Topraktan Öğrenip Kitapsız Bilen

advertisement
Bünyamin SATANOĞLU
Topraktan Öğrenip
Kitapsız Bilen
94
ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II
95
TOPRAKTAN ÖĞRENİP KİTAPSIZ BİLEN
İnsanlar, efsaneleri yaratır ve efsaneler ise Thebai (Thebes) Kralı Kadmos’un
kızı Semele’nin, kartal kılığına girmiş
Zeus’tan hamile kaldığını ve Dionysos ’un
doğduğunu anlatır. Ama Semele, Hera’nın
oyunlarına yenik düşünce, Tanrı’nın çocuğunu karnında taşıyamaz. Zeus, Dionysos’u onun karnından alıp, kendi baldırına dikerek yaşatmıştır. Böylece Dionysos
iki kere doğmuştur, zaten adının anlamı
da iki kez doğandır. Dionysos etrafına
korku salan, hiddetli bir tanrı olarak bilinirdi; ancak iyi yürekli ve mükemmeldi.
Diğer bütün tanrılardan farkı, tanrılardan
ve insanlardan eziyet görmüş olmasıydı.
Deliliği o getirdi: Verim, şehvet, şarap ve
seks tanrısı, devrimci ve anarşistti. Kıyafet değiştirme tanrısıydı, özgürlükçüydü;
ona en çok kadınlar tapar ve o kendine
tapanlara sahip çıkardı. Dionysos için kış
96
ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II
ortasında kadınlar dağlara giderek, Dionysos ayinleri yaparlardı. Süslenmiş ve
kutsanmış genç bir boğa kurban edilir, eti
bir törenle köylülere dağıtılırdı…
Yunan toplumunda; tiyatronun öncüsü şarap, bereket ve bitkiler Tanrısı Dionysos’u kutsamak için yapılan Bacchanolia
şenliklerinde, bir koronun söylediği Dithyrambos şarkıları ki; tiyatro serüveninin
başlangıcıydı. Koro bu şarkılarda, farklı
kişilerin konuşmasını canlandırmak için
söz ve tavır değişikliğinden yararlanırdı.
Bir korobaşı tarafından yönetilen, satir
kılığına girmiş koro elamanları, raks eder
ve ilahiler söylerlerdi. O zamanki insanlar, tanrıların son derece gerçek, doğa ve
insan ilişkisi yönünden sorumlu olduklarına inanırlardı. Yalnızca onlar insanüstü,
kutsal ve ölümsüzdüler.
97
Tiyatro dedim…
Önce sustu yeni tanıştığım adam...
Daha kelimeleri dilinden dökülmeden
Gözlerindeki pırıltıyla hissettirdi
Anlamının aşk olduğunu...
Olympos üzerinde yaşar, insanları
oyuncak kabul ederlerdi. Atina’da dramaların doğduğu dönemde, hasat zamanında, tek bir tanrı övülmekteydi ve o Tanrı
Dionysos ’tu.
Kendine, dışarıdan bakma şansını verebilirdi. En güzel yanlarıyla en çirkin yanlarını izleme imkânı sağlayabilirdi. Derdini
anlatabilir, düşündürebilir, güldürebilir,
ağlatabilir, coşturabilir, hissettirebilirdi...
İnsana, insanı insanla anlatmanın artık
Dekor yoktu… Kostüm yoktu... Sahne bir yolu vardı... Öyle bir yol ki; insanları
boştu! Roller, önemli kişiler tarafından sardı sarmaladı ve bu yol, bir gün nihayet
oynanır; duygular, mimikler yerine yüz- Adana`dan da geçti.
lere konulan maskelerle ifade edilirdi.
İşte o günlerden geldi, ağlayan ve gülen
Yeniydi... Gidilecek çok yol, denenecek
masklar… Tiyatronun teması oldu… Türü çok yöntem vardı... İmkânlar sınırlı fakat
oldu… Nihayet simgesi oldu… Gülen yürekler bu uğurda, tüm engelleri aşmak
mask komediyi, ağlayan mask da trajediyi için çıra gibi yanmaktaydı. Bir gün, genç
içine aldı… Zaten hayat da buydu... Ya çok bir adam bu hevese kapıldı... Belki kendigülerdik ya da ölesiye ağlardık...
ni buldu belki de kendinden oldu... Hayat
mı tiyatro idi yoksa tiyatro mu hayatı idi?
Gel zaman git zaman tiyatro denen Bilinmez... Evi oldu... Aşı oldu... Gündüzü
tutku, kıtalara yayıldı. Kıtalardan bir bir oldu... Gecesi oldu... İki kalas bir hevesle
şehirlere… Şehirlerden insanların yürek- nihayet Bünyamin Satanoğlu tiyatro tarilerine... Artık bazı şeyler değişmişti… Bu hine doğdu…
sanat ,insanı kendiyle yüzleştirebilirdi.
98
ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II
99
BÜNYAMİN SATANOĞLU`NUN AİLE
HAYATINA DAİR...
1942 yılının temmuz ayında, Kocavezir’de dünyaya geldi. Babası yarıcı, annesi
ev hanımı idi, beş kardeşi vardı. Hayat adil
değildi, zor geçiniyorlardı. Çocukluğundan hatırladığı ve başka birine ait bir gramofondan bahsetti gülümseyerek. “O zamanlar gramafon, mahallede bir tek evde
vardı; üç şarkı çalardı. Aralarında babamın çok sevdiği ‘Telgrafın Tellerine’ adlı
şarkıda vardı. Dinlemekten haz alırdım.
İlkokulu Sakarya İlkokulunda okudum.
İlkokul öğretmenim Şahin Zühtü Öcal’dı.
Ortaokul yıllarım zorlu geçti; beş senede
bitirebildim. Tepebağ Ortaokulunda çok
sevdiğim bir öğretmenim vardı. Sabahat
Hanım... O dönemde birinci karnemde
iki zayıf varken, ikinci karnemde on bir
zayıfım vardı. Beni kenara çekti; ‘Annen
mi öldü, baban mı öldü, nedir bu zayıflar?’
diye sordu... Sabahat öğretmenin benimle
ilgilenmesi, bende olumlu bir etki yarattı ve sırf öğretmenimi mahcup etmemek
için, onun dersinden borçlu geçmek suretiyle, bütün zayıflarımı kurtardım. O zamanki şartlarda hem okuyordum, hem çalışıyordum, hem de çalıştığım yere süt ve
yoğurt götürüp satıyordum... Hayat zorluklar içinde geçiyordu. Üzerimde zar zor
aldığımız ceketim vardı. Okul çıkışı fark
ettim ki, ceketim koyduğum yerde yoktu!
Arkadaşlar saklamış. Şaka işte! Uzunca
zaman sonra, öğretmen masasının altından çıktı ama bulunana kadar ikinci ceket
100
ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II
alacak paramız olmadığımdan, beş sene
okula ceketsiz gittim. Ortaokuldan sonra
Erkek Lisesinde okudum. İşte o yıllarda
tiyatro ile tanıştım...”
bakayım!”
“Deel”
Bunun üzerine Daloğlu kükredi:
“Gelmesin artık bu kütük!”
KALASI GÖNDERİN,
KÜTÜK GELSİN…
Bünyamin Satanoğlu “değil” diye yazdığını, “deel” diye Adana şivesiyle okuyunca...
Tesadüftü her şey… Tiyatro diye bir şey
aklında, fikrinde yoktu. Bir gün, lise yıllarından tanıdığı Sezai Barmanbek adında
bir arkadaşı, ondan yardım istedi. O tiyatro ile ilgileniyordu. Rolünü ezberlemek
için ders aralarında, Bünyamin Satanoğlu
ile bir araya gelip yardımlaşıyorlardı. Bu
yardımlaşmalar sonucunda, Bünyamin
Satanoğlu, tiyatroya heves etmeye başlamıştı. Sonradan tutkuya dönüşen tiyatro provalarına gitmeye başladı. Provalar,
Milli Mensucat İlkokulunda yapılıyordu.
