yakın tarihimiz - Atılım Üniversitesi

advertisement
YAKIN TARİHİMİZ
Konu: Yakın Tarihimiz
Konuşmacı: Turgut Özakman
Tarih: 06.04.2009
Yer: Atılım Üniversitesi Seyhan Cengiz Turhan Konferans Salonu
Atılım Üniversitesi Kültür Müdürü Mustafa Kömürcü: Sayın Rektör Yardımcımız,
Çok Kıymetli Öğretim Elemanları, Sevgili Öğrenciler, üniversitemizin 2009 Akademik
Yılı Bahar Dönemi Etkinlikleri kapsamında planlanan ve Sayın Turgut Özakman’ın
gerçekleştireceği “Yakın Tarihimiz” konulu konferansa hepiniz hoş geldiniz. Turgut
Özakman 1 Eylül 1930 tarihinde Ankara’da dünyaya geldi. Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesini bitirdi. Bir süre Avukatlık yaptı. Köln Üniversitesi Tiyatro Bilimi Enstitüsüne
devam ettikten sonra Devlet Tiyatrosuna Dramatör olarak girdi. TRT’de Merkez
Program Daire Başkanlığı, Genel Müdür Yardımcılığı, Devlet Tiyatrolarında Genel
Müdür Başyardımcılığı ve Genel Müdürlük yaptı. 1988–1994 yılları arasında Radyo
Televizyon Yüksek Kurulunda Üyelik ve Başkan Yardımcılığı görevinde bulundu.
Uzun yıllar Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümünde
kadrolu öğretim görevlisi olarak çalıştı ve Dramatik Yazarlık dersleri verdi. Üstün
Hizmetleri nedeniyle 1998 yılında Anadolu Üniversitesi’nce ve 2007 yılında Ankara
Üniversitesi’nce Fahri Doktor unvanı verilen Özakman sayısız eserlere imza attı.
Eskişehir Belediye Başkanlığı’nın 2002 yılında açtığı ikinci tiyatroya Turgut Özakman
Sahnesi adını verdi. 2006 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Turgut Özakman’a
Üstün Hizmet Ödülü verdi. 2005 yılında piyasaya sürülen 50 yıla yakın bir sürenin
emeği olan ve Kurtuluş Savaşı’nı romansı bir dille anlatan “Şu Çılgın Türkler” adlı
belgesel roman neredeyse Cumhuriyet tarihinin en çok satan kitapları oldu. Turgut
Özakman evli olup üç çocuğu ve üç torunu vardır. Şimdi konuşmalarını yapmak
üzere Sayın Özakman’ı mikrofona davet ediyorum.
Sayın Turgut Özakman: Sayın Yöneticiler, Sayın Hocalarım, Sevgili Öğrencilerim;
hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum. Yakın tarihimize gelebilmek için çok kısa bir
tarih gezintisi yapalım. XVI. Yüzyıl: Osmanlı İmparatorluğu’nun muhteşem dönemi
Kanuni Sultan Süleyman Dönemi; bir ucumuz Viyana’da, bir ucumuz Cebeli Tarık’ta,
öbür ucumuz Aden Körfezi’mizde dünyanın en güçlü devletiyiz. En büyük savaş
gemilerini biz yapabiliyoruz, en büyük topları biz döküyoruz. Aklınıza gelecek her
konuda dünyada en ileri toplum, en ileri devlet Osmanlı Devleti; Kanuni Sultan
Süleyman’ın muhteşem kadrosu deniliyor. Kaptanı Deryası, Barbaros’u, Mimar
Sinan’ı, Şairi Baki; yani muhteşem olmamak Kanuni Sultan Süleyman’ın elinde
değilmiş. Şimdi öyle bir ülke ticaret yolu Anadolu’dan geçiyor. Biz uzun bir yürüyüşten
ve hanedanı değiştire değiştire Orta Asya’dan Anadolu’ya gelmişiz. İşte Büyük
Selçuklu Küçük Selçuklu Devletini, beylikleri yaşamışız sonunda Osmanlı’yı
kurmuşuz. XVII.-XVI. yüzyılda bu muhteşem düzeye ulaşmışız. Avrupa’nın hiçbir
devleti Osmanlı’yla dövüşmek için tek başına gelemiyor, toplanıp geliyorlar hiçbiri
yenebilmiş değil. Parantez açarak bir şey söylemek istiyorum. III. Selim’le ilgili
eskiden yazılmış bir oyunda iki kişi konuşuyor. Biri ötekine diyor ki “Bizim atalarımız
çok kahramandı iki kere Viyana’ya gittiler”. İkincisi de diyor ki “şimdi iadeye ziyarete
geliyorlar”. Polatlı’ya kadar geldiklerini hatırlatayım size bu iadeyi ziyaretin. Biz o
sırada XVII. yüzyıla girdiğimiz çağda şuanda paylaştığımız, emrinde olduğumuz için
de paylaştığımız bilimin parladığı bir zaferdir. Batı medreselerini üniversiteye
dönüştürüyor. İnsanı evreni doğayı araştırıyor. Biz ona karşılık medreselerimizden bu
tarihe kadar var olan müsbet bilimleri itiyoruz uzaklaştırıyoruz, geride yalnız dini
1
eğitim kalıyor. Aklın özgürlüğünü yok ediyoruz. Aklın önüne hurafeyi koyuyoruz inancı
koyuyoruz. Batı tam tersine aklı bütün, özgürlüğünü biliyoruz. Bunu da kolay
yapmıyor ama yapıyor. Rönesansını yapıyor, reformunu yapıyor, sanayi devrimini
yapıyor. Biz bütün bu sırada ne yazık ki uyuyoruz. Öyle bir dönemki tarihte o dönem
durmak düşmek demektir. Biz düşmeye başlıyoruz. Bizim tarihçilerimizin duraklama
dönemi diye çok şefkatli bir terimle anlattığı o dönem aslında duraklama dönemi
değil, inanılmaz bir hızla geri kalma dönemi. III. Mustafa çok yurtsever bir padişah
ama zihniyetini anlatmak için bir örnek vermek istiyorum. Bizim bütün yenilgilerimizin
acısını çekerken bunları sadece bizim yıldız falcılarımızın yetersizliğine bağlıyor. O
sırada da 7 Yıl Savaşları yapılmış, Büyük Frederick Prusya’da çok başarılı bir
komutan olarak parlamış ona özel olarak bir olağanüstü elçi yolluyor. Alman yıldız
falcısı istiyor ki artık Osmanlı da var savaşlarda eğitimde galip gelsin, bilimde galip
gelsin bu gerileme dursun. Büyük Frederick’in çok nazik bir cevabı var diyor ki: (yıldız
falcıları müneccim diye tabir ediliyordu o zaman) “Müneccimlerle çalışıyorum. Benim
ki üç tane onlarla hareket ederim, padişahımızın da bu üç falcıyla hareket etmesini
tavsiye ederim. Sayıyor; bir güçlü bir ordu, iki dolu bir hazine, üç ciddi bir tarih bilgisi.
