Muzaffer SENCER* HAKLAID

advertisement
Muzaffer SENCER*
BİRLEŞMİş MILLETLER BAGLAMıNDA İNSAN HAKLAID
GİRİş
Bilindiği gibi, günümüzde insan hakları devletlerin yada ulusların bir
iç hukuk sorunu olmaktan çıkarak uluslararası hukukun ilgi odaklarından
biri olmuştur. Bu gelişme, insanı salt bir devletin uyruğu sayan anlayışın
aşılarak insana salt insan sıfatıyla kimi hak ve özgürlükleri bulunan özerk
bir varlık alanı yada bir bireyolarak bakan anlayışın yaygınlık kazanma­
sıyla sağlanmıştır.
Ulusal devletlerin kurulmasıyla gelişen klasik devletler hukuku, ilke­
ce içte egemen, dışta eşit ve bağımsız devletler arasındaki ilişkileri dü­
zenlemiştir. Bu hukukun kişileri salt devletlerdir. Bireyin, ancak bir dev­
letin uyruğu sıfatıyla yine bir devletin ilgi ve çıkarlarının konusu olarak ve
devlet aracılığıyla devletler hukukunda bir yeri yada hakları vardır. Bu
hukukta, insan hakları ilkece egemen devletlerin iç hukuk konusu yada iç
sorunu olarak anlaşılmıştır.
Devletler hukuku bireyi, kişisel hakların sahibi olarak değil, devlete
ait hakların taşıyıcısı olarak kavramış, bu anlayışla devletler arası ilişki­
lerin amaçları bakımından insan bir devletin egemenlik haklarının sim­
gesi yada bir devletin malı olmaktan öte bir değer taşımamıştır. Bir başka
devlet tarafından uyruklarına yapılan saldırı bir devletin saygınlığına ve
maddi çıkarlarına aykırı sayılmış ve çıkarı zedelenen devlet lehine tazmi­
nat hakkı doğurmak dışında bir yaptırıma bağlanmamıştır.
Klasik devletler hukuku bu yaklaşımının bir sonucu olarak egemen
devletlerin uyrukları üzerindeki her türlü tasarrufunu yasal saymış ve bu
nedenle devletler uyruklarına davranışları konusunda her türlü dış ilgiyi
içişlerine karışma olarak nitelemiştir.
İnsanı devlete bağımlı kılan bu anlayış, İkinci Dünya Savaşı sonuna
kadar
etkinliğini sürdürmüştür.
* Dr., TODAİE E. Öğretim Üyesi.
İNSAN HAKLARI YILLlGI
20
Bu nedenle, BM öncesi dönemde devletler hukuku, uyrukları üzerin­
deki sınırsız haklarıyla devletlerin gereğinde bir "canavar" kesilmesini
önleyernemiştir. Kestirme ölüm cezaları, keyfi tutuklamalar, işkence, sü­
resiz alıkoymalar, hukuk dışı yargılamalar, sürgünler, zorla çalıştırma,
toplu köleleştirme vb. gibi davranışlar, bir devletçe kendi uyruğuna uygu­
landığında başka devletlerce yasal yada haklı sayılmıştır.
Gerçi sömürge ülkelerde ve çok uluslu geleneksel imparatorluklarda
yerli halka ve etnik gruplara karşı girişilen insanlıkdışı uygulamaların,
başka devletlerden tepkiler gördüğü olmuştur. Ancak bu tepkiler çoğun­
luk insancıl amaçlı olmaktan çok, siyasal ilgi ve çıkarlardan kaynaklan'"
mış ve genelde sözü geçen uygulamaları engelleyememiştir.
İkinci Dünya Savaşı devletlerin egemenlik haklarına ve uyrukları
üzerindeki yetkilerine bakışta bir dönüm noktası olmuştur. Bu Savaşta
Üçüncü Reich'ın işgal ettiği ülkelerde olduğu kadar, kendi ülkesinde ve
kendi yurttaşlarına uyguladığı acımasız ve insanlık dışı davranışlar, dev­
letlerin uyrukları üzerindeki yetkilerinin ciddi biçimde irdelenmesine yol
açmıştır.
Savaşta
üstün gelen bağlaşıklar Nazi liderlerini salt bir saldırı savaşı
ve işgal edilen ülkelerde kıyımlara yol açmakla değil, aynı
zamanda kendi yurttaşlarına (Alman halkına) karşı insanlık suçu işle­
mekle suçlayarakmahkum etmiştir. Nürnberg hükümleri ve buhükümle­
rin temelindeki ilkeleri onaylayan BM Genel Kurul Bildirgesi, egemen
devletlerin yurttaşlarına karşı davranışlarına ilişkin kimi standartlara ve
yükümlülüklere yer vermiştir.
başlatmakla
Bu gelişmeler sonucu, İkinci Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarda gerek
bildirgeler, gerek sözleşmelerle devletler, yurttaşlarının yaşam hakkına
saygı göstermek, işkence ve kötü davranıştan kaçınmak, adil yargılanma
hakkına uymak, yurttaşları arasında ırk, din ve dillerine göre ayrım göze­
tememek, değişik düşüncelere hoşgörüyle bakmak, yasalolarak kurul­
muş sendika ve dernekleri kapatmamak gibi konularda bağlayıcı yüküm­
lülükler altına girmiştir. Devletler, yukarda sayıldığı gibi kimi dav­
ranışlardan kaçınma yükümlülüğü üstlenmekle kalmayarak yurttaşların
yararına belli eylem ve düzenlemelerde bulunmalarını gerektiren top­
lumsal, ekonomik ve kültürel hakları da tanımak zorunda kalmıştır. Böy­
lelikle, klasik devletler hukuku, bireyi de bir hukuksal kişilik sayan ve bi­
reyin hak ve özgürlüklerini devlete karşı güvence altına alan ululararası
hukuka dönüşmüştür.
BİRLEŞMİş MİLLETLER BAGLAMıNDA İNSAN HAKLARI
21
İnsan haklarının ululararası düzeyde sistemli bir düzenleme konusu
olması BM'le birlikte başlamıştır. Başka bir deyişle, insan haklarının,
devletlerin iç düzenleme konusu olmaktan çıkarak uluslararası normlara
ve denetime bağlanması ilk olarak BM bağlamında gerçekleşmiştir.
devletlerin gönüllü isteğiyle, kısa bir sürede ve
kolaylıkla varıldığını sanmak çok yanıltıcıdır. Tersine bu gelişmeler, uzun
süreli, yorucu ve devletlerin -hala sürgelen- direnişlerinin kırılmasını ge­
rektiren çabalarla sağlanmıştır.
