A) ULUSLARARASI ADALET DİVANI Birinci Dünya

advertisement
ULUSLARARASI MAHKEMELER
ULUSLARARASI ADALET DİVANI: ULUSLARARASI
UYUŞMAZLIKLARIN YARGISAL ÇÖZÜMÜNÜN MERKEZİNDE Mİ?
İPEK SÖYLEMEZ
1205090004
TUĞBA DİLEKMEN
1205090059
TESLİM TARİHİ: 17 EKİM 2011
İÇİNDEKİLER;
A. ULUSLARARASI ADALET DİVANI
B. BİR ULUSLARARASI YARGI MERKEZİ OLARAK ULUSLARARASI
ADALET DİVANI
a) Korfu Kanalı Davası
aa) Açıklamalar
bb) Divan Kararı
b) Ege Kıta Sahanlığı Sorunu
ba) Yunanistan'ın Uluslararası Adalet Divanı’na Başvurusu
C. KAYNAKÇA
A) ULUSLARARASI ADALET DİVANI
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan Milletler Cemiyeti ve uluslararası bir yargı
organı olan ve yargıçların seçimi ve parasal kaynaklar bakımından bu örgüte bağlı olarak
çalışan Uluslararası Sürekli Adalet Divanı ile İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bu örgütler
yerine kurulan ve günümüzde de görev yapan Birleşmiş Milletler ve bu örgütün bir organı
olan Uluslararası Adalet Divanı, uluslararası barış ve düzen gerçekleştirmek amacı ile
kurulmuş uluslararası örgütlerdir.1
Uluslararası Hukuk'ta, uluslararası bir yargı organının kurulması tek devlete özgü bir
yetki değildir. Devletler üstü niteliklere sahip olması gereken uluslararası bir yargı organı,
devletlerin istekleriyle ve ortak davranışları sonucu kurulabilir. Devletler egemenlik
tasarrufları sonucu diğer devletlerle aralarında doğan veya doğabilecek olan tüm veya bazı
uyuşmazlıklarının çözümlenmesi için, kendi egemenliklerinden ödünler vererek, bu yargı
organlarına gerekli olan yargı yetkisini tanıyabilirler.2
Uyuşmazlıkların çözümü için yargısal çözüm yolunu seçen devletler, uyuşmazlığın
konusuyla ilgili özel bir yargı organı yoksa veya uyuşmazlığın başka bir yargı organı
tarafından çözümlenmesini öngören bir andlaşma mevcut değilse birleşmiş milletler
örgütünün adalet dağıtan başlıca yargı organı olan Uluslararası Adalet Divanı'na başvurarak
uyuşmazlıkların Uluslararası Hukuk kurallarına göre çözümlenmesini isterler.3
Uluslararası Adalet Divanı'nın yapısı Divan Statüsü'nün 2-33. maddeleri ile
14.04.1978'de kabul edilen ve 01.07.1978'de yürürlüğe girmiş ve son olarak 5 Aralık 2000'de
değiştirilmiş bulunan divan içtüzüğünün 1-18. ve 32-27. maddelerinde düzenlenmektedir.4
Uluslararası Adalet Divanı, Uluslararası Hukuk konusunda uzman veya ülkelerinde
yüksek yargısal görevlerde bulunan 15 yargıçtan oluşmaktadır. Yargıçların seçiminde çeşitli
uygarlıkların ve başlıca hukuk sistemlerinin temsilinin sağlanması amacıyla, Birleşmiş
Milletler üyesi devletler arasındaki bir centilmenler anlaşmasına dayanarak, uygulamada dört
yargıç Batı Avrupalı devletlerden, bir yargıç ABD'den, iki yargıç Güney Amerika
devletlerinden, iki yargıç eski Doğu Bloku devletlerinden ve altı yargıç Asya ve Afrika
devletlerinden seçilmektedir.5
Kural olarak, hukuksal niteliklere sahip uyuşmazlıklar hukuksal yollarla, siyasal
niteliklere sahip uyuşmazlıklar da siyasal yollarla çözüme bağlanır. Ayrıca belirtmek gerekir
ki, uyuşmazlıkların çözümü için hukuksal yolları seçen devletler 6, yargısal çözüm yolundan
başka hakemliğe de başvurabilmektedir.
Uluslararası Adalet Divanı iki tür yetki ile donatılmıştır: i) Devletlerarası davalarda
bağlayıcı karar verme yetkisi; ii) Birleşmiş Milletler organlarının ve kimi uluslararası
örgütlerin başvurusu üzerine danışma görüşü verme yetkisi.
Doc. Dr. Yüksel İnan, Uluslar arası Adalet Divanının Yargı Yetkisi, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi, Yayın no:
171, Ankara 1982, s. 2-3
2 İnan, UAD Yargı Yetkisi, s. 9
3 İnan, UAD Yargı Yetkisi, s. 5-6
4 Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk, Ankara 2010, 9. Baskı, s. 478
5 Pazarcı, Uluslararası Hukuk, s. 478
6 İnan, UAD Yargı Yetkisi, s. 5
1
Uluslararası Adalet Divanı önünde davalara taraf olma hakkına sahip bulunan
devletler bakımından Divan'ın belli bir davaya ilişkin olarak yetkisi otomatik değildir.
Öğretide duruşma yeteneği olarak anılan davalara taraf olma yetkisine sahip bulunan devletler
arasında ortaya çıkan belirli bir uyuşmazlığın Divan önüne getirilebilmesi için uyuşmazlık
tarafı devletlerin bu yönde rızasının verilmesi gerekmektedir. Devletler Divan'a yetkiyi şu
yöntemlerle tanıyabilmektedir;
i)
ii)
iii)
iv)
Bir tahkimname (mahkeme sözleşmesi) ile;
Önceden yapılan uluslararası andlaşmalarla;
Tek taraflı bir bildiri ile;
Forum prorogatum yoluyla.7
Devletler, aralarındaki uyuşmazlıkları çözümlemek için yargı yoluna başvurmak
zorunluluğunda değildirler. Bu ilke, devletlerin egemen olmasının doğal bir sonucu olarak
ortaya çıkmıştır ve Uluslararası Hukuk'un yerleşmiş ve tartışılmaz bir kuralıdır. Devletlerin
aralarındaki uyuşmazlıkları bir yargı organına götürebilmeleri için, bu konuda görüş birliğine
varmaları gereklidir. Diğer bir deyişle, söz konusu uyuşmazlık hakkında uluslararası yargı
organına başvurma konusundaki iradelerinin uyumu zorunludur.8
Divanın yargı yetkisine sahip olup olmadığı konusunda taraflar arasında ortaya
çıkabilecek uyuşmazlıkları kesin çözüme bağlayacak ve yargı yetkisinde kesin kararı verecek
olan organ, Uluslararası Adalet Divanı'nın kendisidir. (U.A.D.S. md. 36/6).