Bütün gençler orada toplanıyorlardı. Bir
yıl önce başlayanlar, bir yıl sonra başlayanlara göre daha kıdemli idi. Aynı askerlikteki gibi… Gençlik Amatör Tiyatro
Topluluğu ismiyle anılan ekibin rejisörü,
Adana Belediyesi Şehir Tiyatrosu oyuncularından Osman Daloğlu, oyundan bir
paragrafı Bünyamin Satanoğlu’na okuttu.
Ardından onu yanına çağırarak:
“Allah aşkına! Yanıma bir gel, şuraya “değil” yaz dedi.
Bünyamin Satanoğlu hemen denileni
yaptı ve kâğıda yazdı:
“Değil”
Daloğlu kızarak:
“Yazabiliyorsun, bir de yazdığını oku
“Ya bu kalası götürün, kütük gelsin.”
Böylelikle Donald Bewin ve Edmond
Trazenskin’in Alman esir kampındaki
Amerikan askerlerinin güç yaşam koşullarını anlatan ‘’Kamp 17’’ (Stalag 17) adlı
oyunda, Alman onbaşısı rolüyle Gençlik
Amatör Tiyatro Topluluğu ile serüven
başladı…
“Gelmesin bu kütük!” der... Rolü alamayınca, boynu bükük çıkar oradan. Eve KARAKOL HİKÂYESİ…
de gitmez. Etrafta dolanır durur. Belki
tekrardan çağırırlar diye… Yerine, Enver
“Kamp 17” oyunu için Atilla Sezici ile
Çimeliler`i denerler. En son Osman Da- reklam yapacaklardı... Yapacaklar yapmaloğlu dayanamaz ve der ki:
sına da, elde para yok pul yoktu. Ne vardı
101
102
ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II
103
peki? Okuldan aldıkları tebeşirler. O dönemde elektrik direkleri silindir şeklinde
ağaç direklerdi... Önlerine gelen tüm direklere tebeşirlerle “Kamp 17” yazıyorlardı... Bir anda polisler çevirdi etraflarını,
o dönemde de ortam çok karışık; ihtilal
dönemi idi. Pamuk Pazarı Karakoluna götürüldüler, tahta merdivenlerden yukarı
çıktılar. Bünyamin Satanoğlu bir baktı ki
baş komiser, patronunun tavla attığı baş
komiser! Satanoğlu, o zamanlar hem okuyor hem çalışıyordu. Evdekilerde, iştekilerde tiyatroda oynadığını bilmiyorlardı.
Gizli gizli gidiyordu provalara, oyunlara...
Endişeye kapıldı o anda. Sorgulama sırasında, liseli gençler “Kamp 17” nin kendileri tarafından hazırlanan bir oyun olduğunu belirttiler. Fakat polis tarafından
algılanan ise bunun bir şifre olduğu şüphesiydi. Kimlik kaydına geçilince, “Sezici”
soyadına aşina olan baş komiser, Atilla
Sezici ’ye: “Ulviye Hanım neyin olur?”
diye sordu. O da annesi olduğunu belirtti.
Ulviye Hanım, Adana emniyetinde saygın
bir memurdu. Dertlerini anlatıp, ifadelerini verip çıktılar. Bu macera da böylelikle
tatlıya bağlanmış oldu.
kendini tiyatro sahnesinde bulmuştu.
Hevesini bastıran bir korku bir tedirginlik içerisindeydi. Sahneye ilk defa çıkmanın heyecanı sarmıştı dört bir yanını... Bu
hislerle ilk oyununu oynadı. Perde kapandığında, herkes birbirine “geçmiş olsun”
diyerek birbirini kutladı. Oyun başarılı
olsun ya da olmasın, oyuncular arasında
sorun olsa dahi bu bir gelenekti. Oyun bitimi “geçmiş olsun” cümlesi ile sonlanırdı.
Bünyamin Satanoğlu’nun ilk oyunundan
aldığı haz, tiyatroya daha bir tutkuyla
bağlanmasına ve tüm ruhuyla sarılmasına
sebep olmuştu. Bu güzel bir başlangıçtı…
İLK RÖPORTAJ...
İkinci oyunu olan Andaval Palas`ı
oynadıktan sonra, mahalli bir gazetede
çalışan gazeteci Ünsal Özdiker`e ilk röportajını verdi. O zamanlar hiç ideolojik
kitap okumamış, hiç kimsenin etkisinde
kalmamış, fakat solu benimsemiş bir genç
olarak dedi ki:
‘’Ben Tiyatroyu meslek olarak kabul etmiyorum!’’
TİYATRO SEYRETMEDEN TİYATROO zamanlar, lisede öğrenci olan SaCU OLMAK
tanoğlu, aynı zamanda pamuk tüccarlığı yapan bir firmada çalışıyordu. Yıllar
O dönemlerde yoksul halkın, sosyal ve sonra Marx’ın bir sözünün, geçmişte
ekonomik nedenlerden dolayı, tiyatroya kurduğu o cümleye denk geldiğini keşgitme şansı yoktu. Beş lira haftalıkla çalı- fettiğinde, çok hoşuna gitti. Marx: “Para
şan Bünyamin Satanoğlu, nasıl gidebilir- kazanmayı amaçlayan sanat, mal niteliği
di? Daha tiyatro seyircisi bile olamadan, gösterir, piyasa kurallarına uyar. Halbuki
104
ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II
yerinde bahçıvanlık yapan, bir yandan da
tiyatro çalışmalarını sürdüren Bünyamin
Satanoğlu, yirmi dört ay sürecek olan askerlik nedeni ile oyunlara ara verdi. Yerine
babası bahçıvanlık yapmaya başladı. Aklı,
Adana’da tiyatro sahnesindeydi. Döneceği
günü iple çekmekteydi; daha oynanacak
çok oyun, çakılacak çok dekor, öğrenecek
çok şey vardı…
ADANA SANAT TİYATROSU VE
‘KARALARIN MEMETLERİ’
Adanalı lise ve üniversite öğrencileri
ile çalışan Adana Sanat Tiyatrosu, Gençlik Kültür Derneği ve Halk Eğitim Merkezi`nin desteği ile 1964 Kasımında kurulmuştur. Kuruluş amaçlarını: ‘’Adana`daki
kültür faaliyetlerini göstermek, yabancı
ülkelerdeki ve İstanbul`daki festivallere
katılmak’’ olarak ifade ederler. İlk oyunları
sanat, mal değildir.’’ der. Tam da bu nokta- “Duvarların Ötesidir”, ikinci oyunları ise
da düşünceleri örtüşmüştü ve hayata göz- Cahit Atay`ın “Karaların Memetleri”dir.
lemleri ile yaklaşmış olsa da, doğru yolda Askerden yeni dönen Satanoğlu “Karadaolduğunu anlamıştı.
yı” rolünü alacaktır.
Satanoğlu için tiyatro farklı bir yerdeydi. Parasını farklı yollardan kazanır, ticari bir beklentisi olmadan da sanatını icra
ederdi ve hayatını bu ilke ile devam ettirirdi. Çünkü tiyatro gönül işiydi… Emtia
değildi…
ASKERLİK…
Oyunu sergiledikten sonra yeni bir
etiketleri olur: ‘’Komünist!’’… Mahalli gazetelerden birinde Osman Yereşen’in kaleme aldığı yazısında, Nazım Hikmet’in
köpeğinin isminin de “Memet” oluşunun
iddiasını bahane ederek, oyunun sol eğilimli olduğunu yazması üzerine halk eğitim müdürü Kadri Ağbalı daha hamasi
(yiğit) bir oyun oynanmasını önerdi.
