televizyon reklamlarında toplumsal cinsiyet

advertisement
T.C.
EGE ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı
TELEVİZYON REKLAMLARINDA TOPLUMSAL
CİNSİYET
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Ayda SABUNCUOĞLU
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Demet GÜRÜZ
İZMİR-2006
1
ÖZET:
Günümüzde hızla artan ürün çeşitliliği ve bu bağlamda oluşan rekabet ortamı
sonucu üretici şirketler tüketicilere ulaşabilme, pazar paylarını rakiplerine kaptırmama
çabası güderler. Tüketiciler ise, bu ürün çeşitliliği arasında tercih yapmakta
zorlanmaktadırlar. Bu koşullar altında reklamlar da üretici ve tüketiciler arasında bir
bağ kurarak üreticilerin ürünlerini tanıtmalarına, tüketicilere ulaşmalarına ve satış
sağlamalarına yardımcı olmakta, tüketicilere de ürünler ile ilgili bilgiler sağlayarak
onlara ürün seçimlerinde kolaylık sağlamaktadır. Reklamların sağladığı bu karşılıklı
yarar dışında başka bir amaca da hizmet ettiğini düşünen görüşler bulunmaktadır. Bu
görüşlere göre; reklamlar bireylerin toplumsallaşma süreçlerinde geliştirdikleri
kimlikleri üzerinde etkili olmaktadır.
Bireyler çevrelerini algılamaya başladıkları andan itibaren bir toplumsallaşma
sürecinin içine girerler. Bu süreçte bireyler aile, arkadaş grupları ve medya gibi önemli
toplumsallaşma aracılarından toplumsal değerleri, normları, rol ve davranış kalıplarını
öğrenirler ve bu bağlamda kişilik ve kimliklerini oluştururlar. Albert Bandura’nın
Sosyo-Bilişsel Kuramı’na göre; bireyler bu süreçte toplumsallaşma aracılarını
gözlemler, kendilerine uygun gördükleri karakterleri model alır ve model aldıkları
karakterlerin davranışlarını kendilerine adapte ederler.
Toplum tarafından her iki cinsiyete de ayrı ayrı atfedilen rol, davranış,
sorumluluk ve haklar da toplumsallaşma sürecinde öğrenilir yani bireyler toplumsal
cinsiyet kimliklerini bu süreçte toplumsallaşma aracılarını gözlemleyerek, onları
model alarak ve bu yolla öğrenerek oluşturur ve geliştirirler. Bireylerin toplumsal
cinsiyet kimlikleri üzerinde etkileri olan medya araçlarından özellikle televizyonda
yayınlanan reklamların da bu oluşum üzerinde etkileri olduğu düşünülmektedir.
Böylesi bir etkinin olup olamayacağının görülmesi için öncelikle televizyon
reklamlarında
eril
düşünülmektedir.
Bu
ve
dişil
bağlamda
özelliklerin
varlığının
televizyonda
bilinmesinin
yayınlanan
14
gerektiği
reklam
filmi
göstergebilimsel analiz yöntemi ile incelenmiş, eril ve dişil özelliklerin reklam
filmlerinde ver olup olmadığı tespit edilmeye çalışılmıştır.
2
ABSTRACT:
Nowadays manufacturers strive to reach the consumers and not to be captured
the market shares by competitors because of the rapid increase of product selection
and competitive environment. On the other hand consumers try to choose a product
from the wide product selection. Under these conditions advertising helps producers to
reach the consumers and to derive sales by making a connection between porducers
and consumers and also give consumers the luxury for chosing with providing
information about the products. Some opinions suggest that advertising not only
provides a reciprocal benefit but also serves for another purpose. According to these
opinions; advertising effects the individual’s identities which is developed in the
socialization process.
At the time an individual starts to perceive his/her environment, meaning that
the individual is in his/her socialization process. In this process, an individual forms
his personality and identity by learning social values, norms, roles and behaviours
from the socialization agents like family, peer groups and media. According to Albert
Bandura’s Socio- Cognitive Theory; individuals observes the socialization agents, take
role models whom they think is fitting to themselves from the agnets and adapts their
role models behaviours to theirselves during this process.
Society attributes some roles, behaviour pattterns, responsibilities and rights to
each sex and these are all learned by the individuals in their socialization process.
Namely, individuals learn and develop their gender identity by observing and having
role models. Some opinions also suggest that; the advertisements conveyed from the
TV., which is an effective medium, can affect the idividual’s gender identitiy. In order
to understand whether such an effect exists or not, first of all masculine and feminine
features should be found in television advertisements. According to this thought, 14
TV ads are examined by semiological analyse method to determine that if there is
masculine and feminine features in TV ads.
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ…………………………………………………………………………………1
3
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ…………………………………………………………………………………1
BİRİNCİ BÖLÜM
REKLAM KAVRAMI, TARİHSEL GELİŞİMİ, AMAÇLARI
VE ETKİSİ
I. REKLAM KAVRAMI VE GELİŞİMİ………………………………….……………………..7
A. REKLAM KAVRAMI…………………………………………………………………..……….7
B. REKLAMCILIĞIN TARİHSEL GELİŞİMİ…………………………………………….………9
II. REKLAMIN AMAÇLARI………………………………………………………..…………...13
A. REKLAMIN SATIŞ AMACI…………………………………………………………………..13
B. REKLAMIN İLETİŞİM AMACI……………………………………………………………….16
1.
Kaynak………………….…………………………………………………………………...17
2.
Mesaj………………………………………………………………………………………...1
9
3.
Kanal………………………………………………………………………………………...32
4.
Alıcı…………………………………………………………………………………………36
5.
Çözümleme, Gürültü,
Geribildirim………………………………………………………….53
C. REKLAMIN ÖZEL AMAÇLARI……………………………………………………………...54
III. REKLAMIN ETKİSİ…………………………………………………………………………..55
A. GELENEKSEL TEPKİLER HİYERARŞİSİ MODELLERİ……..……………………….….56
B. ALTERNATİF TEPKİ MODELLERİ………………………………………………………..59
C. PLANLAMA MODELLERİ (IZGARALAR)………………………………………………..62
1.
Tutum Modeli Olarak FCB Izgarası………………………………………………………..63
2.
Tutum Modeli Olarak Rossiter-Percy Izgarası……………………………………………...64
4
İKİNCİ BÖLÜM
REKLAM VE TOPLUMSAL CİNSİYET
I.
TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMININ TANIMLANMASI VE GELİŞİMİ………….67
A. CİNSİYET KAVRAMI…………………………………………………………..……………...67
1.
Doğum Öncesi Faktörler……………………………………………………………………68
2.
Hormonlar…………………………...……………………………………………………...68
3.
Beyin……………………………………...………………………………………………...70
B. TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI………………………………………………………....73
C. TOPLUMSAL CİNSİYET GELİŞİM
KURAMLARI…………………………………………..78
1.
Psikanalitik Kuram………………………………………………………………………….78
2.
Bilişsel Gelişim Kuramı…………………………………………………………………….83
3.
Şema Kuramı………………………………………………………………………………..85
a. Toplumsal Öğrenme Kuramı…………………………………….……………………..86
b.Sosyo-Bilişsel Kuram…………………………………………………………………..87
i. Dikkat Süreci………………………………………...………………………………92
ii. Akılda Tutma Süreci…………………………………………………………………92
iii. Üretim Süreci……………………………………………………………………...93
iv. Güdülenme Süreci…………………………………………………………………93
II. BİR TOPLUMSALLAŞMA ÜRÜNÜ OLARAK TOPLUMSAL CİNSİYET……………………94
A. AİLE………………………………………………………………………………………….…...96
1.
Çocuk Kitapları………………………………………………….………………………...103
2.
Oyuncaklar………………………………………………………….……………………..108
B. ARKADAŞ GRUPLARI………………………………………………………………………...109
C. MEDYA………………………………………………………………………………………….111
1. Televizyondan Aktarılan Toplumsal Cinsiyet Mesajları……………………………………...116
5
2. Televizyon Reklamlarından Aktarılan Toplumsal Cinsiyet Mesajları………………………..120
III. TELEVİZYON REKLAMLARINDA YER ALAN ERİL VE DİŞİL MODELLER………….124
A. DİŞİL MODEL………………………………………………………………………………......126
1. Anne, Ev Kadını ve İyi Eş Olarak Kadınlar…………………………………………………127
2. Güzel ve Seksi Kadınlar…………………………………………………………………..…129
B. ERİL MODEL……………………………………………………………………………………131
C. TELEVİZYON REKLAMLARINDA KADIN VE ERKEĞİN DEĞİŞMEYE BAŞLAYAN
ROLLERİ….………………………………………………………………………………………...133
1. Televizyon Reklamlarında Kadın ve Erkeğin Yeni Rollere Sahip Olmasına Etki Eden
Faktörler………………..……………………………………………………………………….134
2. Televizyon Reklamlarında Yer Almaya Başlaya Yeni Kadın ve Erkek Rolleri …………….139
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TELEVİZYON REKLAMLARININ GÖSTERGEBİLİMSEL
ÇÖZÜMLEMELERİ
I. ARAŞTIRMANIN KONUSU, ÖRNEKLEM VE YÖNTEMİ…………………………………….143
A. ARAŞTIRMANIN KONUSU………………………………………………………………146
1. Araştırmanın Amacı……………………………………………………………………….146
2. Araştırmanın Hipotezi……………………………………………………………………..146
B. ARAŞTIRMANIN ÖRNEKLEMİ…………………………………………………………..147
C. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ……………………………………………………………...148
II. ÖRNEK REKLAM ÇÖZÜMLEMELERİ………………………………………………………...148
A. PINAR SUCUK REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ………………………………148
B. KALBİM REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ……………………………………...150
C. RODEO REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ……………………………………….153
D. TEREMYAĞ REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ………………………………….155
E. HEROBABY REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ………………………………….157
6
F. İÇİMSÜT REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ……………………………………...158
G. DERBY REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ……………………………………….160
H. ORKİD REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ………………………………………..162
I. REJOICE REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ………………………………………164
J. JAGLER REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ……………………………………….166
K. MOULINEX REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ…………………………………..168
L. DEMİRDÖKÜM REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ……………………………...170
M. BİNGO REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ………………………………………..171
N. NIKE REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ………………………………….............174
III. ARAŞTIRMA BULGULARI VE DEĞERLENDİRME………………………………………...175
A. ARAŞTIRMA BULGULARI……………………………………………………..………...175
1. Dişil Model. ……………………..………………………..………………………..175
2. Eril Model…………………………………………………………………………..177
3. Çocuk……………………………………………………………………………….179
4. Başat Karakter……………………………………………………………………...180
5. Dış Ses……………………………………………………………………………...182
6. Mekan ……………………………………………………………………………...183
7. Eylem ………………………………………………………………………………184
B. BULGULARIN DEĞERLENDİRİLMESİ…………………………………………………187
1.Dişil Model …………………………………………………………………………187
2. Eril Model…………………………………………………………………………..190
SONUÇ…………………………………………………………………………………………………..193
KAYNAKÇA……………………………………………………………………………………………203
7
GİRİŞ
Sosyal birer varlık olan insanlar yaşadıkları toplum içinde hem sosyal ilişkilerini
devam ettirebilme hem de bilgi edinebilme amacı güderler. Bu amaçları doğrultusunda
da kullandıkları en eski ve temel yöntem iletişimdir. İnsanın var olduğu en eski çağlarda
bile adından söz edilebilecek bir kavram olan iletişim, insan yaşamında önemli bir yere
sahiptir. Çünkü insan iletişim sayesinde kendini anlatır, diğerlerini anlar, öğrenir,
öğretir, bilgi alır ve verir.
İnsanın var olduğu her yerde iletişimden söz etmenin mümkün olduğu göz
önünde bulundurulduğunda, iletişim kavramının ve yöntemlerinin günümüzde çok farklı
boyutlarda olduğunu söylemek mümkündür. Küreselleşmenin bir getirisi olan teknolojik
gelişmelerin sayesinde günümüzde iletişim yöntemleri gelişmiş, çeşitlenmiş ve sınır
tanımayan boyutlara ulaşmıştır. Bugün, iletişim teknolojileri sayesinde dünyanın her
yerinden bilgi edinilebilmekte ve aynı şekilde bilgi sağlanabilmektedir. Günümüzün
teknolojik gelişmelerinden en iyi şekilde yararlanan ve insanların tüm dünya ile ilgili
bilgileri edinmesini ve anlamlandırmasını sağlayan en temel güç medyadır.
Medyanın sahip olduğu bu büyük gücün kaynağı, gelişen teknoloji ve artan
üretim gücü sayesinde yaygınlaşan medya araçlarıdır. Gelişen teknoloji ve artan
teknolojik ürünler ile bir insan gün boyunca birçok medya aracısına ve bu aracılardan
aktarılan binlerce medya mesajına maruz kalmaktadır. Bu durumun bir sonucu olarak
insanların bu derece sık ve çok sayıda maruz kaldıkları medya mesajlarından
etkilendikleri yadsınamaz bir gerçek haline gelmektedir.
Medyanın bir çok görüş tarafından kabul edilen en temel işlevleri; insanları
bilgilendirme, eğlendirme, onlara haber verme ve toplumun sürekliliğini sağlamasıdır.
Ancak medyanın sadece bu işlevleri olmadığını kabul eden görüşler de bulunmaktadır.
Medyanın sadece bir bilgi kaynağı olmadığı, aynı zamanda aktardığı mesajlar aracılığı
ile toplumun bireylerine toplumsallaşma süreçlerinde, içinde bulundukları toplumun
değerlerini, normlarını, gelenek-göreneklerini, inançlarını, toplum tarafından doğru
kabul edilen davranış kalıplarını, değerlerini hatırlattığı ve öğrettiğine dair görüşler
bulunmaktadır. Bu görüşlere dayanarak medyanın, bir bireyin toplumsallaşma sürecinde
8
geliştirdiği kimlik, sahip olduğu değer ve davranışlar üzerinde en etkili toplumsallaşma
aracılarından biri konumunda olduğu söylenebilir.
Albert Bandura’nın Sosyo-Bilişsel Kuramı’na göre; bireyler toplumsallaşma
süreçlerinde, çevrelerinde yer alan aile, arkadaş grupları ve medya gibi önemli
toplumsallaşma aracılarını ve bu aracıların içinde yer alan modellerin davranışlarını
gözlemler, inceler ve yapmış oldukları gözlemler sonucu davranışı tekrar ederler.
Bireylerin model alarak tekrar ettikleri davranışı kendilerine adapte etmeleri ise
güdülenmeler sonucu gerçekleşmektedir. Birey, gözlemledikleri ve bulundukları
davranışı kendilerine adapte etmeleri için o davranışın doğruluğunu yada yanlışlığını
görmelerini sağlayacak nedenler arama eğilimindedir. Bunlar ise, gerek aile bireyleri
yada yakın çevre tarafından verilen olumlu yada olumsuz geribildirimler, gerekse gün
içinde binlerce kez maruz kalınan medya mesajlarında tekrar tekrar gördükleri davranış
kalıpları olabilmektedir. Gözlemleyerek bulundukları davranışın doğru olduğuna dair
bir neden bulan bireyler, o davranışı kendilerine adapte ederek o davranışı öğrenirler.
Bireyler, Bandura’nın kuramı temel alındığında medya mesajlarından da aynı
aşamalar ile davranış kalıpları öğrenebilmektedirler. Bireyler medyanın sık sık ve
düzenli olarak aktardığı mesajlar içinden kendilerine örnek teşkil edebilecek ve
kendilerine uygun olduğunu düşündükleri rol modellerini ve onların davranışlarını
gözlemler. Yaptıkları bu gözlemler sonucu edindikleri bilgileri, daha önce aile ve
arkadaş grupları gibi temel toplumsallaşma aracılarından öğrendikleri bilgiler ışığında
değerlendirir yada kendilerine bu davranışı kişiselleştirebilecek nedenler ararlar. Bu
bağlamda öğrendikleri davranış kalıplarını ya kendilerini adapte eder yada değiştirirler.
Çalışmanın temel konusu olan toplumsal cinsiyet kavramına dair davranış
kalıplarının ve stereotiplerin de, toplumsallaşma süreçlerinde medya mesajları aracılığı
ile bireylere aktarıldığı ve bu mesajların içinde var olduğu düşünülen eril ve dişil
modellerin, bireylerin toplumsal cinsiyet kimliği gelişimlerini etkilediğine dair görüşler
bulunmaktadır.
Medyanın toplum üzerinde en güçlü etkiye sahip aracısı; televizyondur.
Televizyon içerdiği görseller, sesler, efektler, renkler vb. özellikler ve günümüzde
neredeyse her evde bulunması nedeni ile en etkili medya araçlarından kabul
9
edilmektedir. Bu bağlamda bir bireyin toplumsallaşma sürecinde edindiği değer ve
geliştirdiği kimlik üzerinde televizyonun da etkisinin olduğu söylenebilmektedir.
Hem kadın hem de erkek toplumsal birer varlıktır ve doğumlarından itibaren
toplum her iki cinse de bazı rol, davranış kalıpları, özellikler atfeder ve atfedilen bu
kavramlar toplum tarafından kabul edilmiş doğrular olarak görülür. Bu bağlamda
kadının ve erkeğin olduğu her yerde toplumsal cinsiyete dair kavramların da yer
alacağını söylemek mümkündür. O zaman medya ve özellikle televizyondan aktarılan
mesajlarda toplumsal cinsiyet kavramlarının yer aldığı ve tüm bu mesajların bireylerin
toplumsal cinsiyet kimliği gelişimleri üzerinde etkili olduğu görülmektedir.
Televizyondan gün içinde sık sık aktarılan ve bireyleri pazara yeni giren ürünler
ve özellikleri ile ilgili bilgilendiren reklamların da toplumsal cinsiyete dair kavram ve
eril-dişil özellikleri içerip içermediği çalışmanın hipotezini oluşturmaktadır. Reklamlar,
günümüzde hem üreticiler hem de tüketiciler açısından büyük bir sorun teşkil eden ürün
çeşitliliği, hızla artan rekabet ortamı ve bunun sonucunda oluşan iletişim kopukluğunu
ortadan kaldırmaktadır. Bununla birlikte bireylere, ürün özelliklerine dair verdiği
bilgiler ile ürün çeşitliliği içinde tercih seçeneği sunar ve böylece üretici ve tüketici
arasında var olan iletişim kopukluğunu aza indirgeme çabası güder. Reklamların üretici
firmalar ve tüketiciler arasında kurma çabası güttükleri bu iletişimin yanı sıra
reklamların en önemli ve temel amacının talep sağlayarak satış gerçekleştirmektir. Bunu
dikkate alan üretici firmalar ürün yada hizmetlerinin yaşam eğrisindeki konumlarını göz
önünde bulundurarak reklam bütçelerine büyük bir pay ayırırlar.
Her geçen gün artan ürün/hizmet ve üretici firmaların reklamın sağlayacağı
yararın farkında olmaları sonucu bireyler gün içinde binlerce reklam mesajına maruz
kalırlar. Bu bağlamda günümüzde reklamın öneminin her geçen gün arttığı yadsınamaz.
Medya araçları arasında en etkili olduğu kabul edilen televizyon ise reklamcılar
ve üretici firmalar tarafından sıklıkla tercih edilen bir kanaldır. Televizyondan aktarılan
mesajların içinde toplumsal cinsiyete dair kavramların ve eril-dişil modellerin yer aldığı
göz önünde bulundurulduğunda, televizyon reklamlarından aktarılan mesajların içinde
de bu tür kavramların yer aldığını ve bu reklam mesajlarının bireylerin toplumsal
cinsiyet kimliği gelişimi üzerinde büyük etkileri olduğunu varsayan görüşler söz
10
konusudur. Bu görüşlere göre; reklam mesajlarında temel olarak ürün yada hizmet ile
ilgili bilgiler veriliyor ve ürün tanıtılıyorsa, bu mesajların içinde toplum tarafından
kadınlara ve erkeklere atfedilen bazı özellikler, davranış kalıpları ve roller yer
almaktadır. Böyle içerikli mesajlar da, bireylerin karşısına düzenli olarak çıkarak onlara
yaşadıkları toplum içinde bir kadın yada bir erkek olarak ne yapmaları, nasıl
davranmaları gerektiğini ve hangi rollere sahip olduklarını hatırlatmakta yada
öğretmektedir.
Bu çalışmada ise, televizyon reklamlarının bireylerin toplumsal cinsiyet
kimlikleri ve gelişimleri üzerinde olan etkilerine dair savlar benimsenmekte ancak
böylesi bir etkinin varolabilmesi için öncelikle televizyon reklamları içerisinde eril ve
dişil modellerin, onlara ait davranış kalıpları ve rollerin yer aldığının görülmesi
gerektiği düşünülmektedir. Bu bağlamda, televizyon reklamlarında eril ve dişil
modellerin ve bu modellere dair davranış kalıpları ve rollerinin yer alıp almadığı
amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda da 2002-2006 yılları arasında televizyonda
yayınlanan 14 reklam filmi amaçsal örneklem metodu ile seçilmiş ve göstergebilim
analizi ile eril ve dişil model ve roller ortaya konmaya çalışılmıştır.
Çalışmanın birinci bölümünde reklam kavramı tanımlanmış ayrıca Dünya ve
Türkiye’de reklamcılığın oluşumu ve gelişimi verilmiştir. Daha sonra reklamın satış,
iletişim ve özel amaçları verilmiş ancak reklamın iletişim amacı kaynak, mesaj, kanal,
alıcı, çözümleme, gürültü ve geribildirim gibi iletişim süreci elemanları ile detaylı
olarak ele alınmıştır. Birinci bölümün sonunda ise, reklamın iletişim süreci
elemanlarından alıcının bilgi düzeyinde oluşan değişimleri ve bu bağlamda reklamın
etkisini açıklamaya çalışan modeller açıklanmıştır.
Çalışmanın ikinci bölümünde toplumsal cinsiyet kavramının tanımı ve cinsiyet
kavramı ile olan ayrımı açıklanmış ve Psikanalitik Kuram, Bilişsel Gelişim Kuramı,
Şema Kuramı ve Sosyo-Bilişsel Kuram gibi toplumsal cinsiyet gelişim kuramları
tanımlanmıştır. Ayrıca bu bölümde aile, arkadaş grupları ve medya gibi toplumsallaşma
aracılarının bir bireyin toplumsal cinsiyet kimliğine olan etkilerinin üzerinde durulmuş
ve toplumsal cinsiyete dair eril ve dişil modellerin, davranışların ve rollerin televizyon
reklamlarındaki yerleri irdelenmiştir. Ayrıca bu bölümde eril ve dişil modellerin 80’li
11
yıllar sonrası televizyon reklamlarında daha modern olarak yer almaya başlamalarına
değinilmiştir.
Son bölümde ise çalışmanın konusu, amacı ve örneklemi tanımlanmış ve
amaçsal örneklem metodu ile 2002-2006 yılları arasında televizyonda yayınlanan ve
toplumsal cinsiyete dair kavramları içeren 14 reklam filmi seçilmiştir. Seçilen reklam
filmlerinde yer alan eril-dişil modelleri ve bu modellerin davranış kalıplarını, rollerini
ortaya koymak amacı ile de göstergebilimsel analiz yöntemi uygulanmış ve bu yöntem
açıklanmıştır. 14 reklam filminin analizlerinin verilmesinden sonra bu reklamların
bulguları yedi farklı kategoride ele alınmıştır.Üçüncü bölümün sonunda ise elde edilen
bulgular değerlendirilmiştir.
12
BİRİNCİ BÖLÜM
REKLAM KAVRAMI,TARİHSEL GELİŞİMİ, AMAÇLARI
VE ETKİSİ
Günümüzde küreselleşme ve teknolojik gelişmeler, değişken pazar koşullarını,
hızla artan rekabet ortamını ve ürün/hizmet çeşitliliğini beraberinde getirmiştir. Bu
gelişim ve değişimler tüketicinin medya araçları sayesinde daha bilinçli hale gelmesine,
üretici ve tüketici arasında bir iletişim kopukluğu oluşmasına neden olmuş, kısacası
hem üretici hem de tüketici açısından durumu zorlaştırmıştır. Tüm bunların sonucunda
şirketler, pazar paylarını rakiplerine kaptırmama, tüketiciye ulaşabilme ve hayatta
kalabilme çabası gütmektedirler. Tüketiciler ise; bu binlerce ürün/hizmet içerisinde
kendi gereksinimlerine uygun olanın seçiminde zorlanmaktadırlar.
Reklam sektörü her iki taraf açısından da kolaylık yaratmaktadır. Reklamlar
sayesinde üreticiler sadece para kazanmakla kalmayıp aynı zamanda kendi ürün ve
hizmetlerini tüketicinin aklına sokabilmekte, ürün yada hizmetlerini daha önce
kullanmamış yada duymamış tüketiciyi müşteri potansiyeline katabilmekte, var olan
müşterilerini elde tutmayı başarırken aynı zamanda rakiplerin müşterilerini de
kendilerine çekebilmektedirler. Tüketiciler ise reklamlar sayesinde o ürün/hizmet ile
ilgili detaylı bir şekilde bilgi sahibi olarak doğru tercihler yapabilmektedirler. Reklamın
getirdiği bu karşılıklı yararın devamlı olabilmesi için reklamlar dizisinin kontrollü,
planlı ve stratejik bir yapıda olması gerekmektedir. Bu bağlamda reklamlar günümüzde
her iki taraf açısından gerekli ve yararlı bir kavram haline gelmiştir.
Reklamların üretici ve tüketici arasında bir “köprü” ve tüketici için bir “rehber”
misyonuna sahip olduğuna dair olumlu görüşlerin yanı sıra, yapay ihtiyaçlar ortaya
çıkararak tüketim arzusunu arttırması nedeniyle, iktisadi kaynakları boşa harcadığına
dair olumsuz görüşler de bulunmaktadır.1 Tüm bu görüşleri daha anlamlı kılmak amacı
1
Müberra Babaoğul, “Reklamların Kadınlar Üzerindeki Etkileri:Reklamlarda Yer Alan Cinsellik
Öğesi Oturumu”, Reklamcıların İzleyiciler Üzerindeki Etkileri, Panel, RTÜK Yayın, No:10, Ankara,
2004, s:13
13
ile reklam kavramının tanımına, gelişimine, amaçlarına ve etkisine ayrıntılı bir şekilde
bakmak uygun görülmektedir.
I. REKLAM KAVRAMI VE GELİŞİMİ
Reklamın ilerleyen bölümlerinde ayrıntılı olarak ele alınacak amaçları, etkileri
ve çalışmanın temel konusu olan toplumsal cinsiyet üzerine olan etkisi ve ilişkisini
anlaşılır kılabilmek amacı ile öncelikle reklamın ne olduğuna ve Dünya ve Türkiye’de
nasıl geliştiğine, bugünkü konumuna nasıl geldiğinin detaylı olarak ele alınması uygun
görülmektedir.
A. REKLAM KAVRAMI
“Reklam” kelimesinin tanımını incelendiğinde içerisinde 6 farklı öğe
bulundurduğunu görülebilmektedir.
Reklamın belirli sponsorları vardır ve reklam bedelli bir iletişim şeklidir. Reklam
mesajları tüketiciyi ürün yada hizmetten haberdar etmek amaçlı gözükseler de, aslında
tüketiciyi etkilemek yada yönlendirmek gibi bir amaç güderler. Reklam mesajları radyo,
T.V., gazete, dergi, dış mekan ve sinema gibi medya araçları ile geniş kitlelere ulaşırlar.
Çünkü reklam bir kitle iletişim şeklidir ve kişisel değildir. Bu 6 öğeyi ele alarak reklamı
tanımlamamız gerekirse reklam; medya araçlarını kullanarak hedef kitleyi etkilemek
yada yönlendirmek amacı güden, belirli sponsoru olan bedelli bir kitle iletişim şeklidir.2
Fermani Maviş ve Ali Atıf Bir, insanların yeme, içme, seks gibi temel
gereksinimlere ve içinde yaşadıkları çağın getirilerine uygun gereksinimlere sahip
olduklarından ve zamanla unuttukları bazı gereksinimleri de hatırladıklarından ve bazı
yeni gereksinimlerin de belirli dönemlerde oluştuğundan söz etmekte ve reklamın
tanıtımını yapacağı ürün ve hizmetlerin tüketiciler tarafından beğenilen özelliklerini ön
plana çıkararak yeni gereksinimler yaratabilme çabası güttüğünden ve unutulmuş olan
2
William Wells/John Burnett/Sandra Moriarty, Advertising Principles and Practice, 4th,
Edition Prentice Hall Inc., New Jersey, U.S.A., 1998, s:13
14
veya mevcut olan gereksinimleri de güçlendirebilme çabası güttüğünden söz
etmektedirler.3
Reklamın, toplumu etkileme gücü açısından ele alınan bir tanımına göre reklam;
doğrudan bir ticari ürün olduğu gibi aynı zamanda da kültürel bir üretim alanıdır. Belirli
bir mal veya hizmetin geniş kesimler tarafından tüketilmesinin ve bu yolla mevcut
ekonomik/politik yapının sürdürülmesinin sağlanmasında en temel araçlardan biridir.
Pek çok araştırmacı tarafından “kolektif düş gücü” olarak nitelenmekte, yani halkın
zihnine girebilmenin en etkili yolu olarak görülmektedir.4
Reklamcılık Uygulamaları Enstitüsü’nün reklamcılık tanımını ise şu şekildedir:
“Reklamcılık bir ürün yada hizmeti mümkün olabilen en doğru görünümle en düşük
fiyata sunan en inandırıcı satış mesajını vermektir.”5
Reklam kavramının tanımı niteliğini taşıyan bazı özellikleri bulunmaktadır ve
bu özellikleri şöyle sıralamak mümkündür.6
1. Reklam, pazarlama iletişimi içerisinde yer alan bir elemandır.
2. Reklam, belirli bir ücret karşılığı yapılır.
3. Reklam, reklamverenden tüketiciye doğru akan bir iletiler bütünüdür.
4. Reklam, bir kitle iletişimidir.
5. Reklamı yapan kişi, kurum, kuruluş bellidir.
6. Reklam ile tüketici bilgilendirilmeye ve ikna edilmeye çalışılır.
7. Reklam mesajlarında mallar, hizmetler, vaatler, ödüller ve sorunlara çözümler
vardır.
8. Reklam, diğer pazarlama iletişimi elemanları ile, işletmenin belirlediği
pazarlama stratejisi doğrultusunda saptanan pazarlama hedeflerine ulaşabilmek
için koordineli bir şekilde çalışır.
3
Ali Atıf Bir/Fermani Maviş, Reklamın Gücü-Dünyada ve Türkiye’de Reklamcılık, Bilgi
Yayınevi, İstanbul, 1988, s:18’den Aktaran: Müge Elden, Reklam Yazarlığı, 2. Baskı, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2004, s:18
4
Nilüfer Timisi, “Reklamların Kadınlar Üzerindeki Etkileri:Reklamlarda Yer Alan Cinsellik
Öğesi Oturumu”, “Reklamların İzleyiciler Üzerindeki Etkileri” Paneli, RTÜK Yayın No:10, 1.Baskı,
Ankara, Temmuz 2004, s: 29
5
Frank Jeffkins, Reklamcılık, The m & e hand book series, çev.:Şölen Kipöz, London, 1985, s:
8.
6
Füsun Kocabaş/Müge Elden, Reklamcılık- Kavramlar, Kararlar, Kurumlar, 5.Baskı, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2004, s:16
15
Reklam ayrıca bilgilendirme, ikna etme, hatırlatma, değer katma ve örgütün
diğer fonksiyonlarına yardımcı olmaözelliklerini içinde barındıran bir iletişim şeklidir. 7
Reklamın uygulamaya çalıştığı bu özellikler şu şekilde tanımlanabilmektedir.
Reklamın bilgilendirme özelliğinden, pazara yeni bir ürün girdiğinde ürün
özelliklerini, sağlayacağı faydaları tüketiciye sunarak ve ilk aşamada onların ilgisini
çekerek birincil talep oluşturma ihtiyacı duyulduğunda yararlanılmaktadır.
Reklamın ikna etme özelliği ise, rekabetin ve ürün çeşitliliğin çok yoğun olduğu
pazarlarda ürünü rakiplerinden bir adım öne geçirecek şekilde tüketicinin algılarını ve o
ürünle ilgili tutumlarını etkilemek/değiştirmek ve ürünü satın almalarını sağlamak
amacıyla kullanılmaktadır.
Bir diğer temel özellik olan reklamın hatırlatma özelliği de, tüketicinin daha
önceden aşina olduğu yada sadece belirli dönem ve mevsimlerde satılan ürünlerin
unutulmaması, imajının tüketici zihninde canlı tutulması amacına hizmet etmektedir.
Değer katma özelliğinden ise, ürüne diğer ürünlerden farklı olarak tarz,
üstünlük, önem, prestij v.b. kişilik özellikleri verilmesi amacı ile yararlanılmaktadır.
Örgütün diğer amaçlarına yardımcı olma özelliğinde reklam örgütün kişisel
satış, satış promosyonu, halkla ilişkiler v.b. çabalarına destek olarak tüketicinin gözünde
daha etkili olmalarını sağlamaktadır.
B. REKLAMCILIĞIN TARİHSEL GELİŞİMİ
1.Dünya’da Reklamcılığın Tarihsel Gelişimi
Reklamın doğuşu ilk olarak M.Ö 3000’li yıllara dayanmaktadır. O yıllarda
tellalların kölelerini satmak için, sokaklarda ellerinde bulunan kölelerin özellik ve
becerilerini bağırarak alıcılarına ulaşma çabaları ve Eski Mısır’da kaçak bir esiri bulana
verilecek olan ödülün papirüs üzerine yazıldığı ve bu papirüs ile aynı zamanda “esirlere
değer ve özellik kazandıran ilanlar”8, reklamın tarihte ilk örnekleri olarak kabul edilir.
7
8
Müge Elden, a.g.e., s:21
Ayson Karabağ, Reklamcılığa Yeni Bir Bakış, Akba Yayıncılık, İstanbul, 1998, s:15
16
Eski Mısır’da markanın önemini vurgulamakta olan arka arkaya taşlar üzerinde yazılmış
olan ilanın tekrarları bulunmaktadır ve bu tekrarlamalar bugün de kullanılmakta olan
tekrarlama sisteminin daha o zamanlardan düşünüldüğünün misalidir.9
Tellallardan sonra reklamcılıkta yeni bir dönem olarak kabul edilen markalar ve
işaretler dönemi başlamıştır. Bu dönemde duvarların ve kapıların üzerinde bulunan
renkli boyalar kullanılarak şekillendirilen resimler bulunmakta ve bu resimler verilen
hizmeti yada satılmakta olan ürünü temsil etmekteydi. Örneğin; Roma’da kayıkçılar ve
balıkçılar kapılarının üzerine bir balık resmi, kasaplar koyun yada satır resmi ve
ayakkabıcılar da dikkat çekecek kadar büyük bir ayakkabı resmi asarlardı.10
Üretimin çok az sayıda yapıldığı yıllarda, mal ve hizmetlerin satışı ve reklamı
satıcı tarafından doğrudan yapılmaktaydı. Üretimin artması beraberinde satış çabasının
artık tek başına yeterli olmayacağı, bu çabanın ötesinde planlı pazarlama yani reklama
gerek duyulduğu fikrini ortaya çıkarmıştır. Üretim ve ticaret reklamın ortaya çıkış
nedenidir. Kentleşmenin arttığı dönemlerde, insanların olaylardan haberdar olma
ihtiyacı da artmıştır. Bu ihtiyaç da 1450’lerde Gutenberg tarafından icat edilen
matbaanın varlığı sayesinde, ilk kitle iletişim aracı olan gazetenin oluşumunu
temellendirmiştir. Matbaanın bulunuşundan yaklaşık 30 yıl sonra İngiltere'de 1473
yılında ilk el ilanı yayınlanmış ve 1480 yılında bir matbaacı bastığı kitapları
pazarlayabilmek amacıyla kilise kapısına "The Pyes of Salisbury Use" kitabın duvar
afişini asmıştır.
Bilinen ilk gazete reklamı 1525’te Almanya’da yayınlanan ilaç reklamıdır fakat
reklam tarihçisi Henry Sampson Parliament gazetesinde 1650'de ilk gazete ilanlarına
rastladığını söylemektedir. Başka bir tarihçi olan Frank Presbery ise ilk gazete ilanının
Mercurius Britannicus'da 1625'de çıkan bir kitap reklamı olduğunu ileri sürmekledir.
Gazetelerin belirli aralıklar ile yayımlanmasının devamı, gelir kaynağı olarak reklamın
kullanılmasıyla sağlanabilmiş ve bu durum da reklamları ve yayınları birbirlerine
bağımlı hale getirmiştir.
9
Hazar Volga Ekiz, “Reklamın Tarihi”, http://ilef.ankara.edu.tr/reklam/yazi.php?yad=4353,
13.02.2006.
10
Ayson Karabağ, a.g.e., s:15
17
Her ne kadar modern reklamcılık tarihinin başlangıcı 17.yy. olarak kabul
edilmekte ise de, reklam verenlerin tanıtım faaliyetlerinin bir ajans tarafından idare
edilmesi gerektiğine dair bir atıf olarak kabul edilebilecek fikir ilk kez 1588’de Fransız
düşünür Montagne tarafından “Birisinin satılık incileri varsa, bir hizmetçi veya Paris'e
seyahat için müracaat edeceği bir büroya ihtiyaç vardır.”11 cümlesiyle ortaya atılmıştır.
Amerika’da ise gazete reklamcılığı 18. yy. başlarında Boston gazetesinde yayınlanan ilk
gazete reklamı ile doğmuştur.
20. yy.ın başlarında radyo ve sinema da medya araçları arasına katılmıştır.
1920’li yıllarda ise özel radyo ve sinemalar çoğalmaya başlamış, TV’de yeni bir mecra
olarak 2. Dünya Savaşı’nın başladığı yıllarda medya araçları arasına katılmıştır.
1950’lerde reklamcılık sektörünün ilerleyişi 1960’larda yavaşlamış fakat 70’li yıllarda
Japon, Fransız ve İngiliz reklam ajanslarının kendi ülkeleri dışında da faaliyet
göstermesi ile gelişme kaydetmiştir. Bu gelişimin en önemli nedeni uluslararası
şirketlerin girdikleri ülkelerde tanıtım ve tutundurma faaliyetlerini arttırma çabalarıdır.
1980’lerde hızla gelişen teknoloji, reklamcılığın hızlı gelişimine de katkıda
bulunmuştur.
Günümüzde reklamcılık alanında adından söz ettiren Dentsu, McCann-Erickson
Worldwide, J.Walter Thompson Co., Hakuhodo, BBDO Worldwide, Leo Burnett Co.,
DDB
Needham
Worldwide,
Grey
Advertising,
Ogilvy&Mather
Worldwide,
Foote,Cone&Belding Communications, Saatchi&Saatchi Advertising, Euro RSCG,
Publicis Communication, Bates Worldwide, Ammirati Puris Lintas, Young&Rubicam,
D’Arcy Masius Benton&Bowles, TBWA International, Lowe Group, Bozell Worldwide
gibi 12 dünyaca ünlü reklam ajansları bulunmaktadır.
2. Türkiye’de Reklamcılığın Tarihsel Gelişimi
Reklamcılığın ülkemizdeki ilk temelleri ise Osmanlı İmparatorluğu’na
dayanmaktadır. O yıllarda batılı tüccarlar ürünlerini Osmanlı tüccarların gönderdikleri
11
Hazar Volga Ekiz, “Reklamın Tarihi”, http://ilef.ankara.edu.tr/reklam/yazi.php?yad=4353,
13.02.2006.
12
Advertising Age, Nisan 15, 1996, p. s:8’den Aktaran: William Wells/John Burnett/ Sandra
Moriarty, 1998, a.g.e., s: 112
18
mektupların üst kısımlarına koydukları ürün resimleri ile tanıtırlardı. Sonraları artan
ticari rekabet ile reklamcılık tabelalar ve basında yer alan ilanlar ile gelişim
göstermiştir. 1909 yılında, Meşrutiyet’in bir getirisi olan basın özgürlüğü sayesinde,
İlancılık Kolektif Şirketi kurulmuş, fakat Balkan ve 1. Dünya Savaşı’nın ekonomik
çöküntüsü reklamcılık sektöründe de duraklamalara neden olmuştur. Daha sonra
Cumhuriyet’in ilanı ile yeniden canlanmaya başlayan reklamcılık sektörü 1928 Harf
Devrimi ile tekrar duraklamaya uğramıştır. 2. Dünya Savaşı’nın bittiği ve ekonomik
canlanmaların olduğu dönemde Eli Acıman, Vitali Hakko ve Began isimli üç girişimci
iş adamı, adını sonradan “Manajans” olarak değişecek olan “Faal Reklam Acentesi”
kurmuşlardır.
1950’li yıllarda özel sektörün gelişmeye başlaması ile reklam ajanslarına olan
talep artmış ancak 1957- 1961 döneminde gazete ve dergilere ilan verme hakkı yalnızca
Resmi İlanlar Şirketi’ne tanındığından, ajanslar ve prodüktörlerin yayın organlarıyla
doğrudan ilişki kurma olanakları kalkmış oluyordu. 7.1.1961 tarihinde yürürlüğe giren
195 sayılı kanunla Basın İlan Kurumu oluşturularak “yalnızca resmi ilanlar ve yabancı
menşeli reklamlar bu kurum kanalıyla yayınlanabilir” koşulu ile reklamlar serbest
bırakılmıştır.13
1960’lı yıllar Türkiye’de reklamcılığın artık bir meslek olarak görüldüğü yıllar
haline gelmiştir ve 1968 yılında kurulan TRT bu anlamda Türk reklamcıları için çok
önemli
bir
kuruluş
olmuştur.
1984
yılında
tüketim
ürünleri
ithalatının
serbestleştirilmesi, Türkiye’ye yabancı mal ve hizmetlerin gelmesinin yanı sıra, yabancı
reklam ajanslarının gelmesine de neden olmuştur. 1989 yılında gümrüklerin indirilmesi,
rekabeti ortaya çıkartmış ve dolaylı olarak reklam ve pazarlama faaliyetlerinin önemini
gündeme getirmiştir. Bu dönemde yerli ajanslardan bazıları yapılarını koruyarak
gelişmeyi tercih ederlerken, bazıları ise yabancı firmaların ajansları ile ortaklık yolunu
seçmişlerdir. Dış ticaretin serbestleşmesi, dünyaca ünlü markaların Türkiye pazarına
girmesi ve artan rekabet ortamı reklamın gerekliliğini her geçen gün biraz daha
arttırmıştır. Yapılan reklamların gücünün farkında olunduğu bu aşamada reklam
etkinliğinin ölçümüne de önem verilerek çağdaş ve bilimsel yöntemler kullanılmaya
13
Ünsal, 1984, s:49’dan Aktaran: Demet Gürüz, Halkla İlişkiler Reklam Ajansları İşletmeciliği
ve Yönetimi, Punto Yayıncılık, İzmir, 1995, s:16)
19
başlamıştır. Tüm bu gelişmeler reklam ajanslarının yapılanmalarına da etki etmiştir.
Günümüzde Türkiye’nin büyük reklam ajansları genellikle “ticaretin başkenti” olarak
görülen İstanbul’da bulunmaktadırlar ve büyük şirketlerle çalışarak onların ürün ve
hizmetlerinin
tanıtımını
yapmaktadırlar.
Türkiye’nin
önde
gelen
reklam
ajansları;Alametifarika, TBWA/İstanbul, Lowe,Markom Leo Burnett, Medina/Turgul
DDB, Pars Mc/Cann-Erickson, Rpm/Radar, Alice&BBDO İstanbul, Y&R Reklamevi,
Güzel Sanatlar/Saatchi&Saatchi, Rafineri;Proximity İstanbul vb.dir.
II. REKLAMIN AMAÇLARI
Reklamın yerine getirmeye çalıştığı bazı amaçları bulunmaktadır. Bu amaçların
en temelleri satış ve iletişim amaçlarıdır. Reklamın bir diğer amacı ise; özel amaçlarıdır.
Ancak çalışma için önem taşıyan iletişim amacı, diğer amaçlara oranla daha detaylı
olarak ele alınacaktır.
A. REKLAMIN SATIŞ AMACI
Reklamın en temel amacı; hedef kitlenin, üreticinin pazara ilk defa sunduğu
ürünü satın almasını sağlamak yada pazarda daha önceden varolan ürünün satışlarını
devamlı kılmak ve talebi sağlamak ve arttırmak, kısacası satış sağlamaktır.
Reklamlar ürünlere olan talebi iki temel teknik ile sağlarlar. Bu teknikler; hard
sell tekniği ve soft sell tekniğidir. Hard sell tekniği; tüketicinin bilgi düzeyini
etkileyerek, mantığa dayalı tepkiler verebilmesini sağlamak amacı ile doğrudan
ürün/hizmet özelikleri ve işlevsel yararları ile bilgi verme tekniğidir. Soft sell tekniği
ise; tüketiciyi ürün/hizmet ile ilgili işlevsel bilgiler yerine duygularına dokunan dolaylı
mesajlar aracılığı ile etkilemeye çalışan bir tekniktir.14
Hard sell ve soft sell teknikleri şu durumlarda kullanılmaktadır:15 Hard Sell:
•
Ürün konser, film, eğlence, mevsimlik giyim, koleksiyon vb. geçici yada sınırlı
sayıda olduğunda,
14
William Wells/John Burnett/Sandra Moriarty, Advertising Principles and Practice ,7th,
Edition,Prentice Hall Inc., New Jersey, U.S.A., 2006, s:6
15
“Different Situations Exist For A “Hard Sell” And A “Soft Sell”,
http://webserve.govst.edu/pa/Advertising/ABCs/urgent.htm, 22.02.2006.
20
•
Hedef kitle turistler, şehre yada ülkeye yeni taşınanlar, çocuklar vb. geçici
olduğunda,
•
Bir kriz söz konusu olduğunda ki bu kriz gerçek yada hayal ürünü olabilir,
zaman sınırlaması yada ürünün son teslim tarihi yaklaşmış olabilir. Örneğin;
ağrılar, savaş, kötü hava koşulları, televizyon kanallarından alış-veriş vb.,
•
Ürün garantisi olmadığında yada şirket tam anlamı ile güvenilir ve bilinir
olmadığında,
•
Stoklardaki ürünün taleplerden fazla olduğu durumlarda kullanılmaktadır.
Soft Sell ise;
•
Günlük yiyecekler, modanın söz konusu olmadığı günlük giysiler, temel
gereçler gibi uzun süredir kullanılan ve kullanılmaya devam edilen ürünler söz
konusu olduğunda,
•
Olgun insanlar, uzun süredir aynı şehirde yada ülkede yaşayan ve deneyimli
insanlar vb. sürekli tüketiciler söz konusu olduğunda,
•
Sağlıklı ortamlar ve bireyler, düzgün havalar, barış vb. krizin olmadığı
durumlar söz konusu olduğunda,
•
Olumlu itibara sahip şirketler ve mağazalar ve garanti söz konusu olduğunda,
•
Stoklarda mevcut olan üründen daha fazla talep olduğunda kullanılmaktadır.
Reklamın satış amacı iki şekilde gerçekleşmektedir; kısa vadede ve uzun vadede.
Reklamın kısa vadede satış amacı şu şekillerde gerçekleştirilmektedir:16
1. Belirli bir ürün yada markanın varlığını hedef tüketicilerin bilinçlerine
yerleştirme yolu ile,
2. Marka imajı veya markaya karşı duygusal eğilimler geliştirme yolu ile,
3. Markanın üstünlükleri veya avantajlarına yönelik bilgi yayma yada davranış
oluşturma yolu ile,
16
Russel, 1961, s: 62-68’den Aktaran: Füsun Kocabaş/Müge Elden/Nilay Yurdakul, Reklam ve
Halkla İlişkilerde Hedef Kitle, 3. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002, s: 61
21
4. Rakiplerin iddialarıyla savaşma ve bunları etkisiz kılma yolu ile,
5. Satışı engelleyen yanlış izlenim, yanlış bilgi vb. şeyleri düzeltme yolu ile,
6. Ambalajın, logonun yada markanın simgesinin kolaylıkla tanınmasını ve
benimsenmesini sağlama yolu ile.
Uzun vadede satış amacında ise; geniş kapsamlı tüketici desteği oluşturmak ve
satışları arttırmak esastır. Geniş kapsamlı tüketici desteği oluşturma yolunda reklam şu
işlevleri görmektedir17:
1. Kuruluş ve markalar ile ilgili güven oluşturma ve ileriki yıllarda oluşturulan bu
güvenin meyvelerini toplama,
2. Kuruluşu, dağıtım kanalındaki toptancı, perakendeci vb. aracılara karşı güçlü
kılacak tüketici talebini yaratma,
3. Kuruluşu güçlü kılarak, güçlü dağıtıcı kurum ve bayiler seçmesini sağlama,
4. Dağılımın yaygınlığını sağlama,
5. İleriki yıllarda olacak olan ürün finansman dönemlerinde işe yarayacak bir ön
platform oluşturma,
6. Yeni pazarlar açmada yarayacak olan marka tanınmışlığını ve kabulünü
sağlama.
Reklam, satışı arttırıcı katkısını gerçekleştirme konusunda şu işlevleri görebilir:
1. Rakiplerin, eldeki müşterilere sızmasını engelleme,
2. Rakip ürünleri kullanan kişileri, kuruluşun ürünlerini kullanmaya yöneltme,
3. Ürünün, tüketiciler tarafından kuruluşun markası ile istenmesini sağlama,
4. Yeni tüketiciler yaratma,
5. Ürünü zaman zaman veya seyrek kullananları, düzenli tüketiciler haline getirme,
6. Mevcut tüketicilerin tüketimlerini aşağıdaki yollarla arttırma;
a. Ürünün yeni kullanım biçimlerini duyurarak,
17
Füsun Kocabaş/Müge Elden/Nilay Yurdakul , a.g.e., s:62
22
b. Ürünü daha büyük yada ikili, üçlü ambalajlarda almaya ikna ederek,
c. Ürünü satın almayı hatırlatarak,
d. Ürünün kullanım sıklığını yada miktarını arttırarak.
B. REKLAMIN İLETİŞİM AMACI
Reklamın satışları ve talebi arttırma amacının gerçekleşebilmesi için öncelikle
reklamın iletişim amacını gerçekleştirmesi gerekmektedir. Reklamın iletişim amacı;
üreticiye, yoğun rekabet ortamında hayatta kalabilmesi için tüketicinin bilgilendirilmesi,
algı ve tutumlarının etkilenmesi ve sonuç olarak satın alma davranışını göstermelerinin
sağlanması yolları ile hizmet etmektedir. Reklamın iletişim amacı, iletişim süreci
elemanları ile gerçekleşmekte ve Şekil 1-1.’de görülen iletişim süreci elemanlarını
bünyesinde barındırmaktadır. Bu bağlamda reklam bir iletişim süreci olarak kabul
edilmektedir.
Göndericini
n Deneyim
Alanı
Kaynak/
Gönderici
Alıcının
Deneyim
Alanı
Kodlama
g
e
r
i
b
i
l
d
i
r
i
m
Kanal
Mesaj
Çözümleme
Alıcı
Gürültü
t
e
p
k
i
Tablo 1-1: İletişim Süreci Modeli
Kaynak: George E. Belch/Michael A. Belch, Advertising and Promotion:An Integrated Marketing
Communication Perspective, 6th Edition, The Mc Graw-Hill Companies Inc., New York, U.S.A., 2004,
s: 139
İletişimin gerçekleşebilmesi için temel olarak gönderici/kaynak ve alıcı arasında
birinden diğerine geçen bir bilgi olmak zorundadır ancak iletişim sürecinin başarılı bir
şekilde işleyebilmesi mesajın içeriğine, mesajın alıcıya nasıl ve hangi ortamda
ulaştığına, alıcının yorumuna ve geri bildirimin doğru bir şekilde analiz edilmesine
bağlıdır.
23
1. Kaynak
Reklam bir iletişim süreci olarak kabul edildiğinde kaynak; reklam vererek
ürün/hizmetini tüketiciye ulaştırmak/tanıtmak isteyen kurum, kuruluş yada reklam
mesajını tüketiciye ileten kişidir. Başarılı bir iletişimin gerçekleşebilmesinde mesajın
hangi kaynaktan alındığı ve tüketici tarafından sevilip sevilmemesi, rakiplerinden
farklılaşıp seçilebilir olması, tüketici gözünde inanılır ve güvenilir olması ve tüketicinin
kaynağa kendini yakın hissederek kendisi ile benzerlik kurması önem taşımaktadır.
Kaynağın inanılırlık derecesi ile tüketicide tutum değişikliği yaratmak doğru
orantılıdır bu bağlamda kaynak ne kadar inanılır ise tüketicide tutum değişikliği
yaratmak da o kadar kolaydır. Tüketicinin gözünde kaynağın inanılır olmasını sağlayan
iki öğe; uzmanlık ve güvenilirliktir.18 Kaynak, tüketicinin değiştirmesi beklenen tutum
ile ilgili ne kadar çok deneyim ve bilgiye sahip ise, tüketiciyi tutum değişikliğine
yönlendirmeye çalışan fakat uzman olmayan herhangi bir kişiden daha fazla başarılı
olacaktır. Çünkü tüketici uzman kişinin söylediklerine ve yönlendirmesine inanarak
kendini güvende hissetmektedir. Ancak tüketici gözünde kaynağın tam anlamı ile
inanılır olarak algılanabilmesi için uzman olduğu kadar aynı zamanda güvenilir de
olması gerekmektedir. Kaynağın güvenilirliği de; tüketicide ne niyet ile tutum
değiştirmeye çalıştığıdır. Bu bağlamda tüketici, kaynağın niyetinden hoşlanmaz ve
tüketicinin çıkarından çok kaynağın kendi çıkarı için mesajı verdiğini düşünür ise,
kaynağın uzmanlığının da bir önemi kalmayacaktır. Kaynağın inanılırlığına etki eden
bir diğer faktör de; reklamı seslendiren kişidir. Seslendiren kişinin tonlamaları,
vurguları vb. öğeler kaynağım inanılırlığını arttırmakta yada azaltmaktadır.
Günümüzde özellikle televizyon reklamlarında kullanılan bir çok ses erkeklere
aittir çünkü reklamcılar erkeklerin otoriter sesleri sayesinde daha fazla ürün satılacağına
dair varsayım üzerinden hareket etmektedirler. Fakat araştırma sonuçlarına göre;
kadınların sesleri tüketiciyi satın almaya motive etmede erkekler kadar etkilidirler.19
18
James F. Engel/ Roger D. Blackwell/Paul W. Miniard, Consumer Behavior, 7th Edition, The
Dryden Pres, Florida, U.S.A., 1993, s:470
19
L. Savan, The Sponsored Life:Ad’s TV and American Culture, Philadelphia, PA: Temple
University Pres, 1994’ten Aktaran Debra Pryor/Nancy Nelson Knupfer, “Gender Stereotypes and Selling
Techniques in Television Advertising: Effects On Society”, Selected Research and Development
24
Kaynağın tüketici tarafından sevilmesi de, amaçlanan tutum değişikliğinin
gerçekleşmesinde etkili bir öğedir. Tüketiciler, reklamlarda kendilerine rol modeli
olarak benimsedikleri ve sevdikleri kişilerin o ürün yada hizmet ile ilgili fikirlerine
inanırlar, güvenirler ve rol modellerini taklit etme amacı güderek tutumlarını bu
doğrultuda değiştirebilirler. Ayrıca reklamlarda rol modellerinin o ürünü kullandığını
gören tüketicinin, o ürünü satın alarak rol modelinin sahip olduğu hayatı ve yaşam
tarzını da satın alacağı izlenimi verilmektedir. Ancak ürün satın alındıktan sonra, rol
modellerinin hayatlarına ulaşamayan tüketiciler eksiklik duyabilmekte ve bunalıma
girebilmektedirler. Alfred Adler bireylerin yaşamlarındaki mutsuzluklar ile ilgili şunları
söylemektedir;
“Gerçekte bazı insanlar hayatları boyunca mutsuz oluyorlar,
felaketlerle karşılaşıyorlar, birbirlerini çekemiyorlar, hayata intibak
etmiyorlar. Bunun sebebi, olduklarından başka türlü görünmek
istemeleridir.” 20
Ünlülerin reklamlarda kullanımı aynı zamanda o reklamın tüketicinin dikkatini
çekmesini, reklamı diğer reklamlardan ayırt edebilmesini yani kaynağın bir diğer tutum
değişikliğine yol açmada etkili öğesi olan seçilebilirlik öğesini de ortaya koymaktadır.
Starch Research’ın yapmış olduğu ünlülerin reklamlarda kullanımının tüketiciler
üzerindeki etkileri ile ilgili yapmış olduğu bir araştırma sonucuna göre; ünlülerin
kullanılmadığı bir reklamı izleyenlerin yüzde on altısı ürünün ismini ve reklamı
hatırlarlarken, ünlülerin kullanıldığı bir reklamda bu oran iki katına çıkmaktadır.21
Tüketicinin, kaynak ile kendisi arasında gördüğü benzerlik, amaçlanan tutum
değişiminin gerçekleşmesinde etkili bir öğedir. Bu duruma örnek olarak; reklamda
görülen çalışan bir kadının kullandığı yeni bir ürün, iş yaşamı olan ve reklamdaki
çalışan kadın imajı ile kendi arasında benzerlik gören bir kadının o ürüne daha sıcak
bakmasına neden olabilmektedir.
Presentations, 19th National Convention of the Association for Educational Communications and
Technology, Albuquerque, NM, February 14-18, 1997, s:3
20
Sadık Güneş, Medya ve Kültür- Sessiz Yığınların Kültürel İntiharı, 2.Basım, Vadi Yayınları,
Ankara, 2001, s: 63
21
Bernice Kanner, Kadınlar Ne İster?, Çev: Füsun Kamışoğlu, MediaCat Kitapları, Kapital
Medya A.Ş., İstanbul, 2003, s:195
25
Bazı sosyal psikologlara göre; bireylerin tutumları üzerinde kendilerine
benzeyen kişilerin etkilerinin daha fazla olmasının nedeni; kişilerin kendilerine benzer
olan kişileri daha çok sevmeleridir. Tabii ki benzerliğin, tutum değişikliği üzerindeki
etkisinin derecesi sınırsız değildir. Yapılan çeşitli araştırmalar benzerliğin özellikle
değiştirilmesi amaçlanan tutumla ilgili olabilecek bir konuda etkisinin daha fazla
olabileceğine işaret etmektedirler. 22
İletişim süreci elemanlarından kodlama ise; kaynağın tüketicisine vermek
istediği mesajına tüketicinin anlayabileceği duyguları, düşünceleri, bilgiyi seçme ve
ekleme aşamasıdır.
Kaynak mesajı oluşturmadan önce, ileteceği reklam mesajının içeriği ile ilgili
bazı kararlar vermelidir23:
•
Ürün yararına dair mesaja odaklanma,
•
Marka imajı yada kişiliğini geliştirme veya pekiştirme,
•
Marka yardımı ile belirli duyguyu harekete geçirme.
2. Mesaj
Kaynağın
kodlama
aşamasında
seçtiği
şekillerin,
simgelerin,
seslerin,
müziklerin, grafiğin, renklerin vb. reklamın amacını yansıtacak olan öğelerin bir araya
gelmesinden oluşan en önemli iletişim süreci öğesi ise mesajdır. Eğer söz konusu
reklam, global reklam∗ ise mesajların
çıkarabileceği
şekilde
düzenlenmeli,
öğeleri tüm kültürlerin ortak bir anlam
kültürel
değer
farklılıkları
göz
önünde
bulundurulmalıdır.
Hazırlanan global reklam mesajlarının ve iletişim programlarının karşılaştığı sorunların
en büyük nedeni; ülkeler arasındaki kültürel değerlerin dikkate alınmamasıdır.24
Örneğin: Beyaz renk birçok toplumda saflığı ve temizliği simgelerken Çin’de ölümü
22
Füsun Kocabaş/Müge Elden/Nilay Yurdakul, a.g.e, s:16
Ferruh Uztuğ, Markan Kadar Konuş, Kapital Medya A.Ş., İstanbul, 2003, s:219
∗
Günümüzde çok uluslu şirketlerin uluslararası pazarlarda faaliyet göstermeye başlayıp, değişik
ülkelerdeki pazarları hedefleyerek yaptıkları uluslararası reklamlardan farklı olan global reklam
anlayışında tüm dünya tek bir pazar olarak ele alınmakta ve hazırlanan kampanyalar tüm dünyada aynı
tarih ve biçimlerde uygulanmaktadır.(Ayrıntılı Bilgi İçin: Müge Elden, a.g.e., s:32)
24
Gary D. Gregory, “Assessing The Impact of ‘Individual’ and ‘Collective’ Ad Appeals: A CrossCultural Comparison of Advertisements In The U.S. and Mexico”, Academy of Marketing Studies
Journal, Volume 3, Number 1, p.11-32, 1999, s: 12
23
26
simgelemektedir. Mesajın istenilen şekilde başarı göstermesi ayrıca kampanya öncesi
yapılan arka plan araştırmasında demografik, psikolojik ve sosyo-kültürel faktörler göz
önünde bulundurularak belirlenen hedef kitleye de büyük oranda bağlıdır. Hazırlanan
reklam ulusal reklam∗ ise, mesajın etkilemesi ve tutum değişikliğine yol açması
düşünülen alıcının toplumsal ve eğitim seviyesine de dikkat edilmeli, mesajlar bu
bağlamda düzenlenmelidir.
Reklam mesajları tek yönlü ve çift yönlü mesajlar olmak üzere iki şekilde
yapılanmaktadır.
Reklamı
yapılan
ürünün
sadece
olumlu/güçlü
tarafları
vurgulanmaktaysa mesaj tek yönlü, hem olumlu/güçlü hem de olumsuz/zayıf tarafları
vurgulanmaktaysa mesaj çift yönlüdür. Bu iki mesaj türünün etkililik derecesi
tüketicinin içinde bulunduğu durumlara göre aşağıda belirtilen biçimlerde , değişiklik
göstermektedir: 25
Tek yönlü mesajlar;
•
Tüketiciler savunulan tavrı onaylıyorlarsa,
•
Tüketicilerin eğitim seviyeleri çok yüksek değil ise,
•
Tüketiciler daha sonra mesaja karşı bir görüşle karşılaşmayacaklarsa etkilidir.
Çift yönlü mesajlar;
•
Tüketiciler savunulan tavrı baştan onaylamıyorlarsa,
•
Tüketicilerin eğitim seviyeleri yüksek ise,
•
Tüketiciler daha sonra mesaja karşı bir görüşle karşılaşacaklarsa etkilidir.
Çift yönlü mesajlar ürünün hem olumlu/güçlü hem de olumsuz/zayıf yönlerini
yansıtarak tüketicinin gözünde daha dürüst reklam mesajları olarak yer almakta ve
tüketici olumsuz/zayıf yönlerini göz önünde bulundurarak satın aldığı ürün ile ilgili
daha sonraları karşılaşabileceği sorunlara hazırlıklı olmaktadır. Ancak bazı görüşler bu
tür mesajlara, tüketiciye daha ürünü satın almadan olumsuzu/zayıflıkları gösterdiği için
sıcak bakmamakta ve tüketicinin, ister iyi eğitim almış olsun ister olmasın, bu tür
mesajlarla karşılaştıklarında ürünü reddedeceğini savunmaktadır.
∗
∗
Ulusal sınırlar içinde faaliyet göstermekte olan şirketlerin, bulundukları tüm ulusal pazara
yönelik hazırlanan reklamlardır.(Ayrıntılı Bilgi İçin: Müge Elden, a.g.e., s:32)

25
Füsun Kocabaş/Müge Elden, a.g.e., s:90
27
Her reklam mesajının tüketiciyi kendine çekecek ve ürüne karşı olumlu
düşünceler oluşmasını sağlayarak olası yada varolan olumsuz düşünceleri azaltacak
güçlü bir iddiasının olması gerekmektedir. İki temel iddia bulunmaktadır;26nesnel ve
öznel. Nesnel iddialar tüketicinin yorumuna yer bırakmayacak gerçek bilgilere dayalı
iddialarken, öznel iddialar tüketicide farklı yorumlara ve bakış açılarına neden
olabilecek iddialardır. Örneğin; “Fiyatlarımızda indirim yaptık, artık en uygun fiyatlar
bizde” gibi bir iddia öznel bir iddia olup fiyatların “en uygun” olup olmadığı kişiden
kişiye göre farklılık gösterebilir.
Günümüz tüketicilerinin güne başladıkları andan itibaren maruz kaldıkları mesaj
bombardımanı sonucu kendilerine birer savunma mekanizması geliştirmekte, doğrudan
ilgililik derecelerinin en yüksek olduğu ve dikkatlerini çeken mesajlar dışındaki her şeyi
görmezden gelmektedirler.
Yapılan bir araştırma sonucuna göre; günümüz tüketicisi bir gün içinde en az
1000 reklam mesajına maruz kalmakta ve bu reklamların %99.9’una bir daha üzerinde
düşünmemek ve kullanmamak üzere bilinçsizce zihnindeki çöp kutusuna atmaktadır.27
Bu bağlamda reklam mesajlarının, tüketicinin aklında kalması için, taşıması gereken
bazı öğeler söz konusudur. Schramm etkin mesaj unsurlarına ilişkin bir ölçüt
geliştirebilme amacı ile dört temel düşünceden oluşan bir set oluşturmuştur. Söz konusu
“düşünceler seti”nde28;
1. Mesajın hedef kitlenin dikkatini veya ilgisini çekmesi,
2. Mesajın gerek kaynağın gerekse alıcının deneyim alanına giren simgeleri
içermesi,
3. Mesajın, alıcının temel gereksinimlerini uyarması ve bu gereksinimleri
karşılayacak ve tatmin edecek bir potansiyele sahip olması,
4. İletişimci tarafından önerilen ve vurgulanan gereksinimlerin karşılanma
biçiminin alıcının toplumsal durumu ile kabul edilebilir olması gibi
konuların gerekliliği vurgulanmaktadır.
26
James F. Engel/ Roger D. Blackwell/Paul W. Miniard, a.g.e., s:473
Scott Degraffenreid, “Beyond Advertsing:Why People Are The New Media”, Handbook of
Business Strategy, pp.81-85, Emerald Group Publishing Limited, 2006, s:81
28
Webster, 1971, s:266’dan Aktaran: Füsun Kocabaş/Müge Elden/Nilay Yurdakul,a.g.e., s: 17
27
28
Günümüzde tüketicinin önüne bir çok ürün seçeneği sunulmakta ve tüketici bu
geniş ve birbirine çok benzer ürün yelpazesi içinden tercih yapmaktadır. Bu bağlamda
tüketicinin satılması amaçlanan ürünü tercih etmesi için önce ürün reklamının
tüketicinin dikkatini-ilgisini çekmesi ve tüketicide bir istek uyandırması gerekmektedir.
Mesajın tüketicinin ilgisini çekebilmesi için öncelikle çarpıcı, ilginç, farklı olması
gerekmektedir. Çünkü ilgiyi bir anda çekebilen reklam mesajı, reklamın devamının
izlenmesini/dinlenmesini/okunmasını sağlayacak yani davranış değişikliğine neden
olacak ilk adımın atılmasını neden olacaktır.
Tüketicinin ilgisini ilk anda çekebilmeye yarayan ve “sıra dışı” olarak
adlandırılan reklamlar da vardır. “Shockvertising” adı verilen bu reklamlar toplumun
alıştığı reklamlar gibi olmayan, toplumsal yapıya, geleneklere, inançlara ters düşen,
toplum tarafından ayıplanan, yasaklananın işlendiği reklamlardır.29 Bu tür reklamların
amacı dikkat çekmek olduğu için çok uzun süre gösterimde tutulmazlar ve tüketicide
istenilen etkiyi/şoku yarattıktan sonra kaldırılırlar. Bu reklamların bazıları gösterildiği
ülkelerde yasaklanarak kaldırılmıştır. Bu reklamlara Benetton’un uçan prezervatif
reklamı, bir rahibin rahibe ile öpüştüğünü görüntüleyen reklamı, Bosna Hersek’te
öldürülen bir askerin kanlı üniformasının gösterildiği reklam örnek olarak verilebilir.
Tüketicinin ilk anda dikkatini ve ilgisini çeken bir diğer reklam mesajı türü de;
merak uyandırıcı (teaser) reklamlardır. Bu tür reklam mesajları genellikle pazara yeni
giren ürün yada markalar için kullanılmaktadır. Reklamlar yayınlanmaya başladığında
önce ürün yada marka ile ilgili yeterli bilgi verilmez ve verilen bu bilgi ile tüketici
hiçbir şeyi anlamlandıramaz. Sadece bir logonun veya sloganın genellikle reklam
müziği (jingle) ile birlikte tüketiciye iletildiği bu mesajlar tüketicide iyice merak
uyanana kadar devam eder. Daha sonra reklamı yapılan ürün yada markanın ne olduğu
ve özellikleri başka bir reklam mesajı ile tüketiciye iletilir. Teaser reklamlarına
Türkiye’den en iyi örnek olarak; jingle’ını Erol Büyükburç’un seslendirdiği ve bir süre
ağırlıklı olarak radyolardan yayınlanan Turkcell’in Shubuo (eğlence, oyun, haber paketi
vb.) reklamları gösterilebilir.
29
William Wells/John Burnett/Sandra Moriarty, 2006, a.g.e., s:345
29
MIT Media Lab şirketinden medya araştırmacısı Barry Arons ilk anda ilgi ve
dikkat çekebilecek ve reklamın dışlanmasını, tüketici tarafından geri itilmesini
sağlayacak reklam mesajı özelliklerini şu şekilde sıralamıştır:30
Dikkat çekici özellikler: farklılık, ayrılabilirlik, devamlı olmaması, olağandışı olması,
asimetrik olması
İtici özellikler: benzerlik, aşırı samimiyet, devamlı olması, alışılagelmiş olması, simetrik
olması
Mesajın tüketicinin dikkatini çekebilmesi için, gereksinimlerini ona hatırlatması
ve uyarması da gerekmektedir. İnsanlar bilinçli yada bilinçsiz olarak davranışlarıyla,
karşılanmamış gereksinimlerini gidermeyi ve böylece bu gerginlikten kurtulabilmeyi
umarlar ve bu gereksinimler uyarıldıktan ve harekete geçirildikten sonra güdülenme
gerçekleşebilmektedir. Güdü; “davranışın gerçekleşmesine hız veren harekete geçirici
güç ve gerilim sistemi veya çeşitli tepkilere genel bir yön veren yönlendirici
bileşendir.”31 Güdülenme ise; “kişinin eyleminin yönünü, gücünü ve öncelik sırasını
belirleyen, iç veya dış bir uyarıcının etkisiyle harekete geçmesi”32dir. Reklam mesajları
hazırlanırken bir tüketicide bulunabilecek gereksinimler belirlenerek bu gereksinimlere
en uygun güdüler seçilmelidir.
Gereksinimler hazcı ve faydasal gereksinimler olmak üzere iki farklı türde
incelenmektedir. Bu ayrım açısından incelendiğinde hazcı gereksinimler, öznel
tepkileri, estetiği ve zevki içerirken faydasal gereksinimler, ürün özelliklerinin veya
faydalarının fonksiyonel ve nesnel yapısını içermektedir.33
Abraham Maslow, bir insanda bulunan ve önem sıralarına göre sırayla
gerçekleşen gereksinimlerin bulunduğu bir teori olan Gereksinim Hiyerarşisi Teorisi’ni
geliştirmiştir. Gereksinim Hiyerarşisi Teorisi’ne göre beş gereksinim sırası ile şu
30
Ken Sacharin, Attention! How to Interrupt, Yell, Whisper and Touch Consumers, John
Wiley&Sons Inc., Canada, 2001, s:104
31
Kenneth E. Runyon, David W. Stewart, Consumer Behavior and The Practice of
Marketing,3th Edition, Merrill Publishing Company, Ohio, 1987, s: 276
32
Füsun Kocabaş/Müge Elden, a.g.e., s:65
33
Ferruh Uztuğ, a.g.e., s:100
30
şekildedir;
34
(1) fizyolojik-yeme, içme, seks gibi hayatı devam ettirmeyi sağlayacak
gereksinimler, (2) güvenlik- fiziksel tehlikelerden uzak durmak, (3) sosyal/sevgi ve
aidiyet-toplumun diğer üyeleri ile tatmin edici ilişkiler kurabilme gereksinimi ve sevgi,
aidiyet, şefkat, kabul edilmişlik hissedebilmek, (4) saygınlık- başarı sağlayabilme ve
bunun sonucunda saygı ve takdir görebilme, statü sağlayabilmek, (5) kendini
gerçekleştirebilme- bireysel üstünlük sağlayarak kendinden emin olmak. Ancak
Abraham
Maslow’un
Gereksinimler
Hiyerarşisi
Teorisi’nin
modern
bireyin
davranışlarını (kişiliğin dinamiğini) anlamada yardımcı oluyor olmasına rağman
kültürel (toplumsal) tanımlayıcıları yeteri kadar dikkate almadığına dair görüşler
bulunmaktadır. 35
Fakat
Gereksinimler
günümüzde
tüketicilerin
Hiyerarşisi’nde
olduğu
gereksinimleri
gibi
sıralı
her
ve
zaman
öncelikli
Maslow’un
bir
şekilde
gerçekleşmeyebilmekte, bir gereksinim başka bir gereksinimin önüne geçerek davranışa
neden olabilmektedir.
Ayrıca toplumun değerleri düzenine göre biçimlenen toplumsal kabul, saygı,
onay, kişisel başarı, kendini gerçekleştirme, oyun, saygı görme vb. gereksinimler
özellikle gelişmiş ekonomilerde, toplumsal refahın artması nedeniyle fizyolojik
gereksinimlerin önüne geçmektedir.36 Bu bağlamda bu gereksinimlere daha farklı,
detaylı ve geniş bir açıdan bakılması uygun görülmektedir.
