Hücre zarı, Sitoplazmik - Ankara Üniversitesi Açık Ders Malzemeleri

advertisement
Hücre ve organeller
HÜCRE
Hücrenin varlığı, mikroskobun bulunması ile tanımlanmaya
başlamıştır. İngiliz ROBERT HOOK (1665), ilk kez kendi yaptığı
mikroskopla hücreyi tanımladı. Şişe mantarlarından hazırladığı
ince kesitlerde “ selula= hücre” adını verdiği dikdörtgen biçiminde
boşluklar gördü. Canlı maddenin hücreler halinde organize
olduğunu anlatan bu ilk tanımlama Sitolojinin başlangıcı olarak
kabul edilir. Hücre adı böylece ilk defa kullanılmış olup
zamanımıza kadar da değişmeden muhafaza edilmiştir.
Hücre üzerine yapılan bu ilk araştırmalardan sonra, gerek bitki
gerekse hayvanlar üzerinde de pek çok çalışmalar yapılmış ve son
olarak iki bilim adamının araştımaları, hücre kuramının ortaya
atılmasına neden olmuştur.
Botanikçi M.J. SCHLEIDEN (1838) Zoolog THEDOR SCHWANN
(1839) yayınladıkları eserlerinde ilk defa bitki ve hayvanların
hücrelerden oluştuklarını söylemişlerdir.
Teori tam ifadesi ile şöyledir: “ Hücreler organizmalardır; hem
hayvanlar, hem bitkiler bu organizmaların belirli kanunlar altında
birarada toplanması ile teşekkül eder”. Hücre teorisi biyoloji
alanında XIX. Yüzyılın en önemli bilimsel teorilerinden biri
olmuştur.
XIX. yüzyılın ilk yarısı içinde daha güçlü mikroskopların yapılması
başarıldıktan sonra hücre yapısının ayrıntıları üzerinde
durulmaya başlandı. Mikroskoplar geliştikçe biyoloji bilimi
alanındaki araştırmalar ilerledi. Ancak, gözle görülen ışığın dalga
boyunun yeterli olmaması nedeniyle, ışık mikroskobunun çözüm
gücü belli bir sınırın ötesine geçemedi.
1933’ de Almanya’ da ilk elektron mikroskobu yapıldı. Böylelikle,
hücrenin iç yapısını tüm ayrıntılrıyla ortaya koymaya çalışmalar
başladı. Hücrenin elektron mikroskobu altında biyolojik dokuların
incelenmeleriyle “ Morfoloji” de yeni aşamalar yapılmıştır.
Hücre canlılarda yapı ve görev bakımından en küçük birimidir.
Yeni hücreler, daha önce var olan bir hücrenin bölünmesi
sonucu oluşur.
Canlılar, beş aleme ayrılır;
1. Alem (Regnum): Plantae (Bitkiler)
2.
,,
: Animale (Hayvanlar)
3.
,,
: Fungi ( Funguslar (küfler) + Yemeklik mantarlar)
4.
,,
: Prokaryotae (Bakteriler, Mikoplazmalar, Siyanobakteriler
Mavi-yeşil algler, Riketsia, Sipiroplazma)
5.
,,
: Vira (Virus, Viroid, Fajlar)
Viruslar
Çoğu insan, hayvan ve bitkilerde hastalık yapabilen canlılardır.
Bir hücre gibi ele alınamazlar.
Çünkü biosferde cansız gibi davranırken ancak bir canlı hücreye
(bakteri veya soma hücresine) girdiği, entegre olduğu zaman,
normal bir canlı hücreden beklenen fonksiyonları göstermekte ve
gerçekleştirmektedirler.
Virusların Başlıca özellikleri;
* Bir canlı hücre içinde yaşarlar, başka bir deyimle hücre
parazitidirler. Canlı hücre dışında kendilerine özgü enzim
metabolizmaları olmadığından cansız gibi davranırlar.
* Yapıları tipik bir hücreye benzemez, onun için prokaryot değildirler.
* Genetik materyalin toplandığı bir “centrol cod” vardır ve buda ya
DNA, yada RNA karekterindedir. Bu nedenle viruslar DNA virusları ve
RNA virusları olmak üzere başlıca iki gruba ayrılırlar. Şekillenmiş bir
kromozom ve nukleusları yoktur.