1963 yılında; şimdiki Arı Sineması’nın
BÜNYAMİN SATANOĞLU
105
Bunun üzerine Zeki Göker ve çalışanlar, Mustafa Kemal Atatürk’ ün ayakta alkışladığı, Aka Gündüz ‘ ün yazmış olduğu ‘’Mavi Yıldırım’’ adlı oyununu sahneye
koymaya karar verdiler. Oyuna bir iki gün
kalmıştı ki; belediyede, basın ve halkla
ilişkilerde görevli olan Osman Yereşen ‘in
baskısıyla yetkililer son provayı izlemek
istediler.
İki rolü olan Satanoğlu, birinde Fransız zabitini oynuyor ama hiç sözü yok;
sahneye giriyor ve geri çıkıyor. Diğer rolü
ise Mustafa Kemal`in hudut şeflerinden
Binbaşı Vural. Gizli görevde olan Binbaşı,
hoca kılığındadır. Provaya gelenler tutturuyorlar ki:” Böyle hoca olmaz! Yapmayın,
etmeyin!” diyorlar. Zeki Göker bir yandan konuşuyor: ‘’Rol bu! Oyun, bu şekilde yazılmış’’ diye: “Olmaz!” diyorlar. Grup
teslim oluyor sonunda. Hoca rolünü değiştirip Muhtar azası yapmaya karar veriyorlar. Zaten hiçbir yerden ekonomik destekleri olmayan Adana Sanat Tiyatrosu
çalışanları, aynı zamanda siyasi baskılara
rağmen, oyun sahnelemenin zorluklarından geçiyorlardı. Halk Eğitimi ‘nin ise tek
desteği, prova yapabilecek bir yer vermesi
idi. Halk Eğitim müdürünün değişmesi ile
birlikte, Adana Sanat Tiyatrosu, Haldun
Taner ‘in yazmış olduğu, Keşanlı Ali Müzikali ‘ni sahneye koyma kararı aldı. Gündüz Aykut ‘ un sanatsal yardımlarıyla ve
Kazım Sanrı ‘nın müziklerini yaptığı, epik
tarzda yazılan bu oyun, yalnız şehir tiyatrosunda değil, sahnesi olan bazı okul ve
106
ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II
köylerde sahneye kondu.
Kadroda Zeki Göker, Bünyamin Satanoğlu, Perihan Duygulu, Ercan Kont,
Ersin Sanver, Ergin Sanver, Ahmet Ündağ, Nurgül Koçkal, Hikmet Özsevenler,
Mehmet Özgentürk, Mustafa Yıkar, İsmail Moğol, Orunbay Turumtay, Kerim Kemaloğlu, Maruf Tanboğan, Kazım Sanrı,
Hasan Kuş gibi isimlerden oluşur. Halkın
yarattığı efsanevi bir kahramanlık destanını konu alan bu oyun ile Adana Sanat
Tiyatrosu, Adana’da oldukça ilgi toplamaya başlar.
Daha sonra Devlet Tiyatroları ışıkçısı
Halim Ünsal’ın yazdığı, iki bölümlük “Dilleri Olsaydı” adlı oyun oynanmıştır.
Adana Sanat Tiyatrosunun hazırlayıp
da, Belediye yetkililerinin mani olması
sebebiyle sahneleyemediği son oyun; Cahit Atay’ın ‘“Ana Hanım Kız Hanım’’ dır.
19 Şubat 1967`de Ziyapaşa Oda Tiyatrosunun yıkılması ile birlikte oyunu sahnelemeyen, odasız kalan topluluk ‘’Ağulu
Dünya’’ adlı oyunuyla, ODTÜ Devrimci
Amatör Tiyatrolar Şenliği ‘ne katılırlar.
ZİYAPAŞA ODA
HAZİN ÖYKÜSÜ…
‘nin iş birliğiyle, yetmiş üç kişilik bir oda
tiyatrosu şeklinde yaptırılan bir küçük tiyatronun adıdır. Açılışıyla beraber,
Ziyapaşa Oda Tiyatrosunun yapımıyla ilgili basın duyurusu yapıldı: “Belediye
Şehir Tiyatromuz, kendi binasının hemen
yanında, bir oda tiyatrosu inşa ettirmektedir. İnşaat son safhasındadır. Oda Tiyatrosu 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü’nde
törenle açılacaktır.”
Ziya Paşa`nın 1878’de, Adana’daki tiyatro sever tutumuna karşı, Ziya Paşa
adını tiyatro yönünden de ebedileştirmek
için, Şehir Tiyatrosu Müdürlüğümüz, açılacak Oda Tiyatrosunun adını ‘’Ziyapaşa
Oda Tiyatrosu’’ olarak koymuştur. Ayrıca bu tiyatroda ilk eser olarak, Moliere’in
Tartuffe adlı eserinin; Ziya Paşa tarafından ‘’Riyanın Encamı’’ olarak çevirisi yapılmış olan bu oyunun provaları devam
etmektedir. Eseri sahneye Devlet Tiyatrosu rejisörlerinden Fikret Tartan koymaktadır. Diğer taraftan Şehir Tiyatrosu
Müdürü Oğuz Bora, Oda Tiyatrosunun
hazırlıkları ile ilgili olarak gittiği Ankara’dan bugün dönecektir.
Açılış yapıldı. Ali Sepici, vesile olduğu
Ziyapaşa Oda Tiyatrosu ile ilgili şunları
TİYATROSUNUN kaleme aldı:
Ziyapaşa Oda Tiyatrosu, Adana’ya
ikinci bir tiyatro kazandırmak amacıyla 1965 yılında, Şehir Tiyatrosu müdürü
Oğuz Bora ve Belediye Başkanı Ali Sepici
“Tiyatromuzun adını düşünürken, aklımıza ilk gelen Ziya Paşa oldu. Ziya Paşa,
Adana Valisi bulunduğu sıralarda bir şehrin en önemli ihtiyacı olan tiyatroyu derhal kurmuş ve orada Moliere’ den tercü-
BÜNYAMİN SATANOĞLU
107
me ettiği ‘’Riyanın Encamı’’ adlı oyunu oynatmıştır. Bugün tiyatromuza onun adını
verdiğimiz gibi ilk eser olarak da, onun o
gün oynattığı eseri seçmiş bulunuyoruz.
Böylece bu büyük insana olan borcumuzu, bir parça olsun ödediğimizi sanıyoruz.
Dünya Tiyatrolar Günü’nün ve Ziyapaşa
Oda Tiyatrosu’nun sayın hemşerilerime
hayırlı olmasını dilerim.”
Maalesef beklenen ilgiyi göremeyen
Oda Tiyatrosu, Belediye tarafından ödenek ayrılmadığı için kapandı. Arkasından
Adana Belediyesi Şehir Tiyatrosu da son
oyunları Recep Bilginer tarafından yazılan ‘’İsyancılar’’ oyunundan sonra belediye yetkililerince oyuncular arasındaki
çekişmeler ve ödenek olmadığı bahane
edilerek kapatıldı. Adana artık tiyatrosuz
kalmıştı.
Halk eğitim merkezi ile güç birliği
yapan Adana Sanat Tiyatrosu, Belediye Başkanı Ali Sepici’nin sözlü vaadi ile
Ziyapaşa Oda Tiyatrosunda çalışmalara
108
ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II
başlamıştı. İçinin tüm müştemilatı haciz
edilen Ziyapaşa Oda Tiyatrosu, boş salon
olarak kendilerine teslim edilmişti. Resmi
olarak encümen kararını beklemekteydiler. O günleri Bünyamin Satanoğlu şöyle
anlatıyor:
“Bomboş bir yer, ne sahnesi var ne
perdesi... Burayı nasıl tiyatro haline getirirsin? Oturduk kendi kendimize planlar
yaptık. Rahmetli Kerim Kemaloğlu vardı;
o da Kayserili olduğundan Melek Girmez’den pastırma sandıkları aldı ve onlardan koltuk yaptı. Çivileri bile sokaktan
topladık. Bu arada borsada çalışıyorum;
dört yüz lira maaş alıyorum ve o parayla
idare ediyoruz. İmkânı olan arkadaşlarım,
evlerinden yemek getiriyor, imkânı olmayanda bizler gibi emeğini ortaya koyuyor.