Şimdi hazinemizin ne halde olduğunu biliyorsunuz. Ordumuz güçlü, tarih bilgimiz
sıfırın altında yani Büyük Frederick’in yeniden bu üç müneccimi bize yollama zamanı
galiba. Bu kitapta yakın tarihimizle ilgili yalanlar var. Göstermeye getirdim yani
yalancılığımızın boyutunu kalınlığını bilin; büyüklüğünü ağırlığını anlayın diye. Tarihte
hiçbir millet hiçbir millet kendi yakın tarihinde böyle oynamış, böyle değiştirmiş tersine
çevirmiş sahte belgeler imal etmiş değildir. Onu biz başardık. Osmanlı İmparatorluğu
gibi tarihte o ihtişama ulaşmış bir devleti de sonunda 1912’deki o Balkan
Savaşı’ndaki zavallı devlet haline dönüştürmeyi de biz başardık. Tarihte başkası
yoktur o güçte bir İmparatorluk giderek bu Balkan Savaşı’nı yapan küçülmüş
topluiğne bile yapamayan bir devletçiğe dönebilir mi? Döner eğer siz çağa ayak
uydurmuyorsanız, eğer çağın gereklerini anlamıyorsanız siz başka bir dünyada
yaşıyorsanız, dua ederek niyaz ederek Allah’a güvenerek her işi çözmeye
çalışıyorsanız sonunuz ölümdür. Osmanlı İmparatorluğu Balkan Savaşı’nda
gerçekten ölümün tadını tattı. İki büyük ordumuz vardır ve karşımızda da bizim üç
buçuk yıl önce kurulmuş üç buçuk yeni devletin orduları vardı. Avrupa hemen, Avrupa
Osmanlıların geleceğini düşünerek asla bu savaşın sınırlarını geçmeyecektir dedi
ama sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nun bu iki dev ordusu inanılmaz bir şekilde
bizim hem askerliğimiz için hem devlet yönetimimiz bakımından yüz karası büyük
yenilgidir bu Balkan Savaşı. Yani hiç bir homojenlik taşımayan kendi içinde
paramparça iki ordu, gerçeği hiçbir şekilde görmeyen, göremeyen, görmek için gayret
sarf etmeyen bir yönetim. Tarihteki İstanbul Belediye Başkanı Başkomutan Nazım
Paşa; savaş çok ağır çok önemli bir olay yani biz İstanbul’da zaten daha her şeyimiz
eksikken bile savaşa girersek merak etme bir hafta sonra Sofya’dayız. Yataklı
vagonlar şirketinde yerimizi ayırttık bile. Şimdi Başkomutan olaya böyle bakıyorsa
yenildiğimiz savaşta çok az. Bizim en Batı’daki Rumeli’deki ordumuz Bulgaristan’a
kaçarak kurtulabilen oradan gemilerle Türkiye’ye getirildi 150 bin kişiden geri dönen
30 bin kişiden Edirne civarındaki ordumuz Çatalca’ya kadar İstanbul kapılarına kadar
geri döndü. Hem bizde hem de Bulgarlarda kolera hastalığı başladığı için savaşa bir
durgunluk geldi. İşte o sayede biraz planımızı kurtardık İstanbul’u Bulgarların eline
teslim etmemek olduğunu o tarihteki İstanbul’u bu Rumeli kaybetmiş Türklerin acısını
hepsini bir düşünün. Salih Bozok Atatürk’ün yaveri diyor ki “Bir gün Selanik’in bizden
gideceğini aklımızın ucundan bile geçirmiyorduk. Bir baktık Selanik bizim değil artı.”
Sınırların değişmeyeceğini söyleyen büyük devletler Osmanlı yenilince Ermeni
sınırlarının değiştirilmesine razı oldu ön ayak oldu ve son tek kuruş taşına kadar Türk
2
ve Müslüman olan Edirne’yi de Bulgarlara bırakıyor. Bu Türkiye’de inanılmaz bir
duygu patlamasına yol açtı buna inanamadım. O zaman ki Osmanlı, ya da Türk halkı,
ya da İstanbul, ya da bütün Anadolu insanları Osmanlı Devleti’ndeki tebaasındakileri
ne isim verirseniz verin Edirne’nin Bulgarlara veriliyor olması, içinizde Selimiye’yi
gören varsa bunun ne anlama geldiğini bilir. Dünyada yapılmış en güzel mabet en
güzel mabet Sinan’ın yani baş ustalık eseri. Uzaktan görünce bile insanın içi titriyor.
İşte o bir uyanış oldu bir diriliş oldu, çağı anlamak için bir gayret oldu. İşte Türkler
hakkında yazılmış kitapların çevirisi başladı, konferanslar başladı, tartışmalar başladı.
Çeşitli dernekler kuruldu. Dergiler çıkarıldı. Kadınlarımız da bu kavganın, bu
tartışmanın, ya da bu gelişmenin, bu direnişin içine katıldılar. Onlar da ayrıca kendi
eşitlik haklarını bu vesileyle ortaya sürerek yurttaş olarak paylarına düşeni yapmak
istediklerini belirttiler. Sonuç itibariyle biz o koca Osmanlı İmparatorluğu sonunda
Edirne’yi bile terk etmiş olarak İstanbul’da ve biraz da Anadolu’da Osmanlı için
Anadolu Anavatan değildi; Osmanlı için Anavatan İstanbul’du. O yüzden belki bizim
her şeyimiz İstanbul’da toplanmıştı. İstanbul’da o tarihte Anadolu’da o tarihte 3.800
km uzunluğundaki demiryolu vardı ama 1 km’si bizim değildi. Bir tek Türk makinist
yetiştiren söz konusu değildi yoktu, özel olarak getiriliyordu. Belki bir not olarak
aklınızda kalır. Balkan Savaşı sırasında ordu, Edirne ve ötesi Rumeli’de dövüşürken
her şeyin depoların olduğu yer İstanbul’da olduğuna göre oraya biz ilaç yollayabiliriz,
mühimmat yollayabiliriz, doktor yollayabiliriz, silah yollayabiliriz. Bunun içinde Sirkeci
Edirne Demiryolu var, bunlardan kolay ne var dünyada en kolay ulaşım aracı. Ama
onu bir Fransız şirketi işlettiği için Osmanlı ordusunun bu demiryolundan
yararlanmasına izin vermedi. Türkiye’yi 30 yıldır 40 yıldır yönetenler tarihimizi
bilmedikleri için biz çok endişe etmeliyiz. Sadece bunu bilseler birtakım temel
değerlerimizi satmaktan cayardı. Sonra kara günde bunların nasıl tersine döndüğünü,
çünkü çok yaşadık. Bu söylediğim örnek binlerce örnekten sadece bir tanesi ama biz
tarihimizi bilmiyoruz ya da yalan tarihleri sahte tarihleri uydurma tarihleri biliyoruz. I.