Uluslararası Adalet Divanı'nın zorunlu yargı yetkisi, devletlerin olumlu iradeleriyle
değer bir deyimle kendi istekleriyle, uyuşmazlıkların doğumundan önce veya uyuşmazlık
sırasında çeşitli yollardan tanınabilir. Getirilen çekincelerin kabul edilebilir nitelikte olup
olmadığı, bazı kurallar çerçevesinde bizzat Divan tarafından kararlaştırılmaktadır. Çekince
getirme ve bu çekincelerin uygulanması konulan, Uluslararası Hukuk'un ve özellikle de
antlaşmalar hukukunun temel prensipleri ışığında incelenmektedir. Divan Statüsü'nün 36.
maddesindeki düzenlemeler ise, çekincelerin geçerliliğinin tespitinde diğer hukuki ölçütleri
oluşturmaktadır.
7
8
Pazarcı, Uluslararası Hukuk, s. 481
İnan, UAD Yargı Yetkisi, Sayfa 10-11
B) BİR ULUSLARARASI YARGI MERKEZİ OLARAK ULUSLARARASI
ADALET DİVANI
Konumuzun esası olan bu temel kısma geçmeden önce belirtmek gerekir ki, bu
derece çok yönlü bir meselede tek bir fikri doğru bularak fanatik bir şekilde savunmak doğru
olmayacağı gibi, zaten imkansız olan bir davranıştır. Dolayısıyla konu birçok açıdan ele
alınarak anlatılacaktır.
Bir bakış açısına göre, evet, Uluslararası Adalet Divanı, uluslararası uyuşmazlıkların
yargısal çözümünün merkezindedir. Zira öncelikli olarak Birleşmiş Milletler ve barındırdığı
üye sayısını göze aldığımızda, var olan devletlerin büyük bir çoğunluğunun Divan Statüsü'ne
taraf olduğunu, yani Divan'ın yargılama yetkilerini kabul ettiğini görürüz. Basit bir şekilde,
çoğunluğun taraf olduğu bir uluslararası mahkemenin, uluslararası yargısal sistemin
merkezinde olduğunu düşünebiliriz. Ancak bu çıkarımı örneklerle birlikte ele almakta fayda
vardır.
Divan kararlarının uygulanmasını sağlayacak veya bu kararların uygulanıp
uygulanmadığını denetleyecek bir organ yoktur. Uluslararası Adalet Divanı Statüsü'nde bu
konuyla ilgili herhangi bir hüküm bulunmamasına karşılık, Birleşmiş Milletler
Andlaşmasında bu konuyla ilgili bir hüküm yer almaktadır. Söz konusu hükme göre,
Birleşmiş Milletler Örgütü'ne üye olan devletler taraf oldukları bütün uyuşmazlıklarda Divan
kararlarına uymayı kabul etmişlerdir. (B.M.A. md. 94/1)
Dolayısıyla Birleşmiş Milletler üyesi olan, ayrıca Statü'ye taraf ülkeler, zaten,
yaşanacak herhangi bir uyuşmazlıkta Divan'a gitmeyi ve Divan'ın alacağı kararları kabul
etmeyi, ortada herhangi bir uyuşmazlık dahi yokken kabul etmişlerdir.
Bilindiği üzere, Uluslararası Adalet Divanı'nın esas amacı devletleri cezalandırmak
veya ortadan kaldırmak değildir. Uluslararası Adalet Divanı'nın esas amacı, uluslararası
ortamda huzur ve barış ortamını korumak ve sürdürmektir. Bu gerçeğin bilincinde olan
devletler, mahkeme önünde karşılaşacakları sonuç ne olursa olsun Divan'ın aldığı karara
uyacaklarını bildirmekle, barışsever devlet olduklarını uluslararası camiaya duyurmuş olurlar.
Bu tür devletler, yaşadıkları uyuşmazlıklar kendi lehlerine sonuçlanmayacak olsa bile,
uluslararası barışın korunmasını kendi çıkarlarının önüne koyarak ileride daha büyük
problemlerle karşılaşma ihtimallerini önlemek isterler. Bu devletlerin varlığı ve sayılarının
gittikçe artıyor oluşu, uluslararası barışı sağlama yolunda Uluslararası Adalet Divanı'nın da
güvenilirliğini ve sorun çözümünde tercih edilirliğini arttırmaktadır. Dolayısıyla devletlerin
tutumunun, Divan'ın uluslararası sorunların çözümünde merkez olması adına önemli bir yeri
olduğunu söylemek mümkündür.
Ayrıca Divan, Uluslararası Hukuk kuralarını uygulamakla kalmaz, aldığı kararlarla
Uluslararası Hukuk'a yön verici bir rol de üstlenir. İngiltere ve Arnavutluk arasında
gerçekleşen Korfu Kanalı Davası, hem Divan'ın işleyişine, hem de yargısal merkeziyetine çok
önemli bir örnek oluşturur. Divan'ın karar alma yöntemini önem arzeden bir örnek üzerinde
açıklamak amacıyla bu davanın bir özeti, aşağıda yer almaktadır;
a) Korfu Kanalı Davası9
aa) Açıklamalar
28 Ekim 1946'da bir Britanya savaş gemisi filosu (Mauritius ve Leander
Kruvazörleri ve Saumarez ve Volage destroyerleri) Korfu limanını terk ederek daha önce
mayınları temizlenmiş Korfu Kanalı'nda bir mayına çarptı ve ciddi şekilde hasar gördü.