* Genetik materyal, bir proteinden kılıf “capsid” ile çevrelenmiştir.
Capsid copsomer’ lerden oluşur.
* Çeşitli formda olabilirler. Ultrafiltrasyonları ve pilesentayı
geçebilirler. Bakteriler gibi filtre edilemezler.
* Bölünerek çoğalırlar (aseksüel). Bölünmek için yalnız nukleik
asite ihtiyaçları vardır. Tipik mitoz görülmez.
* Canlıların en ilkelidirler fakat ilk canlı değildirler.
* Işık mikroskobunda görülmezler ancak elektron mikroskopta
partiküller halinde görülebilirler.
* Viruslar enfeksiyoz bir nükleik asittirler; şu halde virutik
enfeksiyonlar için “birer nukleik asit enfeksiyonudur” denebilir.
* Bitki virusları, RNA, insan ve hayvan virusları hem DNA, hem
RNA tipi olabilmektedir.
Virusların özellikle patojen olan hastalık yapan türlerinin
biyomorfolojik olarak toplandığı 4 temel model ayırt edilebilir:
Tobaccosomaic virusu (Tütün-Mozaik virusu)
Picorna virüs (Pikorna virusları)
Myxovirus (Miksovirus)
Bacteriophage virusları (Bakteri yiyen) veya faj virusları (örn;yoğurt
oluşumunu sağlıyan bakterileri yiyen viruslar).
Viruslar ayrıca hücreye giriş ve aktarılış şekillerine göre :
Bacteriolytic (Bacteri eritici)
Bacterikiller (Bakteri öldürücü)
Budding (Tomurcuklanan),
Baloning (Balonlaşan) viruslar diye de ayrım kazanır
Viral hastalıklarda, virus genetik materyali hücreye girdikten sonra
hücre “interferon” adlı bir mediatör üretir.
Interferon virusun coğalmasını inhibe eder. Örneğin enfluenza, grip
virusu organizmaya girdikten 45-50 saat sonra interferon miktarı
artırılarak virus etkisi ortadan kaldırılır ve grip kendiliğinden iyileşir.
İterferon hormon benzeri bir glikoproteindir.
Etkisi:
Virusların çoğalmasını durdurur.
Hücre bölunmesini durdurur.
Immunoglobilinleri (antikor) artırarak humoral immuniteyi baskılar
Cellular immuniteyi artırır. Bu etki; 20-50 saat sonra meydana çıkar.
İnterferon, bir virusla bulaşan hücrede oluşur ama etkisini diğer
homolog hücreler de gösterir.
Antikor: Özel bir antijene cevap olarak B lenfositleri ve plazma
hücreleri tarafından meydana getirilen ve bağışıklıktan sorumlu olan
glıkoprotein yapısındaki maddeler.
Antijen: Bağışıklık cevabına neden olan herhangibir madde.
Hümoral immunite (humoral bağışıklık): B lenfositleri ve plazma hücreleri
tarafından meydana getirilen antikorlarla sağlanan bağışıklık.
Bakteriler
İnsan ve hayvanlarda pek çok hastalıkların nedeni olan bakteriler
yeryüzünde kutuplar, ekvator, bataklıklarda, tüm sularda, insan,
hayvan ve bitki vücudlarında barınırlar. Viruslara kıyasla bir
basamamak daha evrimleşmişlerdir.
Bakterilerin genel morfolojik özellikleri:
1. Bitki selüloz hücre çeperinden ayrıcalıkta bir hücre duvarı
yapısı bulunur.
2. Ribozomları vardır.
3. Plastit, mitokondrium, nükleolemmaları yoktur
4. Tek bir kromozom içerirler
5. Patojen olanları olduğu gibi saprofitik yararlı olanları da vardır
(putrification bakterileri, fermantation bakterileri gibi).
6. Form yönünden yuvarlak (Coccus) Monococcus, diplacoccus,
tetracoccus, staphylococcus (üzüm salkımı), streptococcus (zincir
kok), bacillus (comak biçiminde), sipirillum (burgu şeklinde) ve
vibriolar (cholera) gibi gruplara ayrılırlar.