Cihan Savaşı Balkan Savaşı’ndan çıkmışız erzak depoları boşalmış, mühimmat
yeteri kadar çok değil, Avrupa’da bu ağır makineli tüfek daha yeni kullanıma girmiş.
Onun stratejik ve taktik kullanımı hakkında yeteri kadar tecrübe edinmemiş ama
sayısı bile çok az bizde. Ama ordumuzu ağır ağır Almanlara emanet etmişiz iyice
yetiştirsinler diye. Bir devletin ordusu bir yabancı ülkenin subaylarına ve yöneticilerine
emanet edilirse o devletin batması çok doğaldır. “Türk subaylarının bilmediği her sırrı
Alman subayları biliyordu” dedi Türk Genel Kurmayı, Enver Paşa Genel Kurmay
Başkanı olduğu zaman işte Almanlara karşı bir zaafı vardı. Almanların asla
yenilmeyeceğini sanıyordu, umut ediyordu. Almanlar da kendilerinin asla
yenilmeyeceği iddiasındaydılar. Bakınız dünyada Alman Kurmaylarının Alman
askerlerini çok üstün olduğu hakkında bir ön yargı var bu bazı kitaplarda hala geçer.
İki kere Dünya Savaşı açtılar ikisinde de yenildiler. Bu iki büyük çok büyük şiddetli
gerçek, Alman Kurmaylarının ne seviyede olduğunu göstermeye kanıt bence. Şimdi
ve sonunda bizim genel olarak kulaktan kulağa anlatılan tarihimizde bazı magazin
tarih kitaplarında, hatta bazı tarih kitaplarımızda Yavuz geldi Amirali de Alman’dı,
onlar bir emri vaki yaptılar Rus limanlarını gidip bombalayarak Osmanlı Devletini
savaşa girmesini bir oldubitti yaparak sebep oldu diye anlatılıyor bu doğru değil.
Doğru olanı şu: Bu Türk donanması o Alman Amiralin komutasında Türk gemilerinde
10–13 Türk gemisinin de katılmasıyla Rus gemilerini Enver Paşa’nın yazılı emriyle
bombardıman yaptılar. Biz kendimiz istedik o felaketin içine girmeyi. Sonunda da
Ruslar Doğu sınırından geçerek bizim bu limanlarımızı bombalamamıza cevap
vermiş oldular ve 3 Kasım günü de İngiliz Fransız müttefik gemisi de gelip Çanakkale
Boğazındaki dört taburumuz var onları bombardıman ederek onlar da bize böylece
3
fiilen savaş ilan etti ve biz I. Cihan Savaşı içine 1,5- 2 milyona yakın insanımızı bir
seferde asker altına aldık asker yaptık. Ama bizim o kadar insana verecek elbisemiz
yoktu, o kadar insana verecek postalımız yoktu, o kadar insana verecek silahımız
yoktu. Nereden bakarsanız bakın çok talihsiz bir hesapsızlık bir romantizmin büyük
bir hayalciliğin akıbetini yaşamaktayızdır. Türk Tarihinde bu hayalperestler Türkiye’yi
mahvetmişlerdir. Onların karşısında Allah’tan gerçekçiler çıkıp da felaketlerden
çıkarıp tekrar ortaya koyuyorlar. Atatürk bu son gerçekçilerden biri tarihini iyi bilen
hayale kapılmama hem milletinin gücünü bilecek, hem devletin gücünü bilir hem
karşısındakinin gücünü hayalini emelini bilen tarihten örnek alır tarih bilinci olmadan
toplumları devletleri yönetmek kesinlikle mümkün değil. Siz inşallah burayı
bitireceksiniz daha yüksek eğitimler için yurt dışına gideceksiniz. Oradaki insanları
bakınız kendi ülkelerinde tarih okuyan insanlar ne kadar iyi biliyorlar. Ben 10 yıldır
üniversitede birinci ayın sonuna doğru yeni gelen öğrencilerime kapitülasyon nedir
diye soruyorum. 10 yıldır da bir tanesinden bile cevap alamamıştım. Lozan’da
kapitülasyon kaldırdığımız için biz 80 yıldır bayram ediyoruz. Ama şimdi çocuğumuz
kaldırıldığı için bayram edilen kapitülasyonun ne olduğunu bilmeden geliyor liseden.
Böyle bir lise eğitimi olmaz. Ama lise eğitimi de önemli bu bakanlığın başındaki Milli
sıfatın hiçbir anlamı yok, o adet olsun diye geliyor. Milli bir eğitim başka türlü bir
eğitim onun için, siz eğer tarihinizle ilgili doğru bilgilere erişemiyorsanız bilmiyorsanız
eksikse bu sizin günahınız değil. Bu bizim günahımız biz size gerekeni anlatmayı
başaramadık. Ama size düşen de bir şey var bir bireysel tırmanış, bir bireysel yırtış
var; okuyarak, düşünerek, tartışarak, sorarak, doğruyu öğrenebilirsiniz. Yanlış
kitapların peşinde gitmezseniz dedikodulara kulak asmazsanız tarih dedikoduyla
falan filan konuşmaz çünkü tarih çok ciddi bir olaydır. Her iddianın mutlaka bir belgesi
inanılır sağlıklı tartışılmaz bir belgesi olması gerekir. Yani mütareke dönemini şimdi
ben de yazıyorum. İşte Ahmet’te, Mehmet’te, Ayşe’de, Fatma’da yazıyor. Aramızda
da görüş farkları oluyor. Bunların bir kısmı mütareke böyle olmadı, söylüyor vs biz
peki mütarekeyi yaşamak gereği yaşamadığımıza göre neye dayanarak anlatıyoruz
mütarekeyi eldeki belgelere göre. Peki, belgelerin yalnız bir kısmını bakıp diğerlerini
kenara koyarsanız tarihçilik olur mu? Bu tarihe şaşı bakmak, tek gözle bakmak ya da
hiç bakmamak olmaz mı? Ama biz şuanda öyleyiz. Günlük gazetelerimizde,
internette yazılar var, ben şaşırıyorum. Türkiye şuanda giyim kuşamdan sonra bir iki
genç yazar yetişti tiyatroda. Sinemada da öyle senarist yok tabii ki bunlar keşke o
boşluğu doldursalar, o yaratıcılıklarıyla, o hayalleriyle bu meslekte çalışsalar ne iyi
olur, tarihi bir kenara koyup tarihimizi kirletmeseler; neler söylüyorlar. Şimdi I. İnönü
Savaşı’nın olmadığını iddia ediyorlar; yok böyle bir şey masa başında uydurulmuş. II.