Biz her şeyimizi birbirimizin ederek, zor
şartlara rağmen bir sahne kurmak için harıl harıl çalışıyoruz. Bir yandan da gazete
gazete dolaşıp, tiyatronun açılışının halka
duyurulması için yardım istiyoruz. Fakat
ne yazık ki hiçbir gazetede yazı çıkmadı.
Bu arada ‘Ana Hanım Kız Hanım’ın pro- ğil, bir gecekondu yıktırıyoruz.”
valarını da yapıyoruz. Geç saatlere kadar
süren provalara, bazı günler Ali Sepici de
Yıkım kararını duyduktan sonra biz,
bizi izlemeye geliyordu. Kapanıncaya ka- tiyatroda kalmaya başladık. “Başımıza yıdar iki üç kez geldi...”
kamazlar ya!” diyoruz. Nöbet tutuyoruz…
İşe gündüz gitmesi gerekenler olsa bile,
Maalesef kendisinin açılışını yaptığı orada kalan arkadaşlarımız oluyordu.
Tiyatronun, yıkım emrini de kendisi ver- Kendimizce emeğimize sahip çıkıp, hakdi. Sebep neydi biliyor musunuz? Gece- sızlık karşısında direniyorduk. Gece tiyatkondu imiş… Tabii ki bunun altında yatan rodayım, sabah işe gideceğim. Alev Ateş
nedenler var. Tüm sağ yanlısı basının, sol arkadaşa devrettim nöbeti. Ben gittikten
yanlısı olmamızdan kaynaklı baskısı da on beş dakika sonra yıkmaya başlamışvardı. Ali Sepici’nin savunması ise şöyle lar. Bana bir haber geldi ki, soluğu orada
oldu:
aldım. Baktım yıkıyorlar! Bağırıyorum…
Küfrediyorum... Ağlıyorum ama nasıl
“Yıktıkları yer, hiç kimseye tahsis edil- hüngür hüngür… Canım yanıyor! Açılışımiş değildir. Böyle bir tahsisi de ancak na yer vermeyen mahalli basın, tiyatro yıBelediye Meclisi yapabilir. Yıktırılan yerin kımında nasıl da tam kadro oradalardı. Bu
çatısı, çinkodan inşa edilmiş bir gecekon- arada gazetecinin biri Alev Ateş ‘e sordu:
du durumunda idi. Biz tiyatro binası de-
BÜNYAMİN SATANOĞLU
109
110
ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II
BÜNYAMİN SATANOĞLU
111
“Siz susuyorsunuz, Bünyamin Bey neden bağırıp ağlıyor?”
yerden izmarit toplayayım? Yeni Bafra sigarası içer, keyfime bakardım. Tüm bunların yanı sıra burada bir şey üretiyoruz
Alev Ateş: “Parayı o koydu, ondan ağ- ve bugüne kadar hiçbir şeyi, kendi malım
lıyor!”
gibi görmedim. Oradaki bütün arkadaşların tümünün ürünüdür diye tanıttım ve
Oysa ben, o sebepten ağlamıyordum. hala da öyledir. Herkesin katkısı vardır.
Aldığım bir iki maaşım gitmiş, ne olacak? Biz tiyatroda aç susuz yatarken, bilmem
Ama siz hiçbir şeye emek sarf ettiniz mi? ne mahallesinden getirilen çorbanın, hiç
Kaleminizi bile kendiniz açabildiyseniz tanımadığınız insanlardan tatlıların gelieğer, güzelleşir o kalem... Emek vardır şi...
onun içinde…
İnanabiliyor musunuz? TanımıyorsuKendi emeğine sahip çıkmayan bir nuz, sizi izlemeye gelmiş, durumunuzu
toplum olduğumuzdan, geri kalmış bir ül- görmüşler ve size, onlar bile katkı sağlıkeyiz ve emeğimize saygılı değiliz. O za- yor. Emek çok güzel şey… Emeğe sahip
manlar benim maaşım iyiydi, ben neden
çıkmak da... İster sağcı olun ister solcu...
Emeğe saygı duymak da çok güzel bir
ZİYA PAŞA:
şey… Emek! Emek! Emek! Ve biz olmayı
Ziya Paşa; 1825 yılında İstanbul’da dünyabaşarabilmekti tüm olay...
ya geldi. Babası, Galata Gümrüğünde kâtiplik
yapan Erzurum’un İspir ilçesinden Ferideddin
Efendi, annesi Itır Hanım’dır. Asıl adı “Abdülhamid Ziyaeddin’” dir. Ziya Paşa, 1878 yılında
Adana’ya vali olarak atandı. Adana’da eğitim
ve kültür alanında faaliyet gösterdi. Bursa
valisi Ahmet Vefik Paşa’yı örnek alarak bir tiyatro binası inşa ettirdi, temsil vermek üzere
İstanbul’dan bir tiyatro heyeti getirtti ve Fransızca’dan piyes tercüme etti. İmarla ilgili faaliyetlerde bulundu; Gülek nahiyesinde bir rüştiye açtı. İki yıla yakın valilik yaptığı Adana’da,
17 Mayıs 1880’de sirozdan hayatını kaybetti.
Büyük bir cenaze töreninin ardından, Adana
Ulu Camii yanına defnedildi. 1881 yılında Adana Valisi Abidin Paşa tarafından, Ziya Paşa
için mezar yaptırıldı. Mezarın etrafı 1960’larda
park haline gelmiştir.
112
ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II
Çok acı ve çok tatlı günlerdi. Kimse
yaşayamaz, yaşamaya da tahammül edemez. Yalnız kendim için değil, tüm arkadaşlarım için söylüyorum. ‘Hep kavga ettik; her kavga, daha barışık olmak içindi!
Kavgamız sanat adına, tiyatro adınaydı.’’
Tiyatro yıkımını basından duyan Ceyhan belediye başkanı Şahin Özbilen, tiyatro yapmamız için bizi Ceyhan ‘a davet etti
ve böylelikle Ceyhan Şehir Tiyatrosu ‘nu
kurduk. “Ana Hanım Kız Hanım”, “Tuzak”,
“Duvarlarının Ötesi” adlı oyunlarımızı
sahneye koyduk.
113
DOST OYUNCULAR...
hastanesinden kaçan bir adamın, yolları
kardan kapanmış, dünyayla adeta ilişkisi
Dost Oyuncular; ‘’Kişileri sokaklarda kesilmiş bir kasabanın başına, kaymakam
serseri gibi dolaşmaktan, kahve köşele- olarak geçmesi ve işleri yoluna koymasını
rinde pineklemekten ziyade, bir şeyler anlatan bir oyundu bu...