Volage, bu hasarlı gemiyi çekerken o da bir mayına çarptı ve hasar gördü. Üç hafta sonra 13
Kasım'da, Kuzey Korfu Boğazı iki Britanya mayın gemisi tarafından temizlendi ve 22 mayın
kesildi.
Ekim 1944'te bu Boğaz yine Britanya bahriyesi tarafından temizlendi ve kanalda
mayın bulunamadı. Ocak ve Şubat 1945'te Britanya Bahriyesi yine boğazı taradı ve temiz
buldu. 13 Kasım 1946'da Boğaz'da bir mayın tarlasına rastlanmadı. Saumarez ve Volage'in
mayınlanması Arnavutluk karasularında mayın tarlasının bulunduğu kısımda meydana geldi.
İşte Divan Arnavutluk'un 22 Ekim 1946'da patlamaları ve gemilere ve insan hayatına
verilen zarar dolayısıyla sorumluluğunu bu olaydan hareket ederek karara bağladı. Aşağıda
metnini bulacağınız karar tüm bu olayları takiben meydana gelen olaylar sebebiyle verilen
kararlardır. Savaş ve ticaret gemilerinin boğazlardan geçiş hakkını doğrulaması bakımından
önemli bir karardır.
bb) Divan Kararı
Özel Anlaşmanın ikinci bölümünde Divan'a şu soru arz olunmaktadır:
Kraliyet Donanması'nın Arnavutluk sularında 1946 yılının 22 Ekim tarihi ile 12 ve
13 Kasım tarihlerindeki fiilleri dolayısıyla Büyük Britanya Uluslararası Hukuk çerçevesinde
Arnavutluk Halk Cumhuriyeti'nin egemenliğini ihlal etmiş midir ve ortada bu haksız fiilin
düzeltilmesine dair bir yükümlülük bulunmakta mıdır.?
15 Mayıs 1946'da güney yönünde seyrederek Korfu Kanalı'ndan geçtikleri esnada
İngiliz kruvazörleri Orion ve Superb üzerine Saranda yakınlarındaki Arnavutluk
bataryalarından ateş açıldı...
İngiliz hükümeti boğazlardan zararsız geçişin Uluslararası Hukuk'ça tanınan bir hak
olduğunu belirterek derhal Arnavutluk hükümeti nezdinde protestoda bulundu. Bunu takiben
diplomatik muhaberatta Arnavutluk hükümeti Arnavutluk otoritelerine önceden bildirilmeden
ve onlardan izin alınmadan yabancı devlet savaş gemilerinin ve ticaret gemilerinin Arnavutluk
karasularından geçmeye hakkı olmadığı iddiasında bulundu.
Yukarıda alınan iki kruvazör, Saumarez ve Volage adlı iki destroyer ile birlikte işte
bu şartlar altında... (22 Ekim 1946) tarihinde Koftu kanalından geçmek üzere gönderildi.
Divan şimdi Arnavutluk'un, İngiliz Hükümeti'nin Arnavutluk Hükümeti'nden
önceden izin almadan savaş gemilerini boğazlardan geçmek üzere göndermek suretiyle
Arnavutluk'un egemenliğini ihlal ettiği yolundaki iddiasını inceleyecektir.
Aslan Gündüz, Milletlerarası Hukuk, Temel Belgeler – Örnek Kararlar, Yayın no: 481, İstanbul 1998, 3. Baskı, s. 550 Metin birebir alınmıştır.
9
Divan'ın görüşüne göre, devletlerin barış zamanında savaş gemilerini açık denilerin
iki parçası arasında yer alan ve uluslararası seyrüsefer için kullanılan boğazlardan kıyı
devletinin ön iznine gerek olmadan geçirme hakkına sahip oldukları genel olarak kabul
edilmiştir ve uluslararası teamüle uygundur, yeter ki bu geçiş zararsız olsun. Uluslararası bir
anlaşmada aksi belirtilmedikçe bir kıyı devletinin boğazlardan barış zamanında böyle bir
geçişi yasaklamaya hakkı yoktur.
Arnavutluk hükümetinin Kuzey Korfu Kanalı'nın coğrafi anlamda bir boğaz olduğu
konusunda itirazı yoktur; fakat bu kanalın geçiş hakkını veren uluslararası umumi su yolları
sınıfına dahil olduğunu kabul etmemektedir. Arnavutluk Hükümeti'nin bu itirazında ileri
sürdüğü sebepler, anılan kanalın yalnızca ikincil bir öneme sahip olması ve hatta açık
denizlerin iki parçası arasında zaruri bir yol bile olmadığı ve münhasıran Korfu ve Saranda
limanlarına gidiş gelişten ibaret yerel trafik için kullanıldığıdır.
Bu iddianın gerçekliğinin ölçütünün boğazdan geçen trafik hacminin saptanması
veya boğazın uluslararası seyrüsefer için taşıdığı önemin görece büyüklük veya küçüklüğü
konusunda karar verilmesi ile mümkün olup olmadığı sorulabilir. Ancak Divan'ın kanaatine
göre, esas alınması gereken ölçüt daha ziyade Boğazın açık denizlerin iki parçasını birbirine
bağlaması şeklindeki coğrafi durumu ve Uluslar arası seyrüsefer için kullanılmakta olması
gerçeğidir. Bu boğazın açık denizlerin iki parçasını birbirine bağlayan zaruri bir yol olmayıp
yalnızca Ege ve Adriyatik Denizleri arasında seçimlik bir geçit olduğu da belirleyici olamaz
Bu boğaz her halükarda uluslararası deniz trafiği için kullanışlı bir yol teşkil etmiştir.
Özel önemi haiz bir gerçek de Kuzey Korfu Kanalı'nın Arnavutluk ve Yunanistan
arasına sınır teşkil ettiği, bir parçasının tamamıyla bu devletlerin karasuları dahilinde yer
aldığı ve Korfu limanına gelen ve giden trafik dolayısıyla bu boğazın Yunanistan için hususen
önem arzettiğidir.