İnönü Savaşı için de sonradan kurulan bir partinin kurucularından olan bir beyin
açıklaması var diyor ki “II. İnönü Savaşı oldu ama üç kişi öldü. Bir tanesi de sütçü
beygirinden düştü ondan öldü” diyor ve aynı adam işte bir parti kurarak Türkiye’yi
yönetmeye de talip oluyor bu bilgisiyle. Peki, bu karşınızdaki ihtiyar ne yapıyor
bunlara karşılık? Ben şöyle yaptım ben Yunanlıların bu konuyla ilgili bütün
kitaplarının çevirilerinden yararlandım. Sanıyorum iki ya da üç yılımı harp tarihi
dairesinde geçirdim. Oradaki kitapların fotokopisini de vermezler. Ben bunları el
yazımla hepsini çoğalttım. Yunanlı yenildiğini anlatıyor, mahvolduğunu anlatıyor,
nasıl kaçtığını anlatıyor, nasıl canını kurtardığını anlatıyor. Ama bizim güya tarihçimiz
olan insanlar böyle bir şey demiyorlar yenilmedik. Yunanlı yenildik diye bağırıyor
bizimkiler vallahi yalan katiyen yenilmediniz. Şimdi bunlar benim yurttaşım olabilir mi?
Kim bunlar? Bu yalanı ne amaçla söylüyorlar? Bakın sağcısı da söylüyor bunu,
solcusu da söylüyor. Tek taraflı bir yalan değil bu. Yani biz sahiden çok kahraman
yetiştiren bir milletiz ama çok da hain yetiştiriyoruz, çok da yalancı yetiştiriyoruz.
4
Bu zaafımızı bilmek zorundayız. Bir kitabın önsözünde diyor ki “Yunanlılar İzmir’e
Mustafa Kemal Paşa’nın el altından İngilizlere yaptığı tavsiye üzerine çıkmışlardır.”
Yani bunu söylemek için hain olmak yetmez daha ileri bir sıfat bulmak lazım. Benim
terbiyem daha ileri sıfat bulmaya açıklamaya engel oluyor ne yazık ki size
sığınıyorum, siz de bunu yorumlayın.
Şimdi Sakarya’da Mustafa Kemal düşmüş tam o sırada da Yunanlılar geri gittiği için
biz onlarda Sakarya zannediyormuş falan böyle. Atatürk’e karşı olunabilir Atatürk
eleştirilebilir. Ama yaptıklarını doğru anlatalım. Bazı yaptıklarını beğenmiyorsunuz
onları eleştirelim. Atatürk Kanunu Atatürk’ü eleştirmeye mani değildir. Atatürk’e
sövmeye manidir. Eleştirmek sövmek mi? Onun için size de tavsiyem, doğru kitapları
okuyunuz. Yani mütareke dönemini o devirdeki İstanbul Yönetimini doğrusunu
öğrenmek istiyorsanız Sina Akgün hocanın “İstanbul Hükümetleri ve Mütareke
Dönemi” kitabını tavsiye ederim size İngilizlerin bütün belgelerinden yararlanılarak
yazılmış çok ciddi bir kitap. Türk Devrim Tarihi’ni doğru öğrenmek istiyorsanız
Şerafettin Turan Hocanın “Türk Devrim Tarihi” kitabını mutlaka okumanızı tavsiye
ederim. Bunlar büyük tarihçiler Türk Tarihi’nin felsefesini ne olduğunu öğrenmek
istiyorsanız yaşayan en büyük tarihçimiz Halil İnalcık’ın kitaplarını okumanızı tavsiye
ederim. Evet, Osmanlı tarihçisi biraz Osmanlıcı olur. Şimdi Halil İnalcık’ın Osmanlıcı
olması gerekirken o büyük tarihçi olan bütün o perspektif içerisinde kalabiliyor. Yani
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını nasıl kaçınılmaz ve çok büyük mucizevî bir olay
olduğunu anlatıyor. Kaç kere anlattı. Bütün bunları en son bütün bu konudaki bu
yöndeki makaleler toplandı. Daha yenilerde geçen yıl kitap olarak basıldı, hepimiz
için ders olacak görüşler de var.
I. Cihan Savaşında Türk Ordusu kendini çok iyi yetiştirdi. Yani ilk defa biz vatan
kavgası verdik. Çanakkale’ye şimdiye kadar düşman mı geldi? Kudüs’e doğru
İngilizlerin ya da Bağdat’a doğru İngilizlerin yürüdüğünü düşünmek Osmanlı’nın
düşünemeyeceği bir şeydi oldu bütün bunlar ve Meriç’e doğru da Fransız Ordusu
Bulgarları da yenerek gelmek üzereydiler. Türk Ordusu kendini çok iyi yetiştirdi, çok
iyi eğitim gördü. Vatan sevgisiyle büyütüldü, vatan duygusuyla büyütüldü. Türk
Milliyetçiliğin özü yurtseverliktir bunu hiç unutmayın. Onun faşizm filan olduğu
söyleniyor; o
Milliyetçilik Fransızların, Almanların Milliyetçiliğidir bizim
Milliyetçiliğimizde öyle bir şey. Öyle olsa Türkiye bambaşka bir yer olurdu. Şimdi ama
devletin gücü dört yıl bir savaşı götürmek bile mucize olmuştur o tarihte, o yokluk
içerisinde. Onun için devletin gücü nefesi kesilince ordu da çaresiz yenilgiyi kabul
etmek zorunda kaldı yenildik de zaten. 7. Yıldırım Orduları Grup Kumandanı olan
Alman Liman von Sanders Paşa’nın anılarını okursanız Suriye’deki Türk Ordusunu
üç tane ordu var orada İngilizlerin karşısında. Üç ordunun toplam savaşçı sayısı
sadece 20 bin kişi yani bunu bilirseniz o yenilginin neden olduğunu da kolayca
anlarsınız. O tarihte Anadolu Dağları, Suriye Dağları ordudan kaçmış 400 bine yakın
asker kaçağıyla dolu bu bizim için iki olay çok önemli biri Sarıkamış olayı, işte o
hayalperest savaşçılık sonunda biz 60 ya da 90 bin kişi arasındaki insanı Allahuekber
Dağı’ndan kovduk eksi 30 derecede geçirmeye kalktığımız için geçirebilsek nefsi
müsait olsa oradaki Rus ordusunu yok edip galip geleceğiz, Kars’a gireceğiz daha da
ileri gideceğiz. Ama eksi 40 derece o zaman o cephenin insanları diyorlar ki bu
mevsimde bu dağların üzerinden kuş bile uçmaz. Biz koca bir kolorduyu geçirmeye
kalkıyoruz ve bu insanlar düşmanın bir tanesi bile düşmanın kurşunuyla şehit
olmamışlar ve Türk ordusunun düşüp devrilip ölenlerin parçalansınlar diye de kurt
sürüleri izliyor Allahuekber Dağı’ndan geçerken. Ne kadar çok insanımız gitti. Bu
kolordunun bir tümeni de Güney’den Irak’tan getirilmiştir.