Ancak bu
aşamaya
BM sistemi, kuruluşundan beri, insan
olarak görülmüştür:
haklarını tanıma
ve koruma
mekanizması
BIRLEŞMIş MILLETLER ANDLAşMASı
Gerçekten, İkinci Dünya Savaşı sırasında, BM'in kuruluş süreci için­
de son önemli aşama olan Dumbarton Oaks önerilerinde kurulması tasar­
lanan uluslararası örgütün işlevleri arasında "insan haklarının ve temel
özgürlüklerin saygı görmesini sağlamak" görevi ön almıştır.
24 Ekim 1945'de yürürlüğe giren BM Andıaşması, Önsöz'ünde "te­
mel insan haklarına, kişinin onur ve değerine" inancını dile getirirken l/c
Maddesi, "ırk, cinsiyet, din yada dil ayrımı gözetilmeksizin herkesin
insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygının geliştirilip güçlendiril­
ınesini" BM örgütünün ana amaçlarından biri saymıştır.
Yine BM Andıaşması, "ırk, cinsiyet, dil yada din ayrımı gözetilmek­
sizin herkes için insan haklarının ve temel özgürlüklerin evrenselolarak
saygı görmesi ve gözetilmesi" amacıyla uluslararası ekonomik ve toplum­
sal işbirliğini öngörmüştür (M.SS/c)."
Andlaşma bu amaçlarla Örgütün ana organı olan Genel Kurul' a
"herkes için insan haklarının ve temel özgürlüklerin gerçekleşmesine
olmak" üzere "incelemeler yapmak ve tavsiyelerde bulunmak"
görevi vermiştir (M.l3/l).
yardımcı
Yine Andıaşma'ya göre, Örgütün insan haklarıyla doğrudan ilgili or­
ganı olan Ekonomik ve Toplumsal Konsey, "herkes için insan haklarının
ve temel özgürlüklerin saygı görerek gözetilmesini sağlamak" amacıyla
önerilerde ve çeşitli girişimlerde bulunabilen bir organdır.
İNSAN HAKLARI YILllGI
22
Konsey,
Andıaşma'nın
68. Maddesi
uyarınca
"insan
haklarının
ge­
liştirilmesi amacıyla" 1946'da bir İnsan Hakları Komisyonu oluşturmuş­
tur. Kendi girişimiyle olduğu gibi Genel Kurul ve Konsey'in istemi üzeri­
ne çalışan bu Komisyonu'un işlevi, insan haklarıyla ilgili her konuda
İnceleme ve tavsiyelerde bulunmaktadır.
Ancak BM
Andıaşması'nda
yer alan bütün bu düzenlemeleri, insan
haklarına sayısız aykırılığın kalkanı olan ulusal egemenlik engelini orta­
dan kaldırmak üzere üye devletlerin gösterdiği güçlü ve toplu isteğin
ürünü olduğunu savunmak çok güçtür. Tersine devletler, kendi egemen­
lik yetkileri içinde saydıkları hak ve özgürlükler konusunu, uluslararası
bir örgütün girişim ve gözetimine bırakmakta olabildiğince gönülsüz dav­
ranmıştır. BM tarihini araştıranların gözlemine göre, ancak BM'ce danış­
man statüsüyle çağrılan özel kuruluşların olağanüstü çabasıyla insan hak­
larıyla ilgili hükümler Andıaşma'da bu açıklık ve kapsamda yer ala­
bilmiştir.
Gerçi sonuç olarak insan hakları BM'in temel amaçları arasında sa­
yılmıştır. Ancak Örgütün amaçlar hiyerarşisi içinde birincİ sırada yer al­
madığına kuşku yoktur.
BM Andıaşması'nda uluslararası barış ve günvenliği korumak
amacı, insan haklarına öncelik almıştır. Bu öncelik, Andıaşma'nın BM'e
zorlayıcı önlemler alma yetkisi tanıyan 39. Maddesinde açıkça yansıma
bulmuştur. Bu maddeye göre, Güvenlik Konseyi'nin silahlı güç kullanıl­
ması dahil, zorlayıcı önlemler alma yetkisi "barışa karşı bir tehdit, barı­
şın bozulması yada bir saldırganlık" durumu için söz konusudur. BM
Andıaşması, bu hükümle insan haklarının çiğnenmesini zorlayıcı önlem
için bir gerekçe saymadığı izlenimi verirken, insan haklarına aykırılıklar
karşısında BM'in toplu eylemde bulunma yetkisini tartışmaya açan bir
hükme yer vermiştir: Andıaşmanın 2/7 Maddesine göre, "Bu Andıaşma­
nın hiçbir hükmü, BM'e ilkece bir devletin iç yargıyetkisi içinde bulunan
konulara karışma yetkisi vermediği gibi, Üyelerin bu gibi konuları bu
Andıaşmaya göre çözüme bağlamalarını gerektirmez."1
1. "Birleşmiş Milletler Andıaşması" için bkz: Muzaffer Sencer, Belgelerle İnsan Hak­
ları, Beta Basım- Yayım, İstanbul, 1988, s. 6 42.
BİRLEŞMİş MİLLETLER BAGLAMıNDA İNSAN HAKLARI
23
Andlaşma, bu ilkenin BM'ce alınan zorlayıcı önlemlerin
önleyecek biçimde işlemesine izin vermemiştir. Ancak
zorlayıcı önlemleri barışın korunması ve sağlanması amacıyla sınırlar gö­
rünerek, insan haklarının üye devletlerce iç yargı sorunu olarak anlaşılıp
uygulanmasına olanak tanımıştır. Bu nedenle Andıaşmayı izleyen yıllar­
da insan haklarını hiçe sayan, alabildiğine çiğneyen rejimIer, bu hükme
sığınarak BM'in zorlayıcı önlemler yaptırımından kaçabilmiştir.
Gerçi yine
uygulanmasını
BM Andıaşması'nın ilk yılları ve Örgütün ilk uygulamaları, insan
hakları konusunda tam bir belirsizlik içerir. Bu belirsizlik, insan hakları­
nın tanıması bakımından olduğu kadar, tanınan hakların BM eliyle koru­
nup gözetilmesi bakımından da sözkonusudur.
Devletlerin büyük çoğunluğu, değişik çıkar ve gerekçelerle hak ve
özgürlükleri değişik biçimde anlayıp uygularken, insan haklarının ulusla­
rarası ilgi ve gözetim alanına girmesinden, hele BM'in zorlayıcı eylemle­
rinin konusu olmasından özenle kaçınmıştır.