üretmek gayesiyle bir araya gelen, Adana`nın gençleridir ve gayeleri sadece AİLESİ ÖĞRENİYOR... ( BÜNYAMİN
Adana halkına, Adana gençliğinin sesini, SATANOĞLU `NUN DİLİNDEN)
tiyatro kanalıyla aksettirmektir.’’ diyerek
belirttikleri amaçla, 1967-1968 sezonun“Babam tahsili olmayan fakat mantıkda Bünyamin Satanoğlu`nun öncülüğün- lı bir adamdı. Bir gün gidip babama ‘Senin
de kurulmuştur.
oğlun tiyatroda oynuyor, komünist oldu.’
demişler. Davetiye verdim; komşumuz
Kadro: Bünyamin Satanoğlu, Tuncay ile birlikte geldiler. “Buzlar Çözülmeden”
Aşkar, Ender Yiğitel, Murat Onat, Şahin adlı oyunu sahneliyorduk o sırada. SeyErsoy, Ulvi Dalyan, Nuri Özaydın, Ah- rettikten sonra; “Bizi anlatıyor bu oyun”
met Ündağ, Kerim Kemaloğlu, Süleyman demiş. Çünkü “Buzlar Çözülmeden” rızık
İpek, Ercan Sekitmez, İsmail Birlikdoğan, meselesini anlatan bir oyundu. Böylelikle
Süleyman Esencan, Faruk Yasa, Çetin kafasında oluşturulmak istenenden, çok
Boğa, Suat Sartın, Mesut Mertcan...
daha farklı bir düşünceyle ayrıldı tiyatrodan... Ben de büyük bir tepki yaşamamış
İlk oyunları Turgut Özakman`ın “Du- oldum...”
varların Ötesi’’ idi. Bünyamin Satanoğlu `nun yönetmenliğini yaptığı oyunu, ADANA SANAT VE KÜLTÜR
Mehmet Özgentürk sahnelemiş, dekor DERNEĞİ
ve kostümleri Nuri Özaydın hazırlamıştı. Topluluğun ikinci oyunu, Bünyamin
1968 yılında İsmail Ökke, Nuri ÖzaySatanoğlu `nun sahneye koyduğu ‘’Casus dın, Mustafa Yıkar, Mustafa Kamay, HaKim? (Kamp 17) ’’ adlı oyunuydu. Sezonu bibe ve Kadriye Bayman, Kenan Yanar,
bu şekilde kapatmışlardı.
Süheyla Yanar tarafından kuruldu. Kurucuları, Dost Oyunculardan oluşan bu
1968-1969 sezonunda, ilk olarak Cevat dernek, Dost Oyuncularla güç birliği
Fehmi Başkurt`un “Buzlar Çözülmeden’’ yaptılar. Bu arada kadroya Zeki Göker ve
adlı oyunu, Bünyamin Satanoğlu yöneti- Sema Göker dâhil oldu. ‘Göç’, ‘Gel de Bominde oynadılar. Çıkarcılığın ve düzen- runu Öttür’, ‘Komşularımız’ adlı oyunlar
sizliğin kol gezdiği bir toplumda, akıl
114
ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II
115
oynandı. Dost Oyuncular Gülten Akın’ın
yazmış olduğu ‘Keloğlan’ oyunu ile ODTÜ
Devrimci Tiyatrolar Şenliği’ne katıldı. Bir
fetret devri tekrar başladı… Zeki Göker,
Perihan Duygulu, Gazanfer Ündüz, Sema
Göker, Ender Yiğitel, Dost Oyunculardan
ayrıldılar ve Zeki Göker önderliğinde, Çukurova Bölge Tiyatrosunu kurdular. Dost
oyunculardan kalanlar Yaşar Nadir Atilla,
İsmail Ökke, Mahmut Hazım Kısakürek,
Şahin Ersoy, Sinan Bozkurt, Kenan Yanar,
Süheyla Yanar, Adana Halk Evi ile işbirliği
yaparak, bir açık hava tiyatrosunu kurdular. ‘Alo Orası Tımarhane mi?’, ‘Şeytan Bunun Neresinde?’ adlı oyunları oynadılar.
1973 seçimlerinden CHP’den Belediye
Başkanı seçilen Ege Bağatur da yerel tiyatroya ılımlı bakan bir yaklaşım içerisindeydi. Adana’ da yapılacak olan tiyatronun,
kentin öz malı olması gerektiğini, Adanalı
tiyatro severlerin, tiyatro ihtiyaçlarının
giderilmesine çalışacağını ve bir bölge tiyatrosu kurulacağını, bir basın açıklaması
ile belirtmişti.
Muhsin Ertuğrul, Adana’ da ön araştırma yapmak ve durumu değerlendirmek
üzere, tiyatro yönetmeni Tunç Yalman’ı
gönderdi. O Zamanlarda on yedi tane
amatör tiyatro daha kurulmuştu. İnanılmaz bir oyuncu enflasyonu vardı ve herDOST OYUNCULAR “ZİYAPAŞA
kes, kendilerinin en iyi oyunu sahneleTİYATROSU” ADINI ALIYOR...
diğini düşünüyordu. Tabii ki bu gruplar
arasında çekişmeler, anlaşmazlıklar çıkıDost oyuncular, 1974-1975 sezonunda yordu ve bu grupların tek bir çatı altında
Ziyapaşa Tiyatrosu adını alıp, Belediye ile toplanması pek de olası gibi görünmüyorgüç birliği yapacağı tarihe dek; kadro, sa- du.
lon ve ekonomik sorunlar nedeniyle kısa
sürelerde şu oyunları sahnelediler: ‘TıSatanoğlu, olayı şöyle anlatıyor: “Tunç
marhane’, Turgut Özakman’dan ‘Ocak’, Yalman Hoca yaptığı toplantıda sorular
‘Güneşte On Kişi’, Gülten Akın’dan ‘Ke- soruyor ve sorulan soruları da cevaplanloğlan’, Güner Sümer’ den ‘Bozuk Düzen’, dırıyordu. Ben ve İsmail Ökke en arkaCevat Fehmi’ den ‘Hacı Yatmaz’ ve Hida- da oturuyoruz. Oradan bir arkadaş çıktı:
yet Sayın’dan ‘Pembe Kadın’.
“Efendim! Siz veya başka bir arkadaş gelse, yönetmeliği altı ayda öğretse…” daha
Dost Oyuncular adı ile son olarak lafı sonlanmadan… Hoca: ‘Karpuz çekir‘Pembe Kadın’ı sahneleyen topluluk, İs- değini bile ektiğinizde, altı ayda size meytanbul Şehir Tiyatrosu ve Muhsin Ertuğ- ve vermez’ dedi. Başka bir arkadaş çıktı:
rul’un da desteği ile Belediyeyle kurduğu ‘Biz halkçı tiyatro yapıyoruz.’ dedi. Hoca
iletişim sonucunda tiyatro salonunu, üc- sordu ‘hangi oyun?’ diye... ‘Kim kime Dum
retsiz kullanmak üzere almayı başardılar. duma’ dedi arkadaş. Tunç Yalman Hoca
anında: ‘Bu halk tiyatrosu mu? Bu dedi-
116
ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II
BÜNYAMİN SATANOĞLU
117
adam: “Bünyamin Bey! Size diyorum”
dedi. İlerleyip oturdum:
“Yav arkadaş! Siz nasıl yaptınız bu işi?
‘Ocak’ iki kez oynanmış. İkisinin arasında
büyük fark var, hâlbuki kadro hemen hemen aynı, peki bu fark neden kaynaklanıyor?” diye sordu.
“Hocam! Birini rahmetli Anadol Korzay’ın yazıhanesinde ve bizim evde çalıştık. Diğerini Erdoğan Özüşen döneminde,
Belediye Şehir Tiyatrosu sahnesinde prova yaptık.’’
Tunç Yalman: “Bu dekorda çizgilerin
birini dikey atmışsın, diğerini yatay atmışsın. Sen hiç kitap okudun mu bununla
ilgili?” dedi.
“Yok Hocam! Biraz rahmetli Güner
Abi’den bir şeyler aldık. Biraz Gündüz
(Aykut) Baba’dan” dedim.
ğin oyun, komedi!’ dedi. Baktılar olacak
gibi değil, herkes bugüne kadar yapmış
olduğu işlerle ilgili, bir iki evrak getirsin,
belgeler incelensin dendi. Biz zaten hazırdık. Yanımızda her ihtimale karşı bu
belgeleri getirmiştik. Tunç Yalman Hoca,
basın yayın bölümünde oturuyordu. Gittik belgeleri teslim ettik. Ertesi gün gittim.
Kapıyı çaldım girdim: “Buyurun Hocam!”
dedi. Arkama baktım, acaba başka biri de
mi girdi? diye.
