİNDEKİ ZİHİN LEKELERİ: HZ.
PEYGAMBER’İ, SAHABEYİ, MUTASAVVIFLARI VE TÜRKLERİ
DEĞERSİZLEŞTİRME GAYRETİi
Mental Dirties in Dozy’s Islamic History: Efforts of Discrediting the Prophet, His
Companions, Sufis as well as Turks
Gamze Yank*
Özet
19. yüzyıldan itibaren Batılı araştırmacılar kendilerinin görmek istediği bir İslam tarihi ve İslam
inancı vücuda getirmek istemişlerdir. Reinhart Pieter Anne Dozy’nin yazmış olduğu Tarih-i İslamiyet adlı
eser, İslam’ı pozitivizmle ve art niyetli psikanalitik bir bakış açısıyla açıklamak üzere meydana getirilmiş
yeni bir tarih yazıcılığı örneğidir. Bu eserdeki “aldatıcı üslup” genç dimağları etkisi altına alarak onların
ruhî bunalımlarına sebep olmuştur. Eseri okuyan bazı tıbbiyeli öğrenciler intihar etmişlerdir. Bu
çalışmada Dozy’nin zihniyeti, bakış açısı, okuyucuyu yönlendirme ve aldatma gayreti ortaya konmaya
çalışılacaktır. Eser Müslüman bir okuyucu gözüyle ele alınacaktır. Hz. Peygamber’i sara hastası
göstermesi; Kur’an-ı Kerim’i Hz. Peygamber’in yazdığını iddia etmesi, Kur’an-ı Kerim’i tahrif etmek
için Müslümanların bilmediği ve reddettiği Garânik vakasını gündeme getirmesi, Hz. Muhammed’in
evlilikleri için şehevi bir bağlam oluşturması, İslam adına yapılan gazaları katliam olarak göstermesi gibi
hususlar ele alınacaktır. Ardından Dozy’nin sahabeye, mutasavvıflara ve Türklere yönelik suçlama ve
hakaretleri söz konusu edilecektir.
Anahtar Kelimeler: Reinhardt Dozy, Uydurma Tarih, Oryantalizm, Kaynak Tenkidi
Abstract
Having also been an interest of Western societies as of 19th century, historiography produced
works in the field of religion in parallel with the perspective of the West regarding Islam. Islamic History
written by Anne Dozy in this century is a new work of historiography that intended to describe Islam with
the materialism. Several critiques written against this work have been found. However, due to language
used at that era these critiques have not yielded the desired results. Thus, Islamic History by Anne Dozy
has been reevaluated based on the sources obtained from Islamic literature. Depicting The Prophet as
someone suffering from epilepsy, conferring Koran to The Prophet due to his so-called epilepsy,
describing holy wars done in the name of Islam as massacres as well as efforts of discrediting The
Prophet and Islam through slanders have also been investigated within this study. The atrocity of Dozy
towards Islam has been demonstrated by investigating the fanciful denunciations and defamations against
companions of The Prophet, Sufis as well as Turks.
Key Words: Reinhardt Dozy, False History, Orientalism, Critique of Sources
i
Bu yazıyı hazırlarken fikirlerinden yararlandığım hocam Prof. Dr. Menderes Coşkun’a teşekkür ederim.
Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü 4. Sınıf
Öğrencisi
*
119
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
Giriş
Edward Said’e göre Oryantalizm, Batının Doğuyu istediği gibi şekillendirmek
için yaptığı çalışmaların genel adıdır (Said 1989: 15-16). Oryantalistler 1800’lerden
itibaren Müslüman Doğunun din, dil ve tarihiyle ilgili ayrıntılı müstakil çalışmalar
yapmışlardır. Birbiri ardına Doğunun klasikleri ortaya çıkarılmıştır. Bu çalışmalar
çoğunlukla İslam inancıyla ilgilidir. Oryantalizmin öncülüğünde başlayan din, tarih ve
edebiyat araştırmaları sonucunda yaşayan Müslümanların bilmediği, onaylamadığı
sözde İslami bilgiler ortaya çıkmıştır. Hz. Muhammed’i, sahabeyi, hadisleri ve İslam
büyüklerini hedef alan birçok eser kaleme alınmıştır. Bunlar arasında Voltaire’in Le
Fanatisme ou Mahomet Le Prophete’i (1741), Corci Zeydan’ın İslam Uygarlığı Tarihi
(1902-1906), David Samuel Margoliout’un Mohammed and the Rise of İslam (1905) ve
Mohammedanism (1911) adlı eserleri, Dozy’nin Essai sur l’histoire de l’Islamisme’i
(1863), Alois Sprenger’in Das Leben und Die Lehre des Mohammed’i (1861-1865),
William Muır’in The Life of Mahomet’i (1858-1861) ve Jules Barthelemy SaintHilaire’in Mahomet et le Coran’ı (1865) gibi birçok eser vardır.1 Bu yazarlar İslam
büyüklerinin fizyolojileri ve kişilikleri üzerinde bir romancı veya bir heykeltıraş
rahatlığıyla çalışmışlar, onların kimlik ve kişiliklerini istedikleri gibi şekillendirmişler
bazen kendilerini muhtemelen tarafsız göstermek ve okuyucuyu aldatmak için
birbirlerinin bazı görüşlerine itiraz etmişlerdir. Bu yazarların hemen hepsinin görev ve
misyonlarının aynı olduğu hususunda herhangi bir şüphe yoktur.
Bu çalışmada akademik oryantalizmin temsilcilerinden Reinhardt Dozy’nin
Essai sur I’histoire de I’Islamisme (Tarih-i İslamiyet) adlı eseri ele alınacaktır. Esere
okur merkezli olarak yaklaşılacaktır. Yazarın zihniyeti, bakış açısı, okuyucuyu
yönlendirme ve aldatma gayreti ortaya konmaya çalışılacaktır. Zira bu eserdeki “aldatıcı
bilimsel üslup” bazı tıbbiyeli öğrencileri intihara sürüklemiştir (Özdemir 1994: 514).
1
Bu yazarlara Snouck Hurgronje, Leone Ceatani, Arthur John Arbery, Hamilton A. R. Gibb, Wensick, Goldziher gibi
isimleri de ekleyebiliriz.
120
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
Dozy (1820-1883) Hollandalıdır. Leiden’de doğmuştur. 1854 yılında Leiden
Üniversitesi’nde profesörlük unvanı almıştır.2 İslam tarihi hakkında yazmış olduğu
Histoire des Musulmans d’Espagne (1849), Les Israelites a la Mecque (1864) adlı
kitaplarındaki hakaretlerinden ötürü, İslam dünyasında Müslümanların nefretini
kazanmıştır. Eserlerinin en meşhuru bu çalışmanın da konusunu oluşturan Essai sur
I’Histoire de I’Islamisme’dir. Dozy’nin bu eserini Osmanlı’da alenen Batıcılığı ve
dinsizliği savunan Abdullah Cevdet, Tarih-i İslamiyet adıyla Türkçeye çevirmiş, Vedat
Atilla da Latin harfleriyle sadeleştirerek yeniden yayınlamıştır. Abdullah Cevdet, Jön
Türk hareketini başlatanlardan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucularındandır.
Kendisi “biyolojik materyalizm” fikirlerinin tesirinde kalmıştır (Dozy 2006: 5). Cevdet,
“İfade-i Mütercim” başlığıyla tercümesine yazdığı girişte Dozy’nin eseri hakkında
“Müslümanlar için Tarih-i İslamiyet’ten daha faydalı bir eser yok” diyerek Dozy’nin
dile getirdiği gerçeklerin hiçbir bağnazlığa düşmeden kabul edilmesi ve hatta böyle bir
eser yazan kimsenin Müslüman sayılması gerektiğini iddia etmiştir” (Özdemir 1994:
514). Vedat Atilla’nın kimliği de Cevdet’inkinden farklı değildir (Yavuz 2006: 67).
Burada vurgulanması gereken nokta oryantalistlerle onların eserlerinin çevirisini yapan
Doğulu aydınlar arasındaki misyon ve zihniyet birliğidir.
Dozy’nin tarihi gerek kendi döneminde gerekse daha sonra birçok aydın ve yazar
tarafından eleştirilmiştir. Esere yapılan ilk ve ciddi tenkit Manastırlı İsmail Hakkı’nın
Hakk ve Hakikat adlı eseridir. Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi, Dozy’nin eserine
karşı İslam Tarihi adlı bir reddiye yazmıştır. M. Nuri Dücâni ve M. Refik “Ma’hud
Tarih-i İslamiyet’e Dair” isimli yazılarında “dinin kökünden yıkılmak istendiğini bu
yüzden eserin ortadan kaldırılması gerektiğini” söylemişlerdir. Esere ve yazara karşı
oldukça sert bir üslup kullanan Midhat Cemal “Rezil Bir Eserin Müellifi Mechûl ve
Mel’ûnuna” isimli yazısının başında Dozy’ye ağır hakaretler etmiştir. Sufizâde Mehmet
ise yazısında “Abdullah Cevdet imzalı hezeyanın 300 milyon Müslümanın İslami
duygularına hakaret içerdiğini” savunmuştur. Bunlara karşılık Ebuzziya Tevfik,
“Dozy’nin sözleri hakikat, Abdullah Cevdet ise tercüman-ı hakikattır, hizmeti ise
2
Bilim adamı kimliğiyle İslâm’a ve Hz. Muhammed’e saldırmıştır. Bu durum, misyoner oryantalizmle akademik
oryantalizmin maksat ve misyon bakımından birbirlerinden çok farklı olmadıklarına işaret etmektedir.