BM'in insan haklarının uygulanmasını denetleme yetkisine ve ilk
hak belgelerine en büyük tepki, değişik gerekçelerle Sovyet Bloğuyla Sö­
mürgeci devletlerden (sömürge imparatorluklarından) gelmiştir. Sovyet
Bloğu, daha sonraki yıllarda sık sık sığınacağı bir gerekçeyle BM'in etkin­
lik ve yetkisini insan haklarını ilan etmekle sınırlı saymış, bu hakların uy­
gulanmasını tümüyle bir iç sorun olarak anlamıştır. Öte yandan, sömürge
halklarına her türlü insanlık dışı davranışı hakkı sayan sömürgeci güçler,
BM'in kendi işlerine karışmasına hiç de sıcak bakmamıştır. Bu arada, ge­
leneksf'l egemenlik anlayışını titizlikle koruyan bir çok devlet, yurttaşları­
na dilediği gibi davranmayı egemenlik hakkının doğal bir sonucu
saymıştır.
Bu kaygılarla Panama ve Şili'nin BM Andıaşmasına belli hakları gü­
venceye alan hükümler eklenmesini öngören girişimlerinin, yine Pana­
ma'nın Andlaşmayla birlikte ayrı bir insan hakları bildirisinin benimsen­
mesi yolundaki önerisinin geri çevrilmesini doğal karşılamak gerekir.
Bunun gibi, İnsan Hakları Komisyonu'nun, daha ilk oturumlarında dev­
letler aleyhine insan haklarına ilişkin şikayetler konusunda kendini yetki­
siz saymasına da şaşmamak gerekir.
tır.
Bütün bu nedenlerle, BM Andıaşması bir haklar belgesi olamamış­
Bu ciddi eksiklik, Evrensel Bildirge'yle giderilmek istenmiştir.
24
İNSAN HAKLARI YILLlGI
EVRENSEL BİLDİRGE
BM Andıaşması'nda önemli bir yer tutan insan hakları, ilk kez Ev­
rensel Bildirge'yle ayrı ve düzenleyici bir belgeye bağlanmıştır. çağın
insan hakları anlayışını yansıtacak ve tüm devletler için kılavuz olacak
böyle bir belgeye duyulan gereksinme, Bildirgenin oluşumunu hızlandır­
mıştır.
1946 yılı başlarında kurulan İnsan Hakları Komisyonu, çalışmala­
rında önceliği uluslararası bir hak belgesi hazırlığına vermiştir. Komisyo­
nun olabildiğince hızlı çalışmasına karşın, hazırlanan belgenin ciddi an­
laşmazlıklara yol açacağı çok geçmeden anlaşılmıştır. Başlıca anlaş­
mazlık, tanınacak haklar ve bu haklar arasındaki öncelik düzeni (haklar
hiyerarşisi) ile insan hakları üzerindeki uluslararası ilginin ulusal ege­
menlik yada iç yargı yetkisi karşısındaki gücü ve etkinliği konularında dü­
ğümlenmiştir. Klasik haklar (kişi hakları) karşısında toplumsal ve ekono­
mik hakların yeri tartışılırken, ulusal egemenlik karşısında uluslararası
denetimin sınırı görüş ayrılıkları yaratmıştır. İnsan haklarının uluslara­
rası düzenleme ve denetim konusu olması yolundaki gelişmeler, devletle­
rin egemenlik engeliyle karşılaşmıştır. Haklar belgesinin çeşitli yükümlü­
lükler ve yaptırımlar içeren bir sözleşme niteliği taşımasından özellikle
kaçınılmıştır.
Evrensel Bildirge hazırlanırken ulusal egemenlik engelinin en inatçı
çok uluslu Sovyetler Birliği olmuştur. Bir Komite tarafından
hazırlanan Evrensel Bildirge Taslağı Genel Kurul'a sunulduğunda Sovyet
Delegesi devletler için egemenlik hakkının önemini vurgulayarak Bildir­
geyi, birçok maddesiyle yönetimlerin egemenlik haklarını yokumsadığı
gerekçesiyle sakat bulmuştur.
savunu~usu,
Öte yandan anlaşmazlıklardan biri de, kişi hak ve özgürlükleriyle
toplum çıkarlarının önceliği konusunda belirmiştir. Sözgelimi Lübnan de­
legesi -felsefeci- Charles Malik, bireylerin varlığını tanımaması ve devle­
te karşı haklarını korumaması durumunda Bildirge'nin amacına ulaşa­
mayacağını öne sürerken, Yugoslav delegesi "yeni zamanların yeni
koşullarında kamusal çıkarların kişisel çıkarlara ön aldığı"nı sa"un­
muştur.
Komisyon'un bu karşıt görüşleri bağdaştırması çok zor olmuştur.
Haklar Bildirgesi'nin önündeki engellerin aşılması için aşamalı bir prog­
BİRLEŞMİş MİLLETLER BACLAMINDA İNSAN HAKLARI
25
ram benimsenmiştir. Buna göre, Genel Kurul'un benimseyebileceği bir
ilkeler Bildirgesi öncelik almış, ikinci aşamada ilkelere bağlayıcılık ka­
zandıracak ve onaylayan devletleri hukuksal yükümlülükler altına soka­
cak bir sözleşmenin hazırlanması öngörülmüştür. Üçüncü aşamadaysa,
sözleşme hükümlerine aykırılıkları yaptırımlara bağlayarak zorlayıcı me­
kanizmalar kuran ayrı bir sözleşmenin gerçekleştirilmesi tasarlan­
mıştır.
Öte yandan, ilkeler Bildirgesi'nin birey ve toplumun isteklerini, kişi
toplumsal ve ekonomik hakları dengeleyen ve bütünlük içinde
ele alan bir belge niteliğinde olması sağlanarak anlaşmazlıklar çözülmek
istenmiştir. Böylelikle, genel bir Başlangıç bölümünden sonra, 3-12.
maddelerinde kişisel ve siyasal hakları, 22-27. maddelerinde ekonomik,
toplumsal ve kültürel hakları tanıyan, 28-30. maddelerindeyse bu hakla­
rın sınırıyla korunacağı düzeni gösteren Evrensel Bildirge ortaya çık­
haklarıyla
mıştır. 2
Sonuç olarak Taslak Komitesi'nce kısa bir sürede hazırlanan Bildir­
ge, sırasıyla insan Hakları Komisyonu, Ekonomik ve Toplumsal Konsey­
'den geçerek Genel Kurulorganlarının 81 oturumunda 168 değişiklik
önergesi görüşüldükten sonra aşağı yukarı Komite'den çıktığı biçimiyle
benimsenmiş ve 10 Aralık 1948'de insan Hakları Evrensel Bildirgesi
adıyla kabul ve ilan edilmiştir.