5
Bu insanların üzerinde yazlık elbise vardı. Eksi 30 derecede yazlık elbiseyle
gidiyordu. Suriye’de en son 1918’de dövüşen tümenlerimizin ikisinin, üçünün,
dördünde de kışlık elbise vardı, artı 45 derece planlamamızın muhteşemliğine
bakınız. Bu Almanların yönettiği Genel Kurmayın planlarının sonucu ne oluyor bir
Türk Askeri bu yanlışlığı kendi kanıyla ödeyebiliyor, canıyla ödeyebiliyor. Çanakkale
bunların içerisinde tabii en dehşetlidir. Çanakkale bilincinde olmak insanın önüne
getirmek gibi hazır oldurmak gerek Çanakkale müthiş bir olay dünyanın dörtte üçüne
hakim bir kudret 18 Mart günü 18 zırhlı gemi zırhlı demek en az 600 kişiyle
çalıştırılabilir dev gemi demektir. Zırhlarının kalınlığı 15 ila 20 cm onu delecek
merminiz özel merminiz yoksa zaten ona sivrisinek vızıltısı gibi geliyor sizin attığınız
mermiler. 18 canavar gibi onun yanında onları koruyucu küçük savaş gemileri
havadan uçaklar geliyor. Zaten uçağın deniz üssünün denizaltının ve karanın bir
arada kullanılan bütün bu özel farklı silahların bir arada kullanıldığı ilk savaş
Çanakkale Savaşı. 22 tane uzun menzilli topumuz var, 137 tane ağır topumuz vardır.
O ağır toplar demode en yenisi 1908 modelli Alman toplarıdır. İki tane burada Alman
subayları da vardır. Hepsi saçlarını başlarını yolluyorlardı. Bu zırhlılar girdiği zaman
22 topumuzu da mevcut top başına 22 tanesi zırh delici mermi var o kadar. Nasıl olsa
her top elli mermiyle ne yapabilir ki tabii ki yol açılıp gelinecek İstanbul’a da
gelecekler. Bir Alman istihbarat ve harekattan sorumlu Alman subayı nasıl olsa
müttefik ordusu boğazı yarar geçer İstanbul’a gelir, bizi İstanbul’da yakalar öyleyse
biz şimdiden harbi Genel Kurmayımızı Kadıköy’e Haydarpaşa’ya taşıyalım. Orada
istim üstünde bir şey olsun bunlar Çanakkale Boğazını yarıp geçtikleri zaman
Anadolu yakasına fırsatını elde edelim diye de teklifte bulunabildik Almanları Türk
topçusuna Türklere bakışı böyle. Bir de Türk subayların bakışına bakalım. 22 top her
top başına 22 tane, elli tane de zırh delici mermi var. Türk subayı için bu büyük bir
servettir. Çünkü 300 yıldan beri hayatında bol bulamaç hiçbir savaş yapmadı. Ne
fabrikası var, ne harp atölyesi var, ne imalatı var, ne top dökümü var, hiçbir şeyi yok.
Öyleyse o zaten hep sıkıntı içerisinde bulup buluşturarak ekleyip kenetleyerek
yaşadılar onun için o elli mermi hakikaten servet. Ekip 18 Mart günü bu topların elli
merminin ancak üçte birini kullanmışlar, üçte ikisini de yedeğe ne olur ne olmaz diye
saklamışlar. Sonuç bu 18 gemi geldi önde dört tane beş tane İngiliz gemisi vardı.
Onlar 17 km kala durdular tabyalarımızda uzakta durdular. Çünkü bizimkilerin top
menzili ancak 16 km. Oradan rahatlıkla manevra yapar gibi büyük bir rahatlıkla hem
Çanakkale’deki tabyalarımızı hem onun karşısındaki Kilit Bayır’daki tabyalarımıza
ölüm yağdırdılar. İşte bu bunları toplarının menzilinin yetişmediği topçularımız
acizliklerinden, öfkelerinden, hınçlarından ağlayarak sığınaklarda bekliyorlar. Sonra
ikinci sıradaki Fransız 4 zırhlısı öne geçti. Onların amirali biraz atak bu biraz daha
yaklaştı 16–15 km yaklaşınca bizimkiler tekbirler içerisinde sığınaklarından koşup o
toprak yığınları altında kalmış toplarını temizleyip ateşe başladılar. Fransız Belgesine
göre söylüyorum: Beş dakika sonra dört Fransız gemisi de savaş dışı kaldı. Beş
dakika da, ondan sonra da üç gemi batırıldı beş gemi savaş dışı yapıldı. Amiral De
Robeck’in için bu büyük armadasının yarısına yakın gemi yok olmuş oldu. Sonunda
mağlubiyeti kabul ederek çıkıp gittiler. Tek bir İngiliz komutanı Hamilton diyor ki
“Sabahtan bandolarla neşeler içinde gelmiş olan İngiliz büyük armada, akşam bir
cenaze korteji gibi derin bir sessizlik içinde Çanakkale’den çekti gitti.” Bu inanılmaz
bir olay. O gün tabii zafer yemeği olarak da herkese Alman amiralleri kuru fasulye,
pilav herhalde üzüm hoşafı verilmiştir, zafer yemeğimiz bizim öyle. Zaferden sonrada
komutanların ellerini öper askerler, küçük rütbeli subaylar ve herkes kendi
komutanının elini öperek bu zaferi kutlamıştır. Şükür secdesine varmışlardır
namazlarını kılmışlardır.
6
Ertesi gün için de bütün gece çalışarak savaşa hazır oldular ama İngiliz ve Fransızlar
denizi bir daha zorlamıyorlar onun yerine karadan gelmeye karar verdiler ve 25 Nisan
günü 308 deniz aracıyla yani o günü tasavvur ediyorsanız denizin üstü araçtan
görülmüyor. Binlerce İngiliz, Fransız sömürge askeri dominyon askeri dünyanın her
tarafından toplanmış insanlar. İşte Gelibolu’ya Çanakkale’ye bir kıyısına çıkmak
üzere sabaha karşı geldiler, kara savaşları başladı. O dönemin planı temel planı ya
en uçtaki Seddülbahir’den çıkıp Alçı Tepe’yi ele geçirmek yahut Arıburnu’ndan çıkıp
Kocaçimen Tepe’yi ele geçirmek hangisini ele geçirirseniz zaten sonuçta alıyorsunuz
savaş bitiyor. Kocatepe, Alçı Tepe’den daha yakın daha yüksek daha etkili orayı ele
geçirdikleri zaman zaten Çanakkale Savaşı bitmiş olacak. Demek ki 25 Nisan günü
başlayan savaş eğer biz karşı duramazsak 28–29 Nisan günü bitmiş olacaktı.