Bu çeşitli noktaları göz önünde bulunduran Divan, Kuzey Korfu Kanalı'nın geçişi
barış zamanında bir kıyı devleti tarafından yasaklanmayacak uluslararası su yolları sınıfına
dahil olması gerektiği sonucuna varmıştır.
Diğer taraftan iki kıyı devletinin olağan ilişkiler sürdürmedikleri, Yunanistan'ın
kanala bitişik Arnavutluk topraklarının bir bölümü üzerinde açıkça talepte bulunmuş olduğu,
Yunanistan'ın kendisini Arnavutluk'la teknik olarak savaş durumunda addettiğini açıklamış
olduğu ve Arnavutluk'un Yunanistan'ın saldırması tehlikesini öne sürerek bu bölgede belli
gözetleme önlemleri almış bulunduğu da gerçektir. Divan, bu istisnai şartlar altında
Arnavutluk'un savaş gemilerinin boğazdan geçişine dair düzenlemeler yayınlamasının kabul
edilebilir görüleceği, ancak böyle bir geçişi engellemesinin veya onu bir izin şartına tabi
kılmanın haklı görülemeyeceği görüşündedir.
Bu sebeplerle, Divan, Büyük Britanya Hükümeti'nin Arnavutluk Hükümeti'nden
önceden izin almadan savaş gemilerini boğazlardan geçirmek suretiyle Arnavutluk
egemenliğini çiğnediği şeklindeki Arnavutluk iddialarını kabul edememektedir.
Bu şartlar altında, tarafların üzerinde çok tartıştığı daha genel bir sorunu, yani
devletlerin Uluslararası Hukuk'a göre barış zamanında bir boğaza dahil olmayan
karasularından geçmek hakları olup olmadığı konusunda incelemeye gerek yoktur.
Arnavutluk Hükümeti ayrıca, Arnavutluk'un egemenliğini ihlal ettiğini çünkü Büyük
Britanya savaş gemilerinin 22 Ekim 1946 tarihindeki geçişinin bir zararsız geçiş olmadığı
iddiasını da önce sürmüştür.
21 Ekim... tarihli Amirallik telgrafı göstermektedir ki bu savaş gemilerinin boğazdan
gönderilmesinin amacı yalnızca seyrüsefer maksadıyla bir geçişi gerçekleştirmek olmayıp
aynı zamanda Arnavutluk'un tavrını denetlemekti... Birleşik Krallık Hükümeti tarafından
alınan bu tedbirlerin hukukiliği tartışılamaz, yeter ki Uluslararası Hukukun gerekleri ile uyum
içinde olsunlar. Birleşik Krallık Hükümeti Arnavutluk Hükümeti'nin yasal olmayan bir
şekilde reddettiği geçiş hakkını kullanmaktan kaçınmak zorunda değildi.
Bu nedenle artık yapılması gereken, geçiş tarzının zararsız geçiş ilkesi ile uyum
içinde olup olmadığına bakmak ve ilgili gördükleri ölçüde Arnavutluk hükümetinin çeşitli
iddialarını incelemektir.
Arnavutluk'un iddialarının tersine Divan, savaş gemilerinin ne çarpışma
formasyonunda olduklarını ve ne de manevra yapmakta bulunduklarını ve güvertelerinde
asker olmadığını tespit etmiştir.
...Silahlar...”namluları normal pozisyonları olan baş ve kıç istikametine çevrili
vaziyette idiler ve doldurulmamışlardı”... Bu kanıt ışığında Divan, Arnavutluk'un silahların
pozisyonunun zararsız geçiş kurallarıyla uyumlu olmadığı şeklindeki iddiasını kabul edemez.
26 Ekim tarihli telgrafta, Başkumandan geçişin “üzerlerine tekrar ateş açıldığında
çabucak mukabelede bulunabilmeleri için muharebe düzenine göre geçirilmiş gemilerle
yapıldığı” rapor etmektedir. 15 Mayıs'ta Arnavutluk bataryalarından açılan ateş göz önüne
alındığında bu güvenlik tedbirinin kendi başına makul olmadığı söylenemez. Ne var ki dört
savaş gemisi -iki kruvazör ve iki destroyer- tarafından muharebe düzeninde ateş edildiğinde
hemen mukabele etmeye hazır şekilde geçtiler. Gemiler bu bölgede siyasal gerilimin olduğu
sırada Arnavutluk sahiline yakın seyrederek art arda bu dar kanaldan geçtiler. Herhalde
burada amaç sadece Arnavutluk'un tavrını denetlemek değil, aynı zamanda Arnavutluk'un
geçen gemilere tekrar ateş etmekten kaçınmasını sağlamak üzere böyle bir güç gösterisinde
bulunmaktı. Ancak yukarıda ifade edildiği üzere durumun bütün şartlarını dikkate alan Divan,
Birleşik Krallık yetkililerince alınan bu önlemleri Arnavutluk'un egemenliğinin ihlali olarak
vasıflandıramamaktadır.
Volage kumandanına ait 23 Ekim 1946 tarihli bir rapordu -ki rapor 22'sinde yapılan
geçişe dairdir- şöyle denmektedir: “Arnavutluk tahkimatlarının kısa mesafeden incelenmesi
için imkanlarımızın azamisini kullandık...”
Patlamalardan sonra kıyı tahkimatının gözlenmesine gelince, bu davranış da iki
geminin az önce patlama yaşadığı ve bu kritik durumda kumandanlarının 15 Mayıs'ta olduğu
gibi kıyıdan üzerlerine ateş açılabileceğinden korkmuş olabilecekleri gerçeği dikkate
alındığında haklı görülebilir.
Arnavutluk Hükümeti'nin çeşitli iddialarını ilgili olarak gördükleri ölçüde bu şekilde
inceledikten sonra Divan, Birleşik Krallık Donanması'nın Arnavutluk sularında 22 Ekim 1946
tarihinde gerçekleştirdiği fiiller dolayısıyla Birleşik Krallık'ın Arnavutluk'un egemenliğini
ihlal etmiş olmadığı sonucuna varmış bulunmaktadır.