Çünkü Tunç Hoca Broadway’de oyun
sergileyen, tiyatroyu çok iyi bilen bir
118
ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II
“Sonradan bir kitap aldım okudum
ki; gerçekten sahneye koyma sanatında,
dekorların çizgilerinin dikey ya da yatay
olmasının bir anlamı varmış. Kısa boylu
sanatçılarda yatay çizgi atmıyormuşsun,
daha kısa görünürmüş. Ben bunların hepsini gözlemleyerek yaptım. Nazım Hikmet’in “Türk Köylüsü” şiirini bu yüzden
çok severim ve birçok oyunda da kullanmışımdır. Çünkü ben, tiyatroyu ve sosyalizmi kitaptan değil, yaşayarak ve yargılayarak öğrendim.”
“TÜRK KÖYLÜSÜ”
Topraktan öğrenip
Kitapsız bilendir.
Hoca Nasreddin gibi ağlayan
Bayburtlu Zihni gibi gülendir.
Ferhad ’dır. Kerem ’dir.
Ve Keloğlan’dır.
Yol görünür onun garip serine,
Analar, babalar umudu keser,
Kahbe felek eder ona oyunu.
Çarşambayı sel alır,
Bir yar sever
El alır,
Kanadı kırılır
Çöllerde kalır,
Ölmeden mezara koyarlar onu.
O “Yunusu biçaredir
Baştan ayağa yâredir”,
Ağu içer su yerine.
Fakat bir kere bir dert anlayan
düşmeyegörsün önlerine
Ve bir kere vakt erişip
gayrık yeter!
Demesinler.
Bunu bir dediler mi,?
“İsrafil surunu urur,
Mahlûkat yerinden durur”
Toprağın nabzı başlar
Onun nabızlarında atmağa.
Ne kendi nefsini korur,
Ne düşmanı kayırır,
“Dağları yırtıp ayırır,
Kayaları kesip yol eyler abıhayat
akıtmağa”
Nazım Hikmet Ran
119
Sonunda Tunç Yalman Hoca, Adana
Belediyesine sunduğu raporunda; başka bir tiyatro arayışına gerek olmadığını,
Dost Oyuncuların bunu en iyi şekilde zaten yaptıklarını belirtti. Tiyatro binasının
onlara verilmesini önerdi.
yimiz yok. Allah’ımız şaşıyor korkudan,
merdiven bir sallansa yeri boylayacağız.
Ardından koltukları fırçaladık, pırıl pırıl oldular. Bu arada Cemil Bayrı diye bir
ağabeyimiz var. Aslında bizle yaşıt fakat
tiyatroda bizden eski olduğu için öyle ifade ediyoruz. Tekelde çalışırdı, soğan alır,
Ama bu, her şey bitmiştir anlamına kasa kasa üzüm alırdı. Hepimiz, Birinci
gelmiyordu... Aksine, çok büyük işler on- sigarası içiyoruz; onda bile birlik beraberları beklemekteydi; çünkü tuvaletler hara- lik olacak. Neyimiz varsa paylaşırdık! Yebe, salon boyasız, koltuklar berbat, kos- meğimizi, paramızı, emeğimizi…
tümler perişan halde idi.
Bir gün Cüneyt Gökçel geldi, biz Ege
Her zamanki gibi kolları sıvadılar, gün- Bağatur’la kostümlere bakıyorduk. Diğer
lerce temizlik yaptılar. O dönemde tiyat- arkadaşlar dekor çakıyorlar. Bu sırada
ro salonunu boyamak için, ihaleye çıkıp Ege Bey, Cüneyt Bey’e: ‘Bu adamlar bu500.000 lira civarında teklif verenler ol- rada yer, burada uyur, burada yaşarlar,
muştu. Hâlbuki Belediyenin kasasında bu evleridir tiyatroları.’ diye bizleri anlatıyor.
işe ayrılmış bir kuruş bile yoktu. O zaman Tiyatro üstüme zimmetliydi. Pencerenin
Satanoğlu, konuşmak için Ege Bağatur’un önünde uyuyamıyorum, kurşun yiyebiyanına gitti:
lirim. Bir yangın bir kundak olsa ilk ben
gideceğim; çünkü imzayı ben atmışım. O
“Sayın Başkanım! Bu boya işi ne zaman korkularla yaşıyoruz. Altı kişi hep orada
olacak?” diye sordu.
kalıyoruz. Biz tiyatroda tanışıp, sonra aile
birliği kurmuş insanlarız. Birbirimize göEge Bagatur ise: “Bünyamin, para yok!” nülden bağlıyız. Oyunlarımızı oynuyoruz.
diye karşılık verdi.
Günler mücadele içinde geçip gidiyor.”
Bunun üzerine Satanoğlu, bir mesleğiZiyapaşa Tiyatrosunun ilk oyunu, Erol
nin de boyacılık olduğunu ve bu işi arka- Toy’ un ‘Pir Sultan Abdal’ıydı. 16. yüzyıl
daşlarıyla yapabileceğini söyledi. O gün- Osmanlı toplumunda yaşamış, mücadeleleri şöyle anlatıyor:
ci ve toplumun önemli bir kesimiyle bütünleşmiş Sivaslı Halk Ozanı Pir Sultan
“Düşünebiliyor musunuz? Tavan hariç Abdal’ın zulme ve zalimlere karşı savaher yeri boyadık. Kavak ağacından mer- şıyla birlikte, halkın içinden çıkan bir yödiven yapmışız. Sigortamız yok, bir şe- netici olan Hızır Paşa’nın halka ihanetini
120
ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II
anlatan oyunuydu. Gündüz Aykut’un
yardımı ile Bünyamin Satanoğlu yönetti.
İsmail Ökke dekor-kostüm sorumlusu,
ışık-efekt sorumlusu Faruk Yasa ve reji
asistanı Ceylan Çaplı idi.
“Bünyamin beni İstanbul Belediyesi
Şehir Tiyatrosuna gönderdi. Orada Muhsin Ertuğrul Hoca ya da Tunç Yalman ile
görüşüp, ihtiyaçlarımızı bildirmemi istedi. Otobüsten indiğimde saat on iki, yarım civarlarıydı. Tiyatroya bir gittim ki:
Dekor yapımını bizzat tiyatro çalı- Allah Allah, herkes Grand tuvalet giyinşanlarının üstlendiği oyunun, kostüm miş, süslenmiş. Herkeste bir heyecan var!
ihtiyaçları konusunda da İstanbul Şehir Meğerse ekipten biri evleniyormuş, saat
Tiyatrosu ve Muhsin Ertuğrul yardımcı on üç te nikâh var, ona yetişmeye çalışıoldu. Bünyamin Satanoğlu, İsmail Ök- yorlarmış. Beni aldıkları gibi kostüm odake’yi görevlendirerek İstanbul’a gönderdi. sına götürdüler, hep bir elden kostümleri
Aslında kostümleri vardı fakat içlerine toparladık. Kısa sürede oradaki işim bitti.
sinmemekteydi. Her şeyin mükemmel ol- Onlar nikâha gittiler, ben de içi kostüm
masını isteyen amatör ruhları, imkânsız- dolu çuvalımı alıp, beni heyecanla beklıklardan imkân yaratmak için durmadan leyen ekip arkadaşlarımın yanına Adana’
mücadeleye devam ederdi.
ya döndüm. Sabaha karşı beşte vardım.
Yorgundum, açtım, susuzdum ama arkaİsmail Ökke olayı şöyle anlatıyor:
daşlarımı uyandırmamak için tiyatronun
BÜNYAMİN SATANOĞLU
121
kapısının önünde uyudum. Sabah kapıyı
bir açtılar ki ben orada kostümlerle birlikte önlerinde… Bir sarmaş dolaş olduk. Bir
mutluyuz! Hemen işe giriştik... Akşama
oyunumuz var.”