34
George E. Belch/Michael A. Belch, Advertising and Promotion:An Integrated Marketing
Communication Perspective, 6th Edition, The Mc Graw-Hill Companies Inc., New York, U.S.A., 2004,
s:109
35
Sadık Güneş, a.g.e., , s: 80
36
Ferruh Uztuğ, a.g.e., s:101
31
Başarı
Ustalık gerektiren işlerin üstesinden gelme,
yorucu görevleri tamamlayabilme; becerileri,
yetenekleri uygulama gereksinimleri
Sergilemek
Kişinin kendini herkese gösterebilme,
herkese kişiliğini ve kim olduğunu kanıtlayabilmesi,
kişilerin ilgi ve dikkatlerini üzerine çekebilmesi
Egemenlik
Güç sahibi olma ve bu gücü başkalarının üstünde
kullanma gereksinimi, otoriter ve etkin bir pozisyona
sahip olma, başkalarının hareketlerine yön verebilme,
rakiplerin üstesinden gelebilme gücüne sahip olabilme
Anlama
Öğrenme ve kavrama,neden-sonuç ilişkisi kurabilme,
durumlara uygun olacak çözümler üretebilme,öğretme,
bilgilendirme,entelektüel işlerle ilgilenme
Bakma/Yetiştirme
Başkalarını destekleyebilme,onlarla ilgilenme,onlara
rahatlık sağlama gereksinimleri
Cinsellik
Kişisel cinsel kimliği oluşturma,cinselliği rahatça yaşama,
karşı cinse karşı çekici ve güzel olma, kınanmaktan ve
yargılanmaktan korkmadan zevk alabilme-verebilme,
cinsel temastan hoşlanma,
Özgürlük
Özerk ve başkasının etki-yönlendirmesinden uzak
olabilme,kendi kararlarını verebilme, özgür ve farklı
yaşayabilme gereksinimleri
Tanınma
Başkalarının kendi hakkında olumlu düşüncelere
sahip olmaları isteği,örnek olarak gösterilme, ödül
almış olma/toplumca tanınma gereksinimi
Yenilikçi Olma
Denenmemişi deneme,hayatını değiştirme,yeni yetenekle
öğrenme,yeni yerlerde bulunma, yeni yerler,eşyalar
keşfetme gereksinimleri
Tutarlılık
Hayatı kontrol edebilmek için mantıksal
bağlantılara,düzenlere ihtiyaç duyma, belirsizliği ortadan
kaldırma,beklenilen şeylerin gerçekleşmesi
Güvenlik
Mal,mülk ve aileyi koruma,fiziksel ve manevi zarardan
kaçınma,saldırılara,kazalara,aksiliklere
karşı savunmasız ve hazırlıksız olmama
Üyelik
Bir gruba/yere ait olma,insanlar tarafından kabul
edilme,aidiyet hissi verecek ilişkiler kurma
Tablo 1-2: Tüketici Gereksinimleri
Kaynak: Robert B. Settle and Pamela L. Alreck, Why They Buy, New York, John Wiley&Sons,1986:2628’den aktaran William Wells/John Burnett/Sandra Moriarty, Advertising Principles and Practice ,4th,
Edition,Prentice Hall Inc., New Jersey, U.S.A., 1998, s:172
Tüketicilerin gereksinimlerine cevap verebilmek ve onların istenilen davranışı
sergilemelerini
sağlamak
amacı
ile
reklam
mesajlarında
farklı
uyarıcılar
kullanılmaktadır. Bu uyarıcıların en temelleri ussal ve duygusal uyarıcılardır.
Ussal uyarıcılar bilimsel olarak kanıtlanmış gerçeklere dayalı olan ve tüketicinin
“neden bu ürünü satın almalıyım” sorusunu fiyat, dayanıklılık vb. öğeler ile cevaplayan
uyarıcılardır. Bu uyarıcıların kullanıldığı reklam mesajlarında tüketicinin anlama
,tutarlılık, yardım alma, güvenlik vb. gereksinimler içinde olduğu ve mantığa dayalı
satın alma davranışında bulunacağı göz önünde bulundurulur. Örneğin; Pantene’in yeni
çıkan bakım serisi için verdiği “Koparak Dökülen Saçlara Son! Sadece Altı
Yıkamada”37 mesajı ussal bir uyarıcı ile hazırlanmış ve tüketiciyi, ürün özelliğinden söz
edilerek, bu ürünü mantık ve kanıtlanmış bilgiye dayalı nedenler ile satın alma
37
http://www.pantene.com.tr/products_fall.htm, 11.03.2006.
32
davranışına yöneltme amaçlanmıştır. Ussal uyarıcıların kullanıldığı reklam mesajlarında
hard sell tekniği uygulanmaktadır.
Duygusal uyarıcılar ise; kanıtlanmış bilgilerden, mantıksal kararlardan uzak ve
daha çok hislere, hayallere, ruh hallerine dayalı uyarıcılardır. Bu uyarıcıların
kullanıldığı reklam mesajlarında tüketicinin sergileme, tanınma, üyelik, güzellik, seksi
olma, eğlence gibi gereksinimler içinde olduğu ve bu bağlamda satın alma davranışı
gerçekleştireceği göz önünde bulundurulur. Duygusal uyarıcıların kullanıldığı mesajlara
“tüketimin hedonik yararlarını anlatan reklamlar”38da denmektedir. Çünkü tüketici
ürünün işlevsel özelliklerini umursamayarak sadece psikolojik ve duygusal tatmini göz
önünde bulundurmaktadır. Duygusal uyarıcılar içeren reklam mesajlarında görseller,
müzik, ışık ve renkler de yoğun olarak kullanılarak etkiyi arttırma amaçlanır. Duygusal
uyarıcılara örnek olarak; Elidor’un 2001 yılında başlattığı reklam kampanyası
mesajında “Bakacaklar, Hep Bakacaklar” yada 2005 yılında başlattığı “Taçlandır
Güzelliğini”39 mesajlı reklam kampanyası ile ürünün getirdiği psikolojik yararlardan söz
edilmektedir. Duygusal uyarıcıların kullanıldığı reklam mesajlarında soft sell tekniği
uygulanmaktadır.
Ussal ve duygusal uyarıcıların etkisi hedef kitlenin düşünce yapısına göre
değişkenlik göstermektedir. Sağ-sol beyin düşünme kuramına göre; insan beyninin sağ
lobu hislere, sezgilere, görüntülere sol lobu ise rasyonel düşüncelere, yazılara,
konuşmalara dayalıdır. Sol lob baskın düşünen bir insanın mantıksal, düzenli ve
kelimeleri anlamaya daha yatkın olduğu varsayılmaktadır. Sağ lob ağırlıklı düşünen bir
insanın simgelere, imajlara, duygulara, sezgilere ve bölüm anlaşılması zor karışık fakat
bağlantılı fikirlere daha yatkın olduğu varsayılmaktadır.40 Bu bağlamda sol lob ağırlıklı
düşünen bir insanın ussal uyarıcılardan etkilenmesi ve bu uyarıcıların onu satın alma
davranışına yönlendirmesi daha kolay olabileceği gibi, sağ lob ağırlıklı düşünen bir
insanın duygusal uyarıcılardan etkilenmesi ve satın alma davranışına yöneltmesi daha
kolay olacaktır.
38
James F. Engel/ Roger D. Blackwell/Paul W. Miniard, a.g.e., s:360
http://www.unilever.com.tr/ourcompany/newsandmedia/pressreleases/2005/elidor.asp,
03.11.2005.
40
William Wells / John Burnett / Sandra Moriarty, 2006, a.g.e., s:330
39
33
Temerlin McClain Irving, Tx reklam ajansı American Airlines için sağ-sol beyin
düşünme kuramının işleyişini anlatan bir reklam hazırlamıştır ve bu reklam Şekil 1-2’de
görülebilir. Reklamda bir insan beyni ve bu beynin sol ve sağ olmak üzere nasıl
düşündüğü görülmektedir. Beynin sol lobunda; “American Airlines’ın tüm filolarının
(700 uçaktan fazla) bütün Ekonomi Sınıflarının koltuklarını (7000’den koltuktan fazla)
daha fazla yer açabilmek için kaldırmaya başladıklarını duydum. Bu yeniden
şekillendirme çalışmalarının %50’si Haziran’a kadar bitecekmiş ve buradan çıkan
muhteşem sonuç ile American Airlines hiçbir havayolu şirketinin hizmet edemediği
kadar çok Ekonomi Sınıfı müşterisine hizmet verecekmiş.”metni yer almaktadır. Sağ
lobda ise; “Süper. Artık ayaklarımı uzatıp Ekonomi Sınıfı’nda oturabileceğim.”metni
yer almaktadır. Bu reklam sağ-sol beyin düşünme kuramının nasıl işlediğini anlatan çok
açık bir örnektir.
Şekil 1-1: American Airlines Reklamı
Kaynak: http://www.agencyfaqs.com/advertising/outofthisworld/data/844.html
Bireyler yaşadıkları topluma veya bir sınıfa ait olma, diğerleri ile uyum içinde
yaşayarak dışlanmama, onlar ile uyumu yakalayarak sevgilerini kazanma gereksinimi
34
duymakta ve hayatlarını sosyal bir etkileşim∗ içinde devam ettirmektedirler. Sigmund
Freud bireylerin sevgi gereksinimleri ile ilgili şu sözleri söylemiştir:
“Eğer yığın içinde yalnız olan birey kendi biricikliğini bırakıyor ve
başkalarının telkinlerine izin veriyorsa, bunu onlara –karşıt
olmaktansa onlarla uyum içinde olma ve dolayısıyla belki de
hepsinden- de öte ‘onların sevgisi için’ yapma gereksinimi olduğu
için yapıyor”41
Bu durumdan yola çıkarak reklamcılar, mesajlarını “toplumun diğer bireylerinin
kullandığı gibi” yada “siz de onlar gibi kullanın” gibi çağrı unsuru taşıyan uyarıcılar ile
şekillendirdikleri söylenebilir. Luna margarin’in “Siz hala annenizin margarinini mi
kullanıyorsunuz?” reklam mesajında kadınlara seslenilerek adeta toplumdaki tüm
kadınların Luna kullanmaya başladığı ve eğer hala eski margarinleri kullanan kaldı ise
toplumun çok gerisinde kalmış oldukları mesajı verilmeye çalışılmış ve tüketiciye
topluma uyum sağlama, ayak uydurma çağrısı yapılmıştır.
Medyaya ve özellikle reklamlara getirilen en büyük eleştirilerden biri; toplumu
istediği gibi şekillendirmeye çalışması, onlara “iyi”nin ve “kötü”nün ne olduğunu
söylemesi ve onları kendi yarattığı bir “yaşam biçimi”ne yönlendirmesidir. Bireyler de
yıllardır süregelen bu yönlendirmeye alışmış, durumu kabullenmiş bir şekilde
hayatlarına devam etmekte ve hatta bu durumun farkında bile olamamaktadırlar. Eric
Fromm medya ve modern bireylerin davranışları ilişkisi ile ilgili şunları söylemektedir;
“Kararlarımızın bir çoğunu aslında biz vermiyoruz, bunlar bize
dışarıdan telkin ediliyor, kararı bizim verdiğimize kendi kendimizi
ikna etmeyi başarıyoruz, oysa gerçekte yalnızlık korkusu ve
doğrudan doğruya hayatımızı, hürriyetimizi ve rahatımızı
ilgilendiren tehlikeler yüzünden, başkalarının bizden beklemiş
oldukları şeylere göre hareket ediyoruz.”42
∗
Bireylerin günlük yaşamlarındaki sözlerini, davranışlarını ve tepkilerini çevrelerindeki
insanların davranış ve tepkilerine göre belirlemeleri sürecidir. (Ayrıntılı Bilgi İçin: Anthony Giddens,
Sociology, 4th Edition, Polity Pres, UK, 2001, s:80)
41
Sigmund Freud, “Psychologie des foules et analyse du moi” (1921), Essais de psychanalyse,
Payot, Paris, 1983’ten aktaran: Armand Mattelart, Michele Mattelart, İletişim Kuramları Tarihi, Çev:
Merih Zıllıoğlu, 2. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s:21
42
Eric Fromm, Hürriyetten Kaçış, Çeviren: Ayda Yörükan,Tur, İstanbul, 1992, s: 214’ten
Aktaran: Sadık Güneş, a.g.e., s: 13
35
Tüketicilerin günlük yaşamlarındaki sıkıntılardan, hayat şartlarının getirdiği
problemlerden eğlenerek ve o anda sıkıntılarından başka şeylere odaklanarak kaçma
gereksinimlerinin bulunduğunu göz önünde bulunduran reklamcılar tüketicilerin bu
gereksinimlerine cevap verebilme amacı ile reklam mesajlarını oluştururken, tüketicinin
ilgisini büyük ölçüde çekebilen, ürüne karşı olumlu bir bakış açısı geliştiren ve reklamın
akılda kalmasını sağlayan güldürü öğeleri içeren uyarıcılardan yararlanmaktadırlar.
Cem Yılmaz’ın oynadığı Opet Full Force reklamları güldürü unsuru taşıyan reklamlara
örnek teşkil edebilmektedir. Reklam mesajlarında kullanılan güldürü unsuru, toplumsal
yapıya uygun olmayan ve tüketicinin üründen soğumasına yol açacak ve etik kurallarını
çiğneyecek yapıda olmamalıdır. Ayrıca reklam mesajında kullanılacak olan güldürü
unsuru reklam mesajının önüne geçmemeli ve reklam mesajının temelinde yatan fikir ile
uyum içerisinde ilerlemelidir.
Dünya’nın 150 önde gelen reklam ajansının yaratıcı yönetmenleri ve araştırma
yöneticileri ile reklam mesajlarında kullandıkları güldürü öğeleri içeren uyarıcıların
tüketicileri, medya ve ürünleri ile ilgili etkileşimini konu alan bir araştırma yapılmıştır.
Kendi deneyimlerine dayanarak verdikleri cevaplar ile ortaya çıkan araştırma
sonuçlarına göre; 43
•
Reklam mesajlarında kullanılan güldürü unsurları tüketicinin ilgi ve dikkatini
çok büyük ölçüde çektiği ve reklamı hatırlamasını sağlamakta fakat reklamı
yapılan ürünü ileride hatırlamada ve algılamada zorluk çekmekte,
•
Reklam mesajlarında yer alan güldürü unsuru tüketiciyi ikna etmede etkisiz
kalmakta fakat tüketicinin bir üründen diğerine geçmesini sağlama ikna edici
olmakta,
•
Güldürü unsurunun kaynağın güvenilirliğini ve inanılırlığını sağlamada etkisiz
kalmakta ve ayrıca satın alma davranışını etkileyen bir uyarıcı olarak kabul
edilmemekte,
•
Televizyon ve radyo mecraları, diğer mecralara oranla güldürü unsuru taşıyan
mesajlara daha uygunken, uzun süre kullanıma uygun olmayan ürünler ve
43
George E. Belch/Michael A. Belch, a.g.e., s:187
36
hizmet servisi reklamları bu unsuru taşıyan mesajlara endüstriyel ürün
reklamlarından daha uygun olmakta,
•
Genç, eğitim seviyesi yüksek kişiler, profesyonel kişiler ve erkekler bu reklam
mesajlarının hedef kitlesi olarak kabul edilmekte, yaşlılar ve eğitim seviyesi
düşük kişiler hedef kitle kapsamında tutulmamaktadır.
•
Güldürü unsuru reklam mesajı ile uyumlu olmalı ve hassas ürün/hizmet
reklamlarında kullanılmamalıdır.
Tüketicilerin kendilerini ve sevdiklerini fiziksel ve manevi zararlardan koruma,
saldırılara, kazalara, aksiliklere karşı savunmasız olmama gereksinimlerinin olduğunu
göz önünde bulunduran ve bu durumdan yararlanan reklamcılar, reklam mesajlarını bu
gereksinimi temel alarak da oluşturabilmektedirler. Bu uyarıcılar ile oluşturulan reklam
mesajlarında öncelikle tüketicinin sahip olduğu düşünülen korku hatırlatılır/harekete
geçirilir yada sahip olması istenilen o korku yaratılır. Daha sonra da bu korkuyu ortadan
kaldıracağı iddia edilen ve problem çözücü nitelikte olan ürün yada hizmetten söz edilir.
Son olarak tüketiciye o ürün yada hizmeti almazlar ise, başta hatırlatılan yada yaratılan
korku verici durumun kaçınılmaz olarak yaşanacağı iddiası sunulur. Örneğin;
televizyonda yayınlanan Calgon reklamlarında yıllardır “Calgon kullanmazsanız
çamaşır makineniz kireç tutar ve bozulur” mesajı verilmektedir. Calgon reklamlarında
bu mesaj ilk karede makinesi kireçlenen ve bozulan bir kadının tamirciyi çağırması ile
verilir ve tüketiciye böyle durumların kendi başlarına da gelebileceği ve makinelerinin
kireçlenip bozulacağı hatırlatılır yada öğretilir. İkinci karede konusunda uzman bir
erkek tamirci, korkmuş ve çaresiz olarak gösterilen kadının evine gelerek makineyi
kontrol eder ve Calgon’un kireç sökücü özelliğinden söz ederek ürünün bu problemine
çözüm olacağı mesajını verir. Son olarak da “Calgon kullanmazsanız çamaşır
makineniz kireç tutar ve bozulur” mesajı verilerek tüketici tehdit edilir. Tehdit edici
uyarıcılar taşıyan reklamlara örnek olarak; ter kokusunu giderici deodorant reklamları,
ağız kokusu giderici sakızlar yada diş macunları ve sosyal içerikli reklamlar (trafik
kazaları, cinsel hastalıklar vb.) örnek olarak gösterilebilir.
37
İnsanların satın alma davranışlarını güdülenme ve gereksinimler açısından
inceleyen bir araştırma sonuçları şöyledir; 44
•
Tüketiciler büyük arabaları tercih ederler, çünkü büyük arabaların onları araba
kullanırken günlük yoğun trafikten koruyacağını düşünürler.
•
Erkekler üstü açık arabayı bir sevgili yerine koydukları için alırlar.
•
Kadınlar pasta yapmayı sanki bir çocuğa yaşam veriyorlarmış hissi verdiği için
severler.
•
Kadınlar parfümü erkekleri etkilemek ve varlıklarını yüceltmek için kullanırlar.
•
Bazı insanlar yıkanırlarken sabun suyla akıp durulandıkça günahları da akıp
gidiyor hissine kapılırlar.
Hazırlanan tüm reklam mesajlarının istenilen etkiyi yaratabilmesi için gerekli
sıklıkta tekrarlarının yapılması gerekmektedir. Burada “gerekli” kelimesi büyük önem
taşımaktadır çünkü reklam mesajlarının çok sık tekrar edilmesi tüketicinin sıkılmasına
ve reklamı görmezden gelmesine, sık tekrar edilmemesi de tüketicinin reklamı
unutmasına yol açabilmektedir.
Reklam mesajının tekrarlanma sıklığı üzerine araştırmalar yapan Cacioppo ve
Petty’nin bir araştırmasında denekler reklam mesajı tekrarlarına düşük seviyede (bir
kere), orta seviyede (üç kere), yüksek seviyede (beş kere) maruz kalmışlardır. Mesaja
bir kere ve daha sonra üç kere maruz kaldıktan sonra aralarında reklam mesajının
doğruluğu ve ürünün satın alınmaya değer olduğu konusunda fikir birliğine
varmışlardır. Aynı reklam mesajına beş kere daha maruz kaldıktan sonra reklam
mesajının doğruluğuna olan inanç oranı düşmeye başlamış ve aynı zamanda reklamı
yapılan ürün ile ilgili düşünceleri olumludan olumsuza dönmeye başlamıştır.45
Bu bağlamda reklam mesajlarının hangi sıklıkta iletileceği ürünlerin yaşam
eğrisindeki∗ dönemlerine göre belirlenmektedir. Örneğin; yeni bir şampuan markası
44
George E. Belch/Michael A. Belch, a.g.e., s:111
James F. Engel/ Roger D. Blackwell/Paul W. Miniard, a.g.e., s:478
∗
1965 yılında Theodore Levitt’in ‘Harvard Business Review’ de yayınlanan ‘Exploit The Product
Lifetime’ makalesiyle ortaya çıkan kavram, nasıl her canlı doğma, büyüme, olgunlaşma ve ölme
dönemlerini yaşıyorsa ürünün de bu şekilde bir hayat yaşayarak pazara girişi, büyümesi, olgunluğu ve
düşüşü şeklindeki dönemlerden geçmekte olduğunu öngörmektedir.
45
38
pazara girmiştir. Bu, şampuanın ilk kez pazara girdiği yani doğduğu dönemdir ve
reklam mesajının çok sık tekrar edilmesi gerekmektedir. Bu dönemde tüketici sık sık
tekrarlanan reklam mesajları sayesinde şampuanı tanıyacak, özelliklerini öğrenecek ve
satın alma davranışında bulunacaktır. Şampuan olgunluk dönemine geldiğinde reklam
mesajının tekrar edilme sıklığı doğma dönemindeki kadar fazla olmamalıdır. Çünkü
doğma döneminde reklam mesajına sık sık maruz kalan tüketici reklamdan
sıkılabilmektedir. Ürün yani şampuan ölme dönemine geldiğinde reklam mesajı
tamamıyla ortadan kaldırılmalı ve yeni bir reklam mesajı ve bu bağlamda imaj
yaratılarak mesajların tekrar sıklığı arttırılmalıdır.
Mesaj özellikleri açısından bazı araştırma sonuçları şunları içermektedir;46
•
Reklamın
etkileyicilik
düzeyi;
reklamdaki
iddiaların
niteliğinden
etkilenmektedir. İddialar hedef tüketiciler için geçerli boyutlara, gerçekçi
bilgiye, deneyim veya testlere dayalı kanıtlanabilir bilgiye odaklanmalıdır.
•
Düşük
ilginlik
durumunda
iddiaların
artması;
reklam
etkisini
de
artırmaktadır. İddiaların niceliksel artışı ikna edici bir gösterge olarak yer
almaktadır.
•
Çift yönlü mesajlar (Güçlü-Zayıf); üstünlükleri sergileyen reklamlara göre
reklamın güvenilirliğini ve inanılırlığını artırmaktadır.
•
Görseller, ses, renk, ışık gibi yaratıcı yapım öğeleri, ikna edici iletişimin
sonuçlarını etkileyen öğelerdir. Bu etki, reklam duygusal tepkiyi
amaçladığında daha da açık bir şekilde görülmektedir.
•
Tüketici
güdülenmesindeki
farklılıklar;
belirli
bir
ikna
stratejisini
etkileyebilmektedir. Yüksek ilginlikli tüketiciler genellikle ussal uyarıcılar
içeren reklamlara, düşük ilginlikli tüketiciler ise duygusal uyarıcılar içeren
reklamlara tepki vermektedirler.
3. Kanal
Reklama bir iletişim süreci olarak bakıldığında mesajı üreticiden tüketiciye
aktaracak olan kanallar; medya araçlarıdır ve hangi kitle iletişim aracının seçileceği
hedef kitleye, reklam bütçesine ve reklam mesajı ile uyumuna göre belirlenmektedir.
46
Ferruh Uztuğ, a.g.e., s:220-221
39
Medya araçlarını incelemeden önce kitle iletişim kavramına bakmakta yarar vardır.
Kitle iletişim kavramı en basit tanımıyla; geniş kitlelerin görsel ve işitsel duyularına
seslenerek, onları bilgilendirmek, ikna etmek ve eğlendirmek amacı ile kitlesel mesajlar
iletmektir. Medya araçları da bu mesajları iletmeye yarayan televizyon, radyo, gazete,
dergi, internet gibi aracılardır. Reklamcılar tüketicilere hazırladıkları reklam mesajlarını
iletmek ve onlar üzerinde istedikleri etkiyi yaratabilmek amacı ile medya araçlarından
yararlanmaktadırlar. Medya araçlarında, hazırlanan reklam mesajları sesler, renkler,
efektler, müzikler, görseller ve simgeler eşliğinde tüketiciye iletilerek tüketicide tutum
değişikliği yaratmak amaçlanır. Günümüz tüketicisinin gün içinde yaşadığı neredeyse
her yerde bulunmakta olan medya araçları, tüketicinin gün boyu reklam mesajlarına
maruz kalmasını sağlamaktadır. Bu bağlamda medya araçlarının reklam mesajlarını
aktarmada ve tüketicide tutum değişikliği yaratmada en etkili aracılar olduğu
söylenebilmektedir.
Medya araçları arasında bireyleri etkilemede ve yönlendirmede en etkili araç
olarak kabul edilen televizyonda yayımlanan reklamlar çalışmanın ana konusu
dahilindedir. Bu bağlamda televizyona diğer medya araçlarından detaylı değinilecektir.
Televizyonun toplumu oluşturan bireyler üzerinde çok büyük etkileri olduğu göz
önünde bulundurulduğunda televizyon; toplumsal cinsiyet, haklar, kişisel haklar,
haberler gibi ahlaki değerleri, ideolojileri ve toplumsal değerleri sunarak kendi yarattığı
değerleri yansıtan ve çok büyük bir sıklıkla otoritelerin endüstriyel yada politik
amaçlarını destekleyen bir “insan yapımı”dır. Livigstone’a göre televizyon; izleyiciye
ne düşünmesini, ne düşünmemesini, ne söylemesini yada ne hakkında söylemesi
gerektiğini anlatan bir şekilde kavramsallaşmıştır.47 Ayrıca televizyon bireyleri,
toplumun bakış açısını ve toplumdaki yerlerini kabul etmeleri konusunda ikna eder ve
bu bağlamda toplumdaki hiyerarşik yapıyı destekler.48
Bireyler, farklı kişilikte ve amaçlarda olsalar bile gün içinde televizyondan
yararlanırlar. Kadın kablolu yayın aboneleri üzerinde yapılan bir araştırma bireylerin
farklı amaç ve kişiliklere sahip olsalar bile televizyonu kullandıklarını göstermiştir.
47
48
Sonia M. Livingstone, Making Sense Of Television, Butterworth Heinemann, 1990, s:49
Nicholas Abercrombie, Television and Society, Polity Pres, 1996, s:200
40
Araştırma sonunda 5 grup ortaya çıkmıştır; eşlik edenler, hayalciler, çağdaşlar,
gerçekçiler ve gelenekselciler. “Eşlik edenler” televizyonu dünya ile bağlantı
sağlayabilmesi ve ev yaşamlarında destek olabilmesi için kullanıyorlar sonucuna
ulaşılmıştır. “Hayalciler”; televizyonu eğlenmek ve bir şeylerden kaçış amaçlı
kullanmakta iken, “çağdaşlar” televizyonu modern kadın kimlikleri ve dinlenmek için
kullanmaktadır ve “gerçekçiler” televizyonu bilgi sağlayabilmede ve bilgiyi
yenileyebilmek için kullanırlarken; “gelenekselciler” ise onu geleneksel değerlere karşı
güven kazanabilmek adına istemektedirler. Kadın sorunları ile ilgilenen “çağdaşlar” en
yoğun ve geniş grubu oluşturmuştur. 49
Reklamcılar da amaçları doğrultusunda televizyonun bu etkin gücünden
yaralanmaktadırlar. Televizyon reklamlarında bir kültürün yada alt kültürün üyelerinin
paylaştıkları anlam sistemleri olarak tanımlanan kodlardan yararlanılır.50 Bu kodlar
televizyon reklamlarında üç farklı şekilde gerçekleşir; sosyal kodlar, teknik kodlar ve
simgesel kodlar.51
Sosyal kodlar karakterlerin kıyafetini, makyajını, mimiklerini, dilini, bireyin
sosyal sınıfını aktaracak kodları, eğitimi ve uzmanlıkları içermektedir. Örneğin; siyah
elbise kötü adam/kadını yada gri elbise ciddiyeti temsil ettiği ve bunun için fazladan
açıklama gerektirmediği için televizyon reklamlarında çok sık kullanılmaktadır. Ayrıca
izleyicinin daha önceden televizyondan edindiği deneyimler ve kendi sosyal çevresi
sonucu sahip olduğu beklenti ve inançlar önceden tahmin edilebilir durumdadır. Bu
bağlamda bu beklenti ve inançlar izledikleri sosyal kodlar ile ya tatmin edilebilmekte
yada kırılabilmektedir.
Kamera, ışıklandırma, montaj yada ses ve müziğin kullanımı gibi teknik kodlar
da izleyici beklentilerini yönetir ve programın belgesel, dram, kurgu, haber yada
eğlence vb. türünde olduğunu ortaya koyar. Bu kodların izleyicilerin ruh halleri
üzerinde de çok güçlü bir etkisi bulunmakta ve sahip oldukları etkiyle izleyiciyi
49
50
William Wells/John Burnett/Sandra Moriarty, 1998, a.g.e., s:173
John Fiske, İletişim Çalışmalarına Giriş, Çev: Süleyman İrvan, Bilim Sanat Yayınları, 1996, s:
37
51
Stefan Herrmann, “Do We Learn To Read Television Like A Kind Of Language”
http://www.aber.ac.uk/media/Students/sfh9901.html, 30.12.2005.
41
programın içine çekebilmekte, onlara yapımcının/yönetmenin anlatmayı amaçladıklarını
verebilir. Karakterlerin ön plana çıkması, daha yumuşak yada sert bir ifadeye sahip
olmaları ışığın üstten yada alttan kişinin yüzüne verilmesi ile izleyicinin bilinçaltında
gerçekleştirilir. Bu bağlamda kamera açıları da izleyicinin ne beklemesi gerektiğini
söyleyen öğelerden biridir. Bir oyuncu üstten çekildiğinde bu çekim ona zayıflık,
güvensizlik ve savunmasızlık niteliği verirken alttan yapılan bir çekimse karakterin
büyümesini, daha güçlü ve güvenilir gözükmesini sağlamaktadır.
Yapılan bir araştırmaya göre; reklamlarda erkek çocukları dışarıda, kız
çocuklarını da içeride oynarken görülmekte ve kamera açıları sayesinde erkek çocuklar
daha baskın, kız çocuklar ise üst çekimler sayesinde daha küçük görünmektedirler.52
Televizyon reklamlarında kullanılan üçüncü kod şekli simgesel kodlardır.
Kullanılan diyalog ve anlatıcı reklamın amacına ve türüne göre farklılaşmaktadır.
Diyalog yada anlatıcının tarzı, türünü gösterebilir. İzleyici bu geleneksel göstergeler ile
yıllardır her televizyon izlediğinde karşılaşmakta ve bu şekilde türünü algılamaya
alışkın olmaktadır. İzleyici programda kullanılan dili anlayamıyor olsa bile yinede
geleneksel göstergeler ve kodlar aracılığı ile programın “dilini” değerlendirip
yorumlayabilmektedir.
TV, radyo, gazete ve dergi gibi medya araçları günümüzde reklamcılar
tarafından sıklıkla tercih edilen medya araçlarının her birinin kendine özgü avantaj ve
dezavantajları bulunmaktadır. Bunları tek tek incelemek gerekirse televizyonun çok
geniş kitlelere ulaşabilmesi ve kitlelerin her iki duyu organına birden ses, görüntü, efekt
ve renklerle aynı anda seslenebilmesi reklamcılar tarafından kullanımında avantaj
sağlamaktadır. Ancak televizyonun pahalı bir kitle iletişim aracı olması, bu kitle iletişim
aracında yayınlanacak reklamların süresinin çok uzun olamamasına neden olmaktadır.
Bu bağlamda tüketicilerin televizyon reklamlarında verilen mesajı algılayabilmeleri de
zorlaşmaktadır.
Herbert E. Krugman’ın yapmış olduğu araştırmalar sonucu televizyonda
gösterilen reklamların süresinin yeterli olmaması, tüketicinin reklamın gösterildiği
anlarda reklamı durdurup yada başa sarıp izleyememesi gibi nedenler ile reklamı daha
52
Debra Pryor/Nancy Nelson Knupfer, a.g.m., p:3
42
sonraları hatırlayamadıkları ve bu bağlamda ilgi duyamadıkları kanısını ortaya
sürmüştür. Bu bağlamda Krugman tüketici zihninde doğru bir marka kavramı
oluşturabilmenin yolunun televizyondan iletilen reklam mesajlarının sık sık tekrar
edilmesi ve reklamlara arka arkaya maruz kalmaları gerektiğini iddia etmektedir.53
Televizyondan sonra en etkili kitle iletişim aracı olarak kabul edilen radyonun,
geniş kitlelere ucuz fiyatlarla ulaşabilmesi ve tüketicilere sesler, tonlamalar, müzikler
aracılığıyla verdiği mesajların duygusal etkiler yaratabilmesi radyonun avantajları
olarak kabul edilir. Ancak yaratılan duygusal etkilerin görüntüler ile desteklenememesi
mesajın tüketici üzerindeki etkisini kısa süreli kılmaktadır.
Dergilerin ise belirli hedef kitlelere ulaşabilme potansiyeline sahip olmaları,
yüksek kalitede renk kullanımına elverişli olmaları ve tüketicinin her istediği zaman
dergiyi açarak reklam mesajını tekrar tekrar okuyabilmeleri ve dergiyi kendilerine
saklayabilmeleri dergilerin avantajları arasında kabul edilmektedir. Ayrıca dergilerde
karmaşık ve bilgilendirici reklam mesajlarının kullanımı televizyon ve radyoya oranla
daha uygundur. Ancak dergilerin içinde yer alan reklamlar, derginin içinde bulunan
diğer konuların altında ezilebilir ve tüketicinin diğer konulara olan ilgisi, reklam
mesajlarını görmezden gelmesine neden olabilir.
Gazetelerde yer alan reklamların diğer medya araçlarına oranla daha uygun
fiyatlı oluşu reklamcılar açısından büyük bir avantaj olarak kabul edilir. Ayrıca
gazetelerin
de dergiler gibi tekrar tekrar okunma ve saklanma olanakları vardır.
Gazetelerin günlük yada haftalık yayımlanmaları reklamın etkisini azaltır.
4. Alıcı
İletişim sürecinde kaynak mesajı kodlayıp medya araçları aracılığı ile alıcılara
iletir. Alıcılar ise; kaynağın kodlayıp aktardığı bu reklam mesajını gören, duyan,
izleyen, okuyan ve sonra çözümleyen/yorumlayan hedef pazardaki tüketicilerdir.
Reklam amaçlarının istenilen amaca yönelik olması için hedef tüketicinin kim
olduğunun, tutum, davranış ve düşüncelerine etki eden faktörlerin bilinmesi
gerekmektedir.
53
Herbert E. Krugman, “The Impact of Television Advertising: Learning Without Involvement”,
The Public Opinion Quarterly, Vol.29, No.3, (Autumn, 1965), pp. 349-356, s. 351
43
Bu faktörlerin ilki tüketicinin sosyo-ekonomik durumu gösteren ve yaş, cinsiyet,
gelir düzeyleri, meslek, eğitim seviyesi ve medeni halleri ile tanımlanan demografik
faktörlerdir.
İnsanların belirli yaş dönemlerinde giyim, yiyecek, beyaz eşya vb. belirli
ihtiyaçları bulunmakta ve bu ihtiyaçların satın alınma sıklıkları yaş faktörü ile bağlantılı
olarak değişkenlik göstermektedir. Yaş faktörüne etki eden bir diğer faktör, yerleşim
yeridir. Tüketiciler aynı yaşlarda olsalar bile ikamet ettikleri yerler düşünce, tutum ve
davranışlarını etkileyecektir.
Tüketicilerin düşünce, tutum ve davranışlarını etkileyen bir diğer demografik
faktör de cinsiyet faktörüdür. Cinsiyet faktörü incelenirken birincil ve toplumsal cinsiyet
farklılıkları göz önünde bulundurulmalıdır. Birincil cinsiyet özelliklerinde kadın ve
erkeğin tutumlarına etki eden faktör biyolojiktir. Yani tüketiciler biyolojik özelliklerinin
gerekliliklerine göre tutumda bulunurlar. Bir kadının biyolojik gereksinimleri nedeniyle
hijyenik kadın pedi alması yada bir erkeğin jilet satın alması tüketicilerin birincil
cinsiyet özelliklerine göre tutumda bulunmalarına örnek olabilir.
Bu çalışmanın temelini oluşturan toplumsal cinsiyet de tüketicilerin düşünce ve
tutumlarını etkiler. Toplumsal cinsiyet; bireylerin, toplumun kadına ve erkeğe atfettiği
rol ve gerekliliklere göre tutum ve davranış geliştirmeleridir. Tüketicilerin toplumsal
cinsiyet özelliklerine hitap eden Hugo Boss, Baldessarini Classic adlı erkek
parfümünün reklamlarında “Erkekliğin gerçek anlatımı” ve “Erkekleri oğlanlardan
ayırır”54 şeklinde mesajlar kullanmıştır.
Kadınların ve erkeklerin reklam mesajlarından etkilenme dereceleri ile ilgili bir
çok araştırma söz konusudur. Yapılan araştırmalar, reklamların daha çok kadını
hedeflediklerini göstermiştir. Reklamların kadına yönelik oluşunu saptama amacı
güdülerek yapılan bir araştırma sonuçlarında, kadına doğrudan seslenmekte olan
reklamlarının oranının daha fazla olduğu ortaya konmuştur. Ayrıca kadınların
adaptasyon becerilerinin erkeklere oranla daha fazla olması ve “yeni” olana erkeklere
oranla daha fazla merak duymaları reklamların kadınlar üzerinde daha fazla etki
54
http://www.baldessarinifragrances.com, 22.10.2005.
44
sağlamasına ve bu bağlamda bir çok reklamın kadınlara yönelik hazırlanmasına sebep
olmaktadır.55 Bu ve buna benzer araştırmalardan çıkan sonuçlar genel olarak kadınların
daha kolay ikna edilebilir ve toplumsal yapıya daha çabuk uyum sağlayabilir
olduklarıdır. Oysaki kadınların bu uyuma ve ikna yatkın oluşlarının nedeni biyolojik
değil, toplumsaldır. Abelson ve Sesser’in lisede okuyan kız-erkek öğrenciler ile
ilkokulda okuyan kız-erkek öğrenciler üzerinde yaptığı bir araştırma sonuçlarına göre;
lisede okuyan kız öğrenciler erkeklere oranla daha kolay ikna edilebilmektedirler.
İlkokul öğrencileri arasında ise böyle bir cinsiyet farkı ortaya çıkmamıştır.56 İlkokul
öğrencileri arasında böyle bir farkın ortaya çıkmamasının nedeni; toplumsallaşma ve
toplumsal cinsiyet kavramlarında aranabilir. Toplumsallaşma; bireyin kuralları,
normları, toplumsal cinsiyet rollerini öğrendiği süreçtir. Bu süreç içinde öğrenilen
toplumsal cinsiyet kimlik ve rollerinin, dişil ve eril özellikleri de kapsadığı ve bireylerin
bu bağlamda davranışlarda bulunduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu araştırmaya
dahil olan ilkokul çocuklarının toplumsallaşma süreci içinde oldukları ancak henüz
toplumsal cinsiyet kimliklerini de tam anlamı ile oturtamadıkları söylenebilir ki
toplumsallaşma ve toplumsal cinsiyet kavramları çalışmanın 2. ve 3. bölümlerinde daha
ayrıntılı ele alınacaktır.
Kişilerin düşünce ve tutumlarını etkileyen bir diğer demografik faktör ise; eğitim
seviyeleridir. Yapılan birçok araştırmaya göre; eğitim seviyesi yüksek kişiler, düşüklere
oranla daha fazla teknolojik ve iletişim esaslı ürün satın almakta ve ürünün kalitesi ve
fiyatı arasındaki ilişkiyi daha kolay yargılamaktadırlar. Ayrıca eğitim seviyesi yüksek
kişiler daha çok gazete, dergi, internet gibi mecraları tercih ederlerken, eğitim seviyesi
düşük kişiler daha çok televizyonu tercih etmektedirler.57 Eğitim seviyesi yüksek kişiler
ile eğitim seviyesi düşük kişilerin reklam mesajlarından etkilenme dereceleri de farklılık
göstermektedir. Eğitim seviyesi yüksek kişiler karmaşık ve anlamlı reklam
mesajlarından daha çok etkilenir ve bu mesajlar ile ilgili olumlu düşünce ve tutumlar
geliştirirken, eğitim seviyesi düşük kişiler bu tür reklam mesajlarından hoşlanmayarak
daha basit ve anlamsız reklam mesajlarını tercih ederler.
55
56
Müberra Babaoğul, a.g.e, s:15
Kağıtçıbaşı, 1979, s:189’dan Aktaran: Füsun Kocabaş/Müge Elden/Nilay Yurdakul, a.g.e., s:
101
57
William Wells/John Burnett/Sandra Moriarty, 2006, a.g.e., s:134
45
Tüketicinin
gelir
kullanılacağının ve
düzeyini
belirlenmesi
de,
bu
gelirin
ne
kadarının
hangi ürünün ne kadar tercih edildiğinin yada ürünü
kullandıklarında ne kadar tatmin olacaklarının bilinmesi açısından önem taşımaktadır.
Eğitim seviyesi, gelir düzeyi ve meslek birbirleri ile etkileşim içinde olan faktörler olup
birbirleriyle olan etkileşimleri göz önünde bulundurularak tahminlerde bulunulur.
Örneğin; tüketicinin iyi bir mesleğe sahip olmasının iyi bir eğitim seviyesinin bir
getirisi ve yüksek bir gelir düzeyinin nedeni olduğu varsayılır.
Son demografik faktör olan medeni durum da tüketicinin gereksinimlerini
belirler ve tutum ve davranış oluşumuna etki etmektedir. Lansing ve Kish, tüketicileri
bu açıdan sekiz grupta incelemektedirler; genç bekarlar, çocuksuz genç evliler, 6
yaşından küçük çocuklu genç evliler, 6 ve daha büyük yaşta çocuklu genç evliler
çocuklu yaşlı evliler, çocuksuz yaşlı evliler, yaşlı bekarlar, diğer kişiler.58 Bu bağlamda
yapılacak olan ürün reklamının kimi hedefleyeceği yada kimi hedeflememesi gerektiği
tanımlanabilmektedir. Örneğin; yeni çıkan bir bebek maması reklamının yukarıda adı
geçen “genç bekarlar” grubuna iletilmesi gereksiz olacaktır.
Demografik faktörler, psikolojik ve sosyo-kültürel faktörler ile birlikte
incelendiğinde anlam kazanmakta ve tüketici hakkında daha a doğru bilgilere
ulaşılmasına yardımcı olmaktadır. Demografik faktörler ile psikolojik ve sosyo-kültürel
faktörlerin birlikte incelenmesi gerekliliğini Jim Avery şu sözleri ile ifade etmektedir;
“Eğer hedef kitlemin 25 ve 45 yaşları arasında, yılda 50 bin dolardan daha fazla
kazanan, en azından üniversite mezunu kadınlar olduğunu söylemek, bana hedef
kitlemin muhtemelen vejetaryen olduğunu söylemekten daha fazla bilgi sağlamaz.” 59
Bireyin
kendi
bilinçaltını
şekillendiren
aktiviteleri,
gereksinimleri
ve
güdülenmeleri, algılamaları, öğrenme ve bu bağlamda gelişen kişilikleri, tutum ve
inançları gibi akla ve mantığa dayalı öğeler olarak tanımlanan psikolojik faktörlerin
demografik faktörler ile birlikte incelenmesi gerekliliğine bir örnek olarak; yan
komşusu ile aynı eğitim ve gelir seviyesine sahip 45 yaşındaki bir müdürün yan
58
Yüksel Ünsal, Bilimsel Reklam ve Pazarlamadaki Yeri, 2. Basım, Tivi Reklam, İstanbul,
1984, s:196’dan Aktaran: Kocabaş, Füsun; Elden, Müge, a.g.e., s:61
59
Jim Avery, Kampanya Planlaması-Reklam Temelli Pazarlama Planı, Çev: Celil Oker,
Reklamcılık Vakfı Yayınları, İstanbul, 2000, s:41
46
komşusu son model bir Mercedes kullanırken eski model bir Palio kullanması
verilebilir. Böyle bir durumda bireyi etkileyen psikolojik faktörlerin incelenmesi
gerekmektedir.
Tüketicilerin düşünce, tutum ve davranışlarını şekillendiren psikolojik
faktörlerin ilki, “mesaj” başlığı altında detaylı olarak ele alındığı gibi; tüketici
gereksinimleri ve güdülenmedir. Daha önce de tanımlandığı üzere tüketicilerin
hayatlarını devam ettirebilmeleri için gidermeleri gereken bazı gereksinimleri
bulunmaktadır. Bu gereksinimleri tatmin etmek amacı ile yapılan davranışı oluşturan
yönlendirici güçler güdü olarak ve bireylerin, bulundukları davranışın gücünü, öncelik
sırasını, hızını belirleyen iç veya dış bir uyarıcının etkisiyle eyleme geçmesi de
güdülenme olarak tanımlanabilir. Güdülenmeyi meydana getiren iç ve dış etmenleri ele
alış biçimlerine göre güdülenme yöntemleri gruplandırılabilmektedir.60
Bu yöntemlerin ilki yine “mesaj” başlığı altında detaylı olarak incelenmiş olan
Abraham Maslow’un Gereksinim Hiyerarşisi Teorisi olup, Maslow teorisinde birey
gereksinimlerinin tabandan başlayan bir hiyerarşik sırayla meydana geldiğini
savunmaktadır.
Güdülenme yöntemlerinin bir diğeri; Çevre Kuramı’dır. Burrhus Frederic
Skinner söylediği; “insan davranışlarını anlama yeteneğimizi geliştirdiğimiz sürece
günümüzün en büyük sorununu çözmüş oluruz”61 sözünden yola çıkarak oluşturduğu
kuramda, bireylerin güdülenmesini etkileyen uyarıcının “çevre” olduğunu ve bireyin
bulunduğu davranışın çevre tarafından ödüllendirilmesinin, bireyin aynı davranışta
bulunmasını sağlayacağını savunmaktadır. Bu bağlamda reklamlarda birey bulunduğu
davranış sonucu çevresi tarafından ödüllendiriliyor yada bir şekilde çevrenin takdirini
topluyorsa, birey bu davranışı tekrarlayabilir.
İç ve dış uyarıcıların ele alınış biçimlerine göre gruplara ayrıldığı güdülenme
yöntemlerinin sonuncusu olarak ele alınan ve David Mc. Clelland tarafından ortaya
konan Etkileşim Kuramıdır. Birey sürecinde toplumsal rolleri, toplumsal kuralları ve
toplumsal cinsiyet rollerini öğrenir ve bu bağlamda gereksinimleri oluşur. Clelland da
60
61
Füsun Kocabaş/Müge Elden, a.g.e., s:65
“B.F.Skinner Foundation”, http://www.bfskinner.org/, 28.11.2005.
47
kuramında, bu süreçte oluşan başarı gereksiniminden, birlikte olma gereksiniminden ve
güç sahibi olma gereksiniminden söz eder. Toplumsallaşma sürecinde yaşanılan
öğrenme ve bu bağlamda geliştirilen kişilik kuramın temelinde yer almaktadır.
Güdülenmiş bir insan davranışta bulunmaya hazırdır ve bulunacağı davranışı
durum ile ilgili algılaması etkilemektedir. Her insan beş duyu organı yardımı ile
görerek, duyarak, dokunarak ve koklayarak bilgi edinmektedir. Ancak duyu organları
ile edinilen bilgilerin algılanması kişiden kişiye göre farklılık göstermektedir.
Algılamanın günümüzde bireyin uyum ve anlam arayışlarına bir cevap niteliği taşıdığı
savunan Berelson ve Steiner’a göre algılama; “insanların duyumsal uyarıcıları
seçtikleri, örgütledikleri, yorumladıkları ve dünyanın anlamlı ve uyumlu görüntüsüne
dönüştürdükleri karmaşık bir süreçtir.”62 İnsanların algılamaları uyarıcıların boyut, renk
ve yoğunluk gibi fiziksel özelliklerinden ve bireyin inançları, deneyimleri,
gereksinimleri, ruh halleri ve beklentileri gibi kişisel özelliklerinden etkilemekte ve bu
bağlamda kişiden kişiye göre farklılık göstermektedir. Bireyler gün içinde milyonlarca
reklam mesajı ile karşılaşırlar ve her birey bu reklamları farklı şekillerde
algılayabilmektedirler. Bu algılama farklılıklarını açıklamaya yardımcı olan ilk kavram
algıda seçicilik kavramıdır. Bu kavram bireylerin gün içinde karşılaştıkları binlerce
uyarıcı içinden sadece canlarının istediklerini algılamaları ve diğer uyarıcılardan
kaçınmaları olarak açıklanabilir. Örneğin; bir erkek araba satın almayı düşünmekte ve
aynı
zamanda
bu
süre
içinde
toplum
tarafından
kabul
edilme,
kendini
kanıtlama/sergileme gereksinimi de duymaktadır. Bu bağlamda erkek maruz kaldığı
araba reklamları arasından “bu arabayı satın alırsan prestij ve güç sahibi olacak herkesin
beğenisini ve takdirini toplayacaksın” anlamını içeren bir mesaj ile karşılaştığında diğer
araba reklamlarını bilinçli olarak görmezden gelecek ve gereksinimlerine hitap eden
reklam mesajına dikkat edecektir. Bireyler arası algılama farklılıklarının açıklanmasında
kullanılan bir diğer kavram seçici çarpıtmadır. Bu kavram bireylerin bilgiyi kendi inanç
ve fikirlerine göre yorumlaması olarak tanımlanabilir. Seçici çarpıtma reklam mesajları
çift yönlü olduğunda gerçekleşir yani reklam mesajında ürünün hem olumlu/güçlü hem
62
W.J Severin/J.W. Tankard, İletişim Kuramları, çev: A.A. Bir/N.S.Sever, Anadolu Ünv. Yay.,
Eskişehir,1994, s:95’ten Aktaran:Sadık Güneş, a.g.e., s: 92
48
de olumsuz/zayıf özelliklerinden bahsedildiğinde, tüketicinin ürüne karşı daha önceden
olumlu bir fikri, inancı varsa olumsuz/zayıf mesajları görmezden gelecektir. Seçici
akılda tutma ise bireyler arası algılama farklılıklarının açıklanmasında kullanılan son
kavramdır. Bireylerin zihni aldıkları her bilgiyi depolamaya ve daha sonra çağırmaya
(hatırlamaya) yeterli değildir. Bu bağlamda bireyler, kendi inanç ve tutumlarına, yaşam
tarzlarına yakın olan uyarıcıları akıllarında tutma eğilimindedirler. Reklam mesajlarının,
hitap edeceği amaçlanan hedef kitlenin yaşam tarzlarına, düşünce ve inançlarına,
alışkanlıklarına hitap edecek şekilde hazırlanması, mesajların tüketicinin aklında
kalmasını sağlayabilmektedir.
Seçici akılda tutma kavramının reklam mesajlarının etkisinde bir avantaj olarak
kullanılabileceğine bir örnek olarak NBC Araştırma Müdürü Hoist Stipp’in bulguları
gösterilebilir. Stipp Amerika’da yaşayan kadınların çalışma oranları üzerinde yapmış
oldukları bir araştırma sonuçlarını şu şekilde aktarmaktadır; “Araştırmamıza katılan 1849 yaşları arasındaki kadınların %90’ının yarım zamanlı bile olsa iş yaşamları
bulunmaktadır. Araştırmamızdaki sorulara cevap verirken her on kadından dokuzu tam
zamanlı çalışmıyor olsalar bile psikolojik olarak kendilerini “iş kadını” olarak
tanımlamıştır.”63 Bu araştırmadan çıkan bulgulara göre hazırlanabilecek olan ve
“başarılı iş kadını”nı imajının kullanılabileceği X marka ürün reklamı kendini “iş
kadını” olarak tanımlayan bireylerin reklamı unutmamasını sağlayabilir.
Bireylerde, bir bilgiyi algıladıktan ve ona anlam yükledikten sonra insan tutum
ve davranışlarının en temel belirleyicisi olan öğrenme başlar. Hayatları boyunca bir
öğrenme sürecinin içinde bulunan bireyler bu süreçte kişiliklerinin oluşmasını sağlayan
kültürel değerleri, inançları, tutum ve davranışları, çevre ile ilgili bilgi ve gereklilikleri,
tercihleri, tüketim olgusunu, kavramları, kendini sosyal ve psikolojik anlamda tatmin
edebilecek gereksinimleri öğrenirler. “En geniş anlamı ile öğrenme, davranışlarda
meydana gelen kalıcı bir değişiklik olarak tanımlanabilir.”64 Bireylerin düşünce, tutum
ve davranışlarını nasıl öğrendiklerini ve bu bağlamda reklam mesajlarının istenilen
63
William Lazer/Priscilla La Barbera/James M. MacLachlan/Allen E. Smith, Marketing 2000
and Beyond, American Marketing Association, Chicago, Illinois, 1990, s:76
64
Füsun Kocabaş/Müge Elden/Nilay Yurdakul, a.g.e., s: 107
49
etkiyi gösterebilmesi için davranışsal öğrenme ve bilişsel öğrenme kuramlarının
incelenmesinde fayda vardır.
Dışsal ve çevresel uyarıcıların davranışa etkilerinden söz eden ve öğrenmenin
çevresel uyarıcılar sonucu bir tepkime yaratılmasıyla ortaya çıktığını savunan
Davranışsal
Öğrenme
Kuramları’nda
2
farklı
yaklaşım
bulunmaktadır.
Bu
yaklaşımlardan ilki Rus fizyolog Ivan P. Pavlov’un hayvanlar üzerinde yaptığı
çalışmalarla belirlenen ve uyarıcılar ile tepkiler arasındaki ilişkiye dayanan Klasik
Öğrenme Kuramı’dır. Pavlov yaptığı araştırmalarda köpeklere verilen yemek (uyarıcı)
ve köpeklerin bu yemeği gördüklerinde akıttıkları salyanın (tepki) doğal ve şartsız
olduğunu fark etmiştir. Pavlov daha sonra yemeği şartlı uyarıcı, salyayı da şartlı refleks
haline getirebilme amacı ile zil kullanmıştır. Köpeklere her seferinde yemek vermeden
önce zili çalmış ve böylece bir süre sonra köpeklerin zil sesi duyduklarında salya
akıttıklarını görmüştür. Bu bağlamda zil şartlı uyarıcı, akıtılan salya ise şartlı bir
refleks/tepki haline gelmiş ve aralarında şartlı bir ilişki oluşmuştur. Ancak bu teoriye
göre şartlı bir ilişkinin oluşabilmesi için “tekrar” çok önemlidir.
Pavlov’un bu kuramına reklam açısından bakıldığında tüketicilerin ürünlerden
istenilen etkiyi ve düşünceyi almaları konusunda şartlandırılabilir oldukları ortaya çıkar.
Yani reklamlar tüketiciyi memnun edici şekilde şartsız uyarıcılarla markalarını tanıtırlar
ve markayı bu şartsız uyarıcılarla düzenli tekrarlar ile tanıttıklarında marka artık tüketici
gözünde aynı hissi uyandıran şartlı bir uyarıcıya dönüşür.65 Örneğin; Solo marka
peçetenin yıllardır düzenli olarak verdiği “Solo- Hem Yumuşak Hem hesaplı”66 mesajı
artık şartlı bir şekilde tüketicinin aklında yer almaktadır.
Aynı yöntem ürünü hatırlatmada müziğin kullanımı şeklinde de uygulanabilir.
Bir ürün tanıtımı müziği ile birleştirildiğinde ve sürekli beraber kullanıldıklarında,
tüketici müziğe şartlanır. Müzik artık duyulduğu anda ürünü akla getiren şartlı uyarıcı
olmuştur. Örneğin Coca-Cola yıllardır tüketicilerine, Advertising Age tarafından yapılan
“Yüzyılın En İyi Reklam Müzikleri” yarışmasında dokuzuncu olan “It’s The Real
65
William Wells/John Burnett/Sandra Moriarty, 2006, a.g.e., s:108
66
http://blog.tunioz.com/?p=4, 13.11.2005.
50
Thing”67 ile seslenmekte ve bir tüketici sadece bu müziğe maruz kaldığında bile ürün
aklına gelebilmektedir.
Bir diğer Davranışsal Öğrenme Kuramı B. Frederic Skinner’ın ortaya koyduğu
Edimsel
Koşullanma
Kuramı
olup
bu
kuram
Klasik
Öğrenme
Kuramı’na
benzetilmektedir. Ancak Skinner’ın kuramında birey Pavlov’un kuramının aksine
öğrenmek için bir çaba ve hareket göstermektedir. Bu kuramda fareleri denek olan
kullanan Skinner, kafese koyduğu farenin yanlışlıkla bir kere manivelaya bastıktan
sonra yiyeceğe yani ödüle sahip olması sonucu öğrendiğini ve aynı davranışı
tekrarladığını görmüştür. Skinner yapılan davranışlar sonucu ödüllendirilen bireyin,
davranışı tekrarlayacağını savunmaktadır. Bu kurama reklam açısından bakıldığında,
tüketiciye ürün tarafından sağlanan tatmin (ödül) sonucu tüketici o ürünü almaya devam
edecektir. Örneğin; bir kadının güzel görünebilme konusunda bir dürtüsü vardır. Kadın
güzellik kremini satın alır ve dener. Yaşanan bu deneyim kadına istediği güzelliği
verebilecek şekilde tatmin edici bir özellik taşıyorsa bir dahaki sefere yine bu
gereksinimini gidermek amacıyla aynı ürünü satın alacak ve her seferinde yaşayacağı
tatmin kadının düşüncelerini destekleyici ve güçlendirici bir etkiye yol açacaktır. Bu
bağlamda kadın artık o güzellik kreminin güzelleştirici bir etkiye sahip olduğuna dair
şartlanmıştır.
Davranışsal Öğrenme Kuramları’na, bireylerin öğrenme şekillerine mekaniksel
bir bakış açısı getirdikleri ve sadece dışsal faktörleri göz önünde bulundurduklarına dair
eleştiriler getirilmiştir. Güdülenme, düşünme ve algılama gibi içsel psikolojik
faktörlerin de öğrenme sürecinde göz önünde bulundurulması gerektiğini düşünen
görüşler, Davranışsal Öğrenme Kuramları’nın temelinde yer alan dışsal uyarıcıların
sadece önceden tahmin edilebilir tepkileri ortaya koyduğunu savunmaktadır.68
Davranışsal Öğrenme Kuramlarına alternatif görevi görebilen Bilişsel Öğrenme
Kuramı, bireylerin öğrenmelerinin deneme-yanılma yöntemi ile değil problem çözme
gereksinimlerinden kaynaklanan anlamlı yöntemler keşfetme yoluyla gerçekleştiğini
savunmakta ve bu yöntemlere gestaltlar (biçimler) adı vermektedir. Bu kuram
67
http://www.adage.com/century/jingles.html, 27.01.2005.
68
George E. Belch/Michael A. Belch, a.g.e., s:126-127
51
biçimlerin oluşum süreçlerini anlamlandırmada “kavrayış” kavramının önemini
vurgular. Bireyin bir problem ile karşılaştığında genellikle bu probleme çözüm aradığını
ve bu arama esnasında tüm davranışlarını gözde geçirerek düzenlediğini savunan kuram
bireyi “karışık bir süreçten geçerek, akla dayalı bilgiler oluşturan problem çözücüler” 69
olarak tanımlamakta ve bireyin öğrenme sürecinde algının, kavrayışın, öğrenme ve
davranış ilişkisinin önemini vurgulamaktadır.
Bireylerin yaşamları boyunca algıladıkları ve öğrendikleri bilgiler, deneyimler
sonucu başka bir psikolojik faktör olarak kabul gören tutum ve inançlarını geliştirirler.
Tutumlar; bireyin bir nesneye yada fikre olan olumlu/olumsuz değerlendirmeleri, hisleri
ve eğilimleri olarak tanımlanırken inançlar ise; bir insanın herhangi bir şeyle ilgili
tanımlayıcı düşünceleri olarak tanımlanır.70 Tutum ve inançlar bireyde doğuştan
varolmazlar, zamanla toplumsallaşma sürecinde ve bireyin kendi yaşadıklarından
edindiği deneyimler sonucu öğrenilir ve geliştirilir. Bireyin tutum ve inançlarını
değiştirmek imkansız olmasa da zordur. Bireylerin tutumlarını değiştirebilmenin
inançlarını değiştirmeye oranla daha kolay olduğu düşünülmektedir. Çünkü tutumlar
inançlar kadar köklü bir yapıya sahip değildir ve zaman içinde öğrenilen yeni bilgiler
yada değişen toplumsal yapı sayesinde değişime uğrayabilirler. Ancak değişime direnen
bazı bireyler yıllarca aynı tutumu gösterebilirler.
Bireyler maruz kaldıkları yeni bilgilerin tutum ve inançlarını değiştirmesinden
kaçınma ve çatışma sürecine girmeme amacı güderek mesaj kaynağını reddetme, mesajı
farklılaştırma veya mesajı unutma gibi savunma mekanizmaları geliştirmektedirler.
Yapılan bazı araştırmalar, izleyicilerin kendi tutum ve inançlarını güçlendirmek ve
uyumsuzluğu ortadan kaldırmak amacı ile kendilerinin tutum ve inançlarına yakın bilgi
aradıklarını ortaya koymuştur.71 Ayrıca bireyler değiştirecekleri bir tutumun kendisine
acı çektireceği veya değiştirmiş olduğu tutumun diğer tutumlarını da değiştirmesine yol
açacağı düşüncesi taşıyarak varolan tutumuna daha sıkı bağlanır. Bireylerin geçmiş
deneyimleri de tutum değişikliğine direnmesine yada kabul etmesine neden olmaktadır.
69
William Wells/John Burnett/Sandra Moriarty, 1998, a.g.e., , s:169
Gary Armstrong/Philip Kotler, Marketing, 7th Edition, Prentice Hall, New Jersey, U.S.A.,
2003, s:196
71
Nesrin Kula Demir, Televizyon Reklamlarında Yer Alan İdeolojiler ve Toplumsal
Cinsiyetin İnşası, Basılmamış Doktora Tezi, E.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir, 2004, s:99
70
52
Eğer bireyin varolan bir tutumu daha önce hiç saldırıya yada eleştiriye uğramamışsa
birey tutum değişikliğine yol açacak yeni bir bilgi ile karşılaştığında o anda bir savunma
mekanizması geliştiremeyerek iletişime kendini açacaktır. Bireylerin zeka düzeyleri de
tutum değişikliğini etkileyen bir faktör olarak kabul edilmektedir. Eğer bireyin zeka
düzeyi yüksek ise mantıksız, kısa, kolay mesajlardan etkilenmekte ve karışık veya
anlamlı mesajlara yönelmektedir.72
Bireylerin hayatları boyunca öğrendikleri sonucunda oluşan, düşünce, tutum ve
davranışlarını şekillendiren psikolojik faktörlerin en önemlilerinden birisi kişiliktir.
Kişiliğin bir çok tanımından söz etmek mümkündür. Yapılmış olan bir tanımına göre
kişilik; çevresel uyarıcılara verilen tutarlı psikolojik ve biyolojik tepkilerin
yansımasıdır. Bir başka tanıma göre kişilik; bir kişiyi diğerlerinden ayıran ve biricik
olmasını sağlayan ayrıntılı bir bütündür. Tüketicilerin kişiliklerinin düşünce, tutum ve
davranışlarına nasıl etki ettiğini anlamada kullanılan en temel iki kuram bulunmaktadır;
psikoanalitik kuram, sosyo-psikolojik kuram.73
Sigmund Freud’un yaklaşık altmış senede (1880’li yıllardan 1939 yılındaki
ölümüne kadar) geliştirmiş olduğu Psikoanalitik Kuramı, kişiliğin id, ego ve süper ego
olmak üzere üç bölümden oluştuğunu savunmaktadır.74
İd, bilinçaltında yer alan tüm doğal güdülerin, isteklerin, tutkuların, çabaların ve
düzenli bir şekilde tatmin edilmeyi bekleyen fantezilerin temel kaynağı olarak kabul
edilmekte ve tüm bu güdüler, istekler, fanteziler vb. tatmin edilmediklerinde kişiye
psikolojik olarak zarar vermektedirler. Bu bağlamda reklam mesajlarında, bireylerin
id’ine seslenilerek, yapılacak olan satın alma davranışı sonunda bireyin fantezilerine,
tutkularına ve tatmine kavuşacağı ima edilmektedir.75
Ego bir bireyin kişiliğinin şuurlu tarafı olup öğrendiklerini ve deneyimlediklerini
mantıksal bir açıdan değerlendirir ve id’in sahip olmak istediklerini mantıksal bir
çerçeveden geçirerek isteklere ulaşabilme yolunda bilinçli yollar çizer. Freud’a göre;
72
73
74
75
Füsun Kocabaş/Müge Elden/Nilay Yurdakul, a.g.e., s: 76
James F. Engel/ Roger D. Blackwell/Paul W. Miniard, a.g.e., s: 353
Kenneth E. Runyon, David W. Stewart, a.g.e., s: 341
Morris B. Holbrook, Consumer Research, Sage Publications, Thousand Oaks, London, New
Delhi,
1995, s: 81
53
“ego nedeni ve güzel duyguları simgelemekteyken, id evcilleştirilemez tutkuları
simgeler”.76 Freud’un kuramına göre kişiliğin oluşumundaki bir diğer öğe; endişedir.
Bilinç düzeyinde gerçekleşen endişe, id’in hedonik isteklerini yerine getirme ve bu
istekleri mantık çerçevesinden geçirerek ele alma çabasında olan egonun tehlikelere
karşı dikkatli olması konusunda yardımcı olur.77
İd zevk almaya ve tatmin olmaya, ego id’in isteklerini gerçekleri göz önünde
bulundurarak değerlendirmeye çabalarken kişiliğin son parçası olan süper ego da
mükemmelliğe ulaşma amacı gütmektedir. Süper ego neyin doğru neyin yanlış, neyin
günahkar neyin vicdani olduğunu id’e hatırlatır ve zaman zaman mükemmelliğe ulaşma
yolunda id’i engellemektedir. Ego bu durumda id ve süper ego arasında arabuluculuk
görevini üstlenmekte ve süper ego ahlaki ve vicdani bir bakış açısıyla egonun çabalarını
ya ödüllendirir yada cezalandırmaktadır. Bu noktada egoyu tatmin edebilmek amacı ile
verilen ödül pahalı bir ürün yada bir tatil olabileceği gibi ceza da psikolojik olarak
yaşanan tatminsizliğin fiziksel bir hastalık, baş ağrısı olarak kişiye geri dönmesi olarak
söylenebilir.
Sosyo-psikolojik Kuram ise, Freud’un Psikoanalitik Kuramı’nın bireylerin
kişiliklerini açıklamada yetersiz kaldığını ve kişilik oluşumunun bireyin toplum ile
ilişkisi sonucu doğduğunu savunmaktadır. Bu bağlamda “birey, toplumdan ve onun
kültüründen ayrı olarak var olamaz; toplum ve kültür de yalnızca bireylerin
kişiliklerinde ve davranışlarında gerçeklik kazanır.”78 Sosyo-psikolojik Kuram,
Psikoanalitik Kuram’dan iki önemli noktada ayrılmaktadır; toplumsal bileşenler bireyin
kişiliğini şekillendirmede biyolojik içgüdülerden daha fazla belirleyici bir özellik
taşımakta ve gereksinimleri karşılamada davranışsal güdülenme rol oynamaktadır.79
Bu kuram bazıları Freud’un eski öğrencileri olmak üzere birkaç kuramcı
tarafından oluşturulmuştur ve bu kuramın yaratıcılarından ilki; Alfred Adler’dir. Freud
güdülenmenin bilinçaltında oluştuğunu savunmaktayken Adler bu fikre karşı gelerek,
bireylerin
76
davranışlarının
nedenlerini
bildiklerini
ve
bunun
John
C.
Mowen/Michael
Minor,Consumer
Behavior,
Jersey,U.S.A.,1998,s:203
77
Kenneth E. Runyon, David W. Stewart, a.g.e., , s: 343
78
Özer Ozankaya, Toplumbilim, 10. Baskı, Cem Yayınevi, 1999, s: 145
79
James F. Engel/ Roger D. Blackwell/Paul W. Miniard, a.g.e., s:355
bilinçaltında
Prentice-Hall,Inc.New
54
gerçekleşmediğini savunur. Adler’e göre birey
her zaman
bir üstünlük ve bunu
çevresine kanıtlama çabası güder ve bu bağlamda kişiliği çevresi ile olan ilişkilerine
göre tanımlanabilir. Adler bireyin kişiliğini şu şekilde tanımlamıştır; “Bir insanın
kişiliği, onun moral değerinin ölçüsü değildir. İnsanın çevresinde nasıl bir izlenim
bıraktığını gösteren ve çevre ile olan ilişkilerini kapsayan, sosyal bir olaydır.”80
Kuramın bir diğer yaratıcısı olan Karen Horney, Freud’unda bahsettiği “endişe”
kavramından söz etmekte ancak Freud’dan farklı olarak kişiliğin temelinde yatan
endişenin bireylerin kendilerini “düşman bir dünyada izole edilmiş ve yardıma muhtaç
hissetmeleri”81 olarak tanımlamaktadır. Kuramın oluşmasına katkıda bulunan Harry
Stack Sullivan ise; kişilik oluşumunun sadece kişiler arası ilişkiler ile açıklanabileceğini
savunmaktadır.
Kişiliğin tanımı hangi yaklaşımla ele alınırsa alınsın kişilik; hem iç (akıl, nefs,
zihin) hem de dış faktörlerin (doğa, kültür, toplum v.b) manalı bir bütünlüğünü ifade
eden bir kavramdır. Ayrıca kişiliğin oluşması toplumsallaşma sürecinin kesintisiz bir
devamlılığa sahip olmasına bağlıdır. Bedensel, psikolojik ve zihinsel süreçler toplumun
sahip olduğu değerler ve yasalarla anlamlı bir bütün oluşturabildiğinde kendini
gerçekleştirmiş bir bireyden söz edilebilir.82
Bir bireyin kişilik özellikleri reklam mesajlarından ne derece etkileneceğinin de
belirleyicisidir. Bireyler genellikle kendi kişilik özelliklerine yakın olan reklam
mesajlarından etkilenirler yada bu mesajlar diğer mesajlara oranla daha çok ilgilerini
çeker. Aynı zamanda bireyler kişilik özelliklerinin tersi mesajlardan sakınmakta ve
onlara karşı olumsuz düşünce geliştirmektedirler. Örneğin pasif kişilikli bireyler otoriter
yaklaşımlı ve “emir verici” ifadeler kullanan reklam mesajlarından hoşlanmayarak
mesajı görmezden gelirler. Ayrıca bireylerin kişilik özelliklerinin getirisi olan
gereksinimlerinin karşılandığı reklamlar diğerlerine göre daha etkili olmaktadır.
Örneğin; agresif bir kişiliğe sahip insanlar güç ve toplumun diğer üyelerinin önüne
geçme gereksinimlerinin karşılandığı reklam mesajlarından etkilenirken, kendi
80
Alfred Adler, İnsanı Tanıma Sanatı, Dergah, İstanbul, 1985, s:148’den Aktaran: Sadık Güneş,
a.g.e., s:80
81
Kenneth E. Runyon, David W. Stewart, a.g.e., s: 346
82
Sadık Güneş, a.g.e., s: 82
55
özelliklerini beğenmeyen ve güvensiz bir kişiliğe sahip bireyler, yeniliğin onları olumlu
yönde geliştireceği inancı ile yeni çıkan ürün reklamlarına daha sıcak bakmaktadır.
Tüketicilerin düşünce, tutum ve davranışlarını etkileyen ve demografik faktörler
ile psikolojik faktörler ile birlikte incelendiğinde tüketici hakkında daha doğru bilgiler
elde edilmesini sağlayan son faktörler Sosyo-Kültürel Faktörlerdir. Bireyin toplumsal
bir varlık olduğu göz önünde bulundurulduğunda bir toplumu oluşturan bileşenlerden
etkilendiğini ve düşünce, tutum ve davranışlarını bu bağlamda oluşturup geliştirdiği
söylenebilir.
Bir bireyin düşünce, tutum ve davranışlarını etkileyen en önemli sosyo-kültürel
faktör kültürdür. Kültürün farklı bilimlerde farklı şekillerde tanımı yapılmıştır. Bir
sosyolog olan Anthony Giddens’e göre kültür; toplum içindeki bireylerin yada grupların
hayat tarzlarını tanımlayan kavramlar bütünüdür.83 Sosyologlar kültürü oluşturan
parçaları ayrı ayrı tanımlamazlar, onlar için kültür bir toplumdaki tüm düşünce ve
hareketlerdir. Bir antropolog olan Edward B. Taylor’a göre ise kültür; toplumun bir
parçası olan insanın sahip olduğu tüm bilgiyi, inançları, sanatı, kanunları, gelenekleri ve
alışkanlıkları içinde barındıran karmaşık bir bütündür.84 Kültürün en basit tanımı ise;
öğrenilen ve nesillere aktarılan düşünce ve davranışlar olduklarıdır.
Her kültür içinde toplumsal etkileşim içinde yayılan, üyelerinin yapması yada
yapmaması gereken ve toplumun tüm üyelerince bilinen, kabul edilen bazı davranış
sınırları getirmiştir. Bu sınırlamalar normlar olarak adlandırılır. Bireylerin günlük
davranış ve alışkanlıklarının temelinde normlar bulunur ve birey hareketlerini, vücut
dilini ve ifadelerini bu normlara göre belirler. Normların toplumun üyelerine iki farklı
şekilde aktarılır; resmi ve gayri resmi. 85 Resmi normlar sınırları yasalarla belirlenmiş ve
devlet tarafından yaptırımları olan kurallar bütünüdür. Gayri resmi normlar ise; sınırları
toplumsal olarak çizilmiş ve uygulanmadığında toplum tarafından dışlanarak yada alay
edilerek bireylerin cezalandırıldığı kurallar bütünüdür. Örneğin; bir çok geleneksel
kültürde kadının evini toplamak, çocuklarına ve eşsine bakmak, yemek yapmak yerine
arkadaşları ile her gece bara gitmesi o kadının toplum tarafından dışlanmasına yol
83
84
85
Anthony Giddens, a.g.e., s:22
Elbert W. Stewart, Sociology-The Human Science, Mc Graw-Hill,Inc., U.S.A., 1978, s: 63
Richard T. Schaefer/ Robert p. Lamm, Sociology, Mc Graw-Hill,Inc., 5th Edition, 1995, s: 72
56
açabilir ancak bu kadını yasalar önünde suçlu kılmaz. Reklamcılar da tüketicilerine
ilettikleri mesajlarını hazırlarken hedefledikleri toplumun normlarından faydalanırlar.
Örneğin; bir çok reklamda kadını çocuklarına bakarken, yemek yaparken yada ev
temizlerken
yansıtan
reklamlar
görülebilmektedir
ve
bunun
aksine
çok
rastlanmamaktadır.
Normların kökeni olarak kabul edilen değerler, bireylerin inanç sistemlerini
yansıtan ve bireylere sosyal yaşamlarında rehberlik ederek onlara anlamlar veren
fikirleridir. Değerler, bireylerin düşünce ve davranışlarını belirlemede ve hayatlarını
konumlandırmalarında çok etkin bir güce sahiptirler.
Yapılan araştırmalar, hedef kitlenin kendi kültürel değerleri ile alakalı reklam
mesajlarını, alakalı olmayanlara göre daha hoş karşıladıklarını ortaya çıkarmıştır.
Yaptıkları araştırmalar sonucu Polly ve Gallegher kültürel değerlerin reklamın içinde
varolduğunu ve dil ve sanat ile açığa çıktıklarını iddia etmektedirler. Her toplumun
farklı bir kültürel geçmişi, birbirine benzer olmayan deneyimleri bulunmakta ve bir
reklamı farklı farklı algılayabilmektedirler. Araştırmacılar toplumları yaşam tarzları,
bakış açıları vb. özellikleri ile ikiye ayırırlar; bireyci ve kolektivist kültürel. Özellikle
ABD, İngiltere, Almanya gibi bireyci toplumlar başarı, bireysel mutluluk, teşviklere
önem verirken, Meksika, Peru, Tayland gibi kolektivist ülkeler ailenin güvenliği,
sorumluluk, toplumsal amaçlara daha çok önem verirler.86 Bu bağlamda özellikle,
hazırlanan global reklam mesajlarında kültürel değerlerin etkisi göz önünde
bulundurulması gerektiği söylenebilir.