Birleşik Krallık savaş gemilerinin 22 Ekim 1946'daki geçişine ek olarak Özel
Anlaşma'daki ikinci sorun, Kraliyet Donanması'nın 12 ve 23 Kasım 1946 tarihlerinde
Arnavutluk sularındaki fiilleri ile ilgilidir. Bu fiiller, Operation Retail diye adlandırılan mayın
tarama operasyonu dahilinde gerçekleştirilmiştir.
Birleşik Krallık Hükümeti, Opreration Retail'in Arnavutluk Hükümeti'nin açıkça
ifade edilen arzusuna muhalif olarak icra edildiği hususuna karşı çıkmamaktadır; operasyonun
Uluslar arası mayın temizleme örgütlerinin rızası olmadan yapıldığını, bir zararsız geçiş
hakkının kullanılmasıyla haklı gösterilemeyeceğini ve nihayet ilke olarak Uluslararası
Hukuk'un bir devletin başka bir devletin karasularında çok sayıda savaş gemisini biraraya
getirmesine ve bu sularda mayın temizleme operasyonu yapmasına izin vermediğini kabul
etmektedir. Birleşik Krallık Hükümeti operasyonun fazlasıyla aciliyet arzettiğini ve
kendisinin kimsenin rızasını almadan bu operasyonu icraya mezun göründüğünü
belirtmektedir.
...Seyrüsefer için güvenlikli kabul edilen ve her hükümetten daha ziyade Birleşik
Krallık Hükümeti'nin güvenlikli addetme sebebinin olduğu bir kanalda 22 Ekim 1946
tarihinde meydana gelen patlamalar, mayın temizleme örgütlerinin emirleri altında
gerçekleştirilen rutin temizleme operasyonlarından tamamıyla farklı bir problem ortaya
çıkarmıştır. Bu patlamalar şüpheliydi; bir sorumluluk sorunu ortaya çıkardılar.
Bu, Birleşik Krallık Hükümeti'nin savunmasını üzerine bina etmeyi seçtiği bir
sebepti. Bu hükümete göre, suçun maddi unsurları (corpora delicti) mayını döşeyenler veya
Arnavutluk yetkilileri tarafından iz bırakmaksızın ortadan kaldırılabileceği korkusuyla
mümkün olduğunca çabuk ve güvenlik altına alınmak zorundaydı. Bu mazeret Birleşik
Krallık Hükümeti'nin ileri sürdüğü iddiada iki belirgin şekilde gözüktü. İlkin müdahale
kuramının yeni bir uygulaması olarak sunuldu ki buna göre müdahale eden devlet uluslararası
bir mahkemeye sunmak ve böylece mahkemenin işini kolaylaştırmak üzere bir devletin
toprağındaki kanıtı ele geçirir.
Divan böyle bir savunma çizgisini kabul edemez. Divan iddia olunan müdahale
hakkını sadece güç politikasının bir göstergesi olarak telakki eder. Bu politika geçmişte
suistimallere yol açmıştı ve Uluslar arası örgütlenmede şu andaki eksiklikleri ne olursa olsun
milletlerarası hukukta yeri olamayacak olan bir politikadır. Çünkü eşyanın tabiatı gereği en
güçlü devletlerin inhisarına kalacak ve kolaylıkla uluslararası adaletin dağıtılmasını
engelleyebilecektir.
Birleşik Krallık Ajanı cevaben yaptığı konuşmasında ayrıca Operation Retail'i meşru
müdafaa ya da ihkakı hak yöntemleri arasında sınıflandırmıştır. Divan bu savunmayı da kabul
edemez. Bağımsız devletler arasında toprak egemenliğine saygı gösterilmesi Uluslar arası
ilişkilerin önemli bir temelidir. Divan Arnavutluk Hükümeti'nin patlamalardan sonraki
görevlerini yerine getirmede tamamıyla ihmali olmasının ve diplomatik yazışmalarını ağırdan
almasının Birleşik Krallık Hükümeti'nin hareketi için hafifletici sebepler olduğunu kabul
etmektedir. Ancak kendisinin de bir organı olduğu Uluslararası Hukuk'a saygıyı sağlamak için
Divan, Birleşik Krallık Donanması'nın bu hareketinin Arnavutluk'un egemenliğinin ihlali
demek olduğunu açıklamak zorundadır.
Bu açıklama Arnavutluk'un avukatı vasıtasıyla yaptığı taleple uyumludur ve bu
açıklamanın kendisi kafi bir tazmin teşkil etmektedir.
Operation Retail'in icra yöntemi de Arnavutluk Hükümeti tarafından tenkit edilmişti.
Bunun sebebi ise Birleşik Krallık'ın bu olayda taramanın ihtiyaçlarıyla orantısız ve gereksiz
biçimde büyük bir güç gösterisinde bulunduğudur. Divan bu eleştirinin haklı olmadığını
düşünmektedir. Divana göre Birleşik Krallık Donanması'nın hareketi Arnavutluk'a politik bir
baskı uygulamak amacıyla gerçekleştirilmiş bir güç gösterisi değildi. Gemilerini kıyıdan belli
bir uzaklıkta tutan sorumlu donanma komutanı, gemilerinin birkaç ay içinde ciddi zararlara
konu olduğu bir bölgede önemli bir emniyet gücü bulundurmaktan dolayı kabahatli
sayılamaz.
Bu sebeplerden, Divan,... 14'e karşı 2 oyla (22 Ekim tarihli geçişe dair Birleşik
Krallık lehinde) ve oybirliğiyle (13 Kasım 1946 tarihli mayın temizleme ile ilgili olarak
Arnavutluk lehinde) karar vermiştir.