Bildirge, görüşmelerin ertesi yıla ertelenmesi yolundaki Sovyet öne­
risinin reddedilmesi üzerine 8 çekimsere karşı 48 olumlu oyla benimsen­
miştir. Çekimser kalan ülkeler, Güney Afrika, Sovyetler Birliği, Ukrayna,
Belorusya, Çekoslavakya, Polonya, Yugoslavya ve Suudi Arabistan'dır. 3
BM Andıaşması uyarınca, Genel Kurul kararlarının çoğu bağlayıcı
nitelikte olmadığı için, Evrensel Bildirge'nin bağlayıcı normlardan çok
moral değerleri dile getirdiği görüşü yaygın biçimde benimsenmiştir.
Bununla birlikte, Evrensel Bildirge, Genel Kurul'dan karşı oy alma­
dan geçmesi bir yana, hemen tüm hükümlerinin zamanla uluslararası
2. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi: için bkz. Muzaffer Sencer, a.g.y., s. 47-51.
3. Evrensel Bildirge'nin oluşum koşulları için bkz: Tom J.Farer, "The United Nations
and Human Rights: More Than A Whimper Less Than A Roar", Human Rights Qu­
arterly, No. 9, 1987.
26
İNSAN HAKLARI YILllGI
sözleşmelerde
ve ulusal anayasalarda yer bulması nedeniyle giderek hu­
kuksal bir belge kimliği kazanmıştır. Özetle, Bildirge'nin hukuksal bir
bağlayıcılığı yoksa da insanlığın ortak ülkü ve değerlerini dile getirmesi
bakımından üstün bir moral değeri vardır.
Evrensel Bildirge, insan hakları anlayışı ve hükümleriyle zamanına
göre ileri bir belge olduğu gibi, günümüzde de henüz birçok ülke için ula­
şılacak bir amaç niteliğindedir.
Bildirge, henüz birçok uluslararası belgenin ve anayasaların ulaşa­
bir anlayışla, hak ve özgürlükleri, aralarında öncelik ayrımı gözet­
meksizin bir bütünlük içinde ele almış, "temel" ve "ikincil" hak ve özgür­
lükler çelişkisine düşmemiştir. Öte yandan, olabildiğince kapsamlı
biçimde tanıdığı ve güvenceye almaya çalıştığı haklarla çağdaş insanın
gereksinmesini geniş ölçüde karşılayabilecek düzeyde bir belgedir. Ayrı­
ca günümüzde bile, toplumların çoğunun Bildirge'nin öngördüğü insan
hakları standardının çok gerisinde olduğuna kuşku yoktur.
madığı
Bununla birlikte, 21. yüzyıla girmekte olan insanlık ailesinin gerek­
sinme ve isterlerinin Bildirge'nin kapsam ve standartlarını aştığı da bir
gerçektir. Gerçekten, günümüz insanlık toplumunun isterleri ve beklenti­
leri karşısında gerçekleştirilen hak belgelerine bakıldığında, Bildirge'nin
kimi hak ve özgürlükleri yokumsadığı yada üzerinde genel bir uzlaşma ol­
madığı için tanıyamadığı anlaşılmaktadır.
Sözgelimi çağdaş belgelerin çoğunda yer alan "korunması gereken
toplum kesimleri"nin hakları, Evrensel Bildirge'de yer almamıştır. Başta
etnik gruplar, din ve dil grupları olmak üzere azınlık gruplar, kadınlar,
çocuklar, yaşlılar özürlüler, bir ülkede yabancı statüsünde olanlar, göç­
men işçiler vb. gibi kesimler, Evrensel Bildirge tarafından korunma ola­
nağı bulamayan toplum kesimleridir. Öte yandan, ikinci kuşak haklar
olarak adlandırılan ve çeşitli uluslarlararası belgelerde öne sürülen barış
hakkı çevre hakkı, gelişme hakkı ve gibi çağdaş haklar, Evrensel Bildir­
ge'de yer almamıştır. Bu ve benzeri gerekçelerle, Evrensel Bildirge'nin
günümüz hak gereksinmeleri açısından yetersiz kaldığını savunmak ola­
naklıdır.
ULUSLARARASISÖZLEŞMELER
Bildirge, insan haklarını uluslararası belgeler yoluyla düzenleyici ve
koruyucu bir sisteme bağlama yolunda atılmış ilk adımdır. Ancak bu adım
BİRLEŞMİş MİLLETLER BAGLAMıNDA İNSAN HAKLARI
27
Bildirge'de tanınan hakları sözleşmelere bağlama
çabası 18 yılda sonuç alabilmiştir. Bu aşamada, görüş ayrılıklarını ve ide­
olojik karşıtlıkları uzlaştırmak daha zor olmuştur. İnsan hakları karşısın­
da egemenlik hakları, kişi hakları karşısında toplumsal haklar gibi eski
anlaşmazlık konuları süregelirken, uzlaşmazlık yeni boyutlar almıştır:
3
yılda gerçekleşirken,
Anlaşmazlık, başlıca iki noktada belirmiştir:
Bunlardan birincisi, toplumsal, ekonomik ve kültürel hakların klasik
haklarla eş düzeyde ele alınıp alınamayacağı yada geleneksel haklar hiye­
rarşisine son verilip verilmeyeceğidir. Toplumsal, ekonomik ve kültürel
hakların kişi hakları statüsü kazanması büyük çabalarla gerçekleşmiştir.
Bilindiği
gibi, liberal öğretide, anlatım, görüş, vicdan ve din, basın,
toplanma, dernek kurma özgürlüğü gibi klasik hak ve özgürlükler, temel
haklar sayılarak haklar hiyerarşisinin başında yer almıştır.
Öte yandan hazırlanacak sözleşmelerin Bildirge'de olduğu gibi
"mülkiyet hakkı"nı açıkça tanıyıp tanımayacağı da benzeri bir anlaşmaz­
lık konusu oluşturmuştur. Daha da önemlisi sözleşme hükümlerinin uy­
gulanmasını gözetecek ve aykırılıkları etkin biçimde denetleyecek bir
yargı mekanizması, devletlerce ciddi kuşkuyla karşılanmıştır.
ve direnişlerden doğan güçlükler sonunda şöyle
çözümlenmİştİr: Evrensel Bildirge hüküınlerine yaptırım gücü kazandıra­
cak olan Sözleşme ikiye ayrılmış ve kişi haklarıyla toplumsal haklar ayrı
sözleşmeler biçiminde düzenlenmiştir. Başka bir deyişle, sözleşmelerden
birincisi, kişisel ve siyasal haklara, ikincisiyse toplumsal, ekonomik ve
kültürel haklara ayrılmıştır. Öte yandan, yargı denetimini üstlenmekten
kaçınacak olan devletlerin hiç değilse sözleşmeye taraf olmalarını sağla­
mak üzere kişisel ve siyasal hakları tanıyan sözleşmeyle bu sözleşmeye
aykırılıkları önlemek amacıyla bir denetim mekanizması öngören ek seç­
meli protokol ayrı ayrı düzenlenmiştir. Sonuç olarak, her iki sözleşmede
de tanınan hakların uluslararası korunması sözkonusu olduğunda, taraf
devletleri, BM organlarına dönemsel raporlar sunmaktan başka bir yü­
kümlülük altına sokmayan bir koruma sistemi öngörülmüştür. 4
Bu
görüş ayrılıkları
4. İkiz sözleşmelerin oluşum koşulları için bkz: Tom J. Farer, a.g.y.