Reklamcılar kültürel değerlerinin tüketicilerin düşünce, tutum ve davranışları
üzerindeki etkilerini anlayabilmek ve mesajların ilgi çekiciliğini arttırabilmek amacı ile
değerlerin özünü inceleyerek reklamın öz değeri ile tüketicinin öz değeri arasındaki
bağlantıyı kurmaya çalışırlar. Bireylerde varolan dokuz öz değer şu şekildedir; aidiyet
hissi, heyecan, eğlence ve zevk, sıcak ilişkiler, doyum, diğerlerinin saygısı, başarı hissi,
güvenlik, kişinin kendisine olan saygısı.87
Kültürü oluşturan yapının içinde farklı değer ve davranışlara sahip bölümler
olarak tanımlanabilen alt kültür de tüketicinin düşünce ve davranışlarını etki
86
87
Gary D. Gregory, a.g.m. , s:11-12
William Wells/John Burnett/Sandra Moriarty, 2006, a.g.e., s:128
57
edebilmektedir. Alt kültür sadece farklı etnik yapıdan oluşan ve farklı dili konuşan
insanlardan ibaret değildir, alt kültür toplumun diğer üyelerinden herhangi bir özellikleri
veya düşünce yapıları ile farklılaşan gruplardır. Bu gruplara;88 feministler, havyan ve
doğa severler, holiganlar, rock müzik fanatikleri, bilgisayar ‘hackerlar’ı vb. gruplar da
dahil olabilir. Birçok alt kültür önemli büyüklükte pazar payına sahiptir ve birçok
pazarlamacı ürün ve kampanyalarını bu kültürlerin ihtiyaçları doğrultusunda
oluştururlar. Örneğin; son yıllarda Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş gibi futbol
takımları markalaştırılarak bu takımlarının ürünlerinin (parfüm, şapka, kalem, t-shirt)
satıldığı dükkanlar açılmaya başlamıştır.
Aile faktörü, bireyin çocukluktan itibaren yanında bulunması ve bireyin her
şeyini ondan öğrenmesi göz önünde bulundurulduğunda sosyo-kültürel faktörlerin en
önemlilerinden kabul edilmektedir. Toplumsallaşma süreci ailede başlar ve birey bu
süreç içinde kişiliğini oluşturacak değerleri, fikirleri, toplumsal rolleri, inançları,
beklentilerini, tüketimin ne olduğunu ve hangi gereksinimlerine cevap vereceğini
aileden öğrenir. Aileye parayı kimin getirdiğinin ve aile kararlarında son sözün kime ait
olduğunun tüketicinin satın alma davranışları ile yakından ilişkisi bulunmaktadır.
Ayrıca para kazanma ile söz sahibi olma arasında bağlantı vardır.
Yıllardır ailede erkeğe atfedilen rol “ekmek kazanan” ve kadına atfedilen rol de
“ekmek pişiren” dir. “Ekmek kazanan” kavramı yıllardır erkeğe atfedildiği için; aileye
finansal güç sağlayan erkek olarak tanımlanmaktaydı. Bu bağlamda iyi bir “ekmek
kazanan”; karsının dışarı çalışmasına gerek olmayan ve aileye finansal güç sağlayan
erkek olarak tanımlanmaktaydı.89 Ancak “ekmek kazanan” rolü, 80’li yılların
başlarından itibaren yaşanan sosyal ve ekonomik gelişmeler sonucu değişmeye ve
kadının da iş hayatında yer alma oranın artmasıyla kadın ve erkek arasında
paylaşılmaya başlamıştır. Ayrıca bu gelişmeler, erkek ve kadının aile içi görevleri ile
ilgili fikirlerin değişime de katkıda bulunmuştur.
88
Anthony Giddens, a.g.e., s:24
Jiping Zuo/Shengming Tang, “Breadwinner Status and Gender Ideologies of Men and Woman
Regarding Family Roles”,Sociological Perspectives, Volume 43, Number 1, p.29-43, University of
California Pres, Spring 2000, s: 31
89
58
Young Life&Times kadının ve erkeğin aile içi gelirine katkıları üzerine 1998
yılında yaptığı bir araştırmada, eşit sayıda kadın ve erkeklerden oluşan katılımcılara
“hem kadının hem de erkeğin aile içi gelire katkıda bulunmaları gerektiğine katılıyor
musunuz?” sorusu yöneltilmiştir. Bu soruya katılımcıların % 35’i “kesinlikle
katılıyorum”, % 53’ü “katılıyorum”, % 4’ü “hiçbiri”, % 4’ü “katılmıyorum” ve % 5’i de
“kararsızım” cevabını vermiştir.90 Bu sonuçlar kadınların ve erkeklerin, kadının çalışıp
para kazanması desteler niteliktedir. Para kazanma ile söz sahibi olma arasındaki yakın
ilişki göz önünde bulundurulduğunda, kadınların aile içi satın alma kararlarında etkili ve
söz sahibi olmaya başladıkları söylenebilir.
Karısı çalışan erkeklerin düşünce yapıları üzerine yapılmış olan bir araştırma
sonucuna göre; erkeklerin kadınların toplumdaki ve ailedeki toplumsal cinsiyet rollerine
dair görüşleri kadının çalışıp çalışmamasına yada tam zamanlı çift zamanlı çalışmasına
göre değişkenlik göstermektedir. Araştırmaya göre karısı tam zamanlı çalışan erkekler,
karısı çalışmayan yada yarım zamanlı çalışan erkeklere oranla daha eşitlikçi bir bakış
açısına sahip olmakta ve kadının toplumda ve ailede söz sahibi olması gerektiğini
düşünmektedir.91 Ayrıca çalışan kadınlar toplumda erkeğin ilgi alanlarına girdiği farz
edilen konulara ve ürünlere de çalışmayan kadınlara oranla daha fazla ilgi duymaktadır.
Young&Rubicam reklam ajansının çalışan ve çalışmayan kadınlar üzerinde yapmış
olduğu bir araştırma sonucuna göre; çalışan kadınlar finansal servisler ve araba
tercihleri konusunda çalışmayanlara oranla daha ilgilidirler. Bu durumları göz önünde
bulunduran reklamcılar reklam mesajlarını erkeklere oranla daha fazla kadınlara yönelik
hazırlamakta ve bu reklamları kadınların işten döndüğünü farz ettikleri zaman
dilimlerinde yayınlamaktadırlar.92
90
“
Young Life and Times Survey:1998”,
http://www.ark.ac.uk/ylt/1998/Gender_and_Family_Roles/SEXROLE.html, 19.01.2006 .
91
Mason, K. O., & Lu, Y. (1988). Attitudes toward women's familial roles: Changes in the United
States, 1977-1985. Gender and Society, 4, p.39-57, Wilkie, J. R. (1993). Changes in U.S. men's attitudes
toward the family provider role, 1972-1989, Gender and Society, 7, p.261-279’tan Aktaran: Jiping Zuo,
“The Effect Of Men's Breadwinner Status On Their Changing Gender Beliefs”, Sex Roles: A Journal
of Research, November,1997, Plenum Publishing Corporation, s:3-4
92
George Belch/Michael A.Belch, Introduction to Advertising and Promotion Management,
Richard D. Irwin, Inc.,1990, s: 52
59
Tüketicileri etkiledikleri düşünülen bir diğer sosyo-kültürel etmen; benzer
normlara, değerlere, beklentilere sahip ve düzenli, bilinçli olarak bir etkileşim yaşayan
kişiler topluluğu olarak kabul edilen gruplardır.93 Ayrıca bu gruplar bireylerin
öğrenmesine, sosyalleşmesine ve satın alma kararlarına etki eden faktörlerdir. Bireyi
etkileyen gruplar arasında en etkili kabul edilen ve reklamcıların bu etkilerinden
yararlanarak reklam mesajları stratejileri geliştirdiği gruplar; referans gruplarıdır.
Referans gruplarını belirli durumlarda bireylerin davranışlarına rehberlik eden gruplar
olarak tanımlamak mümkündür. Örneğin; mezuniyet balosuna gidecek bir kişi ne
giyeceğine yada saçını nasıl yaptıracağına karar veremeyince bir referans grubu olarak
tanımlanabilecek arkadaşlarına telefon açarak onların ne giyeceğini ve bu bağlamda
kendisinin de ne giymesi gerektiğini sorar. Referans gruplarına örnek olarak siyasi
partileri, arkadaş gruplarını, dini partileri kısacası aynı düşünce ve inanç yapısına sahip
iki kişiden fazla olmak kaydı ile her grubu referans gruplarına dahil edebilmek
mümkündür. Bazen referans grubu üyelerinin tutumları bireylere o denli yakın gelir ki
onlardan biri olmak isterler. Reklamcılar da bu durumdan yararlanarak tüketici içinde
bu arzuyu uyandırmak ve bu yolla satış elde etmeye çalışırlar.
David Reisman bireyleri iki şekilde gruplandırır; içe yönelik (bireysel) ve dışa
yönelik (gruba ve topluma yönelik). Bu bağlamda Reisman reklamcıların dışa yönelik
bireyleri dışa yönelik grupların etkisiyle etkilemeye çalıştıklarını söylemektedir. Ancak
yapılan araştırmalar içe yönelik bireylerin yeni şeyler deneme konusunda dışa dönelik
bireylere oranla daha hevesli olduklarını ortaya koymuştur.94
Bireylerin düşünce, tutum ve davranışlarında etkide bulunan ve sosyo-kültürel
faktörlerin sonuncusu olan sosyal sınıflar, bireyleri yaşam tarzlarına, davranışlarına,
değerlerine ve tutumlarına, gelir düzeylerine, eğitimlerine göre kategorize ederler. Her
sosyal sınıf üyesi ait olduğu sınıfın diğer üyeleri gibi hareket etme ve yaşama amacı
güder. Ayrıca her sosyal sınıf üyesinin bir üst sınıfa benzeme amacı güttüğü de görülür.
Bu durumu göz önünde bulunduran reklamcılar bu durumdan ürün ve hizmetlerini
konumlandırırken reklam stratejilerini geliştirirken yararlanırlar.
5. Çözümleme, Gürültü ve Geribildirim
93
94
Richard T. Schaefer/ Robert p. Lamm, a.g.e., s: 127
William Wells/John Burnett/Sandra Moriarty, 2006, a.g.e., s:130
60
Alıcı kaynağın kodlayarak ilettiği reklam mesajlarını alarak, mesajı kendi bakış
açısına ve demografik, psikolojik ve sosyo-kültürel faktörlerin etkisine göre,
yorumlayarak reklam çıkarır. Bu, mesajın alıcı tarafından çözümlendiği süreçtir. Bu
noktada reklamın istenilen başarıya ulaşması büyük bir ölçüde kaynak ve hedefin;95
•
bilgi, düşünce ve deneyimlerine,
•
tutum, inanç ve değer ölçütlerine,
•
gereksinim, istek ve hedeflerine,
•
ilgilerine,
•
topluluk içindeki rol ve konumlarına,
•
iletişim kurma ve dil yeteneklerine,
•
öteki öğeleri algılayışlarına bağlıdır.
Buradaki başarı oranı, çok sık olmasa da yine de reklam mesajının etkisini
azaltan, dışarıdan gelecek etkenlere; gürültü elemanına da bağlıdır. Gürültüye radyo
reklamının yayınlanması esnasında alıcılarda oluşan bir arıza, zayıflama yada
televizyon reklamının yayınlandığı anda tüketicinin bulunduğu yerin çok kalabalık ve
televizyonun sesinin duyulamayacağı bir ortam oluşu örnek olarak gösterilebilmektedir.
Tüketicinin reklama maruz kaldıktan sonra verdiği yanıt/tepkidir. Tüketici
reklam ile ilgili tepkisini bazen sesli olarak da ifade edebilmekte bazen de sadece sessiz
kalarak ve maruz kalınan reklamdaki ürünü unutmayarak ilk gördükleri yerde ürünü
satın alma yoluna gidebilmektedirler.
Kaynağın kodlayarak yolladığı mesajının nasıl çözümlendiğinin bir sonucu
niteliğini taşıyan geribildirim ise; reklamcılar ve üreticiler açısından en değerli
elemandır. Reklamcılar, geribildirimleri test edebilmek için istatistiksel verilere
dayanan tüketici araştırmaları yaparak tüketiciye ait reklam ile ilgili fikirleri,
algılamaları, davranış değişikliklerini ölçebilmektedirler.
C. REKLAMIN ÖZEL AMAÇLARI
95
Demet Gürüz, Reklam Yönetimi, Ege Üniversitesi Basımevi, 2. Baskı, İzmir, 1999, s:39
61
Reklamın genel amaçları olarak kabul edilen iletişim ve satış amaçlarının yanı
sıra özel amaçları da bulunmaktadır. Bu amaçlar, üretici şirketlerin reklam sırasında
elde etmek istedikleri, şirketin o dönemde varolan problemlerini çözme amacı güden ve
kısa dönemlerde gerçekleşmesi beklenen amaçlardır.96 Bu amaçlar şu şekilde
tanımlanabilir:97
•
Kişisel satışları destekleyebilmek,
•
Satıcıların ulaşamadığı bazı kişilere ulaşabilmek,
•
Aracılar ile varolan ilişkileri düzenleyebilmek ve bu ilişkileri geliştirebilmek,
•
Yeni pazarlara girmek veya varolanın dışında yeni tüketici gruplarına ulaşarak
onları çekebilmek,
•
Pazara yeni ürünler sunabilmek,
•
Ürün satışlarını arttırabilmek,
•
Bulunulan sanayi dalının da satışlarında artış sağlayabilmek,
•
Ön yargılara karşı gelebilmek,
•
Şirketin saygınlığını sağlayabilmek veya arttırabilmek.
Yukarıda sayılan bu özel amaçlar, bir ürünün yada hizmetin, “mesajlar”
bölümünde anlatılan ürün yaşam eğrisinde bulunduğu döneme, reklam kampanyasının
gerçekleştirilmesi planlanan stratejilerinin ana temasına, ulaşılmak istenilen hedef
kitlenin ve girilen pazarın yapısına göre şekil almaktadır. Ayrıca reklam kampanyası
sürecinde oluşturulan temel reklam kampanyası stratejilerinin yanı sıra, bu süreçte bir
çok özel amaç da hedeflenebilmektedir.98
III. REKLAMIN ETKİSİ
Reklamın, satış ve iletişim amaçlarını başarılı bir şekilde gerçekleştirebilmesi
için reklamın nasıl işlediğinin ve etkisinin nasıl meydana geldiğinin bilinmesi
96
97
98
Füsun Kocabaş/Müge Elden, a.g.e., s:24
Müge Elden, a.g.e., s:26,27
Müge Elden, a.g.e., s:27
62
gerekmektedir.99 Reklamın satış amacı yanında iletişim amacı taşıdığını da kabul eden
görüşler, satın alma davranışının birbirini takip eden ve alıcının bilgi düzeyinde oluşan
değişimleri
anlatan
ve
aşamalardan
oluşan
bazı
modellerin
etkisinden
söz
etmektedirler.100 Sıralı olarak gerçekleşen, alıcının bilgi düzeyinde meydana gelen
değişimleri aşamalar ile anlatan ve birbirinden yararlanarak gelişen bu modeller yardımı
ile potansiyel tüketicinin hangi aşamada olduğu bilinip bu bağlamda gereken planlama
yapılmaktadır. Bu bağlamda bu bölümde Geleneksel Tepki Hiyerarşisi Modelleri’nin,
Alternatif Tepki Modelleri’nin ve Planlama Modelleri’nin ayrıntılı olarak ele alınması
uygun görülmektedir.
A. GELENEKSEL TEPKİ HİYERARŞİSİ MODELLERİ
Farklı nedenlerle üretilmiş olan fakat birbirleriyle benzerlikler taşıyan geleneksel
tepki hiyerarşisi modelleri tüketicinin henüz bir ürün/marka ile ilgili haberdar olmama
aşamasından bu ürünü/markayı satın alma aşamasına kadar geçirdiği aşamaları
tanımlamaktadır. Geleneksel Tepki Hiyerarşi Modelleri, tanımladığı aşamaların üç sıralı
evrede gerçekleştiğini öngörmektedir; bilişsel evre, duygusal evre, davranışsal evre.
Geleneksel
Tepki
Hiyerarşi
Modellerinin
şu
tür
yararlarından
söz
edilebilmektedir: Örneğin; yapılan araştırmalar bir ürünün marka farkındalığının hedef
kitlenin birinde düşük diğerinde ise yüksek olduğunu göstermektedir. Yüksek marka
farkındalığı olan hedef kitlenin markadan hoşlanma oranları ve tercih oranları da
düşüktür. Düşük marka farkındalığına sahip ilk hedef kitle için reklam sayısını arttırmak
yada ürün dağıtımı yapmak marka farkındalık düzeyini arttırmaya yardımcı olacaktır.
Yüksek marka farkındalığına sahip hedef kitle için ise, olumsuz duyguların nedenlerini
araştırarak gelecekte yapılacak reklamların bu sorunu çözmeye dair hazırlanmasını
sağlamak da hedef kitle üzerinde etki sağlayacaktır.101
Geleneksel Tepki Hiyerarşisi Modelleri’nin en yaygını kabul edileni; 1900’lü
yıların başlarında E. St. Elmo Lewis tarafından reklamcılık literatürüne kazandırılan ve
99
Ayhan Yılmaz, “Reklam Etkisini Ölçmede Kullanılan Modeller”, Pİ-Pazarlama ve İletişimi
Dergisi,Cilt:2, Sayı:2, İstanbul, Ekim 2002, s:42
100
Müge Elden, a.g.e., s:25
101
George E. Belch/Michael A. Belch, a.g.e., s:149-150
63
aşamaları adının baş harflerinin İngilizce karşılıklarından oluşturulmuş olan AIDA
modelidir; dikkat (attention), ilgi (interest), arzu (desire), eylem (action).
Lewis’e göre; reklamcının başarılı olması için tüketicinin dikkati çekilmeli
(bilişsel evre), ilgisi devam ettirilmeli ve tüketicide arzu (duygusal evre) yaratılarak
harekete geçirilmelidir (davranışsal evre). 1911 yılında Sheldon modele beşinci aşama
olan ve “sürekli tatmin”(satisfaction) anlamına gelen ve bu kelimenin İngilizce’sinin
baş harfi olan bir “S” harfi eklemiş ve böylece modelin ismi AIDAS olmuştur.102 Son
olarak model biraz daha geliştirilerek, modele ilk aşama olan gereksinim (need)
eklenmiş ve günümüzde bilinen ismi; NAIDAS haline getirilmiştir. NAIDAS modelinin
işleyişi aşağıdaki şekilde gösterilmiştir.
Gereksinim
(need)
İlgi
(interest)
Dikkat
(attention)
Arzu
(desire)
Eylem
(action)
Tatmin
(satisfaction)
Tablo 1-3: NAIDAS Modeli
Kaynak: Demet Gürüz, Reklam Yönetimi, Ege Üniversitesi Basımevi, 2. Baskı, İzmir, 1999, s:23
NAIDAS modelinin bir benzeri olarak geliştirilen ve yine NAIDAS gibi ismini
içerdiği harflerin anlamlarının İngilizce’sinden alan DAGMAR modelidir. Modelin
açılımı; “Defining Advertising Goals for Measured Advertising Results- Ölçülebilir
Reklam Etkileri İçin Reklam Amaçlarının Saptanması”
103
şeklinde olup 1961 yılında
Russel Colley tarafından geliştirilmiştir. Bu modelin 4 aşaması vardır104; farkında olma
aşaması; tüketiciyi marka yada
şirketin varlığı hakkında haberdar eder. Anlama
aşaması; ürünün ne olduğu ve tüketici için neler yapabileceği ile ilgili bir anlayış
geliştirir. İkna aşaması; tüketicide ürünü alması için akla dayalı bir eğilim geliştirir. Ve
eylem aşaması; tüketiciyi ürünü tercih etme durumuna getirir.
102
103
104
Ayhan Yılmaz, a.g.m., s:43
Müge Elden, a.g.e., , s:26
George E. Belch/Michael A. Belch, a.g.e., s:206
64
DAGMAR’ın nasıl işlediğine dair bir örnek vermek gerekirse; eğer bit tüketici
alerjik bir cilde sahipse ve Procter&Gamble alerjik cilde sahip insanlar için yeni bir
deterjan üreterek bunun reklamını yapıyorsa bu alerjik cilde sahip olan tüketicinin
dikkatini çeker. Bu ilk aşama yani “farkında olma” aşamasıdır. Eğer evi için temizlik
malzemelerini satın alan her zaman o tüketiciyse bu yeni formüllü deterjana ilgi
duyabilir ve değerini anlayabilir, ki bu da ikinci aşamadır. Eğer tüketicinin evine bu
yeni ürünle ilgili bir kupon geldiyse, bu da üçüncü aşama yani ikna aşaması için yeterli
olacaktır ve tüketici o ürünü gittiği bir alışveriş merkezinden alır. Bu da son aşama yani
eylem aşamasıdır. “Farkında olma” gibi tüketici üzerindeki ufak etkilerin yansıması çok
olumlu sonuçlara ulaşabilirken, bazen geniş kitlelere ulaşan etkilerin sonucu çok düşük
seviyeli sonuçlar neden olabilir. Örn.; bir üründen haberdar olan bir çok kişi olabilir,
fakat bu kişilerin çok az bir bölümü ürünü kullanacaktır.105 Bazı reklam teoristleri
iletişimin tepki sürecini ölçmede Etkiler Hiyerarşisi Modeli’nin daha spesifik olduğunu
ve bu modeli kullanarak daha doğru ve kesin sonuçlara ulaşılabildiğini iddia ederek
DAGMAR’dan çok Etkiler Hiyerarşisi Modeli’ni tercih etmektedirler. 106
1961 yılında Robert J. Lavidge ve Gary A. Steiner tarafından geliştirilen Etkiler
Hiyerarşisi Modeli 60’lı yıllarda ortaya çıkan bir çok modele öncülük etmiştir. Lavidge
ve Steiner’ın modeline göre bir ürünün satın alan tüketici farkına varma, bilgi,
hoşlanma, tercih etme, ikna ve satın alma gibi aşamaları içeren sıralı ve hiyerarşik bir
yapıyı takip etmektedir. Bu model tüketicinin reklama tepki verirken üç farklı evreden
geçtiğini söylemektedir; 107 bilişsel evre olan farkına varma ve bilgi, duygusal evre olan
hoşlanma ve tercih etme ve davranışsal evre olan ikna ve satın almadır.
Geleneksel Tepki Hiyerarşisi Modelleri’nin bir diğer modeli olan ve 1962
yılında ortaya çıkan Yeniliklere Uyum Modeli; tüketicinin, pazara yeni giren bir ürün
yada markaya uyum sağlayabilmesi için farkına varmak (bilişsel evre), ilgilenmek ve
değerlendirmek (duygusal evre), denemek ve kabul etmek/uyum sağlamak (davranışsal
evre) gibi bir dizi aşamadan geçtiğini savunmaktadır. Yeni bir ürünü değerlendirmenin
105
William Wells/John Burnett/Sandra Moriarty, 1998, a.g.e., s:227
Don E. Shultz, Dennis Martin, William Brown, Strategic Advertising Campaigns, 2nd ed.,
Lincolnwood, IL: Crain Boks, 1984’ten Aktaran: George E. Belch/Michael A. Belch, a.g.e., , s:206
107
Mike T. Bendixen , “Advertising Effects and Effectiveness”, European Journal of Marketing,
Vol.27, No.10, pp.19-32 , MCB University Pres,0309-0566, 1993, s:19
106
65
en iyi yolu, tüketicinin onu kullanmasını sağlamak ve böylece performansını
değerlendirmektir. Pazarlamacılar örnek ürün dağıtımı yada demonstrasyon ile
tüketicilere denemeye yönlendiririler. Ürünü deneyen bir tüketici ya ürüne uyum
sağlayarak onu kabul edecek yada ürünü reddedecektir. Johnson&Johnson’ın
Hydroclear teknolojisi ile üretilmiş yeni kontak lensleri için deneme ürün paketleri
hazırlamıştır.
Bir başka Geleneksel Tepki Hiyerarşi olan Bilgi İşleme Modeli’ni geliştiren
William Mc Guire tüketicinin altı aşamalı bir süreçten geçtiğini savunmaktadır; maruz
kalma, dikkat ve anlama (bilişsel evre), kabul ve hatırlama (duygusal evre), eylem
(davranışsal evre). Bu modele göre tüketici önce reklama maruz kalır ve daha sonra ona
dikkat ederek onun ne demek istediğini anlamaya çalışır. Kabul aşamasında tüketici her
ne kadar reklamı anlasa da ürünü kabul etmeyebilir. Bu aşamada reklamı yapılan ürün
tüketici için bir problem çözücü niteliğinde ise tüketici o ürünü daha rahat kabul edebilir
ve gerektiğinde geri çağırabilmek amacı ile hafızasına kaydeder ve daha sonra
hatırladığı bilgi ile satın alma davranışını gösterir. Gerektiğinde geri çağırabilmek,
hatırlayabilmek için bilginin zihinde tutulması, diğer modellerin aşamaları ile farklılık
göstermektedir.
Geçmiş yıllarda yapılan reklam kampanyalarının amacı tüketicinin biran önce
satın alma davranışını göstermesi amacını gütmekteydi. Ancak günümüzde yapılan bazı
reklam kampanyaları, kullandıkları bilgiyi, tüketicinin zihnine kaydedebileceği ve
gerektiğinde
hatırlatıp
eylemin
gerçekleşmesini
sağlayacakları
şekilde
düzenlenmektedirler. Diğer modellere oranla Bilgi İşleme Modeli’nin bu aşamasının
günümüzde büyük önem taşıdığını kabullenen görüşler bulunmaktadır.108
B. ALTERNATİF TEPKİ MODELLERİ
1973 yılında Stanford Üniversitesi’nden başta Micheal Ray olmak üzere Alan
Sawyer, Edward Strong, Roger Heeler, Jerome Reed ve Michael Rothschild iletişim
mesajlarına verilen tepkileri açıklayabilmek amacı ile bilişsel, duygusal ve davranışsal
evreler arasındaki bağlantıyı incelemiş ve Üç-Sıralar Hiyerarşi Model’ini (Three-Orders
Hierarchy Model) ortaya çıkarmışlardır.
108
Kenneth E. Runyon, David W. Stewart, a.g.e., s:482
66
Üç evrenin alternatif sıralamalarını içeren bu model içinde birbirinden farklı üç
hiyerarşi modeli bulundurmakta ve Geleneksel Tepki Hiyerarşisi Modelleri’nden farklı
olarak bu üç modelde evreler durumlara göre farklı seviyelerde ve sıralarda
gerçekleşmektedir;
uyumsuzluk/yükleme
standart
öğrenme
hiyerarşisi;
hiyerarşisi;
bilişsel-duygusal-davranışsal,
davranışsal-duygusal-bilişsel
ve
düşük-ilginlik
hiyerarşisi;bilişsel-davranışsal-duygusal.109
Tablo1-4: Three-Orders Hierarchy Model
Kaynak: Michael Ray, Alan Sawyer, Michael Rothschild, Roger Heeler, Edward Strong, Jerome Reed,
“Marketing Communication and the Hierarchy of Effects”, New Models for Communication Research,
Ed: Clarke,1973, s:11
Standart Öğrenme Hiyerarşisi Modeli’ne göre, tüketiciler öncelikle bilişsel
evrede, ürün hakkında verilen bilgiyi öğrenirler. Davranışsal evrede ise ürün hakkında
ne hissettiklerini değerlendirir ve son evre olan davranışsal evrede de harekete geçerek
ürünü satın alırlar yada ürün ile ilgili kesin tavırlarını belli ederler. Standart Öğrenme
Hiyerarşisi’nin bir diğer adı da; Yüksek İlginlik Modeli’dir. Çünkü model, karar
vermeden önce bilgi edinen ve öğrenen “aktif dinleyiciler” olarak kabul edilen
tüketicilerin standart tepki sürecini açıklamaktadır110. Özellikle pazara yeni giren yada
tüketicinin çok ilgilendiği, satın almadan önce tüm bilgilerini öğrenmek istediği araba,
bilgisayar, dijital kamera gibi ürün reklamlarında çok fazla detaylı bilgi verilmekte ve
bu reklamlar sık sık tekrarlanarak tüketicinin ürün özelliklerini tam anlamı ile
öğrenmesi amaçlanmaktadır.
109
Michael Ray, Alan Sawyer, Michael Rothschild, Roger Heeler, Edward Strong, and Jerome
Reed. "Marketing Communication and the Hierarchy of Effects," New Models for Communication
Research, Ed: Clarke, 1973,s:6
110
William Wells/John Burnett/Sandra Moriarty, 1998, a.g.e., s:22
67
Uyumsuzluk/Neden Gösterme Hiyerarşisi ise, Standart Öğrenme Hiyerarşi’sinin
tam tersi olarak işleyen ve tüketicinin birbirinden ayırt edilemez iki ürün arasında seçim
yapmak zorunda kaldığında ve medya araçları haricinde başka bir kaynaktan tavsiye
alarak tercihte bulunduğunda ortaya çıkan bir modeldir. Modele göre; tüketici
davranışsal evrede önce ürünü satın alır ve daha sonra duygusal evrede ürün ile ilgili
hisleri oluşturur. Fakat bu noktada tüketici yapmış olduğu tercih ile uyumsuzluk
yaşamama, üründen şüphe duymama ve kendi vermiş olduğu kararın doğruluğuna sadık
kalma amacı ile ürün ile ilgili olumlu düşünceler, hisler oluşturur. Son olarak da
tüketici yapmış olduğu seçimi doğrulama ve seçiminin doğruluğuna neden gösterebilme
amacı ile destekleyici mesajlar arayarak ve onların söylediklerini dinleyerek yada tersini
söyleyen mesajlardan kaçınarak bilişsel evrede öğrenmeyi gerçekleştirir.111
Bu modele göre, bazı durumlarda tüketicinin satın alma davranışları, ürün ile
ilgili bilgi sahibi olmalarından ve ürüne karşı his oluşturmalarından önce
gerçekleşebilmektedir. Bu bağlamda Ray reklamcıların böyle durumları da göz önünde
bulundurarak, her zaman ilk amaçlarının satış sağlama, bilgilendirme yada ürüne karşı
olumlu hisler uyandırma değil, bazen de reklam mesajlarını tüketicinin vermiş olduğu
kararı destekleyici bir yapıda şekillendirmelerini önermektedir.112 Ray’in önerdiği bu
duruma örnek olarak; AkSigorta adlı sigorta şirketinin reklam kampanyasında,
müşterilerinin onları seçmiş olmakla haklı ve doğru bir karar verdikleri “İyi ki
Aksigortalıyım!”113 sloganı ile anlatılmaktadır.
Üç-Sıralar Hiyerarşi Model’inin sonuncusu olan Düşük-İlginlik Hiyerarşisi
Modeli, markalar arasında çok küçük farklıklar olduğunda, tüketicilerin önemsiz
olduğunu düşündükleri ürünler söz konusu olduğunda, tüketici reklama ve satın alma
kararına karşı ilgi duymadığında ortaya çıkan ve 1960’lı yılların başlarında Herbert E.
Krugman’ın temellerini attığı bir modeldir.114 O yıllarda Krugman TV reklamlarının
tüketicide büyük oranda marka farkındalığı yarattığı fakat ürünün satın alımını büyük
oranda arttıramadığını görmüş ve bu durumun nedenlerini ortaya koyabilmek amacı ile
111
112
George E. Belch/Michael A. Belch, a.g.e., s:150
Kenneth E. Runyon, David W. Stewart, a.g.e., s: 442
113
http://www.aksigorta.com.tr/aksigorta_reklamlar.shtml, 11.04.2006.
114
Herbert E. Krugman, a.g.m., s. 351
68
araştırmalar yapmıştır ve bu araştırma sonuçlarına göre, “kanallar” başlığı altında daha
önce de söylendiği gibi, televizyondan iletilen reklam mesajlarının sık sık tekrar
edilmesi ve reklamlara arka arkaya maruz kalmaları ile ancak tüketici zihninde doğru
bir marka kavramı oluşacağı ortaya çıkmıştır.
Scott Hawkins ve Stephen Hoch’un Düşük-İlginlik Hiyerarşisi ile ilgili
yaptıkları çalışmalar sonucu, Krugman’ın iddiasını doğrulayan nitelikte sonuçlara
ulaşmışlardır. Reklamın geniş kitlelere duyurulmasının pahalı bir yol olmasının yanı
sıra bu yolla istenilen etkileri yaratamayacağını gören Scott Hawkins ve Stephen Hoch
istenilen etkinin ancak reklam mesajlarının sık ve düzenli bir şekilde tekrar edilmesi ile
gerçekleşebileceğini savunmaktadırlar.115 Bu bağlamda, reklam mesajlarının sık sık
tekrar edilmesi halinde tüketici ilk olarak bilişsel evrede reklam mesajına aşina olur ve
öğrenir, daha sonra öğrendiklerinin aklında kalması sonucu ile davranışsal evrede ürün
ile karşılaştığında ürünü satın alır ve bu deneyim sonucu ürün ile ilgili hislerini
oluşturur.
Reklam analizcisi Harry McMahan da düşük ilginliğin söz konusu olduğu
ürünler/markalar için kullanılan, markaların akılda kalmalarını sağlayan, markaları
ölümsüzleştiren simgelere; görsel imaj kişiliği (visual image personality-VIP)
demektedir. Örneğin; Eveready, Energizer pilleri için 1989 yılında davul çalan pembe
bir tavşan olan Energizer Bunny’i kullanmaya başlamış ve o zamandan günümüze kadar
markanın akılda kalmasını sağlayarak satışlarını arttırmıştır.116 Ayrıca Energy Bunny
Ad Age dergisinin düzenlemiş olduğu “20.yy.ın En İyi Reklam İkonları” sıralamasında
beşinci sırada yer almıştır.
C. PLANLAMA MODELLERİ (IZGARALAR)
Reklamın etki sürecinin nasıl işlediğini açıklamada kullanılan modellere birer
alternatif öneri sistemi olarak geliştirilen ve yaratıcı stratejilerin oluşumu amaçlı
geliştirilen ızgaralar; tüketicilerin ürün yada markaları nasıl değerlendirdiklerini temsil
eden birer tutum modelleridir.117 Bu modeller Foote,Cone&Belding Communications
115
116
117
George E. Belch/Michael A. Belch, a.g.e., s:152
George E. Belch/Michael A. Belch, a.g.e., s:153
Ayhan Yılmaz, a.g.m., s:45
69
Inc. reklam ajansı Başkan Yardımcısı Richard Vaughn tarafından 1971 yılında
geliştirilen FCB Izgarası ve Rossiter ve Percy tarafından 1987 yılında geliştirilen
Rossiter-Percy Izgarası’ dır.
1. Tutum Modeli Olarak FCB Izgarası
Richard Vaughn’ a göre reklamın etki sürecini açıklamak için tek bir model
yeterli olmamakta ve bu süreç farklı aşamalarda tüketicinin yapısına ve ürün
kategorisine göre şekillenmektedir. Bu bağlamda Vaughn, yukarıda sözü edilen
geleneksel etkiler hiyerarşisi modelini, yüksek ve düşük ilginlik modellerini ve ayrıca
sağ-sol beyin düşünme kuramını birleştirerek FCB Izgara’sını oluşturmuştur. FCB
planlama ızgarası, tüketicinin tutumlarını düşünme-hissetme ve yüksek-düşük ilginlik
olarak iki kategoride ele almakta ve bilgi verici, duygusal, alışkanlık yaratıcı ve kişisel
tatmin sağlayıcı olmak üzere dört farklı bölümden oluşmaktadır.
MANTIK/DÜŞÜNME
YÜKSEK
İLGİNLİK
BİLGİLENDİRİCİ (Düşünme)
Ekonomik
Öğren-Hisset-Yap
Araba, Ev, Mobilya
ETKİLEYİCİ (Hissetme)
Psikolojik
Hisset-Öğren-Yap
Mücevher, Kozmetik, Giyim,
Motorsiklet
ALIŞKANLIK (Yapıcı)
Cevap Veren
Yap-Öğren-Hisset
Ev Gereçleri
KİŞİSEL TATMİN (Tepkisel)
Sosyal
Yap-Hisset-Öğren
Sigara, Likör, Şeker-Çikolata
DÜŞÜK
FİLGİNLİK
DUYGU/HİS
Tablo 1-5: FCB Izgarası
Kaynak: Yssel, Johan C. , “Demonstrating the Superiority of the FCB Grid as a Tool for Students To
Write Effective Advertising Strategy”, 78th Annual Meeting of the Association for Education in
Journalism and Mass Communication, August 9-12 1995, Washington, DC, August, 1995: 3)
Tablo 1-5’de görülen FCB Izgarası’nın ilk bölüm, araba, ev, mobilya gibi
yüksek ilginlikli ürünler için düşünülmüştür. Yüksek ilginlikli ürünlerin reklamları
tüketiciyi ürün ile ilgili detaylı bir şekilde bilgilendirmek amaçlı hazırlanmalı ve yaratıcı
strateji bu doğrultuda yapılandırılmalıdır. Tüketici davranışlarında, düşünmenin ve
ekonomik koşulların da dikkate alınıyor olduğu birinci bölüm geleneksel etkiler
70
hiyerarşisinin sıralaması olan “ farkına varma-bilgi- hoşlanma-tercih etme-ikna-satın
alma” “öğren-hisset-yap”118şeklinde sıralanmıştır. Izgara’nın ikinci bölümü ise, yüksek
ilginlik ve hissetme ve duyguların ön planda olduğu bölümdür. Mücevher, kozmetik,
giysi, motosiklet gibi ürünlerin reklamlarında, insanların kendilerini gerçekleştirme
ihtiyaçlarını, egolarını ve bilinçaltı uyaranlarını ortaya çıkaran, imaja ağırlık veren
psikolojik ve duygusal mesajlar kullanılmalı ve bu doğrultuda yaratıcı stratejiler
hazırlanmalıdır. Bu bölümde hissetme öğrenmenin önüne geçerek sıralama “hissetöğren-yap” şeklini almıştır. Üçüncü bölüm ev gereçleri gibi düşük ilginlikli ve üzerinde
düşünmenin az olduğu ürünler için düşünülmüş ve bu tür ürün reklamları tüketiciye sık
sık tekrarlanarak hatırlatılmalıdır. Bu bölümde satın alma davranışı için ürün
özelliklerinin öğrenilmiş olmasına gerek olmamakta ve öğrenme yapılan deneme amaçlı
satın alma davranışından sonra gerçekleşmektedir. Bu bağlamda sıralama “yap-öğrenhisset” şeklini almıştır. Son bölüm ise, sigara, likör ve şeker-çikolata gibi düşük
ilginlikli ve hissetmenin ön planda olduğu ürünler için düşünülmüş ve bu tür ürünlerin
reklamlarında dikkat çekici ögeler kullanılmadır. Bu bölümde sıralama “yap-hissetöğren” şeklindedir. Vaughn bu bölümdeki satın alma davranışını; “kişisel tatlar ve
hayatın küçük zevkleri” 119olarak tanımlamaktadır. Ferruh Uztuğ’a göre; tüketim kültürü
değerleri ile birlikte düşünüldüğünde FCB Izgarası’nın 2. ve 4. bölümde bulunan
öneriler günümüzde tüm ürünler için geçerlilik kazanmaktadır.120
2. Tutum Modeli Olarak Rossiter-Percy Izgarası
Tüketicilerin ürün yada markaları nasıl değerlendirdiklerini anlatan diğer bir
model de; Rossiter-Percy Izgarası’dır. Rossiter-Percy Izgarası ile FCB Izgarası her ne
kadar birbirlerine benzemekte iseler de FCB Izgarası, satın alma süreci içinde bulunan
sosyal faktörlerin etkisini ele almakta yetersiz kaldığı için zayıf bulunmaktadır.
Rossiter-Percy Izgarası ise daha detaylı kavrama ve
detayları görebilme olanağı
sağlamaktadır.121 FCB Izgarası tüketici tutumlarını ilginlik, düşünme ve hissetme
118
R. Vaughn, How Advertising Works: A Planning Model, Journal of Advertising Research,
Vol.20 No.5, 1986, pp.27-33’ten Aktaran: Ayhan Yılmaz, a.g.m., s:45-46
119
R. Vaughn, How Advertising Works: A Planning Model, Journal of Advertising Research,
Vol.20 No.5, 1986, pp.27-33’ten Aktaran: Ayhan Yılmaz, a.g.m., s:46
120
Ferruh Uztuğ, a.g.e., s:202
121
Ayhan Yılmaz, a.g.m., s:47
71
boyutları ile incelemektedir. Rossiter-Percy ise tüketici tutumlarını hem marka hem de
ürün ile ilgili iki boyutta incelemektedir; ilginlik ve güdülenme. Güdülenme ise;
bilgilendirici güdüler ve dönüştürücü güdüler olarak ayrılmaktadır.
Tüketicinin satın alma kararı, tüketicinin ürüne olan ilginlik seviyesine göre
değişkenlik göstermekte ve düşük ilginlikli ürünler düşük risk, yüksek ilginlikli ürünler
yüksek risk taşımaktadır. Bu durum şu şekilde açıklanabilir; tüketicinin düşük ilginlik
gösterdiği ürünleri satın alması için çok fazla araştırma yapmasına yada deneyim sahibi
olmasına gerek bulunmamakta, tüketici ürünü deneme amaçlı satın almaktadır. Diğer
taraftan tüketici yüksek ilginlikli ürünleri araştırma yaparak ve satın almadan önce
muhakkak bir kanaat sahibi olarak satın almaktadır.
Rossiter-Percy Izgarası ile FCB Izgarası arasındaki temel farklarından biri,
kategori gereksinimi (cathegory need) kavramıdır. Rossiter ve Percy kategoriyi, satın
alıcıların ürün ya da hizmet hakkındaki ‘temel’ düzeyi olarak tanımlamaktadırlar. Bu
anlamda kategori, ürün ya da hizmete gereksininim duyulmasının ana ve temel nedeni
olarak değerlendirilebilmektedir. Kategori gereksinimi ise; mevcut durum veya
arzulanan durum arasındaki gerilimi gidermede kategorinin (ürün ya da hizmet) satın
alıcılardaki kabulünü açıklayan bir kavramdır. Bu nedenle kategori gereksinimi,
reklamcıların satın alma güdüsü ile ürün ya da hizmet arasında kuracakları bir ilişkiyi
(percived connection) gerektirmektedir. Rossiter ve Percy, kategori gereksinimini
iletişim hedefleri ve reklam etkisi açısından da çok önemli olarak kabul etmektedir.122
Rossiter-Percy Izgarası, FCB Izgarası’ndan farklı olarak tüketicinin markaya yönelik bir
tutum geliştirmeden önce mutlaka marka farkındalığına sahip olması gerekliliğini
söylemektedir. Aşağıda Tablo 1-6’da da görülebileceği gibi marka farkındalığı, markayı
tanıma ve markayı hatırlama olarak iki şekilde ele alınmaktadır. Bu şekilde
yaratıcı/yapım uygulamaları iletişim hedeflerine bağdaştırılarak belirlenir.
122
Ferruh Uztuğ, a.g.e., , s:203
72
MARKA FARKINDALIĞI
Marka Tanıma
(Satın Alma Noktası)
Marka Hatırlama
(Satın Alma Öncesi)
Artı
Marka Tutumu
Motivasyon Türü
Bilgilendirici
(negatif motivasyon)
Düşük
Kapsam
(deneme
tecrübe
doyum)
Karar
Türü
Yüksek
Kapsam
(satın alma
öncesi
araştırma ve
kanaat
gerekli)
Tablo
Dönüştürücü
(pozitif motivasyon)
Genel ürün kategorisi
(markalar şunlar olabilir):
aspirin
light bira
deterjan
rutin endüstri
ürünleri
Genel ürün kategorisi
(markalar şunlar olabilir):
şeker
normal bira
kurmaca roman
Genel ürün kategorisi
(markalar şunlar olabilir):
mikrodalga fırın
sigorta
ev onarımı
yeni endüstriyel ürünler
Genel ürün kategorisi
(markalar şunlar olabilir):
tatiller
moda kıyafetler
Arabalar
Kurumsal imaj
1-6:
Rossiter-Percy Izgarası
Kaynak: www.ciadvertising.org’dan Aktaran: Elden, Müge, Reklam Yazarlığı, 2. Baskı, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2004,s:87
73
İKİNCİ BÖLÜM
REKLAM VE TOPLUMSAL CİNSİYET
Reklam
ve
toplumsal
cinsiyet
ilişkisini,
birbirlerine
olan
etkilerini
tanımlayabilmek ve çalışmanın üçüncü bölümünde yapılacak olan araştırmada ortaya
çıkacak kavramları daha net ortaya koyabilmek amacı ile bu bölümde toplumsal cinsiyet
kavramının ne olduğuna, kavramın bilim adamlarınca ortaya konulan çeşitli gelişim
kuramlarına, kavramın toplumsallaşma sürecinde hangi aracılar ile geliştiğine ve önemli
bir toplumsallaşma aracısı olarak kabul edilen medyanın ve özellikle televizyon
reklamlarının toplumsal cinsiyet gelişimine olan etkilerini detaylı olarak ele almak
uygun görülmektedir.
I. TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMININ TANIMLANMASI VE
GELİŞİMİ
Toplumsal cinsiyet kavramının tanımını yapabilmek için öncelikle, bu kavram
ile sık sık karıştırılan ve hatalı olarak birbiri yerine kullanılabilen cinsiyet kavramını
açıklamakta yarar vardır. Anthony Giddens bu iki kavramın birbirlerinden kesin çizgiler
ile ayrılması gerektiğinden söz eder.
A. CİNSİYET KAVRAMI
“Cinsiyet” kavramı genel olarak bir bireyin biyolojik, fizyolojik ve genetik
niteliklerini açıklamada kullanılır. Bu bağlamda bireyler arası yapılan ayrım; kadın ve
erkek olarak tanımlanır.
“Toplumsal cinsiyet” ise kadının ve erkeğin toplumsal
rolünden bahsederek kadını “dişil” erkeği ise “eril” kavramları ile tanımlar. Ayrıca
“cinsiyet” kavramı kadın ve erkeğin sergilediği davranışlarının nedenlerini biyolojik
olarak tanımlarken, “toplumsal cinsiyet” kavramı kadın ve erkeklerin bu davranışları
sergilemede etkilendikleri toplumsal ve kültürel faktörlerden bahseder. Ancak her iki
kavram da kadının ve erkeğin davranışlarının birbirinden farklı olduğunu tanımlama
kullanılmaktadır.
74
Biyologlar kadının ve erkeğin davranış farklılıklarının nedeninin anatomik ve
biyolojik olduğunu ve bu farklılıkların başka hiçbir şekilde açıklanamayacağını
savunmaktadırlar. Cinsiyet kavramının içerdiği biyolojik farklılıkları oluşturan üç temel
faktör bulunmaktadır; doğum öncesine ait faktörler, hormonlar ve beyin.
1. Doğum öncesi faktörler
Her insan döllenme sırasında annenin yumurtasındaki 23 kromozom, babanın
spermindeki 23 kromozomla birleşmesi sonucu oluşur. İşte bu 46 kromozom insanın
yaşamında belirleyici rol oynar. Kromozomlarda yer alan ve sayıları 25 bin ile 30 bin
arasında olduğu tahmin edilen genlerin oluşturduğu zincir, kişinin göz renginden
boyuna, yaşam süresinden yakalanacağı hastalıklara kadar pek çok şeyi programlar.123
Bebeğin cinsiyetini de işte bu kromozomların “cinsiyet kromozomu” adı verilen bir çifti
belirler. Annenin yumurtası her zaman X kromozomuna katkıda bulunurken babanın
spermi bazen X bazen de Y kromozomuna katkıda bulunur. Bu noktada bebeğin
cinsiyeti belirlenir. Eğer sperm X kromozomuna katkıda bulunmuşsa bebek kız, Y’ye
katkıda bulunmuşsa erkek olacaktır. Döllenme sonrası ilk altı haftada bebeğin cinsel
organı oluşmaya başlar.124
2. Hormonlar
Kan dolaşımında bulunan ve bir çok bedensel süreci kontrol eden “kimyasal
haberci”lere hormon adı verilmektedir.125 Hormonların insan davranışları ne derece
etkilediğini kanıtlayabilmek amacı ile insan biyolojisine en yakın hayvanlar olarak
kabul edilen maymunlar üzerinde araştırmalar yapılmıştır. Araştırmalar sırasında erkek
hormonu olan ve erkeğin saldırganlığını arttırdığı kabul edilen testosteron hormonu dişi
maymunlara enjekte edilmiş ve dişinin diğer hem cinslerine oranla daha saldırganlaştığı
gözlemlenmiştir. Ayrıca testosteron hormonu enjekte edilen dişi maymun cinsel
birleşme isteği duyduğunu tanımlayan hareketler sergilemeye başlamıştır.
123
124
125
“Kromozom”, http://tr.wikipedia.org/wiki/Kromozom, 08.03.2006.
“Sex Chromosomes”, http://www.gender.org.uk/about/03gene/34asxchr.htm, 08.03.2006.
Metta Spencer, Foundations of Modern Sociology, 4th Edition, Prentice Hall, 1985, s: 275
75
Hormonların cinsiyet davranışları üzerindeki etkileri, insanlar üzerinde de test
edilmiştir. Bu amaçla kız bebeğe hamile olan bir anne, hamileliği süresince bazı
dönemlerde testosteron hormonu içeren ilaçlar kullanmış ve bu anneden doğan kız
çocuğunun büyüdüğünde hem cinslerine oranla daha erkeksi hareketler sergilediği
gözlemlenmiştir.
Testosteron hormonun erkekleri daha agresif ve saldırgan bir yapıya soktukları
kanıtlanmış bir gerçektir. Bu bağlamda yapılan araştırma sonuçlarında, erkeklerin bu
agresif ve saldırgan yapılarının onlara hayat boyu getirdiği bazı problemler
belirlenmiştir. Bu araştırma sonuçlarına göre kadınlardan daha agresif yapıda olan
erkekler kadınlara oranla her şeye daha çabuk sinirlenmekte ve bu yapıları şu sonuçları
doğurmaktadır:126
•
Kadınlar ortalama olarak erkeklerden sekiz ila on yıl daha fazla yaşamaktadırlar
ve bu oran giderek artmaktadır.
•
Testis kanseri oranı 1970 yılından 1993 yılına kadar yüzde elli oranında
artmıştır.
•
30 yaşına gelen bir erkeğin kaza geçirme oranı bu yaştaki bir kadından on beş
kez daha fazladır.
•
Erkeklerin alkolik, diabetik, akciğer kanseri olma oranları kadınlardan daha
fazladır.
•
İntihara teşebbüs eden insanların çoğu erkektir.
•
Erkekler kadınlar on kat fazla kez cinayete teşebbüs etmişlerdir.
Her ne kadar erkeklerin kadınlardan daha agresif bir yapıya sahip oldukları
kanıtlanmış olsada, son yıllarda yapılan bazı araştırma sonuçları kadınların da erkekler
kadar agresif olabildiklerini ortaya koymuştur. Bu araştırmalara kadar agresiflik
vurmak, dövmek, eşya fırlatmak vb. fiziksel olarak algılanan bir kavramdı. Ancak
araştırmalar bazı agresif davranışların gizli de olabileceğini kanıtlamıştır.
126
Marian Salzman/Ira Matathia/Ann O’Reilly, The Future Of Men, Palgrave Macmillan, New
York, U.S.A., 2005, s:24
76
Crick and Grotpeter’in kadınlar üzerinde yapmış oldukları araştırmalara göre
kadınlar; “agresif” kavramını erkeklerle ve erkeklikle bağdaştırmakta ve erkekler gibi
agresif
davranışlarda
bulunan
kadınların
toplum
tarafından
kınanacağını
düşünmektedirler. Bu bağlamda kadınlar, agresif tavırlarını erkekler gibi fiziksel olarak
değil, onlara arkadaşça davranan bir insanı görmezden gelerek yada bakışları ile o sinir
ve şiddeti yansıtarak “gizli agresiflik” sergilerler.127
Kadın ve erkek davranışlarının en temel nedeninin biyolojik olduğunu savunan
biyologların savlarını destekleyecek yapıda bir olay yaşanmıştır. Söz konusu olayda,
kesinlikle aynı genetik yapıya sahip olarak doğmuş olan bir çift yumurta ikizi yer
almaktadır. Bu ikizler erkek olarak dünyaya gelmişler ve sünnet edilirlerken ikizlerden
biri ciddi bir şekilde yaralanmıştır. Yaralanan çocuğun cinsiyeti yapılan ameliyatlar ile
değiştirilmiş ve çocuk yaşamına hiçbir şeyden habersiz ‘kız’ olarak devam etmiştir. Altı
yaşında gözlemlendiklerinde ikizler, Batı kültüründe bulunun tipik erkek ve dişi
özellikleri göstermekteydiler. Küçük kız diğer kızlarla oynuyor, ev işlerine yardım
ediyor ve büyüdüğünde evlenmek istiyordu. Erkek çocuğu ise, öteki erkek çocuklarının
yanında olarak onlar ile oyunlar oynuyordu. Erkeğin gözde oyuncakları arasında
arabalar ve kamyonlar bulunmaktaydı ve çocuk büyüdüğünde bir polis yada itfaiyeci olmak istiyordu. Yıllar sonra, ameliyat edildiğini bilmeden yıllarca hayatına devam eden
genç kız bir televizyon programına katılarak cimsel kimliği ile ilgili problemleri
olduğunu ve kendini bir erkek gibi hissettiğini açıklamıştır. 128 Bu örnek olaydan sonra,
olayın kadın erkek davranışlarının nedeninin biyolojik olduğunun bir kanıtı niteliğinde
olduğunu söyleyen biyologların yanı sıra kadın ve erkeklerin davranışlarını etkileyen
faktörlerin biyolojik olmadığını savunan bilim adamları da yorumda bulunmuşlardır.
Genç kızın ameliyatı geçirdiği dönemden televizyona çıktığı güne kadar ki dönemde
sergilediği davranışların biyolojik değil toplumsal olduğunu iddia ederek, olayın
çarpıtıldığını söylemişlerdir.
3. Beyin
127
Sanjay Putrevu, “Exploring The Origins and Information Processing Differences Between Men
and Women:Implications for Advertisers”, Academy of Marketing Science Review, No.10, 2001, s:2
128
Cüneyt Birkök, “Toplumsal Cinsiyetin Kökenleri”, 2004,
http://www.insanbilimleri.com/ekampus/mod/forum/discuss.php?d=37, 29. 12. 2005.
77
1800’lü yılların başında Fransız nörolog Charles Edouard Brown Sequard ve
İngiliz nörolog Henry Charlton Bastian bir adamın sol lobunun zarar görmesi sonucu
konuşma becerisini yavaş yavaş yitirmeye başlaması ile beynin sağ ve sol loblarının
fonksiyonlarını keşfetmişlerdir.129 Bu bağlamda kadın ve erkek davranışlarındaki
farklılıkları açıklamada beynin yapısından yararlanılmaya bu yüzyılda başlanıldığı
söylenebilir. Ancak modern Herbert Landsdell’in anatomik cinsiyet farklılıklarının
beynin yapısından kaynaklandığını 1964 yılında resmi olarak açıklaması modern beyin
araştırmalarının rapor on sekizinci yüzyılın başlarına dayanıyor olmasına rağmen on
dokuzuncu yüzyılın başları beyin araştırmalarının dönüm noktası olarak kabul edilir.
On dokuzuncu yüzyılın başlarında bilim adamları tam olarak hangi yöntemi
kullanmaları gerektiğini bilememekte ve ne olursa olsun erkeğin kadından daha akıllı
olduğunu kanıtlama çabası içinde idiler. Örneğin, beyin görünümünü ile vücut
görünümünün oranına bakıldığında erkeğin beyni üstün gözükmekte, beyin ağırlığı ile
vücut ağırlığına bakıldığında da kadın beyni üstün görünmekteydi. Hiçbir bilim
adamının bu denli belirsizliklere göre hareket edemeyeceği söylenerek yeni yöntemler
aranmaya başlandı. Başka bir örnekte ise; üniversitelerde yapılan karmaşık soruları
içeren sınavlar göz önünde bulundurulmaktaydı. Sınav sonuçlarına göre kadınlar
erkeklere oranla daha başarılıydılar. O yıllarda erkeklerin kadınlardan ‘daha akıllı’
kabul edildiği görüş ile New York Üniversitesi’nin bir dekanı R.Tuner; “Bu sonuçlar
kadınların erkeklerden daha akıllı olduğunun göstergesi değildir. Bu sonuçlar sadece
kadınların daha sabırlı ve çalışkan olduklarını gösterir. Eğer erkekler de kadınlar kadar
çalışkan ve sabırlı olsalardı, eminim bu sınavlarda kadınlardan daha başarılı
olacaklardı.” demiştir. Nesnel olarak yapılmayan beyin araştırmalarına son örnek olarak
1920 yılında bulunan IQ testleri verilebilir. Bu testlerde kadınlar erkeklerden daha
yüksek puanlar elde ettikleri için belli bir süre sonra sorular değiştirilmeye
başlanmıştır.130 Bu önyargılı ve öznel araştırmalar günümüzde yerini kanıtsal ve nesnel
bulguların elde edildiği araştırmalara bırakmıştır.
129
Leonard Sax, Why Gender Matters:What Parents And Teachers Need To Know About The
Emerging Science Of Sex Differences, Doubleday, 2005, s:11
130
Michael S. Kimmel, The Gendered Society, 2nd Edition, Oxford University Press, New York,
U.S.A. 2004, s:32
78
Günümüzün gelişmiş beyin araştırmaları daha önce ‘mesajlar’ bölümünde
incelenen sağ ve sol lob düşünme kuramını temel almaktadır. Buna göre; sağ lob
görsellere ve hislere, sol lob ise dil ve okuma gibi uygulamaya dayalı fonksiyonlara
yatkındır. Bu bağlamda yapılan araştırmalara göre; kadınlar beyinlerinin her iki lobunu
da kullanırlar. Bunun nedeni kadınların loblarının erkeklere oranla daha simetrik
oluşudur. Bu simetrik yapı, iki lob arasında daha rahat bağlantı kurulmasına yardımcı
olarak kadınların kendilerini erkelere oranla daha rahat ifade etmelerini ve her durumda
sözlü iletişimi tercih etmelerini sağlar. Erkeklerin lobları ise simetrik olmayan bir
yapıdadır ve bu bağlamda kadınlar gibi beyinlerinin her iki lobunu kullanamazlar.
Bilim adamları erkeklerin duygularını kadınlar kadar açık ifade edemediklerini,
düşünceli ve sıkkın dönemlerinde konuşmak yerine susmayı tercih ettiklerini söyleyerek
bu durumu erkeklerin beyin yapısına bağlamaktadır. Sağ lobun duyguların merkezi, sol
lobun da konuşmanın merkezi olduğu göz önünde bulundurulduğunda erkekler bu ikisi
arasında iletişimi sağlayamaz ve bu bağlamda duygularını ifade edemezler.
Anaokuluna giden çocuklar üzerinde yapılan araştırmalara göre; kız çocukları
erkeklerden daha fazla konuşmakta ve duygularını dile getirmektedir. Bu durum
olgunluk döneminde de farklılık göstermemekte ve yapılan araştırmalar kadınların yirmi
dakikaya yakın telefonda konuştuklarını, erkeklerinse telefonda en fazla altı dakika
konuştuklarını göstermektedir.131
Bir çok bilim adamı yıllardır kadın ve erkek davranışlarının biyolojik olduğunu
söylemekteyken bir çok bilim adamı da kadın ve erkek davranış farklılıklarını anlamak
için bireyin toplumsallaşma sürecinde toplumun ve kültürün etkisi ile davranış ve
rollerini öğrendiğini savunmaktadır. Örneğin; yıllardır kadın ve erkek davranışlarını
inceleyen Money ve Ehrhardt, davranış farklılıklarını açıklamada biyolojik ve anatomik
faktörlerin yetersiz kaldığını ve cinsiyetin “toplum tarafından bireye atanmış bir şey”132
olduğunu savunmaktadır. Bazı bilim adamları ise, kadın ve erkeğin davranış
farklılıklarını açıklamada hem biyolojik ve anatomik nedenlerin hem de toplumsal ve
kültürel faktörlerin etkisi olduğunu savunmaktadır.
131
Marian Salzman/Ira Matathia/Ann O’Reilly, a.g.e., s:20
Jean Lloyd/Raymond W. Mack/John Pease, Sociology and Social Life, 6th Edition, D. Van
Nostrand Company, 1978, s: 149
132
79
Toplumsal cinsiyet kavramının yaratıcısı Ann Oakley’e ve antropolog Gayle
Rubin’e göre ise; kadın ve erkeğin davranış ve rol farklılıklarının ardında yatan etkenler
tamamıyla toplumsal ve kültüreldir.133 Bu bağlamda kadının ve erkeğin davranış
farklılıklarını anlayabilmek amacı ile toplumsal cinsiyet kavramına bakılması uygun
görülmektedir.
B. TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI
Toplumsal cinsiyet kavramı; kadın ve erkek için toplum ve kültür tarafından
belirlenmiş, tanımlanmış ve her iki cins tarafından da benimsenmiş rol, görev, hak,
sorumluluk ve davranışları tanımlar. Kadına ve erkeğe atfedilen bu rol, görev, hak,
sorumluluk ve davranışlar kültürden kültüre göre değişkenlik gösterebilmekte ve
değiştirilebilmektedir.
Toplum bir bireyin, cinsiyetini göz önünde bulundurarak “olması gerekenleri”
belirler. Bu bağlamda bir birey kadın cinsiyeti taşıyorsa toplum ondan “dişil” yani
kadınsı olması, erkek cinsiyeti taşıyorsa ondan “eril” yani erkeksi olması ve bu
bağlamda rol ve özellikleri taşımasını bekler ve bu özellikler o toplumun her bireyi
tarafından bilinir ve uygulanır. Bu bağlamda Amie M. Ashcraft ve Faye Z. Belgrave’nin
yorumları şu şekildedir:134
“Hayatımız boyunca toplumun bizlere atfettiği toplumsal cinsiyet
rollerine uyma çabası güderiz, çünkü üzerimizde çok büyük bir
toplumsal baskı hissederiz. Geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine
uygun davrananlar rahattırlar. Ancak uymayanlar her zaman
yargılanır.”
Toplumun kadından ve erkekten beklediği dişillik ve erillik bireyin kıyafetlerini,
vücut dilini, sözlü ve sözsüz iletişim şekillerini, yürüyüşünü v.b. hayatını devam
ettirirken bulunduğu her davranış ve hali içerir ve bu özellikler o toplumun kültürü
yansıtır.
Giddens bu bağlamda bir kadın ve bir erkeğin sokakta yürürken bile bu “olması
gerekenleri” uyguladığını söylemektedir. Giddens’ a göre; bir erkek yolda yürürken hiç
133
Merete Lie, “Science as Father: Sex and Gender in the Age of Reproductive Technologies”,
The European Journal of Women’s Studies, SAGE Publications, Vol.9, No.4, pp.381-399, 2002, s: 385
134
Amie M. Ashcraft/Faye Z. Belgrave, “Gender Identity Development in Urban African American
Girls”, Gender Roles, Editor: Janice W. Lee, Nova Biomedical Books, 2005, s: 6
80
tanımadığı bir kadının gözünün içine bakmak ve onunla göz teması kurmaktan
çekinmez çünkü erkeğin bu bakışı her zaman kötü olarak algılanmaz, erkek ‘masumca’
yada ‘anlamsızca’ bakmış olabilir. Ama yine de kadın bu bakıştan rahatsız olmuşsa
hemen ya yere bakar yada gözlerini başka yöne çevirir. Ancak bir kadın tanımadığı bir
erkeğin gözlerinin içine bakmaktan çekinir ve bu bağlamda erkek kadar rahat
davranamaz. Çünkü bu kadının toplumca ‘masum’ bir bakış olarak algılanmak yerine
müstehcen ve cinsellik içeren bir bakış olarak algılanabilir.135
Kadına ve erkeğe atfedilen dişil ve eril özellikler stereotipleşmiş özelliklerdir ve
bu bağlamda bu özelliklere toplumsal cinsiyet stereotipleri de denmektedir. Toplumsal
cinsiyet stereotiplerini incelemeden önce stereotip kavramına bakılması uygun
görülmektedir.
“Stereotip” kavramı, stereos (katı) ve typos (özellik, tip) kelimelerinden
oluşmaktadır. Bu kavram ilk kez 1700’lü yıllarda Fransız matbaacı Didot tarafından, bir
kağıdı kopyalama sürecini tanımlamada kullanılmıştır. Ancak stereotip kavramı
günümüzdeki anlamını, 1922 yılında Amerikalı gazateci Walter Lippman’ın ortaya
koyduğu tanım ile kazanmıştır. Lippman, stereotip kavramını, bireylerin kafalarındaki
imajları işaret eden ve diğer bireylerin ve birey gruplarının imajlarını kafalarda
kategorize etmek olarak tanımlar. “T. Perkins’e göre stereotip; ikinci derecede olan
kişiler yada astlar ile ilgili yargıları yansıtan ve basit yapıya ışık tutan, gruplara dair
genel düşüncelerdir. R.R. Bootzin’e göre ise stereotipler; bireylerin zihinlerinde farklı
türdeki insanlara dair yer alan karmaşık simgelerdir ve bu simgelerin zihinlerde doğru
olduğuna inanılır. Prekins ve Bootzin, stereotiplerin doğruluğu ve kesinliği üzerine
tartışmalar yapmışlardır.”136 Lippman Kamusal Fikir (Public Opinion) adlı kitabında
stereotipler ile ilgili şunları söyler:137
“Düşüncelerimiz diğer kişilerin bize aktardıkları ile ve hayal
gücümüz ile anlamlandırdıklarımız ile tamamlanır. Genel olarak
bizler önce görüp sonradan tanımlamayız. Önce tanımlar sonra
135
Anthony Giddens, a.g.e., s:86
Gaby Odekerken-Schröder/Khristof De Wulf/ Natascha Hofstee, “Is Gender Stereotyping In
Advertising More Prevalent In Masculine Countries?”, International Marketing Review, Vol.19, No.4,
pp.408-419, 2002, s: 410
137
Luis M. Proenza, “Stereotypes and Generalities”, December 13, 2003,
http://www.uakron.edu/president/co_12_13_03PM.php, 20.01.06
136
81
görürüz. Dışarıdaki dünyanın vızıldayan karışıklığının içinden
kültürün bizlere tanımlamış olduklarını alırız. Ve bizler kültürün
bizlere stereotipleştirdiği şekillerde algılama yapma eğilimindeyiz.”
Stereotipler birey, grup yada topluluklar ile ilgili yaygın inanç ve kalıplaşmış
yargılardır. Stereotipler bireysel farklılıkları göz önünde bulundurmaz ve o gruba ait
herkesi aynı kalıba sokar. Ayrıca stereotiplerin belirli gruplara dair olan beklentileri de
belirlediği ve arttırdığı da söylenebilir. Stereotipleştirilen gruplar genellikle cinsiyet
grupları, yaş grupları, meslek grupları, azınlık grupları ve milliyetlerdir.
Cinsiyet grupları da stereotiplerin hedef aldığı gruplar arasında yer alır.
Toplumsal cinsiyet stereotipleri adı verilen bu stereotipler, iki farklı toplumsal cinsiyet
grubunda oluşacağı düşünülen psikolojik özellikler ve davranışlar olarak tanımlanır.
Erkeklere “daha agresif” atfının yapılması ile
kadınlara daha “duygusal” atfının
yapılması stereotipleşmiş özelliklere örnek olarak verilebilir. Ayrıca stereotipler
geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini destekler.
Kadın ve erkeklerin kendilerini ve diğer bireyleri tanımlamak için kullandıkları
sıfatlardaki toplumsal cinsiyet farklılıkları iki alanda incelenebilir; atfedilebilir ve
destekleyebilir. Kadın ve erkekler diğer bireylere bu sıfatları atfedebilir ve bu sıfatlar
her iki cins tarafından farklı olarak desteklenebilir. Atfetme eylemi toplumsal cinsiyet
özellikleri stereotipleri ile ilgilenirken, destekleme eylemi de bu özelliklerin kişiliğe ve
ideal benlik tanımlamalarına nasıl dahil olduğu ile yani erillik ve dişillikle ilgilenir.138
Stereotip özellikleri, bir kültürü paylaşan katılımcılar olarak tanımlanabilen
kadın ve erkekler ile ilgili bilişsel inançları yansıtır. Kavramın kurucusu olan Walter
Lippman stereotipleştirme sürecinin her zaman zararlı olmadığını söylemekte ve
stereotipleştirmenin üç temel fonksiyonunu tanımlamaktadır:139
•
Düzenleme süreci: Kategorileştirmeler, genellemeler, örneklemeler toplumun
kendi anlamlarını ifade edebilmeleri için kullandıkları araçlardır. Bu tür
138
Carol R. Ember/Melvin Ember, Encyclopedia of Sex and Gender- Men and Woman in the
World’s Culture, Volume 1, 10th Edition, Kluwer Academic Plenum Publishers, New York, U.S.A.,
2004, s: 11
139
Melanie Schöllhammer, Representations: The Construction of Gender In Popular Culture,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Visual Communication, Edinburgh College of Art, United
Kingdom, 2001, s:9-10
82
düzenlemeler yanlı/taraf tutan düzenlemelerdir ancak her zaman da yanlış
değildirler. Sadece kesin bilgi değildir.
•
Kısa yol: Stereotipler işaretler gibidirler; kısadırlar, çarpıcıdırlar ve kolayca
kavranabilirler.
•
Danışma: Birer işaret olarak stereotipler, bizlerin gerçekten bildikleri şeylerden
bahsederler ve bunlara gönderme yaparlar, gerçek fikirler ile ilişki kurarlar.
Gerçekleri yorumlamamıza yardımcı olurlar. Bu bağlamda stereotipleştirme
süreci değerleri “gerçek dünyanın” içine koyma ve onları göstermedir.
Ancak yine de stereotiplerin bireysel farklılıkları göz önünde bulundurmadıkları
düşünüldüğünde içerdikleri gerçekliklerin önemi azalır. Örneğin; bir erkeğin agresif
olduğu, kadınınsa hiç agresif olmadığı göz önünde bulundurularak yapılan bir davranış,
bireysel ve kişilik farklılıklarını görmezden gelerek yapılmış bir davranıştır. Çünkü
kadınlar agresif olabilen varlıklardır hatta bazı kadınların erkeklerden daha agresif
oldukları bile söylenir ancak toplum kadına bu sıfatı atfetmemiştir. Toplumsal cinsiyet
stereotipleri bu örnekte de olduğu gibi değişkenliğe hiç yer bırakmazlar ve sorgusuz
sualsiz kabul edildiklerinde tüm erkekleri aynı ve tüm kadınları da aynı olarak
tanımlarlar.
Kadına ve erkeğe atfedilen roller ve özellikler üzerinde araştırmalar yapan
Williams ve Best toplam 25 ülkede yaptıkları araştırmalar sonucu çıkan toplumsal
cinsiyet stereotipleri şu şeklidedir:
83
Eril Özellikler
Dişil Özellikler
Hareketli (23)
Sağlıklı (24)
Maceracı (25)
Ciddi (20)
Agresif (24)
Sade (23)
Hırslı (22)
Haşin (24)
Kibirli (20)
Duygusuz (23)
İddialı (20)
Heyecansız(20)
Otokritik (24)
Düşüncesiz(19)
Kendini Beğenmiş (19) Akıllı (23)
Açık Düşünen (21)
Umursamaz(20)
Kaba (21)
Gerçekçi (20)
Kendine Güvenen (19) İlerici (23)
Acımasız (21)
Fırsatçı (20)
Cesur (24)
Pis (19)
Kararlı (21)
Gürültücü (21)
Düzensiz (21)
Mantıklı (22)
Dominant (25)
Tembel (21)
Bencil (21)
Yaratıcı (22)
Enerjik (22)
Maço (21)
Girişimci (24)
Bağımsız (25)
Etkin (25)
Aklı Başında (20)
Açıkgöz (21)
Becerikli (19)
Katı (21)
Eğlenceli (19)
Tek Başına Karar Alabilen (21)
Sahte (20)
Şefkatli (24)
Meraklı (21)
Çekici (23)
Büyüleyici (20)
Bağımlı (23)
Tedirgin (19)
Hayalci (24)
Duygusal (23)
Korkak (23)
Seksi (22)
Kibar (21)
Uysal (19)
Yumuşak Başlı (21)
Cana Yakın (19)
Hassas (24)
Utangaç (19)
Yufka Yürekli (23)
İtaatkar (25)
Batıl İnançlı (25)
Konuşkan (20)
Güçsüz ( 23)
Not: Parantez içleri 25 ülkeden kaçının aynı kanıda olduğunu göstermektedir.
Tablo 2-1: 25 Ülkenin Eri ve Dişil Tanımlamaları
Kaynak: Carol R. Ember/Melvin Ember, Encyclopedia of Sex and Gender- Men and Woman in the
World’s Culture, Volume 1, 10th Edition, Kluwer Academic Plenum Publishers, New York, U.S.A.,
2004, s: 14
Yukarıda adı geçen rol ve özelliklerin niçin herkes tarafından bilindiği ve kabul
edildiği sorusunun cevabını bir çok sosyolog ve psikolog “toplumsallaşma” kavramında
aramaktadır. Toplumsallaşmanın, bireylerin toplumsal cinsiyet kimliklerinin oluşumunu
sağladığını savunan bir çok görüş, toplumsal cinsiyet kimliklerinin ve buna bağlı
rollerin toplumsallaşma sürecinde oluştuğunu ve bu bağlamda o toplumun tüm bireyleri
tarafından erken yaşta öğrenilerek kabul edildiğini savunmaktadır. Örneğin, Richmond
ve
Abbott;
toplumsal
cinsiyetin
“bir
toplumsallaşma
ürünü”
olduğunu
84
söylemektedirler.140 Toplumsal cinsiyetin nasıl bir toplumsallaşma ürünü olduğunu 2.
bölümde detaylı olarak incelemeden önce, toplumsal cinsiyet kimliği gelişiminin
alternatif gelişim kuramlarına bakmakta fayda vardır.
C. TOPLUMSAL CİNSİYET GELİŞİM KURAMLARI
Toplumsal cinsiyetin gelişimini tanımlayabilmek amacı ile yıllardır birçok
gelişim kuramı önerilmiştir. Bu kuramların en önemli ve bilinenleri; Sigmund Freud’un
ve Nancy Chodorow’un psikanalitik kuramı, Jean Piaget ve Lawrence Kohlberg’in
bilişsel gelişim kuramı, Miller ve Dollard’ın Toplumsal Öğrenme Kuramı ve bu kuramı
geliştirerek adını Sosyo-Bilişsel Kuram olarak değiştiren Albert Bandura, Sandra Bem
ve Martin Halverson’un şema kuramıdır.