Yukarıda birebir olarak alıntıladığımız dava özetine dayanarak, sonuçları açısından
Uluslararası Hukuk adına son derece önemli olan Korfu Kanalı Davası'nın, Divan'ın işleyişini
anlayabilmemiz için de harika bir örnek oluşturduğunu görebiliriz. Metni ayrıntılı bir şekilde
incelediğimizde, Divan'ın sorunun çözümü için olaya tamamen tarafsız yaklaştığını, bununla
birlikte her iki tarafın da konuya olan yaklaşımlarını göz önünde bulundurduğunu ve bu
şekilde karar aldığını anlayabiliriz. Divan tarafların görüşlerini dikkate almış, hareketlerinin
sonuçlarını sebepleriyle birlikte değerlendirmiş ve adaleti bu şekilde sağlamaya çalışmıştır.
Divan'ın ele aldığı davalarda tarafsız olması, ama daha da önemlisi, tarafsız
olduğunun devletlerce şüphesiz olarak kabul edilmesi, Divan'ın güvenilirliğini ve tercih
edilirliğini arttıran sebeplerdir. Görüldüğü üzere, Divan bu koşulları sağlamaktadır. Tüm
bunlar bir arada düşünüldüğünde, kurulduğu günden bu yana birçok uluslararası meseleye adil
çözümler getiren Uluslararası Adalet Divanı'nın, yargısal bir çözüm merkezi olması beklenen,
doğal bir durumdur.
Fakat diğer bir bakış açısına göre iste, hayır, Uluslararası Adalet Divanı, uluslararası
uyuşmazlıkların yargısal çözümünün merkezinde değildir. Uluslararası Adalet Divanına taraf
olan devlet sayısı oldukça fazla olsa da sadece bu duruma dayanarak Divan'ın yargısal çözüm
merkezi olduğunu iddia edemeyiz. Bu yorumu, yine çeşitli örnekler vererek açıklayabiliriz.
Öncelikle, Uluslararası Hukuk kuralları kesin değildir. Bu kuralların geçerliliği
konusu daima tartışılabilir. Divan'ın elinde önüne getirilecek bütün uyuşmazlıklara
uygulayabileceği yazılı, kesin ve bütün devletler tarafından tartışmasız olarak kabul görecek
Uluslararası Hukuk kuralları bulunmamaktadır. Dolayısıyla devletler, sorunlarını mahkeme
önüne götürdüklerinde nasıl bir sonuçla karşılaşacaklarından kesin bir şekilde emin
olamamaktadır. Uluslararası Hukuk kurallarının bu niteliği nedeniyle devletler, divanın
zorunlu yargı yetkisini kabul etmekten kaçınmışlar ve kaçınmaktadırlar. Günümüz devletleri
görece barışsever olsalar da, özgürlükleri ve egemenlikleri doğal bir şekilde bu dürtülerinin
önüne geçmektedir. Tüm devletlerin gözü kapalı bir şekilde sonucu belli olmayan böyle bir
maceraya atılmalarını beklemek komik olacaktır. Uluslararası Hukuk kurallarının kesin
olmayan niteliği devam ettiği ve bu kuralları kodifiye edilmediği (yasalaştırılmadığı) sürece,
devletlerin Divana karşı olan tutumları da değişecek gibi değildir. Divanın yetkisini bütün
devletler için zorunlu tutmak, basit bir anlatımla egemen devlet kavramını ortadan
kaldıracağından, kurulmak istenen barışçıl sisteme ters düşen bir uygulama olacaktır.
Daha önce de belirtildiği gibi, Birleşmiş Milletler Andlaşması, tüm üye devletlerin
Adalet Divanı Statüsü'ne uymakla yükümlü olduğunu belirtir. Ancak hangi hallerde
Uluslararası Adalet Divanının zorunlu yargı yetkisinin kabul edildiğini anlamak oldukça
güçtür. Bu durum, aralarında uyuşmazlık baş gösteren iki devletin mahkeme önüne
gitmelerinde ortak bir irade göstermelerini zorlaştıran bir durumdur. Zira bir devlet, şartları
uygun bulup mahkemeye gitmeyi önerse bile diğer devlet konunun mahkemenin yargı yetkisi
dahilinde bulunmadığını söyleyebilir veya konu mahkemenin yargı yetkisine dahil olsa bile
kolay bir şekilde karşı çıkılması zor bir bahane ile mahkemeye gitmekten kaçınabilir.
Bazen devletler, Adalet Divanı'na gitmek kendi çıkarlarına sonuçlanmayacak ise
uyuşmazlığın çözümlenmesi amacıyla Divan'a gitmeyi reddederler, başka çözüm yollarına
yönelirler. Bu durum devletlerin, her ne kadar barışsever olsalar da, öncelikli olarak egemen
kimliklerini korumak istemesinden öne gelir. Bazı konular bazı devletler için direkt olarak
bağımsızlıklarıyla alakalı olmasa bile ideolojik prensipler açısından ölüm kalım meselesi
anlamına gelebilir, taviz verilmesi o devletin hem iç hem de dış siyaseti açısından imkansız
olabilir. Bu noktada, Divan'ın yargısal çözüm merkezi olmamasının sebebi, esasen devletlerin
sorunlarını yargısal yöntemlerle çözmekten çekinmesidir denilebilir.
Divan kararlarının uygulanmasını sağlayacak veya bu kararların uygulanıp
uygulanmadığını denetleyecek bir organın yokluğu, Divan'ın güvenilirliğini azaltmakla
birlikte Divan'ın varlık sebeplerine de şüphe ile bakılmasına sebep olmaktadır. İki devlet
mahkeme önüne geldiklerinde sonuç ne olursa olsun karara uymak isteyecekleri varsayılır,
ancak karara uyulmasını zorunlu hale getirecek bir yaptırım söz konusu değildir.
Divan'a gidecek sorunun siyasal bir mesele mi, yoksa hukuki bir mesele mi olduğuna
karar vermek öncelikli olarak Divan'a ait bir görev olsa da, devletler de Divan'da yargılanmak
veya yargılanmamak adına bu konuyu kendi içlerinde tartışırlar. Şimdi sorunların Uluslararası
Adalet Divanı dışında nasıl çözülmeye çalışıldığına açıklık getirmek amacıyla Ege Kıta
Sahanlığı Sorunu'nu ve tarafların olaya bakış açılarını ele alacağız.
b) Ege Kıta Sahanlığı Sorunu
Günümüzdeki anlamıyla kıta sahanlığı rejimi İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde
ortaya çıkmaya başlamıştır. Bugün Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunların temel
konularından biri de kıta sahanlığıdır.