Bakteriler ayrıca oksijen kullanıp kullanmadıklarına göre:
Aerobik’ler (Difteri, Tuberculosis)
Anaerobik’ ler (Tatanoz)
Fakültatif anaerobik ve aerobik
Mikroaerofilik (Vibrionlar, Brucella) gibi
Riketsia
Bakteriler ile viruslar arasındadır.
Canlı hücrede yaşadıkları için virusları andırırlar. Insecta' da
olanları onları rahatsız etmeden yaşayabilirler. Ancak insanlarda
Tifus gibi önemli hastalıklara neden olurlar. Daha çok bitlerle,
kenelerle aktarılırlar.
Vira hariç yeryüzünde bulunan bütün canlılar bir çekirdek
kapsayıp kapsamadıklarına göre iki büyük gruba ayrılırlar.
İlkel olan birinci grup canlılara Prokaryota denir. Bunlar tek bir
hücreden yapılmışlardır. Çekirdekleri yok olarak kabul edilen bu
hücreler tipik hücreler değildir. Bu canlı şekillerinin ortak özelliği zarla
çevrili bir çekirdeğe sahip olmamalarıdır. Çekirdek materyali (kalıtsal
materyali yapan DNA) protoplazma ile karışmış olup doğrudan
protoplazma ile temas halinde bulunur. Canlılığı belirleyen
metabolizma olayları hücre zarı ve ondan oluşan yapılarda yürütülür.
Türlü hayatsal olaylar için farklılaşmış ayrı hücre organellari bulunmaz.
İleri yapısal gelişim gösteren ökaryotik hücrelerde, sitoplazma içinde
belirli zarla çevrelenmiş çekirdek gözlenir. Türlü hayatsal olaylar özel
olarak farlılaşmış hücre içi organellerde başarılır.
Bitki Hücreleri İle Hayvan Hücrelerini Birbirinden Ayıran
Farklar
1. Bitki hücresinde plazma zarının dışında kalan bir hücre duvarının
bulunuşudur.
2. Bitki hücrelerinde plastitler denilen bir çeşit organel bulunur.
Plastitler, çeşitli maddelerin sentezlenmesi ve biriktirilmesi ile
ilgilidirler. Plastitlerin en önemlisi kloroplastlardır. Kloroplastlarla
mitokondriler bitki hücrelerinin enerji transformasyonlarına giren
biyokimya makinalarıdır. Kloroplastlar güneş ışığında bulunan
elektromanyetik enerjiyi kimyasal enerjiye çevirirler. Bu olaya
fotosentez denir.
3. Vakuol denilen ve normal olarak bulunan büyük boşluklar bitki
hücrelerinin karakteristik yapılarıdır.
4. Bitki hücrelerinde sentriyol ve aster iplikleri bulunmaz.
5. Bitki hücreleri bölünürken iki oğul hücre arasında hücre pilağı
denilen bir yapı gelişir. Bölme şeklinde gelişen bu yapı ana
hücreyi iki oğul hücreye ayırır. Hayvan hücrelerinde sentriol ve
aster iplikleri bulunur ve ana hücrenin plazma zarının hücrenin
orta yerinde kenarlardan içe doğru girinti yapması sonucu ana
hücre bir boğumla ikiye bölünür ve oğul hücreler teşekkül etmiş
olur.
6. Hayvan hücrelerinde plastit bulunmaz. Büyük vakuoller de bu
hücrelerin mutal yapıları değildir.
Hücrenin Genel Morfolojisi
Yüksek organizasyonlu hayvanlar şekil, büyüklük ve işlevleri
farklı olan pek çok hücrelerden oluşurlar.
Aynı şekil ve yapıdaki hücreler belli bir işlevi yapmak üzere
özelleşmişlerdir, bunlara doku denir.
Birçok hücrelerin şekli sabittir. Örneğin; spermler, sinir hücreleri,
epitel hücreleri, eritrositler görevleriyle uygun olmak üzere her
hayvan grubu içn belirli şekillere sahiptirler.