1. Psikanalitik Kuram
Bir bireyin toplumsal cinsiyet kimliğinin gelişimini açıklayan kuramların belki
de üzerinde en çok konuşulanı ve özellikle feministler tarafından eleştirileni Sigmund
Freud’un toplumsal cinsiyet gelişim kuramıdır. Freud bu kuramı ile çocukların cinsel
duyguları olduğunu söyleyen ilk bilim adamı olarak kabul edilir.
Freud “Anatomi kaderdir”141 cümlesinden yola çıkarak ortaya koyduğu
kuramında tüm ceninlerin istek ve arzuları ana rahminde tatmin edildiğini söyler. Ancak
cenin büyür ve doğar yani “Adem ve Havva’nın yaşadığı cennetten kovulur”142. Bebek
artık sadece annenin memesinden emdiği sütten zevk alır ve tatmin olur. Bu “oral
evre”dir. Bebeğin ikinci zevk ve tatmin aşaması “anal aşama”dır ki bu aşamada bebek
anneden emdiği sütün boşaltımını idrar ve dışkı yoluyla sağlar. Bebek bu iki evreden
ancak kendinin farkında olana kadar zevk almaya devam eder. Ancak bir gün gelir ve
her istediği zaman annenin memesinden süt ememeyeceğini ve her an her yerde
tuvaletini yapamayacağını fark eder. İşte burada Freud’un toplumsal cinsiyet
kavramının belirdiğini iddia ettiği üçüncü aşama ortaya çıkar; “üreme organları evresi”.
140
Sean Lyons/Linda Duxbury/Christopher Higgins, “Are Gender Differences in Basic Human
Values a Generational Phenomenon?”, Sex Roles, Vol. 53, No.9/10, November, pp. 763-778, 2005,
s:766
141
Marvin Haris, Culture, People, Nature: An Introduction of General Anatomy, 5th Edition,
Harper&Row Publishers Inc., New York, U.S.A., 1988, s:426
142
Michael S. Kimmel, a.g.e., s:73
85
Bu evreye kadar hem kız hem de erkek aynı zevkleri tatmış, aynı evrelerden geçmiştir.
Artık bu aşama kız çocuğunun ve erkek çocuğunun dişilik ve erillik özelliklerini alacağı
aşamadır. Freud’a göre bu aşamada erkek çocuğu kız çocuğuna oranla zorluk çeker.
Çünkü anne babaya oranla daha verici, şefkatli ve yakındır. Baba ise daha otoriterdir ve
daha az şefkatlidir. Bu bağlamda her iki çocuk da anneye yakınlık duymak ve onunla
özdeşleşmek ister. Kız çocuğunun işi işte bu noktada erkek çocuğuna oranla kolaydır.
Çünkü anne ile bu dönemde özdeşleşir, ancak erkek çocuğu anne ile özdeşleşmekten
kaçınıp baba ile özdeşleşmelidir ki bu, o erken yaşlarda çok daha kolay değildir.
Freud’a göre toplumsal cinsiyet kimliğinin öğrenilmesinin temelinde penisin
varlığı ve yokluğu yatmaktadır. "Benim bir penisim var" cümlesi, "Ben bir erkeğim"
cümlesine özdeş iken, "Ben bir kızım" cümlesi ise "Benim bir penisim yok" cümlesine
özdeştir. Freud, buradaki sorunun yalnızca anatomik ayrılıklar olmadığını söylemeye
özen göstermekte ve burada penisin varlığını yada yokluğunu, erkeklik yada kadınlık
için bir simge olarak kabul etmektedir.143
Freud, çekirdek ailede oluşan cinsel çekişmelerin ve kıskançlıkların tanımlandığı
Oedipus Kompleks’inden söz eder ve Freud bu ismi Sophocles’in sahneye koyduğu Kral
Oedipus (Oedipus The King) oyunundan esinlenilerek koymuştur.144 Oedipus
Kompleks’ine göre dört-beş yaşlarında bir erkek çocuk annesine karşı bazı cinsel
duygular beslemekte ve daha sonra babasının da anneye karşı cinsel duygular
beslediğini, anneyi cinsel bir obje olarak gördüğünü fark etmektedir. Bu bağlamda
babasını kendisine bir rakip olarak görmeye başlamaktadır. Babası, onun gözünde onu
hem kötülüklerden koruyan hem de annesine olan hislerini engellemeye çalışan bir kişi
konumunda olmaktadır. Çocuk yavaş yavaş babasını öldürme planları yapmaya ve bu
düşmanlık ve kıskançlık hisleri çocuğun içinde yavaş yavaş suçluluk duygusuna ve
korkuya dönüşmeye başlamaktadır. Yani çocuk babasından hem nefret etmekte hem de
içten içe onu sevmektedir. Bu bağlamda çocuk, kendini babasına karşı suçlu
hissetmekte ve içindeki suçluluk duygusu her geçen gün artmaktadır. Aynı zamanda
çocuk artık babasının onun penisini keseceğinden korkmakta ve kuşkulanmaktadır.
Sonuç olarak bu suçluluk duygusu ve korkularından kurtulma amacı güden çocuk,
143
144
Anthony Giddens, a.g.e., s:110
Michael S. Kimmel, a.g.e., s:74
86
babasının üstünlüğünü kabul eder, kendini babası ile özdeşleştirir ve ilgisini, cinsel
duygularını annesi haricindeki kadınlara yöneltmeye başlar.
Freud’a göre kız çocukları da o yaşlarda bir kıskançlık duygusu yaşarlar ve
Freud, bu kıskançlığa “penis kıskançlığı” demektedir. Kız çocukları da erkek çocuklar
gibi annelerine başta cinsel duygular beslerler ancak bu durumun garip olduğunu hemen
fark ederler çünkü onlarda bir şey eksiktir; penis. Penis, kız çocuğunun gözünde
erkekleri önemli ve farklı kılar, ancak ne kendisi ne de annesi bu organa sahip değildir.
Bu bağlamda kız çocuğu kendisini eksik hisseder ve bu durumdan annesini sorumlu
tutar. Hiçbir zaman erkeğin sahip olduğu penise sahip olamayacağını ve onun gibi üstün
olamayacağını anlayan kız çocuğu bu bağlamda “ikinci cins” yada “ikinci iyi” olmayı
kabullenir. Sonuç olarak bu kıskançlıktan kurtulabilmek amacı güden kız çocuğu anne
ile özdeşleşir ve kendi eksikliğini tatmin edebilmek için erkeklere yönelir. Hayatında
güçlü ve üstünlük sahibi bir erkeğin varlığını sağlayabilmenin yolunun erkeğin gözünde
çekici ve seksi olmak, onu elde ettikten sonra onunla evlenmek ve o üstün erkekten bir
erkek çocuk sahibi olmak olduğunu düşünür. Freud kız çocuklarının “ikinci cins”
olmayı kabullenmeleri ile ilgili şunları söylemiştir; “Kadının mutluluğu, eğer yıllardır
özlemini çektiği penisi getirecek bir erkek çocuğu doğurursa, hayat boyu devam
edecektir.”145
Freud’a göre, kız ve erkek çocuk artık cinsel duygularını engellemeyi
öğrenmişlerdir. Bundan sonra çocuklar bir “gizlilik” dönemi yaşarlar yani bir süreliğine
bu duygular ortadan kalkmış ancak tam anlamı ile yok olmamıştır. Gizlilik dönemi
ergenlik çağına gelinip biyolojik gereksinimler nedeni ile cinsel duyguların tekrar
belirmesi sonucu terk edilir.
Freud'un bu kuramında ortaya koyduğu görüşler başta feministler olmak üzere
pek çok bilim adamı ve yazarın kötü yönde eleştirisini almıştır. Bu eleştirilerin ilki;
Freud’un toplumsal cinsiyet kimliğini, cinsel organların fark edilmesi ile gereğinden
fazla eşleştirdiğidir. İkinci olarak; kurama, penisin vajinadan daha üstün olduğu
anlayışının hakim olmasıdır. Üçüncü eleştiri ise; Freud’un, babayı, birincil disiplin edici
olarak tanımlıyor oluşunadır. Eleştirileri getirenler, aslında birçok kültürde annenin
145
Marvin Haris, a.g.e., s:426
87
disiplinin uygulanmasında daha önemli bir rol oynadığını savunmaktadırlar. Dördüncü
eleştiri ise; Freud’un toplumsal cinsiyetin öğrenilmesinin, dört yada beş yaş civarında
yoğunlaştığına inanıyor olmasıdır ki bir çok kuramcı toplumsal cinsiyetin bebeklikte
başladığını savunmuştur.146
Freud’un bu kuramına yöneltilen eleştirilerin çoğu Nancy Chodorow, Lillian
Rubin, Dorothy Dinnerstein ve Jessica Benjamin gibi feminist yazarlara aittir. Bu
yazarlar Freud’un “kadınlar nasıl ve neden kendilerini erkeklerden daha aşağı ve ikinci
cins olarak görüyorlar” sorusu üzerine kurduğu kuramı eleştirerek “erkekler nasıl oluyor
da kendilerini kadınlardan daha üstün olarak görebiliyorlar” sorusunun sorulması
gerektiğini savunmaktadırlar.147
Bu feminist yazarlar arasından aynı zamanda bir sosyolog olan Nancy
Chodorow 1978 yılında, Freud’un kuramında deneysel bilgi eksikliğinin bulunduğunu
ve kadın ve erkeğin toplumsal cinsiyet kimliği gelişimleri yeniden açıklanması
gerektiğini
savunmuştur.
Freud’un
kuramında
kadınlık
bir
kayıp
olarak
tanımlanmaktayken Chodorow’un kuramında erkeklik, erkek çocuğunun anneye olan
gerçek bağlılığını kaybetmesi olarak tanımlanmıştır. Bu bağlamda Chodorow’un kuramı
Freud’un kuramının bir tersi olarak kabul edilir. Kurama göre, kadın ve erkeğin
toplumsal cinsiyet kimlikleri Freud’un bahsettiği yaşlarda değil, bebeklik döneminde
oluşmaya başlar. Chodorow toplumsal cinsiyet kimliği gelişiminde annenin önemini
vurgulayarak her iki cinsten de bebeklerin önce anneye duygusal olarak bağlı olduğunu
ve her iki cinsin de anne ile kendini özdeşleştirdiğini söyler. Ancak hem annenin hem
de kızın cinsiyetleri aynı olduğu için anne-kız ilişkisi anne-oğul ilişkisinden daha sıkı ve
güçlüdür. Kızın annesi ile kendini özdeşleştirmesi devam eder ve kız annenin yaptığı
davranışları yapmaya, onun gibi giyinmeye vb. çalışır. Kızların, bu annelerine benzeme
çabalarının bir sonucu olarak kız çocuğu hayatı boyunca karşısındaki kişi ile bu yolla
iletişim ve ilişki kurma çabası güder. İşte bu özellik “kadınların erkeklere oranla daha
empatik, duyarlı ve yakın olmalarının nedenidir.”148 Ayrıca kadınların başka bir kişi ile
146
Anthony Giddens, a.g.e., s:110
Michael S. Kimmel, a.g.e., s:81
148
Leslie R. Brody/Sera Muderrisoglu/Ora Nakash Eikikovits, “Emotions, Defences and
Gender”,The Psychodynamics of Gender and Gender Role, Edited by:Robert F.Bornstein/Joseph
M.Masling, American Psychological Association, 2002, s:205
147
88
özdeşleşerek ve ona bağlanarak oluşturdukları toplumsal cinsiyet kimlikleri sonucu
hayatları boyunca başka bir kişinin varlığını yanlarında istediklerine ve o kişinin
yokluğu dahilinde kendileri güvensiz hissettiklerine dair görüşler de bulunmaktadır.
Chodorow’un kuramına göre erkek çocukları ise, kız çocuklarının anneleri ile
özdeşleşmiş yapılarını korudukları ve onları birer rol modeli olarak kabul ettikleri
dönemlerde artık anneye duygusal yakınlık beslememeye başlarlar ve bu hisleri babaya
beslemeye başlarlar. Erkek çocuğu yıllardır anneye duyduğu yakınlığı saklamaya ve
dişil olarak gördüğü, anladığı ve bildiği her şeyden kaçmaya çalışır. Chodorow’a göre
bu dönem erkeklerin toplumsal cinsiyet kimlik oluşumunun en önemli dönemdir çünkü
erkek çocuğu özellikle babayı ve eril hareketleri kendine örnek almak ister ve “anne
kuzusu” yada “kız gibi oğlan” gibi sıfatlara sahip olmaktan korkar. Bu bağlamda anne
ile aralarına mesafe kurmak için çok çaba harcar.
Giddens’s göre; erkekler toplumsal cinsiyet kimliklerini sevdikleri bir kişiden
yani annelerinden uzaklaşarak oluşturdukları için hayatlarının geri kalanında da
başkalarıyla yakın duygusal bağlar içine girdiklerinde, bilinçsiz olarak kendi
kimliklerinin tehlikeye düştüğünü hissedeceklerdir.149 Ayrıca bu kurama göre,
babalarına bağlanmak ve anneden kopmak zorunda kalan erkekler hayatlarında,
kadınlara oranla daha mesafeli ve ciddi ilişkiler kurmaktadırlar.
Chodorow’un kuramını Janet Z. Giele’ye göre, Chodorow’un kuramı dikkatli
bakıldığında ve uygulandığında erkeklerin toplumsal cinsiyet gelişimlerine çok büyük
yarar sağlayacaktır ve burada görev babalara düşmektedir. Erkek çocuğunun annesinden
uzaklaştığı ve babasını örnek alarak davranışlar geliştirdiği dönem çok önemlidir. Eğer
bu dönemde babalar ev işlerine yardım eder ve çocuklarının bakımına yardımcı
olurlarsa, babayı örnek alan erkek çocuğu da büyüdüğünde daha sevecen, yardımcı ve
şefkatli olacaktır.150
Ancak Chodorow’un kuramı Janet Z. Giele gibi düşünmeyen bazı sosyologlar
tarafından eleştirilmiştir. Bu eleştiriler Chodorow’un iddialarının günümüzde artık
149
Anthony Giddens, a.g.e., s:111
Janet Z. Giele, “Gender and Sex Roles”, Handbook of Sociology, Edited by: Neil J. Smelser,
SAGE Publications, 1988, s: 311
150
89
geçerliliğini yitirdiğinden söz etmektedir. Örneğin; yapılan araştırmalara göre günümüz
çocukları, özellikle kız çocukları, eskisi kadar anneye bağlı değildirler. Başka bir
araştırma sonucuna göre ise; günümüz çalışan anne sayısında her geçen gün bir artış
bulunmakta ve anneler eskiden olduğu kadar çocuk bakımına ve ev işlerine zaman
ayıramamaktadır.151 Bu araştırma sonuçlarına göz önünde bulundurulduğunda, kız
çocuklarının annelerini örnek alarak geliştirdikleri toplumsal cinsiyet kimliğinin,
Chodorow’un kuramının ortaya çıktığı yıllardaki gibi şekillenemeyeceği söylenebilir.
2. Bilişsel Gelişim Kuramı
Bilişsel gelişim kuramlarını ortaya koyan en önemli iki isim; Jean Piaget ve
Lawrence Kohlberg’dir. Bilişsel gelişim kuramını 1954 yılında ilk kez ortaya koyan
İsviçreli psikolog Jean Piaget, çocukların kendi dünyalarında nasıl düşündüklerini ve
benliklerini nasıl oluşturduklarını incelemiştir. Bu bağlamda Piaget çocukların
düşüncelerinin algılayıcı motor aşaması, işletim öncesi aşaması, somut işletim aşaması
ve biçimsel işletim aşaması olmak üzere dört farklı ve sıralı aşamadan oluşan bir süreç
sonucu ortaya çıktığını öngörür.152 İlk aşama çocukların doğumu ile iki yaşları arasını
kapsar. Bu aşamada çocuklar çevrelerini algılayabilmek için elleyerek, tadarak vb. duyu
organlarını kullanarak anlamaya çalışırlar. İkinci aşama ise, çocukların ikinci yaşlarında
başlar ve yedi yaşlarına kadar devam eder. Bu aşama çocukların algıladıklarını
tanımlayabilmek için kelimelerden, seslerden yada sembollerden yararlandıkları
aşamadır. Üçüncü aşamanın çocukların yedinci yaşlarından başlayıp on ikinci yaşlarına
kadar devam ettiği kabul edilir. Bu aşama çocukların soyut düşünme aşamasıdır.
Örneğin; oyuncak hamurdan bir ev yaparlar ama sonuçta onun gerçekten bir ev değil,
oyuncak hamur olduğunu anlamaya çabalarlar. Dördüncü ve son aşamada ise çocuğun
artık on iki yaşına geldiği aşamadır. Bu aşamaya gelindiğinde çocuk artık ergenlik
dönemine girmiştir ve mantık çerçevesinde çevresini algılar ve yorumlar. Sonuç olarak
Piaget bu aşamaların hepsinin çocuğun zihninde çok hızlı ilerlediğini ve her yeni
edinilen bilginin varolana eklenerek yani düşüncelere yol açtığını savunmaktadır.
151
Kay Bussey/Albert Bandura, “Social Cognitive Theory of Gender Development and
Differentation”, Psychological Review, 106, 676-713, 1999, s: 677
152
Richard T. Schaefer/ Robert p. Lamm, a.g.e., , s: 102
90
Lawrence Kohlberg ise 1966 yılında Piaget’in bu sıralı düşünce süreci
aşamalarını alarak toplumsal cinsiyet kimliği gelişimini açıklama kullanmıştır. Bu
bağlamda çocuk algılayıcı motor aşamasından ergenlik dönemi olarak tanımlanan somut
işletim aşamasına kadar toplumsal cinsiyet gelişimini tamamlamakta ancak en kesin
kimlik, somut işletim aşamasında oluşmaktadır.
Kohlberg’e göre, çocuklar üç yaşlarında kız yada erkek olduklarının farkına
varırlar ve bu farkındalık gereklidir. Çünkü beş ila yedi yaşlarında çevrelerinden
gördükleri ve duydukları toplumsal cinsiyet stereotiplerinden etkilenmeye başlar ve
kafalarında hem kendi toplumsal cinsiyetleri ile ilgili bir inançları hem de kendilerine
yakıştırdıkları kimlikleri oluşmaya başlar. İşte bu noktada Kohlberg’in kuramının en
önemli kavramı ortaya çıkmaktadır; bilişsel tutarlılık. Yani toplumsal cinsiyete dair
kendilerine yakıştırdıkları ve inandıkları davranış kalıpları (örneğin; kızlar yemek
yapar) ile cinsiyetleri ile ilgili sahip oldukları farkındalık (ben bir kızım) arasında bir
tutarlılık olmalıdır. Çocuklar inandıkları ve kendilerine yakıştırdıkları toplumsal
cinsiyet düşüncesine göre davranışta bulunma çabası güderler ve eğer bunu
başarabilirlerse mutlu olurlar. Çünkü kişiliklerine uygun ve tutarlı davranmış olurlar.
Kohlberg bilişsel tutarlılığı şu şekilde tanımlamıştır; “Ben bir erkeğim, bu
bağlamda erkeklerin yaptığı şeyleri yapmalıyım. Böylece erkeklerin yaptığı şeyler (ve
bunları yapınca alacağım takdirler) denemeye değerdir” yada “Ben bir kadınım ve bu
bana uygun bir şey değil, o halde yapmamalıyım”. İşte bu cümlelerin kurulmasını
sağlayanlar çevredeki bireyler, eşyalar, aktiviteler kısacası her şey, çocuk tarafından
etiketlenir ve sınıflara ayrılır. Kohlberg’e göre, eğer bir çocuk ergenlik dönemine kadar
bilişsel tutarlılığa erişmişse, artık onun toplumsal cinsiyet kimliği bir daha
değişmeyecek ve etkilenmeyecek derecede yerleşmiş kabul edilir.153
Kohlberg’in iddialarını destekleyecek bir araştırma Cordua tarafından 1974
yapılmıştır. Cordua yedi ve sekiz yaşlarındaki bir grup erkek ve kız çocuğu bir film
izletmiştir. Film bir hastanede geçmektedir ve film bir erkek hemşire ile bir kadın
doktoru konu almaktadır. Yani filmdeki genel olarak filmde yansıtılan cinsiyete dair
mesleklerin tam tersi olarak yansıtılmıştır. Film bittikten birkaç saat sonra filmi izleyen
153
Kay Bussey/Albert Bandura, a.g.m., s: 678
91
çocuklara filmdeki erkek ve kadın karakterlerinin mesleklerinin ne olduğu sorulmuştur.
Bu soru üzerine verilen cevaplar, kadının bir hemşire erkeğin ise bir doktor
olduğudur.154 Bu bağlamda yedi-sekiz yaşlarındaki çocukların Kohlberg’in bilişsel
tutarlılığa sahip oldukları söylenebilir. Çünkü çocukların kafalarında “erkek doktor,
kadın ise hemşire olmalıdır” düşüncesi vardır ve bu düşünce çerçevesinde gerçeği kendi
düşünceleri bağlamında çarpıtmış ve sorulan soruya cevap vermişlerdir.
3. Şema Kuramı
Toplumsal cinsiyet gelişimini ve farklılık nedenleri tanımlayabilmek amacı şema
kuramları geliştirilmiştir. Bu kuramın öncüleri; Sandra Bem ve Martin ve
Halverson’dur.
Bem, toplumun bir kadını dişil, bir erkeği de eril olarak başkalaştırması ile yani
cinsiyetin sınıflandırılması ile ilgilenir ve şemanın toplumsal cinsiyet kategorilerinin
anlamlarını kavramaya yardımcı olduğunu söyler. Kısacası Bem’e göre, toplumsal
cinsiyet şema kuramı, dişil ve eril olmanın bilişsel yapısıdır. Martin ve Halverson ise,
şema gelişimi ve işlevinin oluşumsal taraflarından söz ederler. 155
Bir şemanın oluşabilmesi için öncelikle bir çocuğun kendi ve çevresindekileri
kadın ve erkek olarak tanımlayabilmesi gerekir. Şema bu bağlamda oluştuktan sonra,
şemaya çocukların eril ve dişil faaliyetler, davranışlar, ilgiler vb. ile ilgili bilgileri dahil
olur. Bu özellikler dahilinde şema oluştuktan sonraki aşamada, çocukların geleneksel
toplumsal cinsiyet rollerine uygun davranmaları beklenir. İşte bu noktada bu kuramın
bilişsel gelişim kuramı ile benzerliğinden söz edilir. Çünkü burada da Kohlberg’in
bilişsel gelişim kuramında olduğu gibi “etiketleme” ve “sınıflama” kavramları yer alır.
Ancak bilişsel gelişim kuramı, toplumsal cinsiyetin oluşabilmesi için “toplumsal
cinsiyet tutarlılığı”nı başarabilme gerekliliğinden söz ederken, bu kuram sadece
“etiketlendirme” gerekliliğinden söz eder. Çocuğun davranışı, toplumsal cinsiyetine
uygun davranışı etiketleme ve sınıflandırmasına göre oluşur. Yani bireyler
çevrelerindeki insanları, eşyaları, davranışları dişil ve eril olarak sınıflandırmış ve
154
Elena Beasley, “Children, Television and Gender Roles”,
http://www.aber.ac.uk/media/Students/elb9501.html, 30.12.2005
155
Rachel Maldonado/Patriya Tansuhaj/Darrel D.Muehling, “The Impact of Gender on Ad
Processing:A Social Identıty Perspective”, Academy of Marketing Science Review, No.3, 2003, s:4
92
etiketlemişlerdir.
Örneğin;
oyuncak
arabalar
“erkek
çocukları
içindir”
diye
sınıflandırılmış ve etiketlenmiştir. Bu bağlamda bir kız çocuğu “ben bir kızım”,
“oyuncak arabalar da erkekler için” yani “oyuncak arabalar bana göre değil” der.
Şema kuramına diğer kuramlara da olduğu gibi bazı eleştiriler getirilmiştir.
Bunların ilki, çocukların tüm çocukların kendilerini “ben bir kızım” yada “ben bir
oğlanım” diye sınıflandıramadıklarından söz eder ve bu bağlamda bu kuramın işlevinin
yetersiz kalacağını söyler. İkinci eleştiri ise, çocukların etiketlemelerinin kesin
olamayacağı şeklindedir. Epstein’a göre, olgun insanlar bile bir tutarlılık içinde değildir.
Bir kadın iş yerinde sert ve başarılı bir iş kadını iken ve bu bağlamda davranışlar
geliştirirken, evinde geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında hareket ediyor
olabilir. Başka bir eleştiri ise, şemanın oluşum evresine gelmiştir. Şema kuramında bir
şemanın oluşabilmesi için, çocuğun kendi ve çevresindekileri kadın ve erkek olarak
tanımlayabilme gerekliliğinden söz edilir. Ancak, Powlishta ve Gulko’nun 1993 yılında
yapmış olduğu araştırma sonuçlarına göre, kız ve erkek çocuklarının toplumsal cinsiyete
dair bilgileri neredeyse aynıdır ve bu bağlamda etiketlendirmeleri de aynı olacaktır.156
4. Bilişsel-Sosyal Kuramlar
1986 yılında Albert Bandura tarafından ortaya konan Sosyo-Bilişsel Kuram’ın
kökenleri, J. Miller ve N. Dollard’ın 1941 yılında ortaya koydukları Toplumsal
Öğrenme Kuramı’na dayanmaktadır. Ayrıca Albert Bandura, 1963 yılında Toplumsal
Öğrenme Kuramı’nın gelişimine de katkıda bulunmuştur.
a. Toplumsal Öğrenme Kuramı
Toplumsal Öğrenme Kuramı, ilk kez J. Miller ve N. Dollard’ın 1941 yılında
yayınladıkları Toplumsal Öğrenme ve İmitasyon (Social Learning and Imitation)
kitaplarında ileri sürülmüştür. Toplumsal Öğrenme Kuramı, destekleme, cezalandırma,
yok etme ve adapte etme gibi kavramları içerir. Toplumsal Öğrenme ve İmitasyon
kitabı, insanların ve hayvanların davranışları nasıl gözlemlediklerini ve bu davranışların
çevrenin güçlendirmesi sonucu nasıl öğrenildiklerini tanımlayabilmek amacı ile
156
Kay Bussey/Albert Bandura, a.g.m., s: 680
93
yazılmıştır. İnsan davranışının dürtülerin etkisi ile ortaya çıktığını savunan kuram, bu
dürtülerin bazen başka bir insanın davranışları da olabileceğini söylemektedir.
Miller ve Dollard’ın ortaya koydukları bu kuram, Robert Sears, Julian Rotter,
Ronald Akers, Walter Mischel ve Albert Bandura gibi kuramcılar tarafından
genişletilmiştir. Ancak tüm kuramcıların Toplumsal Öğrenme Kuramları’nda söz
ettikleri üç temel prensip vardır:157
•
Ödül ve ceza gibi davranışlara verilen cevaplar, bir bireyin belirli bir ortamda bir
davranışı tekrar edip etmeyeceği olasılığını etkiler.
•
Bireyler genellikle kendileri ile bir tuttukları bireylerin davranışlarını model
alırlar. Bir bireyin diğer bir birey ile kendini bir tutması ise, bir bireyin kendi
benliği ile diğer bireyin benliğini “benzer” olarak algılama derecesine ve diğer
bireye karşı hissettiği duygusal bağlılık derecesine bağlıdır.
•
Bireyler, diğer bireyleri kendilerine model aldıklarında onların davranışlarını ve
sonuçlarını gözlemlerler ve buna vekaleten öğrenme adı verilir.
Toplumsal Öğrenme Kuramı her ne kadar bir çok kuramcı tarafından
genişletilmiş ve geliştirilmiş olsa da Albert Bandura, bu kuramın öncüsü kabul edilir.158
Ayrıca Bandura, bir toplumsal öğrenme şekli olarak model alma yada gözlemleyerek
öğrenme kavramından ilk kez söz eden kişidir. Toplumsal Öğrenme Kuramı’nda
Bandura, çocukların ve yetişkinlerin toplumsal deneyimlerinin bilişsel yanlarının ve
nasıl davranış geliştirdiklerinin üzerinde durmuş ve bu bağlamda çalışmalar yapmıştır.
1986 yılında ise Bandura, Toplumsal Öğrenme Kuramı üzerinde yaptığı çalışmaları
geliştirerek yeni bir kurama taşımıştır; Sosyo-Bilişsel Kuram.
b. Sosyo-Bilişsel Kuram
Sosyo-Bilişsel Kuram, bireylerin nasıl davranış geliştirdikleri ve bunları nasıl
korudukları yada değiştirdikleri konularının üzerinde durmaktadır. Kuram genel olarak,
157
Danice Stone, “Social Cognitive Theory”, Fall, 1998,
http://hsc.usf.edu/~kmbrown/Social_Cognitive_Theory_Overview.htm, 29.02.2006
158
C. George Boeree, “Albert Bandura”, 1998,
http://www.ship.edu/~cgboeree/bandura.html, 29.02.2006.
94
bireylerin zihinlerinin aktif olarak çalıştığından ve diğer bireylerin davranışlarını
inceleyerek bu davranışlar içinde yer alan bilgileri edindiğinden söz etmektedir. Kurama
göre birey, edindiği bilgileri kendi değer ve beklentileri bağlamında inceler ve gerekirse
bu davranışları kendi kişiliğine adapte eder.
Bireylerin nasıl davranış oluşturduklarını tanımlamada bir çok model
bulunmaktadır ve bu modellerin çoğu birey davranışlarının oluşumunu tek bir faktöre
bağlamaktadır. Ancak Bandura, bireylerin davranış oluşumları açıklamada tek bir faktör
yeterli olmadığını savunarak, davranış oluşumunu üç temel faktörün birbirleri ile olan
etkileşimine
bağlamakta
ve
bu
modeli
üçlü-karşılıklı
determinizm
olarak
tanımlamaktadır. Bu modele göre, davranış, çevre faktörü ve kişisel faktörler birbirleri
ile etkileşim içindedir ve davranış her zaman sonuç değil, diğer iki faktörün nedeni de
olabilir. Bu faktörler, karşılıklı etkileşimlerinde her zaman eşit güce sahip değildir. Biri
diğerinden daha fazla etkileyici olabilir. Ayrıca bu etkileşimleri her zaman eşit zamanlı
de değildir. Bir faktörün etkisini gösterebilmesi, diğerine göre daha zaman alıcı
olabilir.159 Modelde davranış ile etkileşim içinde olan faktörler; çevresel ve kişisel
faktörler olarak tanımlanmıştır. Çevresel faktörler, bireyin kurumsal çevresini ve bu
kurumsal çevre içinde olan bireylerin toplumsal etkisini kapsar. Bu bağlamda çevresel
faktörler, toplumsal etkilemede bulunan bireylerin bulunduğu aile, arkadaş grupları,
okul, iş yeri gibi çevreler olarak tanımlanabilir. Kişisel faktörler ise, bireylerin
beklentileri, bilişsel becerileri, duygusal eğilimleri ve inançlarıdır.
Bandura,
bireylerin
toplumsal
cinsiyet
kimliğine
dair
davranışlarını
tanımlamada bu modelden yararlanmıştır. Bandura’ya göre, toplumsal cinsiyete dair
davranış oluşumunda, modelin içerdiği kişisel faktörler; toplumsal cinsiyete bağlı
görüşler, yargısal standartlar ve kişinin öz denetimini içerir. Toplumsal cinsiyet gelişimi
açısından bakıldığında davranışlar; toplumsal cinsiyete dair davranış ve faaliyetler
olarak kabul edilirken, çevresel faktörler ise; kadın ve erkeklerin gün içinde
karşılaştıkları toplumsal etkiler olarak tanımlanabilir.160
159
Albert Bandura, “Social Cognitive Theory”, Annals of Child Development, Vol.6, Six
Theories of Child Development, pp. 1-60, 1989, Greenwich, CT:JaI Press, s:3
160
Kay Bussey/Albert Bandura, a.g.m., s: 690
95
DAVRANIŞ
KİŞİSEL FAKTÖRLER
ÇEVRESEL FAKTÖRLER
(Bilişsel, Duygusal
ve Üçlü-Karşılıklı Determinizm Modeli
Tablo 2-2:
Biyolojik)
(Frank Pajares, “Overview of Social Cognitive Thoery and Self
Efficacy”,http://www.des.emory.edu/mfp/eff.html)
Tablo 2-2’de faktörlerin birbirleri ile olan etkileşimleri görülebilir. Kişisel
faktörler ve davranışlar arasındaki etkileşim, bireyin düşünceleri, duyguları, inançları,
beklentileri ve hareketleri arasındaki etkileşim olarak tanımlanır. Bu bağlamda model,
bireyin tüm kişisel faktörlerinin, davranışlarını yönlendirdiğini savunur. Aynı zamanda
bireyin kişisel faktörleri çerçevesinde ortaya çıkan davranışı, belirli bir süre sonra
bireyin tekrar inanç, duygu, düşüncelerini vb. etkileyecektir.
Ayrıca bireyin biyolojik ve fiziksel özellikleri de davranışı ile etkileşim
içindedir. Şöyle ki, bireyin boyu, kilosu, cinsiyeti vb. özellikleri sayesinde birey bazı
davranışlarda daha rahat bulunur yada zorlanır. Bu bireyin biyolojik ve fiziksel
özelliklerinin davranışa etkisidir. Bireyin duygusal sistemleri ve zihinsel yapısı da
davranışlardan etkilenebilir. Bu da, bireyin davranışlarının biyolojik özelliklerine olan
etkisidir.161
Modelde kişisel ve çevresel faktörlerin birbirleri ile olan etkileşimleri ise şu
şekilde gerçekleşir: Çevresel faktörler, bireyin sahip olduğu kişisel faktörleri, bireyleri
ikna ederek, bireyin gözünde model konumunda olarak ve öğreterek geliştirir yada
değiştirirler. Ayrıca bireyler çevrelerinden biyolojik ve fiziksel özellikleri sayesinde
olumlu yada olumsuz tepkiler alırlar. Bunlar bireylerin kişisel faktörlerinin çevresel
faktörlerden etkilenmesidir. Modelin karşılıklı etkileşime dayandığını göz önünde
bulundurduğumuzda, çevresel faktörlerin de kişisel faktörleri etkilemesi söz konusudur.
Bireylerin dışarıdan gözlemlenebilen kişilik özellikleri ve toplumdaki yerleri de,
çevresel faktörlerin birey ile ilgili olan tepkilerini etkiler.
161
Albert Bandura, a.g.m., s:3
96
Davranış ve çevresel faktörler arasında gerçekleşen etkileşim esnasında
Bandura, bireyi “hem ürün hem de üretici” olarak adlandırır.162 Yani birey, toplumun ve
çevresinin etkisi ile davranış geliştirir ve bu yönü ile “ürün” olarak tanımlanır ve bireyin
davranışları da çevresinin yapısını etkiler ve bu yönü ile “üretici” olarak kabul edilir.
Örneğin, bir birey çevresine karşı sevecen ve yumuşak davranışlarda bulunuyorsa, o
bireyin çevresi de ona aynı şeklide olacaktır.
Bandura, çevresel faktörlerin, bazı durumlarda birey davranışta bulunmadığı
sürece, bireyi etkileyemeyeceğini iddia eder. Örneğin, bir akademisyen, öğrencisi sınıfa
gelmez ise onu etkileyemez yada bir ebeveyn çocuğu övgüye değer bir davranışta
bulunmadığı sürece onu övmez.163 Bu bağlamda birey davranışının çevre tarafından
etkilenebilmesi ve “ürün” olarak tanımlanabilmesi için, bireyin aynı zamanda bir
“üretici” olması de gerekmektedir.
Kuram, bireyin davranış, kişisel ve çevresel faktörler arasındaki etkileşimi
sağlarken bazı becerilerde yararlandığını ve bu becerilerin yardımı ile bireyin bilişsel
yollarla davranışını belirlediğini söyler. Bu bağlamda bireyin kendi davranış ve
gelişimine katkıda bulunurken kullandığı beceriler şunlardır; bireyin simgeleme
becerisi, vekalet becerisi, öngörü becerisi, kişisel düzenleyicilik becerisi ve kendi
üzerinde düşünme becerileridir.164 Ancak Bandura bireylerin, özellikle çocukların
toplumsal cinsiyet kimliği oluşumlarında ve gelişimlerinde, toplumsallaşma aracılarının
rol ve davranışları model alınarak ve gözlemlenerek gerçekleşen öğrenmenin
öneminden söz eder. Bireyler ne kadar sık geleneksel yada eşitlikçi modelleri gözlemler
ve
kendilerine
model
alırlarsa
toplumsal
cinsiyet
kimlikleri
bu
bağlamda
etkilenecektir.165 Bu bağlamda bireylerin vekalet becerileri detaylı olarak incelenecektir.
Bir bireyin vekalet becerisi, başka bir bireyin yada bireylerin bulunduğu
davranışları göz önünde bulundurarak öğrenmeye ve bu bağlamda uygulamaya dayanır.
Yani bireyler diğer bireyleri model alarak bilgi edinirler. Ayrıca birey bu noktada hem
162
Danice Stone, “Social Cognitive Theory”, Fall, 1998,
http://hsc.usf.edu/~kmbrown/Social_Cognitive_Theory_Overview.htm, 29.02.06
163
Albert Bandura, a.g.m., s:4
164
Frank Pajares, “Overview of Social Cognitive Thoery and Self
Efficacy”,http://www.des.emory.edu/mfp/eff.html, 29.02.06
165
Albert Bandura, a.g.m., s:37
97
simgeleme becerisini hem de vekalet becerisini birlikte kullanırlar. Simgeleme becerisi,
bireylerin kelimeler yada zihinsel imajlar gibi simgeler aracılığı ile gözlemledikleri
deneyimlerini anlamlandırabilme, başka bir deyişle bu deneyimleri simgeler haline
getirebilme becerisidir. Birey, model aldığı bireylerin davranışlarından ve sonuçlarından
edindiği bilgileri zihninde ileride kullanmak üzere saklar. Bireylerin diğerlerinin model
alarak ve bu bağlamda onların davranışlarını gözlemleyerek edindiği bilgiler bireye
zaman kazandırır. Çünkü birey diğerlerinin deneme-yanılma yöntemlerinin sonuçlarını
kısa zamanda öğrenmiş olur.
Bir birey gün içinde toplumsallaşma aracılarının küçük bir bölümü ile karşılaşır
ve bu bağlamda görür, duyar ve öğrenir. Bu durum tüm bireylerin aynı modeller
aracılığı ile öğrenmesini sağlamaz. Gelişen ve değişen teknoloji sayesinde bir birey gün
içinde en geniş “model” kapasitesine sahip olmaktadır. Bu da bireyin gün içinde
karşılaştığı bir çok medyanın sunduğu modeller ile gerçekleşir. Toplumlar arasında
ortak modeller sağlayan medyanın en etkili güçlerinden biri de televizyondur.166
Televizyondan yansıtılan binlerce model sayesinde bireylerin model aldığı karakterler
ortak değer, görüş ve düşünceler sağlar. Televizyon yoluyla “model alma” ve bu
bağlamda öğrenmenin bu derece artmasının nedeni, bir çok toplumun bireylerinin
televizyona ve televizyondan gördüklerinin doğru ve kesin olduğuna inanmalarıdır.167
Toplumsallaşma süreci içinde televizyonun yansıttığı karakterlerin bireyler tarafından
model alınarak, bireylerin davranış, düşünce, toplumsal cinsiyet rol, değerleri vb.
üzerindeki etkileri 2. bölümün “medya” başlığı altında daha detaylı olarak verilecektir.
Sosyo-Bilişsel Kuram, bir bireyin model alarak ve gözlemleyerek öğrenme
sürecinde dört temel süreçten geçtiğini varsayar. Bu süreçler sıralı olarak şunlardır;
dikkat, akılda tutma, üretim ve güdülenmedir.168
i)
Dikkat Süreci
166
Albert Bandura, a.g.m., s:22
Albert Bandura, “Social Cognitive Theory For Personal and Social Change by Enabling
Media”, The Psychology of Sustainable Development, P.Schmuck &W.Schultz, pp.75-96,
http://www.des.emory.edu:80/mfp/Bandura2004Media.pdf, 15.01.06, s: 77
168
C. George Boeree, “Albert Bandura”, 1998,
http://www.ship.edu/~cgboeree/bandura.html, 29.02.06
167
98
Bireyin bir şey hakkında bilgi edinebilmesi için öncelikle bilgi kaynağına yani
model aldığı kaynağa dikkatini vermelidir. Çünkü birey kendisine yakın gördüğü yada
kendisi ile özdeşleştirdiği kişilere dikkatini verir ve onları model alır. Özellikle küçük
yaştaki çocuklar, öğrenme süreçlerinde etraflarındaki her şey ile o kadar ilgilidirler ki,
çevrelerinde yaşanan her şeye eşit derece dikkat edemez ve sadece aşırı renkli-sesli
görüntülerden
aktarılan,
çevrelerinde
çok
sık
gördükleri
ve
kendileri
ile
özdeşleştirdikleri karakterlere dikkat ederler. Çocukların küçük yaşlarda en çok
dikkatini çeken iki toplumsallaşma aracısı vardır; aileler ve medya. Çocuklar,
çevrelerinde sık sık gördükleri bireyler olan anne-babalarını ve renkli-ses görüntü ve
efektleri sayesinde çocukların dikkatini çekebilen medyalardan aktarılan karakterleri
kendilerine rol modeli olarak alırlar.
Slaby ve Frey, bu dönemlerde erkek çocuklarının kendi cinslerinin davranış ve
rollerine büyük ilgi duyduklarını ve bu nedenle erkek çocuklarının bu dönemlerde
gözlem ve model alma yolu ile öğrendikleri toplumsal cinsiyet rol ve davranışlarının
kızlara oranla daha kalıcı olduğunu iddia etmektedirler.169 Ancak öğrenmenin tam
anlamı ile gerçekleşebilmesi için dikkat edilen ve gözlemlenen modellerin
davranışlarının akılda kalması gerekir.
ii) Akılda Tutma Süreci
Bireylerin dikkat ederek gözlemledikleri örnek davranışların gerektiğinde geri
çağırılması ve uygulanması için öncelikle hatırlanması gerekir. Simgeleme becerileri
sayesinde bireyler, gözlemledikleri davranışları, sözleri ve davranışların sonucunda
yaşananları tanımlar, simgelere çevirir ve hafızalarında saklarlar. Model alınan
bireylerin davranışları ve sonuçlarından edinilen deneyimler yeri geldiğinde birey
tarafından kendi davranışı haline getirilmek amacı ile akılda tutulur.
Yetişkinlerin bu süreci daha rahat geçirdiklerini söyleyen Bandura, küçük yaşta
çocukların akıllarında tuttukları bilgileri karıştırdıklarını yada unuttuklarını ve bu
sürecin deneyim kazanarak başarı ile geçirildiğini iddia eder. Ancak on sekiz aylık
çocukların televizyondan yansıyan karakterlerin davranışlarını daha rahat akılda
tuttuklarını ve karıştırmadıklarını ve çocukların bu süreçte televizyon söz konusu
169
Kay Bussey/Albert Bandura, a.g.m., s: 692
99
olduğunda daha başarılı olduklarını söyler.170 Bu bağlamda çocukların televizyondan
gördükleri ve hem cinslerinin yansıttığı toplumsal cinsiyet rollerini ve davranışlarını
daha rahat akıllarında tuttukları söylenebilir.
iii) Üretim Süreci
Üretim süreci bir bireyin gözlemlediği ve akılda tuttuğu davranış modellini
hayat geçirmesi yani uygulamasıdır. Bu süreçte birey hafızasında sakladığı bilgi ve
deneyimleri kendisi gerçekleştirir ancak bu gerçekleştirme sürecinde davranışa dair
gözlemleyeceği yada duyacağı herhangi bir farklı model, bireyin aklının karışmasına ve
sürecin yavaşlamasına neden olur.
iv) Güdülenme Süreci
Bu süreç içinde bireyler, model aldıkları davranışı kendilerine adapte edebilmek
için davranışın doğru olup olmadığına dair bazı nedenlere ihtiyaç duyarlar. Davranışı
kendilerine adapte etmelerini sağlayacak güdüler olmadığı sürece birey davranışı tam
anlamı ile edinmez. Özellikle çocuklar söz konusu olduğunda, aileler, arkadaş grupları
ve medyanın güdeleyici etkilerinden söz edilebilir. Aileler, çocuklarının bulunduğu
davranışı onaylayabilir yada çocuğu cezalandırabilirler. Eğer çocuk bulunduğu davranış
sonucunda ailesi tarafından düzenli olarak ödüllendiriliyor ve bu ödül çocuğu tatmin
ediyorsa, çocuğun davranışı kendine adapte etme olasılığı yüksektir. Aynı durum
arkadaş gruplarının güdüleyici etkisi konusunda da geçerlidir. Çocuğun bulunduğu
davranış, arkadaş gruplarının toplumsal cinsiyete dair fikir ve inançlarına ters düşebilir
ve bu durumda çocuğu dışlayarak yada alay ederek onu cezalandırırlar. Medyanın
güdüleyici etkisi ise, aktardığı mesajlar ile gerçekleşir. Yani çocuk bulunduğu
davranışın doğru ve kesin olup olmadığını maruz kaldığı mesajlar yardımı ile
kavrayacaktır.
Sosyo-Bilişsel Kuram, gözlemlenen ve adapte edilen davranış arasındaki farkı
önemle vurgular. Çünkü yetişkinler yada çocuklar gözlemledikleri her davranışı da
uygulamazlar. Örneğin; bir erkek çocuğu aynı evin içinde yaşayan bir kız çocuğu kadar
annesinin ev işlerini nasıl yaptığını gözlemlemiştir, bilir. Ancak bunları uygulayıp
170
Albert Bandura, a.g.m., s:28
100
uygulamayacağı toplumsallaşma aracılarından elde edeceği güdülere bağlıdır. Eğer
erkeğin de ev işlerini uygulamasının doğru olduğuna dair güdülenir ve ödüllendirilirse,
davranışı kendine adapte edebilir. Aynı durum tersi için de geçerlidir. Yada her iki
cinsiyetten çocuk da agresif modelleri bu sürece kadar gözlemlemiş olabilir ancak erkek
çocuğu bu model davranışın kız yerine kendine daha uygun olduğunu yine güdüler
sayesinde
bilir.171
Bireylerin,
özellikle
çocukların,
toplumsallaşma
aracılarını
gözlemleyerek yada model alarak gerçekleştirdikleri öğrenme 2. bölümde detaylı olarak
ele alınacaktır.
II. BİR TOPLUMSALLAŞMA ÜRÜNÜ OLARAK TOPLUMSAL
CİNSİYET
Toplumsallaşma süreci; bireyin rollerini, içinde bulunduğu toplumun “iyi” yada
“kötü” olarak tanımladığı davranış kalıplarını, kurallarını, kültürel normlarını ve
toplumsal cinsiyet rollerini öğrenme sürecidir. Birey bu süreçte öğrendiklerini benimser
ve artık bunlar o bireyin birer parçası halini alır, bu bağlamda artık birey de o toplumun
bir parçası olur.
Toplumsallaşma sürecinde birey içinde bulunduğu topluma dair pek çok şey
öğrenir. Belenky, Goldberger ve Tarule, kişiliği oturmuş bir kadın ve erkeğin yeni bir
fikri algılama ve yeni bir fikre olan tavırlarının farklı olduğunu söylemekte ve “dişil” ve
“eril” olmak üzere iki farklı yaklaşım sunmaktadır.172 Dişil yaklaşıma göre, bir kadın
yeni yada farklı bir fikir duyduğunda kuşkularını, önyargılarını bir kenara bırakarak
nesnel bir şekilde dinlemeye, kendilerini yeni ve farklı fikri sunan kişinin yerine
koymaya çalışırlar. Yani bilişsel olarak “onunla birlikte yürürler” ve karşısındaki
insanın neden böyle bir fikre sahip olduğunu ve fikrin nasıl ve nerelerde kullanıldığında
kendisine yarar sağlayacağını kavramaya çalışırlar. Belenky vd. kadınların bu
çabalarına “inanma yaklaşımı” adı vermekte ve kadınların yeni fikirlere daha rahat
adapte olduklarını söylemektedirler. Eril yaklaşıma göre ise; bir erkek yeni bir fikir
duyduğunda kafasında hemen bu fikri, doğruluğunu ve fikri ortaya atan kişiyi
171
172
Kay Bussey/Albert Bandura, a.g.m., s: 694
“Gender Differences in Values”, http://mentalhelp.net/psyhelp/chap9/chap9q.htm,
19.02.2006.
101
sorgulamaya başlar ve şu soruların cevaplarını bulmaya çalışırlar: “ Bunu neye
dayanarak söylüyorsun?”, “Fikir ne kadar mantıklı?”, “Doğruluğu ölçülmüş ve
kanıtlanmış mı”, “Bu fikir gerçekleşirse sonucu ne olacak?”, “Bu adamın eğilimi ve bu
fikri ortaya koymadaki güdüsü nedir?” vb. Bu eleştirel düşünme şekline “şüpheci
yaklaşım” adı verilir. Belenky vd. bir bireyin cinsiyet gözetmeden her iki yaklaşımı da
uygulamasının daha sağlıklı olacağını söylemektedir.
Toplumsallaşma süreci çok küçük yaşlarda başlar. Ne zaman ki birey
algılayabilecek kadar büyümüştür, işte o zaman toplumsallaşma sürecine dahil olmuş
demektir. Algılamaya başlayan çocuk algıladıklarını anlamlandırmaya çalışır ve
toplumsal davranış bu noktada oluşur. Çünkü çocuk çevresinden gördüklerini algılamış,
anlamıştır, artık bu bağlamda davranışlar geliştirecektir. Geliştirdiği davranışlar ilk
önceleri içinde bulunduğu topluma uygun olmayabilir. İşte bu noktada toplum
tarafından bu davranışlar düzeltilir ve “olması gereken” öğretilir. Ali Arslan bu anlamda
toplumsallaşma sürecini; “bireyin, toplumunda kabul gören bir insan kimliğine
kavuşması”173 olarak tanımlamıştır.
R.W.Connell, toplumsal cinsiyet kimliğini; bireyin toplumsallaştığı bir cinsiyet
rolü, kadınlık erkeklik imajlarının bireylerin kendilerinde toplum tarafından
tanımlandığı bir toplumsal kabullenme olarak tanımlamıştır.174 Bu sürecin başından
itibaren toplum ve toplumsal kurumlar, çocukları toplumsal cinsiyet rollerine teşvik
etmekte ve bunları öğretmektedirler. Örneğin, erkekler güçlü olmaya, ağlamamaya,
zayıflıklarını ve üzüntülerini kimsenin yanında göstermemeye, iyi iş sahibi olmaya,
bağımsız olmaya, problem çözücü olmaya ve üstün olmaya teşvik edilir ve bu özellikler
erkeklere öğretilmektedir. Kadınlar ise, öncelikle iyi bir eş ve iyi bir anne olmaya teşvik
edilmektedirler. İyi bir eş ve iyi bir anne olmanın yolunun da evlenmekten geçeceği
göz önünde bulundurulduğunda, kadınlar öncelikle erkeklerin dikkatini çekebilmesi ve
173
Ali Arslan, “Medyanın Birey ve Toplum Üzerindeki Etkisi”, Uluslararası İnsan Bilimleri
Dergisi,
http://www.insanbilimleri.com/makaleler/sosyoloji/Medyanin_Birey_Toplum.htm,
28.03.2006.
R.W.Connel, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, Ayrıntı Yayınları, 1998, s:255-258’den Aktaran:
Necla Mora, “Kitle İletişim Araçlarında Yeniden Üretilen Cinsiyetçilik ve Toplumda Yansıması”,
Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, Cilt:2, Sayı: 1, ISSN: 1303-5134, 27.05.2005.
174
102
bu bağlamda çekici, seksi ve güzel olması gerekliliği söylenmektedir. Ayrıca kadınlar
verici, sabırlı, fedakar, kibar ve şefkatli olmaya da teşvik edilmekte ve bu özellikler
onlara öğretilmektedir. Bu bağlamda içinde yaşadığı toplumun ona atfettiği toplumsal
cinsiyet rollerinin dışına çıkan ve hırslı, sert, kaba davranışlar gösteren kadınlar
“erkeksi” olarak tanımlanmaktadır.
Huang’ın toplumsallaşma tanımı içine toplumsal aracıları yani toplumsallaşma
sürecinde bireyin öğrenmesi gereken davranış kalıplarını, kültürel normları, toplumsal
cinsiyet rollerini öğreten kurumları da kapsar. Huang toplumsallaşmanın; kültürel
normların bir nesilden diğer bir nesile taşınma süreci olduğundan söz eder ve bu sürecin
önce ailede ve arkadaş gruplarında başladığını ve medya (özellikle de reklamlar)
aracılığıyla devam ettiğini söyler.175 Bu bağlamda bu toplumsallaşma aracılarına tek tek
bakılması uygun görülmektedir.
A. AİLE
Bir ailedeki ebeveynlerin yapmaları gereken iki temel görev vardır. Bunlardan
birincisi; çocuğunun yeme, içme, korunma, giyinme vb. fiziksel ihtiyaçlarını
karşılamaktır. İkincisi ise; toplumsallaştırma görevidir. Çünkü küçük yaşta bir çocuk
ailedeki ve toplumdaki temel görevlerinin neler olduğunu bilemez ve bunları öğretmek
aileye düşmektedir. Toplumsal cinsiyet rollerinin öğretilmesi de bu görevlerin içindedir.
Bu bağlamda toplumsallaşma sürecinin ilk olarak ailede başladığı söylenebilir. Bir
çocuk kim olduğunu, kim olması gerektiğini, toplum içinde nasıl
davranması
gerektiğini ve bulunduğu davranışlar sonucunda toplumdan nasıl tepkiler alacağını ilk
olarak ailesinden öğrenmektedir.
Bir çocuğun toplumsallaşmasında birincil aracı olarak aileler kabul edilir. Ancak
ailelerin çocuğun toplumsallaşma sürecinde olan etkileri tartışılmaktadır. Ailelerin bu
konuda eğitimli olmadıkları ve çocuklarına kendi toplumsallaşma süreçlerinde
öğrendiklerini, deneyimlerini yani kendi rol ve değerlerini empoze ederek onların
toplumsallaşma sürecini yanlış yönlendirdikleri söylenmektedir. Bu bağlamda Çin’de ve
İsrail’de çocuklar, belli bir süre ailelerinden uzaklaştırılarak profesyonel eğitimcilere
175
Gaby Odekerken-Schröder/Khristof De Wulf/ Natascha Hofstee, a.g.m., s: 410
103
bırakılırlar. Bu şekilde çocukların toplumsallaşma süreçlerinde, arkadaş grupları ile ve
eğitimciler ile etkileşim içinde olarak daha sağlıklı bir toplumsallaşma süreci içinde
olacakları düşünülür.176
Çocuklar toplumsallaşma süreçlerinde aile bireylerinden gördüklerini model
alırlar. Bandura’nın da Sosyo-Bilişsel Kuram’ında sözünü ettiği gibi çocuklar hem
cinslerinin davranışlarına daha çok dikkat eder ve model alırlar. Kız annesinin rollerini,
davranışlarını, giyim tarzını, makyajını vb. model alma eğiliminde iken, erkek çocuk da
babasının rol, davranış, giyim vb. özelliklerini model alma eğilimindedir.
Çocukların ailelerini model alarak toplumsal cinsiyet rolleri ile ilgili fikir sahibi
olmalarına Families & Health Dergisi’nin “Çocukların Sesi” adlı köşesi bir örnek teşkil
edebilir. Bu köşede çocuklara “Kızlar ve erkekler arasındaki en temel farklılıklar
nelerdir?” diye sorulmuştur ve yedi yaşındaki bir erkek olan Stephen şu cevabı
vermiştir: “Erkekler bira içerler, kızlar ise biradan hoşlanmazlar.”177 Normal şartlarda
yedi yaşındaki bir çocuğun arkadaş çevresinde bira içen yada biradan hoşlanmayanların
olamayacağı göz önünde bulundurulursa, Stephen’ın bu fikri genellikle ailesinden
gördükleri ile edindiği söylenebilir. Bu fikrin oluşumunda diğer toplumsallaşma
aracılarının katkılarının olabileceği de bir gerçektir. Ancak yine de yedi yaşındaki bir
çocuğun bu kadar kesin ifade ettiği cümlenin kaynağı ailedir. Çünkü “bir çocuğun en
kesin yargılarının kaynağı ailedir.”178
Becker aileleri çocuk üreten “küçük fabrikalar” olarak tanımlarken Risman da
Becker’in tanımının üzerine ailelerin çocuk üreten fabrikalar olmasından çok daha da
önemlisi bu çocukların toplumsal cinsiyet özelliklerini ürettiklerini ve bu bağlamda
ailelerin “toplumsal cinsiyet fabrikaları” olarak tanımlanabileceğini söylemektedir.179
Ailelerin toplumsal cinsiyete etkileri daha bebek doğmadan başlar. Aileler henüz bebek
doğmadan önceden bazı kararlar almaya başlar. Örneğin, eğer bebek kız olacaksa
176
David Popenoe, Sociology, 3th Edition, Prentice-Hall, Inc., New Jersey, U.S.A., 1977, s: 185
“Sex Roles Stereotypes”, Families & Health, Vol. 9, March 2000, Published by The Vanier
Institute of the Family, s:3
178
Pat Caplan, The Cultural Construction of Sexuality, Polity Press, Great Britian, 1995, s: 41
179
James W. Gentry/Suraj Commuri/Sunkyu Jun, “Review of Literature on Gender in the Family”,
Academy of Marketing Science Review, No.1, 2003, s: 2
177
104
eşyaları ve kıyafetleri pembe, eğer bebek erkek olacaksa eşya ve kıyafetleri mavi
olacaktır.
Çocuğunun cinsiyetini bir an önce bilme ihtiyacı güden aileler, çocuğun
cinsiyetini belirlemeye yarayan tıbbi teknikler yardımı ile bunu öğrenmeye çalışırlar.
Tıbbi tekniklerin sınırlı olduğu ülkelerde ise, çocuğun cinsiyeti halk arasında genellikle
kabul gören tahminler yardımı ile belirlenmeye çalışılır. Örneğin; “Çok hızlı tekme
atıyor, bu bebek kesinlikle bir erkek” yada “çok sakin duruyor, bu bir kız olmalı”.180
Bebek doğduktan sonra aile başlarda almayı düşündüğü eşya ve kıyafetleri bebeğin
cinsiyetini göz önünde bulundurularak satın alır. Aynı davranış şekli ailenin yakın
çevresi ve arkadaşları tarafından da tekrarlanır. Bebek, kız ise pembe rengin hakim
olduğu hediyeler yada pembe tebrik kartları verilirken, bebek erkek ise mavi rengin
hakim olduğu hediye ve kartlar verilir. Bu pembe ve mavi kıyafetlerin, eşyaların
çocuğun öğrenme sürecinde yararlanacağı birer işaret olduğu söylenir.
Talcott Parsons ve Robert Bales, ebeveynlerin aile içi davranış rollerinin
çocukların toplumsal cinsiyet kimlikleri inşasındaki öneminden bahsederler. Parsons ve
Bales’e göre ailede bir kişi, genellikle bu kişi babadır, “etkili rolü” üstlenir. Bu rol
ekmek kazanan, baskın, agresif, yetenekli ve yetkin özelliklerini gerektirir. Anne ise
“anlamlı rolü” üstlenir ki bu rol de; duygusal destek sağlayan, pasif, sıcak, duygusal,
ilgili, verici özelliklerini gerektirir. Ayrıca anne, babanın gün içinde ekmek kazanmak
için çaba harcayıp yorulması sonucu ona konfor ve rahatlık sağlamasını da gerektirir.
İşte bu noktada “Parsons ve Bales, bu rollerin yıllardır nesilden nesile aktarıldığını ve
çocukların toplumsal cinsiyet rollerini anne ve babalarının rollerini görerek
öğrendiklerini ve benimsediklerini söylemektedir.”181
Ebeveynlerin, bebeklerinin ilk altı aylarında onlara nasıl davrandığını inceleyen
araştırma sonuçlarına göre; anneler kız bebekler ile daha çok konuşmakta ve onlar
ağladığında daha çabuk yanına koşmaktadır. Bu davranışlar kız bebek iki yaşına gelene
kadar her geçen gün artarak devam etmektedir. Erkek çocuklarının ilk altı ayında ise,
anneler erkek çocuklarına kızlarına sarıldıklarından daha çok sarılır, öper ve
180
181
Michael S. Kimmel, a.g.e., s:129
Jean Lloyd/Raymond W. Mack/John Pease, a.g.e., s: 151
105
kucaklarlar. Ancak bu durum erkek bebeğin birinci yaşına kadar devam eder ve bu
tensel temas ilk seneden sonra ağırlıklı olarak kız bebeğe yöneltilir. Anneler, erkek
çocuklarının daha bağımsız ve özerk olmaları gerektiğini düşünürler ve bu bağlamda
bilinçli olarak erkek çocuklarını fiziksel olarak kendilerine yakın tutmaktan
kaçınırlar.182
Çocukların artık bebeklik aşamasından çıktıkları ve yürümeye başladıkları
dönemlerde ebeveynler çocuklarına toplumsal cinsiyet kimliklerini ödül ve ceza
yöntemleri ile öğretmeye başlarlar. Örneğin; bir erkek çocuğu sporda başarı sağlıyor
ona “aferin benim güçlü oğluma” gibi cümleler kurularak çocuk ebeveynler tarafından
takdir edilir. Eğer aynı erkek çocuk bir şeye üzülüp ağlamaya başlıyor ve annesine
koşuyorsa ona “erkekler anneleri ile o kadar dip dibe olmamalılar ve ayrıca
ağlamamalılar, erkek öyle kızlar gibi ağlamazlar” gibi cümleler kızgın bir tonla
söylenir. Aynı durum kızlar için de geçerlidir. Eğer bir kız çocuğu “cici” elbiseler
giymiş ve narin davranışlar sergiliyorsa ona “ne kadar güzel olmuşsun, büyüyünce
erkeklerin başını döndüreceksin” gibi cümleler kurularak bu durumun takdir edildiği
belli edilir. Ancak kız üstü başı çamur içinde sokaktan gelmiş ve orada yaşadığı bir
kızgınlığı agresif tavırlar ile dile getiriyorsa ona “böyle şeyler sana hiç yakışmıyor,
sakin olmalısın, üstüne başına bak, erkek gibisin” gibi cümleler sarf edilerek bu
durumun kötü bir şey olduğu belli edilir.
Ailenin yapısı da bir çocuğun toplumsallaşma şeklini etkileyen faktörlerdendir.
Günümüzde aileler genel anlamda ikiye ayrılmıştır; geleneksel aileler ve eşitlikçi
aileler. Eşitlikçi ailelerin gelenekseller kadar kendi benimsedikleri toplumsal cinsiyet
rollerini çocuklarına empoze etmedikleri söylenmektedir. Ancak yapılan araştırmalar,
bu durumun tam tersi olduğunu ve eşitlikçi ailelerin kendi çocuklarının eşitlikçi rol ve
davranışları benimsemelerini geleneksellere oranla daha fazla istediklerini ve bu
bağlamda daha fazla çaba harcadıklarını göstermiştir.
Lytton ve Romney’in 1991 yılında yapmış oldukları araştırmalar sonucunda elde
ettikleri
bulgulara
göre;
aile
yapılarının
kültürel
gelişimlerden
etkilendiğini
söylemektedirler. Lytton ve Romney, günümüzde, eşitlikçi ailelerin çocuklarının
182
Carol R. Ember/Melvin Ember, a.g.e., s: 78
106
geleneksel ailelerin çocuklarına oranla akli dengelerinin ve adaptasyon becerilerinin
daha iyi, kendine daha çok güvenen ve kişiler arası ilişkilerinde daha tatminkar bireyler
olduklarının tanıtımının çok sık yapıldığını söylemekte ve bu bağlamda çocukların
toplumsallaşma sürecinde yer alan eşitlikçi aile sayısının her geçen gün artmakta
olduğunu söylemektedirler.183
Eşitlikçi bakış açısına sahip ailelerde genellikle annelerin çalışan anneler olduğu
ortaya konmuştur. Kadınların istihdam oranlarını incelemek için Amerika’da yapılmış
olan bir araştırma sonucuna göre; 1950’li yıllarda kadınların istihdam oranı % 30 iken
1988 yılındaki sayımında bu oran %43’e ulaşmıştır. 2000 yılına bakıldığında ise bu oran
%60’a çıkmıştır. Uzmanlara göre ise, bu oran her geçen gün daha da artacaktır.”184 Bu
bağlamda ailelerde eşitlikçi bakış açısının artacağı da söylenebilir.
Psychology Today’de yayınlanan bir araştırma sonucuna göre, eşitlikçi ailelerde
kız çocukları, geleneksel ailelerin kız çocuklarından haftada yedi saat fazla babaları ile
birlikte olmakta ve erkeğin sahip olması gerektiğini düşündüğü toplumsal cinsiyet
rolünü babasını göz önünde bulundurarak öğrenmektedir.185
Günümüzde her geçen gün sayısı artan ve bu bağlamda yeni bir aile türü olarak
sayılabilecek “tek ebeveynli aileler” söz konusu olmaktadır. Bu ailelerin sayısı her
geçen gün giderek artmaktadır. Tek ebeveynli ailelerin oluşumun katkıda bulunan
faktörler; boşanmalar, evlilik dışı çocuk sahibi olma, ayrı yaşama, dul kalma v.b. olarak
sayılabilir. Tek ebeveynli ailelerin sayısındaki artışın kültürel faktörlerle de çok
yakından ilişkisi bulunur.
Doğu ülkelerinde evlilik dışı çocuklara yada boşanmalara çok sıcak bakılmadığı
için bu oranlar bu ülkelerde daha azken, Batılı ülkelerde bu oranlar her geçen gün
artmaktadır. Ayrıca Batılı ülkelerde eş cinsel çiftlerin evlat edinmeye başlaması da bu
tür çiftlerin çocuklarının toplumsallaşma sürecinde edindiği toplumsal cinsiyet
183
184
185
Kay Bussey/Albert Bandura, a.g.m., s:709
William Lazer/Priscilla La Barbera/James M. MacLachlan/Allen E. Smith, a.g.e., s:75
“Gender Differences in Values”, http://mentalhelp.net/psyhelp/chap9/chap9q.htm, 19.02.06
107
rollerinin de farklılaşmasına neden olmaktadır.186 Aşağıda Tablo 2-2’de, İngiltere’de
bulunan ailelerin yıllara göre değişim oranları görülmektedir.
1971
1976
1981
1986
1991-2
1996-7
1998-9
Bekar
1
2
2
3
6
7
9
Dul
2
2
2
1
1
1
1
Boşanmış
2
3
4
6
6
6
8
Ayrı
2
2
2
3
4
5
5
Yalnız Baba
1
2
2
1
1
2
2
Evli/Birlikte Yaşayan
92
89
87
86
81
79
75
Yalnız Anne
Tablo 2-2: Tek ebeveynli çocuklu ailelerin tüm ailelere oranı
(General Household Survey, Office for National Statistics, Social Trends, 30, 2000’den aktaran:
Anthony Giddens, Sociology, 4th Edition, Polity Pres, UK, 2001, s:181)
Tablo 2-2’de de görülebileceği gibi yaklaşık 30 yıllık bir süreç içinde tek
ebeveynli ailelerin sayısında giderek artış gözlemlenmiştir ve yapılan bazı araştırmalar
bu sayının giderek artacağını göstermektedir. Bu bağlamda “Cherlin, Batılı ülkelerde
doğan çocukların elbet bir gün tek ebeveynli aileler ile yaşayacaklarını”187
söylemektedir. Kupperschmidt ise, Cherlin’in de belirttiği “toplumsal değişikliklerin
toplumda bir eşitlik ortamı yaratacağını ve bu ortamın da çocukların toplumsal cinsiyet
186
Franz X. Eder/Lesley Hall/Gert Hekma, Sexual Cultures in Europe, Manchester University
Press, Manchester, U.K., 1999, s: 108
187
Suraj Commuri/James W. Gentry, “Opportunities for Family Research in Marketing”,
Academy of Marketing Science Review, No.8, 2000, s: 15
108
rolü gelişimlerini etkileyerek geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinden daha az
etkileneceklerini”188 söylemektedir.
Tek ebeveynli ailelerin çocukları ve ebeveynleri evli/birlikte olan ailelerin
çocuklarının psikolojik durumlarını anlayabilmek amacı ile bir çok araştırma
yapılmıştır. Joan B. Kelly’nin “Arabulucu ve Düşman Boşanmalar” adlı makalesinde
ortaya koyduğu araştırma sonuçlarına göre; ebeveynleri boşanmış veya ayrı yaşayan
ailelerin çocukları kendilerini yalnız, sıkılmış ve reddedilmiş hissetmektedirler. Ancak
Kelly, evli/birlikte yaşayan fakat mutsuz, sürekli kavga eden ailelerin çocuklarının
kendilerini aşırı derecede bunalımlı, ihmal edilmiş ve aşağılanmış hissettiklerini
söylemektedir.189
Tek ebeveynli ailelerde toplumsallaşma süreci yaşayan bir çocuk ile annebabasının birlikte olduğu bir çocuğun toplumsal cinsiyet rolleri arasında farklılıklar
oluşur. Tek başına çocuğuna bakmak zorunda kalan bir anne yada baba daha eşitlikçi
bir tavır takınır çünkü gerektiğinde çocuğuna hem annelik hem de babalık yapma
durumundadır. Örneğin; bir çocuğuna tek başına bakmak durumunda kalan bir anne
hem de ev işleri ile ilgilenerek çocuğuna bakmak hem de işe gitmek durumunda
kalabilir. Bu durum çocuğun gözünde bir kadının erkeğe muhtaç olmadan yaşamını
devam ettirebildiğini gösterir. Yada çocuğuna tek başına bakmak durumunda kalan bir
baba hem işe gidip hem de ev işleri ile ilgilenerek çocuğuna bakmak durumundadır. Bu
durum da çocuğun gözünde yemek yapabilen, ev temizleyebilen bir erkek modelinin
oluşumuna yardımcı olur.
2002 yılında U.S. Census Bureau’nun yapmış olduğu sayıma göre Amerika’da
toplam 2 milyon tane bekar baba, 105 bin tane de evli baba yaşamaktadır. Araştırma
sonuçları her iki babanın da çocuklarına bakmakta istekli olduklarını, evli babaların
eşleri işte iken çocuklarının bakımını üstlendiğini, bekar babaların ise, çocukları ile
birlikte vakit geçirebilmek için vakitlerinin çoğunu evde geçirdiğini ortaya
koymuştur.190
188
Sean Lyons/Linda Duxbury/Christopher Higgins, a.g.m., s:770
Michael S. Kimmel, a.g.e., s:147-148
190
David A.Anderson/Mykol Hamilton, “Gender Role Stereotyping of Parents in Children Picture
Books:The Invisible Father”, Sex Roles, Vol.52, No. 3/4, pp.145-151, February 2005, s: 149
189
109
Ebeveynler ister birlikte ister ayrı olsunlar çocuklarının toplumsal cinsiyet
kimliklerinin oturmasına yardımcı olurlar. Aileler bunu başka aracılar yardımı ile de
sağlarlar. Bu aracılar; çocuk kitapları ve oyuncaklar olarak tanımlanabilir.
1. Çocuk Kitapları
Çocukların vakitlerini geçirmelerini ve görsel becerilerini geliştirmelerini
sağlamak amacı ile renkli, büyük resimli, kabartmalı, dikkat çekici masalların veya
hikayelerin anlatıldığı kitaplar bulunur. Genellikle iki ila beş yaş aralarındaki çocuklara
seslenen bu kitaplar, içerdikleri görseller ve metinler ile çocukların toplumsallaşmasına
katkıda bulunur. Aileler ise bu kitapları çocuklarına satın alarak ve okuyarak onların bu
aracılar ile toplumsallaşmalarına katkıda bulunurlar.
Çocuk kitapları, içinde bulundukları zamanın kültürel ve ahlaki kodlarını
içerirler. Ancak Mircea Eliade’ye göre masallarda sadece örnek oluşturacak bir
davranışın yapıları varlığını devam ettirir ki bu davranış da bir anlamda, çok sayıda
kültürde ve tarihsel anlarda yaşanmaya elverişli olan bir davranıştır.191 Bu bağlamda
çocuk kitaplarında gösterilen ve anlatılan toplumsal cinsiyete dair davranışın, bir
çocuğun toplumsal cinsiyet kimliğini oluşturmaya olan katkısından söz edilebilir.
Ayrıca çocuk kitaplarında yansıtıla toplumsal cinsiyet rolleri sadece toplumsal cinsiyet
kimliği oluşumuna katkıda bulunmakla kalmayıp, annelerine olan his ve davranışlarını
da etkilemektedir.
M.L. Johns yaptığı araştırmalara göre; geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini
yansıtan çocuk kitaplarını okuyan çocuklarda annelere karşı olumsuz his ve davranışlar
gözlemlenmekteyken, eşitlikçi yaklaşımlarla hazırlanmış çocuk kitaplarını okuyan
çocuklar annelerine karşı daha olumlu his ve davranışlar geliştirmektedir.192
Çocuk kitaplarının toplumsal cinsiyet kimliğini oluşturmaya olan katkısında iki
farklı tür kitaptan bahsedebiliriz; kahramanların cinsiyetinin belli olduğu kitaplar ve
kahramanlarının cinsiyetlerinin belirsiz olduğu kitaplar. Bu bağlamda kahramanlarının
cinsiyetinin belli olduğu kitaplarda, kitabın toplumsal cinsiyeti oluşturmada doğrudan
191
Evrim Ölçer, Türkiye Masallarındaki Toplumsal Cinsiyet ve Mekan İlişkisi, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Bilkent Üniversitesi, Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2003, s:7
192
David A.Anderson/Mykol Hamilton, a.g.m., s: 150
110
etkisinden söz edilebilirken, kahramanlarının cinsiyetinin belirsiz olduğu kitaplarda ise,
kitabı okuyan yetişkinin etkisi söz konusudur.
Çocuk kitaplarında cinsiyet, resimler ve bu resimlerdeki kahramanın kıyafeti
yada adı ile belli edilir ve tanımlanır. Çocuk kitaplarında yansıtılan toplumsal cinsiyet
rolleri üzerine yapılan araştırma sonuçları kitaplarda kadınların genellikle çocuk bakan,
ev temizleyen ve yemek pişiren anne olarak tanımlandıklarını göstermiştir. Erkekler ise
çocuk kitaplarında genellikle ellerinde iş çantaları bulunan, araba kullanan, spor yapan
ve gerektiğinde sinirini belli ederek kızan babalar olarak gösterilir. Ayrıca babaların
hikayenin sonundaki dersleri ve ana fikri söyleyen kişiler olarak yansıtıldığı da
gözlemlenmiştir.