İNSAN HAKLARI YILLIGI
28
Görüldüğü
gibi, 1960'lı yıllarda henüz egemenlik haklarını titizlikle
gözeten devletler, sözleşmelerde öne sürülen hakların uluslararası dene­
timi konusunda güçlü bir direniş içindedir. Bu nedenle tanınan hakların
korunmasında devletlerin egemenliği ve saygınlığına gölge düşürmemek
üzere özel bir özen gösterilmiştir. Her iki sözleşmede de uygunluk deneti­
mi taraf devletlerin BM organlarına vereceği raporlar yoluyla sağlanmak
istenmiştir. 5
Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi'ne göre bu raporlar, "taraf dev­
letlerin sözleşmede tanınan haklara işlerlik kazandırmak üzere aldıkları
önlemlere ve bu haklann kullanılmasında sağlanan gelişmelere" ilişkin­
dir. Raporlar, sözleşmeyle kurulan bir uzmanlar komitesine (İnsan Hak­
ları Komitesi'ne) Genel Sekreter aracılığıyla verilir. Raporları inceleyen
Komite, bunları uygun gördüğü genel görüşleriyle birlikte taraf devletlere
ve Ekonomik ve Toplumsal Konsey'e iletir.
Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi'ne göreyse, bu
raporlar, "alınan önlemleri ve tanınan hakların gözetilmesinde sağlanan
gelişmeleri" dile getirir. Raporlar, yine Genel Sekreter aracılığıyla Eko­
nomik ve Toplumsal Konsey'e verilir. Konsey de bu raporları inceleyip
genel tavsiyelerde bulunması için İnsan Hakları Komisyonu'na iletir.
Gerçi Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi, 41. Maddesiyle taraf
devletler için salt rapor sunma yükümlülüğünü aşan bir denetim meka­
nizması oluşturmuştur. Anılan madde, aynı işlemi kendisi için kabul
etmiş olmak koşuluyla bir taraf devletin başka bir devlet aleyhindeki şi­
kayetlerini inceleme konusunda İnsan Hakları Komitesi'ne yetki tanımış­
tır. Ancak devletler arasındaki bu denetim mekanizmasının işleyebilmesi
için taraf devletlerin -Komite'nin bu yetkisini tanıdığı yolunda- bir bildi­
rimde bulunmasına gerek vardır. Böyle bir bildirimde bulunmamış bir
devlet, şikayette bulunamayacağı gibi, bu şikayetler ancak bildirimde bu­
lunmuş bir devlet için sözkonusudur. Kısacası, Sözleşmeye göre devletten
devlete denetim mekanizması taraf devletlerin gönüllü oluruna bırakıl­
mıştır.
5.
"Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi", "Seçmeli Protokol" ve "Eko­
nomik, Toplumsal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi" içİn bkz.: Muzaffer
Sencer, a.g.y.; s. 52-80.
BİRLEŞMİş MİLLETLER BAGLAMıNDA İNSAN HAKLARI
29
Sözleşme bu özelliğiyle hakların gözetim ve denetimi konusunda
1950 tarihli İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nden daha çekingendir.
Avrupa Sözleşmesi'nin 24. Maddesi, bir devletin devletlerarası denetime
bağlı olması için Sözleşmeye taraf olmasını yeterli saymış, bu amaçla ayrı
bir bildirime gerek duymamıştır. Buna karşılık, Kişisel ve Siyasal Haklar
Sözleşmesi, bu denetim için devletin -egemenliğini sınırlayan- bir istem
bildiriminde bulunmasını öngörmüştür.
Üstelik Sözleşmeye göre bu denetim, etkin ve yaptırım gücü olan me­
kanizmalara bağlanmış değildir. Sözleşme, bir anlaşmazlık durumunda
tarafların kendi aralarında uzlaşmaları ve dostça çözüme varmaları ilke­
sini benimsemiş, denetim sisteminin işleyişinde BM organlarına bir yargı
yeri niteliği kazandırmaktan özenle kaçınmıştır.
İlgili Maddeye göre, bir başka taraf devletin Sözleşme hükümlerine
işlerlik kazandırmadığı
yolunda taraf bir devletçe yapılan şikayetin Ko­
mitece ele alınabilmesi, ancak altı ay içinde konunun ilgili taraf devletleri
doyuracak bir sonuca bağlanmaması durumunda olanaklıdır. Komite ko­
nuyu ele alacak olursa, taraflar arasındaki anlaşmazlığı dostça bir çözü­
me kavuşturmak amacıyla arabulucu rolü oynamakla görevlidir. Böyle
bir çözüme ulaşamazsa durumu hazırlayacağı raporda dile getirmekle
yetinir. Konu, ilgili taraf devletleri doyuracak biçimde sonuçlanmazsa,
Komite taraf devletlerin olurunu alarak beş kişilik bir uzlaştırma komis­
yonu oluşturur. Bu Komisyon, konunun dostça bir çözüme kavuşturulma­
sı amacıyla engeç oniki ay içinde raporunu Komite Başkanına iletir. Yine
dostça çözüme varılmazsa, Komisyon tüm bulguları ve görüşlerini içeren
bir raporu Komİte Başkanına sunar. İlgili taraf devletler üç ay içinde Ko­
mite Başkanına Komisyon raporunun içeriğini kabul edip etmediklerini
bildirir.
Görüldüğü
gibi, sonucu belirsiz, yaptırımı olmayan bu denetim me­
organlarına devletler üstü bir konum kazandırmaktan
özenle kaçınmış, bir aykırılık durumunu olayın BM organlarının raporun­
da yer alması yaptırımına bağlamıştır. Kısacası, BM organlarına olayın
özüne girerek bağımsız yargıda bulunma yetkisi tanınmamıştır.
kanizması,
BM
yetkisi, Sözleşmeye Ek Seçmeli Protokol'un
kapsamında ele alınan olaylarla sınırlı kalmıştır. Üstelik bu Protokol'a
göre BM organlarına tanınan yargı yetkisi "hüküm"süz bir yetkidir.