Fakat bazı hücrelerin şekilleri değişebilir. Mesela amip, lökositler,
pigment hücreleri olan kromatoforlar böyle değişebilen şekillere
sahiptirler.
Hücrenin şeklini etkileyen çeşitli faktörler;
1. Yüzey gerilim kanunu’dur. Hücre izole edilince küre şeklini almaya
yönelir. Bu sebeple suya bırakılan yumurtalar daima yuvarlak olurlar.
2. Hücrenin fonksiyonu. Örneğin; istirahat halindeyken yuvarlak olan amip
faal olunca belirli şekiller gösterir.
3. Mekanik kuvvetler de hücre şeklini etkiler. Çok sayıda hücre bir arada
bulunduğu zaman her ne kadar hücrenin fonksiyonu hücrenin şekli
üzerinde etki eden baş faktör ise de yanyana bulunan hücrelerin temas
yerlerinde yüzeyler meydana gelir. Böylece masela kan damarlarının iç
astarlarındaki çok yassı ve uzun epitel hücrelerinden oluşan endotelyum
tabakası’nın hücreleri mekanik germe kuvvetlerine kendilerini uydurmuşlar
ve uzamışlardır.
Sonuç olarak hücreler doku içinde iken mekanik kuvvetlerle birlikte
hücrenin zarı, sitoplazmanın vizkositesi ve özellikle hücrenin fonksiyonu
hücrenin şeklini düzenler.
4. Tabiatiyle hücre şeklinin nasıl tain edileceği hususunda kalıtımında rolü
vardır.
Hücrelerin hacmide şekli gibi çok değişebilir.
Gerek bitki gerekse hayvanlarda çıplak gözle görülebilecek kadar büyük
hücreler vardır. Kuş yumurtaları çok büyük olur. Sadece yumurtaların sarı
kısmı düşünülürse deve kuşununki 7,5 cm (akıyla 15 cm) dır. Silyatlar,
gregarinler, nümülitler, foraminiferler içinde gözle görülebilecek kadar
büyük olan türler vardır. Fakat çoğunluk, hücreler mikroskopla
görülebilecek kadar küçük olurlar ve çoğunluk birkaç mikrondur.
İnsanın en küçük hücresi 3-4 mikron çapındaki küçük lenfositlerdir. Bir
sinir hücresinin gövde kısmı 10 mikron kadardır. Buna karşılık sinir
hücresi aksonu ile birlikte 90 cm kadar uzun olabilir.
Hücre boyu belirli bir hücre grubunda sabittir. Örnek olarak hem atın
hem farenin, böbrek ve karaciğer hücrelerinin hemen aynı büyüklükte
olduğu söylenilebilir.
Hücrenin minimum büyüklükleri hücrenin kendi hayatını devam
ettirebilmesi için gerekli materyali minimum seviyede kapsıyacak şekilde
olması ile ayarlanır. Yani deoksiribonükleik asit, ribonükleik asit ve enzim
reaksiyonları için yeterli yer bulunmalıdır.
Çok hücreli organizmalardaki hücre sayısını hesap etmek her ne kadar
güç olsada belirli doku hücrelerinin kabaca aynı büyüklükte oldukları
düşünülerek oldukça iyi hesaplar yapılabilmektedir. İki canlı arasında bir
büyüklük farkı varsa bu hücre büyüklüğü farkından ileri gelmez. Bu iki
canlının hücre sayıları farklıdır. Mesela, hem atın hem farenin böbrek ve
karaciğer hücreleri aynı büyüklüktedir. Yalnız atta fareninkine göre daha
çok sayıda hücre bulunur.
Bir hücreli bir organizmada hücre ve organizma aynı şeydir. Çok
hücrelilerin ilkel tiplerinde organizmanın hücre sayısı sabittir. Tatlısularda
yaşayan Pandorina (yeşil bir flagellat) 8 veya 16 hücreden yapılmış koloni
halindedir. Eudorina’da her koloni 16, 32 veya 64 hücreden yapılmış
olabilir. Daha yüksek yapılı hayvanlarda da böyle sabit hücre sayılı olanlar
vardır. Bunun en tipik örneği hücre sayılarının sabit olması sebebiyle
regenerasyon yapmayan yuvarlak solucanlardır. Bununla beraber çok
hücrelilerin çoğunluğunda hücre sayısı hudutsuzdur. Fakat ergin safhaya
ulaşınca hücre adedi oldukça sınırlıdır. Mesela döllenmiş tek bir
yumurtanın birçok defa bölünmesi sonucu gelişen insan yavrusu, doğduğu
zaman kabaca 2.000.000.000.000 (iki trilyon, 2X10¹² ) hücreden oluşur.