Erkekler Büyüyünce Ne Olabilirler ve Kızlar Büyüyence Ne Olabilirler adlı iki
kitabı inceleyen Lenore J. Weitzman, Deborah Eifler, Elizabeth Hokada ve Catherine
Ross, bu iki kitabın çocuklara geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini açıkça empoze
ettiğini ve kız çocuklarını sınırladığını söylemektedirler. İki kitabı da her bir sayfasında
sırasıyla gösterilen ve açıklanan kimlikler şu şekildedir: 193
Erkekler Büyüyünce Ne Olabilirler kitabının her bir sayfasında şu kimlikler yer
almaktadır:
•
alevlere su fışkırtan bir itfaiyeci,
•
tüm maçları kazanan bir beysbol oyuncusu,
•
insanları gitmek istedikleri yere ulaştıran bir otobüs şoförü,
•
arabasının tepesinde siren olan bir polis,
•
büyükbaş hayvanlarla birlikte atı üzerinde gezen bir kovboy,
•
insanların hayatlarını kurtaran bir doktor,
•
insanları teknesiyle istedikleri her yere götürebilen bir denizci,
•
gökyüzünde özgürce uçan bir pilot,
•
tüm hayvanat bahçesini yöneten bir aslan terbiyecisi,
193
Lenore J. Weitzman/Deborah Eifler/Elizabeth Hokada/Catherine Ross, “Sex-Role Socialization
in Picture Books for Pre-school Children”, American Journal of Sociology, 77, May 1972’den Aktaran:
David Popenoe, a.g.e., s: 136
111
•
kırmızı bir traktör kullanan bir çiftçi,
•
herkesin televizyonlardan izleyebileceği bir aktör,
•
uzay gemisinde yaşayan bir astronot,
•
(son sayfada) tüm ulusu yönetecek bir devlet başkanı.
Kızlar Büyüyence Ne Olabilirler kitabında ise, her bir sayfasında şu kimlikler yer
almaktadır:
•
beyaz kıyafetleri olan bir hemşire,
•
her yere uçan bir hostes,
•
kendi etrafında dönebilen bir balerin,
•
şehrin en iyi şekerci dükkanın sahibi,
•
çok güzel kıyafetler giyen bir manken,
•
filmlerin ve televizyonların en güzel aktristi,
•
hatasız yazı yazabilen bir sekreter,
•
ağaçlar, bulutlar ve göller çizebilen bir ressam,
•
çok güzel şarkıları olan bir şarkıcı,
•
son moda kıyafetler dikebilen bir terzi,
•
elinde çiçeği ile yürüyen bir gelin,
•
evi ile ilgilenen bir ev kadını,
•
(son sayfada) çocukları olan bir anne.
Her iki kitapta da kadına ve erkeğe atfedilen geleneksel toplumsal cinsiyet
stereotipleri
görülebilir.
Kız
çocukları
evlenmeye
ve
çocuk
sahibi
olmaya
yönlendirilirken, erkeğe “baba” kimliği verilmemiş, onun yerine güç ve iktidar sahibi
bir başkan kimliği atfedilmiştir.
David A. Anderson ve Mykol Hamilton’ın 1995 yılından 2001 yılına dek
yayınlanmış olan en ünlü ve ödül almış 200 adet resimli çocuk kitabı üzerinde yapmış
oldukları içerik analizi araştırması sonucunda, kadınların ve erkeklerin anne ve babalar
olarak gerçekleştirdikleri eylemlerin incelenmiş ve sonuç olarak annelerin eylemlerinin
daha yoğun olarak yer aldığı gözlemlenmiştir. Çıkan araştırma sonuçları şu şekildedir:
kadınların bu kitaplarda erkeklerden daha fazla mutluluk belirtisi gösterdikleri, üzüntü
belirtisi gösterdikleri, sinirle bağırdıkları, kızgınlık belirtisi gösterdikleri, herhengi bir
112
duyguyu belirttikleri ve çocuklarını azarladıkları gösterilmiştir. Ayrıca çocukların
annnelerine ve babalarına neredeyse aynı derecede itaat ettikleri gözlemlenmiştir. Aynı
kitaplar üzerinde yapılan diğer bir araştırmada ise Anderson ve Hamilton, kadınların ve
erkeklerin anneler ve babalar olarak ne sıklıkla göründüklerini ve ne sıklıkla
kendilerinden bahsedildiğini belirledikleri sonuçlar şu şekildedir; kadınlar erkeklerden
daha sık tek başlarına, kocası olmadan, bir erkek çocukla, bir kız çocukla, hem bir kız
hem de bir erkek çocuğu ile kitaplarda yer almışlardır. Ayrıca annelerin sözü bir kız
çocuk tarafından, bir erkek çocuk tarafından, herhangi bir çocuk tarafından ve herhangi
bir kişi tarafından erkeklere oranla bu kitaplarda daha sık geçmiştir.194
Araştırma sonuçlarından da görülebileceği gibi, anneler babalardan daha çok
müdahale etmekte, kızmakta ve sinirini yansıtmaktadır. Babaların otorite çabası ise
geçmiş yıllarda yapılan araştırma sonuçlarına oranla azaltılmıştır. Ayrıca Anderson ve
Hamilton bu araştırmaları ile artık çocuk kitaplarında annelerin eskiden olduğu gibi
arka planda kalmadıklarını, daha ön planda yer aldıklarını, babaların ise daha arka
planda kaldıklarını ortaya koymuşlardır.
Bir diğer tür çocuk kitabı ise; kahramanlarının cinsiyetlerinin belirsiz olduğu
çocuk kitaplarıdır. Bu kitaplar daha çok hayvanların kullanıldığı ancak ne isimlerinin
belli olduğu ne de kıyafetlerinin yer aldığı kitaplardır. İşte bu noktada bu kitaplardaki
kahramanlarının cinsiyetlerini ebeveynler atar.
Bu atamaların nasıl ve neye göre gerçekleştiğini ortaya koyabilmek amacı ile
Illinois Üniversitesi’nden Judy S. DeLoache, Deborah J. Cassidy ve C. Jan Carpenter,
anneleri ve çocuklarına birer oyun odası hazırlayarak içine vakit geçirebilecekleri bir
çok eşya ve oyuncak ve seslerini kaydedebilecekleri gizli birer kayıt cihazı
koymuşlardır. koymuşlardır. Ancak ne anneler ne de çocukları araştırmanın ne amaçla
yapılacağını bilmemektedirler. İlk kitapta ki ördeğin hikayesi anlatılmakta ve annelerin
% 98’i hikayeyi çocuğuna okurken ördeklerden büyük olanını “Bay Ördek” yada bir
erkek ismi ile tanımlamışlardır. Diğer bir kitapta ise, arabaları ile yolculuğa çıkan iki
ayının hikayesi anlatılmaktadır. Annelerin yine büyük bir çoğunluğu arabayı kullanan
ayıyı bir erkek ismi ile, yan koltukta oturan ayıyı da bir kadın ismi ile
194
David A.Anderson/Mykol Hamilton, a.g.m., s: 149
113
tanımlamışlardır.195 Bu araştırma sonuçlarından da anlaşılacağı gibi çocuk kitaplarının
okunması ve aktarımında bile ebeveynlerin, toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin kendi
fikir ve düşüncelerinin etkisi söz konusudur.
Çocuk kitapları kategorisinde adlandırabileceğimiz bir diğer kitap türü de; çizgi
romanlardır. Çizgi romanlar, sekiz yaş ve üzeri kişiler için hazırlanmış ve karikatür tarzı
ile çizilmiş karakterlerin yer aldığı ve bu karakterlerin sıralı maceralarının anlatıldığı
haftalık yada aylık dergi-kitaplardır. Aileler ise çocuklarının cinsiyetini göz önünde
bulundurarak bu çizgi romanları satın alır ve farkında olmadan bu yolla çocuklarının
toplumsal cinsiyet gelişimlerine katkıda bulunurlar.
Çizgi romanlarının tarihi 1800’lü yılların sonlarına dayanır ancak çizgi roman
kitaplarının popülerliğinin ilk başlayış yılı 1909 yılında karikatürist George McManus
ile olmuştur. McManus karikatürlerinde ilk defa komik erkek-güzel kadının dönemini
başlatan kişidir.196 O yıllarda hayvanlar üzerine temellendirilen çizgi romanlar ise
insanlarınkine oranla daha fazla idi ve bu tür çizgi romanlarda hem erkek hem de kadın
hayvanlar daha şirin, şişman ve çizgi film karakterleri gibi resmedilmişlerdi.
Birbirlerine çok benzeyen bu hayvanların cinsiyeti belli olsun diye genellikle kadınlara
kirpik, erkeklere ise pantolon çizilirdi. Ancak ister insan ister hayvan olarak
resmedilmiş olsunlar erkekler daha akıllı ve fikirler üretebilen, kadınlar ise ev işleri ile
ilgilenen karakterler olarak yansıtılmaktaydı.
Sonraki yıllarda, çizgi roman dünyası yeni bir karakter türü ile tanışmıştır; süper
kahramanlar. Süper kahramanların maceralarının anlatıldığı çizgi romanlarda kadın,
kurtarılmayı bekleyen, başı dertte, kaçırılan vb. sorunlar yaşayan kadınlardır ve erkek
karakter olan süper kahramanlar ise kadınları, kötülükler ile savaşarak kurtaran kaslı,
maskeli, uçan, özel güçleri olan kahramanlardır. Bu kahramanlara örnek olarak; Heamen, Yarasa Adam (Batman), Örümcek Adam (Spider Man), Hulk (Yeşil Dev) ve XMen verilebilir.
195
Rodney Stark, Sociology, 4th Edition, Wadsworth Publishing Company, California, U.S.A.,
1992, s:166
196
Trina Robbins, “Gender Differences In Comics”, Image & Narrative, Issue 4, Gender Issue,
September 2002, http://www.imageandnarrative.be/gender/trinarobbins.htm, 28.12.2005.
114
Özelikle erkek çocuklarının dikkatini çeken bu karakterler, belirli yaş
dönemlerinde bu çocukların rol modelleri haline gelmiştir. Üretici firmaların da bu
kahramanların kostümlerini küçük çocukların bedenlerinde tasarlayıp satışa sunmaları
da, erkek çocukların bu kahramanların rol ve özelliklerini kendilerine adapte etmelerine
yardımcı olmuştur. Ancak bazı psikologlar bu çizgi romanların erkek çocuklarını
şiddete yönelttiği ve toplumsal cinsiyet rolleri gelişimlerinde kötü sonuçlar
doğurabileceği konusunda eleştirilerde bulunur.197
Yirminci yüzyılın sonlarına doğru çizgi romanlarda yansıtılan kadın imajında
bazı değişiklikler göze çarpmaktadır. Kadınlar da artık süper kahraman olarak
adlandırılmakta ve vücutları kaslı fakat küçük iç çamaşırları ile oluşturulan süper
kahraman kıyafetleri ile yine de seksi olarak resmedilmektedir. Bu yeni kadın
karakterlerinin de erkekler kahramanlarda olduğu gibi süper güçleri bulunmaktadır.
Trina Robbins’e göre, bu kahramanların yaratıcıları olan erkek karikatüristler,
çocuklara yönelik çizgi roman hazırlamaktan uzaklaşarak, kendi cinsel fantezilerini
yansıtmaktadırlar. Günümüzde istihdam sahibi yüz binlerce kadın bulunmaktadır ancak
hiçbir çizgi romanda bu tür kadınlar yer almamaktadır. Robbins’e göre bu durum,
erkeklerin kafalarında çalışan kadın imajının bulunmayışıdır.198 Robbins’in bu
yorumundan yola çıkarak karikatüristlerin kendi bakış açılarının ve değerlerinin genç
çocukların toplumsal cinsiyet kimlikleri üzerinde etkileri olduğu söylenebilir.
2. Oyuncaklar
Ailelerin çocukları için satın aldıkları ve daha sonradan da çocuklarının tercihi
haline gelen oyuncakların, bir çocuğun toplumsallaşmasında ve bu bağlamda toplumsal
cinsiyet kimliğini geliştirmesinde büyük etkileri bulunmaktadır.
Aileler erkek çocukları için arabalar, kamyonlar, eğitime dair materyaller,
savaşan adamlar, sporla ilgili oyuncaklar satın almaktadır. Ayrıca bu oyuncaklar daha
çok evin dışında oynanabilecek oyuncaklardır. Kız çocuklarının odaları ise aileler,
Barbie bebekler, bebek evleri, evcilik eşyaları, çiçekli oyuncaklar ile doldurmaktadır.
Bu oyuncaklar ise daha çok ev içinde yada kapalı mekanlarda oynanacak oyuncaklardır.
197
198
Franz X. Eder/Lesley Hall/Gert Hekma, a.g.e., s: 179
Trina Robbins, a.g.m., 28.12.2005.
115
Bu durum sadece aileler için geçerli olmakla kalmayıp, çocuğun doğum günü gibi özel
günlerinde de aile yakınları tarafından cinsiyete göre oyuncak tercihi yapılmaktadır. Bu
bağlamda yapılan oyuncak tercihlerinin stereotiplere dayalı olduğu söylenebilir.
Çocuklar toplumsallaşma süreçlerinde ailelerinin onlardan beklediği toplumsal
cinsiyet rollerini edinirler. Yani bu bir öğrenme sürecidir ve bu süreçte ailelerin
beklentilerinin ve öğretmeye çalıştıklarının dışında davranışlarda bulunabilirler.
Örneğin bir erkek çocuk “kız oyuncağı” olarak tanımlanan Barbie bebeklere özenebilir
ve ailesinden satın almasını isteyebilir. Böyle durumlarda geleneksel ailedeki
ebeveynler, özellikle anneler, buna engel olmaya ve karşı gelmeye, bunun ona bir
erkeğe uygun olmayacağını anlatmaya çalışırlar.199 İşte bu noktada, ileride “Toplumsal
Cinsiyet Gelişim Kuramları”nda detaylı olarak ele alınacak olan, Kohlberg’in Bilişsel
Gelişim Kuramı’nın temeli yani “bilişsel tutarlılık” kavramı devreye girer. Yani çocuk
zihninde şu uyumu yakalamalıdır; “Ben bir erkeğim. Erkekler arabalar ile yada savaşçı
adamlar ile oynar. O zaman ben de bunlarla oynamalıyım.” Families & Health
Dergisi’nin “Çocukların Sesi” adlı köşesinde Patrick adlı beş yaşında bir erkek
çocuğunun “Kızlar ve erkekler arasındaki en temel farklılıklar nelerdir?” sorusuna
verdiği cevap: “Biz erkekler Batman yada dinozorlarla oynarız ama kızlar berbat
prenses eşyaları ile oynuyorlar.”200 şeklinde olmuştur ve Patrick’in bu cevabı,
çocukların bahsedilen tutarlılığı yakalayabildiklerinin bir örneği olarak görülebilir.
B. ARKADAŞ GRUPLARI
Aileler çocuklarının arkadaş grubu tercihlerini etkilerler ve bu etkiyi, çocuklarını
kendi beğenilerine uygun arkadaş gruplarına yönlendirerek yada beğenmediklerinden
uzaklaştırarak gösterirler. Çocuklar da ise, iç güdüsel olarak kendi ailelerinden
gördükleri ve öğrendikleri davranış ve rollere uygun arkadaş gruplarına yönelme eğilimi
bulunur. Bu bağlamda arkadaş grubu sahibi olan çocuk, onlar ile yaşadığı etkileşimle
ailesinden öğrendiği davranış ve rolleri pekiştirmiş olur.
199
Kay Bussey/Albert Bandura, a.g.m., s: 708
“Sex Roles Stereotypes”, Families & Health, Vol. 9, March 2000, Published by The Vanier
Institute of the Family, s:3
200
116
Kızların ve erkeklerin arkadaş grupları ile etkileşimlerinde benzer ve farklı
yönler bulunmaktadır. Her iki taraf da kendi cinsiyetlerinden olan yaşıtları ile daha iyi
anlaşmaktadır, ancak aralarındaki en büyük fark kız çocuklarının erkeklere karşı daha
ılımlı olup, erkeklerin kızlara karşı daha sert ve alaycı bir tavrının bulunmasıdır.201 Hem
kızlar hem de erkekler ailelerinden gördükleri ve öğrendikleri değer, rol ve davranış
modellerinin dışına çıkan yaşıtları ile samimi olmaktan kaçınırlar. Ancak kızlar
kendilerine ters gelen fikir, düşünce ve davranışlardaki yaşıtlarına kötü davranmaz ve
onları dışlamazlar. Erkekler ise tersler ve alay ederler. Örneğin; bir kız çocuğu başka bir
kızın elinde oyuncak araba görür, bu durum ona ters gelse de bir şey söylemez ve olayın
üstüne düşmez. Ancak eğer bir erkek çocuk başka bir erkeğin elinde bir Barbie bebk
gördüyse onunla dalga geçer ve “çok aptalsın, onlar kızlar için”, “o zaman sen de bir
kızsın”, “bu çok aptalca, erkeklerin bebekler ile oynamayacağını bilmiyor musun” gibi
sözler sarf ederek anı zamanda şaşkınlıklarını da dile getirirler.202 Böyle durumlarda
ailelerin çocukların toplumsal cinsiyet kimliği oluşturmadaki etkileri devam eder.
Çünkü gün içinde arkadaşlarının arasında örnekte olduğu gibi kendisine ters gelen bir
şeyi gözlemleyen bir çocuk, eve gittiğinde bu durumu ailesine aktarabilir ve bu
bağlamda ailesi diğer çocuğun yaptığı şeyin yanlış olduğunu kendi çocuğuna
hatırlatarak toplumsal cinsiyet rolünü adeta pekiştirir.
Arkadaş gruplarının toplumsal cinsiyet rollerine olan etkisi küçük yaşlardan lise
yıllarına dek devam eder. Bu yıllarda arkadaşlar ile yaşanan etkileşimler de toplumsal
cinsiyet kimlik ve rollerini pekiştirir. Özellikle kız çocukları üzerinde yapılan bir
araştırma sonucuna göre, kız çocukları arkadaş grupları ile özellikle teneffüs aralarında
güzellik ürünleri ve kıyafetler üzerine konuşmalar yapar ve bu ürünleri kullanmanın
güzelliğe neden olacağı ve güzelliğin de prestij getireceğine inanılır.203
Ailelerin ve arkadaş gruplarının çocukların toplumsallaşması üzerine etkilerini
kültürel bazlı araştıran Childers ve Rao, kolektivist ülkelerde ailenin etkisinin bireyci
201
Carol R. Ember/Melvin Ember, a.g.e., s: 154
Kay Bussey/Albert Bandura, a.g.m., s: 712
203
Levent Eraslan, “21. Yüzyılın Küçük Adam ve Kadınları:Değişen Çocuk Kimliği Üzerine Bir
Deneme”, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 13.01.2005,
http://www.insanbilimleri.com:80/makaleler/egitim_bilimleri/Kucuk_Adam_ve_Kadinlari.pdf,
21.11.2005, s: 7
202
117
ülkelere oranla daha fazla olduğunu ortaya koymuşlardır. Aynı zamanda bu araştırma
ailelerin eşya satın alımında ailenin etkisinin kültüre bağlı olarak değiştiğini de
göstermektedir. Kolektivist ülkelerde aileler çocuklarının yerine satın alma kararını
verdiği, bireyci ülkelerde bu karar konusunda etkilerinin çok az olduğu ortaya
konmuştur.204 Bu bağlamda ailelerin oyuncak seçimi üzerindeki etkisinin de kültürel
olarak değişkenlik gösterdiği ve kolektivist ülkelerdeki ailelerin oyuncak seçimlerinde
çocuklarına fazla söz hakkı bırakmadığı, bireyci ülkelerin ailelerinin bu konuda daha
rahat oldukları söylenebilir.
C. MEDYA
Çocukların toplumsallaşma süreçleri ailelerinde başlar ve edindikleri arkadaş
çevrelerinde gelişir. Bu iki toplumsallaşma aracısı ile oluşturdukları toplumsal cinsiyet
kimlikleri ise, medyanın etkisi ile gelişir ve pekişir.
İlk önceleri bir kitle iletişim olgusu olarak ortaya çıkan medya, süre içinde çok
hızlı bir dönüşüm ve değişim yaşamış ve günümüzdeki son haline erişmiş yani
toplumdaki en büyük güçlerden biri halini almıştır. Bu değişim süreci içinde medya
etkili bir toplumsallaşma ve eğitim aracı konumuna erişmiştir.205 Burada medyanın bir
toplumsallaşma ve eğitim aracı olarak tanımlanmasından kasıt, medyanın toplumun var
olan kültürel değerlerini, normlarını, rollerini topluma içerdiği metin ve görsellerle
tekrar tekrar aktararak öğretiyor, hatırlatıyor ve benimsetiyor olmasıdır.
Medyanın çocukların, gençlerin, yetişkinlerin kısacası tüm bireylerin hayatları
boyunca yaşamaya devam ettikleri toplumsallaşma süreçlerine etkisi büyüktür. Ancak
medyanın özellikle, genç yaştaki bireylerin toplumsallaştırma sürecinde çok büyük bir
etkisinin olduğu, herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Medyanın ürettiği
ürünlerin, çocukların hayatında ve kişilik gelişimlerinde derin izler bırakan bir etkisinin
204
Gary D. Gregory, a.g.m., s: 28
Ali Arslan, “Medyanın Profesyonellik İdeolojisi ve Toplumsal Çevresi ile Olan İlişkisi Üzerine
Sosyolojik
Bir
Değerlendirme,
Uluslararası
İnsan
Bilimleri
Dergisi,
29.09.2004,
http://www.insanbilimleri.com/makaleler/sosyoloji/Medyanin_Profesyonellik_Ideolojisi.pdf,s:2,
11.01.2006
205
118
bulunduğu yadsınamaz.206 Bu bağlamda medyanın, çocukların toplumsal cinsiyet
kimlikleri üzerine olan güçlü etkisinden de söz edilebilir.
Medya çocukların toplumsallaşma üzerindeki etkisini büyük ölçüde onlara
gösterdiği “rol model”leri ile gerçekleştirir.207 Çünkü çocuklar toplumsallaşma
döneminde geliştirdikleri kimliklerini destekleyecek rol modellerinin varlığını tekrar
tekrar gördüklerinde ailelerinden ve diğer toplumsallaşma aracılarından öğrendiklerinin
doğruluğuna biraz daha inanıp, bu bağlamda var olan inanç ve değerlerini tam anlamı
ile kişiliklerinin birer parçası haline getirirler yani bunları kendilerine adapte ederler.
Ayrıca Bandura’nın Sosyo-Bilişsel Kuramı’nda söylediğine dayanarak çocukların
gözleme dayalı öğrenme süreçlerinde medyalardan aktarılan ve kendilerine rol modeli
olarak kabul ettikleri karakterlerin davranışlarını ileride uygulamak amacı ile
hafızalarında başarı ile saklarlar.
Günümüz medyaları arasında en önemli toplumsallaşma aracı olarak kabul
edilen televizyon neredeyse her evde bulunmaktadır. İçerdiği metinler ve görselleri
sayesinde anlaşılması en kolay mecra olarak kabul edilen televizyon, çocuklar
tarafından çok ilginç, eğlenceli ve dikkat çekici bulunur.
Nielsen Media Research’ın çocukların televizyon izleme oranları üzerinde
yaptığı araştırmalar, okul öncesi çocukların bir hafta içinde toplam otuz saat televizyon
karşısında olduklarını ve uyumak haricinde vakitlerini televizyon karşısında geçirmek
istediklerini ortaya koymuştur. Ayrıca bu araştırma sonuçlarına göre, bu çocuklar on altı
yaşına geldiklerinde bu yaşa kadar okula gittikleri saatlerin toplamından daha fazla saat
televizyon izlemiş olacaklardır.208 Debra Pryor ve Nancy Nelson Knupfer, bazı
çocukların bu kadar çok televizyon izlemelerinin nedenlerinin, ailelerinde aranması
gerektiğine inanmakta ve ailelerin çocuklarının ne kadar çok televizyon izlediklerinin
farkında olmadıklarını söylemekte ve kitap okuyan bir çocuk ile vaktinin çoğunu
206
Ali Arslan, a.g.m., s:11
John Vivian, The Media of Mass Communication, 4th Edition, Allyn and Bacon,
Massachusetts, U.S.A., 1997, s:396
208
Susan D. Witt, “The Influence of Television On Children’s Gender Role Socialization:A Review
of the Literature”, http://gozips.uakron.edu/~susan8/arttv.htm , 05.02.2006.
207
119
televizyon karşısında geçiren bir çocuğun hayat tarzlarında farklılıklar olabileceğini de
eklemektedirler.209
Meydanın toplumda var olan değerleri yansıttığı, bu bağlamda bireylerde
bulunanları da pekiştirerek arttırdığı ve televizyonun de en etkili mecralardan kabul
edildiği göz önünde bulundurulduğunda televizyonun da toplumda var olan değerleri
öğrettiği, pekiştirdiği ve harekete geçirdiği söylenebilir. Bu bağlamda Televizyon ve
İnsan Davranışı (Television and Human Behaviour) kitabının yazarlarından George
Comstock’un, televizyonun bireylerin davranışları üzerindeki etkilerinin doğurduğu
sonuçları ele alan psikolojik modeline bakmakta yarar vardır. Model, televizyonun bir
davranışı gösterdiğinde o davranışın izleyen birey tarafından uygulanacağını ve aynı
zamanda daha bireyin önceden de bildiği bir davranışsa televizyonun bunu bireyde
harekete geçireceğini söyler.
Comstock’s göre, bir bireyin televizyondan aktarılan davranış şeklinin kendine
uygunluğu bağlamında davranışı tekrarlaması için en temel faktörler şunlardır; dikkat
çekicilik yani psikolojik olarak aktarılan davranışın bireyi ne kadar etkilediği, dağarcık
bireyin zihninde yer alan ve bireye uygun olan tüm dikkat çekici eylemler toplamı,
uyandırma yani bireyi harekete geçirebilecek tüm dürtüler.210
Modelin işleyiş süreci Tablo 2-4’de verilmiştir ve şu şekilde açıklanabilir:
Televizyondan aktarılan bir davranış şekline maruz kalan birey kendine uygun
olabilecek birkaç girdi/gönderi alır. Başlıca girdi/gönderi “TV eylemi”nin yani
televizyonda gösterilen herhangi bir davranış şeklinin temsili niteliğinde olacaktır.
Girdiler/gönderiler televizyondan aktarılanları niteleyen ve bireyin eyleme geçmesini
sağlayan dürtü dereceleridir. Bunlar; “TV’nin uyandırdığı şeyler” yani heyecan,
uyandırma, çekicilik ve ilgi dereceleridir. Ayrıca alternatif davranış şekillerinin ve
eylemlerin yani televizyondan aktarılan toplumun diğer davranış şekillerinin de aynı
şekilde temsil edilme durumu söz konusudur. Diğer iki alakalı girdi ise, “televizyondan
algılanan sonuçlar” yani bireyin televizyondan öğrendiği ve eyleme geçmesini sağlayan
209
Debra Pryor/Nancy Nelson Knupfer, a.g.m., s:4
Peter Horsfield, “Religious Television: The American Experience”, http://www.religiononline.org/showchapter.asp?title=1627&C=1590, 10.01.2006.
210
120
tüm artı ve eksi değerler toplamı ile “televizyondan algılanan gerçeklik” yani bireyin,
televizyonda gösterilen herhangi bir davranış şekli olarak tanımlanan TV eyleminin
kendi hayatına uygunluğunu algılaması olacaktır. Ayrıca model, televizyondan aktarılan
davranış şeklinin ne kadar dikkat çekici olursa uyandırma derecesinin de o kadar fazla
olacağını ve bireyin dağarcığında o kadar önemli yere sahip olacağını savunur.211 Bu
noktada model aktarılanın dikkat çekiciliğinin önemi kadar dağarcığın öneminden de
bahseder. Bireyin dağarcığında, gösterilen davranışa alternatif olacak ne kadar az
davranış şekli olursa ve birey televizyondan aktarılan davranışa ne kadar çok maruz
kalırsa, o kadar gösterilen davranışı tekrarlamaya yönelecektir.
Giriş Noktası
TV Alternatifleri
TV’nin Uyandırdığı Şeyler
TV Eylemi
Girdiler
TV’den Algılanan Sonuçlar
TV’den Algılanan Gerçeklik
Tablo 2-4: Bireylerin Davranışı Üzerinde Televizyonun Etkilerini Ele Alan Comstock’un Psikolojik
Modelinin Basitleştirilmiş Versiyonu
PTV Eylemi
P=
(Denis Mc Quail/Sven Windahl, İletişim Modelleri:Kitle İletişim Çalışmalarında, Çev: Konca Yumlu,
2. Baskı, İmge Kitabevi, 2005, s: 90)
P>
Bu modeli, bir çocuğun toplumsallaşma sürecinde geliştirdiği toplumsal cinsiyet
kimliği üzerinden örneklendirmek gerekirse,
Fırsat bir kız çocuğunun televizyonda yayınlanan
Hay
bir programa maruz kaldığı varsayılsın. Programda, kalabalık bir okul ortamı ve bu
Sergilenen Davranış
ortamda ellerinde kitaplar ile gezen kızlar
ve erkekler bulunmaktadır. Kalabalığın içinde
pembe giymiş, elinde kitaplar taşımayan çok güzel bir genç kız vardır ve diğerlerinin
arasında hemen göze batmaktadır. Daha sonra ortama yakışıklı bir erkek girer ve diğer
insanların arasında göze batan pembeli kıza hemen aşık olur. Ortamdaki diğer kızlar
erkeğe yaklaşmaya çalışırlar ancak erkek sadece pembe kıyafetli kız ile ilgilenir. Burada
erkeğin kısa bir anda aşık olması dikkat çekici ve heyecan uyandırıcıdır. Ayrıca
211
Denis Mc Quail/Sven Windahl, İletişim Modelleri:Kitle İletişim Çalışmalarında, Çev: Konca
Yumlu, 2. Baskı, İmge Kitabevi, 2005, s: 89-91
121
programda pembe giyen ve güzel olmayan kızların erkeğin dikkatini çekemedikleri
gösterilmekte ve güzel olmanın ve pembe giymenin kalabalığın içinde dikkat çekeceği,
bir erkeğin aşık olmasını sağlayacağı gösterilmiştir. Yani başka bir alternatif
verilmemiştir. Böyle bir programa maruz kalan kız çocuğu daha önceleri ailesinin ona
pembe giysiler aldığını, kızların genelde pembe giydiğini ve pembe giydiğinde ailesinin
ve çevresinin ona “ne kadar güzel olmuşsun” dediğini dağarcığında saklamış olabilir ve
bunları hatırlayabilir. Ertesi gün ana okuluna giderken hoşlandığı erkek çocuğunun
dikkatini çekebilmek için pembe giysilerinden birini giymeyi tercih edebilir.
Televizyonun, çocukların toplumsal cinsiyet kimlikleri gelişimlerine etkisi
üzerine araştırmalar yapmış olan bir çok bilim adamı, televizyonun bu konuda
gerçekten büyük önemi olduğunu söylemektedir. Bilim adamlarına göre, televizyon
bireylere toplumun kabul ettiği ve etmediği değerleri bir çerçeve içinde sunmaktadır.
Ayrıca televizyon, toplumun sosyal rollerini de izleyicisine yansıtmakta ve bu sosyal
rollerin başında da o toplumun kültürü tarafından kabul görmüş toplumsal cinsiyet
gelmektedir. Televizyon çocuklara birer kadın ve erkek olarak nasıl davranmaları
gerektiğini ve toplumunda onlardan birer kadın ve erkek olarak neler beklediğini söyler.
Televizyon ve Çocuk Gelişimi (Television and Child Development) kitabının
yazarı Judith Van Evra yapmış olduğu araştırmalar sonucu; “televizyonun, bir çocuğun
inanç ve davranış gelişiminde ve dünyada kadın yada erkek olmanın ne anlama
geldiğini anlamasında çok önemli rolü vardır.” demektedir ve yaptığı araştırmalar
çocukların televizyondan gördükleri ve uyguladıkları en temel davranışların toplumsal
cinsiyete ve şiddete dair davranışlar olduğunu ortaya koymuştur.212
1. Televizyondan Aktarılan Toplumsal Cinsiyet Mesajları
Bireyler ve özellikle çocukların geleneksel yada eşitlikçi bakış açısına dair
toplumsal cinsiyet rol ve davranışları oluşturmada televizyon programlarına maruz
kalmalarının etkileri görülmektedir. O’Bryant ve Corder-Bolz’un 1978 yılında yapmış
olduğu araştırmalar, televizyon programlarının toplumsal cinsiyet kimliklerini
212
Judith Van Evra, Television and Child Development, Hillsdale, New Jersey, 1990, p.112’den
Aktaran Elena Beasley, “Children, Television and Gender Roles”,
http://www.aber.ac.uk/media/Students/elb9501.html, 30.12.2005
122
oluşturmadaki etkisinin ana okulu dönemlerine denk geldiğini göstermektedir. Bem’e
göre, bu yaşlarda etkisini göstermeye başlayan televizyon programları sayesinde
bireyler bilişsel yapılarını ve toplumsal cinsiyet şemalarını oluşturmaya başlar. Bu
oluşumlar da kendileri ve diğer bireyler ile ilgili algılamalarını etkiler.213
Çocukların televizyon aracılığıyla toplumsal cinsiyet kimliklerini geliştirmeleri,
yayınlanan programda kadın ve erkeklerin ne ağırlıkta yer aldıklarına ve yer
aldıklarında da hangi rol ve imajlar ile tanımlandıklarına bağlıdır.
Kadınların ve erkeklerin televizyonda yer alma ağırlıkları üzerine içerik analizi
ile yapılan bir araştırma, erkeklerin kadınlardan çok daha fazla televizyon
programlarında yer aldıklarını ortaya koymuştur. Araştırma sonuçları şu şekildedir; tüm
televizyon programlarında yer alan erkeklerin ve kadınların oranı, 4’e 1’dir, bu da
erkeklerin tüm yayınlar içinde sayıca fazla yer aldıklarını göstermektedir. Televizyonda
yayınlanan çocuk programlarında erkeklerin oranı % 70’ken kadınların ki %30’dur.
Çizgi filmlerde ise bu oran 10’a 1’dir. Kadınlara yönelik hazırlanan pembe dizilerde
bile erkeklerin kadınlara oranı 7’ye 3’tür. Yayınlanan dizi ve filmlerin başrollerinde bile
ağırlıklı olarak erkekler yer almaktadır. Ancak gerçek hayata bakıldığında yapılan
araştırmalar kadınların sayısının erkeklerden daha fazla olduğunu göstermektedir. Bu
bağlamda televizyonun demografik gerçekleri yansıtmadığı ancak gücün kimin elinde
olduğunu ve gücü kimin yönettiğini yansıttığı söylenebilir.214 Bir çocuğun bir haftada
kaç saat televizyon izlediğini ortaya koyan araştırma sonuçları da göz önünde
bulundurulduğunda, bir çocuğun televizyon programlarında yer alan erkek karakterler
ile daha sık kadın karakterler ile ise daha az karşılaştığı söylenebilir. Ancak bu
karakterlerin etkisinin toplumsal cinsiyet kimlikleri üzerindeki etkisi, karakterlerde yer
alan rol ve imajlara bağlı olmaktadır.
Televizyonların en ciddiyet içeren programlarında biri haber programlarıdır. Bu
programlar her yaştan birey tarafından ciddiye alınır ve yansıtılanların doğruluğuna
inanılır. Wolf, toplum tarafından ciddiye alınan programlar olan haber programları ve
213
Kenneh Allan, “Gender Displaying Television Commercials:A Comparative Study of Television
Commercials in the 1950s and 1980s”, Sex Roles:A Journal of Research, August 1996, s:2
214
Daniel Chandler, “Television and Gender Roles”,
http://www.aber.ac.uk/media/Modules/TF33120/gendertv.html, 11.01.2006.
123
bu programlarda yer alan haber spikerleri üzerinde 1991 yılında yaptığı araştırmalar
sonucu şu bulguları elde etmiştir: Televizyonda yer alan haber programlarında kadın ve
erkek spikerler arasına bir çifte standart söz konusudur. Erkek spikerler, otorite,
deneyim ve güvenirlik yansıtabilsinler diye daha çok saçlarının yanları aklaşmış olarak
haber spikerliğine seçilmişlerdir ve erkekler otoriteyi ve deneyimi gösterecek el
hareketlerini daha çok kullanmaktadırlar. Kadın spikerler ise, özellikle çok güzel ve
gençtir ancak bu özellikleri onlara erkekler kadar otoriter ve deneyimli bir hava
katmamaktadır.215 Ayrıca genellikle haber programlarının ardından yayınlanan spor
programları da toplumsal cinsiyet mesajları içerir. Sportif aktivitelerin yada başarıların
sahipleri genellikle erkeklerdir, kadınların başarıları bu tür programlarda erkeklere
oranla daha az yer alır ve spor erkeklere özendirilir. Bu programları izleyen yetişkin
yada erkek çocuklar rekabete, güce ve başarıya teşvik edilir.216 Bu bağlamda toplum
tarafından ciddiye alınan haber programlarında yer alan toplumsal cinsiyet
farklılıklarının, yetişkinlerin ve özellikle toplumsal cinsiyet kimliklerinden ve
rollerinden emin olmaya çalışan, bu bağlamda destekleyici bir güdü arayan çocukların
fikirlerinde etkili olabileceği ve spor programlarının da çocukların gözünde “spor
erkekler içindir” düşüncesinin uyanmasına neden olabilir.
Televizyondan yayınlanan ve toplumun tüm bireyleri tarafından izlenebilen
filmlerde de diğer programlara benzer olarak erkekler sabırlı, dominant, özgür,
becerikli, başarılı iken kadınlar, anne, erkeğe bağımlı, aşık, duygusal olarak
yansıtılmışlardır. O’Sullivan’a göre her ne kadar azalmalar görülse de filmlerde kadınlar
hala “aptal sarışın” (baştan çıkarıcı, aşırı makyajlı, seksi elbiseli, kıkırdayan ve
mantıksız düşünen) imajı yer almaktalar. Kadınların bu imajlardan kurtulup güçlü,
özgür bireyler olarak yer aldıkları filmler hala “aptal sarışın”ların yer aldığı filmlere
yetişememiştir.217 Erkeklerin ön planda olduğu ve kaslı, güçlü, muhteşem bireyler
olarak yansıtıldıkları filmler vardır ve bu filmlerde Jean-Claude Van Damme gibi
215
Martha M. Lauzen/David M. Dozier, “Maintaining the Double Standard:Portrayals of Age and
Gender in Popular Films”, Sex Roles, Vol. 52, No.7/8, April 2005, s: 438
216
Steve Craig, “Selling Masculanities, Selling Femininities: Multiple Genders and the Economics
of Television”, The Mid-Atlantic Almanack, Vol. 2, 1993, pp.15-27, s:12
217
Abdullah Mardziah Hayati, “Media Literacy”, ERIC DIGEST D152, ERIC Clearinghouse on
Reading English and Communication, Bloomington, IN, 07.2000, www.eric.ed.gov, s: 3, 12.01.2006
124
aktörler erkek çocuklara örnek olabilir ve onun gibi olmak isteyebilirler.218 Özellikle
savaş filmlerinde erkekler kahraman iken, kadınlar kahraman sevgililerini yada
kocalarını bekleyen gözü yaşlı yada kurtarılmayı bekleyen bireyler yada kahramanları
cinsel olarak tatmin eden ve kahramanların bir daha görüşmediği fahişeler olarak yer
almışlardır. Ayrıca Eastophe’ye göre, detektif yada cinayet filmlerde yer alan erkekler
kahramanları yada cinayeti çözen erkeği izleyen erkek izleyiciler, filmde başarı sahibi
olan ve gizemi çözen hem cinslerini görerek tatmin olmaktadırlar.219
National Institude of Mental Health 1994 yılında çocukların televizyon yoluyla
maruz kaldıkları toplumsal cinsiyete dair mesajlar üzerinde yapmış olduğu araştırma
sonuçları şu sonuçları ortaya çıkarmıştır:220
•
Bir erkek ve kadının arasında geçen bir diyalogda, erkek her zaman baskın
olarak yansıtılmıştır.
•
Erkekler her zaman mantıklı, hırslı, rekabetçi, güçlü, vahşi, dengeli ve dayanıklı
iken kadınlar her zaman duygusal, romantik, çekici, mutlu, sosyal, huzurlu, adil,
itaatkar, uysal ve ürkek olarak yansıtılmışlardır.
•
Erkekler söz konusu olduğunda vurgu her zaman güç, performans ve beceri
üzerine iken kadınlar söz konusu olduğunda çekicilik ve cinsel olarak
arzulanırlık üzerine yapılmıştır.
•
Erkekler genelde bekar ve bağımsız, kadınlar ise evli ve bağımlı olarak
yansıtılmışlardır.
Ayrıca yapılan bir çok araştırma sonucunda; televizyon mesajlarında yer alan
erkeklerin güç ve yüksek mevki sahibi birer iş adamı, kadınların ise ev işleri ile meşgul
olan birer ev kadını yada iş hayatında düşük mevki sahibi bireyler olarak yansıtıldıkları,
kadınların genelde erkekler ile olan ilişkileri ile tanımlandığı, erkeklerin ise bireysel
218
Jeff Akeley, “Marketing Maculanity in Jean-Claude Van Damme’s Universal Soldier”, Issue
16, October 1994, http://bad.eserver.org/issues/1994/16/akeley.html, 24.01.2006
219
Daniel Chandler, “Television and Gender Roles”,
http://www.aber.ac.uk/media/Modules/TF33120/gendertv.html, 11.01.2006
220
R.H Lauer/J.C. Lauer, Marriage and Family. The quest for Intimacy,
Brown&Benchmark,1994’den Aktaran: Susan D. Witt, “The Influence of Television On Children’s
Gender Role Socialization:A Review of the Literature”, http://gozips.uakron.edu/~susan8/arttv.htm ,
5.02.2006
125
başarıları ile tanımlandığı gözlemlenmiştir.221 Örneğin; bir kadın genelde kalabalık bir
ortamda çevresindekilere tanıtılırken “Doktor Ali Bey’in eşi” olarak tanıtılır.
Televizyon mesajlarında kadınların zekalarından çok güzellikleri ile ön plandadır.
Erkekler ise her zaman zekaları ile ön planda olup, aile içi görevlerde beceriksiz ve
komik olarak yansıtılır. Tüm araştırma sonuçları bağlamında televizyondan aktarılan
toplumsal cinsiyet mesajlarında erkeğin merkezde, kadının ise ikinci planda yer aldığı
ayrıca erkeğin bir bireyi başarıya ulaştıracak değerli rollere sahip olduğu, kadının ise
sadece daha az değerli roller, duygular ve aşk/cinsellikle yansıtıldığı söylenebilir.
Televizyondan aktarılan toplumsal cinsiyet mesajlarının çocuklar üzerine etkisi
konusunda Fitzgerald ve Bloch’un bazı araştırmaları bulunmaktadır. Bu araştırma
sonuçlarına göre; kız çocukları televizyondan maruz kaldıkları medya mesajları
sonucunda daha çok pembe giymekte, daha çok Barbie bebekler ile oynamaktadır.
Ayrıca kız çocukları altı yaşından itibaren evde yemek pişirmeye heveslenmekte ve
okulda arkadaşları arasında daha pasif kalmaktadır. Erkekler ise okulda daha sert
davranışlar sergilemekte ve araba kullanmaya merak salmışlardır.222 Bu bağlamda kız
çocuklarının televizyon mesajlarından bir kız çocuk ve geleceğin annesinin nasıl olması
gerektiğini öğrendiği ve uygulamaya çalıştığı, erkek çocukların ise bir erkeğin sahip
olması gerektiği düşünülen “eril” özellikleri anlamaya başlayarak uygulamaya çalıştığı
söylenebilir.
Televizyonda yayınlanan, çocukların dikkatini çeken ve bir çocuğun toplumsal
cinsiyet kimliğini geliştirmesinde etkisi olan yayınlardan biri; reklamlardır. Reklamlar,
kullandıkları ses, renk, efektler ve ortalama 1 dakika içinde sundukları yeni ürün
seçenekleri ile çocuklarının dikkatini çekerler. Reklamlarda çocukların toplumsal
cinsiyet kimliği gelişimlerine katkıda bulunacak mesajlar ve karakterler yer alır.
2. Televizyon Reklamlarından Aktarılan Toplumsal Cinsiyet Mesajları
Günümüzde öneminin her geçen gün arttığı göz önünde bulundurulduğunda
reklamlar da toplumsallaşma süreci aracılarının içinde önemli bir yer tutmakta ve
221
Michael S. Kimmel, a.g.e., s:165
Lois J.Smith, “Girls’ Responses to Advertisements Featuring Active, Passive and ProductAlone Visual Portrayals”, Academy of Marketing Studies Journal, Volume 3, Number 1, p. 33-46,
1999, s:35
222
126
reklamların toplumsallaşma sürecinde oluşan toplumsal cinsiyet kimliği üzerine olan
etkisi
de
aile,
arkadaş
grupları
gibi
diğer
aracılar
sayesinde
ve
birlikte
gerçekleşmektedir.
Çocuklar, yetişkinler kadar sabırlı bireyler değildirler ve saatlerce süren ayrıntılı
televizyon programlarını izlemekten sıkılabilmektedirler. Televizyonda yayınlanan
reklamlar ise, işte bu nedenle çocukların ilgisini üzerlerine çekmekte başarı sağlarlar.
Çünkü televizyon reklamlarının süresi, diğer televizyon yayınlarına oranla çok daha
fazla kısadır. Ayrıca televizyon reklamları kullandıkları ses, renk ve efektler ile
çocukların dikkatini çekmeyi yetişkinlere oranla daha rahat sağlamaktadır.
Yetişkinler ve çocukların televizyon reklamlarını izleme oranları ve nedenleri
üzerinde yapılan bir araştırma sonucuna göre; yetişkinler bir program arasına giren
reklamlara maruz kalmamak için kanalı değiştirmeyi tercih ederken, çocuklar bunun
tam tersini yapmakta ve izlediği reklam o kanalda bittiğinde kanallar arasında gezerek
reklam aramaktadırlar.223 Bu bağlamda televizyon reklamlarına isteyerek ve sıklıkla
maruz kalan çocukların, bu reklamlardan aktarılan mesajlardan büyük bir oranda
etkilenebilecekleri söylenebilir.
R.K. Unger ve M. Crawford Kadın ve Toplumsal Cinsiyet adlı kitaplarında,
çocuğun toplumsal cinsiyet kimliğinin oluşumunda Albert Bandura’nın Sosyo-Bilişsel
Kuramı’nda savunulan model alma ve gözlem yolu ile öğrenmenin önemini savunarak,
çocukların bu yolla medya ve reklamlardan aktarılan toplumsal cinsiyet mesajlarını ve
bu mesajlarda varolan karakterleri model alarak yada gözlemleyerek toplumsal cinsiyet
kimliklerini geliştirdiklerini söylemektedirler. Ayrıca Unger ve Crawford, bireylerin
toplumsal cinsiyete dair fikir, inanç ve davranışlarının reklam mesajları ile
desteklendiğini yada değiştirilebildiğini savunurlar. Örneğin, bebekler ile oynayan bir
kız çocuğu, kendi oyuncak zevklerine dair bir modeli reklamlarda gördüğünde bunun
doğru ve dişil bir özellik olduğunu anlayabilir.224
223
Debra Pryor/Nancy Nelson Knupfer, a.g.m., s:4
Jacquelyn S. Bradway, “Stereotypical Gender Roles Portrayed in Children’s Television
Commercials”, http://people.wcsu.edu/mccarneyh/acad/bradway.html , 24.1.2006.
224
127
Reklamlar iki yolla bir çocuğun toplumsal cinsiyet kimliğine katkıda
bulunmakta ve her iki yol da birbiri ile bağlantılı olarak işlemektedir. Biri reklam
mesajlarında yer alan toplumsal cinsiyet stereotipleri ve diğeri de reklamın ikna etme ve
bu yolla tükettirme özelliğidir.
Reklamların bir çocuğun toplumsal cinsiyet kimliğine etki edebilmesinin ilk
yolu; mesajlarda yer alan eril ve dişil modellere ve rollere çocukları maruz bırakmasıdır.
Genel olarak televizyon reklamlarında kadınlar, reklamı yapılan ev yada bebek
ürünlerini evlerinde yada çocuklarına bakarken kullanan tüketiciler olarak yansıtılırlar.
Erkekler ise genellikle erilliklerini sağlayacak yada arttıracak ürünleri kullanan
tüketiciler olarak yansıtılırlar. Ayrıca erkeklerin genellikle reklamı yapılan ürünün
kalitesini ve özelliklerini aktaran otoriteler yada reklamı güçlü ses ve tonlamaları ile
seslendiren kişileridir. Kadınlar ise reklamlarda bir ürün tanıttıklarında bu ürünler
genelde güzellik/bakım yada gıda ürünleridir.225 Ayrıca kadınlar genellikle istihdam
sahibi olarak yansıtılmamakta ve yansıtıldıklarında da hemşire, sekreter v.b. roller ile
tanımlanmaktadırlar. Ancak günümüzde bu kadınların televizyon reklamlarında daha
çok istihdam sahibi ve başarılı mevkilerde oldukları görülmektedir.
Çocukların yer aldığı reklamlar da tipik stereotipleri içermektedir. Erkek
çocuklarının ağırlıklı olduğu televizyon reklamları daha çok montaj, yüksek sesli
müzik, gürültülü aktiviteler içerirlerken, kız çocuklarının ağırlıklı olduğu televizyon
reklamlarında daha çok yavaş ve huzur verici müzikler ve sakin davranışlar
içermektedirler. Tipik olarak reklamlarda erkek çocukları dışarıda, kız çocukları da bir
mekanın içinde oynarken görülmekte ve kamera açıları sayesinde erkek çocuklar daha
baskın, kız çocuklar ise alt çekimler sayesinde daha küçük görünmektedirler.226
Çocuklar, kendi cinsiyetlerini göz önünde bulundurarak reklamlarda yansıtılan
erkek ve kadınları kendilerine rol modeli olarak alarak, bu karakterlerin eril ve dişil rol
ve özelliklerini kendilerine adapte ederler. Kadın ve erkeğin televizyon reklamlarında
toplumsal cinsiyetlerinin nasıl yansıdığı 3. bölümde daha detaylı olarak ele alınacaktır.
225
226
Kay Bussey/Albert Bandura, a.g.m., s: 712
Debra Pryor/Nancy Nelson Knupfer, a.g.m., s:3
128
Reklam bir çocuğun toplumsal cinsiyet kimliğine etki edebilmesinin bir diğer
yolu da, reklamın ikna etme özelliğinden geçer. Reklam bu özelliğini kullanarak bireyin
tüketmesini sağlar. İşte bu nokta, toplumsal cinsiyete olan etkinin var olduğu noktadır.
Çünkü reklamlar toplumsal cinsiyet rolleri ile maddi yararları iç içe sunarak çocukların
toplumsal cinsiyet kimliği gelişimlerine etkide bulunurlar. “Eğer bu ürünü alırsanız, her
zaman olmak istediğiniz kadın/erkek gibi olacaksınız.” yada erkeklerin ve kadınların
toplumda olması gerekilen rollerinden örnekler gösterilerek “onun gibi olmak
istiyorsanız, bu ürünü kullanın” gibi mesajlar vererek hem tüketime hem de toplumsal
cinsiyete katkıda bulunur.227 Ayrıca bu reklamların yaratıcıları çocukları, hangi yaş
grubunun neye ihtiyacı olduğunu, nasıl bir çevre ve çevre gereklilikleri olduğunu çok
iyi tanır ve bu bilgi bağlamında reklam mesajlarını oluştururlar. Bu reklamlarda,
çocukların ise kendilerine rol modeli olarak görebilecekleri ünlü kişiler yada
çevrelerinde, ailelerinde yada okullarında örnek aldıkları yaşıtları yada büyükleri yer
alır ve bu yolla çocukların reklamları daha rahat benimseyip, reklamda söyleneni
yapacağı, o rolleri de kendilerine adapte edecekleri düşünülür.
Kızların güzelleşebilmek amacı ile ne kadar makyaj yaptıklarını ve bu durumun
kaç yaşlarında başladığını ortaya koyabilmek amacı ile 2004 yılında yedi ila on dokuz
yaşları arasında 5856 kız üzerinde yapılan araştırma sonuçları şu şekildedir:228
•
Kız çocuklarının makyaj yapma alışkanlıkları, geçmiş yıllara oranla son iki
senede iki katına erişmiştir.
•
Yedi ila on yaş aralığındaki kız çocuklarının %44’ü far ve göz kalemi, %63’ü ise
ruj kullanma alışkanlığına sahiptir. Bu yaş aralığındaki her dört kız çocuktan bir
tanesi de rimel sürme alışkanlığına sahiptir.
•
On bir ila on dört yaş aralığındaki kız çocuklarının %74’ü rimel ve far
kullanmakta iken bu kızların kullandığı ruj ve dudak parlatıcısının oranı %80’i
bulmuştur. Ayrıca bu kızların %50’lik bir oranı allık kullanma alışkanlığına
227
Michael S. Kimmel, a.g.e., s:165
“Teenage Cosmetics and Toiletries in the UK”, Press Release, Report Date: 08/2004,
www.mintel.com.uk., Kırmızı (Vatan Gazetesi Pazar Eki)10.11.2004, s:10’ dan Aktaran: Levent Eraslan,
a.g.m., s: 4
228
129
sahip olmakta ve bu kızların %14’lük bir oranı ise her gün allık
kullanmaktadırlar.
•
On bir ila on dört yaş aralığındaki kızların %27’si saçlarını boyamaktadır.
Aileler ise on üç-on dört yaşlarındaki kızlarının saçlarına röfle yaptırarak okula
gittiklerini söylemektedirler.
•
Aynı durum daha küçük yaşlardaki kız çocukları için de geçerlidir. Çünkü daha
küçük yaşlardaki kızların da %44’ü göz farı yada rimel kullanmayı
denemişlerdir.
•
On bir ila on iki yaşlarındaki kızların %20’si, yedi ila on dokuz yaş aralığındaki
kız çocuklarının % 13’ü geçici bronzluk veren ürünleri kullanmaktadırlar.
•
Araştırmaya katılan örneklem grubundaki kızlar makyaj malzemelerini
kullanmalarının nedeninin güzel ve farklı olabilmek olduğunu söylemişlerdir.
Chicago’da dördüncü sınıf öğrencileri üzerinde yapılan Wall Street Journal
araştırmasına göre ise; dördüncü sınıfa giden kız öğrencilerin yarısı rejim yapmakta ve
üçte biri ise kendini şişman ve bu bağlamda çirkin bulmaktadır. Araştırmaya katılan
öğrencilerden biri; “Erkeklerin yakışıklı olmalarını beklemiyoruz, biz onları oldukları
gibi kabul ediyoruz.” demekte iken bir diğer öğrenci ise; “erkekler ise kızların
mükemmel, güzel ve tabi ki zayıf olmalarını istiyorlar” demiştir.229
Bu araştırma sonuçlarında sadece medyanın etkisi yoktur. Toplumsallaşma
süreci bir bütündür ve bu sonuçlarda toplumsallaşma aracılarının sadece birinin etkisi
bulunmamaktadır. Bir çocuğun toplumsallaşma süreci ailede başlar ve bir kız çocuğu
öncelikle annesini model alır yada ailesinden “güzel olmayı” yada “güzel olması
gerektiğini” öğrenebilir. Kız çocuğu, okuduğu kitaplardan da kadınların güzel olarak
yansıtıldığını görebilir ve bu bağlamda onun da öyle olması gerektiğini düşünebilir.
Ayrıca arkadaş çevresinde de kızlar aralarında güzel olmayı, getirilerini ve
güzelleşebilmek için neler yapılması gerektiğini konuşuyor olabilirler ve çocuk bu
bağlamda davranmış olabilir. Kız çocuğu aynı zamanda izlediği çizgi filmlerin de
etkisinde kalmış olabilir. Tüm bunlar birleştiğinde de kız çocuğu güzellik gereksinimine
229
Jean Kilbourne, “Beauty and the Beast of Advertising”, 1995,
http://www.medialit.org/reading_room/article40.html, 28.12.2005
130
sahip durumdadır ve “eğer bu ürünü alırsanız, her zaman olmak istediğiniz kadın gibi
olacaksınız” şeklinde aktarılan bir reklam mesajına maruz kaldığında o ürünü alarak,
toplumsallaşma süreci içinde oluşan toplumsal cinsiyet kimliği yönünde davranmış ve
bu süreçte oluşan güzellik gereksinimini karşılamaya çalışmış olabilir.
Sonuç olarak, Signorelli yaptığı araştırmalar doğrultusunda, her ne kadar TV
reklamları ve TV programlarının farklı yapıları olsa da, her ikisinin de çocukların
toplumsal cinsiyet ile ilgili davranışlarını etkilediklerini savunmaktadır.230
III. TELEVİZYON REKLAMLARINDA YEREL ALAN ERİL VE
DİŞİL MODELLER
Reklamların etkisi ve gücü, bireylerin kimliklerini inşa etmedeki rolleri ile
ilişkilidir. Bu kimlikler içinde, toplumsal cinsiyet de önemli bir yer tutar. Dişillik ve
erillik, reklamlar sayesinde devamlı üretilen ve yeni içerikler yüklenen kurgulardır. Bu
bağlamda, bireylerin kendilerini tanımlama şekilleri, reklamlarda toplumsal cinsiyete
dair kurguların üretim şekilleri ile alakalıdır. Reklamlar, hem kadınları hem de erkekleri
birer tüketici olarak konumlarlarken aynı zamanda da her iki cinsiyete de atfedilen
toplumsal realitenin yüklediği rolleri ve davranışları ön plana çıkarırlar.231
Televizyon reklamları da kadınlara ve erkeklere toplumsal yapı içinde nasıl
davranışlarda bulunmaları gerektiği konusunda toplum için yeni olan veya varolan olan
kalıplarını yansıtarak sunarlar.232 Ayrıca televizyon reklamları yetişkinlerin ve özellikle
küçük yaşta çocukların kendilerine model alacakları toplumsal cinsiyet rol ve
modellerini içerirler. Reklamlar, temiz-kirli, bakımlı-bakımsız, hızlı-yavaş, güzel-çirkin
gibi ikili karşıtlıklar içerir. Bu bağlamda eril ve dişil özelliklerde reklamlarda bu şekilde
230
Debra Pryor/Nancy Nelson Knupfer, a.g.m., p:5
Nilüfer Timisi, a.g.e, s: 36
232
Müge Elden, “Aile İletişimi-Reklam Mesajları Etkileşimi:Televizyon Reklamlarına Aile İçi İlişki
Kalıpları ve Rol Dağılımlarının Yansımaları”, 2th International Symposium, Communication In The
Millenium, March 17-19 2004, http://cim.anadolu.edu.tr:80/pdf/2004/1130848621.pdf,
s:547, 22.12.2005.
231
131
yer alır.233 Yani “kadın; erkek olmayan”, “erkek de; kadın olmayan”dır. Kadına dair
toplumsal anlamda kurulmuş tüm tanımlamalar, erkeğin aksine negatiftir.234
Reklamın amaçlarını yerine getirebilmesi için bireyler tarafından kolayca
anlaşılabilir olması gerekir. Millard’a göre reklamlar bireyler tarafından kolay
anlaşılıyor ve etkili oluyor çünkü, bireyler alıştıkları karakterleri ve davranışları
reklamlardan gözlemleyebiliyorlar. Yani reklamlarda bireylerin alıştığı, kendilerinde
gördükleri stereotipleşmiş toplumsal cinsiyet karakterleri bulunuyor ve birey bu
mesajları yadırgamadan alıyor.235 Örneğin kadınlara toplumsallaşma süreçlerinde
toplum tarafından atfedilen en önemli sorumluluklardan biri; çevresindekilerin duygusal
gereksinimlerine kendininkilerden daha fazla önem vererek, ailesini bir uyum içinde bir
arada tutması gerekliliğidir. Aileyi bir arada tutmak amacı ile kadınlar evde yemek
yaparak, partiler yada tatiller organize ederek aileyi bir arada tutabilir. Ayrıca kadın
öncelikle eşi, çocukları ve arkadaşları ile sık sık konuşarak dertlerini dinlemelidir.
Erkekler ise, toplumsallaşma süreçlerinde kendilerini düşünmeyi öğrenirler.236 Bu
bağlamda bu ve buna benzer özelliklerinin reklam mesajlarında yer alan hem
cinslerinde
bulunduğunu
gören
bireyin
bu
reklamları
yadırgamadan
alacağı
söylenebilmektedir.
Bonelli’ye göre, kadınlar reklam mesajlarında yer alan kadın karakterlerinin
kendileri gibi olduğunu gördüklerinde hem bu davranışlarının doğruluğunu tasdiklemiş
hem de reklam mesajın karşı daha açık olurlar. Aynı durum erkekler için de geçerlidir.
Erkekler reklam mesajlarında kendileri gibi bireysel başarı, güç isteği duyan ve bu
bağlamda davranışlarda bulunan erkek karakterleri gördüklerinde reklama karşı daha
açık olurlar.237 Craig ise bu olaya daha farklı bir açıdan yaklaşarak, reklamcıların
bireylerin toplumsal cinsiyet rollerine dair beklenti ve hayallerini içeren reklam
mesajlarını cinsiyet özel programların arasına koyduğunu ve bu şekilde dikkat çekmek
233
Nesrin Kula Demir, a.g.e., s:160
Nilüfer Timisi, a.g.e., s: 30
235
Akie N. Arima, “Gender Stereoypes in Japanese Television Advertisements”, Sex Roles: A
Journal of Research, July 2003, s:1
236
Johanna Illegard, Gender, Power and Work In TV Advertisements, Master Thesis, Lund
University, Department of Sociology, Spring 2004, s: 15
237
Maureen Hupfer, “Communicating With The Agentic Woman and the Communal Man: Are
Steretypic Advertising Appeals Stil Relevant?”,Academy of Marketing Science Review, Vol. No. 3,
2002, s: 6
234
132
istediklerini söylemektedir. Craig 1990 yılında reklamlarda yer alan toplumsal cinsiyet
mesajları üzerinde yaptığı araştırmalar sonucunda, erkeklerin işte olduklarının
düşünüldüğü gündüz saatlerinde yer alan kadınlara yönelik programlar arasında
yayınlanan, erkeğin evde görüldüğü reklamlar daha çokken, hafta sonu yayınlanan spor
programlarının arasında yayınlanan erkeğin daha özgür olarak yansıtıldığı reklam
mesajları daha fazla yer almaktadır.238 Bu bağlamda reklamcıların toplumda var olan
toplumsal cinsiyete dair davranış, inanç ve düşüncelerini bildikleri ve ona göre reklam
mesajlarını şekillendirip yayınladıkları söylenebilmektedir.
Yukarıda verilen bilgiler ışığında bu bölümde televizyon reklamlarında yer alan
dişil ve eril modellere ve bu modellerin geleneksel ve 80’li yıllar sonrası belirmeye
başlayan modern özellik ve imajlarına bakılması uygun görülmektedir.
A. DİŞİL MODEL
Toplumsal
düzeyde
kadınlara
atfedilen
dişillik
özellikleri
televizyon
reklamlarında da yer alır ve toplumun tüm bireyleri tarafından bu mesajlar gözlemlenir.
Kadınların reklamlardaki rolleri, genel olarak ataerkil sınırları içinde kurulur ve bu dilin
izin verdiği ölçüde geleneksel ve modern olabilirler.239
Televizyon reklamlarında yer alan toplumsal cinsiyet rollerine dair yapılan ilk
araştırma 1972 yılında Dominick ve Rauch’a aittir. Dominick ve Rauch’un araştırması,
televizyon reklamlarında kadınların erkeklerden daha genç, erkeklere oranla genelde
evli ve erkeklere oranla genellikle daha düşük seviyeli işlerde çalışıyor olarak yer
aldıklarını ortaya koymuştur. Ayrıca kadınlar daha fazla ev içinde görülmekte ve
erkeklere oranla daha az seslendirici görevi görmektedirler. 1974 yılında Silverstein’in
ve 1976 yılında Poe’nin yaptığı araştırmalar ise televizyon reklamlarında kadınların
genelde yardım ve tavsiye aldıklarını ortaya koymuştur.240
238
Steve Craig, “Men’s Men and Women’s Women: How TV Commercials Portray Gender to
Different Audiences”, Issues and Effects of Mass Communication:Other Voices, Ed:Robert Kemper,
CA: Capstone Publishers, 1992, pp.89-100, s: 4
239
Nilüfer Timisi, a.g.e., s: 36
240
Nimet Uray/Şebnem Burnaz, “An Analysis of the Portrayal of Gender Roles in Turkish
Television Advertisements”, Sex Roles, Vol.48, No.1/2, January 2003, s:78
133
Kız çocuklarına toplumsallaşma süreçleri boyunca bazı uymaları ve yerine
getirmeleri ve uymaları gerektiği bazı roller söylenmiş, gösterilmiş ve öğretilmiştir.
Toplumda kadınlara atfedilen bu toplumsal cinsiyet rollerini çocuk küçük yaşlarda
gözlemlemeye ve öğrenmeye başlar. Toplumsallaşma süreci aracılarından biri olan
medya ve reklam mesajlarında yine bu rollere rastlamak mümkündür. Kadınlara
televizyon reklamlarında atfedilen en temel roller; öncelikle anne, eş, ev kadınlığı ve
ikincil olarak güzellik ve seksilik niteliklerinin yüklendiği kadınlardır.
1. Anne, Ev Kadını ve İyi Eş Olarak Kadınlar
Televizyon reklamlarında kadının reklamcılar tarafından kullanımının, en sık
kullanılan klişelerden biri olduğu söylenebilir. Anne ve ev kadını klişeleri bir çok
reklamda farklı şekillerde sunuluyor olsalar bile, reklamcılık açısından vazgeçilmez
birer öğedirler.241
Kadınlar genel olarak televizyon reklamlarında birer anne, ev kadını ve iyi bir eş
rolleri ile tanımlanırlar. Bu roller bir çok televizyon reklamında çocukları ile ilgilenen
anne, çocuklarına yemek hazırlayan ev kadını, evini temizleyen ev kadını, bazen evini
temizlerken yaşadığı sorunlar sonucu “erkek” bir otoritenin yardımını alarak evinin
temizliğini ve makinelerinin nasıl daha uzun ömürlü olacağını öğrenen bir ev kadını ve
eşini memnun edebilmek için ona güzel yemekler pişiren, eşinin kıyafetlerini yıkayan,
ütüleyen bir eş olarak görülebilir. Bu rollere sahip kadınlar, televizyon reklamlarında
genellikle bu rollerin getirdiği ürün reklamlarında yer alırlar. Yani kadınlar genellikle
temizlik ürünü, gıda ve çocuk bakım ürünleri reklamlarında yer alırlar.
2000 yılında Mine Gencel ve Mutlu Binark kadınların temizlik ve gıda ürünleri
reklamlarında şu şekillerde yansıtıldıklarını ortaya koymuştur:242
•
Temizlik ve gıda ürünü reklamlarında kadınlar öncelikle anne ve eş olarak yer
almaktadırlar. Ancak bu rolleri yerine getirirken güzel bakımlı, saçları yapılı,
241
Müge Elden, a.g.m., s:548
Mine Gencel/Mutlu Binark, “Medya ve Cinsiyetçilik Eğitim El Kitabı”, 2000,
kasaum.ankara.edu.tr/gorsel/dosya/1095679063Mine.rtf , 18.1.2006
242
134
sağlıklı ve formdadırlar. Genellikle mutfak, banyo yada alış veriş merkezlerinde
görüntülenen kadınların ayrıca kıyafetleri de çok düzgündür.
•
Kadınlar birer anne, ev kadını ve eş olarak yaptıkları ev temizliğinden memnun
ve huzurludurlar.
•
Bu reklamlarda ideal bir dünya çizilir ve kadın gün içinde tüm ev işlerini
mükemmel bir şekilde yapar ancak yorulmaz.
•
Temizlik yaparlarken bazen kadınlar büyülü bir dünyanın içine girerler.
Yaptıkları temizlik onları o kadar mutlu etmiştir ki, etraf rengarenk çiçekler ile
dolar.
•
Kadınlar bu reklamlarda daha iyi temizleyebilmek, daha iyi yemek yapabilmek
için birbirleri ile yarış içindedirler. Görevlerini daha iyi yerine getiren kadın
arkadaşları tarafından takdir edilir.
•
Sadece kadınların ön planda olduğu reklamlarda bile, bazen onlara nasıl temizlik
yapmalarını söyleyen otoriter bir erkek sesi belirir yada erkek kadının evine
gelerek kadını bilgilendirir.
•
Gıda ürünlerinin yer aldığı reklamlarda kadınlar genellikle mutfakta yemek
hazırlamakta yada sofra kurmaktadırlar. Kadınlar bu işler ile uğraşırken eşleri de
ya televizyon başındadır yada çocukları ile oyun oynamaktadır. Bu reklamlarda
eş yemeği beğenir ve karısını takdir eder.
•
Bu tür reklamlarda kadının ailenin birlikteliği sağlayıcı özelliği vurgulanır.
Kadının yaptığı yemekler sayesinde tüm aile masa başında ve mutludur.
Temizlik ürünü reklamlarında yer alan ev kadını imajları ile ilgili feminist yazar
Jean Kilbourne; “Bu reklamlarda ev kadınlar temizlik takıntısı olan bireyler olarak
yansıtılırlar. Daha fazla temiz ev ve kıyafetler için kendileri ile yarışırlar. Bu
reklamlarda yer alan kadınlar, eğer temizlikte başarı sağlayamazlarsa kendilerini kötü eş
ve kötü anne olarak tanımlarlar. Eşlerinin gömleklerinin yakasındaki lekelerin hesabı
sanki hep onlardan sorulacakmış gibidir. Halbuki neden kimse bu reklamlarda erkeğe
“niye boynunu yıkamıyorsun?” diye sormaz.”243 Kadınların bu reklamlarda kir ve
lekeler ile hiç bitmeyen bir savaşı vardır ve bu savaşın içinde aynı zamanda sevgi,
243
Jean Kilbourne, a.g.m., 28.12.2005.
135
düzen ve geleneklere uygunluk kavramları da anlam bulur. Bu, dışarıdaki dünyadan ve
tehlikelerinden uzak, güvenli bir sığınak sağlayan ev kadını imajı halka defalarca
gösterilmektedir.244
Kadınların ağırlıklı olarak anne, ev kadını ve eş olarak rol aldıkları televizyon
reklamlarında kadının iş hayatına yer verilmez çünkü kadının en büyük mesleği
“çocuklu ev kadınlığı”dır. Kadınlar bu yoğun işlerinden zaman buldukça kendilerine
vakit geçirecek eğlenceler yaratırlar. Bu bağlamda en büyük meslekleri “çocuklu ev
kadınlığı” olan kadınlar boş vakitlerinde arkadaşlarını ziyaret ederken ve dedikodu
yaparken, alış-veriş yaparken, ev dekorasyonu ile ilgilenirken ve müzik dinlerken
görüntülenirler.245
Kadınlar öncelikle televizyon reklamlarında anne, ev kadını ve eş olarak
tanımlanırlar. İkincil olarak ise kadınların en temel dişil özellikleri; güzel ve seksi
oluşlarıdır.
2. Güzel ve Seksi Kadınlar
Reklamcılar kadınların fiziksel özelliklerinin ön planda olduğu reklamların
izleyiciler üzerinde daha etkili olduğunu ve kadınların çekici birer obje olarak
yansıtıldıkları reklamların tüketicileri ekran başına çekmede daha başarılı olduğunu
keşfetmişlerdir. Ve bu keşif kadının fiziksel özelliklerinin ön planda olduğu reklamların
sayısını arttırmaya başlamıştır.246 Bu bağlamda reklamcılar, kadınların güzelliklerini ve
seksiliklerini yansıtan reklam mesajları hazırlayarak dikkat çekme çabası güderler.
Kadınlar televizyon reklamlarında her kadının yerinde olmak isteyeceği ve her
erkeğin de birlikte olmak isteyeceği kadar güzeldirler. Bu tür reklamlarda kadınlar
genellikle genç, çekici, zayıf, uzun boylu ve uzun bacaklıdırlar. Yüzlerinde ne bir leke
ne de yara izi vardır. Kadınların bunların aksinde yansıtıldıkları neredeyse tek reklam
türü “önce” ve “sonra” görüntülerinin kullanıldığı reklamladır. Bu reklamlarda, kadına
244
Debra Pryor/Nancy Nelson Knupfer, a.g.m., s:2s
Marchand Roland, Advertising the American Dream, University of California Pres, California,
USA, 1986, s:172
246
İmran Uğur/Sedat Şimşek, “Kitle İletişim Araçlarındaki Reklamlarda Kadın ve Erkek Objelerin
Kullanılması”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 11, 2004, s: 553
245
136
ulaşmayı isteyeceği güzellik vaat edilir ve kadının ürüne sahip olmada önceki hali ve
ürüne sahip olduktan sonraki “arzulanan” hali gösterilerek ihtiyaç yaratılmaya çalışılır.
Burada kadınlara verilmek istenilen en önemli mesaj; toplumsallaşma süreçlerinin
başından beri öğrendikleri kadınların çekici olmaları ve bu uğurda her şeyi göze
almaları gerekliliğidir.247 Ve kadınlar bu “güzel” ve “çekici” kadın imajına sahip olmak
için elinden geleni yapar, çünkü ulaşmak istediği imaja ulaşamadığında aşağılanmış ve
eksik hissedecektir. 248
Kadınlar aynı zamanda bazı reklamlarda güzelleşme amacı ile çaba harcayan
bireyler olarak da yansıtılırlar. Kadınlar bu tür reklamlarda güzellik salonlarında,
kuaförlerde ve alış-veriş yaparken görüntülenirler.249 Bu bağlamda bu tür reklamlarda
kadınların,
diğer
reklamlarda
yansıtılan
“güzel”
kadına
ulaşabilme
çabaları
gösterilmekte ve toplumsallaşma sürecinde bireyler güzel kadın olmanın gerekliliği ve
güzel kadın olma yolları gösterilmektedir.
Kadınların televizyon reklamlarında “güzel kadın” olarak yansıtılmalarının
haricinde bir de “cinsel obje” olarak yansıtıldıkları reklamlar bulunmaktadır. Bu tür
reklamlarda amacın büyük ölçüde dikkat çekmek ve bu yolla satış sağlamak olduğunu
savunan Publicis Başkan Yardımcısı Andrew Hayman “Seks durdurucu güçtür. Tüm o
karmaşanın içinden mesajı ortaya çıkarır ve bir ürünü haz ile ilişkilendirmek satın alımı
arttırır.” demektedir.250
John Berger’e göre bu tür reklamlarının varlığının nedeni; ideal seyircinin
genellikle erkek olarak kabul edilmesidir. Kadın vücudu, erkek izleyicinin gururunu
okşayabilmek amacı ile düzenlenmektedir. Berger, toplumsallaşma süreci içinde
kadının ve erkeğin kurulma şekillerinden birinin bedene yönelik denetim olduğunu
söyler ve kadın-erkek arasındaki farklılıkların üzerinde durur. Berger’e göre, erkekler
davranışta bulunur, kadınlar ise görünürler. Erkekler kadınları seyrederler, kadınlar ise
seyredilişlerini seyrederler. Bu durum sadece kadın ve erkek arasındaki ilişkilerinde
247
Iris Mayne, “The Inescapable Images:Gender and Advertising”, Equal Opportunities
International, Vol. 19, No.2/3/4, 2000, s:58
248
Jean Kilbourne, a.g.m., 28.12.2005
249
Saltanah Musaad, “Today’s Portrayal of Woman and the Gender Roles They Play”,
http://adm.hfcc.edu/~pkearly/PeerReview5/pages/FeaturedArticle/article3.htm, 2.1.2006
250
Bernice Kanner, a.g.e., s:189
137
değil, kadınların kendileri ile olan ilişkilerinde de belirleyicidir. Kadın her zaman
gözlenendir, erkek ise kadının içindeki gözlemci konumundadır. Bu bağlamda kadın
kendini seyredilecek bir nesne konumuna getirir. Kadınlar her zaman “dişillik” imgesi
ile dolaşır ve kadın olduğunu her zaman aklında tutarak, her davranışına dikkat eder.