BM
organlarının yargı
30
İNSAN HAKLARI YILllGI
Seçmeli Protokol, Sözleşmeye taraf olduğu gibi Protokol'u onaylamış
olan bir devletin yargı yetkisi içinde olup Sözleşmeyle tanınan hakların­
dan herhangi birinin çiğnendiğini öne süren bireylerce yapılan başvuru­
ların İnsan Hakları Komitesi'nce alınıp incelenmesine olanak tanımıştır.
Ancak Protokolla Komite'ye tanınan bireysel başvuruları inceleme yetki­
si, gerçek bir yargı yetkisi değildir. Protokol'a göre, Komite, şikayetçi bi­
reyle -hakkında şikayet bulunan- devlet tarafından sunulacak tüm yazılı
belgelerin ışığında görüşlerini taraflara bildirmekle yetkilidir. Gerisi, il­
gili devletin takdirine kalmıştır. Protokolun yaptırımı, olayın yıllık Komi­
te raporunda özet olarak yer almasıdır.
Böylelikle Seçmeli Protokol'un ilgili Sözleşmeyle tanıdığı hakların
güvencesini BM organlarının raporunda yer alma yaptırımına bağlamak­
la yetindiği anlaşılmaktadır.
Gerçi bir devlet için dünya kamuoyu kaşısında insan haklarını çiğne­
mekten sanık durumuna düşmek de başlı başına bir yaptırım sayılabilir.
Başka bir deyişle, insanlık vicdanında yargılanarak mahkum edilmek de
bir cezadır. Ancak bu gibi moral yaptırımların, BM normlarına uyma ve
aykırılıklardan kaçınma yolunda yeterince caydırıcı olmadığı da bir
gerçektir.
Bu özelliğiyle Seçmeli Protokol'un denetim mekanizması, İnsan
Avrupa Sözleşmesi'nin bireysel başvuru mekanizmasına oranla
daha sınırlı bir etkinliğe sahiptir. Bilindiği gibi, anılan Sözleşmenin seç­
meli 25. Maddesine göre işleyen bireysel başvuru hakkı, İnsan Hakları
Komisyonu'na devletler aleyhindeki şikayetleri inceleme yetkisi tanıdığı
gibi, konunun dostça çözüme bağlanamaması durumunda işe karışabile­
cek olan İnsan Hakları Divanı'yla tam bir yargı denetimini içermek­
tedir.
Hakları
İşte BM belgelerinin bu çekingenliği ve çoğunlukla işlemesi isteğe
bağlı yaptırımları, "iç işleri"ne dış karışmalar karşısında çok duyarlı(!)
olan devletleri yatıştırmış, sözleşmelerde somut önlemler yerine genel
normların yer alması tepkileri azaltmıştır. Böylelikle devletlere sözleşme
hükümlerini uygulamada geniş bir takdir alanı bırakılmıştır.
Devletlere bırakılan takdir yetkisi, öncelikle iç düzenlemelerinin
hükümlerine uygunluğu konusunda olmuş, giderek tanınan hak
ve özgürlüklerin sınırı ve gereğinde kullanılmaktan engellenmesi konula­
rını da kapsamıştır.
sözleşme
BİRLEŞMİş MİLLETLER BAGLAMıNDA İNSAN HAKLARI
31
Kişisel ve Siyaal Haklar Sözleşmesi, herşeyden önce, İnsan Hakları
Avrupa Sözleşmesi'nde olduğu gibi, güvenceye aldığı hakların bir kaçı dı­
şında -ulusun yaşamını tehdit eden olağanüstü durumlarda- durumun ge­
rektirdiği ölçüde de olsa, askıya alınabilmesine olanak tanımıştır (M.4).
Gerçe bu durumlarda bile, aykırı önlemler alan devlet, yaşam hakkına,
işkence, kölelik-kulluk yasağına, vicdan ve din özgürlüğüne, hukukun
genel ilkelerine uymakla yükümlüdür. Ancak, aleyhinde yeterli bir kanıt
olmadığı halde bir kimseyi tutuklayabilmesi, herhangi bir suç yükleme­
den uzun süre özgürlüğünden yoksun bırakılabilmesi, yer değiştirmekten
alıkoyması, sürgün edebilmesi, örgütlerin etkinliklerini denetleyip çalış­
maktan alıkoyabilmesi vb. olanaklıdır.
Anılan Sözleşmede olduğu
mada devletlere her türlü
gibi,
aykırı
aykırılık
için
önlemler alma yetkisi, uygula­
geniş bir davranış özgürlüğü
tanımıştır.
Sözleşme, olağanüstü
durumlarla yetinmeyerek, belli hakları tanır­
ken devletlere geniş bir takdir alanı bırakmıştır. Sözgelimi, yer değiştir­
me özgürlüğü, anlatım özgürlüğü, barışçı toplanma hakkı, din yada inanç
özgürlüğü ve örgütlenme hakkının, yasayla düzenlenmiş olmak koşuluyla
ulusal güvenlik, kamu düzeni, kamu sağlığı, genel ahlak ve başkalarının
hak ve özgürlüğünü korumak üzere sınırlamalara bağlanabilmesine izin
verilmiştir.
Haklardan herkesin yararlanabilmesini güvenceye almak ve hakla­
bir kamu düzenini korumak için, bir çok hak ve öz­
gürlüğün yorum ve uygulanmasında belli bir esnekliğe gerek olduğu açık­
tır. Sözgelimi, din özgürlüğünün vicdanları baskı altına alacak biçimde
kullanılmasının engellenmesine gerek vardır. Anlatım özgürlüğünün,
savaş propagandası aracı olarak kullanılması bu özgürlüğün niteliğine ay­
kırıdır. Herkesin aynı zamanda ve aynı yerde toplanma özgürlüğünü kul­
lanmasına olanak yoktur. Bu aykırılıkların önlenebilmesi için takdir yet­
kisini içeren bir düzenlemeye gerek olduğu kuşkusuzdur. Ancak böyle bir
takdir sisteminin ölçüleri aşıldığında kolayca izin sistemine dönüşebilece­
ği de unutulmamalıdır.
rın kullanılabileceği
Toplumsal haklar alanının kategorik düzenlemelere daha az elveriş­
li olduğu bir gerçektir. Sözgelimi devletlerin kalkınma güdüleri ve yön­
temleri uluslararası bir düzenleme konusu değildir. Bunun gibi, gelecek
32
İNSAN HAKLARI YILLIıa
kuşakların
nacağı
gönenci uğruna bugünkü kuşakların ne ölçüde özveride bulu­
bir devletin seçmesine bağlıdır.