121
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
Rahmetullah’ın mücadelesi3 kadar büyüktür” diyerek tarafını ve kimliğini belli etmiştir
(Hatipoğlu 1999: 203-208). Mehmet Akif ise Ebuzziya Tevfik Efendi’ye yazdığı “Açık
Mektub”ta Abdullah Cevdet’in dine hücum ettiğini ve Müslüman sayılamayacağını şu
cümlelerle ifade etmiştir: “Müslümanlığı esasından sarsmak ve rabıta-ı vahdeti koparıp
atmak maksad-ı sarîhiyle yazılmış bir eseri tercüme eden ve böylece “Ey Müslümanlar!
Din diye sarıldığınız mahiyetin ukûl için, efkâr için ne müdhiş bir kayıt olduğunu
anlayınız. Daha ne zamana kadar böyle hurafata esir olup kalacaksınız?” nidâ-i tezyifi
her kelimesinden yükselen bir adamı Müslüman yahut Müslümanlık muhibbi tanımakta
ma’zurum” (Şengüler 1989: 12-13).
1. Dozy’nin
Natüralist
Bir
Romancı
Tavrıyla
Hz.
Peygamber’i
Değersizleştirme Gayreti
1.1. Hz. Muhammed’i Sara Hastası Göstermesi
Dozy, Hz. Muhammed’i (sav) hayatını ve kişiliğini natüralist bir romancı4
tavrıyla kaleme almıştır. Hz. Muhammed’le ilgili suizanlarını veya varsayımlarını
bilimsel bir hakikat olarak gösterme yoluna gitmiştir. Natüralist sanatçılar insanın
fizyolojisini ırsiyet veya soyaçekimle izah ederler (Çetişli 2013: 108). Dozy de Hz.
Muhammed için bir gen ihdas etmiş, sonra kendisinin ihdas ettiği bu gen üzerine ciddî
ve bilimsel hükümler inşa etmiştir. Onun karakterini ve genetik yapısını annesi
üzerinden şöyle inşa etmeye çalışmıştır: “Annesine çektiği sanılan doğasında son
derece sinirli, çoğu zaman dalgın, düşünceli ve tepkisizdi. Az konuşur gerekmedikçe hiç
konuşmazdı. Hastalandığında çocuk gibi hüngür hüngür ağlardı. Bununla beraber
demir gibi sağlam bir hayal gücü vardı.” (Dozy 2006: 25). “Muhammed altı
yaşındayken, sinirli ve ateşli bir kişiliğe sahip olduğu anlaşılan annesi Âmine’yi
kaybetti.” (Dozy 2006: 23). Dozy yukardaki cümlelerdeki her kelime ve kavramı
3
Rahmetullâh el-Hindî (ö. 889) İngiliz misyonerlerin İslam aleyhindeki faaliyetlerini engelleyip ve eleştirilerini
cevaplamak üzere İzhârü’l-Hakk (Matbaa-i Amire, İstanbul, 1306/1889) adlı bir eser yazmış ve döneminde büyük bir
ihtiyaca cevap vermiştir. Tercümeyi yayınlamakla A. Cevdet’in de böyle teşebbüslere öncülük ettiğini savunmuştur.
4
“Natüralist sanatçıların temel konusu insan ve toplumdur. Sanatçılar gerçeği ele almakla yetinmeyip deneysel
gerçekçiliğe uzanırlar. Toplumu, insanı, tabiatı ve olayları ciddi bir gözleme tâbi tutarlar. Bu gözlem sanatçıyı
olaylar ve kişiler hakkında varsayıma, hipoteze götürür. Yazar bu varsayımı ispatlamak için gerçekten hareket ederek
sıkı bir sebep-sonuç ilişkisinin (determinizm anlayışının) olduğu bir dünya kurar. Eserini kafasındaki hipotezi
gerçekleştirmek için meydana getirir” (Çetişli 2013: 106).
122
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
bilinçli seçmiştir. Mesela “demir gibi sağlam bir hayal gücü vardı” ifadesini
kullanmasının sebebi, daha sonra uzun uzadıya söz konusu edeceği “Kur’an’ı Hz.
Muhammed’in kendisi yazdı” iddia veya hezeyanına bir alt yapı oluşturmaktır.
Şehbenderzâde Ahmed Hilmi, Dozy’nin bu şeytanî tavrını fark etmiş ve onun Hz.
Muhammed’i değersizleştirmek için bilimi istismar ettiğini söylemiştir: “Dozi’nin
hakikat-i tarihiyyeye, ya’ni “Zat-ı Nebî altı yaşında iken validesinin vefatına” bir de
“bu validenin asabi ve hararetli oluşu” gibi keyfî ve indî bir cümle ilave etmesi, ileride
serd edeceği diğer bir yalana, fennî bir şekil vermek ve fenn ü hakikat namına
kari’lerini iğfal etmek içindir. Filvâki’ Dozi, vahyin alel’âde bir Histeriya-yi adalî
olduğunu ve Cenabı Nebînin Nübüvveti bir nevi hastalıkdan ibaret bulunduğunu iddia
edecek. Bu iddiayı bir kat daha ma’kul gösterebilmek için histeriya-yi adalî hastalığına
mübtela olan Cenabı Nebinin validesi dahi asabiyyülmizac ve hararetli bir kadın
olduğunu serd ediyor, ta ki, bu hastalığın mevcudiyeti tevarüs kavaid-i fenniyyesiyle de
sabit olsun!” (Şehbenderzâde Ahmed Hilmi 1971: 91).
Natüralist yazarlar sosyal çevrenin insan üzerinde yaptığı etkileri derinlemesine
araştırmışlardır. Onlar insanın her türlü davranışını, psikolojisini, duygu ve düşünce
dünyasını kısacası kaderini yetiştiği maddi ve sosyal çevrenin etkisiyle izah ederler
(Çetişli 2013: 108). Bu izah eğer tarafsız ve iyi niyetli bir bakış açısıyla yapılırsa insanı
doğruya götürür. Dozy ise Hz. Muhammed’le ilgili temel bilgileri onun aleyhine bir
bakış açısıyla yorumlamış; her temel bilgiye art niyetli bir bağlam oluşturmaya
çalışmıştır. Mesela Hz. Peygamber’in (sav) sık sık gittiği “Hira Dağı’nın tesadüfi değil
hastalığın sonucu olarak seçildiğini” söylemiştir. Hz. Peygamber’in (sav), Cebrail (as)
ile münasebetini bir hastalığa bağlamıştır.
Batılılar bir yandan 15. asır İngiliz tiyatro yazarı Shakespeare’in eserlerinin
kimin tarafından yazıldığını, hatta onun gerçek bir şahıs olup olmadığın tartışırlarken,
diğer yandan kendilerinden asırlar önce Bağdat’ta, Mekke’de, Konya’da yaşamış İslam
büyüklerinin ruh hallerini hiçbir şüpheye kapılmadan tasvir veya tayin etmişlerdir.
Özellikle de kalplerinden geçen en kötü duygu ve düşüncelere vakıftırlar. Dozy de Hz.
Muhammed’in üst ve alt şuuruna hâkimdir. O’nu psikanalitik bir bakış açısıyla şöyle
anlatır: “Yalnızlık içinde geçirdiği dönemde kendisini kuşatmış olduğu sanılan
123
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
halisünasyonlar yeniden şiddetini arttırmış ve zaman zaman çağrıldığı hissine
kapılıyordu.” (Dozy 2006: 25). “O Allah’ın elçisi olduğu inancındaydı ve kendisini
çevresine öyle tanıtıyordu. Bu anlayış ve inanca nasıl varmıştı? Materyalizmin
eleştirilerine uğramak pahasına da olsa, bu durumun açıklamasını Muhammed’in
içinde bulunduğu hastalıkta aramak gerektiğini söylemek zorundayım. Bilginler
Muhammed’in hastalığının sara olduğuna inanıyorlardı. Springer ise bu hastalığın
ismine kasılma histerisi demişti.” (Dozy 2006: 26).5
İsmail Fennî, Dozy’nin Tarih-i İslamiyet’ine reddiye olarak yazdığı Kitab-ı
İzâle-i Şükûk adlı eserinde bir hastanın teşhisinin yüz yüze olması gerektiğini hatta yüz
yüze durumlarda bile çoğu zaman teşhis koymanın zor olduğunu ifade ederek
Springer’in Hz. Muhammed ile ilgili görüşlerinin tamamen vehimden ibaret olduğunu
belirtir. Eserinde Springer’in “Hz. Muhammed saralıdır” tezine karşın Jules Barthelemy
Saint-Hilaire’in (1805-1895) Hz. Muhammed ve Kur’an isimli eserinden alıntı yaparak,
Hz. Muhammed’de saralı halin görülmediğini ispatlamaya çalışmıştır (Öztürk 2011: 3133). Müller de şu sözlerle Hz. Muhhammed’i savunmuştur: “Onun (Yani Cenabı
Nebî’nin) harekâtında zahir olan tekemmülât-ı emine ve ma’kule, hayatının intizam-ı
fevkalâdesi, hiçbir kesiklik ve eksiklik göstermiyor ve bugün bile Kur’an yüzünden bizim
nazar-ı hayretimizi celb ediyor…” (Şehbenderzâde Ahmed Hilmi 1971: 154).6
Şehbenderzâde Ahmed Hilmi, Hz. Muhammed’in hayatını ve vahyi histerya ile
açıklamanın mümkün olmadığını belirterek bu hastalığa müptelâ olan insanlarla
dünyanın en büyük sosyal inkılâbını yapmış Hz. Muhammed’i yan yana getirmenin
mümkün olmadığına dikkat çekmiştir: “Dozi; gûyâ huzurunda bir histerya’lı hastayı
muayene ediyormuş gibi, vahy sırasında zuhur eden hâlâtı, kendi ilâveleriyle
yağlandıra ballandıra nakl ediyor. Bu da’vaların bir meziyyet ve kıymet-i fenniyyesi var
5
Bilmedikleri bir insanı değersizleştirmek için ona iftira atan bu bilim adamlarını hakkı ve hakikati örtme tavrı
(kâfirlik) bakımından Ebu Cehillerden fazla bir farkları yoktur. Aralarında sadece ırk, dönem ve metot farkı vardır.