Ergin yaşa gelince, bir erkek yaklaşık 60 bin trilyon (60 X10¹²) hücre
kapsıyacaktır.
Hücrelerin şekillerinin çok değişik olması nedeni ile bütün hücreleri
içeren bir hücre şekli göstermek olanaksızdır. Bununla beraber bütün
hücrelerde mikroskobik bakımından ortak kısımlar vardır. Bunlar;
Hücre zarı, Sitoplazmik matriks, Organeller, Nukleus’ dur.
Hücre Zarı
Bütün hücrelerin dış taraftan bir zar ile çevrili olduğu, elektron
mikroskobu kullanılmadan önce de bilinmekteydi. Ancak bu zar çok ince
olduğundan ışık mikroskobunda görülemiyor ve yapısı hakkında fazla bilgi
edinilemiyordu. Elektron mikroskobunun keşfinden sonra, hücre zarı
hakkındaki bilgiler artmış ve kimyasal yapısı açıklığa kavuşmuştur. Plazma
membraninin incelenmesi ile membran biyolojisi dalı ortaya çıkmıştır.
Zar yapısında lipidler, proteinler ve karbonhidratlar vardır. 1972 senesinde
S. Jonathon Singer ve Garth Nicolson biyolojik zarların organizasyonu için
sıvı mozajik modelini önerdiler.
Bu modele göre hücre zarı, kalınlığı 75-100 Angstrom (A°) arasında
değişen iki protein tabakası ile, bunların arasında bulunan bir çift fosfo
lipid tabakasından yapılmıştır. Buna bir zar birimi (membron ünitesi) denir.
Zarın dış ve iç yüzeyinde bulunan protein tabakasındaki polipeptid
zincirleri hücrenin yüzeyinde paralel, fosfolipid molekülleri ise dik olacak
şekilde sıralanmıştır. Genellikle suda erimeyen bir lipit, bir de suda eriyen
fosfat grubu vardır. Fosfolipid moleküllerinin hidrofob (suda erimeyen)
grupları (polus) içte ve birbirine dönük, hidrofil moleküllerinin iç tarafında,
bunlara bağlanmış olarak bulunur. Fosfolipid moleküllerinin arasında
kolesterin (kolesterol) molekülleri de görülür.
Birbirine çok yakın bulunan hücrelerde hücre zarları birbirine değmez.
Aralarında, ışık mikroskobunda görülmeyen 80-200 A° lik dar bir aralık
bulunur. Bu aralık yarı sıvı açık renk ve homojen bir madde ile ile
doludur. Buna hücreler arası madde denir.
Hücre zarı hücreyi yalnız dış ortamdan ayırmakla ona biçim vermekle
kalmaz, aynı zamanda besin maddelerinin ve metabolizma artıklarının
hücre içine girmesini ve çıkmasını da sağlar.
Her türlü aktif ve pasif taşıma olaylarının kalıtım ile ilgili süreçlerin,
antijenik fonksiyonların doğrudan plazma membranına bağlı olduğu
anlaşılmış bulunmaktadır. Örneğin; lenfositler önce yabancı olanı
tanırlar. Yabancı moleküllerde bulunan ve epitop adı verilen özgül
moleküller lenfositlerce tanınırlar, Lenfositlerin yüzeyinde çeşitli
epitopları tanıyabilen özgül (spesifik) reseptörler vardır. Bu reseptörler
kendilerine özgü epitopa bağlanırlar.
antijen: bir bağışıklık reaksiyonu yaratabilen epitopa (Antijenik yapılar
veya antijenik proteinler üzerinde bulunan, özgül antikorların
oluşumunu belirleyen ve bağışıklık sistemi tarafından tanınan küçük
amino asit grupları) denir.