Bu nedenle, gelir bölüşümü, vergilendirme, yatırım ve kalkınma po­
litikaları gibi ekonomik ve toplumsal kararların çoğu, geniş ölçüde ulusal
takdir alanı içindedir.
Yine bunun gibi, toplumun bütünlüğünü sağlamak ve çeşitli toplum­
sal gruplar arasındaki ilişkileri uyumlulaştırmak için devletin bir ortak
kültür geliştirme girişimleri, kültürel haklara aykırı değildir. Bu bakım­
dan, çok kültürlü bir devlette her kültür tarafından öne sürülebilecek
olan "kültürel kimliğin korunması ve geliştirilmesi" özgürlüğüyle ulusal
ilginin dengelenmesi gerekir.
Bununla birlikte, çağdaş anlayışla insan kişiliğinin ayrılmaz öğeleri
sayılan toplumsal, ekonomik ve kültürel hak standartları da belirli ölçü­
ler içinde uluslararası bir ilgi ve denetim konusudur. Bu nedenle, ege­
menlik hakkı, bir devletin yurttaşlarını -sözgelimi- eğitim hakkından yok­
sun bırakmasına, toplumsal güvenlik haklarını yadsımasına yada halkını
geniş bir kesimiyle yokluğa mahkum etmesine gerekçe olamaz. Bunun
gibi, kalkınma kaynak ve olanakları çok sınırlı bir devletin yurttaşlarına
yüksek bir gönenç düzeyi sağlayamaması, uluslararası bir sorumluluk ko­
nusu olduğu gibi, ilgili devletin salt bu nedenle sorgulanması için yeterli
değildir. Buna karşılık, yeterince kalkındığı halde toplumun geniş bir ke­
simini kalkınmanın olanaklarından yoksun bırakan bir devlet politikası,
insan hakları açısından sorgulanabilir ve toplumsal hakları yaşama geçir­
memekle suçlanabilir.
Kısacası,
ekonomik, toplumsal ve kültürel haklar alanı, devletlere
bir takdir yetkisi tanımakla birlikte, bu yetki, sözkonusu alanın asgari
standartlar düzeyinde uluslararası ölçülerle düzenlenmesine engel
değildir.
Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi, yapısı gereği,
bir zamanların dokunulmaz egemenlik sınırlarını zorladığı için, normatif
ve uygulamalı hükümlerinin evrenselolarak yaşama geçirilebilmesi kuş­
kusuz bu hükümlerin esnekliğine bağlıdır. Bu nedenle, Sözleşmenin 2.
Maddesi, onaylayan devletlerin yükümlülüklerini dile getirirken devlet­
lere -örtük olarak- geniş bir takdir alanı tanımıştır:
BİRLEŞMİş MİLLETLER BACLAMINDA İNSAN HAKLARI
33
"Bu Sözleşmeye tarafher devlet kaynaklarının vargücüyle tek tek ve
özellikle uluslararası yardım ve işbirliğiyle bu Sözleşmede tanınan hakla­
rın giderek tam anlamıyla ve tüm uygun yollarla gerçekleşmesini sağla­
mak amacıyla girişimlerde bulunmayı üstlenir."
Tanınan hakların gerçekleşme düzeyine ilişkin raporların verilmesi­
ni öngören maddelerinde Sözleşme, hükümlerine uygunluğun ölçüsünü
de belirtmiştir. Sözleşmenin anlayışıyla bu uygunluk zamanla ve aşamalı
olarak sağlanabilir. 17/2 Maddesine göre, sözü geçen raporlar, "Sözleş­
meyle üstlenilen yükümlülüklerin yerine getirilme düzeyini etkileyen et­
kenIere ve güçlüklere yer verebilir." Görüldüğü gibi, Sözleşme kimi güç­
lükler karşısında hükümlerinin yerine getirilemeyişine hoşgörüyle bak­
maktadır.
Bunca yatıştırıcı ve uzlaştırıcı çabalara karşın adıgeçen iki Sözleşme
ve Seçmeli Protokol ancak 20 yıllık bir savaşırndan sonra 1966'da Genel
Kurul önüne gelebilmiştir. Genel Kurul' daki oylamada karşı oyalmayan
ikiz sözleşmelerden Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi 106, Ekonomik,
Toplumsal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi 105 oyla benimsenmiştir. Buna
karşılık, bir belgenin olumlu oyalması onaylanması anlamına gelmediği
halde, Seçmeli Protokol, 2 karşı, 28 çekimser oya karşı ancak 66 olumlu
oyla kabul edilmiştir. Üstelik Sözleşmelerle Protokol'un yürürlüğe gire­
bilmesi için bir 10 yıl daha beklemek gerekmiştir. Anılan belgelerin yü­
rürlüğe girişinden bu yana 16 yıl geçtiği halde, Türkiye, her iki Sözleşme­
yi de onaylamış değildir.
BM,
adıgeçen
ikiz
sözleşmenin yanısıra, ırk ayrımcılığını, kadınlara
karşı ayrımcılığı, soykırımı, işkenceyi,
ni yasaklayan
kölelik ve kulluğu ve insan ticareti­
uyrukluk hakkı ve eğitim
sözleşmelerle, sığınma hakkı,
hakkını tanıyan sözleşmeler benimsemiştir. 6
SONUÇ
Görüldüğü
gibi, günümüz uluslararası hukukunda devletlerin bir za­
manlar kıskançlıkla esirgeyip gözettiği "tam" egemenliği, "paylaşılabi­
lir" bir egemenliğe dönüşmüştür. Bir zamanlar derin uçurumlarla birbi­
rinden ayrılan ulusal sınırlar, günümüzde giderek belirsizleşmiş ve bu
6.
Adıgeçen Sözleşmeler
için bkz: Muzaffer Sencer, a.g.y., s. 94-281.
İNSAN HAKLARI YILLlGI
34
sınırlar
içinde tam egemen olan ulusal devletler, egemenlik yetkilerini
uluslararası kuruluşlar eliyle başka devletlerle paylaşmak zorunda kal­
mıştır. Egemen devletler, egemenlik yetkilerinden kimilerini, özgür is­
temleriyle katıldıkları -evrensel yada bölgesel- uluslararası kuruluşlara
devrederken, bu kuruluşlar ve düzenlemeleriyle bir "uluslarüstü" hukuk
oluşma yolundadır. Bu gelişmede kuşkusuz insan haklarına duyulan ev­
rensel ilginin büyük payı olmuştur.