6
Menderes Coşkun’un derslerinde belirttiği gibi oryantalist yazarların birbirilerine karşı takındıkları inkârcı ve
reddiyeci tavırların en az dört sebebi vardır: Birincisi, söz konusu iftirayı gündemde tutmak, insanların bu konuyu
nefis ve şeytanın rehberliğinde tartışmasını sağlamaktır. Bunun için söz konusu iftira cılız ve ikna edici olmayan
delillerle reddedilir. İkincisi kendilerini tarafsız göstererek, diğer iftira ve iddialarını inandırıcı hale getirmektir.
Üçüncüsü konuyla ilgili daha ikna edici başka bir iftira bulmalarıdır. Dördüncüsü gerçekten tarafsız olmaları ve
kimseye haksızlık etmek istememeleridir. Dolayısıyla İslam’ı ve Hz. Muhammed’i metheden oryantalist yazarların
bütün çalışmaları incelendikten sonra onların kimlik ve niyetleri hakkında hüküm verilmelidir.
124
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
mıdır? Asla. Histeriyâ-yi adalî hastalığına mübtelâ adamların hayatiyle dünyanın en
büyük inkılâbını meydana getirmiş olan Cenabı Nebinin hayatı arasında o kadar büyük
farklar vardır ki: Hz. Nebinin hayatını ve bu hayatın en büyük safhası olan vahyi
histerya ile izah etmek “kudret ü kuvveti atalet ve za’f ile tevhiden izah” eylemek kadar
gayr-i tabiî, gayr-i fennî ve âmiyane bir da’va olamaz” (Şehbenderzâde Ahmet Hilmi
1971: 152). Ahmed Hilmi histeriya hastalarındaki durum ile Hz. Peygamber (sav)’in
(vahyin gelişi anındaki) halini izaha kalkışmanın ancak bozuk dimağlı ve hasta
muhakemeli insanlar tarafından yapılacağını söylemiştir (Şehbenderzâde Ahmet Hilmi
1971: 152).
1.2. Kur’an’ı Hz. Muhammed’in Yazdığı İddiası
Oryantalizmin en önemli hedeflerinden birisi Kur’an’dır. Oryantalistler
Kur’an’ın ilâhî bir kitap olmadığı iddia veya şüphesini yaygınlaştırmak için 18. asırdan
beridir çalışmaktadırlar ve bu maksatla çok sayıda kültürel ve sözde bilimsel eser
kaleme almışlardır. Bunun için sözde akademik gelenekler oluşturmuşlardır. Bu hususta
Seyfullah Kara şöyle der: “Onların Hz. Muhammed (sav)’e yaklaşım biçimi genellikle
ona ve tebliğ ettiği dine olan güveni sarsmak üzere kuruludur. Oryantalistlerin İslam’ı
kendinden önceki semavi dinlerin kötü bir taklidi olarak görmeleri de bu nedenledir.
Hz. Peygamber (sav) onlar için, eski dinlerden ve kitaplardan çalıntılar yaparak
bunları kendine mal eden ve usta bir kurnazlıkla kullanan bir kişidir. Nitekim XVII.
yüzyılda İngiltere’nin İlk Orta Doğu uzmanlarından olan Humprey Prideaux’un yazdığı
Muhammed’in Yaşam Öyküsü’nün başlığı “The True Nature of Importure/
Sahtekarlığın Gerçek Dosyası” gibi Hz. Peygamber’e hakaret içeren kelimelerden
müteşekkil bir serlevhadır” (Kara 2005: 153). 1970’li yıllarda Yemen’in başkenti
San’a’da ve 2016’da İngiltere’de ortaya çıkan muhtemelen sahte Kur’an yazmalarını da
bu bağlamda incelemek gerekir. Bilindiği gibi Batıda 18. ve 19. asırda sahte tarihî eser
yazma faaliyetleri çok yaygındı. Oryantalistlerin binlerce yıllık dinler tarihini ayrıntılı
bir şekilde bilmeleri, sadece onların olağanüstü vukufiyet güçlerine işaret etmez; aynı
zamanda onların ihdas yeteneklerini de akla getirir. Doğuluların bilgisizliği onlara her
şeyi bilme ve inşa etme imkânı vermiştir.
125
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
Kur’an’la ilgili diğer oryantalistlerin tezlerini Dozy de eserinde dillendirir.
Kur’an-ı Kerim’in bazı ayetlerinin Tevrat’tan alıntı olduğunu söyler (Dozy 2006: 46).
Böylece sadece Hz. Muhammed’in her halini değil, o dönem Araplarının Tevrat
kültürünü de bilen birisi gibi davranır. Hâlbuki Kur’an’la Tevrat arasında bazı
benzerliklerin olması normaldir. Zira ilâhî kitapların kaynağı tektir. Ancak İslam
inancına göre, Tevrat ve İncil’le birlikte Yahudilik ve Hıristiyanlık tahrif edilmiştir. Bu
dinler insanları doğru yola yönlendirme özelliklerini kaybetmişlerdir. İslam’ın geldiği
günden beri farklı din ve milletten insanların İslam’ı seçmelerinin sebebi budur. Eğer
Kur’an, Tevrat ve İncil’in basit bir kopyası olsaydı, o zaman o dönemin Arapları,
Hıristiyanları ve Yahudileri Müslüman olmazlardı. İnsanlar bir şeyin aslı varken, onun
kopyasına itibar etmezler.
Eğer Kur’an beşerî bir kitap olsaydı, o zaman, bazı yetenekli Arap şairleri de
Kur’an gibi kitaplar yazarlardı. Çünkü Hz. Muhammed şair değildi, hatta ümmi idi. O
dönemde Hz. Muhammed ve İslam düşmanlığı, şiddet ve insafsızlık bakımından
günümüzden farklı değildi. Bu insanlar İslâm’ı yok etmek için mallarını ve canlarını
vermeye hazır idiler. Sadece Müslüman olmak, Allah’a ve ahirete inanmak ölüm ve
zulüm sebebi idi. Bu kadar kine rağmen o dönemde bilgili ve yetenekli âlim ve şairler
müstakil veya müşterek olarak kutsal bir kitap yazmamışlardır. Zira yeni bir din vücuda
getirmek için etkileyici bir kitap yazmak yeterli değildir. İlahî kitaplar onu sunan
peygamberle anlam kazanmışlar ve bir bütünlük oluşturmuşlardır. Bu bütünlüğün
özünde de güzel ahlak, ibadet, adalet, Allah ve ahret inancı vardır. Yeni bir din
oluşturmak ve onları insanlara kabul ettirmek kolay değildir. 19. asırdan itibaren
dünyada sanat, edebiyat, siyaset ve ekonomiye hâkim olan fevkalâde bilgili ve yetenekli
insanlar, zengin bütçeli projelerle Pozitivizm, Hümanizm, deizm, ateizm, sosyalizm,
komünizm ve Siyonizm gibi beşerî inanç sistemlerini semavî dinler yerine ikame etmek
istemişlerdir. İnsan yapımı bu ideolojiler insanlığa huzur getirmemiştir. Zira ahlaken
sakat doğan bu ideolojilere sahip birey, toplum ve ülkeler, kendi menfaatleri için
herkese zulüm ve haksızlık etmeyi meşru görmüşlerdir. Bu ideolojilerde başkalarının
mağduriyetinden elde edilen bir mutluluk söz konusudur. Beşer mamulü olan bu
ideolojiler; yalan, hile ve zulüm ile ayakta durmaktadırlar. Batı, dinî ahlâk kaybının
126
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
toplumda oluşturduğu boşluğu, iyi bir hukuk sistemiyle ve polis gücüyle çözmeye
çalışmıştır.
Dozy’nin Kur’an’la ilgili olarak zihinleri bulandırmak için ortaya attığı diğer
iddia onun tertibinin keyfi olduğu bu yüzden de değiştirilmiş olabileceğidir: “Osman
daha sonra Kur’an’a ait bütün parçaları imha ettirdiğinden bu gün bulunan nüsha,
Kur’an’ın ikinci nüshasıdır. Bu ikinci nüshanın yazılımında iyi niyetli davranılmış ve
hiçbir değişikliğe uğratılmaksızın yazılmış ve kaynağı eksiksiz verilmiş midir?” (Dozy
2006: 100-107). Dozy’nin zanlarının aksine Kur’an’ın tertibi keyfî olmamış; bu hususta
son derece titiz davranılmıştır. Davut Aydüz bu hususta şöyle der: “Hz Ebu Bekir
döneminde Kur’an’ı derleme işi Zeyd b. Sâbit’in başkanlığında bir komisyona
verilmiştir. Bu komisyonda Hz Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, İbn Mes’ûd, Ebû Hureyre
gibi önemli isimler de vardır. Zeyd b. Sabit’in başkan seçilmesinin en önemli nedeni Hz.