Hücre zarı sodyum, potasyum gibi maddelerin birbirlerinden farklı
olduklarını anlar ve bu maddelerin geçiş hızı, miktarı için farklı
yöntemler uygular. Kimi maddelerin geçişine ise izin vermez. Hücre
zarının bu seçici-geçirgen özelliğinin evrimci varsayımlardaki gibi
aşama aşama gelişmesi söz konusu değildir. Çünkü hücre zarı
bugünkü özelliklerine sahip olmadığında, hücrenin, canlılığını
koruması mümkün değildir.
Zar yapısında 7 A° çapında membran porları bulunmaktadır. Acaba çeşitli
maddeler canlı zarından nasıl geçerler?
Hücre zarının iç tarafında yani sitoplazmada protein molekülleri ile K daha
çok, hücre dışı ortamda ise protein molekülleri daha az, fakat inorganik
iyonlar (özellikle Na ) fazla K daha azdır.
Hücre zarının iç ve dış tarafında yapı ve iyon konsantrasyonu ayrıcalı
olmakla beraber iki ortam arasında bir ozmotik denge kurulmuştur
(Donnan dengesi). Bu dengeyi korumak, canlı hücrelerin bir özelliğidir.
İşte iç sıvıdaki yaşam için gerekli olan bu dengeyi sağlıyan sisteme
hemeostasis denir.
Canlı hücre zarının geçirgenliği, cansız membranların geçirgenliğine hiç
benzemez ve hücre membranlarından hücre içine veya ters yönde madde
geçişi, genel olarak pasif difuzyon olayı ile gerçekleşmez. Çünkü hücre zarı
selektif permeabl (seçici geçirgen) dir. Yani erimiş haldeki besin maddeleri
ile metabolizma artıkları, hücre içi ve dışındaki yoğunluğa (osmotik
basınca) bağlı kalmadan enerji harcamak suretiyle aktif olarak hücre
zarından geçerler. Buna aktif iletim denir.
Demek oluyorki selektif permeabl olan hücre zarından hücre içine veya
ters yonde madde geçişi ancak enerji gerektiren aktif iletim
mekanizması ile gerçekleşir.
Bununla beraber bazı maddeler, örneğin su, oksijen ile karbondioksit
gibi kan gazları, elektrik yükü bulunmayan küçük glükoz molekülleri,
yağda eriyen maddeler hücre zarından difuzyonla kolayca geçerler. Buna
pasif taşıma denir.
Hücre zarının içi ve dışı arasındaki iyon farklılığı nedeniyle elektrik
polarizasyonu da farklıdır. Hücrede Na+ ve K+ iyonları Na ve K’ ATP ase’
lar şeklindedir ve madde geçişi zardan bunlarla gerçekleşir (Difuzyon).
Bu enzimler Na ve K iyonlarının hücre içine girip çıkmasında rol oynar.
Hücre Zarının Uğradığı Morfolojik Değişimler
Hücre zarı şu amaçlarla değişikliğe uğrayabilir.
1. Madde alışverişini gerçekleştirmek.
2. Hücreye hareket kazandırmak.
3. Hücrelerin birbirlerine tutunmalarını sağlamak.
1. Madde alışverişini sağlayan değişimler
a)Mikrovilluslar: Zarın hücrenin dışına doğru yaptığı yalın, eldiven parmağı
şeklindeki çıkıntılardır. Boyları 1 mikronun altındadır. Bir kısım hücrelerde
(barsak örtü epiteli, böbrek tubulus proksimalis hücreleri vs.), hücre
yüzeyinde çok bol miktarda (1mm² de 3000-4000 adet) bulunurlar.
Işık mikroskobunda, hücrelerin mikrovillüs taşıyan yüzeyleri, fırçamsı ince
bir tabaka halinde görülür. Buna fırça kabuk denir.
b)Endositoz: Küçük molekül ağırlıklı maddeler plazma zarından duğrudan
geçerler. Fakat büyük molekül ağırlıklı, zardan geçmesi zor olan materyalin
hücre içine alınması için başka mekanizmalar gelişmiştir.