Yaklaşık iki ay üstünde çalışılan oyun,
başarıyla sahnelendi ve Ziyapaşa Tiyatrosu faaliyetlerine titizlikle ve aşkla devam
etti…
BİR SALON BİN KAVGA...
Ziyapaşa Tiyatrosu o zamanda tek
amatör tiyatro topluluğu değildi. Bir sezon
sonra, diğer topluluklar da, salon paylaşım savaşına girdiler. Hâlbuki sezon açılırken, Ziyapaşa Tiyatrosu “Kapımız herkese
açıktır’.’ şeklinde bir dostluk eli uzatmıştı.
O dönemde sessiz kalan diğer gruplar,
sonradan problem çıkarmaya başlayınca;
tiyatro salonu ortak kullanıma açıldı. Buradaki en büyük sorun; bugüne dek birbi-
122
ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II
riyle hiç anlaşamamış, bugünden sonra da
anlaşması mümkün olmayan toplulukları
bir araya getirmeye çalışmakla başlamıştı.
Kişisel çatışmalardan üretim gücü düşmüştü. Bir süre daha mücadele ettikten
sonra, Ziyapaşa Tiyatrosunun son oyunu
olan ‘’Fareler ve İnsanlar’’ın hemen ardından, bir basın bildirgesi yayınladılar. Ziyapaşa Tiyatrosu düşüncelerini, bildirgede
şu şekilde ifade etmişlerdi:
Bu yazı, aynı zamanda bir veda yazı- tu. Yârinden ayrı kalmak ona yaramamışsıydı ve ilkelerine bağlı olarak yaşamış bir tı. Sonrasında işinden de ayrıldı. Ardıntopluluğun, yanlışlara karşı dik duruşuy- dan da boyacılık yapmaya başladı.
du…
Daha öncesinde hobi olarak akvaryuYENİDEN HAYATA DÖNDÜREN
munda beslediği balıklar, ona terapi göBALIKLAR...
revi görmüşlerdi. Boyacılığın tek başına
yapılamayacağını anlayınca, akvaryumcu
Artık tiyatro yapmak çok zorlaşmıştı... dükkânı açmaya karar verdi. Elinde serPolitik sebepler, oyunların sürekli irde- mayesi, dükkân kirası olmayınca, Nuri
lenmesi, önünün kesilmesi, diğer amatör Özaydın: “Ya Bünyamin madem dükkân
tiyatrolar arasındaki çekişmeler. Hal böy- bulamıyoruz, evdeki balıkları, akvaryumleyken daha fazla dayanamadılar. Yürek- ları yengenin piko işi dükkânına getir, serlerini ortaya koydukları tiyatro, imkânsız maye edinene kadar orada çalışırsın” dedi.
bir aşk haline gelmişti. Bu dönem, Bünyamin Satanoğlu’nda büyük bir depresyon
Onlar böyleydi! Herkes birbirini düşüyaratmıştı. Çalışıyordu çalışmasına ama nür, birbirine yardım ederdi. ‘Biz’ olmayı
hayatında çok büyük bir boşluk oluşmuş- o kadar benimsemişlerdi ki, birlik bera-
“İki sezon, elimizdeki olanakları değerlendirmeye çalıştık. Kıt olanaklar, bizim
daha iyiye, daha güzele, daha doğruya
yaklaşmamızı engelledi. Biz, Adana Belediyesi - Ziyapaşa Tiyatrosu çalışanları,
elimizden geldiğince, gücümüz yettiğince, halkımıza bir şeyler vermeye çalıştık.
Emeğimiz, temel kaynağımız oldu. Doğrulardan ne pahasına olursa olsun ödün
vermedik, vermeyeceğiz de.”
BÜNYAMİN SATANOĞLU
123
berlikleri her anlamda devam etmekteydi.
dükkânda rahmetli Diş Hekimi Hasan
Basri, Diş Hekimi Mümtaz Eren, Recai
Akvaryumları piko dükkânına taşıdı. Abi, Abdurrahman Abi var. Sohbeti kayKirayı paylaşarak uzunca bir süre işleri natıyoruz. Akvaryumu da hazırlamışız,
devam ettirdiler, ta ki gerekli sermayeyi adamı bekliyoruz. Adam geldi ücretini
ödedi.
Adam da bir o kadar şaşırdı! Tabii ki
biz arka tarafta gülmekten yıkılıyoruz.
Çok güzel günlerdi! Dostluklar da güzeldi.
EVLİLİK VE ÇOCUKLAR
Satanoğlu kırk yaşına gelmişti. Hemen
hemen bütün arkadaşları evlenmişti. Bir
gün annesi ona “Korelya” adında, yirmi iki
yaşında güzel bir genç kız gösterdi. 1980
yılında nişanlandılar, 1981’de de evlendiler. Düğünleri evlerinde oldu. Düğün davetiyesini ise eve gelenlere verdiler. Evlendikten bir sene sonra ilk çocukları, Toros
dünyaya geldi. İki sene sonra da güzeller
güzeli kızları Gülvar... İki ayrı dünya birleşip, yeni kocaman bir dünya oluşturmuşlardı. Artık tam bir aile idiler. Tek özlemi
vardı; Tiyatro...
biriktirene kadar… Bundan sonraki iş hayatı, balıklar üzerine şekillendi. Arı Sineması sokağında ‘Aksan Akvaryum’u açtı
ve yeni işine adadı kendini…
AKVARYUM İŞİNDEN TATLI BİR ANI
“O zamanlar, dükkân dostlarla dolar
taşardı… Benim için zaten ticaretten öte,
bu bir hobiydi aynı zamanda. Kim işinden
fırsat bulursa, soluğu yanımda alırdı. Sohbet eder, güler eğlenirdik. Bir gün akşam
üzeri bir adam geldi. Ertesi gün almak
üzere akvaryum siparişi verdi. O günde,
124
ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II
O sırada Mümtaz: ‘’Araba var mı?’’ diye
sordu. Adam ‘var’ deyince, kucakladı akvaryumu arabaya doğru yöneldi. O sırada
adama, biz dedik ki: ‘Yardım eden arkadaşa da beş lira bahşiş ver.’ O andan itibaren
pusuya yattık, Mümtaz’ı izliyoruz. Acaba
ne tepki verecek diye merakla bekliyoruz.
Mümtaz akvaryumu arabaya yerleştirir
yerleştirmez, adam cebine parayı sıkıştırdı. Mümtaz şaşırdı! ‘Ne yapıyorsunuz
beyefendi? Ben diş tabibiyim! Burada arkadaşa yardım ediyorum!’ dedi.
Adam da bir o kadar şaşırdı! Tabii ki
biz arka tarafta gülmekten yıkılıyoruz.
BÜNYAMİN SATANOĞLU İÇİN
TİYATRONUN ANLAMI
“Tiyatro benim her şeyimdi. Yaşam biçimimdi. Komünal çalışırdık. Yemeği beraber yer, aynı sigarayı içerdik. Bütün mesele gönül vermekti. Emeğimiz ve tiyatro
bizim için kutsaldı. Nuri Özaydın’ın anası
vefat etti, aynı gün oyuna çıktı. İçi kan ağlamıyor muydu? Anasını sevmiyor muydu? Ama akşam bir oyun vardı ve bu bir
disiplindi. Kişi ancak kendi öldüğünde rolüne çıkamazdı. Kurallarımız vardı! Tiyatroya içkili gelinmez, siyaset konuşulmazdı. Bizler o günlerde çok az imkânlarla,
çok güzel işler çıkarmaya çalıştık. Alın terimizi döktük. Üç kişiye de oyun oynadık,
on beş kişiye de, altı yüz kişiye de, bin beş
yüz kişiye de. Dedim ya, tiyatro kutsaldı.