Peygamber’in (sav) “Kur’an’ı en iyi bilen ve hıfzeden Zeyd’dir; Kur’an ise
mukaddemdir” buyurması sebebiyledir. Bu komisyonda Zeyd, kendisi iyi bir hafız
olduğu halde başka hafızlarla da yetinmeyip her ayet hakkında mukabele görmüş iki
yazılı şahit aramak gibi son derece titiz ve ilmî bir usûl takip etmiştir. Böylece Kur’an-ı
Kerim’in ilk nüshası oluşturulmuştur. Hz. Osman bu Mushaf’ı zamanla bir şahsın
ortaya çıkıp bu ilk nüsha ile kendisinin istinsah ettirdiği Mushaflar arasında herhangi
bir ihtilafın bulunduğunu iddiaya kalkışmaması için yaktırmıştır” (Aydüz 2010: 65-78).
Dozy’nin iddia ettiği gibi bu Mushaflar arasında herhangi bir değişiklik veya tertip farkı
olsaydı buna itiraz edilirdi ve büyük bir tartışma geleneği oluşurdu. Zira o dönemde
birçok hafız sahabe hayatta idi. Sahabiler hak ve hukuk konusunda birbirleriyle
savaşacak kadar hassas idiler.
1.3. Kur’an’ı Tahrif Etmek İçin Garânîk İddiası
Dozy’nin İslam’ı tahrif etmek için eserine aldığı konulardan birisi Müslümanların
bilmediği Garânik vakasıdır. İslâm düşmanlarının eski İslam büyükleri adına birçok dinî
eser yazdıkları bilinmektedir. İslami terminolojinin kullanıldığı bu eserlerde uydurma
hadis ve olaylara yer verildiği gibi yanı sıra yaşanmış gerçek olaylar için şeytanî
bağlamlar oluşturulmuştur. Müslümanların muhtemelen uydurma veya muharref olan
eserlerde yer alan bir bilgi üzerinde tartışmaya dâhil olmalarının tehlikeli tarafları
127
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
vardır. Zira bir uydurmayı hakikat imiş gibi tartışmaya başlamak onu kısmen
meşrulaştırmak olur. Bu durumlarda “aktarımcı” değil onu “tenkitçi” bir tavır
takınılmalıdır.
Garânîk, kuğu kuşu denilen beyaz bir su kuşunu ifade eder. Bu kuğu kuşu, beyaz
renkli, büyük uzun boylu, güzel, endamlı bir kuştur. Müşrikler, beyaz taşlardan yapılan
putlarını böyle şairane bir teşbih ile yüksekte uçan garânîke benzeterek “Allah’ın
kızları” diye şefaatlerini ummuşlardır (Hizmetli 1989: 49). Dozy, Hz Peygamberi ve
Kur’an’ı değersizleştirmek maksadıyla bir hikâye anlatır. Bu hikâyeye göre “Mekke
eşrafı Hz. Peygamber’e Lat, Uzza ve Menat putlarını tanımasına karşılık O’nun
peygamberliğini kabul edeceklerini söylediler. Dozy’nin deyimiyle “Muhammed bu
öneriyi benimseme zayıflığını gösterdi ve topluluğa en-Necm suresini okudu.” Lat, Uzza
ve diğer üçüncüsü olan Menat’ı gördünüz değil mi? ayetlerine gelince bu ayetlerden
sonra “Bunlar yüce graniktirler. Şefaatleri umulur.” dedi ve bunun üzerine topluluk
alınlarını toprağa değdirerek secdeye vardılar.” (Dozy 2006: 47-48).
Müslüman araştırmacılar Garânîk vakasının asılsız ve uydurma olduğunu ifade
ederler. Sabri Hizmetli şöyle der: “Garânîk kıssası için ileri sürülen tarihin Miladî 615619 yılları olduğuna göre, henüz bu tarihlerde doğan İbn Abbas’ın rivayet senedinde
olması mümkün değildir bu da, haberin asılsız olduğunun açık delillerinden biridir”
(Hizmetli 1989: 57). Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirinde
Garânik efsanesi hakkında uzun açıklamalar yapar ve gerçekte bu olayın söz konusu
surelerle hiçbir ilişkisinin olmadığını, İslam inanç esaslarına aykırı olduğunu söyler
(Yazır 1935: 4591-4600). İsmail Cerrahoğlu da bu olayı reddeder: “Garânik haberine
ait ibarelerin, Kur’an’dan olamayacağının delili, bu konudaki çok çeşitli ibarelerin
bizzat kendileridir. Fesahat ve belagattan yoksun olan bu ibareler, kendilerini
uyduranlar tarafından bile lafızlarında birlik meydana getirilememiştir. Lafızlardaki bu
ihtilaf 20-25 çeşide ulaşmaktadır. Eğer en-Necm suresinin 19-20. ayetlerinden sonra
Garânik ibarelerini koyacak olursak 21-23 ayetler de nazarı itibare alınırsa Kur’an’da
bir tezat ve tenakuz bulunması gerekecektir. Halbuki böyle bir şey Kur’an için bahis
konusu olamaz” (Cerrahoğlu 1981: 71).
128
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
Sevgi Tütün son dönem İslam âlimlerinin Garânik vakasına yaklaşımını şöyle
özetler: “20. yüzyıl müfessirlerinden Ömer Nasûhi Bilmen (1971), Said Havva (1989) ve
Muhammed Esed (1992) gibi isimler tefsirlerinde Garânik olayına hiç yer vermemiş ve
ismen bile bahsetmemişlerdir. Bunların yanında Elmalılı Hamdi Yazır (1942), Mevdûdî
(1979), Seyyid Kutub (1966) ve Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bir heyet tarafından
yazılan tefsirlerde de bu olay reddedilmiştir” (Tütün 2012: 595-604).
1.4. Hz. Peygamber’in Evlilikleri İçin Şeytanî Bağlamlar Oluşturma Gayreti
Oryantalist yazarların istismar etmeye çalıştığı diğer bir konu İslam
peygamberinin evlilikleridir. Dozy, Hz. Peygamber’in Hz. Hatice’yle olan evliliğinin
gerekçesini her şeyi bilen bir romancı tavrıyla şöyle izah eder: “Hatice’nin gençlik ve
güzellik konusundaki eksikliğini varlıklı oluşuyla örttüğü, peygamberinse geleceği hiç
parlak görünmediği ve geçim sıkıntısı endişesinden kurtulmak için evlilik önerisini
kabul ettiği…” (Dozy 2006: 24). Bu ifadelerle Dozy, Hz. Muhammed’i (sav) okurun
gözünde çıkarcı ve bencil, Hz. Hatice’yi de zenginliği ile Peygamber’in dikkatini çeken
bir kişi olarak göstermeye çalışmaktadır.
Hâlbuki Dozy, konuyu tek yönlü ve art niyetli olarak değerlendirmek yerine ona
çok yönlü bakabilseydi, yani biraz tarafsız olabilseydi, Hz. Peygamber’in (sav) ilk
evliliğini bir fazilet evliliği olarak da yorumlayabilirdi. Hz. Muhammed (sav) bu
evliliğini 25 yaşında iken kendisinden 15 yaş büyük olan Hz. Hatice ile gerçekleştirmiş;
onunla 25 yıl evli kalmış ve onun sağlığında başka hiç bir kadınla evlenmemiştir. Hz.
Hatice’nin öldüğü yıl “hüzün yılı” tabiriyle anılmıştır (Suruç 2014: 130-301). Bu
evlilik, birçok bakımdan Hz. Peygamber’in faziletine, İslam’ın da beşerin fıtratına
uygun bir din olduğuna şahadet etmektedir. Bunlardan birincisi bu evlilik, İslam’ın
cismaniyeti inkâr etmediğine işaret etmektedir. İkincisi Hz. Muhammed bu evlilik
vesilesiyle insanlara iffetli ve saygın bir evlilik örneği sunmuştur. Üçüncüsü bu evlilikte
fırsatçılıktan ve menfaatperestlikten ziyade fedakârlık, vefa, saygı, dayanışma ve sevgi
örnekleri vardır. Hz. Hatice’nin Hz. Muhammed’e saygısı ölünceye kadar devam
etmiştir. Eğer ikisinden birisinin fazilet ve samimiyet sorunu olsaydı, bu evlilik
böylesine bir saygı ve sevgi zemininde yürümezdi. Üstelik bu evliliği yıkabilecek
nefsani sebepler de vardır. Yani günümüz şartlarına göre riskli bir evlilik
129
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
gerçekleştirilmiştir. Zira Hz. Hatice hem zengin, hem soylu hem de yaşça Hz.
Muhammed’den büyüktür. Bunların her birisi sorun sebebidir. Günümüzde zengin ve
imkânı geniş olan bayanlar daha kolay bir şekilde eşlerinin kusurlarını fark etmekte ve
onlardan ayrılmaktadırlar. Dördüncüsü bu evlilik Hz. Hatice’ye maddi veya dünyevi bir
saadet getirmemiştir. Fakirlik, açlık, çile getirmiştir. Bütün bunlara rağmen Hz. Hatice,
Hz. Muhammed’in peygamberliğine ilk inanan ve hayatının sonuna kadar da
destekleyen bir kişidir. Hz. Hatice konumunda olan birisinin muhtemel şeytanî ve
nefsanî vesveselere rağmen Hz. Muhammed’e inanması, güvenmesi, onu desteklemesi
hem kendisinin hem de Hz. Muhammed’in faziletine ve güvenirliğine işaret etmektedir.