Kadının erkeklere nasıl göründüğünün, bir kadının hayatındaki başarısı kabul edilen
yeri için çok büyük önemi vardır. Kadının kendi varlığını algılaması, kendisi olarak bir
başka birey tarafından beğenilme duygusu ile tamamlanan bir durumdur.251 Bu
bağlamda toplumsallaşma süreçlerinde kadınların “başarılı” olabilmeleri diğer bireylere
ve özellikle erkeklere güzel ve seksi görünmeleri gerektiğini öğrendikleri söylenebilir.
Bir çok reklamda kadınların, cinsel çekiciliklerinin ön planda olduğu birer obje
olarak kullanıldıkları iddiaları vardır. Genel olarak bakıldığında da kadınların
vücutlarını sergiledikleri reklamların oranı, erkeklerin vücutlarının sergilendiği
reklamlara oranla daha fazladır. Kadınların cinselliklerinin ön planda olduğu
reklamların ürünleri genellikle; iç çamaşırı, çorap, kişisel bakım ve kadın bağıdır. Bu tür
reklamlarda kadınlar genellikle soyunurken- giyinirken, yarı çıplak veya mayolu olarak
görülebilirler. Bu tür reklamlarda yer alan kadınlar genellikle erkeklerin arzuladığı ve
hem cinslerinin de hayran olduğu kadınlar olarak yansıtılırlar.252
B. ERİL MODEL
Televizyon reklamlarında yer alan eril modeller temel olarak gücü vurgularlar.
Reklam filminde görülen yatak odası, oturma odası, iş yeri, spor sahası vb. hemen
hemen tüm mekanlarda erkeklerin gücü ön plandadır.253 Ayrıca televizyon
reklamlarında erkeklere toplum tarafından atfedilen güçlü, hırslı, maço, başarılı,
kendine güvenen, cesur vb. eril özellikler sık sık tekrarlanarak adeta izleyiciye bu
özellikler hatırlatılır.254
Eril özelliklerin ön planda olduğu reklamlarda erkekler genellikle sokaklar, spor,
arabalar ve araba kullanmak, işe gitmek, evde dinlenmek ve eğlenmek ile
251
Nilüfer Timisi, a.g.e., s: 34
Paul Rutherford, Yeni İkonlar, Televizyonda Reklam Sanatı, Çev:Mustafa K.Gerçeker, 2.
Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2000, s:199
253
Deana A. Rohlinger, “Eroticizing Men: Cultural Influences on Advertising and Male
Objectification-1”, Sex Roles: A Journal of Research, February 2002, s:1
254
Marchand Roland, a.g.e., s:202
252
138
ilişkilendirilmektedirler. Ayrıca erkekler genellikle para, sigorta yada bireyler ile ilgili
konularda birer otorite ve karar mercii olarak rol almakta ve bu konularda kendi
fikirlerini sık sık dile getirerek diğer bireylerin kararlarında etkin rol oynamaktadırlar.255
Bu otorite ve etkinlik sadece erkeklerin görüntülendiği reklamlarla sınırlı olmamaktadır.
Erkekler, bireylerin kararları üzerindeki etkili olarak yer aldıkları reklamların haricinde
kadınlara yönelik ve görüntülerde erkek yer almaya reklamlarda dış ses olarak
kullanılmakta ve onların bu otoriter özellikleri ve kararlar üzerindeki etkilerinden
faydalanılmaktadır.
Televizyon reklamlarında erkekler araba, bilgisayar, elektronik eşya vb. ürün
reklamlarında yer almaktadırlar. Feges’e göre, bu tür reklamlarda erkekler, duygulara ve
duygusal durumlara, aile içi ve kişiler arası iletişime karşı olarak görünür ve sadece
kendilerine odaklanırlar.256 Kadınlar reklam filmlerinde erkeklere oranla daha yaygın
olarak birer cinsel obje olarak yansıtılırlar. Erkekler kadınlar kadar sık çıplak olarak
gösterilmemekte ve gösterildiklerinde genellikle yanlarında çıplak yada yarı çıplak bir
kadın bulunmaktadır.257
Erkeklerin televizyon reklamlarında genellikle iki temel rolü bulunmaktadır; iş
adamlığı ve baba yada eş rolleri. Bu rollerin en başında da iş adamlığı gelir. Genellikle
iş yerinde yada elinde telefon, elinde iş çantası ile çalışma ve para kazanma amacında
yansıtılan erkek ile gösterilmek istenen genellikle erkeğin “ekmek kazanan” rolüdür. Bu
reklamlarda başarısız erkek neredeyse yok denecek kadar azdır. Genellikle üst düzey
yönetici, otoriter ve bilgili iş adamı olarak gösterilen erkekler büyük bürolarda
ayaklarını masalarına uzatmış bir şekilde de yansıtılırlar.258 Burada yine erkeğin eril
özelliklerinin ön plana çıkarıldığı görülebilir. Erkeğin başarılı, hırslı, kendinden emin ve
kendine güvenen, güçlü vb. eril özellikleri yansıtılmakta ve topluma erkeğin sahip
olması gereken rollerin bu olduğu hatırlatılmaktadır.
İkinci en temel rolleri olan babalık ve eşlik rollerinde ise erkekler, kadınlardan
çok farklı bir imaj çizerler. Kadınlar birer anne olarak çocukları ile görüntülendikleri
255
Debra Pryor/Nancy Nelson Knupfer, a.g.m., p:2
Anthony J. Vigorito, “Marketing Masculanity:Gender Identity and Popular Magazines”, Sex
Roles: A Journal of Research, July 1998, s:2
257
İmran Uğur/Sedat Şimşek, a.g.m., s: 557
258
Marchand Roland, a.g.e., s:203
256
139
reklam filmlerinde genellikle ev içinde iken, erkekler ev dışında sosyal aktivitelerde
çocukları ile birlikte yansıtılırlar. Kadınlar reklam filmlerinde her iki cinsiyetten çocuğu
ile
birlikte
görüntülenirken
erkekler
genellikle
erkek
çocukları
ile
birlikte
görüntülenirler. Bu tür reklamlarda baba oğluna hayata ve erilliğe dair dersler ve öğütler
verirken görülebilmektedir. Kadınlar çocuk bakımının büyük bir boyutunu ele almışken,
erkekler nadiren çocuk bakımı ile ilgilenirler ve ilgilendiklerinde de çocuğunun
cinsiyeti hiçbir zaman kız değildir, baba nadir de olsa erkek çocuğunun bakımını
üstlenmiştir. Aile içi iş bölümünde erkekler nadiren alış-veriş yaparken yada ev işleri ile
ilgilenirken görüntülenirler ve görüntülendiklerinde de reklam filminin mizahi bir yapısı
vardır. Ancak erkekler kadınlara oranla daha sık çocuklarına bir şey öğretirken, onlar
ile yemek yerken yada spor yaparken görüntülenirler.259
C.
KADIN
VE
ERKEĞİN
TELEVİZYON
REKLAMLARINDA
DEĞİŞMEYE BAŞLAYAN ROLLERİ
Televizyon reklamlarında kadın ve erkek toplumsal açıdan anlamlandırılış
şekilleri ile yansıtılırlar. Anlam kavramı, hegemonik bir mücadele alanı olarak da
tanımlanabilir. Bu mücadele de, dünyayı açıklayabilme ve tanımlayabilme, belirli
dönemlere ait olan ve tüm toplum tarafından kabul edilen düşünce ve yargılar, kalıplar
vb. tarafından devam ettirilen bir mücadeledir. Bu süreç içinde toplum tarafından bazı
değer yargıları, kalıplar, düşünceler vb. değerli kabul edilerek içeri alınır ve bazıları da
değer kaybederek yada yanlış kabul edilerek dışarı çıkarılır. Bu bağlamda eril ve dişil
modellerin içleri, toplumsal ve tarihsel değerler ile alakalıdır. Bazı tarihsel dönemlerde
toplum tarafından kadına ve erkeğe atfedilen rol ve davranışlar, başka bir tarihsel
dönemde atfedilenler ile aynı olmamaktadır.260
Kadın ve erkeğin toplumsal cinsiyet rollerinin televizyon reklamlarında yer alan
geleneksel yansımaları özellikle 1980’li yıllarda yaşanan değişim ve gelişimler ile yavaş
yavaş farklılaşmaya ve televizyon reklamlarında geleneksel eril ve dişil rollerin yanı
sıra yeni kadın ve erkek rolleri doğmaya başlamıştır.
259
Gayle Kaufman, “The Portrayal of Men’s Family Roles in Television Commercials”, Sex
Roles: A Journal of Research, Vol. 41, No. 5/6,1999, s: 439
260
Nilüfer Timisi, a.g.e., s: 30
140
1. Televizyon Reklamlarında Kadın ve Erkeğin Yeni Rollere Sahip
Olmasına Etki Eden Faktörler
Televizyon reklamlarında kadınların ve erkeklerin geleneksel ve stereotipik
rollerinden farklı roller ile yansımaya başlamalarını sağlayan bazı faktörler
bulunmaktadır. Bu yeni rollerin oluşumunda feminist hareketlerin, küreselleşmenin,
küreselleşmenin bir getirisi olan teknolojik gelişmelerin ve kadınların iş hayatında daha
ağırlıklı olarak yer almaya başlamalarının etkileri olduğu söylenebilir.
Günümüz televizyon reklamlarında görülebilen ve geleneksel toplumsal cinsiyet
rollerinden farklı eril ve dişil modellerin oluşumuna etki eden faktörlerden birinin
feminist hareketler olduğu söylenebilir.
Kısaca feminizm kavramının tanımını vermek gerekirse feminizm; çeşitli
toplumsal kuramlar, ahlaki felsefeler ve politik hareketlerin bütünüdür. Bir çok feminist
toplumsal cinsiyet kavramına ve cinselliğe dair bir toplumsal inşa olduğunu
savundukları unsurları ve cinsiyete dair eşitsizliği, kadın sorunlarını ve kadın haklarını
incelerler.261
Gatlin’e göre 1960’lı ve 70’li yıllarda gelişmeye başlayan feminist hareketlerinin
sonucunda üç temel tür oluşmuştur; liberal feminizm, radikal feminizm ve sosyalist
feminizm.262 Liberal feminizm temel olarak toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin cevabını
toplumsal ve kültürel düşünceler yada görüşler içinde arar. Liberal feminizmin
savunucuları, o yıllarda kadınların eğitime, iş hayatına ve parlamentoya erkekler ile eşit
derecede erişimlerinin olması gerektiğini ve yasaların bu bağlamda düzenlenmesi
gerektiğini savunmuşlardır. Onlara göre, kadınlar iş yerlerinde, eğitim sisteminde ve
medyada ayrımcılığa uğramaktadırlar.263 Radikal feminizmin temelinde ise, kadınların
sömürülmesinden erkeklerin sorumlu olması ve bu sömürüden erkeklerin yarar
saplaması yatmaktadır. Radikal feministlere göre ataerkil yapı dünyanın her yerinde var
olmaktadır ve izleri her dönem ve kültürde görülmektedir. Radikal feminizmin
261
http://tr.wikipedia.org/wiki/Feminizm, 22.02.2006.
Steve Craig, “Feminism, Femininity and the ‘Beauty’ Diemma: How Advertising Co-opted the
Women’s Movement”, Southwest/Texas Popular Culture/American Culture Association Conference,
January 1998, s:2
263
Kathleen O’Kelly, “Feminizm ve Anarşizm”, 1993,
http://uk.geocities.com/anarsistbakis/makaleler/okelly-feminizmveanarsizm.html, 22.02.2006.
262
141
savunucuları, kadının baskı altında yaşadığını iddia ettikleri kuru olan aile kurumunun
da sık sık üzerinde durmuşlar ve erkeklerin kadınları ev içi işlerde ve aile içi görevlerde
sömürdüklerini
iddia
ederler.
Örneğin;
1971
yılında
radikal
feminizmin
savunucularından Shulamith Firestone erkeklerin kadınların üremelerini ve çocuk
büyütmelerini yönettiklerini ve kadınların doğum yapabilen tek cinsiyet olmaları
nedeniyle erkeklerin, kadınların bu durumunu sadece kullandıklarını ve onları bir
materyal olarak gördüklerini savunmuştur.264 Sosyalist feminizm ise; radikal
feminizmin radikal feminizmin bakış açıları ile kadınların süistimal edilmesinin ve
ezilmesinin sınıfsal analizlerini birbirleriyle ile birleştirerek kadın sorunları ile
ilgilenmiştir. Sosyalist feministler kadınların rahat bir hayat sürebilmeleri için sınıfsal
farklılıkların ve toplumsal cinsiyet rollerinin ortadan kalkması gerektiğini savunurlar.265
Bu üç temel feminizm türünün aralarındaki felsefi ve siyasi farklılıklar her
feminizm şeklinin kadının cinsel obje konumuna getirilmesine nasıl baktıkları ile
ilgilidir. Radikal feministler, kadının sömürülmesinin, sergilenmesinin, bir nesne olarak
yansıtılmalarının ve toplumun onlara “güzel” olmalarına dair yaptıkları baskıların
hepsini ataerkil bakış açılarını kadın üzerindeki olumsuz etkileri olarak yorumlarlar.
Sosyalist feministler ise, kozmetik ve giyim ürünlerinin reklam ve tanıtımlarının
kapitalist düzene hizmet ettiğini söylemektedirler. Liberal feministler de, kadınlara birer
cinsel obje olarak yaklaşılmasının karşısında durmuş ve kadınları birer cinsel obje
olarak gösteren ve medyalar aracılığı ile yaratılan bu imajlar ile ilgilenmişlerdir.
Kadınların reklamlarda yer alan imajları ise en çok üzerinde durdukları konular
arasındadır.266
Liberal feminizmin savunucularından Betty Friedan’ın 1963 yılında yazdığı
Dişil Hüner (The Feminine Mystique) kitabı tüm dünyada çok konuşulmuştur. Friedan
bu kitabında, kadınların yaşadıkları mutsuzlukları ve sorunları reklamlara yüklemekte
ve kadınları yanlış yönlendirdiklerini ve stereotipik dişil roller ile yansıttıklarını iddia
etmektedir. Friedan kitabında reklamlar ile ilgili şu sözleri söylemektedir:
264
265
266
Anthony Giddens, a.g.e., s:115
http://www.ainfos.ca/04/mar/ainfos00121.html, 22.02.2006.
Steve Craig, a.g.m., s:2-3
142
“Amerikalı ev kadınlarının ikna edici mesajlar ile gururunu binlerce
kez okşuyorlar ve onun evde olmak ile ilgili olabilecek suçluluk
duygusunu çevirerek, kendi içinde yaşadığı ve her geçen gün artan
boşluğu saklamalarını sağlıyorlar. Bunu da modern sosyal biliminin
kavram ve tekniklerini kullanarak ve bu kavram ve teknikleri de
yanıltıcı, basit, akıllıca ve terbiyesiz reklam ve televizyon
reklamlarına dönüştürüyorlar. Bu reklamlara maruz kalan bir izleyici
de kadınların ev kadını ve eş olmaktan başka istedikleri hiçbir şeyin
olmadığını zannediyorlar. Kadınları eve gönderme konusunda
sorumlu değillerse bile, kadınları evde tutma konusundan kesinlikle
sorumludurlar.”267
60’lı ve 70’li yıllar süresince reklamcılar, kadınları yanlış va aldatıcı dişil roller
ile yansıttıkları iddiaları ile eleştirilmişlerdir. Ancak 1971 yılında Courtney ve
Lockeretz’in, 1972 yılında Dominik ve Rauch’un, 1973 yılında Wagner ve Banos’un,
1974 yılında Courtney ve Whipple’ın reklamlar üzerinde yapmış oldukları akademik ve
deneysel araştırmalar, feministlerin reklamlar üzerindeki iddialarının yersiz olmadığını
ortaya koymuştur.268
1980’li yıllarda olgunlaşmaya başlayan feminist hareketler yavaş yavaş amacına
oluşmaya ve bir çok insan tarafından anlaşılmaya başlamıştır. Süreç aynı zamanda
kadınlara iş olanaklarını da arttırmış ve bir çok iş veren cinsiyet ayrımı yapmadan maaş
ve ikramiye vermeye başlamıştır. Reklam sektörü de bu süreç ile birlikte daha
uzlaşmacı bir tavır takınmaya ve kadınları birer obje olarak gösteren reklam filmlerinin
sayısı yavaş yavaş azalmaya başlamıştır.269
Tüm dünyada feminist hareketlerin etkileri bu yıllarda görülmeye başlamıştır.
Çünkü feminizm sadece birkaç ülkenin değişimini hedefleyen bir olgu değildir.
Feminizm, dünya çapında gerçekleşen uluslar arası dinamik bir olgudur ve bu olgunun
tüm dünyaya yayılışının en temel nedeni de küreselleşmedir.270 Bu bağlamda
küreselleşme kavramına ve etkilerine bakılması uygun görülmektedir.
267
Steve Craig, “Madison Avenue versus The Feminine Mystique:How the Advertsing Industry
Responded to the Onset of the Modern Women’s Movement”, Popular Culture Association Conference,
San Antonio/Texas, March 27,1997,s:2
268
Julie Napoli/Marie Murgolo Poore/Ian Bouville, “Female Gender Images in Adolescent
Magazine Advertising”, Australian Marketing Journal, Vol.11. No.1, 2003, s: 61
269
Steve Craig, a.g.m., s:12
270
Anthony Giddens, a.g.e., s:136
143
1980’li yıllardan itibaren dünya hızlı bir değişim süreci içine girmiştir.
Küreselleşme, global bütünleşme yada globalleşme adı verilen bu süreç, öncelikle
ticaret ve daha sonra da sermaye hareketinin serbest hale gelmesi ile başlamış, iletişim
ve bilgisayar teknolojilerindeki büyük gelişim ve değişimler ile etkisini çok büyük
boyutlara getirmiştir. Küreselleşme süreci, öncelikle ekonomik alanlarda etkisini
göstermiş ve daha sonra da kültürel ve sosyal alanlara etki etmeye başlamıştır.271
Küreselleşme, ülkelerin maddi ve manevi değerlerinin ve bu değerlerin çerçevesinde
oluşmuş olan birikimlerinin ulusal sınırları geçerek tüm dünyaya yayılması olarak da
tanımlanabilir. Tüm dünyaya yayılan bu değerler ve birikimleri sadece iktisadi değil
aynı zamanda sosyal, kültürel ve siyasi nitelikte de olabilmektedir.272 Küreselleşme
tanımından da anlaşılacağı gibi, küreselleşmenin ülkelerde yaşanan gelişim, değişim ve
yenilikleri tüm dünyaya teknolojik gelişmeler sayesinde yaydığı ve dünyayı etkilediği
söylenebilir. Bu bağlamda feminist hareketlerin dünyaya yayılma şekli olarak da
verilebilir.
Dünya’da devam eden ve kadın-erkek eşitliği üzerinde etkileri görülmeye
başlayan feminist hareketlerin yansımalarının sonuçları 80’li yıllarda Türkiye’de
görülmeye başlanmıştır. Bu yıllardan itibaren Türkiye’de her geçen gün artan feminist
hareketlerin etkisi sonucu feminizm kavramının getirileri birer toplumsal talep haline
gelmeye başlamıştır. Türkiye kadın-erkek eşitliği konusunda en geniş kapsama sahip
insan hakları belgesi olarak da tanımlanan Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her
Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ni 1985 yılında imzalamış ve sözleşme 1986
yılında yürürlüğe girmiştir. Türkiye’de 2001 yılı itibariyle kamuda çalışan kadınların
oranı %33, üniversitelerde öğretim elemanı olarak çalışan kadınların oranı %36, tüm
Türkiye’nin toplam profesör sayısında kadın profesörlerin oranı %25, kadın avukatların
271
“Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in TBMM’nin 21. Dönem 3. Yasama Yılı’nı Açılış
Konuşması-2”, 1 Ekim 2000, http://www.belgenet.com/arsiv/sezertbmm2000_02.html, 22.02.2006.
272
“Dünyada Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyonlar(AT,NAFTA,PASİFİK) ve Türkiye
(AT,EFTA,KEİ,Türk Cumhuriyetleri, EKİT(ECO), İslam Ülkeleri)İlişkileri”, Dünyada Küreselleşme ve
Bölgesel Alt Türk Komisyon Raporu-Kitap 2, T.C. Başbakanlığı Devlet Planlama Teşkilatı
Müsteşarlığı, Yayın No:DPT:2375-ÖİK:440, Ocak 1995, s:1
144
oranı %26, kadın mimarların oranı %30.6, eczacıların oranı %51 ve doktorların oranı da
%29’dur.273
80’li yıllarda yavaş yavaş oturmaya başlayan feminist hareketler sonucu
kadınlara iş olanaklarının arttırılması ve bir çok iş verenin cinsiyet ayrımı yapmadan
maaş ve ikramiye vermeye başlanmasının etkisi ile kadınların istihdam oranı artmıştır.
Amerika’da 2002 yılında yapılan nüfus sayımına göre, her beş kadından üçü çalışma
hayatındadır. 1985 yılında şirketlerde çalışan kadın müdürlerin oranı tüm müdürlerin
üçte biri iken 2002 yılında bu oran yarı yarıya haline gelmiştir. 500 en büyük anonim
şirketinde çalışan kadın memurların oranı 1983 yılında %12.5 iken bu oran 2002 yılında
%16 olmuştur. Büyük anonim şirketlerin %16’sında kadınlar, şirket içinde yer alan
takımların başkanlığını yapmakta ve onları yönetmektedirler. Ayrıca kadınlar yavaş
yavaş erkeklere atfedilen görevlere de sahip olmaya başlamışlardır. Örneğin, her 100
elektrikçiden ikisi ve 100 uçak teknisyeninden biri kadındır. Ayrıca kadınlar
günümüzde çok uluslu şirketlerin başında da yer almaktadırlar. Örneğin; Avon,
Hewlett-Packard, Lucent, Kraft, Xerox gibi şirketlerin CEO’ları kadındır.274
Özellikle kadınların ekonomik bağımsızlıklarına sahip olmaya ve iş hayatında
erkeklerle aynı platformda olmaya başlamaları sonucu, yalnızca çocuklarına bakan
anne, ev işleri ve eşi ile ilgilenen eş rolleri yavaş yavaş değişmeye başlamıştır.
Reklamcılar da hedef kitlelerini oluşturan kadınlara ulaşma çabası güderek, onların yeni
rollerine benzer rollerin yer aldığı reklam filmleri hazırlamaya başlamışlardır.275
Kadınların iş hayatında yer almaya başlamaları ve bu sayının her geçen gün giderek
artması sonucu, erkeklerin de rolleri yavaş yavaş bir değişim sürecine girmiş ve evleri
ve çocukları ile daha fazla ilgilenmeye başlamışlardır.276
2. Televizyon Reklamlarında Yer Almaya Başlayan Yeni Kadın ve Erkek
Rolleri
273
“Devlet Bakanı Güldal Akşit’in ‘2003 Küresel Kadın Zirvesi-Kadın Bakanlar Yuvarlak Masa
Toplantısı’nda Yaptığı Konuşma Metni”, 28.03.2003,
http://www.ucansupurge.org/index.php?option=com_content&task=view&id=1961&Itemid=72,
24.02.2006.
274
Bernice Kanner, a.g.e., s:12
275
Müge Elden, a.g.m., s:549
276
İmran Uğur/Sedat Şimşek, a.g.m., s: 556
145
80’li yıllar ile eşitlik kavramının toplumlararası yaygınlaşmaya başlaması
üzerine bu kavram reklam endüstrisi tarafından da sıklıkla kullanılmaya başlamıştır. Bu
tarihler ile birlikte “iyi anne”, “iyi eş”, “uzlaşmacı kadın” imajlarının yanı sıra
kadınların yeni bir imajı doğmuştur; “süper kadın”.277
“Süper kadın” imajı, hem çalışan ve iş yerinde başarı gösteren hem de eşine,
evine ve çocuklara bakmakla ilgili temel görevini unutmayarak başarı ile yerine getiren
kadındır. Ayrıca “süper kadın”, teknoloji ile barışık, yeni çıkan teknolojik aletleri ev ve
iş yaşantısında kullanan, ürün seçiminde özgür ve modern bir kadındır.278 Craig’e göre
yaratılan bu yeni kadın imajı sportif, enerjik ve her alanda kendine güveni tam kadındır.
Ancak yine de bu kadın vücudunu güzel göstermeye çalışır. Çünkü her kadının bir aile
ve güvenlik gereksinimi vardır ve bu gereksinimlere sahip olmak için her kadın bir
erkeğe ve bu bağlamda güzel ve çekici olmaya ihtiyaç duyar.279 Kilbourne ise, ortaya
çıkan bu yeni imajın gerçek anlamda yaşanan bir ilerlemeyi yansıtmadığını, daha çok
ilerlemeyi gösteren bir hayali yansıttığını söylemektedir.280
Toplumsal cinsiyet rollerinde yaşanan değişimler kadınların rollerini etkilediği
gibi erkeklerin rollerinde de değişimlere neden olmuştur. Kadınların iş hayatında daha
çok yer almaya başlamaları ile çekirdek ailelerde erkekler ev ve çocukları ile daha fazla
ilgilenmeye başlamışlardır. Pleck’in 1987 yılında yaptığı araştırmalar daha o yıllarda
erkeklerin ev ve çocuk bakımına katkısının artışını ve bu tür erkek imajlarının
popülerleşmeye başladığını gösterir.281
Yaşanan bu değişimler sonucunda erkeklerin de televizyon reklamlarında
kurulma şekilleri değişmeye başlamıştır.282 Erkeklerin televizyon reklamlarında yer alan
bu yeni imajı, daha eşitlikçi bakış açısını yansıtan “modern erkek” imajıdır. Bu imaja
sahip erkekler, daha çok evlerinde çocuklarının bakımını üstlenmiş, eşlerine evde ve
hayatta her şeyi paylaşan bir “ortak” bakış açısı ile yaklaşan ve ev işlerinde eşlerine
277
278
279
280
281
282
Nilüfer Timisi, a.g.e., s: 33
Johanna Illegard, a.g.e., s: 20
Steve Craig, a.g.m., s: 12
Jean Kilbourne, a.g.m., 28.12.2005
Gayle Kaufman, a.g.m., s: 440
Nilüfer Timisi, a.g.e., s: 33
146
yardımcı olanlardır.283 Ayrıca bu yeni erkek imajının yer aldığı televizyon
reklamlarında güldürü unsurlarının yer aldığı da görülmektedir. Bu durum da bu imajın
ciddiyetini etkilemektedir.284
Televizyon reklamlarında yer alan “modern erkek” imajının erkekleri üzerindeki
etkilerini araştıran B. Kanner, genel olarak erkeklerin bu yeni imajdan fazla
hoşlanmadıklarını ve geleneksel eril rollerinden vazgeçmeye pek de kararlı
olmadıklarını göstermiştir. İddiasını kanıtlama çabası güden Kanner, büyük bir reklam
ajansının müşteri ilişkileri başkanı olan Barbara Durham’ın şu açıklamasından söz
etmektedir; “Evet, toplumsal cinsiyet rolleri değişiyor ancak yaptığımız araştırmalar
erkeklerin erilliklerini ellerinden almanın çok da sağlıklı olmadığını göstermiştir.”
demektedir.285
Televizyon reklamlarında yer alan eril ve dişil modeller üzerinde incelemeler
yapan bilim adamlarının bulguları her ne kadar değişim yaşansa da, geleneksel kadın ve
erkek imajlarının yeni ve modern olanlara oranla daha fazla olduğunu ortaya
koymuştur. Toplumsal cinsiyetin oluşumu ve yansıtılması her ne kadar kültürlere göre
farklılıklar taşısa da çıkan sonuçlar, genel olarak bir çok ülkede televizyon
reklamlarında yer alan kadın ve erkek rollerinin gelenekselliklerini koruduklarını
göstermektedir. Bretl ve Cantor’un 1988 yılında Japonya’da, Zandpour, Chang ve
Catalano’nun 1992 yılında Tayvan ve Malezya’da, Gilly’nin 1988 yılında Meksika’da,
Furnham ve Bitar’ın 1993 yılında İngiltere’de, Mazella, Durkin, Cerini ve Buralli’nin
1992 yılında Avustralya’da, Gilly’nin 1988, Lovdal’ın 1989, Fejes’in 1992,
Signorelli’nin de 1992 yılında Amerika’da ve Uray ve Burnaz’ın 2003 yılında
Türkiye’de yapmış oldukları araştırmalar sonucu,286 televizyon reklamlarında yer alan
kadın ve erkeklerin modern imajlardan çok, daha geleneksel roller ile yansıtıldıkları
283
Iris Mayne, a.g.m., s:59
Marchand Roland, a.g.e., s:174
285
Jennifer Garst/Galen Bodenhausen, “Advertising Effects On Men’s Gender Role Attitudes”, Sex
Roles, Vol. 36, Ate.9/10, 1997, s:555
286
Akie N. Arima, a.g.m., s:1, Mary Jiang Bresnan, “Changing Gender Roles in Prime-Time
Commercials in Malaysia, Japan, Taiwan, and the United States”, Sex Roles: A Journal of Research,
July 2001, s: 2, “A Comparison of Cultural Values in Television Advertising in the United Kingdom, the
Netherlands and Germany”, http://www.stephweb.com/capstone/t4.shtml, 22.01.2006, Gayle
Kaufman, a.g.m., s: 443, Kenneh Allan, a.g.m., s:2, Nimet Uray/Şebnem Burnaz, a.g.m., s:85
284
147
söylenebilir. Genel olarak yapılan araştırmalarda kadınlar daha fazla kapalı mekanlarda
ev ve çocukları ile ilgilenir ve yemek yaparlarken, erkekler daha özgür ve bağımsız
birer birey olarak yansıtılmakta ve daha çok iş çevrelerinde görüntülenmektedir. 1997
yılında Debra Pryor ve Nancy Nelson Knupfer’in Amerika’da yaptıkları araştırma
sonuçları televizyon reklamlarında yer alan eril ve dişil özelliklerin bir genellemesi
olarak ele alınabilir.
Fizik
Özellikler
Sergilenen
Etki Alanları
Dişil
zayıf
duygusal
narin
sıcak kanlı
sosyal
narsist
vücut
özel
Eril
güçlü
mantıklı
haşin
soğukkanlı
rekabetçi
egemen
otorite
halk
Tablo 2-5: Televizyon Reklamlarında Yer Alan Stereotipler
Kaynak: Debra Pryor/Nancy Nelson Knupfer, “Gender Stereotypes and Selling Techniques in Television
Advertising: Effects On Society”, Selected Research and Development Presentations, 19th National
Convention of the Association for Educational Communications and Technology, Albuquerque, NM,
February 14-18, 1997, p:3
Yapılan araştırmalar sonucunda 80’li yıllardan sonra televizyon reklamlarında
yer alan eril ve dişil rollerde değişimler yaşandığı görülebilmektedir. Ancak bu
değişimler sonucunda ortaya çıkan “süper kadın” ve “modern erkek” imajları geleneksel
rollerin önüne geçememiş ve geleneksel eril ve dişil roller ağırlıklarını sürdürmeye
devam etmiştir.
Kısacası, reklamcılar yarattıkları reklamlarda yansıttıkları kadın ve erkeklerin
özellikleri, rolleri ve geleneksel veya modern tiplemeleri ile bireylere özenilen yaşam
tarzları ve modeller önerirler. Reklam mesajlarında yansıtılan yemek yapan eş, çocuğu
ile ilgilenen ve çocuğunun bakımını yapan baba yada çalışan, bakımlı anne ve modern
kadın karakterleri zaman içinde reklamların içinden çıkarak bireylerin hayatlarında
uyguladıkları birer hayat tarzı haline gelmektedir. Böylece reklamlar, bilinçli olarak
veya olmayarak bireylere yeni hayat tarzları sunmuş olmaktadır.287
287
Müge Elden, a.g.m., s: 540
148
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TELEVİZYON REKLAMLARININ GÖSTERGEBİLİMSEL
ÇÖZÜMLEMELERİ
I. ARAŞTIRMANIN KONUSU, ÖRNEKLEMİ VE YÖNTEMİ
Bilimsel bir çalışmanın geçerli kabul edilebilmesi için, araştırma konusunun
(amaç ve hipotez) açıkça belirtilmiş, örnekleminin amaca yönelik ve literatür ile uyumlu
bir şeklide oluşturulmuş ve sonuca ulaşabilmek için de kabul görmüş bir yöntemin
uygulanmış olması gerekliliği bulunmaktadır ve bu bağlamda yapılacak olan
araştırmanın konusunun (amaç ve hipotez), örnekleminin ve yönteminin belirtilmesinde
fayda bulunmaktadır. Ancak “ yöntem” başlığı altında verilecek yönteminin kullanım
amacının verilmesinden önce bu yöntemin ne olduğuna, kimler tarafından
geliştirildiğine ve kavramlarına bakmakta fayda olduğu düşünülmektedir.
Reklamın da içinde yer aldığı kitle iletişimin en temel özelliklerinden biri,
anlamları belirli gösterge sistemleri ile hazırlanmış mesajlar üretmektir. Göstergebilim
anlamların filmler, reklamlar, televizyon dizileri vb. tüm medya metinlerinde ne
şekillerde düzenlendiği ile ilgilenmektedir.288
Göstergebilim ile televizyondan aktarılan görüntülü ve hareketli reklamların
okunabilmesi aşamasında, reklamlarda yer alan ve işlevi olan göstergeler belirlenerek
yapısalcı bir yaklaşım aracılığı ile gösteren-gösterilen karşıtlığı açıklanmaktadır. Daha
sonra düzanlam ve yananlam boyutuna okumalar yapılarak anlamlandırma aşamasına
geçilmektedir.289
Göstergebilim (semiotic) terimini ilk kullanan modern düşünür John Locke,
İnsan Anlayışı Üzerine Bir Deneme (Essay Concerning Human Understanding) adlı
yapıtında göstergebilimin; zihnin nesneleri anlayabilmek yada bilgisini başkalarına
288
Arthur Asa Berger, Kitle İletişiminde Çözümleme Yöntemleri, Ed: Nazmi Utak/Aslı Tunç,
Anadolu Üniversitesi Eğitim,Sağlık ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları Yayınları, No:91, 1993, s:11
289
Seyide Parsa/Alev Fatoş Parsa, Göstergebilim Çözümlemeleri, 2. Baskı, Ege Üniversitesi
Basımevi, Bornova, İzmir, 2004, s:132
149
aktarabilmek için kullanmakta olduğu göstergelerin özyapısını ele alan bir çaba
olduğundan söz etmiştir.290
Çağdaş göstergebilimin iki kurucusu olduğu kabul edilir; İsviçreli Ferdinand
Saussure ve Amerikalı Charles Sanders Peirce. Ferdinand Saussure’ün Genel Dilbilim
Dersleri (Cours de Linguistique Generale) adlı ders notları, Saussure 1913 yılında
öldükten sonra öğrencileri tarafından 1916 yılında kitap haline getirilmiş ve
yayınlanmıştır. Saussure bu notlarda göstergebilimi; “toplum içindeki göstergelerin
yaşamını inceleyecek bilim” olarak tanımlamış291 ve genel olarak varlığından
“semiology” diye söz etmiştir.
Charles Sanders Peirce ise; Saussure’den farklı olarak göstergebilim kelimesinin
karşılığı olarak “semiotics” kelimesini kullanmıştır. Peirce, etik, matematik, metafizik,
yerçekimi kanunları, astronomi, optik, kimya, fonetik, ekonomi, erkekler-kadınlar,
meteoroloji, şarap, bilim tarihi vb. herhangi bir şeyin, bir göstergebilim çalışması olması
dışında incelenebilmesinin olanaksızlığını vurgulamış ve göstergebilimi tüm düşünce ve
bilimsel araştırmaların çerçevesi olarak tanımlamıştır.292
Göstergebilime katkıda bulunan bilim adamları, bu yöntemi farklı olarak ele
almış ve göstergebilimin en temel kavramı olan “gösterge”ye farklı olarak
yaklaşmışlardır. Kısaca tanımlamak gerekirse gösterge; “kendisi o şey olmadığı halde,
o şeyi çağrıştırarak iletişim sağlayan ve bir başka şeyi temsil eden her şeydir.”293 Bir
göstergenin üç temel özelliği bulunmaktadır. Öncelikle göstergelerin fiziksel olması
gerekmektedir. İkinci özellik olarak her gösterge, kendisi haricindeki bir şeye
gönderme yapmalıdır ve son olarak da bireyler tarafından o göstergenin ortak olarak
bilinmesi ve kullanılması gerekmektedir.294
Ferdinand Saussure’e göre gösterge, iletişim kurma veya her hangi bir şey
anlatabilme amacı güden iki birey arasında bulunan iletişimsel bir araçtır.295 Saussure,
290
Erol Mutlu, İletişim Sözlüğü, 2. Baskı, Ark Yayınevi, 1995, s: 142
“Göstergebilim”, Axis 2000, Milliyet,
http://www.felsefeekibi.com/site/default.asp?PG=498, 17.03.2006
292
Erol Mutlu, a.g.e., s: 143
293
Seyide Parsa/Alev Fatoş Parsa, a.g.e., s:8
294
Erol Mutlu, a.g.e., s: 141,142
295
Erol Mutlu, a.g.e., s: 140
291
150
tüm göstergelerin, göstergenin fiziksel boyutu olan gösteren ve göstergenin temsil ettiği
kavram boyutu olan gösterilenden oluştuğunu savunmaktadır. Örneğin “kedi” sözcüğü
bir gösterge ise, bu göstergenin göstereni; “k-e-d-i” ses dizisidir ve gösterileni ise
“kedi” kategorisi yani kedi denildiğinde akla gelendir. Saussure’e göre, göstergede
gösteren
ve
gösterilen
arasındaki
ilişki
kurulduğunda,
buna
anlamlandırma
denilmektedir. Anlam ise bu öğelerin aralarındaki yapısal ilişkilerde bulunmaktadır.296
Göstergelerin mantığı sergilediğini savunan Charles Sanders Peirce göstergeyi;
“Biri için herhangi bir şeyi belli bakımlardan yada bir sıfatla temsil eden bir şey”297
olarak tanımlamıştır.
Göstergebilim araştırmalarına katkıda bulunmuş bir diğer önemli isim de Fransız
yazar Roland Barthes’tir. Roland Barthes ise gösterge kavramı tanımında, göstergenin
biçim ve içerikten oluşan bir yapısı bulunduğundan söz etmekte ve biçimin gösterenin,
içeriğin ise gösterilenin karşılığı olduğunu savunmaktadır.298 Barthes gösterge
kavramını tanımlayabilmek için bir örnek vermiştir. Barthes’in örneğine göre; gül bir
çiçektir. Ancak o gül bir erkek tarafından bir kadına verildiğinde, bu bir gösterge
olmaktadır. Çünkü bu durumda gül erkeğin romantik duygularına gönderme yapmakta
ve gülün, erkeğin romantik duygularına gönderme yaptığı da kadın tarafından kabul
edilmektedir.299
Ayrıca Barthes’in göstergebilime yaptığı en büyük katkı, ortaya koyduğu iki
kavramdır. Göstergelerin en temel işlevinin anlamlar yaratmak olduğunu savunan
Barthes, anlamların görünenden görünmeyene doğru ilerleyen bazı katmanlardan
oluştuğunu savunmaktadır. Bu anlamların nasıl ve hangi düzeyde gerçekleştiğinin
tanımlama amacı güderek düzanlam ve yananlam kavramlarını ortaya koymuştur. Bu
bağlamda birinci düzeyde düzanlam, ikinci düzeyde ise yananlam bulunmaktadır.300
Birinci düzey aslında ilk olarak Saussure’nin üzerinde çalışmalar yaptığı bir düzeydir.
Bu düzey, göstergenin göstereni ve gösterileni arasındaki ilişkiyi ve göstergenin dış
dünyadaki göndergesi ile olan ilişkisini tanımlamaya yaramaktadır. İşte Barthes’in
296
297
298
299
300
Seyide Parsa/Alev Fatoş Parsa, a.g.e., s:8-9,55-56
Erol Mutlu, a.g.e., s: 140
Seyide Parsa/Alev Fatoş Parsa, a.g.e., s:15
Erol Mutlu, a.g.e., s: 141
Seyide Parsa/Alev Fatoş Parsa, a.g.e., s:60
151
düzanlam olarak tanımladığı bu anlamlandırma düzeyi, göstergenin tüm toplumca kabul
görmüş ve doğru olarak tanımlanan anlamına gönderme yapmaktadır. Barthes’in ikinci
anlamlandırma düzeyi ise yananlamdır. Yananlam düzeyi, göstergelerin, bireylerin
kültürel değerleri, duyguları veya heyecanları ile bir araya geldiğinde oluşan etkileşimi
tanımlamaya yaramaktadır. Bu etkileşim sırasında göstergeyi yorumlayan bireyin
yorumuna, bireyin kendisinin olduğu kadar göstergenin veya nesnenin de etki vardır.301
Düzanlam ve yananlam düzeyleri arasındaki farkı tanımlayabilmek amacı ile
birbirinden farklı olarak çekilmiş iki fotoğraf örnek verilebilir. Her iki fotoğraf da aynı
sokakta çekilmiştir. Ancak fotoğraflardan biri renkli bir diğeri ise siyah-beyaz olarak
çekilmiştir. Her iki fotoğrafta da aynı düzanlam (neyin fotoğraflandığı) ancak farklı
yananlamlar (nasıl fotoğraflandığı) bulunmaktadır.302
A. ARAŞTIRMANIN KONUSU
Toplumsallaşma aracıları arasında önemli bir yer tutan medya ve özellikle
televizyon bir bireyin toplumsal cinsiyet kimliği gelişiminde etkili bir role sahiptir.
Televizyon reklamlarında yer aldığı düşünülen eril ve dişil modellerin de bireyin
toplumsal cinsiyet kimliği üzerinde etkili olduğu düşünülmektedir. Bu bağlamda
araştırmanın amacı ve hipotezi oluşturulmuştur.
1. Araştırmanın Amacı
Televizyon reklamlarında verilen mesajlarda birey, çocuk ve aile kavramlarına
değinilmektedir ve bunların toplumsallaşma süreci üzerindeki etkileri yadsınamaz. Bu
bağlamda reklam mesajları ile aktarılan söylem ve eylemlerin eril ve dişil özellikler
taşıdığı söylenebilir. Televizyon reklamlarında yer alan eril ve dişil özelliklerin ortaya
çıkarılması araştırmanın amacını oluşturmaktadır.
2. Araştırmanın Hipotezi
Televizyon reklamlarından aktarılan toplumsal cinsiyet mesajlarında eril
ve dişil özelliklerin bulunduğu araştırmanın hipotezini oluşturmaktadır.
301
302
John Fiske, a.g.e., s: 116
Johanna Illegard, a.g.e., s: 25
152
B. ARAŞTIRMANIN ÖRNEKLEMİ
Araştırma için amaçsal/yargısal örneklem metodu kullanılmıştır. Bu örneklem
metodu ile reklam filmleri, literatür çalışmalarında verilen toplumsal cinsiyet
kavramlarını içerenler arasından seçilmiştir. Araştırma örneklemi, 2002-2006 yılları
arasında yayınlanan 14 reklamlar filminden oluşmaktadır. Reklam filmleri seçilirken
güncel olanların (2005-2006) ağırlıklı olarak örneklem içinde yer almasına özen
gösterilmiştir. Aşağıda seçilen 14 reklam filminin yayınlandıkları yıllar Tablo 3-1’de ve
Tablo 3-2’de sektörler verilmiştir.
Yıl
Reklam Filmi
2006
Pınar Sucuk, Derby, Nike, Moulinex, Demirdöküm, Kalbim
2005
Rodeo, Orkid, Rejoice, Jagler
2004
Teremyağ, Herobaby
2003
Bingo
2002
İçimsüt
Tablo 3-1: Reklam Filmlerinin Yayınlandıkları Yıllar
Sektörler
Reklam Filmi
Gıda
Pınar Sucuk, Kalbim, Rodeo, Teremyağ, Herobaby,
İçimsüt
Kişisel
Bakım
Derby, Orkid, Rejoice, Jagler
Ev Eşyası
Moulinex, Demirdöküm
Temizlik
Bingo
Giyim
Nike
Tablo 3-2: Reklam Filmlerinin Sektörlere Göre Ayrımı
153
C. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ
Göstergebilimin yukarıda belirtilen, reklam metinlerinde yer alan göstergelerin
ve dilin incelenmesi konusundaki becerisi göz önünde bulundurularak, reklam
metinlerinde var olduğu savunulan toplumsal cinsiyete dair mesajlar göstergebilimsel
(gösteren, gösterilen, düzanlam, yananlam) çözümleme tekniği ile incelenecektir.
Reklamların göstergebilimsel çözümlemelerine geçmeden önce göstergebilimsel
kavramalara bakılması uygun görülmektedir.
II. ÖRNEK REKLAM ÇÖZÜMLEMELERİ
Bu bölümde 14 reklam filminin göstergebilimsel çözümlemeleri, aynı sektörler
ardarda gelecek şekilde ve 2006 yılı reklamlarından 2002 yılı reklamlarına doğru
sıralanmıştır.
A. PINAR SUCUK REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ
Gösteren
Gösterilen
Düzanlam
Yananlam
Mutfak
Yemek
yenilen/hazırlanılan
yer
Modern erkek tipi
İçinde mutfak aletlerin
yer aldığı,evin yemek
pişirilen odası
Gri penye bluzlu,
esmer, genç erkek
Kahvaltı keyfi
Pazar kahvaltısı
Haftanın son günü
Kadın rengi
Annenin sabahlığı ve
kız çocuğunun
pijamasının kırmızı ve
beyazın karıştırılması
ile oluşan rengi
Standart sucuk
Pınar’ın ürettiği bir
sucuk çeşidi
Eşsiz Özel Baharatlı
Pınar’ın ürettiği bir
sucuk çeşidi
Kahvaltı
hazırlayan
baba
Pazar sabahı
Annenin
pembe
sabahlığı ve
kız
çocuğunun
pembe pijama
Pınar Klasik
Sucuk
Pınar Şölen
Sucuk
Eşe ve çocuğa
öncelik
Mutluluk, dinlence,
huzur
Anne-kız
benzerliği,
toplumsallaşma
sürecinde anneye
benzeme
Hem anneye hem
de kızlarına uygun,
aynılık
Erkeklere uygun,
farklı
Tablo 3-3: Gösterge Çözümleme Tablosu
154
Reklam filmi ev içi mekanda, özellikle evin mutfağında geçmekte ve huzur
verici bir müzik arka planda çalmaktadır. Bu müzik devam ederken mutfağa bir erkek
girer. Böylece kadının hakim olmasına alışkın olunan mutfakta bir erkek bulunmaktadır.
Erkek öncelikle mutfak tezgahına yönelir ve tezgahın üzerinde duran kırmızı örtüyü
kaldırır. Örtünün altında üç paket Pınar Sucuk bulunmaktadır. Ardından erkek yavaş
çekimde tezgahın üstünde duran bıçaklıktan bir bıçak alır ve yakın çekimde bıçak ile bir
domatesi keserken görüntülenen erkeğin eli ile müzik değişir. Müzik artık huzurlu bir
Pazar sabahını tanımlamaktan çok bir savaş müziğini andırmaktadır. Müzik eşliğinde
erkek Pınar Klasik Sucuk’ları doğrar ve biberler ile birlikte tavaya atar. Hazırlanan
kahvaltının kokusu tüm eve yayılmıştır ve işte bu noktada erkeğin evde yalnız olmadığı
anlaşılacaktır. Sucukların kokusu ile yatağından uyanan bir kadın görüntüye girer. İşte
bu noktada geleneksel aile yapısına tezat olarak mutfakta evin erkeğinin kahvaltı
hazırlamakta ve evin kadının henüz uyanmakta olduğu anlaşılır.
Geleneksel Türk toplumunun eril dişil modelinin sunduğu, çalışan erkeğin pazar
günleri geç kalktığı ve kahvaltısını karşısında bulduğu durumun tam tersi karşımıza
çıkmaktadır. Evin erkeği önce “bu karım için!”, der ve ardından devam etmekte olan
savaş müziği eşliğinde ekmek keser ve Pınar Klasik Sucuk dilimlerini ekmeğin üstüne
sıralamaya başlar. Hazırlamış olduğu tabağı masaya koyar ve bu sefer “bu kızım için!”
der. Bu noktada görüntüye yeni uyanmış bir kız girer ve erkeğin bir baba olduğu
anlaşılır. Son olarak erkek yumurta eşliğinde pişirdiği Pınar Şölen Sucuk’un da kendisi
için hazırlandığını belirtmek amacı ile “bu da benim için!” diyerek üstlendiği görevi
pekiştirmektedir. Artık kahvaltı hazırlanmış ve anne ile kızı mutfaktan içeri girmiştir.
Anne ve kızının içeri girmesi ile reklam filminin başında duyulan huzur verici müzik
yine duyulmaya başlamış ve savaş müziğini andıran müzik yok olmuştur. Bu durum
erkeğin güç, çaba, cesaret ve başarı ile gerçekleştirdiği görevinin sona erdiğini ve
toplumda aile mutluluğunu, huzurunu ve düzenini sağlayıcı cins olan kadınların
geldiğini göstermektedir.
Reklamda dikkati çeken nokta, karısına ve kızına öncelik vererek evin erkeğinin
kendisini son sıraya koymasıdır. Bu durum ataerkil toplum modeline ters düşen bir
görünümdür. Genel toplumsal cinsiyet rollerinde kadın aileyi bir arada tutmak amacı ile
155
evde yemek yapmaktadır. Erkekler ise, toplumsallaşma süreçlerinde kendilerini
düşünmeyi öğrenirler. Fakat bu reklamda günümüzde 80’li yıllar sonrası görülmeye
başlayan paylaşımcı, ev işlerine yardımcı olan ve kendinden önce karısını ve çocuğunu
düşünen modern erkek imajı görülmektedir. Ancak reklamı seslendiren dış ses yine de
bir erkeğe aittir ve kullanılan sucukların cinsler için kullanılan sucukların çeşitleri
farklıdır. Pınar Klasik Sucuk, öncelikle anne için hazırlanmış ve daha sonra kız
çocuğunun kahvaltısı için de aynı sucuk kullanılmıştır. Son olarak baba kendisine
baharatlı ve özel bir sucuk olarak tanımlanan Pınar Şölen Sucuk ile kahvaltısını
hazırlamıştır.
Reklamda genel olarak Pınar Sucuk, ailenin bütünlüğünü, mutluluğunu sağlayan
bir araç konumunda gösterilmiştir. Evin erkeği, karısı ve çocuğu için kahvaltı
hazırlamakta ve erkeği bunu yapmaya motive edenin Pınar Sucuk olduğu öne
sürülmektedir. Reklam filmi ile “Eğer Pınar sucuk alırsanız pazar sabahları bir arada ve
mutluluk içinde kahvaltı edebilirsiniz” mesajı verilmektedir.
B. KALBİM REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ
Gösteren
Gösterilen
Düzanlam
Yananlam
Oyuncak
Ateş etme sesi
çıkaran köpek
Plastik çocuk
eğlencesi
Kayınpeder
Bilgili erkek
Kayınvalidenin
soruları
Merak
Kalbim
Margarin
Yaşlı, beyaz saçlı
erkek
Kızıl saçlı, yaşlı
kadının yönelttiği
sorular
Margarin
Toplumsallaşma sürecinde
erkek çocuğun oynadığı
oyuncak
Deneyim, doğru bilgi,
güven, kibir, akıl
Kocam doğrusunu bilir
Hem sağlık hem de lezzet
kaynağı
Tablo 3-4: Gösterge Çözümleme Tablosu
Reklam filmi bir evin salonunda başlamaktadır. Evin görünüşü açık Amerikan
mutfağı ve dizaynı ile modern bir görünüme sahiptir. İlk karede yaşlı bir erkek elinde
arkadan bir köpek kafasına benzeyen bir oyuncak tutmaktadır. Sarı ve plastik bir köpek
olduğu düşünülen oyuncaktan düzenli olarak ateş etme dijital bir ateş etme sesi
çıkmaktadır. Yaşlı adamın hemen yanında da 6-7 yaşlarında bir erkek çocuk dedesinin
elindeki oyuncağa dikkatle bakmakta ve oyuncağa arada bir dokunmaktadır. Dede ve
156
torunun hemen arkasında kızıl saçlı yaşlı bir kadın durmaktadır. Kadın okuma yakın
okuma gözlüğünü takarak merakla bir şeye bakmaktadır. O sırada çocuğun annesi
olduğu düşünülen genç ve bakımlı bir kadın çocuk ve dedesinin yanına gelerek “Hadi
canım, ellerimizi yıkayalım. Baban da gelmek üzere” diyerek çocuğu yemek öncesi
ellerini yıkamaya götürmeye çalışmaktadır.
O sırada genç ve güzel kadının kayınvalidesi olduğu anlaşılan yaşlı kadın havayı
koklayarak kokan yemeğin güzelliğini fark etmiş ve “bizim gelin neler yapmış böyle”
diyerek merakla mutfağa yönelmiştir. Kadının kocası olan yaşlı erkek ise karısını
yumuşak ama bilgiç bir sesle uyararak “karıştırma kızın mutfağını” der. Kayınvalide
ocağın hemen yanında duran ve bu güzel kokuların kaynağını görür. Ocağın yanında
Ülker Kalbim margarin durmaktadır. Kayınvalide şaşırmış bir tavırla yakın okuma
gözlüğünü takarak “Aa Kalbim mi! Bununla mı yapmış bütün yemekleri” der ve o sırada
kocası arkasından nazikçe yaklaşır. Kadın Kalbim ambalajının üzerinde yazan ürün
özelliklerini tek tek okumakta ve kocasına bu özelliklerin ne demek olduğunu
sormaktadır. “Omega ne?” sorusuna kocası rahat ve bilgiç bir tavırla “E işte kalp
sağlığı için” der. Kadının “Ya bu vitaminler?” sorusuna erkek bir öğretmen edası ile
cevap verir gibi “Bağışıklık sistemini güçlendiriyor, sağlıklı büyüme sağlıyor” cevabını
verir. Kadın aldığı cevaplardan tatmin olmuş ve ürün özelliklerini kocasının bilgi
dağarcığı sayesinde öğrenmiştir. Kocası yerine geçerken selam verircesine yere doğru
hafifçe eğilerek ve kollarını iki yana açarak konu ile ilgili bilgilerini aktarmaya devam
eder ve “Üstelik doymamış yağ oranı yüksek” der ve bu seferki ses tonundan karısına
“bunu da mı bilmiyorsun” der gibidir. Kayınvalide ürün özellik ve yararlarını duyunca
“Biz de mi bundan alsak?” diye kocasına sorar. Kocasının bu soruya verdiği cevap
duyulmaz.
Bir sonraki karede evin kadını yemek masasının üzerine yapmış olduğu
yemekleri koyar ve görüntü masada oturan genç erkeğe odaklanır. Kadının kocası ve
evin erkeği olduğu belli olan erkek karısını yapmış olduğu yemekler için tebrik eder ve
onu bu bağlamda ne kadar taktir ettiğini belli edercesine karısına gülümser. Yemekler
yenmeye başlamış ve masadan “eline sağlık”, “çok lezzetli”, “çok güzel olmuş” sözleri
yükselmeye başlamıştır. Herkes yemeklerini yerken evin kadını hala ayakta eşine,
157
eşinin anne ve babasına, çocuğuna hizmet vermekte ancak aldığı takdirler ile mutluluk
içinde gülümsemektedir.
Reklam filminde modern görünümlü bir aile yer almaktadır. Ancak bu modern
ailenin geleneksel davranış kalıplarına sahip ve geleneksel eril ve dişil modelleri
yansıttığı görülmektedir. Öncelikle evin küçük çocuğunun dede ile birlikte oturup ateş
etme sesleri çıkaran bir köpekle oynadığı dikkati çekmiştir. Toplumsallaşma sürecinde
çocuklar ilk başlarda ailelerinin onlara uygun gördükleri oyuncaklar ile oynama
eğilimindedirler. Erkek çocuklar ateş eden, savaş, hız ve dövüş temaları içeren
oyuncaklar ile oynama, kız çocukları ise Barbie bebekler, ev ve mutfak eşyalarını dair
oyuncaklar ile oynama eğilimindedirler. Bu reklamda yer alan oyuncağın bir köpek
olduğu anlaşılmaktadır. Reklam her ne kadar oyuncak bir silah yada buna benzer şiddet
içeren oyuncaklar içermese de, köpekten çıkan ateş etme sesleri oyuncağın bir erkek
oyuncağı olduğunu göstermektedir.
Kayınvalidenin gelinini kıskanması ve ne yemek yaptığını merak ederek
mutfağa yönelmesi geleneksel bir kayınvalide imajını desteklemektedir. Ayrıca ürün
özelliklerini bilmeyerek merakla kocasına sorması da kendinden çok kocasının bilgi ve
deneyimlerine güvendiğini göstermektedir. Kocası ise kendinden emin, bilgiç ve
gururlu tavırlar ile soruları cevaplamaktadır. Televizyon reklamlarında erkeğin bilgi ve
deneyiminin ön plana çıkarılması durumu bu reklamda da söz konusudur. Son karelerde
ise evin genç kadınının, yaptığı lezzetli yemekler sayesinde önce kocasından daha sonra
da kocasının ailesinden aldığı takdir ve tebrikler ile çok mutlu bir ifade ile yemek
servisi yapması ise geleneksel dişil modelinin bir göstergesidir. Ayrıca genç kadın bu
yemekler sayesinde tüm ailenin mutluluğunu ve huzurunu sağlamış ve aileyi bir arada
tutmuştur.
Reklam filminde doymamış yağ oranı yüksek bir margarin olan Kalbim içerdiği
Omega 3, 6 ve B6, B12, E vitaminleri ile sağlıklı yemeklerin kaynağı olarak
gösterilmekte ve bu ürünü yaşlıların da kullanabileceği vurgulanmaktadır. Ayrıca
kullanıldığında yemeklere kattığı lezzet ile de tüm ailenin beğenisini kazanmaktadır. Bu
bağlamda Kalbim margarin bireylerin sağlıklarını bozmadan onlara damak zevklerine
uygun lezzetler sağlayan bir sağlık ve lezzet kaynağı olarak tanımlanmıştır. Reklam
158
filminde “Kalbim margarin ile pişirilmiş yemekleri yiyen her yaştan bireyin, sağlıkla
gelen lezzete kavuşacağı” mesajı verilmektedir.
C. RODEO REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ
Gösteren
Mustafa
Gösterilen
Sert, geleneksel
erkek
Düzanlam
Mavi gözlü, beyaz tenli,
genç erkek
Yananlam
Güç, cesaret, kendinden
eminlik, zorlukların
üstesinden gelme, başarı
Erkek üstünlüğü
Sert
bakışlar
Bulaşık
yıkamak
Korkusuzluk ve
meydan okuma
Bulaşıkların
temizlenmesi
Rodeo
Çikolata
İnsanın bakışlarından
alınan ifade
Kirli mutfak gereçlerinin Geleneksel kadın tipi
deterjan yardımı ile
yıkanması
Çikolata
Güce sahip olma, keyfi
yerine getirme
Tablo 3-5: Gösterge Çözümleme Tablosu
Reklam filminin geçtiği mekan evdir. İlk karede Mustafa odasında, masasının
üzerinde duran bir Rodeo’ya uzanırken görülmektedir. Arka planda çalan Carl Orff’un
Carmina Burana’sıdır ve bu senfonik şiir yüksek sesi ile meydan okuma ve cesarete
dair davranışlar geleceğini hissettirmektedir. Güçlü bir erkek sesi olan dış sesin “Yeni
Rodeo ve İşte Mustafa!” sözleri ile reklâmın başat karakteri ve ürünü seyirciye
sunulmaktadır. Mustafa Rodeo’yu yavaş çekimde ısırır ve yine yavaş çekimde ayağa
kalkar. Mustafa ayağa kalktığında yüzündeki sert ifade ve bakışlar yakın çekim ile
gösterilerek dikkatlice vurgulanmaktadır. Mustafa’nın gözlerinin ve bakışlarının
vurgulandığı anda dış ses “O bir Rodeo erkeği” sözü ile Rodeo’nun geleneksel eril
modele verdiği katkı vurgulanmaktadır.
Ardından Mustafa odasından çıkarak, loş ve tepeden aydınlatılmış, uzun
koridorda ağır çekimde ve iyice güçlenen müzik eşliğinde yürümeye başlar.
Mustafa’ya, koridorun loşluğu, aydınlatması ve kamera açısı ile boks müsabakasına
çıkma hazırlığı yapan bir dövüşçü izleniminin verildiği görülmektedir. Ayrıca
Mustafa’nın yürürken boksörlerin maç öncesi yaptıkları gibi kafasını sağa ve sola
eğerek, boyun kaslarını dövüşe hazırlama hareketi yaptığı dikkat çekmiştir. Mustafa
halen koridorda ağır çekimde yürürken duyulan“Rodeo’nun yer fıstığı var. Sana güç
versin diye Mustafa!” cümlesi ile izleyiciye Mustafa’nın az sonra güç gerektiren bir
159
mücadelenin içine gireceği izlenimi verilmektedir. Bu cümlenin üzerine Mustafa hırsla
Rodeo’yu bir kez daha sert bir şekilde ısırır. Dış ses, “Karameli ve çikolatası var.
Keyfini yerine getirsin diye Mustafa!” metnini okuduğunda Mustafa’nın bir erkek
olarak keyfinin yerine getirilmesi gerektiği mesajı verilmektedir. Mustafa ağzındaki
Rodeo lokmalarını çiğneyerek mutfağa doğru girer ve dış ses ona “Göster kendini
Mustafa” diyerek Mustafa’ya cesaret vermekten çok ona, onun başaracağından emin
olduğunu söyler gibidir.
Mustafa mutfağa girdiği anda Carl Orff’un Carmina Burana’sı durarak yerini su
sesine bırakır. Su sesi, mutfak lavabosunda bulaşık yıkamakta olan Mustafa’nın
annesinden gelmektedir. Mustafa doğrudan mutfak masasının üzerinde duran salça
kavanozuna yönelir ve kas gücüyle, ellerini kullanarak kavanozu açar, arkasını dönerek
mutfak kapısına yönelir. Annesi yorgunluğunu belirtircesine gözüne gelen saçlarını
elinin tersi ile arkaya atar ve “Ay sağol evladım” der. Mustafa annesine cevap vermek
yerine sağ elini “önemli değil” dercesine havaya kaldırarak mutfaktan çıkar. Mustafa
mutfaktan çıkarken müzik yine başlar ve dış sesin “yeni görevler seni bekliyor
Mustafa!” metnini okuması ile bu durumun Mustafa’nın bir görevi olduğu
belirtilmektedir.
Reklamın sonunda ise dış ses “Yeni Rodeo, Aliler, Ahmetler ve Hüseyinler için!
Ayşeler de tadabilir!” der. Bu cümle ile Rodeo ürününün erkek hedef kitle için daha
uygun olduğu belirtilmektedir. “Ayşeler de tadabilir” ifadesiyle, kadınların da bu ürünü
tüketilebilecekleri ancak ürünün getirileri olan güç, hırs, başarı, cesaret gibi özelliklerin
erkeklere daha uygun olabileceği belirtilmektedir. Ayrıca bu ifade ile erkek, kadınlar
karşısında yüceltilmiş ve kadınların hayattaki ikinci plandaki yerleri vurgulanmıştır.
Reklamda Mustafa’ya atfedilen eril özellikler güç, kuvvet, korkusuzluk,
zorlukların üstesinden gelme gibi geleneksel eril modelin kavramlarıdır. Reklamda
verilmek istenilen mesaj; Rodeo ürünü tüketildikçe erkeği daha güçlü yapmaktadır ve
keyfinin yerine getirilmesi gereğini de karşılayacağıdır. Reklam filminde erkek her ne
kadar güçlü olsa da hizmet edilmesi gereken bir konuma yerleştirilmektedir. Anne
mutfakta bulaşık yıkamaktadır, bir yandan yemek pişirmektedir. Buna rağmen kavanozu
açtığı için Mustafa’ya teşekkür etmekte ve minnet duymaktadır.
160
Reklam filmi ile “Rodeo’yu tüketen erkeklerin güce kavuştukları gibi
keyiflerinin de yerine geleceği” mesajı verilmektedir.
D. TEREMYAĞ REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ
Gösteren
Gösterilen
Düzanlam
Yananlam
Mutfak
Kadına ait alan
Ailenin birlikteliğini
sağlayacak alan
Kayınvalide
Başarılı ve
geleneksel ev
kadını
Başarılı olmaya
çalışan genç,
geleneksel ev
kadını
Tereyağı
lezzetinde
margarin
İçinde mutfak
aletlerin yer aldığı,
evin yemek
pişirilen odası
Genç kadının
kocasının annesi,
yaşlı kadın
Erkeğin resmi
nikahlı eşi, genç
kadın
Gelin
Teremyağ
Margarin
Kıskançlık, takdirin
edilmişliğin gururu ve
başarısı,kurnazlık
Güzellik, sorun, koca
tarafından takdir edilme
çabası, saflık
Lezzetli yemeğin, başarılı eş
olmanın ve koca tarafından
takdir edilmenin sırrı
Tablo 3-6: Gösterge Çözümleme Tablosu
Reklam filmi, çalan bir telefon zili ile başlamaktadır. Görüntü ikiye bölünmüş ve
ekranın sağ tarafında 50’li yaşlarında bir kadının mutfağında dolma hazırlamakta
olduğu görülmektedir. Ekranın sol tarafında ise mavi zemin üzerinde “İyi yemeğin sırrı
ne?” sorusu yer almaktadır. Çalan telefona görüntünün sağ tarafındaki kadın cevap
verince, ekranın sol tarafındaki yazı da sol tarafa doğru kayarak 20’li yaşlarında güzel,
bakımlı bir kadın görüntüye girer ve ekranın sağ tarafındaki kadına “anneciğim” diye
hitap eder. Birbirlerinin seslerini duyduklarına yüz ifadelerinden ve mimiklerinden çok
da fazla hoşlanmadıkları belli olan iki kadın zoraki bir diyaloga başlarlar. Genç olan
kadın “Anneciğim, Koray tutturdu, güveci de pilavı da sizin yaptığınız gibi
yapamıyormuşum” der ve bu noktada soldaki genç kadının sağdaki kadının gelini
olduğunun sinyalleri verilir. Gelinin bu yakarışı kocasının lezzetli yemekler yaparsa
takdirini kazanacağını ve bu taktiri kazanabilmek için de kayınvalidesinin formülüne
ihtiyaç duyduğunu üstü kapalı bir şekilde dile getirir niteliktedir. Kayınvalidenin yüzü
gelininin yakarışı üzerine gülmeye başlar ve imalı bir şekilde “Sen nasıl yaptın?” diye
sorar. Gelinin verdiği “sizin dediğiniz” gibi cevabı ile kayınvalidenin gelinine lezzetli
161
pilavın sırrını söylemediği ve bu konuda tek kalma istediği anlaşılmaktadır. Kayınvalide
başta bunu sır olarak saklamak ister ancak gelin ekranın sağ tarafına uzanarak lezzetli
pilavın formülünde Teremyağ olduğunu görür ve kayınvalidesine sitem eder.
Reklamın sonunda ise Teremyağ ile kadının başarıya ulaştığı görülmektedir.
Karısı ile telefonda konuşan erkek “hayatım bu gece iş toplantım var” demek üzere
iken Teremyağ ile pişmiş pilavın kokusunu duyar ve yarım bıraktığı cümlesini “iş
toplantım falan yok” diye tamamlayarak heyecanlanır. Erkeğin bir an önce güzel ve
lezzetli bir yemek sayesinde evine dönmeye hazırlanacağı fikri verilir. Genç kadın ise
başarısı ile mutlu ve gururlu olmuştur çünkü erkeği tarafından beğenilmiş, takdirini
kazanmıştır. Ayrıca evine erken gelen erkeği ile ailenin bütünlüğünü ve mutluluğunu da
sağlamış olacaktır.
Reklam filmlerinde ideal bir dünya çizilir ve kadın gün içinde tüm ev işlerini
mükemmel bir şekilde yapmaya çalışır. Kadınlar bu reklâmlarda daha iyi
temizleyebilmek, daha iyi yemek yapabilmek için birbirleri ile yarış içindedirler.
Görevlerini daha iyi yerine getiren kadın arkadaşları ve çevresi tarafından takdir edilir.
Ancak bu reklamda kadının en temel çabası kocası tarafından takdir edilebilmek ve
böylece beğenilmektir. Gıda ürünlerinin yer aldığı diğer reklâmlarda olduğu gibi bu
reklamda da kadınlar mutfakta yemek hazırlamakta yani mutfak işi ile ilgilenmektedir.
Bu tür reklam filmlerinde kadının ailenin birlikteliği ve mutluluğunu sağlayıcı özelliği
vurgulanmakta ve bu reklamda da kadın eşinin takdirini kazanmak istemesindeki ikinci
amaç kayınvalidesi ile rekabet ederek ve onun gibi yemek yaparak ailesinin huzurunu
ve mutluluğunu sağlamaya çalışmaktadır. Bu takdiri kadına sağlayacak olan da lezzetli
yemeğin başarılı ev kadınının sırrı Teremyağ’dır.
Yukarıda verilenlerden yola çıkılarak bu reklam filmi ile “Başkalarını gölgede
bırakacak ve takdir kazanılmasını sağlayacak lezzetli yemeklerin sırrı Teremyağ’dır”
mesajının verildiği söylenebilir.
162
E. HEROBABY REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ
Gösteren
Gösterilen
Düzanlam
Yananlam
Bebek
Mavi gözlü, sarışın bebek
Anne ilgisine muhtaçlık
Anne
Kollanma ve ilgi
ihtiyacı
Geleneksel anne
İlgi, şefkat
Öpme
Şefkat, sevgi
Herobaby
Bebek bisküvisi
Kumral, pembe süveterli,
genç kadın
Dudakları başka bir tene
değdirme eylemi
Bebek bisküvisi
Anneliğin simgesi
Parlak bir gelecek için
doğru beslenme
Tablo 3-7: Gösterge Çözümleme Tablosu
Reklam filmi pembe örtülü yatağında yatan ve yukarıdan sarkan oyuncaklara
meraklı bakışlarla bakan ve onlara ulaşmaya çalışan bir kız bebeğin görüntüsü ile
başlamaktadır. Bu görüntüler esnasında erkek sesi olan dış sesin “Bebekler için neyin en
iyi olduğunu, en iyi kim bilir?” sorusu duyulmakta ve izleyicinin cevabı tahmin etmeleri
beklenilirken bebeğini kucağına almış onu nazikçe öpen bir anne görülmekte ve dış
sesten kendi sorduğu soruya “Tabii ki anneler!” yanıtı gelmektedir.
“Tabii ki anneler!” yanıtı ile vermek istediği gizli mesajın, ‘bebekleri için neyin
en iyisi olduğunu bilmesi gereken kişiler anneleridir’ olduğu görülmektedir. Bu mesajın
ardından annenin dikkat kesilerek, diğer mesajları takip etmesi beklenir. Çünkü reklam
bilmediği şeyleri anneye söyleyerek onu rahatlatmak üzeredir. Soru ile, anne üzerinde
yaratılan gerilim az sonra çözüme ulaşacaktır.
“İşte bebekleri için en iyisini bilen ve en iyisini isteyen annelere uzmanlar
tarafından geliştirilmiş ideal bebe bisküvisi!” olası bir problemin çözümü olarak
sunulmakta ve hemen ardından, “en çok mineral, en çok vitamin ve bağışıklık sistemini
güçlendiren prebiyotik içeren yeni Ülker Bebe Bisküvisi” metni giriş kısmındaki metne
kıyasla daha mantıklı bir yaklaşımla faydasını, içeriğiyle sunarak mesajı pekiştirip
anneleri bilgilendirmektedir.
“Bebeğinizin geleceği çok parlak” metniyle gelen sonuç kısmında ise annenin
bebeğini Herobaby ile beslediğini varsayılarak gelecekte bunun sonuçlarının bebeğin
zekâsını olumlu yönde etkileyeceği vaat edilmektedir.
163
Reklamın görsel göstergelerine baktığımız zaman, mavi gözlü sağlıklı bir bebek
ile annesi, özel alanlarında görülmektedirler. İdeal anne, bebeğini Herobaby ile
beslemekte ve her şey olması gerektiği gibi görünmektedir. Yakın yüz çekimleri gibi
teknik kodlar, anne ile bebeğin arasındaki sıcak ilişkiyi pekiştirir nitelikte verilmiştir.
Kadınlar genel olarak televizyon reklâmlarında birer anne, ev kadını ve iyi bir eş rolleri
ile tanımlanırlar. Bu roller bir çok televizyon reklâmında çocukları ile ilgilenen anne,
çocuklarına yemek hazırlayan ev kadını imajını yansıtmaktadır. Söz konusu reklamda
da bu temanın başarıyla işlendiği görülmektedir.
Bu reklam filmi ile “Bebeklerinin geleceğini düşünen her ideal annenin
Herobeby ile bebeklerini beslemesi gerekliliği” mesajı verilmektedir.
F. İÇİMSÜT REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ
Gösteren
Gösterilen
Düzanlam
Yananlam
Kız
çocuğu
Pembe
elbise
Şirinlik
Anneyi rol model alma
İçim Süt
Sağlıklı süt
Pembe elbiseli, kıvırcık
kahverengi saçlı kız çocuğu
Kırmızı ve beyazın
karıştırılması ile oluşan pembe
renkli, kız çocukları için
elbise
Süt
Küçük kız
elbisesi
Toplumsallaşma sürecinde
kızlara atfedilen renk, kız
rengi
Anneler gibi olmanın yolu
Tablo 3-8: Gösterge Çözümleme Tablosu
Reklam filmi beyaz zemin üzerine mavi beneklerin yer aldığı ve tüm duvar ve
yerlerde aynı renk ve desenlerin bulunduğu bir mekanda geçmektedir. Beyaz rengin
saflığı ve temizliği mavi rengin ise mutluluğu ve umudu simgelediği göz önünde
bulundurulduğunda bu renklerin reklam amacı ile doğrudan alakalı olduğu söylenebilir.