Biz de sonuna kadar saygı duyuyorduk ve
seviyorduk... Ben tek başıma hiçbir şey
yapmadım ama biz çok şey yaptık. Gönülden bağlandığınıza emek sarf ederseniz, o
dünyanın en güzel şeyi haline gelir. Bizim
hayatımızdaki en özel şey de tiyatroydu ve
yerine bir şey koymak mümkün değildi.”
BÜNYAMİN SATANOĞLU
125
126
ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II
127
TİYATRODA UNUTAMADIĞI
ANILAR
“27 Mart Dünya Tiyatrolar Gününde,
Dost Oyuncularla bir oyun sergilemeye
karar verdik; bin beş yüz kişi var salonda.
Başrolü oynayacak arkadaş alkollü geldi,
dünya başıma yıkıldı sanki. Yasaklarımızın
başında gelen kuralımızı ihlal etti. Oraya gelen her bir insana, saygısızlık olarak
kabul ettiğimiz bir durumdu bu ve kabul
edilemezdi. Tartıştık. O gün benim tiyatro hayatımda, en üzülerek anımsadığım
anılar arasındadır. Ölene kadar da unutabileceğimi sanmıyorum! Ama çok güzel
anılarımızda oldu. Mesela yetmiş iki senesinde ‘Bozuk Düzen’i oynuyoruz. Sıkıyönetim var o dönemde, oyunun içeriğini
bilmeden, isminden dolayı oynamamıza
izin vermediler. Sıkı Yönetim Komutanına gittim. Oyunun siyasi içerikli değil, bir
aile düzeninin bozukluğunu anlattığını,
oyunu oynamamıza izin verilmesini istedim. İzni aldım almasına fakat afişler kaldırılmıştı. Seyircilerin haberi yoktu oyundan. Kadro yirmi kişi civarı idi. Kullanılan
ışıklardan seyirciyi göremiyorsunuz. Biz
de bakmaya korkuyoruz zaten, kaç kişiye
oynadığımızı bilmiyoruz. Birinci perde
kapandı. Hala cesaret edip bakamıyoruz,
kaç kişi gelmiş diye. Ama orada seyirci
varmış gibi oynamaya devam ediyoruz.
Oyun bitti. Ön sırada, on beş kişi vardı
alkışlayan. O, on beş kişi abartısız bize on
beş defa perde açıp kapattırdılar, ayakta
alkışladılar. Benim de bir huyum
128
ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II
var; oyun sonrası seyirciyle hasbihal etmeyi çok severim. Teşekkür edip aralarına girdim. Bana sordular: ‘’Adana’da
gerçekten tiyatro yok mu? Seyirciniz bu
kadar mı?’’ “Pardon” dedim, “siz Adanalı
değil misiniz?” Meğerse Ankara’dan Adana’ya gelmiş, bir gruba oyun sergilemişiz.
Bu da gülümseyerek anımsadığım anılarımdan biridir.”
DÜNYA TİYATRO GÜNÜ:
Dünya Tiyatro Günü 1961’de Uluslararası
Tiyatrolar Birliği (International Theatre Institute) tarafından yaratıldı. Her yıl 27 Mart günü ITI
merkezleri ve dünya çapında tiyatro grupları tarafından kutlanmaktadır. Pek çok ulusal ve uluslararası etkinlik kutlamalarda yer almaktadır. En
önemli etkinliklerden biri, dünya çapında başarı
kazanmış bir tiyatro oyuncusu, yönetmeni veya
yazarın yazdığı evrensel bildirgedir. İlk bildirge
1962’de Jean Cocteau (Fransa) tarafından yazılmıştır.
129
ADANA’YA GÜÇ VERMEK
tiyatroları oynadılar.
Sohbet ettiğim onca zaman içinde, hiç
“ben yaptım” cümlesini kurmayan birinin
yaptıklarını, yine sadece o yapmış gibi
ifade etmek mümkün değil! Hep dilinde arkadaşları var. Biz emek verdik, biz
yaptık, biz hep beraber yaşadık diyor her
cümlesinde. Adana’da o dönemlerde yolu
tiyatrodan geçmiş, herkes tanır onu. Çok
kişide emeği vardır. Hiç bahsetmese de
bilirim. Duyarım...
TİYATRODA EN ÇOK SEVDİĞİ
OYUNU SORDUM
“Bütün oyunları seviyordum fakat ‘Bozuk Düzen’de bir diyalog vardı ve bana
daha yakındı.”
“Ben hiçbir şeyden zevk almayan, her
şeyi kendine dert edinen, boktan herifin
biriyim.”
Atatürk Parkı içerisinde kurulan Türk BENİM GÖZÜMDEN BÜNYAMİN
Kültür Derneği, onların öncülüğünde SATANOĞLU
faaliyete geçmişti. Halk Evi bahçesinde
betondan sahne kurup, yazlık tiyatrolar
İlk tanıştığımda sert mizacı, keskin dili
oynadılar.
beni ürkütmedi değil. Ama bu projede beraber çalışmamız gerekti ve benim onu en
Adana’da ilk tavanı olan sahneyi, onlar güzel şekilde anlatmak için, yine onu anlakurdular. Ocak, Gel de Borunu Öttür, Fa- maya ihtiyacım vardı. Bu yüzden korkuyu
reler ve İnsanlar gibi oyunları da oynadı- bir kenara bırakıp, anlattıklarından ziyalar. Yine Adana`da ilk dört duvarlı sahneyi de, anlatırkenki mimiklerini incelemeye
onlar yaptılar. (Tatar Ramazan)
başladım. İlk görüşme bittikten sonra
ikinciyi iple çektiğimi fark ettim. Huysuz
Tarsus Belediyesi Şehir Tiyatrosunun ve aksi olduğunu iddia eden adamdan öğve Ceyhan Belediyesi Şehir Tiyatrosunun renecek çok şeyim vardı. Anılarını dinleKurulmasına ön ayak oldular. Köylerde ve dikçe ve onu anlamaya başladıkça, bazı
okullarda tiyatro sahnelediler.
şeyler yüreğime dokunur oldu.
Adana’da ilk tiyatro şenliğini onlar
yaptılar.
Sinemanın popüler olduğu dönemde,
sinema salonunda oyunlar oynadılar. Ulus
Parkında, Yakup Ataözü ile birlikte tülüat
130
ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II
TÜLÜAT TİYATROSU:
Olay örgüsü bilinmekle birlikte, bir metne dayanmayan ve doğaçlama olarak oynanan sahne
sanatıdır.
Fark ettim ki dediği gibi huysuz ve aksi
değil, aslında gerçek bir yürek taşıyan,
karşımda duygusal bir adam vardı. Önce
onu kızdıran şeyleri keşfettim; yalana, dolana, riyaya tahammülü hiç yoktu…
O zaten dürüstlüğü kendine ilke edinmiş bir adamdı. On liralık malı, yirmi liraya satmaz, hasta balık varsa müşteriye
vermez. Bir arada yaşayamayan balıkları,
aynı akvaryumda para kazanmak uğruna satmaz. Paradan çok insana ve insani
değerlere önem verir. Emeğine sahip çıkmasını bilir, çıkamayana da ateş püskürür.
Sonra onun insanlara neden huysuz davrandığını anladım. O kadar çok ihanete
uğramış ki; duvar örmüş etrafına, bir daha
kalbine yaklaşıp da onu yerle bir etmesinler diye. İnsana, düşüncelere, emeğe saygı
duymayı öğrenmiş bir adamdan, ben büyük bir hayat dersi aldım. Onun gözüyle
bakabildiğimde, ancak içindeki güzelliklerin hepsine vakıf olabildim…
Bana kattığın her şey için teşekkür
ederim Bünyamin Abi!..
Kâh ağladım kâh güldüm hatıralarında yüzerken
Büyük bir aşk vardı
Bense onun aşkına hayran bir göz
Bir kalemdim artık...
BÜNYAMİN SATANOĞLU
131
Download