Dozy, Hz. Peygamber’in Hz. Hatice’nin vefatından sonra yaptığı evlilikleri de
art niyetli olarak yorumlamaya çalışmıştır. Hz. Zeyneb’in aşkının Hz. Peygamber’in
gönlüne düştüğü anı bulmaya ve dramatize etmeye çalışmışlardır. Hz. Peygamber’in bir
anda Hz. Zeyneb’in evine daldığını onu uygunsuz bir kıyafet içinde gördüğünü ve ona
âşık olduğunu iddia etmişlerdir (Dozy 2006: 71). John Davenport ve M. Watt gibi
Oryantalistler, Hz. Peygamber ve Hz. Zeyneb’in kahraman yapıldığı bu şeytanî hikâyeyi
reddetmişler, onun hayal mahsulü olduğunu söylemişlerdir (Çınar 2007: 41-42). Sadık
Vicdanî, peygamberin bir eve izinsiz girmeyeceği hususunda hassas davrandığını
belirterek, bu hikâyenin tutarsızlığına dikkat çekmiştir: “Hz. Muhammed (sav)
ashabından birinin evine gittiği zaman, kapının açılmayan bir köşesine çekilir ve üç kez
selam verdikten sonra, gir izni alırsa öyle girerdi. Özellikle bu konuda hassas
davranırdı. Eğer o gidişinde Zeyd evde yok idiyse ve Ümmü Eymen ile Zeynep kapıyı
açmışlarsa, muhtemelen üzerlerini düzeltip, kendilerine çekidüzen verdikten sonra
kapıyı açmışlardır. Hz. Muhammed de Zeyd’in evde bulunmadığını öğrenince eve
girmeyerek gitmiştir. Zeynep’i açık saçık görmek, izin istemeden kapıyı açıp içeriye
girmek anlamına gelir ki, bu ayak takımından kimselerin hareketidir. Hz. Muhammed’in
onaylayacağı veya yapacağı bir iş değildir.” (Öztürk 2011: 254).
Oryantalistlerin art niyetli yorumlarına karşılık olarak, Hz. Peygamber’in
evlilikleri ile ilgili şu bilgi ve değerlendirmeleri göz önünde bulundurmak gerekir.
Mekke müşrikleri Hz. Peygamber’e getirdiği dinden vazgeçmesi karşılığında her türlü
teklifte bulunmuşlardır. Hz. Peygamber dul ve yaşlı bir kadınla evlenmiş ve birisi hariç
130
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
bütün çocukları ondan olmuştur. Hz. Peygamber sonraki evliliklerini 53 yaşından sonra
yapmıştır. Hz. Âişe dışındaki kadınlar duldurlar. Meselâ Sevde binti Zem’a beş çocuklu
bir kadındır. Bu evliliklerin Hz. Peygamber ve İslam dini ile alâkalı birçok hikmetleri
olabilir. Birinci olarak Hz. Âişe genç ve zeki bir kadındı. İslâm’ın kadınlarla ve evlilikle
ilgili birçok yönü, onun rivayet ettiği hadislerle teşekkül etmiştir. Hz. Peygamber’in
evlilikleri İslam’ın kadınlarla ilgili getirdiği hükümlerin oluşmasına ve anlaşılmasına
katkı sağlamış olabilir. Hz. Peygamber dini sahabe üzerinden anlatmıştır. Binlerce erkek
sahabe Hz. Peygamber’in her bir sözünü ve hâlini diğer insanlara aktarmışlardır. Eğer
bu evlilikler, özellikle Hz. Âişe ile olan evlilik olmasaydı İslam’ın kadınlarla ilgili
hükümlerinin oluşması ve anlaşılması zor olurdu. Ebu Hureyre ve Hz. Âişe gibi genç
sahabeler, hadislerin insanlara aktarılması konusunda çok önemli bir görev ifa
etmişlerdir. İkinci olarak bu evlilikler herkes için bir imtihan unsuru olabilir. Kalbinde
maraz olanların dalalete gitmesine, kalbi temiz olanların da iman ve bilgilerinin
artmasına yardımcı olabilir. Bu husus, günümüzde yaşanmaktadır. Şeytan bazılarının
gönlüne bu vesilelerle yol bulabilmektedir. Üçüncü olarak Hz. Peygamber’in bu
evlilikleri muhtemelen farklı kabilelerin Hz. Peygamber’i daha içten tanımasına ve
İslam’a girmesine yardımcı olmuştur. Dördüncü olarak bu evliliklerin her birisi Hz.
Peygamber’in eminliğine, ahlâkına, hayatının şeffaflığına işaret ve şahadet etmektedir.
Farklı kabile, yaş ve mizaçlara sahip kadınlar Hz. Peygamber’in ahlak ve amel
güzelliğine şahitlik etmişlerdir. Hz. Peygamber gizli kapaklı bir hayat yaşamamıştır.
Gecesi ve gündüzü farklı kişiler tarafından bilinmiş ve örnek alınmıştır. Beşinci olarak
bu evlilikler, İslam’ın beşer için gönderilmiş bir din olduğuna, iffetli şehveti
reddetmediğine işaret etmektedir.
Sadık Vicdanî gibi araştırmacılar “Peygamber’in dönemindeki sosyo-kültürel
şartları bilmeden, Hz. Muhammed (sav)’in evliliklerinin geri planındaki sebepleri
anlamadan değerlendirmenin yanlış olacağını ifade etmiştir” (Öztürk 2011: 249).
1.5. Hz. Peygamber’in Yaptığı Gazaları Katliam Olarak Göstermesi
Dozy, romancı tavrını Hz. Peygamber’in savaşlarını anlatırken de gösterir. Hz.
Muhammed (sav)’i Medine’ye vardığından beri Mekkelilerden intikam almak isteyen,
saldırgan ve şiddete meyilli birisi olarak gösterir. Ona göre Hz. Muhammed (sav), savaş
131
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
esnasında çıkan bir rüzgârı Cebrail’in (as) yardımı olarak gösteren bir yalancıdır (Dozy
2006: 63). Kur’an-ı Kerim’de ise Bedir Savaşı ile ilgili ayetlerde peygamberin,
karşısındaki müşrik ordusunun kendilerinden üç kat fazla sayıda ve güçte olduğunu
görünce Allah’a dua etmesi ve bu duaya karşılık olarak Yüce Allah’ın bin melekle
Müslümanlara yardım edeceği belirtilmiştir (Kur’an-ı Kerim, Enfal: 9).
Dozy, Hendek Savaşı’nı da Yahudi katliamı olarak gösterir. Hendek Savaşı
sonrası İslam peygamberinin Yahudi Kureyza kabilesine yönelik katliam yaptığını,
Mekke’nin fethinde ise Mekkelilerin hepsini bağışladığını söyler. Hz. Peygamber’in
Mekke’deki bu insanî tavrı ve merhameti için de şeytanî bir bağlam bulur, bunun
sebebini “Arapların kendi kabilesini değil katliama uğratmak, cezalandırmak bile
istemeyeceği” ile açıklar (Dozy 2006: 77- 90).
Kureyza Yahudileri hakkında yazılan eserlere göre bu topluluğun öldürülme
sebebi şu şekilde anlatılır: “Hendek Savaşı’nda Mekkelilerin başkanlığında 10 bin
kişilik askeri gücün Medine’yi kuşatması sonucu Medine’nin etrafına hendek kazılmıştı.
Medine’nin geri kalan bir bölümünde Müslüman toplumun müttefiki olan Benu Kureyza
Yahudileri ile Mekke ordusunu Medine’ye geçirmeyeceği yönünde antlaşma yapıldı.
Ancak kuşatmanın en yoğun günlerinde antlaşmayı bozarak Mekkelilerle birlikte
hareket eden Kureyzalılar, Hz. Peygamber (sav) ve ashabından kurtulmak için
Müslümanlara saldırarak çocuk ve kadınların bulunduğu bölgeye bir takım
tecavüzlerde bulundular. Kureyzalılar, Nadirlilerin kuşatılması sırasında da Hz.
Peygamber (sav) ile birbirlerine karşı ihanette bulunmayacaklarına karşı imzaladıkları
sözleşmeyi bozmuşlardı. Dolayısıyla ikinci defa antlaşmaya ihanet ediyorlardı. Bunun
üzerine onların isteği ile Sad b. Muaz’ın hakemliği sonucunda Sad’ın muhtemelen
Tevrat’tan aldığı hüküm uygulandı ve Kureyza kabilesinin erkekleri idam edildi,
kadınların ise bir kısmı satıldı bir kısmı sahabe arasında dağıtıldı” (Azimli 2008: 2325).
Bu olay hakkında oryantalistlerin görüşlerine baktığımızda bir kısmı Kureyzâ
Yahudilerinin suçlarından bahsedip Hz. Peygamber’i (sav) haklı bulmuştur. Meşhur
müsteşriklerden Watt, bazı batılı yazarların bu cezayı gaddarca bularak saldırdıklarını,
132
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
hâlbuki o günkü örfe göre Arapların birbirlerine de böyle davranabildiklerini, bunda
ayıplanacak bir durum olmadığını, esasen Hz. Peygamber’in (sav) Yahudilere yönelik
özel bir tavrının olmadığını, bu olaydan sonra da birçok Yahudi’nin İslam
toplumlarında rahatça yaşayabildiğini belirtmiştir (Azimli 2008: 26).