Hücre, plazma zarı ile hem katı parçacıkların yutulmasını hem de sıvı
parçacıkların bir çeşit içilmesini yapar. Bu iki olaya endositoz denir.
Endositozla hücre içine alınan parçalar daima bir hücre içi vakuole girerler.
Düz ER’den sentezlenen lipidler Golgi’ye, lizozom, salgı kesecikleri ve hücre
zarına keseciklerle, mitokondri ve peroksizoma taşıyıcı proteinlerle
gönderilir.
Endositoz sırasında kısmen eksilen hücre zarı Ca++ ile düzenlenen bir
lizozomal eksositoz olayı ile bir bakıma onarılmaktadır.
Endositoz iki durumda görülür. Pinositoz ve fagositoz olarak.
Fagasitoz: Endositozda, özelleşmiş bazı hücreler tarafından baktari ve
protozoon gibi mikroorganizmaların veya katı parçacıkların yutulması veya
yenmesi olayı fagositozdur.
Fagositoz olayında, yutulacak parçacık plazma zarı üzerine gelir. Böylece
uyarılan hücrelerin cevabı olarak plazma zarında ondulasyonlar olur. Zarın
evaginasyonu ile hücrenin çıkardığı psödopod denilen yalancı ayaklar
parçacığın üzerini çevirir. Karşılıklı gelen plazma zarları birleşerek zarla
çevrili ve içinde yabancı parçacık bulunan bir vakuol teşekkül eder.
Fagositozla teşekkül eden bu fagositik vakuol bir fagosomdur. Fagositoz
olayında, önce parçacıklar hücre zarına yapışır, sonra içeri alınır.
Fagositoz, amipler ve silyatlar gibi birçok bir hücreli heterotrof
hayvanlarda ve bazı çok hücrelilerde görülür.
Amiplerde fagositoz olayı ile hayvanın amöboid hareketi sıkıca bağlıdır.
Bu hayvanlarda hücrenin beslenmesi bu yolla olur ve içeri alınan parçayı
çeviren zar ile bir besin vakuolü meydana gelir.
Sünger, sölenter ve yassı solucanlar gibi aşağı çok hücrelilerde, özel
hücreler plazma zarı ile fagosite ettikleri besini hücre içine alarak
sindirirler ve böylece beslenirler.
Fakat yüksek çok hücrelilerde fagositoz bir savunma olayıdır. Mikroplar,
tozlar, yabancı maddeler, kolloid parçacıklar vs. bu yolla yok edilir. Bu
görev için özelleşmiş kan hücreleri vardır. Memelilerde granüllü
lökositler ve makrofaj denilen fagositik hücreler bu görevi yapmaktadır.
Bu hücreler, kanda ve doku içinde dolaşarak yabancı
mikroorganizmaları, hasar görmüş hücreleri, kırıntıları fagosite ederek
organizmayı korurlar.
Pinositoz: Sıvıların alınmasına pinositoz denir. Son yıllarda sıvılardan
başka moleküllerin de bu yolla hücreye girdiği saptanmıştır.
c) Eksositoz: Maddelerin makro moleküller veya iri granüller halinde
hücrelerden atılması olayıdır.
Makromoleküler düzeyde olanlar, fagosite edilmiş maddelere ait
artıklardır.
Granüller ise, hücrede salgılanıp, hücre dışında görev yapmak üzere dışarı
verilen maddelerdir (salgı granülleri gibi).
2. Hareketi sağlıyan değişimler
Hareketi sağlamak üzere hücre yüzeyinde 3 tür değişiklik meydana
gelebilir: a) Yalancı ayak, b) Titrek tüy ve c) Kamçı
Yalancı ayaklar (Pseudopodyumlar)
Bu tür oluşumlara, topluluk halinde olmayan , bağımsız hücrelerde
rastlanır. Hücreler bu yolla yerlerini değiştirirler. Bu özellik, tek
hücrelilerden amiplerde çok belirgindir. Bu bakımdan bu tür harekete
amöboid hareket adı verilir. Pseudopodyumlar, geçici olarak şekillenen
sitoplazma uzantılarıdır. Hücre bu uzantılarla bir yere tutunur ve
uzantılar hücrenin geri kalan kısmını kendilerine doğru çekerek hücreye
yer değiştirirler.
b) Titrek tüyler
Kinosilyumlar: Bunlar da mikrovilluslar gibi sitoplazmanın çıkıntılaşması ile
meydana gelirler. Ancak daha kalın (0,2mikron) ve daha uzundurlar (5-10
mikron) En bol bulundukları hücreler, solunum yollarını örten epitel
hücreleridir.