Kıta sahanlığı konusunda iki ülke arasındaki anlaşmazlık başlıca iki düzlemde ortaya
çıkmaktadır: Konunun özüne ilişkin anlaşmazlık ve anlaşmazlığın çözümü ve yöntemi.10
Konunun özüne ilişkin sorunlar hakkında Yunanistan'ın bazı temel tezleri söz konusudur :
Yunanistan'a göre Türkiye'ye yakın veya uzak, Ege Denizi'nde Yunanistan'a ait olan
bütün adalar Yunan ülkesinin ayrılmaz bir parçasıdır ve dolayısıyla bu adaları da kıta
ülkesinden ayırmadan, anakara ile bir bütün halinde ele alarak değerlendirmek gerekir. Deniz
Hukuku da bir ülkenin bütünlüğünü bozmamalıdır.
Kendisini anakara ve takımadalardan oluşan bir devlet olarak gören Yunanistan'a
göre takımada oluşturan adalar esas hatlardan geçen bir çizgiyle birleştirilmeli ve bir bütün
olarak ele alınmalıdır, bu bütünlük takımadaların anakara ile olan ilişkisi açısından da
sağlanmalıdır.
10
Şükrü Gürel, Tarihsel Boyut İçerisinde Türk Yunan İlişkileri, Ümit Yayıncılık, Ankara 1993
Adaların da kıta sahanlığı vardır. Bunun böyle olduğu 1982 UNCLOS ile de
onaylanmıştır. Ayrıca, adalara ilişkin olarak Cenevre Sözleşmesi’nin bu hükmü bir
uluslararası teamül kuralı haline gelmiştir. Bu durum Yunanistan'ın Ege'deki tüm adaları için
de istisnasız geçerlidir. Ege'de Türkiye ile Yunanistan arasındaki kıta sahanlığı sınırları,
Yunan adalarının Türkiye'ye en yakın noktaları dikkate alınarak, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı
Sözleşmesi'nce de kabul edilen eşit uzaklık ilkesine göre belirlenmelidir.
Ege'deki kıta sahanlığı konusunda Türkiye'nin de çeşitli görüş ve argümanları söz
konusudur:
Türkiye, her şeyden önce, coğrafi özellikler nedeniyle son derece karmaşık bir
özellik gösteren Ege kıta sahanlığı sınırlandırmasının, mutlaka Türkiye ile Yunanistan
arasında gerçekleştirilecek görüşmeler yoluyla saptanması gerektiğini 1974 yılından beri
savunmaktadır.11
Türkiye, Ege'deki kıta sahanlığı sınırlarının belirlenmesinde doğal uzantı görüşünün
esas alınması gerektiğini savunmaktadır. Bu görüşe göre, Ege'deki deniz yatağının büyük bir
kısmı Anadolu‘nun doğal bir uzantısıdır ve de jeomorfolojik olarak Anadolu'nun uzantısı olan
adaların büyük bir bölümünün12 kıta sahanlığından söz edilemez. Konuya ilişkin uluslararası
uygulamalara da bakıldığında da, yabancı bir ülkenin kıyılarına yakın konumda olan adaların
kıta sahanlığı konusundaki uluslararası çözümlerde, ilgili devletlerin karşılıklı hak ve
çıkarlarının söz konusu özel durum çerçevesinde belirlendiği ve dengelendiği
görülmektedir.13
Ege'de kıta sahanlığı konusunda ulaşılacak çözümün her şeyden önce hakça olması
gerekir. Bunu böyle olması gerektiği çeşitli uluslararası andlaşmalarca da kabul edilmektedir.
Bir bölgede çok sayıda adanın bulunması, o bölgede kıta sahanlığının belirlenmesi açısından
özel durumları oluşturur ve bu durumda eşit uzaklık ilkesi uygulanamaz.
Türkiye Ege'nin bir yarı-kapalı deniz olduğu görüşündedir. Dolayısıyla da bu
bölgede kıta sahanlığı sınırlandırmalarında mevcut özelliklere uygun özel ilkeler ele
alınmalıdır. Lozan Andlaşması ile bölgede iki ülke arasında kurulmuş olan denge kıta
sahanlığı ile ilgili bir düzenleme söz konusu olduğunda da dikkate alınmalıdır.
Bu anlaşmazlığın nasıl, hangi yöntemlerle çözüme kavuşturulacağı da ayrı bir
sorundur. Bu konuda Türkiye anlaşmazlığın iki ülke arasında yapılacak görüşmeler yolu ile,
diplomatik zeminde çözülmesi gerektiğini savunmaktadır. Türkiye için ‘’ ..başkalarının eline
bırakılmayacak kadar…’’ hayati bir öneme sahiptir.
Yunanistan'a göre, konuya ilişkin olarak Türkiye ile genel nitelikli görüşmeler
yapılmasına taraftar değildir. Çünkü daha önceki yıllarda, iki ülke arasında çok çeşitli
düzeylerde gerçekleştirilen görüşmelerden bir sonuç çıkmamıştır. Yunanistan, 1982
UNCLOS' un (Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi) kendi tezlerini desteklediği
düşüncesiyle anlaşmazlığı Uluslararası Adalet Divanı aracılığıyla çözüme kavuşturmayı
önermektedir.