A.J. Wensick bu olay hakkında Hz. Peygamber’i (sav) haklı bulduğunu şu
cümlelerle belirtmiştir: “Hangisi olursa olsun en medeni milletler bile Benû Kureyzâ’ya
tesliminden sonra verilen cezanın aynısını verebilir. Hz. Muhammed daha önce Benû
Nadir Yahudilerine af ve hoşgörü ile davranmış, fakat onlar buna müthiş hendek
kuşatmasını organize etmekle karşılık vermişlerdir. Aynı af ve hoşgörüyü Benû
Kureyzâ’ya göstermek doğrusu büyük tehlikelere katlanmak demek olacaktı” (Atçeken
2004: 123).
Kendisi de bir Yahudi olan İsrâel Welfenson’un Benû Kureyzâ’nın suçlarıyla
ilgili yorumu da şöyledir: “Medine’den sürgün edilen Yahudilerin kendi topraklarına
dönmek için uğraşmaları kınanacak bir durum değildir. Ancak Yahudilerin
ayıplandıkları husus, bir grup Yahudi ile Kureyş müşrikleri arasında vukû bulan
konuşma ve anlaşmalardır. Yahudilerin böylesine çirkin bir hata işlememeleri
gerekirdi. Kureyzâ kabileleri puta tapanlarla birlikte savaşmışlar ve Tevrat’ın
putperestlere nefretle bakmayı tavsiye eden, onlara düşmanca davranmayı emreden
hükümlerine zıt hareket etmişlerdir” demiştir (Atçeken 2004: 123).
2. Dozy’nin Sahabeyi Değersizleştirme Gayreti
Sahabe hakkında gerçekten ziyade kendisinin görmek istediği hikayeler anlatan
Dozy, İslam’a ilk girenlerden Hz. Osman’ı şöyle anlatmıştır: “Tam bir serseri olan,
Müslüman olmadan önce hiç şarap içtiği görülmemiş olmakla birlikte hayaları açıkta
bir çilekeş olarak dünyayı gezmeyi düşlediği söylenen Osman b. Maz’un, Muhammed’in
güzel kızı Rukiye ile evlenmeyi umarak katılan yakışıklı, kibar tavırlarıyla tanınan ve
daha sonra üçüncü halife olan Osman b. Affan ilk katılanlardandır.” (Dozy 2006: 30).
133
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
Hz. Ömer’in de “sol elini de sağ kadar beceriyle kullanabildiği için ona “iki el”
denildiğinden, öngörülü bir kişi olduğundan fakat uyumlu davranışları altında
kurnazlığını gizlediğinden” bahsetmiştir (Dozy 2006: 35).
Yazar Hz. Hasan’ı rahatına düşkün birisi olarak tasvir eder ve halifelik hakkını
Muaviye’ye olağanüstü yüksek bir meblağ karşılığında sattığını bu yüzden sevinç içinde
Medine’deki sarayına çekilip orada mutlu bir yaşam sürdüğünü sonra da rahat yatağında
hayata gözlerini yumduğunu söylemiştir. İranlıların Hz. Hasan’ın Muaviye tarafından
zehirlenmiş olduğu görüşünü de Emevileri kötülemeye yönelik gerçek dışı bir suçlama
olarak yorumlar (Dozy 2006: 373).
3. Tasavvufu ve Mutasavvıfları Değersizleştirme Çabası
3.1. Tasavvufu İslâm Dışı Kaynaklarla Temellendirme
Tasavvuf Arapça yün giymek anlamında bir kelimedir. Kul ile Allah (cc)
arasında ihsan olayının gerçekleşmesi veya kulun ihsan vasfını kazanmasının yollarını
gösteren bir ilimdir. Tasavvufu menşei ile ilgili olarak Durmuş Tatlılıoğlu şöyle der:
“İslam âlimlerince önce bizzat Kur’an-ı Kerim’in esasları ve Hz. Muhammed’in (sav)
yaşayışı tasavvufa kaynaklık yapmaktadır. İslam tasavvufu Hz. Peygamber (sav) ve
sahabenin manevi hayatından kaynaklanmış ve zühd hareketinin gelişmesiyle de
sistemli bir hal almıştır. Hz. Muhammed’den (sav) sonra İslami düşüncenin birçok
kültür ve medeniyetle karşılaşması sonucunda bir takım kültürel etkileşimler meydana
gelmiştir. Bazı araştırmacılar bu etkileşim sonucu tasavvufun İslam’a girdiğini
savunsalar da tasavvuf, nefsin terbiyesi ve ruhun tezkiyesi, kalbin temizlenerek ilahi
âlemin hakikatlerini aksettiren bir ayna durumuna getirilmesidir. Dolayısıyla çeşitli
dinlerde müşterek tarafları olabilir. Hz. Muhammed’in (sav) hayatındaki manevi
yönünü kabul ediyorsak onun uzantısı olan tasavvufu da İslam’ın dışında görmemiz
mümkün değildir. Kısaca tasavvuf Hz. Muhammed’in (sav) hayatını ve manevi yönünü
örnek alma isteklerinden doğmuştur” (Tatlılıoğlu 2009: 103-105).
Bu güne kadar tasavvuf hakkında birçok eser yazılmıştır ancak tasavvufun
menşei ile ilk yorumları yapanlar müsteşrikler olmuştur. Dozy tasavvufun kaynağını dış
faktörlere dayandırmış ve tasavvufun İslam’a İran’dan geçtiğini savunmuştur: “Sufiler
134
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
mezheplerini sadece Ali ve Hz. Muhammed’e değil Hz. İbrahim’in de sofiliğini ileri
sürerek ilk peygambere dek götürmektedirler. Tasavvuf İran’da, Hint etkileriyle İslam
fetihlerinden önce vardı. İslamiyet öncesinde her şeyin Allah’tan kaynaklandığı ve
tekrar ona döneceği düşüncesi İran’da yaygındı.” (Dozy 2006: 261).
Erol Güngör, müsteşriklerin tasavvufun menşei ile ilgili görüşlerini şöyle
özetler: “Araplar mistik düşünceye kabiliyetli bulunmadıklarından, tasavvuf onlara
ancak dışarıdan gelmiş olabilir. Nitekim İslam mistisizminin asıl doğuş ve gelişme yeri
İran olmuştur” (Güngör 1982: 49). “Bu konuda araştırma yapan müsteşriklerden
Nicholson, Hint tesiri ve Yeni-Eflatunculuk üzerinde durur; Blochet ve Von Kremer,
Dozy gibi tasavvufun menşeini Hint-İran tesirine bağlarlar; Brown Samî bir dine karşı
Arî reaksiyon olarak izah eder; A. Palacios Hristiyanlığa ağırlık verir. Bunlar arasında
İslami menşe’lere en çok yer veren L. Massignon’dur.” (Güngör 1982: 49-50).
Massignon, oryantalistlerin tasavvufun menşei hakkındaki iddiaları arasında en
zayıfının İran tesiri olduğunu, Maniheizm ve İran inançlarının bu hususta kayda değer
bir tesirinin bulunmadığını belirtmiştir (Güngör 1882: 51).
3.2. Tasavvufla Panteizmi Birleştirmesi
Dozy eserinde tasavvufa İslam şeriatinden daha yüksek bir mertebe vermiştir.
Kur’an’ın sert hükümlerinden dolayı tasavvufa uygun olmadığını şu cümlelerle ifade
eder: “Kur’an, tasavvufla kaynaştırılabilecek uygunlukta değildir ve ruhun tekâmülü
düşüncesine ve insanı Allah’la kendi kalbinde “tevhide” yönelteceğine; uygulamakla,
Allah’ın lütfuna layık olunacak bir dizi dini ve ahlaki emirlerle sınırlıdır. Kur’an’ın
kesin hükümleri tasavvufa engeldir; Allah’ın dünyada ya da insan ruhunda olduğunu
söylemez.” (Dozy 2006: 259). Dozy, sofiliğin iki topluluğa ayrıldığını söyler ve bu
toplulukların liderleri olarak Bestamî’nin ve Cüneyd’in isimlerini verir. Tasavvufun
meşhur isimlerinden İranlı Bestamî’den bahsederken onun panteizm öğretisini
savunduğunu ifade ettikten sonra “Kur’an’ın genel eğilimi “Allah’ı insanlaştırmak”
olsa da hiçbir mutasavvıf “insanın Tanrısallığını” bu kadar açık savunmamıştır” der
(Dozy 2006: 266). Yazar, bu ifadelerle Kur’an’ı içinde panteist ögeler barındıran bir
kitap olarak göstermeye çalışmıştır.