Türklerin yaptığı bu savunma planı kalsaydı zaten savaş 25 Nisan günü bitecekti. Biz
daha onlar kıyıya çıkmadan onları bitirmiş olacaktık. Ama Liman Paşa bizim bütün
güçlerimizi donanmanın ateşi altında dağılır gider daha savaşmaya cesaret
edemezler diye hepsini 7–8 saat geriye çekti. Bizim sahillerimizde bir tek ağır
makineli tüfek yoktu Liman Paşa’nın yüzünden. Çanakkale’de büyük kaybımızın
olmasının sebebi Liman Paşa’nın yaptığı savunma tekniği yüzünden savunma düzeni
yüzünden sonunda Seddülbahir’de bir taburumuz vardı koca bir tümeni durdurdu. 36
saat hani Liman Paşa’nın savunma sistemi geçerli olsaydı arkadaki kuvvetler yetişip
gelip saha karaya çıkmış olan İngilizleri süngüyle denize dökecekti. Ama Liman Paşa
o sırada savaşta dürbünle İngilizlerin sahte çıkartmasını seyrediyordu. Böyle bir
büyük savaş günü böyle bir büyük ordunun başkomutanı Liman Paşa 36 saat
ordusunu başsız bırakmıştır bunu biliniz. Türk Askeri kendi yağıyla kavruldu.
Kuzeyde Arıburnu’nda da Mustafa Kemal ordunun yedek tümeni orada da sadece bir
tabur asker vardı. Komutanı aradı ordu komutanı yerinde yok. Kolordu komutanını
aradı kolordu komutanı ordu komutanına ne yapacağını sormak için Saros’a gitmiş
oda yok. İnisiyatifini kullandı 57. Alayı harekete geçirdi. 57. Alay deyince bir durmak
lazım o Şehitler Alayı. Çanakkale Savaşı’nın sonunda bu alaydan geriye birkaç kişi
ya kalmıştır ya kalmamıştır öylesine kahraman bir alay. Bu alayda bir bataryayla
birlikte Conk Bayırı’na Arıburnu’nda, Çimen Tepe arasındaki yere geldi ve gelen
Anzakları durdurdu sahile sürdü, sahilde küçücük bir yere hapsetti ve Çanakkale
Savaşı’nı sonuna kadar da bu böyle devam etti. Şimdi Çanakkale bizi Türkiye’nin
geleceğine etkisi olmasaydı sadece biz savunma zaferi olarak bir teselli abidesi
olarak kalırdı. Öyle değil Çanakkale çok büyük etkisi olmuştur Türkiye’nin geleceğine.
Çanakkalesiz belki de Milli Mücadele’yi hatta Cumhuriyet’i düşünmek bile çok zordu.
Birincisi Atatürk’ün tarih sahnesine çıkmış olmasıdır ve ismini efsane gibi bütün
Türkiye’ye yayılarak Samsun’a çıktığı zaman komutanlığını liderliğinin çok kolay
kabul edilmesini sağlamıştır bu. İkincisi biz 200 yıldır korkudan titrediğimiz
emperyalizmi yenebileceğimizi anladık. Yani biz kenetlenirsek iyi çalışırsak iyi eğitim
görürsek bir yumruk gibi olursak emperyalizmi yenebiliyoruz. Bu özgüven müthiş bir
olay 200 yıldır tanımadığımız bir duygu Milli Mücadele’nin mayası da budur
Çanakkale ruhu Milli Mücadele sırasında daha bilinçleşmiş daha yaygınlaşmış daha
güçlenmiş Kuvayi Milliye ruhunu oluşturmuş. Üçüncü büyük özelliği de bu daracık
savaş alanında genç komutanlarımız savaşın her türlüsünü yaşadı çok büyük tecrübe
sahibi oldular.
Biz Milli Mücadele sırasında Çanakkale ordusundan çok daha yoksulduk çok daha
fakirdik. Sayımız çok daha azdı düşman karşısında ama işte bu yetişmiş genç
komutanların sayesinde biz bu küçücük birlikle zaferden zafere koştuk kaç cephede
birden ne Kuzeydoğu’da Pontus Çeteleri, Doğu’da Ermenileri, Güneydoğu’da
İngilizleri, Fransızları, Ermenileri, Batı’da Yunanlıları, Kuzeybatı’da İngilizlerin
7
ayaklandırdığı isyancıların hepsini yendiler hepsini denize döktü bütün hayalleriyle.
Ama biz I. Cihan Savaşı sonlarında yenildik yenilgiyi Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla
kabul etmiş olduk. Oraya giden Türk Heyetinin Emperyalizm oyunları hakkında bir
bilgisi yoktur. Onun için Mondros Mütarekesi’nin birebir tuzak teşkil eden maddelerini
bir emperyalist oyunu olarak göremediler. Halbuki o Sevr Antlaşması’nın önsözü
niteliğindeydi. Rauf Orbay kahraman bir asker, iyi bir denizci Hamidiye Komutanı
olarak ama emperyalizmi bilmek sezmek tarih sezgisi içinde olmak apayrı bir şey belli
bir kültürden geçmek gerekiyor. O bütün askerlerin arasında Kurtuluş Savaşı’nı
yapan askerler de vardı. O Rauf Bey ve ona yardımcı olanlarda bu olmadı. Sonunda
İngiliz komutanına diyor ki Rauf Bey “Biz diyor bu ateşkes antlaşmasını İngilizlerin
sözüne inanarak şerefine güvenerek imzalıyoruz.” Amiral Calthorpe mütarekeyi
imzalayan adam da oradaki kendi kurmaylarına dönüyor. İngilizler verdikleri sözü
tutarlar değil mi diyor hepsi de avaz avaz “yes sir” diye bağırıyorlar. İstanbul’a
çıkmayacaklardı çıktılar. Yunan subayları gelmeyecekti geldi. Musul Kerkük onların
olmayacaktı oldu aklınıza gelen her ahlaksızlığı yaptılar. Onun için keşke
çocuklarımızı ilkokuldan itibaren biz emperyalizm nedir ne değildir öğretsek. Çünkü
hep Rauf Orbay durumunda kalır tarihi öğrenmeyen. Ondan sonra Sevr Antlaşması
geldi. Sevr Antlaşması 1920 yılı Mayıs’ında Osmanlı İmparatorluğu’na ve dolayısıyla
da Ankara’ya tebliğ edildi. İstanbul bir iki gün tereddütten sonra Saltanat Şurasını
topladı: Saltanat Şurasında Osmanlı Devleti’nin o andaki en önemli devlet yöneticileri
düşünürleri yazarları beyin takımı Osmanlı niteliğindeki en siyasi bundan sıyrılmak
Sevr’de incelediler ve bunu imzalamaktan başka çare olmadığına karar verdiler. Bu
karar Osmanlı’nın intihar kararıydı. Bir ülkenin aydınlık nitelik en siyasi düşünen beyni
bu kadar korkak, bu kadar onursuz, bu kadar hesapsız olursa bu devletin
yıkılmaması elde değil. Nitekim bunlardan hiçbiri de Milli Mücadeleye katılmamış ve
destek olmamış dolaylı olarak yardımcı bile olmamış. Milli vasfını bütünüyle yitirmiş
bir devlet bir teşhisi söyleyeyim. Diyor ki yazarımız Osmanlı Devleti’nin son
zamanlarında bir milleti yoktu. Gerçekten de Osmanlı’nın bir milleti yoktu Osmanlı
Devleti’nin. Osmanlı Devleti milleti diye bir millet olmaz zaten. Türk’ün de devleti
kalmamıştı. Çünkü Türk’ün Osmanlı Devleti’nde yeri ve gücü kalmamıştı. Önce tarih
zaman ve çelişkiyi bir araya getirdi temizledi. Türk’ün de devleti oldu, devletin de
milleti oldu. Milli Mücadele o demek ve Türkiye Milli Mücadele’ye girişmek zorunda
kaldı. I. Dünya Savaşı’ndan önce Trablusgarp var, Yemen var altı sene dövüşmüşler.