İnsanlık ailesi, ortak ülkü ve ilkeler çevresinde giderek bütünleştikçe
bir zamanlar devletlerin iç işi sayılan hemen her konu uluslararası ilgi ko­
nusu olmaya başlamlıştır. Bu konular içinde başta geleni, insanlığın birin­
cil ilgi odağını oluşturan İnsan haklarıdır. Bu nedenle, insan hakları genel
yada yerel uluslararası kuruluşların ilk düzenledikleri alanlardan biridir.
Anılan kuruluşlar eliyle insan hakları, başka ortak ilgi alanları gibi, ulus­
larüstü düzeyde buyurucu düzenlernelerin konusu olmuş ve insan hakla­
rını tanıyarak aykırı gidişIeri denetleyip yaptırırnlara bağlayan hak belge­
leri gerçekleşmiştir.
Anılan kuruluşlar
içinde evrensel boyutta olanı BM'dir. BM kurulu­
günümüze kadar gerçekleştirdiği hak belgeleriyle
insan haklarının tanınıp korunması söz konusu olduğunda ilk anımsanan
örgüttür. Daha kuruluş aşamasında insan haklarının evrenselolarak
saygı görüp gözetilmesini temel amaçları arasında sayan BM, gerek kuru­
luş belgesiyle, gerekse sözleşmeler yoluyla insan haklarını tanıyarak ay­
kırılıkları önleyecek koruma mekanizmaları oluşturmaya çalışmıştır. 7
şundan başlayarak
Bu mekanizmalar, genel ve özelolmak üzere iki başlıkta ele alınabi­
1ir: BM'in genel denetim mekanizması, örgütün kuruluş belgesinden yada
örgüt üyeliğinden doğan ve BM organlarınca işletilen mekanizmadır.
Devletler, BM Andıaşması'nı imzalayarak örgüt üyesi olmakla Andıaş­
ma' da öngörülen yükümlülükleri üstlenmekte ve BM'in amaçlarına ters
düşen davranışları karşısında yine Andıaşma'da öngörülen denetim ve
yaptırıma bağlı olmaktadır.
7. İnsan Hakları Koruma Mekanizmaları iç İn bkz: Muzaffer Sencer, "İnsan Hakları­
nın Korunması", Cahit Talas'a Armağan, Mülkiyeliler Birliği Yayını, Ankara,
1990, s. 453-462.
BiRLEŞMiş MiLLETLER BAGLAMıNDA iNSAN HAKLARI
35
BM'in genel denetimi ve bu denetimin yaptırımları, örgütün amaçla­
rına aykırı davranışlar karşısında başvurabileceği zorlayıcı önlemler,
üyeliğin askıya alınması yada üyelikten çıkarılmadır. Güç kullanılmasını
da içeren zorlayıcı önlemler, kuşkusuz bu yaptırımlar içinde en etkin
olanıdır.
Ancak bugüne kadarki uygulamaya bakıldığında, BM'in barışı tehdit
eden silahlı çatışma durumları karşısında gösterdiği duyarlık ve etkinliği,
insan haklarının ciddi ve ağır biçimde çiğnendİği durumlar karşısında
göstermediği gözlenmektedir. BM, bir devletin bir başka devlete karşı
zora başvurmasını -haklı olarak- her türlü zorlayıcı önlemi alması için ye­
terli saymakta, ancak, aynı BM, kuruluşundan bu yana -sayısız örnekte
olduğu gibi - halkının hak ve özgürlüğünü alabildiğine çiğneyerek her
türlü insanlık dışı davranışı uygulayan kimi rejimIere karşı suskun yada
eylemsiz kalabilmektedir. Daha yerinde bir deyişle, zor kullanarak yasal
rejimIeri devirip yönetime el koyan dikta rejimIeri karşısında BM, bu in­
sanlık suçunu o devletin iç işi sayabilecek kadar çelişkiye düşebil­
mektedir.
Gerçi BM Andıaşması ilk bakışta zorlama yöntemlerini barışın bo­
yada barışa karşı tehdit durumlarıyla sınırlar görünmektedir.
zulması
Ancak bir ülkede insan haklarının ağır biçimde çiğnenmesi, BM'in
amaçlarına aykırı olduğu gibi, barış için de ciddi bir tehdit niteliğindedir.
Çünkü bugüne kadar insan haklarını tanımayan zorba yönetimlerin,
kendi ülkelerinde iç barışı bozmakla kalmayarak, dış ilişkilerinde çatış­
macı, karışmacı ve yayılmacı tutumundan ötürü dünya barışı için de ciddi
bir tehlike oluşturduğu bir gerçektir.
Öte yandan, yandan, üyeliğin askıya alınması yada örgütten çıkarıl­
ma, BM'in bugüne kadar hiç uygulamadığı yaptırımlardır.
Bütün bu gerekçelerle, BM'in amaçları arasında yer alan insan hak­
larına saygının gerçekten evrenselolarak gözetilebilmesi için BM Andıaş­
ması'nın kimi hükümlerinin yeniden yorumlanmasına, kimi maddelerine
açıklık getirilmesine gerek vardır. Daha doğrusu, Andıaşma'nın yaptı­
rımlara ilişkin hükümlerini çağdaş bir anlayışla işletmek, dünyada insan
haklarına aykırılıkların önlenmesinde en büyük etken olacaktır.
36
İNSAN HAKLARI YILLIGI
BM Andıaşması'nın, geleneksel yaklaşımla insan haklarını geniş öl­
çüde devletlerin iç işi sayan anlayışı, gerçekleştirdiği sözleşmelerde de
gözlenmektedir. Başka bir deyişle, BM'in genel denetim konusundaki yu­
muşaklık ve uzlaşmacıhğı, tek tek sözleşmelerde öngörülen "özel dene­
tim" konusunda da yinelenmiştir.
İrdelenen ikiz sözleşmede olduğu gibi, BM eliyle standartlara ve
normlara bağlanan öteki haklar ve yasaklar alanında da devletlere uygu­
lamada geniş takdir yetkisi bırakılmış ve konulan normlara uygunluk de­
netimi etkinlikten yoksun mekanizmalara bağlanmıştır.
Gerçi yakın tarihli sözleşmelerde daha etkin denetim yöntemleri ön­
görülmüştür. Ancak bunların da sonuç alıcı mekanizmalar olduğunu sa­
vunmak güçtür.
Sonsöz olarak, günümüzde insanlığın ortak normlarını yansıtan bir
"uluslarüstü" hukuk oluşmakla birlikte, başta BM olmak üzere evrensel
ve bölgesel uluslararası örgütlerin kuruluş statüleri ve hak belgelerinin
henüz geçmişin derin izlerini taşıdığı ve hak ve özgürlükler için yeterli bir
güvence oluşturmadığı söylenebilir.
i
Download