135
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
Dozy, İslam’ın sert ve cansız bir inanç sistemi olmasından dolayı tasavvufa
uygun olmadığını belirtmiş ve tasavvufun zamanla panteizme dönüştüğünü söylemiştir
(Dozy 2006: 265). Yazar, tasavvufun panteizme dönüştükten sonra İslam dinini
kuşattığını ve artık İslam dinini tasavvuftan (daha doğrusu panteizmden) kurtarmanın
imkânsız olduğunu şu cümlelerle belirtmiş, bu durumun sebebini de Müslümanların
saflığı ile açıklamıştır: “Sünni memleketlerde tasavvuf yayılma olanağı buldu ve
sonsuzluk düşünün düşünceleri, Allah’ı insan şeklinde düşünen bir dinin izleyicileri
arasında büyük bir heyecanla benimsendi. Müslümanların saflığı öylesine ileri gitmişti
ki tasavvufun, İslamiyet’in en tehlikeli düşmanı olduğu konusunda hiç kuşku duymadan
kendilerini görünüşün aldatıcılığına bıraktılar. Birileri durumun farkına vardığında iş
işten geçmişti. Muhammed’in inancı ve uygulamaları kuşatılmıştı ve onu kurtarmak da
artık olanaksızdı” (Dozy 2006: 279).
Müsteşriklerin çalışmaları ve 19. asırdan itibaren kaynak olarak ortaya
çıkardıkları eserler panteizmi Müslümanların gündemine taşımıştır. Hüsamettin Erdem
panteizmi şöyle anlatır: “Âlemde her ne var ise, o yaratanın kendisidir yani her şey
odur. Yine bu düşünceye göre varlığın “halık”, “mahluk” gibi ikiliği ortadan
kaldırılmakta ve varlığın birliği yaratıcı ile tabiatın aynı şey olduğunu iddia etmektedir.
Yaratıcı-yaratan ikiliğini kaldırmak için yaratıcıyı âlemle aynileştiren, yani “yaratan
her şeydir, her şey yaratandır” diyen felsefi düşünce ekolleri işte bu “Heme-ost”çuluk
(panteism) ismi altında toplanır” (Erdem 1990: 12-30).
H. Hüseyin Tunçbilek de panteizmle vahdet-i vücut arasındaki farklılıkları şöyle
sıralamıştır:
1. “Vahdet-i vücûd tamamen dinî kaynaklıdır. Panteizm ise sadece akla dayanan
felsefî bir meslektir.
2. Vahdet-i vücûdda Allah zâtı itibarıyla aşkın, isim ve sıfatları itibarıyla içkindir.
Bu anlayışta hulûl ve ittihad yoktur, Panteizmde ise Allah aşkın değil içkindir.
Hulûl ve ittihad vardır. Yani Allah ile âlem iç içe ve özdeştir.
3. Vahdet-i vücudda din, şeriat, ibadet, ahiret gibi hususlara kalpten inanma ve
tasdik etme söz konusu iken, panteizmde böyle bir inancın yeri yoktur.
136
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
4. Vahdet-i vücudculara göre Allah hür iradeye sahiptir. Yaratma varlıkta her an
devam etmektedir. Panteistler ise, âlemdeki var oluşu zorunlu sayarlar ve diğer
sıfatlarla birlikte Allah’ın irade sıfatını da inkar ederler” ( Tunçbilek 2008: 21).
3.3.
Hallac-ı Mansur’u Panteist Gösterme Çabası
Dozy, tasavvuf tarihinin en meşhur simalarından biri olan Hallac-ı Mansur’dan
bahsederken ehlisünnetin Hallac’ı “Tanrısal ve insani gücün birleşimini kendisinde
bulunduran bir sihirbaz” olarak gördüğünü belirtmiştir (Dozy 2006: 267). Onun
öldürülme sebebini toplumun en üst katmanları, hükümdar ve yakın çevresi özellikle de
ehlisünnetin ruhban sınıfı ile olan mücadelesinde aranması gerektiğini iddia eder (Dozy
2006: 268). Dozy iki farklı gelenekte iki farklı Hallac tipi olduğunu söyler. Ehlisünnet
rivayetlerine göre Hallac’ın ölüleri dirilttiği ve her istediğini kendisine getirecek cinleri
hizmetinde kullandığı söylentisi yayılmıştı. Bunun üzerine tutuklanan Hallac ve
yandaşları sorguya çekildi. Hallac’ın yargılanmasını isteyen vezir Hamid, somut bir
delil aradı ve bu delili Hallac’ın kitaplarından birinde buldu. Kitaptaki ifadeye göre
Hallac eserinde şöyle diyordu: “Hac görevini yerine getirmek isteyip de, engeller
nedeniyle bunu gerçekleştiremeyen kişi bu görevi başka bir yöntemle yerine getirebilir.
Özenle temizlenmiş ve başkalarının girmesine izin verilmeyen bir odada bildik tavaf ve
hacın diğer ibadetlerini yapması, 30 yetim çocuğa iyi yemek vermesi ve bunlara şahsen
hizmet etmesi, her birine bir elbise ve 10 dirhem vermesi yeterlidir.” Hallac’a bu
düşünceyi nereden aldığı sorulduğunda o, Hasan el-Basri’nin bir kitabından aldığını
söyler. Bunun üzerine kadı, “Ey kanı boya gibi akacak kafir, yalan söylüyorsun, sözünü
ettiğin kitap Mekke’de bir âlim tarafından bize yorumlandı. Senin yazdığın düşünce
orada yoktur.” diye bağırdı. Halife El-Muktedir’in veziri Hamid, kadı’nın ağzından
çıkan “kâfir” kelimesine sarılarak idam fermanı çıkarması için kadıyı zorladı. Fetva
çıkarıldı ve Hallac işkence edilerek öldürüldü.
Dozy’ye göre sofi geleneğinde farklı bir rivayet vardı: “Hallac birçok kerametleri
olan birisiydi ve sayısız topluluk ona mürid olmuştu. O “Ene’l-Hak”, diyordu;
kendisinden “Huve’l-Hak” demesi isteniyordu. Bunun üzerine hapse atıldı, gösterdiği
kerametlerle hapisten kaçması mümkünken o “Allah bana kızgındır” yanıtını verdi. Bu
137
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
sözlerin anlamı sofilere göre Hallac’ın işkence görmesine Allah izin vermiştir, çünkü
“Ene’l-Hak” demekle büyük sırrı açığa vurmuştur. Sonunda Hallac’a işkenceler edildi.
Bir elini kestiler, gülümseyerek “zincire bağlı kimsenin elini kesip koparmak zor bir şey
değil; hüner, en yüksek göğe yükselen yanımı oradan kesip koparmaktır” dedi. İki eli
kesildiğinde kanlar içindeki bileklerini yanaklarına ve kollarına sürerek kanıyla sıvadı.
Bunun sebebini ise kan kaybettiği için renginin solacağını ve korkudan rengi sarardı
demelerinden korkacağı ile açıkladı. Kollarını kana bulayınca hakiki aşkın abdestini
aldığını söyledi” (Dozy 2006: 270-276).
Dozy, Hallac’ın cezaya çarptırılması veya şehid edilmesini vezir Hamid’in ona
duyduğu nefret ve düşmanlığın neticesi olarak göstermiştir. Araştırmacılar ise Hallac’ın
ölüm sebebiyle ilgili çeşitli rivayetler olduğunu belirtmişlerdir. Bu konu üzerinde
araştırma yapanlardan Hayrani Altıntaş, Hallac’ın ölüm sebebini ve ona karşı duyulan
nefreti halifenin, fukahanın, Şii ve İmamîlerin ve mutasavvıfların tepkisi olmak üzere
dörde ayırmıştır. “Halife, Hallac’ın Sünnî inancı sarsacak fikirleriyle halka tesir
ettiğini, siyasi ve içtimai düzeni bozduğunu öne sürerek hakkında dava açmıştır.
Fukahâ, Hallac’ın kendini peygambere eş tuttuğunu, bir takım mucizeler gösterdiğini
söyleyerek onu suçlamıştır. Şiiler ve İmamîler ilk başta Hallac’a yakınlık göstermiş
daha sonra Hallac’ın gaib imamın öldüğünü ve Hz. İsa’dan başka Mehdi gelmeyeceğini
söylemesi üzerine ona karşı cephe almıştır. Mutasavvıflar ise havasa ait olan sırları ifşa
ettiğini iddia ederek onu suçlamıştır” (Altıntaş, 1986: 76). Bazı yazarlar Hallac’ın
yaşantısını ve fikirlerini vahdet-i vücut etrafında değerlendirirken bazıları ondaki bu
halin vahdet-i şühûd olabileceği üzerinde durmuştur. Tasavvuftaki vahdet-i vücut
anlayışı Dozy gibi bir takım müsteşrikler tarafından “panteizm” ile ilişkilendirilmiştir.
Cüneyd-i Bağdâdî de Hallac’ın bu sözünü Halik-mahluk birleşmesi olarak
değerlendirmiştir. Kuşeyrî Risalesi‘nde Hallac-ı Mansur’un Cüneyd-i Bağdâdî’nin
sohbetlerine katıldığı ancak “Ene’l-Hak” demesinden sonra Cüneyd’in sükûtu ve halveti
emretmesi üzerine bu sözü doğru bulmayarak şu açıklamayı yaptığı kayıtlıdır: “Misli ve
benzeri bulunmayan ne zaman misli ve benzeri bulunan şeyle birleşmiştir? Heyhat! Bu
acayip bir zandır! Ancak latif olan Allah’ın lütfu ile birleşme mümkün olur. Fakat bu
şekilde birleşme; yakînin işareti ve imanın hakikati müstesna başka yoldan ne idrak
138
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
edilir ne tahayyül edilir ne de ihâta edilir” (Kuşeyrî 1999: 88). Burada vurgulanması
gereken en önemli husus Dozy’nin ve diğer müsteşriklerin tasavvufla ve İslam tarihiyle
ilgili tuhaf fikirlerine kaynaklık eden sahih veya sahte tarihî eserlerin 19. asırda
müsteşriklerin öncülüğünde ortaya çıkması ve bu eserlerde tasvir edilen İslâm’ın
yaşayan İslam’la çelişmesidir.