Yeniden savaş; bitkin bir millet, beş para yok, asker yok, silah yok, mühimmat yok,
para yok, örgüt yok. Onlar diyor ki ben bağımsızlığım için dövüşüyorum kimler karar
veriyor buna. Buna diyelim ki Çukurova’daki Akça Kale karar veriyor, ya da Aydın’da
Mehmetçik diye anılan 17–18 yaşındaki Ayşe karar veriyor. Yunanın çıkmasından
sonra boynundaki altınlarını koparıp satıyor bir tane tüfek alıyor Demirci Mehmet
Efendi’nin çetesine gidip diyor ki ben dövüşmeye geldim. İstanbul’dan kendi malımızı
çalıp güçlükle bin türlü macerayla İnebolu’ya getirdiğimiz zaman da devlet yardım
istediği zaman İnebolu’nun, Kastamonu’nun bütün köylerinden yüzlerce kanıcı kadın
hepsi kanılarıyla birlikte gelip karınca dizisi gibi sıraya girip o cephaneyi, o silahları
alıp Ankara’ya taşıyor. Bir o hudut içinizde geçen vardır yani Küre Dağı’ndan Ilgaz
Dağı’ndan geçen. Uçurumlu muçurumlu bir yer, öyle geçmesi kolay olmayan baba
dağlar bunlar ama şimdi turistik yol oldu. Şimdi o tarihte bu sadece deve yoluydu.
Deve yoluydu buradan o kadınlarımız, ninelerimiz, analarımız karda tipide, fırtınada,
bir gün bile durmaksızın Ankara’ya o gelen silahları mühimmatı taşıdılar. Yani biz bu
insanların torunlarıyız. Gaziantep içinde bir tek asker yoktu. Bir Fransız tümeni
bütünüyle şehri sardı. 20 bin Fransız günde 8 saat Antep’i bombardıman etti. Bu
savaş bittiği zaman 6 bin ev yerle bir olmuştu. 7 bin Antepli ölmüştü şehit olmuştu.
8
O tarihte küçücük 5 yaşında, 6 yaşında 8 yaşında, 10 yaşında çocuklar siperlerin
arasında durup oradaki fişekleri kapsülleri boyunlarındaki torbaya doldurup yeniden
doldurulmak üzere fişekhaneye götürerek bu savaşta böyle yardımcı oldu.
Neresinden bakarsanız bakın inanılmaz bir şey bu, yani ameliyat edecekseniz ağrı
kesiciniz yok, bağırta bağırta ameliyat yapıyorsunuz. Bakın yaralılarımızın büyük bir
çoğunluğu bizim Haymana’da toplanıyordu. İşte oradaki kaplıcalarda yaralar
yıkanıyor. Sonra hastaneye yollanmak için bunlar demiryoluna ulaşacaklar 40 km. Bir
yaralı 40 km kaç günde alabilir. İşte bunlar kafileler halinde muhtemelen ağlaya
sızlaya zorluklar içerisinde demiryoluyla Ankara’ya geliyorlardı ki doktora kavuşsunlar
ameliyata kavuşsunlar iyi olabilsinler diye. Bizim 10 bin şehidimiz vardır, 20 küsur bin
yaralımız vardır. Bunların ne kadarının ne türlü şehit olduğunu bilemiyorum. Civar
köylerdeki ölü sayısını bilmiyorum. Milli Mücadele kaybımız 100 binden fazladır. Bir
takım kitaplar var; 9 bin şehit verilmiştir diye anlatılıyor bu sayılar arasında onlara
inanmayın. Aynı yalanların bir başka tarzını biz Çanakkale Anıtı’nda da kullanıyoruz.
250 bin şehit diye bağırıyorlar. Bizim bazı insanlarımız şehit sayımızı durdurmuyorlar
gittikçe çoğaltıyorlar. Doğrusu Çanakkale’de bizim verdiğimiz şehit sayısı 75 bin
diyelim. O savaşta bulunmuş subay olarak bulunmuş, ortamı görmüş tarih
yazarlarımız diyorlar ki öyle gün oluyordu ki gelen askeri ya da ölen askeri sayacak
kaydedecek subay bulamıyorduk. Onun için şehit sayımız Çanakkale için 100 bin
diye düşünülebilir. 250 bin yaralı esir olanlar kaybolanlarla birlikte toplam kaybımız
olur yoksa 250 bin şehit vermedik. Milli Mücadele 100 bindi, bunların içinde sivil çok
az bir de bunlara sivil sayısını ekleyebilsek böyle bir kayıt yok. Ana baba günü yani
Ankara 1955 yılında bir tek Türkiye’de Cumhuriyet olabildiğini bütçe yapılamadı
çünkü hazinede beş kuruş yoktu Cumhuriyet böyle kuruldu. Cumhuriyet Osmanlı’dan
ne devralmış. Şimdi zaman zaman televizyonlarda dinliyorum. Sanki o Osmanlı çok
zengin sorunu çok az muhteşem bir devletmiş gibi anlatıyorlar keşke öyle olsa. Öyle
olmasını bende çok isterim. Benim annem babam Cumhuriyet dönemi çocukları.