Necati Polat, Uluslararası Hukukta İçerik Sorunu: Ege Uyuşmazlığı Örneği, s. 238-239
Hüseyin Pazarcı, Ege Denizindeki Türk- Yunan Sorunlarının Hukuki Yönü, İstanbul Metis Yayınları 1990
13 Necati Polat, Uluslararası Hukukta İçerik Sorunu: Ege Uyuşmazlığı Örneği, s. 246
11
12
ba) Yunanistan'ın Uluslararası Adalet Divanı’na Başvurusu
Yunanistan yaptığı bu tek taraflı başvurusunda, Türkiye ile kendisi arasındaki kıta
sahanlığı sınırlandırılması uyuşmazlığının görülmesi ve devletlerin bu alanda araştırma ve
işletme haklarının belirlenmesini talep etmiştir. Uluslararası Adalet Divanı durumu Türkiye'ye
bildirerek görüşünü istemiştir. Divan tarafları 9-17.10.1978 tarihlerinde sözlü aşamaya
çağırmıştır. Türkiye bu aşamaya katılmamış, ancak 10.10.1978 tarihinde Yunanistan'ın yetki
konusunda ileri sürdüğü görüşlerini çürütmeye yönelik bir mektubu Divan’a sunmuştur. Türk
Hükümeti şu görüşleri öne sürmüştür:
- Türk Hükümeti, Yunanistan'ın başvurusunu çok aceleci bulmuştur. Yunanistan,
konuyu iki devletin müzakere etmesine olanak sağlamamıştır.
- Türk Hükümeti'nin BM Güvenlik Konseyine sunduğu görüşte belirttiği gibi,
Yunanistan'ın iddia ettiği şekilde, kuvvete başvurma ve bunun sonucu olarak derhal karar
alınmasını gerektiren acil bir durum yoktur.
- Yunanistan 10 Ağustos 1976 tarihli bir mektupta BM Güvenlik Konseyi'ne
başvurmuş ve Ege Denizi kıta sahanlığı konusunda Türkiye'yi şikayet etmiştir. Bu nedenle,
Yunanistan'ın Uluslararası Adalet Divanı'na başvurması hukuki dayanaktan yoksundur.14
Gerek yazılı gerek sözlü aşamada Yunanistan ise Divan'ın yetkili olduğunu iki ana
gerekçeye dayandırmaktadır. Birinci gerekçe, Türkiye ile Yunanistan'ın taraf oldukları 1928
tarihli Uluslararası Uyuşmazlıkların Barışçı Çözümü Konusunda Genel Senedin 17.
maddesidir. İkinci gerekçe ise, Türkiye'nin 31.05.1975 tarihli Başkanlar Arası Brüksel Ortak
Bildirisi ile uyuşmazlığın Divan'a götürülmesini kabul etmesi olmaktadır.
Sonuç olarak, Uluslararası Adalet Divanı, Yunanistan'ın gerekçeleriyle Türkiye'nin
görüşlerini inceledikten sonra 19.12.1978 tarihli kararı ile kendisinin uyuşmazlığa bakmaya
yetkisiz olduğuna karar vermiştir.
Bu notlara dayanarak Ege kıta sahanlığı uyuşmazlığı konusunda öncelikle belirtmek
isteriz ki Türkiye'nin tutumu ölçülü ve doğrudur. Çünkü, Yunanistan Ege Denizi'ndeki
hakkını kullanmakla kalmayacak Türkiye'nin bu deniz üzerindeki haklarına da karışacaktır.
Yunanistan bu sebeple konunun bir an önce Adalet Divanı tarafından görüşülmesini ve
böylece emellerine kavuşabilmeyi istemektedir. Her iki devlet de andlaşmalarda belirtilen
sınırlarda kıta sahanlığı oluştururlarsa mutlaka birbirlerinin sınırlarına geçmek durumunda
kalacaklar ve bunun sonucunda anlaşmazlıklar çıkacaktır. Türkiye yapılacak her türlü
paylaşımın hakkaniyetle oluşturulmasını istemektedir. Biz, bu konu Uluslararası Adalet
Divanı'nda görüşülürse sonucun Yunanistan'ın lehine gerçekleşeceği kanaatindeyiz. Çünkü
bilindiği üzere Ege Denizi uluslararası açıdan son derece önemli bir stratejik konuma sahiptir.
Dünya düzeninde sözü geçen büyük devletler Ege Denizi'nde Türkiye'yi görmek yerine
Yunanistan'ı görmeyi tercih edecek ve ona göre karar vereceklerdir. Fakat Türkiye'nin de
üstüne basarak belirttiği gibi bu konu, konu dışı bir devletin eline kanaatine bırakılmayacak
kadar ciddi bir meseledir. En makbul çözüm Türkiye ile Yunanistan'ın karşılıklı
görüşmeleridir.
14
Mehmet Zeki Akın; Karasuları, İçsular, Gemilerin Bu Sulardaki Rejimi ve Kıta Sahanlığı, Ankara 1978, s.347-348
Görüldüğü gibi, bu mesele ele alındığında, hem kaynaklara hem de kendi
düşüncelerimize dayanarak söyleyebiliriz ki Uluslararası Adalet Divanı her daim yargının
merkezinde değildir. Sorun her iki taraf tarafından da hukuki bir mevzu olarak görülse bile,
yaşanan çıkar savaşları devletlerin Divan'a gitmesine engel olabilir. Sorunun hukuki oluşu,
çözümünün bir uluslararası mahkemede olacağı anlamına gelmemektedir. Bu örnekte de
görüldüğü gibi, Divan her konuya müdahale edemez. Müdahale edip edememesi taraf
devletlerin rızalarına bağlıdır.
KAYNAKÇA;
AKIN, Mehmet Zeki: Karasuları, İçsular, Gemilerin Bu Sulardaki Rejimi ve Kıta
Sahanlığı, Ankara 1978
GÖKDEMİR IŞIK, Nurser: Kıta Sahanlığı, Hukuki Rejimi ve Ege Denizi
Uyuşmazlığı, Dokuz Eylül Yayınları, 1. Baskı, İzmir 2010
GÜNDÜZ, Aslan: Milletlerarası Hukuk, Temel Belgeler – Örnek Kararlar, Yayın no:
481, İstanbul 1998, 3. Baskı
GÜREL, Şükrü: Tarihsel Boyut İçerisinde Türk Yunan İlişkileri , Ümit Yayıncılık,
Ankara 1993
İNAN, Yüksel: Uluslar arası Adalet Divanının Yargı Yetkisi, Ankara İktisadi ve
Ticari İlimler Akademisi, Yayın no: 171, Ankara 1982
PAZARCI, Hüseyin: Ege Denizindeki Türk- Yunan Sorunlarının Hukuki Yönü,
İstanbul Metis yayınları 1990
Download