4. Türkleri İçki ve Kadın Düşkünü Göstermesi
Dozy, bir yandan İslam inanç ve tarihini değersizleştirirken diğer yandan bu dini
kabul etmiş milletleri zan altında bırakmıştır. Onların İslamiyet’i kabul sebepleri için
daima şeytani sebepler üretmeye çalışmıştır. Türklerin İslâm’ı benimsemesinin sebebini
İslamiyet’in ahirette şehevi hazlar vaat eden bir din olmasına bağlamıştır: “Batılı
Türklerin İslamiyet’i benimsemesi zor olmadı. Coşkulu “çağrı”sı ve ahirette vaad ettiği
şehevi hazlarıyla İslamiyet, bu ihtiraslı millete, dingin ve düşünceye dayalı bir din olan
Budizm’den çok daha çekici geliyordu” (Dozy 2006: 310).
Eserin on üçüncü (Vahhabiler) bölümünde Dozy, büyük Türk imparatorluğunda
abdest, namaz, oruç vs. dışında İslam’ın kurallarının yürürlükte olmadığını söylemiştir.
Bunu da Türklerdeki gösteriş düşkünlüğü ile açıklamıştır. Osmanlıda içki ve kadın
düşkünlüğünün bir yaşam biçimi haline geldiğini, birçok fahişenin beklediği kutsal
topraklarda hacıların tavırlarının gerçek inananlar için utanç nedeni olduğunu
söylemiştir (Dozy 2006: 334). Dozy’nin eserinde çizmek istediği Türk imajı 19.
yüzyılda Rus oryantalizminin yeni bir Türk tipi oluşturma gayreti ile paralellik
göstermektedir. Nitekim Rus oryantalizminin meydana getirmek istediği Türk tipinin en
bariz özellikleri, cahillik, eğlenceye düşkünlük, ayyaşlık ve iffetsizliktir (Coşkun 2014:
72).
Dozy, Vahhabiliği dolaylı olarak överken, Türkleri ve geleneksel İslâm’ı tahkir
etmiştir. Cahil Müslümanların bazı batıl görüşlerini genelleyerek İslam’a saldırmak
yaygın bir metottur. Dozy’ye göre Müslümanlar saçlarını tepelerinde bir tutam kalmak
üzere tıraş etmektedirler ve bu âdeti yerine getirince kıyamet günü peygamberin o bir
tutam saçtan tutup kendilerini cennete götüreceğine inanmaktadırlar. Yazar bu
geleneğin Kürtlerde ve bazı Türklerde de olduğunu söylemiştir (Dozy 2006: 338).
139
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
Filibeli Ahmet Hilmi eserinde Dozy’nin bu iddiasına karşılık şu cevabı
vermiştir:
“Müslümanlardan
bazısının
tepe
perçemlerini
bırakışları,
taraf-ı
Peygamberîden tutulup cennete sokulmaları fikrine dair olduğu gibi gülünç bir mütalaa
dermiyan eden Dozi, izhar-ı cehalet etmekten başka bir şey yapmıyor. En cahil
Müslümanda bile böyle bir fikir yoktur.” (Filibeli Ahmet Hilmi: 1971: 507).
Sonuç
Dozy’nin Tarih-i İslamiyet adlı eseri İslam’ı ve Hz. Peygamber’i hedef alan bir
esedir. Yazar, İslâm tarihiyle ilgili gerçek kişiler ve gerçek olaylar için art niyetli
bağlamlar oluşturmuştur. Meselâ Hz. Peygamber’in Sara hastası olduğunu keşif ve iddia
etmiş; onun Hıra dağına gitmesini bu hastalığa bağlamıştır. Böylece gerçeği tahrif
etmek ve zihinleri bulandırmak istemiştir. Sahabe hakkında bu güne kadar duyulmayan
ve ilmî geçerliliği olmayan iddiaları sıralamıştır. Gazaları katliam olarak yorumlamıştır.
Türkleri cahil, eğlence düşkünü ve barbar göstermiştir. Tasavvufun kökenini Hint-İran
tesirleriyle birleştirerek vahdet-i vücut düşüncesini Batının ulûhiyet anlayışına göre
panteizmle açıklamaya çalışmış, tasavvufa dinî değil felsefi bir sistem gözüyle
bakmıştır. Dozy’nin İslam inanç ve tarihini karalayan bazı bilgi ve yorumlarını
destekleyen “tarihî” kaynaklar vardır, ancak müsteşriklerin eserlerine kaynaklık eden bu
eserler de 19. ve 20. asırda yerli ve yabancı oryantalistlerin gayretleriyle meşhur ve
muteber olmuşlardır.
Kaynakça
Altıntaş, Hayrani (1986), Tasavvuf Tarihi, Ankara, AÜİF Yayınları.
Atçeken, İsmail Hakkı (2004), “Bazı Oryantalistlere Göre Asr-ı Saadet’te Yahudiler”, S:4, 107-130,
(www.istem.org).
Aydüz, Davut (2010), “Kur’an-ı Kerim’in İki Kapak Arasında Bir Mushaf Halinde Cem Edilmesi”,
Diyanet İlmi Dergi, C:46, S:1, 57-90.
Azimli, Mehmet (2008), “Benu Kureyza Kuşatması ve Sonucu Hakkında Bazı Düşünceler”, DÜİFD, C:
X, S: 2, 23-32.
Cerrahoğlu, İsmail (1981), “Garanik Meselesinin İstismarcıları”, AÜİFAD, C:24,70-91.
140
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
Coşkun, Menderes (2014), “Babürnamede Oryantalistçe Tasvir ve Mesajlar -II”, Yağmur Dergisi, S: 72.
Çetişli, İsmail (2013), Batı Edebiyatında Edebî Akımlar, Ankara, Akçağ Yayınları.
Çınar, Mahmut (2007), “Hz. Peygamber’in Zeynep Bint Cahş İle Evliliği Etrafındaki Şüpheler”, Diyanet
İlmi Dergi, C:43, S:1,31-50.
Dozy, Reinhart Pieter Anne (2006), İslam Tarihi, (Trc: Abdullah Cevdet, Vedat Atila), İstanbul, Gri
Yayınevi.
Erdem, Hüsamettin (1990), Panteizm ve Vahdet-i Vücut Mukayesesi, Ankara, Kültür Bakanlığı
Yayınları.
Güngör, Erol (1982), İslam Tasavvufunun Meseleleri, İstanbul, Ötüken Yayınları.
Hatipoğlu, İbrahim (1999), “Osmanlı Aydınlarınca Dozy’nin Tarih-i İslamiyyet’ine Yöneltilen
Tenkitler”, İslam Araştırmaları Dergisi, S:3, 197-213.
Hizmetli, Sabri (1989), “Garanik Meselesi Üzerine”, İslami Araştırmalar Dergisi, C:3 S:2,Ankara, 4058.
Kara, Seyfullah (2005), “Hz. Peygamber’e Karşı Oryantalist Bakış Ve Bu Bakışın Kırılmasında
Metodolojik Yaklaşımın Önemi”, AÜİFD, S:23, Erzurum, 145-169.
Kuşeyrî, Abdulkerim (1999), Tasavvuf İlmine Dair Kuşeyrî Risalesi, (Çev: Süleyman Uludağ),
İstanbul, Dergah Yayınları.
Özdemir, Mehmet (1994), “Dozy, Reinhart Pieter Anne”, TDV, İslam Ansiklopedisi, 513-514.
Öztürk, Hakan (2011), Cumhuriyet Dönemi İslam Tarihi Çalışmalarında Hz. Muhammed
Tasavvuru, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmış Doktora Tezi, Ankara.
Said, Edward (1989), Oryantalizm (Trc: Selahattin Ayaz), İstanbul, Pınar Yayınları.
Suruç, Salih (2014), Kâinatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, C:1, İstanbul, Nesil Yayınları.
Şehbenderzâde, Ahmet Hilmi (1971), İslam Tarihi, C:1, Ankara, Doğan Güneş Yayınları.
Şengüler, İsmail Hakkı (1989), Mehmet Akif Külliyatı, İstanbul, Hikmet Yayınları.
Tatlılıoğlu, Durmuş (2009), “Tasavvuf ve Tarikatlara Sosyolojik Bir Bakış”, Dinbilimleri Akademik
Araştırma Dergisi, IX, S:1, 99-128.
141
Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142
Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,
Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”
Tunçbilek, H. Hüseyin (2008), “Muhyiddin İbn Arabî’de Vahdet-i Vücûd Telakkisi”, Harran
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XIII, S: 19, Şanlıurfa, 5-23.
Tütün, Sevgi (2012), “Yirminci Yüzyıl Müfessirlerinin Garânik Olayına Bakışı, CÜ İlahiyat Fakültesi
Dergisi, C:16, Sivas, 587-613.
Yavuz, Hilmi (2006), “Dozy, İslam Tarihi ve Abdullah Cevdet (I-II)”, Zaman Gazetesi, 1 ve 8 Kasım
2006.
Yazır, Muhammed Hamdi (1935), Hak Dini Kur’an Dili, C:4, İstanbul, Diyanet İşleri Reisliği.
Yazır, Muhammed Hamdi (2012), Kuran-ı Kerim Türkçe Meâli, Balıkesir, Altınpost Yayınları.
142
Download