Maddi hiçbir miras devralamadı manevi miras devraldı, maddi hiçbir miras
devralmadı. Sıfırdan başladı Cumhuriyete. 15 yıl içerisinde ortalama kalkınma hızı
yıllık %10’dur. İlk 15 yılın sayılarını veriyorum size. Biz bir tek kuruş borç almadan
kredi almadan kredi vereceği zaman adam imtiyaz istiyor kapitülasyon istiyor. Onun
için kredi almıyoruz. Biz 3 bin küsur km demiryolu yaparak demiryollarımızı 7 bin km
çıkardık. Yani doğusunu, batısını, kuzeyini, güneyini birbiriyle bağladık. Yani
yerküreye hem Kayseri’den, hem Ankara’dan, hem Sivas’tan üst lokomotifi böyle
önlerini defne dalları ve bayraklarla süslenmiş gelişini düşünün. Ben şimdi anlatırken
içim yaşadı. Bunların hepsini biz yaptık hiç kimseden yardım almadan. Zaten adam
Lozan’ı imzalamış olmayı affetmedi ki bize yardımcı olsun. Yani 100 yıllık bir ön
hazırlıktan sonra çıkmıştır Sevr ortaya. O fakir Anadolu halkı Ankara’daki o I. Büyük
Millet Meclisi gibi daha çatısı kapanmamış binada toplanmış 150–200 kişi Sevr’e
“hayır” diyor. İstanbul kabul ediyor ama orası “hayır” diyor. Herhalde Londra’daki
Paris’teki Roma’daki o rugan pabuçlu milletlerarası haydutlar girmişler. Bunlar kim
yani kim ki bunlar yani Çılgın Türkler. Bunlar akıllı olmayan insanlar bize nasıl karşı
durabilirler biz dünyaya hakimiz diye düşüncelerdeler. Sonra o Çılgın Türkler bunları
yendi. Yani sizin atalarınız nineleriniz yendi. Bütün bu emperyalistlerin tahakkümü
altında kalmış bütün Müslüman dünyasında bütün bunların esareti altındaki pazar
halindeki onların kullandığı Hıristiyanlar ya da putperestler her türlüsü Anadolu
zaferinde bir bayram halinde karşıladı. Hemen o gün duymasalardı işte önlerindeki
zaman içerisinde duydular. Şimdi o yanan yıkılan Gazne, Fransız kaynaklarından
okuyorum Fransız yazarından, diyor ki: “Duyulduğu zaman Gazne bütünüyle Türk
bayraklarıyla Mustafa Kemal’in resimleri ile donandı.” Şimdi hayat yok.
9
Ama İngiltere tehlikeyi ölçtü dominyonlarının ve sömürgelerinin önünde ne kadar
küçük düştüğünü anladı Türk Zaferinin karşısında. Nitekim ancak II. Cihan Savaşı’na
kadar imparatorluğunu koruyabildi ondan sonra bitti, dağıldı, gitti. Hindistan’ı asla
elinde tutamadı. Mısır’ı elinde tutamadı. Irak’ı elinde tutamadı. Aynı şey Fransa içinde
söz konusu Suriye’yi Lübnan’ı elinde tutamadı. Afrika’daki hiçbirini Cezayir’deki
hiçbirini elinde tutamadı. Cezayir’de Fransızların, Ürdünlü Cezayirlinin göğüslerinin
altında Mustafa Kemal’in resmi çıkıyor. Nehru diyor ki “Biz hapishanedeydik İngilizler
bizi hapishaneye atmıştı. Türk zaferini duyduğumuz zaman koğuşlarımızın hepsini
bayram gelmiş gibi süsledik püsledik Türklerin zaferini kutladık.” Bütün dünya böyle
oldu. Hemen çabucak onlarda bağımsızlık savaşına girdiler mi, hayır kolay iş değil o.
Zaman içerisinde yavaş yavaş halkını buna alıştırmak aydınlarını bunun öncüsü
yapmak, bunun eğitimini vermek yüreğine bunun cesaretini koymak zaman ister.
Nitekim 15–20 yıl içerisinde de bir dünyada hemen hemen sömürge olabilecek ülke
kalmadı, hepsi özgürlüğünü ilan etti, bağımsızlığını ilan etti. Yani Mustafa Kemal’i
duyan tahakkuk etti. Gün gelecek diyor dünyada mazlum hiçbir millet kalmayacak.
Sonra ne oldu? Sonra emperyalizm baktı ki tankla, topla, silahla zor durabildi bu iş
götürülmüyor ve metot değiştirmeye başladı. Onları siz benden daha iyi biliyorsunuz
onun için o konuda bir şey söyleyecek değilim. Emperyalizme karşı uyanık Türk o
Türk ismini değiştiriyor, dinini değiştiriyor, tekmil kıyafet geliyor, çünkü o yaşamak için
emperyalist olmak zorunda. Biz onu bilerek onlara karşı kendi kimliğimizi, varlığımızı,
toprağımızı, onurumuzu, korumak zorundayız. Bu tarih bilmeden olmuyor. Milliyetçilik
dediğimiz şey temelinde yurtseverlik olduğunu sakın unutmayalım. Türk Milliyetçiliği
bütün milletlerinkinden saygılı bir milliyetçiliktir, yurtseverliktir çünkü. Öyle kibirli bir
milliyetçilik üstün bir milliyetçilikte değildir. İki tane öyle yazı gördüğünüzde “o
adamlar affedilmez boş verin” biz öyle değiliz. Biz kendisiyle alay etmesini bilen
dünyadaki mizahı en yatkın en harika milletlerden biriyiz. Biz bütün zaaflarımızı zayıf
yanlarımızı her şeyimizi bilen insanlarız. Onu yüksek sesle de söyleriz yazarız da
çizeriz de bunun türkülerini de yaparız. Ama bir milletten yurtseverlik duygusunu yurt
duygusunu almaya kalkıyorsanız niyetiniz hiç iyi değildir. O Amerikalı Generalin
çizdiği Türkiye’nin haritası gören bir Türk’ün uyumasına imkan var mı? Türkiye’yi
bugüne getiren insanların torunu olduğunuzu onların mirasçısı olduğunuzu ne olur
unutmayın. Tarihinin mutlaka doğrusunu öğrenin. Çünkü tarih bize kutup yıldızı gibi
doğru yolu gösteriyor nereye gittiğimizi gösteriyor. Tarihimizin en utanılacak yanları
var bunları bir daha yapmamaya çalışırız hem gurur duyulacak yanları var onları
tekrarla pekiştiririz. Tarih insanı insan yapan, tarih insanı millet yapan, toplum yapan,
insanı toplumsallaştırır. Yani hayvani bencillikten kurtarır. Böyle bir şey ama ne yazık
ki bizim liselerimiz, çocuklarımızı tarihten soğutmak için ellerinden geleni yaparak
sizleri buraya öyle yolluyorlar. O günleri unutun tarihi yeniden sevin, tarihle ilgili
derslere önem verin, tarih kitaplarını okuyun, doğruyla yanlışı da ayırt edecek kadar
ölçü sahibi olun.
10
Download