Çünkü reklam teması, çocuklar ve çocukların gelecekleri üzerine kuruludur. Ayrıca
reklamda arka planda tüm reklam süresince çalan müzik hareketli ve eğlenceli içeriği ile
çocukların yer aldığı bir reklam için özellikle seçilmiştir.
Reklam başlar başlamaz çok büyük bir şişe İçim Süt mekanda önce sola, sonra
geriye ve son olarak da sağa doğru enerjik bir şeklide hareket etmeye başlar. Bu sırada
bir erkeğe ait olan dış ses eğlenceli bir tonla henüz reklamda görünmemiş olan birine
“Niye İçim Süt içiyorsun?” diye sorar. O sırada görüntüye kıvırcık, kahverengi saçlı ve
164
pembe tonlarını içeren elbisesi ile küçük bir kız girer ve dış sesin yöneltmiş olduğu
soruya; “İçmezsem büyüyemem de ondan” diyerek cevap verir. Küçük kızın verdiği
cevaplar da ekranın altında alt yazı ile belirtilmektedir. Dış ses bu cevaba belki de
ekrandan duyulmayacak kadar kısık sesle alay edercesine ve “bak sen şu çocuğa”
dercesine “Yaaa” der. Bu arada kızın elinde bir şişe İçim Süt vardır ve kız elindeki
şişeyi dikkatli bir şekilde incelemektedir. Reklamın başında ekranın her yerinde dolaşan
büyük şişe ise artık ekranın tam ortasında hareketsiz bir şekilde durmaktadır. Kız bu
sefer dış ses ona henüz soru soramadan “Ben de büyümek istiyorum” der yüksek sesle
ve neden büyümek istediğini şu sözleri ile açıklamaya başlar: “Annemin yaşında olmak
için. Çünkü o zaman ‘merhaba anneciğim ben büyüdüm’ diycem”. Kız bu açıklamaları
yaparken dış sesin gülmeye başladığı duyulmaktadır. Küçük kız arkada duran büyük
şişeye doğru koşar ve amacına ulaşmasının en temel yolunun İçim Süt olduğunu
belirtircesine sevgiyle İçim Süt’e sarılır. Bir sonraki karede ise elinde sütü ile mutlu bir
şekilde gülümsemektedir. Daha sonraki karede ise pembeli kız çocuğu görüntüden çıkar
ve görüntüye 7 tane çocuk girer. Bu çocukların üç tanesi kız, diğerleri ise erkektir ve
hep birlikte büyük şişenin etrafında koşmaya, zıplamaya başlarlar. Bu esnada dış ses :
“Şimdiki çocuklar harika. Bi de şimdi İçim Süt içmeye başladılar. Düşünün yarın ne
olacaklar. Ülker İçim Süt ile iyi yarınlar!”
Reklamda yer alan başat karakter pembe giysili 4-5 yaşlarında bir kız
çocuğudur.
Öncelikle
kız
çocuğunun
elbisesinin
rengi
dikkati
çekmektedir.
Toplumsallaşma sürecinde kız ve erkek çocukları, doğumlarından itibaren bazı
kavramlar ile ilişkilendirilirler. Bu bağlamda kız çocukları pembe elbiselere, eşyalara,
odalara vb. sahip olurken erkek çocuk ise mavi renk ile kuşatılır. Bu reklamda da
toplumda kadın ve erkeklere atfedilen ve toplumsal cinsiyet kimliklerine dair renklerden
birinin kullanıldığı görülmektedir.
Reklamda dikkate değer bir diğer nokta ise, kız çocuğunun sütü içmek
istemesindeki nedendir. Kız çocuk sütü sağlıklı olmak gibi bir nedenle değildir, annesi
gibi olabilmek, ona benzeyebilmek çabası ile içtiğini ifade etmektedir. Toplumsallaşma
sürecinde kız çocuğunun anneyi, erkeğin ise babayı rol model alıyor olmasına bir örnek
165
teşkil edebilecek reklam filminde “İçimsüt içen çocukların iyi yarınlara sahip
olabilecekleri” mesajı verilmektedir.
G. DERBY REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ
Gösteren
Gösterilen
Düzanlam
Yananlam
Ali Desidero
Maço erkeklik
Kaba, milliyetçilik, saldırganlık,
otoriterlik, sertlik
Veli Desidero
Çocukluktan
başlayan maço
erkeklik
Türkiye
Uzun boylu,
güneş gözlüklü,
deri ceketli,
bıyıklı erkek
Deri ceketli, sarı
kazaklı, erkek
çocuk
Kırmızı üzerine
beyaz ay ve
yıldızın yer
aldığı bayrak
Kızıl saçlı, yeşil
paltolu, kırmızı
kaşkollu genç
bir kadın
Keskin ve kesici
bıçakları yer
aldığı plastik
alet
Türk bayrağı
Ali
Desidero’nun
karısı
Geleneksel
kadın
Yeni Samurai
Tıraş bıçağı
Toplumsallaşma sürecinde babayı
model alma
Milliyetçilik
Edilgenlik, sessiz, kocasının gücü
ile gurur duyma ve bununla mutlu
olma, kocanın gölgesinde kalma
Erkek adamın tıraş bıçağı, keskin
Tablo 3-9: Gösterge Çözümleme Tablosu
Reklam filminin geçtiği mekan bir süpermarkettir. Reklam kahramanı Ali
Desidero, karısı ve çocuğu ile birlikte alışveriş yaparken, halktan birisi tarafından fark
edilmektedir. Halktan birisi Ali Desidero’yu fark eder etmez “Vay Ali Baba” diyerek
sert bir şekilde Ali Desidero’yu kendine çekip öpmektedir. Erkeğin “Vay Ali Baba”
diyerek aniden bağırması üzerine bir anlık korkan Ali Desidero’nun karısı, kocasına
“Baba” denmesi ve kocasının hayranlarının varlığı ile gurur ve mutluluk ile sırıtmaya
başlar ve kocasına cilveli bir şekilde yanaşır. Ali Desidero hayranı erkek “Hey millet!
Ali Desidero burada!” diye bağırır ve kadın iyice gururlanmaya başlar.
Kısa sürede markette alışveriş yapan vatandaşlar Ali Desidero’nun çevresini
sarar. “Derby Tıraş Bıçakları”nın reklâm kahramanı olan Ali, uzun bir aradan sonra
166
tekrar halk arasındadır ve ürünün başarısı dolayısıyla övgü toplamaktadır. Çevresini
saran erkekler de Ali Desidero gibi sert, kaba ve maço tavırlar içindedirler.
Daha sonra halktan bir kadın çocuğa dönerek, “aynı babasının modeli, adın ne
senin?” diyerek
adını sorar. Çocuk ise, aynı babasının konuşma tarzı ve maço
hareketleri ile adının “Veli Desidero” olduğunu söylemektedir. Bir çocuğun
toplumsallaşma süreci ilk olarak ailede başlar ve bu süreç içinde kız çocuğu annesini,
erkek çocuğu da babasını gözlemleyerek ve bu bağlamda davranışlarını model alarak
öğrenir ve toplumsal cinsiyet kimliğini geliştirir. Bu reklam filminde de geleneksel ve
ataerkil aile yapısında yaşanmış olan bir rol modeli alma örneği görülebilmektedir.
Adeta babasının küçük bir modeli olan Veli Desidero’nun, ataerkil ve geleneksel aile
yapısındaki baskın erkeği, yani babasını model aldığı görülmektedir.
Bir konuşma yapması için ısrar eden kalabalığı kıramayan Ali, bir taburenin
üstüne çıkar ve maço, sert, kaba ve otoriter konuşma tarzı ve vücut dili Derby’e
teşekkür edip Türk bayrağını havaya kaldırır. Reklâm filminin son karesinde Ali
Desidero, “haydi hayırlı tıraşlar!” demektedir.
Ali Desidero, reklam kahramanı olarak Türk medyasında ün kazanmış, maço
erkek modelini temsil etmektedir. Reklam filmi boyunca kullanılan “Ali baba”, “Bi
konuşma patlat”, “hey millet”, “acayip keskin”, “haydi hayırlı tıraşlar”, “sapına
kadar” gibi sokak lehçesi ve beden dili geleneksel eril modeli destekler niteliktedir. Ali
Desidero’nun karısının ise, reklam film boyunca hiç konuşmadan edilgen bir tutumla
erkek üstünlüğünü kabul etmiş görülmekte ve erkeğin otoritesine saygı duymakta
olduğu ve tüm film boyunca sadece gülümsediği dikkat çekmektedir.
Reklam filminde tanıtılan ürün Yeni Samurai’dir ve reklamı seslendiren dış ses
bir erkeğe aittir. Ürün geleneksel Türk erkeğinin sembolü haline getirilmektedir. Tıraş
bıçağı olmasının ötesinde bir yananlam kazanarak erkek üstünlüğünü, maço erkeği
temsil ettiği görülmektedir.
Reklam filmi ile “Erkek adamın kullandığı tıraş bıçağının Derby olduğu ve
olması gerektiği” mesajı verilmektedir.
167
H. ORKİD REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ
Gösteren
Gösterilen
Düzanlam
Yananlam
Lunapark
Hayat, hareket,
mücadele
Süper kadın
olma isteği
Eğlence araçlarının yer
aldığı alan
Menstrasyon geçirmiş
genç kadınlar
Eğlence, keyif, mutluluk
Boks
eldiveni
Gelecek hayat,
seçim
Yükseğe
zıplatma
Mücadele,
çaba
Orkid
Güven, destek
Beyaz sakallı, tek kulağı
küpeli orta yaşlı erkek
Üzerinde zıplanan yaylı
alet
Boksörlerin dövüş
sırasında ellerine
giydikleri yumuşak ve
tombul eldiven
Hijyenik kadın bağı
Genç kızlar
Falcı
kupaları
Trambolin
Geleneksel dişil modele
başkaldırı, azim, cesaret,
istek, mücadele, alaycılık
Evlilik ve çocuk yada
kariyer
Başarı
Zorlukları aşmak
“Süper kadın”lığa destek
Tablo 3-10: Gösterge Çözümleme Tablosu
“Yapamazmışım! Yok canım, iki kale maç yapamazmışım! Ya kariyer ya çocuk
seçmek zorundaymışım, yok kazanamazmışım… Yükselemezmişim, topukla yükseldiğim
gibi… Seçemezmişim öyle, çocukla kariyeri, elbise seçer gibi… Bu hayat bir kısa
hikâyeyse ve başrol insanın kendisiyse, romantik komedi bu filmde, çocuk da yaparım
kariyer de. Orkid sponsor olsun fikrime, kanatlanırım onun gibi ben de. Koysalar
önüme bariyer de, çocuk da yaparım kariyer de.”
Reklam filmi bir lunaparkta geçmektedir. Üç genç kız lunaparkta eğlenirken
yukarıda sözleri verilen reklam cıngılını seslendirmektedirler. Reklam filminde
lunapark ile temel olarak “hayat” kavramı gösterilmektedir. Filmin başında da üç genç
kız lunaparkın yani hayatın ve getireceği mücadelenin kapısında hazır ve güçlü bir
şekilde durmaktadırlar. Daha sonraki karelerde kızların erkeklerin yanında onlar ile alay
edercesine ve onlara meydan okurcasına reklam cıngılını söyledikleri ve daha sonra da
onlar ile erkeklere atfedilen “futbol erkekler içindir” mitine karşı gelircesine maç
yaptıkları görülmektedir. Bir sonraki görüntüde ise bir falcının yanında oturan kızların,
falcının birini seçmesi için uzattığı iki kapalı kupanın her ikisini de açtıkları ve tercih
haklarını hem kariyerden hem de evlilik ve çocuktan yana kullandıkları görülmektedir.
Diğer karelerde ise genç kızlar hep bir koşuşturma halindedirler. Bir dönme dolapta
168
yükseklere doğru çıkarken yada bir trambolinde havalara zıplarken görülen kızlar ile
gösterilen başarma yani hayatın her aşamasında yüksek seviyelerde başarılı bir süper
kadın olma isteğidir. Başka bir karede ise kızlardan birinin elinde soğuk renklerden biri
olan yeşil bir boks eldiveni bulunmaktadır. Kız bu eldiven ile kum torbasına vurarak
hayatın getireceği zorluklara hazır olduğunu ve onlar ile mücadele etmekten
korkmadığını göstermektedir.
Reklam filminin temelinde anlatılmak istenilen en temel düşünce, cıngılın
sözlerinden de anlaşılacağı gibi, hayata atılma yaşı gelmiş olan bir genç kızın
karşılaştığı zorluklardan ve yapmak istediği tercihlerdir. Bir kadının başarabileceği
şeylerin, beklenenden daha fazla olabileceğini anlatılmaktadır. Yıllardır süre gelen
küçümsemeye bir başkaldırı niteliği taşımakta olan cıngılın sözleri, geleneksel kadın
modeline karşı çıkmaktadır. Kadının, hem çocuk hem de kariyer yapabileceğini
vurgulayan reklam cıngılı “süper kadın” imajını desteklemektedir.
Kadının çocuk sahibi olduktan sonra iş yaşantısını bırakıp ekonomik gücünü
kaybetmesi geleneksel dişil modelinde karşımıza çıkan bir olgudur. Kadın bu durumda
erkek egemenliğinin altına girmekte ve çocuğun tüm bakım ve beslenme sorumluluğunu
üstlenmektedir. Ancak son yıllarda oluşmuş olan ve kadının sadece bir ev kadını, anne
ve eş olmaktan çok başarılı bir iş kadını da olabileceğini gösteren “süper kadın” imajı,
bu duruma karşı çıkmakta ve kadının da hem iş yaşantısında erkeklerle rekabet
edeceğini hem de evlilik hayatında yer alacağını vurgulamaktadır.
Reklam cıngılında belirtilen kadının çift kale maç yapamaması ile kariyer ve
çocuk arasında seçim yapmak zorunda olması arasında bir ilişki kurulmuştur. Topuk
giyerek başka bir deyişle kadınlığı ile sağladığı toplumsal başarıyı, erkeklere ait olarak
atfedilen iş sahasında sağlayamayacağı belirtilmiştir. Ayrıca bu konuda seçim yapmanın
elbise seçmek gibi basit olmadığını ifade eden erkek egemen fikrine karşı çıktığı
görülmektedir. Reklamın sonunda ise “iyi ki varsın Orkid, iyi ki yanımızdasın” diyen
dış ses duyulmakta ve genç bir kıza ait olan bu ses ile Orkid’in süper kadın imajını
destekleyen bir marka olduğu vurgulanmaya çalışılmaktadır.
Bu reklam filminde temel olarak, son zamanların moda imajı olan “süper kadın”
imajına sahip olmak isteyen tüm genç kızların, bu imajı desteklemekte olan Orkid’i
169
kullandıklarıdır. Bu bağlamda bu reklam filmi ile “Süper kadın imajına sahip olmak
isteyen genç kızların Orkid kullanmaları gerektiği” mesajı verilmektedir.
I. REJOICE REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ
Gösteren
Gösterilen
Düzanlam
Yananlam
Ayna
Eskiyi ve
yeniyi yansıtma
Güzellik
simgesi
Cisimleri yansıtan
mercek
Kadının kafasında
bulunan siyah renkli,
uzun tüyler
Güzel dekore edilmiş,
ücret ile yemek yenilen
mekan
Şampuan
Güzel kadınlar aynaya bakar
Saç
Şık bir
restoran
Akşam yemeği
Rejoice
Yenilenen
formül
Hayatı yenilerken
başlanılması gerekilen nokta
Kadının güzelleşmesi ve
bakımlı olması sonucu
kazandığı ödül
Kocanın dikkatini
çekebilmenin ve
beğenilmenin formülü
Tablo 3-11: Gösterge Çözümleme Tablosu
Reklam filmi yakın çekimde bir fırça yardımı ile tavayı yıkamaya çalışan bir
kadının ellerinin mutfak lavabosundaki görüntü ile başlamaktadır. Kadının tavaya
fırçaya sürttükçe çıkan sesler duyulmaktadır. Aniden kamera yukarı doğru çıkarak
kadının yüzüne yakın çekim yapar. Kadına yapılan yakın çekim ile lunaparkta binilen
dönme dolapları çağrıştıran bir müzik reklama girer. Reklamda o anda gösterilen kadın
yorgun, ev işleri yapmaktan sıkılmış, saçları dağınık ve günlük kıyafetlere sahiptir.
Kadın kafasını sol tarafa doğru çevirir ve sol tarafta yer alan yemek masası görüntüye
girer. Bu bölümde elinde gazetesi ile ilgisizce oturan ve tüm dikkatini gazeteye
yöneltmiş olan bir erkek görülmektedir. Kadın bu ilgisizlik karşısında ellerini
üzerindeki önlüğe siler ve kadın birden sanki altında yürüyen bir yol varmış gibi sağa
doğru kaymaya başlar. Bu sırada bir erkeğe ait olan dış sesin sözleri duyulmaya başlar.
Dış ses: “Dün aynı, bugün aynı. Peki yarın?” derken kadının altında kayan zemin yan
odada durur ve kadın bu sefer ütü masasının başına geçmiş kocasının gömleğini
ütülemektedir. Arka planda ise yine aynı erkek görülmektedir. Erkek bu sefer salonda
bulmaca çözmektedir. Kadın kocasına dönerek gülümser ve kocasının da ona
gülümsediği görülür. Kadın bu geribildirim karşısında mutlu olmuştur. Ancak çok
geçmeden erkeğin vücut dili sayesinde, karısına değil, yapmakta olduğu bulmaca için
170
bir kelime bulduğu için gülümsediği anlaşılacaktır. Bu sırada dış ses sözlerine şu şekilde
devam etmektedir: “Yarın da aynı olacak mı? Hayatınızı yenilemeye bir yerden, ama
hemen başlayın.”
Dış sesin bu sözleri üzerine kadının önünde çift taraflı bir ayna belirir ve kadın
aynada ütü yaparken görülen kendi yansımasını aynayı tersine çevirerek aynanın
karşısında durur ve saçındaki tokayı çıkararak saçlarını salık bırakır. Bu davranışının
doğruluğunu desteklercesine dış ses: “Evet! Mesela saçınızdan” der. O anda kadının
tuvalet aynasının önünde bir Rejoice şişesi belirir ve dış ses tekrar duyulur: “Yoğun
formülü doğal özler ile yenilenen Rejoice ile pürüzsüz, dipten uca akıcı ve yumuşacık
saçlara işte kavuştunuz” der. Dış ses bu sözlerini söylerken kadın Rejoice şişesine
uzanmış ve hemen saçlarında bu ürünü kullanmıştır. Ürünü kullanan kadının saçları
aniden fön çekilmiş gibi düz durmakta ve parlamaktadır. Ayrıca Rejoice’yi kullanan
kadının elbisesi değişmiş ve günlük kıyafetlerden düzgün ve şık bir elbiseye geçmiştir.
Kadının Rejoice kullandıktan sonra aniden yüzünde beliren makyaj da dikkati çeken
noktalardandır. Kadın aynanın karşısında saçlarını savurarak kendini beğendiğini ifade
eden mimikler yüz ifadeleri kullanmaktadır.
Yatak odasının dolabından daha önceki karelerde ütülemekte olduğu gömleği
alan kadın yine aynı kayan zemin üzerinde salona giderek kocasının kafasının üstüne
gömleği koyar ve erkeğin karşısına geçerek poz verir. Erkek kafasındaki gömleğe bakar
ve karşısında güzelleşmiş, değişmiş ve bakımlı karısını görür. Bu noktada görüntüye
Rejoice çeşitleri girer ve dış sesin; “Yenilenen Rejoice ile hayatınızı her yönü ile
yenilemeye saçınızdan başlayın. Gerisi zaten gelecektir.” dediği duyulur ve bir sonraki
karede Rejoice ile yenilenen kadın ve kocasının şık bir restoranda oturdukları görülür.
Kadın yenilenmiş, güzelleşmiş ve bu sayede restorana götürülmeyi hak etmiştir.
Toplumsallaşma süreçlerinde kadınlara, çocukluktan itibaren toplumsal cinsiyete
dair öğretilen kavramlar arasında güzel ve bakımlı olma gerekliliği de yer almaktadır.
Genel olarak bu süreçte kadınlara bir gün evlenme, çocuk sahibi olma ve mutlu bir
hayat sürme düşüncesi ve isteği empoze edilir. Bu yola girebilmenin ve bu isteğe sahip
olmanın yolu da güzel ve bakımlı olarak bir erkeğin dikkatini çekmekten geçmektedir.
Ancak sadece evlenmek de mutlu bir yuvanın getirisi olmamaktadır. Evlendikten sonra
171
bile kadının güzel, bakımlı ve kocasının gözünde çekici olması gerekmektedir. İşte
toplumsallaşma sürecinde kadınlara empoze edilen bu güzellik gerekliliği, incelenen bu
reklam filminde de yer almaktadır. Ayrıca bu reklam filmi literatürde verilmiş olduğu
üzere John Berger’in savunduğu “ideal seyircinin genellikle erkek olarak kabul
edildiği” ve bu bağlamda şekillendirilen reklam filmlerine örnek teşkil edebilmektedir.
Reklam filminde kadın ona atfedilen “kadın ev işleri ile ilgilenir”, “kadın bulaşık
yıkar”, “kadın ütü yapar” mitleri yüzünden bakımsızlaşmış ve toplum tarafından ona
atfedilen görevleri yapmaktan kendi bakımını göz ardı etmiştir. Ancak yenilenen
Rejoice ile yenilenen kadın, kocasının dikkatini çekebilmiş ve bu bağlamda kocası
bulmacasını ve gazetesini bırakarak karısını şık bir restorana yemeğe götürerek
ödüllendirmiştir.
Reklam filminde genel olarak ev kadınlığının getirdiği rutin hayatın kadınların
kendilerine olan bakımlarının önüne geçtiğinden ve kadının kendi bakım ve güzelliğine
de önem vermesi gerektiğinden söz edilmektedir. Bu bağlamda reklam filmi ile
“Hayatınızı yenileyin ve bu yenilemeye olan adımınızı saçlarınızı Rejoice ile yıkamaya
başlayarak atın. Yaşanan farklılıkları göreceksiniz” mesajı verilmektedir.
J. JAGLER REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ
Gösteren
Gösterilen
Düzanlam
Yananlam
Bıyık
Maço erkeklik
Sert erkeğin simgesi
Tırnak izi
Kırmızı, yaramsı
izler
Jagler
Parfüm, deodorant
Erkeğin dudağının
üstünde yer alan
sert kıllar
Kadının tırnaklarını
erkeğin sırtında
bastırarak bırakmış
olduğu izler
Parfüm, deodorant
Kadının cinselliğinin ve
tutkusunun izleri
Cinsel çekim gücü
Tablo 3-12: Gösterge Çözümleme Tablosu
Reklam filmi büyük bir yatak odasında başlamakta ve çekim çok yüksekten
yapılmaktadır. Odada büyük bir yatak, yatağın hemen başında ateşi yanmakta olan bir
şömine, yatağın sağ tarafında pencerelerden sarkmakta ve rüzgarın kıpırdamasına neden
olduğu yerlere kadar sarkan iki perde ve tavandan sarkan iki büyük avize yer
almaktadır. Yatağın üzerinde biri kadın ve diğeri erkek olmak üzere iki insan
172
görülmektedir. Kadın yatağa yüz üstü uzanmıştır ve üzerinde sadece siyah bir kilot
bulunmaktadır. Erkekse ise oturur vaziyettedir ve çırılçıplaktır. Bu görüntü ile
izleyiciye, kadın ve erkeğin cinsel ilişki sonrası görünümleri anlatılmaktadır.
Reklam
filmi
başlar
başlamaz
çalmaya
başlayan
müzik
erotizmi
çağrıştırmaktadır sözleri İngilizce’dir. Tüm reklam filmi boyunca çalan müzikte geçen
sözler şu şeklidedir: “Uyandım, Kaçtım, Uzaklaştım” (I woke up, I escaped, I ran away)
ve bir kadın tarafından cinselliği çağrıştıran bir üslup ile söylenmiştir.
Kamera yatakta yüz üstü yatmakta olan kadının yüzüne yakın çekim yaptığında
güzel bir yüzü olan kadının ayak ucunda oturmakta olan erkeğe gülümsediği ve kadının
saçlarının dağınık olduğu görülmektedir. Daha sonraki karede kadın yatakta doğrularak
oturur ve kamera bu sefer kadını sırtından çeker. Kadın erkeğin yanına oturduğu ve
erkek ile bakıştığı görülmektedir. Erkek bıyıklı, esmer ve sert bakışlıdır. Kadın
gülümserken erkeğin bakışlarında yada yüz ifadesinde bir değişiklik olmamıştır. Kadın
ayağa kalkar ve böylece kadının ince, güzel vücut hatları gösterilir. Daha sonra kadın
yavaş yavaş yürüyerek odanın karanlığında kaybolur. Erkek kadın arkasından
bakmaktadır. Kamera, kadının uzaklaşması ile oturmakta olan erkeğin sırtını yakın
çekimde görüntüler ve erkeğin sırtında dört adet tırnak izi olduğu görülür.
Televizyon reklamlarında kadınların cinsel birer obje olarak yansıtıldıkları ve
özellikle erkek seyircinin dikkatini çekebilmenin en iyi yollarından biri olarak
kullanılmaktadırlar. Jagler’in bir erkek parfümü ve deodorantı olduğu göz önünde
bulundurulduğunda reklamın, hedef kitlesinin dikkatini kadının cinselliğini kullanarak
çekmeye çalıştığı görülmektedir.
Jagler reklamında kadının vücuduna, mimiklerine daha fazla ağırlık verilmiş,
erkek tam anlamı ile çıplak olmasına rağmen daha arka planda kalmıştır. Ayrıca
reklamın sonunda erkeğin sırtında görüntülenen tırnak izleri, kadının cinselliğinin,
seksiliğinin ve erkeğe olan tutkusunun bir simgesi niteliğindedir. Reklam ile verilmek
istenen mesaj her ne kadar söz yada yazı ile verilmese de, cinsel öğeler içeren görseller
ile verilmiştir. Erkeklere bu reklam filmi ile, “Jagler’i kullanan erkeklerin kadınlar
üzerinde sağlayacağı cinsel çekim gücünün denenmesi gerekliliği” mesajı verilmektedir.
173
K. MOULINEX REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ
Gösteren
Gösterilen
Düzanlam
Yananlam
Bebek
Hareketli,
güleryüzlü erkek
bebek
Yalnız ve modern
erkek
Kumral, koyu gri
kıyafetli erkek
bebek
Esmer, siyah
süveterli genç
erkek
Kablosuz, sabit
olmayan telefon
Mutfak robotu
İlgi isteği, beceriklilik
Baba
Telsiz
telefon
Moulinex
İletişim, teknoloji
Mutfak robotu
Bi haber, meşgul olma
Meşguliyet ve yoğun olma
Eğlence,
fonksiyonellik,kullanım
kolaylığı
Tablo 3-13: Gösterge Çözümleme Tablosu
Reklam filmi bir güzel ve düzenli mutfakta geçmektedir. Bebekler için özel
hazırlanmış, güvenlikli bir sandalyede oturan bir bebek ekranın solunda ve durmadan
elinde telsiz bir telefon ile dolaşan bir baba ilk karede görülebilmektedir. Sandalyesinde
oturan bebek sıkılmış ve ilgi beklentisi içine girmiştir. Çünkü mutfakta, telsiz telefon ile
ileri-geri yürüyen ve durmadan telefonun karşısındaki kişi ile konuşan baba çocuğu ile
ilgilenememektedir.
Tam olarak konuşamayan bebek belli bir süre sonra bu ilgisizlikten sıkılarak
babasına “ba-ba-ba” şeklinde bir hitapta bulunmuştur. Bu sesleniş ile babası bebeğe
dönerek telefon ile olan konuşması bitene kadar, çocuğun meşgul olabilmesini sağlamak
amacı ile mutfak masasının üzerinde duran, doğranmış havuç, patates vb. gıda
parçalarını çocuğun sandalyesini önüne koymuştur. Bu hareketten sonra dikkatini yine
telefon konuşmasına veren baba, arkasında çocuğunun neler yapmakta olduğunun
farkında bile değildir.
Bir sonraki karede bebek babasının önüne koymuş olduğu patates ve havuç
parçalarını tek tek yan tarafta tezgahın üzerinde kapağı açık bir şekilde duran Moulinex
mutfak robotunun içine atmaya başlar. Çocuğunun bir şeyler fırlatmakta olduğunu
gören baba hala telefonu kapatmamış olmasına rağmen çocuğunu kucağına alarak
telefondaki konuşmasına devam etmeye çalışmaktadır. Ancak bebek hala rahat
durmamakta ve babasının konuşmasını tamamlamasına izin vermemektedir. Baba son
174
bir çaba sarf ederek elinde tuttuğu küçük, kırmız elmayı çocuğuna doğru sallayarak
ilgisini çekmeye çalışmaktadır. Elmayı gören bebek babasının elinden elmayı kaptığı
gibi Moulinex’in kapağının durduğu rafa doğru bir basketbolcu edası ile fırlatır ve
kapak, robotun üzerine tam olarak oturur. Sonunda telefon görüşmesini sonlandıran
baba, telsiz telefonu duvarda bulunan yerine koyarak kapatır. Ancak telefonu duvardaki
yerine koyarken hemen arkasında duran Moulinex’in düğmesine dirseği ile çarpar ve
akıllı robot hemen çalışmaya ve bebeğin attığı parçaları püre haline getirmeye başlar.
Bu anda bir kadın sesi olan dış ses Moulinex’in özelliklerini faydalarını saymaya başlar.
Bunun nasıl gerçekleştiğine şaşıran baba bebeğe gülümser. Bebek ise her şeyin
farkındadır ancak o da babasına gülümsemekle yetinir.
Bu reklam filminde babanın evli olup olmadığı belli değildir. Ancak her geçen
gün sayısı artmakta olan ve modern baba imajına sahip erkeklerden biri olduğu
söylenebilir. Modern erkekler evli iseler eşlerine ev işlerinde yada çocuk bakımında
yardımcı olmaya hatta eşleri işte iken çocukları ile ilgilenmeye çalışırlar. Bu erkekler
bekar ise de, yine de çocuklarının bakımını başkalarına bırakmamaya çalışarak
üstelenirler. Hatta günümüzde sadece çocukları ile erkenden birlikte olabilmek için eve
gelen babalar da bulunmaktadır. Reklamların toplumda var olanları yansıtmaya çalıştığı
göz önünde bulundurulduğunda, bu reklamın da sayısı her geçen gün artan modern
erkek imajını yansıttığı söylenebilir. Ancak reklamda yer alan bebeğin erkek oluşu, yine
de bu tür reklamlarda bile geleneksel izlerin var olduğunun göstergesidir. Çünkü
geleneksel erkeklerin çocukları ile birlikte yer aldıkları reklamlarda, babalar kız
çocuklarından çok erkek çocukları ile yansıtılmaktadırlar.
Bu reklam filminde Moulinex’in bir bebeğin bile kullanabileceği kadar kolay bir
kullanımının olduğu ve bir dokunuş ile harikalar yaratabileceği anlatılmaktadır. Bu
bağlamda reklam filmi ile “Moulinex bir dokunuş ile harikalar yaratır. Size de sadece
sonuçların keyfini çıkarmak düşer” mesajı verilmektedir.
175
L. DEMİRDÖKÜM REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ
Gösteren
Gösterilen
Düzanlam
Yananlam
Ayna
Cisimleri yansıtan
mercek
Oturulacak, vakit
geçirilecek yer
Genç, beyaz etekceket takımlı kadın
Güzel kadının simgesi
Kadın
Cisimleri
yansıtan mercek
Oturulacak, vakit
geçirilecek yer
Megalomani
Seksi bakışlar
Davetkar
Demirdöküm
kombi
Sıcak su ve ısı
sağlayıcı
İnsanın
bakışlarından
alınan ifade
Sıcak su ve ısı
sağlama aleti
Kırmızı koltuk
Aşkın,cinselliğin, tutkunun
rengi
Herkesi kendine baktırma
ve herkes tarafından
beğenilme isteği
Kadının cinsel cazibesi
Güzel, farklı, Türkiye’nin
tercihi
Tablo 3-14: Gösterge Çözümleme Tablosu
Reklam filmi boş bir odada başlar ve arka planda müzik sesi yoktur. Odada
sadece kırmızı bir koltuk ve bir ayna yer almaktadır. Kırmızının aşkın, tutkunun ve
cinselliğin simgesi olduğu göz önünde bulundurulduğunda, reklamda kullanılan kırmızı
koltuk, odada duran kadının cinsel çekiciliğini, seksiliğini ve güzelliğini tamamlar ve
destekler bir nitelik taşımaktadır. Kadın ilk sadece yakın çekimde gösterilmekte ve
kadının beyaz bir ceket içine siyah bir bluz giydiği görülmektedir. Bu çekim sayesinde
kadının bir iş kadını giysisi içinde ciddi bir konuşma yapacağı düşünülebilir. Ancak bir
sonraki karede kadın boydan çekilmiştir ve kadının ceketinin altına mini bir etek giydiği
görülmektedir. Bu da, reklamın, kadının zekasından çok bedeninin ön planda olduğu bir
reklam olacağının habercisi niteliğindedir. Ayrıca kadın sağ bacağını kıvırmış bir
şeklide bir eli belinde poz verir gibi durmaktadır. Kadının vücut dili ve bakışları,
beğenilme ve güzelliğini kanıtlama çabasını göstermektedir.
Kadın sözlerine güzelliğin önemsiz olduğunu düşünenleri ayıplar ve onları
küçümsercesine “Güzellik önemli değil derler, ben evime de güzel olanı alırım” sözleri
ile başlar ve tanıttığı üründen çok kendi güzelliğini tanıtır ve vurgularcasına “Baktıkça
içim açılsın, bana yakışsın isterim. Bi bakan bi daha baksın, gözü takılsın isterim.
Güzelliği ile fark yaratsın. Benim gibi her zaman güzel olsun…” sözleri ile devam
etmektedir. Son olarak Demirdöküm kombi çeşitleri reklam cıngılı eşliğinde
176
gösterildikten sonra kadın yine görüntüye girer ve seksi, cilveli bir konuşma tarzı ve
vurgulama ile “Kim demiş önemli olan iç güzelliği diye..” der ve reklam filmi son bulur.
Reklam filminde kadının fiziksel özellikleri ön plandadır. Kadın vücut dili,
sözleri ve vurguları ile her an cinsel ilişkiye girebilecek bir kadın imajı vermekte ve
kendi güzelliğini her fırsatta dile getirerek herkesin güzelliğinin ve seksiliğinin farkında
olması için çaba harcamaktadır.
Reklamlarda kadınların cinsel çekicilikleri ve güzellikleri bir durdurucu güç
kabul edilmektedir. Bu reklamda da son ana kadar ürün ile ilgili herhangi bir ip ucu
verilmemiştir. Reklamı son ana kadar izlettirebilmek amacı ile kadının fiziksel
özelliklerinden yararlanışmış ve bu sayede seyirci özellikle son ana kadar bekletilmiştir.
Reklamın son karelerinde, reklamın bir kombi reklamı olduğu ortaya çıkmıştır.
Ancak kombi ve kadın arasında kurulan tek bağlantı güzelliktir. Cıngıl; “en güzelini
istersen, farklı olsun dersen, Demirdöküm’ün farkı, herkesin kombisi farklı, Türkiye’nin
tercihi aynı” sözlerini içermektedir. Bu cıngılın sözlerinden de yola çıkarak reklamın
ürün özelliklerini tanıtmaktan çok, sadece dişil özellileri ön plana çıkartarak dikkat
çekmeye çalıştığı gözlemlenmiştir.
Bu reklam filmi ile “Güzele ulaşabilmenin yolunun güzel ve farklı Demirdöküm
kullanmak” olduğu mesajı verilmektedir.
M. BİNGO REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ
Gösteren
Gösterilen
Düzanlam
Yananlam
Çamaşır
ipi
Çamaşır asma
eylemi
Ev işi, günlük rutin
Beyaz
çamaşır
Hulusi
Temiz çamaşırlar
Üzerinde çamaşırların
asıldığı ve
kurutulduğu ip
Beyaz renge sahip
kumaşlar
Bıyıklı, genç, çizgili
bluzlu erkek
Saçları aklaşmış,
mavi bluzlu, orta
yaşlı erkek
Çamaşır deterjanı
İsmet
Bingo
Düzenli olarak ev
işleri yapan erkek
Düzenli olarak ev
işleri yapan erkek
Çamaşır deterjanı
Başarılı olmanın sırrı,
üstünlük
Başarıya ulaşmış,
hırs,kurnaz
Başarıya ulaşma ve
takdir edilme çabası
güden, saf
Hayal edilen,
kıskanılan beyazlık
177
Tablo 3-15: Gösterge Çözümleme Tablosu
Müstakil iki evin arka bahçesinde geçen Bingo reklam filminde güldürü ve
mizah unsurları kullanılmıştır. Reklam filminin geçtiği bahçede, çimlerin üzerinde
bulunan oyuncaklar o evlerde yaşayan çocukların da var olduğunun ve sağ evden
çıkacak adamın bir baba olduğunun göstergesidir. Filmin başında yakın çekimde iki
erkek ayağı ve yukarıdan sarkan ve bir ipe asıldığı hemen sonra fark edilecek olan
beyaz bir çarşaf görünmektedir. Kamera daha sonra ayaklardan yukarı doğru çıkar ve
izleyiciye çamaşır asmakta olanın bıyıklı bir erkek olduğu gösterilir. Erkek özenle
çamaşırı gererken diğer müstakil evden bir erkek daha çıkar ve ilk önce görülen erkeğe
bir elinde çamaşır sepeti diğer elinde de mandal sepeti ile “Hu-lu-si” diyerek yaklaşır.
Hulusi aynı ipe çamaşır asmak üzere gelen erkeğe “Günaydın İsmet Abi” demekte
ancak yüz ifadesinden,tonlamasından ve vücut dilinden İsmet Abi’nin gelişinden
rahatsız olduğu anlaşılmaktadır.
İki erkeğin Aralarındaki konuşma tarzlarından ve konuştukları konulardan
çamaşır asma eylemini sürekli olarak yaptıklarını anlaşılmaktadır. Çamaşır asmaya
gelen “İsmet”, “Hulusi”nin çamaşırlarının beyazlığı ve temizliğini kıskanmaktadır.
İlerleyen görüntülerde bu temizliğin sağlayan formülün Yeni Bingo ürünü olduğu
anlaşılacaktır.
Kadınlara toplumsallaşma süreçlerinde toplum tarafından atfedilen en önemli
sorumluluklardan biri; evin temizlik, düzen, yemek gibi gereksinimlerine önem vererek,
ailesini bir uyum içinde bir arada tutması gerekliliğidir. Fakat bu reklamda gösterilen
erkeğin aynı bir kadın gibi bu sorumluluğu üstlenmiş olmasıdır. Durum daha da
abartılarak, aralarındaki konuşmalar, sanki bir kadın konuşuyormuş gibi düzenlenmiştir.
“Ne olsun işte, çoluk çocuk ev işleri”, “deterjanını mı değiştirdin?”, “rezil oldum kayın
pedere”, “çamaşırları akşamdan çamaşır suyuna bastırıyorum”, “çitilemekten ellerim
ne hale geldi” biçimindeki cümleler ile eşlerine ev işlerinde ve çocuk bakımında
yardımcı olan modern erkek modeli abartılarak, erkeklerin kadınsı hale getirilmiş
olduğu görülmektedir.
Toplumsallaşma sürecinde kadının üstlendiği ev gereksinimlerini karşılama
sorumluluğunu çamaşır yıkama eylemi ile ifade edilmektedir. Daha beyaz çamaşırlar,
178
kadının aldığı bu sorumluluğu ne kadar iyi yerine getirdiğinin bir göstergesidir. Ve
genellikle geleneksel dişil rollerin yansıtıldığı reklamlarda olduğu gibi bu reklamda da
erkekler daha iyi temizleyebilmek, daha iyi yemek yapabilmek için birbirleri ile yarış
içindedirler. Bu reklamda da iki erkek mükemmel eşliğe ulaşabilmenin yolunun en iyi
temizlik, en beyaz çamaşırlardan geçtiğini ima etmektedirler. Ayrıca reklamda geçen
“geçen gün verdiğin kek tarifi gibi olmasın sakın, rezil oldum kayın pedere” şeklinde
geçen cümle, bu rekabetin sadece beyazlık ve temizlik alanlarında değil, güzel ve
lezzetli yemek yapma alanlarında da gerçekleşmekte olduğunun göstergesidir.
Sözlerden de anlaşılacağı gibi Hulusi İsmet’e kek tarifini doğru söylememiş ve başarı
ve üstünlüğünü paylaşmaktan kaçınmıştır. Yine bu paylaşımdan kaçınmaya çalışan
Hulusi başta ürün adını İsmet’e söylemek istemez. Ancak daha sonra Hulusi, İsmet’e
başarının getirisi olan en temiz ve beyaz çamaşırların formülünü yani ürün adını zorla
da olsa söyler.
Reklamın sonunda İsmet Hulusi’nin çamaşırlarıyla karşılaştırdığı çamaşırlarını
beğenmeyerek ipten geri toplamaktadır. Bingo ile yıkanmamış çamaşırlar, Bingo ile
yıkanmış çamaşırlar ile rekabet edememiştir. Hayal edilen beyazlık ancak Bingo ile
sağlanabilmektedir.
Reklam filminin sonunda bir kadına ait dış “Yeni Bingo hayallerinizi
gerçekleştiriyor, Hayallerinizdeki Temizlik” demektedir. Burada reklam filminin
vermek istediği iki anlamdan söz etmek mümkündür. “Hayallerinizdeki Temizlik”
sloganı ile Bingo’nun ürün özellikleri ile sağlayacağı mükemmel beyazlıktan söz
edilmektedir. “Yeni Bingo hayallerinizi gerçekleştiriyor” metni ile de, bir kadının
hayallerini süsleyebilecek bir durum olan eşlerinin ev işlerini tam anlamı ile üstlenmiş
olmalarından söz edilmektedir.
Reklam filminde kadınlara verilmek istenilen mesaj; “Yeni Bingo ile kıskanılan,
mükemmel beyazlığa ulaşılacağı”dır.
179
N. NIKE REKLAM FİLMİNİN ÇÖZÜMLENMESİ
Gösteren
Gösterilen
Düzanlam
Yananlam
Taraftarlar
Futbol
Erkek egemenliği
Dans
Esneklik, denge,
başarı
Dans edilen
zemin
Bir takımı seven ve
destekleyen insanlar
Vücudu hareket ettirerek
müzik eşliğinde yapılan sanat
Dans edilen alan
Dans pisti
Kadının özgürlüğü
ve başarısı
Mücadele edilen yer
Tablo 3-16: Gösterge Çözümleme Tablosu
“Stadyumları doldurmaya ihtiyacım yok. 60 bin kişinin adımı haykırdığını
duymaya
da.
Kimse
yanıma
gelip
fotoğrafımı
istemeyecek
ve
asla
imza
dağıtmayacağım. Yine de söyle ben sporcu değimliyim?”
Reklam filminde genç bir kadın spor kıyafetler içinde, akrobatik hareketler
sergileyerek boş ve parke kaplı bir dans pistinde dans etmektedir. İki adet spot ışığı ile
aydınlatılmış olan salonda, arka planda bir dev ekran yer almaktadır. Dev ekranda
gösterilen görüntü ise, futbol maçını izleyen taraftarların siyah-beyaz filmidir. Dans
eden kıza ait olduğunu düşündüğümüz bir kadın dış sesi ise yukarıdaki metni
okumaktadır. Filmin son karesinde ise Nike logosu ve sloganı görülmektedir.
Günümüz dünyasında spor büyük izleyici kitleleri tarafından izlenen uluslar
arası bir olgudur. Özellikle futbol dünyada en çok takip edilen ve fanatiği bulunan
spordur. Futbol, ateşli taraftarı, stadyum kültürü, erkeğin anatomisi ve doğasına
uygunluğu ile bir erkek sporu olma özelliğini taşımaktadır. Reklamda dans eden genç
kadın başka kimsenin ilgisi ve desteğine ihtiyaç duymadan spor yapabileceğini ve
sporcu olunabileceğini vurgulamaktadır.
Kadınlar televizyon reklamlarında ağırlıklı olarak anne, ev kadını ve eş olarak
rol alırlar. Kadınlar bu yoğun işlerinden zaman buldukça kendilerine vakit geçirecek
eğlenceler yaratırlar. Bu bağlamda boş vakitlerinde arkadaşlarını ziyaret ederken ve
dedikodu yaparken, alış-veriş yaparken, ev dekorasyonu ile ilgilenirken ve müzik
dinlerken görüntülenirler. Bu reklam filminde ise kadın, akrobatik hareketlerle dans
etmekte ve sporun sadece erkek egemenliğinde olduğu anlayışına alternatif fikir
180
üretmektedir. Dans yananlam kazanarak erkek egemenliğine karşı esneklik, denge ve
ahenk ile karşı duran modern ve süper kadının başarısını ifade etmektedir.
Reklam filminde genel olarak sporun sadece erkek egemenliği altında olmadığı
ve kadının, sporun her alanında yer alıp başarılı olabileceği anlatılmaktadır. Reklam
filmi aynı zamanda yayınlandığı zamanlarda Nike’ın kadınlar arası düzenlemiş olduğu
dans yarışmasına da bir çağrı niteliği taşımaktadır. Bu bağlamda Nike’ın kadınları da
hedef kitlesi arasına almak isteyen ve kadınların sporculuğunu destekleyen bir marka
olduğu söylenebilir.
Reklam filmi ile “Özgür ve başarılı sporcu kadının destekçisi Nike” mesajı
verilmekte ve spor yapan kadınların dikkati çekilmeye çalışılarak Nike’ın bu kadınlar
arasında tüketiminin arttırılması sağlanmaya çalışılmaktadır.
III. ARAŞTIRMA BULGULARI VE DEĞERLENDİRME
14 reklam filmi üzerinde yapılan göstergebilimsel araştırma ile elde edilen
bulgular dişil model, eril model, çocuk, başat karakter, dış ses, mekan ve eylem olmak
üzere 7 kategoriye ayrılabilmekte ve bu bağlamda araştırma sonuçları daha açık
görülebilmekte ve değerlendirilebilmektedir.
A. ARAŞTIRMA BULGULARI
1. Dişil Model
İncelenen 14 reklam filminin 11 tanesinde dişil modellerin yer aldığı
görülmüştür. İncelenen bu dişil modellerin özellikleri aşağıda Tablo 3-17’te verilmiştir.
181
Reklam Filmi
Dişil Model
Pınar Sucuk
Kocası ile ev işlerinde iş bölümü yapmış, pembe sabahlıklı, anne,
genç, güzel, modern kadın
Kalbim
Kayınvalide:Yaşlı, geleneksel
giyimli, anne, meraklı,
kocasının aklına ve bilgisine
güvenen, fazla soru soran
geleneksel kadın
Rodeo
Geleneksel giyimli, anne, orta yaşlı geleneksel ev kadını
Teremyağ
Kayınvalide: Orta yaşın
üstünde, geleneksel giyimli,
anne, kıskanç, kurnaz,
başarısını ve oğlunu
paylaşmak istemeyen
geleneksel ev kadını
Herobaby
Şefkatli, ilgili, güzel, bakımlı, anne, modern giyimli, genç,
geleneksel kadın
Derby
Edilgen, düzgün giyimli, kocasının gölgesinde kalmış, anne, genç,
sessiz, edilgen, kocasının gücü ile gurur duyan geleneksel kadın
Orkid
Genç, modern giyimli, başkaldıran, yenilikçi, cesaretli, özgür,
azimli, eğlenceli, geleceğin süper kadını, mücadeleci modern kadın
Rejoice
Rutin ev işleri yapan, kocasından ilgi bekleyen, genç, modern
giyimli, bakımsız, ilgiye giden yolun güzellik ve bakımdan geçtiğini
fark eden, yenilenmesi ve güzelleşmesi ile kocası tarafından
ödüllendirilen geleneksel kadın
Jagler
Güzel, tutkulu, ateşli, çıplak, genç, seksi kadın
Demirdöküm
Cilveli, megaloman, cesur, modern giyimli, genç, güzel, kendine
bakmaktan ve bakılmasından hoşlanan seksi kadın
Nike
Genç, sportif, enerjik, modern giyimli, azimli, cesur, mücadeleci,
güzel, hırslı, güçlü, atletik, modern kadın
Gelin: Modern giyimli, güzel,
bakımlı, anne, hizmet eden, iyi eş,
çocuğuna ilgili, yaptığı lezzetli
yemekler sayesinde kocasından ve
kocasının ailesinden aldığı taktirler
ile mutlu olan geleneksel kadın
Gelin: Modern giyimli, genç,
güzel, bakımlı, saf, kocası
tarafından takdir edilme çabası
güden geleneksel ev kadını
Tablo 3-17: Reklam Filmlerinde Yer Alan Dişil Modeller
182
Dişil modellerin yer aldığı 11 reklam filminin 6’sında (Kalbim, Rodeo,
Teremyağ, Herobaby, Derby, Rejoice) kadınlar geleneksel roller ile yansıtılmışlardır.
Bu reklamların 5’inde (Kalbim, Rodeo, Teremyağ, Herobaby, Rejoice) kadınların eve
yada mutfağa yönelik eylemler içinde oldukları görülmüştür. Ayrıca bu 6 reklamın
3’ünde (Kalbim, Teremyağ, Rejoice) kadınların kocalarından yemek yapma becerileri
yada güzellikleri ile takdir aldıkları dikkati çekmiştir. Geleneksel dişil modellerin yer
aldığı 6 reklamın 5’inde (Kalbim, Rodeo, Teremyağ, Herobaby, Derby) ise kadınlar
birer anne olarak yer almışlardır.
Dişil modellerin yer aldığı 11 reklam filminin 3’ünde (Pınar Sucuk, Orkid, Nike)
kadınlar modern birer imaja sahiptirler. Gerek eşleri ile ev işlerinde iş bölümüne giden,
gerek gelenekselliğe baş kaldırma çabası güden dinamik, süper kadınlar ve gerekse de
erkeklere kafa tutan sportif kadınların sayısının geleneksel modellere oranla daha az
olduğu gözlemlenmiştir. Modern imaja sahip kadınların yer aldığı reklam filmlerinin bir
tanesinde (Pınar Sucuk) kadın bir anne olarak yer almıştır.
Bu 11 reklam filminin 2 tanesinde (Jagler, Demirdöküm) ise kadınlar birer
cinsel obje olarak yansıtılmışlardır. Bu kadınların vücutları ve seksi davranışları ön
plandadır.
Ayrıca bu 11 reklam filminin 10 tanesinde (Pınar Sucuk, Kalbim, Teremyağ,
Herobaby, Derby, Orkid, Rejoice, Jagler, Moulinex, Demirdöküm, Bingo, Nike) yer
alanlar genç kadınlardır. 11 reklam filminin sadece 3 tanesinde (Kalbim, Rodeo,
Teremyağ) bulunan kadınlar orta yaşlı yada orta yaşın üstünde kadınlardır.
2. Eril Model
İncelenen 14 reklam filminin 9 tanesinde eril modellerin yer aldığı görülmüştür.
İncelenen bu eril modellerin özellikleri aşağıda Tablo 3-18’de verilmiştir.
183
Reklam Filmi
Eril Model
Pınar Sucuk
Genç, karısına yardımcı, baba, karısını ve kızına öncelik tanıyan,
kahvaltı hazırlayan modern erkek
Kalbim
Kayınpeder: Bilgili, deneyimli,
güvenilir, karısına karışan, baba,
kendinden emin, modern
giyimli, yaşlı, geleneksel erkek
Rodeo
Genç, sert, güçlü, hırslı, kendine güvenen, kararlı, becerikli
geleneksel erkek
Teremyağ
Modern giyimli, iş adamı, meşgul, tatmin edilmek istenilen,
geleneksel lezzetlere karşı koyamayan, yemekleri karısına ve evine
tercih eden geleneksel erkek
Derby
Ali Desidero: Sert, maço, baba,
geleneksel giyimli, bıyıklı, kaba,
milliyetçi, kendinden emin, argo
konuşma tarzına sahip,
topluluğa hitap etme becerisi
kuvvetli, geleneksel erkek
Rejoice
Evde gazete okuyan ve bulmaca çözen, karısına karşı ilgisiz ve
duyarsız, karısının ulaşmak için çabaladığı, güzelleşen ve yenilenen
karısını ödüllendiren geleneksel erkek
Jagler
Sert bakışlı, bıyıklı, cinsel anlamda tatmin olmuş, çıplak erkek
Moulinex
Meşgul, dalgın, modern giyimli, çocuğunun bakımını üstlenmiş
modern baba
Bingo
Hulusi: Çamaşır asan, bıyıklı, ev
işleri yapan, kurnaz, geleneksel
dişil modeller ile özdeşleşmiş
genç, dişilleştirilmiş modern
erkek
Evin erkeği: İş adamı, modern
giyimli, baba, karısını yaptığı
yemekler için takdir eden
geleneksel erkek
Veli Desidero∗: Babasını rol
model almış, maço ve kaba
konuşma tarzı ve vücut diline
sahip, geleceğin geleneksel
erkeği
İsmet: Çamaşır asan, baba,
meraklı, isyankar, saf,
geleneksel dişil modeller ile
özdeşleşmiş orta yaşlı,
dişilleştirilmiş modern erkek
Tablo 3-18: Reklam Filmlerinde Yer Alan Eril Modeller
∗
Derby reklamında yer alan eril modeller ortaya konulurken, Ali Desidero’nun oğlu Veli
Desidero da ele alınmıştır. Ancak bir sonraki bölümde “çocuk” başlığı altında tekrar ele alınacaktır. Diğer
çocuklar ise sadece “çocuk”lara dair başlıklar altında ele alınmıştır. Bu farklılığın nedeni; Veli
Desidero’ya tam anlamı ile yüklenildiği düşünülen eril özelliklerdir. Aynı durum ileride “eylem” başlığı
altında da görülecektir.
184
Eril modellerin yer aldığı 9 reklam filminin 5’inde (Kalbim, Rodeo, Teremyağ,
Derby, Rejoice) erkekler geleneksel roller ile yansıtılmışlardır. Bu reklamların 3’ünde
(Kalbim, Teremyağ, Rejoice) erkekler eşlerini güzellikleri yada hazırladıkları yemekler
sayesinde takdir etmektedirler. Reklam filmlerinin birinde erkeğin ve onu rol model
alan oğlunun ağırlıklı olarak geleneksel eril özellikler ile yansıtıldıkları görülmüştür.
Reklam filmlerinin 2’sinde (Kalbim, Teremyağ) erkekler birer iş adamı olarak
verilmişlerdir. Eril modelin genç bir erkek (teenage) olarak yer aldığı reklam filminde,
erkeğin cesareti, gücü, kararlılığı, azmi ve başarısı gösterilirken yaşlı bir eril modelin
görüldüğü reklam filminde bilgelik, akıl, otorite, güvenilirlik ve deneyim ön plandadır.
Eril modellerin yer aldığı 9 reklam filminin 3’ünde (Pınar Sucuk, Moulinex,
Bingo) erkeklerin “modern erkek” imajları ile yansıtıldıkları görülmüştür. Bu
reklamların hepsinde de erkeklerin, geleneksel aile ve toplumlarda sadece kadınlara
atfedilen ev işi yada çocuk bakımı gibi görevleri üstlendikleri dikkati çekmiştir. Ancak
modern erkek imajının yer aldığı kabul edilen reklamlardan bir tanesinde erkekler
modernliğinde ötesine geçilip abartılarak dişilleştirilmiştir.
Eril modellerin bulunduğu 9 reklam filminin 5 tanesinde (Pınar Sucuk, Kalbim,
Derby, Moulinex, Bingo) erkekler birer baba olarak gösterilmişlerdir. Bu erkeklerin 3
tanesi (Pınar Sucuk, Moulinex, Bingo) modern erkek, 2 tanesi (Kalbim, Derby) ise
geleneksel erkektir.
İncelenen reklamların 1 tanesinde (Jagler) erkeklerin bedeninin sergilendiği ve
erkeğin cinsel yönünün yer aldığı görülmüştür.
3. Çocuk
Literatür çalışmalarında reklam filmlerinde yer alan toplumsal cinsiyete dair
kavramların ve eril/dişil özelliklerin çocuklar üzerinden de aktarılabilmekte olduğundan
söz edilmiştir. Bu bağlamda incelenen 14 reklam arasından çocukların yer aldığı 5
reklam filmine bakılması uygun görülmektedir.
185
Reklam Filmi
Çocuk
Pınar Sucuk
7 yaşından küçük, annesinin sahip olduğu gibi pembe giysilere
sahip olan, kumral kıvırcıklı saçlı kız çocuk
Kalbim
5 yaşından küçük, ateş etme sesi çıkaran bir oyuncak ile oynayan
erkek çocuk
İçimsüt
5 yaşından küçük, reklamın başat karakteri, pembe elbiseli,
kahverengi kıvırcık saçlı, konuşkan, şirin, toplumsallaşma
sürecinde anneyi model alan ve onun gibi olmak isteyen kız çocuk
Derby
7 yaşından küçük, toplumsallaşma sürecinde babayı model almış
ve babasının geleneksel eril davranış ve rollerini kendine adapte
etmiş erkek çocuğu
Moulinex
3 yaşından küçük, akıllı, becerikli erkek çocuk
Tablo 3-19: Reklam Filmlerinde Yer Alan Çocuk Modeller
İncelenen 5 reklam filminin 3 tanesinde çocuğun erkek, 2 tanesinde ise kız
olduğu görülmüştür. Bu bağlamda reklam filmlerinde yer alan erkek çocuklarının
sayısının az farkla da olsa kız çocuklarından fazla olduğu söylenebilir.
Çocukların yer aldığı 5 reklam filminin 3 tanesinde (Pınar Sucuk, İçimsüt,
Derby) çocukların toplumsallaşma sürecinde annelerini yada babalarını model aldıkları
ve onlar gibi olma çabası güttükleri görülmüştür. Bir diğer reklam filminde (Moulinex)
ise, toplumsallaşma sürecinde “rol model alma” kavramı ile çocuğa verilen eril yada
dişil özellikler yerine, bu kavram söz konusu olmadan çocuğa doğrudan eril özellikler
verilmiştir. Reklam filmlerinin birinde (Kalbim) toplumsallaşma sürecinde cinsiyet göz
önünde bulundurularak sahip olunan ve bu bağlamda çocuğun oynadığı oyuncağın yer
aldığı görülmüştür.
4. Başat Karakter
İncelenen 14 reklam filminin 13 tanesinde ağırlıklı olarak yer alan başat
karakterlerin erkek, kadın ve çocuk kategorilerine göre dağılımı Tablo 3-20’de
verilmiştir. Ancak incelenen 14 reklam filmi arasından Kalbim reklam filminde yer alan
186
sadece bir başat karakter olmadığı ve hem kadının hem de erkeğin başat karakter
olabileceği görülmüştür.
Reklam Filmi
Başat Karakter
Pınar Sucuk
Erkek
Rodeo
Erkek
Teremyağ
Kadın
Herobaby
Kadın
İçimsüt
Kız çocuk
Derby
Erkek
Orkid
Kadın
Rejoice
Kadın
Jagler
Kadın
Moulinex
Erkek çocuk
Demirdöküm
Kadın
Bingo
Erkek
Nike
Kadın
Tablo 3-20: Reklam Filmlerinde Yer Alan Başat Karakterler
Başat karakterleri bulunduğu görülen 13 reklam filminin 5 tanesinde başat
karakter erkek, 8 tanesinde ise kadındır.
Erkeklerin başat karakter olarak yer aldıkları 5 reklam filminin 2’sinde
(Moulinex, Bingo) tanıtılan ürünlerin kadınlara yönelik olduğu görülmüştür. 5 reklam
filminde yer alan başat erkek karakterlerin 2’sinde (Rodeo, Derby) ise tanıtılan ürün
doğrudan erkekler ile özdeşleştirilmiştir ve reklam filminin başat karakterlerinin erkek
olarak yer aldığı görülmektedir. Bir diğer reklam filminde (Pınar Sucuk) ise, tanıtılan
ürün tüm aileye hitap etmektedir ancak yer alan başat karakter erkektir.
187
Kadınların başat karakter olarak yer aldıkları 8 reklam filminin 2 tanesinde
(Jagler, Demirdöküm) tanıtılan ürünlerin erkeklere yönelik olduğu düşünülmektedir.
Her iki reklam filminde de başat karakterler seksi ve güzel kadınlardır. Bu reklam
filmlerinde yer alan dişil özellikler ile erkeklerin dikkati çekilmeye çalışılmaktadır.
8 reklam filminde yer alan başat kadın karakterlerin 6 tanesinde (Teremyağ,
Herobaby, İçimsüt, Orkid, Rejoice, Nike) ise tanıtılan ürünler kadınlar ile
özdeşleştirilmiş ve onlara hitap eden ürünlerdir. Bu bağlamda reklam filminin başat
karakterlerinin kadın olarak yer aldıkları görülmektedir.
5. Dış Ses
İncelenen 14 reklam filminin 13 tanesinde dış ses kullanılmıştır. Reklam
filmlerinde kullanılan dış seslerin erkek ve kadın seslerine göre dağılımları Tablo 321’de verilmiştir.
Reklam Filmi
Dış Ses
Pınar Sucuk
Erkek
Kalbim
Erkek
Rodeo
Erkek
Teremyağ
Kadın
Herobaby
Erkek
İçimsüt
Erkek
Derby
Erkek
Orkid
Kadın
Rejoice
Erkek
Jagler
Kadın
Moulinex
Kadın
Bingo
Kadın
Nike
Kadın
188
Tablo 3-21: Reklam Filmlerinde Kullanılan Dış Sesler
Dış sesin kullanıldığı 13 reklam filminin 7 tanesinde erkeklerin sesleri dış ses
olarak, 6 reklam filminde ise kadınların sesleri dış ses olarak kullanılmıştır. Tablo 320’den de görülebileceği gibi erkek seslerinin dış ses olarak kullanım sayıları ile
kadınların seslerinin dış ses olarak kullanım sayıları arasında büyük farklılıklar
bulunmamaktadır. Ancak yine de reklam filmlerinde kullanılan dış seslerde ağırlık
erkeklere aittir.
6. Mekan
İncelenen 14 reklam filminde yer alan eril ve dişil modellerin hangi mekanlarda
görüntülendikleri, literatür çalışmalarında söz edilen “ev içi” ve “ev dışı” kavramlarına
göre kategorilere ayrılmış ve buna göre Tablo 3-22’de verilmiştir.
Reklam Filmi
Eril Model
Dişil Model
Pınar Sucuk
Ev içi
Ev içi
Kalbim
Ev içi
Ev içi
Rodeo
Ev içi
Ev içi
Teremyağ
Ev dışı
Ev içi
Ev içi
Herobaby
İçimsüt
Derby
Ev dışı
Ev dışı
Ev dışı
Orkid
Rejoice
Ev içi, Ev dışı
Ev içi, Ev dışı
Jagler
Ev içi
Ev içi
Moulinex
Ev içi
Ev içi
Demirdöküm
Bingo
Nike
Ev dışı
Ev dışı
189
Tablo 3-22: Reklam Filmlerinde Eril ve Dişil Modellerin Görüntülendikleri Mekanlar
Tablo 3-22’de de görülebileceği gibi eril modellerin yer aldığı reklam filmi sayısı
9’dur. Eril modellerin yer aldığı bu 9 reklam filminin 6 tanesinde erkekler ev içlerinde,
3 tanesinde ise erkekler ev dışı mekanlarda görüntülenmişlerdir. Bir reklam filminde ise
erkek önce ev içi daha sonra da ev dışı bir mekanda yer almıştır.
İncelenen 14 reklam filmi arasında dişil modellerin yer aldıkları reklam filmi
sayısı 11’dir. Bu reklam filmi sayısının 7 tanesinde kadınlar ev içinde, 3 tanesinde ise
ev dışı mekanlarda yer görüntülenmişlerdir. Bir reklam filminde ise kadın önce ev içi
daha sonra da ev dışı bir mekanda yer almıştır.
7. Eylem
Tablo 3-17 ve Tablo 3-18’de de belirtilmiş olduğu gibi araştırmada yer alan 14
reklam filminin 11 tanesinde dişil modeller, 9 tanesinde ise eril modellerin yer aldığı
görülmüştür. Bu bağlamda 13 reklam filminde yer alan eril ve dişil modellerin reklam
filmlerinde bulundukları eylemler aşağıda Tablo 3-23’de verilmiştir.
Reklam Filmi
Eril Model
Dişil Model
Pınar Sucuk
Mutfakta karısına ve kızına
kahvaltı hazırlama
Yatakta yatma, uyanma ve
kocasının hazırladığı kahvaltıyı
etme
Kalbim
Kayınpeder: Erkek
torunu ile oyun
oynama, karısını
bilgilendirme,
sofraya
oturma,gelinini
yemekler için takdir
etme
Rodeo
Çikolata yeme, evin koridorlarında
yürüme, salça kavanozu açma
Bulaşık yıkama, yemek yapma
Teremyağ
İş yerinde telefon ile konuşma
Kayınvalide:
Telefon ile
konuşma,
yemek
Evin
Kayınvalide:
Erkeği:
Soru sorma
Karısının
hazırladığı
sofraya
oturma,
yemekler
için karısını
takdir etme
Gelin:
Çocuğu ile
ilgilenme,
yaptığı
yemekleri
aileye servis
etme
Gelin:
Telefonda
konuşma,
yemek
190
hazırlama
Bebeğini kucağına alma/öpme,
bebeğine mama hazırlama ve
bebeğini yedirme
Herobaby
Ali Desidero:
Alış-veriş
arabasını sürme,
halkı dinleme,
sandalyeye
çıkıp halka
konuşma yapma
Derby
yapmaya
çalışma
Veli Desidero:
Halk arasında
ve argoda
“eyvallah”
anlamına gelen
elini göğsüne
vurma ve adını
söyleme
Kocasının ve oğlunun yanında
ayakta durma, gülümseme
Şarkı söyleme, dans etme, futbol
oynama, atlı karıncaya binme,
gülme, trambolinde zıplama,
boks torbasına vurma
Orkid
Rejoice
Gazete okuma, bulmaca çözme
Bulaşık yıkama, ütü yapma
Jagler
Yatakta oturma
Yatakta yatma
Moulinex
Telefonda konuşma, bebeğini
kucağına alma
Poz verme, kendini övme
Demirdöküm
Bingo
Hulusi: Çamaşır İsmet: Çamaşır
asma
sepeti taşıma,
çamaşır asma
Dans etme, zıplama
Nike
Tablo 3-23: Reklam Filmlerinde Eril ve Dişil Modellerin Bulundukları Eylemler
Tablo 3-23’de yer alan 13 reklam filminin 12 tanesinde eril ve dişil modellerin
hem kendi kategorileri içinde hem de diğer model kategorisi ile ortak eylemlere sahip
olduğu görülmüştür. 2 reklam filminde (Derby, Demirdöküm) ise, eril ve dişil
modellerin bulunduğu eylemler ile başka reklam filmlerinde bulunulan eylemler
arasında ortak bir nokta bulunamamıştır.
191
Yemek/mama hazırlama, sofra kurma, çamaşır asma, bulaşık yıkama, ütü yapma
gibi eylemler ile ev işlerine dair eylemlerden bir grup oluşturulabilir. Bu bağlamda bu
gruba dair eylemlerin yer aldığı reklam filmleri 7 tanedir (Pınar Sucuk, Kalbim, Rodeo,
Teremyağ, Herobaby, Rejoice, Bingo). Bu 7 reklam filminin 2 tanesinde (Pınar Sucuk,
Bingo) bu eylemler erkeklere, 5 tanesi de (Kalbim, Rodeo, Teremyağ, Herobaby,
Rejoice) kadınlara aittir.
Eşlerinin hazırladığı sofralara oturma ve hazırlanan yemekleri yeme gibi
eylemler ile hizmet edilmeye dair bir grup oluşturulabilir. Bu bağlamda bu gruba dair
eylemlerin yer aldığı reklam filmi sayısı 2’dir (Pınar Sucuk, Kalbim). Ancak bu 2
reklam filminin birinde hizmet edilen kadınken (Pınar Sucuk), diğerinde ise erkeklerdir
(Kalbim).
Bebeği/çocuğu ile ilgilenme, besleme, kucağına alma gibi eylemler, çocuk
bakımına dair bir gruba dahil olduğunda bu grupta yer alan eylemlere dair reklam
filmleri sayısı 3’tür (Kalbim, Herobaby, Moulinex). Bu 3 reklam filminin 2 tanesinde
(Kalbim, Herobaby) bu eylemler kadınlara aitken bir tanesinde (Moulinex) erkeğe aittir.
İncelenen reklam filmlerinin 2 tanesinde (Teremyağ, Moulinex) ortak eylem
olarak ‘telefon ile konuşma’nın yer aldığı görülmüştür. Ancak reklam filmlerinden
birinde (Moulinex) bu eylem sadece erkeğe aitken, diğerinde (Teremyağ) ise hem
erkeğe hem de kadına aittir.
Bir diğer eylem olan ‘yatakta yatma’ eyleminin de iki (Pınar Sucuk, Jagler)
farklı reklam filminde yer aldığı ve her iki reklam da bu eylemin kadına ait olduğu
görülmüştür. Ancak reklam filmlerinin ana temalarına bakıldığında her ne kadar aynı
eylem her iki reklam filminde de kadına aitmiş gibi görünse de, amaçları ve anlamları
farklıdır.
Reklam filmleri arasında ortaya çıkan son ortak eylem ise, dans etme ve zıplama
gibi eylemlerin yer aldığı eylem grubudur. Bu eylemlerin her ikisini de içeren 2 reklam
filmi (Orkid, Nike) bulunmakta ve her iki reklam filminde de bu eylemler kadınlara ait
olarak yer almaktadır.
192
B. BULGULARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Pınar Sucuk, Kalbim, Rodeo, Teremyağ, Herobaby, İçimsüt, Derby, Orkid,
Rejoice, Jagler, Moulinex, Demirdöküm, Bingo ve Nike reklam filmleri olmak üzere
incelenen 14 reklam filminin bulguları literatür çalışmalarında sözü edilen kavramlar
ışığında dişil model, eril model, çocuk, başat karakter, dış ses, mekan ve eylem olmak 7
kategoriden oluşturulmuştur. Bu yedi kategori bu bölümde literatür çalışmalarında
verilen bilgiler göz önünde bulundurularak, dişil ve eril modeller olmak üzere 2 başlık
altında değerlendirilecektir.
1. Dişil Model
Literatür çalışmalarında, reklam filmlerinde yer alan dişil modellerin genellikle
iki temel rol ile yansıtıldıkları ve bu rollerin başında da ev kadınlığı, anne ve eş
rollerinin geldiğinden söz edilmiştir. Yapılan araştırma sonucunda 14 reklam filminde
yer alan kadınların temel rollerinin de literatür çalışmalarını doğrular nitelikte olduğu
görülmüştür. Çünkü araştırma sonuçları dişil modellerin yer aldığı 11 reklam filminden
7 tanesinde kadınların ev kadını, anne yada eş rolleri ile yansıtıldıklarını göstermiştir.
Ayrıca literatür çalışmalarında verilen bilgilere göre; kadınlar ev kadını, anne ve
eş olarak yansıtıldıklarında bile güzel ve gençtirler. Araştırmada 7 tane reklam filminde
yer alan ev kadını, anne yada eş rollerine sahip kadınların 6 tanesinin genç ve güzel
oluşları literatürde yer alan bilgileri doğrulamaktadır.
Özellikle kadınların yemek yaptıkları gıda ürünü reklamlarında hazırlamış
oldukları yemekler ile yada kadınlara yönelik kişisel bakım ürünü reklamlarında
güzellikleri ile takdir alma çabası güttükleri literatürde verilen bilgiler arasındadır.
Araştırma sonuçları da bu verileri doğrulara niteliktedir. Kadınların yemek
hazırladıkları 3 reklam filminin 2’sinde kadınlar kocalarının takdirini alma çabası
güderlerken, kadınlara yönelik 2 kişisel bakım ürünü reklam filmlerinden birinde kadın
kocasının takdirini, güzelleşerek almaktadır.
Literatür çalışmasında verilen kadınların ikinci temel rolleri ‘güzel’ ve ‘seksi
kadın’ rolleridir ve bu tür reklam filmlerinde yer alan kadınlar uzun bacakları, yarı
çıplak vücutları vb. özellikler ile erkeklerin ulaşmak istedikleri kadınların ise yerlerinde
193
olmak istedikleri modeller olarak yansıtılmaktadırlar. Dişil modellerin yer aldığı 11
reklam filmi incelendiğinde kadınların güzelliklerinin ve seksapellerinin ön planda
olduğu reklam sayısı 2’dir. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda geriye kadınların
ev kadını, anne, eş, güzel ve seksi kadın olarak yansıtılmadıkları 2 reklam filmi
kalmıştır. Literatürde sportif, enerjik, hareketli ve aynı zamanda evine, eşine ve işine
zaman ayırabilen yeni bir kadın imajından söz edilmiştir. Süper yada modern bu yeni
kadın imajının yer aldığı reklam filmi sayısı 2’dir. Bu bağlamda literatür çalışmasında
verilen kadının ikinci temel rolünün güzellik ve seksilik olduğu bilgileri araştırma
sonuçlarında tam olarak doğrulamadığı söylenebilmektedir. Çünkü 2 tane güzel ve seksi
kadın 2 tane de süper ve modern kadın imajı bulunmuştur.
Kadınların televizyon reklamlarında genellikle çalışan kadın imajı ile yer
almadıklarının verildiği literatür çalışmalarını doğrulayan bir araştırma bulgusu daha
ise; dişil modellerin yer aldığı 11 reklam filminin 10 tanesinde kadınların bir mesleğe
yada işe dair bir özellik ve izlenimlerinin olmamasıdır.
Dişil modellerin genellikle gıda, kişisel bakım ve temizlik kategorilerine dair
ürün reklamlarında başat karakterler olduğu literatür çalışmasında bu konuda yapılan
araştırma ve incelemeler ile birlikte verilmiştir. Bu çalışmanın araştırma bölümünde de
literatür çalışmasında verilen verileri doğrular nitelikte sonuçlara ulaşılmıştır. Çünkü
kadınların başat karakter olarak yer aldıkları 8 reklam bulunmaktadır ve bu 8 reklam
filminin 3 tanesi gıda ürünü, 2 tanesi ise kişisel bakım ürünüdür. Ancak temizlik
ürününün tanıtıldığı reklam filminde başat karakter kadın değildir.