Sterosilyumlar: Kinosilyumlarda bulunan mikrotubulus ve bazal cisimcik
bunlarda yoktur. Hareket etmeyen bazı oluşumlar mikrovillusa çok
benzerler. Mikrovillustan daha uzun olup dallanma gösterirler.
Mikrovilluslar gibi madde alış verişinde görev aldıkları sanılmaktadır.
c)Kamçılar: Flagellumlar
Titrek tüyler gibi hareketli ve kalıcı olan stoplazmik uzantılardır. Aynı
yapıyı gösterir ancak çok daha uzun olurlar.
3. Hücreleri Birbirine Bağlayan Değişiklikler
Hücre yüzeyinde bazı bölgeler, hücreler arası bağlantıları ve hücreler
arası haberleşmeyi sağlayan özel bölgeler halini almıştır.
Bu bölgelerin üç tipi vardır
1. Sıkı bağlantı bölgesi
2. Yapıştırıcı bölge
a) Kemer desmozom
b) Düğme desmozom
3. Geçit bölgesi
Hücreler arası Sıkı bağlantı bölgeleri, aralarında sıkı bağlantı gereken,
fiziksel etkilere maruz kalan doku hücrelerinin birbirinden ayrılmaması
gereken dokularda daha çok bulunduğu görülmektedir (Örneğin epitel
dokuda, sidik kesesi duvarında bu tür bağlantılar çoktur).
Sıkı bağlantı bölgelerinin esas görevi, bir grup doku hücrelerinin iç
ortamını dış ortamdan farklı bir halde tutmaktır.
Bu bölgeler permeablite seddi olarak görev yaparlar ve bazı maddelerin
dış ortamdan hücre içine girmesini önlerler.
“Desmozom” adı verilen ve hücreleri birbirine yapıştıran bölgelerin esas
görevi, bir grup hücrelerin bir ünite halinde beraberce görev yapmasını
sağlamaktır.
Kemer desmozomlarında bir takım flamentler vardır ki bunlar aktin
taşırlar ve kasılma yetenekleri bulunduğuna işaret eder. Kemer
desmozomu hücrenin etrafını kemer gibi sarmıştır.
Düğme desmozomu ise yer yer düğme biçimi yapılardır. Mekaniksel
zorlanımlara, gerilimlere maruz kalan dokularda düğme desmozomları
bol miktarda bulunurlar.Örneğin; deri, üterusun başı gibi.
Geçiş bölgeleri: Bir organizmada gelişmenin ve organizasyonun
sürdürülebilmesi, bu dokunun yahut organın hücreler arasında bilgi alış
verişi ile mümkündür. Çok hücreli yaratıklar öyle bir hücreler
topluluğudur ki bu topluluğun fertleri arasında bir koordinasyon
mevcuttur ve belli bir formun düzenine uyarlar. Her dokunun kendine
özgü bir dokunuş şekli vardır ve hücreler düzen içinde dokudaki yerlerini
almışlardır. Düzen ise haberleşmeyi gerektirir.
Bütün hücreler sulu bir ortamda bulunur. Bu ortam denizde yaşayanlar
için deniz suyu, tatlı suda yaşayanlar için tatlısu veya yüksek
organizasyonlu hayvanlar için hücreler arası sıvıdır.
Canlı hücreleri, içlerinde taşıma sistemlerinin, bilgi depolama
merkezlerinin, kimyasal işlemlerin yapıldığı özel bölümlerinin, enerji
üreten santrallerin ve paketleme merkezlerinin bulunduğu büyük
fabrikalara benzetilebilir. Hücrenin bir fabrikadan tek farkı kuşkusuz ki
mikroskobik ölçülerdeki boyutudur.
Download