Literatür çalışmasında verilen araştırma sonuçları televizyon reklamlarında
kullanılan dış sesin genellikle erkeğe ait olduğunu göstermektedir. Çünkü toplumda
erkeğe atfedilen deneyim, güvenirlik ve otorite gibi özellikler, reklamlarda erkeğin bu
özellikleri ile dış ses olarak kullanılmalarına neden olmaktadır. Bu çalışmada yapılan
araştırma sonuçları da erkeğin sesinin ve kadının sesinin dış ses olarak kullanımı
arasında çok fazla fark olmadığı göstermiştir. Dış sesin kullanıldığı 13 reklam filminin 7
tanesinde erkek, 6 tanesinde de kadın sesi kullanılmıştır. Sonuç her ne kadar yakın olsa
da, erkeğin kullanımının daha fazla olduğu söylenebilir. Ayrıca literatür çalışmasında
kadının dış ses olarak kullanımının erkeklere oranla daha az olduğunun verilmesinin
194
yanı sıra, kadınların dış ses olarak kullanıldıklarında bu reklam filmlerinin genellikle
yukarıda da sözü edilen ürün kategorine dair olduklarından söz edilmektedir. Bu bilgi
ışığında, yapılan araştırmada bu doğrultuda bilgilere ulaşıldığının söylenilmesi
mümkündür. Çünkü kadın sesinin dış ses olarak kullanıldığı 6 reklam filminden bir
tanesinin gıda, bir tanesinin temizlik ürünü ve iki tanesinin de kişisel bakım ürünü
olduğu ortaya çıkmıştır.
Literatür çalışmalarına göre reklam filmlerinde kadınlar genellikle ev içlerinde
görüntülenmektedirler. Bu bilginin, yapılan araştırma sonucunda doğru olduğu
söylenebilmektedir. Çünkü dişil modellerin yer aldığı 11 reklam filminin 8 tanesinde
kadınlar evlerinin içinde görüntülenmişlerdir.
Literatür çalışmalarında verilen bir bilgiyi desteklemeyen bir bulgu ise eylem
kategorisinde ortaya çıkmıştır. Kadınların televizyon reklamlarında genellikle eve,
mutfağa ve temizliğe dair eylem içinde olduğu literatür çalışmalarında verilmiştir.
Ancak araştırma sonunda dişil modellerin yer aldığı 11 reklam filminin 5’inde
kadınların bu tür eylemler içinde olduğu görülmüştür.
Çocukların
toplumsallaşma
süreçlerinde
edindikleri
toplumsal
cinsiyet
kimliklerinin, genellikle aile bireylerini model alma sonucu oluştuğu ve daha sonra da
medyadan yansıyan eril ve dişil modelleri örnek alarak bu kimliklerini oturttukları
geliştirdikleri yada değiştirdikleri literatür çalışmalarında verilmiştir. Bu bağlamda
araştırmada incelenen 14 reklam filmi içinde yer alan çocuklar da incelenmiştir. Çünkü
çocukların toplumsal cinsiyete dair özellikleri taşıdıkları görülmüştür. Bu bölümde 14
reklam filminin 2 tanesinde yer alan kız çocukları da değerlendirilecektir.
2 reklam filminde yer alan kız çocuklarının her ikisinde de toplumsallaşma
sürecinde anneyi model alma ve toplumsallaşma sürecinde kız çocuklarına/kadınlara
atfedilen bir renk olan ‘pembe’ renginin yer aldığı görülmüştür. Reklam filmlerinden
birinde kız çocuğu annesine benzeme ve onun gibi olma çabası güttüğünü açıkça ifade
ederken üzerinde kızlara atfedilen pembe renkte bir elbise bulunmaktadır. Bu da, bir
bebeğin doğumundan önce tespit edilen cinsiyeti üzerine satın alınan yada hediye gelen
eşyaların ve elbiselerin cinsiyete dair renginin reklam filmlerinde de devam ettirildiğini
göstermektedir. Aynı durum diğer reklam filminde de geçerlidir. Anne ve kız çocuğu
195
birlikte pembe renkli pijamaları ile görüntülenmektedirler. Bu durum da, kadının ve kız
çocuklarının tüm toplumca kabul edilmiş rengini bir kez daha hatırlatır nitelikte olan
reklam filmi ile reklamların toplumlarda varolan değerleri yansıttığını ve hatırlattığını
göstermektedir.
2. Eril Model
Literatür çalışmasında televizyon reklamlarında yer alan erkeklerin genellikle
otoriter, diğerlerini bilgilendiren, deneyimli, “ekmek kazanan”, başarılı, hırslı,
kendinden emin, kendine güvenen, maço, sert, güçlü vb. eril özellikler taşıdığından söz
edilmiştir. İncelenen ve eril modellerin yer aldığı 9 reklam filminin 6 tanesinde bu
özelliklerin yer aldığının tespit edilmesi ile literatür çalışmasında bu konuda verilen
bilgilerin doğruluğundan söz etmek mümkündür.
Televizyon reklamlarında yer alan erkeklerin temel rollerinin iş adamlığı, ikinci
rollerinin ise baba ve eş olmak olduğundan literatür çalışmasında söz edilmiştir. Ancak
incelenen 9 reklam filminde bu sonucun tam tersine ulaşılmıştır. Çünkü 9 reklam
filminin 7 tanesinde erkekler birer baba yada eş olarak, 2 tanesinde ise iş adamı olarak
yer almışlardır. Ancak literatür çalışmasında erkeklerin baba olarak yansıtıldıklarında
genellikle çocuklarının bakımını üstlenmediklerinden de söz edilmektedir. Yapılan
araştırmada ise erkeklerin birer baba olarak gösterildikleri 5 reklam filminden sadece bir
tanesinde babanın çocuğunun bakımını üstlenmiş olması literatür çalışmasında verilen
bilgiyi doğrulamaktadır.
Literatürde verilen verilere göre 80’li yıllardan sonra televizyon reklamlarında
yeni bir eril imaj doğmuştur; modern erkek. Modern erkek genellikle eşine ev işlerimde
yardımcı olan ve çocuklarına bakan bir imaja sahiptir ve bu imajın yer aldığı reklam
filmlerinde genellikle güldürü öğeleri kullanılmaktadır. Ancak literatüre göre, bu imajın
yer aldığı reklam filmleri geleneksel erkeklerin yer aldığı reklam filmlerinin sayısından
daha azdır. Bu bilgilerin doğru olduğu yapılan araştırma ile söylenebilmektedir. Çünkü
bu imaja sahip 3 reklam filmi bulunmaktadır ve geri kalan 5 reklam filminde erkekler
geleneksel roller ile tanımlanmıştır. Ayrıca modern erkek imajının yer aldığı reklam
filmlerinde güldürü öğeleri kullanılmış hatta bir reklam filminde ise erkeğin modernliği
abartılmış ve adeta erkek dişilleştirilmiştir.
196
Eril modellerin yer aldığı 9 reklam filminin 5 tanesinde erkekler başat karakter
olarak yer almışlardır. Ancak bu başat karakterlerin hiçbiri literatür çalışmasında
verildiği gibi teknolojik ürün, bilgisayar yada araba vb. ürünlerin reklam filmlerinde
değil, daha çok kişisel bakım, ev eşyası, gıda, temizlik ürünü reklamlarında yer
almışlardır.
Literatür çalışmasında, reklam filmlerinde genellikle dış ses olarak erkek
seslerinin kullanıldığı bilgisi verilmiştir. Bunun nedeni ise erkeklerin otorite, deneyim,
güvenilirlik gibi özelliklerinin izleyici üzerinde doğuracağı olumlu etkidir. Yapılan
reklam incelemelerinde de bu verinin doğruluğu tespit edilmiştir çünkü dış ses
kullanımının olduğu 13 reklam filminin 7’sinde erkek sesleri kullanılmıştır.
Erkeklerin reklam filmlerinde genellikle ev dışında görüntülendikleri literatür
çalışmasında verilen bilgiler arasındadır. Ayrıca literatürde erkeklerin ev dışında yer
almalarının, onların özgürlük ve bağımsızlıklarını ifade ettiğinden de söz edilmektedir.
Ancak araştırma sonuçları eril modellerin yer aldığı 9 reklam filminin 6 tanesinde
erkeği ev içinde, 3 tanesinde ise ev dışında göstermiştir. Bir reklam filminde ise erkek
önce ev içinde daha sonra da ev dışında görüntülenmiştir. Ayrıca ev dışında
görüntülenen erkeklerin de literatürde belirtildiği gibi özgür ve bağımsız olarak
yansıtılmadıkları görülmüştür. Ev dışında yer alan erkeklerin biri iş yerinde, biri karısı
ile yemekte, iki tanesi dışarıda çamaşır asarken ve diğeri ise karısı ve çocuğu ile alışveriş halinde görüntülenmiştir. Bu durum da erkeklerin her ne kadar ev dışında
görüntülenseler de bu mekanların özgürlüğü ve bağımsızlığı temsil etmediğini
göstermektedir.
Literatür çalışmasında, erkeklerin genellikle televizyon reklamlarında spor
yapmak, araba kullanmak, işe gitmek gibi eylemler içinde olduklarından söz
edilmektedir. Ancak araştırma bölümünde incelenen reklam filmleri arasında araba
kullanan yada spor yapan erkeklere rastlanmamıştır.
Erkeklerin özellikle kadınların yemek yaptıkları gıda ürünü reklamlarında,
genellikle eşlerini yapmış oldukları yemekler sayesinde takdir ettikleri literatürde
verilen bilgiler arasındadır. Araştırmada bulunulan reklam filmleri arasında yer alan ve
197
kadınların yemek yaptıkları 3 reklam filminin 2 tanesinde erkeklerin lezzetli yemekleri
sayesinde eşlerini takdir ettikleri görülmüştür.
Ayrıca literatürde erkeklerin kadınlara oranla daha az telefonda konuştukları
verilmiştir. Ancak incelenen 14 reklam filminde yer alan eril ve dişil modeller
bakıldığında literatürde verilen bu bilginin var olmadığı hatta erkeklerin kadınlara
oranla daha fazla telefon ile görüntülendikleri görülmüştür.
Bu bölümün ‘Dişil Modeller’ başlığı altında nedeni tanımlanmış olduğu üzere
araştırmada çocuklar üzerinden verilen toplumsal cinsiyet kavramları da incelenmiştir.
Bu bağlamda 14 reklam filmi arasında erkek çocukları yer aldığı 3 reklam filmi tespit
edilmiştir. Literatür çalışmasında, ailelerin çocuklarına toplumsallaşma süreçlerinde
toplumsal cinsiyete dair oyuncaklar satın aldıklarını ve çocukların belli bir süreden
sonra hangi oyuncağın hangi cinsiyete atfedildiğini tanımlayabildiklerinden söz
edilmiştir. Erkek çocukların yer aldığı reklam filmlerinden birinde bu durumu izleyiciye
hatırlatılır gibidir. Erkek çocuk dedesi ile birlikte arka cepheden görüntülenmiş bir
oyuncak ile oynamaktadır ve bu açıdan oyuncak plastik bir köpeğe benzemektedir.
Ancak köpeğin ateş etme sesleri çıkardığı tespit edilmiştir. Bu bağlamda erkek çocuğun
“ateş eden” oyuncaklar ile oynadığı ve oynayabileceği izleyiciye hatırlatılmaktadır.
Reklam filmlerinin 2 tanesinde ise, literatür çalışmasında da tanımlanan
toplumsallaşma sürecinde, aynı cinsiyetten olan ebeveyni model alma söz konusudur.
Özelikle bir tanesinde, babanın geleneksel eril özelliklerini çocuk tamamı ile kendine
adapte etmiş ve babasının küçük bir örneği, stereotipikleşmiş özellikleri ile de geleceğin
geleneksel bir erkeği olmuştur. Diğer reklam filmine ise küçük erkek bebek sertlik,
otoriterlik, maçoluk vb. eril özellikler ile değil erkeklere atfedilen zekilik, beceriklilik
ve başarılılık gibi özellikler ile daha o yaştan tanımlanmıştır.
198
SONUÇ
Her bireyin içinde doğduğu, büyüdüğü ve yaşadığı bir toplum vardır. Her
toplumun ise kendine ait gelenek-görenekleri, değerleri, normları ve davranış kalıpları
bulunur ve bunlar yasalar tarafından değil toplum tarafından belirlenmiş, sınırları
çizilmiş ve kabul edilmiş genel-geçer kültürel öğelerdir. Bireylerin de ait oldukları
toplumların birer parçası oldukları göz önünde bulundurulduğunda, bu kültürel öğelerin
de birer parçası oldukları ve bu öğelerin devamını sağlayarak kültürlerini nesilden nesle
aktarma misyonuna sahip oldukları söylenebilir.
Her birey çevresini algılayabilecek yaşa geldiği andan itibaren toplumsallaşma
sürecinin içine girer. Birey bu süreçte, içinde bulunduğu toplumun kültürel değerlerini,
normlarını, değer yargılarını, o topluma göre doğru ve yanlış davranışları, düşünceleri
ve toplumun kendi cinsiyetine atfettiği toplumsal cinsiyet rol ve davranışlarını öğrenir,
özümser. Bu özümsemenin altında da bir insanın en temel gereksinimlerinden biri olan
aidiyet gereksinimi yatmaktadır. Çünkü her birey çevresi tarafından kabul görmek,
sevilmek, bir gruba/topluma ait olduğunu hissetmek ister ve bu bağlamda
toplumsallaşma sürecinde toplumun kendisine atfettiği rollerin dışına çıkmamaya ve bu
şekilde toplumu ile uyum ve birlik içinde yaşamaya çalışır.
Toplumsallaşma sürecinde bireylere, o toplumun birer parçası ola gelmeleri için
yardımcı olan bazı aracılar bulunur ve bu aracıların başında da aile kurumu gelir.
Ailelerin bir çocuğun hayatındaki birincil görevi; onun yeme-içme, güvenlik gibi
fiziksel gereksinimlerini sağlamaktır. İkincil görevleri ise, çocuklarını toplumun bir
parçası haline getirmektir. Bu bağlamda aileler kendilerini algılayacak düzeye gelen
çocuklarına, kim olduklarını ve kim olmaları gerektiğini, toplum içinde kabul gören
davranışların neler olduğu ve nasıl davranılması gerektiğini, bulundukları davranışların
nasıl geri bildirimler alacağını toplumsallaşma sürecinde öğretirler.
Günümüzde aynı toplum içinde yaşayan ailelerin bile birbirinden farklı
olabilecekleri göz önünde bulundurulmalıdır. Bazı aileler daha geleneksel bazıları ise
daha modern bir yapıdadır. Ancak her ne kadar farklı yapıda da olsalar, aynı topluma ait
ailelerin bir çok ortak kültürel değer ve değer yargıları bulunmaktadır.
199
Ailelerden sonra en önemli toplumsallaşma aracıları; arkadaş grupları kabul
edilmektedir. Ailelerden öğrenilen kültürel öğelerin devamını ve kalıcılığını sağlayan
toplumsallaşma aracıları arasında kabul edilen arkadaş grupları, bir çocuk ana okula,
ilkokula gitmeye yada parklarda, sokaklarda oyun oynamaya başladığı zaman o
çocuğun toplumsallaşma sürecine dahil olur. Bir çocuğun ailesi haricinde iletişim
kurduğu ilk insan topluluğu; arkadaş gruplarıdır ve çocuk bu gruplar sayesinde toplum
ile ilk kez tanışmış olur. Bu süreçte çocuklar, ailelerinden görerek bulundukları
davranışların geri bildirimlerini alırlar.
Bireylerin toplumsallaşma süreçlerinde çok büyük etkileri olan bir başka aracısı
da; medyadır. Çünkü gelişen teknoloji ve teknolojik ürünler ile medya mesajları gün
içinde binlerce insana ve sıklıkla ulaşabilmekte ve bireyleri yolladıkları mesajlar ile
adeta bir bombardıman altında bırakabilmektedir. Her gün maruz kaldığı bu mesaj
bombardımanı ile de bireyler görmezden gelmeye çalışsalar bile bu mesajlardan
etkilenmektedirler. Ayrıca medyanın ilettiği mesajların, toplumda var olan kültürel
değer ve öğeleri içerdiği ve bunları metin ve görseller aracılığı ile sık sık bireylere
aktardığı söylenebilmektedir. Bu bağlamda bireyler toplumsallaşma süreçlerinde
ailelerinden ve arkadaş gruplarından gördükleri toplumsal değerleri, rolleri, normları vb.
kültürel öğeleri medya mesajlarına maruz kalarak da görebilmektedirler.
Toplumun bir parçası olma yolunda toplumsallaşma süreci içinde birey
toplumun
gelenek-göreneklerini,
değerlerini,
normları
ve
davranış
kalıplarını
toplumsallaşma aracılarından öğrendiği gibi toplumun her iki cinsiyete de atfettiği bazı
rolleri, görevleri, hakları, sorumlulukları ve davranış kalıplarını da öğrenir.
Her birey doğduğu anda ilk olarak cinsiyetine göre tanımlanır ve hayatı boyunca
da bireyden, toplumun o cinsiyete atfettiği rollere ve davranış kalıplarına uygun
davranması beklenir. Birey ise neyin kendi cinsiyetine uygun olduğunu yada neyin
olmadığını, çevresini algılamaya başladığı andan itibaren yaşamaya başladığı
toplumsallaşma sürecinde aile, arkadaş grupları ve medya gibi aracılar yardımı ile
öğrenir ve bu bağlamda toplumsal cinsiyet kimliğini oluşturur ve geliştirir.
Bireylerin toplumsal cinsiyet kimliklerini oluşturmalarına ve geliştirmelerine
dair Sigmund Freud, Nancy Chodorow, Lawrence Kohlberg, Sandra Bem, Martin
200
Halverson gibi bir çok bilim adamı kuramlarını ortaya koymuşlardır. Ancak bu çalışma
kökeni Miller ve Dollard’ın Toplumsal Öğrenme Kuramı’na dayanan Albert
Bandura’nın Sosyo-Bilişsel Kuramı ile temellendirilmiştir.
Albert Bandura’nın Sosyo-Bilişsel Kuramı’na göre, her bireyde doğuştan var
olan bir beceri vardır. Bu beceri, bireylerin çevrelerinde gördükleri diğer bireylerin
sahip olduğu davranışları, rolleri gözlemlemesini yani bu bireyleri kendilerine model
alarak zaman içinde diğerlerinden gözlemlediklerini kendilerine adapte etmesini ve bu
şekilde öğrenmesini kapsamaktadır. Bandura, bireylerin bu becerilerini toplumsallaşma
aracıları üzerinde kullandıklarını ve bu yolla ailelerinin, arkadaş gruplarının ve medyada
yer alan bireylerin davranış ve rollerini gözlemleyerek, bu bireyleri model alarak
toplumsal cinsiyet kimliklerini geliştirdiklerini ve oluşturduklarını savunmaktadır.
Kurama göre, model alarak öğrenmenin gerçekleşmesi için bireylerin ve
özellikle çocukların öncelikle kendilerine model alacakları bireylere dikkat etmesi
gerekmektedir. Bireylerin dikkatlerini ise genellikle kendilerine yakın gördükleri yada
kendilerine benzediklerini düşündükleri bireyler çekmektedir. Bu noktada ailelerin,
bireylerin toplumsal cinsiyet kimlikleri üzerindeki etkisinin ve öneminin ortaya çıktığı
düşünülmektedir. Çünkü aynı cinsiyet sahip oldukları fark eden kız çocukları annelerini,
erkek çocukları ise babalarını model alma çabası gütmektedirler. Ayrıca toplumsallaşma
aracılarının en önemlilerinden biri olan medyanın öneminden de aile de olduğu gibi bu
noktada söz etmek uygundur. Çünkü medya mesajları canlı renkleri, sesleri, efektleri ve
görselleri ile bireylerin ve özellikle çocukların dikkatini büyük ölçüde çekebilmekte ve
bu özellikleri ile aktardığı mesajlar içinde yer alan karakterlerin rol model alınmasını
sağlayabilmektedir.
Model aldığı bireylerin davranış ve rollerini gözlemleyen bireyler, bunları ileride
uygulamaya koymak için akıllarında tutarlar. Çocukluk dönemini atlatmış bireyler,
akılda tutma sürecini daha rahat geçirirler ancak aynı durum çocuklar için her zaman
geçerli olmamaktadır. Çocuklar genellikle medyada ve özellikle televizyondan görerek,
dikkat ederek ve gözlemleyerek model aldıkları karakterlerin toplumsal cinsiyete dair
davranış ve rollerini, model aldıkları aile bireylerinin davranış ve rollerinden daha rahat
akılda tutarlar. Çünkü tüm medya araçları ve özellikle televizyon, çocukların dikkatini
201
diğer toplumsallaşma aracılarına oranla daha fazla çekmekte ve bu bağlamda burada yer
alan rol modellerinin davranış ve rolleri daha rahat akılda kalabilmektedir. Bu aşamadan
sonra akılda tutulan rol modellere ait davranış ve roller bireyler tarafından üretilir yani
hayat geçirilir.
Davranışların hayata geçirildiği aşamada dikkat edilmesi gerekilen en önemli
nokta; bulunulan davranışın adapte edilen davranış olmadığıdır. Bireyler rol model
aldıkları toplumsallaşma aracılarının toplumsal cinsiyete dair davranış ve rollerini tekrar
edebilirler ancak her tekrar edilen davranış, bireyin toplumsal cinsiyet kimliğine ait bir
davranış değildir. Bireylerin, tekrar ettikleri davranışları kendilerine adapte edebilmeleri
için bazı güdülere sahip olmaları gerekmektedir ve bu güdüler de toplumsallaşma
aracıları tarafından sağlanmaktadır. Örneğin bir aile, çocuğunun, toplumun o cinsiyete
atfettiği rol ve davranışlar dışında bulunduğunu görürse ona bu davranışı tekrar
etmemesi için ceza verebilir. Yada çocuk toplumun kendi cinsiyetine atfettikleri
haricinde tutum ve davranışlar sergiliyorsa, bu durum arkadaş grupları tarafından da
eleştiri alabilir. Çocuklar, önemli bir toplumsallaşma aracısı olan medyadan da
güdülenebilmektedir. Bu durum da, çocuğun tekrar ettiği davranışın tersini medya
mesajlarında yer alan karakterlerden gözlemlemesi sonucu gerçekleşmektedir. Bu
bağlamda ailesinden, arkadaş çevresinden yada medyadan, bulunduğu davranışın yanlış
olduğuna dair geribildirimler alan çocuk davranışı kendine adapte etmeyecektir. Aynı
durumun tersi de söz konusudur; toplumsallaşma aracılarından alınan olumlu
geribildirimler de davranışın kişiliğe adapte edilmesini sağlar.
Gelişen teknoloji sayesinde bireyler gün içinde sıklıkla bir çok medya aracından
aktarılan mesajlara maruz kalırlar ve bu mesajların içinde topluma ait kültürel öğeler,
değerler ve toplumsal cinsiyete dair kavramlar yer almaktadır. Medya mesajlarına
maruz kalan bireylerin ve özellikle toplumsallaşma süreçlerinin başlarında olan,
toplumsal cinsiyet kimliklerini oluşturmaya çalışan çocukların, medya mesajları içinde
yer alan karakterler arasından kendilerine yakın bulduklarını, kendi cinsiyetlerinden
olanları ve dikkatlerini çekenleri rol model olarak alabilmekte oldukları söylenebilir.
Medya mesajlarında yer alan karakterleri rol model alan birey yada çocuk, toplumsal
cinsiyete dair olan davranışı yada rolü tekrar etme eğilimi göstermekte ve tekrar
202
ettiklerinin benzerlerini yada aynılarını yine medya mesajlarında gördüğünde, artık
bunun genel-geçer bir doğru olduğu kanısına vararak davranışı yada rolü kendine adapte
etmektedir. Bu bağlamda medyanın günümüzde, bireylerin toplumsal cinsiyet
kimliklerini oluşturmalarında ve geliştirmelerinde önemli bir role sahip olan ve onlara
çeşitli “rol model” alternatifleri sunabilen bir toplumsallaşma aracısı olduğu
söylenebilmektedir.
Günümüz medya araçları arasında televizyonun çok farklı bir önemi ve yeri
bulunmaktadır. Bir çok evde bulunması, çok geniş kitlelere aynı anda seslenebilmesi ve
içerdiği görseller, sesler, renkler, efektler ile bir çok bireyin ve özellikle çocukların
dikkatini çekebilmesi nedeni ile televizyonun etkili bir medya aracı olduğu söylenebilir.
Medyanın toplumsallaşma sürecindeki etkilerinden söz edildiğinde, önemli bir medya
aracı olan televizyonun toplumsallaşma sürecindeki etkisi de gündeme gelmektedir.
Televizyonda yayınlanan bir çok program topluma ait kültürel değerleri
yansıtmaktadır. Çünkü bireylerin, ‘kendilerinde olan’a yada ‘kendileri gibi olan’a daha
sıcak bakma eğilimleri vardır. Kendilerinde var olan değerlerin yer aldığı programlar
yada bu programlarda yer alan karakterler, bireylerin dikkatini daha fazla çekmekte ve
bu şekilde programlarda yer alan karakterleri kendilerine rol model alma olasılıkları
artmaktadır.
Yapılan literatür taraması sonucunda, televizyon programlarının birbirinden
farklı
türlerde
olsalar
bile
toplumsal
cinsiyete
dair
mesajlar
aktardıkları
söylenebilmektedir. Yayınlanan televizyon programlarında genel olarak erkekler,
kadınlara oranla daha ağrılıklı olarak yer almaktadırlar. Bu programlarda erkekler genel
olarak hırslı, güçlü, cesur, mantıklı, akıllı, bağımsız, otoriter, deneyimli, bekar, vahşi,
dayanıklı, başarılı bireyler olarak yansıtılmaktadır. Ayrıca bu programların çoğunda
erkeğin işi ve işindeki başarısı ön plana çıkmaktadır. Kadınlar ise genel olarak
duygusal, seksi, evli, bağımlı, çekici, güzel, itaatkar, korkak, uysal, mutlu bireyler
olarak yansıtılmakta ve kadınların annelik özellikleri ön planda tutulmaktadır.
Televizyondan aktarılan toplumsal cinsiyet mesajları filmlerde de ağırlıklı olarak yer
almaktadır. Bu filmlerde de, televizyon programlarında genel olarak yer alan eril ve
dişil özellikler bulunmaktadır. Tüm bu televizyon programlarına ve filmlerine bireylerin
203
olduğu kadar çocuklar da maruz kalmaktadır. Çocukların, bireylere oranla daha fazla
televizyon izledikleri ve izlemekten zevk aldıkları göz önünde bulundurulduğunda,
toplumsallaşma süreçlerinde edindikleri toplumsal cinsiyet kimlikleri
üzerine
televizyonun etkilerinden söz etmek mümkündür. Çocuklar için hazırlanan çocuk
programlarında yada çizgi filmlerde de eril ve dişil modelleri yer almaktadır. Hem
büyüklere yönelik hem de kendi yaşlarına yönelik programlara maruz kalan çocukların
eril ve dişil özellikler göstermeye başladıkları bilinmektedir.
Literatürde verilen tüm araştırma bulguları ile televizyondan aktarılan
mesajlarda erkeklerin ön planda ve baskın, kadınların ise ikinci planda yer aldıkları
görülmektedir. Televizyon programları aktardıkları toplumsal cinsiyet mesajları ile
çocuklara geleceğin birer kadını yada erkeği olarak nasıl davranışlar sergilemeleri
gerektiğini, hangi rol ve sorumluluklara sahip olacaklarını gösterirken, çocukluk
dönemini tamamlamış bireylere de bu davranış, rol ve sorumlulukları hatırlatmaktadır.
Mesajları, televizyon aracılığı ile geniş kitlelere ulaşan ve ürün/hizmet tanıtımını
üstlenerek üretici ile tüketici arasındaki iletişimi sağlayan reklamların da toplumsal
cinsiyet mesajları taşıdığına inanılır. Buna göre; reklamların sadece tüketiciyi
bilgilendirme, tüketicide tutum değişikliği yaratma, tüketiciyi ikna etme, ürüne değer
katarak rakiplerinin arasından sıyrılabilmesini sağlama, ürünün unutulmamasını
sağlama ve örgütün diğer amaçlarına katkıda bulunma gibi fonksiyonlarının yanı sıra,
toplumsal cinsiyet kimliği üzerinde etkili olma durumu da bulunmaktadır.
Bireylerin toplumsallaşma süreçlerinde etkileri olan televizyon reklamlarının,
toplumsal cinsiyet oluşum ve gelişimleri üzerine etkileri de olduğu ayrıca bu etkiyi
mesajlarında içerdiği eril ve dişil özellikler ile sağladığına dair savlar bulunmaktadır.
Bu çalışma da bu savı benimsemektedir. Ancak bu savın gerçek anlamı ile
benimsenebilmesi için televizyon reklamlarında eril ve dişil özelliklerin yer aldığının
görülmesi gerekmektedir. Bu bağlamda Pınar Sucuk, Kalbim, Rodeo, Teremyağ,
Herobaby, İçimsüt, Derby, Orkid, Rejoice, Jagler, Moulinex, Demirdöküm, Bingo ve
Nike olmak üzere 14 reklam filmi amaçsal örneklem yöntemi ile belirlenmiştir. Reklam
filmleri göstergebilimsel analiz yöntemi ile ve gösteren-gösterilen ile düzanlamyananlam karşıtlığı üzerinden incelenmiştir. İncelenen 14 reklam filminin bulguları ise,
204
literatür çalışmasında, televizyon reklamlarında yer alan toplumsal cinsiyet mesajlarının
içerik ve özellikleri tanımlanırken ağırlıklı olarak üzerinde durulan kategorilere göre
oluşturulmuştur ve bu bağlamda yedi kategori belirlenmiştir. Bu yedi kategori de,
hipotezin doğruluğunu ortaya daha rahat koyabilmek ve eril-dişil özelliklerin açıkça
görülmesini sağlayabilmek amacı ile ortaya çıkan dişil model, eril model, çocuk, başat
karakter, dış ses, mekan ve eylem kategorileridir.
Araştırma
sonucunda
reklam
filmlerinde
dişil
özelliklerin
yer
aldığı
gözlemlenmiştir. Bu dişil modellerin ağırlıklı olarak genç ve güzel ev kadınları, anneler,
eşler olarak yansıtıldıkları ve iş kadınlığına dair hiçbir gösterge olmadığı ortaya
çıkmıştır. Ayrıca bu geleneksel rollerdeki kadınların, kocalarından yaptıkları yemekler
ile yada güzellikleri ile takdir alma çabası güttükleri belirlenmiştir. Bu bulgular ile
literatür çalışmalarında verilen bilgiler karşılaştırıldığına araştırma sonucunda ortaya
çıkan dişil modellerin literatür verileri ile tutarlı olduğu ortaya çıkmıştır. Yapılan
araştırma sonucu dişil modellerin ikinci temel rollerinin seksi yada seks objesi
konumundaki kadın olduğu söylenememektedir. Bu bulgu da literatürde verilen bilgileri
destekleyen bir bulgu olmamaktadır. Çünkü literatürde reklam filmlerinde yer alan
kadınların ikinci temel rollerinin seksilik olduğu verilmiştir. Ancak yapılan araştırma
sonucunda kadınların ikinci temel rollerinin hem seksi kadın hem de 80’li yıllardan
sonra dünyada yaşanan değişimler, feminist hareketler ve reformlar sonucu ortaya çıkan
“süper” ve “modern” kadın olduğu ortaya çıkmıştır. Bu yeni dişil model literatüre göre,
canlı, enerjik, geleneksellikten uzak, sporcu, iş kadını ama aynı zamanda anne
kadınlardır. Bu yeni imaja sahip kadının reklamlarda ağırlıklı olarak olmasa da
görülmeye başlaması toplumda yer alan kadınlarda yaşanan değişimin yada değişim
isteğinin bir göstergesi olarak düşünülebilir. Bu bağlamda, reklamcıların kadınların
değişmez özellik ve rolleri olan ev kadınlığı, eş ve anneliği yansıtmaktan
vazgeçmedikleri ancak süper ve modern kadın imajının yavaş yavaş dişil modellerin
ikincil rolleri konumuna gelmeye başladığı söylenebilmektedir.
Literatür verilerini doğrular nitelikte bir araştırma bulgusu da dişil modellerin
başat karakter olarak yer aldıkları reklam filmlerinin ürün kategorileridir. Gıda ve
kişisel bakım ürünü reklamlarında genellikle dişil modellerin yer aldığı doğrultusunda
205
olan literatür verileri gibi araştırma bulguları da bu durumu göstermektedir. Bu
bağlamda, gıda ürünlerini en iyi tanıyanların kadınlar, yemek hazırlamanın da
kadınların bir sorumluluğu olduğu mesajının reklamlar aracılığı ile veriliyor olduğu
söylenebilir. Ayrıca bu tür gıda reklamlarının yıllardır süregelen “kadının yeri
mutfaktır” mitini vurguladığı da düşünülmektedir. Kişisel bakım ürünü reklamlarında
yine başat karakterlerin kadınlar olması ise, kadına güzel ve bakımlı olmaları ve hep bu
şekilde kalmaları gerekliliğinin hatırlatıldığı düşüncesini akıllara getirmektedir.
İncelenen 14 reklam filminde yer alan dişil modellerin genelinin ev içlerinde
görüntülendikleri ve bu mekanlarda ev işleri ile meşgul olmak, mutfakta yemek yapmak
yada bulaşık yıkamak ve çocukları ile ilgilenmek gibi eylemler içinde oldukları
görülmüştür. Bu bulgu literatür çalışmasında verilen bilgileri destekler niteliktedir.
Ayrıca yukarıda da verildiği üzere; kadınların birincil rollerinin ev kadınlığı, annelik ve
bir eş olmak olduğu bulgusunun oluşması ile ortaya çıkan bu bulgular birbirlerini
destekler nitelik taşımaktadır. Böylece kadınların geleneksel rollerinin bir kez daha
vurgulanıyor olduğu söylenebilir.
Çalışmanın 2. bölümünde toplumsallaşma sürecinde toplumsallaşma aracıları
model alınarak öğrenilen toplumsal cinsiyete dair davranış ve rollerden sıkça söz
edilmiş bu bölümde bu veriler özetlenmiştir. Toplumsallaşma sürecinde ebeveyni model
alan çocukların incelenen 14 reklam filminde yer aldığının ortaya konması ile ‘çocuk’
kategorisi de oluşturulmuş ve kız çocukları dişil modeller ile incelenmiştir. Araştırma
sonucunda kız çocuklarının reklam filmlerinde anneyi model alma eğilimlerinin varlığı
tespit edilmiştir. Genel olarak çocuklar, toplumsallaşma süreçlerinde ilk olarak aileleri
ile yakın olurlar ve daha sonra sosyal hayata adım atarlar. Bu durumun bir sonucu
olarak ilk toplumsallaşma aracıları da aileleridir. Kız çocukları bu süreçte annelerine
özenirler, onlar gibi olma çabası güderler ve annelerin rol ve davranışlarını örnek alırlar.
Bu bilgilerin varlığı da incelenen 14 reklam filminde yer alan kız çocuklarında tespit
edilmiştir. Bu bağlamda bu reklam filmlerinin hem literatürde verilen bilgileri
desteklediği hem de bu reklam filmlerine maruz kalan kız çocuklarına örnek teşkil
edebileceği düşünülmektedir.
206
14 reklam filminde eril özelliklerin yer aldığı da tespit edilmiştir. Genel olarak
reklam filmlerinde yer alan eril modellerin literatürde verilen bilgiler doğrultusunda
olduğu ortaya çıkmıştır. Buna göre, incelenen reklam filmlerinde yer alan erkekler
başarılı, hırslı, deneyimli, ‘ekmek kazanan’, maço kendine güvenen, sert ve güçlü
kişilik özelliklerine sahiptir. Ayrıca eril modellerin bir çoğu literatürde verileni
desteklercesine eşlerini yaptıkları yemekler ada güzellikleri ile takdir etmektedirler.
Araştırma sonucunda ilginç bir bulgunun ortaya çıktığı gözlemlenmiştir.
Literatür çalışmalarına göre; erkekler televizyon reklamlarında birincil olarak ‘iş
adamı’, ikincil olarak da ‘baba’ olarak yer alırlar. Ancak incelenen reklam filmlerinde
yer alan eril modellerin büyük bir çoğunluğu birer baba olarak yer almışlardır. Bu
bağlamda, reklam filmlerinde eril modellerin birer iş adamından çok birer de baba
olduklarının hatırlatılmaya başlandığı söylenebilir. Bu durum dünyada ve Türkiye’de
yaşanan değişimlerin bir yansıması olarak yorumlanabilir. Ancak yine de reklam
filmlerinde baba rolüne sahip erkeklerin çoğunluğunun çocuklarının bakımını
üstlenmediklerinin gözlemlenmiştir. Bu durum da, var olan bir ikilemi göstermektedir.
Bu ikilem de, geleneksellikten ödün vermeden yansıtılan değişimin bir belirtisi olarak
yorumlanabilmektedir. Ayrıca incelenen reklam filmlerinde, 80’li yıllar sonrası
başlayan değişim ile oluşan yeni ‘modern erkek’ imajı da tespit edilmiştir. Ancak yine
de bu imaja sahip eril modellerin oranı geleneksel modellerden azdır. Bu bulgu da
yapılan yorumu destekler niteliktedir. Değişim söz konusudur ancak bu değişim,
ataerkil yapının ağırlıklı olduğu ülkelerde hızla ilerlememektedir. Araştırma sonucunda
da bu değişimin küçük yansımalarının yer almakta olduğu söylenebilir.
Literatüre göre; erkekler reklam filmlerinde genellikle teknolojik ürün, araba,
bilgisayar vb. ürün reklamlarında yer alırlar. Ancak araştırma sonuçları eril modellerin
yer aldıkları reklam filmlerinde, erkeklerin bu ürünler ile aynı görüntü içinde bile yer
almadıkları göstermektedir. Ayrıca literatüre göre erkekler genellikle özgürlüklerinin bir
göstergesi olarak ev dışı mekanlarda yer almaktadırlar. Ancak araştırma sonuçları
bunun tersini göstermiş, erkeklerin çoğunun ev içinde yer aldığı tespit edilmiştir.
Erkeklerin genellikle reklam filmlerinde araba kullanmak, spor yapmak gibi eylemler
içinde oldukları bilgilerinin verildiği literatürden farklı olarak araştırma sonuçlarında
207
eril modellerin böyle eylemler içinde olmadıklarını ortaya koymuştur. Her ne kadar bu
araştırma bulguları literatürde verilen geleneksel eril özellikleri estekler nitelikte olmasa
da, bu reklam filmlerinde yer alan eril modellerin kişilik özellikleri genellikle
geleneksel erkek imajını destekler niteliktedir. Bu bağlamda geleneksellikten ödün
vermeden gösterilmeye çalışılan değişimden tekrar söz etmek mümkün olabilir.
Erkek çocukların incelendiği reklam filmlerinden birinde de, kız çocuklarının
tümünde görülen toplumsallaşma sürecinde ebeveyni model alma durumu söz
konusudur. Babasını model alan erkek çocuğu bu reklam filminde sadece babasını
model almak ile kalmayarak, çocuğa geleneksel eril özelliklerin bir çoğu yüklenmiştir.
Hem babasını model almanın bir göstergesi olarak tanımlanabilecek reklam filmi aynı
zamanda da stereotipik erkek modelinin bir örneği niteliğindedir. Bir diğer reklam
filminde bu derece ağırlıklı olmasa da çocuğa geleneksel eril özellikler yüklenmiş,
çocuk becerisi, başarısı ve aklı ile yansıtılmıştır. Diğer reklam filminde yer alan erkek
çocuğun elindeki ateş efektleri veren oyuncak köpek ile toplumsallaşma sürecinde
çocukların toplumsal cinsiyetlerine göre sahip oldukları ve oynadıkları ‘erkek oyuncağı’
gösterilmiş ve literatür verilerini destekleyici bir bulgu ortaya çıkmıştır.
İncelenen 14 reklam filminin dış sesinin hangi cinsiyete ait olduğuna
bakıldığında da, genel olarak erkek seslerinin kullanılmış olduğu görülmüştür. Bu bulgu
literatür çalışmasında verilen bilgileri de doğrulamaktadır. Bunun nedeninin, ataerkil
toplumlarda kabul edilmiş olan ‘erkek bilir’, ‘erkek deneyimlidir’ mitlerinden ve erkeğe
atfedilen
güvenilir
ve
otoriter
özelliklerden
kaynaklandığı
düşünülmektedir.
Reklamcıların dış sesi, erkek sesi olarak seçmelerindeki en temel nedenin erkeğe
atfedilen bu özellik ve kabul gören bu mitlerin tüketiciyi etkileyebileceği ve ürüne olan
dikkatin, satışların artacağı düşüncesi olduğu söylenebilir.
Bu çalışmada kullanılan reklam filmleri incelenerek, televizyon reklamlarında
eril ve dişil özelliklerin yer aldığı tespit edilmiştir. Literatür bilgileri ışığında, dişil
modellerin geleneksel yapıda oldukları gözlemlenmiştir. Eril modellerin ise literatür
çalışmasında verilen bilgiler ile çok da uyumlu olmadıkları, ne tam anlamı ile
geleneksel ne de tam anlamı ile modern özellikleri içermediklerine dikkat edilmiştir.
208
Ancak feminist hareketler, kadın hakları düzenlemeleri ve küreselleşmenin etkileri ile
toplumda var olan modern imajları az da olsa içermeye başladıkları söylenebilir.
Albert Bandura’nın kuramı ve diğer literatür verileri ile oluşmuş olan; bireylerin
ve çocukların toplumsallaşma sürecinde bir toplumsallaşma aracısı olan medyadan ve
televizyon reklamlarından aktarılan eril ve dişil modellerin özelliklerini gözlemleyerek
toplumsal cinsiyet kimliklerini oluşturabileceklerine ve geliştirebileceklerine dair olan
savlar göz önünde bulundurulabilmektedir. Ancak bu çalışmada yapılan araştırma ile bu
savı kanıtlama çabası güdülmemiştir. Bundan sonra yapılacak çalışmalara bir öneri; bu
savı ortaya koyabilmek amacı ile özellikle çocukların denek olarak yer aldıkları ve erildişil özelliklerin yer aldığı reklam filmlerinin izletileceği, daha sonra da deneklerin
toplumsal cinsiyete dair davranış ve rollerinin gözlemlenebileceği laboratuar
araştırmaları yapılmasıdır. Bu yolla reklam filmlerinde yer alan eril ve dişil özelliklerin,
birey ve çocukların toplumsal cinsiyet kimlikleri üzerindeki gerçek etkilerinin ortaya
konulabileceği düşünülmektedir.
Sonuç olarak, reklamların sadece ürün ve hizmetleri tanıtmak, tüketiciyi
bilgilendirmek, tüketicinin ürün/hizmeti unutmamasını sağlamak, talebi arttırmak,
satışları gerçekleştirmek, ürün/hizmetin rakiplerinin bir adım önünde yer almasını
sağlamak, üretici ile tüketici arasında var olan iletişim kopukluğunu ortadan kaldırmak
gibi fonksiyon ve amaçları bulunmamaktadır. Günümüzde bir çok birey tarafından
istemsizce de olsa maruz kaldıkları medya ve özellikle televizyondan, sadece reklamın
temel fonksiyon ve amaçlarına hizmet eden mesajlar gelmemektedir. Bu mesajların
içinde toplumda var olan, toplum tarafından kabul görmüş kültürel değerler de yer
almaktadır. Temel amaçlara hizmet eden mesajlar yaratılıyor gibi düşünülse de bu
mesajların içinde toplum tarafından kadına ve erkeğe atfedilmiş bazı davranış, hak, rol
ve sorumluluk yansıtan, gösteren ve hatırlatan bazı göstergeler yer almaktadır.
Toplumsal cinsiyete dair kavram ve özellikleri içeren bu mesajların belki de bireylerin
ve özellikle çocukların kişiliklerini de etkileyebilecekleri göz önünde bulundurulmalı ve
mesajların, amaçlananın dışında etkilere yol açabileceği de düşünülerek mesajlar
hazırlanmalıdır.
209
KAYNAKÇA
I. TÜRKÇE KAYNAKLAR
A. KİTAPLAR
AVERY Jim, Kampanya Planlaması-Reklam Temelli Pazarlama Planı, Çev:
Celil Oker, Reklamcılık Vakfı Yayınları, İstanbul, 2000.
BAUDRİLLARD Jean, Tüketim Toplumu, Çev: Hazal Deliceçaylı/Ferda
Keskin, 2. Baskı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2004.
BERGER Arthur Asa, Kitle İletişiminde Çözümleme Yöntemleri, Ed: Nazmi
Utak/Aslı Tunç, Anadolu Üniversitesi Eğitim,Sağlık ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları
Yayınları, No:91, 1993.
ELDEN Müge, Reklam Yazarlığı, 2. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004.
FİSKE John, İletişim Çalışmalarına Giriş, Çev: Süleyman İrvan, Bilim Sanat
Yayınları, 1996.
GÖKSEL Bülent / Güneri Belma, Reklam Kampanyaları ve Medya
Planlaması, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları, İzmir, 1993.
GÜNEŞ Sadık, Medya ve Kültür- Sessiz Yığınların Kültürel İntiharı, 2.Basım,
Vadi Yayınları, Ankara, 2001.
GÜRÜZ Demet, Halkla İlişkiler Reklam Ajansları İşletmeciliği ve Yönetimi,
Punto Yayıncılık, İzmir, 1995.
GÜRÜZ Demet, Reklam Yönetimi, Ege Üniversitesi Basımevi, 2. Baskı, İzmir,
1999.
JEFFKİNS Frank, Reklamcılık, The m & e hand book series, çev.:Şölen Kipöz,
London, 1985.
KANNER Bernice, Kadınlar Ne İster?, Çev: Füsun Kamışoğlu, MediaCat
Kitapları, Kapital Medya A.Ş., İstanbul, 2003, s:195
210
KARABAĞ Ayson, Reklamcılığa Yeni Bir Bakış, Akba Yayıncılık, İstanbul,
1998.
KOCABAŞ Füsun / ELDEN Müge, Reklamcılık- Kavramlar, Kararlar,
Kurumlar, 5.Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004.
KOCABAŞ Füsun / ELDEN Müge / YURDAKUL Nilay, Reklam ve Halkla
İlişkilerde Hedef Kitle, 3. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002.
MATTELART Armand / MATTELART Michele, İletişim Kuramları Tarihi,
Çev: Merih Zıllıoğlu, 2. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003.
MC QUAİL Denis / WİNDAHL Sven, İletişim Modelleri:Kitle İletişim
Çalışmalarında, Çev: Konca Yumlu, 2. Baskı, İmge Kitabevi, 2005.
MUTLU Erol, İletişim Sözlüğü, 2. Baskı, Ark Yayınevi, 1995.
OZANKAYA Özer, Toplumbilim, 10. Baskı, Cem Yayınevi, 1999.
PARSA Seyide / PARSA Alev Fatoş, Göstergebilim Çözümlemeleri, 2. Baskı,
Ege Üniversitesi Basımevi, Bornova, İzmir, 2004.
RITZER George, Toplumun McDonaldlaştırılması: Çağdaş Toplum Yaşamının
Değişen Karakteri Üzerine Bir İnceleme, Çev: Şen Süer Kaya, Ayrıntı Yayınları,
İstanbul, 1998.
RUTHERFORD
Paul,
Yeni
İkonlar,
Televizyonda
Reklam
Sanatı,
Çev:Mustafa K.Gerçeker, 2. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2000.
UZTUĞ Ferruh, Markan Kadar Konuş, Kapital Medya A.Ş., İstanbul, 2003.
B. MAKALELER
ARSLAN Ali, “Medyanın Birey ve Toplum Üzerindeki Etkisi”, Uluslararası
İnsan
Bilimleri
Dergisi,
http://www.insanbilimleri.com/makaleler/sosyoloji/Medyanin_Birey_Toplum.htm,
28.03.2006.
ARSLAN Ali, “Medyanın Profesyonellik İdeolojisi ve Toplumsal Çevresi ile
Olan İlişkisi Üzerine Sosyolojik Bir Değerlendirme, Uluslararası İnsan Bilimleri
211
Dergisi,http://www.insanbilimleri.com/makaleler/sosyoloji/Medyanin_Profesyonellik_Ideolojisi.pdf,
11.01.2006.
BABAOĞUL Müberra, “Reklamların Kadınlar Üzerindeki Etkileri:Reklamlarda
Yer Alan Cinsellik Öğesi Oturumu”, “Reklamların İzleyiciler Üzerindeki Etkileri”
Paneli, RTÜK Yayın No:10, 1.Baskı, Ankara, Temmuz 2004.
BİRKÖK
Cüneyt,
“Toplumsal
Cinsiyetin
Kökenleri”,
2004,
http://www.insanbilimleri.com/ekampus/mod/forum/discuss.php?d=37,29.12. 2005.
ELDEN
Müge,
“Aile
İletişimi-Reklam
Mesajları
Etkileşimi:Televizyon
Reklamlarına Aile İçi İlişki Kalıpları ve Rol Dağılımlarının Yansımaları”, 2th
International Symposium, Communication In The Millenium, March 17-19 2004,
http://cim.anadolu.edu.tr:80/pdf/2004/1130848621.pdf, 22.12.2005.
“Dünyada Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyonlar(AT,NAFTA,PASİFİK) ve
Türkiye (AT,EFTA,KEİ,Türk Cumhuriyetleri, EKİT(ECO), İslam Ülkeleri)İlişkileri”,
Dünyada Küreselleşme ve Bölgesel Alt Türk Komisyon Raporu-Kitap 2, T.C.
Başbakanlığı Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Yayın No:DPT:2375-ÖİK:440,
Ocak 1995.
MORA Necla, “Kitle İletişim Araçlarında Yeniden Üretilen Cinsiyetçilik ve
Toplumda Yansıması”, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, Cilt:2, Sayı: 1, ISSN:
1303-5134, 27.05.2005.
TİMİSİ Nilüfer, “Reklamların Kadınlar Üzerindeki Etkileri:Reklamlarda Yer
Alan Cinsellik Öğesi Oturumu”, “Reklamların İzleyiciler Üzerindeki Etkileri”
Paneli, RTÜK Yayın No:10, 1.Baskı, Ankara, Temmuz 2004.
UĞUR İmran / ŞİMŞEK Sedat, “Kitle İletişim Araçlarındaki Reklamlarda
Kadın ve Erkek Objelerin Kullanılması”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, Sayı: 11, 2004.
YILMAZ Ayhan, “Reklam Etkisini Ölçmede Kullanılan Modeller”, PİPazarlama ve İletişimi Dergisi, Cilt:2, Sayı:2, İstanbul, Ekim 2002.
212
C. TEZLER
KULA DEMİR Nesrin, Televizyon Reklamlarında Yer Alan İdeolojiler ve
Toplumsal Cinsiyetin İnşası, Basılmamış Doktora Tezi, E.Ü. Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İzmir, 2004.
ÖLÇER Evrim, Türkiye Masallarındaki Toplumsal Cinsiyet ve Mekan
İlişkisi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Bilkent Üniversitesi, Ekonomi ve Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2003.
II. İNGİLİZCE KAYNAKLAR
A. KİTAPLAR
ABERCROMBIE Nicholas Television and Society, Polity Press, 1996.
BELCH George E. / BELCH Michael A., Advertising and Promotion:An
Integrated Marketing Communication Perspective, 6th Edition, The Mc Graw-Hill
Companies Inc., New York, U.S.A., 2004.
BELCH George E. / BELCH Michael A., Introduction to Advertising and
Promotion Management, Richard D. Irwin, Inc., 1990.
CAPLAN Pat, The Cultural Construction of Sexuality, Polity Press, Great
Britian, 1995.
EDER Franz X. / HALL Lesley / HEKMA Gert, Sexual Cultures in Europe,
Manchester University Pres, Manchester, U.K., 1999.
EMBER Carol R. / EMBER Melvin, Encyclopedia of Sex and Gender- Men
and Woman in the World’s Culture, Volume 1, 10th Edition, Kluwer Academic
Plenum Publishers, New York, U.S.A., 2004.
ENGEL James F. / BLACKWELL Roger D. / MİNİARD Paul W., Consumer
Behavior, 7th Edition, The Dryden Pres, Florida, U.S.A., 1993.
213
FARRELL Warren, The Myth of Male Power, Berkley Publishing Group, New
York, U.S.A, 1993.
GIDDENS Anthony, Sociology, 4th Edition, Polity Pres, UK, 2001, s:80.
HOLBROOK Morris B., Consumer Research, Sage Publications, Thousand
Oaks, London, New Delhi, 1995.
KIMME Michael S. l, The Gendered Society, 2nd Edition, Oxford University
Press, New York, U.S.A. 2004.
LAZER William / BARBERA Priscilla La / MACLACHLAN James M. /
SMİTH Allen E., Marketing 2000 and Beyond, American Marketing Association,
Chicago, Illinois, 1990.
LIVINGSTONE Sonia M., Making Sense Of Television, Butterworth
Heinemann, 1990.
LLOYD Jean / MACK Raymond W. / PEASE John, Sociology and Social Life,
6th Edition, D. Van Nostrand Company, 1978.
HARIS Marvin, Culture, People, Nature: An Introduction of General
Anatomy, 5th Edition, Harper&Row Publishers Inc., New York, U.S.A., 1988.
Mass Media in Modern Society, Edited by Norman Jacobs, Transaction
Publishers, New Jersey, 1992.
MOWEN John C. / MINOR Michael, Consumer Behavior, Prentice-Hall Inc.,
New Jersey, U.S.A., 1998.
OGILVY David, Ogilvy On Advertising, Vintage Books, A Division of
Random Books, New York, U.S.A., 1985.
POPENOE David, Sociology, 3th Edition, Prentice-Hall, Inc., New Jersey,
U.S.A., 1977.
ROLAND Marchand, Advertising the American Dream, University of
California Pres, California, USA, 1986.
214
RUNYON Kenneth E. / STEWART David W., Consumer Behavior and The
Practice of Marketing,3th Edition, Merrill Publishing Company, Ohio, 1987.
SACHARIN Ken, Attention! How to Interrupt, Yell, Whisper and Touch
Consumers, John Wiley&Sons Inc., Canada, 2001
SALZMAN Marian / MATATHIA Ira / O’REILLY Ann, The Future Of Men,
Palgrave Macmillan, New York, U.S.A., 2005.
SAX Leonard, Why Gender Matters:What Parents And Teachers Need To
Know About The Emerging Science Of Sex Differences, Doubleday, 2005.
SCHAEFER Richard T. / LAMM Robert p., Sociology, Mc Graw-Hill,Inc., 5th
Edition, 1995.
SPENCER Metta, Foundations of Modern Sociology, 4th Edition, Prentice
Hall, 1985.
STARK Rodney, Sociology, 4th Edition, Wadsworth Publishing Company,
California, U.S.A., 1992.
STEWART Elbert W., Sociology-The Human Science, Mc Graw-Hill,Inc.,
U.S.A., 1978.
STEVENSON Nick, Understanding Media Cultures, 2nd Edition, SAGE
Publications, Great Britian, 2002.
VIVIAN John, The Media of Mass Communication, 4th Edition, Allyn and
Bacon, Massachusetts, U.S.A., 1997.
WELLS William / BURNETT John / MORİARTY Sandra, Advertising
Principles and Practice,7th, Edition,Prentice Hall Inc., New Jersey, U.S.A., 2006.
WELLS William / BURNETT John / MORİARTY Sandra, Advertising
Principles and Practice,4th, Edition,Prentice Hall Inc., New Jersey, U.S.A., 1998.
YOUNG B. M., Television Advertising and Children, Oxford University
Press, New York, 1990.
215
B. MAKALELER
AKELEY Jeff, “Marketing Maculanity in Jean-Claude Van Damme’s Universal
Soldier”, Issue 16, October 1994, http://bad.eserver.org/issues/1994/16/akeley.html, 24.01.2006.
ANDERSON David A. / HAMILTON Mykol, “Gender Role Stereotyping of
Parents in Children Picture Books:The Invisible Father”, Sex Roles, Vol.52, No. 3/4,
pp.145-151, February 2005.
ARIMA Akie N. , “Gender Stereoypes in Japanese Television Advertisements”,
Sex Roles: A Journal of Research, July 2003.
ASHCRAFT Amie M. / BELGRAVE Faye Z., “Gender Identity Development in
Urban African American Girls”, Gender Roles, Editor: Janice W. Lee, Nova
Biomedical Books, 2005.
AYCAN Zeynep/ ESKIN Mehmet, “Relative Contributions of Childcare,
Spousal Support and Organizational Support in ReducingWork– Family Conflict for
Men andWomen: The Case of Turkey”, Sex Roles, Vol. 53, Nos. 7/8, October 2005.
BANDURA Albert, “Social Cognitive Theory”, In R. Vatsa (Ed.), Annals of
Child Development, Greenwich, CT:JaI Press,Vol.6, Six Theories of Child
Development, pp. 1-60, 1989.
BANDURA Albert, “Social Cognitive Theory For Personal and Social Change
by Enabling Media”, The Psychology of Sustainable Development, P.Schmuck
&W.Schultz, pp. 77-96, 2004.
BENDIXEN Mike T., “Advertising Effects and Effectiveness”, European
Journal of Marketing, MCB University Press ,Vol.27, No.10, pp.19-32, 1993.
BRADWAY Jacquelyn S., “Stereotypical Gender Roles Portrayed in Children’s
Television
Commercials”,
http://people.wcsu.edu/mccarneyh/acad/bradway.html,
24.01.2006.
BRESNAN Mary Jiang “Changing Gender Roles in Prime-Time Commercials in
Malaysia, Japan, Taiwan, and the United States”, Sex Roles: A Journal of Research,
July 2001.
216
BRODY Leslie R. / MUDERRİSOGLU Sera / EIKIKOVITS Ora Nakash,
“Emotions, Defences and Gender”,The Psychodynamics of Gender and Gender
Role, Edited by:Robert F.Bornstein/Joseph M.Masling, American Psychological
Association, 2002.
BUSSEY Kay / BANDURA Albert, “Social Cognitive Theory of Gender
Development and Differentation”, Psychological Review, 106, 676-713, 1999.
CHILDS Sarah, “The Complicated Relationship Between Sex,Gender and the
Substantive Representation of Women”, European Journal of Women’s Studies , Vol.
13, No. 1, pp.7-21, 2006.
CRAIG Steve, “Madison Avenue versus The Feminine Mystique:How the
Advertsing Industry Responded to the Onset of the Modern Women’s Movement”,
Popular Culture Association Conference, San Antonio/Texas, March 27, 1997.
CRAIG Steve, “Feminism, Femininity and the ‘Beauty’ Diemma: How
Advertising Co-opted the Women’s Movement”, Popular Culture/American Culture
Association Conference, Southwest/Texas, January 1998.
CRAIG Steve, “Men’s Men and Women’s Women: How TV Commercials
Portray
Gender
to
Different
Audiences”,
Issues
and
Effects
of
Mass
Communication:Other Voices, Ed:Robert Kemper, CA: Capstone Publishers, pp.89100, 1992.
CRAIG Steve, “Selling Masculanities, Selling Femininities: Multiple Genders
and the Economics of Television”, The Mid-Atlantic Almanack, Vol. 2, pp.15-27,
1993.
COMMURI Suraj / GENTRY James W., “Opportunities for Family Research in
Marketing”, Academy of Marketing Science Review, No.8, 2000.
DAHL Stephan, "Cross-Cultural Advertising Research: What Do We Know
About the Influence of Culture on Advertising?", Middlesex University Discussion
Paper No. 28, January 2004, http://ssrn.com/abstract=658221, 08.02.2006.
217
DAVIDSON Tanya E./ McCABE Marita P., “Relationships Between Men’s and
Women’s Body Image and Their Psychological, Social, and Sexual Functioning”, Sex
Roles, Vol. 52, Nos. 7/8, April 2005.
DEGRAFFENREID Scott, “Beyond Advertising: Why People Are The New
Media?”, Handbook Of Business Strategy, Emerald Group Publishing Limited,
pp.81-85, 2006.
EMMERS-SOMMER Tara M./ TRIPLETT Laura/ PAULEY Perry/ HANZAL
Alesia/ RHEA David, “The Impact of Film Manipulation on Men’s and Women’s
Attitudes TowardWomen and Film Editing”, Sex Roles, Vol. 52, Nos. 9/10, May 2005.
ERNST Stefanie, “From Blame Gossip to Praise Gossip? Gender, Leadership
and Organizational Change”, The European Journal of Women’s Studies, Vol.10,
No.3, pp.277-299, 2003.
FRIEDMAN Stacey R./ WEISSBROD Carol S., “Work and Family
Commitment and Decision-Making Status Among Emerging Adults”, Sex Roles, Vol.
53, Nos. 5/6, September 2005.
GARST Jennifer / BODENHAUSEN Galen, “Advertising Effects On Men’s
Gender Role Attitudes”, Sex Roles, Vol. 36, Ate.9/10, 1997.
GENTRY James W. / COMMURI Suraj / JUN Sunkyu, “Review of Literature
on Gender in the Family”, Academy of Marketing Science Review, No.1, 2003.
GIELE Janet Z., “Gender and Sex Roles”, Handbook of Sociology, Edited by:
Neil J. Smelser, SAGE Publications, 1988.
GREGORY Gary D., “Assessing The Impact Of ‘Indıvıdual’ and ‘Collective’ Ad
Appeals: A Cross-Cultural Comparison Of Advertisements In The U.S. and Mexico,”
Academy of Marketing Studies Journal, Volume 3, Number 1, p. 11-32, 1999.
HAYATI Abdullah Mardziah, “Media Literacy”, ERIC DIGEST D152, ERIC
Clearinghouse on Reading English and Communication, Bloomington, IN, 07.2000,
www.eric.ed.gov., , 12.01.2006.
218
HOGG Margaret K./GARROW Jade, “Gender, Identitiy and the Consumption of
Advertisinig”, Qualitative Market Research: An International Journal, Vol.6, No. 3,
2003.
HUPFER Maureen, “Communicating With The Agentic Woman and the
Communal Man: Are Steretypic Advertising Appeals Stil Relevant?”,Academy of
Marketing Science Review, Vol. No. 3, 2002.
JUNGHYUN Kim / LAROSE Robert, “What Makes E-Commerce Websites
‘Sticky?’:Interactivity and Impulsivity in Online Browsing Behavior”, Conference
Papers-International Communication Association, 2003 Annual Meeting, San
Diego, CA, p.1-25.
KILBOURNE Jean, “Beauty and the Beast of Advertising”, 1995,
http://www.medialit.org/reading_room/article40.html, 28.12.2005.
KRUGMAN Herbert E., “The Impact of Television Advertising: Learning
Without Involvement”, The Public Opinion Quarterly, Vol.29, No.3, pp. 349-356,
Autumn, 1965.
LAROSE Robert / ALICEA Bradly / YANG Myeng-Ja /CLARK Curt, “Does ETrust Matter? A Social Cognitive Theory of Online Shopping Behavior”, Conference
Papers -- International Communication Association; 2005 Annual Meeting, New
York, NY, p.1-21.
LAUZEN Martha M. / DOZIER David M., “Maintaining the Double
Standard:Portrayals of Age and Gender in Popular Films”, Sex Roles, Vol. 52, No.7/8,
April 2005.
LIE Merete, “Science as Father? Sex and Gender in the Age of Reproductive
Technologies”, The European Journal of Women’s Studies, Vol. 9, No.4, pp. 381–
399, 2002.
LİNSTEAD Stephen/BREWİS Joanna/LİNSTEAD Alison, “Gender in change:
gendering change”,
Journal of Organizational Change Management, Emerald
Group Publishing Limited, Vol. 18 No. 6, pp. 542-560, 2005.
219
LYONS Sean / DUXBURY Linda / HIGGINS Christopher, “Are Gender
Differences in Basic Human Values a Generational Phenomenon?”, Sex Roles, Vol.
53, No.9/10, November, pp. 763-778, 2005.
MALDONADO Rachel / TANSUHAJ Patriya / MUEHLING Darrel D., “The
Impact of Gender on Ad Processing:A Social Identıty Perspective”, Academy of
Marketing Science Review, No.3, 2003.
MAYNE Iris, “The Inescapable Images:Gender and Advertising”, Equal
Opportunities International, Vol. 19, No.2/3/4, 2000.
METZ Isabel, “Advancing the careers of women with children”, Career
Development International, Emerald Group Publishing Limited, Vol. 10, No.3,
pp.228-245, 2005.
MCGINNIS Lee/ CHUN Seungwoo/ McQuillan Julia, “A Review of Gendered
Consumption in Sport and Leisure “, Academy of Marketing Science Review, No. 5,
2003.
MICHAEL Ray / SAWYER Alan / ROTHSCHILD Michael / ROGER Heeler /
STRONG Edward / REED Jerome, "Marketing Communication and the Hierarchy of
Effects," New Models for Communication Research, Ed: Clarke., pp. 146-175, 1973.
MORRİSON Maria Michelle / SHAFFER David R., “Gender-Role Congruence
and Self-Referencing as Determinants of Advertising Effectiveness”, Sex Roles, Vol.
49, Nos. 5/6, September 2003.
MUSAAD Saltanah, “Today’s Portrayal of Woman and the Gender Roles They
Play”,http://adm.hfcc.edu/~pkearly/PeerReview5/pages/FeaturedArticle/article3.htm,
02.01.2006.
NAPOLI Julie / POORE Marie Murgolo / BOUVILLE Ian, “Female Gender
Images in Adolescent Magazine Advertising”, Australian Marketing Journal, Vol.11.
No.1, 2003.
220
NIELSEN Harriet Bjerrum/ JUDBERG Monica, “Gender, Love and Education
in Three Generations: The Way Out and Up”, The European Journal of Women’s
Studies, Vol.7, pp.423-453, 2000.
NORTON Tina R. / GUPTA Anita/ STEPHENS Mary Ann Parris/MARTİRE
Lynn M. / TOWNSEND Aloen L., “Stress, Rewards, and Change in the Centrality of
Women’s Family and Work Roles: Mastery as a Mediator”, Sex Roles, Vol. 52, Nos.
5/6, March 2005.
NOVELSKAITE Aurelija, “Women’s Role And Status In Lıthuanıan Scıentıfıc
Communıty: Do They Change?”, Gender and Power in the New Europe, the 5th
European Feminist Research Conference, August 20-24, 2003 Lund University,
Sweden.
ODEKERKEN-SCHRÖDER Gaby / WULF Khristof De / HOFSTEE Natascha,
“Is Gender Stereotyping In Advertising More Prevalent In Masculine Countries?”,
International Marketing Review, Vol.19, No.4, pp.408-419, 2002.
OGDEN Denise T./ OGDEN James R./ SCHAU Hope Jensen, “Exploring the
Impact of Culture and Acculturation on Consumer Purchase Decisions: Toward a
Microcultural Perspective “,Academy of Marketing Science Review, No.3, 2004.
O’SULLİVAN Jane / SHERİDAN Alison, “Ms representations: women,
management and popular culture”, Women in Management Review, MCB University
Press, Vol:14, No:1, p:14-20, 1999.
PHAU Ian/ LUM Linda, “Effects Of “Physical Attractiveness” In The
Evaluation Of Print Advertisements”, Asia Pacific Journal of Marketing and
Logistics, ISSN: 1355-5855, Vol:12 Issue: 4 p: 41-59, Dec 2000.
PRYOR Debra / KNUPFER Nancy Nelson, “Gender Stereotypes and Selling
Techniques in Television Advertising: Effects On Society”, Selected Research and
Development Presentations, 19th
National Convention of the Association for
Educational Communications and Technology, Albuquerque, NM, February 14-18,
1997.
221
PUTREVU Sanjay, “Exploring The Origins and Information Processing
Differences Between Men and Women:Implications for Advertisers”, Academy of
Marketing Science Review, No.10, 2001.
RAMBLA Xavier, “Domestic Knowledge, Inequalities and Differences”, The
European Journal of Women’s Studies, SAGE Publications, Vol.7, pp.189-207,
2000.
RAMOS Xavier, “Domestic work time and gender differentials in Great Britain
1992-1998:What do “new” men look like?”, International Journal of Manpower,
Emerald Group Publishing Limited, Vol.26, No.3, pp.265-295, 2005.
ROHLINGER Deana A., “Eroticizing Men: Cultural İnfluences on Advertising
and Male Objectification-1”, Sex Roles: A Journal of Research, February 2002.
SCHROEDER Jonathan E. / ZWİCK Detlev, “Mirrors of Masculinity:
Representation and Identity in Advertising Images”, Consumption, Markets and
Culture, Vol. 7, No. 1, pp. 21-52, March 2004.
“Sex Roles Stereotypes”, Families & Health, Vol. 9, March 2000, Published by
The Vanier Institute of the Family.
SMITH Christine A./ STILLMAN Shannon, “What Do Women Want? The
Effects of Gender and Sexual Orientation on the Desirability of Physical Attributes in
the Personal Ads of Women”, Sex Roles, Vol. 46, Nos. 9/10, May 2002.
SOLOMON Sondra E./ ROTHBLUM Esther D./BALSAM Kimberly F.,
“Money, Housework, Sex, and Conflict: Same-Sex Couples in Civil Unions, Those Not
in Civil Unions, and Heterosexual Married Siblings”Sex Roles, Vol.52, Nos.9/10, May
2005.
STAPLETON Karyn/WILSON John, “Gender, Nationality and Identity: A
Discursive Study”, European Journal of Women’s Studies, Vol. 11, No.1, pp. 45-60,
2004.
URAY Nimet / BURNAZ Şebnem, “An Analysis of the Portrayal of Gender
Roles in Turkish Tlevision Advertisements”, Sex Roles, Vol.48, No.1/2, January 2003.
222
VIGORITO Anthony J., “Marketing Masculanity:Gender Identity and Popular
Magazines”, Sex Roles: A Journal of Research, July 1998.
WATSON John/ NEWBY Rick, “Biological sex, stereotypical sex-roles, and
SME owner characteristics”, International Journal of Entrepreneurial Behaviour &
Research, Emerald Group Publishing Limited, Vol.11, No.2, pp.129-143, 2005.
YSSEL Johan C. , “Demonstrating the Superiority of the FCB Grid as a Tool
for Students To Write Effective Advertising Strategy”, 78th Annual Meeting of the
Association for Education in Journalism and Mass Communication, August 9-12
1995, Washington, DC, August, 1995.
ZUO Jiping / TANG Shengming, “Breadwinner Status and Gender Ideologies
of Men and Woman Regarding Family Roles”,Sociological Perspectives, Volume 43,
Number 1, p.29-43, University of California Press, Spring 2000.
ZUO Jiping, “The Effect Of Men's Breadwinner Status On Their Changing
Gender Beliefs”, Sex Roles: A Journal of Research, Plenum Publishing Corporation,
November 1997.
C. TEZLER
ILLEGARD Johanna, Gender, Power and Work In TV Advertisements,
Master Thesis, Lund University, Department of Sociology, Spring 2004.
SCHÖLLHAMMER Melanie, Representations: The Construction of Gender
In Popular Culture, Master Thesis, Visual Communication, Edinburgh College of Art,
United Kingdom, 2001.
III. INTERNET
BEASLEY Elena Beasley, “Children, Television and Gender Roles”,
http://www.aber.ac.uk/media/Students/elb9501.html
BOEREE
C.
George,
http://www.ship.edu/~cgboeree/bandura.html
“Albert
Bandura”,
1998,
BURCH Robert, “Charles Sanders Peirce”, Stanford Encyclopedia of
Philosophy, http://plato.stanford.edu/entries/peirce/#mind
223
CHANDLER
Daniel,
“Television
and
http://www.aber.ac.uk/media/Modules/TF33120/gendertv.html
Gender
Roles”,
EKİZ
Hazar
Volga,
“Reklamın
http://ilef.ankara.edu.tr/reklam/yazi.php?yad=4353Reklam’ın Tarihi
Tarihi”,
GENCEL Mine / BİNARK Mutlu, “Medya ve Cinsiyetçilik Eğitim El Kitabı”,
2000, kasaum.ankara.edu.tr/gorsel/dosya/1095679063Mine.rtf
HORSFIELD Peter, “Religious Television: The American Experience”,
http://www.religion-online.org/showchapter.asp?title=1627&C=1590
O’KELLY
Kathleen,
“Feminizm
ve
Anarşizm”,
1993,
http://uk.geocities.com/anarsistbakis/makaleler/okelly-feminizmveanarsizm.html
PAJARES Frank, “Overview of Social
Efficacy”,http://www.des.emory.edu/mfp/eff.html
Cognitive
Thoery
and
Self
PROENZA Luis M., “Stereotypes and Generalities”, December 13, 2003,
http://www.uakron.edu/president/co_12_13_03PM.php
RIFAT Rıfat, “Göstergebilim Kuramları”,
http://www.felsefeekibi.com/site/default.asp?PG=837
STONE
Danice,
“Social
Cognitive
Theory”,
http://hsc.usf.edu/~kmbrown/Social_Cognitive_Theory_Overview.htm
Fall,
1998,
WITT Susan D., “The Influence of Television On Children’s Gender Role
Socialization: A Review of the Literature”, http://gozips.uakron.edu/~susan8/arttv.htm
“Göstergebilim”,
Axis
http://www.felsefeekibi.com/site/default.asp?PG=498
2000,
Milliyet,
in
Values”,
http://tr.wikipedia.org/wiki/Feminizm
“Gender
Differences
http://mentalhelp.net/psyhelp/chap9/chap9q.htm
http://www.ainfos.ca/04/mar/ainfos00121.html
“Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in TBMM’nin 21. Dönem 3. Yasama
Yılı’nı
Açılış
Konuşması-2”,
1
Ekim
2000,
http://www.belgenet.com/arsiv/sezertbmm2000_02.html
“Devlet Bakanı Güldal Akşit’in ‘2003 Küresel Kadın Zirvesi-Kadın Bakanlar
Yuvarlak Masa Toplantısı’nda Yaptığı Konuşma Metni”, 28.03.2003,
http://www.ucansupurge.org/index.php?option=com_content&task=view&id=1961&Itemid=72
“A Comparison of Cultural Values in Television Advertising in the United
Kingdom, the Netherlands and Germany”, http://www.stephweb.com/capstone/t4.shtml
http://promo.acuvue.com/hydraclear/FreeTrial.do?promoId=15&product=ADV
&rc=5P
http://www.aksigorta.com.tr/aksigorta_reklamlar.shtml
http://www.pantene.com.tr/products_fall.htm
224
http://www.unilever.com.tr/ourcompany/newsandmedia/pressreleases/2005/elido
r.asp
“Kromozom”, http://tr.wikipedia.org/wiki/Kromozom
http://www.agencyfaqs.com/advertising/outofthisworld/data/844.html
http://www.baldessarinifragrances.com/
http://www.ark.ac.uk/ylt/1998/Gender_and_Family_Roles/SEXROLE.html
“Sex Chromosomes”, http://www.gender.org.uk/about/03gene/34asxchr.htm
225
ÖZGEÇMİŞ
1982 yılında İzmir’de doğdu. İlk ve lise öğrenimini Özel Çakabey Koleji’nde 2000
yılında, lisans eğitimini ise Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve
Tanıtım Bölümü’nde 2004 yılında tamamladı.
Eylül 2004’te Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Reklamcılık Bölümü’nde yüksek
lisans öğrenimine başlayan Sabuncuoğlu, yüksek lisans tezi için Temmuz 2005’te The
University of Manchester-John Rylands Kütüphanesi’nde literatür taraması yapmıştır.
Yüksek lisansının tez döneminde Yaşar Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler
ve Tanıtım Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak göreve başlayan Sabuncuoğlu’nun
Yaşar Üniversitesi’ndeki görevi halen devam etmektedir.
226
Download